1. Abdest Ve Namazın Farz Kılınması
3. "Namaza Kalkacağınız Zaman Yüzlerinizi Yıkayınız" Ayet-i Kerimesi
4. Abdest Bozmaya Gitme Hakkında
5. Abdest Bozma Esnasında Gizlenme
6. Büyük Veya Küçük Abdest Bozmada Kıbleye Dönmekten Men'
8. Kıbleye Dönme Hakkında Müsâade
10. Kişi Helaya Gireceği Zaman Ne Der?
11. Abdest Bozma Sonrası Temizlenme "İstitâbe=İstincâ"
12. Kemik Veya Hayvan Tersi İle Îstincâ Etme Yasağı
13. Sağ El İle İstîncâ Etme Yasağı
16. İstincâ'dan Sonra Elini Toprağa Süren Kimseler Hakkında
17. (Kişi) Heladan Çıkdığı Zaman Ne Der?
19.Misvak Kullanmak Ağzın Temiz Olmasına Sebeptir
20. Teheccüd Namazı Kılınacağı Zaman Misvak Kullanılması
21.Namaz Temizliksiz Kabul Olunmaz
22. Namazın Anahtarı Temizliktir
23. Abdestte Ne Kadar Su Yeter
25. Abdest Almada Besmele Çekmek
26. Ellerini Yıkamadan Önce Onları Su Kabına Sokan Kimse Hakkında
27. Üç Defa Yıkayarak Abdest Alma
28. İkişer Defa (Yıkayarak) Abdest Alma
29. Birer Defa (Yıkayarak) Abdest Alma
30. Abdestin Tam Alınması Hakkında Gelen Hadisler
31. Ağza Su Vermek (Mazmaza) Hakkında
32. Burna Su Çekmek Ve Taşla Temizlenmek Hakkında
33. Sakalı Hilâllemek Hakkında
34. Parmakları Hilâllemek Hakkında
35. Şu Ökçelerin Ateşten Vay Hâline!
36. Başı Ve Kulakları Meshetmek Hakkında
37. Rasûlullah -Sallallahu Aleyhi Ve Sellem- Başı İçin Yeni Su Alırdı
39. Abdestten Önce Avret Yerine Su Serpmek Hakkında
40. Abdestden Sonra Mendil (Kullanmak)
41. Mestler Üzerine Meshetmek Hakkında
43. Papuclar Üzerine Meshetmek
44. Abdestten Sonra Söylenilecek Söz
46. Her Namaz İçin Abdest Alma
47. Abdest Sadece Hades'ten Dolayı Gerekir
48. Uykudan Dolayı Abdest Almak
50. Erkeklik Organına Dokunmaktan Dolayı Abdest Almak
51. Ateşin Değdiği Şeylerden Dolayı Abdest Almak
52. (Bundan Dolayı) Abdest Almayı Terketmede İzin
53. Deniz Suyundan Abdest Alma
56. Kullanılmış Su İle Abdest Alma
57.Kadının Abdest Suyunun Artığı İle Abdest Alma
58. Kedi Kabdan Bir Şey Yiyip İçtiği Zaman
59. Köpeğin Kabdan Yiyip İçmesi Ve Onu Yalaması Hakkında
60. Tereyağına Fare Düşebilir?
63. Yemek Yememiş Olan Çocuğun Sidiği
64. Yeryüzünün Bazısı Bazısını Temizler
66. Teyemmüm (Toprağa) Bir Defa Vurularak (Yapılır)
67. Cünüblükten Dolayı Gusül Yapmak Hakkında
68. Erkek Ve Kadın Bir Kabdan Gusül Yapabilirler
69. Cünüblükten Bir Kıl Yerini (Kuru) Bırakan Kimse
70. Kendisine Cünüblük İsabet Eden Yaralı
71. Hanımlarını Tek Gusülle Dolaşan Kimse
72. Kendisiyle Gizlenilmesi Müstehab Olan Şeyler
73. Cünüb Uyumak İstediği Zaman
75. Sünnet Edilecek Yerin Sünnet Edilecek Yere Dokunması Hakkında
76. Rüyasında Erkeğin Gördüğü Şeyi Gören Kadın Hakkında
77. İhtilâm Olduğunu Hatırlamadığı Halde Islaklık Gören Kimse
78. Biriniz Uykusundan Uyandığında
79. Adam Heladan Çıkıp Yemek Yiyebilir
82. Hayızlı Kadın Seccadeyi Uzatabilir
83. Elbiseye Bulaşan Hayız Kanı Hakkında
84. Müstehazanın Guslü Hakkında
85. "(Müstehâza) Öğleden Öğleye Gusül Yapar, Cinsî Münâsebette Bulunur, Oruç Tutar" Diyenler
86. "Müstehâzanın Kocası Onunla Cinsî Münâsebette Bulunabilir" Diyenler
87. "Müstehâzanın Kocası Onunla Cinsî Münâsebette Bulunamaz" Diyenler
88. Hayızın En Çok (Müddeti) Hakkında Gelen Haberler
89. Hayızın En Az (Müddeti) Hakkında
90. Muayyen Kanı Kesilmeyip Devam Eden Bakire Hakkında
91. Muayyen Kanı Gören İhtiyar Kadın Hakkında
92. Temizliğin En Az (Müddeti) Hakkında
94. Bulanık (Akıntı) Hayızdan Sonra Olduğunda
95. Kadın Namaz Esnasında Temizlenebilir Veya Hayız Olabilir?
96. Kadın İstihâza Günlerinde Hayız Günlerini Karıştırdığı Zaman
97. Hamilenin O Kanı Gördüğü Zaman (Ne Yapacağı) Hakkında
98. Lohusanın Müddeti Ve Bunun Hakkında Söylenenler
100. Kadın (Önce) Cünüb, Sonra Da Hayız Olabilir?
101. Hayız Olan Kadın Namaz Vaktinde Abdest Alır
102. "Hayızlı Kadın, Namazı Kaza Etmediği Halde Orucu Kaza Eder" (Meselesi) Hakkında
103. Hayızlı Kadın Kur'an'ı Okuyamadığı Halde Allah'ı Zikredebilir
104. Hayızlı Kadın Secde (Âyetini) İşitir de Secde Yapmaz
105. Hayızlı Kadın Temizlendiği Zaman (Hayızlı İken Giymiş Olduğu) Elbisesinde Namaz Kılabilir
106. Cünüb Kimsenin Ve Hayızlı Kadının Teri Hakkında
107. Hayızlı Kadından Faydalanmak
108. Hayızlı Kadın Kocasını Tarayabilir
109. Hayızlı Kadınla Temizlendiği Zaman Gusül Yapmasından Önce Cinsî Münâsebet Yapmak
110. Hayızlı Kadın Boyanabilir Ve Kadın (Kına Gibi) Boya İle Namaz Kılabilir (Meseleleri) Hakkında
111. Adam Karısıyla Hayızlı İken Cinsî Münâsebet Yaptığı Zaman?
112. Ona Keffâret Gerekir Diyenler
113. Kadınlara Arkalarından Yaklaşmak
114. Karısına Dışkı Yerinden Varan Kimse
115. Hayız Olmadan Önce Kendisine Gusül Vâcib Olduğunda Hayızlı Kadının Gusül Yapması
116. Hayızlı Kadının Camiye Girmesi
117. Cünüb Kimsenin Camiden Geçmesi
118. Hayızlı Kadının Muska Takınması
119. Hayızlı Kadın, Kanı Kesildiği, Fakat Su Bulamadığı Zaman Ne Yapar?
120. Cariyenin Gebe Olup Olmadığını Araştırmak (İstibrâ)
656. “Bize Ali b. Abdilhamîd haber verip (dedi ki), bize Süleyman İbnu'l-Muğire, Sâbit'ten, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle dedi:”
“Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem-, (konuşması esnasında izahı gerektiren bir durum gibi bir şey olmaksızın) sözün başında (soru sormamız) bize yasaklanınca, bedevi ve akıllı köylülerin gelip de Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem-, biz yarnındayken soru sormaları hoşumuza giderdi. Bir ara biz böyle (Hz. Peygamberin yanındayken) bir köylü çıkageldi ve Resûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- önünde diz çöküp oturdu. Sonra;
"Ya Muhammed, dedi, elçin bize geldi ve bize dedi ki sen, seni Allah'ın Peygamber olarak gönderdiğini söylüyor muşsun?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Doğru söylemiş" buyurdu. (Köylü) dedi ki,
"O halde, göğü yükselten, yeri yayan, dağlan diken kimse hakkı için, seni Allah mı Peygamber olarak gönderdi?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Evet" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"Peki, senin elçin bize dedi ki, sen, bir gün ve bir gecede, bize beş (vakit) namazın farz olduğunu söylüyormuş sun?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Doğru söylemiş" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"O halde, seni Peygamber olarak gönderen zat hakkı için, sana bunu Allah mı emretti?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Evet" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"Peki, senin elçin bize dedi ki sen, bize senede bir ay orucun farz olduğunu söylüyormuşsun?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Doğru söylemiş" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"O halde, seni Peygamber olarak gönderen zat hakkı için, sana bunu Allah mı emretti?" (Hz. Peygamber);
"Evet" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"Sonra, senin elçin bize dedi ki sen, bize mallarımızda zekâtın farz olduğunu söylüyor muşsun?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Doğru söylemiş" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"O halde, seni Peygamber olarak gönderen zat hakkı için, sana bunu Allah mı emretti?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Evet" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"Sonra, senin elçin bize dedi ki, sen, yoluna gücü yetenlerin o Ev'e (yani Kabe'ye gidip) haccetmesinin bize farz olduğunu söylüyormuşsun?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
"Doğru söylemiş" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"O halde, seni Peygamber olarak gönderen zat hakkı için, sana bunu Allah mı emretti?" Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
"Evet" buyurdu. (Köylü) dedi ki;
"Öyleyse, seni hâk ile gönderen (Allah'a) yemin olsun ki, bunlardan hiçbir şey terk etmeyeceğim, bunları aşıp (fazlasını da yapmayacağım." (Enes) dedi ki, (köylü) sonra kalktı (gitti). Bunun üzerine Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Köylü doğru söylüyorsa, (dediğini yaparsa) Cennete girer" buyurdu.[1]
Enes b. Mâlik, soru sorma yasağı ile şu âyete işaret etmektedir:
"Ey iman edenler, açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur'an inerken onları sorarsanız, size açıklanır. Halbuki Allah onlardan geçmiştir. Allah bağışlayıcıdır, halimdir.”[2] Bu âyetin iniş sebebi olarak anlatılan olaylardan anlaşıldığına göre, Allah Teâlâ, bu âyetle, Sahabenin Hz. Peygamber'e; zarurî olmayan, muhtaç olmadıkları, faydasız şeyleri veya açıklanmaları halinde ilgilileri utandıracak şeyleri yahut sorulma sonucu yapılmaları farz kılınacak şeyleri sormalarını yasaklamıştı. Bu yasak, zarurî olan, ihtiyaç duyulan şeylerin sorulmasını kapsamaz. Nitekim Allah Teâlâ diğer bir âyette;
"Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (yani meseleyi bilen, eski Kitâb sahiplerine) sorunuz"[3] buyurmuştur. Enes b. Mâlik radıyallahu anh'ın haberinde, Sahabenin bu yasağa titizlikle uyduğu görülmektedir. Bunun için Medine haricindeki müslümanlardan, kendilerine bu yasak henüz ulaşmamış olan kimselerin gelip de Hz. Peygamber'e soru sormaları, bu vesileyle bilmedikleri bazı şeyleri öğrenebileceklerinden, onların hoşuna gitmekteydi.
Yukarıdaki haberde söz konusu olan "köylü=A'râbî", bundan sonraki haberlerde de görüleceği gibi, Sa'd b. Bekroğullarından Dımâm b. Sa'lebe'dir. Sa'd b. Bekroğulları, Hz. Peygamber'in sütannesi Halime'nin kabilesiydi Bu sebeple Dımâm kendisini, "dayılarından bir adam" diye de tanıtacaktır. Hz. Peygamber bu kabileye bir mektupla beraber elçiler de göndermişti. Dımâm da, bunun üzerine, kabilesinin elçisi olarak Medine'ye gelmişti. Dımâm'm bu gelişi, tercihe şâyân görülen görüşe göre, h. 9. yılda vukubulmuştu.[4]
Bu olayla ilgili olarak birkaç Sahabeden gelen haberler vardır. Bunların kimisi muhtasar, kimisi tafsilâtlıdır. Yukarıda, Enes b. Mâlik'ten nakledilen haber de muhtasardır. Talha b. Ubeydillah'ın, bu konuyla ilgili haberinde[5] Hz. Peygamber'in, Dımâm'a, yukarıdaki haberde sözkonusu edilmeyen diğer İslâmî hükümleri de öğrettiği açıklanmaktadır.[6]
657. “Bize Muhammed b. Yezîd haber verip (dedi ki), bize İbn Fudayl rivayet edip (dedi ki), bize Atâ' İbnu's-Sâ'ib, Salim b. Ebi’l-Ca'd'dan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:
(Bir gün) bir köylü Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- geldi ve:
"selâm üzerine olsun, ey Abdulmuttaliboğullarının çocuğu!" dedi. (Hz. Peygamber);
"senin de üzerine olsun" buyurdu. (Köylü sözüne devamla) dedi ki;
"Ben senin dayılarından, yani Sa'd b. Bekroğullarından bir adamım. Ben kabilemin sana (gönderdiği) elçisi ve onların temsilcisiyim. Ben sana (bazı şeyler) soracağım. Sana sorumu da sıkı tutacağım. Senden (bazı şeyler) isteyeceğim. Senden isteğimi de sıkı tutacağım!" (Hz. Peygamber);
"İstediğini sor, Benû Sa'd'lı!" buyurdu. (Köylü) dedi ki:
"Seni kim yarattı? Senden öncekileri kim yaratmıştı? Senden sonrakileri kim yaratacaktır?" (Hz. Peygamber); "Allah" buyurdu. (Köylü);
"O halde, dedi, bunun hakkı için söyle, O mu seni Peygamber olarak gönderdi?" (Hz. Peygamber);
"Evet" buyurdu. (Köylü);
"Yedi göğü ve yedi yeri kim yarattı, bunların arasına rızkı kim akıttı?" dedi. (Hz. Peygamber);
"Allah" buyurdu, (Köylü);
"O halde, dedi, bunun aşkına söyle, O mu seni peygamber olarak gönderdi?" (Hz. Peygamber);
"Evet" buyurdu. (Köylü sözüne devamla) dedi ki:
"Doğrusu biz senin (bize göndermiş olduğun) mektubunda, bir gün ve bir gecede beş (vakit) namazı vakitlerinde kılmamız (gerektiği hükmünü) bulduk, elçilerin de bize (bunu) emretti. Şimdi o (Allah) aşkı için söyle, bunu sana O mu emretti?" (Hz. Peygamber)
"Evet" buyurdu. (Adam) dedi ki;
"Sonra biz senin mektubunda, develerimizin yavrularından (veya, "İyi ve değerli olmayan mallarımızdan") alıp bunları fakirlerimize vermemiz (gerektiği hükmünü) bulduk, elçilerin de bize (bunu) emretti. Şimdi o (Allah) aşkına söyle, bunu sana O mu emretti?" (Hz. Peygamber);
"Evet" buyurdu. (Köylü) sonra şöyle dedi:
"Beşinci soruya gelince sana onu sormayacağım. Ona ihtiyacım da yok."[7] (Köylü) sonra da şöyle dedi:
"İyi bil ki, seni hak ile gönderen (Allah'a) yemin olsun, bunları ben, kabilemden bana itaat edenlerle beraber mutlaka yapacağız!" (Köylü) sonra döndü, (gitti). Bunun üzerine Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, arka dişleri görünecek şekilde güldü, sonra şöyle buyurdu:
"Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, o, hakîkaten doğru söylüyorsa, (dediğini yaparsa) mutlaka Cennete girecektir."[8]
658. “Bize Muhammed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize Seleme rivayet edip (dedi ki), bana Muhammed b. İshak rivayet etti. (O dedi ki), bana Seleme b. Küheyl ve Muhammed İbnu'l-Velîd b. Nuveyfi1, İbn Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet ettiler (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Sa'd b. Bekroğulları, Dımâm b. Sa'lebe'yi, Rasulullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- (elçi olarak gönderdiler. O da O'na geldi ve devesini Mescid'in kapısında çökertti. Sonra onu, öylece kalacak şekilde bağladı. Sonra da Mescid'e girdi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve seîlem- Ashabının arasında oturmuş bir haldeydi. Dımâm güçlü kuvvetli, gür saçlı, iki saç örgülü bir adamdı. O, nihayet (gelip) Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- araştırdı ve:
"Hanginiz Abdulmuttalib'in torunudur?" dedi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de;
"Ben Abdulmuttalib'in torunuyum" buyurdu. O:
"Muhammed mi?" dedi. (Hz. Peygamber);
"Evet" buyurdu. O, sözüne şöyle devam etti:
"Muttalib'in torunu! Ben sana (bazı şeyler) soracağım. Soruda da sert davranacağım. Bu yüzden bana kızma!" (Hz. Peygamber);
"Kızmam, aklına geleni sor!" buyurdu. O dedi ki;
"Senin ilahın, senden öncekilerin ilahı ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah aşkına söyle, seni bize Peygamber olarak Allah mı gönderdi?) Hz. Peygamber:
“Allah şâhiddir ki evet" buyurdu. O:
"Peki, senin ilahın, senden öncekilerin ilahı ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah aşkı için söyle, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayarak sadece O'na ibadet etmemizi, atalarımızın O'ndan başka tapmış oldukları şu "eş" (putları) alaşağı etmemizi sana Allah mı emretti?" dedi. (Hz. Peygamber);
"Elbette!" buyurdu. O dedi ki;
"peki, senin ilahın, senden öncekilerin ilahı ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah aşkı için söyle, şu beş (vakit) namazı kılmamızı sana Allah mı emretti?" (Hz. Peygamber);
"elbette" buyurdu. (Dımâm) daha sonra tek tek İslâm'ın farzlarını, yani zekâtı, orucu, haccı ve (kİsaca İslâm'ın bütün kanunlarını zikretmeye ve herbir farz esnasında, öncekilerde onu Allah'a saldığı gibi Allah'a salmaya başladı. Nihayet bitirince şöyle dedi:
"Muhakkak ki ben de Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim ve (yine) Muhammed'in, O'nün kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim. Bu farz(lar)ı yerine getireceğim. Beni menettiğin şeylerden de uzak duracağım." O, sonra da şöyle dedi:
"Ne arttıracağım, ne eksilteceğim!" Daha sonra da devesine doğru döndü, (gitti). Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, o geri dönüp gidince;
"İki saç örgülü doğru söylüyorsa, (dediğini yaparsa) Cennete girer" buyurdu. (Dımâm) da devesinin yanına geldi, ipini çözdü, sonra çıkıp (gitti). Nihayet kabilesinin yanma varınca onlar onun etrafında toplandılar. O zaman (Dımâm'ın) ilk söylediği söz şu oldu:
"Lât ve Uzza (putları) ne kötüymüş!"
"Dımâm! Sus, dediler, alaca hastalığından kork, delilikten kork, cüzzamdan kork!" (Dımâm) şöyle karşılık verdi: "Yazıklar olsun size! Onlar, vallahi, ne zarar verebilirler, ne fayda verebilirler. Muhakkak ki Allah bir elçi gönderdi ve O'na bir Kitâb indirdi. O bununla sizi, içinde bulunduğunuz (kötü) durumdan kurtarmak istemiştir. Şüphe yok ki ben, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim. Ben size O'nun yanından, size emrettiği şeylerle size yasakladığı şeyleri getirdim."
(İbn Abbâs) dedi ki;
"Vallahi o gün onun kabilesindeki, kadın-erkek herkes, akşama kadar hep müslüman olmuştu." (Küreyb de) dedi ki: İbn Abbâs şöyle derdi:
"Bu sebeple biz Dımâm b. Sa'lebe'den daha faziletli olan hiçbir topluluk temsilcisinin (varlığını) işitmedik."[9]
659. “Bize Müslim b. İbrahim haber verip (dedi ki), bize Ebân -ki O İbn Yezîd'dir- rivayet edip (dedi ki), bize Yahya b. Kesîr, Zeyd'den, (O) Ebû Sellâm'dan, (O da) Ebû Mâlik el-Eş'arî'den (naklen) rivayet etti ki, Nebiyyullah —sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
“Temizlik imanın yarısıdır. "Elhamdu lillah" mizanı doldurur. "La İlahe îllellahu ve'llahu Ekber" göklerle yerin arasını doldurur. Namaz nurdur, sadaka ayırdedici delildir, abdest ışıktır, Kur'an ise lehine veya aleyhine delildir. Her insan sabahleyin yola çıkar da nefsini satar. Böylece o, onu ya âzâd eder, ya da helak eder.”[10]
Bu hadiste veciz bir şekilde mühim hususlar zikredilmiştir. Ne-vevi, bu hadisin, İslâm'ın asıllarından biri olduğunu söylemiştir.[11] Hadiste zikredilen hususları sırasıyla ve kİsaca şöyle izah etmek mümkündür:
Zikredilen ilk husus temizliktir. İslâm'ın temizliğe ne kadar büyük bir ehemmiyet atfettiğim, bu konuda başka hiçbir âyet ve hadis olmasa bile, bu hadisin ilk cümlesi belirtmeğe kâfidir. Bu hadiste temizlik, imanın gereği sayılmakta ve onun yarısını teşkil ettiği açıklanmaktadır. Buradaki temizlik, maddî ve manevî her türlü temizliği içine alacak bir muhteva genişliğine sahiptir. İslâm'da maddî ve manevî temizliğe büyük önem verilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Şüphe yok ki, Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever. "[12]
"O (takva üzere kurulmuş olan mescidde) temizlenmeyi seven rical vardır. Allah da çok temizlenenleri sever."[13] İlk inen âyetlerde Hz. Peygambere verilen "Elbiseni temizle"[14] emri de konumuz bakımından dikkat çekicidir. Dinimizde bu kadar üzerinde durulan maddî ve manevî temizliği sağlamak için çeşitli temizleme yolları ile dua, sadaka ve namaz gibi ibâdetlerin yanında gusûl, abdest ve teyemmüm usûlleri de tesbit, tavsiye ve emredilmiştir. "Temizliğin imanın yarısı" olmasıyla, değişik yorumlar yapılmakla beraber, iman için temizliğin taşıdığı büyük öneme işaret buyurulmuş olmalıdır. Çünkü iman, ilâhî buyrukların uygulanmasını, yani Allah'a "ibadet" yapılmasını gerektirir. "İbadet" için ise maddî ve manevî temizlik, ya da bazı hallerde sadece, gönlünü ard niyetlerden, Allah rızası dışındaki gayelerden temizleme gibi manevî temizlik şarttır.
"Elhamdülillah", "Hamd Allah'ındır, Allaha'dır, Allah'a hamdolsun..." gibi birçok mânâya gelebilen veciz bir cümledir. "Hamd" ise, ihtiyari (isteğe bağlı) olarak yapılan bir iyiliği veya böyle bir iyiliğin başlangıcını saygı ile, gönül hoşluğu ile anmaktır; yahud o suretle olan övgü ve anıştır. Hamdda, içten bir ta'zîm ve takdir mânâsı, hak ve hakikat aşkı ve şevki vardır. Hamd kelimesinin tek başına taşıdığı zengin muhtevanın[15] yanında, "Elhamdü Lillah" terkibinin ifade ettiği mânâlar, bu cümleyi, mânâlarını içinde duyarak söyleyen kimseye, Ahirette amel terazisini dolduracak ve ağır bastıracak kadar çok sevap kazandırmaktadır.
"Lâ İlahe İllellahu ve'llahu Ekber" cümleside,[16] Allah'ın ulûhiyetini ve birliğini ikrar, büyüklüğünü isbat ettiği için büyük sevap kazanmaya vesile olmaktadır. Öyle ki bu sevap maddî bir şey olsa, göklerle yerin arasını doldurabilecektir. Herhalde bu cümleleri sadece telaffuz etmek değil, onların ifade ettiği mânâ yüceliklerini duymak ve yaşamak mühimdir. Bu hal tahakkuk edince de ona göre amel edilecek ve böylece söylenilen sevaplara hak kazanılacaktır. Allahu a'lem.
Namaz nurdur. Çünkü nur karanlığa imkân vermediği gibi, hakkıyla edâ edilen namaz da her türlü kötülükten alıkor, hak yola iletir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Namazı kıl, çünkü namaz taşkın kötülükten ve fenalıktan meneder."[17]
Sadaka, kişinin, Allah sevgisini, mal sevgisine tercih ettiğinin bir delilidir veya Ahirette, malını iyi yolda harcamış olduğunun bir delili olacaktır.
Abdestin ışık olması[18] abdest alan insanda görülen zahirî maddî temizlikle, Ahirette abdest organlarında görüleceği haber verilen parlaklığa işaret olmalıdır.
Kur'an ise, okunup gereği ile amel edilirse, Kıyamette insanın lehine bir delil, aksi halde aleyhine bir delil olacaktır. Veya Kur'an, bu dünyada, ihtilâf hâlinde kendisine başvurulduğunda haklının lehine, haksızın aleyhine delil olur.[19]
660. “Bize Sa'îd b. Âmir, Şu'beden, (O) Ebu İshak'tan, (O) Cureyy en-Nehdî'den, (O da) Süleymoğullarından bir adamdan (naklen) rivayet etti (ki, bu adanı) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şunları elimde, (parmaklarımı avucumun içine) bağlayarak (saydı). Veya (bu adam) şöyle dedi:
“O bunları, eli elimin içinde olduğu halde kendi elinde, (parmaklarını avucuna) bağlayarak (saydı)-: "Sübhanallah" mizanın yarısını (doldurur). "El-hamdu Lillah" mizanın (tamamını) doldurur. "Allahu Ekber", gökle yerin arasını doldurur. Abdest imanın yarısıdır. Oruç ise sabrın yarısıdır.”[20]
"Abdest imânın yarısıdır" cümlesinde "iman"dan, "namaz" tedilmiş olabilir. Nitekim;
"Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir"[21] mealindeki âyette yer alan "iman" da "namaz" diye tefsir edilmiştir.[22] Bu durumda, abdestsiz namaz olamayacağına göre, abdest, ehemmiyet bakımından namazın yarısı gibi olmuş olur.
Oruç ise, Allah'a itaat etmekte sabırdır. Geriye diğer yarı sabır kalıyor ki, o da Allah'a isyan ve musibetlere sabırdır.[23]
661. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize Sufyân, Mansûr ve el-A'meş'ten, (O) Salim b. Ebi'l-Ca'd'dan, (O da) Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- âzâdlısı Sevbân'dan (naklen) rivayet etti (ki, Sevbân) şöyle dedi:”
“Rasûlullah —sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Dosdoğru hareket ediniz. (Eğer böyle yaparsanız, elde edeceğiniz sevapları) sayamayacaksınız.[24] Bilin ki amellerinizin en hayırlısı namazdır.” Diğer (bir râvît[25] bu cümleyi) şöyle rivayet etti:
"Namaz en hayırlı amellerinizdendir" Abdeste ise, (her türlü şartlarda) başkası değil, ancak mü'min olan devam edecektir."[26]
662. “Bize Yahya b. Bişr rivayet edip (dedi ki), bize el-Velîd b, Müslim rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Sevbân rivayet edip dedi ki, bana Hassan b. Atıyye rivayet etti ki, Ebû Kebşe es-Selûlî O'na rivayet etmiş ki, O, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- âzâdlısı Sevbân'ı, şöyle derken işitmiş:”
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sallem- şöyle buyurdu:
"(Amellerinizde doğru olan) orta yolu tutunuz, (aşırılıklara kaçmayınız). (En mükemmeli yapamıyorsanız), ona yakın olanı yapınız.[27] Amellerinizin en hayırlısı ise namazdır. Abdeste ise, (her türlü şartlarda), başkası değil ancak mümin olan devam edecektir.”[28]
Temizliğin kıymetini en iyi, inanan insan bilir, bilmelidir. Çünkü temizlik, imanın yarısıdır. Bu sebeple, maddî ve manevî bir temizlik olan abdeste, bilhassa zor şartlarda, mü'min olan kimse devam edecektir. Böylece abdest, imanın bir belirtisi olur.[29]
663. “Bize Abdussamed b. Abdilvâris rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip (dedi ki), bize Mes'ûd b. Ali, İkrime'den (naklen) rivayet etti ki:
“Sa'd, bütün namazları tek abdestle kılarmış. Hz. Ali ise her namaz için abdest alırmış. (Hz. Ali, bir defasında) şu âyeti okumuştu: "Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, ellerinizi... yıkayınız."[30]
Maide Süresindeki mezkûr âyetin Benu'l-Mustalık gazvesi[31] esnasında veya h.7. yıldan sonra nazil olduğu rivayet edilmektedir.[32] Bu durumda, öncelikle, daha evvel abdestin var olup olmadığı meselesi karşımıza çıkar. Maliki Mezhebi alimlerinden İbnu'1-Cehm, abdestin, İslâm'ın başlangıcında Sünnet olduğunu, sonra bu âyetle farz kılındığını söylemiştir. Alimlerin büyük çoğunluğu ise, abdestin bu âyetten önce de farz olduğunu söylemişlerdir. Siyer alimleri de, gusül ve abdestin, Mekke'de, namazın farz kılınışıyla beraber farz kılındıklarını ittifakla belirtmişlerdir. Abdestin, önceki Peygamberlerin Sünnet'i olduğunu,[33] Cebrail'in, ilk vahyi indirdiğinde Hz. Peygambere abdest almayı öğrettiğini; Hz. Peygamber'in Mekke döneminde abdest aldığını, abdestsiz hiç namaz kılmadığını gösteren haberler vardır. Diğer taraftan mezkûr ayetin zahirine göre her namaz için, abdestli olunduğu halde bile, abdest almak farzdır. Nitekim seleften bazıları âyeti böyle anlamış ve uygulamışlardır. Diğerleri ise her namaz için abdest almanın önceleri farz olduğunu, sonradan bu farzlığın kaldırıldığını söylemişlerdir. Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de ekseriya her vakitte abdest almış olduğu halde, bunun farz olmadığını göstermek için Mekke'nin fethi gününde beş vakit namazı, kasten bir abdestle kılmıştı. Bundan dolayı, zahiriler dışındaki bütün İslâm alimleri, abdestli olunduğunda, her namaz için abdest almanın farz olmadığını, Sünnet olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumda âyetin mânâsı; "abdestsiz iken namaza kalkacağınız zaman..." şeklinde veya âyetteki hitab, abdestsiz olan müminlere olmuş olur. Bu âyetin, sadece namaza kalkıldığında abdestin gerektiğini, diğer amellerde gerekmediğini bildirmek için. indirildiği de söylenmiştir. Rivayet edilir ki, Hz. Peygamber bu âyetin inişinden önce, abdestsiz olarak, konuşma dahil hiçbir iş yapmaz, selâm dahi almazmış.”[34]
664. “Bize Ahmed b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Muhammed -ki O İbn İshak'tır-, Muhammed b. Yahya b. Hıbbân'dan, (O da) Ubeydullah b. Abdülah b. Ömer'den (naklen) rivayet etti (ki, Muhammed) şöyle dedi:”
“(Ubeydullah'a) dedim ki;
Bana söyler misin, İbn Ömer, temiz (abdestli) olsun yahut temiz olmasın, her namaz için abdest alırmış, bunun sebebi neymiş?" Şöyle karşılık verdi:
“Esma' bintu Zeyd Îbni'l-Hattâb kendisine haber verdi ki, Abdullah b. Hanzala b. Ebî Amir, O'na (yani Esma'ya) haber vermiş ki, Rasûlullah'a —sallallahu aleyhi ve sellem- (önceleri), temiz (abdestli) olsun yahut temiz olmasın, her namaz için abdest alması emredilmişti. Sonra bu O'na zor gelince her namaz için misvak kullanması (dişlerini fırçalaması) emredilmişti. İbn Ömer ise, buna gücünün olduğu görüşündeydi. Bu sebeple her namaz için abdest almayı terk etmezdi.”[35]
665. “Bize Ubeydullah b. Musa, Sufyân'dan, (O) Alkame b. Mersed'den, (O) İbn Bureyde'den, (O da) babasından (naklen) haber verdi (ki, Bureyde) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- her namaz için abdest alırdı. Nihayet Mekke'nin fethedildiği günde, (beş vaktin) namazlarını tek abdestte kıldı ve mestlerinin üzerine mesh yaptı. Bunun üzerine Hz. Ömer O'na; "Daha önce yapmadığın bir şeyi yaptığını gördüm?" dedi. Buyurdu ki;
"Doğrusu ben bunu bile bile yaptım, ya Ömer!"[36]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
"İşte Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- fiili göstermiştir ki, Allah Teâlâ'nın;
"Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi... yıkayınız "[37] sözünün mânâsı, abdestli olmayan içindir, temiz (abdestli) olan için değildir. Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem-; "abdest, başkasından değil, ancak "hades"ten, (yani abdest, teyemmüm veya gusül ile zail olan hükmî pislikten, abdestsizlikten gerekir)"[38] sözü de bu (mânâ)dan dolayıdır. Allahu a'lem.”[39]
666. “Bize Yala b. Ubeyd haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Amr, Ebû Seleme'den, (O da) el-Muğire b. Şu'be'den (naklen) rivayet etti (ki, el-Muğire) şöyle dedi:”
“Yolculuklarının birinde Rasûhıllah'la -sallallahu aleyhi ve sellem- beraber idim. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- (bu yolculuk esnasında) abdest bozmaya gittiği zaman, uzağa giderdi.”[40]
667. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Cerîr b. Hâzim, İbn Sirin'den, (O) Amr b. Vehb'ten, (O da) el-Muğire b. Şu'be'den (naklen) rivayet etti (ki, el-Muğire) şöyle dedi:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, büyük abdest bozmak için açık araziye çıktığı zaman çok uzağa giderdi”.
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bu (hareket) serâpâ edebdir.”[41]
Bu haberin râvisinin de, bir önceki haberin râvisi olan el-Muğire olmasına bakarak, burada da yolculuk esnasındaki abdest bozmanın (def-i hacetin) söz konusu olduğu düşünülebilir. Ancak bu haber Medine dahilindeki durumla alâkalı da olabilir. Çünkü ilk zamanlarda Medine dâhilinde de evlere bitişik veya yakın helalar mevcut değildi. Bunun için, abdest bozmada şehir dışına çıkılıyordu. O zaman kadınlar ise, def-i hacet için akşamdan akşama karanlık çöktükten sonra şehir dışındaki "menâsı" denilen bir yere -veya yerlere- çıkarlardı. Hicâb (örtünme) âyetinin inişinden (h. 5. yıl)[42] sonradır ki, evlerde helalar inşa edilmişti.[43] Hz. Peygamber'in, evi için yaptırdığı helanın, Hz. Aişe'nin hücresi ile kızı Hz. Fâtıma'nın hücresi arasında olduğu rivayet edilmektedir.[44]
668. “Bize Ebû Âsım haber verip (dedi ki), bize Sevr b. Yezîd rivayet edip (dedi ki), bize Husayn el-Hımyerî rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Sa'îdi'1-Hayr, Ebû Hureyre'den, O'nun şöyle dediğini haber verdi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Kim gözüne sürme çekerse, (sürme sayısını) tek yapsın. Bunu yapan güzel yapmış olur. Yapmayana da hiçbir günâh yoktur. (Def-i, hacetten sonra) kim ön ve arkasını taş ile temizlerse, (taş sayısını) tek yapsın. Bunu (böyle) yapan güzel yapmış olur. Yapmayana da hiçbir günâh yoktur. Kim (bir şey) yerse, (yedikten sonra) dişlerinin arasında kalan kırıntıları (kürdan vb. bir şeyle) çıkarsın ve dişlerinin arasından çıkardığı bu şeyleri atsın. Diliyle (çıkarıp ağzında) dolaştırdığı şeyleri ise yutsun. Kim abdest bozmaya giderse gizlensin. Eğer başka bir şey değil, sadece bir kum yığını bulacak olursa onu arkasına alsın. Çünkü şeytanlar, âdemoğullarının makatlarıyla (veya belden aşağılarıyla) oynamak, (buralardan insanlara kötülük yapmak) isterler. (Bunu böyle) yapan güzel yapmış olur. Yapmayana da hiçbir günâh yoktur."[45]
Göze sürme çekmek, göz sağlığı ve güzelliği için tavsiye edilen bir ameliyedir. Sürme ("kühl"), göze sürülen ve akıcı olmayan şifa verici maddelerdir. Bazı çeşitleri vardır. En çok tavsiye edileni "ismid" (sürme taşı, antimon)dur. Bu sürme, kırmızıya çalan siyah bir taştır. Hicaz bölgesinde de bulunan bu sürme taşının en iyisinin İsfahan'da bulunduğu nakledilir. Göze sürme çekmenin, gözün sağlığını koruduğu, görüşünü güçlendirdiği, kirpikleri kuvvetlendirip çoğalttığı açıklanmaktadır.[46] Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de yatmadan önce gözüne sürme çekerdi.[47] Göze sürme çekmenin ve kazâyı hacet sonrası taşla temizlenmenin, bir, üç, beş gibi tek sayılı yapılmasının hikmeti, "Allah tektir, teki sever" hadisine bağlanır. Bununla beraber, bu işleri tek sayılı yapmayana hiçbir günâhın verilmeyeceği ifadesinden, bunları tek yapmanın mendûp olduğu anlaşılmıştır,
Def-i hacet sonrası taşla temizlenme konusu ileride ele alınacaktır. (Bkz. 676. ve 680. hadisler).
Yemekten sonra dişlerin aralarının yemek artıklarından temizlenmesi emri, diş ve ağız sağlığına verilen ehemmiyeti gösterir. Bilindiği gibi diş ve ağız sağlığı, bütün vücûdun sağlığı için çok mühimdir. Hz. Peygamber, dişlerin fırçalanması[48] ve yemek artıklarından temizlenmesi emir ve tavsiyeleri ile buna asırlarca önce dikkat çekmiş ve gereken ehemmiyeti vermiştir. Dişlerin arasından kürdan gibi harici maddelerle çıkarılan kırıntılarla, dilin çıkardıkları arasında görülen farkın sebebi, Allahu a'lem, şudur: Harici maddelerle, dilin, dişler arasından çıkaramadığı yemek kırıntıları çıkarılır. Bu durumda bu kırıntıların daha önceden kalmış ve sağlık için zararlı hale gelmiş olma ihtimali ile kullanılan harici maddenin temiz ve sağlıklı olmama ihtimali variddir. Ayrıca harici madde ile çıkarılan şeylerden insanın tiksinti duyabileceğine işaret edilir. Dilin çıkardıklarında bunlar söz konusu değildir.
Def-i hacet esnasında, imkân ölçüsünde gizlenmenin emredilmesiyle, diğer insanları rahatsız etmemek, def-i hacette bulunan insanın rahatını sağlamak gibi gayeler güdülmüştür. Gizlenmeme halinde Şeytan bu insanı, başkaları tarafından görüldü, temizliğini tam yapmadı, rüzgâr pislikleri üzerine sıçrattı gibi vesveselerle huzursuz edecektir. Çünkü insanlar belden aşağısına veya oturaklara hem temizlik bakımından, hem de utanma bakımından ayrı bir önem verirler. Bulunulan durum da, Şeytanı kaçıracak olan, Allah'ı zikretme yeri değildir. Ancak, avret mahallerini örtmek vacip olduğu halde, bir kum yığını gibi şeylerle bütün vücûdunu yabancı bakışlardan imkân ölçüsünde gizlemek, yeterli görülmüştür.[49]
669. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Mehdî rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ya'kûb, el-Hasan b. Ali'nin âzâdlısı olan el-Hasan b. Sa'd'dan, (O da) Abdullah b. Ca'fer'den (naklen) rivayet etti (ki, Abdullah) şöyle dedi:”
"Bir tümsek veya hurma ağacı kümesi, Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- def-i hacet için arkasına gizlendiği şeylerin (O'na) en sevimli gelenleriydi."[50]
670. “Bize Ebû Âsim, İbn Cureyc'ten, (O) Abdulkerim'den, (O) el-Velîd b. Mâlik'ten, (O) Abdulkays'dan, (O) Sehl b. Huneyf in âzâdlısı Muhammed b. Kays'dan, (O da) Sehl b. Huneyften (naklen) haber verdi ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na şöyle buyurmuştu:”
"Sen Mekkelilere benim elçimsin. Binaenaleyh (git ve onlara) de ki; Rasûlullah -sallalîahu aleyhi ve sellem- size selâm söylüyor ve şunu emrediyor: (Def-i hacete) çıktığınız zaman kıbleyi ne önünüze alınız, ne de arkanıza alınız."[51]
671. “Bize Ebû Nua'ym haber verip (dedi ki), bize İbn Uyeyne, ez-Zühri'den, (O) Atâ1 b. Zeyd'den, (O) Ebû Eyyûb'dan, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz Peygamber) şöyle buyurdu:
"Helaya gittiğiniz zaman, ne büyük abdest bozmada, ne küçük abdest bozmada kıbleyi önünüze almayınız. Onu arkanıza da almayınız." (Ata) dedi ki, sonra Ebû Eyyûb şöyle dedi:
“Ondan sonra biz Şam'a geldik ve kıble tarafında inşa edilmiş helalar bulduk. Artık biz (imkân ölçüsünde kıbleden) yan döner ve Allah'tan bağışlanmamızı dileriz.”[52]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bu, Abdulkerim'in rivayet ettiği hadisten daha sahihtir. Abdulkerim de, neredeyse bütün hadis rivayetleri terkedilecek "şibhu'l-metrûk" bir râvidir.”[53]
Hz. Peygamber, Ashabına, hela âdabına varıncaya kadar lüzumlu olan herşeyi öğretmiştir.[54] Sahâbe-i Kiram da bunları titizlikle uygulamaya çalışmış ve aynı zamanda kendilerinden sonrakilere de nakletmiş, öğretmişlerdi. Bunun mutlu bir sonucu olarak, hayatın her yönü ve safhası ile ilgili, ayrıntı denilebilecek pek çok malûmat hadis kitaplarına geçmiştir. Hela âdabı konusunda olanlar, bu cümledendir. Her zaman için yüce edebler manzumesi olan bu bilgilerin değerini o günün içtimaî durumunu düşündüğümüzde daha iyi takdir edebiliriz.
Yukarıdaki hadis, insanın, def-i hacet esnasında önünü veya arkasını kıbleye çevirmesini yasaklanmış olduğuna delâlet etmektedir. Buna istinaden Hanefi Mezhebinde, ister açık, ister kapalı yerde olsun, yasaklanılan şekilde kaza-ı hacet yapmak tahrimen mekruh sayılmıştır.[55] Diğer üç mezheb imamı, bundan sonra gelecek olan ibn Ömer hadisi (673. hadis) ve benzeri hadislere dayanarak, bunun açık arazide yasaklanmış olduğunu, evlerde ve diğer kapalı yerlerdeki helalarda caiz olduğunu söylemişlerdir. İbnu'l-Arabî birinci görüşün tercihe şâyân olduğunu belirtmiştir. Çünkü kıble kapalı yerde de, açık arazide de kıbledir. İbn Ömer'in sözkonusu hadisinde de Hz. Peygamber'in, bir sözü değil, bir fiili anlatılmaktadır. Bu fiilin bir zaruretten neş'et etmiş olması mümkündür. Zikredilen yasağın bir hikmeti, ibadetlerde yöneldiğimiz tarafa, kıbleye saygı göstermektir.[56]
672. “Bize Amr b. Avn, Abdüsselâm b. Harb'dan, (O) el-A'meş'ten, (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti ki,”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, (def-i hacete çıktığında) yere yaklaşmadıkça elbisesini kaldırmazdı.”[57] Ebû Muhammed dedi ki:
“Bu (def-i hacet âdabından) bir edebdir ve bu (uyulmaya) (def-i hacette edeb konusunda) el-Muğire'nin rivayet ettiği (666.-667.) hadisten daha elverişlidir.”[58]
Bu haberde Hz. Peygamber'in, avret mahellerini örtmedeki titizliği anlatılmaktadır. Her müslümanın da, uyması gereken en güzel örneği olan Hz. Peygamber'e uyarak örtünmede aynı titizliği göstermesi lâzımdır.[59]
673. “Bize Yezîd b. Harun haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Sa'îd rivayet etti ki, Muhammed b. Yahya b. Habbân kendisine haber vermiş ki, amcası Vâsi' b. Habbân, İbn Ömer'den (naklen) O'na haber vermiş (ki, İbn Ömer) şöyle demiş:”
“Hz. Peygamber'i -sallallahu aleyhi ve sellem- evimizin arkasında görmüştüm. Hz. Peygamber'i -sallallahu aleyhi ve sellem- o zaman, iki kerpicin üzerinde, Beytu'l-Makdis'e dönmüş olduğu halde oturmuş, (def-i hacet yaparken) görmüştüm.”[60]
674. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), el-A'meş, Ebû Vâ'il'den, (O da) Huzeyfe'den (naklen) haber verdi (ki, Huzeyfe) şöyle dedi:”
"(Bir gün) Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir topluluğun çöplüğüne geldi ve ayakta olduğu halde işedi."[61] Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bu konuda hiçbir mekrûhluk bilmiyorum.”[62]
Temizliğe verilen ehemmiyetin bir tezahürü olarak, işeme esnasında necis olan sidiğin, insanın üzerine sıçramasından şiddetle sakındırılmıştır. Hz. Peygamber'in, bundan dolayı, genel olarak, oturarak bevlettiği rivayet edilir. Ancak yukarıdaki haber de gösteriyor ki, bazı durumlarda, ayakta bevletmede bir mahzur yoktur. Bu durumlar; yerin pisliği veya bevledecek olanın, oturmasına engel rahatsızlığı vb. sebeplerle oturarak bevl etme imkânının; yerin toprağının yumuşaklığı sebebiyle sidiğin sıçrama ihtimalinin olmaması gibi durumlardır.[63]
675. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Abdülaziz b. Suheyb'den, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle dedi:”
“Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- helaya gireceği zaman şöyle derdi:”
"Allahım! Muhakkak ki ben, hubs ve habâis'ten sana sığınırım.”[64]
İnsan, bütün kötülerden ve her türlü kötülükten Allah'a sığnmalıdır. Sığınılacak tek varlık O'dur. Hz. Peygamber, helaya girerken de Allah'a sığınmamız gerektiğini bize talim buyuruyor. Çünkü hela pislik ve kötülük yeridir. Ayrıca orada, ekseri alimlere göre, lİsanen Allah'ı zikretme, bu suretle kötülerden ve kötülüklerden korunma imkânı da yoktur. Binaenaleyh helaya girerken Allah'a sığınmak gerekir. Bunun unutulması ve girildikten sonra hatırlanması halinde ise, dil ile değil de kalben Allah'a sığınılabilir. Maamafîh, Abdullah b. Amr İbni'1-Âs, Abdullah b. Ömer, ibrahim en-Neha'î ve bazı Maliki alimlere göre helanın içinde dil ile Allah'ı zikretmekte de mahzur yoktur. Açık arazide def-i hacet durumunda ise elbise yukarı çekilir veya açılırken sığınma duası okunur. Bu duadan önce "Bismillah" denmesi Sünnet'tir. Hz. Pey-gamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- söylediği mezkûr cümle, veciz olup az sözde çok mânâ taşımaktadır. Şöyle ki, tercümede aynen naklettiğimiz hubus -veya hubs- ve habâ'is kelimeleri birçok manaya gelebilmektedirler. Bunların bazısı şöyledir: Erkek şeytanlar-dişi şeytanlar; şeytanlar-itaatsizlikler; kötülük ve küfür, kerih görülen şey-itaatsizlikler ve kınanan fiiller. İşte insan, bu duayı okumakla bütün bu kötülerden ve kötülüklerden Allah'a sığınmış olur.[65]
676. “Bize Sa'îd b. Mansûr rivayet edip (dedi ki), bize Ya'kûb b. Abdirrahman, Ebû Hâzim'den, (O) Müslim b. Kurt'tan, (O) Urve'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
“Sizden biriniz helaya gideceği zaman, beraberinde, abdest bozmadan sonra kendileriyle temizleneceği (istinca edeceği) üç taş götürsün. Çünkü bunlar ona yeter."[66]
İstitâbe ve istincâ' aynı mânâya kullanılmış olup, def-i hacetten sonra sidik ve dışkının çıktıkları yerleri, silme veya yıkama suretiyle temizlemek demektir. Bu hadisten bu temizlik için üçtaşın yeteceği anlaşılmaktadır. İmâm Şafiî ve İmam Ahmed istincâda, temizliği tamamen sağlamakla beraber her halükârda, üç taşla veya üç köşeli bir taşla üç silmenin vâcib olduğunu söylemişlerdir. Arka ve ön çıkış yeri temizlenecekse altı silme vacibdir. İmam Ebû Hanife ve İmâm Mâlik ise, muayyen sayıda taşın değil, üçten az veya çok sayıdaki taşla da olsa, tamamen temizlemenin gerekli olduğunu söylemişlerdir. Hadiste üç taşın tasrih edilmesi, temizliğin üç taştan âz ile ekseriya hasıl olamayacağı içindir. Bununla beraber, Hanefi mezhebine göre üçtaş kullanmak müstehabdır. İmâm Şâfıî ve İmâm Ahmed, bu hadisten istincâmn vâcib olduğu hükmünü de çıkarmışlardır. İmam Ebû Hanife, bir rivayete göre İmâm Mâlik ve şâfıî mezhebinden el-Müzenî, yukarıda geçmiş olan 668. hadisle ihticâc ederek bunun Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Hanefi Mezhebine göre taşla temizlemeden sonra su ile yıkamak Sünnet'tir. Bütün bu söylenenler, pisliğin, çıkış yerinden etrafa taşmaması durumu için sozkonusudur. Pisliğin, çıkış yerinden etrafa taşması halinde su ile yıkamak gerekir. Hanefî Mezhebine göre, etrafa taşma bir dirheme (el ayası sahası) kadar olursa su ile yıkamak vâcib, daha fazla olursa farzdır.[67]
677. “Bize Muhammed b. Uyeyne haber verip (dedi ki), Ali -ki O İbn Mushir'dir-, Hişâm b. Urve'den, (O) Amr b. Hu-zeyme'den, (O) İmâre b. Huzeyme b. Sabit el-Ensâri'den, (O da) babasından (naklen) haber verdi (ki, babası Huzeyme) şöyle dedi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Def-i hacetten sonra temizlenmeyi (istitâbe=istincâyı) kasdederek- (o) içlerinde hayvan fışkısı olmayan üç taşla (olur)."[68]
678. “Bize Ebû Âsim, İbn Cureyc'ten, (O) Abdulkerim'den -ki bu İbn Ebi'l-Muhârik'tir-, (O) Abdulkays'lı el-Velid b. Mâlik'ten, (O) Sehl b. Huneyf in âzâdlısı olan Muhammed b. Kays'tan, (O da) Sehl b. Huneyf’ten (naklen) haber verdi ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na (yani Sehl'e) şöyle buyurmuş:
"Sen Mekkelilere benim elçimsin. Binaenaleyh (git ve onlara) de ki; Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- size selâm söylüyor ve size; "ne kemikle, ne de deve, koyun ve keçi gibi hayvanların tersi ile istincâ' etmeyiniz" diye emrediyor."[69]
Ebû Âsim, (rivayetinde) bir defa de şöyle dedi:
"...ve size... yasaklıyor veya size... emrediyor.”[70]
Bu ve benzeri muhtevadaki hadislerden dolayı kemik ve hayvan tersiyle istincâ' yapmak tahrîmen mekruhtur. Bu yasağın sebebi hakkında; kemiğin cinlerin, hayvan tersinin de onların hayvanlarının yiyeceği olduğuna dair hadisler vardır. Diğer bazı hadislerde ise yasak sebebi olarak, bunların temizlemeye elverişli olmamaları gösterilmiştir.[71]
679. “Bize Vehb b. Cerîr, Yezîd b. Hârûn ve Ebû Nu'aym, Hişâm'dan, (O) Yahya'dan, (O) Abdullah b. Ebî Katâde'den, (O da) babasından (naklen) haber verdi ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Hiçbiriniz erkeklik organını sağ eliyle tutmasın, sağ eliyle istincâ da etmesin. "[72]
Bu hadiste, hadisin diğer rivayetlerinden anlaşıldığı üzere, küçük abdest bozarken veya bozduktan sonra istibrâ’[73] esnasında erkeklik organının sağ el ile tutulması yasaklanmaktadır. Dışkı çıkış yeri ile kadının kadınlık organı da aynı hükme tabidir. Aynı şekilde sağ eli ile istincâ' de yasaklanmaktadır. Daha ziyade ihtiyaç duyulacak olan bu hallerde sağ elle söz konusu organların tutulmasının yasaklanmasından, bu haller dışında da bu organların sağ elle tutulmasının caiz olmayacağı anlaşılmıştır. Bu yasak, âlimlerin ekserisine göre tenzihen mekrûhluk manasınadır. Burada sağ elle hem erkeklik organının tutulması, hem de istincânm yasaklanması bir müşkillik arzeder. Çünkü organını sol elle tutan, mecburen sağ elle istincâ' edecek veya aksi olacaktır. Bunun halli için, başka bir imkân yoksa organı sol elle tutup hareketsiz duran sağ eldeki taşa sürtmek usûlü, çare gösterilmiştir. Bu izah, fukahanm nassları yorumlama ve uygulamadaki titizliklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Tabiatıyla su ile istincâ'da bu müşkil yoktur. Sağ el ile istincâ' ve istibrâ' yasağının hikmeti olarak; sağ elin değerinin yüksekliğine ve yeme-içme esnasında hatırlanıp tiksinmeye sebep olma ihtimaline işaret edilir.[74] Bu, aynı zamanda, çok basit ve bilhassa sabun gibi temizlik malzemelerinin bulunmadığı veya az bulunduğu topluluklarda herkes tarafından uygulanabilecek bir "sağlığı koruma" usûlüdür.[75]
680. “Bize Zekeriyya b. Adiyy rivayet edip (dedi ki), bize İbnu'l-Mübârek, İbn Aclân'dan, (O) el-Ka'kâ'dan, (O) Ebû Salih'ten, (O da) Ebû Hureyre'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Hureyre) şöyle dedi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Ben sizin için, çocuğa karşı baba durumundayım. Size (her şeyi) öğretirim. Bu cümleden olarak (kazâ-i hacet esnasında) kıbleyi ne önünüze aiınız, ne arkanıza alınız. İstincâ' yapacağın zaman ise sağ elinle istincâ' yapma!" (Ebû Hureyre dedi ki, Hz Peygamber) bize, (istincâ'yı) üçtaşla (yapmamızı) emreder ve bizi, (istincâ'da) hayvan tersi ile "rimme" (kullanmaktan) men'ederdi.[76]
(Rivayetten) sonra Zekeriyya dedi ki:
“O, ("rimme" ile) çürümüş kemikleri kasdediyor.”[77]
681. “Bize Yezîd b. Harun, Şu'be'den, (O) Atâ' b. Ebî Meymûne'den, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) haber verdi (ki, Enes şöyle dedi):”
"Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-kazâ-i hacetine gittiği zaman ben ve bir çocuk O'na kİsa bir mızrakla (su dolu) bir su kabı götürürdük, O da (su ile) temizlenirdi."[78]
Bu hadisin son cümlesi olan "yetevadda'u'yu, diğer rivayetleri nazar-ı i'tibâra alarak, lafzî manâsıyla tercüme ettik. Bununla beraber, arada mahzûf bir cümle düşünerek, "...o da istincâ’ yapar, sonra da abdest alırdı" şeklinde bir tercüme de yapılabilir.
Bu hadisten, Hz. Peygamber'in su ile istincâ' yaptığı, bundan dolayı da bunun meşru' ve taşla istincâ'dan üstün olduğu anlaşılmaktadır. Allah Teâlâ da bir hadise göre, su ile istincâ' yaparak temizlendikleri için, Kübalıları sevdiğini açıklamıştır.
Şöyle ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, Kübalılarla ilgili, "Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever"[79] mealindeki âyet nazil olunca Küba'ya gitmiş ve ahalisine, âyette övülen temizliklerinin nasıl olduğunu sormuş, onlar da, farklı olarak, su ile istincâ1 yaptıklarını söylemişler. Bunun üzerine Hz. Peygamber de, övgünün sebebinin bu olduğunu beyân etmişti.[80] Mezkûr âyetin Tebûk seferi (h. 9. yıl) dönüşü nazil olduğunu düşünürsek, su ile istincâ'nın, Kubâ'lılar hariç, müslümanlar arasında bu tarihten önce yaygın olmadığını söyleyebiliriz. İşaret etmeliyiz ki, o dönem müslümanlarının yedikleri gıdaların çok çeşitli olmaması sebebiyle, su ile istincâ' o zaman için fazla ehemmiyet ar-zetmiyordu. Sahabeden bazıları, koyun kığısı gibi def-i hacet yaptıklarım anlatmıştır. Su ile istincâ maddi refahın artması, dolayısıyla gıdaların çeşitlenmesi ile ehemmiyet kazanmıştır. Nitekim, dışkının, çıkış yerinin etrafına taşması halinde mutlaka su ile istincâ' yapmanın gerektiği daha önce zikredilmişti.
Yukardaki haberde zikri geçen ve Necâşi'nin Hz. Peygamber'e hediye olarak gönderdiği rivayet edilen kİsa mızrak ("harbe")nin niçin götürüldüğü hususunda şu ihtimaller ileri sürülmüştür: İstincâ' ve abdestten sonra namaz kılarken, sütre olarak önüne dikmek için; yere saplayıp üstüne bazı elbiselerini asmak, bu suretle de, oradan geçeceklere, geçmemeleri için bir işaret olması için; sert toprağı eşelemek için; kazâ-i hacet esnasında gelebilecek zararlı böcek ve benzeri şeyleri kovmak için. Namazlarda sütre olarak kullanılan mezkûr "harbe", Hz. Peygamber'den sonra Hulefâ-i Râşidin'e intikal etmiş, daha sonra da Abdullah b. Zübeyr'in eline geçmiş ve öldürülünceye kadar onun yanında kalmıştı.
Yukarıdaki haberde ismi verilmeyen "çocuk=ğulâm"ın, Abdullah b. Mesûd, Câbir b. Abdillah ve Ebû Hureyre'den biri olma ihtimali vardır.[81]
682. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisi haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Ebû Mu'âz'dan, (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti ki:”
“Hz. Peyamber -sallallahu aleyhi ve sellem- heladan çıkınca, çocuk, (O'na), kendisiyle istincâ yaptığı su dolu kabı götürürdü.”[82] Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Ebû Mu'âz'ın ismi, Atâ' b. Menî1 Ebî Meymûne'dir.”[83]
683. “Bize Sa'îd b. Süleyman, Abbâd İbnu'l-Avvâm'dan, (O) Husayn b. Abdirrahman'dan, (O) Zerr'den, (O da) el-Müseyyeb b. Necebe'den (naklen) haber verdi ki, el-Müseyyeb şöyle dedi:”
“Bana halam -ki O, Huzeyfe'nin hanımıydı- rivayet etti ki, Huzeyfe, su ile istincâ' yapardı.”[84]
684. “Bize Muhammed b. Yûsuf, Ebân b. Abdillah b. Ebi Hâzim'den, (O) Ebû Hureyre'nin bir âzâdlısından, (O da) Ebû Hureyre'den (naklen) haber verdi (ki, Ebû Hureyre şöyle demiş:”
“(Bir gün) Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Bana abdest suyu getir" buyurmuş, sonra da, bir ağaçlığın içine girmişti. Ben de O'na su getirmiştim, O da istincâ yapmış, sonra elini toprağa sürmüş, sonra da elini yıkamıştı.”[85]
Hz. Peygamber'in, su ile istincâ'dan sonra elini toprağa sürmesi, elin tam temizlenmesini sağlamak ve ele sinen pis kokuyu gidermek içindi. Binaenaleyh istincâdan sonra el temizliği için sabun gibi maddeler kullanmak müstehabdır.[86]
685. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Ebân b. Abdillah rivayet edip (dedi ki), bana İbrahim b. Cerîr b. Abdillah, babasından, (O da) Hz. Peygamber’den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) onun (yani bir önceki hadisin) aynısını rivayet etti.”[87]
686. “Bize Mâlik b. İsmâ'îl haber verip (dedi ki), bize İsrail, Yûsuf b. Ebî Burde'den (O da) babasından (naklen) rivayet etti ki, Hz. Âişe O'na (yani Yûsufun babası Ebû Burde'ye) rivayet etmiş ki:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, heladan çıkdığı zaman "Gufrânek: Bağışlamanı (dilerim, Rabbim!)" derdi.”[88]
Hz. Peygamber'in, kazâ-i hacetten sonra Allah'tan mağfiret dilemesi hakkında düşünülebilecek birkaç sebepten biri şudur: Allah Teâlâ kendisine bir rızık ihsan etmiş, o da onu yemiş. Sindirim sistemi onu hazmetmiş. Neticede vücudu onun faydalı kısımlarını özümlemiş, diğerlerini dışarı atmış. Rızkın verilmesi kadar, yendikten sonra faydasız kısımlarının dışarı atılması da büyük bir nimettir. İşte birbiri içindeki bu ni'nıetlerin şükrünün yerine getirilmesi zor olduğu için, tam yerine getirememe endişesiyle Allah'tan mağfiret dilemiş olabilir. Hz. Peygamber, bu davranışıyla, ümmetinin de aynı şekilde hareket etmelerine örneklik yapmıştır. Hadiste her ne kadar, "heladan çıktığı zaman" kaydı varsa da, açık arazide de kazâ-i hacet yerinden ayrılınca mezkûr dua okunur. Bu hadis, Sahâbe-i Kiramın -Allah hepsinden razı olsun-, Hz. Peygamber'in her türlü söz ve işlerini takip etme, onları tesbit ve nakletme hususundaki arzu ve titizliklerine de güzel bir örnektir.[89]
687. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Sa'îd b. Zeyd, Şu'ayb İbnu'l-Habbâb'dan, (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti ki, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Misvak kullanmak hakkında size çok tekrarda bulundum."[90]
Misvak, erâk ve zeytin ağacı gibi lifli ağaçlardan alınan dal parçasının bir tarafının kabuğunun soyulmasıyla elde edilen bir nevi fırçadır. En iyi misvak erâk ve zeytin ağacından elde edilir. Misvak denince ise, erâk ağacından yapılanı akla gelir. Erâk ağacı sıcak memleketlerde yetişen, dalları ve yaprakları çok, kırmızı ve lezzetli meyvesi olan, çalı tarzında bir step bitkisidir. Bundan yapılan misvâğın tıbbî tahlilinde; antiseptik olduğu, tükürük salgısını artırdığı, hazmı kolaylaştırdığı, ağızda yabancı madde te'siri yapmadığı, içerdiği maddelerle dişlerin mekanik temizliğinde önemli rol oynadığı, liflerinin içinde hiçbir mikro organizmanın gelişip yaşayamadığı, içinde faydalı bakterilerin bulunduğu, kaynatılarak suyu içilince de gonore'ye ve basur hastalığına iyi geldiği tesbit edilmiştir.[91] Bununla beraber, ağız ve diş temizliğini sağlayacak; parmakla ovma, helâl olan bir maddeden mâmûl diş fırçası kullanma gitti ameliyeler de, misvâğın bulunmaması veya misvak kullanmaya mani bir sebep bulunması hallerinde misvâğın yerine geçer. Sakız çiğnemek de kadınlar için misvak yerindedir. Misvak, diş ve ağız temizliğini sağlamak, ağızdaki kötü kokuları gidermek için dişlere, dilin üstüne, ağzın üst tavanına, boğazın üst tarafına, yerine göre sert ve yumuşak bir şekilde sürülür. Misvâğın serçe parmağı kalınlığında, bir karış uzunluğunda ve az boğumlu olması, kullanılacağı esnada kuru ise ıslatılması, sağ elle tutulması ve kullanıldıktan sonra yıkanması tavsiye edilmiştir.
Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- misvak kullanma, yani diş ve ağız temizliği üzerinde çok durmuş ve Sahabesine misvak kullanmanın faydalarını anlatmış, misvâğın nasıl ve ne zaman kullanılacağım sözlü ve fiili olarak açıklayıp göstermiş ve misvak kullanmayı daima teşvik etmiştir. Hatta diş ve ağız temizliğine dikkat etmeyen bazı Sahabileri azarladığına dair hadisler de vardır. Hz. Peygamber, tatbikatiyle bu hususta Sahabesine ve sonraki müs-lümanlara en güzel örnek olmuştur. Şöyle ki, Hz. Peygamber eve girdiği zaman, uykudan uyanınca, abdest alırken ağza su verildiği sırada, namaza hazırlanırken, namazdan önce ve her fırsatta misvak kullanırdı. Vefatından önce yaptığı son işin de misvak kullanmak olduğu rivayet edilmiştir.[92] Bunun için İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu misvak kullanmanın Sünnet olduğunu söylemşitır. Dâvûd ez-Zâhiri ve İshak b. Râhûye ise misvâğın her namazda vjlcib olduğunu söylemişlerdir. Misvak kullanmanın Sünnet olduğu umûmen kabul edilmekle beraber, bunun abdestin Sünneti mi, namazın Sünneti mi, yoksa, dinin, gereken her halde yapılacak bir Sünneti mi olduğunda alimlerin değişik görüşleri vardır. İmâm Ebû Hanife'nin. son görüşte olduğu nakledilir [93]
688. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Abdulvâris, Şu'ayb İbnu'l-Habhâb'dan, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle dedi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:” "Misvak kullanmak hakkında size çok tekrarda bulundum."[94]
689. “Bize Muhammed b. Ahmed haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Ebu'z-Zinâd'dan, (O) el-A'rac'dan, (O) Ebû Hureyre'den, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Ümmetimi güçlüğe düşürmek (korkusu) olmasaydı, onlara onu -Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki, yâni misvak kullanmayı- her namaz kılacaklarında emrederdim. "[95]
İmâm Şâfıî, bu hadise istinaden misvak kullanmanın namazdan önce de Sünnet olduğunu söylemiştir. Hanefi mezhebinde ise, "Ümmetimi güçlüğe düşürmek (korkusu) olmasaydı, onlara misvak kullanmayı her abdest alacaklarında emrederdim"[96] hadisine de dayanılarak, misvak kullanmanın abdest esnasında müekked Sünnet olduğu, abdestin namaza bir başlangıç olması hasebiyle önceki hadiste "her namaz kılacaklarında" buyrulduğu söylenmiştir. Yine de Hanefi Mezhebine göre namazdan önce, diş etlerini kanatmayacak şekilde misvak kullanmak müstehabdır.
Aynı şekilde Hanefi Mezhebine göre bütün hallerde, bilhassa ibadet yapmaya, Kur'an okumaya başlamadan, halkın içine çıkmadan önce ve ağız kokusunun hasıl olduğu durumlarda misvak kullanmak müstehabdır.[97]
690. “Bize Hâlid b. Mahled -ki O el-Katavânî'dir- haber verip (dedi ki), bize İbrahim b. İsmail b. Ebû Habîbe rivayet edip (dedi ki), bana Dâvûd İbnul-Husayn, el-Kâsım b. Mu-hammed'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Misvak kullanmak ağzın temiz ve Allah'ın razı olmasına sebeptir. "[98]
Misvak kullanmak diş ve ağız temizliğini sağlar, kötü ağız kokusunu giderir. Böylece "temizlenenler"i[99] seven Allah'ın rızasını kazanmaya sebep olur.
Hz. Peygamber'in bir Sünnetinin, bir emrinin yerine getirilmesi de Allah'ı razı eder. Herhangi bir ibâdete başlanılması esnasında misvak kullanılması da, Allah'a en temiz bir şekilde ibadet yapıp hoşnutluğunu kazanmak içindir.[100]
691. “Bize Sa'îd İbnu'r-Rebî' haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Husayn'dan, rivayet etti (ki, O şöyle dedi):”
“Ben Ebû Vâ'il'i, Huzeyfe'den, şöyle dediğini (naklederken) işittim:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- teheccüd (namazına) kalktığı zaman dişlerini misvakla ovardı.”[101]
Teheccüd namazı, yatsı namazını müteakip bir miktar uyuduktan sonra kalkılıp kılman namazdır.[102]
Hz. Peygamber bu namaza çok müdavim idi ve gece-gündüz uykudan her uyandığında yaptığı gibi, bu namaz için kalktığında da misvak kullanırdı.[103]
692. “Bize Sehl b. Hammâd haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Katâde'den, (O) Ebu'l-Melih'ten, (O) babasından, (O da) Hz. Peygamber’den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Allah temizliksiz hiçbir namazı, haram maldan da hiçbir tasadduku kabul etmez. "[104]
Bu hadiste biri bedeni diğeri mâli olan iki ibadeti Cenab-ı Hakk'm kabul edip, bunlara sevap vermesi için gerekli olan şart açıklanmaktadır. Bu şart "temizlik"tir. Namaz için bedenin maddî ve manevî pislikten (hadesten) temizlenmiş olması, tasadduk için de malın, haram yoldan elde edilmeden temiz olması gerekir. Bütün ibadetler ya bedeni ya mâli olduklarına göre, her ibadetin kabul olunma şartı maddî veya manevî "temizlik"tir denilebilir.
Buna göre bu hadis, farz olsun nafile olsun, her namaz için temizliğin farz olduğuna bir delildir. Çünkü Allah, namazı ancak temizlikle kabul ettiğine göre, namazın sahih olması temizliğin varlığına bağlı demektir.
Bu durumda temizlik namazın şartı olur. Şart olmada da meşrut (burada namaz) olmaz. Temizlik için su veya onun yerini tutacak bir şey bulamayanın durumuna gelince, Ebû Hanife'ye göre bu kimsenin o halde namaz kılması haram olur, daha sonra temizlik imkânına sahib olunca kılamadıklarını kaza etmesi ise vâcibdir. Ebû Yûsuf a göre ise böyle bir kimse niyet etmeksizin ve kıraatte bulunmaksızın namaz kalıyormuş gibi yapar.
Sonra temizlik imkânına sahip olunca bu şekilde geçirdiği namazları tekrar kılar. Şâfıî mezhebinde ise, meşhur olan görüşe göre hem o halde kılması, hem de sonradan temizlik imkânı bulunca, bu şekilde kıldıklarını tekrar kılması vâcibdir.
Hadiste zikri geçen tasadduka ("sadaka"ya) gelince, bu, karşılığında Allah'tan sevâb umarak bir şey vermek demektir. İster zekât gibi farz olsun, ister nafile olsun tasaddukun da Allah katında makbul olması için helâl yoldan elde edilmiş olan bir maldan yapılmış olması gerekir. Gayr-ı meşru', haram bir yoldan elde edilen bir malın tasaddukunu Allah kabul etmez, buna sevap vermez. Gayr-ı meşru bir yoldan elde edilen bir mal, ancak, sahibine iade edilemiyorsa, karşılığında Allah'tan bir sevap beklemeksizin ve haram maldan kurtulmak maksadıyla fakirlere dağıtılabilir.[105]
693. “Bize Muhammed b. Yûsuf, Sufyân'dan, (O) Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den, (O) Muhammed İbnu'l-Hanefiyye'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Ali) şöyle dedi: Rasûlullah -Sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Namazın anahtarı ancak o bilinen şekliyle temizlik, (namazın içinde yapılması haram olan fiilleri) haram kılan şey ancak o bilinen şekilde tekbir getirmek, (onları) helâl kılan şey ise sadece o bilinen şekliyle selâm vermektir."[106]
Bu hadiste namaz, kapısı kilitli bir binaya benzetilmektedir. Namaz binasının kilidi, abdestsizliktir. Bunu ise ancak bilinen şekilleriyle ve icâb-ı hâle göre abdest alma, gusletme veya teyemmüm yapma açabilir. Kapısı açılan binaya "tekbir" almakla girilir. Bu tekbirle namaz kılan kimseye bazı işleri yapması yasaklanmış olur. Aslında namazın içinde yapılması yasak olan fiilleri yasaklayan Allah'tır. Burada, haram kılma, mecazen, tekbir getirmeye nisbet edilmiştir. Hadisten sadece bilinen şekliyle "tekbir" getirmenin gerektiği anlaşılmaktadır. Bunun için İmam Ahmed, İmam Mâlik ve Selef alimlerinin çoğu "tekbir"de sadece "Allahu Ekber" denilebileceğini söylemişlerdir. İmam Şafii 'Allahu Ekber' veya Allahu'l-Ekber' denilebileceğini söylemiştir. Hanefi Mezhebinde ise şu açıklamalar yapılmıştır: "Tahrime" denilen giriş "tekbir"i almak, namazın sahih olması için şart (farz)dır. Çünkü Allah "Rabb'ini tekbir et"[107] buyurmuştur. Ancak Allahu Ekber demek farz değil vâcibdir. Zira Allah; "Rabb'inin adını anıp namaz kıldı"[108] buyurmuştur. Binaenaleyh Allah'ı ta'zime delâlet eden her cümleyle namaza başlanılması sahih olur. Bu konudaki hadisin sübûtu ise zannidir. Fakat mezkûr hadisten ve Hz. Peygamberin bu konudaki Sünnet'inden dolayı, Allahu Ekber diyebilen kimsenin bundan başka bir cümle söylemesi tahrimen mekruhtur. "Tekbirle namaz kılana haram olan konuşma, gülme gibi fiiller, "selâm" vermekle helâl olur. Böylece namaz binasından çıkılmış olur. Mâliki, Şafiî ve Hanbeli Mezheb'ine göre namazdan selâm ile çıkmak farzdır. Hanefi Mezhebinde ise vâcibdir. Hanefî Mezhebinde namazdan çıkışta farz olan, son oturuşta "tahıyyât'ı okuyacak kadar oturmaktır. Bu kadar oturulunca namaz tamamlanmış olur. İmam-ı A'zam'a göre, namaz kılanın, son oturuşta teşehhüd miktarı, yani tahiyyat okuyacak kadar oturduktan sonra namazdan kendi ihtiyarı ile yapacağı bir fiille çıkması da farzdır. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed'e göre ise farz değildir. Vacip olan selâm, önce sağa, sonra sola verilir. Bir görüşe göre sol tarafa selâm verilmesi Sünnet'tir.[109]
694. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize İbn Uleyye rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Reyhâne, Sefine'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir müdd (su) ile abdest alır, bir sâ' (su) ile guslederdi.”[110]
Hz. Peygamber'in abdest ve gusülde harcadıkları su miktarı, kesin olarak sınırlı değildir. Değişik rivayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber, bazan burada belirtilen miktarlardan az veya fazla su kullanmıştı. Bu hususta esas olan, yıkamanın, yani organların üzerinden suyun akıtılmasmm te'mînidir. Bu da duruma ve şahıslara göre değişir. Fakat Hz. Peygamber'in harcadığı belirtilen su miktarları O'nun, abdest ve gusülde ne kadar iktİsatlı su kullanmış olduğunu bize göstermektedir. Binaenaleyh her müslüman, bu hususta da en güzel örneği olan Hz. Peygamber gibi davranmalı ve nehir kenarında bile olsa, abdest ve gusulde su israfından kaçınmalıdır.
Bu hadiste verilen ölçeklerin hacmi hakkında değişik görüşler vardır. Kİsaca, İmâm Şafiî ve Hicaz alimlerine göre, Medine'de kullanılan müdd -ki buna Müdd-i Nebevi denir- 0,530 litre, yani yarım litreden biraz fazlaca bir miktar, İmâm Ebû Hanife ve Irak alimlerine göre ise 0.795 litredir. İşte Hz. Peygamber'in, abdest alırken harcadığı su, bu kadardı. Guslederken ise, buradaki rivayete göre, bunun dört katını kullanıyordu. Çünkü bir sâ' dört müddür. Buna göre gusulde kullanılan su mikdarı, İmâm Şafiî ve Hicâzlıların verdikleri ölçülere göre 2.120 litre, İmâm Ebû Hanife ve Iraklılarınkine göre ise 3.18 litredir.[111]
695. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip (dedi ki), bana Abdullah b. Abdillah b. Cebr haber verip dedi ki, ben Enes'i şöyle derken işittim:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir mekkûk (su) ile abdest alır, beş mekkûk (su) ile guslederdi.”[112]
Mekkûk, miktarı bölgelere göre değişen bir ölçek adıdır. Abdest ve gusulde kullanılan su miktarı hakkındaki diğer hadisler nazar-ı i'tibara alınarak, burada "mekkûk"le "müdd"ün kastedildiği söylenmiştir.
Bu durumda bile bir önceki hadiste verilen ölçekle buradaki arasında farklılık vardır. Bu farklılık, Hz. Peygamberin abdest ve gusülde icâb-ı hâle göre değişik miktarda su kullanmış olmasından kaynaklanmıştır.[113]
696. “Bize Zekeriyyâ b. Adiyy haber verip (dedi ki), bize Ubeydullah b. Amr, Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den, (O da) er-Rubeyyi’ bint Muavviz b. Afra'dan (naklen) rivayet etti (ki, er-Rubeyyi’) şöyle dedi:” “Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bizim evimize gelirdi. Ben de bizim 1 1/3 müddlük veya 1 1/4 müddlük olan bir ibriğimizi alır, O'na su dökerdim de O üçer üçer (yıkayarak) abdest alırdı.”[114]
Bu hadisten, abdest alırken suyu başkasına döktürmenin caiz olduğu, bunda hiçbir kerahet olmadığı anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde bir kimseye abdest suyunu hazırlatmak da caizdir. Abdest alırken, özürsüz olarak azaları başkasına yıkatmak ve mes-hettirmek ise mekruhtur.
Çünkü azaları, abdest alanın bizzat yıkaması Sünnet-i Müekkededir.[115]
697. “Bize Ubeydullah b. Sa'îd haber verip (dedi ki), bize Ebû Amir el Akadî rivayet edip (dedi ki), bize Kesîr b. Zeyd rivayet etti. (O dedi ki), bana Rubeyh b. Âbdirrahman b. Ebî Sa'ıd el-Hudrî, babasından, (O) dedesinden (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
“Başında Allah'ın ismini zikretmeyen, (besmele çekmeyen) için abdest yoktur."[116]
Bu hadis zahiren, abdeste başlarken besmele çekmenin vâcib olduğuna delâlet etmektedir. İmam Ahmed, bir rivayete göre, bu görüştedir. Hanefi, Mâliki ve Şâfıîler ise, abdeste başlarken besmele çekilmesine delâlet etmeye bu konudaki diğer hadisleri nazar-ı i'tibara alarak, abdeste "başlarken besmele çekmenin Sünnet (veya müstehab) olduğunu söylemiş ve yukarıdaki hadisi, "...kâmil abdest yoktur" şeklinde anlamışlardır. Bir rivayete göre imâm Ahmed de bu görüşteydi. Abdeste başlarken besmele çekmede "Bismillah" demek yeterlidir.[117]
698. “Bize Hâşim İbnu'l-Kâsım haber verip (dedi ki), bize Şu'be haber verip (dedi ki), bana en-Nu'mân b. Salim haber verip dedi ki: Ben îbn Amr b. Evs'i, dedesi Evs b. Ebî Evs'ten (naklen) şöyle rivayet ederken işittim:”
“O (yani dedesi Evs), Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- abdest aldığını ve üç defa (su dökerek) damlattırdığım (yani âzasından damlayacak kadar su döktüğünü) görmüştü.
Bunun üzerine ben (yani en-Nu'mân) O'na (yani İbn Amr'a):
"Üç defa damlattırdı, ne demek?" dedim.
"Ellerini üç defa yıkadı, (demekdir)" karşılığını verdi.”[118]
Bu hadisin Musnedu Ahmed'deki bir rivayetinin sonunda, râvi Şu'be'ye; "(Hz. Peygamber) ellerini kabın içine (yıkamadan mı) soktu, yoksa onları dışarda yıkadı mı?" diye sorulmasından, O'nun da; "bilmiyorum" demesinden anlaşılıyor ki, bu olayda Hz. Peygamber'in, ellerini su kabına, onları yıkadıktan sonra mı, yıkamadan mı soktuğu bahis konusu yapılmıştır. Dârimi'nin bu hadise koyduğu başlıktan anlaşıldığına göre O, Hz. Peygamber'in, ellerini yıkamadan su kabına daldırdığı görüşündedir. Nitekim su kabına elini daldırıp su alarak abdest alacak kimse de, ellerinin temiz olduğuna kani ise, onları yıkamadan su kabına daldırıp abdest alabilir. Şayet böyle bir kimsenin, ellerinin temizliği hakkında şüphesi varsa, onları yıkamadan su kabına daldırması ise mekruhtur. Uykudan uyanan bir kimsenin abdest almak için ellerini su kabına daldırmadan önce yıkaması ise Hanefi, Şafiî ve Mâliki Mezheblerine göre Sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-; "Sizden biriniz uykusundan uyanınca elini kabın içine, onu üç defa yıkamadıkça daldırmasın. Zira o, elinin nerede gecelediğini bilmez"[119] buyurmuştur.[120]
699. “Bize Nasr b. Ali el-Cehdamî haber verip (dedi ki), bize AbduTa'la, Ma'mer'den, (O) ez-Zühri'den, (O) Ata' b. Yezîd'den, (O da) Hz. Osman b. Affân'ın âzâdlısı Humrân b. Ebân'dan (naklen) rivayet etti ki,”
“(Bir gün) Hz. Osman abdest aldı. Şöyle ki, O ağzına su verdi, burnuna su çekti, yüzünü üç defa, ellerini üç defa yıkadı, başına mesh etti, ayaklarını üç defa yıkadı, sonra şöyle dedi: Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem-, benim abdest aldığım gibi abdest aldığını görmüştüm. O, (Abdest aldıktan) sonra şöyle buyurmuştu:”
"Kim bu abdest alışım gibi abdest alır, sonra da, içinden (dünyevî işlerden olan) bir şey geçirmeksizin iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günâhları bağışlanır."[121]
Buradaki şekliyle muhtasar olan bu hadisin Buhari'deki bir rivayetinde biraz daha tafsilat vardır.
Buna göre Hz. Osman sırasıyla avuçlarına üç defa su döküp yıkamış, sonra sağ elini su sabına sokup su alarak ağzına su vermiş, burnuna su çekmiş, sonra yüzünü üç defa ve ellerini dirseklere kadar üç defa yıkamış, sonra başına meshetmiş, sonra da ayaklarını topuklara kadar üç defa yıkamış ve bundan sonra yukarıdaki sözleri söylemiş.
Bu hadiste zikri geçen abdest fiillerinin hükümleri hakkında, konuyla ilgili âyet ve diğer hadisler de nazar-ı i'tibara alınarak şu görüşler serde dilmiştir:
Abdestin başında elleri yıkamak Sünnettir. Abdestte ağza su vermek (mazmaza), burna su çekmek (istinşâk), İmam Ebû Hanife, İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre Sünnet, İmam Ahmed'den gelen meşhur görüşe göre vâcibdir. Yüzü bir defa yıkamak farzdır. Elleri dirseklerle beraber bir defa yıkamak, başa meshetmek de farzdır. Başın farz olan mesh miktarı hakkında mezheblerin değişik görüşleri vardır: Hanefî Mezhebinde, i'timad edilen rivayete göre başın dörtte birinin meshedilmesi farzdır. Şafiî Mezhebinde, başın bir kılına veya bir kılın bir kısmına da olsa, "mesh" denilecek bir miktarın meshedilmesi farzdır. İmam Malik ve İmam Ahmed ise başın tamamının meshedilmesinin farz olduğu görüşündedirler. Hanefi Mezhebinde başın tamamını meshetmek Sünnettir. Ebû Hanife, Mâlik ve Ahmed, söylenen ölçülerde başa bir defa meshetmekle yetinileceğini, Şâfiî ise üç defa meshetmenin müstehab olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i Sünnet'e göre ayakları topuklarla beraber yıkamak da farzdır. Abdest için, mest olmaksızın çıplak ayaklara meshetmek kâfi değildir. Nitekim Hz. Peygamber'in tatbikatı da abdest (teyemmüm) âyetinin bu şekilde anlaşılması gerektiğine bir delildir.
Bu hadis yıkanan abdest azalarını üç defa yıkamanın ve abdestten sonra da iki rekât namaz kılmanın Sünnet olduğuna bir delildir.
Abdestten sonra kılınacak bu namazda, insan, gönlünden geçmesine mâni olabileceği dünyevî düşüncelerden kendini korursa, şayet var ise, kul haklarına taalluk etmeyen geçmiş küçük günâhları bağışlanır, büyük günâhları ise hafifletilir. Şayet günâhları yoksa sevapları artırılır.[122]
700. “Bize Yahya b. Hassan rivayet edip (dedi ki), bize Abdulaziz b. Muhammed ve Halid b. Abdillah, Amr b. Yahya el-Mâzini'den, (O da) babasından (naklen) rivayet etti ki:”
“Abdullah b. Zeyd bir tas su istemiş ve bunu ellerine döküp onları üç defa yıkamış, (sonra) yüzünü üç (defa) ve ellerini dirseklerine kadar ikişer (defa) yıkamış, sonra da şöyle demiş: Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- böyle abdest alırken görmüştüm.”[123]
Abdullah b. Zeyd'in hadisinin bu rivayeti muhtasardır. Hadisin verilen kaynaklarında tafsilatlı rivayetleri vardır. Bu hadisin Buhâri'deki bir rivayeti şöyledir:
"Bir adam Abdullah b. Zeyd'e;
"Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- nasıl abdest aldığını bana gösterebilir misin?" diye sormuş. Abdullah b. Zeyd de:
"Evet" demiş ve su istemiş. (Su getirilince) ellerine döküp iki defa yıkamış, sonra üç (defa) ağzına su vermiş, burnuna su çekmiş, sonra üç (defa) yüzünü yıkamış, sonra ellerini dirseklere kadar ikişer (defa) yıkamış, sonra elleriyle başını meshedip onları ileri ve geri götürmüş. (Bunu yaparken) başının ön tarafından başlayıp (ellerini) ensesine kadar götürmüş, sonra da onları başladığı yere getirmiş. Daha sonra ayaklarını yıkamış."[124]
Bu hadis abdest azalarını üç defa yıkamanın farz olmadığına, azalardan bir kısmını iki, bir kısmını üç defa yıkamanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. Abdestte yıkanan azaları iki veya üç defa yıkamak Sünnettir.[125]
701. “Bize Yahya haber verip (dedi ki), bize Abdulaziz b. Ebi Seleme, Amr b. Yahya'dan, (O) babasından, (O) Abdullah b. Zeyd'den, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem-onun (yani bir önceki 700. hadisin) benzerini rivayet etti.”[126]
Bu senede göre Abdullah b. Zeyd, doğrudan Hz. Peygamber'in kendisinin abdest alışını rivayet etmiştir. Bir önceki hadiste ise Abdullah abdest almış ve sonunda Hz. Peygamber'in o şekilde abdest aldığını söylemiş görünmektedir. Bundan anlaşılıyor ki, Abdullah b. Zeyd, Hz. Peygamber'in abdest alışını bazan sözlü olarak anlatmış, bazan da bunu fiili olarak göstermişti.[127]
702. “Bize Ebû Âsim haber verip (dedi ki), bize Sufyân es-Sevrî rivayet edip (dedi ki), bize Zeyd b. Eşlem, Atâ' b. Yesâr'dan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs):”
"Size Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- abdest alışım bildireyim mi -veya haber vereyim mi?" demiş. Sonra, (abdest azasını) birer defa (yıkayarak) abdest almıştı -veya O;
"(Size Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem-, abdest azasını) birer defa (yıkayarak abdest alışını haber vereyim mi?) demişti.[128]
703. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bana Abdulaziz b. Muhammed ed-Derâverdi rivayet edip (dedi ki), bize Zeyd b. Eşlem, Atâ' b. Yesâr'dan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti ki:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir defasında abdest azasını) birer defa (yıkayarak) abdest almış ve ağza su vermek (mazmaza) ile burna su çekmeyi (istinşâk'ı) birleştirmişti. (Yani tek avuç su ile ağzına su vermiş, burnuna su çekmişti).”[129]
Bu hadisler, abdest azasını bir defa yıkamanın kâfi geleceğine delâlet etmektedirler. Ancak, bu konudaki diğer hadislerden anlaşıldığı üzere, abdest uzuvlarını üç defa yıkamak Sünnet olduğu için, sürekli uzuvları bir defa yıkayarak abdest almak mekruhtur. Böyle yapan kimsenin meşhur ve müekked bir Sünneti terk ettiği için günâha gireceği de söylenmiştir.[130]
Bir avuç suyun bir kısmıyla mazmaza, diğer kısmıyla istinşâk yapmak suretiyle bu iki fiili birleştirmeye gelince, Hanefi Mezhebinde bu yeterli görülmüştür: Ancak bu fiillerde ayrı ayrı su kullanmak da Sünnet olduğu için, böyle yapmakla bu Sünnet kaçırılmış olur.[131] Taberânî'nin naklettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber mazmaza ve istinşâk için ayrı ayrı su almıştı.[132] İmâm Şâfıî de bu fiilleri birleştirmenin caiz olduğunu, ama ayırmanın kendilerine daha sevimli geldiğini açıklamıştır.[133] Şâfıî alimlerden Nevevi ise mazmaza ve istinşâkın bir defasının tek avuç suyla yapılmasının sahîh olduğunu söylemiştir.[134]
704. “Bize Zekeriyyâ b. Adiyy rivayet edip (dedi ki), bize Ubeydullah b. Amr, İbn Akîl'den, (O) Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den, (O) Ebû Sa'îd el-Hudrî'den, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti ki, O (yani Ebû Sa'îd O'nu (yani Hz. Peygamber'!) şöyle buyururken işitmiş:”
"Size, Allah'ın, kendileriyle günâhları sileceği, iyilikleri artıracağı şeyleri göstereyim mi?" (Sahabe-i Kiram "Evet" demişler. (Bunun üzerine Hz. Peygamber) şöyle buyurmuş:
"Zorluklara rağmen abdesti tam almak, mescidlere adımları çoğaltmak ve namazdan sonra namazı beklemek. "[135]
"Abdesti tam almak"tan maksat, suyu abdest uzuvlarının yıkanması gereken kısımlarının her tarafına ulaştırmak, yıkanacak uzuvları üç defa yıkamak, yıkarken ovmak, kİsaca abdestin farz, Sünnet ve âdabına riayet ederek abdest almaktır. Abdesti bu şekilde almak; havanın ve suyun soğuk olması, vücûdun rahatsızlığı gibi hallerde güçlük arzeder. Böyle güç şartlarda Allah'ın rızasını kazanmak için abdesti tam almanın fazileti büyüktür.
"Mescidlere adımları çoğaltmak" ifadesi iki şekilde anlaşılabilir: Mescidlere çok gidip gelmek veya uzak yerden mescide gidip gelmek. Mescidler (camiler İslâm toplumunun merkezi müesseseleridirler. Sembolik olarak Allah'ın evi sayılan mescidlerin, müslümanlar arasındaki cemaat ruhunun pekişmesinde ve imanın içtimai te-zahüründeki rolü çok büyüktür. Bunun için olmalı ki, dinimizde camiye ve camide cemaatle namaz kılmaya büyük ehemmiyet verilmiş, müslümanların, vâcib veya Sünnet-i Müekkede olan cemaatle namaz kılmakla günde beş vakit, farz olan cuma namazı ile haftada bir defa camide toplanmaları istenmiştir. Bu hadiste de Allah'a, Allah'ın istediği cemaat ruhuna ve İslâm toplumuna bağlılığın bir ifadesi olarak camilere gitmenin faziletine işaret edilmektedir. Namazın cemaatle camide kılınması gerektiğine göre, son maddede de caminin ehemmiyetine bir işaret düşünülebilir.
Namaz, kulun, Allah'ın huzuruna çıkış anları, mü'minin mi'racıdır. Namaz her türlü ahlâksızlık ve kötülükten alıkor ve müslümanı "müslüman" yapar.
Binaenaleyh kul, nerede olursa olsun, her an huzûr-ı ilâhiye çıkma isteği ile dolu, "eli kârda iken de gönlü yârda" olmalıdır. Bu hadiste zikredilen şeyler dikkat çekicidir: Tam abdest, cami ve namaz! Her şey huzura çıkmak, sadece Allah'a kul olmak için. Zikredilen hususları gerçekleştirmek, günâhı olanların, kul haklarıyla ilgili olmayan küçük günâhlarını silecek, günâhı olmayanların ise sevaplarını artıracaktır.[136]
705. “Bize Musa b. Mesûd rivayet edip (dedi ki), bize Zü-heyr b. Muhammed, Abdullah'tan -ki O İbn Muhammed b. Akîl'dir-, (O) Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den, (O da) Ebû Sa'îd el-Hudrî'den (naklen) rivayet etti ki, O (yani Ebû Sa'îd), Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- (şöyle buyururken) işitti... Daha sonra onun (yani bir önceki 704. hadisin) benzerini zikretti.”[137]
706. “Bize Müsedded rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Ebu'l-Cehdam'dan, (O) Ubeydullah'tan, (O) İbn Abbâs'tan, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sel-lem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Abdesti tam almakla emrolunduk."[138]
Hz. Peygamber'e, Ali ah'dan başka hiçkimse bir şey emre demeyeceği için, burada abdestin tam alınmasını emreden Allah'tır. Hz. Peygamber, "biz" sözüyle "kendisi ve ümmeti"ni kasdetmiş olabileceği gibi, "kendisi ve diğer Peygamberleri" de kasdetmiş olabilir. Münâvi, ikinci şıkkın daha uygun olacağını söyler. Çünkü Hz. Peygamber, bir defasında abdest uzuvlarını üçer defa yıkayarak abdest almış ve sonunda şöyle buyurmuş:
"Bu benim abdestim ve benden önceki Peygamberlerin abdestidir.''[139] Suyûtî de önceki ümmetlerde abdestin, ümmet fertlerine değil, Peygamberlere emredilmiş olduğunu kaydeder.
Dârimi ise, hadisin burada zikredilişine bakılırsa, Hz. Peygamberin "biz" sözüyle "kendisini ve ümmetini" kasdetmiş olduğu kanaatinde olmalıdır. Münâvi de, her ne kadar ikinci şıkkın daha uygun olacağını söylemişse de, başta hadisi şerhederken birinci şıkka göre şerhetmiştir.[140]
707. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî haber verip (dedi ki), bize Zaide rivayet edip (dedi ki), bize Hâli d b. Alkame el-Hemdâni rivayet etti. (O dedi ki), bana Abdu Hayr rivayet edip dedi ki:”
“(Bir gün) Hz. Ali sabah namazını kıldıktan sonra, (caminin) avlusuna[141] girdi ve avluda oturdu. Sonra bir hizmetçisine;
"Bana (abdest) suyu getir" dedi. (Abdu Hayr) dedi ki, bunun üzerine hizmetçi O'na, içinde su bulunan bir kapla bir leğen getirdi. Abdu Hayr sözüne şöyle devam etti:
Biz de oturmuş, O'na bakıyorduk. (Derken kabdan sağ eline (su) döktü ve elini üç defa yıkadı)[142] Sonra sağ elini (kaba) sokup (su aldı) ve ağzını doldurdu. Suyu ağzında dolaştırıp çıkardı, "mazmaza yaptı". Burnuna su çekti. Sol eliyle burnunun içini temizledi. Bunları üç defa yaptı. (Sonra yüzünü üç defa yıkadı. Sonra sağ elini (dirseğe kadar) üç defa yıkadı. Sol elini (dirseğe kadar) üç defa yıkadı. Sonra elini kaba soktu ve başını bir defa mesnetti. Sonra sağ ayağını üç defa, sol ayağını üç defa yıkadı). Sonra da şöyle dedi: Rasûlullah'ın -sallalahu aleyhi ve sellem- ab-destine bakmak kimi sevindirirse, işte bu O'nun abdestidir.”[143]
"Ağza su vermek" diye tercüme ettiğimiz "mazmaza", sözlük manâsıyla "suyu ağızda çalkalamak" demektir. Istılahta ise "suyu ağza koyup dolaştırmak, sonra da dışarı atmak" veya, Hanefî fıkhı kitaplarındaki bir tarife göre, "suyun ağzın tüm içine değmesi" şeklinde tarif edilmiştir. Binaenaleyh Hanefi Mezhebinde suyu dışarı atmak şart değildir. Cumhurun meşhur görüşüne göre suyu ağızda dolaştırmak da şart değildir. Mazmazanın hükmü hakkında ihtilâf edilmiştir: Mâlik ve Şafiî, bunun hem abdestte, hem de gusülde Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den nakledilen meşhur görüşe göre ise mazmaza hem abdest, hem de gusülde vâcibdir, onsuz abdest ve gusül sahih olmaz. Hanefî Mezhebinde ise mazmaza abdestte müekked Sünnet, gusülde ameli farzdır. Mazmazada mübalağa etmek, yani suyu boğaza kadar ulaştırıp gargara yapmak Sünnettir. Ancak oruçlu olan kimse raazmazada mübalağa yapmaz. Hanefi Mezhebinde mazmazayı üç defa ve her defasını yeni su ile yapmak da Sünnet'tir.[144]
708. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi kî), bize Hasan b. Ukbe el-Murâdî rivayet edip (dedi ki), bana Abdu Hayr, senediyle onun (yani bir önceki 707. hadisin) benzerini haber verdi.”[145]
709. “Bize Ahmed b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. İshâk, ez-Zührî'den, (O da) Âizullah b. Abdillah'tan (naklen) rivayet etti (ki, O şöyle demişti: Ben Ebû Hureyre'yî şöyle derken işittim:”
Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve selîem- şöyle buyururken işitmiştim:
"Kim burnuna su çekerse, burnunun içini (sümük gibi şeylerden) temizlesin. Kim de (def-i hacetten sonra) taşla temizlenirse, (taşları) teklesin."[146]
"Burna su çekmek" diye tercüme ettiğimiz "istinşâk", sözlük manâsıyla "burna bir şey çekmek" demektir. Istılahta ise, "suyu burnun yumuşak yerine ulaştırmak" diye tarif edilmiştir. Burna su çekildikten sonra bunun çıkarılarak burnun pisliklerden temizlenmesine "istinsâr" denilmektedir. İstinsârın vâcib olduğunu söyleyen âlimler varsa da, ekseri alimler onun mendûb olduğunu söylemişlerdir. Burun temizliğini sol elle yapmak ise müstehabdır. Istinşâkın hükmüne gelince bu konuda şu görüşler serdedilmiştir: Mâlik ve Şafiî istinşâkın abdest ve gusülde Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den gelen meşhur görüşe göre ise istinşâk abdest ve gusülde vâcibtir, onsuz abdest ve gusül sahih olmaz. Hanefî Mezhebinde ise istinşâk abdestte müekked Sünnet, gusülde amelî farzdır. İstinşâkta suyu burnun sert yerine kadar vardırmak, burna üç defa su çekmek ve her birinde suyu yenilemek de Sünnettir.[147]
710. “Bize Mâlik b. İsmail haber verip (dedi ki), bize İsrail, Amir b. Şakîk'ten (O da) Şakik b. Seleme'den (naklen) rivayet etti (ki, O şöyle demiş:”
“Ben Hz. Osman'ı abdest alırken görmüştüm de O, (abdest esnasında, yüzünü yıkadıktan sonra) sakalını hilâllemiş ve (abdestin sonunda):
"Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- bu şekilde abdest alırken görmüştüm" demişti.”[148]
"Sakalı hilâllemek", sakalın kılları arasına suyu ulaştırmak demektir. Bu iş parmakları sakalın içine alt tarafından sokup kılları aşağıdan yukarıya ayırmak şeklinde yapılır Sakalı hilâllemenin hükmü hakkında alimlerin görüşleri şöyledir: Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Yûsuf a göre, altından cildin görülmediği sık sakalı hilâllemek Sünnettir. Seyrek sakalın ise hem içini, hem dışını yıkamak icab eder. Ebû Hanife ve İmam Muhammed ise sakalı hilâllemenin müstehab olduğunu söylemişlerdir. Hanefi Mezhebinde Ebû Yûsuf’un görüşü benimsenmiştir.[149]
711. “Bize Ebû Âsim haber verip (dedi ki), bize İbn Cureyc haber verip (dedi ki), bana İsmail b. Kesîr, Asım b. Lakît b. Sabradan, (O), Muntefikoğullarının elçisi olan babasından, (O da) Hz. Peygamber’den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) haber verdi (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Abdest aldığın zaman abdestini tam al ve parmaklarının arasını hilâlle."[150]
Parmakları hilâllemek, parmak aralarına suyu ulaştırmakta mübalağa için yapılır. Elin parmaklarının hilâllenmesi, sağ elin içi sol elin üstüne ve bunun tersi şekilde konup parmaklar ağ şeklinde birbirine geçirilerek yapılır. Ayak parmaklarının hilâllenmesi ise sol elin serçe parmağı ile sağ ayağın serçe parmağından başlanıp sol ayağın serçe parmağında bitirilerek yapılır. Abdestte parmakların hilâllenmesinin hükmü hakkında Mâlikîler, bunun, elin parmaklarında vâcib, ayağın parmaklarında mendûb olduğunu, diğer mezheb âlimleri ise bunun hem el, hem ayak parmaklarında Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Hanefi Mezhebinde bu, Sünnet-i Müekkededir. Parmakları hilâllemenin bu hükmü, su parmaklar arasına hilâllemeksizin ulaştığında geçerlidir. Su parmakların arasına hilâllemeden ulaşmazsa, parmakları hilâllemek ittifakla farz (vâcib) dir.[151]
712. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Ca'fer -ki O İbnu'l-Hâris'tir-, Mansûr b. Hilâl b. Yesâf’tan, (O) Ebû Yahya'dan, (O da) Abdullah b. Amr'dan (naklen) haber verdi (ki, Abdullah) şöyle dedi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:”
"Şu ökçelerin ateşten vay haline! Abdesti tam alınız.”[152]
Hz. Peygamber bu hadisi, Mekke'den Medine'ye bir yolculuk esnasında bir yerde abdest alındığında ökçelerini yıkamayan bazı müslümanları görünce irad buyurmuştu. Burada, abdestte yıkanması farz olan ayaklar tam yıkanmadığı için abdestin sahih olmadığı ve böyle yapanın cezaya çarptırılacağı haber verilmiştir. Bu dünyada yıkanmayan abdest uzvunu öbür dünyada Cehennem ateşi yıkayacaktır. Bu hadis, sadece ayakların değil, yıkanması farz olan bütün abdest uzuvlarının, hiçbir yer kuru bırakılmadan tamamen yıkanmalarının farz olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim hadisin devamında umûmi bir ifadeyle abdestin tam alınması emredilmiştir. Burada ökçelerin zikredilmesi, hadisin söylenmesine onların yıkanmamış görülmeleri sebep olduğu ve ökçelerin yıkanmasında ekseriya titizlik gösterilmediği içindir.[153]
713. “Bize Hâşim İbnu'l-Kâsım haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Muhammed b. Ziyâd'dan haber verdi ki O, şöyle dedi:”
“Ben Ebû Hureyre'yi (görmüş ve O'ndan bazı şeyler) işitmiştim. (Muhammed sözüne devamla) dedi ki, O (yani Ebu Hureyre), halk, ibrikten abdest alırken bize rastlar ve:
"Abdesti tam alınız. Ebu'l-Kâsım (yani Hz. Peygamber), "şu ökçelerin ateşten vay haline!" buyurmuştu" derdi.”[154] Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bu (rivayeti) Abdullah b. Amr'ın rivayetinden daha çok beğenirim.”[155]
714. “Bize Mâlik b. İsmail haber verip (dedi ki), bize İsrail, Amir b. Şakîk'ten, (O da) Şakîk b. Seleme'den (naklen) rivayet etti (ki, O şöyle demiş):”
“Ben Hz. Osman'ı adest alırken görmüştüm de O, başını ve kulaklarını, (kulaklarının) dışlarını ve içlerini meshetmiş, sonra (abdestin sonunda) şöyle demişti: Rasülullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- benim yaptığım gibi yaparken görmüştüm.”[156]
Bu hadis, kulakların meshinin, başın mestimden parmaklarda kalan ıslaklıkla yapılacağına dair bir delildir. Kulakların meshinin hükmü hakkında, ilgili diğer rivayetler de nazar-ı i'tibara alınarak, şu görüşler serdedilmiştir: Hanefi Mezhebinde kulakların içini ve dışını meshetmenin Sünnet olduğu ve bunun, başın meshinden parmaklarda kalan ıslaklıkla yapılacağı, ıslaklık kalmamışsa, yeni su alınacağı söylenmiştir. Malikîlerin cumhuru ise kulakların dış ve içleri meshetmenin Sünnet, mesh için yeniden su almanın ise kimine göre Sünnet, kimine göre müstehab olduğunu söylemişlerdir. Hanbelîler, kulakların dış ve içlerini meshetmenin vâcib, mesh için yeniden su almanın ise Sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Şâfıîler ise, başın meshinden sonra kulakların dış ve içlerini meshetmenin Sünnet olduğunu, bunun en mükemmel şeklinin de mesh için yeniden su alma ile olacağını söylemişlerdir. Şâfiîler, ulemanın cumhurunun aksine meshin üç defa yapılmasının da Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Kulaklar, işaret parmaklarının içleri ile kulakların içleri, başparmakların içleri ile de kulakların dışları meshedilmek suretiyle birlikte meshedilirler.[157]
715. “Bize Yahya b. Hassan rivayet edip (dedi ki), bize İbn Lehi'a rivayet edip (dedi ki), bize Habbân b. Vâsi', babasından, (O) Abdullah b. Zeyd el-Mâzini'den, (O da) amcası Asım el-Mâzinî'den (naklen) rivayet etti (ki; Âsim) şöyle dedi:”
“Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- Cuhfe'de[158] görmüştüm. (O abdest almıştı) da ağzına su vermiş, burnuna su çekmiş, sonra yüzünü üç defa yıkamış, sonra ellerini üç defa yıkamış, sonra başını meshetmiş ve temizleyinceye kadar ayaklarım yıkamıştı. Sonra, ellerinin artığı olmayan bir su ile başını meshetmişti."[159]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“O, bu (son cümle ile) birinci meshi açıklamak istiyor.”[160]
Bu hadisin senedinde bir hata yapılmıştır. Hadisin, verilen tüm kaynaklarında olayı görüp anlatan Abdullah b. Zeyd b. Âsım'dır. Asım el-Mâzinî veya Abdullah'ın amcası denildiğine göre, Âsim b. Âsim el-Mâzinî şeklinde bir Sahâbi ismine de rastlanmamıştır. Hadis'in senedindeki İbn Lehi'a'nm, zayıf bir râvi olduğu söylenmiştir. Fakat bu hata ondan kaynaklanmış olmamalıdır.
Zira hadîsin Tirmizî ve Ahmed b. Hanbel'deki, içlerinde İbn Lehî'a'mn da bulunduğu bazı senedlerinde bu hata mevcut değildir. İşin câlib-i dikkat bir yönü Tirmizî'yi tahkik eden Ahmed Muhammed Şâkir'in, bu hadisi, Dârimi'nin elimizdeki hatalı matbu bir nüshasından naklederken senedde Âsim el-Mâzinî'yi zikretmemiş ol
masıdır. (Bkz. Tirmizî, 1/51, dipnotunda).
Dârimi'nin elimizdeki dört matbu nüshasında da bulunan bu hata muhtemelen bir istinsah hatasıdır. Ahmed b. Hanbel'de bunu düşündürtecek bir sened vardır. Şöyle ki, söz konusu bu sened "Habbân b. Vâsi’ an Ebîh an Abdillah b. Zeyd b. Âsim Aminini el-Mâzinî", yani "Habbân b. Vâsi', babasından, (O da) amcası Abdullah b. Zeyd b. Âsım el-Mâzini'den (naklen)" şeklinde şevkedilmiştir. Sened yazılırken büyük ihtimalle "Âsim ammihi" ibaresi, "an ammihi Âsim" şekline dönüşmüştür. Bu senedde Abdullah'a, Habbân'm babası Vâsi1 b, Habbân'ın amcası denmesi, Abdullah Vâsi'in ana-bir amcası değilse -ki bunu tesbit imkânımız olmadı-, Abdullah ve Vâsi'in neseblerinin, yukarlarda Mebzul b. Amr'da birleşmesinden dolayı olmalıdır.[161]
Bu hadiste Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem-, başını, ellerini yıkadıktan sonra yeni su alarak meshettiği görülmektedir. Bu, istenen bir husus olmasına rağmen, elleri yıkamaktan ellerde arta kalan su ile başa meshedilemeyeceği, yani yeni su almanın şart olduğu mânâsına gelmez. Nitekim Hz. Peygamberin, ellerim yıkadıktan sonra, bundan ellerinde kalan ıslaklıkla başını mes-hettiğine dair rivayetler de vardır.
Bu mesele "kullanılmış su'yun (mâ-i musta'mel) hükmü ile yakından alâkalıdır. Musta'mel su, "bir hadesi, yani hükmî bir necaseti gidermek, farzı yerine getirmek veya sevap kazanmak için insanın bedeninde veya bir uzvunda kullanılmış su" demektir. Musta'mel su Hanefî Mezhebine göre temiz olup onunla maddi necasetler giderilebilir, ancak onunla hükmî necasetler giderilemez. Yani musta'mel su ile ne abdest alınabilir, ne gusledilebilir.
Diğer bir ifade ile musta'mel su Hanefi Mezhebine göre temizdir ama temizleyici değildir. Bununla beraber, yine Hanefi Mezhebindeki "müfta bih" görüşe göre abdestte elleri yıkamaktan elde kalan ıslaklıkla baş meshedilebilir. Çünkü ellerde arta kalan bu ıslaklık, kabda kalan su gibidir.
Şafiî Mezhebine göre de musta'mel su temizdir ama temizleyici değildir. İmam Şafiî'den gelen bir görüşe ve İmâm Mâlik'e göre ise musta'mel su hem temizdir, hem de temizleyicidir, fakat tekrar kullanılması mekruhtur.[162]
716. “Bize Ebu'l-Muğire haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, Yahya'dan, (O) Ebû Seleme'den, (O) Ca'fer b. Amr b. Ümeyye ed-Damri'den, (O da) babasından (naklen) rivayet etti ki:”
“O, (yani Ca'fer'in babası Amr) Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem-mestler (inin) ve sarığ(mm) üzerine meshederken görmüştü."[163] Ebû Muhammed (ed-Dârimi'ye);
"Bunu kabul eder misin?" diye soruldu. O da;
"Evet, vallahi!" dedi.[164]
Bu hadisin zahirine göre abdestte baş yerine sarığa meshetmek yeterlidir. İmam Ahmed'in görüşü de budur. Bu görüşte olan alimlerin bir kısmı, baş yerine sarığa meshedilebilmesi için sarığın abdestli iken giyilmiş olması gerektiğini, çoğu alim ise bunun şart olmadığını, yine çoğu alim, sarığa meshetmekte bir zaman sınırlaması olmadığını söylemişlerdir. İmâm Mâlik ve İmâm Şâfıî ise sarığa, ancak onunla beraber başa da meshedilirse meshedilebileceğini söylemiş ve sarığa meshedilmesini caiz gösteren hadisleri; Hz. Peygamber önce başına meshetmiş, sonra bunu, sarığına meshetmekle ikmal etmiş şeklinde yorumlamışlardır. Mâliki Mezhebindeki meşhur görüşe göre ise sarığa ancak bir zaruretten dolayı mes-hedilmesi sahih olur. Hanefi Mezhebine gelince, bu mezhebde baş yerine sarığa meshetmenin caiz olmadığı, bunun caiz olduğuna delâlet eden haberlerin ya husûsi bir izinle alâkalı, yahut mensûh olduğu söylenmiştir. Diğer bir izaha göre, Hz. Peygamber'in sarığına meshettiğini görüp rivayet edenler, onun uzağında bulunmuş olacak ki, Hz. Peygamber başını meshederken sarığı başından çıkarmadığından dolayı onun sarığına meshettiğini sanmışlardır. Hanefi mezhebine göre kadın da başörtüsüne meshedemez. Bu ancak, kadının başörtüsüne meshedip ıslaklığın da başına geçip başının dörtte bir kadar kısmını ıslatması halinde caizdir.[165]
717. “Bize Kabİsa haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Zeyd b. Eslem'den, (O) Atâ’ b. Yesâr'dan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi ki:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir defasında abdest uzuvlarını) birer kere (yıkayarak) abdest almış ve avret yerine su serpmişti.”[166]
Avret yerine su serpmek, orada ıslaklık görüldüğünde bunun istincâdan veya abdestten sonra oradan çıktığı, dolayısıyla istincânın tam olmadığı veya abdestin bozulduğu şeklinde meydana gelebilecek Şeytânı vesveselere karşı öğretilen psikolojik bir tedbirdir. Avret yerine su serpen, orada ıslaklık gördüğünde bunu, serpmiş olduğu suya hamleder ve Şeytani vesveseden kurtulur.
Dârimi koyduğu başlıkla, avret yerine su serpme işinin abdestten önce, (istincâdan sonra) yapılmış olduğuna işaret etmek istemiştir. Bu başlık altında ibn Abbâs'ın mezkur hadisini zikrettiğine göre onun, arapçadaki "vâv" atıf harfinin matufun aleyh ile mâtûf arasında "tertîb"e değil de "cem"e delâlet ettiği görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı hadiste geçen "abdest almış ve ...su serpmiş" ifadesinden, "önce abdest almış sonra su serpmiş" mânâsı anlaşılmaz. Bundan bu iki fiilin, hangisinin önce hangisinin sonra olduğu belirtilmeksizin, vuku bulduğu anlaşılır.
Bilindiği gibi Basra nahivcileri de vâv atıf harfinin sadece "cem"a, yani iki şeyi bir hükümde, bir hususta birleştirmeye, Küfe nahivcileri ise düzen ve tertibe, yani birinin önce, diğerinin ondan sonra yapılmış olduğuna delâlet ettiği görüşündedirler.[167]
Bununla beraber Hz. Peygamber'in, avret yerine su serpme işini istincâdan sonra abdestten önce yaptığım belirten rivayetlerin yanında, bunu abdestten sonra yaptığını belirten rivayetler de vardır. Bundan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, bu işi bazan abdestten önce bazan da sonra yapmıştı. Avret yerine su serpmek, bilhassa vesveseli insan için, müstehabdır.[168]
718. Bize Ubeydullah b. Musa, İbn Ebî Leyla'dan, (O) Seleme b. Küheyl'den, (O) Küreyb'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Teyzem Meymûne'ye, Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- cünüplükten yıkanışını, (yani nasıl gusül yaptığını) sormuştum da O şöyle demişti:”
“Su kabı getirilir, O da sağ eliyle sol eline (su) döker ve avret yeri ile ona bulaşan şeyleri yıkar, sonra, namaz için aldığı abdest gibi abdest alır, sonra başını ve vücûdunun geri kalanını yıkar, sonra (gusül yaptığı yerden) ayrılır ve ayaklarını yıkar, sonra ona mendil (havlu) getirilirdi. O bu (havluyu) önüne kor ve ona dokunmayarak, (silinmeyerek) parmaklarını (sular akıp gitsin diye) silkerdi.”[169]
Bu hadisi, gusül ve abdestden sonra havlu ve benzeri bir şeyle kurulanmanın mekruh olduğu görüşünde olanlar, kendilerine delil getirmişlerdir. Fakat bu hadiste onların lehine bir delil yoktur. Çünkü bu olayda Hz. Peygamber'in, getirilen havlu ile kurulanmaması, havlu veya o anki durumu ile alâkalı bir sebepten dolayı olmuş olabilir. Aslında ona havlu getirilmiş olması, onun daha önce gusülden sonra havlu ile kurulandığını gösterir. Nitekim Hz. Peygamber'in gusül ve abdestten sonra havlu yerine geçecek bir şeyle kurulandığına delâlet eden rivayetler vardır. Bu konuda gusül ile abdestin bir farkı yoktur. Hanefi Mezhebinde gusül ve abdestten sonra havlu veya benzeri bir şeyle kurulanmak gusül ve abdestin âdabından sayılmış, Ebû Hanife, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel de bunun mübâh olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda Şâfıî Mezhebinde ise, ter-kedilmesi müstehab; yapılması mekruh; müstehab; kışın değil de yazın mekruh; mübâh olduğu şeklinde beş görüş vardır. Bunların en meşhuru birinci görüştür. Bununla beraber bu mezhebde de, soğuk gibi bir ihtiyaç halinde gusül ve abdesten sonra kurulanmada hiçbir kerahet yoktur.[170]
719. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Zekeriyyâ -ki O İbn Ebi Zâ'ide'dir-, Âmir'den, (O) Urve İbnu'l-Muğire'den, (O da) babasından (naklen) rivayet etti (ki, Urve'nin babası el-Muğire) şöyle dedi:”
“Bir yolculukta bir gece Rasûlullah'la -sallallahu aleyhi ve sellem- beraber idim. Bir ara;
"Yanında su var mı?" buyurdu. Ben de,
"Evet" dedim. Bunun üzerine devesinden ve gecenin karanlığında benden gizleninceye kadar yürüdü. Sonra geldi. Ben de O'na su kabından (su) döktüm de o ellerini ve yüzünü yıkadı. Üzerinde yün bir cübbe vardı. (Yen'inin darlığı yüzünden) kollarını ondan çıkaramadı. Sonunda onları cübbenin alt tarafından çıkardı ve kollarını yıkadı, başına mesh etti. Sonra ben, mestlerini çekip çıkarmak için uzandım. Bunun üzerine;
"Onları bırak. Çünkü ben (ayaklarımı) onlara temiz olarak sokmuştum" buyurdu ve onların üzerine mesnetti.”[171]
"Mest," topuklarla beraber ayakları örten ayakkabı demektir. "Mesh" ise, burada, ıslak eli veya onun yerine geçecek bir şeyi Şer'î müddeti içinde mestin üzerine değdirmektir. Abdest alırken ayakları yıkama yerine, ayaklara abdestli iken giyilmiş olan mestler üzerine meshetmek, Ehl-i Sünnet müslümanlar nezdinde tevâtüren sabit olan bir durumdur. Aşere-i Mübeşşere dahil seksenden fazla Sahâbî bu konuda merfû hadis rivayet etmiştir. Bundan dolayı Ebû Hanife bunu caiz görmeyi, Ehl-i Sünnet ve'1-Cemâat olma alâmetlerinden biri telakki etmiştir. Buna göre Mâ'ide Sûresinin 6. âyetindeki, abdestte ayakları yıkama emri, (abdestli olarak) mest giymemiş olanlara hitap etmektedir. Nitekim bu âyetin nuzûlünden[172] sonra Hz. Peygamber'in mestler üzerine meshettiğini bildiren hadisler vardır.
Bu demektir ki, Sünnet, âyeti "tahsis" etmiştir. Abdestte mestler üzerine meshetmenin önceki milletlerde olmadığı, bunun müslümanlara tanınan bir kolaylık olduğu nakledilir. İslâm'da ise, mezkûr âyetin, mestler üzerine meshetmeyi neshettiği iddiasına karşı, "bu, ondan önce yoktu" denilmediğine bakılacak olursa, bu meshin, mezkûr âyetin nüzulünden önce meşru’ kılındığı söylenebilir.
Mestler üzerine meshetmek caiz olmakla beraber, Ebû Hanife, Mâlik ve Şâfıî aslolan yıkamanın daha üstün olduğunu, Ahmed b. Hanbel'den gelen en sahih rivayete göre ise O, meshin daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Diğer taraftan mestler üzerine meshin caiz olması için mestlerin giyilme durumu ve evsafı ile alâkalı bazı şartlar vardır. Şöyle ki, mestler üzerine meshin yapılabilmesi için onların abdestli olarak giyilmiş olmaları şarttır. Mâlik, Şâfıî ve Ahmed mestlerin, abdest tam alındıktan sonra giyilmelerinin şart olduğunu, Ebû Hanife ise sağ ayağı yıkayıp sağ mestin, sonra sol ayağı yıkayıp sol mestin giyilebileceğini söylemişlerdir. Hanefi alimlere göre mestlerin de şu vasıfları taşımaları şarttır:
a) Ayakları topuklarıyla beraber her taraftan örtmüş olmak;
b) Ayakta oldukları halde onlarla en az bir fersah (=üç mil=5040 m.) yürüyebilmek mümkün olmak; (Şâfiîler, onlarla, namazın kİsaltılarak kılınabileceği bir mesafeye kadar gitmeyi şart koşarlar);
c) Mestlerden herbiri topuktan aşağıda, ayak parmaklarının küçüğü ile üç parmak miktarı delik, yırtık ve sökükten hali olmak;
d) Bağsız olarak ayakta durabilecek derecede kalın olmak,
e) Dışardaki suyu hemen emip ayak tenine ulaştırmamak. Hanefî Mezhebine göre, mestler üzerine meshedilebilmesi için ayrıca, her ayağın ön tarafından, elin en küçük parmağı ile en az üç parmak miktarı yaradılıştan mevcut olmak da şarttır. Kİsaca abdestte mestler üzerine meshetmek için belli başlı iki şart vardır:
1. "Mest" denilebilecek vasıflara sahip ayakkabılar;
2. Bunları abdestli olarak giymiş olmak- Bu iki şart, yukarıdaki hadisten çıkarılabilir. Şöyle ki onda "mestler'ın zikri geçmektedir. Bir şey mutlak olarak zikredüdiğinde akla onun tam olanı gelir. Hadiste ikinci şarta ise sarahaten işaret edilmiştir. Abdestte mestler üzerine meshetmek kâfi olan miktar hakkında ise; Malikiler, mestlerin üstünün bütününe; Hanbeliler mestlerin üstünün çoğu kısmına; Şâfiîler, bir parmak kadar da olsa "mesh" ismi verilebilecek bir miktarına; Hanefîler her ayağın ön tarafına tesadüf eden mestin üzerindeki, el parmaklarının en küçüğü ile üç parmaklık bir yere meshedilmesinin vâcib (farz) olduğunu söylemişlerdir.[173]
720. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân rivayet edip (dedi ki), bize Amr b. Kays, el-Hakem b. Uteybe'den, (O) el-Kâsim b. Muhaymire'den, (O) Şureyh b. Hâni'den, (O da) Hz. Ali b. Ebi Tâlib'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Ali) şöyle dedi:”
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, yolcu ("musâfır") için üç gün ve gecelerini, (kentinde) oturan (mukîm) için ise bir gün bir gece (müddet) koydu. (Hz. Ali) mestler üzerine meshi kastediyor.”[174]
Yolcu ("musafir")den maksat, "sefer müddeti" denilen, namazların kİsaltılarak kılınabileceği kadar uzaklıkta bir yere giden kimsedir.
Bu yer Hanefi Mezhebine göre mu'tedil bir yürüyüşle en az üç günlük, yani onsekiz saatlik bir mesafedir. Bazı Hanefi fakihlere göre "sefer müddeti" 18 fersahlık, yani 90 km. 720 m.'lik bir mesafedir. İmam Mâlik, İmam Ahmed ve son görüşünde İmam Şafiî'ye göre ise sefer müddeti 16 fersah, yani 80 km. 640 m.'dir.
Yukarıdaki hadis musâfir'in üç gün üç gece, mukîmin bir gün bir gece, abdestte mestlerinin üzerine meshedebileceğine delâlet etmektedir. Ebû Hanife, Şafiî ve Ahmed'e göre de hüküm böyledir. Ancak Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre yolculuğun mubah olması gerekir. Bunlara göre, ma'siyet sayılan bir yolculukta mesh müddeti bir gün bir gecedir. Maliki Mezhebine göre ise mestler üzerine mes-hin bir müddeti yoktur. Guslü gerektiren bir şey olmadıkça, mestler üzerine mesh yapılabilir. Sadece cuma namazını kılacak kimseler için cuma gününü mestleri çıkarıp ayakları yıkamak mendubdur. Mestlere meshetmekte müddet kabul edenlere göre bu müddet, mestler giyildikten sonra, vukubulan hadesten, (yani abdestin bozulmasından) itibaren başlar.[175]
721. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Yûnus, Ebû İshak'tan, (O da) Abdu Hayr'dan (naklen) rivayet etti (ki, Abd Hayr) şöyle dedi:”
“Hz. Ali'yi abdest alırken görmüştüm. O, pabuçların üzerine meshetmiş, ardından (sözü) açmış, sonra şöyle demişti:
"Şayet ben, sizin benim, yaptığımı gördüğünüz gibi, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- yaptığını görmemiş olsaydım, ayakların içinin (altının), meshedilmeye, dışlarından (üstlerinden) daha lâyık olacağı görüşünde bulunurdum".[176] Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki, bu hadis, "...başınızı meshedin ve ayaklarınızı da topuklara kadar (yıkayın) "[177] âyetiyle neshedilmiştir.[178]
"Papuç" diye tercüme ettiğimiz "na'l", ayağı, yere çıplak dokunmaktan koruyan şey, ayakkabı demektir. Türkçede buna "nâlin" veya bugünkü kullanışta ayağa takılan "terlik" de denir. Abdestte papuçların üzerine meshetmek, çıplak ayak üzerine meshetmek gibidir. Çünkü pabuçlar, tasmalarla ayağa bağlı olup üstleri açıktır. Dârimi'nin, Hz. Ali'nin haberini izahına göre, Mâ'ide Sûresinin 6. âyeti inmeden önce abdestte pabuçların, yani çıplak ayakların üzerine meshetmek meşrûymuş, sonra mezkûr âyetle bu hüküm kaldırılmıştır. Hadisi bu şekliyle kabul edecek olursak, bu izah ma'kûldur. Ancak hadis bu şekliyle garibdir. Çünkü onun, diğer tariklerle gelen rivayetlerinin hiçbirinde "papuçlar üzerine meshetme"nin zikri geçmemektedir. Onlarda "papuçlar" yerine "mestler" veya "ayaklar" kelimeleri mezkûrdur. "Ayaklar" kelimesinin geçtiği bir rivayetin râvisi olan Vekî' ise, rivayetin sonunda, "(ayaklarla) mestleri kastediyor" açıklamasını yapmıştır. Hz. Ali'den gelen ve abdestte ayakları yıkadığını belirten haberleri de nazar-ı i'tibara alırsak, söz konusu rivayetlerde "ayaklar"dan "mestlerin ayakları"nın kastedilmiş olduğu kesinlikle anlaşılır. Hadisin asli şeklini bu şekilde tesbit ettikten sonra Dârimi'nin yukarıdaki izahını kabul etmek mümkün değildir. Çünkü bu durumda mestler üzerine meshetme ruhsatının mezkûr âyetle kaldırılmış olduğu neticesi çıkar ki, Dârimi'nin kendisi de, önceki bablardan anlaşılacağı üzere, bu görüşte değildir. Nitekim mezkûr âyetin nüzulünden sonra Hz. Peygamber'in mestler üzerine meshettiği sahih senedle rivayet edilmiştir.
Bu söylenenlerin yanında Hz. Ali'nin bir abdestte papuçlar üzerine meshettiğini gösteren başka haberler de vardır.[179] Fakat bu haberler, incelendiklerinde görüleceği üzere, ya abdestli olduğu halde yeniden abdest alması ile (-ki hadislerde buna "hafif abdest" ta'bir edilir-) veya pabuçların içinde ayaklarını yıkayıp pabuçlarının üzerine meshetmesi ile, yahut ayaklarında (meshetnıeye elverişli) çorapları olduğu halde çoraplarla beraber pabuçlarının da üstüne meshetmesi ile alâkalıdırlar, ya da bu haberlerde, mezkûr durumlar ihtimal dahilindedir. Burada şu hususa da işaret etmek lâzımdır. Haberlerden anlaşıldığına göre, birkaç abdest çeşidi vardır: Abdestli olanın alacağı abdest; uykudan önce, uyumak için alınacak abdest; ateşte pişmiş şeylerin yenmesinden dolayı alınacak abdest; namaz kılmak için alınacak abdest. Rivayetlerde, "hafif abdest", "namaz için aldığı abdest gibi abdest aldı" gibi şekillerde abdestler arasında bir ayrımın yapıldığına rastlamaktayız.[180]
Netice olarak, namaz için alınacak abdestte papuçlarm üzerine meshetmek yeterli değildir. Ayakları, pabuçların içinde veya dışında mutlaka yıkamak gerekir.[181]
722. “Bize Abdullah b. Yezîd haber verip (dedi ki), bize Hayve rivayet edip (dedi ki), Ebû Akîl Zühre b. Ma'bed, amcasının oğlundan, (O da) Ukbe b. Âmir'den naklen haber verdi ki:”
“O (yani Ukbe) Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber Tebûk gazasına çıkmıştı. Derken Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün Ashabına konuşmak üzere oturmuş ve şöyle buyurmuştu:
"Kim güneş yükseldiği zaman kalkar, abdest alır, abdesti de güzelce alır, sonra iki rekât namaz kılarsa, günâhlarından, annesinin onu doğurduğu gündeki gibi, çıkmış (kurtulmuş) olur." Ukbe dedi ki, bunun üzerine ben;
"Bunu Rasûlullah'tan -sallallahu aleyhi ve sellem- duymakla beni rızıklandıran Allah'a hamdolsun!" demiştim de, Ömer İbnul-Hattab -ki O, karşımda oturmuş bir haldeydi-, şöyle karşılık vermişti:
"Buna hayret mi ediyorsun? Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, sen gelmeden önce bundan daha hayret verici bir şey buyurmuştu." O zaman,
"Peki, o nedir? Babam-anam sana feda olsun!" demiştim de Ömer (radıyallahu anlı) şöyle cevap vermişti: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu:
"Kim abdest alır, abdestini de güzelce alır; sonra gözünü göğe -veya "bakışını göğe" buyurmuştu- kaldırır ve "Eşhedu en lâ ilahe illellahu vahdehu lâ şerike lehu ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Rasûluhu = şehâdet ederim ki; tek olan, hiçbir ortağı olmayan Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" derse, ona Cennetin sekiz kapısı açılır. O, onların hangisinden isterse (Cennete) girer. "[182]
Bu hadis, âdâb ve erkânına uygun olarak ihlaslı bir şekilde yapılacak az ibadetin çok büyük nıükâfaatlar kazandıracağına delâlet etmektedir. İnsan, yapacağı böyle bir amelle, bir elektrik düğmesine dokunup da zifiri karanlığı ışığa boğması gibi, zulmetli günahkâr dünyasını aydınlık bir hâle çevirebilir. Ancak, ilgili diğer rivayetler gösteriyor ki, burada sözkonusu olan bağışlanacak günâhlar, küçük günâhlardır. Kul haklarına taalluk eden günâhlar da bu bağışlamanın dışındadır.
Hanefî Mezhebine göre abdestten sonra mezkûr duanın okunması ve, "kerâhat vakitleri" dışında iki rekât namazın kılınması müstehabdır. Abdestden sonra iki rekât namaz kılmanın, dört mezhebe göre sünnet olduğu da söylenmiştir.
Hadis, Cennetin sekizden fazla kapısının olduğuna da delâlet etmektedir. Cennetin; İman, Namaz, Oruç, Sadaka, Öfkesini Yenenler, Razı Olanlar, Cihad ve Tevbe isimli sekiz kapısının yanında Rahmet, Reyyân, Kuşluk, Sevinç... isimli kapılarının olduğu da nakledilir. Bir açıklamaya göre Cennetin asıl sekiz büyük kapısı vardır. Diğer kapılar, bu büyük kapıların içinde yer alan küçük kapılardır.[183]
723. “Bize Ahmed b. Abdillah haber verip (dedi ki), bize Leys b. Sa'd, Ebu'z-Zübeyr'den, (O) Sufyân b. Abdillah'tan, (O) Âsim b. Sufyân'dan (naklen) rivayet etti ki:”
“Onlar (yani Asım ve arkadaşları) Selâsil Savaşı'nı yaptılar ve Muâviye'nin yanma döndüler. (Muâviye'nin) yanında Ebû Eyyûb ve Ukbe b. Âmir vardı. Derken Ebû Eyyûb dedi ki:
"Ben Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyururken işitmiştim:
"Kim emredildiği gibi abdest alır ve emredildiği gibi namaz kılarsa, geçmiş (kötü, günâh) amelleri bağışlanır." "(O) böyle mi (buyurmuştu), Ukbe!" O da:
"Evet, (böyle buyurmuştu)" dedi.'[184]
Yâkût el-Hamevî'nin nakline göre İbn Hıbbân el-Envâ' isimli kitabında bu hadisi rivayet ettikten sonra Selâsil Savaşı'nın Hz. Muâviye zamanında vukubulduğunu haber vermiştir. Yâkût ise bu "Selâsil'in ne olduğunu bilmediğini kaydetmiştir.[185] Biz de bakabildiğimiz tarih kitaplarında bu savaş hakkında bir bilgi bulamadık.[186]
724. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mubârek haber verip (dedi ki), bize Mâlik, Süheyl b. Ebî Sâlik'ten, (O) babasından, (O da) Ebû Hureyre'den (naklen) rivayet etti ki, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:” “Müslüman -veya mümin- kul abdest aldığında yüzünü yıkadığı zaman, gözüyle kendisine bakmış olduğu her günah, su ile beraber -veya "suyun son damlası ile beraber"- yüzünden çıkar, (gider). Ellerini yıkadığı zaman ise, elleriyle tutmuş olduğu her günah, su ile beraber -veya "suyun son damlası ile beraber"- ellerinden çıkar, (gider). (Abdest alan kul) sonunda günâhlardan arınmış bir hale gelir.”[187]
725. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Ali b. Zeyd'den, (O da) Ebû Osman'dan (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Osman) şöyle dedi:”
“Selmân'la beraber bir ağacın altında idim. Ondan kuru bir dal aldı ve onu, yaprakları dökülünceye kadar salladı. (Sonra):
"Bana sormuyor musun, bunu niçin yapıyorum?" dedi. Ben de O'na:
"Bunu niçin yaptın?" dedim. Şöyle karşılık verdi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-bana böyle yapmış, sonra şöyle buyurmuştu:
"Şüphe yok ki, müslüman abdest aldığında abdesti güzelce alınca ve beş (vakit) namazı kılınca günahları şu yaprakların dökülmesi gibi dökülür." Sonra "Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl" (mealindeki âyeti), "bu, ibret alanlara bir öğüttür"[188] sözüne kadar okudu.[189]
726. “Bize Muhammed b. Yûsuf, Sufyân'dan, (O) Amr b. Amir el-Ensâri'den, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) haber verdi (ki, Enes) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- her namaz için abdest alırdı. (Herhangi) birimize ise, abdestini bozmadığı sürece bir abdest kâfi gelirdi.”[190]
Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- ekseri âdetleri, her namaz için, abdestli olduğu halde abdest almaktı. Ancak tek abdestle birkaç vaktin namazını kıldığına dair de sahih rivayetler vardır. Bu konuda şu açıklamalar yapılmaktadır: Muhtemelen, her namaz için abdest almak, önceleri sadece Hz. Peygamber için farzdı. Sonra Hayber yılında (hicri 7. yıl) bu farzlık kaldırılmıştı. Nitekim 664. hadis de bunu göstermektedir. Veya Hz. Peygamber, önceleri, daha faziletli olduğu için her namazda abdest alıyordu. Sonra, böyle yapmanın vâcib olduğu zannedilir endişesiyle tek abdestle birkaç vakit namaz kılmış ve bunun caiz olduğunu göstermişti. Bu durumda 664. hadisdeki "emr"in "müstehablık" ifade ettiğini söylemek lâzımdır. Sahâbe-i Kiramın da, her ne kadar zaman zaman tek abdestle bir kaç vaktin namazını kılıyor idiyseler de, daha faziletli olduğu için, her namazda, abdestli oldukları halde abdest aldıkları da sabittir. Her vakit namaz için, abdestli olunduğu halde abdest almak müstehabdır.[191]
727. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Süheyl b. Ebi Salih'ten, (O) babasından, (O da) Ebu Hureyre'den (naklen) rivayet etti ki, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Sizden biriniz namazı esnasında oturağında bir hareketin olduğunu sanır da, abdesti bozuldu mu yahut bozulmadı mı diye kendisine bir güçlük çıkarsa, bir ses işitinceye veya bir koku hissedinceye kadar (namazından) ayrılmasın."[193]
Hadisin zahirine göre abdesti bozan sadece iki şey vardır. Dârimi ise, koyduğu başlıkla bunun böyle anlaşılmamasına dikkat çekmektedir.
Zira zikredilen iki şeyden başka da abdesti bozan, yani "hades"e (abdestsizlik haline) sebep olan durumlar vardır. Burada sadece ikisinin zikredilmesi namaz içinde Şeytanın ekseriya o yönden vesvese vermesinden dolayı ve muhtemelen, hadisin, böyle bir vesvese içinde olan bir kimseye cevap olması sebebiyle halin gereğidir. Nitekim Abdullah b. Zeyd'in bir rivayetinde Hz. Peygamber'e, namazında vesveseye düşen bir adam şikâyette bulunmuş, bunun üzerine Hz. Peygamber de; "bir ses işitinceye veya bir koku hissedinceye kadar (namazdan) ayrılmasın" buyurmuştu.[194]
Dârimi'nin koyduğu başlıktan, abdestin sadece hadesten dolayı gerekeceği de anlaşılabilir. Zahiriler, Mâide Sûresinin 6. âyetinin zahirine dayanıp abdestin mutlak olarak namaza kalkmaktan dolayı, (binaenaleyh her vakit namazı için abdest almamanın) farz olacağını söylemişlerdir. Dârimi, bir önceki hadiste her vakit namazı için abdestin gerekmediğini tesbitten sonra burada, abdestin sadece hadesten gerekeceğine delâlet eden bir başlık koymuştur. Bu durumda onun zahirilerin tam aksi görüşte olduğu ve abdestin farz olmasının sebebi olarak sadece hadesi gördüğü düşünülebilir. Nitekim abdestin farz olma sebebi olarak sadece hadesi görenler vardır. Ancak Dârimi'nin, 665. hadisin izahı sadedinde söylediklerinden O'nun, her ikisini, yani hades (abdestsizlik hali) ile namaz kılmak istemeyi birlikte şart gördüğü anlaşılmaktadır. Alimlerin ekserisinin görüşü de budur.
Şu halde Dârimi'nin koyduğu başlığın iki mânâsı olabilir: Bu bölümle ilgili olan mânâsı şudur: Abdest sadece kesin hadesten gerekir, şüpheden dolayı gerekmez. Burada asıl anlatılmak istenen budur. Başlık altında zikredilen hadis de bu mânâyı desteklemektedir. Başlığın, abdestin farz olma sebepleri ile ilgili olan mânâsı ise şudur: Namaz kılmak isteyene, sadece hadesten dolayı, yani abdestsiz olduğunda abdest alması gerekir. Dârimi, daha önce merfû' hadis olduğunu kaydettiği (bkz. 665. hadis) bu cümleyi iki yerde kullanmakla herhalde onun bu iki mânâya da gelebileceğine işaret etmek istemiştir.
Yukarıdaki hadisten, İslâm hukukunun mühim kaidelerinden biri de çıkmaktadır. Bu, "yakîn, şek ile zail olmaz" kaidesidir. Bu kaidenin meselemize uygulanması şöyledir: Namaz kılmakta olan kimse abdestli olduğunu yakînen biliyordu. Sonra abdesti bozuldu mu, bozulmadı mı diye bir şüphe içine düşmüş. İşte bu şüphe ile, abdestli olduğuna dair daha önceki kesin bilgisi ortadan kalkmaz ve o, abdestli sayılır. Alimlerin ekserisi bu şüphenin namazın içinde veya dışında meydana gelmesinde fark olmadığını, her iki halde de abdestin baki kaldığını söylemişlerdir. Mâliki Mezhebindeki meşhur görüşe göre ise, namaza başlamadan önce abdestin bozulduğu konusunda şüphe içine düşülürse abdest geçersiz olur, namaz, yeniden abdest alınıp kılınmalıdır. Şayet şüphe namazın içinde iken arız olursa, abdestsizlik hali açık olarak meydana çıkmadıkça namaz kesilmez. Şüpheden sonra abdestli olduğu ortaya çıkarsa mesele kalmaz. Ancak şüphe devam eder veya abdestsizlik hali ortaya çıkarsa, abdest ve namaz iade edilir.
Namaz içinde abdestin bozulduğu kesinlik kazanınca namazdan ayrılıp abdest alınır ve Hanefi Mezhebine göre, namaza kalınan yerden devam edilir, Şafiî, Mâlik ve Ahmed'e göre ise namaza baştan başlanır. Hanefî Mezhebinde efdal olan da namaza yeniden başlamaktır.[195]
728. “Bize Muhammed İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), Bakıyye İbnu'l-Velîd, Ebû Bekr b. Ebî Meryem'den haber verdi (ki, O şöyle dedi): Bana Atiyye b. Kays el-Kelâ'î, Muâviye b. Ebî Süfyân'dan (naklen) haber verdi ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuş:”
"Ancak gözler, dübürün (oturağın) bağıdır. Binaenaleyh göz uyuyunca bağ çözülür."[196]
Ebû Muhammed Abdullah (ed-Dârimi'ye) dendi ki,
"Bunun (zahiri) hükmünü kabul eder misin?" O:
"Hayır, (kişi) ayakta uyuduğu zaman ona abdest gerekmez" karşılığını verdi.[197]
Uykunun abdesti bozup bozmayacağı, diğer bir ifadeyle, uykudan dolayı abdestin gerekip gerekmeyeceği konusunda birçok hadis vardır. Yukarıdaki hadis bunlardan biridir. Bu hadiste geçen "gözler", uyanıklık halinden kinayedir. Uyanık olan kimse, kırbanın bağının kırbadan bir şeyin çıkmasına mani olması gibi iradesi dışında dü-büründen bir şey çıkmasına mani olur, çıkması halinde de bundan haberdar olur. Binaenaleyh uyku halinde dübürden bir şey çıkması muhtemeldir. Dolayısıyla da uyku abdesti bozucudur.
Hadis, zahiri manâsıyla mutlak olarak uykunun abdesti bozduğuna delâlet etmektedir. Nitekim bu görüşte olanlar, görüşleri için bu hadisle Hz. Ali'den nakledilen aynı mealdeki bir hadisi delil getirmişlerdir. Ne var ki bu hadisler zayıftır. Sahih oldukları faraza kabul edilirse, o zaman da, dübürden bir şey çıkmasına imkân verecek bir şekildeki (ağır) uykuya hamledilirler.
Dârimi de yukarıdaki hadisi, herhalde böyle anlamıştır. Alimler bu konuda, ilgili diğer hadislere istinaden, şu görüşleri -özetle- serdetmişlerdir:
Mâlik ve bir rivayete göre Ahmed, bütün hallerde uykunun çoğunun abdesti bozacağı, azının ise bozmayacağı; Ebû Hanife ise, ister namaz dahilinde olsun ister namaz haricinde olsun, kıyam, rükû, secde gibi namaz şekillerinden birinde uyuma halinde uykunun abdesti bozmayacağı, yan veya sırtüstü yatıldığında ise bozacağı görüşündedirler. Şâfîîlere göre ise, ister namaz dışında olsun ister içinde olsun, oturağını sağlam bir şekilde yere dayayarak uyuyanın uykusu, abdestini bozmaz.[198]
729. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), Muhammed b. İshak, Sa'îd b. Ubeyd ibni's-Sebbâk'tan, (O) babasından, (O da) Sehl b. Huneyf ten (naklen) haber verdi (ki Sehl) şöyle dedi:”
“Ben meziden dolayı güçlük çekiyor ve onun yüzünden çok guslediyordum. Sonra bunu Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- anlattım ve O'na onun (hükmünü) sordum. O da şöyle buyurdu:”
"Bundan dolayı abdest alman sana kâfi gelir." (Sehl) dedi ki;
"Peki, dedim, ondan elbiseme bulaşan şeyi nasıl (temizlemeliyim?”) Buyurdu ki;
"Bir avuç su al ve onu, bulaştığını zannettiğin yere serp!"[199]
"Mezî", beyaza çalar yapışkan ince sıvıdır. Şehvet duyulan kimse ile oynaşma, cinsi münâsebeti düşünme veya isteme hallerinde cinsel organdan çıkar. Çıkışı bazan hissedilmez. Mezî hem erkekten hem de kadından çıkabilir. Bir de "vedî" vardır ki, bu, ekseriya işemeden sonra cinsel organdan çıkan yapışkan beyaz koyu sıvıdır. Meziden dolayı gusül almak gerekmez. Sadece abdest almak yeterlidir. Mezî necis (pis)dir ve yıkamakla temizlenir.
Bazı alimler, ilgili bazı hadislerin zahirine dayanarak, mezinin bulaştığı yerin temizlenmesi için su serpmenin kâfi geleceğini söylemişlerse de, alimlerin cumhuruna göre bu kâfi değildir, mutlaka yıkamak gerekir.
Hadiste geçen "su serpme", (su serperek) "yıkama" manasınadır. Nitekim bazı rivayetlerde sarîh olarak "yıkama" zikredilmiştir. Hanefi ve Şâfiîler sadece mezinin bulaştığı yerlerin yıkanmasının, Mâlikiler ise erkeklik organının tamamının yıkanmasının vâcib (farz) olduğunu söylemişlerdir. İmam Ahmed'den ise bu konuda iki rivayet vardır: Birine göre sadece erkeklik organı, diğerine göre, onunla beraber husyeler de yıkanır.[200]
730. “Bize Ebu'l-Muğire haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, ez-Zühri'den rivayet etti (ki O, şöyle dedi:) Bana Ibn Hazm, Urve'den, (O da) Busre bint Safvân'dan (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani Busre), Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem-; "Adam, erkeklik organına dokunmaktan dolayı abdest alır," buyururken işitmişti.”[201]
Bu hadis, erkeklik organına dokunmanın abdesti bozacağına delâlet etmektedir. Bu dokunma, arada bir şey olmaksızın olmalıdır. Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadiste bu, sarahaten belirtilmiştir. Ayrıca "mess=dokunma" kelimesi de, arada bir şey olmaksızın değmesi ifade eder. Mâlik, Şafiî ve Ahmed de bu ve konuyla ilgili diğer hadislere istinaden erkeklik uzvuna dokunmanın abdesti bozacağını söylemişlerdir. Suyûtî, bu konudaki hadisleri, mutevâtir hadisler arasında saymıştır.[202] Hanefıler, Talk b. Ali'nin, erkeklik uzvuna dokunmanın abdesti bozmayacağına delâlet eden rivayetine[203] dayanarak bu dokunmanın abdesti bozmayacağını kabul etmiş, yukarıdaki hadisi de, "dokunmadan sonra eli yıkama" şeklinde anlamışlardır. Birinci görüşte olanlar Talk'ın rivayet ettiği hadisin, sahih olması halinde, Busre'nin rivayet ettiği hadisle mensûh olduğunu söylemişlerdir. Dârimi de, Sünen'in bir nüshasında, bundan sonraki hadisin sonunda yer alan, "abdest alma, bana daha sabit (doğru) geliyor" sözünden anlaşıldığına göre, erkeklik organına dokunmanın abdesti bozacağı görüşündedir.[204]
731. “Bize Ahmed b. Hâlid el-Vehbî, Muhammed b. İshak'tan, (O) Abdullah b. Ebî Bekr'den, (O) Urve'den, (O) Mervân İbnu'l-Hakem'den, (O da) Busre bint Safvân'dan (naklen) haber verdi ki, O (yani Busre) Hz. Peygamber'i -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururken işitmişti:”
"Kim fercine (ön ve arka avret yerine) dokunursa, abdest alsın"[205] (Rivayetin) sonunda Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
"Bu (rivayet), ferce dokunma hakkında daha sağlamdır."[206]
"Fere", kadIN-erkek insanın ön ve arka avret yerine ıtlak olunur. Bu kelime zamanla ekseriya kadının ön avret yeri için kullanılmıştır. Yukarıdaki hadisin sadece Müstedrek'teki rivayetinde "zeker=erkeklik organı" yerine "fere" kelimesi geçmektedir.
Fakat diğer Sahâbilerin bu konudaki bazı rivayetlerinde de "zeker" yerine "fere" kelimesi geçmektedir. Bu hadislere dayanarak Hanbeliler arka avret yerine (dübüre) dokunmanın da abdesti bozacağını söylemişlerdir. Şafiî Mezhebindeki mu'temed görüşe göre de "insan dübüru'ne dokunmak abdesti bozar.
Mâlikiler ise, insanın kendi dübürüne dokunmasının abdesti mutlak olarak bozmayacağı görüşündedirler. Kadının, kendi avret yerine dokunmasına gelince, Malikîlerin meşhur olan görüşüne göre bu mutlak olarak abdesti bozmaz. Hanbeliler ise, fercin iki kenarının, sidik, meni ve hayz kanının çıkış yeri olan arasına dokunmanın abdesti bozacağını, iki kenarına dokunmanın ise bozmayacağını söylemişlerdir.[207]
732. “Bize Abdullah b. Salih haber verip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana Ukayl, İbn Şihâb'dan rivayet etti (ki O, şöyle dedi: (İbn Şihâb dedi ki), bana Abdulmelik b. Ebî Bekr Ibni'l-Hâris b. Hişâm haber verdi ki, Hârice b. Zeyd el-Ensârî O'na haber vermiş ki, babası Zeyd b. Sabit şöyle demiş: Rasûlullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururken işittim:”
"Ateşin değdiği şeylerden dolayı abdest (almak gerekir)."[208] Ebû Muhammed (ed-Dârimi'ye):
"Bunun (zahirî hükmünü) benimser misin?" dendi. O da:
"hayır" dedi.[209]
"Ateşin değdiği şey"den maksat, "ateşte pişmiş bir şeyi yemek"tir. Ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest almanın gerektiğini bildiren hadislerin yanında, bunun gerekmediğini bildiren hadisler de vardır. Alimlerin cumhuruna, bu arada dört mezhebe göre ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest almak vâcib değildir. Ömer b. Abdilaziz, Hasan Basri, Zührî, Ebû Dâvûd gibi bazı alimlere göre ise bundan dolayı namaz abdesti gibi abdest almak gerekir. Birinci görüşte olanlar, ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest alınması gereğini bildiren yukarıdaki hadisle benzerlerini şöyle anlarlar: "Başlangıçta bu hüküm vardı, sonra kaldırıldı. Nitekim Câbir b. Abdülah; "Rasûlullah'ın (bu konudaki iki uygulamasından sonuncusu, ateşin değdiği şeylerden dolayı abdest almayı terk etmek oldu"[210] haberiyle bunu bildirmiştir. Bu hükmün kaldırılmasının hikmeti ise şöyle açıklanır: İlk zamanlar temizlik alışkanlığı yoktu. Bu alışkanlığı yerleştirmek için ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest alma mecburiyeti kondu. Sonra, temizlik alışkanlığı yerleşince bu hüküm kaldırıldı. Diğer bir izaha göre, ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı "abdest alma"nın mânâsı, yemekten sonra ağzı ve avuçları yıkamaktır. Bu konuda zikredilen bu ihtilâf sonraları tamamen kalkmış ve alimler, ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest almanın gerekmiyeceği hususunda icmâ etmişlerdir.[211]
733. “Bize Abdullah b. Salih haber verip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana Ukayl, İbn Şihâb'dan rivayet etti (ki O, şöyle dedi): Bana Ca'fer b. Amr b. Ümeyye rivayet etti ki, babası Amr b. Ümeyye kendisine haber vermiş ki:”
“O (yani Amr), Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- elindeki bir koyun küreğinden (et) kesip (yerken) görmüştü. Sonra O, namaza çağrılmıştı. Bunun üzerine, kendisiyle (et) kesmekte olduğu bıçağı atmış, sonra da kalkmış ve (yeniden) abdest almadığı halde namazı kıldırmıştı.”[212]
Dârimi'nin, abdestte pişmiş bir şeyin yenmesinden abdest almanın gerektiğine delâlet eden bir hadisten sonra, bunun gerekmediğine delâlet eden bir hadis zikretmesinden, O'nun, birinci hükmün kaldırılmış olduğu kanaatini taşıdığı anlaşılmaktadır. Çünkü hadisçiler, bir âdet olarak, önce hükmünün kaldırılmış ("mensûh") olduğuna kani oldukları hadisleri, sonra da, bunların hükmünü kaldırmış olan ("nâsih") hadisleri zikrederler. Bunun içindir ki, birçok hadis musannifinin aksine Ebû Dâvûd, ateşte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest alma hükmünün mensûh olmadığına kani olduğu için, önce abdestte pişmiş bir şeyi yemekten dolayı abdest almanın gerekmediğine delâlet eden hadisleri, sonra ise, bundan dolayı abdest alınması gerektiğine delâlet eden hadisleri zikretmiştir.[213]
734. “Bize el-Hasan b. Ahmed el-Harrânî haber verdi. (O dedi ki), bize Muhammed b. Seleme, Muhammed b. İshak'tan, (O) Yezîd b. Ebî Habîb'den, (O) el-Culâh'dan, (O) Abdullah b. Sa'îd el-Mahzûmî'den, (O) el-Muğire b. Ebî Burde'den, (O) babasından, (O da) Ebû Hureyre'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Hureyre) şöyle dedi:” Müdlicoğullarından bir adam Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- geldi ve:
"Ya Rasulullah, dedi, bizler şu denizin ahalisiyiz. Salla avcılık yaparız. Bu sebeple bir gün, iki gün, üç, dört (gün) o (denizde) açılırız. Yanımıza da dudaklarımız için (yani içmek için) biraz tatlı su alırız. İşte biz bu (tatlı su) ile abdest alırsak, canlarımızın (tehlikeye düşmesinden) korkuyoruz. Şayet canlarımızı tercih eder ve deniz (suyundan) abdest alırsak, bundan dolayı da gönüllerimizde (hoşnudsuzluk) hissediyor ve onun temiz olmamasından korkuyoruz!" Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Ondan abdest alınız. Çünkü o, suyu temiz, ölmüş hayvanı helâl olandır. "[214]
Bu hadis, deniz suyunun temiz olduğuna delâlet etmektedir. Deniz suyunun temiz ve temizleyici olduğunda selef ve halef alimlerinin cumhuru ittifak etmişlerdir. Yukarıdaki haberde Hz. Peygamber'e, sadece deniz suyu ile abdest almanın hükmü sorulduğu halde O, bununla beraber denizin ölmüş hayvanının, ("meyte"sinin) de helâl olduğunu açıklamıştır. Bunun bir hikmeti şu olabilir: Hz. Peygamber, deniz suyunun temiz olduğunu açıklayınca, denizde bulunan bazı hayvanların orada ölmesiyle, bu ölmüş hayvanlardan dolayı onun suyunun pislenip pislenmeyeceği meselesi akla gelebilir ve bu, yeni şüphelere yol açabilirdi. Çünkü "Ölmüş hayvan"(=meyte, leş) pistir. Bundan dolayı Hz. Peygamber denizin "meyte"si[215] ile diğer meytelerin hükümlerinin ayrı olduğunu belirtmiş ve muhtemel şüphelere mani olmuştur.[216]
735. “Bize Muhammed İbnu'l-Mübârek, Mâlik'ten -kıraat yoluyla-, (O) Safvân b. Süleym'den, (O da) el-Ezrak sülâlesinden olan Sa'îd b. Seleme'den (naklen) haber verdi ki, el-Muğire b. Ebî Burde -ki:”
“O, Abdüddâroğullarından bir adamdır, O'na (yani Sa'îd'e) haber vermiş ki, O, Ebû Hureyre'yi şöyle derken işitmiş:”
“Bir adam Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- sorup şöyle demiş: "
“Muhakkak ki bizler, beraberimizde az su olduğu halde denize açılıyoruz. Bu sebeple şayet biz bu (su) ile abdest alırsak, susarız. Acaba deniz suyundan abdest alabilir miyiz?" Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"O, suyu temiz ve temizleyici, ölmüş hayvanı helâl olandır" buyurmuş.[217]
736. “Bize Ahmed b. Abdillah haber verip (dedi ki), bize Zaide, Hişâm'dan, (O) Muhammed'den, (O) Ebû Hureyre'den, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Sizden biriniz durgun suya işeme(sin!) (Çünkü o) sonra ondan (su alıp) yıkanır, (gusleder). "[218]
Bu hadisi "yağtesil" fiilini mansûb okuyarak: "Sizden biriniz durgun suya işeyip de sonra ondan (su alıp) yıkanmasın, (gusletmesin)" şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Buna göre bu hadisle durgun suya işeme ve ondan sonra bu sudan yıkanma fiillerinin birleştirilmesi yasaklanmış olmaktadır. Bununla beraber, yıkanma, (gusletme, abdest alma) sözkonusu olmaksızın durgun suya işemenin yasak olduğunu belirten hadisler de vardır.
Bu hadis, zahiri manâsıyla, necasetin, büyüklüğü ne kadar olursa olsun, içine düştüğü durgun suyu pisleteceğine delâlet etmektedir. Fakat bu hadisi, tahsis veya takyîd etmek suretiyle, bu zahirî mânâsında anlamamak gerekir. Çünkü alimler, bu konuyla ilgili nasslara dayanarak, su derya gibi çok olduğunda içine düşen necasetin ona te'sir etmeyeceği ve necaset suyu değiştirince onu kullanmanın yasaklanmış olduğu hususlarında ittifak etmişlerdir. Durgun suyun pislenmesi konusunda mezheplerin görüşleri şöyledir:
Mâlikiler, suyun, ancak rengi veya tadı yahut kokusu değişirse pis olacağını; Hanbeliler, iki "kullte"den[219] fazla olsa da bir suya insan sidiğinin düşmesiyle onun pis olacağını, diğer pisliklerde ise iki "kulle"nin nazar-ı i'tibara alınacağını söylemişlerdir. Şafîîlere göre ise iki "külle" miktarı su, içine pis bir şey düşmekle, rengi veya kokusu yahut tadı değişmedikçe, onun pis olmayacağı görüşündedirler. Onlara göre su iki "kulle"den az olursa, mezkûr vasıflarından hiçbiri değişmese de, içine pis bir şey düşmekle pislenmiş olur. Hanefi Mezhebine göre ise durgun su çok, yani yüzeyi yüz arşmkare (=Havz-ı Kebîr=68 m2) ve ondan fazla olur, derinliği de, bir avuç su alındığında dibi açılmayacak kadar olursa, onun rengi veya tadı yahut kokusu değişmedikçe bir tarafına pis bir şey düşmekle hepsi pis olmuş olmaz. Yüzeyi yüz arşınkareden az olan durgun su ise içine pis bir şey düşmekle, mezkûr üç vasıftan hiçbiri değişmese de, pislenmiş olur.
Nevevî, suya işeme (bevletme) yasağının bazı sularda haramlık, bazılarında mekrûhluk ifade ettiğini söylemiştir. Şöyle ki, şayet su bol akarsu ise, ona bevletmek haram olmaz. Ama bundan kaçınmak gerekir. Su akarsu ama az ise, ona bevletmek, muhtar görüşe göre, haramdır. Su durgun ama çok olursa, ona bevletmek, yine muhtar görüşe göre, haramdır. Su durgun ve az olursa, ona bevletmek haramdır. Suya büyük abdest yapmak, ona bevletmek gibi, hatta ondan da çirkin bir iştir.[220]
737. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. İshak, Muhammed b. Ca'fer İbni'z-Zübeyr'den, (O) Ubeydullah b. Abdillah b. Ömer'den, (O da) babasından (naklen) haber verdi (ki, Abdullah) şöyle dedi: Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem-, kendisine, ıssız yerlerde bulunan su ile ona, hayvan ve yırtıcı canavar nevinden (şeylerin) zaman zaman gidip gelmesinin (hükmü) sorulurken işitmiştim, O şöyle buyurmuştu:
"Su iki külteye ulaşırsa onu hiçbir şey pis yapmaz."[221]
"Külle", büyük küp demektir. Bunun hacmi hakkında değişik görüşler vardır. Bir görüşe göre bir külle 250 rıtl'dır. Bir rıtl (bağdadî) ise yaklaşık 401 gramdır.[222] Buna göre iki külle yani 500 rıtl, 200500 gram eder. Bu da yaklaşık 200 litre su demektir.
Bu hadis iki külle miktarı suyun içine bir necaset düşmekle onun pis (necis) olmayacağına delâlet etmektedir. Şafiîler bu hadisi delil alarak, üç vasfı değişmedikçe, iki külle miktarı suya sırf bir necasetin düşmesiyle onun pis olmayacağını söylemişlerdir. Hanbeliler de bu hadisle amel etmişlerdir. Ancak onlar insan sidiğini bundan istisna etmiş ve insan sidiğinin, iki kulleden fazla da olsa içine düşeceği suyu pisleteceğini söylemişlerdir. Bu iki mezhebe göre iki kulleden az su, içine necaset düşmesiyle, suyun üç vasfı değişmese de, pis olur. Hanefıler bu hadisi zayıf kabul ederek onunla ameli terketmişlerdir. Bu mezhebin, durgun su ile alâkalı görüşleri yukarıda geçmişti. Su akarsu olursa, bu mezhebe göre, ona necaset düştüğünde, necaset eseri belirmedikçe su pislenmiş olmaz. Mâlikîler de, "muhakkak ki suyu; kokusunu, tadını ve rengini değiştiren şey dışında hiçbir şey pis yapmaz"[223] hadisiyîe amel edip, az olsun çok olsun, suyun içine bir necaset düşmekle, üç vasfı değişmedikçe onun pis olmayacağını söylemiş ve yukarıdaki hadisle ameli terketmişlerdir.
Yukarıdaki hadis (bazı) hayvanların ve yırtıcı canavarların artık, sidik ve dışkılarının da pis olduğuna delâlet etmektedir.[224]
738. “Bize Yahya b. Hassan rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Usâme, el-Velid b. Kesîr'den, (O) Muhammed b. Ca'fer İbni'z-Zübeyr'den, (O) Ubeydullah b. Abdillah'tan, (O da) İbn Ömer'den (naklen) rivayet etti ki, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- su ile ona, hayvan ve yırtıcı canavar nevinden (şeylerin) zaman zaman gidip gelmesinin (hükmü) sorulmuştu da, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu:”
"Su iki külle olduğu zaman pislik taşımaz."[225]
739. “Bize Ebû'l-Velîd et-Tayâlisî ve Ebû Zeyd Sa'îd İbnu'r-Rebî' haber verdi. Onlar dediler ki, bize Şu'be, Muhammed İbnu'l-Munkedir'den rivayet etti (ki, O şöyle) dedi:”
Ben Câbir'i, şöyle derken işitmiştim: Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, ben (hiçbir şeyi) akledemez bir halde hasta iken bana hasta ziyareti yapmak üzere yanıma gelmişti de abdest almış ve abdest suyundan üzerime dökmüştü. Bunun üzerine aklım başıma gelmişti.”[226]
Hadiste geçen "abdest suyundan üzerime dökmüştü" cümlesindeki "abdest suyu"ndan, "kendisiyle abdest alınmış olan su" kastedilmiş olabileceği gibi, kabda kalan hiç kullanılmamış su da kastedilmiş olabilir. Dârimi'nin birinci mânâyı anladığı görülüyor. Buna göre Hz. Peygamber, kendisiyle abdest almış olduğu ve leğende birikmiş olan suyu bayılmış olan Câbir'in üzerine dökmüştü, mânâsı çıkıyor. Binaenaleyh "kullanılmış su", temizdir. Çünkü temiz olmasaydı Hz. Peygamber onu Câbir'in üzerine dökmezdi. Dârimi, koyduğu başlıkla "kullanılmış su"yun "temizleyici" de olduğu, yani, meselâ, onunla abdest alınabileceği kanaatini de izhar etmektedir. Fukahâ, "kullanılmış su'yun hükmü hakkında, konuyla ilgili yukarıdaki ve benzeri delillere dayanarak değişik görüşler serdetmişlerdir. Bu konuda 715. hadisin "Açıklama"sına bakınız.[227]
740. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Yezîd b. Atâ', Simâk'ten, (O) İkrime'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımlarından bir kadın kalkmış ve büyük bir çanağın içinden (su olarak) cünüblükten gusletmişti. Daha sonra Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, yıkanmak üzere O'nun artığına (doğru) kalktı. Bunun üzerine (O hanımı);
"Muhakkak ki ben senden önce onun içinden (su alarak) gusletmiştim" dedi. O zaman Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Şüphesiz durum şu ki, suya cünüblük yoktur"[228] dedi.[229]
Burada Hz. Peygamber'in, ismi verilmeyen hanımı Hz. Meymûne'dir. Her halde Hz. Meymûne, üzerinde cünüblük bulunan elin, üzerinde necaset bulunan el gibi olduğunu ve üzerinde necaset bulunan eli (az) suyun içine daldırmakla suyun pis olması gibi cünüb birinin elini suya daldırmasıyla da onun pis olduğunu düşünmüştü. Hz. Peygamber ise bunun böyle olmadığım açıklamıştır. Bu hadis, kadının kullandığı sudan arta kalanın temiz ve temizleyici olduğuna da delâlet etmektedir.[230]
741. “Bize Ubeydullah, Sufyân'dan, (O) Simâk b. Harb'den, (O) İkrime'den, (O) İbn Abbâs'tan, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen), onun (yani bir önceki hadisin) benzerini haber verdi.”[231]
742. “Bize el-Hakem İbnul-Mübârek haber verip (edi ki), bize Mâlik, İshâk b. Abdillah b. Ebi Talha'dan, (O) Humeyde bint Ubeyd b. Rifâ'a'dan, (O da) Kebşe bint Ka'b b. Mâlik'ten -ki O İbn Ebi Katâde'nin (nikâhı) altındaydı- (naklen) haber verdi ki:”
“Ebû Katâde O'nun yanına girmişti. O da O'na abdest suyu dökmüştü. Derken bir kedi ondan içmeye gelmişti. Bunun üzerine Ebû Katâde kabı onun için eğmiş, o da içmişti. Kebşe (sözüne devamla) dedi ki, (Ebû Katâde) ise beni (bu manzaraya) bakarken görmüş ve:
"Yeğenim, hayret mi ediyorsun?" demişti. Ben:
"Evet" karşılığını vermiştim. (O zaman) o şöyle demişti: Muhakkak ki Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz o (yani kedi) pis değildir. O ancak sizin etrafınızda dolaşan erkek veya dişi (canlı)lardandır.”[232]
Bu hadis kedinin ağzının ve artığının temizliğine delâlet etmektedir. Dört mezhebin görüşü de budur. Ancak Hanefi meznebinde, kedinin artığı olan suyun temiz ve temizleyici olduğu kabul edilmekle beraber, başka bir su varken onu kullanmanın tenzihen mekruh olduğu söylenmiştir. Çünkü kedi pislikten sakınmaz. Kedinin, fare gibi bir şey yedikten sonra kabı yalamasında olduğu gibi, ağzının pisliği bilinirse, onun artığı pis sayılır. Ama, "çok su"dan içmesinden sonra kabı yalamasında olduğu gibi ağzının temizliği bilindiğinde artığı temiz sayılır. Bu durumda artığında hiçbir kerahet de olmaz. Yukarıdaki hadis de böyle yorumlanır. Bu hadisin son cümlesindeki "veya" kelimesi, râvilerinden birinin, Hz. Peygamber'in "et-Tavvâfîn" mi, yoksa "et-Tavvâfât" mı söylediği konusundaki tereddüdünü belirtebildiği gibi, bir çeşitlendirmeyi de ifade eder. Biz, tercümeye ikinci ihtimali yansıttık.[233]
743. “Bize Vehb b. Cerîr haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'tan, (O) Mutarriften, (O da) Abdullah b. Muğaffel'den (naklen) rivayet etti ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Köpek kabın içinde (bir şey) yiyip içdiği, onu yaladığı zaman o (kabı) yedi kere yıkayınız. Sekizinci (yıkamada) ise onu toprağa bulayıp (ovunuz)."[234]
Bu hadis, zahiri manâsıyla köpeğin pis ("necis") ve köpeğin, içinde bir şey yiyip içtiği, yaladığı ("vulûğ") kabı yedi defa yıkamanın, sekizinci kerede ise toprağa bulayıp ovmanın vâcib olduğuna delâlet etmektedir. Bir rivayete göre İmam Ahmed ve İmam Mâlik bu hadisin zahirine uygun kanaat belirtmişlerdir. Fakihler, konuyla ilgili diğer delillere istinaden şu görüşlere varmışlardır:
İmam Şafiî ve İmam Ahmed, köpek ve artığının pis olduğunu, köpeğin, içinde bir şey yiyip içtiği, yaladığı kabı, biri toprakla olmak üzere yedi defa yıkamanın vâcib olduğunu, Hanefi'ler ise böyle bir kabı üç defa yıkamanın vâcib, yedi defa yıkamanın müstehab, köpeğin artığının da necis olduğunu söylemişlerdir. Mâlikilerin meşhur görüşüne göre ise, köpeğin içinde bir şey yiyip içtiği, yaladığı kabı yedi defa yıkamak, köpeğin pisliğinden değil de "taabbudî" olarak vâcibdir. Köpek ve artığı hakkında birçok hadis ve bunlara dayalı olarak, zikredilenlerden farklı ve teferruatlı görüşler vardır. Fakîhler, bir ihtiyaca mebnî olmaksızın, sırf hoşlanıldığından veya övünmek için köpek edinmenin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Köpek edinmek, avcılık, hayvanları ve ziraatı koruma sebebiyle caiz olur. Evleri korumak gayesiyle köpek; avcılık ve bekçilik için eğitmek gayesiyle köpek yavrusu edinmek, sahih olan görüşe göre, mubahtır. Köpeğin içinde bir şey yiyip içtiği, yaladığı kabın yıkanması konusunda ise, Şafîîlerin, kabı temizlemede toprağın yerini hiçbir şeyin tutmayacağı; îmam Ahmed'in, sabun vb. şeylerin toprağın yerine geçebileceği, bazı alimlere göre, böyle bir kabı yıkama emrinin kuduz köpeklerinkine mahsus ve kabı yıkamanın hikmetinin tıbbî olduğu; bazı Malikilerin, edinilmesi caiz olan köpeğin artığının temiz, diğerlerinin pis olduğu görüşlerini burada kaydedebiliriz.[235]
Köpeğin yaladığı kabın toprakla bulanıp ovulmasına gelince, bunun bir hikmeti şu olmalıdır: Toprakta mikrop öldürücü maddeler vardır. Bunun içindir ki, mikrop saçıcı olan veya zamanla bu hale gelecek olan şeyler toprağa gömülür. Topraktaki mikrop öldürücü maddeler de bu gömülen şeylerin mikroplarım imha ederler. Zamanımızda birçok mikrop öldürücü ilâç da topraktaki bu maddelerden yapılmaktadır. Bu sebeple yukarıdaki hadiste, köpeğin battığı, yaladığı kabın toprakla ovularak, köpeğin bulaştırdığı mikropların yok edilmesi istenmiştir. Bu, bilhassa temizleme ve mikroptan arındırma vasıtalarının hiç olmadığı veya çok yetersiz olduğu zaman ve çevrelerde kolaylıkla uygulanabilecek bir usûldür.[236]
744. “Bize Muhammed b. Yûsuf, İbn Uyeyne'den, (O) ez-Zührî'den, (O) Ubeydullah'tan, (O) İbn Abbâs'tan, (O da) Meymûne'den (naklen) haber verdi ki:”
“Bir fare bir tereyağının içine düşüp ölmüştü de Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu:
"O (fareyi), etrafı ile beraber atın ve o (yağın geri kalanını) yiyin."[237]
Burada söz konusu edilen yağın sıvı olmadığı anlaşılıyor. Çünkü sıvının hepsi, içindeki bir maddenin "etrafı" sayılır. Ancak bu yağın az erimiş bir halde olması muhtemeldir. Bu hadis, necis katı şeyin (burada fare ölüsünün) sadece değiştirmiş olduğu etrafını necis yaptığına delâlet etmektedir.
Dârimi'nin bu hadisi, sularla ilgili bu kısımda zikretmesinden de onun, suya düşen katı bir necasetin, suyun evsafını değiştirmedikçe O'nu necis yapmayacağı görüşünde olduğu anlaşılabilir. Bu durumda Dârimi, yağın erimiş olduğunu düşünmüş olmalıdır. Dârimi'nin bu muhtemel görüşüne benzer bir görüş Ahmed b. Hanbel'den de nakledilir. Şöyle ki O, meşhur olmayan bir rivayete göre, katı (câmid) ve sıvı necaset arasında fark görmüştür. O'na göre, sıvı necasetin aksine katı necaset, suya düşüp de derhal ondan çıkarılırsa suyu necis yapmış olmaz. Ama necaset suyun evsafını değiştirir ve pislik eseri onda görülürse, o suyun necis olduğunda hiçbir ihtilâf yoktur. Bu durumda necasetin katı veya sıvı olması fark etmez.[238] Fukahâ ise, katı bir şeyin içine düşen necasetin, diğer kısımlara nüfuz etmemiş ise, sadece düştüğü yerin etrafını necis yapacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Onların cumhuru ise, bazı kayıtlar koymakla beraber, sıvı bir şeyin içine düşen necasetin, onun hepsini necis yapacağım söylemişlerdir.[239]
745. “Bize el-Mualla b. Esed haber verip (dedi ki), bize Abdulvâhid b. Ziyâd rivayet edip (dedi ki), bize el-A'meş, Mücâhid'den, (O) Tâvûs'tan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, Ibn Abbâs) şöyle dedi:” “Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- iki kabre rastlamıştı da şöyle buyurmuştu:
"Şüphe yok ki, o (kabirdekiler) kabirlerinde azâb edilmektedirler. Büyük bir (işten) dolayı da azâb edilmiyorlar. Onlardan birisi söz taşır, (koğuculuk yapardı). Diğeri ise sidikten korunmazdı." (İbn Abbâs) dedi ki:
“(Hz. Peygamber), sonra yaprakları soyulmuş yaş bir (hurma dalı alıp kırdı ve onlardan her bir kabrin başına bir parça(sını) soktu, sonra da şöyle buyurdu:
"Umulur ki o (dal parçaları) kurumadığı sürece onların (azâbları) hafifletilir. "[240]
Bu hadis, kabir azabının, inanılması vâcib olan bir hakikat olduğuna delâlet etmektedir. Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat ile Muhakkik Mu'tezililerin görüşü de budur. Ehl-i Sünnet'e göre, kabirde insan cesedinin tamamı veya bir kısmı, kendisine ruh iade edilerek azab görür. Bu azâb, başkaları tarafından hissedilebilen, işitilebilen bir azâbdır, sadece hayalî bir azâb değildir. Bu hadiste kabir azabına sebep olan iki işten bahsedilmektedir. Bunlar, yapılışları, meydana gelişleri itibarıyla, kaçınılması zor olmayan veya aslında büyük işler olsalar da halkın nazarında büyük ve mühim sayılmayan işlerdir. Bunlardan biri söz taşıma, koğuculuktur. Koğuculuk; çirkin bir iş, ahlâki bir hastalık, manevî bir pisliktir ve büyük günahlardandır. Hz. Peygamber'in, "...koğuculuk yapardı" sözünden, kabirlerin birinde bulunan kimsenin bu işi alışkanlık haline getirmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kabir azabına sebep olduğu belirtilen ikinci iş, sidikten korunmadır. Sidikten korunmama, sidik necis olduğu için, imanın yarısı olan temizliğe riayetsizliğin bir belirtisi olmanın yanında namazın batıl (geçersiz) olmasına da sebep olabilir. Çünkü necasetten temizlenme, namazın şartlarından biridir. Burada, "sidikten korunmama", işemeden sonra sidik damlalarının tam kesilmesini sağlamama, yani "istibrâ" yapmama olarak anlaşılırsa, belki, işemenin akabinde alman abdest bile geçersiz olabilir. Sidikten korunmamanın kabir azabına sebep olmasının hikmetini böyle anlayacak olursak, burada hüküm genelleştirilerek, temizliğe riayetsizliğin alâmeti ve muayyen miktarlarıyla namazın batıl olmasına sebep olan diğer necasetlerden korunmamalım da aynı azaba sebep olacağı söylenebilir. Hadiste sidiğin özellikle zikredilmesi, insanların ve bilhassa o dönemdeki Arapların sidik konusundaki aldırış sıklıklarıdır. Dârimi, bundan sonra açtığı babla, herhalde, bu duruma işaret etmek istemiştir. Yukarıdaki hadis, bu şekilde, insan sidiğinin azmin da çoğunun da necis olduğuna delâlet etmektedir. Bütün fukahânm görüşü de böyledir. Şu kadar var ki, sidiğin, sakınılması imkânsız olan miktarı dinde affedilmiştir.
Koğucuiuğun ve sidikten korunmamanm sebep olduğu kabir azabının hafifletilmesi için kabirlere yaş hurma dalı parçası konması, yaş dal parçasının, azabın hafıfletilmesine sebep olduğuna delâlet etmez. Müslim'in bir rivayetinden[241] açıkça anlaşılacağı üzere, bu olayda kabir azabının hafifletilmesi, Hz.Peygamber'in "şefâaf'ının (duasının) bir neticesidir. Yaş dal parçasının kuruması, Peygamberinin duasını kabul eden Allah tarafından, azabın hafifletilme sinin bitiş sınırı yapılmış olmalıdır. Bazı alimler, yaş dal parçasının kurumasına kadar kabir azabının hafifletilmesini, yaş dal parçasının "teşbih etmesi"ne bağlamışlardır. Bu demektir ki, kuru dal, teşbih etmemektedir. Halbuki kainatta, yaş-kuru, her şey, kendi hâl lİsanıyle Allah'ı tesbih etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Hiçbir şey yoktur ki, onu hamd ile teşbih etmiş olmasın. Fakat siz onların teşbihini iyi anlamazsınız."[242] "Görmüş gibi bilmedin mi, göklerde ve yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hakikatte hep Allah'ı tesbîh ediyorlar. (Hem) her biri duasını da tesbihini de muhakkak bilmiştir. "[243]Bununla beraber yaş dalın teşbihi "canlı tesbihi", kuru dalınki "cansız tesbihi" şeklinde yorumlanıp kabir azabının hafifle turnesinin, yaş dal parçasının "canlı tesbîhi"nden dolayı olduğu düşünülebilirse de, Müslim'deki mezkûr rivayetten dolayı bu izaha gerek yoktur.
Bu hadis, kabirlerin üzerine yaş dal parçası vb. şeyler koymanın Sünnet olduğuna da delâlet etmez. Çünkü bu, husûsi bir olaydır. Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- başka hiçbir kabre böyle bir dal parçası koyduğu bilinmemektedir. Sahâbe-i Kiramdan hiç kimse de böyle bir şey yapmamıştır. Sadece Bureyde b. el-Husayb'ın,[244] öldüğünde kabrinin başına iki yaş hurma dalı konmasını vasiyet ettiği nakledilir ki, bu münferid bir olay olarak kalmıştır. Ne, Hz. Peygamber'in "Sünnet'lerine uymayı emrettiği Hulefâ-i Râşidinin, ne de diğer Sahabenin böyle bir şey yaptığına dair hiçbir haber yoktur. Kaldı ki, hadiste herhangi bir kabre değil, içindekilerin azâb edildikleri duyulan iki kabre, "yaş hurma dalı parçası" konduğu belirtilmektedir.[245]
746. “Bize Ca'fer b. Avn rivayet edip (dedi ki), Yahya b. Sa'îd, Enes'ten, haber verdi (ki, O) şöyle demiş:”
“Bir bedevi Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- yanına gelmişti. Sonra (Hz. Peygamber'in yanından) kalkınca (gidip) caminin bir tarafına işemişti. Bunun üzerine Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- Ashabı ona bağırmışlardı da, (Hz. Peygamber) onları ondan savmış, sonra bir kova su istetip bunu, onun sidiğinin üzerine dökmüştü.”[246]
Hadiste ismi verilmeyen bedevinin Zul-Huvaysıra el-Yemânî veya Uyeyne b. Hısn el-Fezâri yahut el-Akra' b. Habis olduğu söylenir. İslâm'a, bu olayın olmasına yakın bir zamanda girmiş olduğu belirtilen bu bedevinin bu hareketi, Arapların, İslâmiyet gelmeden önce işeme, dolayısıyla temizlik hususunda çok kayıtsız olduklarını göstermektedir. Sahabe-i Kiramın bu bedeviye karşı aldıkları tavırlarından ise onlarda temizlik alışkanlığının tamamen yerleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber'in engin hoşgörüsünün bir numunesini sergileyen bu hadis, insan sidiğinin necis olduğuna, necis olmuş arzın, (yeryüzünün) ise üzerine su dökmekle temizleneceğine delâlet etmektedir. Mâlik, Şafiî ve Ahmed, bu hadisle amel ederek, aynı görüşleri benimsemişlerdir.
Hanefıler ise, konuyla ilgili diğer hadislere dayanarak bu hadisi tevil edip şu görüşleri serdetmişlerdir: Sıvı bir necasetle necis olan arz, kurumakla temiz olur. Kurumayı beklemeden temizlemek veya daha mükemmel bir şekilde temizlemek istenildiğinde ise şöyle yapılır: Toprağın gevşek olması halinde, su altına inip necaset eseri kalmayıncaya kadar su dökülür. Toprağın sert olması durumunda arazi eğimli ise pislenmiş arzın alt tarafına bir çukur kazılır ve pislenmiş yerin üzerine üç defa su dökülür. Bu su çukurda toplanır. Sonra çukur kapatılır. Arazi sert ve düz ise yıkanmaz, sadece kazılır. Ebû Hanife, pislenmiş arzın, sıvı necasetin ulaştığı yere kadar kazılıp toprağı nakledilmedikçe temizlenmeyeceğini söylemiştir.
Bu hadis ayrıca, cahil kimseye, bilmeden yaptığı şeylerde yumuşak davranmanın, iki kötü işten daha az kötü olanı yaparak daha çok kötü olanından kaçmanın, engeli kalkınca kötülüğü gidermeye hemen teşebbüs etmenin gerekliliğine, kolaylaştırmaya teşvike, zorlaştırmaktan sakındırmaya delâlet etmektedir.[247]
747. “Bize Osman b. Ömer haber verip (dedi ki), bize Mâlik b. Enes rivayet etti. (Dârimi dedi ki, Osman) bize onu Yûnus'tan (naklen) de rivayet etti. (Malik ve Yûnus da) ez-Zührî'den, (O) Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den, (O da) Ümmü Kays bint Mihsan'dan (naklen rivayet ettiler) ki:”
“O (yani Ümmü Kays), Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem-, (henüz) yemek yeme çağına gelmemiş olan bir oğlunu getirmişti de (Hz. Peygamber) onu kucağına oturtmuştu. O da O'nun üzerine işemişti. (Ümmü Kays) dedi ki, bunun üzerine (Hz. Peygamber) su istemiş ve (onu, elbisesinin sidikle pislenmiş yerine) serpmiş, (ama) o (yeri) yıkamamıştı.”[248]
Henüz sütten başka yemek yememiş olan çocuğun (bebeğin) sidiği, alimlerin ekserisine göre necistir. Mâlik ve Şafiî'den, böyle bir erkek çocuğun sidiğinin temiz olduğunu söyledikleri nakledilir. Bu konudaki asıl ihtilaf, böyle bir çocuğun üzerine işemiş olduğu bir şeyin nasıl temizleneceğinde ortaya çıkmıştır. Yukarıdaki hadis böyle bir erkek çocuğunun üzerine işemiş olduğu şeye su serpmekle, onun temizleneceğini, diğer bazı hadisler kız çocuğunun üzerine işemiş olduğu şeyin, yıkamakla temizleneceğine delâlet etmektedirler. İmam Ahmed ve Şafiîlerin görüşü de böyledir. İmam Şafiî bunu şöyle izah eder:
"Çünkü erkek çocuğun sidiği, su ve topraktan, kız çocuğun sidiği et ve kandandır... Zira Allah Teala Âdem'i yarattığında Havva'yı onun sol kaburga kemiğinden yaratmıştı. Binaenaleyh erkek çocuğun sidiği su ve topraktan, kız çocuğun sidiği et ve kandan olmuştur."[249] İbnu'l-Kayyım ise aradaki farkı şöyle açıklar:
"Erkek çocukla kız çocuk arasındaki fark üç yöndendir:
1) Erkeklerin ve kadınların erkek çocuğu (daha) çok taşımaları. Bundan dolayı onun sidiğinden umûmi bir problem ("belvayı âmin") meydana gelir ve onu yıkamak güçleşir;
2) Erkek çocuğun sidiği bir yere inmez. Bilakis ayrı ayrı olarak oraya buraya iner. Bu sebeple değdiği her yeri yıkamak güç olur. Kız çocuğunun sidiği böyle değildir;
3) Kızın sidiği erkeğin sidiğinden daha pis ve daha kokuşmuştur..."[250]
Hanefıler ve Malikiler ise kız çocukla erkek çocuk arasında fark görmemiş ve her ikisinin de üzerine işemiş oldukları şeyin, yıkamakla temizleneceğini söylemişlerdir. Hanefıler yukarıdaki hadiste geçen "serpmek" fiilini, bu kelimenin geçtiği bazı hadislere istinaden "yıkamak" şeklinde, "yıkamadı" fiilini de, "yıkamada mübalağa etmedi, ovarak yıkamadı" şeklinde anlamışlardır. El-Asîlî ise, hadisin son cümlesi olan "onu yıkamamıştı" cümlesinin, hadisin râvilerinden olan ez-Zührî'nin sözü olduğunu iddia etmiştir.
Zikredilen bu ihtilâflar, henüz sütten başka yemek yememiş olan çocuğun sidiği hakkındadır. Sütün dışında yemek yemeye başlayan çocuğun sidiğinin pislettiği şeyin, yıkamakla temizleneceğinde ittifak vardır.[251]
748. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Mâlik b. Enes, Muhammed b. Umâre'den, (O) Muhammed b. İbrahim et-Teymî'den, (O da) İbrahim b. Abdirrahman b. Avf in bin ümmü veled'inden[252] (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani İbrahim'in ümmü veled'i) Ümmü Seleme'ye sormuş ve şöyle demiş:
“Doğrusu ben, elbisemin eteğini uzatan, sonra da pis yerlerde yürüyen bir kadınım. (Elbisemin eteği pis olur mu?)” Ümmü Seleme şu karşılığı vermiş:
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-,
"O (elbisenin pislenen eteğini), (pis yerden) sonraki (temiz yer) temizler" buyurmuştur.[253]
(Bu kitabın râvisi İsa b. Ömer es-Semerkandi dedi ki):
Ebû Muhammed (ed-Dârimi'ye),
"Bu (hadisin zahiri hükmünü) kabul eder misin?" dedim.
"Bilmem!" karşılığını verdi.[254]
Fakihlerin cumhuru bu hadisin hükümünün, üzerinden geçildiğinde elbiseye bir şey bulaşmayan, ancak bazı şeyler takılıp da sonraki temiz yerde düşen kuru pis yerler hakkında olduğunu kabul etmiştir.
Elbisenin eteği ıslak pis bir yerden sürüldüğünde ise onun temizlenmesi sadece su ile yıkamakla olur. Ed-Dehlevî ise şu açıklamayı yapmıştır:
“Elbisenin eteğine yolun necaseti bulaşsa, sonra başka bir yere geçilse, bu yerde yolun tozu-toprağı eteğe karışsa ve eteğe takılan pislik kurusa, pislenmiş etek, pisliğin dağılması veya ovulması ile temiz olur. Bunun ötesi, darlık ve meşakkat sebebiyle dinde bağışlanmıştır.”
Bu hadis kadınların elbiselerini uzun yapmalarının meşruluğuna da delâlet etmektedir.[255]
749. “Bize Muhammed İbnu'1-Alâ1 haber verip (dedi ki), bize Ebû.Usâme rivayet edip (dedi ki), bize Avf rivayet etti. (O dedi ki), bana Ebû Recâ el-Utâridi, İmrân b. Husayn rivayet etti (ki, İmrân) şöyle dedi:”
“Biz Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber bir yolculukta idik. (Hz. Peyamber, neden) sonra (bineğinden) indi ve abdest suyu isteyip abdest aldı. Sonra namaza çağrıldı, (ezan okundu) da cemaate namaz kıldırdı. O, namazından döndüğünde, (cemaatten) ayrılmış, cemaatle namaz kılmamış bir adam gördü. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na:
“Falan! Cemaatle namaz kılmaktan seni ne menetti?" buyurdu. O da şöyle karşılık verdi:
"Ya Rasûlullah! Cünüb oldum. Su da yok." O zaman Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: "Toprağa bak. Çünkü o, sana yeter."[256]
"Teyemmüm", lügatte, "kasdetmek, yönelmek" mânâsına gelir. Istılahta ise, su bulunmadığında veya bulunduğu halde kullanılamadığında temiz olan toprak ile ve özel şekilde "hades"i, (abdestsizlik ve cünüblük halini) gidermek demektir. Allah Teâla lutfu keremiyle, kullarının zorda kaldıkları her durumda onlara bir kolaylık yolu göstermiştir. Bu meyânda temizlik için asıl madde olan su bulunmadığında veya bulunsa da, hastalık, şiddetli soğuk gibi hallerde kullanılamadığında, onun yerine temiz toprakla hadesten temizlenme kolaylığını bahsetmiştir. Allah Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurur: "Eğer hasta yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz heladan gelmişse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız, (bu durumlarda) su bulamadığınız taktirde temiz toprağa teyemmüm edin: (Toprağı) yüzlerinize ve ellerinize sürün. "[257]
Bu şekilde her şeyin hayat sebebi kılman suyun yokluğunda onun yerine, insanın kendisinden yaratılmış olduğu toprak geçirilmiştir. Ünımet-i Muhammed'e tanınan bu kolaylıkla kul, hiçbir halde Rabb'ine ibadetten mahrum olmamaktadır. Çünkü kul, su bulamadığında da, hemen hemen her yerde bulunan temiz toprakla teyemmüm ederek Rabb'ine ibadet edebilecek ve ibadetini temiz olarak yapmış olmakla da ruhen tatmin olacaktır.
Teyemmüm bir kolaylık olduğundan, abdest ve gusül için aynı ameliyeler yeterli görülmüştür. Şöyle ki, abdestsiz olan veya gusül etmesi icab eden bir kimse, iki elini toprak cinsinden teiniz bir şeye bir kere vurup bununla yüzünü mesheder. Sonra iki elini bir daha vurup bununla da dirseklerine kadar iki elini mesheder.
Bunları, "hades"i gidermek niyetiyle yapmak da farzdır.[258]
750. “Bize Muhammedi b. İshak rivayet edip (dedi ki), bana Abdullah b. Nâfi1, el-Leys b. Sa'd'dan, (O) Bekr b. Sevâde'den, (o) Atâ1 b. Yesâr'dan, (O da) Ebû Sa'îd el-Hudrî'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Sa'îd) şöyle dedi:” “İki adam bir yolculuğa çıkmışlardı. Derken, yanlarında hiç su olmadığı bir halde namaz vakitleri gelmiş, onlar da temiz toprağa teyemmüm edip namaz kılmışlar. Sonra (namaz) vakti içinde su bulmuşlar. Bundan dolayı onların biri abdest (alarak) namazı tekrar kılmış, diğeri ise tekrar kılmamış. Daha sonra Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- gelmiş ve bunu (O'na) anlatmışlar. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) tekrar kılmayana; "Sünnet'e uygun hareket ettin. Namazın sana kâfidir." buyurmuş; abdest alıp tekrar kılana ise;
"Sana iki kat sevap vardır" buyurmuştu.”[259]
Bu hadis, meşru bir teyemmümle namaz kılmış olan bir kimsenin, bu namazın vakti çıkmadan önce su bulması halinde namazı tekrar kılmasının vâcib olmadığına delâlet etmektedir. Dört mezhebin umûmî görüşü de böyledir. Bu konunun şu teferruatı vardır:
Ebû Hanife ve bir rivayete göre Ahmed, teyemmüm alınıp namaza başlanıldıktan sonra namaz bitirilmeden su bulunsa, namazın kesilip abdest alınarak namazın yeniden kılınmasının vâcib olduğunu, Malik ve Şafnler ise bu durumda namazın kesilmesinin vâcib olmadığını, namazı o şekilde tamamlamanın gerektiğini ve kılınan bu namazın sahih olacağını söylemişlerdir. Fakihler, teyemmüm alınıp da henüz namaza başlanmamışken su bulunursa, teyemmümün bâtıl olacağında ittifak etmişlerdir.
Hadiste geçen "Sünnet'e uygun hareket ettin" cümlesinin mânâsı, "Kur'an ve Sünnet'le sabit ve uyulması vâcib olan yola uygun hareket ettin" demektir, ikinci şahsa söylenilen, "sana iki sevap vardır" sözü ise, kılman ve biri farz diğeri nafile namaz yerine geçen iki namazdan dolayıdır.[260]
751. “Bize Affân rivayet edip (dedi ki), bize Ebân b. Yezîd el-Attâr rivayet edip (dedi ki), bize Katâde, Sa'îd b. Abdirrahman b. Ebza'dan, (O) babasından, (O da) Ammâr b. Yâsir'den (naklen) rivayet etti ki:”
Hz. Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Teyemmümde, yüz ve avuçlar için (toprağa) bir vuruş vardır" buyururdu.[261] Abdullah (ed-Dârimî);
"bunun isnadı sahihtir" dedi.[262]
Bu hadis, teyemmümde, yüz ve "avuçlar'ı meshetmek için toprağa bir defa vurmanın kâfi olduğuna delâlet etmektedir. Ahmed, bütün hadistiler (ashâbu'l-hadis) ve bir rivayete göre Malik'in görüşü de budur. Ebû Hanîfe ve Şafiî ise, yine Ammâr'ın rivayet ettiği bir hadisle, konuyla ilgili diğer hadislere dayanarak teyemmümde, bir defa yüz için, bir defa da kollar için olmak üzere toprağa iki defa vurmanın gerektiğini söylemişlerdir. İki defa vurmanın, teyemmümün mükemmel şeklini, bir defa vurmanın ise, teyemmümün onunla caiz olacağını belirttiğini söyleyen alimler de vardır. Malikilerin meşhur görüşüne göre de birinci vuruş farz, ikinci vuruş Sünnet'tir. Yukarıdaki hadis, teyemmümde sadece avuçların üstünü meshetmenin kâfi geleceğine de delâlet etmektedir. Malik ve Ahmet bu hadisin zahiriyle amel etmişlerdir. Şafiî ve Hanefilere göre ise teyemmümde sadece avuçların üstünü meshetmek kâfi değildir. Elleri dirseklere kadar meshetmelidir. Ammâr'm yukarıdaki rivayetinde geçen "avuçlardan maksad, parçayı söyleyip bütünü kasdetmek kabilinden, dirseklere kadar ellerdir. Teyemmüm, abdestin yerine geçtiğine göre de, abdestte eller nereye kadar yıkanıyorsa, teyemmümde de oralar meshedilmelidir. Nitekim, teyemmümde, dirseklere kadar ellerin meshedileceğini belirten hadisler de vardır. Bu durumda, toprağa iki vuruşla ve dirseklere kadar elleri meshederek teyemmüm yapmak, daha ihtiyatlı olur. Çünkü bu şekildeki teyemmüm, diğer şekildeki teyemmümü de içine alır.[263]
752. “Bize Abdullah b. Sa'îd haber verip (dedi ki), bize Ebû Usâme, Hişâm b. Urve'den, (O) babasından, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani Hz. Aişe), (Hz. Peygamberle bir sefere çıkarken) Hz. Esmâ'dan bir gerdanlık ödünç almıştı. Sonra (bu gerdanlık sefer esnasında) kaybolmuştu. Bundan dolayı Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Ashabından bazı insanları onu aramak için göndermişti de onların namaz vakitleri gelmiş ve (suları olmadığı için) abdestsiz namaz kılmışlardı. Daha sonra Hz. Peygamberin -sallallahu aleyhi ve sellem- yanına geldiklerinde bu (durumu) O'na şikâyet etmişlerdi. Bunun üzerine "teyemmüm âyeti" inmişti. O zaman Useyd b. Hudeyr (Hz. Aişe'ye hitaben) şöyle demişti:
“Allah sana hayırlı mükafaatlar versin! Vallahi, senin başına asla hiçbir iş gelmemiştir ki, Allah, senin için ondan bir çıkış yolu yapmış, müslümanlar için de onda bir bereket kılmış olmasın!”[264]
Teyemmümün ilk olarak ne zaman meşru' kılındığını gösteren bu hadiste bahsedilen olayın, hicrî 5. veya 6. yılda vuku bulan Benu'l-Mustalik (=Müreysî') gazvesinde meydana geldiği rivayet edilinektedir. Hz. Aişe'ye iftira ("ifk") hâdisesi de bu gazve esnasında meydana gelmişti. Ancak diğer bazı rivayetler, burada söz konusu edilen gerdanlık kaybı ve teyemmüm âyetinin inişi hâdiselerini daha sonraları, h. 7. yıldan sonra vuku bulduğuna delâlet etmektedir. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerîm'de teyemmümle ilgili, biri Nİsa’ Sûresinde (43. âyet), diğeri Mâ'ide Sûresinde (6. âyet) olmak üzere iki âyet vardır. Ebu Bekr el-Humeydi'nin bir rivayetinden (ki bu rivayette "Ey iman edenler! Namaza durmak istediğiniz zaman.." âyetinin sonuna kadar indiği tasrîh edilmiştir) ve Buhârî'nin tercihinden[265] anlaşıldığına göre, burada "teyemmüm âyeti" ile Mâ'ide Süresindeki âyet kastedilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, ab-dest ve teyemmüm hükümleri aynı zamanda inmiştir. Hadiste ise, "abdest'siz namaz şikâyet konusu yapıldığından, abdest almanın, bu âyetin inişinden önce Sünnetle sabit ve farz olduğu sonucu çıkar. Burada kaydetmek lâzımdır ki, bu âyetin inişinden önce de Sahabede "toprakla temizlenme" anlayışı vardı. Bu, onların örflerine veya Hz. Peygamber'in, "yeryüzü bana mescid ve temiz-temizleyici kılındı"[266] gibi hadislerine dayanan ictihadlarının neticesi olabilir. Nitekim Hz. Aişe ile ilgili mezkûr hadisin bir rivayetinde, su bulunmayınca Sahabenin kimi ellerini bilekçelerine, kimi omuzuna kadar, kimi de vücûduna meshederek teyemmüm yaptığından bahsedilmekte, bu durum Hz. Peygamber'e bildirilince "teyemmüm âyeti"nin indiği bildirilmektedir. Ne var ki, bu âyetin inişinden önce, abdest Sünnet'le meşru kılınmış olmasına rağmen, hadesten taharet için teyemmüm henüz meşru kılınmamıştı. Sahâbe-i Kiram bu sebeple şikâyette bulunmuş olmalılar.
Mâliki alimlerin çoğu, Şafiî ve Ahmed, yukarıdaki olayda bir kısım Sahabenin abdestsiz namaz kılmış olmalarına, Hz. Peygamberin de onları yadırgamamasına bakarak, hadesten temizlik yapmak için ne su, ne de toprak bulamayan kimseye de namazın vâcib (farz) olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu durumda abdestsiz kılınan namazın iadesi Şafiî'ye göre vâcib, Ahmed'den gelen meşhur görüşe göre ise vâcib değildir. Mâlik ve Ebû Hanife ise, "Allah temizliksiz hiçbir namazı kabul etmez" hadisine dayanarak, hadesten taharet için su veya toprak bulunmadığında, namazın sahih olmayacağını söylemiş, yukarıdaki hadisi de şöyle te'vil etmişlerdir: Bu, Sahabenin bir içtihadıdır. İctihadda hata yapılabilir. Bu hatayı Hz. Peygamber anında düzeltmiş, fakat bu, bize nakledilmemiş olabilir. Yahut hatayı düzeltme işi sonraya bırakılmış olabilir. Su veya toprak bulamadığı için namaz kılamayan kimsenin, kılamamış olduğu namazları kaza etmesi Hanefîlere göre vâcibdir, Mâlik'ten Medinelilerin rivayetine göre vâcib değildir.
Bu hadisin bu bölümde zikredilmesine gelince, bunun sebebi, teyemmümde toprağa bir vuruşa, âyette geçen "yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün" cümlesinden delil çıkarmak olmalıdır.[267]
753. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Zâ'ide, Süleyman'dan, (O) Salim b. Ebi'l-Ca'd'dan, (O) Küreyb'den, (O) İbn Abbâs'tan, (O da teyzesi) Hz. Meymûne'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz, Meymûne) şöyle dedi:”
“(Bir gün) Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- için su koydum. O da ellerinin üzerine döküp onunla (yani sol eliyle) avret yerini yıkamaya başladı. (Bu yıkamayı) bitirince onu (yani sol elini) yere -veya bir duvara sürdü. -(Yere mi, duvara mı sürdüğünde) Süleyman şüpheye düştü-. Sonra ağzına su verdi, burnuna su çekti. Ardından yüzünü ve kolunu yıkadı, başına ve vücûduna (su) döktü. Nihayet (guslünü) bitirince bir tarafa çekilip ayaklarını yıkadı. O zaman ben kendisine bir çarşaf (havlu) verdim. Ama O kabul etmedi ve eliyle (vücûdunun sularını) gidermeye başladı. (Hz. Meymûne) dedi ki; ben de O'nu, guslünü bitirinceye kadar perdelemiştim.”[268]
Süleyman dedi ki:
“Salim (rivayetinin) sonunda bildirdi ki; Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- bu şekilde gusül yapması, cünüblükten dolayı idi.”[269]
"Gusül", Şer'i ıstılahta, Hanefi Mezhebine göre bütün vücûdun yıkanması (=tahâret-i kübra) demektir. Diğer üç mezhebe göre buna, cünüblüğü gidermek niyeti ile yıkamayı, Maliki ve Hanbelilere göre de, ovarak yıkamayı eklemek lâzımdır. Cünüblük ise, Hanefî Mezhebinde, meninin şehvetle inmesi ve cinsi münâsebetten ibarettir. Cünüblükten dolayı gusül yapmak farzdır. Ayrıca kadınların hayız ve nifas kanlarının kesilmesinden dolayı gusül yapmaları da farzdır. Gusülde niyet etmek, Hanefılere göre Sünnet, Maliki ve Şafıîlere göre farz, Hanbelilere göre ise, guslün sahih olmasının şartıdır. Gusülde önce elleri, avret yerini yıkamak ve namaz abdesti gibi abdest almak ise Sünnet'tir. Gusülde ağza su vermek, burna su çekmek Hanefılere ve İmam Ahmed'e göre farz (vâcib), İmam Malik ve İmam Şafiî'ye göre Sünnet'tir. Yukarıdaki hadiste, gusül yapılırken ayaklan yıkamanın en sona bırakıldığı açıklanmıştır. Alimlerin cumhuru da bunun müstehab olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Malik, yıkanılan yer temiz değilse ayakları yıkamayı sonraya bırakmanın, temiz ise gusülden önceki abdestin sonunda yıkamanın müstehab olduğunu söylemiştir. Şafnlerin meşhur görüşüne göre ise, efdal olanı önce yıkanmalarıdır. Hanefiler de, eğer su birikmeyen bir yerde yıkanılıyor sa, önce yıkamanın efdal olduğunu, su biriken bir yerde veya toprak üzerinde yıkanılıyorsa, sonraya bırakmanın Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bazı alimler bu hadisi, gusülden sonra havlu vb. bir şeyle kurulanmanın mekruh olduğuna delil getirmişlerse de, bu hadiste onlar için bir delil yoktur.[270]
754. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize Hişâm b. Urve, babasından, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-(gusül yapmaya) başlardı da (önce) ellerini yıkar, peşine namaz abdesti gibi abdest alır, sonra avucunu suyun içine sokar ve (parmakları) ile saçının diplerini hilâller, nihayet, (baş) derisinin üstünün ıslandığına kanaat getirince eliyle üç avuç (su) avuçlar ve bunları başının üzerine döker, daha sonra da vücûdunu yıkardı.”[271]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bu (rivayet) bana, Salim b. Ebi'l-Ca'd'ın (bir önceki) rivayetinden daha iyi geliyor.”[272]
Bu hadis gusülde başa üç defa su dökmenin Sünnet olduğuna delâlet etmektedir. Hanefi, Şafiî ve Hanbeliler, baş ve diğer abdest uzuvlarına kıyas ederek, bedenin diğer yerlerine de üç defa su dökmenin Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Mâlikîlere göre ise, gusülde sadece başa üç defa su dökmek mendûbtur. Saçların hilâllenmesine gelince, Hanefılere göre saç ve sakalın diplerine, hilâllemeksizin, su ulaşıyorsa, hilâîlemek müstehabdır. Aksi halde vâcibdir, hilâllemek gerekir. Malikiler ise, nasıl olurlarsa olsunlar, saç ve sakalı hilâllemenin vâcib olduğunu söylemişlerdir. Onlar, "hilâllemek"le suyun cilde varması için saç ve sakalı ovup hareket ettirmeyi kastederler. Bu sebeple onlara göre parmakları saç ve sakalın içine sokmak vâcib değildir. Şafîîlere ve Hanbelilere göre ise, hilâllemeksizin suyun cilde ulaşması mümkün olduğunda, hilâllemek mendub, aksi halde vâcibdir.[273]
755. “Bize Muhammed b. Kesîr, el-Evzâ'î'den, (O) ez-Zührî'den, (O) Urve'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Ben ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- cünüblükten dolayı bir kabdan gusül yapardık.”[274]
Bu hadis, karı ile kocanın aynı anda bir kabdaki sudan gusül yapmalarının veya birinin yıkanmasından sonra kabda arta kalan sudan diğerinin gusül yapmasının caiz olduğuna delâlet etmektedir. Fukahânın cumhurunun görüşü de budur.[275]
756. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), Ca'fer b. Burkan, ez-Zührî'den (O) Urve'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Ben ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kabdan -ki o faraktır- gusül yapardık.”[276]
Farak, cumhura göre yaklaşık 6 litrelik, Hicazlılara ve Hanefî fakihlere göre ise yaklaşık 9 litrelik bir kabdır.[277]
Hâkim'in bir rivayetine göre Hz. Peygamberle Hz. Aişe, sarı bakır bir kabdan gusül yapıyorlardı.[278]
757. “Bize Muhammed Îbnu'1-Fadl haber verip (dedi ki), bize Hammad b. Seleme, Atâ1 İbnu's-Sâib'den, (O) Zâzân'dan, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki:”
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Kim cünüblükten, bir kıl yeri (kadar kısmı), kendisine su İsabet etmemiş bir halde (kuru) bırakırsa, o (kuru kalan yere) Cehennemde şöyle şöyle yapılır. "[279] Hz. Ali dedi ki,
"İşte bundan dolayı başımın (saçına) düşman kesildim -(Hz. Ali) saçını keserdi-.”[280]
Bu hadis, cünüblükten dolayı yapılan gusülde suyu vücûdun her tarafına ulaştırmanın vâcib (farz) olduğuna, çok az da olsa bir miktar yer kuru bırakılsa, gusül geçersiz olacağından, bunun Cehennem azabına sebep olacağına delâlet etmektedir. Gusülde kuru kalan bir yer, yıkanmış olan diğer yerler kuruduktan sonra, yıkansa Ebû Hanife, Şafiî ve Ahmed'e göre gusül tamam olmuş olur. Malikilere göre ise guslü yeni baştan yapmak gerekir.[281]
758. “Bize Ebu'l-Muğire haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î rivayet edip dedi ki; bana Atâ1 b. Ebû Rebah'ın şöyle dediği ulaştı:”
“O (yani Atâ'), İbn Abbâs'ı şöyle haber verirken işitmiş: Bir adama Hz. Peygamberin -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında bir yara İsabet etmiş. Sonra da ihtilâm olmuş. Bundan dolayı gusül yapması emredilmiş. (O da yapmış) ve ölmüş. Bu, Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- ulaşmış. Bunun üzerine O şöyle buyurmuş:
"Onu öldürdüler. Allah da onları katletsin! Cehaletin devası sormak değil mi?"
Yine Atâ’ şöyle demiş: Bana ulaştı ki, ondan sonra Hz.Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- (nasıl yapmalıydı?) diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuş:
"Keşke vücûdunu yıkasaydı ve başının yara İsabet eden yerini (meshedip kuru) bıraksaydı!”[282]
Cehalet ne kötü şeydir! Cehaletle görüş beyan etmek, fetva vermek ise çok daha kötüdür. Bu hadis bunun büyük bir günâh olduğuna delâlet etmektedir. İlimsiz görüş beyan etmek, fetva vermek, bu olayda maddî neticesi görüldüğü gibi felâketlere sebep olabiliyor. Bunun için bundan şiddetle sakınmak ve bilinmeyen meseleleri ehline sormak gerekir.
Bu hadis ayrıca, gusül yapmak veya abdest almak icabettiğinde, yaralı bir yeri yıkamak zarar verecekse, bu yerin yıkanmadan bırakılabileceğine delâlet etmektedir. Şayet bu yaralı yerin üzerine sargı sarıp meshetmek zarar vermezse, sargı sarılıp meshedilir. Bedenin veya abdest uzvunun geri kalanı ise yıkanır. Bu konuda Hanefîler şu ayrımı yaparlar: Şayet vücûdun çoğu sağlam ise, sağlam kısımlar yıkanır, yaralı kısımların üzerindeki sargılara meshedilir. Meshetmek zarar verecekse, bu da terkedilir. Vücûdun çoğu yaralı ise sadece teyemmüm yapılır. Su kullandığı taktirde öleceğinden korkan kimsenin de teyemmüm yapması caizdir. Malik, Ebû Hanife ve Şafiîlerin râcih görüşüne göre hastalığın artmasından veya iyileşmenin gecikmesinden korkulduğunda da teyemmüm yapmak caizdir.[283]
759. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Sâbit'ten (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti ki, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir defasında) tek bir günde (bütün) hanımlarını dolaşmış, (onlarla cima yapmıştı).”[284]
Bu hadiste Hz. Peygamberin, bir hanımıyla cimâdan sonra diğerine gittiğinde arada gusül yapıp yapmadığına dair bir sarahet yoktur. Ancak bu hadisin, Buhâri dışındaki Kütüb-i Sitte'de bulunan bazı rivayetlerinde Hz. Peygamberin arada gusül yapmayıp sonunda tek gusül yaptığı tasrih edilmektedir ki, Dârimi, koyduğu başlıkla bunlara işaret etmektedir. Binaenaleyh erkeğin, bir hanımıyla cima yaptıktan sonra onunla veya diğer bir hanımıyla tekrar cima yapmak istediğinde arada gusül yapması vâcib değildir. Bununla beraber iki cima arasında gusül yapmanın veya abdest almanın müstehab olduğuna delâlet eden hadisler de vardır.
Burada dikkat çeken bir husus, bu konuda Buhâri'nin de aynı yolu izlemiş olmasıdır. O da, koyduğu başlıkla hadisin diğer rivayetlerine işaret etmiş ve bu şekilde bölümün asıl hadisinin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Buhâri'nin bunu, kitabına hadis almakta koyduğu şartlara uymayan hadis ve rivayetlerde yaptığı bilinmektedir. Bu durumda Dârimi'nin de, bir hadisi kitabına alırken bazı şartlara uyduğu, şartlarına uymayan hadis ve rivayetlere başlıklarda işaret ettiği söylenebilir. Hadisten de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber birden fazla kadınla evlenmişti. 53 yaşına, yani Medine döneminin başlarına kadar tek evli bir hayat süren Hz. Peygamber, ondan sonra, dini, içtimai, siyasi vb. hikmet ve sebepleri olan birçok evlilik yapmıştı. Bu hikmet ve sebeplerin, neslin devamı, insan tabiatının gereği gibilerinin dışında kalan bir kaçını, özetle şöylece sıralayabiliriz: Aile içi meseleleri ilgilendiren dini hükümlerin öğrenilip öğretilmesini, bunların müslümanlara intikalini sağlamak; değişik yaradılıştaki hanımlarla karı-koca münâsebetlerinin nasıl olacağına dair numuneler vermek; bazı dostlukları pekiştirmek, bazı yeni dostluklar kazanmak; ortada kalmış, İslâm için çile çekmiş bazı hanımlara, bilhassa şehid hanımlarına himaye sağlamak; İslam devletine siyasi destekler bulmak...
Bu ve benzeri sebeplerle Hz. Peygamberin yaptığı toplam evlilik sayısı onbirdir. Fakat iki hanımı, kendisi hayattayken vefat ettikleri için, Hz. Peygamber'in bir anda nikâhı altında bulunan hanımlarının sayısı dokuza indi. Kur'an-ı Kerim'de mü'minlerin "anneleri"[285] olarak tavsif edilen Hz. Peygamber'in hanımları şunlardı:
1) Hz. Hatice binti Huveylid (v. hicretten üç yıl önce): Hz. Peygamber 25 yaşındayken onunla evlenmişti. O zaman Hz. Hatice'nin 40 yaşında olduğu rivayet edilir. Hz, Peygamber, Hz. Hatice vefat edinceye kadar tek evli kalmış ve ondan üç erkek, dört kız çocuğu olmuştu: el-Kâsım, Tayyib (veya Tâhir. Bunları ayrı çocuk sayan da vardır. O zaman erkek çocuk sayısı dört olmaktadır), Abdullah Bunların hepsi küçük yaşlarda vefat etmişlerdi. Kızların isimleri ise şöyledir: Zeyneb (Bi'setden önce teyzesinin oğlu Ebu'l-Âs ile evlenmiş, h. 7. yılda ise vefat etmişti.)- Rukıyye, Ümmü Külsûm (birinin vefatından sonra diğeri olmak üzere ikisi de Hz. Osman ile evlenmişler; Rukıyye h. 1. yılda, Ümmü Külsûm h. 8. yılda vefat etmişti), Hz. Fâtıma (h. 2. yılda, Hz. Peygamber'in amcasının oğlu Hz. Ali ile evlenmiş, h. 11. yılda vefat etmişti). Hz. Peygamber'in kızlarının hepsi İslami döneme kavuşmuş ve müslüman olmuşlardı. Ancak Hz. Peygamber'in soyu Hz. Fatıma yoluyla devam etmiştir ki, bu soya mensup olanlara, müslümanlar tarafından, seyyid, şerif, habib gibi unvanlar verilerek, daima büyük saygı gösterilmiştir;
2) Hz. Şevde binti Zem'a (v. h. 19): Hz. Peygamber O'nunla hicretten üç yıl kadar önce evlenmişti. O da dul ve elli yaşlarmdaydı;
3) Hz. Aişe binti Ebî Bekr (v. h. 57): Hz. Peygamber'in, bekâr olarak evlendiği iki hanımından birisi Hz. Aişe'dir. Nikâhları hicretten iki yıl önce yapılmış, gerdekleri ise hicret n sonra olmuştu. Zeki bir kadın olan Hz. Aişe'nin edebî zevki de yüksekti. O, Hz. Peygamber'in yanında büyük bir İslam hukukçusu olmuş, aynı zamanda Hz. Peygamber'den en çok hadis rivayet eden yedi Sahabi arasına girmişti. Hz. Aişe'nin, Halifeler dönemindeki bazı siyasi olaylarda da mühim rolü olmuştur;
4) Hz. Hafsa binti Ömer (v. h. 45): Döneminde okuma-yazma bilen nadir kadınlardan olan Hz. Hafsa, kocası Huneys b. Huzâfe'nin Uhud'da şehid olması üzerine 22 yaşında dul kalmıştı. Müteakiben h. 3. yılda Hz. Peygamberle evlenmiş olan Hz. Hafsa'nın da birçok hadis rivayeti vardır;
5) Hz. Zeyneb binti Huzeyme (v. h. 4): Hz. Zeyneb, Arabistan'ın güçlü kabilelerinden birine mensuptu. Bazı sebeplerle bu kabilenin müslümanlarla arası açılmıştı. Hz. Zeyneb ise, kocasının Bedirde şehid olması üzerine 30 yaşında dul kalmıştı. Müteakiben Hz. Peygamber O'nunla evlenmiş, ancak, müslüman olmadan önce de "ümmü'l-mesâkîn' (=fakir anası) lakabıyla bilinen bu yardımsever hanım birkaç ay sonra vefat etmişti;
6) Hz. Ümmü Seleme Hind binti Ebî Ümeyye (v. h. 61): Kocası Ebû Seleme ile erken dönemde müslüman olmuş olan Ümmü Seleme, Hz. Halid b. Velid'in yakın ak-rabasıydı. Ümmü Seleme, kocasının Uhud'da şehid olması üzerine dul kalmıştı. Birçok da çocuğu vardı. Hz. Peygamber, dul kalışından bir yıl sonra O'nunla evlenmişti. Şair olan Ümmü Seleme de Hz. peygamber'den birçok hadis rivayet etmiştir;
7) Hz. Zeyneb binti Cahş (v. h. 20): Hz. Peygamber'in halasının kızı olan Hz. Zeyneb, Hz. Peygamberin tavsiyesi Üzerine Zeyd b. Harise ile evlenmişti. Ancak anlaşamamış, boşanmışlardı. Hz. Zeyneb o zaman 36 yaşındaydı. Daha sonra Hz. Peygamber, Allah'ın evlendirmesiyle[286] O'nunla evlenmişti (h. 5). Bu şekilde, oğulluğun boşadığı hanımla evlenmeme geleneği de yıkılmış oluyordu. Hz. Zeyneb'in de hadis riâyetleri vardır;
8) Hz. Cüveyriye bintu'l-Hâris (v. h. 50): Mustalıkoğullarının reisinin kızı olan Cüveyriye, Mureysî' savaşında, bazı kabile fertleriyle beraber müslümanlara esir düşmüş, sonra kendisi esir olarak Hz. Peygambere intikal etmiş, müslüman olmuş, Hz. Peygamber de onunla evlenmişti (h. 6). Bunun üzerine müslümanlar, onun kabilesinden ellerinde bulundurdukları esirleri serbest bırakmışlar, onlar da müslüman olmuşlardı. Böylece bir kabile İslam'a kazanılmıştı. Fazla ibadet ve tâatı ile bilinen Hz. Cüveyriye'nin de hadis rivayetleri vardır.
9) Hz. Ümmü Habibe binti Ebî Süfyan (v. h. 59): Erken dönemde müslüman olup kocası ile Habeşistan'a hicret etmiş olan Hz. Ümmü Habibe, kocasının orada hıristiyanlığa girmesine rağmen kendisi müslümanlıkta sebat etmişti. Kocası daha sonra orada ölünce Hz. Peygamber birini oraya gönderip evlenme teklifi yaptırmış ve, Medine'ye getirterek O'nunla evlenmişti (h. 7). Ümmü Habibe'nin de hadis rivayetleri vardır;
10) Hz. Safıyye binti Huyey (v. h. 50): Hayberli bir yahudi olan Hz. Safıyye, Hayber savaşından (h. 7. yıl) sonra dul kalmış, müteakiben de Hz. Peygamber O'nunla evlenmişti (h. 7). Hz. Safiyye'nin de hadis rivayetleri vardır;
11) Hz. Meymûne bintu'l-Hâris (v. h. 51): Hz. Peygamber O'nunla h. 7. yılda evlenmişti. O, o zaman 36 yaşındaki bir dul idi. Hz. Meymûne'nin, muhtelif kabilelerin ileri gelenleriyle evli olan sekiz kız kardeşinin olduğu nakledilir. Hz. Meymûne'nin de birçok hadis rivayeti vardır.
Hz. Peygamberin ayrıca iki de cariyesi vardı:
1) Reyhâne (v. h. 10): Kureyza kabilesinden bir yahudi idi. Müslüman olduğu, fakat hür müslüman kadınların örtünmesi gibi örtünmeyi istemediği için köle kalmayı tercih ettiği nakledilir.
2) Mâriye: Hicri 7. yılda Mısır hükümdarının Hz. Peygamber'e gönderdiği hediyeler arasındaydı. Mâriye müslüman olmuş ve Hz. Peygamber'den İbrahim isimli bir çocuk dünyaya getirmişti. İbrahim onsekiz aylık iken vefat etmişti.[287]
760. “Bize Affân rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme rivayet edip (dedi ki), bize Sabit, Enes'ten (naklen) rivayet etti ki, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir defasında) bir gecede bütün hanımlarını dolaşmış, (onlarla cima' yapmıştı).”[288]
Bu olayı nakleden Enes b. Mâlik, Medine'de annesi tarafından Hz. Peygamber'in hizmetine verilmiş bir çocuktu. O, Hz. Peygamberin vefatına kadar on yıl O'nun hizmetinde kalmıştı. O'nun bu olaydan haberdar olması, muhtemelen, Hz. Peygamber'e, bir hanımının hücresinden diğerine geçerken, iki cima arasında müstehab olan abdest almak için su getirmesi gibi bir hizmeti vesilesiyle olmuştur.[289]
761. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Mehdî b. Meymûn rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ya'kûb, el-Hasan b. Ali'nin âzâdlısı olan el-Hasan b. Sa'd'dan, (O da) Abdullah b. Ca'fer'den (naklen) rivayet etti (ki, Abdullah) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bir gün beni bineğinin terkisine almış ve bana, insanlardan hiçkimseye anlatmayacağım gizli bir söz söylemişti. Bir tümsek veya hurma ağacı kümesi ise, Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem-, def-i haceti için arkasına gizlendiği şeylerin, (O'na) en sevimli gelenleriydi.”[290]
Bu hadis Hz. Peygamber'in def-i hacet esnasında, insan nazarlarından, mümkün olan en iyi şekilde kaçmaya, gizlenmeye özen gösterdiğine, bunu o günün çevre şartlarında en iyi kum tümsekleri veya hurma ağacı kümeleri sağladığı için de onların arkasını tercih ettiğine delâlet etmektedir. Def-i hacet esnasında insan bakışlarından kaçmakta bu dikkat ve titizliği gösteren Hz. Peygamber'in, ondan çok fazla gizlenilmesi icab eden cinsi münâsebetlerde, yabancıların bakış ve duyuşlarından daha çok kaçınmış olacağı aşikârdır. Binaenaleyh Enes b. Mâlik, yukarıda naklettiği olay hakkındaki bilgisini, abdest alması için su vermesi gibi harici bazı işaretlerden çıkarmıştır. Büyük hadisci Dârimi, bu hadisi ikinci defa olarak burada zikretmekle, hem buna dikkat çekip Enes'in verdiği bilginin kaynağı konusunda yanlış anlamaları önlemek, hem de cinsi münâsebet esnasında yabancıların bakış ve duyuşlarından kaçınmanın vâcib olduğunu bildirmek istemiş olmalıdır.[291]
762. “Bize Ubeydullah b. Musa, Sufyân'dan, (O) Abdullah b. Dinar'dan, (O da) İbn Ömer'den (naklen) haber verdi (ki, İbn Ömer) şöyle dedi: Ömer, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem-sorup demişti ki:
"Bana geceleyin cünüblük İsabet ediyor, (cünüb oluyorum. Nasıl yapmalıyım?)" Bunun üzerine (Hz. Peygamber) O'na;
“Erkeklik organını yıkamasını, abdest almasını, sonra da uyumasını emretmişti.”[292]
Cimâ'dan sonra gusül yapmayı sonraya te'hir edip uyunabilir. Bu durumda uyumadan önce abdest almak müstehabdır. Bu abdestin hikmeti olarak, mânevi pislik halini ("hades") hafifletmek, gusül yapıp tam bir temizlik sağlanamadığında hiç olmazsa küçük temizliği yapmak ve ölüm halinde böyle bir temizlik üzere ölmek gibi hususlar zikredilir.[293]
763. “Bize Ahmed b. Halici haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. İshak, Abdurrahman İbnu'l-Esved'den, (O da) babasından (naklen) rivayet etti (ki, babası el-Esved) şöyle dedi:”
“Hz. Aişe'ye, Rasûlullah'ın, -sallallahu aleyhi ve sellem- cünüb olduğu halde uyumak istediğinde ne yaptığını sordum. O da şöyle karşılık verdi:”
“Namaz abdesti gibi abdest alır, sonra uyurdu.”[294]
764. “Bize Yahya b. Musa haber verip (dedi ki), bize Abdurrezzâk rivayet edip (dedi ki), İbn Cureyc haber verdi. (O dedi ki), bana Amr b. Dinar, Abdurrahman Ibnu's-Sâ'ib'den, (O) Abdurrahman b. Suâd'dan -ki o, Medinelilerden beğenilen biri idi-, (O da) Ebû Eyyûb el-Ensârî'den (naklen) haber verdi ki, Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:”
"Su sudan dolayı (gerekir)."[295]
Bu hadisteki birinci "su"dan, "gusül yapmak", ikinci "su"dan ise "meni" kastedilmiştir. Buna göre mânâ, "gusül yapmak, cimâ'da meni inmesinden dolayı gerekir" şeklinde olur. Bu da, cima1 yapılıp da meni inmezse gusül yapmanın vâcib olmayacağına delâlet eder. Ancak bu hüküm, bundan sonraki hadiste görüleceği üzere, sonradan kaldırılmıştır.[296]
765. “Bize Abdullah b. Salih haber verip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana Ukayl, İbn Şihâb'dan, (O da) Sehl b. Sa'd es-Sâ'idî'den (naklen) rivayet etti -ki O, Hz. Peygamber'e- -sallallahu aleyhi ve sellem- ulaşmış ve O'ndan (bazı hadişler) işitmişti.”
“O, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- vefat ettiğinde onbeş yaşındaydı-; rivayet etti (ki, O şöyle dedi): Bana Übey b. Ka'b rivayet etti ki, (bazı Sahâbilerin, Hz. Peygamber'in) "Su, sudan dolayı (gerekir)" sözü hakkında verdikleri fetva, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- İslam'ın başlangıcında vermiş olduğu bir kolaylık (ruhsat) idi. (Hz. Peygamber) daha sonra gusül yapılmasını emretmiş idi.”[297]
Abdullah (ed-Dârimi) dedi ki:
O'ndan (yani Ukayl'dan) başkası demiş ki, ez-Zührî şöyle dedi: Bana, razı olduğum kimselerden birisi, Sehl b. Sa'd'den (naklen) rivayet etti.[298]
Dârimi, "muallak" olarak verdiği ikinci senetle bu hadisin bazı rivayetlerde ez-Zühri'nin Sehl'den doğrudan rivayeti olarak, diğer bazılarında ise ez-Zührî ile Sa'd arasında bir râvi vasıtası ile geldiğine dikkat çekmektedir. Ez-Zührî'nin, kendisinden razı olduğunu belirttiği bu râvî Ebû Hâzim Seleme b. Dinar'dır. Seneddeki bu farklılığın sebebi şu olabilir: Ez-Zührî bu hadisi önce Ebû Hâzim'den almış ve öylece rivayet etmiş, bazı kimseler de bu hadisi O'ndan bu şekilde almışlar. Ez-Zührî daha sonra Sehl ile karşılaşmış ve hadisi doğrudan doğruya O'ndan almış. Bundan sonra da bu hadisi böylece rivayet etmiş, bazı kimseler de O'ndan bu şekilde almışlar. Bunun sonucu hadisin senedleri arasında fark meydana gelmiş.
Bu hadis, cimâdan dolayı gusül yapmanın, meni inmesi halinde gerekeceğine dair önceleri konulmuş olan hükmün sonradan kaldırılmış olduğuna, binaenaleyh, meni inmese de cimâ'dan dolayı gusül yapmanın farz (vacib) olduğuna delâlet etmektedir.
Önceleri, müslümanlarm İslam'a yeni girmiş olmaları, elbiseleri yetersiz olduğu için sıkça yıkanmakla yıpranmamaları, fazla gusül yapmadan dolayı sıhhat bakımından zarar görmemeleri gibi sebeplerle, inzal vâki olmadıkça cimâ'dan dolayı gusül yapmanın gerekmeyeceği sekilinde bir kolaylığın tanınmış olduğu, sonradan, bu kolaylığı icab edici şartların değişmesiyle bu kolaylığın kaldırılmış olduğu açıklanır.
İslam alimlerinin cumhuruna, bu arada dört Halife ile dört mezhebe göre de "inzal" (meni inişi) vaki olmasa da cimadan dolayı gusül yapmak farz (vacib) dir.[299]
766. “Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Mihrân el-Cemmâl haber verip (dedi ki), bize Mübeşşir el-Halebî, Muhammed b. Ebî Ğassân'dan, (O) Ebû Hâzim'den (O da) Sehl b. Sa'd'dan (naklen) rivayet etti (ki, Sehl şöyle dedi):”
“Bana Übey b. Ka'b rivayet etti ki, (bazı Sahâbilerin), "su sudan dolayı (gerekir)" diye verdikleri fetva, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem-, İslam'ın -veya zamanın- başlangıcında vermiş olduğu bir kolaylık (ruhsat) idi. Sonra (cima yapıldığında, meni inmese de) gusül yapıldı.”[300]
767. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Hişâm, Katâde'den, (O) el-Hasan'dan, (O) Ebû Râfi'den, (O) Ebû Hureyre'den, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"(Erkek) onun (yani kadının) dört parçası arasına oturduğu, sonra da ona yüklendiği (veya onu yorduğu) zaman, gusül yapması vâcib olmuştur."[301]
Hadiste geçen "(kadının) dört parçası"ndan maksadın onun elleri ile ayakları veya ayakları ile avret yerinin kenarları yahut uylukları ile bacakları olduğu ve bununla cimâ'nın kinaye edildiği söylenmiştir. Hadisin asıl hükme medar olan "ona yüklendi" (onu yordu) cümlesi ise, erkeklik organını kadınlık organına sokmaktan kinayedir. Bunun guslü gerektirecek ölçüsü de, Dârimi'nin başlıkta birisine işaret etmiş olduğu hadisin diğer rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Bu da erkeklik organının kadınlık organına, her iki organın Sünnet yerleri aynı hizaya gelecek kadar sokmaktan ibarettir. Başlıkta işaret edilen rivayetteki "dokunmak" da, diğer rivayetlerden anlaşıldığına göre, "aynı hizaya gelmek" demektir. Erkeklik organının Sünnet yeri onun başının (=haşefe) bitiş yeri, kadınlık organının ise, onun üst tarafında, horozibiğine benzer bir parçanın bulunduğu yerdir. İşte hadis, erkeklik organının kadınlık organının içine, bu iki yer bir hizaya gelecek kadar girmesi halinde, meni inmese de, guslün farz (vacib) olacağına delâlet etmektedir. Erkeklik organının zikredilen kısmının, her ne kadar haram ise de, kadının dışkı yerine sokulması halinde de gusül yapmak vacib olur.[302]
768. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Ata’ el-Hurâsâni'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'i, şöyle derken işittim: Teyzem Havle bint Hakim es-Sülemiyye, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem-, ihtilâm olan kadının (durumunu) sormuştu da (Hz. Peygamber) O'na, gusül yapmasını emretmişti.”[303]
"İhtilâm", rü'yada, gusül yapmayı icab ettirici cima' vb. bir şey yaptığını görmektir ki, Türkçe'de buna "rüyalanmak" da denir. Kadınlar da erkekler gibi ihtilam olabilirler. Ancak rü'yada cima' yaptığını gören kimseye guslün farz olması için, meninin gelmesi gerekir. Binaenaleyh rü'yadaki cimâ'da meni gelmezse gusül yapmak gerekmez.[304]
769. “Bize Abdullah b. Salih haber verip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana Ukayl, İbn Şihâb'dan rivayet etti (ki, O şöyle demiş):”
“Bana Urve İbnu'z-Zübeyr, Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- eşi Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti ki, O (yani Hz. Aişe) O'na (yani Urve'ye) haber vermiş ki, Ebû Talha'nın oğullarının annesi Ümmü Süleym, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- huzuruna girip demişti ki:
"Ya Rasûlullah! Şüphesiz Allah hakkı (açıklamaktan) çekinmez. Söyler misin, rü'yada erkeğin gördüğü şeyi gören kadın gusül yapacak mı?" (Hz. Peygamber de)
"Evet" buyurmuştu, Hz. Aişe demiş ki, bunun üzerine ben, (Ümmü Süleym'e)
"Ayıp sana! Kadın bunu görür mü?" demiştim de, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na (yani Hz. Aişe'ye) dönüp şöyle buyurmuştu:
"Allah iyiliğini versin! Peki (çocukla annesi arasındaki) benzerlik nereden olur.”[305]
770. “Bize Muhammed b. Kesîr, el-Evzâ'î'den, (O) İshak b. Abdillah b. Ebû Talha'dan, (O da) Enes'ten (naklen) haber verdi .(ki, Enes) şöyle dedi:”
“Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- huzuruna, yanında Ümmü Seleme var iken Ümmü Süleym girmiş ve şöyle demişti:
"Kadın, rüyasında, erkeğin gördüğü şeyi görür. (Bunun hakkında ne buyurursunuz?)" Bunun üzerine Ümmü Seleme,
"Allah iyiliğini versin, Ümmü Süleym! Kadınları rezil rüsvay ettin!" demişti de Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, Ümmü Süleym'e arka çıkarak şöyle buyurmuştu:
"Bilâkis Allah senin iyiliğini versin! Şüphe yok ki sizin en hayırlınız, kendisini ilgilendiren şeyi sorandır. (Kadın rü’yalandığında elbisesinde veya avret yerinde) o suyu (yani meniyi) görürse gusül yapsın!" (O zaman) Ümmü Süleym şöyle demişti:
"Kadınların da suyu (yani menisi) var mı, ya Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-?"
"Evet" buyurdu,
"Ya çocuk onlara nereden benzer? Onlar (yani kadınlar) erkeklerin sadece benzerleridirler."[306]
Kadının, ihtilâm olduğunda meni çıkması halinde gusül yapmasının vâcib olduğuna delâlet eden bu hadis, ihtiyaç duyulan meseleleri yetkili bir kimseye sormaktan çekinmemenin gerektiğini de bize göstermektedir. Bu konuda kadm-erkek ayrımı yoktur. Yeter ki ciddi ve ölçülü olunsun. Hz. Peygamber'e mezkûr meseleyi soran kadın, Medine'li müslümanlardan ("ensâr"dan) bir hanımdır. Ensâr kadınlarının ilim konusundaki, tabir caizse, medeni cesaretleri meşhurdur. Hz. Aişe onların bu yönünden övgüyle bahseder ve şöyle der:
"Ensâr kadınları ne iyi kadınlardır. Utanma, onların dini (bilgileri) iyice öğrenmelerine mani olmamıştır."[307] Ensâr kadınlarının erkeklerine karşı da, Mekke'li kadınlardan daha serbest oldukları anlaşılmaktadır. Hz. Ömer şöyle demiştir:
"Biz Kureyş'liler, kadınlara hükmeden bir topluluktuk. Medine'ye gelince, kendilerine kadınlarının hükmettiği bir topluluk bulduk. Bunun üzerine bizim kadınlarımız, onların kadınlarından (erkeğe hükmetmeyi) öğrenmeye başladılar. "[308]
Hz. Peygamber bu hadisinde kadınların, yaratılış, tabiat ve mükellef tutulan hükümlerde erkeklerin benzerleri olduklarını da açıklamaktadır. Tabiatiyle bundan erkeğe veya kadına has bazı durumlar müstesnadır.
Binaenaleyh, özel bir durum olduğunu gösteren bir işaret, bir delil olmadıkça, erkeklere hitap eden bütün hükümler kadınlar için de geçerlidir.
Bu hadis, tıbb-ı nebevi açısından da, çocuğun ruhi ve bedeni yapısının teşekkülünde annenin de baba gibi müessir olduğuna delâlet etmektedir.[309]
771. “Bize Yahya b. Musa haber verip (dedi ki), bize Abdürrezzâk, Abdullah b. Ömer'den, (O) Ubeydullah b. Ömer'den, (O) el-Kâsım'dan, (O) Hz. Aişe'den, (O da) Hz. Pey-gamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber uyanıp da, ihtilâm olduğunu hatırlamadığı halde (elbisesinde veya avret yerinde) ıslaklık gören kimse hakkında şöyle buyurdu:”
"Gusül yapsın. Fakat şayet o, bir ıslaklık görmediği halde ihtilâm olduğunu bilirse ona, gusül yapmak gerekmez. "[310]
Bu hadis, zahiri manâsıyla, bir kimsenin uykudan uyandığında, ihtilâm olduğunu hatırlamadığı halde elbisesinde (iç çamaşırında) veya avret yerinde nasıl olursa olsun mutlak olarak bir ıslaklık görmesi halinde gusül yapmasının vacib olduğuna, ihtilâm olduğunu hatırladığı halde bir ıslaklık görmezse, yani meni gelmemişse gusül yapmasının vacib olmadığına delâlet etmektedir. Ancak alimlerin ekserisi, burada söz konusu olan "ıslaklık"tan maksadın "meni ıslaklığı" olduğunu anlamıştır.
Mezheblerde bu konuda şu tafsilat vardır: Malikilere göre uykudan uyanıp da elbisesinde veya bedeninde bir ıslaklık gören kimse şayet onun meni olduğuna kesin kanaat getirirse veya onun meni mi, başka bir şey mi olduğunda şüphe ederse, gusül yapması gerekir.
Şayet onun meni olmadığına kesin kanaat getirirse veya meni mi, mezi mi, vedi mi olduğunda şüpheye düşerse, gusül yapması gerekmez. Şafîîler ise şöyle demişlerdir: Uykudan uyanıp da bir ıslaklık gören kimse, onun meni mi, mezi mi olduğunda şüphe ederse, ister onu meni kabul edip gusül yapar, isterse mezi kabul edip abdest alır ve elbisesini yıkar. Hanbelilerin görüşü de şöyledir: Uykusundan uyanan veya baygınken ayılan baliğ veya baliğ olması mümkün kimse vücûdunda veya elbisesinde bir ıslaklık görüp de onun meni olduğu ortaya çıkarsa, ihtilam olduğunu hatırlamasa bile gusül yapması vacib olur. Bu kimse, meni temiz olduğu için, onun İsabet ettiği yeri yıkamaz. Şayet onun mezi olduğu ortaya çıkarsa, mezinin İsabet ettiği yeri yıkar, gusül yapması gerekmez. Eğer İsaklığın meni mi, mezi mi olduğu ortaya çıkmazsa, bu durumda uykudan önce oynaşma, bakma, soğuk gibi mezinin çıkmasına sebep olacak bir şey olmamışsa gusül yapması ve ıslaklığın İsabet ettiği yeri yıkaması gerekir. Uykudan önce mezinin çıkmasına sebep olacak bir şey olmuşsa, gusül yapması gerekmez. Ancak bu durumda ihtilâm olduğunu hatırlarsa yine gusül yapması vacib olur. Hanefiler ise, uykudan uyandığında ıslaklık gören kimsenin, ihtilâm olduğunu hatırlaması halinde, her halükârda gusül yapmasının gerekeceğini söylemişlerdir. Fakat ihtilâm olduğunu hatırlamazsa, o ıslaklığın mezi olduğuna kani ise gusül yapması gerekmez. Meni olduğuna kanaat getirirse veya meni mi, mezi mi olduğunda şüpheye düşerse, gusül yapması gerekir.[311]
772. “Bize Ebû Nu'aym haber verip (dedi ki), bize İbn Uyeyne, ez-Zührîden, (O) Ebû Seleme'den, (O da) Ebû Hu-reyre'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Hureyre) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Biriniz uykusundan uyandığında, elini üç (kere) yıkamadıkça onu abdest suyuna sokmasın!" buyurdu.”[312]
Bu hadis, uykudan uyandığında abdest almak isteyecek kimsenin, elini, üç defa yıkamadan su kabına daldırmasının yasak olduğuna delâlet etmektedir. Alimlerin ekserisi bu yasağın tenzihi bir yasak olduğu görüşündedir. Binaenaleyh ne elini yıkamadan su kabına daldıran kimse günahkâr olur, ne de su pislenmiş olur. İmam Ahmed'den nakledildiğine göre ise, gece uykusundan uyanan bir kimsenin, ellerini yıkamadan su kabına daldırması tahrimen mekruh, gündüz uykusundan uyananın böyle bir hareketi ise tenzîhen mekruhtur. Netice olarak Hanbelîler, uykudan uyandığında abdest almak isteyecek kimsenin, elini su kabına daldırmadan önce yıkamasının vacib olduğunu, Hanefi, Şafiî ve Malikiler ise Sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bunun sebebi, değişik izahlar yapılmış olmakla beraber, ellerin uyku esnasında avret mahalli gibi pislik bulunması muhtemel yerlere dokunmuş olabileceğidir. Bundan dolayı, ellerin pis olmasından şüphe edildiği her durumda da, el, su kabına daldırılmadan önce yıkanmalıdır. Bu hadis her ne kadar abdest alacak kimseyle alâkalıysa da, gusül yapacak kimse de bunun hükmüne tabidir. Çünkü gusülde abdest ve onun fazlası vardır. Dârimi de, bu hadisi gusül konulan içinde zikretmekle buna işaret etmek istemiş olmalıdır. Ayrıca bu hadisi, uyandığında bir ıslaklık gören kimsenin ne yapması gerekeceği ile alâkalı babdan sonra zikretmesinden, onun, elleri yıkamanın sebebi olarak, onların avret mahallindeki veya elbisedeki mezi gibi pis bir şeye dokunmuş olabileceği ihtimalini gördüğü söylenebilir.[313]
773. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Sufyân b. Uyeyne, Amr b. Dinar'dan, (O) Sa'îd İbnu'l-Huveyris'ten, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“(Bir gün) biz Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- yanında idik. Derken O helaya girip çıkmıştı. Ardından ise yemek getirilmişti. (Yemeğe başlaması) üzerine;
"Abdest almayacak mısınız?" denilince O şöyle buyurmuştu:
"Namaz mı kılıyorum ki abdest alayım?”[314]
Bu hadis, "hades"lilik halinde namaz kılmak istenildiğinde abdest almanın farz (vâcib) olacağına delâlet etmektedir. Alimlerin cumhurunun görüşü de budur. Binaenaleyh abdestsiz olan kimse yemek yiyebilir, bir şeyler içebilir. Allah'ı zikredebilir. Dârimi, bu hadisi burada zikretmekle cünüb olanın da bunları yapabileceğine işaret etmek istemiş olmalıdır. İmam Malik ve İmam Şafiî'nin de buna benzer görüşleri vardır. Ancak cünüb olan kimse, ellerine bir pislik bulaşmışsa, yiyip içmeden önce onları yıkar. Ebû Hanife ise cünüb olan kimsenin, yiyip içmeden önce ellerini yıkayıp ağzını çalkalayacağını söylemiştir. Hanefi Mezhebine göre cünüb kimsenin ellerini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi mekruhtur. İmam Ahmed ise, cünüb olan kimsenin yiyip içmeden önce avret yerini yıkayıp abdest almasının müstehab olduğunu söylemiştir.[315]
774. “Bize Ebu'l-Muğire, el-Evzâ'î'den, (O) ez-Zührî'den, (O) Urve İbnu'z-Zübeyr ve Amra bint Abdirrahman b. Sa'd b. Zurâre'den, (onlar da) Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımı Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Ümmü Habibe bint Cahş'ın hayız (özür) kanı, O Abdurrahman b. Avf’ın nikâhında iken yedi yıl devam etmişti. Bir ara O, bu derdini Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- söylemişti de Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu:”
"Şüphe yok ki, o hayız (kanı) değildir. O ancak bir damar(dan gelen kandır). Binaenaleyh hayız (vaktin) geldiğinde namazı bırak, gittiğinde gusül yapıp namazını kıl." Hz. Aişe dedi ki, ondan sonra, O, her namaz için gusül yapar, sonra namaz kılardı. O, (gusül yapmak için), kızkardeşi Zeyneb bint Cahş'a ait bir çamaşır teknesinin içine otururdu da kanın kırmızılığı, suyun üstüne çıkardı.”[316]
Gusül yapmayı icab eden hallerden biri de kadının hayız kamum kesilmesidir. Hayız, kadının rahminden (=döl yatağından), bir hastalık veya çocuk doğurmak sebebi ile olmaksızın gelen kandır. Buna "âdet hali" denir. Kadın bu halde bazı ibadetleri yapamaz, kocası ile cinsi münâsebette bulunamaz. Yani bu hal, kadının bazı işleri yapmasına Şer'i bir engel teşkil eder. Hayız kanının gelişinin en az ve en çok devam ettiği müddet bellidir. Bunun dışında veya kadının mu'tâd âdet hali günlerinin dışında tenasül yolundan gelen kan, rahimden değil, bir damardan gelir ki, kokusuz olan bu kana "istihâza" kanı, kendisinden böyle bir kan gelen kadına da "müstehaza" denir. İstihâza kanı, diğer organlardan gelen kan gibi sadece abdesti bozar. Binaenaleyh müstehaza, abdest alarak namazını kılar, orucunu tutar, kocasıyla cinsi münasebette bulunabilir. Bu istihâza kam devamlı gelirse, kadın özürlü olmuş olur ve onun hakkında, özür sahipleri için konulmuş hükümler uygulanır. İleride bu bahis yine ele alınacaktır. Yukarıdaki hadiste bahsedilen, Ümmü Habibe'nin, her namaz için gusül yapması, müstehazanın her namaz için gusül yapması farz olduğundan dolayı değildir. Bu, Ümmü Habibe'nin kendi isteği ile nafile plarak yaptığı bir uygulamaydı.[317]
775. “Bize Ebû Asım, ed-Destüvâ yapımı mal alıp satan Hişâm'dan,[318] (O) Hammâd'dan, (O) İbrahim'den, (O) el-Esved'den, (O da), Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- oruçlu iken kendisi ile mübaşerette bulunurdu.”[319]
"Mübaşeret", cildin cilde dokunması demektir. Cinsi münâsebet mânâsına da kullanılır. Burada ise, kadın ve erkeğin, cinsi münâsebet dışında birbirinden her türlü zevklenmeleri, istifade etmeleri mânâsına kullanılmıştır. Oruçlunun mübaşereti, cinsi münâsebete varmayacağından veya meni gelmeyeceğinden emin ise, caizdir. Hanefi ve Hanbelilerin görüşü budur. Hanefi Mezhebine göre eğer oruçlu mezkûr hususlarda kendinden emin olmazsa, onun fahiş olmayan mübaşereti mekruhtur. Fahiş olan yani çıplak halde cinsi organları birbirine dokunmuş olarak yapacağı mübaşeret ise, ister nefsinden emin olsun, ister olmasın, mutlaka mekruhtur. Malikilerin meşhur görüşüne göre ise oruçlunun mübaşereti mutlak olarak mekruhtur. Şafiîlerde ise, şehveti tahrik etmeyen mübaşeret mekruh değildir. Ancak bunu yapmamak daha iyidir. Şehveti tahrik eden mübaşeret ise, sahih olan görüşe göre, erkek için haramdır. Mübâşeretirr bir parçası olan öpmenin hükmü de mübaşeretin hükmü gibidir. Oruçlu iken öpme ve mübaşeretten dolayı meni gelirse oruç bozulur ve ittifakla orucun kaza edilmesi gerekir. İmam Malik'e göre kefaret de gerekir. Şayet mezi gelirse Mâlik ve Ahmed'e göre yine orucun kaza edilmesi gerekir. Hanefi ve Şafiîlere göre ise bu durumda oruç bozulmaz.
Oruçla alâkalı bu hadisin hayız konuları içinde zikredilmesi bir müşkillik arzetmektedir. Acaba Dârimi bu hadisi, Hz. Aişe'nin, onunla kısmen aynı senedle gelen ve hayızlı kadınla mübaşeretten bahseden diğer bir rivâyeti[320] ile "asırlarını tek bir hadis kabul ettiği için mi burada zikretmiştir? Ancak biz ne Hz. Peygamber'in oruçlu iken hayızlı bir hanımıyla mübaşerette bulunduğunu belirten, ne de Hz. Peygamber'in hem oruçlu iken hanımıyla mübaşerette bulunduğunu, hem de hayızh hanımıyla mübaşerette bulunduğunu bir arada belirten bir rivayete rastlamadık.
Kocanın hayızlı hanımıyla cinsi münâsebeti haramdır. Cinsi münâsebet dışındaki her türlü zevklenme (mübaşeret) ise, kadının bedeninin göbek ile dizkapağı arası dışındaki yerlerinde, yani göbeği ile dizkapağı arası bir bezle örtülmek suretiyle diğer yerlerinde helâldir. Kadının hayızlı halinde diz kapağı ile göbeği arasından zevklenme (faydalanma, mübaşeret) ise Ebû Hanife ile Malik'e ve Şaflîlerin sahih görüşüne göre haramdır. Ahmed ve Hanefi alimlerden Muhammed'e göre ise, tenzihen mekruh olmakla beraber caizdir.[321]
776. “Bize Ebû Hatim el-Basrî Ravh b. Eşlem haber verip (dedi ki), bize Zâîde, Süleyman'dan, (O) İbrahim'den, (O) el-Esved'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti ki:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- oruçlu iken onlarla (yani ha-nımlarıyla) mübaşerette bulunurdu.”[322]
777. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip dedi ki, Süleyman bana, Sabit b. Ubeyd'den, (O) el-Kâsım'dan, (O) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi ki:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- (mescidde i'tikâftayken bir gün) O'na:
"Bana seccadeyi uzatıver" buyurmuştu. O da:
"Doğrusu ben hayızlıyım!" demişti. (O zaman Hz. Peygamber);
"Her halde o (hayız) senin elinde yoktur" buyurmuştu.”[323]
Bu hadis, hayızlı bir kadının camiden eliyle bir şey alıp vermesinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Hayızlı kadının camiye girmesi ise menedilmiştir. Bu konuda bazı özet görüşler şöyledir: Hanefiler cünüb kimse ile hayızlı kadının camiye (mescide), içinden geçip gitmek için de olsa, girmesinin haram olduğunu söylemişlerdir. Ancak cami içinden geçmek mecburiyeti varsa, eğleşmeksizin geçilebilir. Malikiler de, bir zaruret olmadıkça hayızlı kadının camiye girmesinin caiz olmadığını söylemişlerdir. Şafnler ise, hayızlı kadın mescidi kirletmeyeceğinden emin olduğunda içinden geçmesinin caiz olduğunu, her halükârda içinde eğleşmesinin caiz olmadığını belirtmişlerdir. Hanbeliler de bu görüştedirler. Ancak onlar, kadının hayız kanı kesilmiş ve abdest almış ise cami içinde eğleşmesinin de caiz olduğunu söylemişlerdir.[324]
778. “Bize Ahmed b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. İshak, Fâtima bintu'l-Munzir'den, (O da) ninesi Esma' binti Ebî Bekr'den (naklen) rivayet etti (ki, Esma') şöyle dedi:”
“Bir kadını, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem-, hayızdan temizlendiğinde elbisesini nasıl yapıp (temzileyeceğini) sorarken işitmiştim. (Hz. Peygamber ona) şöyle buyurmuştu:”
"Şayet onda bir kan görürsen onu kazı, sonra onu (su ile) ovup (yıka), sonra elbisenin diğer taraflarına (su) serp, sonra da onunla namazını kıl."[325]
Hayız kanı da, vücûdun diğer uzuvlarından çıkan kan gibi necistir. Binaenaleyh hayız kanı bulaşmış bir elbiseyle namaz kılmanın sahih olması için bulaşık yerin yıkanması gerekir. Hayız kanı vücûda bulaşmışsa, oranın da temizlenmesi şarttır. Hanefi alimler, bulaşık kan çok ise onun yıkanmasının gerekeceğini, yukarıdaki hadiste de çok kan bulaşmasının sözkonusu olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre az kan, diğer galiz az necasetler gibi, dinde bağışlanmıştır. Bunun ölçüsü de katı necasette bir miskal (yaklaşık 4 gr.) ağırlığı, sıvı necasette el ayası genişliği miktardır. İmam Mâlik de az kanın bağışlanmış olduğu görüşündedir. Ancak O, kan dışındaki diğer necis şeylerin azının da yıkanması gerektiğini söylemiştir. Şafîîler ise, kan dahil bütün necis şeylerin azının da çoğunun da yıkanması gerektiğini söylemişlerdir. Onlar sadece pire kanını bundan hariç tutarlar. Çünkü ondan sakınmak mümkün değildir.
Yukarıdaki hadiste kan bulaşığının daha iyi çıkması için önce kazınması, sonra su ile ovularak yıkanması tavsiye edilmiştir. Bu hadisten, necaseti gidermek için, belli sayıda yıkamanın şart olmadığı, temizlemenin esas olduğu da anlaşılmaktadır. Elbisenin diğer yerlerine su serpme tavsiyesi ise, kuşkulu insanları, elbisede necaset kaldı mı, kalmadı mı gibi vehimlerden korumak için psikolojik bir tedbirdir.[326]
779. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize İsrail), İbrahim b. Muhacir’den, (O) Safiyye bint Şeybe b. Osman'dan, (O da) mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:” “Ensâr'dan bir kadın Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- hayzı sormuş, (Hz. Peygamber de) şöyle buyurmuştu:
"Suyunu ve sidr ağacının öğütülmüş yaprağını alıp yıkan ve (vücûdunu) iyice temizle. Sonra başının üzerine, saç diplerine ulaştırıncaya kadar (su) dök. Ardından güzel koku (misk) sürülmüş bir bez parçası al (ve onunla temizlen)." (Kadın):
"Onunla nasıl yapıp (temizlenirim), ya Rasûlullah?" demişti. (Hz. Peygamber) bir şey söylememişti. (Kadın tekrar);
"Nasıl yapıp (temizlenirim), ya Rasûlullah?" (demiş), (Hz. Peygamber yine) bir şey söylememişti. Bunun üzerine Aişe, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- işitiyorken;
"Güzel koku (misk) sürülmüş bir bez parçası al ve onunla kan izlerini araştırıp (üzerlerinden gezdir)" demişti de (Hz. Peygamber) onu yadırgamamıştı.[327]
Bu hadis, hayız müddeti (âdet hali) biten kadının nasıl gusül yapıp temizleneceğini bildirmektedir. Hadisin, hayızlı kadının guslü ile alâkalı olduğu halde müstehazanın guslü bölümünde zikredilmesi, her ikisinin de aynı şekilde gusül yapmaları gerektiğinden dolayı olmalıdır.
Hz. Peygamber burada hayızlı bir kadının en güzel bir şekilde nasıl temizleneceğini öğretmektedir. Binaenaleyh sidr yaprağının, güzel koku sürülmüş bez parçasının kullanılması farz, vâcib veya Sünnet değildir. Bilakis bunlar, temizliğin daha iyi olması ve hayız kanı kokusunun daha iyi giderilmesi için müstehab görülen şeylerdir. Bunun için sidr yaprağı yerine sabun ve benzeri şeyler, gusülden sonra kan izlerinin üzerine sürülecek misk yerine herhangi meşru' güzel bir koku kullanılabilir.
Hadiste ismi verilmeyen (müphem) Ensârlı kadın, Müslim'in rivayetinde belirtildiğine göre, Esma' bint Şekel'dir.[328]
780. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize Hişâm b. Urve, babasından, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
Fatıma bint Ebû Hubeyş, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- gelmiş ve:
"Ya Rasûlullah, demişti, doğrusu benim hayız, kanım hiç kesilmiyor. Bu yüzden temizlenemiyorum. Namazı bırakayım mı?" (Hz. Peygamber O'na) şöyle buyurmuştu:
"Hayır, (namazı bırakma). Bu ancak bir damar (dan gelen bir kandır). Binanealeyh hayız (vaktin.) geldiğinde namazı bırak, gittiğinde üstündeki kanı temizle ve namazını kıl. "[329]
781. “Bize Yezîd b. Harun haber verip (dedi ki), Muhammed b. İs hak, ez-Zührî'den, (O) Urve'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi ki:”
Cahş'ın kızının Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında hayız kanı hiç kesilmeyip devam etmişti, ("müstehaza" olmuştu) da, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na her namaz için gusül yapmasını emretmişti. Bunun üzerine O gerçekten, su dolu olan çamaşır teknesine girip içine dalar, sonra ondan, kan (suyun) üstünü kaplamış olduğu halde çıkar ve namazını kılardı.”[330]
Bu hadiste Cahş'ın bahsi geçen kızı Ümmü Habibe'dir. Hadisin diğer rivayetlerinde[331] müstehaza olan Ümmü Habibe'nin her namaz için gusül yapmış olduğu belirtilmekte, ancak bunu O'na Hz. Peygamber'in emretmiş olduğu tasrih edilmemektedir. Fakihler de Ümmü Habibe'nin bunu kendiliğinden bir nafile olarak yaptığına yormuşlardır. Hadisin sadece mezkûr İbn İshak rivayetinde Hz. Peygamber'in O'na her namaz için gusül yapmasını emrettiği tasrih edilmektedir ki, Beyhaki bu rivayetin, hadisin diğer rivayetlerine muhalefetinden dolayı hatalı olduğunu söylemiştir. Bununla beraber bazı alimler, îbn İshak'ın rivâyetindeki, her namaz için gusül yapma emrinin mendûbluk ifade ettiğini söyleyerek rivayetlerin arasını te'lif etmiş ve aralarında bir zıtlığın olmadığını söylemişlerdir. Müstehazanın, her namaz için gusül yapmasının gerekli olmadığı konusunda ise alimlerin cumhurunun ittifakı vardır.[332]
782. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. İshak, Abdurrahman İbnu'1-Kasım'dan, (O) babasından, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“O (yani söz konusu edilen müstehâza) ancak falancadır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ona her namaz için gusül yapmasını emretmişti. Sonra bu ona zor gelince, ona öğle ile ikindiyi bir gusülle, akşam ile yatsıyı da bir gusülle cem etmesini (yani birlikte kılmasını), sabah için ise (ayrı bir) gusül yapmasını emretmişti.”[333]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Alimler (onun isminin) Sehle bint Süheyl (olduğunu) söylüyorlar. Yezîd b. Hârûn ise, Süheyle bint Sehl (olduğunu) söylemişti.”[334]
Hz. Aişe'nin rivayetlerinde Hz. Peygamberin -sallallahu aleyhi ve sellem- müstehâza kadınlara farklı emirler vermiş olduğu görülmektedir. Bu, onların, birden fazla olmaları ile istihâza durumlarının farklılığından dolayı olmalıdır. Binaenaleyh bu hadisler arasında hem olay, hem hüküm bakımlarından bir zıtlık yoktur. Yukarıdaki haberde söz konusu olan müstehâza, muhtemelen, Sehle bint Süheyl'dir. Sehle'nin "mutehayyıre", tavsiye edilen, namazları birleştirmenin de "cem-i sûrî=şeklî cem" (yani gusül yapmakta kolaylık olsun diye bir namazı onun son vaktinde, sonrakini onun ilk vaktinde kılarak şeklen birleştirmek) olabilecekleri söylenmiştir.[335]
783. “Bize Hâşim İbnu'l-Kâsım haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip dedi ki; ben Abdurrahman İbnu'l-Kâsım’a, müstehâzayı sordum da bana, babasından, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) haber verdi ki:”
“Bir kadının hayız kanı, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında hiç kesilmeyip devam etmişti de (ona) şöyle emredilmişti. (Şu'be) dedi ki, Abdurrahman'a,
"Ona Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- mi emretmişti?" dedim. O da şu karşılığı verdi:
"Sana Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- hiçbir şey rivayet etmeyeceğim! (O kadına) öğleyi geriye (son vaktine) bırakması, ikindiyi öne (ilk vaktine) alması ve ikisi için bir gûsül yapması, akşamı geriye (son vaktine) bırakması, yatsıyı öne (ilk vaktine) alması ve ikisi için bir gusül yapması, sabah için de bir gusül yapması emredilmişti."[336]
Hz. Peygamber'in zamanında müslümanlara emir verme yetkisi Hz. Peygamber'e ait olduğu için onun zamanına nisbet edilen "emredildi", "yasaklandı" gibi ifadelerin, hükmen Hz. Peygamber'in emir ve yasaklamasını ifade ettikleri, yani "hükmen merfû" oldukları kabul edilir. Bununla beraber bu ifadeler, emir ve yasağın Hz. Peygamber'e ait olduğunda sarih değildirler.[337]
784. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize el-Evzâ'î rivayet edip (dedi ki), bana ez-Zühri, Urve'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Ümmü Habîbe bint Cahş'ın hayız (özür) kanı, Abdurrahman b. Avf’ın nikâhındayken yedi yıl hiç kesilmeyip devam etmişti. 0, bir ara bu derdini Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- söylemişti de Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na şöyle buyurmuştu:
"Şüphe yok ki o, hiç hayız (kanı) değildir. O ancak bir damar(dan gelen kandır). Binaenaleyh hayız (vaktin) geldiği zaman namazı bırak, gittiği zaman gusül yap ve namazını kıl." Hz. Aişe dedi ki, ondan sonra O, her namaz için gusül yapar, sonra namaz kılardı. (Hz. Aişe sözüne devamla) dedi ki:
“O, kızkardeşi Zeyneb bint Cahş'a ait bir çamaşır teknesinin içine otururdu da kanın kırmızılığı suyun üstüne çıkardı.”[338]
785. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Hişâm b. Urve'den, (O) babasından, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti ki:”
“Fâtıma bint Ebî Hubeyş;
"Ya Rasûlullah, demişti, doğrusu ben hayız (özür) kanı hiç kesilmeyip devam eden bir kadınını. Bu sebeple namaz kılmayı bırakayım mı?" (Bunun üzerine Hz. Peygamber) şöyle buyurmuştu:
"Hayır, (namazı bırakma!) Bu ancak bir damar(dan gelen kandır), hiç hayız (kanı) değildir. Binaenaleyh hayız (vaktin) geldiği zaman namaz kılmayı bırak. Gittiği zaman ise üzerindeki kant yıka, abdest al ve namazını kıl."
Hişâm dedi ki, babam şöyle derdi:
“(Hayız vakti bittiğinde) ilk :uslü yapar, ondan sonra olan (kan akıntılarında) temizlenip (abdest alır) ve namazını kılar."[339]
.Müstehâza olan kadının çeşitli durumları vardır. Müstehâza; ilk olarak âdet görmeye başlayan ("mubtedie"), âdet görmekte olan ("mu'tade"), âdet vaktini ve müddetini bilen, âdet vaktini ve müddetini unutmuş olan ("mutehayyıre"), hayız kanını istihâza kanından ayırdedebilen ("mümeyyize"), bunları birbirinden ayır de demeyen kadın gibi değişik durumlar gösterebilir. Bunların herbiri ile alâkalı değişik mesele ve hükümler vardır. Bu hadiste âdet görmekte olan ("mu'tade") bir müstehâzanm nasıl hareket edeceği açıklanmaktadır. Buna göre müstehâza-i mu'tade, önceki hayız kanı görme (âdet hali) müddeti kadar hayızlı sayılır. Bu müddetin bitiminde gusül yapar. Böylece, hayızla kendisine haram olmuş olan şeyler helâl olur. Abdest alıp namaz kılar. Kur'an okur... Ebû Hanife'nin, bir rivayete göre Şafiî'nin ve meşhur görüşüne göre Ahmed'in görüşü de böyledir. Mâlik ise, mümeyyize olmayan müstehâzanın böyle yapacağını, mümeyyize olanın ise ayırdetmesine göre âdet halinin bitip istihâza halinin başlayacağını söylemiştir. Şafiî'nin en sahih görüşü de böyledir.[340]
786. “Bize Ahmed b. Abdillah b. Yûnus haber verip (dedi ki), bize el-Leys b. Sa'd, Nâfi'den, (O da) Süleyman b. Yesâr'dan (naklen) rivayet etti ki:”
“Bir adam O'na (yani Süleyman'a), Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımı Ümmü Seleme'den (naklen) haber vermiş ki bir kadın, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında o muayyen kanı akıtıyormuş da Ümmü Seleme onun için Rasûlullah'tan -sallallahu aleyhi ve sellem- fetva sormuş. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na şöyle buyurmuş:
"O, kendisine olan olmadan (yani başına gelen musibet gelmeden) önce hayız görmekte olduğu gece ve gündüzlerin sayısına, bunların bir aydaki miktarına baksın da bu (müddet) için namazı bıraksın. Bu (müddeti) geride bıraktığı ve namaz (vakti) geldiği zaman gusül yapsın ve (kan akıntısına mani olmak için) bir bez ile avret yerini sağlam bir şekilde sarıp bezin uçlarını beline bağlasın, (yani âdet bezi, hijyenik bağ bağlasın), sonra da namazını kılsın."[341]
Bu hadis, hayız gören kadına, hayız kanının kesilmesiyle hemen gusül yapmasının farz (vâcib) olmayacağına, namaz vaktinin gelişiyle vâcib olacağına, önceden âdet görmekte olan müstehâzaya, bu âdet hali kadar bir zaman geçince gusül yapmasının farz (vacip) olduğuna, yine müstehâzanın avret yerine bir bez parçası, pamuk veya hijyenik bağ sarıp kanın akmasına mani olmaya çalışmasının vacip olduğuna delâlet etmektedir.
Bu hadiste ismi verilmeyen müstehâza, Ebû Davud'un bir rivayetinde tasrih edildiği üzere, Fâtıma bint Ebî Hubeyş'tir.[342]
787. “Bize Ubeydullah b. Abdilmecid rivayet edip (dedi ki), bize İbn Ebî Zi'b, ez-Zührî'den, (O) Urve'den, (O) Hz. Âişe'den, (O da) Ümmü Habîbe'den (naklen) rivayet etti (ki, Ümmü Hatibe):”
"Ya Rasûlullah! (Hayız kanı) bana galip geldi, (kesilmek bilmiyor. Ne yapayım?)" demişti. (Hz. Peygamber de) şöyle buyurmuştu:
"Gusül yap ve namazını kıl.”[343]
788. “Bize Süleyman b. Dâvûd el-Hâşimî haber verip (dedi ki), bize ibrahim -yani İbn Sa'd-, ez-Zührî'den, (O da) Amra bint Sa'd b. Zürâre'den (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani Amra) Hz. Peygamberin -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımı Hz. Aişe'yi şöyle derken işitmişti: Ümmü Habibe bint Cahş -ki O, yedi yıl istihaza kanı görmüştü- Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- gelmiş ve bu derdini O'na söyleyip onun hakkında Ondan fetva istemişti. Bunun üzerine (Hz. Peygamber) O'na şöyle buyurmuştu:
"Şüphesiz bu, hiç hayız (kanı) değildir. Bu ancak bir damar(dan gelen kandır). Binaenaleyh gusül yap, sonra namazını kıl." Hz. Aişe (sözünün devamında) şöyle demişti:
“Ümmü Habibe de, (bundan sonra), her namaz için gusül yapıp namazını kılıyordu. O çamaşır teknesinin içine otururdu da kanın kırmızılığı suyun üstüne çıkardı. Sonra namazını kılardı.”[344]
789. “Bize Ahmed b. Hâlid, Muhammed b. İshâk'tan, (O) ez-Zührî'den, (O) Urve'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) haber verdi ki:”
“Ümmü Habibe bint Cabş Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında müstehâza olmuştu da Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na her namaz için gusül yapmasını emretmişti. Ondan sonra O, hakikaten, su dolu olan çamaşır teknesinin içine dalardı da sonra ondan, kanı onun üstüne çıkmış olduğu halde çıkar ve namazını kılardı.”[345]
790. “Bize Ahmed b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Ishak, el-Kâsım'dan (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani bir önceki hadiste zikredilen istihâzah kadın), Bâdiye bint Ğaylân es-Sakafiyye idi.”[346]
Hz. Aîşe, Hz. Peygamber'in zamanında istihâzah olan birkaç kadından bahsetmektedir. Bunlardan biri de Bâdiye bint Ğaylân es-Sakafiyye'dir. Hz. Aişe, muhtemelen, bu istihâzah hanımlardan değişik zamanlarda ayrı ayrı bahsetmiş, yanında bulunanlardan her biri de O'ndan duymuş olduğu ismi nakletmişti. Bu durumda bu haberler arasında bir zıtlık yoktur.
(Muhammed b. İshak), Abdurrahman İbnu'l-Kâsım'dan, (o) babasından, (O da) Hz. Âişe'den (naklen rivayet etti ki), o (yani söz konusu edilen istihâzalı kadın), ancak, müstehâza olan Sehle bint Süheyl b. Amr'dır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na, her namazda gusül yapmasını emretmişti. Sonra bu O'na zor gelince, öğle ile ikindiyi bir gusülle, akşam ile yatsıyı bir gusülle cemetmesini (beraber kılmasını), sabah için ise (ayrı bir) gusül yapmasını emretmişti. [347]
791. “Bize Ahmed b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Muhammed, Sa'd b. İbrahim'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“(Alimler), onların (yani Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında istihâzalı oldukları söylenen kadınların) üçü, Abdurrahman b. Avf’ın nikâhında idiler diye ihtilâf etmişler ve onlardan bazısı;
"O (yani Abdurrahman b. Avfm istihâzah hanımı), Ümmü Habibe'dir" demiş, bazısı;
"O, Bâdiye'dir" demiş, bazısı ise;
"O, Sehle bint Süheyl'dir" demiştir.[348]
Hz. Peygamberin -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında istihâzalı olan on bir hanımın ismi, bir kısmı zayıf senedlerle de olsa, kitaplara geçmiştir. Bunlar; Fâtıma bint Ebî Hubeyş, Ümmü Habibe bint Cahş, Hanine bint Cahş, Hz. Peygamber'in dört hanımı: Hz. Zeyneb bint Cahş, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Ümmü Habîbe, Hz. Şevde, Sehle bint Süheyl, Esma' bint Mersed el-Hârisiyye, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Badiye bint Gaylân es-Sakafîyye'dir.[349] Bunlardan üçü yani Ümmü Habibe bint Cahş, Sehle ve Bâdiye, Abdurrahman b. Avfla evlilik yapmışlardı.[350] Yukarıdaki haberden anlaşıldığına göre bazı alimler, bu üç hanımın üçünün değil de birinin istihâzalı olduğu görüşündeydiler.[351]
792. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Yahya haber verdi ki, el-Ka'kâ’ b. Hakîm O'na haber vermiş ki, O, Sa'îd'e, müstehâzayı sormuş, O da şöyle demiş:”
"Kardeşimin oğlu! Bunu benden daha iyi bilen hiç kimse kalmamıştır, (tam adamına rastladın!) O, hayız (vakti) geldiği zaman namazı bıraksın, gittiği zaman ise gusül yapsın ve namazını kılsın!"[352]
793. “Bize Esved b. Amir haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Hâşimoğullarının âzâdlısı Ammâr'dan, (O da) İbn Abbas'tan (naklen) müstehâza konusunda şöyle rivayet etti:”
"O, hayızlarının günlerinde namazı bırakır, sonra gusül yapar, sonra (kan çıkan yere pamuk veya benzeri bir şey) tıkar ve avret yerini bir bez ile sağlam bir şekilde sarıp bezin uçlarım beline bağlar, (yani âdet bezi, hijyenik bez bağlar), sonra da namazını kılar." Bunun üzerine bir adam;
"(Kan) aksa da mı (namazını kılar?)" diye sordu. (İbn Abbâs);
"Şu oluk gibi aksa da (kılar.)" karşılığını verdi.[353]
Müstehâzanın, kadınlık organına pamuk veya benzeri bir şey koyup onu bezle sarmak suretiyle kan akıntısına mani olmaya çalışması gerekir. Şafiî Mezhebine göre bu, vâcibdir. Şayet bu yapılmaz ve kan dışarı çıkarsa, abdestin tekrar alınması gerekir. Ancak, imkân ölçüsünde kan akıntısına mani olunmaya çalışılır da yine kan gelirse, bu durumda abdestin tekrar alınması vâcib değildir. Hanefi Mezhebine göre de, bir şey bağlamak suretiyle kan akıntısına mani olabilen müstehâzanın, bunu yapması gerekir. Bu durumda o, sıhhatli insan gibi olur. Şayet kan akıntısına mani olamazsa, özürlü sayılır.[354]
794. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Hu-meyd, Ammâr b. Ebî Ammâr'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“İbn Abbâs müstehâza hakkında (önceleri) insanların en sert görüşlülerinden idi. Daha sonra ise (müstehâzaya) kolaylık tanımıştı. (Bir gün) O'na bir kadın gelip;
"Hayız kanım akıyorken (istihâzalı iken) Ka'be'ye girebilir miyim?" demiş, O da şu karşılığı vermişti:
"Evet, onu fazlasıyla akıtsan da (girebilirsin). (Kadınlık organının içine pamuk gibi bir şey) koy, sonra avret yerini bir bezle iyice sarıp bezin uçlarım beline bağla, (yani âdet bezi, hijyenik bağ bağla), sonra da (Ka'be'ye) gir!"[355]
795. “Bize Musa b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Mu'temir, İsmail b. Ebî Hâlid'den, (O) Mucâlid'den, (O) Âmir'den, (O) Kamîr'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Kamîr) şöyle dedi:”
“Ona (yani Hz. Aişe'ye) müstehâza'yı sormuştum. O da şöyle demişti:”
“Daha önce, esnasında namazı bırakmış olduğu hayızlarının (günlerinin geçmesini) bekler. Sonra, içinde temizlenmiş olduğu temizlik günü gelince gusül yapar. Sonra da her namazda abdest alır ve namazını kılar.”[356]
796. “Bize Musa b. Hâlid, Mu'temir'den, (O) İsma'îl'den, (O) kabilesinden olan bir adamdan, (O da) Ebû Ca'fer'den (naklen), Hz. Âişe'nin söylediğinin aynısını haber verdi.”[357]
797. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize İsma'ü, Âmir'den, (O) Kamir'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) müstehâza hakkında (O'nun şöyle dediğini) haber verdi:”
“Esnasında namazı bırakmış olduğu (hayız) günlerinde bekler, (hayızlıya haram olan bir şey yapmaz). Akabinde, içinde temizlenmiş olduğu temizlik günü gelince gusül yapar. Sonra da her namazda abdest alır ve namazını kılar.”[358]
798. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Ebu'l-Yekâzân'dan, (O) Adiyy b. Sâbit'ten, (O) babasından, (O) dedesinden, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Müstehâza her ayda (önceki) hayız günlerinde namazı bırakır. Sonra (hayız günlerinin) bitiminde (temizlik günü) gelince gusül yapar, namaz kılar, oruç tutar. Her namazda ise abdest alır.”[359]
Alimlerin cumhuru, müstehâzanın, sadece hayız müddetinin bitiminde bir defa gusül yapmasının vâcib olduğunu, ondan sonra diğer hayız müddetine kadar abdest alıp namaz kılabileceğini, oruç tutabileceğini, Kur'an okuyabileceğini söylemişlerdir. Ancak abdestin her namaz için mi, her vakit için mi gerektiği konusunda ihtilâf vardır. Şafiî Mezhebinde, istihâzalı bir kadının bir abdestle, edâ edilen yahut kaza edilen bir farz namazdan fazla namaz kılamayacağı söylenmiştir. Malikîlere göre ise, müstehâzanın, her namaz için abdest alması mustehabdır. Ona, sadece başka bir hades sebebiyle abdest almak vâcib olur. Hanbeliler ve Şafiîler de müstehâzanın bir abdestle bir namaz vakti içinde, başka bir hades vaki olmadıkça, dilediği kadar namaz kılabileceğini, bir sonraki namaz vaktinde namaz kılması için yeniden abdest almasının farz (vâcib) olduğunu söylemişlerdir. İmam Ahmed, müstehâzanın her farz için gusül yapmasının daha ihtiyatlı olduğu görüşündedir.[360]
799. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Kesîr ve Hafs'tan, (onlar da) el-Hasan'dan (naklen), (onun) hayız günlerini bilen müstehâza hakkında;”
"O, boşanılıp da muayyen kanın (akıntısı) uzadığı zaman, (önceki) hayızlarının miktarmca üç hayız iddet bekler" (dediğini), (müstehâzanın) namazı hakkında ise;
"Her ayda hayız vakti geldiği zaman namazı bırakır" (dediğini) rivayet etti.”[361]
800. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Mu'temir, babasından, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:” Katâde'ye:
"Hayız (müddeti) belli olan bir kadının (hayızı) sonra beş gün veya dört gün yahut üç gün artmış(sa ne yapar?)" demiştim. O da;
"Namazını kılar" karşılığını vermişti. (Sonra);
"Ya iki gün (artmışsa?)" demiştim de O,
“Bu, onun hayız (müddetinden sayılır)" cevabını vermişti. (Daha sonra bu meseleyi) İbn Sîrîn'e sormuştum da (O, cevap vermekten kaçınarak),
"Bunu kadınlar daha iyi bilir" demişti.[362]
Önceden müddeti ma'lûm bir âdet hali olan bir kadının hayız kam, bu âdet müddetinden iki gün daha fazla gelirse, Katâde'ye göre bu iki gün de hayızdan sayılır. Daha da fazla gelmesi halinde bunlar istihâza kanı demektir. Binaenaleyh böyle bir kadın gusül yapıp namazını kılar. Katâde'nin, malûm âdet hali müddetinden sonraki ilk iki günü de hayızdan sayması, herhalde, ihtiyatlı davranma düşüncesinden dolayıdır. Böyle hareket etmeye "istizhâr=ihtiyatlı davranma" denir. İmam Malik de, bir rivayete göre, müstehâza'nm, a'zamî hayız müddetini geçmemek şartıyla, malûm âdet müddeti üzerine üç gün "istizhâr" yapmasının gerektiğini söylemiştir ki O, bu görüşüyle alimlerin cumhuruna muhalefet etmiştir. Ibn Şirin, sorulan meseleyi kadınlara havale etmiştir. Çünkü onlar, hayız kanını istihâza kanından daha iyi ayırdedebilir, hangi durumlarda ihtiyatlı davranmaları gerekeceğini daha iyi bilebilirler. Böylece O, bu meselenin biraz da tecrübeye dayandığına işaret etmiştir.[363]
801. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Mu'temir, babasından, (O da) el-Hasan'dan (naklen), temizlik günlerinde muayyen kanı gören kadın hakkında, O'nun;
"Gusül yapıp namazını kılması görüşündeyim" dediğini rivayet etti.”[364]
802. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Abdulhamid b. Behrâm, Şehr b. Havşeb'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
İbn Abbâs'a müstehâza olan kadın sorulmuş, O da şöyle cevap vermişti:
“(Daha önce) hayız olduğu (müddet) kadar bekler. (Bu müddet içinde) namaz kılmaktan (kendini) menetsin. Sonra gusül yapsın ve namazını kılsın. Nihayet, içinde hayız olduğu zamanı gelince yine namaz kılmaktan (kendini) menetsin. Sonra gusül yapsın. Zira bu (istihâza hali) ancak Şeytandandır. O, o (kadınlardan) birini küfre düşürmek ister.”[365]
İstihâzanın Şeytandan olduğu, Hz. Peygamberin sarih merfu hadislerinde de belirtilir. Bunun mânâsı, Allahu a'lem, bu halin, istihâzalı kadım vesveseye, kargaşaya ve nihayet hak yoldan çıkmaya, ibadetten uzaklaşmaya sürüklemesi için Şeytana bir fırsat vermesidir. "Şeytândan dır" ifadesi, Şeytan kötülüğün sembolü de olduğu için, istihâza halinin kötülüğünden ve sebep olabildiği fenalıklardan kinaye de olabilir. Bu sözün hakikat olması da, tabiî olarak, ihtimal dahilindedir.[366]
803. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize İsra'îl haber verip (dedi ki), bize Ebû İshak, Muhammed b. Ebî Ca'ferden (naklen) rivayet etti ki O, müstehâza hakkında şöyle dedi:”
“(Önceki) hayızlarının günlerinde namazı bırakır. Sonra gusül yapar, (kadınlık organına) pamuk tıkar ve her namaz için abdest alır.”[367]
804. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Firâs'tan, (O) eş-Şa'bî'den, (O) Mesrûk'un karısı olan Kamîr'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Müstehâza, (önceki) hayızlarının günlerinde oturur, (hayızlı kadına haram olan şeyleri yapmaz). Sonra bir defa gusül yapar ve her namaz için abdest alır.”[368]
805. “Bize M uhamm e d b. İsa haber verip (dedi ki), bize İbn Uleyye rivayet edip (dedi ki), bize Hâlid, Enes b. Sirin'den, O'nun şöyle dediğini haber verdi:”
“Enes'in yakınlarından bir kadının hayız kanı kesilmeyip devam etmişti de bana, (ne yapması gerekeceğini sormamı) emretmişlerdi. Ben de İbn Abbâs'a sormuştum. O da şu karşılığı vermişti:”
"O, bahrânî kanı gördüğü müddetçe namaz kılmasın. Gündüzün bir anında, (yani kİsa bir zaman) da olsa, temizliği görünce ise gusül yapsın ve namazını kılsın."[369]
"Bahrânî kan"dan maksat, koyu kırmızı ve çok olan kandır. İbn Abbâs'a göre istihâzah kadın, böyle bir kan görürse, hayızlı demektir.
Binaenaleyh namaz kılmaz. Kadın, az bir zaman da olsa, bu bahrânî kanın kesilmesiyle temizlik halini görünce gusül yapıp namazını kılar. Öyle anlaşılıyor ki İbn Abbâs, fazla kanın çıkışını hayız kanının belirtisi, az kanın çıkışını ise istihâza kanının belirtisi saymıştır.[370]
806. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Yezîd b. Zurey’ rivayet edip (dedi ki), bize Hâlid, Enes b. Sirin'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Enes b. Mâlik'in bir "ümmü veled"inin hayız kanı kesilmeyip devam etmişti de bana, ibn Abbâs'tan fetva sormamı emretmişlerdi. Ben de Ona sormuştum. O da şöyle demişti;
"O, bahrânî kanı gördüğü zaman namaz kılmasın. Temizliği gördüğü zaman ise gusül yapsın ve namazını kılsın."[371]
807. “Bize Haccâc b. Nusayr rivayet edip (dedi ki), bize Kurre, ed-Dahhâk'tan (naklen) rivayet etti ki, bir kadın Ona (yani ed-Dahhâk'a) sorup şöyle demiş:”
"Doğrusu ben, hayız kanı kesilmeyip devam eden ("müstehâza") bir kadınım, (nasıl yapmalıyım?)" O da şöyle cevap vermiş:
“Taze kan görünce, (önceki) hayızlarının günlerinde (hayızlıya haram olan şeyleri yapmaktan kendini) tut.”[372]
808. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Mansûr'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, ibrahim) şöyle dedi:”
“Müstehâza, (önceki) hayızlarının günlerinde oturur, (hayızlıya haram olan şeyleri yapmaz). Sonra öğle ve ikindi için bir gusül yapar. Yahut akşamı geriye, (son vaktine) bırakır, yatsıyı öne, (ilk vaktine) alır. Bu yatsı vaktinde olur. Sabah için de bir gusül (yapar). (Müstehâza) oruç tutmaz, kocası ona gelmez, (onunla cinsi münâsebet yapmaz) ve Mushaf a dokunmaz.[373]
Alimlerin cumhuru, müstehâzanın, özürlü de olsa, temiz hükmünde olduğu görüşündedir. Binaenaleyh o, abdest alıp namazını kılar, Kur'an okur, oruç tutar, kocası onunla cinsi münâsebet yapabilir. İbrahim en-Neha'î, yukarıdaki görüşüyle cumhura muhalefet etmiştir. Hz. Âişe de, kocanın müstehâza hammıyla cima yapmasının caiz olmadığını söylemiştir. Ahmed b. Hanbel'e göre ise müstehâza ile cima', ancak harama kayma endişesi ve istihâza halinin uzun sürmesi durumunda caizdir.[374]
809. “Bize el-Hasan İbnu'r-Rebî' haber verip (dedi ki), bize Ebul-Ahvas, Abdulaziz b. Rufey'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
“İbn Abbâs müstehâza hakkında şöyle derdi:”
“O, öğle ve ikindi için bir gusül, akşam ve yatsı için de bir gusül yapar, O (yine) şöyle derdi: O, öğleyi geriye, (son vaktine) bırakır, ikindiyi öne, (ilk vaktine) alır, akşamı geriye bırakır, yatsıyı öne alır.”[375]
810. “Bize Ubeydullah b. Musa, Osman İbnu'l-Esved'den, (O da) Mücâhid'den (naklen), müstehâza hakkında (O'nun şöyle dediğini) haber verdi:”
“O (önceki) hayızlarının (günleri) geride kaldığında[376] ikindi olunca tam bir abdest alır, (yani gusül yapar). O sonra bir bez alsın ve onunla avret yerini iyice sarıp, uçlarını beline bağlasın; (yani âdet bezi, hijyenik bağ bağlasın). Sonra öğle ve ikindiyi birlikte kılsın. Sonra bunun aynısını (yatsı vaktinde) yapsın. Sonra akşam ve yatsıyı birlikte kılsın. Sonra bunun aynısını (sabah vaktinde) yapsın. Sonra da sabahı kılsın.”[377]
811. “Bize Zekeriyyâ' b. Adiyy, Ubeydullah b. Amr'dan, (O) Abdulkerîm'den, (O da) Atâ', Sa'ıd ve İkrime'den (naklen) rivayet etti (ki, Atâ', Sa'îd ve İkrime) müstehâza hakkında şöyle dediler:”
“O, her gün ilk namaz[378] ve ikindi için gusül yapıp onları kılar. Akşam ve yatsı için gusül yapıp onları kılar. Sabah namazı için de gusül yapar.”[379]
812. “Bize Ahmed b. Abdillah b. Yûnus haber verip (dedi ki), bize Ebû Zübeyd rivayet edip (dedi ki), bize Husayn, Abdullah b. Şeddâd'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Müstehâza gusül yapar, sonra öğle ile ikindiyi birlikte kılar. Şayet bir şey (yani bir akıntı) görürse, gusül yapar ve akşam ile yatsıyı birlikte kılar.”[380]
813. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Sümey'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'e, müstehâzayı sormuştum da O, şöyle demişti:”
"O, (önceki) hayızlarının günlerinde oturur, (hayızlı kadına haram olan şeyleri yapmaz). (Sonra bu müddet geçince) öğleden öğleye gusül yapar ve bir bezle kötü kokuyu giderir, kocası ona gelir, (cinsî münâsebet yapabilir) ve oruç tutar."[381] (Sümeyy dedi ki) bunun üzerine ben (O'na);
"Bunu kimden (naklediyorsun?)" demiştim de O, (bana atmak için) çakıl taşları almıştı.”[382]
814. “Bize Ebu'l-Muğire haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î rivayet edip (dedi ki), bize Yahya b. Sa'îd, Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
"(Müstehâza) öğleden, öğleye gusül yapar ve her namaz için abdest alır. Şayet kan Ona galip gilirse (yani akıntı çok olursa), avret yerini bir bezle iyice sarıp bezin uçlarını beline bağlar, (yani âdet bezi, hijyenik bağ bağlar)." El-Hasan da (müstehâza hakkında) bunu söylerdi.[383]
815. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Yahya rivayet etti ki:”
“Ebû Bekr b. Abdirrahman İbni'l-Hâris b. Hişâm'ın âzâdlısı olan Sümeyy kendisine haber vermiş ki, el-Ka'kâ' b. Hakim ve Zeyd b. Eşlem O'nu, "müstehâza nasıl gusül yapar?" diye sormak üzere Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'e göndermişlerdi de (O, gidip sorunca) Sa'îd şöyle demişti:”
"O, öğle namazı için, öğleden ertesi günü aynı (zamana) kadar (yeterli olacak olan) gusül yapar. Şayet o kan ona galip gelirse (yani akıntı çok olursa), avret yerini bir bezle iyice sarıp bezin uçlarını beline bağlar, (yani âdet bezi bağlar) ve her namaz için abdest alır, namazını kılar."[384]
816. “Bize Musa b. Hâlid, Mu'temir'den, (O) babasından, (O da) el-Hasan'dan (naklen), müstehâza hakkında (O'nun şöyle dediğini) rivayet etti:”
"O, öğle namazından ertesi günü öğle namazına gusül yapar."[385]
817. “Bize Haccâc b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd, Humeyd'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“Müstehâza, aydaki hayız günlerinde namazı bırakır. Sonra öğleden öğleye gusül yapar ve her namazda abdest alır. O, oruç tutar, namaz kılar, kocası ona gelir, (cinsî münâsebet yapabilir).”[386]
818. “Bize Haccâc b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd, Abbâd b. Mansûr'dan, (O da) el-Hasan ve Atâ'dan (naklen) bunun, (yani bir önceki haberin) aynısını rivayet etti.”[387]
819. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Dâvûd'dan, (O) eş-Şa'bî'den, (O da) Mesrûk'un karısı olan Kamîr'den (naklen) rivayet etti ki:”
Hz. Aişe, müstehâza hakkında şöyle demiş:
"O, her gün bir defa gusül yapar."[388]
820. “Bize Mervân, Bukeyr b. Ma'rûftan, (O) Mukâtil b. Hayyân'dan, (O) Nâfî'den, (O da) İbn Ömer'den (naklen) haber verdi ki, O (yani İbn Ömer) şöyle derdi:”
"Müstehâza öğleden öğleye gusül yapar." Mervân dedi ki:
“Bu, el-Evzâ'î'nin de görüşüdür.”[389]
821. “Bize Zekeriyyâ b. Adiyy, Ubeydullah b. Amr'dan, (O) Abdulkerîm'den, (O da) Sa'îd İbnu'l-Museyyeb'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
"Müstehâza, her gün "ilk namaz"da (yani öğle namazında) gusül yapar." Bu (görüşle) hiç amel edilmemiştir.[390]
Bu bölümde, bazı alimlerin, müstehâzanın günde bir defa öğle namazında gusül yapmasının gerektiği görüşünde oldukları bildirilmiştir. Ancak, bölümün son cümlesinde açıklandığı gibi (bu açıklama her halde Dârimi'ye aittir), bu görüş benimsenmemiş, onunla amel edilmemiştir. Hattâbî, müstehâzanın günde bir defa gusül yapması ile ilgili haberlerin, âdet günlerini ve vaktini unutmuş olan, ama, âdet günlerinde hayız kanının hep öğleyin kesildiğini hatırlayan müstehâza hakkında olabileceğini söylemişse de, bu haberlerde onları böyle anlamamıza, yani onları "tahsis" etmemize imkân verecek hiçbir karine yoktur.[391]
822. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Attâb -ki O, İbn Beşîr el-Cezerî'dir-, Husayf’dan, (O) Ikrime'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) müstehâza hakkında rivayet etti (ki, İbn Abbâs):”
“Kocasının ona gelmesinde (yani onunla cinsî münâsebetyapmasında) hiçbir mahzur görmemişti.”[392]
823. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Salim el-Aftus'tan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Sa'îd b. Cübeyr'e; "müstehâza ile cinsî münâsebet yapılır mı?" diye sorulmuş, O da şöyle karşılık vermişti: “Namaz, cinsî münâsebetten daha büvük (ve mühim bir iştir)”[393]
824. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyan, Sümey'den, (O da) Sa'îd İbnu'l-Museyyeb'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
“Ona (yani müstehâzaya) kocası gelir, (onunla cinsî münâsebet yapabilir).”[394]
825. Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasandan, O'nun müs-tehâza hakkında şöyle dediğini rivayet etti: Kocası onunla (yani müstehâza ile) cinsî münâsebet yapabilir.
826. “Bize Ebu Asım, Abdullah b. Müslim'den, (O da) Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) haber verdi (ki, Sa'îd) müstehâza hakkında şöyle dedi:”
“Kocası onunla, o kan hasırın üzerine damlasa da, cinsî münâsebet yapabilir.”[395]
827. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Humeyd'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
Bekr b. Abdillah'a denmişti ki: El-Haccâc b. Yûsuf;
"Şüphe yok ki, müstehâzanın kocası onunla cinsî münâsebet yapamaz" diyor, (sen ne dersin?) (Bunun üzerine) Bekr b. Abdillah el-Müzenî şöyle dedi:
“Namaz, hürmet, (haramîık ve saygı) bakımından daha büyüktür. Kocası onunla cinsî münâsebet yapabilir.”[396]
828. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Humeyd'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:
“Kocası ona (yani müstehâzaya) gelir, (onunla cinsî münâsebet yapabilir).”[397]
829. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) Atâr İbnu's-Sâib'den, (O da) Atâ'dan (naklen) haber verdi (ki, Atâ'), müstehâza hakkında şöyle dedi:”
“Kocası onunla cinsî münâsebet yapabilir. O, (önceki) hayız günlerinde namazı bırakır. Sonra kendisine namaz kılmak helâl olunca, (kocası isterse) onunla cinsî münâsebet yapsın!”[398]
830. “Bize Ebû Nu'aym haber verip (dedi ki), bize Amr b. Zur'a el-Hârifî, Muhammed b. Sâlim'den, (O) eş-Şa'bî'den, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Ali) şöyle dedi:
“Müstehâzanın kocası onunla cinsî münâsebet yapabilir.”[399]
831. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Katâde'den, (O da) Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb, el-Hasan ve Atâ'dan (naklen) rivayet etti ki:”
Onlar müstehâza hakkında şöyle dediler:
“O, gusül yapar ve namazını kılar, Ramazanda oruç tutar, kocası onunla cinsî münâsebet yapabilir.”[400]
832. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Hafs'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle demiş:”
"Müstehâzanm kocası onunla cinsî münâsebet yapamaz."[401]
Ebu'n-Nu'mân dedi ki, bana Yahya b. Sa'îd el-Kattân şöyle demişdi:
"Bunu, el-Hasandan (naklen) söyleyen hiç kimse bilmiyorum".[402]
833. “Bize Affân haber verip (dedi ki), bize Vuheyb, Hâlid'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Muhammed (b. Şirin) adamın, karısıyla, o müstehâza iken cinsî münâsebet yapmasını kerîh görürdü.”[403]
834. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Mansûr'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, ibrahim) şöyle dedi:”
“Müstehâzaya kocası gelmez, (onunla cinsî münâsebet yapamaz), O oruç tutmaz, Mushaf ada dokunmaz.”[404]
835. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Haccâc el-A'ver, Şu'beden, (O) Abdulmelik b. Meysere'den, (O) eş-Şa'bî'den, (O) Kamîrden, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:” “Müstehâzaya kocası gelmez (onunla cinsî münâsebet yapamaz).”[405]
836. “Bize Yezîd b. Hârûn, Ca'fer İbnu'l-Hâris'ten, (O) Mansûr'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
"(Eskiden) denirdi ki, müstehâza ile cinsî münâsebet yapılmaz, o oruç tutmaz, Mushaf a da dokunmaz. Ona sadece namaz kılmakta izin verildi." Yezîd dedi ki:
“Kocası onunla cinsî münâsebet yapabilir. Ona, temiz kimseye (yani hayızlı olmayan kadına) helâl olan şeyler, helâl olur.”[406]
837. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Kadın hayız halinde yedi gün (kendini) namazdan alıkor. (Yedi günün) sonunda temizlenirse ne âlâ? Aksi halde o (yedi günle) on gün arasında da (kendini namazdan) alıkor. (On günün) sonunda temizlenirse ne âlâ! Aksi halde gusül yapar, namazını kılar, (çünkü) o müstehâzadır.”[407]
İçinde kadının hayızlı sayıldığı müddetin en son sınırı hakkında farklı görüşler vardır. Şâfîîlere ve Hanbelilere göre hayız halinin en çok müddeti on beş gündür. Kadından, onbeş günden sonra gelecek kan istihâza kanı sayılır. Malikilere göre de, hayız halinin en çok müddeti, yeni âdet görmeye başlayan ve gebe olmayan kadın için on beş gün olarak takdir edilir. Âdet görmekte olan kadının en çok hayız müddeti ise, on beş günü geçmemek şartıyle, önceki âdetine üç gün ilâve edilmek suretiyle belli olur. Binaenaleyh on beş günden sonra veya önceki âdetine üç gün ilâve ettikten sonra görülecek kan istihâza kanı sayılır. Hanefîler ise hayızm en çok müddetinin, ge-celeriyle on gün olduğunu söylemişlerdir. Âdet görmekte olan bir kadının, on günü geçmemek şartıyla, önceki âdetinden fazla göreceği kan da hayız kanıdır. Fakat on günden fazla kan görürse, önceki âdetinden fazla gördüğü tüm kanlar istihâza kanı sayılır.[408]
838. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, er-Rebî'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
"Hayız on gündür. (Kanı) daha fazla (gelen kadın) müstehâzadır." Atâ' ise;
"Hayız on beş gündür" demiştir.[409]
839. “Bize Muhammed b. Yûsuf, Sufyân'dan, (O) el-Hâlid b. Eyyûb'dan, (O) Ebû İyâs Muâviye b. Kurre'den, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) haber verdi (ki, Enes) şöyle dedi:”
"Hayız on gündür. (Kanı) daha fazla (gelen kadın) müstehâzadır."[410]
840. “Bize Ebû Nu'aym haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Ali b. Sâbit'den, (O) Muhammed b. Zeyd'den, (O da) Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
“Hayız on üç güne kadardır. (Kanı) daha fazla (gelen kadın) müstehâzadır.”[411]
841. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Hâlid b. Eyyûb'dan, (O) Muâviye b. Kurre'den, (O da) Enes b. Mâlik'ten (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle dedi:”
"Hayız on gündür. (Kanı an günden) sonra (da gelen kadın) müstehâzadır."[412]
842. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Ali b. Sâbiften, (O) Muhammed b. Zeyd'den, (O da) Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
"Hayız onüç güne kadardır. Bunun dışında (kanı gelen kadın) müstehâzadır."[413]
843. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“(Kadın) o kanı gördüğü zaman, (önceki) hayız günlerinden sonra bir veya iki gün (daha) kendini namazdan alıkor. O, bundan sonra, (kanın çıkışı devam ederse), müstehâzadır.”[414]
Kadının hayız kanının, önceki hayız müddetinden fazla gelmesi halinde ilâve birkaç gün daha hayızlı sayılmasına "istizhâr=ihtiyatlı davranma" denir.
Bu haberden anlaşılıyor ki, Hasan Basrî de, sözkonusu durumda, kadının bir-iki gün daha, ihtiyatlı davranıp namaz kılmaması gerektiği görüşündedir. Bu ihtiyat zamanından sonra kan akıntısı yine görülürse, kadın müstehâza demektir. O zaman gusül yapar ve namazını kılar.[415]
844. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Hâlid b. Eyyûb'dan, (O) Muâviye b. Kurra'dan, (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle dedi:”
“Müstehâza, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on (gün) bekler.”[416]
Enes b. Mâlik'e -radıyallahu anh- göre hayzın en az müddeti üç, en çok müddeti on gündür. Müstehâza on güne kadar kan akıntısının kesilmesini bekler. Bu müddet içinde gelen kan hayız kanı sayılır. Bu müddetten sonra görülen kan ise istihâza kanıdır.[417]
845. “Bize Ca'fer b. Avn, İbn Cüreyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) haber verdi (ki, Atâ’) şöyle dedi:”
“(Alimlerden) bize ulaşmıştır ki, müstehâza, (önceki) hayızlarının (günlerine) ilâveten bir gün (daha) bekler.”[418]
846. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize er-Rebî' b. Sabîh, Enes b. Mâlik'ten işiten bir kimseden (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle diyormuş:”
“(Kanı) on günden fazla (gelen kadın) müstehâzadır.”[419]
847. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Abdullah b. İdrîs, Mufaddal b. Muhelhel'den, (O) Sufyân'dan, (O) İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
“Hayızın en uzun (müddeti) on beş gündür.”[420]
848. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip dedi ki, Sufyân şöyle demişti:”
“Bana Enes'ten ulaştı ki, O şöyle demiş:”
"Hayızın en aşağı (müddeti) üç gündür." Abdullah ed-Dârimi'ye;
"Bu (görüşü) kabul ediyor musun?" diye soruldu da O;
"Evet, (bu müddet) onun âdeti ise (bu görüşü kabul ederim)" dedi.
(Sünen'i, Dârimi'den rivayet eden îsa b. Ömer dedi ki): Ben O'na yine bu (hayız müddetini) sordum. O da şöyle dedi:
"Hayızın en az (müddeti) bir gün-bir gecedir, en çoğu ise onbeş gündür."[421]
Hayızın en az müddeti hakkında da farklı görüşler vardır. Şâfıî ve Hanbelilere göre hayızın en az müddeti bir gün-bir gece, yani 24 saattir. Kan, bundan az bir müddet görülecek olsa kadın hayızlı sayılmaz. Malikilere göre ise, ibadetler hususunda hayızın en az müddetinin bir sınırı yoktur. Bir anlık görülen bir kanla kadın hayız olur. İddet bekleme ve istibrâ (rahimde çocuk olup olmadığını araştırma) hususlarında ise hayızın en az müddeti bir gün veya bir günün bir miktarıdır. Hanefiler ise hayızın en az müddetinin üç gün üç gece yani 72 saat olduğunu söylemişlerdir.[422]
849. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Ebî Zekeriyya -ki, Ebû Muhammed (ed-Dârimi) O'nun, "Ebû Sa'd es-San'ânî" olduğunu söylemiştir-, Sufyân'dan, (O) er-Rebî'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) haber verdi (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“Hayızın en aşağı (müddeti) üç gündür.”[423]
850. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Mahled b. Yezîd, Ma'kil b. Ubeydillah'tan, (O da) Atâ'dan (naklen) haber verdi (ki, Atâ’) şöyle dedi:”
“Hayızın en aşağı (müddeti) bir gündür.”[424]
851. “Bize Muhammed b. Abdillah er-Rekâşî haber verip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“(Kadın) o kanı (önceki) hayızmdan bir veya iki gün önce gördüğünde, o (kan da) hayızdan (sayılır).”[425]
852. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Katâde'den, Kays b. Sa'd ise Atâ'dan (naklen) rivayet ettiler ki, onlar (yani Katâde ve Atâ'), hayız olup da hayız kanı kesilmeyip devam eden bakire hakkında şöyle dediler:”
"O namazdan, (akrabası olan) kadınlardan bir kadının (kendini) alıkoyması gibi, (yani onun kadar bir müddet) (kendini) alıkor.”[426]
Buradaki "bâkire"den maksat yeni hayız olmaya başlayan kadındır. Bu kadına fıkıhta "mubtedie" denmektedir. Mubtedienin istihâza durumu hakkında şu görüşler serdedilmiştir: Şafuler, mubtedienin, kanı kuvvetli ve zayıf diye ayırabiliyorsa, üç şartın bulunması halinde kuvvetli kanın hayız kanı, zayıfın ise istihâza kanı olacağını söylemişlerdir. Temyiz şartları denen bu üç şart şunlardır:
1) Kuvvetli olan kan bir gün bir geceden eksik olmamalı;
2) Kuvvetli olan kan onbeş günü geçmemeli;
3) Kesilmeden gelen zayıf kan da onbeş günden aşağı olmamalı. Kam kuvvetli ve zayıf diye -ayıramayan veya temyiz şartlarından birisi bozulan istihâzalı mubtedienin hayız müddeti ise bir gün bir gecedir. Ayın geri kalan kısmında o, müstehâza sayılır. Hanbelilere göre ise müstehâza olan mubtedie, hayız kanını diğerinden ayırabiliyorsa, hayız kanı dediği akıntı bir gün bir geceden az ve onbeş günden fazla olmamak şartıyla, ayırımına göre amel eder. O, ilk 1. 2. ve 3. ayda böyle yapar. Dördüncü ayda ise, araştırmasına göre, hayızın ekseriya görülen müddeti olan altı veya yedi günü hayızlı sayılır. Malikilerin görüşü de şöyledir: Âdet görmeye yeni başlayan kadın, kanı ilk görmesiyle onbeş günü tamamlayıncaya kadar namazı bırakır. Şayet bu müddet sonunda kan kesilmezse, o müstehâza demektir. O zaman gusül yapar ve namazını kılar. Hanefi'lere göre de mubtedie, kanı ilk görünce namazı bırakır. Bu kan üç günden az bir müddette kesilirse, onun hayız kanı olmadığı anlaşılır. O zaman bıraktığı namazları kaza etmesi gerekir. Mubtedienin kanı on günden fazla gelirse, o müstehâza demektir. Bu durumda onun hayız müddeti her ayda on gün takdir edilir.[427]
853. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip dedi ki, Sufyân şöyle demişti:”
"Kadın ilk hayız olduğu zaman o, (akrabası olan veya kabilesinin) kadınlarının benzeri kadar (bir müddet) hayız halinde oturur."[428] Bu, Abdullah (ed-Dârimi'ye) sorulmuştu da O şöyle karşılık vermişti:
"Bu, (doğruya) en yakın görünen görüştür."[429]
854. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Leys'ten, (O da) Atâ'dan (naklen), O'nun, muayyen kanı gören ihtiyar kadın ("kebîre") hakkında;”
"O, onu hayız kanı olarak görmez" dediğini rivayet etti.[430]
Hanefi'lere göre hayızdan kesilme çağma, "sinn-i iyâs"a (-ki, bunun a'zami yaşı ekseriya 55 yaş kabul edilmiştir) ulaşan bir kadının bundan sonra göreceği kan istihâza kanıdır. Ancak bir görüşe göre bu kan, kadının önceden görmüş olduğu hayız kanı gibi ise, o hayız sayılır. Malikiler ise bu konuda şöyle demişlerdir: Kadın elli yaşına varınca, onun göreceği kanın durumu ehline sorulur ve onların görüşüne göre amel edilir. Bu, yetmiş yaşına kadar böyle olur.
Yetmiş yaşından sonra görülen kan ise asla hayız kanı değildir, o istihâza kanıdır. Hanbeliler ise, kadının 50 yaşından sonra göreceği kanın, bu kuvvetli bir kan da olsa, hayız kanı olmayacağını söylemişlerdir. Şafiîler'in görüşü de şöyledir: Kadın hayatı boyunca hayız olabilir. Gerçi, ekseriya 62 yaşından sonra hayız kanı kesilir, ama kadın bu yaştan sonra da kan görse, hayız olmuş olur.[431]
855. “Bize Muhammcd b. İsa haber verip (dedi ki), bize Abdullah İbnu'l-Mübârek rivayet edip (dedi ki):”
“Bana onu (yani bir önceki haberi) İbn Cureyc, Atâ'dan (naklen), hayızı otuz yıldır kesilmiş olup da sonra muayyen kanı gören bir kadın hakkında haber verdi. (Bu rivayete göre) O, bu kadın hakkında, müstehâzanın durumuyla, (yani onun gibi yapmasını) emretmişti.”[432]
856. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen), Onun, muayyen kanı gören ihtiyar kadın (kebîre) hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
"O, müstehâza mesabesindedir. (Binaenaleyh) müstehâzanın yaptığı gibi yapar."[433]
857. “Bize Haccâc rivayet edip (dedi ki), bize Hanımâd, Haccâc'dan, (O da) Atâ ve el-Hakem b. Uteybe'den (naklen):”
“Onların, hayızdan kesilen kadın hakkında (şöyle dediklerini) rivayet etti: O, muayyen kanı gördüğü zaman, gusül yapmayarak abdest alır ve namazını kılar.”
Abdullah (ed-Dârimi'ye) de, ihtiyar kadının, ("kebîre"nin durumu) sorulmuş, O da şöyle cevap vermişti:
"O, abdest alır, namazını kılar. Boşanıldığı zaman ise ay hesabı ile (yani üç ay) iddet bekler."[434]
Hayızdan kesilen ("âyise") evli bir kadının boşanıhnası halinde beklemesi gereken iddet müddeti, Kuran nassıyla üç aydır. Allah Teâla bu konuda şöyle buyurur: "(Yaşlılıklarından ötürü) hayızdan kesilen kadınlarınızın (iddet sürelerinden) şüphe ederseniz, (bilin ki) onların iddeti üç aydır. Henüz hayız olmamış olanlar da böyledir."[435]
858. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip dedi ki, Sufyân şöyle söylemişti:”
“Temizlik onbeş gündür.”[437]
İki âdet veya âdet ile nifâs arasındaki hâle "tuhr=temizlik" hali denir. Hanefi'lere, Şafıîlere ve bir rivayette Malikilere göre bu temizlik halinin en az müddeti on beş gündür. Buna göre hayız olup da, meselâ üç gün sonra hayız kanı kesilen bir kadın, bundan sonra-on üç gün kan görmese, sonra kan görse hayız olmuş olmaz. Ancak Şafıîler bu asgari temizlik müddetinin iki hayız arasındaki temizlik için geçerli olduğunu, hayız ile nifâs arasındaki temizliğin asgari müddeti için bir sınır olmadığını söylerler. Hanbelilere göre ise temizlik halinin en az müddeti on üç gündür.
Burada şu hususu da kaydedelim ki, Malikilere ve Hanbelilere göre kadın, bir hayız müddeti içinde kanın kesildiği günlerde temiz sayılır ve diğer teiniz kadınların yaptığı her şeyi yapar.
Temizliğin en çok müddeti için ise bir sınır yoktur. Bir kadın, hayız kanı kesilip de ömür boyu bir daha kan görmese, o ömür boyu temiz sayılır.[438]
859. “Bize el-Mu'alla b. Esed haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, el-Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
"Kadın bir ayda veya kırk gece (gün)de üç hayız görüp de, kadınlardan âdil şâhidler onun, kadınların hayız kanlarından, ona namazı haram kılan şeyi, yani bilinen hayız kanı olan şeyi gördüğüne dair lehine şahidlik yapınca, artık onun (iddet) müddeti geçip gitmiş, (sona ermiştir).”
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki Yezîd b. Harun'u şöyle derken işitmiştim:
"Temizliğin on beş gün (sayılmasını) tercih ederim."[439]
İbrahim (en-Neha'î'nin) sözünden, O'nun temizlik müddetinin on günden az olabileceği görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. Bir rivayete göre Malik de temizliğin en az müddetinin sekiz gün olduğunu söylemiştir.[440]
860. “Bize Ya'lâ haber verip (dedi ki), bize İsmail, Âmir'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Bir kadın, kendisini boşamış olan kocasını dâva etmek üzere Hz. Ali'ye gelmiş ve:
"Ben bir ayda üç hayız gördüm. (Bunun için iddetim bitmiş olmalı!)" demişti. Bunun üzerine Hz. Ali, (Kadı) Şureyh'e;
"Aralarında hüküm ver" demişti. O:
"Ya Emire'l-Mü'minîn, sen burada iken mi?" karşılığını vermişti. (Hz. Ali, tekrar);
"Aralarında hüküm ver" demişti. (Kadı Şureyh yine)
"Ya Emîrel-Mü'minin, sen burada iken mi?" karşılığını vermişti. (Hz. Ali tekrar):
"Aralarında hüküm ver" deyince O da şöyle demişti:
"Şayet akraba ve kabilesinin içinden, dininden ve güvenilirliğinden razı olunan (bir kadın) gelip onun, her hayızda temizlenerek ve namaz kılarak üç hayız gördüğünü söylerse, o (kadının bir ayda üç hayız görmesi) caizdir. Aksi halde değildir." O zaman Hz. Ali:
"Kâlûn (galo)!" demişti. -"Kâlûn" ise Rum dilinde:
"Güzel söyledin" (demektir.).[441]
861. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) Hâlid el-Hazzâ'dan, (O da) İkrime'den (naklen)”
“O'nun, "Allah'ın, rahimlerinde yarattığını saklamaları o (kadınlara) helâl olmaz"[442] (âyetinde, "Allah'ın, rahimlerinde yarattığı"ndan maksadın), "hayız" olduğunu söylediğini haber verdi.”
Ebû Muhammed (ed-Dârimi'ye);
"Bu görüşü kabullenir misin?" denilmiş, O da;
"Hayır" demişti. Abdullah (ed-Dârimi'ye);
"Şureyh'in (yukarıda geçen) haberini kabullenir misin?" diye de sorulmuş, O da
"hayır" demiş ve şöyle devam etmişti:
"Ayda üç hayız nasıl olur?"[443]
862. “Bize Muhammed b. îsa haber verip (dedi ki), bize İbn Uleyye, Abdurrahman b. İshak'tan, (O) Abdullah b. Ebî Bekr'den, (O da) Amra'dan (naklen) rivayet etti (ki, Amra) şöyle dedi:”
“Hz. Âişe; "Durum şu ki, bazan sarı ve bulanık (akıntı) olur (da bu, geceleyin farkedilmez)" diyerek kadınları geceleyin hayız kanına bakmaktan menederdi.”[444]
Rahimden gelen irine benzer sarı veya bulanık (toprağımsı, karamtrak boz) renkteki akıntının hayız kanı olup olmadığı hakkında alimlerin farklı görüşleri vardır. Hanefi ve Şafiî mezheblerine göre, hayız kanı kesildikten sonra da, hayızın azamî müddeti içinde görülen sarı ve bulanık akıntı hayız kanıdır. Bir rivayete göre Malik de, hayız günlerinde görülen sarı ve bulanık akıntının hayız kanı olduğunu söylemiştir. Hz. Aişe'nin de sarı ve bulanık akıntıyı hayız kanı saydığı nakledilmektedir. Yukarıdaki haberde buna işaret vardır. Ancak O'nun, ne zaman gelen sarı ve bulanık akıntıyı hayız kanı saymış olduğu açık değildir.”[445]
863. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Yahya b. Sa'îd'den, (O da) Amra'nın âzâdlısından (naklen) rivayet etti (ki, (Amra'nın âzâdlısı) şöyle dedi:”
“Amra kadınlara, (kadınlık organına koymuş oldukları) pamuk parçası beyaz olarak çıkmadıkça, gusül yapmalarını emrederdi.”[446]
864. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip dedi ki, Sufyân şöyle demişti:”
“Hayız günlerindeki bulanık ve sarı (akıntı) hayız kanıdır. (Kadının), hayız günlerinden sonra kan veya bulanık (akıntı) yahut sarı (akıntı) gibi gördüğü her şey(de) o, müstehâzadır.”
Abdullah (ed-Dârimi'ye);
"Sufyân'ın görüşünü kabul eder misin?" diye sorulmuştu da O;
"Evet" demişti.[447]
865. “Bize Yala, Muhammed b. İshak'tan, (O) Abdullah b. Ebî Bekr'den, (O da) hayat arkadaşı Fâtıma bint Muhammed'den -ki O, Amra'nın himayesindeki idi- (naklen) haber verdi (ki, Fâtıma) şöyle dedi:”
“Kureyş'ten bir kadın Amra'ya, içinde sarı (akıntı) gibi (bir şey) bulunan bir pamuk parçasını, Ona;
"Acaba, kadın hayız kanı akıntısından sadece bunu gördüğünde temizlenmiş olur, görüşünde bulunur musun?" diye sormak üzere göndermişti de O;
"Hayır. Saf beyaz (akıntı) görünceye kadar (temizlenmiş olmaz)" karşılığını vermişti.[448]
866. “Bize Muhammed b. Abdillah er-Rakâşî, Yezîd b. Zurey'den haber verdi (ki, O şöyle demiş:)”
“Bize Muhammed b. İshak rivayet edip dedi ki; bana Fâtıma, Esmâ'dan rivayet etti (ki, O) şöyle demiş:”
“Biz O'nun (yani Amra'nın) himayesinde bulunuyorduk da birimiz hayız olur, sonra temizlenip gusül yapar ve namazını kılardı. Daha sonra az bir sarı (akıntı) onda yeniden belirirdi de, o zaman O, bize, yalnız saf beyaz (akıntıyı) görünceye kadar namazdan uzaklaşmamızı, (yani namaz kılmamamızı) emrederdi.”[449]
867. “Bize Ubeydullah b. Musa, Sufyân'dan, (O) İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) haber verdi (ki, Ata’) şöyle dedi:”
“Hayız günlerindeki bulanık (akıntı), sarı (akıntı) ve kan, hayız kanı mesabesindedir.”[450]
868. “Bize Zeyd b. Yahya b. Ubeyd ed-Dımeşkî, Muhammed b. Râşid'den, (O) Süleyman b. Musa'dan, (O) Ata' b. Ebî Rebâh'tan, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) haber verdi ki, O (yani Hz. Âişe) şöyle dedi:”
"(Kadın) o kanı görünce, temizliği görmüş gibi beyaz görünceye kadar (kendini) namazdan alıkoysun. Sonra o, (temizliği o şekilde görünce) gusül yapar ve namazını kılar."[451]
869. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hanıma d b. Zeyd, Amir el-Ahvel'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Hasan ne sarı (akıntı) ve bulanık (akıntıyı), ne de, kendisiyle et yıkanmış su gibi (olan akıntıyı) bir şey sayardı. (Yani O, bu renkteki akıntıları hayız kanı saymazdı).”[452]
870. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize İbn Uleyye, Eyyûb'dan, (O) Muhammed'den, (O da) Ümmü Atıyye'den (naklen) rivayet etti (ki, Ümmü Atıyye) şöyle dedi:”
“Biz sarı (akıntıyı) ve bulanık (akıntıyı) hiçbir şey saymazdık.”[453]
871. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Mu'temir, babasından, (O da) el-Hasan'dan (naklen):” “O'nun, temizlik günlerinde o kanı gören kadın hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
"Gusül yapması ve namaz kılması görüşündeyim." ibn Şirin ise şöyle demiş:
"Onlar (yani ilk müslümanlar) bulanık ve sarı (akıntılarda), hiçbir mahzur görmezlerdi."[454]
872. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize İsrâîl, Abdula'lâ'dan, (O da) Muhammed İbnu'l-Hanefiyye'den (naklen):”
“O'nun, temizlenmeden sonra sarı (akıntı) gören kadın hakkında;
"Bu, hayızdan sonra görülen bir akıntıdır. (Kadın) onu yıkar ve abdest alır, namazını kılar" dediğini rivayet etti.[455]
873. “Bize Ebû Nuaym ve Haccâc, Hammâd b. Seleme'den, (O) Yûnus ve Humeyd'den, (onlar da) el-Hasan'dan (naklen) haber verdiler (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“(Âdet halinin bitiminde yapılan) gusülden sonra görülen akıntıda, temizlenmeden (yani akıntıyı yıkayıp, icabında abdest almadan) başka hiçbir şey gerekmez.”
Abdullah (ed-Dârimî) dedi ki:
"et-teriyye: (hayızdan sonra) görülen akıntı", "sarı ve bulanık (akıntı)" demektir.[456]
874. “Bize Haccâc ve Affân rivayet etti. (Onlar dediler ki), bize Hammâd, el-Haccâc'dan, (O) Ebû İshak'tan, (O) el-Hâris'ten, (O da) Hz. Ali'den (naklen) rivayet etti ki, O (yani Hz. Ali) şöyle dedi:”
“Kadın gusülden sonra bir veya iki gün akıntı gördüğü zaman, temizlenir ve namazını kılar.”[457]
875. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Kays'tan, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Ata') şöyle dedi:”
“(Adet halinin bitiminde yapılan) gusülden sonra görülen akıntıda sadece temizleme (yani akıntıyı temizleyip, icabında abdest alma) gerekir.”[458]
876. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Katâde'den, (O) Ümmül-Huzeyl'den, (O da) Ümmü Atıyye'den -ki O, Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- biat etmiş idi-, (naklen) rivayet etti ki, O (yani Ümmü Atıyye) şöyle dedi:”
"Biz, gusülden sonraki bulanık ve sarı (akıntıları) hiçbir şey saymazdık.”[459]
877. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“Hayız gören kadın gusüîden sonra bir veya iki gün şiddetle akıp duran taze bir kan gördüğünde, o (kendini) namazdan bir gün alıkor. Sonra (kan yine gelmeye devam ederse), bundan sonra artık o müstehâzadır.”[460]
878. “Bize Ubeydullah b. Musa, İsrail'den, (O) Ebû İshak'tan, (O) el-Hâris'ten, (O da) Hz. Ali'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Ali) şöyle dedi:”
“Kadın hayızdan temizlendiği, sonra, temizliğin peşinden, kendisini şüpheye düşüren bir şey gördüğü zaman, (bilsin ki) o, rahmin içine Şeytan tarafından atılmış bir tekme (sebebiyledir). Binaenaleyh (kadın), burun kanı veya kandamlası yahut kendisiyle et yıkanmış su gibi (bir şey) görünce, namaz abdesti gibi abdest alır, sonra namazını kılar. Şayet o (gelen akıntı), apaçık taze bir kan olursa, artık o, namazı bıraksın.”
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Yezîd b. Harun'u, şöyle derken işitmiştim: Kadının (hayız) günleri yedi gün olup da sonunda temizlik halini (akıntısı) beyaz olarak görse ve bunun üzerine evlenip, sonra o (yedinci gün) ile onuncu gün arasında o muayyen kanı görse, (bu arada) cinsî münâsebet yapmak caiz ve sahih (olur). Ama şayet temizlik halini yedi günden önce görse ve evlense, sonra da o kanı görse, (cinsî münâsebet) caiz olmaz, bu (görülen kan) hayız kanıdır.”
Abdullah (ed-Dârimi ye);
"Bu görüşü kabullenir misin?" diye soruldu, O da;
"Evet" karşılığını verdi.[461]
879. “Bize Yezîd b. Hârûn, Serik'ten, (O) Ebû İshâk'tan, (O) el-Hâris'ten, (O da) Hz. Ali'den (naklen), onun, hayız hali altı gün veya yedi gün olan, sonra bulanık (bir akıntı), yahut sarı (bir akıntı) gören veya bir-iki damla kan gören kadın hakkında;
"Şüphe yok ki, bu (akıntılar) geçersizdir, ona hiç zarar vermez(ler)" (dediğini) haber verdi.[462]
880. “Bize Ebû Nu'aym rivayet edip (dedi ki), bize Şerik, Abdulkerim'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:” “Atâ'ya, hayızdan dolayı gusül yapıp sonra sarı (akıntı) gören kadını sormuştum. O da şöyle demişti:”
Abdest alır ve (avret yerine su) serper."[463]
881. “Bize Ya'lâ haber verip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan, O'nun, müstehâza hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
“O, bu hayızlarında namazı, bir veya iki gün bırakır, sonra gusül yapar, "ilk" (yani öğle namazı) vakti olunca o bakar: Şayet (gelen akıntı), sarı veya bulanık bir akıntı (=et-teriyye) ise abdest alır ve namazını kılar. (Gelen akıntı) kan ise öğleyi geriye, (son vaktine) bırakır, ikindiyi öne, (ilk vaktine) alır, sonra ikisini tek bir gusülle kılar. Güneş batınca o (yine) bakar: Şayet (gelen akıntı) sarı veya bulanık bir akıntı (= et-teriyye) ise abdest alır ve namazını kılar. (Gelen akıntı) kan ise, akşamı geriye, (son vaktine) bırakır, yatsıyı öne, (ilk vaktine) alır, sonra ikisini tek bir gusülle kılar. Tan yeri ağarınca o (yine) bakar: Eğer (gelen akıntı) sarı veya bulanık bir akıntı (= et-teriyye) ise, abdest alır ve namazını kılar. (Gelen akıntı) kan ise gusül yapar ve sabah namazını kılar. (Böylece) her günde üç defa (bakmış veya gusül yapmış olur).”
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
"El-Akrâ", bana göre "hayız (lar)" demektir.[464]
"Kur' " (c. Akra', Kuru') kelimesi, "azdâd" denilen ve kendinde birbirine zıt mânâlar taşıyan kelimelerden olup, hem "hayız=âdet hali", hem de "tuhr = temizlik hali" mânâlarına gelmektedir. Bu kelime Kur'an-ı Kerim'de, boşanılan kadının iddet beklemesi ile ilgili olan şu âyette geçmektedir: "Boşanılmış kadınlar kendi kendilerine üç kuru' müddeti beklerler. "[465] Buradaki "kuru' " kelimesine verilecek mânâ, iddet müddetini etkileyecektir. İmam Malik ve İmam Şafiî ile bir rivayete göre İmam Ahmed, buradaki "kuru" kelimesini "tuhr" ile İmam Ebû Hanife ve kendisinden gelen en sahih rivayete göre İmam Ahmed "hayz" ile tefsir etmişlerdir. Yukarıdaki habere göre Dârimi de, "kur" (c. Akra’) kelimesini, "hayız" mânâsına anlamıştır.[466]
882. “Bize Yahya b. Yahya haber verip (dedi ki), bize Hâlid b. Abdillah, Hâlid el-Hazzâ'dan, (O) İkrime'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti ki:”
Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, (bir defasında) i'tikâfa girmişti. O'nunla beraber hanımlarından biri de, o muayyen kanı gören bir müstehâza olduğu halde i'tikâfa girmişti de çoğu kere, o kandan dolayı altına leğen koymuştu.
(İkrime) ayrıca söylemiş ki, Hz. Âişe, (sarı renkteki) aspur suyunu görmüş ve şöyle demiş:
"Bu, (sanki, zamanında) falancanın görmekte olduğu şey, (akıntı)dır."[467]
Sa'îd b. Mansûr'un Sünen'indeki bir habere göre, burada Hz. Peygamber'in ismi verilmeyen müstehâza hanıma, Hz. Ümmü Seleme'dir.[468]
883. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Ab-dulvâhid, el-Haccâc'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Atâ'ya, hayızdan temizlenip de, sonra sarı (akıntı) gören kadını sormuştum, O da;
"O abdest alır" demişti.
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bana Zeyd b. Yahya, Mâlik'ten -ki O, İbn Enes'tir- (naklen) benim kıraatim yoluyla haber verdi ki, O (yani Zeyd) şöyle dedi:
“O'na (yani Mâlik'e), hayız müddeti yedi gün olup da, sonra hayızı artan kadını sormuştum da” O;
"Üç gün temizlenmeyi bekler" demişti.[469]
884. “Bize Muhammet! b. İsa haber verip (dedi ki), bize Abbâd b. Avvâm, Hişâm'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
Kadın bir namazın vakti içinde (hayızdan) temizlenip de, gusül yapmaya gücü yettiği halde gusül yapmadığında, o namazı kaza eder.”[470]
885. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Abdulvâris, Amr'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“Kadın (namazdan) iki rekât kılıp da sonra hayız olduğunda, (hayızdan) temizlendiği zaman, (tam kılamamış olduğu bu namazı) kaza etmez.”[471]
Hanefi Mezhebine göre, nafile namaz kılmakta iken hayız olan kadın bu namazı sonra kaza eder. Fakat farz bir namazı kılmakta iken hayız olan, bunu kaza etmez. Çünkü bu namazın ona farz olmadığı ortaya çıkmıştır.[472]
886. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize el-Ma'merî Ebû Sufyân Muhammed b. Humeyd, Ma'mer'den, (O da) Katâde'den (naklen) rivayet etti. (Ebû Muhammed ed-Dârimi) dedi ki, bize Ebû Muâviye de rivayet etti. (O dedi ki) bize el-Haccâc, Atâ'dan (naklen) rivayet etti.”
“O ikisi (yani Katâde ve Atâ'), öğle (namazı vakti) esnasında temizlenip de, gusül yapmayı ikindi vakti girinceye kadar geciktiren kadın hakkında, "O, öğleyi kaza eder" dediler.”[473]
887. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Huşeym rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasen'dan; Muğire, Âmir'den; Abîde ise İbrahim'den (naklen) haber verdiler ki:”
“Onlar (yani el-Hasan, Âmir ve İbrahim); bir namazı kılmakta kendisine hayız hah ulaşıncaya kadar ihmalkârlık gösteren kadın hakkında; "o, bu namazı iade (kaza) eder" dediler.”[474]
888. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Hammâd b. Ebî Süleyman'dan, Yûnus ise el-Hasan'dan (naklen) rivayet ettiler ki:
Onlar (yani Hammâd b. Ebû Süleyman ve el-Hasan), bir namaz (vaktine) erişip de, hayız oluncaya kadar ihmalkârlık gösteren bir kadın hakkında şöyle dediler:
"O, gusül yapınca bu namazı kaza eder."[475]
889. “Bize Süleyman b. Dâvûd ez-Zehrânî haber verip (dedi ki), bize Ebû Şihâb, Hişâm'dan, (O da) el-Hasan ve Kata de'den (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan ve Katâde) şöyle dediler:
“Kadın bir namazı, hayız oluncaya kadar zayi ettiği, (kılmadığı) zaman, temizlenince (onu) kaza etmesi gerekir.”[476]
890. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize el-Hasan, Muğire'den, (O da) eş-Şa'bî'den (naklen) rivayet etti (ki, eş-Şa'bî) şöyle dedi:”
“(Bir kadın, bir namaz vaktine ulaştığında) ihmalkâr davranıp da hayız olduğu zaman, (kılmamış olduğu o namazı, temizlenince) kaza eder”.[477]
891. “Bize Sa'îd İbnu'l-Muğire rivayet edip dedi ki; İbnu'l-Mübârek, bize, Ya'kûb'dan, (O) Ebû Yûsuf tan, (O da) Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
“Kadın, namaz vakti içinde hayız olduğu zaman, (temizlendiğinde, bu namazı) kaza etmesi gerekmez.”
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki, (senedde ismi geçen) Ya'kûb, Merv kadısı olan İbnu'l-Ka'ka'dır; Ebû Yûsuf ise Mekke'li bir hocadır.[478]
892. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Haccâc ve Kays'tan, (onlar da) Atâ'dan (naklen) rivayet
etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
“(Hayızlı kadın) akşamdan önce temizlendiğinde, öğle ve ikindiyi (birlikte) kılar. Fecrden önce temizlendiğinde ise, akşam ve yatsıyı (birlikte) kılar.”[479]
893. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Ali b. Zeyd'den, (O da) Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen), onun (yani bir önceki haberin) aynısını rivayet etti.”[480]
894. “Bize Abdullah b. Muhammed, Ebû Bekr b. Ayyâş'tan, (O) Yezîd b. Ebî Ziyâd'dan, (O) Miksem'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen), onun (yani iki önceki haberin) aynısını haber verdi.”[481]
895. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan (naklen) O'nun, hayızlı kadın hakkında; "o, vakti içinde temizlenmiş olduğu namazı kılar" (dediğini) rivayet etti.”[482]
896. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize İbn Uyeyne, İbn Ebî Necîh'ten, (O da) Atâ', Tâvûs ve Mücâhid'den (naklen) rivayet etti ki, onlar şöyle dediler:”
“Hayızlı kadın, fecrden önce temizlendiği zaman akşam ve yatsıyı (birlikte) kılar. O, güneşin batışından önce temizlendiği zaman ise öğle ve ikindiyi (birlikte) kılar.”[483]
897. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Mansûr'dan, (O da) el Hakem'den (naklen):”
“O'nun, hayızlı kadın hakkında; "o, temizliği (yani hayız kanının kesilmesini) gündüzün sonunda gördüğü zaman öğle ve ikindiyi (birlikte) kılar. O, gecenin sonunda temizlendiği zaman ise, akşam ve yatsıyı (birlikte) kılar.”[484]
898. “Bize Muhammed b. Yûsuf, Sufyân'dan, (O) Leys'ten, (O da) Tâvûs'tan (naklen) onun, (yani bir önceki haberin) aynısını haber verdi.”[485]
899. “Bize Ebû Zeyd Sa'îd İbnu'r-Rebî' haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Muğire'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti: İbrahim şöyle derdi:”
“(Hayızlı kadın) ikindi (vakti) esnasında temizlendiği zaman, öğle ve ikindiyi (birlikte) kılar.”[486]
900. “Bize Ebû Zeyd haber verip dedi ki, Şu'be şöyle demişti:”
“Hammâd'a (hayızlı kadının namaz durumunu) sormuştum da O şöyle cevap vermişti:”
"O, bir namazın vakti içinde temizlendiği zaman, (o namazı) kılar.”[487]
901. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Harnmâd, Yûnus ve Humeyd'den, (onlar) el-Hasan'dan, (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti (ki, Enes) şöyle dedi:”
"(Hayızlı kadın) bir namazın vakti içinde temizlendiği zaman, (sadece) bu namazı kılar, ondan başkasını kılmaz."
Ebû Muhammed (ed-Dârinıi) dedi ki:
“Bana, Zeyd b. Yahya, Mâlik'ten (naklen), benim kıraatim yoluyla haber verdi ki, O (yani Zeyd) şöyle dedi:
“O'na (yani Malik'e), ikindiden sonra temizlenen kadını sormuştum, O da, şöyle demişti:
"Öğle ve ikindiyi (birlikte) kılar." Ben;
"ya temizlenmesi (yani hayız kanının kesilmesi) güneşin batışına yakın olursa?" demiştim, O da şöyle demişti: "O, (sadece) ikindiyi kılar, öğleyi kılmaz. Şayet o, güneş batıncaya kadar temizlenmezse, ona hiçbir şey gerekmez,"
Abdullah (ed-Dârimi'ye);
"Bu (görüşü) kabul eder misin?" diye sorulmuştu, O da:
"Hayır" demişti.[488]
Hayız, kadından namaz kılmanın farzlığını kaldıran, bilakis onu haram kılan bir özür halidir. Hayız halinde iken kılınamayan namazların, daha sonra temizlenince kaza edilmeleri de gerekmez. Ancak bu (ve namazın farzlığını düşüren diğer) özür hallerinin başlama ve bitmesi zamanlarındaki namazla alâkalı bazı meseleler vardır. Bu konuda bazı alimlerin görüşleri yukarıda geçmişti. Bu meselelerin esaslarını, mezhebler açısından ise şöyle özetleyebiliriz:
Hanefilere göre namazı düşüren bir özür, bir namaz vaktinin sonunda, sadece namaza başlama ("iftitah") tekbîri alacak kadar bir zaman kaldığında ortaya çıkarsa, kılmamayan bu vaktin namazını, özrün sona ermesinden sonra kaza etmek gerekmez. Şayet özür, bir namaz vaktinden, sadece iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kaldığında sona ererse, bu namazın kaza edilmesi gerekir. Ancak hayızlı ve nifâslı kadının özrü, hayız ve nifâs kanlarının kesilmesiyle sona erdiğinde, şayet kanların kesilmesi, mezkûr iki halin a'zamî müddetinde olmuşsa, vakitten sadece iftitah tekbiri alacak kadar bir zamanın kalması halinde, bu vaktin namazını kaza etmek gerekir. Şayet kanın kesilmesi asgari müddette olmuşsa, o zaman, sadece, vakitten, gusül yapma ile iftitah tekbiri alma zamanı kalması halinde, o vaktin namazının kazası gerekir. Daha az bir zamanın kalmış olması halinde ise, o namazın kazası gerekmez.
Malikilerin bu konudaki görüşü ise şöyledir: Özür, namaz vakti esnasında ortaya çıkar da geriye iki namazlık -meselâ öğle ile ikindi namazlarını kılacak kadar- bir vakit kalmışsa, iki namazın da kazası gerekmez. Geriye sadece son namazın -yani öğle ile ikindiden ikindinin; akşam ile yatsıdan yatsının- tamamını veya tam bir rekâtını kılacak kadar bir zaman kalmışsa, bu son namazın kazası gerekmez, ama bir önceki namazın kazası gerekir. Özrün, bir vaktin sonlarında yok olması halinde ise, şayet geriye, taharet yapıp iki namaz kılacak kadar bir zaman kalmışsa, o vakitle bir önceki vaktin namazlarının kazası gerekir. Şayet sadece, taharet yapıp, içinde bulunulan vaktin namidmı tam olarak veya tam bir rekâtını kılacak kadar bir zaman kalmışsa, yalnız bu namazı kaza etmek gerekir, bir önceki vaktinkini kaza etmek gerekmez. Bu söylenenler, ortak vakitli olan öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı için geçerlidir. Sabah için, bir namaz kılacak kadar bir vakit nazar-ı i'tibara alınır.
Bu konuda Şafiîler ise şöyle söylemişlerdir: Vaktin başından, mümkün olan en süratli bir şekilde taharet yapıp namaz kılacak kadar bir zaman geçtikten sonra hayız gibi bir özür ortaya çıkarsa, bu vaktin namazının, şayet o arada kılmmamışsa, kaza edilmesi gerekir. Eğer özür, vakitten en az iftitâh tekbirini alacak kadar bir zaman kaldığında ortadan kalkarsa, bu namazın, onunla beraber kılman önceki namazla (yani ikindi ise öğle ile yatsı ise akşam ile) kaza edilmesi gerekir.
Hanbeliler'in bu konudaki görüşleri ise şöyledir: Namaz vaktinin başından, iftitâh tekbirini alacak kadar bir zaman geçtikten sonra, namazı düşüren bir özür ortaya çıkarsa, bu namazı, özrün ortadan kalkmasından sonra kaza etmek gerekir. Şayet bir vakitten, geriye sadece iftitâh tekbirini alacak kadar bir zaman kaldığında özür ortadan kalkarsa, bu vaktin namazı ile onunla beraber kılman namazın (yani ikindi ise öğlenin; yatsı ise akşamın) kaza edilmesi lâzımdır.[489]
902. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Eş'as b. Ebi'ş-Şa'sâ' el-Muhâribî'den, (O) Sa'îd b. Cübeyr'den, (O da) ibn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
“Bir kadın O'na (yani İbn Abbâs'a);”
"ben şöyle şöyle bir zamandan beri mustehâza oldum. Bana, Hz. Ali'nin, "(müstehâza) her namazda gusül yapar" dediği de ulaştı, (siz ne dersiniz?)" diye yazmış, İbn Abbâs da şöyle cevap vermişti:
"O (müstehâza) için, Hz. Ali'nin dediğinden başka (diyecek bir şey) bulamıyoruz."[490]
903. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti (ki, O şöyle demiş):”
“Bana Ebû Seleme veya İkrime rivayet edip dedi ki; Hz. Zeyneb, o muayyen kanı akıttığı halde Hz. Peygamberle -sallallahu aleyhi ve sellem- i'tikâfa girermiş de, (Hz. Peygamber) O'na her namazda gusül yapmasını emretmiş imiş.”[491]
Bu hadîs mürsel, dolayısıyla zayıftır. Hadiste, Hz. Peygamber'le beraber i'tikâfa girdiği bildirilen Hz. Zeyneb, Hz. Peygamber'in hanımı Hz. Zeyneb bint Cahş'tır. Hz. Zeyneb'in iki kız kardeşi, Ümmü Habibe ve Hamne de müstehâza idiler. Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımlarından Hz. Ümmü Seleme, Hz. Sevde ve Hz. Ümmü Habibe'nin de müstehâza olduklarına dair haberler vardır.[492] Dârimi'nin bu bölüme koyduğu başlıktan anlaşıldığına göre O, Hz. Zeyneb'in, hayız günlerini şaşırmış olan bir müstehâza olduğu kanaatindedir. O, bu kanaate, muhtemelen, her namazda gusül yapma emrinden varmıştır. Nitekim Hanefi ve Şafiî Mezheblerine göre, Önceki hayız günlerinin zamanını ve miktarını unutup şaşırmış olan bir müstehâzanm, bazı durumlarda, her namazda gusül yapması gerekmektedir.[493]
904. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, Yahya b. Ebî Kesîr'den (naklen) rivayet etti ki, Hz. Ali ve Ibn Mes'ûd şöyle derlerdi:”
"Müstehâza, her namazda gusül yapar."[494]
905. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î rivayet edip şöyle dedi:”
“Ben, Ata’ b. Ebî Rebâh'i, şöyle derken işitmiştim:”
"O (yani müstehaza) her iki namazdan dolayı bir gusül, sabah için de bir gusül yapar."
El-Evzâ'î dedi ki, ez-Zührî ve Mekhûl ise; "o, her namazda gusül yapar" derlerdi.[495]
906. “Bize Yezîd b. Hârûn ve Vehb b. Cerir, ed-Destüvâ yapımı mal alıp satan Hişâm'dan, (O) Yahya b. Ebî Kesîr'den, (O da) Ebû Seleme'den (naklen) haber verdiler ki:”
Ümmü Habibe Vehb, "Ümmü Habibe bint Cahş" demişti-, o muayyen kanı akıyordu ve O, bunu Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- sormuştu da O, O'na, her namazda gusül yapmasını ve namazını kılmasını emretmişti.[496]
Dârimi'nin bu haberi bu bölümde zikretmesinden anlaşılıyor ki O, Ümmü Habibe'nin, önceki hayız müddetini şaşırmış bir müstehaza olduğu kanaatindedir. El-Hattâbi de böyle bir kanaat belirtmiştir. Fakat Ümmü Habibe ile ilgili olan daha sahih haberler, O'nun, önceki hayız günlerini şaşırmış ("mutehayyire") bir mütehâza olmadığına delâlet etmektedirler.[497] Bu durumda Hz. Peygamber'in, müstehâzanm her namazda gusül yapması emri, bunun müstehablık ifade ettiği veya bununla, bedene bulaşan kanların yıkanılmasınm emredildiği şeklinde yorumlanmıştır. Et-Tahâvî ise bu hükmün sonradan kaldırıldığını söylemiştir. Alimlerin cumhuru da, müstehâzanın, sadece önceki hayız müddeti kadar bir müddetin sonunda bir defa gusül yapması gerekeceği görüşünü beyân etmiştir.[498]
907. “Bize Abdussamed b. Abdulvâris haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Bişr rivayet edip dedi ki:”
“Ben Sa'îd b. Cübeyr'i, şöyle derken işittim:”
Bir kadın İbn Abbâs ve Îbnu'z-Zübeyr'e,
"Ben müstehâza oluyorum da (hiç) temizlenmiyorum. Ben, Allah aşkına, bana mutlaka fetva vermenizi istiyorum. Ben bunu (halka) sordum da onlar, Hz. Ali'nin; "o, her namaz için gusül yapar" dediğini söylediler" diye yazmış, ben de, (o mektubu) okumuş ve şu cevabı elimle yazmıştım:
"Onun için, Hz. Ali'nin dediğinden başka (diyecek bir şey) bulamıyorum."[499] Bunun üzerine "muhakkak ki Küfe soğuk bir yerdir. (Her namazda gusül yapmak çok zor olur)" denilmişti de (İbn Abbâs) şu karşılığı vermişdi: "Allah dileseydi onu, bundan daha zor bir şeyle de imtihan ederdi."[500]
908. “Bize Haccâc b. Minhâl haber verip (dedi kî), bize Hammâd, Kays'tan, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid) şöyle dedi:”
İbn Abbâs'a, "O (müstehâza kadının bulunduğu) yer, soğuk bir yerdir!" denilmiş, O da şu karşılığı vermişti:
“(O halde) öğleyi geriye (son vaktine) bırakır, ikindiyi öne (ilk vaktine) alır ve bir gusül yapar. Akşamı geriye bırakır, yatsıyı öne alır ve bir gusül yapar. Sabah için de bir gusül yapar."[501]
Bu haberle bir önceki haber arasında zahiri bir zıtlığın olduğu görülmektedir. Musannaftaki mufassal bir rivayetten[502] anlaşıldığına göre bu zıtlık, cümlelerde yapılan takdim-te'hirle, haberlerin muhtasar olarak rivayet edilmelerinden kaynaklanmıştır. Musannaf taki rivayet, özetle, şöyledir: Kûfeli müstehâza bir kadın, durumu için İbn Abbâs'a bir mektup yazmış. İbn Abbâs da;
"Onun için Hz. Ali'nin söylediğinden başka (söyleyecek bir şey) bulamıyorum. Şu kadar var ki, o, bir gusül yapıp öğle ile ikindiyi, bir gusül yapıp akşam ile yatsıyı birlikte kılar, bir gusül de yapıp sabah namazını kılar, (kılabilir)" şeklinde cevap vermiş. O zaman, kendisine Kûfe'nin soğukluğu hatırlatılınca O, 907. haberin sonundaki sözünü söylemiş.”[503]
909. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Hişâm b. Urve'den, (O) babasından, (O da) Zeyneb bint Ümmi Seleme'den (naklen) rivayet etti ki:”
“Cahş'ın kızı, Abdurrahman b. Avfın (nikâhı) altındaydı ve hayız kanı kesilmeyip devam ediyordu. Bu sebeple O, (gusül yapmak için girmiş olduğu) çamaşır teknesinden, kan (teknedeki suyun) üstünü kaplamış olduğu halde çıkar ve namazını kılardı).”[504]
910. “Bize Vehb b. Sa'îd ed-Dımeşkî, Şu'ayb b. İshâk'tan haber verdi (ki, O şöyle demiş: Şu'ayb dedi ki), bize el-Evzâ'î rivayet edip dedi ki, ben, ez-Zühri ve Yahya b. Ebî Kesîr'i;
"O (müstehâza), her namaz için ayrı bir defa gusül yapar" derken işitmişim. El-Evzâ'î dedi ki:
“Bana Mekhûl'den (naklen) de bu (görüşün) aynısı ulaştı.”[505]
911. “Bize Vehb b. Sa'îd, Şu'ayb'dan haber verdi (ki, O şöyle demiş:) Bize el-Evzâ'î rivayet edip (dedi ki), bana Atâ1 haber verdi ki, İbn Abbâs şöyle derdi:”
“(Müstehâza, beraber kılınabilen) her iki namaz için bir defa gusül (yapar). Sabah namazı için de ayrı bir defa gusül yapar.” [506]
Buraya kadar, müstehâzanın ne zamanlar gusül yapması gerekeceği konusunda bazı haberler zikredilmiştir. Dârimi, koymuş olduğu başlıkla, bu haberlerde, önceki hayız günlerinin vaktini ve miktarını unutup karıştıran müstehâzanm sözkonusu olduğunu anlatmak istemiştir. Fakat, bu haberlerin hepsinin, fıkıhta "mutehayyire" denilen böyle müstehâzalar hakkında olduğu söylenemez. Dârimi, koyduğu başlıkta belirttiği kanaate, herhalde, haberlerde müstehâza için verilen hükümlerden hareketle varmıştır. "Mutehayyıre"nin nasıl hareket edeceği konusundaki görüşler, kİsaca şöyledir: İmanı Ahmed, belli hayız günleri olmayan ve hayız kanım diğerinden ayıramayan veya ayırsa da, ayırdığı miktar hayız kanı müddetine uygun gelmeyen müstehâzanın, namazı ve hayızlıya haram olan diğer şeyleri, her ay, içtihadına göre, hayızm daha ziyade görülen müddeti olan altı veya yedi gün bırakıp sonra gusül yaparak namazını kılacağını söylemiştir. İmam Malik'e göre ise, böyle bir müstehâzanın hayız müddeti on beş gün sayılır, sonra o gusül yapıp namazını kılar. Bu konuda Şafiî'nin görüşü ise şöyledir: Mutehayyıre, talak dışında, niyete bağlı olmayan her işte hayızlı kadın hükmündedir. Talâk ve niyete bağlı olan her ibadette ise, temiz hükmündedir. Mutehayyıre, önceki hayızlarmdaki kanın kesilme zamanını bilmiyorsa, her namaz için, o namazın vaktinde gusül yapmalıdır. Önceki hayızlarmda kanın, günün içindeki kesilme zamanım biliyorsa, her gün o zaman bir defa gusül yapar, diğer namazlar için de abdest alıp namazlarını kılar. Hanefi Mezhebinde mutehayyire için çok teferruatlı hükümler vardır. Bunların açıklamasını, geniş fıkıh kitaplarına bırakarak, temel birkaç hükmü zikredelim: Müstehâza, önceki hayız günlerinin sayısını ve zamanım, bir ayda kaç defa hayız olduğunu hepten unutur ve şaşırırsa, hayızlı mı temiz mi olduğunu belirlemek için var gücünü harcar ve ulaştığı kanaate göre hareket eder. Yani hayızlı olduğu kanaatine varırsa hayızlı, temiz olduğu kanaatine varırsa teiniz hükmündedir. Mutehayyıre, bir kanaate varamaz ise, muayyen bir şekilde hayızlılığı ve temizliğine hükme dilemez; en ihtiyatlı davranış ne ise ona göre hareket eder: O devamlı olarak, hayızlı kadının yapmadığı şeyleri yapmaz ve kılacağı her namaz için gusül yapar...[507]
912. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Hammâd el-Kûfî'den (naklen) rivayet etti ki, bir kadın İbrahim'e sorup şöyle demiş:”
"Benim hayız kanım hiç kesilmeyip devam ediyor, (ne yapmalıyım?)" Bunun üzerine O şöyle karşılık vermiş: "Suya devam et de onu (avret yerine) serp. Çünkü o, kanı senden keser."[508]
913. “Bize Affân b. Müslim haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Dinar rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan (naklen):”
“O'nun, (hayızdan mı kesildiğinden, hamile mi olduğundan) şüphelenilen boş anılmış kadın hakkında (şöyle dediğini) rivayet etti:”
"O, bir yıl bekler. Şayet hayız olursa (ona göre hareket eder). Olmazsa, yılın bitiminden sonra üç ay bekler. Eğer hayız olursa (ona göre hareket eder). Olmazsa, artık onun iddeti bitmiştir.[509]
914. “Bize Abdullah b. Mesleme haber verip dedi ki:”
“Malik'e; müstehâzanın boşanıldığında (beklemesi gereken) iddeti sorulmuştu. Bunun üzerine Malik, bize, İbn Şihâb'dan, (O da) Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen) rivayet etmişti ki, O (yani Sa'îd) şöyle demiş:”
"Onun iddeti bir yıldır." Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Bu, Malik'in de görüşüdür.”[510]
915. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hanunâd b. Zeyd rivayet edip (dedi ki), bize Amr b. Dinar rivayet edip (dedi ki):”
“Câbir b. Zeyd'e, genç iken boşanılan ve yaşlanmadan başka bir şeyden dolayı hayız hali yok olan, (hayızdan kesilen) kadın sorulmuştu, O da;
"göreceği birden fazla hayızla (iddet bekler)" karşılığını vermişti. Tâvûs ise;
"(Böyle bir kadının iddeti) üç aydır" demişti.[511]
916. “Bize Nasr b. Ali haber verip (dedi ki), bize Abdula'la, Ma'mer'den, (O da) ez-Zührî'den (naklen) rivayet etti (ki, ez-Zührî) şöyle dedi:”
Adam karısını boşadığı, o da bir veya iki hayız görüp, sonra hayzı yok olduğu zaman, eğer bu yaşlanmadan dolayı ise, o üç ay iddet bekler. O, genç ise ve (hamilelikten) şüphelenmiş ise, şüpheden sonra bir yıl iddet bekler.”[512]
917. “Bize Halife b. Hayyât haber verip (dedi ki), bize Ğunder rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, Katâde'den, (O da) İkrime'den (naklen) rivayet etti (ki, İkrime) şöyle dedi:”
“Müstehâza ile hayızı düzgün devam etmeyip bir ay bir defa, bir ay iki defa hayız gören (kadının) iddeti üç aydır.”[513]
918. “Bize Halife b. Hayyât haber verip (dedi ki), bize Ebû Dâvûd, Hişâm'dan (O da) Hammâd'dan (naklen) rivayet etti (ki, Hammâd);”
"O, 'akrâ' ile iddet bekler" demişti.[514]
919. “Bize Hâlid b. Mahled rivâyet edip (dedi ki), bize Mâlik, İbn Şihâb'dan, (O da) Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
“Müstehâzanın iddeti bir yıldır.”[515]
920. “Bize İshak b. îsa haber verip (dedi ki), bize Hüseyin, Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) haber verdi (ki, el-Hasan) şöyle dedi:
“Müstehâza "akrâ’ " ile iddet bekler.”[516]
921. “Bize Halife haber verip (dedi ki), bize Abdula'lâ, Ma'mer'den, (O da) ez-Zühri'den (naklen) rivayet etti (ki, ez-Zührî) şöyle dedi:”
“(Müstehâza) "akrâ' " ile (iddet bekler).”[517]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki, Hicâzlılar; "Akrâ', temizlik halleridir" derler. Iraklılar ise, "o, hayızdır" demişlerdir. Abdullah (ed-Dârimi) dedi ki, ben de, onun hayız (mânâsına) olduğu görüşündeyim.
922. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi kî), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Müstehâza, "akrâ'" ile iddet bekler.”[518]
İddetin Şer'î tariflerinden biri, "kadının yapmış olduğu nikâh akdinin bozulmasından sonra belli bir müddet beklemesi" şeklindedir. Esas olan üç çeşit iddet vardır: Vaz'-ı hami (çocuk doğurmak), aylar ve akrâ’. İddet bekleyecek kadın, durumuna göre, bunlardan biri i'tibarıyla iddet bekler. Hamile iken boşanılan kadının iddeti, çocuğu doğurmak ile olur. Hayızdan kesilmiş ("âyise") veya henüz hayız olmaya başlamamış olan boşanılmış kadınların iddeti (üç ay) ile kocaları ölen kadınların iddeti (dört ay on gün) ay hesabıyla olur. Hayız olmakta olan boşanılmış kadınların iddeti ise "akrâ' = hayızlar veya temizlikler" itibariyle olur. Bunların, fıkıh kitaplarında yer alan bir çok tafsilâtı vardır, "Akrâ", "kur' " kelimesinin çoğuludur. "Kur" kelimesi, kendinde zıd mânâlarını ihtiva etmektedir. Bu kelimeve Malikîlerin bir kısmı ile Şafiîler, "temizlik" mânâsı; Malikilerin diğer bir kısmıyla Hanefîler ve Hanbeliler "hayız" mânâsı vermişlerdir. Hayız görmekte olan boşanılmış kadının iddeti "üç kurû"dur. Fakat "kur" kelimesine verilen mânâya göre, beklenecek iddetin süresinde değişiklikler olmaktadır. Yukarıdaki haberlerde, müstehâzanın iddetinin, bazı alimlerce ay hesabı ile, diğer bazılarınca ise "Akra" itibariyle olması gerektiği görülmüştü. Bu konudaki diğer bazı görüşler, kİsaca şöyledir: Malikeler'e göre, boşanılmış müstehâza, dokuz ay rahminde çocuk olup olmadığının belli olması için bekler. Sonra da üç ay iddet bekler. Neticede toplam bir sene ile iddeti sona erer. Hanefılerin görüşü ise şöyledir: Boşanılmış müstehâza, önceden görmekte olduğu malûm hayızları varsa, onlara göre üç hayızla iddet bekler. Müstehâzanın önceki âdeti bilinmiyorsa, müftabih görüşe göre o, yedi ay iddet bekler. Şaflîlere göre de, malûm âdeti olan müstehâza ona göre iddet bekler. Malûm âdeti yoksa o zaman, onun iddeti, ayın başında boşanılmış ise, üç ayla sona erer. Hanbeliler ise; müstehâzanın malûm âdetleri varsa veya hayız kanını diğerinden ayırabiliyorsa, ona göre amel edeceğini, malûm âdeti yoksa onun iddetinin üç ayla sona ereceğini söylemişlerdir.[519]
923. “Bize Musa b. Hâlid, el-Hikl b. Ziyâd'dan, (O da) el-Evzâ'î'den (naklen rivayet etti (ki, el-Evzâ'î) şöyle dedi:”
“Ez-Zührî'ye; hanımını, hayız olan genç bir kadın iken boşayıp da onu boşadığında (hanımının) hayız kanı kesilen ve (hanımı) artık o kanı görmeyen bir adamın (hanımı) ne kadar iddet bekler, diye sormuştum,” O da;
"Üç ay (iddet bekler)" demişti. Ez-Zührî'ye; hanımını boşayıp da, (hanımı) iki hayız gören, sonra da (hanımının) hayızı yok olup (kesilen) bir adamın (hanımı) ne kadar (iddet) bekler, diye de sormuştum, O da;
"Onun iddeti, bir yıldır" demişti. Ez-Zührî'ye; hanımını; üç ay duran, sonra bir hayız olan, sonra hayızı geciken, sonra yedi-sekiz ay durup da diğer bir hayız olan, bu şekilde (hayızı) bazan çabuk olarak, bazan da gecikerek hayız olduğu bir halde boşayan bir adamın (bu hanımı), ne kadar iddet bekler, diye de sormuştum. O da:
"hayızı, "kur'lar"ından (= temizliklerinden)[520] farklılık gösterdiği zaman, onun iddeti bir yıldır" demişti.
"Peki, demiştim, o, (hanımını), senede bir defa hayız olduğu halde boşamış ise, (hanımı) ne kadar iddet bekler?" O da şöyle cevap vermişti:
"Kur'ları, o kurlarıdır diye bilindiği halde hayız oluyor idiyse, (yani temizlik halleri hep öyle oluyor idiyse), muhakkak ki biz, onun kurlarına göre iddet beklemesi görüşündeyiz.”[521]
924. “Bize Muhammed İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Amr b. Abdilvâhid, el-Evzâ'î'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Ez-Zührî'ye; hayız olma (çağına) ulaşmamış olan, dengi de gebe olmayan bir cariye satın alan adamın, bu (cariyesinin hamile olup olmadığını) ne kadar araştırır, (yani, ona ne kadar iddet bekletir) diye sormuştum.” O da;
"Üç ay" demişti. Yahya b. Ebî Kesîr ise;
"Kırkbeş gün" demişti.[522]
925. “Bize Yezîd b. Hârûn, Hişam ed-Destüvâ'î'den, (O) Hammâd'dan, (O) Sa'îd b. Cübeyr'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi ki, O, (yani İbn Abbâs) müstehâza hakkında şöyle derdi:
"Her namazda gusül yapar ve namazını kılar." Hammâd ise şöyle demişti:
"Şayet (insan), (müstehâzanm namaz kılabileceğini) bilmeyen bir müstehâza olur da aylarca namazı bırakırsa, o bu namazları kaza eder." O'na;
"Peki, onları nasıl kaza eder?" denilmişti de O;
"Onları, gücü yeterse bir günde kaza eder" demişti.
Abdullah (ed-Dârimi'ye); "bu görüşü kabullenir misin?" denilmiş, O da;
"Evet, vallahi!" karşılığını vermişti.[523]
926. “Bize Hâlid b. Mahled haber verip (dedi ki), bize Mâlik b. Enes rivayet edip dedi ki:
“Ben ez-Zührî'ye, o kanı gören hamileyi sormuştum.” O da,
"O, namazı bırakır" demişti.[524]
927. “Bize Ubeydullah b. Musa, Osman İbnul-Esved'den, O'nun şöyle dediğini haber verdi:”
“Mücâhid'e, ben kendisinin hamile olduğunu zannettiğim halde kan gören karımın (durumunu) sormuştum da O şöyle cevap vermişti:
“Bu, rahimlerin eksiltmesidir. "Her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını Allah bilir."[525] İşte onlar (yani rahimler), eksilttikleri bir şeyin aynısı kadar rahimlerde gebeliği artırırlar.”[526]
928. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Âsim el-Ahvel'den, (O da) İkrime'den (naklen):”
Onun, şu; "Her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını Allah bilir. Onun katında her şey bir ölçü iledir"[527] (mealindeki) âyet hakkında şöyle dediğini rivayet etti:
“Bu (eksiltip artırma) gebelikteki hayızdır. (Hamile kadın) gebeliğinde hiçbir gün hayız olmaz ki, o günü temiz olarak gebeliğine ilâve etmiş olmasın.”[528]
929. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Yahya b. Sa'îd'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Bize göre (veya bizde) hakkında ihtilâf edilmeyen bir durum, Hz. Âişe'den (nakledilmiştir) ki; hamile kadın, o kam gördüğü zaman, temizleninceye (yani kam kesilinceye) kadar namaz kılmaz.”[529]
930. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Sabit b. Yezîd rivayet edip (dedi ki), bize Âsim, İkrime'den, O'nun, (Ra'd Sûresi, 8. âyette geçen) "Rahimlerin neyi eksilteceğini" (cümlesinden maksad), gebelikteki hayızdır, dediğini, "Ve neyi artıracağını" (cümlesi hakkında ise) şöyle dediğini rivayet etti:”
"O (rahimler) için, gebeliklerinde hayız oldukları her güne mukabil, dokuz aylık temizliği tamamlasınlar diye, temizlik (müddetlerine) ekleyecek bir gün vardır.”[530]
931. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Ebû Bişr'den, (O da) Mücâhid'den, (O'nun), "Ve rahimlerin neyi eksilteceğini" (mealindeki âyet hakkında) şöyle dediğini rivayet etti:”
“(Bu), Kadın hamile iken hayız olduğunda (söz konusudur. Mücâhid, sözüne devamla) dedi ki, bu (hayız), çocuğun (rahimde kalış müddetinden) bir eksiltme olur. O, (gebelik müddetini) dokuz aydan fazlalaştırınca, (bu), çocuğunun (rahimdeki kalış müddetinden) eksilmiş olan (miktarı) tamamlayıcı olur.”[531]
932. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Humeyd'den, (O da) Bekr b. Abdillah el-Müzenî'den (naklen) rivayet etti ki:
O (yani Bekr);
"Karım hamile iken hayız olur" dedi. Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“Ben de Süleyman b. Harb'i;
"Karım hamile iken hayız olur" derken işittim.”[532]
933. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Yahya b. Saîd'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti ki, O (yani Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Hamile kadın o kanı görünce (kendini) namazdan alıkoysun. Çünkü o (kan) hayızdır.”[533]
934. “Bize Abdullah b. Mesleme haber verip (dedi ki), bize Mâlik rivayet etti ki, O'na, Hz. Aişe'den (naklen) bunun (yani bir önceki haberin) aynısı ulaştı.”[534]
935. “Bize İsmail b. Ebân haber verip (dedi ki), bize İdris, Leys'ten, (O da) eş-Şa'bi'den (naklen), O'nun, o kanı gören hamile hakkında (şöyle dediğini) rivayet etti:”
“Şayet o kan taze ise, gusül yapar ve namazını kılar. Eğer "teriyye" (yani bulanık veya sarı bir akıntı) olur ise abdest alır ve namazını kılar.”[535]
936. “Bize Ebu'l-Muğire, el-Evzâ'î'den (naklen), onun (yani bir önceki haberin) aynısını haber verdi.”[536]
937. “Bize Abdullah b. Muhammed haber verip (dedi ki), bize Abbâd -ki O, İbnu'l-Avvâm'dır-, Hişâm'dan, (O da) el-Tasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“et, bundan önceki hayızlarmda "teriyye" (yani bulanık veya sarı akıntı) olması gibi bir "teriyye" olursa O, namazı bırakır. Eğer o (akıntı) sadece bir veya iki günde olursa, namazı bırakmaz.”[537]
938. “Bize Abdullah b. Muhammed -ki O, İbn Ebî Şeybe'dir-haber verdi. (O dedi ki) bize Hâl id İbnu'l-Hâris ve Abde b. Süleyman, Saîd'den, (O) Matar'dan, (O) Atâ'dan, (O da) Hz. Aişe'den (naklen):
“O'nun, o kanı gören hamile hakkında; "bu, onu hiçbir namazdan men etmez, (veya menetmesin)" dediğini rivayet etti.”[538]
939. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Hemmâm, Matar'dan, (O ) Atâ'dan, (O da) Hz. Âişe'den (naklen), o kanı gören hamile hakkında O'nun;
"O, gusül yapar ve namazını kılar" dediğini rivayet etti.[539] Yezîd dedi ki,
"O, gusül yapmaz". Abdullah (ed-Darimi de):
"Ben, Yezîd'in görüşünü kabulleniyorum" dedi.[540]
940. “Bize Muhammedi b. İsa haber verip (dedi ki), bize Yezîd b. Zürey', Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen), Onun, o kanı gören hamile hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
"O, müstehâza mesabesindedir. Bununla beraber o, namazı bırakmaz."[541]
941. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen), Onun, o kanı gören hamile hakkında;”
"O kendinden kanı yıkar, abdest alır ve namazını kılar" dediğini rivayet etti.[542]
942. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Hişâm rivayet edip (dedi ki), bize Haccâc, Atâ' ve el-Hakem'den onların şöyle dediğini rivayet etti:”
“Hamile kadın, o kanı gördüğü zaman abdest alır ve namazını kılar.”[543]
943. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân Câmi'den -ki O, İbn Ebî Râşid'dir-, (O da) Atâ'dan (naklen), O'nun, o kanı gören hamile hakkında; "o, abdest alır ve namazını kılar" dediğini rivayet etti.[544] 944. Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Yûnus'tan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi: "O, müstehâza mesabesindedir."[545]
945. “Bize Ebu'l-Velid et-Tayâlisî, Cerîr'den, (O) Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Gebelikte hiçbir hayız olmaz.”[546]
946. “Bize Sa'îd b. Âmir, Hişâm'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen):”
O'nun, o kanı gören hamile hakkında;
"O, müstehâza mesabesindedir" dediğini haber verdi.”[547]
947. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim şöyle dedi):”
“Hamile kadın, o kanı gördüğü zaman, namazı bar akmaz.”[548]
948. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, el-Haccâc'dan, (O da) Atâ1 ve el-Hakem b. Uteybe'den (naklen) rivayet etti ki:”
“Onlar (yani Atâ' ve el-Hakem) hamile kadın ile hayızdan kesilen kadın hakkında şöyle dediler:”
“(Bu kadınlar) o kanı gördükleri zaman, gusül yapmayarak abdest alır ve namazlarım kılarlar.”[549]
949. “Bize Haccâc, Hammâd'dan, (O) Matar'dan, (O da) Atâ'dan (naklen) haber verdi (ki, Atâ'):”
"Onlar gusül yapar, namazlarını kılarlar"[550]
950. “Bize Zeyd b. Yahya ed-Dımeşkî, Muhammed b. Râ-şid'den, (O) Süleyman b. Musa'dan, (O) Atâ’ b. Ebî Rebâh'tan (O da) Hz. Âişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Şüphe yok ki, hamile kadın hayız olmaz. Binaenaleyh o, kanı gördüğü zaman gusül yapsın ve namazını kılsın.”[551]
Yukarıdaki haberlerde de görüldüğü üzere, hamilenin gördüğü kanın hayız olup olmadığı konusunda ihtilâf vardır. İçtihada ve tecrübeye bağlı olan bu meselede, bir alimin, değişik zamanlarda açıkladığı farklı görüşleri de olabilir. Hz. Âişe ve Atâ'dan, zıt hükümleri muhtevi olarak gelen haberleri, rivayetlerde hata yapılmamışsa, bu şekilde değerlendirmek mümkündür. Bu konuda mezheblerin de farklı görüşleri vardır. Malikiler ve Şafîîler hamile kadının hayız olabileceğini söylemişlerdir. Hanefiler ve Hanbeliler ise, hamile kadının hayız olamayacağını, onun göreceği kanın hastalık kanı olduğunu belirtmişlerdir.[552]
951. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Muhammed İbnu'1-Fadl, el-Hasan İbnu'l-Hakem'den, (O) el-Hakem'den, (O da) İbrahim'den (naklen):”
“Onun, (kadın) çocuk emzirirken o kanı gördüğü zaman kadın hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
"O (kan) hayızdır. (Kadın) namazı bırakır".[553]
952. “Bize Yahya b. Hassan haber verip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki):
“Bize Yûnus, el-Hasan'dan, O'nun; (kadına) doğum sancısı vurduğu ve çocuğun (doğumunda görülen) o kanı gördüğü zaman hamile kadın hakkında;
"Artık o (kendini) namazdan alıkoysun" dediğini rivayet etti.” Abdullah (ed-Dârimi) ise;
"o, (çocuğu) doğurmadıkça namazını kılar" demiştir.[554]
Doğum zamanlarında görülen kan hakkında mezheblerin görüşleri şöyledir: Malikilere göre, doğumla beraber gelen kan nifâs kanıdır. Doğumdan önce gelen kan ise hayız kanıdır. Şafiîlere göre, çocukla beraber gelen ve doğum sancısından önce çıkan kan, kadın hayızlı ise hayız kanı, hayızlı değilse hastalık kanıdır. Hanefîlere göre ise, çocuğun az bir kısmının çıkmasıyla veya ondan önce gelen kan hastalık kanıdır. Kadın, "temiz" hükmündedir. Hanbeliler ise, doğumdan iki veya üç gün önce, doğum sancısı gibi bir belirti ile gelen ve doğumla gelen kan nifâs kanıdır, demişlerdir.[555]
953. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Ebû Sufyân, Ma'mer'den, (O da) Katâde'den (naklen):” “Onun; (ilk olarak çocuk doğurup da kanı kesilmeyip devam eden) lohusa kadın hakkında:
"(Onun temizlenmesi), (akrabası olan) kadınlardan bir kadının temizlenmesi gibidir"[556] (dediğini) rivayet etti.”[557]
954.”Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan, O'nun lohusa kadın hakkında (şöyle dediğini) rivayet etti:”
“O, kırk gün (kendini) namazdan alıkor. Sonunda eğer temizlendiğini, (yani kanın kesildiğini) görürse ne âlâ! (Lohusalığı bitmiş demektir). Şayet temizlendiğini görmezse, beş-altı gün (daha kendini) namazdan alıkor. Sonunda temizlenirse ne âlâ! Aksi halde o (ilâve günlerle) ellinci gün arasında da (kendini) namazdan alıkor. Sonunda temizlenirse ne âlâ! Aksi halde o müstâhazadır.”[558]
955. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Yûnus b. Ubeyd'den, (O) el-Hasan'dan, (O da) Osman b. Ebi'l-Âs'tan (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani Osman), lohusa (hanımıyla) kırk gün cinsî münâsebet yapmazmış. El-Hasan ise şöyle demiştir: “Lohusanın (lohusalık müddeti) kırkbeş (günden) elli güne kadardır. Bundan fazla olan (akıntıda) o, müstehâzadır.”[559]
956. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize İsmail b. Müslim, el-Hasan'dan, (O da) Osman b. Ebi'l-Âs'tan (naklen) haber verdi (ki, Osman) şöyle dedi:”
“Lohusaya (a'zamî) kırk gün müddet tayin edilmiştir. Sonunda şayet o temizlenirse (ne âlâ!) Aksi halde (lohusa), namaz kılmak için o (a'zamî günü) aşmaz.”[560]
957. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Eş'as'tan, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
“Lohusa kadının (önceki doğumlarında ortaya çıkan) bir âdeti varsa, (kanının kesilmemesi halinde, ona göre hareket eder). Aksi halde (yani belli bir âdeti yoksa), kırk gece (gün) oturur, (yani lohusaya haram olan şeyleri yapmaz).”[561]
958. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
“Çocuk doğduktan sonra gelen kan (nifâs, lohusalık kanı), hayız kanı gibi)dir.”[562]
959. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Ebû Bişr'den, (O) Yûsuf b. Mâhek'ten, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Lohusa kırk gün veya ona yakın bekler.”[563]
Çocuk doğurması esnasında, bundan biraz önce veya doğumdan sonra kadından gelen kana "nifâs" yani lohusalık kanı denir. Kadından bu kanın gelmesine de "lohusalık hali" denir. Lohusalık kanı gelen bir kadın ("nüfesâ’") namaz gibi bazı ibadetlerle bazı işleri yapamaz. Bu kanın gelme müddetinin asgarî ve a'zamî müddetleri hakkında farklı görüşler vardır. Bu kanın en az gelme müddeti hakkında bir sınır yoktur. Bir an da gelebilir, hiç gelmeyebilir de. Bu durumda kadın, lohusa sayılmaz. Yalnız iddet konusunda Hanefî alimleri lohusalığın asgarî müddeti için bir sınırlama getirmişlerdir. Şöyleki, iddet konusunda lohusalığın asgarî müddeti İmam-ı A'zam'a göre yirmibeş gün, İmam Ebû Yûsuf a göre onbir gün, İmam Muhammed'e göre ise bir saattir. Lohusalık kanının en uzun gelme müddetine gelince, bu Hanefî ve Hanbelilere göre kırk gün, Şafiî ve Malikilere göre ise altmış gündür. Fakat Şafîîler, lohusalık kanının a'zamî müddetinin ekseriya kırk gün olduğunu söylemişlerdir.[564]
960. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Ebû Hay-seme rivayet edip (dedi ki), bize Ali b. Abdila'lâ, Ebû Sehl el-Basrî'den, (O) Müsse'den, (O da) Ümmü Seleme'den (naklen) rivayet etti (ki, Ümmü Seleme) şöyle dedi:”
“Lohusa kadın, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında kırk gün -veya kırk gece- oturur, (lohusaya haram olan şeyleri yapmazdı). Bizden biri, yüzüne, (doğum sebebiyle çıkan) lekelerden dolayı, Yemen za'feranı (boyasını) sıvayıp sürerdi.”[565]
Bu hadisin, konulan başlıkla, zahiren, bir alâkası görülmemektedir. Bundan sonraki haberler de, önceki bölümün haberlerinin devamı mahiyetindedir. Ümmü Seleme'nin hadisinin bu başlık altında zikredilmesinin sebebi şu olabilir: Hadiste geçen "bizden biri" (veya "birimiz - ıhdânâ) ifadesi, Hz, Peygamber'in hanımlarından birinin lohusalığının söz konusu olduğunu düşündürmektedir. Bu hadisin diğer bir rivayetinde;'[566] "Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- kadınlarından" olan lohusa bir kadından bahsedilmesi bu düşünceyi te'yîd eder. Bu ise bir müşkillik arzeder. Çünkü Hz. Peygamber'in hanımlarından sadece Hz. Hatice'nin çocuğu olmuştur. O da, Hz. Peygamber'in, Hz. Ümmü Seleme ile evlenmesinden ve hicretten önce vefat etmişti. İşte bu hadisin metnindeki bu müşkillikten dolayı, Dârimi, bu hadisin "asl"ının, Ümmü Seleme'nin, yukarıdaki başlıkla doğrudan alâkası olan diğer bir hadisi[567] olduğunu ima etmiş olabilir. Hz. Ümmü Seleme, bu hadisinde, hayız görürlerken giydikleri elbise ile hayızdan sonra, eğer elbiseye kan bulaşmışsa sadece bulaşan yeri yıkayarak, bulaşmamışsa hiçbir şey yapmayarak namaz kıldıklarını anlatır. Fakat bu rivayet, senedindeki meçhul (müphem) bir râvi sebebiyle munkatı'dır. Bundan dolayı Dârimi, onun yerine, muttasıl olan yukarıdaki rivayeti vererek, başlıkla ona işaret etmiştir, denilebilir. Hayızla alâkalı bir başlığın, nifâs bölümleri arasında zikredilmesi ise, her iki halin, hemen hemen aynı hükümlere tâbi olmasındandır. Allahu a'lem.[568]
961. “Bize Sa'îd b. Âmir, Hişâm'dan, (O) Hâlid'den, (O) Muâviye b. Kurre'den, (O da) Âiz b. Amr'ın bir karısından (naklen) haber verdi:”
“(Ki, Aiz'in bu karısı) lohusa olmuş, sonra yirmi gece geçince gelip O'nun (yani Âziz'in) yorganının içine girmiş. Bunun üzerine O;
"Kim bu?" demiş. O da;
"Ben, falancayım. Ben, muhakkak ki temizlendim, (lohusalık kanım kesildi)" demiş. O zaman (Aiz) onu ayağıyla tepmiş ve şöyle demiş:
"Kırk gece geçinceye kadar beni, dinimde gaflete düşürme!"[569]
962. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Ebû Bişr'den, (O) Yûsuf b. Mâhek'ten, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
"Lohusa kadın kırk gün kadar bekler."[570]
963. “Bize Amr b. Avn, kendi senediyle, Abdullah b. Abbâs'dan (naklen) onun (yani bir önceki haberin) benzerini haber verdi.”[571]
964. “Bize Musa b. Hâlid haber verip (dedi ki), bize Mu'temir, babasından (naklen) rivayet etti ki, el-Hasan, o kam gören lohusa hakkında şöyle dedi:”
"O, kırk gece bekler, sonra namazını kılar." Eş-Şa'bî ise;
"iki ay (bekler). Sonra (yani daha uzun süre akarsa) o, müstehâza mesabesindedir" demiştir.[572]
965. “Bize Mervân b. Muhammed haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Şu'ayb rivayet edip (dedi ki), bize İbrahim b. Süleyman el-Aftus rivayet edip dedi ki, ben el-Alâ' İbnu'l-Hâris'i, Mekhûl'den, O'nun şöyle dediğini (naklederken) işittim:”
"Kadın -yani lohusa kadın-, oğlan çocuktan dolayı otuz gün, kız çocuktan dolayı ise kırk gün bekler." Mervân; "Bu, Sa'îd b. Abdilazîz'in görüşüdür" demiş; el-Evzâ'î ise;
"O ikisi (yani oğlan ve kız), birdir, (lohusalık müddetleri eşittir)" demiştir.[573]
966. “Bize Muhammed b. Abdülah er-Rekâşî haber verip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bana Yûnus, el-Hasandan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
"(Lohusa kadının) o kanı doğum sancısı esnasında bir veya iki gün gördüğü zaman, artık bu (kan) lohusalıktandır."[574]
967. “Bize Abdullah b. Muhammed haber verip (dedi ki), bize Abdullah İbnu'l-Mübârek, İbn Cüreyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen):”
“O'nun, doğum sancısı çekiyorken o kanı gören hamile hakkında;”
"O, müstehâzanın yaptığını yapar" dediğini rivayet etti.[575]
968. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen), “O'nun, cünüb olan, sonra da hayız olan kadın hakkında;”
"O, gusül yapar" dediğini rivayet etti.”[576]
969. “Bize Muhammed b- Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Hişâm'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen), onun (yani bir önceki haberin) aynısını rivayet etti.”[577]
970. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, el-Alâ' İbnu'l-Müseyyeb'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti ki, O (yani Atâ');”
"Hayız, (cünüblükten) daha büyük (bir abdestsizlik halidir) demiştir.”[578]
971. “Bize Sa'îd b. Âmir, Şu'be'den, (O) Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki:”
O'na; karısıyla cinsî münâsebet yaptıktan sonra (karısı) hayız olan bir adamın (bu karısı) hakkında (sorulmuş da O);
"Onun gusül yapması bana daha iyi görünüyor" demiş.[579]
972. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Haccâc'dan, (O da) Atâ’ ve en-Neha'î'den (naklen) onların;
“(Cünüb iken hayız olan kadın) cünüblükten dolayı gusül yapsın" dediklerini rivayet etti.[580]
973. “Bize Haccâc, Hammâd'dan, (O) Âmir el-Ahvel'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) bunun, (yani bir öneki haberin) aynısını rivayet etti.”[581]
974. “Bize el-Mu'alla b. Esed haber verip (dedi ki), bize Abdulvâhid b. Ziyâd rivayet edip (dedi ki), bize el-Alâ' İbnul-Müseyyeb rivayet edip dedi ki;”
(Cünüb iken hayız olan kadının durumu) Hammâd'a sorulmuş, O da, İbrahim dedi ki;
"O, gusül yapar" demişti.[582]
975. “Bize İbrahim b. Musa, Fudayl'dan, (O) Muhammed b. Sâlim'den, (O da) eş-Şa'bî'den (naklen) rivayet etti (ki, eş-Şa'bî) şöyle dedi:”
"O (cünüb iken hayız olan kadın) gusül yapar."[583]
Bu bölümde haberleri zikredilen alimler, cünüb iken hayız olan bir kadının, cünüblükten dolayı gusül yapması görüşünü belirtmişlerdir. Hanefî Mezhebine göre ise, böyle bir kadın, cünüblükten dolayı hemen gusül yapabileceği gibi, gusül yapmayı, hayızının bitimine de bırakabilir. Bu, onun isteğine bırakılmıştır.[584]
976. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi kî), bize Yahya b. Eyyûb rivayet edip dedi ki, ben el-Hakem b. Uteybe'yi şöyle derken işittim:”
“Hayızlı kadının namaz vaktinde abdest alıp Allah'ı tesbih ve tekbir etmesi, (Allah'ın yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu söylemesi ve O'nu ululaması; "Sübhanallah" ve "Allahu Ekber" demesi), onların (yani bazı Tâbiûn alimlerinin) hoşuna giderdi.”[585]
977. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Süleyman et-Teymi'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:” Ebû Kılâbe'ye:
"Hayızlı kadın, her namaz vaktinde abdest alıp Allah'ı zikreder mi?" diye sormuştum da O şöyle cevap vermişti: "Bunun için hiçbir asıl, (temel, dayanak) bulamadım."[586]
978. “Bize Abdullah b. Yezîd haber verip (dedi ki), bize Sa'îd b. Ebî Eyyûb rivayet edip dedi ki, bana Hâlid b. Yezîd es-Sadefî, babasından, (O da) Ukbe b. Âmir el-Cüheni'den (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani Ukbe), hayızlı kadına namaz vakitlerinde abdest almasını ve (evindeki) namazgahının önüne oturup Allah'ı zikir ve tesbih etmesini emrederdi.”[587]
979. “Bize Ya'la rivayet edip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan (naklen):”
O'nun, hayızlı kadın hakkındaki, "o, (Kur'an) okuyabilir mi?" (sorusuna) şöyle cevap verdiğini rivayet etti: "Hayır. O, sadece âyetin bir parçasını (okuyabilir). Fakat her namazda abdest alır, sonra kıbleye döner ve Allah'ı tesbih ve tekbir edebilir; (Sübhânallah ve Allahu Ekber, diyebilir), O'na yalvarıp yakarabilir."[588]
980. “Bize Muhammed b. Yezîd haber verip (dedi ki), bize Hamza rivayet edip (dedi ki), bize eş-Şeybânî -ki O, Remle ahalisinden Yahya b. Ebî Amr'dır- rivayet edip (dedi ki), bize Mekhûl rivayet edip dedi ki:”
“Hayızlı kadına, namaz vakitlerinde abdest alması ve kıbleye dönüp Allah'ı zikretmesi emredilir.”[589]
981. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın ve cünüb kimse secde (âyetini) işittikleri zaman, cünüb kimse gusül yapar ve secde eder. Hayızlı kadın ise (bu secdeyi, temizlenince) kaza etmez. Çünkü o, (hayızlı iken) namaz kılmaz.”[590]
982. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen): “Onun, secde (âyetini) işiten hayızlı kadın hakkında;
"O, (temizlenince, bu secdeyi) kaza etmez" dediğini rivayet etti.”[591]
983. “Bize Sa'îd b. Âmir ve Ca'fer b. Avn, Sa'îd'den, (O) Ebû Ma'şer'den, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“(Hayızlı iken secde âyetini işiten kadına) hiçbir şey gerekmez.”[592]
984. “Bize Ya'la haber verip (dedi ki), bize Ubeyde b. Muattib, İbrahim'den, (O) el-Esved'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz Âişe) şöyle dedi:”
“Biz, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- yanında hayız olurduk da O, bizden hiçbir kadına namazı iade (kaza) etmesini emretmezdi.”[593]
985. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Eyyûb'dan, (O) Ebû Kılâbe’den, (O da) Muâze'den (naklen) rivayet etti ki, bir kadın Hz. Aişe'ye;
"Bizden biri, hayız günlerinin namazını kaza eder mi?" diye sormuştu da O şöyle demişti:
"Harûriyye misin sen? Muhakkak ki, bizden biri Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında hayız olurdu da, (ona, namazı) kaza etmesi emredilmezdi."[594]
Kadının hayız halinde namaz kılması, oruç tutması haramdır. Yüce Allah'ın mânevi huzuruna çıkmak için maddî ve manevî temizlik şarttır. Hayız halinde kan kaybeden ve huzursuzluk içinde olan kadının oruç tutmasının zor olacağı da, oruç yasağının bir hikmeti olmalıdır. Kadın bu halinde kılamadığı namazlarını, sonradan temizlenince de kaza etmez. Çünkü namazın kazası, onun günde beş defa tekerrür etmesi, kadınların da ekseriya her ay hayız olmaları sebebiyle, kadını zorluğa, meşakkate sevkeder. Belki bu, onu, zamanla ibâdetten de soğutur. Halbuki Allah, dinde hiçbir güçlük yüklememiştir. O, kolaylığı ister, zorluğu istemez. Hayız halinde tutulamayan oruçlar ise, sonradan kaza edilirler. Çünkü oruç, senede bir ay tutulmaktadır. Bundan dolayı, onun kaza edilmesi zor olmaz. Namaz kilamayan, oruç tutamayan, Kur'an okuyamayan hayızlı kadın, bu halinde Allah'ı zikir ve tesbih edebilir, O'na tazarru ve niyazda bulunabilir. Bunda hiçbir mahzur yoktur. Bilâkis hayızlı kadının, her namaz vaktinde abdest alıp, namazın kılınacağı kadar bir zaman zikir ve tesbihte bulunması müstehabdır. O, böylece hem ibadetten uzaklaşmamış olur, hem de, hayız halinin menfi havasından kurtulup huzur bulur.
Kadının, hayızlı iken kılamadığı namazları kaza etmeyeceği, Sünnet'le sabittir. Bütün müslümanlar da bu Sünnet hükmünde ittifak etmişlerdir. Sadece bir grup Harici, bu namazların kaza edilmelerinin vâcib olduğunu söylemiştir. Haricîler, Kur'an'a ilâve hüküm getiren hadisleri kabul etmeme görüşündedirler. Onlar, Sünnet'le sabit olan hayızhnm namazı kaza etmeyeceği hükmünü, herhalde bu görüşlerinden hareketle benimsememişlerdir. Hz. Aişe; "Harûriyye misin sen?" demekle Haricîlerin bu görüşüne işaret etmek istemiştir. Haricîlere "Harûrîler" de denmiştir. Bu isim onlara, ilk olarak, Küfe'ye iki mil mesafedeki Harûra köyünde toplanıp gruplaştıkları için verilmişti.
Yukarıdaki hadiste Hz. Âişe'ye soru soran kadın, hadisin Müslim'deki bir rivayetinden anlaşıldığına göre, hadisi rivayet eden Muâze'dir.[595]
986. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Hanıma d, Yezîd er-Rişk'ten, (O da) Muâze'den (naklen) rivayet etti.”[596] Ebu'n-Nu'mân dedi ki:
“Sanki Hammâd, Eyyûb'un (bir önceki) rivayetini ayırmış, (yani onu ayrı bir hadis kabul etmiş) de sonra bu (rivayeti) getirmiş.”[597]
987. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) Ata’ İbnu's- Sâib'den, (O da) Amir'den (naklen) haber verdi (ki, Amir) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın (secde âyetini) işittiğinde secde etmez (etmesin).”[598]
988. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) Hâlid el-Hazzâ'dan, (O da) Ebû Kılâbe'den (naklen) haber verdi (ki, Ebû Kılâbe) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın, secde (âyetini) işittiği zaman secde etmez, (etmesin).”[599]
989. “Bize Amr b. Avn, Hâlid'den, (O) el-Hasan b. Ubeydillah'tan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi ki, O (yani İbrahim), hayızlı kadının, secde (âyetini) işittiği zaman secde etmesini kerîh görürdü.”[600]
Kur'an'ın bazı âyetlerin[601] okumak veya işitmekten dolayı secde yapılır ki, buna "tilâvet secdesi" adı verilir. Bu secdenin şartları, sebepleri ve nasıl yapılacağı konularında mezheblerin farklı görüşleri vardır. Tilâvet secdesi, Hanefi Mezhebine göre vacip, diğer üç mezhebe göre ise Sünnet'tir. Bu secdenin şartlarından biri "tahâref'tir.
Bu sebeple hayızlı kadın tilâvet secdesi yapamaz. O, hayızlı iken yapamadığı tilâvet secdesini, sonra da kaza etmez.[602]
990. “Bize Ya'lâ, Muhammed b. Avn'dan, (O da) Ebû Gâlib Aclân'dan (naklen) haber verdi (ki, Ebû Gâlib) şöyle dedi:”
“İbn Abbâs'a, lohusa ve hayızlı kadını, temizlendikleri zaman namazları kaza ederler mi, diye sordum.” O da şu cevabı verdi:
“İşte şunlar Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımları. Şayet bunu yapsalardı, biz de kadınlarımıza bunu emrederdik”[603].
991. “Bize Amr b. Avn haber verip (dedi ki), bize Hâlid, Leys'ten, (O) Abdurrahman İbnu'l-Kâsım'dan, (O da) babasından (naklen) haber verdi (ki, Abdurrahman'in babası) şöyle dedi:”
“Bir kadın Hz. Aişe'ye gelmiş ve:
"Hayızda kılamadığım namazlarımı), temizlik (halinde) kaza edecek miyim?" demişti de Hz. Aişe şöyle karşılık vermişti:
"Harûriyye misin sen? Biz Rasûlulîah'la -sallallahu aleyhi ve sellem- beraberdik. Bizden biri hayız olur, temizlenirdi de, O, bize (namazları) kaza etmeyi emretmezdi.”[604]
992. “Bize İshak b. İsa haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Kesîr b.İsma'il'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:” Fâtıma'ya -yani bint Ali'ye-;
"Hayız günlerindeki (kılamadığın) namazları kaza eder misin?" demiştim. O da,
"Hayır" demişti.[605]
993. “Bize Sa'îd İbnu'r-Rebî’ haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Yezîd er-Rişk'ten, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Muâze'yi, Hz. Âişe'den (şöyle rivayet ederken) işittim:”
“Bir kadın ona (yani Hz. Âişe'ye);
"Hayızlı kadın, (hayız halinde kılamadığı) namazları kaza eder mi?" diye sormuş, O da şöyle cevap vermişti: "Harûriyye misin sen? Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- kadınları hayız olmuşlardı da O, onlara (namazları) kaza etmelerini emretmiş miydi?"[606] Abdullah (ed-Dârimi) dedi ki:
Bunun mânâsı, "onlar (namazları) kaza etmezler" demektir.[607]
994. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, ibrahim) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın ve cünüb kimse, Allah'ı zikredebilir ve besmele çekebilir.”[608]
995. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân rivayet edip dedi ki, bana İbrahim ve Sa'îd b. Cübeyr'den, onların şöyle dedikleri (haberi) ulaştı:”
“Cünüb kimse ve hayızlı kadın tam bir âyet okuyamaz. Onlar (âyetin) bir tarafını okuyabilirler.”[609]
996. “Bize Muhammed b. Yezîd el-Bezzâr haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Firâs'tan, (O da) Âmir'den (naklen), “O'nun, "cünüb kimse ve hayızlı kadın, Kur'an'ı okuyamazlar" (dediğini) rivayet etti.”[610]
997. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip (dedi ki), bize el-Hakem, İbrahim'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Hz. Ömer, cünüb kimsenin (Kur'an) okumasını kerih görürmüş -veya menedermiş-. Şu'be dedi ki, kitabımda "ve hayızlı kadının (Kur'an okumasını kerih görürmüş)" (ilâvesini) buldum. (Yani bu ilâve ezberimde yoktur).”[611]
998. “Bize Yezîd b. Harun, Hişâm ed-Destüvâ'î'den, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Dört kimse var ki, onlar Kur'an'ı okuyamazlar: Helada (olan kimse), hamamda (olan kimse), cünüb kimse ve hayızlı kadın. Cünüb kimse ve hayızlı kadının sadece bir âyet ve onun gibisini (okuması caizdir).”[612]
999. “Bize Abdullah b. Sa'îd haber verip (dedi ki), bize Ebu Hâlid el-Ahmer, Haccâc'dan, (O da) Atâ'dan, Hammâd ise İbrahim ve Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet ettiler (ki Atâ’, İbrahim ve Sa'îd) şöyle dediler:” “Hayızlı kadın ve cünüb kimse bir âyeti, sonunu tamamlamayarak (okumaya) başlayabilirler.”[613]
1000. “Bize Haccâc, Hammâd b. Selem'den, (O) Âsim el-Ahvel'den, (O da) Ebu'l-Âliye'den (naklen) haber verdi (ki, Ebu'l-Âliye), hayızlı kadın hakkında;”
"O, Kur'an'ı okuyamaz" dedi.[614]
1001. “Bize Ubeydullah b. Musa ve Ebu Nu'aym haber verdi. (Onlar dediler ki), bize es-Sâib b. Ömer, İbn Ebî Muleyke'den (naklen) haber verdi ki, Hz. Âişe hayızlı iken Esmâ'ya rukye yapardı.”[615]
"Rukye"; okuyarak, okuyup üfleyerek tedavi etmek demektir. İçinde sihir ve şirk unsurları, kötülük ve Şeytanlıklar bulunmayan, aksine bunlardan korunmak ve kurtulmak, bir hastalıktan şifa bulmak için, samimiyetle ve inançla Allah'tan yardım ve şifa dileme kabilinden olan bir rukye yapmak ve yaptırmak caizdir, buna müsaade edilmiştir. Bununla beraber, böyle bir rukyeyi insanın bizzat kendisinin yapması, araya başkasını sokmadan, Allah'tan kendisinin yardım ve şifa talebinde bulunması daha iyidir. Rukye, bir manevî (ruhî) tedâvî usûlüdür. Ruhî hastalıklarla ruhî ve maddî kökenli hastalıkların tedavisinde böyle bir usûl kullanmak meşrû'dur. Fakat bütün tedavilerde olduğu gibi, bu tedâvî usûlünde de, şifâ, usûl ve vasıtadan değil, sadece Allah'tan beklenmelidir. Rukye ile tedavide, bir âyet veya me'sûr bir dua, te'siri Allah'tan beklenerek, ihlâsla ve inançla okunur. Gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerekse hadis-i şeriflerde birçok dua öğretilmektedir. Bir de, sihir mânâsı ve şirk ihtimali bulunan, ne oldukları belirsiz, Şeytani rukyeler vardır ki, dinimizde bunlar kesinlikle yasaklanmıştır.[616]
Yukarıdaki haberde Hz. Âişe'nin rukyede ne okuduğu açıklanmamıştır. O, ya dua niyetiyle bir âyet veya Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- öğrenmiş olduğu bir dua okumuş olmalıdır. Bu da, hayızlı bir kadının bunları okumasının caiz olduğunu gösterir.[617]
1002. “Bize Müslim haber verip (dedi ki), bize Hişâm rivayet edip (dedi ki), bize Katâde rivayet edip dedi ki; “Cünüb kimse, Allah'ın adını zikredebilir.”[618]
1003. “Bize Sehl b. Hammâd haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Seyyâr'dan, (O da) Ebû Vâ'il’den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Vâ'il) şöyle dedi:”
“Denilirdi ki, ne cünüb kimse, ne de hayızlı kadın (Kur'an) okuyamaz. (Kur'an), hamamda da okunmaz. İki durum var ki, kul, o (durumlarda) Allah'ın (adını) anmaz: Helada ve cinsî münâsebette. Şu kadar var ki, adam hanımıyla cinsî münâsebet yapmaya geldiği zaman, başladığında, Allah'ın adını zikreder, (besmele çeker).”[619]
1004. “Bize Yala haber verip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan (naklen), O'nun, hayızlı kadın (Kur'an) okuyabilir mi, meselesinde;
"Hayır. O, sadece âyetin bir parçasını (okuyabilir)" dediğini rivayet etti.”[620]
1005. “Bize Abdullah b. Sa'îd haber verip (dedi ki), bize Ebû Usâme, el-Cureyrî'den, (O) Ebû Attâf tan, (O da) Ebû Hureyre'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Hureyre) şöyle dedi:”
“Dört (cümle var ki, onları söylemek) ne cünüb kimseye, ne de hayızlı kadına haram olmaz: Sübhanallah, Elhamdü lillah, Lâ ilahe illallah ve Allahu Ekber.”[621]
Yüce Allah'ın mübarek kelâmı olan Kur'an-ı Kerim'e saygı göstermek gerekir. Bunun bir belirtisi olarak abdestsiz iken Kur'an'a dokunmak caiz değildir. Bununla beraber, abdestsizlik hali sık tekerrür ettiği için, kolaylık olsun ve Kur'an'dan uzaklaşılmasın diye, abdestsiz olanın, Kur'an'ı, ona dokunmadan, yüzünden veya ezbere okuması caiz görülmüştür. Hayız ve cünüblük ise, hem daha büyük abdestsizlik halleri oldukları, hem de daha az tekerrür ettikleri için, bu hallerde Kur'an okumak haramdır. Cünüb kimse ile hayızlı kadın, sadece bazı durumlarda Kur'an okuyabilirler. Şöyle ki; Hanefi Mezhebine göre söz konusu kimseler sadece, mühim bir işe başlarken, Kur'an'dan bir âyet olan besmeleyi çekebilir, Kur'an'm diğer âyetlerini ise yalnız dua ve övgü maksadıyla okuyabilirler. Şafiî Mezhebine göre de bu hallerde, tilâvet maksadıyla değil, sadece zikir maksadıyla Kur'an okunabilir. Mâlikî Mezhebine göre ise mezkûr hallerde, sadece düşman vb. bir şeyden korunmak maksadıyla veya Şer'î bir hükme delil getirmek için Kur'an okunabilir. Hanbelilere göre ise mezkur hallerde kısa bir âyetten daha az miktarda Kur'an okumak caiz, bundan fazlasını okumak haramdır. Fakat cünüb ve hayızlı, Kur'an âyetlerinin aynı veya benzeri olan zikir ve dua cümleleri okuyabilir.[622]
1006. “Bize Ahmed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize Abdurrahîm b. Süleyman rivayet edip (dedi ki), bize el-Hasan b. Ubeydillah, Müslim b. Subeyh'ten, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti ki:
“O'na (yani İbn Abbâs'a), secde (âyetini) işiten hayızlı kadının (durumu) sorulmuş, O da;
"O, secde yapaz. Çünkü o (yani secde), bir namazdır" cevabını vermişti.[623]
1007. “Bize Ahmed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize Hafs b. Gıyâs, el-Hasan b. Ubeydillah'tan, (O da) İbrahim ve Ebu'd-Duha'dan (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim ve Ebu'd-Duha) şöyle dediler:”
“(Hayızlı kadın, secde âyetini işittiği zaman) secde yapmaz.”[624]
1008. “Bize Ahmed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize İbn Numeyr, Haccâc'dan, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim ve Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet etti (ki, ibrahim ve Sa'îd) şöyle dediler:”
“Ona (yani secde âyetini işiten hayızlı kadına) bu (yani tilâvet secdesi) gerekmez. Namaz bu (secdeden) daha büyüktür. (Şu halde hayızlı kadın namaz kılmaz).”[625]
1009. “Bize Ahmed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize İbnu'l-Mübârek, İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Ata') şöyle dedi:”
“(Hayızlı kadın) bundan (yani tilâvet secdesinden) daha hayırlı olandan, yani farz namazdan men edilmiştir!”[626]
1010. “Bize Ahmed b. Humeyd haber verip (dedi ki), bize Ğunder, Eş'as'tan (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
“(Hayızlı kadın, secde âyetini işittiği zaman) secde yapmaz.”[627]
1011. “Bize Ahmed haber verip (dedi ki), bize İbnu'l-Mübârek, Yûnus'tan, (O da) ez-Zühri'den (naklen):”
“Onun temizlendiğini (yani hayız kanının kesildiğini) görüp de sonra secde âyetini işiten kadın hakkında;
"O, gusül yapmadıkça secde yapmaz, (yapmasın)" dediğini rivayet etti.”[628]
1012. “Bize Ebû Zeyd Sa'îd İbnu'r-Rebî' haber verip (dedi ki), bize Şu'be, el-Hakem'den rivayet etti ki, O şöyle demiş:”
“Ben Zerr'i, Vâ'il b. Muhâne'den, (O) Abdullah'tan, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen, şöyle derken) işittim:” (Hz. Peygamber) kadınlara:
"Tasaddukta bulununuz. Çünkü siz, Cehennem ehlinin en çoğunu (teşkil ediyorsunuz)" buyurmuş. Bunun üzerine, ileri gelen kadınlardan olmayan bir kadın;
"Niçin veya
"Neden", yahut
"Peki neden?" demiş. (O zaman Hz. Peygamber) şöyle buyurmuş:
"Çünkü sizler çok lanet edersiniz, kocaya da nankörlük edersiniz. "[629]
(El-Hakem) dedi ki, Abdullah da şöyle demiş:
"Dini ve aklı noksan olanlardan kadınlar kadar, işlerinde söz sahibi erkeklere galebe-edici hiçkimse yoktur." Bunun üzerine bir adam Abdullah'a;
"Onların akıl noksanlığı nedir?", demiş. O da şöyle cevap vermiş:
"İki kadının şahidliği bir erkeğin şahitliğine mukabil kılındı." (El-Hakem) demiş ki, (Abdullah'a),
"Onların din noksanlığı nedir?" diye de sorulmuş, O da şöyle cevap vermiş:
"Onlar (hayız ve nifâs hallerinde) Allah için hiçbir namaz kılmaksızm şu kadar gün ve gece beklerler."[630]
Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem-, Cehennem ehlinin çoğunun kadınlar olduğunu İsrâ gecesinde müşahede ettiği, bu sebeple bu haberin, Cehennemin o zamanki durumuyla alâkalı olduğu söylenmiştir. Fakat dünya şartları dışındaki bir vakıa için, dünyevî zaman sınırlaması yapmak makûl değildir. Bundan dolayı bu haber, bütün zamanlar için geçerli olmalıdır. Her halükârda hadiste Cehennem ehli olan kadınların orada ebedî kalacaklarına dair bir açıklama yoktur. Binaenaleyh onların orada, yapmış oldukları bazı günâhlardan Cehennem ateşiyle temizlenmek için geçici olarak bulundukları söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber'in, sebep olarak ifade buyurduğu hususlar, ebedi azabı gerektiren günâhlar değildir. Bu hadiste geçen Cehennemden, sadece "nankörler"in gireceği bir Cehennem de kastedilmiş olabilir. Kadınları bu hale, büyük oranda, onların mizaçları, ruh halleri sürüklemektedir. Onların esas mizacı heyecanlılık ve duygusallıktır. Onlar, genel olarak duygularıyla hareket ederler ve kolay etkilenirler. Tabiî olan bu hususiyet onları bazan kötü akıbetlere duçar edebilmektedir ki, hadiste buna dikkat çekilmektedir. Bu hususiyet iyilik ve güzellik kaynağı da olabilmektedir. Kadınlar bu hususiyetleriyledir ki, kocalarına eş, çocuklarına anne olabilmekte ve toplumda kendilerine has yerlerini alabilmektedirler. Denilebilir ki, bir cemiyetin iyi veya kötülüğü en çok kadınlarda tezahür eder. Bu şöyle de ifade edilebilir: Toplumun iyi veya kötü olmasında kadının, inkâr edilemez büyük rolü vardır. Kolay müteessir olan kadın, kötülüklerden de kolayca etkilenerek cahili toplumu inşa ettiği gibi, iyilikten de aynı şekilde etkilenmek suretiyle İslâmi toplumu da inşa eder. Tarih, bizim için bilhassa İslâm tarihi bunun canlı örnekleriyle doludur. İslâm tarihinde ilk şehid bir kadındır: Ammâr b. Yâsir'in annesi Sümeyye. Son asırlarda da, kadın ifsad edilmeden toplumun ifsad edilemeyeceği anlaşılmış ve yabancılaştırma sürecinde kadına özel bir ağırlık verilmiştir.
Şahidlikte bir erkek yerine iki kadının şahidliğinin kabul edilmesi de kadının mizacı ve İslâm toplumundaki fonksiyonuyla alâkalıdır. Din noksanlığı ise, hayız ve lohusalık hallerinde bazı ibadetleri yapamaması manasınadır ki, bu da tabiî bir durumdur, bir kınama söz-konusu değildir. Zaten hadisten, akıl ve din noksanlığının sadece kadınlara mahsus olmadığı da anlaşılmaktadır.[631]
1013. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, Abdurrahman İbnu'l-Kâsım'dan, (O) babasından, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Kadın hayızdan temizlendiği, (hayız kanı kesildiği) zaman, cildine yakın olan elbisesini iyice araştırsın ve ona İsabet eden (hayız kanı) pisliğini yıkasın. Bundan sonra o, o (elbise ile) namaz kılabilir.”[632]
1014. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize İbn Uyeyne, İbn Ebî Necih'ten, (O) Atâ'dan, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Birimizin, içinde hayız olduğu, içinde cünüb olduğu gömleği olurdu. Sonra o (gömlekte) hayız kanı damlası görürdü de onu tükürüğü ile ovup (temizlerdi).”[633]
Bu hadis, necasetin, sudan başka bir şeyle de giderilebileceğine delâlet etmektedir. Ebû Hanife ve O'nun görüşünü benimseyen alimler, bu hadise dayanarak hakiki necasetin, tükürük ve sirke gibi her türlü temiz ve pisliği giderici sıvı ile temizlenebileceğini söylemişlerdir. Diğer alimler ise, necasetin ancak su ile giderilebileceğini, bu hadiste ise, dinde bağışlanmış olan az miktardaki bir kanın söz-konusu olduğunu beyân etmişlerdir.[634]
1015. “Bize Sehl b. Hammâd haber verip (dedi ki), bize Ebû Bekr el-Hüzelî, el-Hasan'dan, (O) annesinden, (O da) Hz. Ümmü Seleme'den (naklen) rivayet etti ki, (O şöyle dedi):”
“Birinizden o (hayız) kanı damlaları geçip gider. O halde birinize bu (kan) bulaştığı zaman onu tükürüğü ile ovup (temizlesin).”[635]
1016. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Sabit b. Yezîd rivayet edip (dedi ki), bize Âsim, Muâze el-Adeviyye'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Kadın o kanı yıkayıp da (kan lekesi) gitmediği zaman, onu Yemen za'ferânı veya za'ferân sarısı ile başkalaştırsın.”[636]
1017. “Bize Sa'îd İbnu'r-Rebî' haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Yezîd er-Rişk'ten rivayet etti ki, O şöyle demiş: Ben Muâze el-Adeviyye'yi, Hz. Âişe'den (şöyle naklederken) işittim:”
“Bir kadın O'na (yani Hz. Âişe'ye) şöyle demiş:
"O kan elbisede oluyor. Ben de onu yıkıyorum, ama gitmiyor. Onu keseyim mi?" (Hz. Aişe) şöyle cevap vermiş: "Su, temiz ve temizleyicidir!"[637]
1018. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlisî haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Sa'îd el-Kattân rivayet edip (dedi ki), bana Câbir b. Subh rivayet edip dedi ki, ben Hılâs b. Amr'ın şöyle dediğini işittim: Ben Hz. Aişe'yi şöyle derken işittim:”
“Rasûlullah Ebu'l-Kâsım -sallallahu aleyhi ve sellem-, ben hayızlı, adetli olduğum halde benimle beraber tek bir örtü içinde olurdu, (yatardı). Şayet O'na benden birşey bulaşır idiyse, (hayız kanı bulaşmayan) başka (yerlere) geçmeksizin (sadece) bulaşan yeri yıkar ve bu (elbisesi) ile namaz kılardı. Sonra (tekrar yatağa) döner ve kendisine benden bir şey bulaşır idiyse, bunun aynısını yani (kan bulaşmayan) başka (yerlere) geçmeksizin (sadece kan bulaşan) yeri yıkar ve bu (elbisesi) ile namaz kılardı.”[638]
1019. “Bize Yezîd b. Hârûn, Hişâm ed-DestüvâTden, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi (ki, İbrahim), kadının hayızlı iken giydiği elbiseler hakkında (şöyle dedi):”
“Eğer o (elbiseye) bir kan bulaşırsa onu yıkar. Aksi halde ona bir yıkama gerekmez. Şayet o (elbise) içinde terlerse, bu durumda ona, o (elbiseye su) serpmesi yeter.”[639]
1020. “Bize Ubeydullah b. Musa, Osman'dan, (O da) Mücâhid'den (naklen) haber verdi (ki, Mücâhid) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın, içinde hayız olmuş olduğu elbiseleriyle namaz kılabilir. Ancak onlardan bir şeye bir kan bulaşırsa, kanın (bulaştığı) yeri yıkar.”[640]
1021. “Bize Amr b. Avn haber verip (dedi ki), bize Sufyân b. Uyeyne, Hişâm b. Urve'den, (O) Fâtıma bintu'l-Munzir'den, (O da) Esma' bint Ebî Bekr'den (naklen) rivayet etti (ki, Esma') şöyle dedi:”
“Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- elbiseye bulaşan hayız kanını sormuştum, şöyle buyurmuştu:”
"O (kan bulaşığını) ovarak yok et, sonra üzerine su serpip (yıka)."[641]
1022. “Bize Muâz b. Hâni1, İbrahim b. Tahmân'dan, (O) Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın, elbisesini, onda kan (bulaşığı) olmadığı zaman yıkamaz.”[642]
1023. “Bize Muhammed b. Abdillah er-Rekâşî haber verip (dedi ki), bize Yezîd -ki O, ibn Zurey'tir- rivayet etti. (O dedi ki), bize Muhammed -ki O, İbn İshâk'tır- rivayet edip (dedi ki), bana Fâtıma bintul-Munzir, Esma' bint Ebî Bekr'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Bir kadını, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem-", hayzından temizlendiğinde elbisesini nasıl yapıp (temizleyeceğini) sorarken işitmiştim. (Hz. Peygamber, ona) şöyle buyurmuştu:
"Onda bir kan görürsen onu kazı, sonra onu su ile ovup (yıka), sonra o (elbisenin) diğer taraflarına (su) serp ve onunla namazını kıl. "[643]
1024. “Bize Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm haber verip (dedi ki), bize Abdurrahman b. Mehdi, Sufyân'dan, (O) Sabit el-Hazzâ'dan, (O) Ümmü Kays bint Mihsan'ın âzâdlısı Adiyy b. Dinar'dan, (O da) Ümmü Kays'tan (naklen) rivayet etti (ki, Ümmü Kays) şöyle dedi:”
“Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem-elbisede olan hayız kanını sormuştum,” şöyle buyurmuştu:
"Onu su ve sidr ağacı (yaprağı) ile yıka, bir odun (parçası) ile kazı.”[644]
1025. “Bize Sa'îd İbnu'r-Rebî1, Ali İbnu'l-Mübârek'den, O'nun şöyle dediğini haber verdi: Ben Kerîme'nin şöyle dediğini işittim: Ben Hz. Aişe'nin, bir kadın kendisine soru sorup da;
"Elbisesine hayız kanından bulaşan kadın (ne yapar?)" dediğinde şöyle cevap verdiğini işitmiştim:
"Onu su ile yıkasın!" (Soran kadın);
"Biz de onu yıkıyoruz ama izi kalıyor!" demişti. (Hz. Âişe de) şöyle cevap vermişti: Şüphe yok ki su, temiz ve temizleyicidir.[645]
1026. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize İbn Cureyc, Atâ'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Hz. Âişe, hayız kanından bir şeyi elbisesinde görürdü de onu taşla veya bir odun parçası ile yahut boynuzla (kemik parçası ile) kazır, sonra onu ıslatıp (yıkardı).”[646]
1027. “Bize Ebû Nuaym, Abdulvehhâb es-Sekafî'den, (O da) Abdullah b. Osman b. Hüseyin'den (naklen) haber verdi (ki, Abdullah) şöyle dedi:”
“Sa'îd b. Cübeyr'e, elbise içinde terleyip sonra da (terini) o (elbise) ile silen cünüb kimseyi sormuştum,” O da, "Bunda bir mahzur yok" demişti.[647]
1028. “Bize Haccâc b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Abdullah b. Osman b. Hüseyin'den, (O da) Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet etti ki, O (yani Sa'îd), cünüb kimsenin elbise içinde terlemesinde bir mahzur görmezdi.”[648]
1029. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Atâ' İbnu's-Sâ'ib'den, (O da) eş-Şa'bî'den (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani eş-Şa'bî), onda (yani cünübün elbisesine terlemesinde) bir mahzur görmezdi.”[649]
1030. “Bize Haccâc haber verip (dedi ki), bize Hammâd, Humeyd'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan) şöyle dedi:”
"Hz. Peygamberin -sallallahu aleyhi ve sellem-bütün Ashabı iki elbise bulamıyorlardı." Sonra o (sözünün devamında) şöyle dedi:
"Gusül yaptığın zaman onu (yani elbiseyi) giymez misin? İşte bu (gusül yapma), şu (tere) mukabildir."[650]
1031. “Bize Amr b. Avn haber verip (dedi ki), bize Sufyân b. Uyeyne, Yahya b. Sa'îd'den, (O da) el-Kâsım b. Muhammed'den (naklen) rivayet etti ki:”
“Hz. Âişe'ye, kadınla cinsî münâsebet yapan, sonra da elbise giyip içinde terleyen adamın (durumu) sorulmuştu da O bunda bir mahzur görmemişti.”[651]
1032. “Bize Amr b. Avn haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Süleynı, İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
“Cünüb kimsenin ve hayızlı kadının, içinde namaz kılınacak elbisede terlemelerinde bir mahzur yoktur.”[652]
1033. “Bize Amr b. Avn haber verip (dedi ki), bize Ebu'l- Ahvas, Ebû Hamza'dan, (O da) İbrahim'den (naklen), “Onun, elbisesi içinde terleyen cünüb hakkında;
"(Bu) ona zarar vermez. Ona (yani elbisesine) su da serpmez!" dediğini haber verdi.”[653]
1034. “Bize Yezîd b. Hârûn, Hişâm'dan, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi (ki, İbrahim) hayızlı kadın hakkında (şöyle dedi):”
“O, elbiseleri içinde terlediği zaman, bu durumda ona, (elbisesine) su serpmesi yeter.”[654]
1035. “Bize Abdullah b. Mesleme haber verip (dedi ki), bize Mâlik, Nâfi'den, (O da) İbn Ömer'den (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani İbn Ömer), cünüb iken elbise içinde terler, sonra onunla namaz kılardı.”[655]
1036. “Bize Yahya b. Yahya haber verip (dedi ki), bize Hüşeym, Hişâm'dan -ki O, ibn Hassân'dır-, (O) İkrime'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti ki:
“O (yani İbn Abbâs), hayızlı kadının ve cünüb kimsenin terinde bir mahzur görmezdi.”[656]
1037. “Bize Hâlid b. Mahled haber verip (dedi ki), bize Mâlik b. Enes, Zeyd b. Eslem'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti;”
“Bir adam, Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- sorup demiş ki;
"Hayızlı iken karımdan bana ne helâl olur?" (Bunun üzerine Hz. Peygamber) şöyle buyurmuş:
"(Belinin) üzerine peştemalini bağlasın. Ondan sonra sen, üst tarafında istediğini yap.”[657]
Kocanın hayızlı hanımıyla cinsî münâsebeti haramdır. Cinsî münâsebet dışındaki her türlü zevklenme ve istifade ("mübaşeret") [658] ise kadının bedeninin göbek ile dizkapağı arası dışındaki yerlerinde, diğer bir ifade ile göbeği ile dizkapağı arası bir bezle örtülmek suretiyle diğer yerlerinde helâldir. Kadının hayızlı halinde dizkapağı ile göbeği arasından zevklenme (faydalanma, "mübaşeret") ise Ebû Hanife ile- Malik'e ve Şafiî'lerin sahih görüşüne göre haramdır. Ahmed ve Hanefi alimlerden Muhammed'e göre ise, tenzihen mekruh olmakla beraber caizdir.[659]
1038. “Bize Hâlid haber verip (dedi ki), bize Mâlik, Nâfi'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Abdullah b. Ömer, Hz. Aişe'ye; “adam, hayızlı iken karısından faydalanabilir mi?" diye sorması için birini göndermişti de, O şöyle cevap vermişti:
"Alt tarafına peştemalini bağlasın. Bundan sonra o, ondan faydalanabilir."[660]
1039. “Bize Muhammed b. îsa rivayet edip (dedi ki), bize İbn Ebî Zâ'ide, el-Atâ’ İbnu'l-Müseyyeb'den, (O) Hammâd'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Kocası, hayızlı kadının (vücûdunun) yumuşak yerlerine ve uylukları arasına gelebilir, (onun bu yerlerinden faydalanabilir). Sonra (koca) muvaffak kılınır, (yani meni gelirse) (kadın) üzerine bulaşan şeyleri yıkar, (koca ise) gusül yapar.[661]
1040. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Ubeydullah b. Adiyy rivayet edip dedi ki, ben Abdulkerim'e, hayızlı kadını sormuştum, O da şöyle cevap vermişti:” İbrahim dedi ki:
Ümmü İmrân kesinlikle bilmiştir ki, ben onun sağrısına (buduna) dürterim. "O hayızlı iken (dürterim)" demek istiyor.”[662]
Ümmü İmrân, İbrahim'in hanımı veya cariyesi olmalıdır. Abdulkerim, İbrahim'in bu sözünü nakletmekle, bir kocanın hayızlı hanımından istifade edebileceğini anlatmak istemiştir.[663]
1041. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Mâlik b. Miğvel rivayet edip dedi ki:
“Bir adam Atâ'ya hayızlı kadından (faydalanmayı) sormuş, o da kan(ın çıkış yerinin) dışında(ki yerlerden faydalanmada) bir beis görmemişti.”[664]
1042. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Mansûr'dan, (O) İbrahim'den, (O) el-Esved'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Hayız olduğum zaman Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-bana emrederdi de peştemal bağlardım, O da benden faydalanırdı.”[665]
1043. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î rivayet edip (dedi ki), bana Meyimin b. Mihrân rivayet edip dedi ki, Hz. Aişe'ye;”
"Adama, hayızlı iken karısından ne helâl olur?" diye sorulmuştu, O da;
"Peştemalin (yani göbekle diz-kapağı arasının) üstündeki (yerlerden faydalanması helâldir)" cevabını vermişti.[666]
1044. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize Uyeyne b. Abdirrahman b. Cevşen, Mervân el-Asfar'dan, (O da) Mesrûk'tan (naklen) rivayet etti (ki, Mesrûk) şöyle dedi:” Hz. Aişe'ye;
"Adama, hayız olduğu zaman karısından ne helâl olur?" demiştim, O da;
"Cinsî münâsebetten başka her şey (helâl olur)" karşılığını vermişti. (Mesrûk) dedi ki,
"Peki, ona, ihramlı oldukları zaman ondan (yani karısından) ne haranı olur?" demiştim, O da;
"Sözünden başka her şey (haram olur)" cevabını vermişti.[667]
1045. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Hâlid b. Eyyûb'dan, (O) bir adamdan, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) bir insana;
"(hayızlı hanımından faydalanacağın zaman) o kanın örtüsünden (yani kanın çıktığı kadınlık organından) sakın" demişti.”[668]
Hayızlı kadından, cinsî münâsebet dışındaki her türlü zevklenme, istifade etme ("mübaşeret") konusunda bazı görüşler zikredilmişti. (Bkz. 1037. hadis). İlgili haberlerin daha iyi anlaşılabilmesi için, burada, bazı alimlerin şu görüşünü de kaydetmek gerekir: Hayızlı kadının, kadınlık organı dışındaki heryerinden faydalanmak caizdir. Hz. Aişe, Hz. Ümmü Seleme, İbn Abbâs, Hasan Basrî, Mücâhid, İkrime, Mesrûk, Atâ', İbrahim Nehaî, Şa'bî ve Sufyân-ı Sevri'nin bu görüşte oldukları nakledilmektedir.[669] Hz. Aişe'den, hayızlı kadının "peştemalinin üstünün", yani göbekle diz kapağı arasının dışındaki yerlerinin kocasına helâl olduğunu söylediği de nakledilmektedir (Bkz. 1038. 1043. haberler). Bu muhtevadaki haberleri, O'nun, göbekle diz kapağı arasından istifade etmemeyi müstehab gördüğü şeklinde anlamak mümkündür.[670]
1046. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, İsma'îl'den, (O da) eş-Şa'bî'den (naklen) rivayet etti (ki, eş-Şa'bî) şöyle dedi:”
“O halde (yani hayızlı kadınından istifade etmek istediğinde), o pislikten -yani o kandan- geri dur!"[671]
1047. “Bize Zekeriyyâ b. Adiyy haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Leys'ten, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadının uylukları arasına veya göbeğine gelinebilir, (yani onun bu yerlerinden istifade edilebilir).”[672]
1048. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize el-Hasan b. Salih, Leys'ten, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid) şöyle dedi:”
“(Hayızlı kadınından faydalanmak istediğinde), hayız kanının çıkış yeri ile dışkı çıkış yeri (dübür) hariç, (bacakların arasına) gidip gelirsin.”[673]
1049. “Bize Ya'la b. Ubeyd ve Yezîd b. Hârûn, Muhammed b. Amr'dan, (O) Ebû Seleme'den, (O da) Hz. Ümmü Seleme'den (naklen) haber verdiler (ki, Hz. Ümmü Seleme) şöyle dedi:”
“Rasûlullah'la -sallallahu aleyhi ve sellem- beraber bir örtü (yorgan) içinde idim. Derken kadınların gördüğü şeyi gördüm ve hemen kalktım. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Neyin var, hayız mı oldun?" buyurdu. Ben;
"kadınların gördüğü şeyi gördüm" dedim. Şöyle buyurdu:
"Bu, Allah'ın, Âdem kızlarına takdir ettiği şeydir! (Üzülme, mahcub olma!)" (Hz. Ümmü Seleme) dedi ki;
o zaman ben, kalkıp durumumu, (üstümü başımı) düzelttim. Sonra (tekrar yatağa) döndüm. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-;
"Yorganın içine gir" buyurdu, ben de girdim.[674]
1050. “Bize Vehb b. Cerîr, Hişâm ed-Destuvâ'î'den, (O) Yahya'dan, (O) Ebû Seleme'den, (O) Zeyneb bint Ümmi Seleme'den, (O da) Hz. Ümmü Seleme'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Ümmü Seleme) şöyle dedi:”
“Bir ara ben, çarşafın altında yatmış olarak Rasûlullah'la -sallallahu aleyhi ve sellem- beraberdim. Bir de baktım ki hayız olmuşum. Hemen (yataktan) sıyrılıp hayız elbiselerimi aldım”. Bunun üzerine (Hz. Peygamber);
"Hayız mı oldun?" buyurdu.
"Evet" dedim. (Hz. Ümmü Seleme) dedi ki:
“(Hz. Peygamber) o zaman beni çağırdı, ben de çarşafın altında O'nunla beraber yattım. (Hz. Ümmü Seleme) dedi ki, kendisi ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- cünüblükten dolayı bir kabdan gusül yaparlardı ve (Hz Peygamber) kendisini, oruçlu iken öperdi.”[675]
1051. “Bize Amr b. Avn haber verip (dedi ki), bize Hâlid, eş-Şeybânî'den, (O) Abdullah b. Şeddâd'dan, (O da) Hz. Meymûne'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Meymûne) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kadınlarından olan o kadına, o hayızlı iken, peştemalin üstünden mübaşeret ederdi.”[676]
1052. “Bize Bişr b. Amr ez-Zehrânî haber verip (dedi ki), bize Ebu'l-Ahvas rivayet edip (dedi ki), bize Ebû İshâk, Ebû Meysere Amr b. Şurahbîl'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:” “Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- birimize, hayız olduğunda peştemalini üzerine bağlamasını emreder, sonra onunla mübaşeret ederdik.”[677]
1053. “Bize Abdussamed haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Ebû İshâk'tan, (O da) Ebû Meysere'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebû Meysere) şöyle dedi:” Mü'minlerin annesi (Hz. Aişe) demişti ki:
"Ben, hayızlı iken peştemalimi kuşanır, sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile beraber yorganının altına girerdim."[678]
1054. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O da) Yezîd b. Ebî Ziyâd'dan (naklen) haber verdi (ki, Yezîd) şöyle dedi:” İbn Cübeyr'e;
"Adama karısından, hayız olduğu zaman ne (helâl olur?)" diye sorulmuştu, O da;
"Peştemalin üstündekiler (helâl olur)" cevabını vermişti.[679]
1055. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), bize İbn Avn, Muhammed b. Sirin'den, (O da) Abîde'den (naklen) haber verdi (ki, Abîde) hayızlı kadın hakkında şöyle dedi:”
(Hayızlı kadınla yatıldığında) döşek tek, yorganlar değişik olur. Eğer (birden fazla yorgan) bulamazlarsa (koca), yorganından (karısının) üzerine verir.”[680]
Abîde b. Amr es-Selmânî'nin, hayızlı kadının hiçbir şeyiyle mübaşeret edilemiyeceği görüşünde olduğu nakledilmektedir. Bu nakil doğru ise o, sahih hadislere aykırı, kabul edilemeyecek bir görüş beyân etmiş demektir.[681] Yukarıdaki haberde söyledikleri de, bu görüşünden kaynaklanmış olmalıdır.[682]
1056. “Bize Yezîd b. Hârûn haber verip (dedi ki), İbn Avn, Muhammed b. Sirin'den, (O da) Şureyh'ten (naklen) rivayet etti (ki, Şureyh) şöyle dedi:”
“Ona (yani kocaya) (hayızlı karısından), göbeklerin -veya göbeğin- üstündekiler (helâl olur).”[683]
1057. “Bize Süleyman b. Harb haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Ebû İmrân el-Cevnî'den, (O) Yezîd b. Bâbenûs'tan, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ben hayızlı iken, benimle kendisi arasında bir bez bulunduğu bir halde beni kucaklar ve başımdan (öpücük) alırdı.”[684]
1058. “Bize Süleyman b. Harb haber verip (dedi ki), bize Hammâd b. Seleme, Sâbit'ten, (O da) Enes'ten (naklen) rivayet etti ki, yahûdiler kadın hayız olduğu zaman onunla ne yer, ne içerlerdi. Onu odadan da çıkarırlardı. O, odalarda onlarla beraber bulunamazdı. Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- bu (durum) sorulmuş, bunun üzerine yüce Allah; "sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki, o bir ezadır (pisliktir) "[685] mealindeki âyeti indirmişti de Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara, (kadınlarla) birlikte yiyip içmelerini, (kadınların) onlarla beraber odalarda kalmalarını ve cinsî münâsebet hariç, her şeyi yapmalarını emretmişti. O zaman yahûdiler;
"Bu (zat), işlerimizden, bize muhalefet etmedik hiçbir şey bırakmak istemiyor!" demişlerdi. Abbâd b. Bişr ve Üseyd b. Hudayr da Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- gelip O'na bunu haber vermişler ve
"Ya Rasûlullah! Kadınların ay halinde onlarla cinsî münâsebet yapsak mı?" demişlerdi. Bu söz üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yüzünün rengi fazlaca değişmişti. Öyle ki biz O'nun, onlara kızdığını zannetmiştik. Onlar da kalkıp çıkmışlardı. Bu esnada onlara, (Hz. Peygamber'e gönderilen) bir süt hediyesi rastgelmişti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve selem- de, peşlerinden (adam) gönderip onları geri çevirtmiş ve onlara (süt) ikram etmişti. Biz de O'nun, onlara kızmamış olduğunu anlamış idik.[686]
1059. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Ebû Hilâl rivayet edip (dedi ki), bana Şeybe b. Hilâl er-Râsibî rivayet edip dedi ki:
“Ben Salim b. Abdillah'a, hayızlı iken karısıyla bir yorganın altında yatan adamı sormuştum, O da şöyle demişti: “Ne olursa olsun, bizler yani Ömer ailesi, hayız oldukları zaman (kadınlardan yataklarda) ayrılırız.”[687]
1060. “Bize Ahmed b. Hâlid, Muhammed b. İshâk'tan, (O) Nâfi'den, (O da) Ibn Ömer'den (naklen) haber verdi (ki, İbn Ömer) şöyle dedi:”
“Cünüb veya hayızlı olmadıkça kadının abdest suyunun artığını (kullanmakta) hiçbir mahzur yoktur.”[688]
İbn Ömer'in bu sözünden; kadın cünüb veya hayız olduğunda alacağı abdestin suyundan arta kalan su ile erkeğin temizlik yapamayacağı anlaşılmaktadır. Şa'bî ve Evza'î'nin de bu görüşte oldukları nakledilmektedir. Fakat kadının abdest suyunun artığı hakkındaki bu sınırlamanın (tahsisin) hiçbir delili yoktur. Bilâkis, sahih hadislere dayanarak, alimlerin büyük çoğunluğu, kadın ve erkeğin herbirinin abdest suyundan arta kalanını, diğerinin abdest vb. her türlü temizlikte mutlak olarak kullanabileceği görüşünü beyan etmişlerdir.[689]
1061. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Ğaylân'dan, (O da) el-Hakem'den (naklen) rivayet etti (ki, el-Hakem) şöyle dedi:”
“(Hayızlı hanımınla mübaşeret ettiğinde) onu (yani erkeklik organını) şöyle bir korsun (koyabilirsin) -kadınlık organının üzerine (koyabilirsin), demek isityor.”[690]
1062. “Bize Abdullah b. Salih haber verip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana İbn Şihâb, Urve'nin âzâdlısı Habîb'den, (O) Meymûne'nin âzâdlısı Nudbe'den, (O da) Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımı Hz. Meymûne'den (naklen) rivayet etti ki:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, kadınlarından o kadınla, (bu kadının) üzerinde, uyluklarının yarılarına veya dizlerine kadar uzanan bir peştemal, bunu beline bağlamış olarak[691] bulunduğunda, hayızlı iken mübaşeret ederdi.”[692]
1063. “Bize Hâlid b. Mahled haber verip (dedi ki), bize Mâlik, İbn Şihâb'dan, (O) Urve'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz.Âişe) şöyle dedi:”
“Ben, Rasûlullah'ın –sallallahu aleyhi ve sellem- başını, hayızlı olduğum halde tarardım.”[693]
1064. “Bize Hâlid haber verip (dedi ki), bize Mâlik, Hişâm b. Urve'den, (O) babasından, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Ben, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- başını, hayızlı iken tarardım.”[694]
1065. “Bize Hâlid haber verip (dedi ki), bize Mâlik, Nâfi'den, O'nun şöyle dediğim rivayet etti:”
İbn Ömer'in cariyeleri, onun ayaklarını hayızlı iken yıkarlar ve O'na seccadeyi verirlerdi.”[695]
1066. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, el-Mikdâm b. Şureyh b. Hâni'den, (O) babasından, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Bana su kabı getirilir, ben de ağzımı kor, hayızlı iken su içerdim. Sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ağzını, benim (ağzımı) koyduğum yere koyup su içerdi. Yine bana etli kemik getirilir, ben de ısırırdım. Sonra O, ağzını, (ağzımı) koyduğu yere koyup ısırırdı. Ayrıca O bana emrederdi de ben, hayızlı iken peştemal kuşanırdım. O da benimle mübaşeret ederdi.”[696]
1067. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Denirdi ki, hayızlı kadının hayızı elinde yoktur. O, elini yıkayıp hamur yoğurabilir, (küpe) nebîz[697] kurabilir.”[698]
1068. “Bize Ebû Zeyd haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Muğire'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, Muğire) şöyle dedi:”
“(İbrahim) derdi ki, şüphesiz hayızlı kadının hayızı elinde yoktur. O (yine) derdi ki, hayızlı kadın, diri olan (Allah'ın) sevdiği kimsedir.”[699]
Son cümle ile hayızlı kadın hakkındaki şu âyete işaret edilmiş olmalıdır: "Sana hayızdan da soruyorlar. De ki, o bir ezadır. Onun için hayız (zamanı) kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın. İyi temizlendiler mi, o vakit Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Şüphe yok ki Allah, çok tevbe edenleri de sever, iyi temizlenenleri de sever."[700] Hayızlı kadın, hayız kanının kesilmesinden sonra gusül yapıp "iyice temizleneceği" için, âyette bildirildiği gibi, Allah'ın sevdiği bir kul olacaktır. Hayızlı kadına müslümanlığın bakışı ne insanî ve ne yücedir! Yahudiler, mecûsîler ve cahiliye Arapları onunla yiyip içmez, onunla bir odada kalmazlardı. Hıristiyanlar ise onun o eziyetli haline aldırış etmeksizin, zevklerini tatmin için, o halinde bile cinsî münâsebet yaparlardı. İslâm ise, eziyetli halini nazar-ı itibare alarak onunla sadece cinsî münâsebeti yasaklamış, bunun dışındaki bütün münâsebetleri ve onun yaptığı işleri meşru kılmış, üstelik onu Allah'ın sevgili bir kulu mertebesine çıkarmıştır.[701]
1069. “Bize Ca'fer b. Avn haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Hammâd'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:” “İbrahime, yahûdi, hıristiyan, mecûsî ve hayızh kadın ile tokalaşmayı sormuştum da O, bundan dolayı abdest almayı gerekli görmemişti.”[702]
1070. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlîsî haber verip (dedi ki), bize Zaide rivayet edip (dedi ki), bize İsmail es-Suddî, Abdullah el-Behi'den rivayet etti ki, (O şöyle demiş:)”
“Bana Hz. Âişe rivayet etti ki, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir gün) mescidde bulunuyordu. Derken cariyeye;
"Bana seccadeyi uzatıver" buyurmuştu. (Hz. Âişe, sözünün burasında) dedi ki, O, onu yayıp üzerinde namaz kılmak istemişti. Bunun üzerine o, kendisinin hayızlı olduğunu söylemiş, (Hz. Peygamber) de hayızının elinde bulunmadığını buyurmuştu.[703]
1071. “Bize Abdullah b. Mesleme haber verip (dedi ki), bize Fudayl b. lyâd, Süleyman'dan, (O) Temîm b. Seleme'den, (O) Urve'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem bana başını mescidden uzatır, ben de onu yıkardım.” -Yani O, i'tikâfta iken- [704]
1072. “Bize el-Muallâ b. Esed haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğire'den, (O da) ibrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim), hayızlı kadının hastaya abdest aldırmasında hiçbir mahzur görmezdi.”[705]
1073. “Bize Yezîd b. Hârûn, Ca'fer İbnu'l-Hâris'ten, (O) Mansûr'dan, (O) İbrahim'den, (O) el-Esved'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) haber verdi (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Ben, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- başını, hayızlı iken yıkardım.”[706]
1074. “Bize Ya'lâ b. Ubeyd haber verip (dedi ki), bize el-A'meş, Temîm b. Seleme'den, (O) Urve'den, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Âişe) şöyle dedi:”
“Hakikaten ben, Rasûlullah'ın -sallallahu aleyhi ve sellem- başını, ben hayızlı, 0 ise i'tikafta iken yıkardım.”[707]
1075. “Bize Ebu'l-Velîd et-Tayâlîsî haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip dedi ki, Muğire'nin şöyle dediğini işittim:”
Ebû Zabyân, İbrahim'e, hayızlı kadın hastaya abdest aldırabilir mi, diye sorması için (birini) göndermiş, (İbrahim de),
"Evet, (aldırabilir)" cevabını vermişti. (Bu giden kişi O'na, hayızlı kadın) onu (yani hastayı, kendisine) dayandırabilir mi -yani namazda (dayandırabilir mi?)- (diye de sormuş, İbrahim de),
"Hayır" karşılığını vermişti.
Bunun üzerine ben (yani Şu'be), Muğire'ye dedim ki: "Sen bunu İbrahim'den duydun mu?"
- "Hayır" dedi.[708]
1076. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Şu'be rivayet edip dedi ki; Süleyman bana, Sabit b. Ubeyd'den, (O) el-Kâsım'dan, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) haber verdi ki:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- O'na;
"Bana seccadeyi uzatıver" buyurmuş, O da,
"Doğrusu ben hayızlıyım" demiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber de);
"Her halde o (hayız) senin elinde yoktur!" buyurmuştu.[709]
1077. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Kesîr b. Şmzîr'den, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti ki:” O'na (yani el-Hasan'a):
"Bir sudan içen hayızlı bir kadının (arta kalan suyu) ile abdest alınır mı?" diye sorulmuştu da O, gülmüş ve
"Evet (alınır)" demişti.[710]
1078. “Bize Ahmed Ibnu'l-Haccâc haber verip (dedi ki), bize Abdurrahman b. Mehdî, Muâviye b. Salih'ten, (O) el-Alâ' İbnu'l-Hâris'ten, (O) Haram b. Muâviye'den, (O da) amcası Abdullah b. Sa'd'dan (naklen) rivayet etti (ki, Abdullah) şöyle dedi:”
Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem-, hayızlı kadınla birlikte yemek yemeyi sormuştum da;
"Onunla birlikte ye!" buyurmuştu.”[711]
1079. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Ubeydullah'tan, (O) Nâfi'den, (O da) İbn Ömer'den (naklen) haber verdi ki:”
“O (yani İbn Ömer), mescidden, cariyesine, hasır seccadeyi kendisine uzatı vermesini emreder, O da;
“Doğrusu ben hayızlıyım" der. Bunun üzerine (İbn Ömer);
"Herhalde hayızm, avucunda değildir" der, o zaman (câriye, seccadeyi) O'na uzatıverirdi.[712]
1080. “Bize Mervân b. Muhammed haber verip (dedi ki), bize el-Heysem b. Humeyd rivayet edip (dedi ki), bize el-Alâ1 İbnu'l-Hâris, Haram b. Hakîm'den.[713] (O da) amcasından (naklen) rivayet etti (ki, Harâm'm amcası) şöyle dedi:”
“Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem-, hayızlı kadınla birlikte yemek yemeyi sormuştum da O, şöyle buyurmuştu:”
"Ailemden birisi hakikaten hayızlıdır. Ve biz, Allah dilerse, hep beraber akşam yemeği yiyeceğiz.”[714]
1081. “Bize Sehl b. Hammâd haber verip (dedi ki), bize Şu'be, Abdurrahman İbnu'l-Kâsım'dan, (O) babasından, (O da) Hz. Âişe'den (naklen) rivayet etti ki, O (yani Hz. Âişe), hayızlı kadının seccadeye dokunmasında hiçbir mahzur görmezdi.”[715]
1082. “Bize Muhammed b. İsa rivayet edip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki), bize Muğire, ibrahim'den; Yûnus, el-Hasan'dan, Abdulmelik ise Atâ'dan (naklen) rivayet ettiler... Muhammed (b. İsa) dedi ki, bana Yahya b. Sa'îd el-Kattaıı da, Osman İbnu'l-Esved'den, (O) da Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim, el-Hasan, Atâ’ ve Mücâhid) hayızlı kadın hakkında (şöyle dediler):”
"O, (hayız) kanından temizlendiği zaman, kocası ona, gusül yapmadıkça yaklaşamaz -yaklaşmasın!- (Yani onunla cinsî münâsebet yapamaz -yapmasın!”[716]
Kadının hayız kanı kesilince, gusül yapmasından önce, onunla cinsî münâsebet yapılıp yapılamayacağı konusunda başlıca iki görüş vardır: Maliki, Şafiî ve Hanbelilere göre, hayız kanı kesilince, gusülden önce cinsî münâsebet yapılması haramdır. Hanbelilere göre ise hayız kanı hayızın a'zamî müddetinin -ki bu, onlara göre on gündür-, bitiminde kesilirse, gusül yapmadan önce de cinsî münâsebet helâl olur. Ancak hayız kanı a'zamî müddetin bitiminden önce ve eski âdetin sonunda kesilirse, cinsî münâsebetin helâl olması için ya kadının gusül yapması veya kanın kesilmesinin üzerinden bir namaz vaktinin geçmesi gerekir. Bu ihtilâf, Bakara Sûresi 222. âyetindeki, "temizlenene kadar onlara yanaşmayın. İyi temizlendiler mi, o vakit Allah'ın emrettiği yerden onlara varın" cümlelerinde geçen "tehahhur = iyi temizlenmek" kelimesinin tefsirinden kaynaklanmıştır. Bazı alimler bunu "gusül yapmak", diğerleri ise," hayız kanının kesilmesi" olarak anlamışlardır.[717]
1083. “Bize Ubeydullah b. Musa, Osman İbnu'l-Esved'den, (O da) Mücâhid'den (naklen) bunun, (yani bir önceki 1082. haberin) tamamen aynısını rivayet etti.”[718]
1084. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip dedi ki, Sufyan'a;
"Adam karısıyla, hayız kanı kesildiğinde gusül yapmasındanönce cinsî münâsebet yapabilir mi?" diye sorulmuştu da O,
"Hayır, (yapamaz)" demişti. O zaman dendi ki;
"(Hayız kanı kesilen kadın) gusül yapmayı iki gün veya günlerce terkederse, ne (yapılmalıdır) dersin?" O da; "Tevbe etmesi istenir" karşılığını vermişti.[719]
1085. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyan, kendisine rivayet etmiş olan kimseden, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid).
"temizlenene kadar onlara yanaşmayın" (mealindeki âyetin tefsirinde),
"O kan kesilene kadar..." demiş; "iyi temizlendikleri zaman..."[720] (mealindeki âyetin tefsirinde ise),
"gusül yaptıkları zaman..." demiştir.[721]
1086. Bize Ubeydullah b. Musa, Süfyân'dan, (O) İbn Ebî Necîh'ten, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid), "temizlenene kadar..." (mealindeki âyetin tefsirinde), "o kan kesildiği zaman..." demiş, "iyi temizlendikleri zaman..."[722] (mealindeki âyetin tefsirinde ise), "gusül yaptıkları (zaman)..." demişti.[723]
1087. “Bize Ubeydullah haber verip (dedi ki), bize Osman İbnu'l-Esved rivayet edip dedi ki:” Mücâhid'e, "Temizliği (yani hayız kanının kesildiğini) gören bir kadının kocasına, gusül yapmasından önce onunla cinsî münâsebet yapması helâl olur mu?" diye sormuştum. O da;
"Hayır, o (kadına) namaz kılmak helâl olmadıkça (cinsî münâsebet helâl olmaz)" cevabını vermişti.[724]
1088. “Bize el-Muallâ b. Esed haber verip (dedi ki), bize Abdulvâhid -ki O, İbn Ziyâd'dır- rivayet edip (dedi ki), bize el-Haccâc b. Ertât rivayet edip dedi ki, Atâ’ ve Meynıûn b. Mihrân'a sormuştum, bana Hammâd da İbrahim'den (naklen) rivayet etmişti ki, onlar (yani Atâ1, Meymûn ve İbrahim) şöyle demişlerdi:”
"(Hayız kanı kesilen kadınla kocası, kadın) gusül yapmadıkça cinsî münâsebet yapamaz!"[725]
1089. “Bize Yezîd b. Hârûn, Hişâm'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen), O'nun, temizliği (yani hayız kanının kesildiğini) gören karısıyla, gusül yapmasından önce cinsî münâsebet yapan adam hakkında şöyle dediğini haber verdi:”
“O (kadın), gusül yapmadığı sürece hayızlı (demektir). (Bu durumda kocasına) keffâret gerekir.[726] (Hayız gören bir kadın ric'î talâkla boşanıldığında, onun iddeti, üçüncü hayızdan[727] "temizlenme"siyle biteceğinden dolayı, böyle bir iddet bekleyen bir kadının üçüncü hayızdan kanı kesilse de), gusül yapmadığı sürece (kocasının) ona dönme hakkı vardır. (Çünkü Hasan Basri'ye göre bu kadın, gusül yapmadıkça üçüncü hay zindan "temizlenmiş" değildir).”[728]
1090. “Bize el-Muallâ b. Esed haber verip (dedi ki), bize Abdulvâhid rivayet edip (dedi ki), bize Yûnus, el-Hasan'dan, O'nun şöyle dediğini haber verdi:”
“(Hayız kanı kesilen kadınla) kocası, (kadın gusül yapmadıkça) cinsî münâsebet yapamaz.”[729]
1091. “Bize Abdullah b. Yezîd haber verip (dedi ki), bize Hayve b. Şureyh rivayet edip dedi ki, Yezîd b. Ebi Habîb'i şöyle derken işittim: Ebu'1-Hayr Mersed b. Abdillah el-Yezenî dedi ki, Ukbe b. Amir el-Cuhenî'yi şöyle derken işittim:”
“Vallahi ben, karımla, (hayızdan) temizlendiği günden bir gün geçmedikçe cinsî münâsebet yapmam.”[730]
1092. “Bize Ya'lâ b. Ubeyd haber verip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan (naklen), O'nun, temizliği (yani hayız kanının kesildiğini) gören kadınla kocası, o gusül yapmadan önce cinsî münâsebet yapabilir mi, (meselesi) hakkında:
"Hayır, (kadın) gusül yapmadıkça (kocası onunla cinsî münâsebet yapamaz)" dediğini rivayet etti.”[731]
1093. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Leys b. Ebî Süleym'den, (O da) Atâ'dan (naklen):”
“Onun, muayyen kanı kesilen kadın (ile kocası, o gusül yapmadan önce cinsî münâsebet yapabilir mi, meselesi) hakkında şöyle dediğini rivayet etti: Şayet ona (yani kocasına) şehvet azgınlığı gelirse, (kadın) kadınlık organını yıkar. Bundan sonra (kocası) onunla cinsî münâsebet yapabilir.”[732]
1094. “Bize Ferve b. Ebi'l-Mağrâ' haber verip dedi ki, Şerîk'i işitmiştim;”
O'na bir adam sorup da;
"Muayyen kanı kesilen kadınla kocası, o gusül yapmadan önce cinsî münâsebet yapabilir mi?" demişti de, O şöyle karşılık vermişti:
"Abdulmelik, Atâ'dan (naklen) dedi ki, o (yani Atâ') bu hususta şehveti azgınlaşan kimseye (= şebîk'e) izin vermişti. Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki,
“Onun (yani Şerîk'in) hata yapmış olmasından korkarım[733] ve (Şerîk'in zikrettiği bu haberin), Leys'in rivayeti -ki ben onu, Abdulmelik'in rivayeti olarak bilmiyorum-, olmasından endişe ederim.”[734]
Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki;
"Eş-Şebîk", nefsin heva ve hevesini (şehveti) arzulayan kimse, demektir.”[735]
1095. “Bize Muhammed b. İsa haber verip dedi ki, bize Hüşeym, Ebû Hurre Vâsıl b. Abdirrahman'dan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) söyledi (ki, el-Hasan) şöyle demiş:”
“Medineli kadınlardan bazılarını, boya ile (yani boya sürünmüş olarak) namaz kılarlarken gördüm.”[736]
Burada bir hususa dikkat çekmek gerekir: Abdestte abdest uzuvlarının her tarafına, gusülde ise vücudun her tarafına suyu ulaştırmak farzdır. Bu sebeple, namazın şartlarından olan abdest ve guslün sahih olması için, sürülen boyanın, kına gibi suyu altta geçirici olması gerekir. Sürülen boya organ üzerinde ince bir tabaka teşkil edip suyu alta geçirmiyorsa, bunun abdest organları üzerinde ise abdestten, değilse gusülden önce mutlaka temizlenmesi gerekir.[737]
1096. “Bize Sa'îd b. Âmir, Şu'be'den, (O) İbn Ebî Necîh'ten, (O da) Hz. Âişe'den duyan kimseden (naklen) haber verdi (ki”, Hz. Âişe'ye):
"Kadın, boya üzerine meshedebilir mi?" diye sorulmuş da O şöyle cevap vermiş:
“Ellerimin bıçaklarla kesilmesi, bana bundan daha sevimli gelir.”[738]
1097. “Bize Sa'îd b. Amir, İbn Avn'dan, (O da) Ebû Sa'îd'den (naklen) haber verdi ki, bir kadın Hz. Âişe'ye, "Kadın, boya ile (yani boya sürünmüş olarak) namaz kılabilir mi?" diye sormuş, O da şöyle cevap vermiş:
"Onu sil ve at toprağa, gitsin!"[739] Ebû Muhammed (ed-Dârimi) dedi ki:
“(Seneddeki) Ebû Sa'îd, İbn Ebi'l-Anbes'tir. Ebu'l-Anbes'in ismi ise Sa'îd b. Kesîr b. Ubeyd'dir.”[740]
1098. “Bize Affân haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Katâde'den, (O) Ebû Miclez'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Kadınlarımız geceleyin boyanır, (kına yakarlar), sabahladıkları zaman ise onu açar ve abdest alıp namaz kılarlardı. Sonra namazın ardından (tekrar) boya (kına) yakarlar, öğle olunca da onu açar ve abdest alıp namaz kılarlardı. Böylece onlar, (kına yakmak onları) namazdan geri bırakmadığı halde güzelce boya (kına) yakmış olurlardı.”[741]
1099. “Bize Haccâc rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd, Eyûb'dan, (O da) Nâfi'den (naklen) rivayet etti ki, İbn Ömer'in kadınları, hayızlı iken boyanır, (kına yakarlar)dı.”[742]
1100. “Bize Müslim b. İbrahim rivayet edip (dedi ki), bize Hişâm rivayet edip (dedi ki), bize Katâde, Ebû Miclez'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Kadınlarımız yatsı namazını kılınca boyanır, (kına yakarlardı). Sabahladıkları zaman ise onu çözer ve abdest alıp namaz kılarlardı. Öğle namazını kılınca (tekrar) boya (kına) yakarlardı. Sonra ikindi namazını kılmak istediklerinde onu çözer (ve abdest alıp namaz kılarlardı). Böylece onlar, o (boya, kına) yakmayı, namazdan menedilmedikleri halde, güzelce yapmış olurlardı.”[743]
1101. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Hüşeym rivayet edip (dedi ki), bize Muğire, İbrahim'den (naklen) haber verdi. HÂ.[744] (Hüşeym dedi ki), bize İsma'îl b. Ebî Hâlid de, Âmir'den (naklen) haber verdi ki, o ikisi (yani İbrahim ve Amir), hanımıyla hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimse hakkında şöyle dediler:”
“Bu, onun yapmış olduğu bir günâhtır. Allah'tan bağış diler, O'na tevbe eder ve bir daha yapmaz.”[745]
1102. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Ebî Zaide, el-Musenna'dan, (O da) Atâ'dan (naklen) onun (yani bir önceki 1101. haberin) aynısını rivayet etti.”[746]
1103. “Bize Muhammed b. îsa ve Ebu'n-Nu'mân rivayet edip dediler ki, bize Abdullah İbnu'l-Mübârek, Ya'kûb İbnul- Ka'kâ'dan, (O) Muhammed b. Zeyd'den, (O da) Sa'îd b. Cübeyr'den (naklen) rivayet etti (ki, Sa'îd) şöyle dedi:”
“(Kocanın hayızlı karısıyla cinsî münâsebeti), yapmış olduğu bir günâhtır. Ona, keffâret gerekmez.”[747]
1104. “Bize Muhammed b. İsa haber verip (dedi ki), bize Yahya b. Sa'îd, Ubeydullah b. Ömer'den, (O) Abdurrahman İbnu'l-Kâsım'dan, (O da) babasından (naklen) rivayet etti ki:”
“O'na (yani Abdurrahman'ın babasına), karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yapan adamın (ne yapması gerektiği) sorulmuş, O da;
"O, Allah'dan özür diler, Allah'a tevbe eder" karşılığını vermişti.[748]
1105. “Bize Muhammed b. Yûsuf rivayet edip (dedi ki), bize Sufyân, İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ') şöyle dedi:”
"Allah'tan bağış dilersin. Sana (başka) birşey gerekmez. -O, (adam) karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yaptığı zaman (yapacağı şeyi) kastediyor.”[749]
1106. “Bize Osman b. Muhammed haber verip (dedi ki), bize Bişr İbnu'l-Mufaddal, Mâlik İbnul-Hattâb el-Anberî'den, (O da) İbn Ebî Muleyke'den (naklen) rivayet etti (ki, Mâlik) şöyle dedi:”
“Ona (yani İbn Ebî Muleyke'ye), ben dinliyorken, karısıyla hayızlı olduğu halde cinsî münâsebet yapan adamın (ne yapması gerekeceği) sorulmuş, O da;
"Allah'tan bağış diler" cevabını vermişti.[750]
1107. “Bize Süleyman b. Harb rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, (O da) Ebû Kılâbe'den (naklen) rivayet etti ki:” Bir adam Hz. Ebû Bekr'e gelip;
"Rüyada gördüm ki, sanki ben kan işiyorum, (bunun mânâsı nedir?)" demiş, O da;
"Karınla hayızlı iken cinsî münâsebet yapıyor musun?" diye sormuş. (Adam);
"Evet" demiş. (O zaman Hz. Ebû Bekr) şöyle demiş:
"Allah'tan kork ve bir daha yapma![751]
1108. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Hişâm'dan, (O da) Muhammed b. Sirin'den (naklen) rivayet etti ki:” O, hayızlı iken karısıyla cinsî münâsebet yapan kimse hakkında:
"O, Allah'tan bağış diler" dedi.[752]
1109. “Bize Müslim b. İbrahim haber verip (dedi ki), bize Yezîd b. İbrahim rivayet edip dedi ki:”
“Ben el-Hasan'ı, Ramazanda bir gün oruç tutmayan kimse hakkında şöyle derken işittim:”
“Onun, bir köle âzâd etmesi veyı bir sığır -yahut deve- ("bedene") kurban etmesi, ya da yirmi sâ '[753] (hurma veya yiyeceği), kırk fakire (yedirmesi, vermesi) gerekir. Hayızlı iken karısıyla cinsî münâsebet yapan kimseye de bunun aynısı gerekir.”[754]
1110. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Husayf tan, (O) Miksem'den, (O) İbn Abbâs'tan, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Peygamber), hanımıyla hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimse hakkında;”
"O, yarım dinar sadaka verir" (buyurdu).[755]
1111. “Bize Ebu'l-Velîd rivayet edip (dedi ki), bize Şu'be, el-Hakem'den, (O) Abdulhamid'den, (O) Miksem'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs), karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimse hakkında;”
"O bir dinar -veya yarım dinar- (el-Hakem şüphe etmiştir)[756] sadaka verir" (dedi).[757]
1112. “Bize Sa'îd b. Âmir, Şu'be'den, (O) el-Hakem'den, (O) Abdulhamîd'den, (O) Miksem'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi (ki, İbn Abbâs) karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimse hakkında;
"O, bir dinar veya yarım dinar sadaka verir" (dedi).[758] Şu'be dedi ki:
"Ezberime bakacak olursak, bu (haber) merfû'dur. Ama falan ve falana kalırsa onlar, bu merfû' değildir, dediler." O zaman topluluktan biri;
"Bize ezberine göre rivayet edin. Falanın ve falanın dediklerini bırakın" dedi. Bunun üzerine (Şu'be) şöyle dedi: "Vallahi! Şu dünyada bana Hz. Nuh'un ömrü kadar ömür verilmesini, benim de (buna mukabil) bunu (böylece) rivayet etmemi veya bunu söylemememi arzu etmem!"
Ebu Muhammed (ed-Dârimî) dedi ki:
“Abdulhamîd, İbn Zeyd b. Abdirrahman b. Zeyd İbnil-Hattâb'dır.[759] O, Ömer b. Abdilazîz'in Küfe valisi idi.”[760]
1113. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, İbn Cureyc'den, (O) Abdulkerîm'den, (O) bir adamdan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“(Adam hayızlı karısıyla) kan geldiğinde cinsî münâsebet yaptığı zaman bir dinar (sadaka), onunla kan kesildiğinde cinsî münâsebet yaptığı zaman ise yarım dinar (sadaka vermesi gerekir).”[761]
1114. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, Husayftan, (O) Miksem'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- karısıyla hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimse hakkında şöyle buyurdu:”
"O, yarım, dinar sadaka verir. "[762]
Abdullah b. Abbâs'ın, hayızlı kadınla cinsî münâsebet hakkındaki bu hadisi pek çok senedle ve muhtelif metinlerle rivayet edilmiştir. Dârimi bunlardan bir kaçını burada zikretmiştir. Bunların arasında da belirgin farklar vardır. Muasır hadis alimlerinden merhum Ahmed Muhammed Şâkir (v. 1957) bu hadisin elliden fazla senedini tesbit edip incelemiştir. O'nun vardığı sonuçları şöylece özetleyebiliriz. Bu hadis, aslı itibarıyle merfû (yani (Hz. Peygamber'in sözü) ve muttasıldır. Metindeki keffâret miktarını belirten kısım, "bir dinar veya yarım dinar" şeklinde olup burada şüpheli rivayet değil, iki şıktan birinin seçimini mükellefe bırakma ("tahyîr") söz-konusudur. Bu şıklardan birinin hayız kanının devamı, diğerinin ise hayız kanının kesilmesi hallerindeki cinsi münâsebetin keffâretini belirttiği şeklindeki vb. izahlar, hadisin sonraki râvileri tarafından yapılan açıklamalardır. "Bir dinar" veya "yarım dinar" şeklindeki tek şıklı rivayetlerde de, râvilerin bir tasarrufu veya hatası vardır. Hadiste mükellefe iki şıktan birini seçme imkânı verilmesinden anlaşılacağı üzere, bu keffâretin ödenmesi vâcib değil mendûb, (müstehab)dır. Netice olarak bu hadis, aslı i'tibarıyla sahihtir. Ahmed b. Hanbel, Hâkim, İbnu'l-Kattân, İbn Dakîkı'1-îyd, Zehebî ve İbn Hacer de bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.[763] Burada şu hususu da ekleyelim: Bu hadisin, İbn Abbâs'm sözü ("mevkuf) olarak görüldüğü bazı rivayetleri, İbn Abbâs'ın "hadis rivayeti" değil de, hadise uygun olarak verdiği bir "fetvası" şeklinde değerlendirebiliriz.[764]
1115. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, Yezîd b. Ebî Mâlik'ten, (O da) Abdulhamîd b. Zeyd İbni'l-Hattâb'dan (naklen) rivayet etti (ki, Abdulhamîd) şöyle dedi:”
“Hz. Ömer'in, cinsî münâsebetten hoşlanmayan bir karısı varmış. O, onunla cinsî münâsebet yapmak istediği zaman hep hayızı bahane edermiş. Derken (bir gün, sözüne inanmayarak) onunla cinsî münâsebet yapmış. Fakat (bu defa) onun doğru söylediği görülmüş. Bunun üzerine (Hz. Ömer) Hz. Peygambere -sallallahu aleyhi ve sellem- gelmiş. (Hz. Peygamber) de O'na bir dinarın beşte birini sadaka vermesini emretmiş.”[765]
Hz. Peygamber'in, Hz. Ömer'e daha az bir keffâret ödemesini emretmesinin bir izahı şöyle yapılmıştır: Hz. Ömer, karısının, önceleri yaptığı gibi bu sefer de, yalandan hayızı bahane ederek münâsebetten kaçtığını zannetmiş ve bu zanla münâsebet yapmış. Bu durum O'nun hakkında hafifletici sebep olmuştur.[766]
1116. “Bize Ubeydullah b. Musa, Ebû Ca'fer er-Râzî'den, (O) Abdulkerîm'den, (O) Miksem'den, (O) İbn Abbâs'tan, (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve seli em- (naklen) haber verdi (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Adam karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yaptığı zaman, eğer (hayız) kanı taze ise bir dinar sadaka versin, sarı ise yarım dinar sadaka versin.”[767]
1117. “Bize Abdullah b. Muhammed haber verip (dedi ki), bize Hafs -ki O, İbn Ğıyâs'tir-, el-A'meş'ten, (O) el-Hakem'den, (O) Miksem'den), (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti ki:” O'na (yani ibn Abbâs'a), karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimsenin (ne yapması gerekeceği) sorulmuş, O da şöyle cevap vermişti:
"Bir dinar veya yarım dinar sadaka verir."[768] İbrahim ise:
"O, Allah'tan bağış diler" demiştir.[769]
1118. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) İbn Ebî Leylâ'dan, (O) Atâ'dan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi (ki, ibn Abbâs) şöyle dedi:”
“(Adam) karısıyla hayızlı iken cinsî münâsebet yaptığı zaman, bir dinar sadaka vermesi gerekir.”[770]
1119. “Bize Ya'lâ b. Ubeyd haber verip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan:”
“O'nun karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yapan adam hakkında; "O, bir dinar sadaka verir" dediğini rivayet etti.”[771]
1120. “Bize Ubeydullah b. Musa, İbn Ebî Leylâ'dan, (O) Miksem'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi (ki, İbn Abbâs) şöyle dedi:”
“(Hayızlı karısı ile cinsî münâsebet yapan kimse) bir dinar veya yarım dinar sadaka verir.”[772]
1121. “Bize Vehb b. Sa'îd, Şu'ayb b. İshâk'tan, (O da) el-Evzâ'î'den (naklen) haber verdi (ki, el-Evzâ'î):
Karısı ile hayızlı iken veya temizliği (yani hayız kanının kesildiğini) görüp de henüz gusül yapmamış iken cinsî münâsebet yapan adam hakkında şöyle dedi:
"O, Allah'tan bağış diler ve bir dinarın beşte birini[773] sadaka verir."[774]
1122. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Abdulmelik'ten, (O da) Atâ'dan (naklen) haber verdi (ki, Atâ’) şöyle dedi:”
"Adam karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yaptığı zaman yarım dinar sadaka verir." Bunun üzerine topluluktan bir adam O'na dedi ki;
"Ama el-Hasan, o bir köle âzâd eder, diyor?" (O zaman (Atâ’) şöyle dedi:
"Siz, Allah'a, gücünüzün yettiği şeyleri sunmaktan ne kadar menedicisiniz!"[775]
1123. “Bize Ubeydullah b. Musa, İbn Ebî Leylâ'dan, (O) Atâ'dan, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi (ki, İbn Abbâs):”
“Karısı ile hayızlı iken cinsî münâsebet yapan kimse hakkında; "o, bir dinar sadaka verir" dedi.”[776]
Son iki bölümde, hayızlı karısı ile cinsî münâsebet yapan kimse hakkında bazı merfû hadislerle, bir kısım alimlerin görüşleri zikredilmiştir. Bu konuda Ebû Hanife, Malik, en sahih görüşüne göre Şafiî, bir rivayete göre Ahmed ve Selef alimlerinin çoğu, bu kimseye keffâretin gerekmeyeceğini, onun tevbe ve istiğfar etmesinin vâcib olduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber bu kimsenin, münâsebet hayız kanının ilk günlerinde yapılmışsa bir dinar, hayız kanının kesilme zamanlarında yapılmışsa yarım dinar sadaka vermesi müstehabdır. Ahmed ise, kendisinden gelen diğer rivayete göre, bu kimseye keffâretin vâcib olduğunu ve duruma göre bir veya yarım dinar sadaka vermesi gerektiğini söylemiştir. Şafiî'nin de, önceleri bu görüşte olduğu nakledilmektedir.
Dinar, altın paradır ve ağırlığı bir miskaldır. Şer'î miskal 4.009 gr. örfî miskal ise 4.8105 gramdır.[777]
1124. “Bize Müslim b. ibrahim haber verip (dedi ki), bize Vuheyb rivayet edip (dedi ki), bize Abdullah b. Osman b. Huseym, İbn Sâbit'ten, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
Hafsa bint Abdirrahman'a -ki O, İbn Ebî Bekr'dir- sorup dedim ki;
"Doğrusu ben sana bir şey sormak istiyorum, ama onu sana sormaktan utanıyorum!" O:
"Aklına geleni sor, yeğenim!" dedi. Dedi(m) ki:
"Sana, kadınlara arkalarından yaklaşmayı soracağım." Bunun üzerine O şöyle dedi:
“Bana Hz. Ümmü Seleme rivayet edip dedi ki:
"Ensâr, (kadınlarını) yüzükoyun yatırıp (arkadan öne) cinsî münâsebet yapmaz, muhacirler ise yaparlarmış. Derken muhacirlerden bir adam, Ensârdan bir kadınla evlenmiş ve onu yüzükoyun yatırıp (arkadan öne) cinsî münâsebet yapmak (istemiş). Ensârlı kadın da kabul etmemiş. Sonra o, Ümmü Seleme'ye (yani kendisine) gelip (bunu) anlattı. Bu arada Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- gelince Ensarlı kadın utanıp dışarı çıktı.” Ümmü Seleme de bunu Hz. Peygambere -sallallahu aleyhi ve sellem- anlattı. O zaman (Hz. Peygamber);
"Onu bana çağırınız" buyurdu. (Kadın) da O'na çağrıldı. (Gelince, Hz. Peygamber bir âyet okuyarak) şöyle buyurdu:
"Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza -tek sımam'dan[778] olmak üzere- nasıl dilerseniz, öyle varın. "[779]
"Sımam" ise; "tek yol" demektir. [780]
1125. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Muhammed b. Seleme, Muhammed b. İshak'tan, (O) Ebân b. Salih'ten, (O da) Mücâhid'den (naklen) haber verdi (ki, Mücâhid) şöyle dedi:”
“Kur'an'ı, İbn Abbâs'a, her âyette durup ne hakkında indirildiğini, ne hakkında olduğunu sorarak üç defa okudum. İşte (bir defasında O'na);
"İbn Abbâs, demiştim, yüce Allah'ın; "iyice temizlendikleri zaman Allah'ın emrettiği yerden onlara varın"[781] âyeti hakkında ne buyurursun?" O da şöyle cevap vermişti:
"Size, onlardan ayrılmanızı emrettiği yerden (yani hayız kanının çıktığı yerden onlara varın)."[782]
Zikredilen âyetin baş tarafında Allah şöyle buyurur: "...Mahîz'de kadınlardan ayrılın (yani onlarla cinsi münâsebet yapmayın)." "Mahîz' kelimesi ise "hayız", "hayız zamanı" ve "hayız yeri" mânâlarına gelmektedir ki, İbn Abbâs'ın tefsirinden anlaşıldığına göre O, bu kelimeye "hayız yeri" (kadınlık organı) mânâsı vermiştir. Nitekim bir rivayete göre O, hayızlı kadının kadınlık organı dışındaki yerlerinden kocasının faydalanabileceği görüşündeydi.[783]
1126. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyan, Osman İbnu'I-Esved'den, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid);”
"...O vakit Allah'ın emrettiği yerden onlara varın"[784] (mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi:
“(Âyetin baş tarafında) menedildikleri yerden varmaları, (yani oradan cinsî münâsebet yapmaları) emredildi.”[785]
1127. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Sufyân, el-A'meş'ten, (O da) Ebû Rezîn'den (naklen):
“O'nun; "...o vakit, Allah'ın emrettiği yerden onlara varın"[786] (mealindeki âyetin tefsirinde), "hayızdan temizlenme tarafından (onlara varın)" dediğini rivayet etti.[787]
1128. “Bize Muhammed b. Yezîd el-Bezzâr haber verip (dedi ki), bize Şerîk, İbrahim b. Muhâcir'den, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid);”
"Ve Rabb'inizin sizin için eşlerinizden yarattığı şeyi bırakıyorsunuz"[788] (mealindeki âyetin tefsirinde);
"O (yani erkekler için hanımlarından helâl olarak yarattığı şey), vallahi, ön taraftır" dedi.[789]
1129. “Bize Osman b. Ömer haber verip (dedi ki), bize Hâlid b. Rebâh, İkrime'den rivayet etti ki:
O; "kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın"[790] (mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi:
"O (yani "tarla"), ancak kadınlık organıdır."[791]
1130. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki), bize Ali b. Ali er-Rifâ'î rivayet edip dedi ki, ben el-Hasan'ı şöyle derken işittim:”
“Yahudiler, müslümanlara zorluk çıkarılmasında ellerinden geleni yaparlardı. Derlerdi ki:”
"Ey Ashâb-ı Muhammed! Gerçek şu ki, vallahi, sizin için kadınlarınıza sadece bir taraftan gelmek helâldir." (El-Hasan) dedi ki:
“Bunun üzerine Allah; "kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın"[792] (mealindeki âyeti) indirdi. Böylece Allah, müminleri (tabii) ihtiyaçları ile başbaşa bıraktı.”[793]
1131. “Bize Amr b. Avn, Hâlid, b. Abdillah'tan, (O) Atâ' İbnu's-Sâ'ib'den, (O) Sa'id b. Cübeyr'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) haber verdi (ki, ibn Abbâs);”
"O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın"[794] (mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi: Ona (yani kadına), varış yerine (yani kadınlık organına) olduktan sonra önünden, arkasından varın."[795]
1132. “Bize Halife b. Hayyât haber verip (dedi ki), bize Abdulvehhâb rivayet edip (dedi ki), bize Halid, İkrime'den, şöyle dediğini rivayet etti:”
“Cahiliye dönemi insanları hayızlı kadın hakkında mecûsîlerin yaptığı gibi (muamele) yaparlardı. Sonra bu (durum) Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- anlatılmış, bunun üzerine (şu âyet) inmiş: "Sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki o, bir ezadır. Onun için hayız zamanında kadınlardan ayrılın, (onlarla cinsî münâsebet yapmayın) ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın."[796] Böylece o (hayızlı kadınlar) hakkında, durumun sadece şiddeti artmış oldu.”[797]
1133. “Bize Halife haber verip (dedi ki), bize Muemmel, Sufyân'dan, (O) İbn Ebî Necih'ten, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücahid);”
"De ki o bir ezadır" (mealindeki âyetin tefsirinde);
"o, o kandır" dedi.[798]
1134. “Bize Muhammed İbnu's-Salt haber verip (dedi ki), bize İbnu'l-Mübârek, Ma'mer'den, (O da) Katâde'den (naklen) rivayet etti (ki, Katâde);
"De ki o, bir ezadır" (mealindeki âyetin tefsirinde);
"(o) bir pisliktir" dedi.[799]
1135. “Bize Halife b. Hayyât haber verip (dedi ki), bize el-Mu'temir rivayet edip dedi ki; Leys'i, îsa b. Kays'tan, (O da) Saîd İbnu'l-Müseyyeb'den (naklen) şöyle rivayet ederken işittim:” (Sa'id);
"Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın"[800] (mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi:
“(Bunun mânâsı şudur): Dilersen azil yap, dilersen azil yapma.”[801]
1136. “Bize Halife haber verip (dedi ki), bize Abdulvehhâb, Avftan, (O da) el-Hasan'dan (naklen) rivayet etti (ki, el-Hasan, "...o halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi:
“Nasıl dilersen yani kadına, kadınlık organında (nasıl) varmak (dilersen öyle var).”[802]
Ayette geçen "ennâ" kelimesinin, "nerede(n), ne zaman, nasıl" gibi müteaddit mânaları vardır. Hasan Basrî, bu kelimenin bu âyette "keyfe-nasıl" mânâsına geldiğini söylemektedir. Biz de verdiğimiz meallerde bu mânâyı tercih ettik.[803]
1137. “Bize Ahmed b. Abdillah b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Mâlik, Muhammed İbnu'l-Munkedir'den, (O da) Câbir b. Abdillah el-Ensâri'den (naklen) rivayet etti ki:” yahûdiler müslümanlara;
"Kim karısıyla, o arkasını dönmüş olarak cinsi münâsebet yaparsa, (bu münâsebetten doğacak) çocuğu şaşı gözlü olur!" demişlerdi de bunun üzerine yüce Allah şu âyeti indirmiş:
"Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. "[804]
1138. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) Hâlid el-Hazzâ'dan, (O da) İkrime'den (naklen) rivayet etti (ki, İkrime);”
"...O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" (mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi:
“(Koca) hanımıyla, nasıl dilerse, (hanımı) ayakta iken, oturmuşken, önünden, arkasından cinsi münâsebet yapabilir.”[805]
1139. “Abdullah b. Sa'id el-Eşecc rivayet edip (dedi ki), bize İbn İdris, babasından, (O) Yezîd ibnu'l-Velîd'den (O da) İbrahim'den (naklen):
O'nun; "...o vakit Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın"[806] (mealindeki âyette geçen "Allah'ın size emrettiği yer "in tefsirinde); "kadınlık organından (onlara varın)" dediğini rivayet etti.[807]
1140. “Bize Ubeydullah b. Musa, Osman İbnu'l-Esved'den, (O da) Mücâhid'den (naklen) rivayet etti (ki, Mücâhid);
"Kim karısına dışkı yerinden (dübüründen) varırsa, kadına karşı bu hareket, erkeğe karşı olan benzeri gibi (haramdır, çirkindir!)" dedi. Sonra şu âyeti okudu: "Sana hayız yerini (veya halini) de sorarlar. De ki, o bir ezadır. Onun için kadınlardan hayız yerinde ayrılın, (onlarla cinsi münâsebet yapmayın), temizlenene kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman ise, Allah'ın size -onlardan ayrılmanızı-emrettiği yerden -hayız yerinden, yani kadınlık organından- onlara varın."[808] Daha sonra şu âyeti okudu: "Kadınlarınız sizin tar-lanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle -o ayakta, oturmuş, önünü dönmüş, arkasını dönmüş olduğu halde, kadınlık organından-varın. "[809]
1141. “Bize Ebû Nuaym, Hammâd b. Seleme'den, (O) Hakim el-Esrem'den, (O) Ebû Temime el-Hüceymî'den, (O) Ebû Hureyre'den), (O da) Hz. Peygamber'den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) haber verdi (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:”
"Kim hayızlı bir kadınla veya dışkı yerinden bir kadınla cinsi münâsebet yaparsa yahut bir kâhine gelip, onun söyleyeceğini tasdik ederse, Allah'ın, Muhammed'e indirdiğine küfretmiş olur."[810]
Hadiste zikredilen üç fiil, büyük günâhlardandır. Bu fiiller, insan fıtratına, zevk-i selim ve akl-ı selime ters düşen şeylerdir. Bu sebeple bunları işlemek, Allah'ın, Hz. Peygamber'e indirdiği şeylere yani müslümanlığa nankörlük yapmak demektir. Çünkü müslünıanlık, insan fıtratına, sağduyulu zevk ve akla en uygun emir ve yasakları ihtiva eder. Bunlara uymayıp aksini yapmak, ancak nankörlük ve kadirbilmezlik olur. Bununla beraber bu fiiller ne kadar kötü ve çirkin de olsalar, insanı dinden çıkarmaz, meşhur manâsıyla "küfr"e götürmezler. Hadiste geçen "küfr" sözü ile ya bu kelimenin diğer bir mânâsı olan "nankörlük" mânâsı kastedilmiştir veya bu kelimenin kullanılmasıyla bu fiillerin, kâfire yaraşır, onun yapabileceği çirkin ve kötü fiiller olduğu anlatılmak istenmiştir. Nitekim diğer bir hadiste, hayızlı karısıyla cinsi münâsebet yapan kimseye bir veya yarım dinar keffâret yüklenilmesi de bu fiilin, (dolayısıyla aynı hükme bağlanmış olan yukarıdaki diğer iki fiilin) "küfr"e götürücü olmadığını gösterir. Çünkü Tirmizi'nin de işaret ettiği gibi, eğer bu fiil küfre götürücü olsaydı, failine keffâret yüklenilmezdi.
Yukarıdaki hadiste zikri geçen üçüncü kötü fiil, kâhine gidip söylediğini tasdik etmektir. "Kâhin", zann ve tahminle istikbalde olacak şeyler, gâibdeki şeyler veya insanın geleceği hakkında haber veren, kısaca gayb hakkında haber veren kimseye denir ki, Türkçede buna falcı, bakıcı; tabir olunur. "Gaybı" ancak Allah bilir. Bazı kâhinlerin veya bazı kimselerin, önceden söyledikleri gibi vukubulan şeyler hakkındaki sözleri bir zandan, bazı ön bilgiler yahut geçmiş tecrübelerle yapılan bir tahminden ibarettirler. Bunlar bilerek, "ilim'le söylenmiş şeyler değillerdir. Diğer taraftan, kâhinin söylediği gibi çıkan şeylerin öyle olduğu, ancak olay meydana geldikten sonra belli olmaktadır. Bu şeyler, ilgili olay meydana gelmeden önce yığınla yalan ve dolanın içine karışmış bir halde zan ve tahmin yığınlarının bir parçası halindedirler. Binaenaleyh, kâhinin söylediği şeyden istifade, hayızlı kadından veya kadmm dışkı yerinden istifade gibi, pislikler arasında zevk aramaya benzer. Yığınla yalan-dolan arasında gerçekliği, olayın vukuundan sonra öğrenilecek cüz'i bir takım zan ve tahmin uğruna o yığınla'uğraşmak makûl bir hareket olamaz. Dahası, zan ve tahmine dayanan bu kırpıntıların insanın imanını ifsad etmesi, zihniyetini kararsız, kör tesadüflere yöneltip akıldan, mantıktan, hak ve hakikatten uzaklaştırması sözkonusudur. Bu ise büyük bir felâkettir. İşte, insanın dünya ve Ahiret mutluluğunu sağlayacak esasları getiren müslümanlık, bu gibi çirkin, kötü, insanın fıtratına, onun sağduyulu zevk ve aklına aykırı şeyleri yasaklamıştır.[811]
1142. “Bize Ebû Nuaym haber verip (dedi ki) bize, Ebû Hilal, Ebû Abdillah eş-Şakarî'den, (O da) Ebu'l-Ka'kâ' el-Cermi'den (naklen) rivayet etti (ki, Ebu'l-Ka'kâ') şöyle dedi:”
Bir adam Abdullah b. Mes'ûd'a gelip şöyle dedi:
"Ebû Abdirrahman! Karımla dilediğim şekilde cinsi münâsebet yapabilir miyim?" O da;
"Evet" dedi. (Adam)
"Dilediğim yerden de mi?" dedi. O da:
"Evet" dedi. (Adam);
"Nasıl dilersem de mi?" dedi. O da;
"Evet" cevabını verdi. Bunun üzerine bir adam O'na;
"Ebû Abdirrahman, dedi, şüphe yok ki bu (adam) kötülük yapmak istiyor!" (O zaman Abdullah) şöyle dedi: "Hayır, (böyle yapamazsın). Kadınların dışkı yerleri size haramdır!"
Abdullah (ed-Dârimi'ye);
"Bu görüşü kabullenir misin?" diye soruldu, O da:
"Eet" dedi.[812]
1143. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Vuheyb, Dâ'ûd'dan, (O) İkrime'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti ki:”
“O (yani İbn Abbâs), adamın karısıyla dışkı yerinden cinsi münâsebet yapmasını kerih görür ve bunu şiddetle ayıplardı.”[813]
1144. “Bize el-Muallâ b. Esed rivayet edip (dedi ki), bize İsmail b. Uleyye rivayet edip (dedi ki), bize ibn Ebî Necîh, Arar b. Bînâr'dan (naklen) rivayet etti (ki, Amr;”
"Gerçekten siz, sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı o hayâsızlığı yapıyorsunuz"[814] (mealindeki âyetin tefsirinde) şöyle dedi:
“Lût kavmi meydana gelinceye kadar bir erkeğin bir erkeğin üzerinde (olacağını) zannetmezdin.”[815]
Sapık ve iğrenç cinsel ilişkilerden biri de erkeğin erkekle ilişkisidir. Bu ahlâksızlığa livâta veya lûtîlik denilmektedir. Kur'an-ı Kerim, bunun ilk olarak Hz. Lût'un -aleyhisselâm- Peygamber olarak gönderildiği halkın içinde görüldüğünü açıklamaktadır.[816] Hz. Lût ise, Ölü Deniz'in güneyinde yer alan Sodom[817] ve civarına Peygamber gönderilmişti. Bura halkı, Hz. Lût'un bütün gayretlerine rağmen bu ahlâksızlıklarından vaz geçmeyince, toptan helak edilinişlerdi. İnsan fıtratına, zevk-i selime tamamen zıt ve cinsel ilişkinin üreyip çoğalma hikmetine aykırı olan bu ahlâksızlık büyük günâhlardandır. Bunun cezası hakkında şu görüşler serde dilmiştir: Mâlik, Şâfıî ve Ahmed b. Hanbel ile Hanefi Mezhebine göre livata fıi'linin cezası, zinanın cezası gibidir. Yani bu fiili işleyen bekâr ise kırbaçlanır (ve sürgün edilir), evli ise recmedilir. Ebû Hanife'ye göre ise, eğer fail bu işi âdet haline getirmişse öldürülür, aksi halde hâkimin uygun göreceği bir ceza (ta'zîr) verilir.[818]
1145. “Bize Ubeydullah b. Musa, Sufyân'dan, (O) Süheyl b. Ebî Salih'ten, (O) el-Hâris b. Muhalled'den, (O) Ebû Hureyre'den, (O da) Hz. Peygamber’den -sallallahu aleyhi ve sellem- (naklen) haber verdi (ki, Hz. Peygamber) şöyle buyurdu:
"Kim karısına dışkı yerinden varırsa, yüce Allah ona Kıyamet gününde (rahmet nazarıyla) bakmaz."[819]
1146. “Bize Abdullah b. Yahya haber verip (dedi ki), bize Abdulvâhid b. Ziyâd, Âsim el-Ahvel'den, (O) İsa b. Hıttân'dan, (O) Müslim b. Sellâm el-Hanefî'den, (O da) Ali b. Talk'tan (naklen) rivayet etti (ki, Ali) şöyle dedi: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Birinizin namazda abdesti bozulduğu zaman, (namazdan) ayrılsın ve abdest alsın. Sonra namazını kılar, (kılsın). "[820] Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yine şöyle buyurdu:
"Kadınlara dışkı yerlerinden varmayın! İşte Allah, hakkı (söylemekten) çekinmez ."[821] Abdullah (ed-Dârimi'ye); "Ali b. Talk, Sahâbi midir?" diye soruldu, O da;
"Evet" dedi.[822]
Bu hadiste, namaz kılarken abdesti bozulan kimsenin, abdest aldıktan sonra namazını kılacağı açıklanmaktadır. Fakat hadisin bu rivayeti, sözkonsu kimsenin, namazına kaldığı yerden mi devam edeceği, yoksa-namazını yeni baştan mı kılacağı konusunda açık değildir. Hadisin diğer rivayetleri ise "...namazını iade etsin" şeklindedir. Buna dayanarak Malikiler, Şafıîler ve Hanbeliler; namaz kılarken abdesti bozulan kimsenin abdest aldıktan sonra namazını yeni baştan kılması gerektiğini söylemişlerdir. Hanefiler ise, bu durumda efdal olanın, namazın yeni baştan kılınması olduğunu, bununla beraber, namaza kalınan yerden de devam edilebileceğini söylemişlerdir. Hanefîler bu hususta Hz. Aişe'nin rivayet ettiği ve İbn Mâce ile Dârekutni'nin kitaplarına aldıkları bir hadise dayanmışlardır. Bu hadiste namazda iken abdestin bozulması halinde abdest alınıp kalman yerden namaza devam edilmesi ("bina") emredilmektedir.[823] Hanefîler yukardaki hadisin ise, namazda iken abdestini kasten bozan kimse hakkında olduğuna yormuşlardır.[824]
1147. “Bize Abdullah b. Salih haber verip (dedi ki), bana el-Leys rivayet edip (dedi ki), bana el-Hâris b. Ya'kûb, Sa'id b. Yesâr Ebu'l-Hubâb'dan, şöyle dediğini rivayet etti:” İbn Ömer'e;
"Cariyeleri çevirdiğimde onlar hakkında, (yani cariyeleri çevirmem hakkında) ne dersin?" demiştim. O da; "Çevirmek, nedir?" demiş, ben de:
“Dışkı yerini söylemiştim. Bunun üzerine O;
"Bunu müslümanlardan bir fert yapar mı?" demişti.[825]
1148. “Bize Muhammed b. Abdillah er-Rekâşî haber verip (dedi ki), bize Yezîd b. Zurey’ rivayet edip (dedi ki), bize Muhammed b. İshak rivayet edip (dedi ki), bana Ubeydullah b. Abdillah b. Husayn en-Ensârî rivayet edip (dedi ki), bana Abdulmelik b. Amr b. Kays -ki O, kavmimden biridir. O aynı zamanda yaşıtlarımdandı- rivayet edip (dedi ki), bana Herim b. Abdillah rivayet edip dedi ki:”
Vâkıfoğulları'nın[826] toplantı yerinde kadınların durumunu ve onlardan varılabilecek (yani cinsi münâsebet yapılabilecek) yerleri görüştük de Huzeyme b. Sabit şöyle demişti:
“Ben, Rasûlullah'ı -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururken işitmiştim:”
"Ey insanlar! Şüphe yok ki Allah, hakkı (söylemekten) çekinmez. Kadınlara arkalarından varmayın!"[827]
1149. “Bize el-Muallâ b. Esed haber verip (dedi ki), bize Abdulvâhid rivayet edip (dedi ki), bize Husayn, Mucâhid'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
(Sahabe hayız hallerinde) kadınların hayız yerinden kaçınır ve onlara dışkı yerlerinden varırlardı. Sonra bunu Rasûlullah'a -sallallahu aleyhi ve sellem- sormuşlar da yüce Allah (şu âyeti) indirmiş: "Sana hayız yerini (veya halini) de sorarlar. De ki o bir ezadır. Onun için kadınlardan hayız yerinde ayrılın, (onlarla cinsi münâsebet yapmayın), temizlenene kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman ise, Allah'ın size emrettiği yerden -kadınlık organından- onlara varın"[828] ve ondan (yani kadınlık organından başkasına) geçmeyin.[829]
1150. “Bize Muhammed b. Yezîd haber verip (dedi ki), bize Yûnus b. Bukeyr rivayet edip (dedi ki), bana İbn İshak rivayet edip (dedi ki), bana Ebân b. Salih, Tâvûs, Sa'id, Mücâhid ve Atâ'dan (naklen) rivayet etti ki:”
“Onlar, kadınlara dışkı yerlerinden varmayı yadırgar ve "bu, küfrün (nankörlüğün) ta kendisidir" derlerdi.”[830]
Kocanın karışma dışkı yerinden (dübüründen) yaklaşması, meşru olmayan, zevk-i selimin kabul edemeyeceği çirkin bir iştir. Bu iş, hadis-i şeriflerde "küçük lûtilik" diye isimlendirilmiştir.[831] Bu rezilliği işlemek, hâkimin uygun göreceği bir cezayı ("ta'zîri") gerektirir. Yalnız Şafıîlere göre ta'zîr cezasının verilebilmesi için, hakim bu fiili yapmayı kocaya önceden yasaklamış olmalıdır. Aksi takdirde ona ta'zîr cezası verilemez.[832]
1151. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize el-Evzâ'î, Atâ1 ve ez-Zührî'den, onların şöyle dediklerini rivayet etti:”
“Cünüblük ve hayızdan dolayı gusül yapmak birdir.”[833]
1152. “Bize Muhammed b. Yûsuf haber verip (dedi ki), bize Şerîk, el-A'meş'ten, (O) İbrahim'den, (O da) Huzeyfe'den (naklen) rivayet etti (ki, Huzeyfe) karısına şöyle demiş:”
“Saçlarını, onlara acıması az olan (Cehennem) ateşi onları hilâllemeden önce, (bu dünyada) su ile hilâlle, (aralarına su geçir!)”[834]
1153. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Zaide, Sadaka b. Sa'id el-Hanefi'den (naklen) rivayet etti. (Sadaka dedi ki), bana Cumey' b. Umeyr -ki O, Teymullah b. Sa'lebeoğullarından biridir- rivayet edip dedi ki:” “Annem ve teyzemle beraber Hz. Aişe'nin huzuruna girmiştik de onlardan biri O'na;
"Gusülde nasıl yapıyorsun?" diye sormuş, O da şöyle cevap vermişti:
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- namaz için aldığı abdest gibi abdest alır ve başına üç defa (su) dökerdi. Bizler ise, saç örgülerinden dolayı beş (defa su) dökerdik.”[835]
1154. “Bize Sa'id b. Âmir, Şu'be'den, (O) Yezîd b. Humeyd'den, (O) Ebû Zur'a'dan, (O da) Ebû Hureyre'den (naklen) haber verdi ki, O (yani Ebû Hureyre):”
Hz. Aişe'ye, gusül yapan kadın saç (örgüsünü) çözer mi, diye sormuş, O da şöyle karşılık vermiş:
“Bak hele! Ya ona bir ûkıyye[836] harcamışsa? Başına sadece üç (defa su) boşaltması ona kâfi gelir.”[837]
1155. “Bize Abdullah, b. Sa'id rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Hâlid, Haccâc'dan, (O) Fudayl b. Amr'dan, (O) İbrahim'den, (O) Alkame'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti (ki, Abdullah) şöyle dedi:”
“(Kadın gusül yaparken) onu (yani saçını, örük diplerini) parmakları ile hilâller.”[838]
1156. “Bize Abdullah b. Sa'id haber verip (dedi ki), bize Ebû Hâlid, Haccâc'dan, (O) Ebu'z-Zubeyr'den, (O da) Câbir'den (naklen) rivayet etti (ki, Câbir), hayızlı kadın ve cünüb kimse hakkında (şöyle dedi):”
“Onlar, saçlarını bozmayarak güzelce su dökerler.”[839]
1157. “Bize Abdullah b. Sa'id rivayet edip (dedi ki), bize Ebû Halid, Haccâc'dan, (O da) Atâ'dan (naklen), onun (yani bir önceki haberin) aynısını rivayet etti.”[840]
1158. “Bize Sa'id b. Âmir, Şu'be'den, (O da) Mansûr'dan (naklen) rivayet etti ki, O şöyle demiş: İbrahim dedi ki:”
"(Kadın gusül yaparken) onun (yani saçının) diplerini ve etrafını ıslatınca onu bozmaz.”[841]
1159. “Bize Haccâc b. Minhâl rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd, Ubeydullah b. Ömer'den, (O da) Nâfı'den (naklen) riâyet etti ki:”
“İbn Ömer'in kadınları ve ümmü veled (cariyeleri) ne hayızdan, ne de cünüblükten dolayı gusül yaptıkları zaman saç örüklerini bozmazlarmış.”[842]
1160. “Bize Haccâc rivayet edip (dedi ki), bize Hammâd, Ali b. Zeyd'den, (O) Ümmü Muhammed'den, (O da) Hz. Ümmü Seleme'den (naklen) rivayet etti ki:” O şöyle dedi:
“(Kadınlar) ne hayızdan, ne de cünüblükten dolayı (gusül yaparlarken) saç örüklerini bozmazlar.”[843]
1161. “Bize Haccâc rivayet edip (dedi ki), bize Ubeydullah, Usâme b. Zeyd'den, (O) Sa'id b. Ebî Sa'id el-Makburi'den, (O da) Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- hanımı Hz. Ümmü Seleme'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Ümmü Seleme) şöyle dedi:”
Bir kadın Hz. Peygamber'e -sallallahu aleyhi ve sellem- elip şöyle demiş:
"Ben hakikaten başımın (saçını) örmeyi -veya bağlamayı- sağlam yaparım. (Gusül yaparken onları çözeyim mi?)" (Hz. Peygamber de) şöyle buyurdu:
"Başına iki avucunla üç defa su alıp (dök). Sonra her iki avuç dolusu suyun peşine (saç örüklerini) iyice didikleyip sık."[844]
1162. “Bize Ebu'l-Velîd haber verip (dedi ki), bize Zâ'ide, Mansûr'dan, (O) İbrahim'den, (O) Hemmâm İbnû'l-Hâris'ten, (O da) Huzeyfe'den (naklen) rivayet etti ki O, karısına şöyle demiş:”
“Saçlarının köklerini araştır, (köklerine suyu ulaştır) ki, onlara acıması az olan (Cehennem) ateşi, onlan hilâllemesin.”[845]
1163. “Bize Yezîd b. Hârûn, Ca'fer İbnu'l-Hâris'ten, (O da) Huzeyfe'den (naklen) haber verdi ki, O karısına şöyle demiş:”
“Su ile saçlarının köklerini araştır, (suyu köklerine ulaştır) ki, onlara acıması az olan (Cehennem) ateşi onları hilâllemesin.”[846]
1164. “Bize Yezîd b. Hârûn, Ca'fer İbnu'l-Hâris'ten, (O da) Mansûr'dan (naklen), senediyle onun (yani bir önceki haberin) benzerini haber verdi.”[847]
1165. “Bize Amr b. Avn, Hâlid b. Abdillah'tan, (O) İbn Ebî Leyla'dan, (O) Ebu'z-Zübeyr'den, (O da) Câbir'den (naklen) haber verdi (ki, Câbir) şöyle dedi:”
“Kadın, cünüblükten dolayı gusül yaptığı zaman saçını bozmaz, ama köklerine su döküp onları ıslatır.”[848]
1166. “Bize Ya'lâ haber verip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan, O'nun, başının (saçı) topuz, (örük) yapılmış olduğu halde cünüb olan kadın onu çözer mi, (meselesi) hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
"Hayır (çözmez). Fakat başına, saç köklerini tamamen sulaymcaya kadar iyice su döker."[849]
1167. “Bize Muhammed İbnu'l-Minhâl haber verip (dedi ki), bana Habîbe bint Hammâd rivayet edip (dedi ki), bana Arara bint Hayyân es-Sehmiyye[850] rivayet edip dedi ki, mü'minlerin annesi Hz. Aişe bana şöyle demişti:” “Sizden biri hayzmdan temizlendiğinde, bir parça toplak otu ile bunu bulamazsa bir parça mersin ağacı ile bunu bulamazsa bir parça çekirdek ile bunu da bulamazsa bir parça tuz ile buhurlanamaz mı?”[851]
1168. “Bize Ebu'n-Nu'mân haber verip (dedi ki), bize Sabit b. Yezîd rivayet edip (dedi ki), bize Asım, Muâze el-Adeviyye'den, (O da) Hz. Aişe'den (naklen) rivayet etti (ki, Hz. Aişe) şöyle dedi:”
“Kadın hayızdan dolayı gusül yaptığı zaman kan izine güzel koku sürsün.”[852]
1169. “Bize Muhammed b. Uyeyne, Ali b. Mushir'den, (O) Ubeydullah'tan, (O) Nâfi'den, (O da) İbn Ömer'den (naklen) haber verdi ki:”
“O'nun kadınları ve ümmü veled (cariyeleri) hayız ve cünüblükten dolayı, saçlarını bozmayarak, fakat ıslatılmalarında büyük gayret göstererek gusül yaparlardı.”[853]
Gusül yaparken suyu bedenin her tarafına ulaştırmak, bu arada saçları da yıkamak farz (vâcib)dir. Bununla beraber saç örükleri hakkında, Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- konuyla ilgili hadislerinin değerlendirilmesinden kaynaklanan bazı farklı görüşler vardır. Şöyle ki, Hanefi Mezhebine göre, kadının, gusül yaptığın da saç örüklerini çözmesi, şayet kökleri ıslanmışsa, farz değildir. Erkeklerin ise, kökleri ıslanmış olsa da, saç örüklerini çözmeleri gerekir. Hanbeliler de, cünüblükten dolayı alınan gusülde saç örüklerini çözmenin, kökleri ıslanmışsa, vâcib olmadığını, fakat hayız ve lohusalıktan dolayı alman gusülde vâcib olduğunu söylemişlerdir. Bazı Hanbelîlere göre ise, bir ayrım yapılmayarak her çeşit gusülde saç örgülerini çözmek vâcib değildir. Mâlikilerin görüşü de şöyledir: Sadece bir veya iki iple gevşek örülmüş olan saç örüklerini çözmek gerekmez. Bunun dışmdakileri çözmek vâcibdir. Şafıîler de, saçların içine suyun ulaşması halinde saç örüklerini çözmenin gerekmeyeceğini, aksi halde ise onları çözmenin vâcib olduğunu söylemişlerdir.[854]
1170. “Bize el-Muallâ b. Esed haber verip (dedi ki), bize Ebû Avâne, Muğîre'den, (O da) İbrahim'den (naklen) rivayet etti (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadının camiden bir şeyi almasında hiçbir mahzur yoktur.”[855]
1171. “Bize Yezîd b. Hârûn, Ca'fer İbnul-Hâris'ten, (O) Mansûr'dan, (O da) İbrahim'den (naklen) haber verdi (ki, İbrahim) şöyle dedi:”
“Hayızlı kadın, içine girmeyerek camiden bir şeyi alabilir.”[856]
1172. “Bize Müslim haber verip (dedi ki), bize Hişâm, Katâde'den, O'nun şöyle dediğini rivayet etti:”
“Cünüb kimse, camiye (bir şey) koyamadığı halde ondan (bir şey) alabilir.”[857]
1173. “Bize Yala haber verip (dedi ki), bize Abdülmelik, Atâ'dan (naklen) rivayet etti (ki, Atâ'):”
Hayızlı kadın camiden bir şeyi alabilir mi (meselesi) hakkında şöyle dedi:
"Evet, Mushaftan başkasını (alabilir)."[858]
Cünüblülük ve hayızlılık, büyük abdestsizlik halleridir. Bu durumlarda bazı Şer'î işleri yapmak haramdır ki, bunlardan biri de camiye girmektir. Cünüb kimse ile hayızlı kadın, içine girmeksizin camiden birşey alabilirlerse de, caminin içine ancak bazı durumlarda girebilirler: Malikilere göre söz konusu kimselerin camiye girmeleri sadece iki durumda mübâh olur: Gusül yapılacak suyun sadece camide bulunması (-ki bu durumda camiye girmeden önce teyemmüm yapmak vâcipdir). Bir tehlike anında camiden başka sığınılacak bir yerin bulunmaması. Hanefıler de, sözkonusu kimselerin camiye ancak zaruret halinde girebileceklerini söylemişlerdir. Onlara göre, cami dışında cünüp olup da camiye girmeye mecbur olan kimse ile caminin içinde ihtilâm olup da bir tehlikeden dolayı dışarı çıkamayan kimsenin teyemmüm yapmaları vacibdir. Şafîîlerin görüşü ise şöyledir: Cünüb kimse ile camiyi kirletmeyeceklerinden emin olduklarında hayızlı ve lohusa kadınların, içinde eğleşmeksizin caminin bir kapısından girip diğerinden çıkmaları caizdir. Bu kimselerin, bir zaruretten dolayı camide eğleşmeleri de caizdir. Ancak abdest almaya yetecek su varsa, abdest almaları, yoksa caminin toprağından başkası ile teyemmüm yapmaları vacibdir. Hanbeliler ise şöyle demişlerdir; Söz konusu kimselerin caminin içinden geçmeleri, bir yerde eğleşmeksizin gidip gelmeleri caizdir. Ancak hayızlı ve lohusa kadınların camiyi kirletmeyeceklerinden emin olmaları gerekir. Cünüb kimse de, bir zaruret olmasa da, abdest alarak camide kalabilir. Hayızlı ve lohusa kadınların abdest alıp camide kalmaları ise ancak kanlan kesildikten sonra caizdir.[859]
1174. “Bize Müslim haber verip (dedi ki), bize Hişâm rivayet edip (dedi ki), bize Katâde, Ebû Miclez'den, (O da) İbn Abbâs'tan (naklen) rivayet etti (ki, İbn Abbâs);”
"...Cünüb iken de -yoldan geçmeniz müstesna- (guslünüzü yapıncaya kadar namaz (yerlerine) yaklaşmayın)"[860] âyeti hakkında;
"(Yoldan geçen'den maksad) yolcudur" dedi.[861]
1175. “Bize Müslim haber verip (dedi ki), bize el-Hasan b. Ebî Ca'fer rivayet edip dedi ki), bize Selm el-Alevî, Enes'ten rivayet etti ki:”
O; "...cünüb iken de -yoldan geçmeniz müstesna-, (guslünüzü yapıncaya kadar namaz (yerlerine) yaklaşmayın)"[862] (âyetinin tefsirinde) şöyle dedi:
“Cünüb kimse, içinde oturmayarak camiden geçebilir.”[863]
1176. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek Ebû Nuaym, Serik'ten, (O) Abdulkerim el-Cezerî'den, (O da) Ebû Ubeyde'den (naklen) haber verdi ki, O şöyle dedi:”
"Cünüb kimse, içinde oturmayarak camiden geçebilir." (Ebû Ubeyde) ardından şu âyeti okudu: "...cünüb iken de -yoldan geçmeniz müstesna- (guslünüzü yapıncaya kadar namaz (yerlerine) yaklaşmayın.)"[864]
1177. “Bize el-Hakem İbnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Simâk'tan, (O) îkrime'den ve Sâlim'den (O da) Sa'id'den (naklen) rivayet etti (ki, İkrime ve Sa'id) şöyle dediler:”
“(Cünüb kimse) içinde oturmayarak (caminin içinden) geçebilir.”[865]
1178. “Bize Abdullah b. Musa, İbn Ebî Leyla'dan, (O) Ebu'z-Zübeyr'den, (O da) Câbir'den (naklen) haber verdi (ki, Câbir) şöyle dedi:”
“Biz cünüb olduğumuz halde caminin içinde yürür, bunda bir mahzur görmezdik.”[866]
1179. “Bize Ya'la b. Ubeyd haber verip (dedi ki), bize Abdulmelik, Atâ'dan, O'nun, boynunda muska (hamâyıl) veya (âyet) yazılı kâğıt bulunan hayızlı kadın hakkında şöyle dediğini rivayet etti:”
"Eğer o, bir derinin içinde ise onu (boynundan) çıkarsın. Gümüşten yapılmış bir lülenin içinde ise bir mahzur yoktur: Dilerse (onu boynundan) indirir, dilerse (bir şey) yapmaz."[867] Abdullah (ed-Dârimi'ye);
"Bu görüşü kabullenir misin?" denildi, O da;
"Evet" dedi.[868]
Muska (nüsha, nuska, hamail); kötülüklerden, belâlardan, hastalıklardan korunmak, bunlardan kurtulmak için yazılıp taşınan takıdır. Muskanın bizzat müessir olduğuna inanmak şirk olduğu gibi, şirke götüren sözlerden, mânâsız yazı ve çizgilerden yapılmış olanlarını takınmak da haramdır. Te'sirin ve şifânın Allah'tan olduğuna inanarak, içlerine sadece âyet veya Allah'ın isim ve sıfatlarının yazılmış olduğu bir muskayı taşıma hakkında ise iki görüş vardır: Abdullah b. Amr İbni'1-As ve kendisinden gelen bir rivayetin zahirine göre Hz. Aişe, bunun caiz olduğunu söylemişlerdir. Ebû Ca'fer el-Bâkır ile bir rivayete göre İmam Ahmed de bu görüşte idiler. Abdullah b. Amr İbni'1-As'ın, Hz. Peygamber'in öğretmiş olduğu bir sığınma duasını aklı eren çocuklarına öğrettiği, daha küçük çocuklarının ise yazıp boyunlarına astığı nakledilmektedir.[869] İmâm Mâlik ise, bir mahfaza içine konulduğunda, hayızlı kadınlara ve çocuklara Kur'an'dan bir şeyi takmada mahzur olmadığını söylemiştir. İbnu's-Salâh da bir fetvasında, içine Kur'an ayetleri yazılmış olan muskaları takınmanın caiz olduğunu söylemiştir. O, muhtar olan görüşe göre, üzerine mum gibi bir şey kaplandığında, muska ile helaya girmenin de mekruh olmadığını açıklamıştır. Bunların yanında muska takınmanın caiz olmadığını söyleyenler de vardır. Abdullah b. Mes'ûd, O'nun talebe-arkadaşları, Abdullah b. Abbâs, Ukbe b. Amir ve bir rivayete göre İmam Ahmed -ki taraftarlarından bir çok kimse O'nun bu görüşünü tercih ederler- bu görüşte idiler.
Netice olarak şunu söylemek mümkündür: Zikredilen şartlarla muska takmak caiz ise de, en iyisi takmamaktır. Bunun yerine belâ, sıkıntı ve hastalıklarda âyetler ve Hz. Peygamber'in öğrettiği dualarla, tabir caizse, sözlü olarak Allah'a sığınmak ve O'ndan yardım istemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- Sünnet'i de böyle olmuştur.
Muskayı abdestsiz ve cünüb kimsenin taşıması da ihtilaf konusu olmuştur. Hanefıler ve Hanbeliler, abdestsiz ve cünübün, içinde âyet bulunan muskayı mahfazası içinde taşımasının caiz olduğunu, Kadı Hüseyin ise, mekruh olduğunu söylemişlerdir.[870]
1180. “Bize Muhammed b. Yezîd haber verip dedi ki, bize Abdullah b. Şevzeb rivayet edip (dedi ki), bize Matar rivayet edip dedi ki:”
el-Hasan ve Atâ'ya, bir yolculukta beraberinde karısı bulunan, derken (karısı) hayız olan, sonra da kanı kesilen, ama su bulamayan adamın (karısının ne yapacağım) sordum, onlar da;
"Teyemmüm yapar, namazını kılar" dediler. (Matar) dedi ki, onlara;
"Kocası onunla cinsi münasebet yapabilir mi?" dedim. Onlar;
"Evet, dediler, (çünkü) namaz bundan daha büyüktür."[871]
1181. “Bize Sa'id İbnu'l-Muğîre, İbnu'l-Mübârek'ten, (O) İbn Cureyc'den, (O da) Atâ'dan (naklen) rivayet etti ki:” O, hayız kanı kesilen fakat su bulamayan kadın hakkında şöyle dedi:
“Teyemmüm yaptığı zaman kocası onunla cinsi münâsebet yapabilir.” Abdullah (ed-Dârimi'ye;
"Bu görüşü kabullenir misin?" diye soruldu, O da;
"Evet, vallahi!" dedi.[872]
1182. “Bize Yezîd haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Leys'ten, (O da) Tâvûs'tan (naklen):”
O'nun, cariyenin, hayız olmuyor idiyse, rahminde cenin olup olmadığını araştırma (istibrâ")[873] hakkında; "kırkbeş gün (beklenir)" dediğini rivayet etti.[874]
1183. “Bize Yezîd haber verip (dedi ki), bize Şerîk, Halid el-Hazzâ'dan, (O da) Ebû Kılâbe'den (naklen) haber verdi ki, O şöyle dedi:”
“(Hayız olmayan cariyenin istibrâsında) üç ay (beklenir).”[875]
1184. “Bize Muhammed İbnu'l-Mübârek, Ömer b. Abdilvâhid'den, (O da) el-Evzâ'î'den (naklen) haber verdi ki, O şöyle dedi:”
“Ez-Zühri'ye, hayız olma zamanına ulaşmamış olan, dengi de hamile olmayan bir cariye satın alan adamın, onun rahminde cenin olup olmadığını araştırmada ne kadar bekleyeceğini sordum da” O;
"Üç ay (bekler)" dedi. Yahya b. Ebî Kesîr ise;
"Kırkbeş gün (bekler)" dedi.[876]
1185. “Bize el-Heysem b. Cemil, İbnu'l-IVIübârek'ten, (O) Yahya b. Bişr'den, (O da) İkrime'den (naklen) haber verdi ki:” O;
"Bir ay (bekler)" dedi. Abdullah (ed-Darimi'ye);
"Bu iki görüşün hangisini kabullenirsin?" diye soruldu. O da şöyle dedi:
"Üç ay (görüşü) daha sağlamdır. Bir ay da yeter."[877]
[1] Müslim, İman, 10 (1/41); Buhâri, İlm, 6 (1/23); Nesai, Sıyâm, 1 (4/97-99); Tirmizi, Zekât 2 (3/14-15); İbn Mâce, İkâme, 194 (1/449); Ahmed b. Hanbel, 3/143, 193, Bkz. 1586. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/ 100-102
[2] Mâ'ide: 5/101.
[3] Nahl: 16/43; Enbiyâ': 21/7.
[4] Fethul-Eâri, 1/243.
[5] Bkz. 1586. hadis.
[6] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/102-103
[7] et-Taberâni'nin rivayetinden, beşinci meselenin, zina gibi ahlâksızlıklarla alâkalı olduğu anlaşılmaktadır. (Bkz. Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/290. Krş. Fethu'1-Bâri, 1/243).
[8] Bu hadisi et-Taberâni, büyük ve orta "Mu'cem"lerinde rivayet etmiştir. Hadisin senedindeki Atâ İbnu's-Sâ'ib, "sika" olmakla beraber, sonraları hafıza bozukluğuna ("ihtilât") uğramıştır (Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/290). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/103-104
[9] Ahmed b. Hanbel, 1/250, 264-265; Mecmeuz-Zevâıd, 1/289. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/100/105-107
[10] Müslim, Taharet, 1 (1/203); Tirmizi, Da'avât, 86 (5/535-536); İbn Mâce, Taharet, 5 (1/ 102-103); Nesâ'i, Zekât, 1 (5/5); Ahmed b. Hanbel, 5/342, 343. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/108
[11] Şerhu Müslim, 3/100.
[12] Bakara: 2/222.
[13] Tevbe: 9/108.
[14] Müddessir: 74/4.
[15] Bkz. Hak Dini, 1/56 vd.
[16] Bu cümle Müslim ve Tirmizi'de "Sübhanellahi ve'1-Hamdü Lillahi" şeklinde geçer. Cümle Ahmed b.Hanbel'de "Sübhanellahi ve'llahu Ekber ve Lâ İlahe İllellahu ve'llahu Ekber" veya "Sübhanellahi ve'llahu Ekber ve Lâ îlâhe İllellah" yahut "Sübhanellahi ve'1-Hamdu Lillahi ve'llahu ekber" gibi üç ayrı şekilde geçer. Nesâ'i ve İbn Mâce'de ise cümle yerine "Tesbih ve Tekbir" masdarları yer almaktadır.
[17] Ankebût: 29/45.
[18] Hadisin verilen kaynaklarının hepsinde bu cümle "sabır ışıktır" şeklindedir,
[19] Ekz. Şerhu Müslim, 3/100-102; Zehru'r-Ruba, 5/5-6; Feyzu'l-Kadir, 4/290-291. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/108-110
[20] Tirmizi, Da'avât, 87 (5/536-537. Tirmizi'nin senedinde Cureyy en-Nehdî yerine Cerîr en-Nebdi ismi geçmekte ise de Cureyy doğru olmalıdır. Bkz. Takrib, 1/128. Tirmizi'nin metninde ise "Abdest" yerine "Temizlik" geçmektedir); Ahmed b. Hanbel, 5/363. (Ahmed b. Hanbel'de de "Abdest" yerine "Temizlik" zikredilir). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/110
[21] Bakara: 2/143.
[22] Buhârî, İman, 30 (1/15).
[23] Tuhfetu'l-Abvezî, 9/501. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/110-111
[24] Bu cümlenin mânâsı şöyle de olabilir: "(Bütün iyilikleri tek tek) sayıp (yapamayacağınız) halde, (yine de) dosdoğru hareket ediniz."
[25] Bu diğer râvi Abdullah b. Amr olmalıdır. Bkz. ibn Mâce, Taharet, 4 (1/102).
[26] Bu hadis munkatı'dır. Salim, Sevbân'a kavuşmamıştır. Tayâlisî, s. 134. İbn Mâce, Taharet, 4 (1/101-102); el-Mustedrek, 1/130; el-Muvatta, Taharet, 36 (1/34); Ahmed b. Hanbel, 5/277, 280, 282. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/111
[27] Buranın mânâsı şöyle de olabilir: "Doğruluğa sarılınız, aşırılıklara kaçmayınız".
[28] Senedi muttasıl olan bu hadisi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Ebû Ya'la el-Mavsılî, ve sahih'inde îbn Hıbbân da rivayet etmişlerdir (Misbâhu'z-Zücâee, 1/41'den naklen: Sünenu'd-Darimi, Beyrut, 1987, 1/175, dipnotunda). Bkz. Tayâlisî, a. 134. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/112
[29] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/107-112
[30] Zikredilen âyet, Mâ'ide: 5/6. bir parçasıdır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/113
[31] Bu gazvenin h. 4. veya 5., yahut 6. yılda vukubulduğu rivayetleri vardır.
[32] Fethu'1-Bâri, 2/254; Menhel, 1/119.
[33] îbn Mâce, Taharet, 47 (1/145-146); Musned, 2/98.
[34] Tefsîru İbn Kesir, 2/21-22; Fethu'1-Bâri, 2/3-4; Şerhu Müslim, 3/102-103; Neylu'l-Evtâr, 1/241, 248; İbn Abidin, 1/61-62; Hak Dini, 3/1583 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/113-114
[35] Ebû Dâvûd, Taharet, 25 (1/12-13); Ahmed b. Hanbel, 5/225; el-Mustedrek, 1/156. Se-neddeki Muhammed b. îshak mudellis olduğu için "an" edâ sigasıyla yaptığı rivayet, za'if sayılır (Neylu’l-Evtâr, 1/249). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/ 114
[36] Müslim, Taharet, 86 (1/232); Ebû Dâvûd, Taharet, 65 (1/44); Nesâ'î, Taharet, 100 (1/ 73); Tırmizî, Taharet, 45 (1/89); îbn Mâce Taharet, 72 (1/170); Ahmed b. Hanbel, 5/350- 351, o58.
[37] Mâıde: 5/6
[38] Ahmed b. Hanbel, 2/410, 435 ("...veya kokudan" ilâvesiyle); Tirmizi, Taharet, 56 (1/ 109; ibn Mâce, Taharet, 74 (1/172). Buhâri bunu, Ebû Hureyre'nin sözü yani mevkuf ve muallak olarak kaydetmiştir (Vudû; 34 (1/52). Bkz. 727. hadis.
[39] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/112-115
[40] Ebû Dâvûd, Taharet, 1 (1/1); Tirmizi, Taharet, 16 (1/31-32); Nesâ'i, Taharet, 15 (1/121); İbnMâce, Taharet, [40] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/116
22 (1/120); Musned, 4/248; Müstedrek, 1/140.
[41] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/116
[42] Hicrî 3. veya 4. yılda nazil olduğu da söylenir. Bkz. Tecrid, 2/347, 11/48, 398.
[43] Bkz. Buhâri, Şehâdât, 15 (3/155), İstizan, 10 (7/129).
[44] Vefâu’l-Veft, 2/466. [44] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/116-117
[45] Ebû Dâvûd, Taharet, 19 (1/9); İbn Mâce, Taharet, 23 (1/121,122); Ahmed b. Hanbel 2/ 371. Bkz. 2093. hadis. Seneddeki Ebû Sa'îdi'1-Hayr isminde bir hata olduğu, bunun Ebû Sa'îdi'l-Hayr değil, Ebû Sa'îd el-Hımyeri olması gerektiği açıkanmaktadır, Bkz. el-Menhel, 1/128, 132, 133; Neylû'l-Evtâr, 1/115. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/117-118
[46] el-Menhel, 1/129; Fethu'1-Bâri, 21/275.
[47] Tirmizi, Tıbb, 9 (4/389). Her bir gözüne üç defa sürme çekerdi.
[48] Bkz. 687.-691. hadisler.
[49] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/118-119
[50] Müslim, Hayz, 79 (1/268-269); Ebû Dâvûd, Cihâd, 46 (3/23); İbn Mâce, Taharet, 23 (1/ 122-123); Ahmed b. Hanbel, 1/204, 205, Bkz. 761. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/117/119-120
[51] Ahmed b. Hanbel, 3/487. Bu hadisin senedi,"Abdulkerim'den dolayı za'ifdir. Bkz. 678. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/120
[52] Buhâri, Vudu, 11 (1/45); Müslim, Taharet, 59 (1/224); Ebû Dâvûd, Taharet, 4 (1/3); Nesâ'i, Taharet, 18-20 (1/23-25); Tirmizi, Taharet, 6 (1/13); îbn Mâce, Taharet, 17 (1/115); el-Muvatta', Kıble, 1 (1/193); Ahmed b. Hanbel, 5/421; er-Risâle, 292.
[53] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/121
[54] Ibn Mâce, Taharet, 16 (1/114).
[55] İbn Abidin, 1/228.
[56] Diğer görüşlerle tafsilât için bkz. Neylu'l-Evtâr, 1/95 vd.; Menhel, 1/39 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/120/121-122
[57] Tirmizi, Taharet, 10 (1/21); Ebû Dâvud, Taharet, 6 (1/4, muallak olarak). el-A'meş'in hiçbir Sahâbiden, bu arada Enes'ten semâ'i olmadığı için bu hadis munkatı'dır.
[58] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/122
[59] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/122-123
[60] Buhâri, Vudû’, 12 (1/45), 14 (1/46); Müslim, Taharet, 61, 62 (1/225); Ebû Dâvûd Taharet, 5 (1/4). Nesâî, Taharet, 21 (1/25) Tirmizi Taharet, 7 (1/16); İbn Mace, Taharet, 18 (1/ 116-117); Mâlik, Kıble 3 (1/193-194); Ahmed b. Hanbel, 2/41, 99; er-Risâle, 292-293. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/123
[61] Buhâri, Vudû', 60, 61 (1/62); Müslim, Taharet, 73, 74 (1/228); Ebû Dâvûd, Taharet, 12 (1/6); Nesâ'i, Taharet, 23 (1/26-27); Tirmizi, Taharet, 9 (1/19). İbn Mâce, Taharet, 13 (1/111); Ahmed b. Hanbel, 5/394, 402.
[62] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/124
[63] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/124
[64] Buhâri, Vudû', 9 (1/45); Müslim, Hayz, 122 (1/283); Ebû Dâvûd, Taharet, 3 (1/2); Nesâ'i, Taharet, 17 (1/22); Tirmizi, Taharet, 4 (1/10-12); İbn Mâce, Taharet, 9 (1/108); Ahmed b. Hanbel, 3/99, 101, 282. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/125
[65] Menhel, 1/31; Tecrid, 1/134. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/125-125
[66] Ebû Dâvûd, Taharet, 21 (1/10-11); Nesâ'i, Taharet, 39 (l/3B); Ahmed b. Hanbel, 6/108, 133. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/126
[67] İbn Abidin, 1/223 vd. Menhel, 1/148-149. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/127
[68] Ebû Dâvûd, Taharet, 21 (1/11); İbn Mâce, Taharet, 16 (1/114); Ahmed b. Hanbel, 5/213, 214, 215. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/126/127-128
[69] Bkz. 670. hadis.
[70] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/128
[71] İbn Abidin, 1/226; Menheî, 1/144-146. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/128-129
[72] Euhâri, Vudu, 18, 19 (1/47); Müslim, Taharet, 63-65 (1/225); Ebû Dâvûd, Taharet, 18 (1/8); Nesâ'i, Tahârot, 22 (1/26), 41 (1/39-40); Tirmizi, Taharet, 11 (1/23); İbn Mâce, Taharet, 15 (1/113); Ahmed b. Hanbel, 5/295, 296, 300, 310, 311. Bkz. 2128. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/129
[73] Küçük abdest bozdukdan sonra sidik eserinin tamamiyle kesilmesini beklemeye istibrâ' denir.
[74] Menhel, 1/42, 120, 121.
[75] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/129-130
[76] Ebû Dâvûd, Taharet, 4 (1/3); Nesâ'i, Taharet, 35 (1/35); İbn Mâce, Taharet, 16 (1/114); Ahmet b. Hanbel, 2/247, 250; Müslim, Taharet, 60 (1/224, muhtasaran).
[77] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/130-131
[78] Buhâri, Vudû’, 15-17 (1/46-47); Müslim, Taharet, 69-71 (1/227); Ebû Dâvûd, Taharet, 23 (l/ll); Nesâ'i, Taharet, 40 (1/38-39); Ahmed b. Hanbel, 3/203. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/131
[79] Tevbe: 9/108.
[80] Bu konudaki rivayetleri toplu olarak görmek için bkz. Tefsiru İbn Kesir, 2/389. Bazı rivayetlerde Kubâ'lıların bu usûlü, Tevrat'dan veya Yahudilerden öğrendikleri açıklanır.
[81] Fethu'1-Bâri, 2/28; Menhel, 1/159-161; Tecrid, 1/141. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/132-133
[82] Hadisin kaynaklarına ilâveten: Buhâri, Salât, 93 (1/127); Ahmed b. Hanbel, 3/171.
[83] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/133
[84] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/131-133
[85] Ebû Dâvûd, Taharet, 24 (1/12); Nesâ'i, Taharet, 42 (1/41); İbn Mâce, Taharet, 29 (1/ 128); Ahmed b. Hanbel, 2/358. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/134
[86] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/134
[87] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/134-135
[88] Ebû Dâvûd, Taharet, 17 (1/8); Tirmizi, Taharet, 5 (1/12); İbn Mâce, Taharet, 10 (1/110); Ahmed b. Hanbel, 6/155; Amelu’l-Yevm ve'1-Leyle, 172; Müstedrek, 1/158., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/135
[89] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/135-136
[90] Kaynakları için bîr sonraki hadise bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/136
[91]İslamiyette Ağız ve Diş Sağlığı Üzerine Bir Tebliğ, F. Çulhaoğlu, Diyanet Dergisi (1981 Yıllığı) Hicret Özel Sayısı, s. 323-325.
[92] Buhâri, Meğazi, 83 (5/139).
[93] Umde, 3/185; Menhel, 1/167 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/136-138
[94] Buhâri, Cum'a, 8 (1/214); Nesâ'i, Taharet, 5 (1715); Ahmed b. Hanbel, 3/143, 249. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/138
[95] Buhâri, Cum'a, 8 (1/214); Müslim, Taharet, 42 (1/220); Ebû Dâvûd, Taharet, 25 (1/12); Nesâ'i, Taharet, 6 (1/16); Tirmizi, Taharet, 18 (1/34); İbn Mâce, Taharet, 7 (1/105); Muvatta', Taharet, 114 (1/66); Ahmed b. Hanbel, 2/245, 250, 400. Bkz. 1492. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/138
[96] Buhâri, Savm, 26 (2/234, muallak olarak yine Ebû Hureyre'den naklen); Ahmed b. Hanbel, 2/517; Müstedrek, 1/146.
[97] İbn Abidîn, 1/77; Menhel, 1/169. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/136/138-139
[98] Buhâri, Savm, 27 (2/234, muallak olarak); Nesâ'î, Taharet, 4 (1/15); Ahmed b. Hanbel, 6/47, 62, 124, 238. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/139
[99] Bakara: 2/222.
[100] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/139-140
[101] Buhâri, Cum'a, 8 (1/214); Müslim, Taharet, 46 (1/220); Nesâ'î, Taharet, 1 (1/13); Ebû Dâvûd, Taharet, 30 (1/15); İbn Mâce, Taharet, 7 (1/105); Ahmed b. Hanbel, 5/390, 402, 407., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/140
[102] Bu namaz hakkında 1484. hadisin "açıklama"sına bkz.
[103] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/140-141
[104] Ebû Dâvûd, Taharet, 31 (1/16); Nesâ'î, Taharet, 103 (1/75), Zekât, 48 (5/42); İbn Mâce, Taharet, 2 (1/100); Ahmed b. Hanbel, 5/74, 75. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/141
[105] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/141-142
[106] Ebû Dâvûd, Taharet, 31 (1/16); Salât, 73 (1/168); Tirmizî, Taharet, 3 (1/9), Salât, 177 (2/ 3-4); İbn Mâce, Taharet, 3 (1/101); Ahmed b. Hanbel, 1/123, 129. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/143
[107] Müddessir: 74/3.
[108] A'lâ: 87/15.
[109] İbn Abidin, 1/297, 301 vd. Menhel, 1/215 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/142-144
[110] Müslim, Hayz, 52, 53 (1/258); Tirmizî, Taharet, 42 (1/84); îbn Mâce, Taharet, 1 (1/99); Ahmed b. Hanbel, 5/222. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/144
[111] Tecrîd, 1/166-167; Menhel, 1/303, 306. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/145
[112] Müslim, Hayz, 50 (1/257); Ebû Dâvûci, Taharet, 44 (1/23-24); Nesât, Taharet, 58 (1/50), 143 (1/106), Miyâh, 13 (1/146); Ahmed b. Hanbel, 3/112, 116, 259, 282, 290. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/145
[113] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/144-146
[114] İbn-i Mace, Taharet, 39 (1/138); Ebû Davud Taharet '56: (1/31); Ahmed b, Hanbel, 6/358. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/146
[115] İbn-iAbidin, 1/86. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/ 146-147
[116] İbn Mâce, Taharet, 41 (1/139-140); Ahmed b. Hanbel, 3/41; Müstedrek, 1/147. Tirmizî de bu hadise işaret eder: Tirmizî, Taharet, 20 (1/38). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/147
[117] Menhel, 1/321-323; İbn Âbidin, 1/75; Feyzu'l-Kadir, 6/429-430. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/147-148
[118] Ahmed b. Hanbel, 4/8-10; Nesâ'î, Taharet, 66 (1/55). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/148-149
[119] Müslim, Taharet, 87 (1/233).
[120] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/148-149
[121] Buhâri, Vudû’, 24 (1/48); Müslim, Taharet, 3 (1/204); Ebû Dâvûd, Taharet, 50 (1/26); Nesâ'î, Taharet, 67 (1/56); Ahmed b. Hanbel, 1/59, 64, 66, 68., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/150
[122] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/149150-151
[123] Buhâri, Vudu, 41 (1/56), 46 (1/57-58); Müslim, Taharet, 18 (1/210-211); Ebû Dâvüd Taharet, 50 (1/29-30); Nesâ'î, Taharet, 79, 80 (1/61-62); Tirmizî, Taharet, 22 (1/41), 36 (3766); îbn Mâce, Taharet, 51 (1/149-150); Mâlik,Tahâret, 1 (1/18); Ahmed b. Hanbel, 4/38, 39. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/152
[124] Buhâri, Vudû', 38 (1/54-55).
[125] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/152-153
[126] Tirmizî, Taharet, 36 (1/66); Ahmed b. Hanbel, 4/39-42. Ayrıca 700. hadisin kaynaklarına bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/153
[127] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/152-153
[128] Ebû Dâvûd, Taharet, 53 (1/34); Nesâ'î, Taharet, 63 (1/54). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/154
[129] Buhâri, Vudu’, 7 (1/44), 22 (1/47-48); Ebû Dâvûd, Taharet, 52 (1/34); Nesâ'î, Taharet, 83, 84 (1/63); İbn Mâce, Taharet, 45 (1/143); Tirmizi, Taharet, 32 (1/60-61); Ahmed b. Hanbel, 1/ 268, 331). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/154-155
[130] İbn Abidin, 1/80.
[131] İbn Abidin, 1/79.
[132] Nasbu'r-Râye, 1/17.
[133] Tirmizi, Taharet, 22 (1/43).
[134] Menhel, 2/8. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/154-155
[135] İbn Mâce, Taharet, 49 (1/148); Ahmed b. Hanbel, 3/3; Müstedrek, 1/191. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/156
[136] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/156-157
[137] Kaynakları için bir önceki 704. hadisin kaynaklarına bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/157
[138] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/158
[139] İbn Mâce, Taharet, 47 (1/146); Ahmed b. Hanbel, 2/98. Bu hadis za'îfdir.
[140] Feyzu'l-Kadir, 2/193. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/155-158
[141] Bu kelimenin Arapçası olan "er-rahbe" isminde bazı yerler, bu arada Kûfe'de de bir yer vardır. Haberde Kûfe'deki bu yer de sözkonusu olabilir.
[142] Bu ilâve, hadisin Ebû Dâvûd'daki bir rivayetinden yapıldı.
[143] Ebû Dâvûd, Taharet, 50 (1/27-28); Nesâî, Taharet, 73-76 (1/58-59); Tirmizi, Taharet 37 (1/68-69); Ahmed b. Hanbel, 1/158. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/159-160
[144] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/160
[145] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/159-160
[146] Buhâri, Vudu, 25, 26 (1/48); Müslim, Taharet, 20-22 (1/212); Ebû Dâvûd, Taharet, 55 (1/34-35); Nesâî, Taharet, 69, 71 (1/57); İbn Mâce, Taharet, 44 (1/143); Mâlik, Taharet, 3 (1/19) Ahmed b. Hanbel, 2/236, 277, 278, 308, 401. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/161
[147] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/161-162
[148] Tirmizi, Taharet, 23 (1/46); İbn Mâce, Taharet, 50 (1/148); Mustedrek, 1/149. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/162
[149] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/162-163
[150] Ebû Dâvud, Taharet, 55 (1/35-36); Nesa î, Taharet, 70 (1/57), 91 (1/67); Tirmizi Taharet, 30 (1/56), Savm, 69 (3/155); İbn Mâce, Taharet, 54 (1/153); Ahmed b. Hanbel, 4/33, 211; Mustedrek, 1/147-148. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/163
[151] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/163-164
[152] Buhâri, İlm, 3 (1/21), 30 (1/32), Vudu’, 27 (1/49); Müslim, Taharet, 26 (1/214); Ebû Dâvûd, Taharet, 46 (1/24); Nesaî, Taharet, 88 (1/66); İbn Mâce, Taharet, 55 (1/154); Ahmed b. Hanbel, 2/193, 201, 211. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/164-165
[153] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/165
[154] Buhâri, Vudu, 29 (1/49); Müslim, Taharet, 28-30(17214-215); Nesâî, Taharet, 88 (1/66); Tİrmizi, Taharet, 31 (1/58); İbn Mâce, Taharet, 55 (1/154); Ahmed b. Hanbel, 2/282, 284, 406.
[155] Bunun sebebi Abdullah'ın rivayetinde Hz. Peygamber'in sözü olarak görülen "Abdesti tam alınız" cümlesinin büyük ihtimalle, Ebu Hureyre'nin rivayetinden açıkça anlaşıldığı gibi, sahabinin sözü ("mudrec") olmasıdır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/164/165-166
[156] Dârekutnî, 1/86; Ebû Dâvûd, Taharet, 50 (1/27). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/166
[157] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/166-167
[158] Cuhfe, Mekke ile Medine arasında bir yer olup Mekke'ye yaklaşık 320 km. mesafededir.
[159] Abdullah b. Zeyd'in musnedi olarak: Müslim, Taharet, 19 (1/211) Ebû Dâvûd, Taharet, 50 (1/30); Tirmizi, Taharet, 27 (1/50-51); Ahmed b. Hanbel, 4/39-42.
[160] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/167-168
[161] Bkz. Usdu'1-Ğâbe, 1/437, 3/250.
[162] İbn Abidin, 1/67, 132-134; Menhel, 1/249-251, 2/48. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/167/168-169
[163] Buhâri, Vudu, 48 (1/58-59); İbnMâce, Taharet, 89 (1/186); Musned, 4/179, 5/288.
[164] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/170
[165] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/170-171
[166] Bkz. 697. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/171-172
[167] Menhel, 2/16; Istılahat, 1/109.
[168] İbn Abidin, 1/85, 231; Menhel, 2/152-153. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/171-172
[169] Buhâri, Ğusl, 7 (1/69-70), 16, 18 (1/72, 73); Müslim, Hayz, 38 (1/254-255); Ebû Dâvûd, Taharet, 98 (1/64); Nesâ'î, Taharet, 160, 161 (1/113, 114); Tirmizi, Taharet, 76 (1/174); İbn Mâce, Taharet, 59 (1/158); Musned, 6/335. Bkz. 753. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/173
[170] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/173-174
[171] Buhâri, Vudû’, 48- 59 (1/58-59); Müslim, Taharet, 75-82 (1/228-231); Ebû Dâvûd, Taharet, 59 (1/37,40); Nesâ'î, Taharet, 95, 96 (1/70-71); Musned, 4/245, 251, 255; İbn Mâce, Taharet, 84 (1/181). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/175
[172] Bu âyet Benul-Mustalik (=Mureysi’) gazvesinde nazil olmuştu. Bu gazvenin, hicri 4. veya 5. yahut 6. yılda vukû bulduğu nakledilir. Bu dönemle ilgili olaylar hakkında verilen farklı tarihler, daha ziyade tarihleme metodundan kaynaklanmaktadır.
[173] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/174/175-177
[174] Müslim, Taharet, 85 (1/232); Nesâ'î, Taharet, 98 (1/72); İbn Mâce, Taharet, 86 (1/183); Musned, 1/96, 100, 113, 120,133,134, 146. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/177
[175] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/177-178
[176] Ebû Dâvûd, Taharet, 63 (1/42, "na'leyn" yerine "huffeyn" veya "kademeyn" kelimeleri geçmekte); Dârekutnî, 1/199 ("huffeyn" kelimesi ile).
[177] Mâ'ide: 5/6. Hiçbir kırâatde "femsehû" okuyuşu yoktur.
[178] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/178-179
[179] Beyhekî, 1/75, 287.
[180] Feyzu'l-Bâri, 17268.
[181] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/178/179-180
[182] Müslim, Taharet, 17 (1/209-210); Ebû Dâvûd, Taharet, 65 (1/43-44); Nesâ'î, Taharet, 108 (1/78); Tirmizi, Taharet, 41 (1/77-78); İbn Mâce, Taharet, 60 (1/159); Musned, 1/19, 4/151, 158; Amelu'1-Yevm ve'1-Leyle, 174. Darimi'nin senedi, içinde meçhul bir râvi (Zühre'nin amcasının oğlu) bulunduğu için nıunkatı'dır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/181-182
[183] Umdet, 10/262; Menhel, 2/158. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/180-182
[184] Nesâ'î, Taharet, 107 (1/76-77); İbn Mace, İkâmet, 193 (1/447); Musned, 5/423. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/183
[185] Mu'cemu'l-Buldân, "Selâsil" maddesi.
[186] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/183-184
[187] Müslim, Taharet, 32 (1/215); Tirmizi, Taharet, 2 (1/6-7); Muvatta; Taharet, 31 (1/32); Musned, 2/303. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/184
[188] Hûd: 11/114. Ayetin aradaki cümlesinin meali şöyledir: "Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir."
[189] Musned, 5/437, 438,-439. Bu hadisi Tâberâni de orta ve büyük Mu'cem'lerinde rivayet etmiştir. Hadisin senedindeki Ali b. Zeyd zaifdir (Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/297-298). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/183-185
[190] Buhâri, Vudû', 54 (1/60); Ebû Dâvûd, Taharet, 66 (1/44); Nesâ'î, Taharet, 100 (1/73); İbn Mâce, Taharet, 72 (1/170); Tirmizi, Taharet, 44 (1/86); Musned, 3/132, 154, 260. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/185-186
[191] Bkz. 663. hadisin açıklaması ve 664. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/185-186
[192] Hades; abdest, teyemmüm veya gusül ile zail olan hükmî pislik, abdestsizlik demekdir.
[193] Müslim, Hayz, 99 (1/276); Ebû Dâvûd, Taharet, 68 (1/45); Musned, 3/330, 414. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/187
[194] Ebû Dâvûd, Taharet, 68 (1/45).
[195] Menhel, 1/209, 2/176 vd. İbn Abidin, 1/57-58; Feyzu'l-Kadir, 6/440. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/186/187-189
[196] Musned, 4/97. Bu hadisi Ebû Ya'la ve el-Mu'cemu'l-Kebîr'inde et-Taberâni de rivayet etmişlerdir, seneddeki Ebû Bekr b. Ebî Meryem, ihtilâtından dolayı zayıftır (Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/247). Hadisin, Hz. Ali'den gelen merfû' şahidi vardır: Ebû Dâvûd, Taharet, 80 (1/52); İbn Mâce, Taharet, 62 (1/161). Bu da zaifdir.
[197] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/189
[198] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/189-190
[199] Ebû Dâvûd, Taharet, 83 (1/54); Tirmizi, Taharet, 84 (1/197-198); İbn Mâce, Taharet, 70 (1/169); Musned, 3/485. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/191
[200] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/189190-192
[201] Ebû Dâvûd, Taharet, 50 (1/46); Tirmizi, Taharet, 61 (1/126); Nesaî, Taharet, 117 (1/83-84); îbn Mâce, Taharet, 63 (1/161); Muvatta; Taharet, 58 (1/42); Mustedrek, 1/137; Musned, 6/ 406, 407.
[202] Bkz. Nazmu'l-Mütenâsir, 46-47.
[203] Ebû Dâvûd, Taharet, 71 (1/46); Tirmizi, Taharet, 62 (1/131); İbn Mâce, Taharet, 64 (1/ 163); Musned, 4/23.
[204] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/193
[205] Bir önceki 730. hadisin kaynaklarına bkz. Sünen'in bir nüshasında, bu arada şu cümle yer almıştır: Ebû Muhammed (ed-Darimi'ye) bu (mesele) sorulmuş, Ebû Muhammed de; "abdest almak bana daha doğru geliyor" demişti.
[206] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/193-194
[207] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/192-194
[208] Müslim, Hayz, 90 (1/272), Nesaî, Taharet, 121 (1/89); Musned, 5/184, 188, 189, 190, 192.
[209] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/195
[210] Nesâ'î, Taharet, 122 (1/90); Ebû Dâvûd, Taharet, 75 (1/49).
[211] Şerhu Müslim, 4/43; Menhel, 2/213 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/194/195-196
[212] Buhâri, Vudû', 50 (1/59); Müslim, Hayz, 92-93 (1/273-274); Tirmizi, Et'ime, 33 (4/276-277); Musned, 4/139,179; 5/287, 288. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/196-197
[213] Bkz. Ebû Dâvûd, Taharet, 75-76(1/48-50. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/196-197
[214] Musned, 2/378. Diğer kaynakları için bundan sonraki 735. hadise bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/197-198
[215] Bu konuda 2017. hadisin "Açıklama"sına bkz.
[216] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/198-199
[217] Ebû Dâvûd, Taharet, 41 (1/21); Nesaî, Taharet, 46 (1/44); Tirmizi, Taharet, 52 (1/100-101); îbn Mâce, Taharet, 38 (1/136); Muvatta; Taharet, 12 (1/22); Musned, 2/237, 361, 393, Bkz. 2017. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/197-199
[218] Buhâri, Vudû’, 68 (1/65); Müslim, Taharet, 95 (1/235); Ebû Dâvûd, Taharet, 36 (1/18); Nesâ'î, Taharet, 45 (1/44); Ğusl, 1 (1/162); Timizi, Taharet, 51 (1/100); İbn Mâce, Taharet, 25 (1/ 124); Musned, 2/259, 265, 288., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/200
[219] "Külle" hakkında, bundan sonraki hadisin "açıklama"sına bkz.
[220] Şerhu Müslim, 3/187; Umde, 3/168-169; Menhel, 17244 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/200-201
[221] Ebû Dâvûd, Taharet, 33 (1/17); Tirmizi, Taharet, 50 (1/97); Nesaî, Taharet, 43 (1/42), Miyâh, 2 (1/142); İbn Mâce, Taharet, 75 (17172); Musned, 2/12, 27, 38; Mustedrek, 1/132-133. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/202
[222] Tecrid-i Sarih, 1/166.
[223] İbn Mâce, Taharet, 76 (1/174).
[224] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/202-203
[225] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/202/203-204
[226] Buhâri, Vudû', 44 (1/56-57), Merda, 21 (7/11); Müslim, Perâiz, 5-8 (3/1234-1235); Neaâ'î, Taharet, 102 (1/74-75); Müsned, 3/298. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/204
[227] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/204-205
[228] Ebû Dâvûd, Taharet, 35 (1/18); Tirmizi, Taharet, 48 (1/94); İbn Mâce, Taharet, 33 (1/ 132); Mustedrek, 1/159.
[229] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/205-206
[230] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/206
[231] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/205-206
[232] Ebû Dâvûd, Taharet, 38 (1/19-20); Nesâ'î, Taharet, 53 (1/48); Miyâh, 8 (1/145); Tirmizi, Taharet, 69 (1/153-154); İbn Mâce, Taharet, 32 (1/131); Muvatta', Taharet, 13 (1/23) Musned, 5/ 296, 303, 309. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/207
[233] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/206/207-208
[234] Müslim, Taharet, 93 (1/235); Ebû Dâvûd, Taharet, 37 (1/19); Nesâİ, Taharet, 52 (1/47); İbn Mâce, Taharet, 31 (1/130); Musned, 4/86, 5/56; Dârekutnî, 1/65., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/208
[235] Ekz. Umde, 3/39; Feth, 2/56; Menhel, 1/252 vd. Bkz. 2O10.-2014. hadisler.
[236] Bu konuda bkz. Allah'ın Resulünün Sözlerinde Tıbbî İcaz, S. Raslan, Çev. S. Ateş, Hakses, yıl: 2, sayı: 17, Mayıs, 1966, s. 6. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/208/209-210
[237] Buhâri, Zebaih, 34 (6/232); Ebû Dâvûd, Et'ime, 47 (3/364); Nesâ'î, Fer, 10 (7/157)", Tirmizi, Et'ime, 8 (4/256); Musned, 6/329, 330; Musannaf, 1/84. Bkz. 2089.-2092. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/210
[238] Feyzu'1-Bâri, 1/332.
[239] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/210-211
[240] Buhâri, Vudu, 55, 56 (1/60-61); Cenâ'iz, 82 (2/98-99), S9 (2/103); Edeb, 46, 49 (7/85, 86); Müslim, Taharet, 111 (1/240-241); Ebû Dâvûd, Taharet, 11 (1/6); Nesaî, Taharet, 26 (1/29); Tirmizi, Taharet, 53 (1/102); İbn Mâce, Taharet, 26 (1/125); Musned, 1/225. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/212
[241] Müslim, Zühd, 74 (4/2307).
[242] İsrâ: 17/44.
[243] Nûr: 24/41.
[244] Bureyde (radıyallahu anh) Merv'de vefat etmişti. Acaba, Merv'e yakın bir şehir olan Nîsabûr'da yaşamış olan el-Hattâbî ile diğer bazı alimlerin yadırgadıkları, hatta Hind diyarının bazı yerlerinde Hanefiliğin bir alâmeti olarak görülen, kabir üzerine yaş dal parçası vb. bitkiler koyma âdetinin yerleşmesinde Bureyde'nin tavsiyesinin rolü olmuş mudur?
[245] Feyzu'1-Bâri, 1/309-312; Menhel, 1/81 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/211/212-214
[246] Buhâri, Vudû’, 57, 58 (1/61-62); Müslim, Taharet, 98-100 (1/236-237); Nesâ'î, Taharet, 44 (1/42-43); Muvatta', 111 (1/64-65); Musned, 3/110-111, 167. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/215
[247] Pethu'1-Bâri, 2/116; Umde, 125-126; Menhel, 3/256 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/215-216
[248] Buhâri, Vudu, 59 (1/62), Tıbb, 10 (7/14); Müslim, Taharet, 103-104 (1/238); Ebû Dâvûd, Taharet, 137 (1/102); Nesaî, Taharet, 188 (1/128); Tirmizi, Taharet, 54 (1/104-105); İbn Mâce, Taharet, 77 (1/174); Muvatta', Taharet. 110 (1/64); Musned, 6/355, 356. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/217
[249] İbn Mâc,e Taharet, 77 (1/175)
[250] İ'lâmu'l-Muvakkı'în'den naklen; Sünenu't-Tirmizî, 1/106 (muhakkikin dipnotunda).
[251] Umde, 3/129-131; Menhel, 3/246 vd. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/216/217-218
[252] Ümmü veled, sahibinden çocuk sahibi olmuş kadın köle demektir. Böyle bir köle artık satılamaz. Sahibinin ölümüyle hür olur.
[253] Ebû Dâvûd, Taharet, 140 (17104); Timizi, Taharet, 109 (17266); İbn Mâce Taharet, 79 (1/177); Muvatta’, Taharet, 16 (1/24); Musned, 6/290, 316. Senedinde ismi verilmeyen ("mechûl") bir râvi yani İbrahim'in ümmü veledi bulunduğundan dolayı bu hadisin zayıf olduğu söy
Lenmiştir. İbn Hacer'e göre bu ümmü veled, muhtemelen, Tabiûndan makbul bir râvi olan Humeyde'dir. Ebü Bekr İbnu'l-Arabî ise bu hadisin sahih olduğunu açıklamıştır. Hadis için ayrıca bkz. Ma'rifet, 70.
[254] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/219
[255] Menhel, 3/263-264. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/218/219-220
[256] Buhâri, Teyemmüm, 6 (1/88-89); 9 (1/91); Menâkıb, 25 (6/168-169); Müslim, Mesâcid, 312 (1/474-475); Nesâ'î, Taharet, 202 (1/139); Musned, 4/434. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/220-221
[257] Nisa': 4/43. Bkz. Mâ'ide: 5/6.
[258] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/221-222
[259] Ebû Dâvûd, Taharet, 128 (1/93); Nesâ'î, Ğusl, 27 (1/174); Dârekutnî, 1/189; Mustedrek, 1/178. Darimi'nin yukardaki senedi munkatı'dır. Leys ile Bekr arasında bir râvi olmalıdır. İbnu's-Seken bu hadisi Sahîh'inde muttasıl olarak rivayet etmiştir (Menhel, 3/197). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/222
[260] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/220-223
[261] Musned, 4/263; Dârekutnî, 1/183. Bkz. Ebû Dâvûd, Taharet, 123 (1/89).
[262] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/223-224
[263] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/224
[264] Buhâri, Teyemmüm, 1, 2 (1/86-87); Müslim, Hayz, 108-109 (1/279); Ebû Dâvûd, Taharet, 123 (1/86); Nesaî, Taharet, 193 (1/133), 204 (1/140); İbn Mâce, Taharet, 90 (1/188); Mu-vatta1, 89 (1/53-54); Musned, 6/57. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/225
[265] Bkz. Buhari, Tefsir, 5/3 (5/186-187).
[266] Buhâri, Teyemmüm, 1 (1/186).
[267] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/223/225-227
[268] Buhari, Ğusl, 1 (1/67-68), 5 (1/69); Müslim, Hayz, 37 (1/254). Bkz. 718. hadis.
[269] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/227-228
[270] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/228-229
[271] Buhâri, Ğusl, 1 (1/67-68), 15 (1/72); Müslim, Hayz, 35-36 (1/253-254); Ebû Dâvûd, Taharet, 98 (1/62-63); Nesâ'î, Taharet, 151-156 (1/109-112); Tirmizi, Taharet, 76 (1/174-175); Muvatta', Taharet, 67 (1/44); Musned, 6/52,101, 252.
[272] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/229
[273] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/227-230
[274] Buhari, Ğusl, 9 (1/70), 15 (1/72); Müslim, Hayz, 45, 46 (1/256-257); Ebû Dâvûd, Taharet, 39.(1/20); Tirmizi, Libâs, 21 (4/233); Nesâ'ı, Taharet, 145 (1/106-107), Ğusl, 9 (1/165-166); İbn Mâce, Taharet, 35 (1/133); Musned, 6/30, 64, 91. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/230
[275] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/231
[276] Buhârî, Vudû’, 2 (1768); Müslim, Hayz, 41 (1/255); Ebû Dâvûd, Taharet, 97 (1/62); Nesâ'î, Taharet, 144 (1/106); Musned, 6/37, 199. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/231
[277] Tecrid, 1/205.
[278] Müstedrek, 1/169. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/230-231
[279] Ebû Dâvûd, Taharet, 98 (1/65); İbn Mâce, Taharet, 106 (1/196); Musned 1794, 101. Bazı alimler, Atâ'nın ihtilâtından dolayı bu hadisin za'îf olduğunu, diğer bazıları ise, Hammâd'ın ondan, ihtilâtmdan önce semâda bulunduğunu söyleyerek hadisin sahih olduğunu iddia etmişlerdir.
[280] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/232
[281] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/232-233
[282] İbn Mâce, Taharet, 93 (1/189); Ebû Dâvûd, Taharet, 127 (1/93J; Musned, 1/330; Mustedrek, 1/165,178. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/233-234
[283] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/233-234
[284] Buhari, Ğusl, 12 (1/71), 24 (1/75); Müslim, Hayz, 28 (1/249); Nesâ'î, Taharet, 169 (1/ 118), Nikâh, 1 (6/44); Ebû Dâvûd, Taharet, 85 (1/56); Tirmizi, Taharet, 106 (1/259); İbn Mâce, Taharet, 101 (1/194); Müsned, 3/99,160, 166. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/235
[285] Ahzâb: 33/6.
[286] Ahzâb: 33/37.
[287] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/235-238
[288] Buhari, Ğusl, 24 (1/75), Nikâh, 4 (6/117), 102 (6/155). Bir önceki 754. hadisin kaynaklarına da bkz. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/239
[289] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/234-239
[290] Bkz. 669. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/240
[291] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/239-240
[292] Buhari, Ğusl, 27 (1/75); Müslim, Hayz, 25 (1/249); Ebû Dâvûd, Taharet, 87 (1/57); Nesâ'î, Taharet, 166 (1/115); Tirmizi, Taharet, 88 (1/206); İbn Mâce, Taharet, 99 (1/193); Muvatta, Taharet, 76 (1/47); Musned, 2/46, 64., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/241
[293] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/241
[294] Buhari, Ğusl, 27 (1/75); Müslim, Hayz, 21, 22 (1/248); Ebû Dâvûd, Taharet, 88, 89 (1/ 57); Nesâ'î, Taharet, 162-165 (1/114-115); Tirmizi, Taharet, 87 (1/202); İbn Mâce, Taharet, 98 (1/ 192); Muvatta', Taharet, 77 (1747,48); Musned, 6/85, 91,102, 103, 143. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/241-242
[295] Nesâ'î, Taharet, 131 (1/96); İbn Mâce, Taharet, 110 (1/199); Musned, 5/416, 421. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/242-243
[296] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/243
[297] Tirmizi, Taharet, 81 (1/183-184); İbn Mâce, Taharet, 111 (1/200); Müsned, 5/115-116.
[298] Ebû Dâvûd, Taharet, 84 (1/55); Müsned, 5/116. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/243-244
[299] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/244-245
[300] Ebû Dâvûd, Taharet, 84 (1/55); Dârekutnî, 1/126. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/242-245
[301] Buhari, Ğusl, 28 (1/76); Müslim, Hayz, 87 (1/271); Ebû Dâvûd, Taharet, 84 (1/56); Nesâ'î, Taharet, 128 (1/92); İbn Mâce, Taharet, 111 (1/200); Musned, 2/234, 393, 520., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/246
[302] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/245/246-247
[303] Nesâ’i, Taharet, 130 (1/95); Musned, 6/409; İbn Mâce, Taharet, 107 (1/197). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/247
[304] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/247-248
[305] Müslim, Hayz, 32, 33 (1/251); Nesâ'î, Taharet, 130;,(l/94); Ebû Dâvûd, Taharet, 96 (1/61) Musned, 6/92. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/248
[306] Müslim, Hayz, 29 (1/250. Burada Ümmü Süleym'e müdahale eden, Hz. Aişe'dir.); Nesâ'î Taharet, 130 (1/93-94); İbn Mâce, Taharet, 107 (1/197); Musned, 3/199, 282. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/249
[307] Buhari, îlim, 50 (1/41)
[308] Müslim, Talâk, 34 (2/1111)
[309] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/247/449-250
[310] Ebû Dâvûd, Taharet, 95 (1/61); Tirmizi, Taharet, 82 (1/189-190); İbn Mâce, Taharet, 112 (1/200); Musned, 6/256. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/251
[311] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/250/251-252
[312] Buhari, Vudû’, 26 (1/48-49); Müslim, Taharet, 87, 88 (17233); Ebû Dâvûd, Taharet, 49 (1/25-26); Tirmizi, Taharet, 19 (1/36); Nesâ'î, Taharet, 1 (1/12), 115 (1/83); İbn Mâce, Taharet, 40 (1/138-139); Muvatta', Taharet, 9 (1/21); Musned, 2/241; 253, 265. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/253
[313] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/252/253-254
[314] Müslim, Hayz, 118-121 (1/282-283); Ebû Dâvüd, Et'ıme, 11 (3/345); Nesâ'î, Taharet, 100 (1/73); Tirmizi, Et'ıme, 40 (4/282); Müsned, 1/222, 283, Bkz. 2082. ve 2083. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/254
[315] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/254-255
[316] Buhari, Hayz, 26 (1/84); Müslim, Hayz, 63-66 (1/263-264); Ebû Dâvûd, Taharet, 108 (1/ 72), 111 (1/77-78); Nesâ'î, Taharet, 133-134 (1/97-100); Tirmizi, Taharet, 96 (1/229); İbn Mâce, Taharet, 116 (1/205); Müsned, 6/83, 128-129, 141, 187. Bkz. 781., 784., 787., 788., 789., 906., 909. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/256
[317] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirraman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/257-259
[318] Bkz. 374. haber.
[319] Buhari, Savm, 23 (2/233); Müslim, Siyam, 65, 67 (2/777); Ebû Dâvûd, Savm, 33 (2/311), Tirmizi, Savm, 32 (3/107); İbn Mâce, Siyam, 20 (1/538); Müsned, 6/40, 42, 59, 126., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/257
[320] Buhari, Hayz, 5 (1/78); Müslim, Hayz, 1,2 (1/242); Ebû Dâvûd, Taharet, 107 (1/70).
[321] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/255/256-257
[322] Bkz. 775. hadisin kaynakları. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/257-259
[323] Müslim, Hayz, 11 (17244-245); Ebû Dâvûd, Taharet, 104 (1/68); Nesâ'î, Taharet, 172 (1/ 120), Hayz, 17 (1/158); Tirmizi, Taharet, 101 (1/241-242); İbn Mâce, Taharet, 120 (1/207); Mus-ned 6/45, 101, 110, 112. Bkz. 1076. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/259-260
[324] Menhel, 2/312-313, 3/41. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/259-260
[325] Buhari, Vudu, 63 (1/63), Hayz, 9 (1/79-80); Müslim, Taharet, 110 (1/240); Ebû Dâvûd, Taharet, 132 (1/99); Nesâ'î, Taharet, 184 (1/127-127), Hayz, 26 (1/160-161); Tirmizi, Taharet, 104 (1/255); İbn Mâce, Taharet, 118 (1/206); Musned, 6/345, 346, 353; Muvatta1, Taharet, 103 (1/ 60-61). Bkz. 1021. ve 1023. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/261
[326] Umde, 3/140-141, 278, Feth, 2/124; Menhel, 3/232. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/260/261-262
[327] Buhari, Hayz, 13, 14 (1/81); Müslim, Hayz, 60-61 (1/260-262); Ebû Dâvûd, Taharet, 122 (1/85); Nesâ'î, Taharet, 158 (1/112); Ğusl, 21 (1/170); İbn Mâce, Taharet, 124 (1/210); Musned, 6/ 122, 147, 188. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/263
[328] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/263-264
[329] Buhari, Vudu, 63 (1/63); Hayz, 24 (1/84); Müslim, Hayz, 62 (1/262); Ebû Dâvûd, Taharet, 109 (1/74); Nesâ'î, Tahâret,l 34 (1/101), Hayz, 6 (1/151-152); Tirmizi, Taharet, 93 (1/217); İbn Mâce, Taharet, 115 (1/203); Muvatta', Taharet, 104 (1/61); Musned, 6/194. Bkz. 785. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/264
[330] Ebû Dâvûd, Taharet, 111 (78); Musned, 6/237. Bkz. 774. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/264-265
[331] Ekz. 774. hadis.
[332] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/265
[333] Ebû Dâvûd, Taharet, 112 (1/79); Musned, 6/139. Bkz. 783. 790. hadisler.
[334] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/266
[335] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/266
[336] Ebû Dâvûd, Taharet, 112 (1/79); Nesaî, Taharet, 135 (1/101); Hayz, 5 (1/150-151); Musned, 6/172. Bkz. 782. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/267
[337] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/267
[338] Bkz. 774. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/268
[339] Bkz. 780. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/268-269
[340] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/269
[341] Ebû Dâvûd, Taharet, 108 (1/71-72); Nesaî, Taharet, 133 (1/99), Hayz, 3 (1/149); Muvatta', Taharet, 105 (1/62); Musned, 6/320 tbn Ebî Şeybe, 1/126. Darimi'nin senedi, ismi verilmeyen (mubhem) bir râviden dolayı munkatı'dır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/270
[342] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/270
[343] Musned, 4/434. Burada Ümmü Habibe'nin bizzat kendi rivayeti ("musned"i) olarak verilen bu hadis, Hz. Aişe'nin musnedi olarak da rivayet edilmektedir. Bkz. 774. hadis ve atıfları. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/271
[344] Bkz. 774. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/271
[345] Bkz. 774. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/272
[346] Usdu'1-Ğâbe, 7/34. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/272
[347] Bu hadis, bir önceki hadisin senediyle muttasıldır. Bkz. 782. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/272-273
[348] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/273
[349] Bkz. Zehru'r-Ruba, 1/97 ve 882, 903. hadisler.
[350] Hz. Abdurrahman'ın Bâdiye ile evliliği hakkında, yukarıdaki haberdeki işaretten başka bir bilgi bulamadık.
[351] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/274
[352] İbn Ebî Şeybe, 1/126. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/274
[353] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/275
[354] İbn Abidin, 1/204; Menhel, 3/63. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/275
[355] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/275-276
[356] Ebû Dâvûd, Taharet, 108 (1/73); Dârektunî, 1/211; Musannaf, 1/304. Bkz. 797. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/276
[357] Bkz. İbn Ebî Şeyhe, 1/128. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/276-277
[358] Bkz. 795. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/277
[359] Ebû Dâvûd, Taharet, 113 (1/80); Tİrmizi, Taharet, 94 (1/220); İbn Mâce, Taharet, 115 (1/204). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/277
[360] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/278
[361] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/278
[362] Ebû Dâvûd, Taharet, 110 (1/76); Buhari, Hayz, 24 (1/84, İbn Sirin'in haberi); İbn Ebî Şeybe, 2/538. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/279
[363] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/279-280
[364] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/280
[365] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/280
[366] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/281
[367] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/281
[368] Ebû Dâvûd, Taharet, 108 (1/73, muallak olarak). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/281-282
[369] Ebû Dâvûd, Taharet, 110 (1/75, muallak olarak); İbn Ebî Şeybe, 1/128. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/282
[370] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/282
[371] Bkz. 805. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/283
[372] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/283
[373] Musannaf, 1/305; İbn Ebî Şeybe, 1/127. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/284
[374] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/284
[375] İbn Ebî Şebe, 1/127; 2/438. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/284-285
[376] Burayı; "O, hayızlarının (zamanlan) bozulup birbirine karıştığında..." şeklinde anlamak da mümkündür.
[377] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/285
[378] "İlk namaz"dan maksad, öğle namazıdır. Hicretten 1,5 yıl önce vukubulan mi'râc gecesinde beş vakit namazın farz kılınmasının ertesi günü Cebrail'in -aleyhisselâm- gelip Hz. Peygambere -sallallahu aleybi ve sellem- imam olarak kıldırmış olduğu iîk namaz c|le namazı olduğundan dolayı, öğle namazına "ilk namaz" da denirdi. Bkz. Musannaf, 1/453-455; Nesâ'î, Mevâkît, 44 (1/230, Sindî'nin haşiyesinde).
[379] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/285-286
[380] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/262-286
[381] Musannaf, 1/304; İbn Ebî Şeybe, l/127
[382] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/287
[383] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/287
[384] Ebû Dâvûd, Taharet, 114 (1/81). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/288
[385] İbn Ebî Şeybe, 1/129. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/288
[386] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/288-289
[387] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/289
[388] Ebû Dâvûd, Taharet, 114 (1/81, muallak olarak). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/289
[389] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/289
[390] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/290
[391] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/286-290
[392] Musannaf, 1/310. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/291
[393] a.g.e. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/291
[394] a.g.e. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/291
[395] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/292
[396] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/292
[397] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/293
[398] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/293
[399] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/293
[400] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/290-294
[401] Krş. 825., 828., 831. haberler.
[402] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/294
[403] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/294-295
[404] Musannaf, 1/311. Bkz. 808. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/295
[405] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/295
[406] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/294-296
[407] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/296
[408] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/296-297
[409] Dârekutnî, 1/208. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/297
[410] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/297
[411] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/298
[412] Musannaf, 1/299. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/298
[413] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/298-299
[414] Ebû Dâvûd, Taharet, 110 (1/76, muallak olarak). Bkz. 800. ve 877. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/299
[415] Bkz. 800. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/299
[416] Krş. Dârekutnî, 1/209. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/300
[417] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/300
[418] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/300
[419] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/300
[420] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/296-301
[421] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/301-302
[422] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/302
[423] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/302
[424] Dârekutnî, 1/208. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/302-303
[425] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/301-303
[426] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/303
[427] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/304
[428] Musannaf, 1/313.
[429] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/303-305
[430] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/305
[431] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/305-306
[432] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/
[433] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/306
[434] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/307
[435] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/305-307
[436] Talâk: 65/4.
[437] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/308
[438] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/308
[439] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/308-310
[440] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/309
[441] en-Nihâye, 4/105. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/309-310
[442] Bakara: 2/228.
[443] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/307-310
[444] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/311
[445] Bidâyetu'l-Müctehid, 1/46; Menhel, 3/129. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/311
[446] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/312
[447] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/312
[448] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/312-313
[449] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/313
[450] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/313
[451] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/314
[452] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/314
[453] Ebû Dâvûd, Taharet, 119 (1/83); Nesaî, Hayz, 7 (17153). Bkz. 876. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/310-314
[454] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/315
[455] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/315
[456] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/315-316
[457] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/316
[458] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/316
[459] Ebû Dâvûd, Taharet, 119 (1/83); Dârekutnî, 1/219. Bkz. 870. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/317
[460] Bkz. 843. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/317
[461] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/
[462] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/318
[463] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/319
[464] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/319
[465] Bakara: 2/228.
[466] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/320
[467] Buhari, Hayz, 10 (1/80); Ebû Dâvûd, Savm, 80 (2/Ş14); İbn Mâce, Sıyâm, 66 (1/566); Musned, 6/131. Bkz. 903. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/320
[468] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/321
[469] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/314-321
[470] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/322
[471] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/322
[472] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/322
[473] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/323
[474] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/323
[475] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/323
[476] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/324
[477] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/324
[478] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/324-325
[479] Musannaf, 1/332. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/325
[480] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/325
[481] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/325
[482] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/326
[483] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/326
[484] Musannaf, 1/332. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/326-327
[485] Musannaf, 1/332. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/327
[486] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/327
[487] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/327
[488] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/328
[489] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/321/328-330
[490] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/330-331
[491] Bkz. 882. hadis ve Ebû Dâvûd, Taharet, 111 (1/78). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/331
[492] Bkz. Umde, 3/279; Feth, 2/225.
[493] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/331-332
[494] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/332
[495] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/332
[496] Bu hadis, bu senediyle murseldir. Çünkü tâbiûndan olan Ebû Seleme b. Abdirrahan b. Avf, sahabi râviyi zikretmemiştir. Bu hadisin muttasıl bir rivayeti için bkz. Ebû Dâvûd, Taharet, 111 (1/78). Yine bkz. 774. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/333
[497] Bkz. 774. hadis.
[498] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/333
[499] Bkz. 902. hadis.
[500] Musannaf, 1/305, 308-309. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/334
[501] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/334
[502] Musannaf, 1/305.
[503] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/334-335
[504] Ekz. 774. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/335
[505] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/336
[506] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/336
[507] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/336-337
[508] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/337
[509] Krş. el-Mühalla, 11/647; Musannaf, 6/339; Muvatta, Talak, 70 (2/582). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/338
[510] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/338
[511] Cabir, herhalde söz konusu durumdaki kadının hayız olmasının bekleneceğini kastetmektedir. Krş. Muhalla, 11/648. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/399
[512] Musannaf, 6/339. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/339
[513] Musannaf, 6/345; Tefsîru't-Taberi, 28/141. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/339-340
[514] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/340
[515] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/340
[516] Musannaf, 6/346. Bkz. 922. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/340
[517] Musannaf, 6/345-346. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/341
[518] Bkz. 920. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/341
[519] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/341-342
[520] ez-Zühri, "kur' "un, "temizlik" mânasına geldiği görüşündedir.
[521] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/343
[522] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/343
[523] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/330-344
[524] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/345
[525] Ra'd: 13/8.
[526] Tefsiru't-Taberi, 16/361. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/345
[527] Tefsiru't-Taberi, 16/362.
[528] Tefsiru't-Taberi, 16/362. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/345-346
[529] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/346
[530] Tefsiru't-Taberi, 16/362. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/346
[531] Tefsiru't-Taberi, 16/360, 362. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/347
[532] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/347
[533] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/347-348
[534] Muvatta', Taharet, 100 (1760). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/348
[535] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/348
[536] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/348
[537] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/349
[538] Bkz. 939. ve 950. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/349
[539] Dârekutnî, 1/219. Bkz. 939. ve 950. haberler.
[540] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/349-350
[541] Musannaf, 1/316. Bkz. 944. ve 946. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/350
[542] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/350
[543] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/350
[544] Musannaf, 1/316. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/351
[545] Bkz. 940. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/351
[546] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/351
[547] Bkz. 940. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/352
[548] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/352
[549] Bkz. 942. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/352
[550] Bu haberin râvilerinden Matar, özellikle, Atâ'dan yaptığı rivayetlerde zayıf bir râvidir (Mizânu'l-İtidâl, 4/126). Krş. 942., 943., ve 948. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/352-353
[551] Musannaf, 1/317. Bkz. 938. haber. Krş. 933. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/353
[552] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/353
[553] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/354
[554] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/354
[555] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/344-354
[556] Musannaf, 1/313.
[557] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/355
[558] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/355
[559] Musannaf, 1/313. Bu haber, mürsel (mudelles)tir. Hasan Basrî'nin, Osman b. Ebi'l-As'dan semâ'ı yoktur. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/356
[560] Bu haber mürsel (mudelles)tir. Haberin merfuû sahicileri için bkz. Dârekutnî, 1/220; Müstedrek, 1/176. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/356
[561] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/357
[562] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/357
[563] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/357
[564] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/355/357-358
[565] Ebû Dâvûd, Taharet, 121 (1/83); Tirmizi, Taharet, 105 (1/256); İbn Mâce, Taharet, 128 (1/213); Musned, 6/300, 303, 309-310; Dârekutnî, 1/222; Müstedrek, 1/175. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/358-359
[566] Ebû Dâvûd, Taharet, 121 (1/84).
[567] Ebû Dâvûd, Taharet, 132 (1/99).
[568] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/359
[569] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/360
[570] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/360
[571] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/360
[572] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/361
[573] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/361
[574] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/361-362
[575] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/358-362
[576] İbn Ebî Şeybe, 1/77; Musannaf, 1/275. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/362
[577] Musannaf, 1/275, 335. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/363
[578] Musannaf, 1/275, 335; İbn Ebî Şeybe, 1/77. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/363
[579] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/363
[580] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/363
[581] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/364
[582] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/364
[583] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/364
[584] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/362-365
[585] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/365
[586] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/366
[587] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/366
[588] Bkz. 1004. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/366
[589] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/365-367
[590] Musannaf, 1/321. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/367
[591] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/368
[592] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/368
[593] Musannaf, 1/332; Tirmizi, Savm, 68 (3/154-155). Bkz. 980., 991., 993. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/368
[594] Buhari, Hayz, 20 (1/83); Müslim, Hayz, 67-69 (1/265); Ebû Dâvûd, Taharet, 105 (1/68-69) Nesfi'î, Hayz, 16 (1/157), Sıyâm, 64 (4/162); Tirmizi, Taharet, 97 (1/234-235); İbn Mâce, Taharet, 119 (1/207); Musned, 6/143, 231-232; Musannaf, 1/331-332. Bkz. 984. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/369
[595] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/369-370
[596] Müslim, Hayz, 67 (1/265). Bkz. 984. ve 993. hadisler.
[597] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/370
[598] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/371
[599] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/371
[600] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/371
[601] Secde âyetlerinin sayısı, bazı âyetler farklı olmakla beraber, Hanefi, Şafiî ve Hanbeli mezhebine göre ondört, Maliki mezhebine göre ise on birdir.
[602] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/371-372
[603] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/372
[604] Bkz. 984. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/372
[605] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/373
[606] Bkz. 984. ve 986. hadisler.
[607] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/367-373
[608] Musannaf, 1/336. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/374
[609] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/374
[610] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/375
[611] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/375
[612] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/375
[613] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/376
[614] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/376
[615] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/376
[616] Bkz. Hak Dini, 9/6387 vd.
[617] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/376-377
[618] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/377
[619] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/377-378
[620] Bkz. 979. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/378
[621] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/378
[622] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/374-379
[623] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/379-380
[624] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/380
[625] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/380
[626] Musannaf, 1/320. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/380-381
[627] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/381
[628] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/381
[629] Mustedrek, 2/190, 4/602-603. Bu hadisin sahabi râvisi, İbn Mes'ûd'dur. Hadisin, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbâs'dan gelen şahidleri için bkz. Buhari, îman, 21 (1/13); Müslim, İman, 132 (1/86); Musned, 2/66-67. Bkz. 1661. hadis.
[630] Bu hadis, merfû olarak da rivayet edilmektedir: Buhari, Hayz, 6 (1/78); Ebû Dâvûd, Sünnet, 15 (4/219); Tirmizi, İman, 6 (5/10); İbn Mâce, Fiten, 19 (2/1326); Musned, 2/67., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/382
[631] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/379/382-383
[632] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/384
[633] Buhari, Hayz, 11 (1/80); Ebû Dâvûd, Taharet, 132 (1/98, 100); Musannaf, 1/320. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/384
[634] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/384-385
[635] Aynî'nin, Darimi'den rivayetinde son cümle Hz. Peygamber'in sözü (merfu) olarak geçmektedir (Umde, 3/140). Beyheki'nin rivayetinde de böyledir. Bkz. Menhel, 3/325-326. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/385
[636] Ebû Dâvûd, Taharet, 132 (1/98). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/385
[637] Musannaf, 1/319. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/386
[638] Ebû Dâvûd, Taharet, 107 (1/70); Nikâh, 47 (2/251); Nesâi, Taharet, 178 (1/123). Hayz, 11 (1/154), Kıble, 22 (2/57); Musned, 6/44. Hadisin râvilerinden Câbir'in babası, Darimi'nin iki matbu nüshasında Subeyh, diğer ikisinde ve hadisin verilen kaynaklarında ise Subh olarak geçmektedir. Câbir'in babasını Zehebi de Subeyh (Mizan, 1/377), İbn Hacer ise Subh (Takrîb, 1/ 122) olarak vermişlerdir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/386-387
[639] Ekz. 1033., 1034. Hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/387
[640] İbn Ebî Şeybe, 1/96. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/387
[641] Beyhekî, 1713. Bkz. 778. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/388
[642] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/388
[643] İbn Huzeyme, 1/139-140; İbn Ebî Şeybe, 1/95. Bkz. 778. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/389
[644] Ebû Dâvûd, Taharet, 132 (1/100); Nesâ'î, Taharet, 184 (1/126), Hayz, 25 (1/161); İbn Mâce, Taharet, 118 (1/206); Musned, 6/355, 356; İbn Huzeyme, 1/141., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/389
[645] İbn Ebî Şeybe, 1/198. Bkz. 1017. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/390
[646] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/383-390
[647] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/391
[648] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/391
[649] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/391
[650] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/391-392
[651] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/392
[652] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/392
[653] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/392-393
[654] Bkz. 1019. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/393
[655] Muvatta', Taharet 87 (1/52). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/393
[656] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/390/393-394
[657] Muvatta', Taharet, 93 (1/57). Bu hadis murseldir. Zeyd b. Eşlem, tâbiûndandır. Hadisin şahidleri için bkz. Ebû Dâvûd, Taharet, 83 (1/55); Mecmeu'z-Zevâid, 1/281. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/394
[658] Bkz. 775. hadisin "Açıklama"sı.
[659] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/394-395
[660] Muvatta', Taharet, 95 (1/58. Burada Hz. Aişe'ye adam gönderen, Abdullah'ın oğludur); Musannaf, 1/323. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/395
[661] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/395-396
[662] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/396
[663] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/396
[664] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/396
[665] Buhari, Hayz, 5 (1/78); Müslim, Hayz, 1 (1/242); Ebû Dâvûd, Taharet, 107 (1/70); Tilmizi, Taharet, 99 (1/239); İbn Mâce, Taharet, 121 (1/208); Musned, 6/55, 134, 174; Musannaf, 1/ 322. Bkz. 1052. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/397
[666] Taberî, 4/378. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/397
[667] Taberi, 4/377. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/397-398
[668] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/398
[669] Bkz. Muhallâ, 2/248; İbn Kesîr, 1/259.
[670] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/398
[671] Taberî, 4/380. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/399
[672] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/399
[673] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/399
[674] İbn Mâce, Taharet, 121 (17209); Musned, 6/294; Musannaf, 1/322. Bkz. 1050. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/400
[675] Buhâri, Hayz, 21, 22 (1/83), Savm, 24 (2/233); Müslim, Hayz, 5 (1/243); Nesaî, Taharet,178 (1/123), Hayz, 10 (1/154); Musned, 6/300, 318. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/401
[676] Müslim,' Hayz, 3 (1/243); Ebû Dâvûd, 107 (1/69-70); Nikâh, 47 (1/251); Nesâ'î, Taharet,
179 (1/124), Hayz, 12 (1/156); Musned, 6/335, 336; Buhari, Hayz, 5 (1/78). Bkz. 1062. hadis. Hz. Meymûne, yukardaki haberde yer alan "o kadın" ifadesiyle kendisini kasdetmiştir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/401
[677] Buhari, Hayz, (1/78); Müslim, Hayz, 2 (1/242); Ebu Davud, Taharet, 107 (1/71); Nesâi, Taharet, 179 (1/124), Hayz, 12 (1/155); İbn Mâce, Taharet, 121 (1/208). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/402
[678] Musned, 6/182,170. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/402
[679] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/402
[680] Taberî, 4/375, 376. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/403
[681] Bkz. Menhel, 3/53.
[682] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/403
[683] Musannaf, 1/323; Taberî, 4/381. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/403
[684] Musned, 6/187, 219; Beyhekî, 1/313. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/404
[685] Bakara: 2/222.
[686] Müslim, Hayz, 16 (1/246); Ebû Dâvûd, Taharet, 103 (1/67), Nikâh, 47 (2/250); Nesâ'î, Taharet, 180 (1/125), Hayz, 8 (1/153); Tirmizi, Tefsir, 3 (5/214-215); İbn Mâce, Taharet, 125 (1/ 211); Musned, 3/132, 246. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/405
[687] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/405
[688] Muvatta’, Taharet, 86 (1/52). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/406
[689] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/406
[690] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/406
[691] Veya "(kendisi ile kocasının arasım) ayırıcı engel yaptığı bir peştemal"
[692] Ebû Dâvûd, Taharet, 107 (1/69-70); Nesâ’i, Taharet, 179 (1/124); Hayz, 13 (1/155-156); Musned, 6/336; Musannaf, 17321. Bkz. 1046. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/394-407
[693] Müslim, Hayz, 7 (1/244); Nesâ'î, Hayz, 19 (1/158); Musned, 6/234, 262. Bkz. 1064., 1068, 1069., 1071., 1073., 1074. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/407-408
[694] Buhari, Hayız, 2 (1/77); İ'tikâf, 2 (2/256); Müslim, Hayz, 9 (1/244); Ebû Dâvud, Savm, 78 (2/333); Nesaî, Taharet, 175 (1/121); Hayz, 20 (1/159); İbn Mâce, Taharet, 120 (1/208); Sıyâm, 64 (1/565); Muvatta', Taharet, 102 (1/60); Musned, 6/50, 100, 204; İbn Ebî Şeybe, 1/202. Bkz. 1063. hadis., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/408
[695] Muvatta', Taharet, 88 (1/52); Musannaf, 1/327; İbn Ebî Şeybe, 1/202. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/408
[696] Müslim, Hayz, 14 (1/245-246); Ebû Dâvûd, Taharet, 103 (1/68); Nesâ'î, Taharet, 5 5(1/ 49), 176, 177 (1/121-122), Hayz, 13-14 (1/156-157); İbn Mâce, Taharet, 125 (1/1211); Musned, 6/ 127, 192; Musannaf, 1/326. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/409
[697] Nebîz, küpe basılmakla meydana gelen hurma ve üzüm sırasıdır.
[698] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/409
[699] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/409-410
[700] Bakara: 2/222.
[701] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/410
[702] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/410
[703] Musned, 6/106, 179. Şâhidleri için bkz. Mecmeu'z-Zevâid, 1/283, 2/28. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/411
[704] Nesâ'î, Hayz, 20 (1/159); Musned, 6/32. Bkz. 1063. ve 1074. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/411
[705] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/412
[706] Buhari, Hayz, 5 (1/78); î'tikâf, 4 (2/256); Müslim, Hayz, 10 (1/244); Nesaî, Hayz, 175 (1/ 121), Hayz, 20 (1/159); Musned, 6/189, 261. Bkz. 1063. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/412
[707] Bkz. 1063. ve 1071. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/412
[708] Musannaf, 1/327. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/413
[709] Bkz. 777. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/413
[710] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/414
[711] Tirmizi, Taharet, 100 (1/240); Musned, 4/342. Bkz. 1075. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/414
[712] Muallak bir şahidi için bkz. Musannaf, 1/328. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/414-415
[713] Haram b. Hakîm ile 1078. hadiste geçen Haram b. Muâviye aynı şahıstırlar. Harâm'm ismi Sünen'in üç matbu nüshasında Hızâm olarak geçmektedir ki, bu, yanlıştır.
[714] Musned, 4/342. Bkz. 1078. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/415
[715] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/407-415
[716] İbrahim ve Atâ'nın haberleri: İbn Ebî Şeybe, 1/96. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/416
[717] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/416-417
[718] Bkz. 1087 haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/417
[719] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/417-418
[720] Bakara: 2/222.
[721] Bu hadis munkatı'dır. Bkz. 1086. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/418
[722] Bakara: 2/222.
[723] Taberî, 4/383, 386.
[724] İbn Ebî Şeybe, 1/96. Bkz. 1083. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/419
[725] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/419
[726] Bkz. 1109. ve devamındaki haberler.
[727] Bü, Bakara: 2/228. âyetinde geçen "kur' " kelimesini, "hayız" olarak anlamaya göredir. Hasan Basri de böyle anlamaktaydı.
[728] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/420
[729] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/420
[730] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/420-421
[731] Musannaf, 1/331; İbn Ebî Şeybe, 1/96. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/421
[732] İbn Ebî Şeybe, 1/96. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/421
[733] Çünkü şehveti azgınlaşan kimseyle ilgili haber Abdulmelik'in değil, Leys'in Atâ'dan rivayeti olarak bilinmektedir. Bkz. 1093. haber.
[734] Nitekim İbn Ebî Şeybe de, şehveti azgınlaşan kimse ile ilgili haberi Leys'in Atâ'dan rivayeti olarak kaydetmiştir. Bkz. İbn Ebî Şeybe, 1/96.
[735] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/416-422
[736] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/423
[737] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/423
[738] İbn Ebî Şeybe, 1/120. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/423
[739] Bu haber munkatı', hatta belki de mu'dal ve meçhuldür. Ebû Sa'îd'in kendisi hakkında bir malûmat bulamadık. Babası Etbâu't-Tâbiîn'dendir; İbn Ebî Şeybe, 1/119-120. Krş. İbn Mâce, Taharet, 133 (1/215).
[740] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/424
[741] Bkz. 1100. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/424
[742] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/425
[743] İbn Ebî Şeybe, 1/120. Bkz. 1098, haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/422-425
[744] Bu "HÂ"ya "Tahvil Hâ'sı" denir. Burada olduğu gibi, aynı metnin iki senedi arasına konur ve senedin değiştiğini, yeni bir senedin başladığını belirtir.
[745] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/426
[746] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/426
[747] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/426-427
[748] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/427
[749] Musannaf, 1/329-330. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/427
[750] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/428
[751] Musannaf, 1/330. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/428
[752] Musannaf, 1/329. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/425-428
[753] Bu miktar, Hicâzlı'ıra göre yaklaşık 42,5 kilo, Iraklılara göre yaklaşık 63,5 kilodur.
[754] Musannaf, 1/329. Bir özrü yokken bilerek Ramazan orucunu bozan kimse hakkında bkz. 1721. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/429
[755] Ebû Dâvûd, Taharet, 106 (1/69); Tirmizi, Taharet, 103 (1/244-245); Musned, 1/272. Bkz. 1114. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/429
[756] Bu sözü Şube söylemiştir. Fakat Ahmed b. Hanbel'in bir sözünden ve ilgili haberlerden anlaşıldığına göre el-Hakem şüphe etmemiştir, metnin aslı öyledir. Bkz. Tirmizi, 1/253 (A. Muhammed Şâkir'in tahkikinde).
[757] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/430
[758] Bu hadis, şu eserlerde, Şubenin ezberindeki şekliyle yani merfû olarak geçmektedir: Ebu Dâvûd, Taharet, 106 (1/69); Nesâ'î, Taharet, 181 (1/125), Hayz, 9 (1/154); Musned, 1/230, 286; Mustedrek, 1/171-172.
[759] Bu isim, görebildiğimiz diğer bütün kaynaklarda Abdulhamid b. Abdirrahman... şeklindedir.
[760] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/430-431
[761] Ebû Dâvûd, Taharet, 106 (1/69), Nikâh, 48 (2/251). Bu hadisin merfû ve muttasıl (musned) bir rivayeti için bkz. Musned, 1/367; Musannaf, 1/328. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/431
[762] Musned, 1/325 (mursel olarak). Bkz. 1110. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/431-432
[763] Bkz. Tirmizi, 1/246-254.
[764] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/432
[765] Ebû Dâvûd, Taharet, 106 (1/69. Burada metin muhtasar olup, ayrıca keffâretin mikdarı "bir dinarın beşte ikisi" şeklindedir). Hadisin senedi, Abdulhamid'le Hz. Ömer arasında munkatı'dır. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/433
[766] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/433
[767] Tirmizi, Taharet, 103 (1/245); Musannaf, 1/329; Ebû Dâvûd, Taharet, 106 (1/69, mevkuf olarak). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/434
[768] Merfû bir rivayeti için bkz. Beyhekî, 1/315.
[769] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/434
[770] Ekz. 1120 ve 1123. hadisler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/434-435
[771] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/435
[772] Bkz. 1118. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/435
[773] Sünen'in bir nüshasında "... beşte ikisi" şeklindedir.
[774] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/435
[775] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/436
[776] Bkz. 1118. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/436
[777] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/429-437
[778] "Sımam"ın asıl sözlük mânâsı "tıpa, tıkaç"tır. Burada, meşru cinsî münâsebet için "tek yol" olan "kadınlık organı" kastedilmiştir.
[779] Tirmizi, Tefsir, 3 (5/215, muhtasaran); Müaned, 6/305, 310 (muhtasaran), 318, 319 (muhtasaran); Taberî, 4/410-412. İktibas edilen âyet, Bakara: 2/223. âyetin baş tarafıdır.
[780] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/438
[781] Bakara: 2/222.
[782] Taberî, 4/409. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/439
[783] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/439
[784] Bakara: 2/222.
[785] Taberî, 4/389. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/439-440
[786] Bakara: 2/222.
[787] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/440
[788] Şuarâ: 26/166.
[789] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/440
[790] Bakara: 2/223.
[791] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/441
[792] Bakara: 2/223.
[793] Bu haber murseldir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/441
[794] Bakara: 2/223.
[795] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/442
[796] Bakara: 2/222.
[797] Bu hadis mürseldir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/442
[798] Taberi, 4/375. Ayet, Bakara: 2/222. âyettir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/443
[799] Taberi, 4/374. âyet, Bakara: 2/222. âyettir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/443
[800] Bakara: 2/223. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/443
[801] Taberî, 4/408.
[802] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/444
[803] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/444
[804] Buhâri, Tefsir, 2/40 (5/160); Müslim, Nikâh, 117, 118 (2/1058-1059): Ebû Dâvûd, Nikâh, 45 (2/249); Tirmizi, Tefsir, 3 (5/215); îbn Mâce Nikâh, 29 (1/620); Taberî, 4/409, 410, 412; Bkz. 2220. hadis. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/444
[805] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/445
[806] Bakara: 2/222.
[807] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/437-445
[808] Bakara: 2/222. İki çizgi arasındaki (- -) yerler, Mücâhid'in tefsiridir.
[809] Bakara: 2/223. İki çizgi arasındaki (- -) yer, Mücâhid'in tefsiridir. Taberî, 4/389. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/446
[810] Ebû Dâvûd, Tıbb, 20 (4/15); Tirmizi, Taharet, 102 (1/243); İbn Mâce, Taharet, 122 (1/ 209); Musned, 2/408, 429, 476. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/446
[811] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/447-448
[812] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/448
[813] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/448-449
[814] Ankebût: 29/28.
[815] Taberi, 12/548. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/449
[816] A'râf: 7/80; Ankebût: 29/28.
[817] Sodom ismi Kur'an'nda geçmez. Tefsir kitaplarında (meselâ İbnKesîr, 2/230) ve eldeki Tevrat'ta (Tekvin, 19/1-26) geçmektedir.
[818] Neylu'l-Evtâr, 7/132; Sübülü's -Selâm, 4/13; İbn Abidin, 3/155. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/449-450
[819] İbn Mâce, Nikâh, 29 (1/619); Musned, 2/272, 344. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/450
[820] Ebû Dâvûd, Taharet, 82 (1/53); Salât, 193 (1/263); Tirmizî, Radâ\ 12 (3/468-469).
[821] Tirmizi, Radâ', 12 (3/469-470). Dârimi'nin bu rivayeti, Tirmizî'nin rivayetinden de anlaşılacağı üzere, muallak değildir. Bir önceki hadisin senediyle rivayet edilmiştir.
[822] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/451
[823] İbn Mâce, İkâmet, 138 (1/386).
[824] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/451
[825] Taberî, 4/405. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/452
[826] Vâkıfoğulları, Ensâr'ın Evs kabilesinden bir boydur.
[827] İbn Mâce, Nikâh, 29 (1/619); Musned, 5/213- 215. Hadisi Huzeyme'den rivayet eden râvinin ismi Musned'in bir rivayeti ile İbn Mâce'de Abdullah b. Heremî; Musned'in diğer rivayeti ile Dârimi'nin Nikâh bölümündeki rivayetinde ise (bkz. 2219. hadis) Heremî b. Abdillah olarak geçmektedir. İbn Hacer, "Abdullah b. Heremî" şeklindeki rivayetin hatalı olduğunu kaydeder (Takrîb, 2/317). Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/452
[828] Bakara: 2/222. İki çizgi arasındaki yer, Mucâhid'in tefsiridir.
[829] Bu haber mürseldir. Son cümle Mucâhid'in tefsiridir; Taberî, 4/373. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/453
[830] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/453
[831] Musned, 2/182, 210.
[832] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/445-454
[833] İbn Ebî Şeybe, 1/74. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/454
[834] İbn Ebî Şeybe, 1/74; Musannaf, 1/274. Bkz. 1162, 1163. haberler. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/455
[835] Ebû Dâvûd, Taharet, 98 (1/63); İbn Mâce, Taharet, 94 (1/90); Musned, 6/188 (Burada annesi ve teyzesi ile Hz. Aişe'nin huzuruna girenin ismi Abdullah b. Sa'lebe olarak geçmektedir ki bu, herhalde, "Ehadu Beni Teymillah b. Sa'lebe = Teymullah b. Salebeoğullan"mn muharref şeklidir). Bu hadis, Cumey'den dolayı zayıf, aynı zamanda kadınların başlarına üç defa su dökmelerini ifade eden sahih hadislere muhaliftir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/455
[836] Şer'î ûkıyye 40 dirhemdir. Kırk şer'î dirhem de yaklaşık 112 gram (gümüş) eder.
[837] Musannaf, 1/273. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/456
[838] İbn Ebî Şeybe, 1/74. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/456
[839] İbn EbîŞeybe, 1/74. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/456
[840] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/457
[841] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/457
[842] Musannaf, 1/272, îbn Ebî Şeybe, 1/74. Bkz. 1169. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/457
[843] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/458
[844] Müslim, Hayz, 58 (1/259); Ebû Dâvûd, Taharet, 99 (1/65-66); Nesâ'i, Taharet, 149 (1/ 108); Tirmizî, Taharet, 77 (1/175-176); İbn Mâce, Taharet, 108 (1/198); Musned, 6/289, 315; İbn Ebî Şeybe, 1/73; Musannaf, 1/272. Ebû Dâvûd ve İbn Ebî Şeybe'nin birer rivayetleri hariç, bu kaynakların hepsinde Sa'id ile Hz. Ümmü Seleme arasında Abdullah b. Râfi' vardır. Beyhaki, Usâme'nin, arada Abdullah b. Râfi bulunmayan bu rivayetini iki senedle kaydetmiş, fakat arada Abdullah'ın bulunduğu rivayetin daha sahîh olduğunu söylemiştir. Ekz. Beyheki, 1/181. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/458
[845] Bkz. 1152. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/459
[846] Bkz. 1152. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/459
[847] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/459
[848] İbn Ebî Şeybe, 1/74. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/459-460
[849] Musannaf, 1/274-275. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/460
[850] İbn Hacer, Amra'nın babasının ismini Hıbbân (veya Habbân) şeklinde verir (Takrib, 2/ 607).
[851] Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kadına, hayızdan temizlenme suyuna, temizlenmeyi daha iyi sağlaması için tuz koymasını tavsiye etmişti (Ebû Dâvûd, Taharet, 122 (1/84). Hz. Aişe'nin zikrettiği maddeler de, her halde, daha iyi temizlenmek ve güzel koku vermek için suya konuluyorlardı. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/460
[852] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/461
[853] Bkz. 1160. haber. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/461
[854] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/454/461-462
[855] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/462
[856] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/462-463
[857] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/463
[858] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/463
[859] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/462/463-464
[860] Nisa: 4/43.
[861] Taberî, 8/380. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/464
[862] Nisa: 4/43.
[863] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/465
[864] İbn Ebî Şeybe, 1/146. âyet, Nisa: 4/43, âyetidir. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/465
[865] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/465-466
[866] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/464-466
[867] Musannaf, 1/345.
[868] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/466-467
[869] Ebû Dâvûd, Tibb, 19 (4/12); Tirmizî, Deavât, 94 (5/541-542).
[870] Tuhfe, 6/239-240; Menhel, 2/304; Hak Dini, 9/6397. Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/466/467-468
[871] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/468-469
[872] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/468-469
[873] Bkz. 2300. haber.
[874] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/469
[875] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/470
[876] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/470
[877] Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman ed-Darimi es- Semerkandi (Abdullah Aydınlı), Sünen-i Darimi Tercüme ve Şerhi, Madve Yayınları: 2/470