ÖNSÖZ.. 7

İMAM BUHARÎ HAZRETLERİ. 8

(1) Anaya, Babaya İyilik Etmek. 12

(2) Anaya İyilik Etmek. 14

(3) Babaya İyilik Etmek. 15

(4) Zulüm Etseler Bile, Ana-Babaya İyilik Etmek. 16

(5) Çocuğun Ana Ve Babasına Yumuşak Söz Söylemesi 17

(6) Ana-Baba Hakkını Ödemek. 18

(7) Ana-Babaya İsyan Etmek. 20

(8) Ana-Babasına Lanet Edene, Allah Lanet Edeb. 21

(9) Günah Bulunmadıkça, Ana-Babaya İtaat Ve İyilik Edilir 22

(10) Ebeveynine Kavuşup Da Cennete Giremeyen Kimse. 24

(11) Ana-Babasına İyilik Edenin Allah Ömrünü Artırır 24

(12) Bir Kimse Müşrik Babasına Mağfiret Dilemez. 24

(13) Müşrik Ana-Babaya İyilik Etmek. 25

(14) Ana-Babaya Sövülmez. 27

(15) Ana-Babaya Eziyet Etmenin Cezası 27

(16) Ana-Babanın Ağlaması 28

(17) Ana - Babanın Duası 28

(18) Hıristiyan Anneye İslâm'ı Arz Etmek. 30

(19) Ebeveyne, Ölümlerinden Sonra İyilik Etmek. 30

(20) Babasının İyilik Ettiği Kimseye, Evlâdın İyilik Etmesi 32

(21) Babana Sıla Ecenle İlgiyi Kesme, Nurun Söner Sılâ-i Rahmin Fazileti 32

(22) Sevgi, Veraset Yolu İlk Kazanılır 33

(23) İnsan Babasını İsmi İle Çağırmaz, Ondan Önce Oturmaz, Önünde Yürümez. 33

(24) İnsan Babasını Künyesi İle Çağırır Mı?. 33

(25) Akbabalara İyilik Etmenin Gerekliliği 33

(26) Yakınlara  (Akrabaya)  İyilik Etmek. 34

(27) Sılâ-i Rahmin Fazileti 36

(28) Sılâ-i Rahim Ömrü Uzatır 38

(29) Sıla-i Rahim Yapanı Allah Sevdirir 39

(30) İyilik En Yakına, Ondan Sonra En Yakın Sırasına Göre Yapılmalıdır 39

(31) Sıla-i Rahmi Terk Edenin Bulunduğu Topluluğa Rahmet İnmez. 40

(32) Sılâ-i Rahmi Terk Edenin Günahı 40

(33) Sılâ-i Rahmi Terk Edenin Dünyadaki Cezası 41

(34) Sılaya Aynı İle Mukabele Eden Vasıl Değildir 42

(35) Zalim Akrabaya İyilik Edenin Fazileti 42

(36) Cahilîyet Zamanında Sıla Edip Sonra İsıâmı Kabul Edenin Hali 43

(37) Müşrik Akbabaya Sıla Etmek Ve Hediye Göndermek. 43

(38) Soylarınızdan Sılâ-i Rahim Yapacağınız Kimseleri Öğreniniz. 44

(39) Azadlı: «Ben, Falancılardanım» Der Mi?. 44

(40) Kabilenin Azadlısı, Kendilerinden Sayılır 45

(41) İki Kız Veya Bir Kız Geçindiren Kimse. 45

(42) Üç Kız Kardeşi Geçindiren Kimse. 47

(43)  (Ölüm Veya Boşanma Sureti İle) Kendisine Dönmüş Kızını Geçindiren Kimsenin Fazileti 47

(44) Kızların Ölümünü Temenni Edenin Hali 48

(45) Çocuk Cimrilik Sebebidir, Korkaklık Sebebidir 48

(46) Omuzda Çocuk Taşımak. 49

(47) Çocuk Göz Bebeğidir 49

(48) Arkadaşına Mal Ve Evladı Çok Olsun Diye Dua Etmek. 51

(49) Anneler Merhametlidirler 51

(50) Çocukları Öpmek. 52

(51) Babanın Edebi Ve Çocuğun İyiliği 52

(52) Babanın Çocukuna İyilik Etmesi 54

(53) Merhamet Etmiyen Merhamet Olunmaz. 54

(54) Merhamet Yüz Parçadır 55

(55) Komşuya Vasiyyet 56

(56) Komşunun Hakkı 57

(57) İkrama Önce Komşudan Başlamalı 57

(58) Kapısı En Yakın Olana Hediye Edilir 58

(59) Komşuların En Yakınını, Sonra En Yakınını İtibar Etmek. 58

(60) Komşuya Kapıyı Kapayan  Kimse. 58

(61) Komşu Aç Îken Doymamalıdır 59

(62) Çorbanın Suyu Çoğaltılıp Komşulara Taksim Edilir 59

(63) Komşuların Hayırlısı 60

(64) Dürüst Komşu. 60

(65) Kötü Komşu. 61

(66) Însan Komşusuna Eziyet Etmemeli 62

(67) Bir Komşu Hanım, Komşusu Hanıma Koyun Paçasını Bile Küçümsemesin. 63

(68) Komşunun Şikayeti 64

(69) Komşusuna, Evinden Çıkıncaya Kadar Eziyet Eden Kimse. 65

(70) Yahudi Komşu. 66

(71) İyilik. 66

(72) İyilere Ve Kötülere İyilik Etmek. 67

(73) Bir Yetimin Geçimini Sağlıyanın Fazileti 67

(74) Kendi Yetiminin Geçimini Sağlayanın Fazîleti 67

(75) Ana-Babası Arasında Yetim Kalanı Geçindirenin Fazileti 68

(76) Evlerin En Hayırlsı, İçinde Kendisine İyi Bakılan Yetimin Bulunduğu Evdir 69

(77) Yetim İçin Şefkatli Baba Gibi Ol 69

(78) Çocuğuna Katlanarak Sabredip  Evlenmiyen Kadının Fazileti 70

(79) Yetimin Terbiyesi 71

(80) Çocuğu Ölenin Fazileti 71

(81) Cenini Ölen Kimse. 74

(82) Kölelere İyi Muamele Etmek. 76

(83) Köleye Fena Muamele Yapmak. 77

(84) Köleyi Bedeviye Satmak. 78

(85) Hizmetçiden Kusur Bağışlamak. 78

(86) Köle Hırsızlık Ederse. 79

(87) Hizmetçi Suç İşler 80

(88) Kötü Zan Korkusundan, Teslim Edilen Eşyayı Mühürleyiniz. 81

(89) Kötü Zan Korkusundan Hizmetçisine Eşyayı Sayıp Teslim Eden Kimse. 81

(90) Hizmetçinin Terbiyesi 82

(91) Allah Yüzünü Kara Etsin, Deme. 82

(92) Dövmekte Yüzden Kaçınılsın. 83

(93) Kölesine Zulmeden, Üzerine Vacib Olmaksızın Onu Azad Etsin. 84

(94) Kölenin Kısası  (Cezalandırılması) 85

(95) Köle Ve Hizmetçilere Giydiğiniz Elbiselerden Giydirin. 87

(96) Kölelere Kötü Söz Söylemek. 88

(97) İnsan Kölesine Yardım Eder Mi?. 88

(98) Kösle Güç Yetiremiyeceği Şeyle Yükümlü  Tutulmaz. 89

(99) İnsanın Kölesine Ve Hizmetçisine Yedirmesi  Bir  Sadakadır 89

(100) Kölesi İle Yemeyi İstemediği Zaman. 90

(101) İnsan Yediği Şeyden Köleye Yedirir 90

(102) Însan Yediği Zaman Kölesini Beraberinde Oturtur Mu?. 90

(103) Köle, Efendisine Karşı Dürüst Hareket Ederse. 91

(105) Köle Olmayı Seven Kimse. 93

(106) İnsan Kölem Dememelidir 93

(107) Köle, Efendim Der Mi?. 94

(108) İnsan Evinin Bekçisidir 95

(109) Kadın Bir Koruyucudur 95

(110) Kime İyilik Edilirse O, Ona Mukabele Etsin. 96

(111) İyiliğe Mukabele Edemiyen. 97

(112) İnsanlara Teşekkür Etmîyen. 97

(113) İnsanın, Kardeşine Yardımı 98

(114) Dünyada İyilik Edenler, Âhirette İyiliğe Kavuşanlardır 98

(115) Her İyilik Bir Sadakadır 99

(116) Zararı Gidermek. 101

(117) İyi   Söz. 102

(118) Sebze Bahçesine Çıkmak Ve Eşyayı Zenbil Île Taşıyıp Evine Götürmek. 103

(119) Bağa Çıkmak. 104

(120) Müslüman, Kardeşinin Aynasıdır 105

(121) Eğlence Ve Mizahdan Caiz Olmıyanlar 105

(122) Hayırlı İşe Delâlet Edenin Sevabı 106

(123) İnsanları Affetmek Ve Bağışlamak. 106

(124) İnsanlara Tatlı Yüzlü Olmak. 108

(125) Tebessüm Etmek. 109

(126) Gülmek. 110

(127) Öne Dönünce Bütün Vücutla Dönmek Ve Arkaya Dönünce Bütün Vücutla Dönmek. 111

(128) Bilgisine Bas Vurulan Güvenilir Olmalıdır 111

(129) Danışmak (Meşveret Etmek) 112

(130) Danışana Yanlış Yol Gösteren Günah İşlemiş Olur 113

(131) İnsanlar Arasında Sevgi 113

(132) Ülfet (Alışma Ve Anlaşma) 114

(133) Mizah (Şaka) 114

(134)  Çocukla Şaka Etmek. 116

(135) Güzel Ahlâk. 117

(136) Nefsin Cömertliği 119

(137) Cimrilik. 120

(138) Bîlgîli Bulunanların Güzel Ahlâkı 122

(139) Kıskançlık. 126

(140) Salih Kimse İçin Hayırlı Mal 128

(141) Maundan Emin Olan Kimse. 128

(142) Nefsin Hoş Olması 129

(143) Çaresize Yardım İcab Etmesi 130

(144) Ahlâkını Güzelleştirmesi İçin Allah'a Duâ Eden Kimse. 131

(145) Mümin Dil Uzatıcı Değildir 132

(146) Lanet   Edenler 134

(147) Kölesine Lanet Edip De Onu Azad Eden Kimse. 135

(148) Allah'ın Laneti İle, Allah'ın Gazabı İle Ve Ateşle Lanetleşmek. 135

(149) Kafire Lanet Etmek. 135

(150) Koğucu. 135

(151) Bir Fenalığı İşitip De Onu Yayan Kimse. 136

(152) Ayıplayıcı 137

(153) Fazla   Övmek. 138

(154) Bir Kîmse Arkadaşının Kibre Düşmesinden Emin İse Onu Övmesi 139

(155) Övücülerin Yüzüne  Toprak Saçılır 140

(156) Şiirde Övülen Kimse. 141

(157) Şairin Şerrinden Korkanın, Şaire Bir Şey Vermesi 142

(158) Arkadaşına Ağık Gelecek Şeyi Ona İkram Etme. 142

(159) Ziyaret  Etmek. 142

(160) Bir Topluluğu Ziyaret Edip De Onlar Yanında Yemek Yiyen Kimse. 143

(161) Ziyaretin Fazileti 144

(162) Bir Topluluğu Sevip De Onların Derecesine Erişemiyen Kimse. 144

(163) Büyüğün  Fazileti 145

(164) Büyüklere Tazim Etmek. 146

(165) Söze Ve Soruya Büyük Olan Başlar 146

(166) Büyük Konuşmayınca Küçük İçin Konuşmak Hakkı Var Mıdık?. 147

(167) Büyükleri  Yüceltmek. 148

(168) (Turfanda) Meyva, Mevcut Çocukların En Küçüğüne Verilir 149

(169) Küçüğe Merhamet 149

(170) Çocuğu Kucaklamak. 150

(171) Erkeğin Küçük Kız Çocuğu Öpmesi 150

(172) Çocuğun Başını Okşamak. 151

(173) İnsanın Küçük Çocuğa «Yavrum» Demesi 152

(174) Yeryüzünde Olana Merhamet Et 153

(175) Aile Efradına Merhamet Etmek. 153

(176) Hayvanlara Acımak. 154

(177) Kuştan Yumurtayı Almak. 156

(178) Kafeste Kuş Beslemekde Bir Beis Yoktur 156

(179) İnsanların Arasını Düzeltmek İçin Hayırlı Söz İletmek. 157

(180) Yalan Uygun Düşmez. 157

(181) İnsanların Eziyetine Sabreden Kimse. 158

(182) Eziyete  Sabretmek. 159

(183) Dargınların Arasını Düzeltmek. 160

(184) Bir Adama Yalan Söylediğin Zaman Onun Seni Tasdik Eder Olması 160

(185) Yerine Getiremiyecegin Şeyi Kardeşine Va'd Etme. 161

(186) Nesebleri  Ayıplamak. 161

(187) Kişinin Kendi Kavmini Sevmesi 162

(188) Kişinin Dargınlığı 162

(189) Müslümanın  Dargınlığı 163

(190) Kardeşi İle Bir Yıl Konuşmıyan Kimse. 165

(191) İki Dargınlar 165

(192) Düşmanlık Etmek. 165

(193) Selâm Dargınlığı Gidermek İçin Kifayet Eder 167

(194) Gençler Arasında Ayrılık. 167

(195) Bir Kimseye Kakheşi Danışmasa Bile Ona Yol Göstermesi 168

(196) Kötü Örnek Hoş Görülmez. 168

(197) Hile Ve Aldatma Hakkında. 169

(198) Sövmek. 169

(199) Su Vermek. 170

(200) Sövüşen İki Kimsenin Söylediklerinin Günahı İlk Başlıyandır 170

(201) Sövüşenler Şeytandandırlar» Saçmalarlar Ve Birbirlerine Yalan Söylerler 171

(202) Müslümana Sövmek Fasıklıktır 172

(203) İnsan Sözünü Belli Kimselere Tevcih Etmemelidir 174

(204) Kendi Teviline Göre Başkasına Ey Münafık Diyen Kimse. 175

(205) Kardeşine: «Ey Kâfir!» Diyen Kimse. 175

(206) Düşmanların Sevinmesi 176

(207) Malda İsraf. 176

(208) Saçıp Savuranlar 177

(209) Evleri — Konakları — Kervansarayları Islâh Etmek. 177

(210) Binalara Harcama (Yatırım) 178

(211) İnsanın Kendi İşçileriyle Çalışması 179

(212) Binalarda Boy Ölçüşmek. 179

(213) Bina İnşa Eden Kimse. 180

(214) Geniş Mesken. 181

(215) Evlerinde Cumba Edinenler 182

(216) Binaları  Süslemek. 183

(217) Yumuşak Hareket Etmek. 184

(218) Geçimde Kolaylık. 186

(219) Yumuşaklıktan İnsana Verilen Mükâfat 187

(220) Huzur Temin Etmek. 187

(221) Kaba Hareket 188

(222) Mal Edinmek. 189

(223) Mazlumun Duası 189

(224) Kulun Aziz Ve Celil Olan Allah'dan Bızık İstemesi — Çünkü Allah (Kullara Dua Yolu Göstererek) : «Allah'ıma Bize. Nzık Ver; Sen Rızık Verenlerin En Hayırhsısın. Buyurmuştur 190

(225) Zulüm Karanlıklardır 190

(226) Hastanın Keffareti 193

(227) Gece Ortasında Hasta Ziyareti 195

(228) Hasta İçin, Sıhhat Halinde Yapmış Olduğu İbadetin Sevabı Yazılır 196

(229) Hastanın : «Bende Ağrı Var!» Demesi Şikâyet Olur Mu?. 199

(230) Baygın Hastayı Ziyaret Etmek. 200

(231) Hasta Çocukları Ziyaret Etmek. 200

(232)  Özel  Bölüm.. 200

(233) Hasta Bedevîyi Ziyaret 201

(234) Hastaları Ziyaret Etmek. 201

(235) Ziyaretçinin Hasta İçin Şifa Dilemesi 203

(236) Hastayı Ziyaretin Fazileti 203

(237) Hastanın Ve Ziyaretçinin Hadîs Anlatması 204

(238) Hasta Yanında Namaz Kılan Kimse. 204

(239) Müşrik Hastayı Ziyaret 204

(240) Hastaya Ne Söylenir 205

(241) Hasta Nasıl Cevap Verir 206

(242) Fasık Hastayı Ziyaret Etmek. 206

(243) Kadınların Erkek Hastaları Ziyaret Etmek. 207

(244) Evin Lüzumsuz Şeylerine Bakan Ziyaretçinin Hoş Görülmemesi 207

(245) Göz Ağrısından Ötürü Ziyaret 207

(246) Hasta Ziyaretçisi Nerede Oturur 208

(247) İnsan Evinde Ne Yapar 209

(248) İnsan Kardeşini Sevdiği Zaman Ona Bildirsin. 209

(243) Bir Kimse Bir Adamı Sevince, Onunla Münakaşa Etmesin Ve Ondan Sormasın. 210

(250) Akıl  Kalbdedir 210

(251) Kibir (Büyüklenme) 211

(252) İnsanın Uğradığı Zulümden İntikam Alması 214

(253) Kıtlık Ve Açlık Zamanında Yardımlaşma. 215

(254) Tecrübeler 217

(255) Allah İçin Kardeşine Yediren Kimse. 217

(256) Cahilliyyet Devrindeki Andlaşma. 217

(257) Kardeş  Etmek. 217

(259) İlk Yağmurda Islanmak İsteyen. 218

(261) Develer, Sahibi İçin İzzettir 219

(262) Bedevileşmek. 221

(263) Köylerde Oturan Kimse. 221

(264) Akarsu Kenarlarındaki Yaylada Oturmak. 221

(265) Sır Saklamayı Ve Ahlâklarını Öğrenmek İçin Herkes İle Oturmayı Seven Kimse. 222

(266) İşlerde Sab1rlılık Ve Ağır Başlılık. 223

(267) İşlerde Müsamaha. 223

(268) Azgınlık Ve Taşkınlık. 224

(269) Hediye Kabul Etmek. 226

(270) İnsanlara Kızgınlık Hâli Girince Hediyeyi Kabul Etmeyen. 227

(271) Utanmak. 227

(272) Sabah Kalkınca Ne Demelidir 230

(273) Kendinden Başkasına Duâ Edenin Duası 230

(274) Duanın Özlü (Halis) Olanı 231

(275) İnsan Kesinlikle Duâ Etsin, Çünkü Allah! Zorlayıcı Yoktur 231

(276) Duada Elleri Kaldırmak. 232

(277) Allah'dan Mağfiret Dilemenin En Faziletlisi 235

(278) Kardeşin Gıyabta Duâ Etmesi 237

(279) Özel  Bir  Bölüm.. 238


İMAM BUHARÎ'NİN DERLEDİĞİ AHLÂK HADÎSLERİ

 

SÖNMEZ, Hokkesi [nayeî'f see islam üSermrîde ü enfhn bufün Rkih bablemna ve sîSıhaî derecelen ne göçe d sr! ey erek eser geîEren İmam-! BuhĞn''Rİn A İh E âk ve Edeb'e ast üiesdasHen toplayan nci eseri Edeb-üS Müfred'f siz azh okuyucu!ar;nn sunmakla müfcehirdir.

Bu sufefie HadîsSerEe-alâkalı (Bulûğ-ul Mercifn ve Sahîh-i MüsStm Şersonm üncü i en: d kitabımız okmss oluyor.

Edeb-ül Müfred, Cenab-B Makk'îsı Kur'ân-ı Kenm'de «Eî-Tin» sûresinde kasem ederek : «Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde, surette yarattık» ve sOEira «Küfre varınca esfel-i sâiifîn'e çevirdik» di/e buyurduğu biz in-san!ar:R bu güzelliğinin mohoraza formülü olan SsÜâm dinini ve onun tem­silcisi güzel ahlâk ve edep numunesi Peygamber Zsşan:m:zi göndermiş ve onu örnek aEmam:zı bildiriliştir. Sşîe imamı Buhar? Hazretleri insanSar;o Es^el-i SaCiJsû'e düşmeden Cenab-ı Hakk'un Eütfestiği güzelitğini koruma reçeBeSerini ssısa^farcn önderi bazikabib Ulu Peygasmberirasszd!! tcpBayarak biz!eî'En istifadesi sı e arzeîmîştir.

SÖNMEZ  NEŞRİYAT da bu müstesna AJufâk ve E gayesine uygısn olarak büyük bir iftiharla sizlere sunmaktadır.

Gayret bizden, Tevfik  ve İnayet Cenab-ı Hak’tandır.[1]

                                                                                                                                                                    SÖNMEZ

 

ÖNSÖZ

 

İnsanı en güzel bir kıvamda yaratan ve sonra ona edebi Öğreten yüce Allah'a hamd ederiz.

Ahlâkı Kur'ân olan sevgili Peygamberine de Salât ve Selâm getiririz... Terceme ve açıklaması takdim edilen İmam Buharî'nin bu eseri, kitabın İsminden  de anlaşıldığı gibi,  sırf edeb ve ahlâkla  ilgili  hadîs-i  şerifleri İçinde toplamış bulunmaktadır.

İmam Buharı nİn hal tercemesini özet olarak kitabın başına koy­muş bulunuyoruz. Bu büyük Müslüman Türk âliminin eşsiz eserlerinden birini de bu «El-Edebu'l-Müfred» adlı kitabı teşkil etmektedir. İmam B u -harî, bu kitapta topladığı hadîsleri yalnız kendi «Sahîh»İnde değil, diğer eser ve rivayetlerden seçerek bir araya getirmiştir. Böylece edeb ve ahlâka dair başlı başına bir eser hazırlamış olması, bize, İslâm'da edeb ve ahlâkın yüksek mevki'ini ve ona verilmesi gereken önemi belirtmeye kâfidir. Bu itibarla İslâm'da ahlâkın yeri ve önemi üzerinde bir miktar durmayı, ko­numuz olması itibariyle, faydalı buluyoruz.- islâm'da ahlâk; insanın dinî ölçülere uygun olan güzel söz ve hare­ketlerden ibaret yaşantısıdır. Buna, İnsanın huyu, edebi ve davranışlar denir. İnsanın sahip bulunduğu ahlâkî haller iki kısma ayrılır.

1— Bunlardan bir kısmı doğuştan gelen ve değiştirilmesine imkân bu­lunmayan huylardır ki, buna tabiî ahlâk denir. İnsanın doğuştan sinirli ve aceleci olması gibi.

2— Bir de akıl ve düşünce ile, cemiyetin tesirleriyle dıştan gelen ve insanın kendi ihtiyar ve İradesiyle kazanılmış olan ahlâk vardır ki, buna mükteseb ahlâk denir.  Esasen  bizim  konumuzu  da  İlgilendiren  bu  ikinci kısım mükteseb ahlâktır.

Madem ki ahlâk, iyi ve güzel söz ve hareketlerin yaşantısından İba­rettir; o halde iyiyi ve güzeli nasıl tanıyalım ve seçelim?

Bu kâinatı, bütün varlıklarıyla, aklımızın eremeyeceği ince bir san'at, İdrakinden aciz kaldığımız düzen ve intizam üzere yaratıp âa, onu en sağ­lam ölçü ve kanunlara bağlayarak tahkim eden, İlim ve kudreti hudutsuz bulunan yüce Allah, yaratıkları içinde insanı en güze! bir kıvamda yarat­mış, diğer yaratıkları da onun istifadesine bağlı kılmıştır. Böylece insanı âlem içinde hakim duruma koyarak onu muhatap tutmuş ve mükellef ksl-mişfir. Elçileri vasıfcsîyie ona saadet yolların! göstermiş, iyiyi ve güzeli, kötüyü ve çirkini öğretmiştir. Her ve en sağlam yaratan yüce varlığın, insanlara da, kendileri, için en doğru olan yaşayış ve hareket yolla­rını bildirmesi tabiîdir ve "şüphe.götürmez bir gerçektir. Zira eşyayı yoktan var eden, onun künhünü .bilen ve onu dilediği gîbİ tasarruf eden varhğın ilmi yanında kimsenin söz Elbette olamaz. O halde Allah'ın bize öğrettiği edeb ve ahlâk, denemeyen en güze! ve en doğru ahlâktır. Bu ahlâki en mükemmel bîr tarzda yaşayan da, şüphesiz ki, onun eh sevgili Peygamberidir. Çünkü Peygamberi hakkında söyle buyurmuştur:

«Gerçekten   sen,   çok   Ibüyük. bir   ahlâk  üzeresin.»; (Kalem'.Sûresi, ayet:5)

ct ızofnoHoa 'yasdklönnı en iyi bilen, dinin ıVldteya şeyleri  birbirinden  avsklayıp âa  kötülüklerden uzak kalarak  İyi ve güze! şeyleri en olgun bir halde uygulayan ve dini tam olarak yaşayan Peygam­ber olduğuna göre, edeb ve-ahlâkı biz ondan öğreneceğiz ve onu örnek alacnğ'z, Ebedî saadet ve kurtuluş yolu budur.Dİnsaydığı şeyler,'iyidir ve İnsanlının menfaatinedir/ve bunlarrüygolamak ve,amak ah'âHır. Dinin kötü ve çirkin saydın! şeyler .de fenadır; ve insanhğın zarannadır. Bunları işlemek tlle Buraya kodar ynoı'an kı?a ockinmadan'aniaşıhyör ki Ahlâk, din'den ayrı bir şey değil,- din hükümlerinin doğru ve tam olarak yaşanmasından doğan bir haldir. İnsanın kişiliği ile* ferd've cemiyet üzerinde varl'fiını gösterir" ve uygulanması İstenir. İnran cemiyet df^-nda .kalamayacağından ah1âkHan da azode kalamaz, dinin vü'led'ği ahlâk oküleri ile sorumlu tutu­lur. Bu sorumluluğa inamp da vazifelerİnİ yerine aetîren'er goyeve ererler, selâmete kavuşurlar. .Nİtekİm 'Peygamber' (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben ahlâkın güzeüik ve iyiliklöritu taıîıâmlamak için gönderildim.» Buyurmuştur, p.emek ki, İslâm'ın gayesi güze! ahlâ' yaşamaktır.Bu ahlakı yasayöb'lmek idn de'onu önrenmek ve tatb'kçis'ni önder edinmek ge-.rekîr. Hedef budur.Onun İçin ahlâk islâm dininden ayrılmayan, h'âm top­lumunda kayrîa'fmöy! is'Bğtıd'yan :a'üze?ı'ıve'r h^lıffü'1 kur8W"bır ruhdan fharettir.A'nk olmaksiz'n d:n dü^ünü'emediğ gibi, dine-HayÖHmcryah'-Bir ahlâk da Allah knt-nda makbul değildir.

Filozoflarla p^fkologların'tarif ett'ğî2!an!â!uya fcemİyetİri:fetirh" vet-el-k-:n;nden donan âdetler, ya ;da^î:nsonm yorof'Tısında mevcut k'abiliyetler'n geÜsmesi İle meydana pelen'hnilerdir. Bu tariflere aöre. insanlar İçin.temelli ve; istikrarlı bîr ahlâk şekli ve-öküsü o'omar. Ferdlerîn kabiliyetlerine veya -cemiyetlerin nelenek, çıörenek ve âdetlerine'-fca'çHr-olarak daima deciİşen ve birbirleriyle mütemadiyen çelişen anarşik hareketler meydana1 gelir," nizam bozulur ve huzur kalmaz. Kısmen dünyada bir huzur sanılsa bile, ger­çekte böyle değildir. Çünkü İnananlar için İlâhî ölçüler esastır. Bunİar hem dünya, hem de âhiret saadetini temin ederler. Dinimizde çocuğun babaya ve babanın çocuğa, karının kocaya ve kocanın karıya, komşunun komşuya, patronun işçiye ve işçinin patrona, amirin memura ve memurun amire/üs­tün asta ve astm üste, satıcının müşteriye ve müşterinin satıcıya, müminin kâfire ve müminin mümine karşı, karşılıklı hak ve vazifeleri vardır, Bunları büip dosdoğru uygulamak İslâm 'ahlâkını yaşamak olur.

İmam Buharı, çeşitli nakil yollarından ilmî araştırmalarİyle elde ettiği ahlâka daîr Peygamber Efendimizin söz ve hareketlerini bîr araya toplamış ve bize başlı başına bir ahlâk kitabı hazırlamıştır. Bunları Öğrenip en güze! yaşayanlar, Peygamberin büyük ahlâkına en yakın bulunanlar olur. İşte bu kitap bize Peygamberin büyük ahlâkını öğretiyor ve ona uyma­mızı tavsiye ediyor, islâm'ın hayatı budur, huzur ve saadet buradadır.

Allah'ım! Bize önce hidayet buyur; hakkı göster, ona uymayı nasib et. Bâtılı da gösterip ondan kaçtndır.                

Bize o büyük peygamberin yüce ahlâk? rifojf ret, yrisahtssfnfveı*; saao'eî kapıları açtlsm, gözler aydun olsunr karanlıklar kapansın. V Faydalansm genç-ihîiyar, bütün kâinat... Selâmete açsınlar kanat.

İşte isteğimiz, son arzumuz bu...

İmam B u h â r î 'nin bu kitabı ahlâkla ilgili çeşitli konuları gösterir (644) kadar bölüme ayrılmıştır. Her bölümde, o konu ile ilgili bîr veya birkaç hadîs-i şerif, yahut ashabdan rivayet edilen haberler vardır. Hazreti Pey­gambere kadar yükseltilmemiş olup, tabiîn veya ashaba kadar ulaştırılan nakillere eser veya haber ismi verilir ki, bunlar, İkinci parantez içinde (1, 2,... -s.) şeklinde gösterilerek ayırt edilmişlerdir. Bunların sayısı (383) adet­tir. Eserler dahil, bütün hadîslerin toplamı (1322) adet olup, bunlardan (639) tanesi birinci cildimiz içinde mevcuttur.

Kısaltma olsun diye, metindeki senetlerden yalnız ilk ravî alınarak tercemeye geçilmiştir. Mümkün olduğu kadar metne sadık kalınarak lüzum görülen yerlerde ayrıca açıklama yapılmıştır. Hayatları bize örnek olacak ashab-ı kiramdan fırsat düştükçe bahsedilerek hal tercemeleri kısaca veril­miş, gerek metinler için ve gerekse açıklamalar için faydalanılan kaynaklar gösterilmiştir.

İmam Buharı 'nin «EI-CamiVs-$ahıih»inden sonra gelen ve İslâm ahlâkını derleyen «El-Edebü'l-Müfred»inî, Hindistan'da Osmaniye Universitesi hocalarından, tefsir hocası F a d ! u I I a h E I - C î I â n î iki ciid halinde şerh etmiş ve hadîsler için başka kaynaklar da göstermiştir. Ayrıca lüzumlu fihristler hazırlayarak kitabın sonuna koymakla büyük hizmette bulunmuştur. Hizmetinin manevî mükâfatına ziyadesiyle nail olmasını AlScjfo'-dan niyaz ederiz. Eserin terceme ve açıklanmasında bu âlimin şerhleri bize esas olmuş, diğer kaynaklardan ayrıca faydalanılmıştır.

Ehliyet ve mükemmeliyet iddiası olmaksızın, bu çalışmamız, Hz. Pey­gamberin nurlu ahlâkından ahlâk edinmek isteyenlere, ahlâka susamışlara, İslâm ahlâkından mahrum olanlara bir yansıtma vasıtası olabilecekse, he­pimize ne mutlu!.. Bu mutluluğu ve bu saadeti Allah'dan diliyoruz :

Ya Rab! Beşeriyet İcabı bizden çıkmış bulunan hata ve günahları ba­ğışla; bize hakkı ve doğruluğu ilham et. Bizi Peygamberin büyük ahlâkı ile tenvir edip, doğruluktan ve istikâmetten ayırma. Akıbet bizi, iyilerle ve razı olduğun kimselerle hasret...

Hamd, âlemlerin Rabbine;

Salât ve Selâm, O'nun elçisine.

Rahmet ve Resulünün ümmetini olsun…[2]

                                                                                                                                                        A. Fikri YAVUZ          

                                                                                                                                                               30.12.1971

 

İMAM BUHARÎ HAZRETLERİ

 

Abdullah İbni M e s ' u d 'un — Allah ondan razı olsun — rivayet ettiği hadîs-i şerifin beyaniyle «Kuı-'ân yeryüzünde Allah'ın zi­yafet sofrasıdır.» Hazreti Âişe 'nin de — Allah ondan razı olsun — tav­siyelerinden anlıyoruz ki, Allah'ın elçilik görevini taşıyanların en üstünü «Hazreti Muhammed Sallâllahü Aleyhi ve Seîlem'in Ahlâkı KUR'ÂN idi.»

Hazreti Peygamber Kur'ân'ı, insanlara, yaşayışlarıyla, hal ve gidişatlarıyla terceme eder ve açıklardı. Kur'ân-ı Kerîm'in açık ve kesin âyetle­ri, Peygamberin hikmetle dolu söz ve hareketleri yirmi üç yılda tamam­lanmıştı. Bu zaman içerisinde, ashab-ı kiram, Allah'ü Teâlâ'nın kendilerine ihsan buyurduğu güçle hadîsleri ezberlediler. Daha sonra hadîs imamları, Peygambere ait çok değerli ve büyük hadîs kitapları yazdılar. Bunların çoğunu, şeriatın gaye ve maksadına uygun olarak itikat, vasıyyet, idare ve toplumla ilgili konular, cihad faziletleri, Cennet ve Cehennem gibi bö­lümlere ayırarak hazırladılar.

Ahlâk ve adaba mahsus olan hadîsler ise, bütün hadîs kitaplarında fazla miktarda ve çeşitli bölümlere dağınık bir halde bulunuyordu. Zira ahlâk, Peygamberin getirdiği hidayet dininin temelinde büyük bir rükün teşkil eder. Herkes biliyordu ki, Peygamber (Sallâllahü Aleyhi ve Selîem) ahlâkın iyi ve güzellerini tamamlamak için insanlığa gönderilmişti.

İşte İmam Muhammed İbni İsmail El-Buharî, «Camiu's-Sahîh» adlı meşhur eserinde, «Edeto» için bir bölüm ayırmıştır kî, bu ölmez eserin 78. bölümünü teşkil etmektedir. Sonra İmam Buharı, bununla yetinmeyip sırf edep mevzuuna ait olmak üzere müstakillen bu kitabı hazırlamıştır. Bu esere, «el-Edelbu'l-Müfred» adını vermiştir; çünkü bu eseri yalnız edeble ilgili hadîslere tahsîs etmiş, başka şeylere değil...

Güzel tesadüflerden biri olarak İmam Buharı, asırların ha­yırlısı olduğu rivayet edilen üçüncü asrın başında yetişmiş, daha sonra hayatının ikinci safhasında, kendisinden sonra gelecek hadîs âlimleri top­luluğunun elçisi imiş gibi, onlara öncülük etmiştir. Böylece Hazreti Pey­gamberin sünnetini izliyenler için, hayır sahipleri için «Sünnet» hakkında yukarda adı geçen «Camiu's-Sahîh» kitabını hazırladı. Hem asrmdaki âlimlerin, hem de daha sonra gelen hadîs âlimlerinin İmamı olmuştu.

Abdullah   îbni   M e s ' u d 'un - Allah ondan razı olsun — rivayet ettiği hadîs-i şerifin beyaniyle «Kur'ân yeryüzünde Allah'ın zi­yafet sofrasıdır.» Hazreti Âişe'nin de —Allah ondan razı olsun— tav-' şîy elerinden anlıyoruz ki, Allah'ın elçilik görevini taşıyanların en üstünü «Hazrefi Muhammed Sallâllahü Aleyhi ve Sellem'in Ahlâkı KUR'ÂN idî.»

Hazreti Peygamber Kur'ân'ı, insanlara, yaşayışlariyle, hal ve gidişat-î&riyle tercenıeeder ye açıklardı. Kur'ân-ı Kerîm'in açık ve kesin âyetle­ri, Peyganîberin Mkmetle dolu söz ve hareketleri yirmi üç yılda tamam-îantaıştl. Bu zaman içerisinde, ashab-ı kiram, AUah'ü Teâlâ'mn kendilerine ihsaft'buyurduğu güçle hadîsleri ezberlediler. Daha sonra hadîs" imamları, Peygambere ait çok değerli ve büyük hadîs kitapları yazdılar. Bunların çoğunu, Şeriatın gaye ve'maksadına uygun olarak itikat, vasıyyet, idare ve topltimlaMlgili konular, cihad faziletleri, Cennet ve Cehennem gibi bö­lümlere âyıfcarak hazırladılar.                                                      

Ahlâk ve adaba mahsus olan hadîsler ise, bütün hadîs kitaplarında fazla miktarda ve çeşitli bölümlere dağınık bir halde bulunuyordu. Zira ahlâk, Peygamberin getirdiği' hidayet dininin temelinde büyük bir rükün teşkil eder. Herkes biliyordu ki, Peygamber (Sallallahü Afcyki ve Sellem) ahlâkm iyi ve! güzellerini tamamlamak için insanlığa gönderilmişti.

îştq îmam Muhammed îbni îsmaîl El-Buharî, «CamîuVSahîn» adlı meşhur eserinde, «Edeb» için bir bölüm ayırmıştır bu ölmez eserin 78. bÖîümühü teşkil etmektedir. Sonra îmam B'uİıar î, buıîunlâ yetinmeyip sırf edep mevzuuna ait olmak üzere müstakillen bu kitabi'nazırîârnıştır. Bu esere, «el-Edebu'1-Müfred- adını yermiştir; çünkü bu eseri yalnız edeble İlgili hadîslere tahsîs etniiş, başka şeylere değil...

Güzel tesadüflerden'biri olarak îmam Btiharî, asırların ha­yırlısı olduğu rivayet' edilen üçüncü asrın başında yetişmiş, daha sonra hayâtının ikinci safhasında, kendisinden sonra gelecek hadîs âlimleri top­luluğunun elcisi irtıiş gibi, onlara öncülük etmiştir. Böylece Hazreti Pey­gamberin-sünnetini izttyenler îçiö, hayır sahipleri için «Sünnet» hakkında yukarda adi geçea «Catniu's-Sahîh» kitabını hazırladı. Hem asrındaki âlimlerin, hem de daha sonra gelen hadîs âlimlerinin îmaml olmuştu.

İmam Buharî, ilk olarak İslâmda hadîs mevzuunda bir kitap yazıp hadîsleri eleştirerek gayet ince ve titiz metodlarla sahîh ve sağlam­larını sakatlarından ayıran büyük îmam'dır. Bu büyük hizmeti ile, kendi asrında yıldızları parlıyan bid'at ehlinin takip etmekte oldukları sapık yol kesilmiş oldu. Böylece onlar, perişan olarak korku içinde sapık yolların­dan geri döndüler.

İmam Buhar'î veburmn gîtii âlimler, felâm dini için açık ve parlak deliller ortaya çıkardılar ki, îslâm yolundan, Peygamberin gidişa­tından sapanlara ve uydurmacılara artık bir hareket ve imkân kapısı kalmadı; İmamı (E b ti" A b dul 1 ah) Muhammed îtini î s mail, îbn i îbrah î m , f b ni' 1-Muğîre ET-Cu ' f î / ilk vatanı olanTrBuh,ara*da çuma namazmdan sonra, Hicrî 13, ^Seyyal 194 tarihinde doğdu.'

E 1-Mü st en îr  îbn i  Atık   diyor ki, bu doğum tarihini, biz­zat Irnam  Buharî,  babasının el yazısı olarak bana göstermiştir.

Bu.har:î'nin babaşı,iilira,ye takva sahibi zengin bir zattj; Daha,doğ­rusu ticaretle uğraşan bir âlimdi. Daha çok sünnete ait ilimlerle meşgul oluyordu. Hafız İ b n-i Hibba n «Kitabufs-Sikat»açÜı eserinde, Buharî 'nin.babasjnı dördüncü tabaka ricalinden saymıştır; H a m-m a. d t b n.i Z e y d ve M al i k 'den rivayet ettiğini söylemiştir. Irak'lılar. da kendisinden rivayet etmişlerdir. Oğlu İmam Buharî, «Tarih-i KebuVüıde şöyle anlatıyor:

Babam' î;&m e il i İH a m m a d İ b n i Z e y d 'i (98479) görmüş, İ b n ü '1 - M,ü b a re k ile (118-182) görüşmüş ve îmanı M a 1 i k 'i (93-179). dinlemiştir.

Bu harî 'nin babası. İ s m a i 1, İmam Malik ile Ham ma d î b p. i Z e y d, 'den ye Irak'lılar da; kendisinden rivayet ettiklerine göre, anlaşılıyor ki, { s m a i 1 Efendi 179 hicret.yılından önce hac farizasını edâ,etmek üzere vatanından çıktı; Medine'yi ziyaret etti ve. orada da İmam Ma 1 i ^ ile görüştü, giderken de, çlönerken .de Irak'a uğrayıp orada H amma, d ile karşılaştı ve,pndan-'hadîs dinledi. Iraklılar onunla be­raber, bulunarak kendilerinden hadîs rivayet ettiler.

I b n u ' 1 -,M ü b ar ek 'e gelince, bununla devam eden hayat, Mali;k   ve   Ham m a d 'dan sonra,üç yıl olmuştu»,               

Bu har î'nindedesi İ br a.hîm î bn u;'1 - M u.ğ,î r e hakkında, Hafız îh n i Hacerr «He4yo's-Sarî>» adlı kitabıaın 478. sayfasında şöyle diyor: «Buna ait haberlerden eliffîize bir. şey geçmemiştir.»

Bu^harî'nin büyük dedesi,  İbrah-im -inde babası   MUĞÎRE, bu soyun Ufc müslüman olan şahsiyetidir, Müslümanlığı kabul edişi ile,vâtanâaşlarindan^ve  C u ' f a  kabilesinden  Y e m a n  adındaki (Sîi*1 zâtm elîyiei olmuştur.  

Cu'fa kabilesinden olan bu   «Y e m h»,  muhaddis Hafız Abdul1ah,İ b n i   M-;u,^ a m m e d 'in büyük dedesidir; çünkü Hafız A b-.d ull'a.h 'in babası Muhattı m,e/d , M u h a m m e d 'in babası Ab.duil ah , Abdullah'ın babası Cafer, C,a f e r 'in de ba­bası El-Yeman 'dır, Cu'fa kabilesine mensuptur...Buhara ve MaveraünnehirMe Allah yoluna çağırma sevabını iş-liyen:bir kabilenin adıdır. Bu kabilenin gayret ve çalışmalariyle doğuda çok kimseler İslâm'ı kabul etmiş; ve İslâm'ın yayılmasına bunların büyük hizmetleri olmuştur. İmam   Buharı  gibi büyük şahsiyetler doğmuş ye İslâm'a büyük hizmetlerinden dolayı şerefli bir kabile'unvanını korumuşflar-vemlaranispetedilmelç de bir fazilet olmuştu.. Bu hizmetler içinde en fo%ük nastbCF kazandıran da. şüphe yok ki,, îmam B u h-a.rî Jnirt geriye bıraktığı ölmez eserlörtdîr. Allah'hepsinden razı, olsun.  

'Buhar î; 'hin babasının öhırri tarihi bilinmemekle beraber,' B u -h a r; î 'nin^ küçukKîfünde vefat ettiği kssihlikle söylenebilir. Böylece B u'h^a-''r îî,' annesinin'kucağında ve himayesinde büyüdü. İlk hadîs din-lemesi d&Hk'rî'2O4 târihin-de olmuştur.   Buharı 'nin talebesi,   B u" h a i* î'hih'şöyle dediğini anlatmıştır: «Daha ilk medresede iken, baiîa ha­dîs ezberieinekHlhâm edildi.»~O vakit on veya daha az yaşta bulunuyordu. ' B ÜK^ r!'nin Küçüklüğünden itibaren hiadîs ezberlemekte takip et­tiği yol, ravilerin hal tercemelerini, onlarla yaşamış gibi ezberlemek öl-ftmstur. "-Oî raviyî, ravinin iktisabını, kimden rivayet ettiğini ve raviden kimlerin rivayet ettiğini hep bilirdi. Bir kimse hadîs rivayetinde.ve ravi-Ietfin'senedinde hataya düştüğü' zaman, İmam; Buharî onun imdadı­na yetişirdi; çünköT İmam B u h §:r î bütün ravileri ve talebelerini, ra-viniit şöyhlenni,; şöyhlerin zamanlarını ve vatanlarım bilirdi. Bu ehliyeti­ni gösteren bil* hadise vardır ki; onu'bizzat  Buharî,  medrese tahsi-

'linâen tottra şöyle anlatmıştır.

iMedrösfeBe;Ve dışardaH âlimlerle bazı ihtilâflara düştüm. Bîr gün, medresede dersveren hoca dedi ki, S'ü f y an E bû Z ü'b e y r 'deri, EVû Z>ü be y r de 1 b'r'â h İ'm N e h a iJden rivayet etti. Ben, E'bû 2üb e y r , î Vr ah İîn 'deh rivayet etmemiştir, dedirri. BÜ-nun üzerine adam beni azarladı. Ben ona dedim ki, dön, yanında varsa aslına bak:Adam gidip araştırdı ve sonra dönüpi bana şöyle dedi; ' «Eiy gehçîîlivâyet hasıldır?i Ben dedim ki," o, Adiyy oğlu Zü-tee"yr"'dir, 1 b r a h i m 'den rivayet etmiştir; E b û Z ü b e y r de­ğildir; Adam balemi aldı, kitabını düzeltti ve bana; «Doğru söyledin\» dedi. Biri; B-uh'lrîPye ;sordu: Bu adafria karşı hareketinde kaç yaşmdaydıh? Buharî, on bir yaşındaydım, demiş. Bu yaşta iken, memleketindeki hadîs rivayetlerini Muhammed îbni Selâm 'darı (161-225), Abdullah İbni Muhammed E 1 - M ü s n i d î 'den (?-229) ve bunların; emsalinden alıyordu.

Buharı şöyle anlatır: On altı yaşıma bastığım zaman, îbni Mübarek 'in (118-182) ve Veki' î b n ü'1 - C er r ah'm (130-197) kitaplarım ezberledim! Fıkıh âlimlerinden de bunların görüşlerini anla­dım

Ömrünün bu devresinde, (210 hicret yılında) hac farizasını edâ etmek üzere, B e y t u 1 1 a h 'a müteveccihen annesi ve kardeşi A h m e d ile'yola çıktı B u h a r î ... Ahmed ondan küçüktü. Her girdiği bel­de âlimlerindenîmâm Buharı hadîs dinlerdi:

Beîh'de; Mekkî îbni İbrahim Hafız B e 1 h î'den (?-215), Basra'da; E bû A m r E K'K a y s î *den (?-213) ve Muhammed îbni Abdullah î t> n i ' 1 - M ü s e n n a El-Ensarî'den (118-215) ,Kûfe'de; Ab d u 1 1 ah î b n i M û s a E 1-A b s î '-dfen (?-2l3), Mekke'de; Mekke şeyhi ve kurrası Abdullah îbni Yeiîd El-Mukrî 'den (120-213), BağdadMa; A f f a n ibni M üs 1 i m E 1 - B a s r î 'den (13Î-220), Humus'dan; Ebu'K.Yeraan E 1 - H a k e m î b n i Nafi' E 1 - B « h r a n î Men (138-221), Şam'da: Ebû Müshir Abdu'1-A'lâ E1-G a s s a n î'den (140-218), As-kalanda: Adem îbni 1 y a sdari (182-220), Filistin'de: Muhammed îbni Yûsuf El-Faryabî 'den (?-212) hadîs dinlemiş ve okumuştur.

Sehl îbni Sirrî rivayet ettiğine göre, Buharı şöyle demiştir:                                                                 

«Şam'a, Mısır'a ve Arap Yanmadası'na iki defa, Basra'ya dört defa gittim ve Hicaz'da altı yıl kaldım. Küfe ve Bağdad'a hadîs âlimleriyle beraber kaç defa gittiğimi sayamam.» Haşid îbni' İs nva il demiş­tir ki, Buharî daha küçükken bizimle beraber Basra âlimlerine gider gelirdi; yazı yazmıyordu. Hatta beraber bulunduğumuz bu günlerde on altı gün geçince, onu yazı yazmayışından ötürü ayıkladık. Bunun üzerine bize şöyle dedi: Aleyhimde söz ettiniz; yazdıklarınızı bana okuyun. Biz de, yazdıklarımızı, ©nbeş binden fezla olduğu halde ona okuduk. O, bü­tün bu'hadîsleri ezbere olarak bize «kudu; öyle,ki, biz, onu ezberinden yazmış olduğumuz hükmünü vermeye başladık.

Muhammed Îbnu'l-Ezher El-Sicistanî şöyle an­latıyor: Mekke :kadısı Süleyman îbni Harb El-Ezdî El-B a s r î 'nin meclîsinde idim. Bu zat 224 hicret yılında vefat etti; doksan yaşında bulunuyordu. Orada bulunanlardan birine Buharı için, bu genç neden yazmıyor? diye soruldu.. Verilen cevap şu oldu: Bu genç Bu-hara'ya döner ve orada kendi ezberinden yazar.

Varraka Ibni Mu ha mm e d îbni Ebî Hate m'den, Buharı 'nin anlattığı rivayet edilmiştir:

«Ben hadîs âKmi Faryabî 'nin meclisinde îdim; üstad şöyle takrir etti: Bize Sü f y a n , Ebû U^r v e 'den; Ebû Ur ve, Eb£'l-' H a 11 a b 'dan; Ebû'l-Hattab, Ebû Haınza 'dan rivayet etti. Mecliste bulunanlardan hiç biri, S ü f y a b 'dan yukarıda bulunan ravi-lerin adını bilemedi, (onları künyeleri ile tanıyorlardı). Ben dedim ki, S ü f y a n 'in yukarısmdaki ravilerden E b û U r v e , Muammer îbni Ra şi d'dir. E bû ' 1-Ha tt a b , K a t a d e İbni Dia-me'dir.   Ebû   Halaza   da,   E n e s   İ b n i,  M a 1 i k'dir.

Buharı ilâve ederek dedi-ki* F a r y a b î 'nin ravileri künyele­ri ile söylemesinin sebebi şu: Faryabî 'nin hocası Süfyan e 1 -S e v r î ,. bu künyelerle rivayet etmiş; çünkü meşhurlara böyle künye-leriyle söylerdi. Faryabî de emanete bağlılığından dolayı, hocası Süfyan  El-Sevrî 'den işittiği, gibi hadîsleri anlatıyordu.

Buharî ise, bütün ravileri aralarında yaşamış gibi biliyor ve ta­nıyordu. Künyelerini bilmek, onun için en kolay şey idi.

Buharî, 210 tarihinde vatanından çıkışından sonra îslâm âlemi­nin en ünlü âlimlerini dinlemiş ve yaşadığı müddet onlardan faydalanmış­tır. Hafız İbnu'l-Hacer, «Hedyu's-Sarî» adlı kitabının 479-480 sayfalarında bir bölüm açarak Buharî 'nin hocalarını beş tabaka üze­re tertip etmiştir ki, izahat için oraya baş vurulabilir.

Buharî 'nin, hocalarından elde ettiği üstün istifadeyi -güzel bir şe­kilde canlandıran Örnek, Yusuf îbni Musa El-Mervezî'-nin şu sözleridir:

«Basra Mescidinde bulunuyordum. O esnada bir münadinin şöyle ça­ğırmakta olduğunu işittim: Ey ilim sahipleri! Muhammed İbni İsmail El-Buharî şehrimize gelmiştir. Bunun üzerine âlimler toplanıp ona karşı çıktılar, ben de aralarında vardım. Bir genç gördüm ki, sakallarında beyaz yoktu. Adam mescide girip sütun arkasında namaza durdu. Namazı bitirince, insanlar etrafını çevrelediler ve ondan, kendile­rine hadîs yazdırması için bir meclis -tertip etaftesini istediler. Buharî de onların bu teklifini kabul etti. Sonra münadî, Basra mescidinde ayağa kalkıp şöyle seslendi:                        

Ey ilim sahipleri! Mu h a m m e d îbni İsmail El-Buharî gelmiştir. Bize hadîs yazdırmak üzere kendisinden bir meclis tertip etme­sini istedik. O da, yarın falan yer ve saatte bir meclis akdetmeyi kabul etti

Sabah olunca, muhaddisler, hafızlar, fıkıh âlimleri ve diğer dinleyi­ciler kalabalık bir şekilde hâzır bulundular. Böylece binlerce dinleyici: toplanmış oldu.

Muhaiûra,ed  İboi İsmail  EI-Buharî   (Ebu Abdullah), oturup hadîs yazdırmıya başlamadan_:Önce dedi ki, ey Basra'lılarh Ben birT gencim; benden hadîs dinlemeyi istediniz. Ben de sizin beldeniz ehlinden rivayet edilen sizin bilmediğiniz ve faydalanacağınız hadîsleri' size anlâ^-tacağıro.                                       

Hazır bulunanlar, onun bu sözünden hayrete düştüler. Nihayet yaz­dırmıya başladı ve rivayetlerini tamamladı. İşte  Yusuf   İbni  Mûs'a1 böyle anlatarak sözlerini şöyle bitirdi:                        

Buharı bu tarzda onlara bir meclîs tertip ederek haüîs yazdırdı. Her hadîste, bu hadîs sizde* şu şekilde rivayet edilmiştir; o-; kaefor var ki, bu hadîsin falandan rivayeti sizde yoktur, diye söylüyordu.

Buharı 'nin eser yazmakla meşgul oluşu, gençlik çağlarında baftar.r Kendisi şöyle derdi: On sekiz yaşa bastığını zaman, ashab-i kiramın ve-tabiînin hükümlerini ve-sözlerini yazmıya'başladım. Bu tarih 'U bey d u1!*'1 lah İbni M û s a'nin günlerine raslar ki, Ü b e y d u 1 Va. hhn Ölünr tarihi olan 213 yılından önce Kûfe'de bulunduğu devredir. "        

Selim ibn'î.Mü oa h i d şöyle anlatır: M u h a m m e d İbni İsmail El- Buharı bana demiştir ki, ben ashabdan ve tabiînden naklettiğim hadîslerin çoğunun ravilerinin doğum ve ölüm tarihlerini, ya­şadıkları yerleri bilirim. Ben asli olmıyan bir hadîsi ashabdan ve tabiîn­den rivayet etmem. Ben sahih olanı, Allah'ın Kitabından ve Peygambe­rinin sünnetinden bilirim.

Yine. Buharî'nin şöyle dfediğini Varraka anlatır: Hao- göre­vimi bjtirdikten sonra Medine'de, bir yıl kaldım; hep hadîs yazıyordum. Her yıl hac edip Mekke'den Basra'ya dönüyordum. Sağlam'hadîsi sakat hadîsten ayırıp bunları bilmedikçe, asla hadîs jdersine oturmuş değildim. Basra'da yazılmadı bir hadîs bırakmadım.               

Buharı başka bir ifadesinde demiştir ki, teşn,adab vs cemiyet nizamı, ile ilgili olup, ihtiyaç duyulan bir şey bilmyorum k, Kur'ân'da ve Sünnette mevcut olmasın.                                    

BuharVnin telif ettiği eserlerin en büyüğü, daha.doğrusu İslâm'ın-en büyiik mirası, pnua «çEii-Camîu^-Sahîh» adlı meşhur hadîs kitabıdır.; Mekke'de iken onu tasnif e, ve .balşlarıiH tertibe başlamıştı. Hadîslerini al­tı yüz bin hadîs arasından, on altı yıl içinde seçmiş: ve şöyle demiştir: «Ben her-Jıadîs için istihare edip, Allah için t iki rekât namaz kılma­dıkça ve hadîsin sıhhatine kesin olarak inanmadıkça, asla kitabıma bir. hadîs koymadım.»                           

Buharî,   önce müsvedde halinde yazıyor, sonra temize çekiyordu.; Müsveddeleri beyaza çekmek istediği zaman, Medine'ye gider, orada Hazreti Pey g.a m b e * Mft kabai il© münberi! arasında temize naklederdi. ve her hadîs naklinde iki rekât namaz kılardı.

E b û Caier E 1 - U k,.a y 1 î şöyle diyor; Buharı «Sahîh» kitabını tasnif edince, onu, büyük âlimlerden İbni Meclînî,. Ah-m e d İ b n.i .H,a;>n. be 1.,. Y ah ya j b n i M u.'.i n ,ve!bunlar gibi asnnın imamlarına arz etti. Bunların, hepsi «Sahîh» i güzel buldular ve onun sıhhatine şahidUk ektiler; yalnız dört hadîsi istisna ettiler M, bun­larda da Buharı 'nin haklı olduğunu Ukaylî söylemiş, sahîh ol^ duklarmı ifade etmiştir.        .

Hakim Ebû AJımed şöyle demiştir: Allah İmam Buharî'ye rahmet etsin; çünkü din esaslarını o telif etti ve insanlara açıkladı. On­dan sonra her çalışan âlim, kendisinden faydalanmıştır.

Bu h a r î 'nin «El-Camiu's-Sahîh» başta olmak üzere şu eserleri vardır;

1— El-Câmiu’s-Sa"hih

2— EHSdebu'l-Müired (terceme ve şerhi yapılan bu kitap)

3— Kîtabu'i-Hibe

4— El-Kıraatü Halfa'1-İmam

5— Reful-Yedeyhi Fi's-Salât

6— Halku Efalil-İbad

7— Tarîhu'1-Kebîr    

8— Tarihü'l-Evsat          

9— Tarîhu’l-Sağir                                    

10— EI-Camiu'1-Kebîr

12— El-Tefsîru'1-Kebîr

13— Kitabu'l-Eşribe

14— Kitabu'I-îlel

15— Esmau's-Sahabe

16— Kitabu'l-Vicdan

17— Kitabu'l-Mebsut

18— Kitabu'1-Künâ

19— Kitabu'l-Fevaid

20— Birru'l-Valideyn

Şimdi terceme ve şerhini takdim ettiğimiz El-Edebu'1-Müfred, daha önce 1306 hicret yılında Hindistan'ın «Aret» şehrinde, 1309 yılında İstan­bul'da ve 1349 yılında da Kahire'de basılmıştır. En sahîh baskısı Hind bas­kısı olup, nüshası nadirdir. Mekke kütüphanesinde yazma bir nüshası vardır.

Muhammed Fuad Abdulbakî, eserin bablannı ve ha­dîslerini numaralıyarak diğer Kütüb-i Sitte'deki yerlerini göstermiştir. Bu baskıdaki metin de onun çalışmaları eseridir.

İmam Buharı hakkında son olarak Müslim İbni Hac­ca c 'in şu itirafını kaydederek sözü kesiyoruz:

îmam! Saha ancak hasedci dil uzatır. Bön şahidlik ederim ki, gerçekten dünyada-senin emsalin yoktur.»               

Büyük İmam hayatının 62. yılında ^Semerkand köylerinden biri olan: Hartenk'e gitti ve misafir olarak: yakınlarından Galip İbni C i b -r î l'in «vine indi. Galip şöyle anlatır: Bir- gece, gece, namazını bitir­dikten-sonra, İmam düâ_ ederken şöyle dediğini işittim: «Allah'ım!. Artık yeryüzü bunca genişliği ile bana dar geldi; beni kendine al.» Bundan bir­kaç gün sonra HartçnVde hastalandı. Durumundan haber alan Semer-kand'hlar bir, elçi gon.der.erek İmam kendüerine dönmesini istediler, îmam Buharı Hazretleri de bu daveti.kabul etti ve hayvatıa binmek. için hazırlandı, ayakkabıdayım, giydi ve. hayvana binmek için —ben de kolundan tutarak — yirmi adım kadar yürüyünce,. «Beni bırakın,, takatsiz kaldım.» djş4i. Biz- de onu bıraktık; dualar etmiye başladı, sonra yaslana­rak vefat etti. Ölümü, Cumartesiye rastlıyan Ramazan Bayram gecesinde, hicretin de 256 yılında olmuştu.                                              

Allah ona bol bol rahmet etsin ve Müslümanlara ve insanlığa ettiği büyük hizmetinden dolayı ona, salih velilerine verdiği mükâfatı versin...

Not: İmam Buharı hakkındaki bu yazı, Arapça olarak Muhibuddin El-Hatîb tarafından yazılıp «El-Edebu'1-Müfr ed­in başına konmuş olup, Özetlenerek Türkçeye çevrilmiştir.[3]

                                                                                                                                                         A. Fikri YAVUZ

 

(1) Anaya, Babaya İyilik Etmek 

 

1— ALLAH Tealâ: «Biz, insana, ana-batasına iyilik etmesini emret­tik.» buyuruyor. (Ankebût Sûresi, âyet: 8)

Abdullah îbni Mes'ud anlatmış ve şöyle demiştir:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se.lem)'e sordum ki, amellerin han­gisi, şanı aziz ve yüce olan Allah'a daha sevgilidir?                              

Buyurdular ki:

  (Müstahab olan) vaktinde namaz kılmak.

  Sonra hangisidir? dedim.

  Sonra, ana-babaya iyilik etmek, dedi.

  Sonra hangisidir? dedim.

  Sonra, Allah yolunda cihad etmektir, dedi.

Bu hadîsi anlatan dedi ki, «Peygamber bu üç şeyi bana söyledi. Eğer ondan, daha ziyade soraydım, muhakkak bana daha söyliyecekti.».[4]

Bu hadîs-i şerifte sıra ile üç. amelin fazileti ve bunların önemi belirtil­mektedir. Bunların başında da namaz geliyor. Namaz her gün tekrarlanan ve beş vakitte yerine getirilen, adâb ve erkânı gözetilerek huzur ve huşu ile kılındığı takdirde fenalıklardan alıkoyan bir ibadet olduğundan, diğer bir hadîste : «Namaz dinin dayanağıdır.» buyuruİmuştur. Böylece ibadetlerin en faziletlisi sayılmıştır. Namazın hakkını koruyan, ana-babaya da saygıda bulunur, onlara iyilik eder. Ana-babaya iyilik etmiyen, başkasına hiç iyilik etmez.

T i r m i z î 'nin.,rivayetine göre, ana-babaya iyilik etmeğe dair olan ve bir kısım manası baş tarafa alınan âyet (Ankebut: 8), S a ' d i b n i E b î V a k k a s hakkında nazil olmuştur. Bunun anntesi, E b û S öf y a n 'in kızı idi. S a ' d İslâm'ı kabul eden ilklerden olup, annesine ziyade hür­met ye iyilik ederdi.. Oğlunun kendisine düşkünlüğünü bilen anne, bir gün oğluna şöyle dedi:

«— Bu yeni ortaya çıkan din nedir? Allah'a yemin ederim ki, ne ye­mek yiyeceğim, ne içeceğim, tâ ki eski dinine dönersin; yâhud böylece ölür giderim ve sana da : "Ey anne katili! "denir.»

Bunu söyledikten sonra rkı gün yemek yemedi, bir şey içmedi. Nihayet oğlu   Sa'd   yanına varıp dedi ki :

«— Ey anneciğimi Senin yüz tane canın olsa ve teker teker bunlar çıksa, bulunduğum hak dini yine (erk etmem. İstersen yemeğini ye, istersen yeme.»

Anne ümidini kesince, artık yemeğe ve içmeğe başladı. Bu hadise ar­kasından da Allah Tealâ anaya-babaya iyilik etmeyi, şirkte onlara uymci-mayı emretti. Âyet-i kerîmenin manası şudur:

«Biz, insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Bununla bera­ber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (îlâh tanımadığın) bir şeyi bana or­tak koşman için sana emir verirlerse, artık onlara (bu hususta) itaat etme. Akıbet banadır dönüşünüz. Ben de işlemiş olduğunuz amelleri size haber vereceğim.  (İyi-kötü cezanızı göreceksiniz).»   (Ankebut: 8)

İşte bu âyet-İ kerîme, Allah'a isyan olmayan şeylerde ana-babaya itaati ve onlara iyilik yapmayı kesin olarak emrediyor. Ana-babaya itaatin zıddı, onlara fenalık yapmaktır kİ, bu haramdır ve büyük günahlardan sayılmış­tır. Ana ve baba, çocuklarını terbiye ederler ve yetiştirirler, ihtiyaçlarını karşılarlar ve onları yedİrir İçirirler. Bir mükâfat ve karşılık beklemeksizin bin bir çeşit selâmete çıkarmak İçin didinirler, her türlü fedakârlığa katla­nırlar. Bu hal karşısında evlâd, eğer onların hizmetinde bulunmaz, hürmet ve içten gelen sevgi ile onlara iyilik etmezse, Allah'ın emretmiş olduğu va­zifeyi yapmış olmaz.

Cihad etmek, fevkalâde sayılmayan hallerde, ana-babanın iznine bağlı olduğundan, ana-babaya itaat ve iyilik etmekten sonra anılmıştır.

Cihad : İslâm dinini, tevhİd kelimesini yüceltmek ve hakim kılmak için can ile, mal ile, söz ve yazı ile düşmana karşı savaşmak ve düşmanın za­rarını kaldırmaktır. Dinîn ayakta durması, korunması ve devamı için cihad şart olduğundan fazileti çok büyüktür. Normal zamanlarda Müslümanlara ci­had farz-ı ktfaye ise-de, düşman istilâsı gibi tehlikeli anlarda farz-ı ayin olur.

Bu hadîs-i şerifte amellerin faziletlisi olarak sıra ile üç ibadet zikredil­miştir. Bunların birincisi: farz namazdır; çünkü farz namazları vaktinde edâ etmeyen, namazdan başka olan İbadetleri fazlasıyla terk eder.

İkincisi: ana-babaya İtaat ve iyilik etmektir; çünkü ana-babanın evlâd üzerindeki büyük haklarına karşılıkta bulunmayan kimse, başkalarına çok az iyilik ve İtaat eder.

Üçüncüsü : Allah yolunda cihad etmektir; çünkü düşmanın amansız ve yıkıcı saldırılarına göz yumup evinde oturan, düşmanla savaşmayan, diğer fitne ve fesad gibi zararlı şeyleri bertaraf etmek için uğraşmaz. Bu bakım­dan, bu üç ibadet islâm İbadetlerinin esası ve Allah katında en makbulleri bulunuyorlar.

Bu hadîs-i şerîfi İmam B u h a r î aynı şekilde Sahîh'inde de «Vak­tinde namaz kılmanın fazileti» bölümünde anlatmıştır. Müslim «İman» bölümünde, N e s a î «Namaz» bölümünde, Ebu Davud ve T i r m i z î   de «Namaz — Birr ve Sıla» bahislerinde anlatmışlardır.

Bu hadîs-i şerifi Hazreti Peygamber'den rivayet eden Abdullah I b n i    M e s ' u d    [Radtyallahu Anh) kimdir? :

Abdullah, İslâm'ı ilk kabul edenlerin altıncısı olup Bedir sava­şından İtibaren bütün savaşlarda bulunmuş ve Peygamberlerden ayrılma­mıştır. İki defa hicret etmiştir. Hazretİ Peygamber'den pek çok hadîs-İ şerif anlatmış, daima hizmetinde bulunmuştur. Aşikâre olarak Mekke'de ilk Kur"-ân okuyan Abdullah olmuştu. Zeyd Ibni Sabit daha çocukluk çağında, çocuklarla oynarken, Abdullah Ibni Mes'ud Hazreti Peygamber'den yetmiş.sûre ezberlemiş bulunuyordu. Kur'ân-ı Ke-rîm'i tilâvet bakımından da ümmete muallimlik etmiştir. Bu hususta Haz­reti Peygamber şöyle buyurmuştur:

«Kur'ân'ı, nazil olduğu gibi, taze olarak okumak ist i yen, onu, Ab­dullah tbni Mes'ud'un okuyuşu üzere okusun.»

D'ğer bir hadîs-İ şerifte de :

«Kur'ân-ı dört kişiden alın ve öğrenin: Abdullah tbni Mes'ud, Muaz İbni Cebel, Ubey tbni Kâ'b ve Ebu Huzeyfe'nin mevlâsi Salim'den.» bu-yurulmuştur.

Kısa boylu, zayıf ve nahif vücutlu olup, Hazreti Peygamber e ahlâk ve gidişat bakımından en çok benziyendi. Hicretin otuz ikinci yılında ve alt­mış küsur yaşlarında Medine'de vefat etti. Allah Tealâ ondan ve bütün as-habdan razı olsun...[5]

 

2— (1-s.) Abdullah İbni Ömer şöyle buyurmuştur:

«— Rabb'ın rızası, babanın rızasmdadır ve Rabb'm gazabı da babanın gazabın dadır.»[6]

 

Annenin hakkı, babadan önce olduğunu Hazretİ Peygamber bundan sonraki hadîs-i şerîfte buyurduğu halde, burada yalnız baba zikredilmiş, anneden söz edilmemiştir. Çünkü babanın rızasını kazanmak ve onun (İlâhî emirlere uygun olarak) hoşlanacağı şeyleri yapmakta Allah'ın rızası bulun­duğuna göre, çocuk üzerinde babadan daha çok hakkı olan annenin rıza­sını kazanmak, şüphesiz ki Allah'ın rızasını kazanmaya daha fazla uygun düşer. Bu bakımdan anne zikredilmemİştir. Fakat bazı rivayetlerde «Ana-baba rızası» şeklinde geçmektedir ki, bu takdirde ana ve baba arasında bîr ayrılık şaibesi bahis mevzuu olmaz. Bu hadîs-İ şerif doğrudan doğruya Abdullah ibni Ömer'e isnad edilmekte olup, Hz. Peygambere ka­dar vükseltilmemiştir. Böyle hadîslere «eser» denir. Diğer «Merfu = Haz­reti Peygamber'e kadar yükseltilen» hadîslerden bunları ayırt etmek için, bu hadîsin başında görüldüğü gibi (1-s) işareti konmuştur. Yani, Merfu ol­mayan 1. eser demektir. (2, 3... 4-s) şeklinde devam edecektir.

T i rm İ z î ve Hakim, aynı yoldan gelen rivayeti Hazretİ Pey­gamber'e bağlpmışlardır. T a b e r a n î ise, yine Abdullah ibni Ömer 'den bunu «Mevkuf» olarak, Hazretİ Peygamber'e isnad etmiyerek tesbît etmiştir.

A b>d ullah   ibni   Ömer   (Allah ondan razı olsun)  kimdir? :

İkinci halife Hazretİ Ömer Efendimizin oğlu olan Abdullah, hicret yılında on üç yaşında bulunuyordu. Seksen dört veya seksen yedi yaşlarırida vefat "ettikleri rivayet edilmektedir. Babası ile birlikte Müslüman olmuştu. Bedir ve Uhud savaşlarına katılmak istemiş İse de, Hazretİ Pey­gamber, yaşını küçük görerek onu bu İki savaştan geri bırakmıştı. Daha sonraki Hendek savaşma, on beş yaşında olduğu halde katrlmiştı. Bundan sonraki savaşlara hep katılmış ve babasından önce de Medine'ye hicret et­mişti. Ashabı kiram içinde çok muttaki, kanaatkar, cömert ve iyiliksever okirak temayüz etmişti. Sahip ofduğu mallardan  hangisine, nefsinin  bir meyli olduğunu anlasa, hemen o malı bağışlar veya tasadduk ederdi. Kö­lelerinden hak yolda olanını gördü mü, onu da hemen azad ederdi. Hilâ­fet ve İmaret (emirlik) davalarına asla karışmamıştı.

Rivayete göre, Y e z i d zamanında, Abdullah i b n i Z ü -b e y r ile beraber Y e z i d 'in hilâfetini kabul etmemiş olduğu halde yine savaşa katılmamıştı. Nihayet Haccac ibni Yûsuf Mekke'­ye girince Abdullah ibni Zübeyr hazretlerini şçhid etmiş ve ondan üç ay sonra da Abdullahibni Ömer'in ayağına zehirli bir süngü vurdurarak onu Sa şehit eylemişti.

Zeyd    İbni    Eşlem,   şu vak'ayı anlatır:

Bir gün Hazreti İbni Ömer, köle olan bir koyun çobanına tesadüf eder ve ona sorar:

«— Etlik semiz bir koyunun var mı? Getir, kesip yiyelim.»

Çoban cevaben der ki:

«— Koyun sahibi burada yoktur, veremem.»

İbni    D m e r   şöyle der:

«—Koyun sahibine dersin ki, koyunu kurt yedi.»

Çoban şu cevabı verir:

«— Allah'dan korkl»

Çobanın doğruluk ve takvasını gören Abdullah ibni Ömer, hem köleyi, hem de koyunları satın alır ve köleyi azad ettikten sonra da koyunların hepsini o çobana bağışlar.

Abdullah ibni Ömer "m takvası o kadar yüksekti ki,, sahip ol­duğu mallardan en ziyade sevdiği ne varsa hemen onu başkasına bağışla­mayı bir usul olarak tatbik ederdi. Allah ondan ve babasından razı olsun.[7]

 

(2) Anaya İyilik Etmek

 

3— Hakîm'in babası Muaviye îbni Hayde anlatıyor: «— Dedim ki, ya Resûlallah; kime iyilik edeyim?

  Annene, dedi. Kime iyilik edeyim? dedim.

  Annene, dedi. Kime iyilik edeyim? dedim.

  Annene, dedi. Kime iyilik edeyim? dedim.

  Babana; sonra en yakına, ondan sonra en yakına... dedi.»[8]

 

Anneye itaat ve iyilik etmenin, babadan önce gelen bîr hak olduğunda icma1 vardır. Çocuk üzerinde anneye ait üç haslet mevcuttur ki, bunlarda babanın iştiraki yoktur. Hamilelik müddetince çocuğu taşır ve doğum san­cıları çeker, bazan ölümüne sebep olan doğum ağrısını tadar, çocuk büyüyöp hizmetten kurtuluncaya kadar süt emme çağında sıkıntılar çeker. İşte bu hususlarda babanın bir ortaklığı bulunmaz, bütün ızcltraplara anne yal­nız başına katlanır. Bundan sonra, sağ bulundukları müddet anne ve baba, çocuğu terbiye etmek ve yetiştirmekte beraberce çalışırlar. Annenin bu fe­dakârlıklarına karşı, ona en önce iyilik etmek, hakkı olrriuş"oluyor.

Hadîs-i şerifte üç defa arka arkaya anneye iyilik etmek tavsiyesi, yu­karda anlatılan üç haslete işaret olabileceği gibi, Önemine binaen ana hak­kını gözetmek için tekrarlandığı da söylenebilir. Ayrıca İnsanlar, babaya nisbetle annenin hakkında gevşeklik gösterirler. Anne devamlı evde kaldığı İçİn çocukla ünsiyet eder ve insanlardan utanma durumu olamayacağından İçerde çocuk annesine çok defa isyan eder, bunu dışarda babasına yapa­maz. Bİr de baba, anneden daha güçlü olduğu için, ona karşı çıkamaz. Halbuki annenin zafiyetinden ve şefkatinden faydalanarak ona karşı çık­ması çok olur. Bunun için babadan çok, anneye iyilik etmekte dinimiz mü­balâğa etmiştir, anneye iyilik etmek üzerinde tekrar tekrar durmuştur.

Fıkıh kitaplarında, babadan önce anneye iyilik etmek geliyorsa da, babanın hakkı anne hakkından daha büyük gösterilmiştir.

Bu hadîs-i şerifi Ebu Davud, Hâkim ve Tirmizî tesbit etmişlerdir.    H â k i m 'e göre sahîh hadîstir.

Bu hadîs-i şerîfİ Peygamberimizden rivayet eden Muaviye ibni H a y d e   kimdir? :

Ashqb-ı kiramdan olup, Basra'lıdır. Horasan savaşında bulunmuş ve orada ölmüştür Behz ibni H a kî m'in dedesidİr. Kendisinden rivayet edilen hadîsler sahîh kabul edilir. Allah ondan razı olsun.[9]

 

(3) Babaya İyilik Etmek 

 

5— Ebû Hüreyre'nin (Allah ondan razı olsun) şöyle  dediği rivayet edilmiştir; «Biri sordu :                 

— Ey Allah'ın Resulü, kime iyilik ebeyim?

Hz. Peygamber: «— Annene,» dedi. Sonra kime? dedi.

Hz. Peygamber: «— Annene,» dedi. Sonra kime? dedi.

Hz. Peygamber: — Annene,» dedi. .Sonra kime? dedi.

Hz. Peygamber: «— Babana,» dedi.»[10]

 

Daha önceki hadîs-i şerîflerde olduğu gibi, burada da anneye itaat ve İyilik etmenin önemini Hz. Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) belirtmekte ve babadan önce anneyi gözetmenin lüzumlu olduğuna işaret buyurmaktadır.

Ebû    Hureyre   lcimdir?

Hayber'in fethi yılında İslâm'a girmiş ve Hayber gazasına da katılmış olan Ebu Hureyre 'nİn ismt üzerinde ihtilâf olmuştur. Künyesi ile çağrıldığı ve onunla tanındığı İçin asıl ismi kullanılmaz hale geldiğinden terk edilmişti. Bu bakımdan ismi özerinde çok sözler söylenmiş ise de en kuvvetlisi, isminin A b d u r r ah m a n olmasıdır. Cahİlİyet zamprvırçda İsmi Abdü Şems idi. Kendisinin şöyle anlattığı rİvayöt edilir : «Be­nim adım cahiliyyet devrinde (henüz islâm'ı kabul etmemişken) AbdO Şenjs'-ti. İslâm'a girince, bana Abdurrahman ismi verifdî. Ebu Hureyre künyesini de taşımamın sebebi şu :

«— Bir gön eteğimde bir kedi taşıyordum, Resûlüllah (Saîkdlahü A.eyhiveSellem) beni gördü ve bana dedi ki:

«— Bu taşıdığın nedir?»

Ben de, «Bir kedi,» dedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

«— Yâ Eba Hureyreî» dedi.

Bu künye ile çağrılmasını iftiharla kabul ettiğinden, asıl İsmi terk edil­miş ve    E b û    H ö r e y r V. olarak şöhret bulmuştu.

Ashabın en fakiri olup, ticaret ve mal ile meşgul olmadığından Hz. Peygamber'den ayrılmazdı. Bu sebepten ve bir de kemal seviyesinde obn kuvvetli hafızasından dolayı pek çok hadîs-İ serîf aııfatmıştır. Ashab ve ta­biînden sayıları sekiz yüzü aşan zevat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Zeydibni   Sabit   anlatıyor:

«— Bir gön, ben, Ebû Hüreyre ve başka bir arkadaş mescid'de bulunu­yorduk, Allah'a dua ediyorduk ve onu zikrediyorduk. O sırada Hz. Peygam­ber (A.S.) yanımıza geldi ve bizimle oturdu. Biz sustuk. Bize dedi ki:

«— Tapmakta olduğunuz işe dönün, devam edin.»

Ebû Hüreyre'den önce ben ve arkadaşım dua ettik. Biz dua ettikçe, Hazret! Peygamber «Amîn» demeye başladı. Sonra Ebû Hüreyre dua etti ve şöyle dedi:

«— Allah'ım! Ben bu iki arkadaşımın senden istediğini senden İstiyo­rum ve senden unutulmaz bîr ilim istiyorum.» Buna da Resölüllah aleyhis-salâtu vesselam «Amîn» dedi. Biz de dedik kir «Ya Resûlallah, biz de Allah'-dan unutulmaz bir İlim istiyoruz. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Bu genç sizi geçti.»

Kendisinden rivayet edilen hadîs-î şeriflerin yekûnu beş bin üç yüz yet­miş dört adettir. Hiç bir sahabî bu kadar hadîs-i şerif ezberlemiş değildir.

Halife Hz. D m e r tarafından Bahreyn valiliğine, Hz. Osman zamanında Mekke kadılığına ve bir aralık Hz. M u a v i y e tarafından Medine-î Münevvere valiliğine tayin edilmişti. Hicretin 57. yılında 78 yaşın­da olduğu halde Medine'de vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun...[11]

 

6— Ebû Hureyre'den rivayet edilmiştir:

Allah'ın peygamberi (Sallalhhu aleyhi ve Sellem) 'e bir adam geldi de şöyle dedi:

«— Bana ne emredersin?»

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Annene iyilik etmeyi,» dedi. Yine (adam) tekrarladı.

Hz. Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Sellem) :

«— Annene iyilik etmeyi,» dedi. Sonra dördüncü defa tekrarlardı.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Annene iyilik etmeyi,» dedi. Yine (adam) tekrarladı.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«— Annene iyilik etmeyi,» dedi. Sonra beşinci defa tekrarladı.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Babana iyilik etmeyi,» dedi.

Bu hadîs-i şerif, geçen hadîs-i şerife uygun olarak varid olmuştur.[12]

 

(4) Zulüm Etseler Bile, Ana-Babaya İyilik Etmek

 

7— (3-s) İbni Abbas'dan (Allah ikisinden de razı olsun) rivayet edil­diğine göre, şöyle demiştir:

«— Müslüman ana-babaya sahib olan bir müslüman, Allah'dan sevab bekliyerek onların hizmetinde bulunursa, Allah ona muhakkak Cennet'-den iki kapı açar. Eğer ana-babadan biri bulunursa, bir kapı açar. Eğer onlardan birini kızdırırsa (gazaba getirirse), onun rızasını kazanmadıkça, Allah o çocuktan razı olmaz, İbni Abbas'a soruldu:

— Eğer ana-baba, o çocuğa zulüm etmiş olsalar da mı?

— Çocuğa (dünya işlerinde) zulüm etmiş olsalar dahi (rızalarını al­madıkça, Allah ondan razı olmaz), cevabını verdi.»[13]

 

Ana-baba, çocuğa zulüm etmiş olsalar bile, onları hiddetlendirmemek ve onların rızasını kazanmak gerektiği I b.n i  b b a s hazretlerinden rivayet edilmektedir. Al i.y y ü ' ! - K a r î 'nin açıklamasına göre, bu bir kemal mertebesidir. Fakat esasta, bir kimsenin zevcesinden ana veya babası fazla eziyet çekmiş olmalarından oğullarına ailesinden ayrılmayı emretse-ler, o çocuğa ailesini boşaması icab etmez.

T a h a v î de diyor ki, mubah olan şeylerde ana-baba emrine itaat edilir, yasak olan şeylerde değil... Bir kısım âlimlere göre de dünya işle­rinde zulüm etseler, onlara itaat edilir ve rızâları alınır, yoksa âhiret işleri için yapacakları zulüm için rızaları şart olmaz.

Şafiî âlimlerinden Izzeddîn ibni Selâm şöyle diyor: «Ana-babanm çocuğa her emrettiğine, çocuğun itaat etmesi ve her yasak ettikleri şeyi yapmaması icab etmez.» Bu görüşte âlimlerin ittifakı vardır. İmamı G a z a I î 'ye 9öre İse, haram veya helâl oluşu kesin olmayan şüpheli işlerde ana-babaya itaat lâzımdır; haram olduğu bilinen işlerde onlara itaat etmek icab etmez. Alimlerin çoğu bu görüştedir. Çünkü şüphe­den kaçınmak takvadır, ana-babaya itaat İse kesin bir emirdir. Burada ha­tıra şu gelir: Ana ve babadan her İkisinin hakkınıgözetmek mümkün ol­mazsa, yani birini gözetirken diğeri bundan eziyet çekerse, ne yapmak ge-rekİr? Buna şöyle cevab veriliyor: Hürmet ve tazim icab eden İşte babanın hakkı tercih edilir. Hizmet ve nafakaya dair işlerde anne tercih edilir. Me­selâ : anne ve baba ikisi beraberce çocuklarının yanına varsalar, çocuk baba fçirr ayağa kalkar; ve ondan bir şey istedikleri vakit önce annesine verip; Ana-babadan yalnız birine yetecek kadar bir nafaka çocukta bulun­muş oka; anne, babaya tercih edilir. Çünkü anne çocuk için çok zahmet çekmiştir, ona karşı şefkati fazladır, onu taşımış ve emzîrmiştir. Hastalığında ve sağlığında onun hizmetini yapmış, kir ve pasını temizlemiş ve terbiye­sinde bulunmuştur.[14]

 

(5) Çocuğun Ana Ve Babasına Yumuşak Söz Söylemesi  

 

8— (4-s) Tayaele Ibni Meyyas'dan rivayet edildiğine göre şöyle de­miştir :

«— Necdetgiller'le[15] beraberdim. Büyük günahlardan olduklarını zannettiğim bir takım günahlar işlemiştim. Bunu îbni Ömer'e anlattım. Ibni Ömer:

«— Onlar hangi günahlardır,» diye sordu. Ben de şu ve şudur, dedim.

«— Bu anlattıkların büyük günahlardan değildir.    Büyük günahlar şu dokuz şeydir :

1— Allah'a ortak koşmak  (Allah'dan başkasına ibadet etmek, Allah’tan başkasını îlâh kabul etmek),

2— Adam öldürmek,

3— Savaşta düşman karşısından kaçmak,

4— İffetli kadına zina iftirasında bulunmak,

5— Faiz almak,

6— Yetim malı yemek,

7— Mescid-i Haram'da günah İşlemek,  .

8— İnsanı alaya ve maskaralığa alanın günahı,

9— Kendilerine isyan edilen ana-babanın ağlaması (bunları ağlatan çocuğun günahı).»

îbni Ömer bana dedi ki:

«— Cehennemden korkar mısın ve Cennete girmek ister misin?>   Ben:

«— Evet, vallahi,» dedim. Bana sordu: '. «Ana-baban hayatta mı?»                     

«— Yanımda yalnız annem var,» dedim.

«— Allah'a yemin ederim ki, eğer annene yumuşak söz söylersen ve ona yemek yedirirsen, büyük günahlardan sakındıkça, muhakkak Cennet'e girersin,» dedi.[16]

 

T a y se I e I b n i Mey ya s 'in başından geçen hadise münase­betiyle Abdullah Ibni Ömer, büyük günahların yukarda söy­lenen 9 günah olduğunu ve bir Müslüman bunlardan beri olduğu müddetçe, ana-babasına ihsan ve ikram ederse Cennet e gireceğini müjdelemektedir.

Büyük günahların en büyüğü, Allah'a ortak koşmaktır; yani imandan ve İslâm'dan çıkmaktır. Böyle bir günahı Allah bağrslamaz, mağfiret buyur­maz. Ancak tevbekâr olup, yeniden iman etmekle Allah bağışlar. İmansız­lıktan bpşka olan ve kul hakkına taallûk etmeyen diğer bütün günahları, Allah dilediği kullarından, tevbe olmasa bile, bağışlar, mağfiret buyurur. Nitekim Cenab-ı Hak, Nisa sûresinin 116. âyetinde şöyle buyurur:

«Muhakkak ki Allah kendine ortak koşanları (kâfir olanları) bağış­lamaz. Bu günahtan başkasını, dilediği kimseden bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, doğrusu çok uzak bir sapıklığa düşmüştür.»

Bu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki, küfür, dinsizlik ve imansızlık güna­hından daha büyük bir günah yoktur ve en büyük sapıklık da budur. Çünkü böyle bir günah, insanın ebedî olarak hüsranda kalmasına sebep olur, onu Cehennemlik yapar. Bu felâketten kurtulmak İçin daha hayatta iken, bir an kayıp etmeden sahih imana dönmek lâzımdır. Yoksa küfür hali üzere ölenin artık bir kurtuluş çaresi kalmaz.

Büyük ve küçük günahların sayı ve keyfiyetleri üzerinde âlimler değişik görüşlerde bulunmuşlardır. Bir kısmına göre bunlar İzafî şeylerdir. Nispet edilişlerine göre değişirler. Meselâ bir günah, kendisinden küçüğüne nispet edilirse, kebire sayılır, daha büyüğüne nispet edilirse sağîre (küçük günah) sayılır. Bir kısım âlimler de şöyle demiştir: Devamlı olarak ısrarla işlenen her günah kebîredir (büyük günahtır). Terk edilen ve işlenmeyen her günah da sağîredir. Bazı âlimler de bunların sayısını daha fazlaya çıkarır. Hatta insanlar daima korku içinde olsunlar diye, Allah büyük günahların hangi şeyler olduğunu bildirmedi, diyen âlim de vardır. Şu muhakkak kî akl-ı se­limin çok kötü gördüğü ve nefret ettiği günahlar, büyük günahlardır. Za­man zaman herkesin düştüğü ve düşebileceği önemsiz günahlar da küçük günahlardır. Bu /itibarla Abdullah ibni Ömer'in buyurduğu dokuz günah, büyük günahları saymada esası teşkil eder.[17]

 

9— (5-s) Urve'den rivayet edildiğine göre, (Ana-babanın her ikisine acıyarak tevazu kanadını indir. îsra: 24) âyet-i kerîmesinin tefsirinde şöyle demiştir:

«— Ana-babanm sevmiş oldukları herhangi (meşru) bir şeyi yerine getirmekten kaçınma.»[18]

 

U r v e de diğer eser ve hadîs-İ şeriflere uygun olarak ana-babaya iyilik etmek ve onların rızasını kazanmak evlâd üzerine gerekli bir vazife olduğunu beyan etmiştir.

Urve   kimdir? :

Urve,. tabiinden olup, Cennetle müjdelenen Z ü b e y r ibni A v v a m 'in oğludur. Hicretin 29. yılında doğmuş ve 94. yılında 65 yaşında olduğu halde Medine yakınındaki hurmalık bahçesinde vefat etmiştir. An­nesi Hz. E b u, B e k i r 'İn kızı Esma (Zatü'n-Nıtakeyn) dİr. Hadîs ve fıkıh ilmini teyzesi Hz. Âişe validemizden almıştır. Medine'de bulunan yedi büyük fıkıh âlimlerinden biri olup, kendisinden pek çok hadîs-İ şerif rivayet edilmiştir. Zamanında cereyan eden fitne hareketlerine karışmamış ve on­lardan leke almamıştır. Zühd ve takvası ile meşhurdur. Yaşı ilerlemiş olduğu bir zamanda ayağına isabet eden bir yafa neticesi kangren olmuş ve bayılt­ma veya uyuşturma müdahalesi yaptırmadan ayağının kesilmesine razı ol­duğu ve yanında bulunanların, ancak ayak kesilip de dağlandığı sırada yanık kokusundan ayağının kesilmiş bulunduğunu anladıkları rivayet edilerek tahammül ve cesaret derecesine işaret edilmektedir. Ayak kesilme hâdisesi Şam'da olmuştur. Aynı gün oğlu, evinin damından bir hayvanın ayakları altına düşerek çiğnenmişti. Her İki musibete tahammül ederek şöyle söyle­diği anlatılır:

«— Bu seferimizde başımıza musibetler geldi. Allah'ım! Muhakkak ki sen vermiş olduğunu aldın; musibet veren de sensin, afiyet veren de sen...» . Mushaf'a bakarak her gece Kur'ân-ı Kerîm'İn dörtte bîrini okur ve bu okuduğu kısımla gece nafile namaz kılardı. Yalnız ayağı kesildiği gece bu ibadetini terk etmiştir. Medine'de «Bi'ri Urve» namında bir kuyu açtırdı. Bu kuyudan daha tatlı suyu bulunan bir kuyunun Medine'de bulunmadığı söylenir. Mısır'a gidip orada evlendiği ve yedi yıl kaldıktan sonra Medine'­ye döndüğü ve ondan sonra vefat ettiği rivayet edilmektedir. Allah hepsine rahmet etsin.[19]

 

(6) Ana-Baba Hakkını Ödemek 

 

10— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Çocuk, hiç bir iyilikle babanın hakkını ödeyemez; ancak onu kö­le olarak bulur da onu satın alarak hürriyetine kavuşturursa eder.»[20]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşıldığına göre, insan ana-babasınin hakkını an­cak bir iş karşılığında ödeyebilir, başka hiç bir iyilikle ödeyemez. Başkası­nın mülkiyeti altında köle bulunan ana veya babayı bu kölelikten kurtar­mak için, para ve mal vererek onları efendilerinden satın almak suretiyle hürriyetlerini sağlamak, bir nevi onların hayata yeniden kavuşmaları de­mek olacağından, büyük bir hizmettir. Nasıl ki, ana-baba çocuğun hayata çıkmasına sebep olmuşlarsa, bunun, gibi»- evlâd da köle olan ebeveynini serbestiye eriştirmekle onların hayatını temin etmiş demek olur. Her ne ka­dar hadîs-i şerifte yalnız baba lâfzı geçiyorsa da, anne hakkının ödenmesi de aynı şeye- bağlıdır. Ebeveynden birini köle halinde bulmak, asırlar boyu çok nadir bir hal olduğundan, haklarının hiç bîr suretle ödenmiş olunama­yacağı sonucuna varılır. Allah, onların rızalarını kazanmayı, evlâdlarına nasîb buyursun...[21]

 

11— (6-s) Ebû Musa El-Eş'arî'nin oğlu Ebû Bürde'clen rivayet edil­diğine göre, şöyle anlatmıştır:

«— İhni Ömer, Yemenli bir adamın, sırtında annesini taşıyarak Ka­be'yi tavaf ederken şöyle demekte olduğuna şahit oldu: «Annemin zelil bir devesiyim ben; (Başka) binekleri usansa da usanmam ben.»

Sonra  (Yemenli) dedi ki:

«— Ey İbni Ömer, annemin hakkını ödemiş oldum mu, dersin?»

İbni Ömer, «Hayır!» dedi. Tek bir «Ah!» çekmesini dahi karşılaya-madm.

Sonra İbni Ömer tavafını bitirip Makam-ı İbrahim'e geldi de (orada) iki rekât namaz kıldı. Sonra şöyle dedi:

«— Ey Ebû Musa'nın oğlu (Ebû Bürde)! Her (tavaf sonunda kılınan) iki rek'at namaz, kendilerinden önceki günahları örterler.»[22]

 

Bu eserde İki hususa işaret vardır. Bunlardan biri, anne hakkının öden­mesi, anneyi sırtta taşıyarak ona tavaf ettirme pahasına dahi olsa, mümkün olmadığıdır ki, bundan önce zikredilen hadîs-i şerîfin beyanına uygun olup onu teyid etmektedir. Diğer husus ise, tavaftan sonra, yani her yedi şavtın akabinde Makam-ı İbrahim'de kılınan namazın faziletidir. Buna tavaf na­mazı denir. Kalabalık ve izdiham dolayısı ile Makam-ı İbrahim denilen yer­de bu iki rekât namazı kılmak mümkün değilse, başkalarına eziyet vermeğe sebep teşkil edecekse, imkân bulunan Harem-i Şerîfin uygun bir yerinde tavaf namazı edâ edilir. Bu namazın faziletinin büyük olmasından ötürü, daha önce işlenen ve kul hakkına taallûk etmeyen günahların bağışlan­masına vesile oluyor. Mühim olan, günahların tavaftan sonra tekerrür et­memesidir. Allah Tealâ hazretleri niyyetlerı bilir ve ona göre hükmünü ye­rine getirir.

E b û    B ü r d e    kimdir? :

Yemenlİ'nİn tavaf hâdisesini anlatan Ebu Bürde, Ebu Musa E I - Eş'a rî'nin oğludur. İsmi El - Hâ r İ s'dir. Fıkıh âlimlerinden olup, rivayet ettiği hadîsler çoktur. Küfe dadılığında bulunmuş ve S a ' î d I b n i Cübeyr onun kâtipliğini yapmıştır. Seksen yaşını aştığı bir sırada hicre­tin 104. yılında vefat etmiş tabiinden büyük bîr zat idi.[23]

 

12— (7-s) Akll'in azadlısı Ebû Mürre şöyle anlatmıştır:

«— Halife Mervan, (hac farizasını edâ gibi bir iş için Medine'den dı­şarı çıktığı zaman) Ebû Hüreyre hazretlerini yerine vekil bırakırdı. Ebû Hüreyre, Medine civarında Zü'1-Hüleyfe adındaki yerde otururdu. Anne­si bir evde, kendisi de başka bir evde ikâmet ederdi. Evden çıkıp gideceği zaman, annesinin kapısında durup şöyle derdi:

«— Esselâmu aleyki = Selâm üzerine olsun, ey anneciğim; Allah'ın rahmeti de bereketleri de...  (üzerine olsun.)»

Annesi de şöyle derdi:

«— Senin de üzerine olsun selâm, ey yavrum; Allah'ın rahmeti de bereketleri de...»

Sonra şöyle derdi:

«— Beni küçükken (şefkatle) nasıl yetiştirip terbiye ettinse, Allah da sana merhamet etsin.»

Annesi şu cevabı verirdi:

«— Yaşlı halimde bana (acıyarak) nasıl iyilik ve ihsan ettinse, Allah da sana merhamet etsin.»

Sonra (Ebu Hureyre), evine döneceği zaman aynı şeyi yapardı.»[24]

 

Ebû Hüreyre (Allah ondan razı olsun), Aleyhİsselâtü vesselam efendimizden almış olduğu yüksek ahlâk uyarınca, annesine gerekli hürmet ve itaati yapmış, anne de evlâdını duadan eksik etmemiştir. Böylece İslâm'ın emretmîş olduğu, ana ve evlâcl arasındaki karşılıklı hak ve vazifeler yaşantı haline getirilmiş ve onlardan sonrakilerin yaşayışına da güzel bir örnek olmuştur. Ashabın izinde gitmek, Peygamberin* ahlâkı ile ahlâklanmak demektir.[25]

 

13— Abdullah îbni Amir şöyle anlatmıştır :

Ebeveynini ağlar halde bırakıp da hicret etmek için, Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) 'a teslimiyet gösteren, (ona bey'at eden) bir adam geldi.

Hazreti Peygamber o adama dedi ki:

«— Ana-babana dön, onları nasıl ağlattmsa, onları güldür ve sevin­dir.»[26]

 

Hicret'in lügat manası; bîr yerden çıkıp başka bir yere gitmektir. Dinî ve ilmî yönden hicret iki kısma ayrılır:

1— Mekke müşriklerinin  şiddet ve eziyetlerine tahammül  edemeyip Hazreti Peygamber in izni ile ve Allah rızasını kazanmak için yapılan göç­ler.  Habeşistan'a ve Medine'ye yapılan  hicretler gibi...   8u  hicretlerdeki niyyet, Peygamber izniyle Allah rızasını elde etmek olduğundan, böyle se­ferler sevaptır ve makbuldür.

2— Dünya malını elde etmek ve nefsinin sevdiğine kavuşup ona sahip olmak için yapılan bu ikinci kısım hicretin hiç bir sevabı yoktur. Böyle hic­retlerden mükâfat kazanılmaz.

Hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, Allah rızasını kazanmak için yapılan hicret her ne kadar sevab ve makbul ise de, ana-baba rızası dışında olma­ması lâzımdır. Ana-baba rızası, bu hayırlı işten önde gelen bir husustur. Müslümanların bu hakkı gözetmelerine işaret buyurulmaktadır.[27]

 

14— (8-s) Ebû Hazim'den nakledildiğine göre:

Ebû Talib'in kızı Ümnıü Hanî'nin azadlısı Ebû Mürre kendisine şu haberi vermiştir:

Ebû Mürre, binitli olarak Ebû Hüreyre ile birlikte onun AKÎK'deki arazisine gitmişti. Ebû Hüreyre, kendisine ait yere vardığı zaman, yüksek sesi ile şöyle çağırmıştı:

«— Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri üzerine olsun, ey anne­ciğim!»

Annesi şöyle cevap veriyordu:

«— Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri senin de üzerine olsun.»

Ebû Hüreyre; annesine:

«— Küçük yaşımda beni nasıl (merhametle) terbiye edip yetigtirdin-se, Allah da sana merhamet etsin.»

Annesi cevap veriyordu:

«— Yavrum, seni de Allah hayırla mükâfatlandırsın; ve ihtiyar ya­şımda bana iyilik ve ihsanda bulunduğun (ve beni razı ettiğin) gibi, Al­lah senden razı olsun.»

Musa İbni Yakup demiştir ki; «Ebû Hüreyre'nin ismi, Abdullah İbni Amr idi.»[28]

 

Bundan önce 12. eserde rivayet edilen hadîs ile buradaki vak'a birbi­rine benzemektedir. Akîkf Medine civarında ve Zül-Huleyfe ye yakın bir vadinin adıdır. Yerlerin birbirine yakın olması bakımından Akîk'den Zül-Huleyfe nin kasdedildiği anlaşılabİldiği cihetle, aynı olayın tekrarı olabi­leceği gibi, ayrı ayrı olaylar olarak da yorumlanabilirler.

Ebu Hüreyre 'nin hayatından bahsederken ismi üzerinde değişik fikirler İleri sürüldüğüne işaret edilmişti. Burada üçüncü ravi Musa ibni Yakup, isminin Abdullah ibni Amir olduğunu söylemektedir. Gerçek sudur ki, Ebu Hüreyre'nin iki ismi vardı. Biri İslâm'dan ön­ceki ismi, diğeri de İslâm'ı kabulden sonra Hazreti Peygamber tarafından kendisine verilen isim. Bu isim de Abdullah 'dır. Diğer rivayetler zayıftır.[29]

 

(7) Ana-Babaya İsyan Etmek

 

15— Ebû Bekre, Hazreti   Peygamber (Salİallafıü Aleyhi ve Seîlemi'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:

«— Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?» (Bu sözü üç defa tekrarladılar).

Ashab, «— Evet ya Resûlallah,» dediler. Buyurdular ki:

«— Allah'a ortak koşmak ve ana-babaya isyan etmek.»

Sonra Hazreti Peygamber yaslanmışken oturdular.

«— Dikkat edin! Yalan söylemek de...»

Bu sözü tekrar ediyorlardı, hatta (üzülmesin diye, kendi kendime) «Artık söylemeseydi temennisinde bulunmuştum.»[30]

 

Daha önce 8. hadîs-i şerifte büyük günahlardan bahsedilirken bunların başıficia yine Allah'a ortak koşmak, yani hak dinden çıkmak günahı zikre­dilmişti. Ayrıca ana-babaya âsî olmak günahı da büyük günahlardan sa­yılmıştı. Bİr de iffetli bir kadına iftira yollu zina isnad etmenin, bir nevi ya­lan söylemenin büyük günahlardan olduğu mukayyed surette beyan edil­mişse de, burada Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz mut­lak olarak yalan söylemenin en büyük günahlardan olduğunu buyurmaktadır.

Yalan, bir söz veya işİ gerçek halinden, vuku bulduğu tarzdan değiş­tirerek başka bir şekle sokmak, yahud olmayan bir şeyi olmuş gibi göster­mek veya olanı inkâr etmektir. Yalanın bırakacağı tesir ve zararlara göre kısımları vardır.    I b n i   A r a b î    bunları dört kısma ayırır:

a— Allah'a karşı yalan söylemek,

b— Peygambere karşı yalan söylemek,

c— İnsanlara karşı yalan söylemek (yalan şahidlik etmek, yani bir kimsenin hakkını düşürmek veya hakkı yokken ona hak çıkarmak),

d— Muamelâtta yalan söylemek. Bir kimsenin çalışmış olduğu ve yap­makta bulunduğu işlerde yalan söylemesi. Bu dört kısım yalanın hepsi ha­ram ve çirkin olmakla beraber en kötüsü Allah'a karşı yalan söylemektir. Sonra Peygambere yalan isnadında"bulunmaktır. Dİğer günahlar da zarar ve fesad durumlarına göre şiddet kazanırlar. Cemiyetin bünyesini kemiren ve'islâm birliği ile dîn kardeşliğini parçalayan sinsi yalan illetinin büyük yıkıntısından" ötürüdür ki, Hazreti Peygamber bunun önemine binaen yaş­lanırlarken doğrulmuşlar ve tekrar tekrar yalan söyleme günahı üzerinde d8m)ulardır. Herde 385 numaralı hadîs-İ şerifte geleceği üzere, üç şey dı­şında yalan söylemek asla caiz değildir. İki dargının arasını düzeltmek için, harpte düşmannaldatmak için, karı-kocanın birbirine, ahenk ve huzu­ru bozmamak İçin söyledikleri yalanlar bu üç istisnayı teşkil ederler.

Ebû    Bekre   kimdir? :

Hadîs-i şerifi rivayet eden Ebu Bekre 'nirt adı N u f e y ' i b -n i ' I- Haris 'dir. Ashabı kiramın seçkinlerinden ve ileri gelenlerinden idi. Taİf savaşında kale hisarından makara ile kendini aşağıya sarkıtarak indiğinden Hz. Peygamber ona «Ebu Bekre» künyesini takmıştı. Bek­re, su kuyularında kullanılan çıkrık, makara demektir. Böylece çtkrık sa­hibi olarak   «Ebu  Bekre»  künyesi İle şöhret bulmuştur.

Kırk evlâdı bulunduğu ve bunların hepsinin cesur, iyiliksever, güzel söz söyler kimseler oldukları rivayet edilir. Yüz otuz iki hadîs rivayet etmiştir. Hicretin 50-51. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun...[31]

 

16— Muğîyre İbni Şu'be'nin kâtibi Verrad'dan rivayet edildiğine gö­re şöyle demiştir:                                                                

«— Muaviye, Muğîyre'ye mektup yazdı ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemyden işittiğin şeyden bana yaz.»                     

Verrad yine şöyle dedi:

— Muğîyre bana yazdırdı, ben de elimle şunu yazdım:

— Ben Hazreti Peygamberin, çok sormaktan; (ve dilenmekten), mi­li zayi' etmekten dedi-kodudan alıkoyduğunu (bunları yasakladığını) kendisinden işittim.»[32]

 

Bu hadîs-i şerifte Hz. Peygamberin üç şeyi yasakladığı antaşılmaktddır. Metinde geçen «sual» kelimesi, istemek ve sormak manalgnna geldiği için geniş mana taşımaktadır. Bu bakımdan, ihtiyaç olmadan insanlarg bo­yun eğerek ma! ve para gibi bir şey istemek yasaklandığı gibi, lüzgmu ol­mayan ve müşkülât ifade eden girift şeylerden,sormak da doğ;ru değildir.

Çalışıp kazanmağa gücü yeten kimsenin dilenmesi hakkında İki,.görüş vardır. Bunların en doğrusu, böyle bir kimsenin dilenmesinin haram, olduğudur. İkinci görüş ise, İsrar etmemek ve nefsini küçük düşürmemek şartı ile dilenmesinin mekruh olduğudur.

Yasaklanan ikinci şey, malı israf etmek, zayi" etmektir. Kalbin meylet­tiği altın ve gümüş gibi şeylere mal denir. Daha sonra, kazanılan ve sahip olunan her çeşit eşyaya mal ismi verilmiştir. Mal çokluğunu hayvanatın teşkil ettiği beldelerde, mal sözü özellikle hayvanlarda kullanılır. Burada malın ziya'ı, onun helak olması, bozulması veya kıymetinin azalması de­mektir. Bunlara sebebiyet vermeyip hangi mal olursa olsun ona İyi bakmak ve onu korumak demektir. Ayrıca malı haram işlerde sarf etmek yine onu zayi' etmektir. Daha doğrusu dinin mubah saymadığı yerlere malı sarfet-mek, onu israf etmektir. Sarf şekli helâl dahi olsa, gelişigüzel ve lüzumsuz yapılan her harcamanın israf olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Bir fe­nalığı giderecek veya bir ihtiyacı kapayacak olan ve harcama yapanın du­rumuna uygun düşecek masrafların israf sayılamıyacağı görüşü en doğ­rusudur.

üçüncü yasak, dedikodudur. İnsanların sözlerini anlatmak ve birbirine aktarmak dedikodu hastalığıdır. Ne dünyada, ne âhirette faydası olmaya­cak bosunc? sözlerle uğraşmak, vakit öldürmek zararlı ve faydasız bir iş olduğundan yasaklanmıştır.

Muğîyre   İbnİ   Şu'be    kimdir? :

Hadts-İ şerîfte ismi geçen Muğîyre ibni Şu'be, ashab-ı kiramdan bîri olup, Arabın dahîlerinden sayılır. Hudeybiye ve Yemamo sa­vaşlarında, Şam'ın fethinde, Kadisiye ve Yermük seferlerinde bulunmuştur. Yermök muharebesinde bir gözünü kaybetmişti. Herhangi möskil bir işle karşılarsa, muhakkak dehasiyle ondan kurtuluş çaresi bulurdu. K a b i s e İbni   C a b i r   anlatıyor:

«— Ben Mûğire ile arkadaşlık ettim; Öyle bir adam idi ki, bir şehrin sekiz kapısı olsa ve onların hiç birinden çıkma imkânı olmasa, o bu kapı­ların hepsinden çıkma çaresini bulurdu.»

Hazreti D m e r tarafından Basra ve Küfe valiliklerine tayin edilmiş ve daha sonra Hazreti Osman zamanında azledilmişti. Hazreti Os­man'ın sehid edilişinden sonra meydana çıkan ihtilâflara karışmamış olup Hazretî Muavîye'nîn hilâfeti sırasında,. Muaviye tarafından Küfe valiliflîne tayin edildi ve ömrünün sonuna kadar orada kalarak hicretin 50. yılında vefat etmişti. Kendisinden bazı hadîs-İ serîfler nakledilmiştir. İslâm'­da ilk Önce divan kuran zattır. İlk divanı da Basra'da kurmuştur.[33]

 

(8) Ana-Babasına Lanet Edene, Allah Lanet Edeb

 

17— Ebu't-Tuieyl'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

«— Hazreti Ali'ye soruldu ki, Hazreti Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),   bütün insanlara söylemediği bir şeyi size özel olarak bil­dirdi mi?»

Hazreti Ali, şu cevabı verdi:

«— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün insanlara ait kılmak-sızın, bize Özel olarak bir şey söylemedi; yalnız şu kılıcımın kınında bu­lunan (kâğıttakiler) müstesna...»

Sonra (kılıcın kınından) bir sayfa çıkardı, orada şu yazılıydı:

«— Allah adından başkasına (putlara veya şahıslara) hayvan kesene Allah lanet etsin. Arazinin sınır taşlarını çalana Allah lanet etsin. Ana-babasına lanet edene Allah lanet etsin. Bir fesatçıyı himaye edene Allah lanet etsin.»[34]

 

Hayvan kesmek iki türlü olur. Ya ibadet maksadı İle hayvan kesilir ki, buna kurban denilir. Yahud sırf helâl rızik olarak istifadelenmek İçin kesilir. Buna hayvan boğazlamak denir. Eti yenen her çeşit hayvanı kesmek gibi. İster kurban niyeti ile, ister et niyeti ile hayvan kesilirken Allah adını söy­lemek, besmele çekmek şarttır. Allah adına kesilmeyen hayvanın eti yenmez; ancak unutarak besmele -terk edilmiş olursa, eti yenir. Bîr put adına, Kabe adına, bir şahıs adına kesilen hayvanların eti yenmez. Eğer AHah'dan başkas: için kesilen şeye hürmet ve ibadet olsun diye yapılırsa, bu küfür olur. Yİne Allah'ın rahmetine yaklaşmaya vesile olsun diye, AHah'dan baş­kası adına kesilirse, bu da dinden çıkmış olur. Allah'dan başka bir şahsın rızasıry kazanmak için kurban kesmek de büyük günahtır. Hayvan etinin helâl olması ve ibadetin makbu! olması için, hayvan boğazlanırken bes­mele çekilir ve Allah rızası niyyet edilir. Bunu yapmayan lanete hak kaza­nç yani Allah'ın rahmetinden (cennetinden) uzak olur.

Tarla, arsa ve arazi gibi yerlerin hududunugçsteren sınır taşlarını yer­lerinden oynatıp kaldırmak veya yerlerini değiştirmek sureti ile hudud te­cavüzünde bulunmak, başkasının hakkını çalmak olduğundan haramdır. Şu tecavüzü işleyene lanet vardır. Hİç bir Müslüman böyle laneti gerekti­ren işlere el sürmemelİdir.

Ana-babaya lanet etmek, buna sebep olma hali ile izah edilir. Bir krmse, bir adamın ana-babasma lanet ederse[35], o adam da bu lanet oku­yanın ana-babasına lanet eder. Böylece ebeveynine lanete vesile olduğun­dan günah işlemiş olur. İşte doğrudan doğruya dahi olmasa bile bu şekil­de sebebiyet vererek ana-babaya lanet getirmeyi Hazreti Peygamber ya-sakl'yor. Laneti gerektiren bir hareket olduğunu bildiriyor. Şüphe yok ki, doğrudan doğruya ana-babaya lanet etmek çok daha büyük günah olur, Allah'ın rahmetinden daha çok uzaklaştırır.

Bir fesatçıyı korumak, insanlar arasına girip de gerekli bîr cezanın tat­bikine engel olmak veya dinde olmayan bir şeyi uyduranın hareketine nza gösterip göz yummak zararlı işler olduğundan, bu gibilere yardımcı olma­mayı Peygamberimiz ifade buyurmakta ve böylek ötü kimselere yardımcı olanlara «Azab olsun» duasında bulunmaktadır.

Lanet kelimesinin lügat manası, uzaklaştırmak ve kovmaktır. Hadîs-i şerifte, azaba müstahak olmak, rahmetten ve cennetten uzak olmak mana­larına gelir. Lanete uğrayan, yani Mef'ûn, dünyada Allah'ın yardım ve rah­metinden uzak kalmış olan, âhirette de azaba düşmüş olan demektir. Di­nimizde muayyen bîr mü'mîn şahsa lanet duasında bulunmak caiz değil­dir; zira Peyçtamber Efendimiz :

«— Ben l&netçi olarak gön d er ilme d im.» buyurmuştur. Ancak şahıs be-Hrtmeksizin bazı günah işleyicilere, o günahın cinsi kasd edilerek lanet duasında bulunmak caiz görülmüştür. Muhaddisler, bu hadîs-i şerifte gecen lanet IceUmesim, Allah tarafından vaki olacak azabı, Hazreti Peygamber in haber vermesi manâsına yorumlamışlardır. O halde, izahı geçen dört cins günahı işleyenlere Allah azab etmiştir, demek olur.

Hadîs-i şerîfİ Hctzreti AI i 'den nakleden Ebü't-Tufeyl'in adı Amir ibni Vasile 'dir. Uhud savaşı yılında doğmuş olup, ashabdan en son vefat edendir. Ölüm tarihi hicretin 100, 107 ve 110 yılları olarak gösterilir. Hazreti Peygamberin irtihallerinde sekiz yaşında bulunuyordu.[36]

 

(9) Günah Bulunmadıkça, Ana-Babaya İtaat Ve İyilik Edilir 

 

18— Ebu'd-Derdâ şöyle demiştir:

«Resûlüllah (SaltaîlahüA leyhi ve Selle m) bana şu dokuz şeyi emretmiş­tir:

«(1) Parça parça doğransan veya ateşte pişirilsen liile, Allah'a hiç bir şeyi ortak etme.

(2) Kasden (özür olmaksızın) farz namazı asla terk etme; onu kas-den terk edenden Allah'ın himayesi kalkmış olur.

(3) Asla şarap içme; çünkü o, her kötülüğün anahtarıdır.

(4) Ana-babana itaat et.

(5) Yerinden çıkmanı emrederlerse (çıkmana izin verirlerse), onla­rın rızasını kazanmak için çık.

(6) Kendini   haklı  zannetsen   bile,   başındaki   idarecilerle   çekişme (onlara, Müslüman oldukları müddet karşı çıkma).

(7) Arkadaşların kaçsa ve helak dahi olacak olsan, sen muharebe­den kaçma.

(8) Zenginliğinden ailene yedir ve harca.

(9) Ailene kırbacım kaldırma; onları Aziz ve Celîl olan Allah hak­kı için korkut.»[37]

 

Dört kadar hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Hazreti   E b u   Bekir   ile Hazreti   Ömer'in faziletlerini  itiraf etmekle beraber, Hazreti   Ali'ye olan muhabbetinden  ötürü  onu öne geçirirdi.  Hazreti   Ali'nin  savaşlarında hep onun saflarında bulunmuştu. Allah hepsinden razı olsun... Hadîs-i şerîfteki dokuz tavsiye kısaca şöyle açıklanır:

1— Küfürden, imansızlıktan, Allah'a ortak  koşma günahından daha büyük bir günah olmadığından ve böyle bir cinayet üzere ölmüş bulunan kimse, ebedî olarak cehennemde kalacağından, ne pahasına olursa olsun böyle bir günahı işlememek icâb eder. Kalben ve arzu ile bu günahın İr­tikâbına yol yoktur. Ancak kat'î bir ölüm tehlikesi karşısında kalben değil de, yalnız lisan ile küfür kelimesi söylenebilir. Söylemeden öldürülse, şehid olur. İşte'ebedî hüsrana düşmemek için Hazreti Peygamber en çetin şartlar altında dahi küfre varmamayı tavsiye buyuruyor.

2— Farz namazlar, ibadetlerin esası olup, fenalıklardan alıkoydukları cihetle bunlara devamın önemi aşikârdır.    Unutma ve ağır hastalık gibi özürler dışında farz namazlar terk edilmez. Farzı terk edenden Allah'ın rahmeti ve himayesi kalkar.

3— Şarap her fenalığın anası olarak gösterilmiştir. Şarabın Arapeası «Hamır»dır ki, aklı gideren şey demektir. Bu itibarla aklı gideren, insanı sarhoş eden her içki şarap hükmündedir. Her hayırlı iş akıl sayesinde mey­dana getirildiğinden, aklın yok olması halinde de her fenalığa kapı açıl­mış olur. Bu bakımdan şerefli bir mevkii olan hem aklı korumak, hem de cemiyet İçerisinde fenalıklara sebebiyet vermemek için Peygamberimiz asla şarap içmemeyi tavsiye etmişlerdir.

4— Ana-babaya İtaat etmek ve onlara iyilikte bulunmak, rıza ve dua­larını kazanmak gerektiğine dair izahat önceki hadîs-i şeriflerde geçmiştir.

5— Ana-babanın İzni olmadıkça başka memlekete göç etmek, sefere çıkmak doğru değildir. Hatta anne ve babanın şiddetli bir ihtiyaç ve ızdırap çekecekleri bir durum varken, hacca gitmekten evlâdlanni alıkorlarsa, gü­nahkâr olmazlar. Tehlike olmadığı takdirde izinsiz ilim tahsiline de gidilebilir.

İslâm kaidelerine aykırılığı gerçek olan bir kötü iş görmedikçe idarecİierlc çekişmeyi, memuriyet için çırpınmayı, idarecilere karşı çıkmayı Peygamberimiz yasaklamışlardır. Fakat Islâmî bir gerçek ihlâl edildiği tak­dirde, hakkı söylemek bir vazifedir. Güç miktarınca da, küfür hali üzerinde bulunanlara karşı çıkılır.

7— Muharebeden kaçmanın İslâm'a ve Müslümanlara çok büyük za­rarı dokunduğundan daha önceki hadîs-i şerifte büyük günahlardan sayıl­mıştı. Bozgun ve paniğe sebebiyet vermekle işi mağlûbiyete kadar götürür. İslâm'ın İzzet ve şevketini kırar. İslâm İçin zillet ve perişanlık vesilesi olan muharebeden kaçmak fiili de böylece yasaklanmıştır.

8— Bir insan, ailesine, çoluk-ço:uğuna sahip olduğu zenginlikten harcamalıdır. İsraf olmayacak şekilde, terbiyelerine, yiyip içmelerine ve giyim­lerine harcamalı, onları dar durumda bırakmamalıdır. Cenab-ı Hak, bir ku­luna vermiş olduğu nimetin eserini, onun üzerinde görmek İster. İmkânlar nispetinde cimrilik göstermeden ve İsraf yapmadan ehline harcamalıdır.

9— Bu hadîs-i şerifte aileye karşı kırbacı kaldırmamayı, yani zevce, evlâd ve hizmetçileri döğmemeyi Peygamberimiz tavsiye buyuruyor. Bazı rivayetlerde de «Ailenizden kırbacı kalchrmaytn» çeklinde ifade vardır. Her İki halde de izahı mümkündür. Birinci rivayete göre, haklı  bir sebepten dolayı olsa bile aile efradını döğmek hayırlı ve iyi bir iş değildir. Işın akıbetinden korkutmak ve bağışlamak en doğru bir yoldur.  İkinci rivayete göre, döğmenİn cevazı bahis konusu olur. En son çare olarak döğme ola­bilir ve ailedeki otorite bu yol ile sağlanabilir. Burada da hududu aşma­mak gerekir.

Ebu'd-Derdâ:

Bu hadîs-İ şerifi rivayet eden ashab-ı kiramdan Ebu'd-Derdâ'-nın İsmi Uveymir ibnİ Malik 'dir. Bedir savaşında Müslüman oldu. Uhud ve ondan sonraki savaşlarda bulundu. Daha ziyade «Ebu'd-Derdâ» künyesi ile şöhret bulmuştur. Ashab-ı kiramın sayılı âlimlerinden biri İdî. Hazreti Ömer'in hilâfeti zamanında Şam kadılığına tayin edildi ve Hazreti Osman devrinde yine orada vefat etti. Bir rivayette de Haz­reti Osman 'in hilâfetinden önce hicretin 32. yılında vefat etmiştir. Uhud savaşı esnasında Hazreti Peygamber onun hakkında :

Uveymir ne güzel süvaridir = binicidir.» buyurmuştur.[38]

 

19— Rivayet edildiğine göre Abdullah Ibni Amr şöyle dedi:

Bir   adam   Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e   geldi   ve   şöyle söyledi :

«— Ana-babamı ağlar bırakarak hicret etmek üzere senin emrini al­mağa geldim. (Hazreti Peygamber ona) dedi ki:

«— Onlara dön, onları nasıl ağlattımsa, öylece onları sevindir, güldür.»[39]

 

20— Abdullah îbni Amr dedi ki, cihada gitmek isteyen bir adam Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seiîem) 'e geldi. (Hazreti Peygamber ona sorarak şöyle) dedi:

«— Ebeveynin hayatta mı?» (O adam da) : «Evet!» dedi. Bunun üze­rine Hazreti Peygamber:

(Madem ki müslüman ana-baban var,)   onlar için gayret et,   çalış.

(Kendilerine iyilik ve ihsan et); buyurdu.»[40]

 

Meşru işlerde ana-babaya itaat etmek farzı ayındır. Fakat düşman sal­dırısı olmayan normal zamanlarda cihada çıkmak kifaye üzere farzdır. Bir kısım Müslümanların cihad vazifesinde bulunmaları ile diğer Müslümanlardan bu sorumluluk düşer. Bunun için ferden kendisine cihad farz olma­yanın ana-babasi için çalışması daha önemli tutulmuştur. Ancak umumî bir mecburiyet veya düşman istilâsı gibi bir durum olursa her mükellef ci­had etmeV. zorunda kalır. Cihad için izine lüzum kalmaz.[41]

 

(10) Ebeveynine Kavuşup Da Cennete Giremeyen Kimse

 

21— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Yazıklar olsun o kimseye, yazıklar olsun o kimseye, yazıklar ol­sun o kimseye...»

Ashab:

«— Ya Resûlallah, kimdir o?» dediler.

Hazreti Peygamber:

«— O kimsedir ki, yanında ana-babasına, yahud bunlardan birine ihtiyarlık erişmiş de Cehenneme girmiştir.» buyurdu.[42]

 

Metinde üç defa tekrarlanan «Rağıme enfuhu = Yazıklar olsun» cûm-lesİ, lügat manası itibariyle burnu toprağa sürünsün, demektir. Bundan ki­naye olarak hakîr olsun, zelil olsun manalarında kullanılır. Burada Türkçe-mize daha uygun olarak «yazıklar olsun» şeklinde terceme edilmiştir. Bu cümlenin üç defa tekrarlanması, işte fazta nefret bulunduğundandır. Aynı zamanda Cehenneme düşmekten sakındırmak İçindir. Anlaşılıyor ki, yaşlı­lık ve zafiyet halinde olanın yardıma ve bakıma olan ihtiyacı, dinç halde iken olan ihtiyacından çok daha fazladır ve önemlidir. Bu durumda ana-babasına hizmet etmeyen, onlara iyilik ve ihsanda bulunmayan kimse rıza ve dualarını  kazanamayacağı cihetle Cehennemlik olmağa hak  kazanır.

Aksine onlara hizmet eden de, onlar sebebiyle Cennete girmiş ohjr. Böyle Cennete vesile olacak bir fırsatı kaçırana elbette yazıklar olsun.[43]

 

(11) Ana-Babasına İyilik Edenin Allah Ömrünü Artırır  

 

22— Sehl'in babası Muaz'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dedi ki:

«— Ana-babasına iyilik edene Cennet olsun, Azîz ve Celîl olan Allah onun ömrüne bereket versin (ömrünü çoğaltsın.)»[44]

 

Metinde geçen «Tuba = » kelimesi, Cennet, cennetteki bir ağaç manalarına geldiği gibi, saadet ve hayır karşılığı olarak da kullanılır.

Caiz olmayan bir şeyi peygamberlerin istemesi muhal olduğuna göre, burada ömrün ziyadeleşmesini istemek, onun vuku bulabileceğine delil teş­kil eder. Diğer taraftan Cenab-ı Hak, herkesin muayyen bir eceli var, o geldiği zaman, ne bir an gecikir, ne de bir an öne geçer buyurmaktadır. Her iki delilin karşılaşması halinde, ömrün uzatılmasının bereket manasını veya rızık bolluğu anlamını taşıdığı izahına gidilmektedir. Ömrün artmacı demek, bereketli olması, nimetler içinde bulunması demek olur. Bir kısım âlimler de, ömür muayyen olmakla beraber uzalıp kısalabileceği görüşün­dedirler. Meselâ : Bir adam, ana-babasına itaat ve ihsan ettiği takdirde, yaşı seksen yıldır. Bunu yapmayınca aitmiş yıl olarak kalacaktır. Böyle bir kimse, ebeveynine ihsan edince seksen yaşına varacağından ömrü artmış sayılır.

Muaz  b. Cebel    kimdir?:

Hadîs-i şerifi rivayet eden Muaz, ashabı kiramdan olup, aslen Mısır halkından olduğu söylenir. Hazreti Peygamber'den hadîs-i şerifler rivayet etmişti ı\ Oğlu S e h I de kendisinden rivayette bulunmuştur. Halife A b d u'l-Melik ibni Mervan devrine kadar yaşamıştır. Allah ondan razı olsun...[45]

 

(12) Bir Kimse Müşrik Babasına Mağfiret Dilemez 

 

23— (9-s) Allah Azze ve Celle'nin :

«— Eğer ana-baba d an biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık haline ulaşırsa, sakın onlara öf bile deme ve onları azarlama. İkisine de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de :                

«— Ey Rabbim! Onlar, beni küçükken (merhametle) terbiye edip ye­tiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et. (İsra; 23, 24)» âyet-i kerîmesini, Berâe (Tevbe) Sûresinde olan:

«— Müşriklerin Cehennemlik oldukları müminlere belli olduktan son­ra—bunlar akraba bile olsalar— artık onlar için ne peygamberin, ne de mümin olanların mağfiret dilemeleri yoktur. (Tevbe: 113)» âyet-i ke­rîme riesh ettiğini = hükmünü kaldırdığını İbni Abbas anlatmıştır.[46]

 

Birinci âyet-i kerime, mutlak olarak ana-babaya itaat etmek ve onlar için hayır duada bulunmak manasın) beyan etmekte ise de, daha sonra nâzii olan İkinci âyet, müşrik olan ana-baba dahi olsa, onlara mağfiret duasında buiunulamıyacağmı emretmekfedir. Bu bakımdan I b n i  Abdi bas hazretleri, metinde önce geçen âyet-i kerime, sonra gelen âyet İle nesh edilmiştir demiştir. Bundan anlaşılıyor ki, mümin olmayanların bağış­lanmaları Allah dan istenmez, onların hidayete ermeleri için Allah'a dua edilir. Müslüman olmaları için çalışılır. (Abdullah ibni Abbas için 4. hadîs-i şerife bak.)[47]

 

(13) Müşrik Ana-Babaya İyilik Etmek 

 

24— Sa'd İbni Ebi Vakkas'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«— Benim hakkımda, Allah Tealâ'nın kitabından dört âyet nazil ol­du. Annem, ben Hazreti Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den  (di­ninden)  ayrılmadıkça, yememeğe ve içmemeğe yemin etmişti.    Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle)    şu âyeti inzal etti:

«— Eğer ana-baban, bilmediğin   (benimsemediğin şirkten)  bir şeyi, bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, bu takdirde kendilerine itaat et­me. Onlara dünyada iyi bir şekilde sahiblik et. (Günah olmıyan işlerde onlara yardımcı ol, itaat et.» (Lokman : 15).

(İkincisi) : Ben, (savaş ganimetinden) çok hoşuma giden bir kılıç al­mıştım. Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Bunu bana hibe et. Arkasından:

«— Ey Resulüm, sana ganimet malından  soruyorlar...»   (Enfal:  1) âyeti nazil oldu.

(Üçüncüsü) : Ben hastalanmıştım. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bana geldi. Dedim ki, ey. Allah'ın Resulü! Ben malımı bölmek isti­yorum, yarısını vasıyyet edeyim mi?» Peygamber:

«— Hayır!» dedi. Üçte birini, dedim Hazreti Peygamber sükût etti. Bundan sonra üçte bir vasıyyet caiz oldu.

(Dördüncüsü) : Ensar'dan bir topluluk ile şarap içmiştim. Bunlardan bir adam, (Mekke yolu üzerinde) Lehyey Cemel adındaki yerde burnu­ma vurdu. Ben de (şikâyet için) Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e vardım. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celte), şarabı haram kılan âyeti inzal etti. (Bakara: 219)[48]

 

Bu Hadîs-i şerifte, Sa 'd ibni Ebî Vakkas, kendisi İle İlgili dört hâdise özerine Cenab-ı Hakk'ın dört dinî hüküm İnzal buyurdu­ğunu anlatmaktadır.

1— Daha önceki  hadîs-i şeriflerin beyanından da anlaşıldığı  özere, ana-babaya  itaat etmek, Allah'a isyan olmayan yerde gereklidir.    Ana-babanın veya herhangi bir yetkilinin şirke ve günaha, dine aykırı düşen bir işe davetleri veya zorlamaları halinde onlara itaat yoktur. Ancak Müs­lüman olmayan ana-babaya, nafaka vermek, onlara hizmet edip iyilikte bulunmak, incitmemek bir vazifedir. Yeter ki, Allah'ın dinine aykırı bîr şey İstemesinler, ona zorlamasınlar.

2— Ganimetle ilgili İkinci hadise sebebiyle, Cenab-ı Hak ganimetlerin tasarruf yetkisinin «Allah'a ve Resulüne ait» olduğunu beyan buyurdu. Mu-haddİslerin rivayetine göre,    Sa'd    İbni    Ebi   Vakkas,    Saîd i b n i ' I - A s   adındaki müşriki öldürdü ve kılıcını aldı. Bunu kendisine hibe etmesini Hz. Peygamberden İstedi. Peygamber, ona bu kılıcı verme­di. 8u hadise üzerine ganimet âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber de o kılıcı kendisine verdi; çünkü Allah Teolâ bütün yetkiyi Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) 'a vermişti. Bundan sonra da, yine Enfal sûresinin 41 inci âyetinde kimlere ne miktar ganimet verileceğini, bölünme şeklini beyan buyurdu.

3— Her ne kadar   Sa'd    ibni    Ebi    Vakkas,    hakkımda dört âyet nazil oldu diyorsa da, vasîyyef hakkındaki üçte bir (1/3) miktarı maldan fazlasının caiz olmayacağına dair âyet mevcut değildir. Bu hüküm Hz. Peygamber in hadîs-i şerifleri ile sabittir.   S a ' d 'in sorusu üzerine üçte bir miktarı vastyyete rıza göstermişler ve bu da Isiâm dininin hukukî bir me­selesi ve hükmü olmakla Allah'ın emri demektir. Zaten Peygamber ne ge­tirdi ise, hep Allah'ın izni ve emri ile getirmiştir. Bu bakımdan hüküm iti­bariyle hadîs-i şerif de diğer âyetler arasında bir âyetmiş gibi gösterildi. Üçte birden fazla vasiyyet yapıldığı takdirde, veresenin muvafakati bahis konusu olur. Buna rıza gösterİrlerse, geçerli olur, değilse yalnız üçte bir mİk-tarınca vasiyyeti yerine getirirler. Bİr de hak sahibi olan varislere vasiyyet yapıldmıyacağını diğer bir hadîs-i şerifte Hazreti Peygamber buyurmuştur.

4— Bilindiği üzre İslâm'ın ilk devrinde şarap içmek haram değildi. Son­ra    S a ' d 'in başından geçen vak'ayi,   Sa'd    Hazreti Peygambere an­latınca Cenab-ı Hak Mâide sûresinin 90. âyetini inzal ederek, şarap i;meyİ haram kıldı. Âyet Medine'de nazil oldu.

Sa'd    I b n i    E b i   V a k k a s    kimdir? :

Daha ondokuz yaşında İken, İslâm'ı ilk kabul edenlerin üçüncüsü olmuştu. Allah yolunda ilk ok atandır. Hazreti Peygamberden önce Medine'­ye hicret etmiştir. Bedir savaşından itibaren Irak fethine kadar olan bütün savaşlarda bulundu. Meşhur binicilerden biri idi. Cennetle müjdelenen on qshab-ı kiramdan biri olup, bu on kişi içinden en son vefat edendi.

Hazreti Ömer 'in, hilâfet işini aralarında görüşmek için seçmiş ol­duğu altı kişiden birisi de Sa'd olmuştu. Duası kabul olunmakta şöhret kazanmıştı. Çünkü Hazreti Peygamber ohun hakkında :

«— Allah'ım! Onun okunu doğrult; ve duasını kabul et.» buyurmuştu. Onun için lehte duasını İsterler, aleyhte yapacağı duadan korkarlardı. Hz. Ömer tarafından Küfe valiliğine tayin edildi. Bİr müddet sonra halkın hdksız yere şikâyetleri üzerine, halife tarafından azledildi. Kûfeliler kendi­sine iftira ettiklerinden aleyhlerine dua ettiği ve duasının kabul edildiği ri­vayet olunur. Daha sonra yine Küfe valiliğine Hz. Osman tarafından tayin edildi, sonra bu görevinden yine alındı. Hz. Osman'ın şehid edili­şinden sonra doğan fitnelere karışmayarak kenara çekildi. Medine'ye on mil mesafede Akîk denilen yerde bir arazi satın alarak, ailesi ile oraya yerleşti ve hicretin 55. yılında 73 yaşında olduğu halde orada vefat etti. Cenazesi Medine'ye götürülerek Bakî' mezarlığına gömüldü. Allah ondan razı olsun.[49]

 

25— Hazret-i Ebû Bekir'in kızı Esma'dan:

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (Hudeybiye) muahedesi zamanında, annem (kendisine iyilik ve ihsan etmeme) rağbet eder ol­duğu halde bana geldi. Ben de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'e sor­dum : Ona iyilik edeyim mi (hediyelik bir şey vereyim mi)?

Hazreti Peygamber: «EVET!» buyurdu.

îbni   Uyeyne   demiştir ki:

Bu hâdise üzerine:

«—Allah, din hususunda sizinle savaşmamış, sizi yurdlarımzdan da çıkarmamış kimselere sadâkat göstermenizden, onlara iyilik etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi yasaklamaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Sûresi, 8)» âyetini Allah (Azze ve Celle) indirdi.[50]

 

Hadîs-i şerifi anlatan Esma (Allah ondan razı olsun), cahı'liyet dev­rinde babası tarafından boşanmış olan «K u t e y I e»'nin kızıdır. Müslü­manlarla müşrikler arasında Hudeybiye de yapılan barışdan faydalanarak K u t e y I e, İslâm'ı kabul etmediği halde, Medine'deki Müslüman kızı Esma 'yi ziyarete gitmiş ve beraberinde de kuru üzüm, yağ gibi hediyeler götürmüştü. Buna karşılık kızından da bazı hediyeler beklemiş ve kızının İkramda bulunmasını, İyilik edip yakınlık göstermesini arzulamıştı. Bunu hisseden kızı, annesine iyilik ve ihsan mukabelesinde bulunup bulunama­yacağını Hz. Peygamber'd en sormuş ve İyilikte, ikramda bulunabileceği ce­vabını almıştı. Bundan anlaşılıyor ki, müşrik ana-babaya hediye vermek, onlara İyilikte ve İkramda bulunmak, savaş hali dışında, gereklidir. Bu hu­susta nâzİl olan Mümtehine sûresinin 8. âyet-i kerîmesi aynı hükümleri beyan buyurmaktadır. Barış halinde Müslüman olmayan akraba ile görüşüp hedi-yeleşmenin, İyilik ve adaletle hareket etmenin meşruİyyeti anlaşılmaktadır.

Esma    kimdir? :

Esma, Hazret-i E b u B e k i r 'in en büyük kızı olup, İslâm'dan önce böşamış olduğu Küfeyle veya K a y I e adındaki hanımın­dan olmadır.                                                       .

1 Cennetle müjdelenenlerden Hz. Z ü b e y r 'in zevcesi olan Esma 'nm lâkabı. Zatü'n-Nıtakeyn 'dir. Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiği zcrman, ona azık hazırlamış, fakat aztğı bağlayacak ve saracak bir şey bulamadığından baş örtüsünü ikiye bölerek yarısı ile azığı bağlamış ve diğer yarısını da bgş örtüsü olarak kullanmıştı. Bundan dolayı, Hz. Pey­gamber kendisine iki baş örtülü manasına, Zatü'n-Nıtakeyn lâka­bını vermişti. İlk islâm'ı kabul eden on yedi kişiden sonra Müslüman ol­muştu. Mekke'de Müslüman olduktan sonra, Medine'ye hicret etmiş ve ha­mile olduğundan Küba'da hamlini vaz' etmişti. Böylece Abdullah ibni Zübeyr adındaki oğlu doğmuş oldu. Hicrî yetmiş üç yılında, oğlu Ab­dullah'in öldürülmesinden birkaç hafta sonra Mekke'de vefat etti. Ve­fatında yüz yaşına varmış olduğu halde bir dişi dahi düşmemiş, aklından bir şey kaybetmemişti. Yalnız gözleri görmez hale gelmişti. Abdullah'-dan başka U r v e adında bir oğlu daha olmuştu. İki oğlu ve torunları ken­disinden hadîs-İ şerifler rivayet etmişlerdir. Oğlu A bd u 11 a h , Hz. Mu-aviye'nin oğlu Yezid'den sonra Mekke'de dokuz ay hilâfet etmiş ve nihayet Haccac tarafından kuşatılarak idam edilmişti. Oğlunun şehid edilişinden az sonra vefat etti. Allah ondan razı olsun.[51]

 

26— îbni Ömer'in şöyle dediği işîtilmiştir:

«— Hz. Ömer''(Allah ondan razı olsun), satılmakta olan ipek işlemeli bir elbise gördü. (Hz. Peygambere hitaben):

«— Ya Resûlallah; bu elbiseyi satın al, cuma günü ve heyetler sana geldiğinde onu giyersin, dedi. Hz. Peygamber: .

«— Bunu, ancak (âhirette) nasibi olmayan kimse giyer; buyurdu. Sonra Hazreti Peygambere bu elbiselerden verildi. Hazreti Ömer'e (bun­lardan) bir elbise gönderdi. Hazreti Ömer dedi k;, (Ya Resûlallah,) ben bu elbiseyi nasıl giyeyim, zira bu elbise hakkında söylenmesi gerekli şeyi söylemiştin    Hazreti Peygamber :

«— Ben onu, giymen için sana vermedim. Onu satarsın, yahut (müs-lüman olmayan birine) giydirirsin,» buyurdu. Bunun üzerine, Hazreti Ömer, henüz müslüman olmamış Mekke'deki (ana bir yahut süt) karde­şine o elbiseyi gönderdi.»[52]

 

Bu hadîs-i şeriften iki hüküm çıkmaktadır. Birincisi, ipekli veya ipekle işlemeli, ibrişimli ve nakışlı elbiseleri erkeklerin giyemeyeceğidir. İkincisi, Müslümanlar İçin yasak olan böyle şeylerin gayri müslimlere satılabileceği veya onlara hediye olarak verilebifeceğidir. Müşrik babaya iyilik ve ikram bahsinde bu hadîs-i şerifin zikredilmesi, müşrik bir kardeşe yapılan ba­ğışla ilgili bulunmasındandır.                                                                     

Altın ve ipek hakkında varid olan hadîsti şerifte görüleceği gibi, Müs­lüman erkeklere altın ve ipek haram kılınmıştır. Erkekler altından süs eşyası takinamazlar, ipekli elbiseler giyemezler, altın eşya kullanamazlar. Bunun iktisadî çöküntüye, lüks ve israfa götüren bir afet olduğu, günümüzde açık olarak görülmektedir.

(Hz. Ömer hakkında kısa bilgi ve hadîs-i şerifleri görmek isteyenler için, «Peygamberin Dilinden Dört Halifesi ve Ashabı» adlı kitaba müracaat. Sayfa : 115)[53]

 

(14) Ana-Babaya Sövülmez

 

27— Abdullah İbni Amr'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«— Adamın ana-babasına sövmesi, büyük günahlardandır.»Ashab:

*— Nasıl söver,» dediler.

Hazreti Peygamber:

«— Bir kimse, bir adama kötü söz söyler (söver) de tutar bu adam, o kimsenin ana ve babasma söver.» buyurdu.[54]

 

Bir insan, hiç kiriTşöye kötü söz söylememeli, ayıplamamalı, alay etme­meli, hoşlanmayacağı bîr lâkap takmamahdır. Yapılan fenalığa en az mis­liyle ve daha fazlası ile mukabelede bulunulacağından ana ve babanın hakaretine, onların tahkîr edilmesine vesile olmamalıdır. Peygamber Efen­dimizin bu gibi hareketleri büyük günahlardan sayması, işin önemini an­lamamıza kifayet etmelidir. Ana-babaya sövdürmek, onların hakkına te­cavüz ve İsyan sayıldığından, onları İncitmeye vesile olduğundan, İslâm'­daki kardeşlik ve nezahet duygularını kirlettiğinden haram kılınmıştır.[55]

 

28— (10-s) Abdullah İbni'l-As'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«— Babasının sövülmesine insanın sebep olması, Allah katında bü­yük günahlardandır.»[56]

 

Bu eserle, bir önceki hadîs-i şerif arasında mana bakımından uygunluk olduğu gibi, her ikisinde de rivayet Abdullah İbnİ Amr'dandır. İkinci nakilde, söz Hazreti Peygambere kadar yükseltilmemiştir.[57]

 

(15) Ana-Babaya Eziyet Etmenin Cezası  

 

29— Ebû Bekre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle de­diğini anlatmıştır :

«(Adil ve müslüman idareciye) karşı çıkmak, akrabalarla ilgiyi kes­mek günahından daha çok dünyada cezası peşin verilmeye lâyık hiç bir günah.yoktur; âhirette bu günah sahibi için hazırlanmış olan azab olmak­la beraber...»[58]

 

Bağy'in lügat manası, azgınlık etmek, hududu aşmak ve zulüm etmek­tir. Şeriatta, zalim olmayan bir devlet başkanına karşı çıkmak, ona muha­lefette bulunmak veya mahlûkata zulüm etmektir. Yerinde olmayan bir mu­halefet, İslâm birliğini ve kuvvetini parçalamaya sebep olduğundan,' neti­ce olarak düşmanın hakimiyetini doğurur. Bu bakımdan islâm'a zararı çok büyüktür. Nitekim tarih boyunca, bunun misalleri çok geçmiştir. Ne olursa olsun, mutlak olarak haksızlık ve zulüm büyük günahtır.

«Katî'atüV-Rahîm» demek; uzak ve yakın, akrabalar arasındaki, gö­rüşme, ziyaret etme ve ihsanda bulunma haklarını gözetmek, bağları kesmemektir.

İlgiyi kesmek iki şekilde olur. Birincisi, yalnız ziyareti terk etmek ve ih­sanda bulunmamakla olur. Bu kemal noksanlığını doğurur ve akrabanın yakınlığına göre önem taşır. Ana-baba mevzubahs olursa, bunun günahı küçümsenmez. Rızalarının dışına çıktı mı, büyük günah olur. İkincisi, ak­raba hakkında dedikodu ve gıybet etmek ve onlara fenalık yapmak suretiyle kendilerine eziyet etmektir. Muhaddisler, hadîs-i şerifte, bu mananın kasdedilmiş olduğunu ifade etmektedirler.[59]

 

30— îmran îbni Hüsayn'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dedi ki:

«— Zina, şarap içmek ve çalmak hakkında ne dersiniz?» Biz, en iyi bilen Allah ve Resulüdür, dedik. Peygamber:

«— Onlar çok çirkin şeylerdir; ve onlarda (öldürmek, döğmek ve el kesmek gibi)  cezalar var. Dikkat edin! Ben, size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?: Aziz ve Yüce olan Allah'a ortak koşmak (müş­rik olmak), ana-babaya asî olmak.» dedi. Bunları söylerken yaslanmıştı, sonra doğruldu da dedi ki:

«— Yalan söylemek (yalan yere şahitlik etmek) de...»[60]

 

Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz büyük günahlardan olan zina işlemek, şarap içmek ve hırsızlık etmek suçlarının azabı gerektiren ce­zaları bulunduğunu beyan ettikten sonra, daha şiddetli bir azabı icab etti­ren ana-babaya eziyet etmek günahına işaret buyurmuştur. Bundan önceki hadîs-i şerifler münasebetiyle Allah'a ortak koşma (şirk) ve yalan söylemek günahları üzerinde açıklama yapılmıştı. (Bak : Hadîs 15}

Imran    ibni    Husayn    kimdir?:

Hadîs-İ şerifin ravisi I m r a n 'm künyesi E b u N e c î d 'dir. Ken­disi, Hayber fethi yılında Müslüman oldu. Müteaddit savaşlarda bulundu ve Huza'a kabilesinden olduğu için, Mekke'nin fethinde Huza'a sancaktarı bulunuyordu. Basra'lılara ilim öğretmek için, Hz. D m e r onu Basra'ya gönderdi. Ashab-ı kiramın âlimlerinden ve ileri gelenlerindendi. Ashab-ı kiramdan Basra'ya gönderilenlerin en fazifetlisi olduğu söylenir. Zamanın fitnelerinden uzak kaldı ve Müslümanlar arasındaki savaşlara katılmadı. Duası kbul edilen ve meleklerle görüşüp konuştuğu söylenen kerim bir kim­se İdİ. Hicretin elli ikinci yılında Basra'da vefat etti. Tabiînden Basra ve Küfe I i muhaddisler kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Allah ondan razı olsun.[61]

 

(16) Ana-Babanın Ağlaması 

 

31— (11-s) îbni Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Ana-babayı ağlatmak, (onlara) isyan etmektir ve büyük günahlar­dandır.»[62]

 

Hadîs âlimlerinden Hafız ibni Hacer El-Askalânî diyor ki, bu nakil ile sekiz numaralı nakil arasında fark yoktur; ancak ravi, sözü kısaltmıştır. Evvelki hadîs münasebetiyle açıklama yapılmıştır.[63]

 

(17) Ana - Babanın Duası 

 

32— Ebû Cafer'den rivayet edildiğine göre, Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini işitmiştir:

Peygamber (SallalUthü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;

«— Üç kimsenin; duası, makbul dualardır, bunların kabul edilişinde şüphe yoktur: Zulme uğrayanın duası, yolcunun (misafirin) duası, ana-babanın çocuklarına duası.»[64]

 

Mazlum, yolcu ve ana-babadan ibaret üç sınıf kimselerin herhangi bi­rine İyilik ve yardım edildiği zaman, bunların karşılık olarak edecekleri hayır dua Allah katında makbul olduğu gibi, bunlara yapılacak eziyet ve fenalık karşılığında edecekleri beddua da makbuldür. Allah, lehte ve aİeyh-de edecekleri duaları kabul buyurur. Çünkü- bunların duaları duygulu bir kalbin İlticası ile olur. Ana-babanın evlâdları lehine ve aleyhine duaları da aynıdır, her İkisi de makbul dua olurlar. Böylece evlâd, rızalarını alma­ya çalışır, nefret vezinlerini kazanmaktan sakınır,"

Mdzlum, İnsanların haksızlık 'ettiği) sefil bıraktığı, yardımlarından ta­mamen mahrum kaldığı kimsedir. Böyle İnsanların yardımından büsbütün ümidini kesen kimse, Allah'a tam bîr ihlâs ile yönelir ve ona iltica ederek duada bulunur. Duası da makbul olur.

Yolcu da böyledir. Akrabasından ve dostlarından uzak kalmış, emlâk ve arazisinden uzak düşmüştür. Bu durumda Hak ile beraber bulunur, ona sığınması tam bir İhlâs ile olur.

Ana-baba, çocuğun eziyetlerine katlanırlar, kusurlarını bağışlarlar, kalbleri ince duygulu olur. Çocuklarından büsbütün ümid keser ve aleyhle­rine dua ederlerse, çok şiddetli olur ve büyük haklarından ötürü de duaları makbul olur. Çocuklarından memnun kalıp, onların iyiliğine dua etmeleri, zaten Cennet vesilesi olacağı daha önceki hadîs-i şeriflerden, anlaşılmıştı.[65]

 

33— Ebû Hüreyre'den ;

Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seliem) 'in şöyle dediğini işittim:

«— İnsanlardan hiç bir çocuk beşikte konuşmamış tır;   yalnız Mer­yem'in oğlu İsa (Aleyhissclâm)   ile Cureyc'in  (beşikte dile gelen)  sahibi konuşmuştur.»

(Ashab tarafından Peygambere) soruldu :

«— Ey Allah'ın Peygamberi! Cureyc'in yardımcısı kimdir?»

Peygamber dedi ki:

«— Cüreyc, kendisine ait bir manastırda (inzivaya çekilip ibadet eden) rahip bir kinişe idi. Manastırının altında barınan bir sığır çobanı vardı. KÖy halkından bir kadın da, bu çobana gider gelirdi. Bir gün, Cüreyc na­maz kılarken annesi gelip: "Ey Cüreyc!" (diye ona) seslendi. Cürçyc na­mazda iken kendi kendine: "Anneme mi (cevap vereyim), namazıma mı (devam edeyim?)" dedi. Namazını seçmeyi (ona devam etmeyi) uygun buldu. Sonra annesi ikinci defa ona seslendi. Yine Cüreyc kendi kendine: "Anneme mi, namazıma mı?" dedi. Namazım seçmeyi uygun buldu. Son­ra Üçüncü defa annesi ona bağırdı, Cüreyc: "Anneme mi, namazıma mı?" dedi. Yine namazını tercih etmeyi uygun gördü. Annesine cevab verme­yince, annesi (ona beddua ederek) şöyle dedi: "Ey Cüreyc! Fahişelerin yüzüne bakmadıkça, Allah senin canını almasın." Sonra kadıncağız döndü gitti. Bir müddet sonra (sığır çobanına gidip gelmekte olan) o kadın (gay­rı meşru') doğurduğu çocukla Melik'e getirildi, (dava edildi). Melik sordu: "Bu çocuk kimden?" Kadın: "Cüreyc'den," dedi. Melik yine sordu. ''Ma­nastırın sahibinden mi?" Kadın: "Evet,' dedi. Melik:

"— Manastırını yıkın ve onu, bana getirin," dedi.

Baltalarla manastırına vurarak onu yıktılar. Cüreyc'in kolunu, boy­nuna iple bağladılar ve onu götürdüler. Fahişelerin karşısına çıkarıldı. Cüreyc fahişeleri gördü de gülümsedi. Onlar da, insanlar içerisinde CÜ-reyc'e bakıyorlardı.

Melik, Cüreyc'e sordu:

"— Bu kadın ne iddia ediyor?" Cüreyc: "Ne iddia ediyor," deyince, Melik: "İddia ediyor ki, çocuğu sendendir." Cüreyc, kadına sordu:

"— Sen böyle mi iddia ediyorsun?" Kadın: "Evet," dedi. Cüreyc:

"— Bu çocuk nerede?" dedi. "İşte o, kadının kucağında," dediler. Cü­reyc, çocuğa dönüp sordu: "Senin baban kim?" Çocuk: "Sığır çobanı," dedi. (Cüreyc'in iftiraya uğradığı anlaşılınca) Melik dedi ki:

"— Senin manastırını altından yapalım mı?" Cüreyc: "Hayır," dedi.

**— Gümüşten yapalım mı? dedi. Cüreyc: "Hayır," dedi. Melik:

"— O halde onu nasıl yapalım?" dedi... Cüreyc: "Onu eskiden olduğu gibi yapın/ dedi, "Hangi şeye gülümsedin," diye Melik sordu. Cüreyc:

"— Hatırladığım bir işe, annemin bedduası bana erişti." dedi. Sonra başından geçen hadiseyi, onlara anlattı.»[66]

 

Hadîs-İ şeriften elde edilen hükümler:

1— Hazreri Isa île Cüreyc'e nispet edilen çocuğun daha beşikte iken konuşmuş olmaları, mucize ve kerametin sübutuna delil teşkil eder. Allah'ın  Peygamber elinde yarattığı âdet'e (tabiî kurallara) aykırı  üstün işlere mucize ve veliler elinde yarattığına da keramet denir. Böylece İslâm dininde mucize ve keramet haktır.

2— Namazda  iken  ebeveynin çağrısına cevap verilip verilemeyece­ğine dair hükümde âlimlerin bir takım ayrı ayrı görüşleri varsa da en doğ­rusu şudur: Farz ve vacibİer dışında nafile olarak namaz kılarken ebevey­ninden biri çağırır da, bu çağrıya cevap verilmediği takdirde hiddetlerine sebebiyet verileceği korkusu olursa, namazı bozmak -lâzım geiîr. Nafile bir ibadette, ebeveynin rızası tercih edilir. Fakat Allah'ın emri olan farzlarda ve yasaklarında Allah'a itaat esastır.

3— Ebeveynin duası babında zikredilen bu hadîs-i şerifteki vak'a, kısa bir zaman İçinde anne duasının, çocuğun aleyhinde bife olsa, makbul ol­duğuna, aynen isabet ettiğine örnek teşkil etmektedir.[67]

 

(18) Hıristiyan Anneye İslâm'ı Arz Etmek  

 

34— Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir:

«— Beni dinliyen, Yahudi ve Hıristiyan, kim olursa olsun, muhak­kak beni sevmiştir. Çünkü (henüz İslâm'ı kabul etmemiş olan) annemin müslüman olmasını istiyordum da, o kabul etmiyordu. Ben ona, (İslâm'ı kabul et) dedim, o kaçındı. Bunun üzerine Peygamber (Saiîaliahü Aleyhi ve Sellem)'e gittim ve dedim ki:

«Annem için Allah'a dua et.» O da dua etti. Sonra anneme döndüm. Kapıyı üzerine kilitlemişti.»

Dedi ki:

«— Ey Ebû Hüreyre! Ben müslüman oldum.» Ben de (olanı) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber verdim ve dedim ki:

«— Benim için ve annem için Allah'a dua et.»

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Allah'ım! Kulun Ebû Hüreyre'yi ve annesini insanlara sevdir.»[68]

 

Ebu Hüreyre'nin rivayetinden anlaşıldığına göre, kendisi anne­sinden önce islâm'ı kabul etmişti. Annesinin adı Umeyme'dir. Ebu Hüreyre, Önce annesinin Müslüman olması İçin, Peygamberden dua İstemiş ve bu duanın semeresini görür görmez yine Peygambere koşarak ikinci defa annesi ile kendisine dua etmesini rica etmişti. Hz. Peygamber in ettiği bu duanın da Allah tarafından kabul edilmiş olduğunu yine kendisi anlatarak, Yahudi ve Hıristiyan herkesin onu sevdiğini söylemiştir. Allah, Peygamberlerin duasını geri çevirmez.[69]

 

(19) Ebeveyne, Ölümlerinden Sonra İyilik Etmek

 

35— Ebû Üseyd'in insanlara anlatarak şöyle dediği işitilmiştir :

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fin yanında idik. Bir adam dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü, ebeveynim öldükten sonra, onlara iyilik ede­bileceğim bir iyilik kaldı mı?»

Peygamber şöyle buyurdu:

« —Evet, dört haslet yardır:             

(1) Onlara hayır duada bulunmak ve onlara mağfiret dilemek.

(2) Vasıyyetlerini yerine getirmek.

(3) Onların sadık arkadaşlarına ikram etmek.         

(4) Akrabaya sıla (iyilik) etmek ki, sana akrabalık ancak onların nesebi tarafından gelir.»[70]

 

Bu hadîs-i şeriften çıkan hüküm şudur: Dirilerin ölüler için yapacak­ları duanın ve istiğfarın ölülere faydası vardır. O halde insan ölü bulunan ana-babasına , ve 'Müslümanlara Allah dan rahmet dilemeli ve onların ba­ğışlanmasını Allah'dan dilemelidir.

Meşru şekilde, yapılan vasiyyetlerİ yerine getirmek-.bir borçtur. Onu başarmak icab eder.

Ana-babd dostlarını ziyaret etmek, onlara ikramda bulunmak evlâd üzerine düşen bir vazifedir. Bunu yerine getirmek vefat etmiş olan ebeveyni sevindirmek olur.

Ana ve baba tarafından asıl olarak gelen akrabalarla ilgiyi kesmemek ve onlara elden geldiği kadar iyi muamele etmek hem sevaptır, hem de vefat etmiş ebeveynin bu sevapta payları vardır.

Ebû   Üseyd  kimdir? :

Bu hadîs-i şerifi anlatan Ebu üseyd ashab-ı kiramdan olup, adı Malik İbni Rabîa 'dır. Ensar'dan Beni Sâide kabîlesindendir ve Mek­ke'nin fethinde Benî Sâide birliğinin sancaktarlığını yapmıştır. Bedir ve Uhud savaşiarıyle bunlardan sonraki savaşlarda bulunmuştur. Hz. Peygam­berden hadîs-i şerîfler rivayet etmiştir. Oğulları Humeyd, Züb.eyr, M ü n z i r ve köleleri Ali ibni Ubeyd ile Ebu Saîd kendisinden rivayet etmişlerdir. Ayrıca ashabdan ve tabiînden bazı kimseler de bundan rivayet etmişlerdir. Kısa boylu olup, saç-sakalı beyazdı; ve gür saçlı idi. 80 yaşında olduğu halde hicretin 60. yılında vefat etti! Bedir savaşında bu­lunanların, vefat bakımından, sonuncusudur. Aîlah ondan  razı olsun.[71]

 

36— (12-s) Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

«— Ölümünden sonra, ölünün derecesi yükseltilir, ölü der ki: "Ey Rabbim! Bu (güzel) şey nedir?" Ona: Çocuğun, senin için istiğfar etti (Allah'dan mağfiret diledi), denir.»[72]

 

Peygamber Efendimize kadar yükseltilmeyen ve Ebu Hüreyre'den nak­ledilen bu eserden anlaşılan mana, bir önceki hadîs-i şerifin manasına uy­gundur. Evlâdın, ölümlerinden sonra ebeveyni için yapacağı istiğfarın on­lara bir iyilik olduğu ve dirilerin ölüler için yaptıkları dualarda fayda bu­lunduğu neticesine varılır.[73]

 

37— (13-s) Muhammed Ibni Şîrîn anlatıyor :

«— Bir gece, Ebû Hüreyre'nin yanında idik, şöyle demişti:

«— Allahım! Ebû Hüreyre'ye, annesine ve bunlar için afv dileyen­lere sen mağfiret buyur.» Muhammed îbni Şîrîn dedi ki:

«— Biz Ebû Hüreyre'nin duasına girelim diye, kendisine ve annesine Allah'dan mağfiret diliyoruz.»[74]

 

Muhammed    İbni   Şîrîn    kimdir?:

Hazreti O s m a n 'in hilâfeti zamanında doğdu. İlim ve takvası yüksek olup, fıkıhda imamdı. Hişam diyor kİ, kavuştuğum İnsanların en sadık olanı Muhammed ibni Şîrîn idi. Yine tabiînden olan H a s a n - ı B a s r î 'den sonra vefat etti. 77 yaşında iken hicretin 110. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun...[75]

 

38— Ebû Hüreyre'den: Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

«— Kul vefat edince, bütün amellerinin sevabı kesilir; üç ameli müs­tesnadır. (Bunlardan birincisi) Sadaka-i cariyedir. (İkincisi) Kendisi ile faydalanılan şerefli bir ilimdir. (Üçüncüsü) Kendisine dua eden salih çocuktur.»[76]

 

Burada Peygamber Efendimiz İki mühim hususa işaret buyuruyor:

1— İnsan vefat ettikten sonıfc, dünyada bıraktığı şeylerin hiç birinden fayda göremez. Bunun için daha hayatta İken, elinden geldiği kadar dinin kendisine yüklemiş olduğu vazifeleri yapmalıdır. Öldükten sonra pişman­lığın bir faydası yoktur.

2— İstisna edilen üç amel, âhirette ölüye fayda vereceği için, bu mü­him işlerin başarılmasına, daha hayatta iken çok önem vermelidir.

Sadaka-i Cariye, ağaç dikmeğe kadar her türlü hayrat işleri demektir. İnsanların, hatta hayvanların bu hayrattan faydalanmaları karşılığında ölü­nün ruhuna sevab gider ve bu sevab devamlı olur.

İlimleri iki kısma ayırmak gerekir. Biri faydalı, diğeri zararlı ilim. Hadîs-i şeriften kasdedilen ilim, dinin emirlerine aykırı düşmeyen şerefli ilim­dir. İnsan, böyle ilim adamı yetiştirmek veya eser bırakmak suretiyle ölüm­den sonra ilimden sevab kazanır. İlminden elde edilen istifade nisbetinde mükâfatı çok olur.

Salih ve İyi evlâd ana-babaya mağfiret dilemeyi terk etmeyeceği ci­hetle, geriye takva sahibi çocuk bırakmanın önemi büyüktür. Hayatta iken çocuk terbiyesi üzerinde durmak ve onu Allah'ın emirlerine uygun bir şe­kilde yetiştirmek, ebeveynin âhirette de rahata kavuşmasına sebep teşkil eder. Çocuklara dinî terbiye vermenin, onlara İslâm ahlâkını aşılamanın ne büyük önem taşıdığı buradan da anlaşılıyor. Çocuk, hem dünyadaki yaşa­yışını saadete bağlamış oluyor, hem âhiretİni kazanıyor, hem de vefat et­miş bulunan ana-babası için bir mağfiret sebebi oluyor. Ayrıca dinin kıya­mı, gelecek nesle bağlı olduğundan, evlâd ve torunların İslâm'a göre ye­tiştirilmesi zarureti vardır. Bu yolda bir çalışma ve gayret sarf etmek, her Müslümana düşen bir farzdır. Hidayet ise Allah'dandır.[77]

 

39— İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, bir adam şöyle dedi:

«—Ey Allah'ın Resulü! Benim annem vefat etti ve vasiyyette bulun­madı. Onun adına sadaka vermem, kendisine fayda verir mi?»

Peygamber: «— EVET!» dedi.[78]

 

Bu hadîs-i şeriften de anlaşılacağı üzre, verilen sadaka ile yapılan ha­yır ve hasenatın sevabını ölüye göndermek, ölü için manevî bir kazançtır, derecesini yükseltmeye bir vesiledir. Bunun için fazla hayır ve hasenat yap­malı ve bunların sevabını ebeveynin ruhuna ve yakın akrabalardan ölen­lerin ruhlarına göndermelidir.[79]

 

(20) Babasının İyilik Ettiği Kimseye, Evlâdın İyilik Etmesi 

 

40— Hazreti Ömer'in oğlundan rivayet edildiğine göre, bir yolcu­lukta Hazreti Ömer'in oğlu (İbni Ömer) bir Bedevi'ye tesadüf etti. Bu Bedevi'nin babası, Hazreti Ömer (Radiyallahu anh) 'in dostu id.i. Bedevi de­di ki, sen falanın oğlu değil misin? O da : «Evet!» dedi.. BÜnun üzerine İbni Ömer, yedekte bulundurduğu bir merkebin ona verilmesini emretti ve başından da sarığını çıkararak ona verdi. İbni Ömer'in beraberinde olanlardan biri: «(Bedeviler kanaatkardır, aza razı olurlar) ona iki dirhem para yetmez miydi?» dedi. İbni Ömer dedi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Babanın dostunu gözet (ona ikram et ve sevgi göster). Onunla ilgiyi kesme, yoksa Allah (iman) nurunu söndürür.»[80]

 

Ebeveyn hayatta iken ve bilhassa vefatlarından sonra, onların sadık arkadaşlarına hürmet ve sevgi beslemek, onlara ihsan ve ikramda bulun­mak gerektiğini Peygamber Efendimiz emretmektedir. Bunu yapmayanla­rın iman nurlarının söneceğini de bildirmektedir. Hadîs-i şerifte yalnız baba dostundan bahsedilmekte ise, de buna annelerin, dedelerin, hocaların ve karı-kocanın dostları da katılır. Bunların da gözetilmesi gerektiği unutul­mamalıdır.[81]

 

41— îbni Ömer'den Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— İyiliklerin en iyisi, babasının dostu olanlara, kişinin iyilik etme­sidir.»[82]

 

Babanın hayatında veya ölümünde, onun sevdiği kimselere iyilik etmek, babaya İyilik etmek yerine geçeceği için büyük bir vazifedir. Babanın bu­lunmadığı bir zamanda, onun dostlarına iyilik ve ikram ise, babaya yapı­lacak İhsanın en büyüğüdür. Babanın gaybubetinde hakkı gözetilirse, huzurnda pek alâ gözetileceğine delil teşkil edeceğinden böyle bir iyilik, iyi-, liklerin en iyisi olmağa hak kazanır.[83]

 

(21) Babana Sıla Ecenle İlgiyi Kesme, Nurun Söner Sılâ-i Rahmin Fazileti

 

42— (14-s) Ubbade El-Ensarî'den oğlu Sa'd naklettiğine göre, babası şöyle demiştir:

«— Medîne-i Münevvere'nin mescidinde Hazret-i Osman'ın oğlu Amr ile oturuyorduk. Abdullah Ibni Selâm, kardeşi oğluna dayanarak bize uğ­rayıp meclisimizden öteye geçti. Sonra (hoşnud olmıyan bir tavırla) Amr'ı kasdedip oradakilere döndü ve şöyle dedi:

(îki veya üç defa tekrar ederek:) Ey Osman'ın oğlu Amr! İstediğin şekilde hareket et. Muhammed (Saİlaüahü Aleyhi ve Sellem)'i hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Allah (Azze ve Celie) 'nin kitabı (Tev­rat) da şu vardır. (Bunu iki defa tekrarladı) : Babana dostluk ve iyilik edenden ilgiyi kesme, yoksa bu hareketle (iman) nurun söner.»[84]

 

Abdullah ibni Selâm, Medine'de İkâmet eden Yahu­dilerin âlimlerinden ve ileri gelenlerindendi. Hz. Peygamberin Medine'ye hicretlerinde İslâm'ı kabul etmişti. İslâm'dan önce ismi H u s a y n idi. Hazreti Peygamber ismini Abdullah olarak değiştirdi. Cennetle müjdelenmiş olduğuna dair rivayetler vardır. Hazreti ö m e r 'le Kudüs fethinde bulunmuş ve hicretin 43. yılında Medine'de vefat etti.

Hazreti    O s m a n 'la aralarında olan dostluk ve muhabbet dolayısıyla, dostunun oğlu A m r 'dan bir ilgi ve hürmet göremeyince, buna mü­teessir olmuş ve ona hitaben, baba dostuna ilgi göstermenin lüzumuna-te­mas ederek, Tevrat'daki hükmü söylemiştir. Zaten bu hususta, aynı anlamı taşıyan hadîs-İ şerif varid olduğundan oralarında ittifak vardır. Abdul­lah ibni Selâm, İslâm'ı kabul edişinden önce, Musevî âlimlerinden biri olup, Tevrat ahkâmına vakıf bulunduğundan ve aynca baba dostuna hürmet ve İyilik etmeğe dair Hazretİ Peygamber in hadîs-i şeriflerini de bil­diğinden ve belki de büyük Önemine binaen Allah kelâmından şahid gös­tererek Hazreti Osman'ın oğlu Amr'a tarizde bulunmuştur. Ayrıca di­ğer hazır bulunanlara da, bu hususta bir bilgi vermiştir. Ayrıca Amr'a, baba dostluğunu ve muhabbetini hatırlatmıştır.

Hadiseyi anlatan Ubbade El-Ensarî, ashab-ı kiramdan olup, Abdullah ibni Selâm 'dan hadîs-İ şerîf rivayet etmiştir. Kendisin­den de oğulları Sa'd ile Abdullah rivayet etmişlerdir. Tarize uğra­yan Hazreti O s m a n 'in oğlu A m r, sohbet şerefine nail olamamış, fa­kat tabiîn zevatın büyüklerinden biri olmuştur. Hazreti Muaviye kızı R e m I e 'yi  A m r 'a nikahlamıştı. Allah hepsinden razı olsun.[85]

 

(22) Sevgi, Veraset Yolu İlk Kazanılır

 

43— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir adamın şöyle dediği rivayet edilmiştir:

(Sevgiye dair soruna karşılık şu hadîs-i şerîf) sana kifayet eder : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«— Sevgi veraset yolu ile kazanılır.»[86]

 

B e y ha k î   ve .H â k i m 'in tahriçlerİne göre, Hazreti    E b u    Be­kir'in oğlu   Abdurrahman,   ashabdan birine sormuş:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (Sevgi = Muhabbet) için na­sıl buyurduğunu işittin?»

O da, Peygamberin :

«— Sevgi verasetle kazanılır.» buyurduğunu işittim.» dedi. Nasıl ki mal, babadan evlâda ve yakınlara intikal ediyorsa, babaların birbirlerine olan sevgi ve bağlılığı da evlâdlanna geçer ve geçmelidir. Bunun da gözetilmesi lâzım gelen bir hak olduğu unutulmamalıdır.[87]

 

(23) İnsan Babasını İsmi İle Çağırmaz, Ondan Önce Oturmaz, Önünde Yürümez 

 

44— (15-s) Rivayet edildiğine göre Ebû Hüreyre iki adam gördü: Bunlardan birine şöyle dedi:

«— Bu senin neyindir? Adam:

«— Babamdır,> dedi. Ebû Hüreyre dedi ki:

«— o halde onu ismi ile çağırma, önünde yürüme, ondan önce de oturma.»[88]

 

İnsan babasına isim vererek, A h m e d veya Mehmed diyerek seslenmemeli, böyle hitap etmemelidir. Ona hitaben bîr şey söyleyeceği za­man, baba babacığım şeklinde söylemelidir. Bir yere gidildiği zaman, yolda yürürken önüne geçip yürümemelİdir. Bir mecliste veya herhangi bir yerde oturmak icab ettiği zaman da ondan önce oturmamalıdır. Bu bir hürmet ve terbiye ifadesidir.[89]

 

(24) İnsan Babasını Künyesi İle Çağırır Mı?

 

45— (16-s) Şehr Ibni Havşeb'den rivayet edildiğine göre şöyle de­miştir : Hazreti Ömer'in oğlu (Abdullah) ile çıktık. Salim ona;

«— Namaza! Ey Ebû Abdurrahman!» diye hitap etti.[90]              

 

Ibni ö m e r 'İn (Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah'ın), Sal İ m adındaki oğlu, babasına künyesi ile hitap etmiştir, A b d u I I a h 'm kün­yesi, Ebu Abdurrahman 'dır. Babasına : «Namaz vaktidir, na­maza! Ey Ebu Abdurrahman,» diye seslenmesi, babanın künyesi ite çağrılabileceğine bir delil teşkil etmektedir. Bu bir cevaz ifade eder, yoksa ter­cih edilecek bir çağırma tarzı değildir.[91]

 

46— (17-s) İbni Ömer'den, şöyle demiştir:

«— Fakat Ebû Hafs = Ömer, hüküm vermiştir.»[92]

 

Ibni Ömer, bu sözü hangi hadise üzerine söylediğine dair bir kaynak bulunamamıştır. Ancak Hazreti ö m e r 'in künyesi Ebu Hafs olduğundan, oğlu babasına bu künye ile işaret etmiş ve onu kasd etmiştir. Bu da babanın künye İle çağnlabileceğİni teyid esnektedir.[93]

 

(25) Akbabalara İyilik Etmenin Gerekliliği 

 

47— Küleyb tbni Menfa'a dedi ki, dedem (Bekir İbni'l-Haris) sordu:

«— Ya Resûlallah, kime iyilik edeyim?»

Peygamber:

«— Annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve bir de bunları takip eden akrabana (iyilik etmen) vacib bir haktır, yakınlarına da...» dedi.[94]

 

İnsanın hayat bulmasına ana-baba sebep kılındığı gibi, evlâdın terbiye ve yetiştirilmesi için lâzım gelen maddî ve manevî yardım mecburiyeti de ana-babaya yüklenmiştir. Bu büyük hizmet ve meşakkat karşılığında, en başta İyilik edilmeğe hak kazanmaları tabiîdir. Bunlardan sonra yine ya­kınlık ve hak derecelerine göre akrabaya iyilik ve ihsanda bulunmak, İslâm dîninin bize gösterdiği fazilet yollarından biridir.[95]

 

48— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

(Hazret-i Peygamber), «En yakın akrabalarını (Allah'ın azabı ile) korkut.» âyeti nazil olunca, Hazreti Peygamber (Salîallahii Aleyhi ve Sellem) kalkıp şöyle çağırdı:

«— Ey Kâ'b İbni Luey oğulları!.. Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Abd-İ Menaf oğulları! Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Haşim oğulları! Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Abdulmuttalib oğulları! Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Muhammed'in kızı Fatime! Canını ateşten kurtar; çünkü ben, senin için Allah'dan bir şeye sahip değilim. Ancak size akra­balığım var, ondan dolayı (size) iyilik ederim, (dünyada ihsanda bulu­nurum).»[96]

 

Hadîs-i şerîfte geçen Şuara sûresinin 214. âyet-i kerîmesi nazil olunca, Hazreti Peygamber Harem-i Şerîfte yüksekçe bir yer olan «SAFA»ya gitti ve uzak-yakın bütün akrabaları, kabile ve soydaşları etrafına topladı ve onlara bu hadîs-i şerîfte geçen hitabeyi İrad buyurdu. İçlerinden E b u L e h e b çağrıya karşı çıkıp : «Bizi bunun için mi, buraya çağırdın, helak olası.» diye hakarette bulundu. Bunun üzerine Ebu Leheb hakkın­da «Tebbet» sûresi nazil oldu ve onun helak olmuş cehennemliklerden bu­lunduğunu Cenab-ı Hak haber verdi.

Hadîs-i şerîften İki hüküm çıkmaktadır. Birincisi: Allah'a ve Resulüne iman etmedikçe, mümin olmadıkça, akrabalık ve yakınlık fayda vermez.

İkincisi: Akraba ve yakınlardan mümin ve kâfir bulunanlara iyilik ve ihsan edilir, onlara öğüt verilir. Bu dünyada yapılacak bîr hizmettir.[97]

 

(26) Yakınlara  (Akrabaya)  İyilik Etmek

 

49— Ebu Eyyup El-Ensarî'den:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Jin bir yolculuğunda, bir Be» devî Peygambere karşı çıkıp dedi ki:

«— Beni Cennet'e yaklaştıracak ve Cehennem'den uzaklaştıracak şe­yi, bana bildir.»

Peygamber :

«— Allah'a ibadet edersin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmazsın, na­mazı kılarsın, zekâtı verirsin, akrabaya iyilik edersin.» buyurdu.[98]

 

İbadetlerin makbul olabilmesi için, ibadetleri sırf Allah için yapmak, ona halis kılmak şarttır. İlâhî emir ve yasakların hak olduğuna inanarak, onları Allah için yerine getirmek ibadettir. Başkası görsün diye, başkasın­dan menfaat gelsin diye, başkası aracı olsun diye yapılan İbadetler, şirk karışığı ibadetlerdir. Bunlar asla makbul olmaz. Bundan sakındırmak için bu hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz Allah'a ortak koşmamak üzere ona ibadet etmeyi tavsiye buyurmuştur.

İnsan halis ibadetlerle Allah'ın rahmetine yaklaşır, dünya saadetine ve âhiret sevabına kavuşur. Allah'ın emri olduğu için, anaya ve babaya iyilik etmek bir ibadettir. Allah'ın emrini kabul etmeyerek onlara iyilik ve itaat etmek ve bundan bir menfaat beklemek boş olur.

Mutlak olarak İbadet emredildikten sonra, önemine binaen namaz, ze­kât ve sılâ-i rahim İbadetleri üzerinde durulmuştur. Zira iki türlü ibadet vardır. Bunlardan bir kısmı bedenle yerine getirilenlerdir ki, bunların en önemlisi günde beş vakit edâ edilen namazdır. Namaz, devamlı olarak hu­zur ve huşu ile, erkânlarını gözeterek Allah korkusu ve saygısı ile kılımrsa, fenalıklardan alıkor. En az günde beş defa insanı Allah huzurunda bu­lundurur.

Zekât, mal İle edâ edilen bîr İbadet olup, diğer malî ibadetlerin en önemlisidir. Çünkü zengin, her yıl malının yüzde iki buçuğunu (kırkta birini) fakirlere vermek mecburiyetindedir. Her yıl muntazam bir şekilde vet am olarak zekât borcunu yerine getiren bir Müslüman, diğer sadaka ve hayır işlerini kolayca yapar.

Sılâ-i rahim, insanlar arasındaki kardeşlik bağlarını kuvvetlendirip, ara­larında sevgi ve muhabbet doğurduğundan bu ibadetin de önemi büyük­tür. Hususiyle bu üç ibadete böylece tembih ve işaret buyurulmuştur.

EbuEyyub    El-Ensarî   kimdir? :

Ebu Eyyub künyesi ile şöhret bulan ve ashab-ı kiramın höyük­lerinden olan bu kerim zatın adı    H A L I D 'dir. Babasının adı    Z e y d olup, Halid ibni Zeyd diye bilinir. Annesi S a ' î d kızı H i n d 'dir.

Hazreti Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Seliem) Medine'ye hicretlerinde, bunun evinde misafir kalmış ve Mescid-i Nebevi ile Saadet-Haneleri inşa edilinceye kadar orada oturmuştu. Bedir, Uhud, Hendek ve diğer savaşlarda bulunmuş olduğu gibi, Hazreti A I i zamanında da, Hazreti AIİ safların­da bulunarak Haricîlere karşı da savaşmıştı. Hazreti Ali, Irak'a çıktığı zaman, Medine'de bunu yerine halife bırakmıştı. Kendisinden 150 kadar hadîs-i şerif rivayet edilmektedir. Hazreti Muaviye'nin devrinde, Ye-z İ d kumandasında İstanbul'un fethine gönderilen ordu içerisinde, seksen yaşını aşan bir çağda, Hazreti Halid asker olarak bulunuyordu. İstan­bul'un kuşatılması esnasında hastalanmıştı. Kendisini ziyarete gelen ordu kumandanı Yezid ona:

«— Bir ihtiyacın var mı?» diye sormuş. Hazreti Halid   şu cevabı vermişti:

«— Ben Öldüğüm zaman, beni imkân bulduğun nispette düşman arazisi içine götür ve imkân bulamadığın zaman beni göm, sonra geri dön.» Yez i d de bu vasıyyeti yerine getirdi ve onu İstanbul'a şeref bahş eden bu­günkü türbesinin bulunduğu yere, henüz izleri kaybolmamış surlar civa­rına gömdü. Allah ondan razı olsun. Hicretin elli veya elli beşinci yılında vefat ettiği söylenir.

Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul fethedilince, veli Ak Şemseddin marifetiyle Hazreti H a I i d 'İn medfun bulunduğu yer keş­fedilerek üzerine türbe bina edilmişti. Ayrıca kendisine izafeten bir mescid de inşa edilmiş olup, müteakip asırlar içinde gerek türbe, gerekse mescid tadil ve tamire uğramıştır.[99]

 

50— Ebû Hüreyre'den, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu:

«— Azîz ve CelÜ olan Allah mahlûkatı (insanlann ruhlarını) yarattı. Yaratma işi tamam olunca, Rahim = akrabalık bağı ayağa kalktı. Cenab-ı Hak ona, "Dur, ne söylüyorsun?"» dedi.

Rahim, şöyle dedi: «Bu benim kalkışım, akrabalık bağlarını kesmek­ten sana sığınanın kalkışıdır. (Akrabalık bağlarını kesmek çok büyük bir iştir).» Allah Tealâ buyurdu ki:

«— Sana ilgi gösterip iyilik edene, iyilik etm ekliğime ve senden ilgi­yi kesenden iyiliğimi kesmekliğime razı olmaz mısın?»

Rahim:

«— Razı olurum, ey Rabbim,» dedi. Allah Tealâ buyurdu:

«— Bu hüküm senindir.»

Sonra Ebû Hüreyre dedi ki, isterseniz şu âyet-i kerîmeyi okuyunuz: *~(Ey münafıklar), demek idareyi ele alırsanız, hemen yeryüzünde fe-sad çıkaracak ve akrabalık bağlarını parçalıyacaksınız? =» (Muham-med = Kıtal Sûresi, âyet: 22)[100]

 

Rahimin ayağa kalkması ve konuşması üç şekilde izah edilmektedir:

1— Hakîkaten ayağa kalkıp konuşmak olur ki, Allah Tealâ hazretleri­nin izni ile rahim ceset şekline bürünür ve konuşur.

2— Bir melek ayağa kalkıp rahim adına konuşur.

3— Bu ifade Rahimin önemini belirtmek için bir temsil olur.    Netice itibariyle akrabalık bağlarını  kesmeyenin fazileti  ile bu  bağları  kesenin günahkârlığı ortaya çıkar. Böylece işin önemi belirtilmiş bulunuyor. Akra­balığı kesmek, İyilik etmemek demektir.

Kurtubî  diyor kî, Rahim vuslatı umumî ve hususî olur.

Umumî olan rahim vuslatı, din yakınlığı ve Beraberliğidir. Bu yakın­lığın bağlantısı sevgi ve muhabbetle, adalet ve insafla, gerekli hakları ye­rine getirmekle olur.

Hususî yakınlık (Rahim), yakın akrabalara nafaka vermek, hallerini so­rup araştırmak, hatalarını bağışlamak, kusurlarını unutmak gibi hareket­lerle olur. Ibni  Ebi Cemre   şöyle diyor:

«— Sılâ-i Rahim, mal ile olur; bir işe yardım etmekle olur, bir zararı kaldırmakla olur, akrabadan gelecek eziyet ve ilgisizliğe güler yüzlü ol­makla olur, dua etmekle olur.»

Bütün bunlar şu cümlede toplanabilir: Güç yettiği kadar, imkân dahi­linde yakınlara hayırda bulunmak ve imkân dahilinde kötülüğü kaldırmak, sılâ-i rahimdir. Bu tarzda iyilik, istikamet sahibi olan akrabaya yapılır. Eğer yakınlar facİr kimseler ise, onlara nasihat etmek hususunda gayret gösterilir. Hak yola dönmezlerse, onlardan ilgi kesilir ve hakdan döndüklerin­den, ilgi kesildiği kendilerine bildirilir. Yine de gıyablarında hallerini dü­zeltmeleri İçin onlara dua edilir.

Ebu Hüreyre (Radiyallahu anh) hazretlerinin, İsterseniz şu âyeti okuyun, buyurması, akrabalık bağlarını gözetmenin önemine âyet-i kerî­meyi bir şahit göstermek İçindir. Buradan sılâ-İ rahmin vacib olduğu da istidlal edilir.[101]

 

51— (18-s) Rivayet edildiğine göre İbni Abbas şu âyet-i kerîmeleri okudu:

= Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber (malını) büsbütün saçıp savurma. Çünkü israf yapanlar, şeytanların kar­deşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür. Eğer Rab hinden is­tediğin bir rızkı (kendi ihtiyacından dolayı) aramak için, o akraba, yok­sul ve yolda kalmışlardan yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan (bir şey verecek durumun olmazsa), o zaman da kendilerine yumuşak bir söz söy­le. Elini boynuna bağlı kılma (cimrilik etme) ve büsbütün onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. =

Sonra İbni Abbas dedi ki, Allah Tealâ hakların en lüzumlusu ile başlayarak insana emretti ve yanında mal bulunduğu zaman onu amellerin en iyisini yapmıya delâlet buyurdu. Zira Allah : = Akrabaya, yok­sula ve yolda kalmışa hakkını ver. = diye buyurdu. Bir de insanın yanın­da mal bulunmadığı zaman, nasıl söz söyleyeceğini ona öğretti ve şöyle buyurdu: «Eğer Rab bin den istediğin bir rızkı (kendi ihtiyacından dolayı) aramak için, o akraba, yoksul ve yolda kalmışlardan yüz çevirmek zorun­da kalırsan (bir şey verecek halin olmazsa), o zaman kendilerine yumuşak bir söz söyle. = Böylece güzel va'dda bulunulur, inşa Allah oldu, olacak yollu sözler söylenir. = Elini boynuna bağlı kılma (cimrilik etme) = Bir şey vermez olma. = Büsbütün de onu açıp israf etme. = Yanındaki bütün malını verme. — Sonra kınanmış olursun. = Sonra yanına gelen, sende bir şey bulamayınca seni kınar. = Açıkta kalırsın. = İbni Abbas dedi ki, «Mal verdiğin kimse, sonra seni hasrete düşürür, sıkıntı çekersin.» (îsra Sûresi, âyet: 26-29)[102]

 

Imam-ı Azam a göre, vakti yerinde olan kimsenin, usul ve furu'undan başka kardeşlerine de yardımda bulunması vacibdir. Akrabaya iyilik, ya­kınlık derecesine göre kıymet taşır. İslâm'da ölçü ile hareket esas oldu­ğundan, yapılacak iyilik ve yardımlarda da ölçüyü taşmamak gerekir. İnsan kendi ihtiyacını da gözeterek başkalarına yardımda bulunmalı ve hiç bir zaman malının tamamını vermemelidir. Çünkü eli boş kalan, başkasına muhtaç demektir. İhtiyaç ise, ateşten bir gömlektir. İnsana pişmanlık verir. Bu duruma düşmemek için, cimrilik yapmaksızın ve saçıp savurmaksızın uygun bir yolla harcamak gerekir. İşlerin en hayırlısı vasat olanıdır.[103]

 

(27) Sılâ-i Rahmin Fazileti

 

52— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Bir adam, Peygamber (SalîaİUıhü Aleyhi ve Seîlem) 'e geldi de şöy­le dedi: «Ey Allah'ın Besûlü! Benim akrabam var, onlara varıyorum; on­lar ise ilgiyi kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar ve bana kötü söyleyip cefa ediyorlar. Ben bu yaptıklarına ta­hammül ediyorum ve bağışlıyorum.»

«— Eğer durum, anlattığın gibi ise, sen onlara ateşli kül serpiyor gi­bisin (onlar, senin iyiliğinden ızdırap içinde olurlar). Sen bu vaziyette (ihsanına) devam ettikçe, onlara karşı, Allah'dan bir yardımcı daima se­ninle bulunur.»[104]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, bir insan akrabalarına iyilik ve ihsan­da bulunmasına karşılık, onlardan eziyet ve fenalık görürse, bunlara taham­mül ederek yine onlardan ilgiyi kesmez ve gereken yakınlığı gösterirse, Allah Tealâ ona yardımcı olur, eziyetlerini kaldırır. Allah'ın yardımcı olması da kâfidir. Bunun İçin ufak-tefek hadîse ve sözler sebebiyle hiç bir zaman ak­rabalık bağları zedelenmemeli, icab eden İyiliği yapmaktan kaçınmamalıdır.[105]

 

53— Abdurrahman İbni Avf'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah 'in şöyle dediğini işitmîştir :

«— Allah (Azze ve Celle) buyurdu ki, ben Rahman'ım ve akrabalı­ğı = Rahimi ben yarattım ve ismim olan Rahman'dan ona isim diye rahim türettim. Kim akrabaya iyilik ederse, ben de ona iyilik ederim. Kim de ondan ilgiyi keserse, ben de ondan iyiliği keserim.»[106]

 

Akraba arasındaki münasebetin şerefli mevkiini beyan etmeğe bu kudsî hadîs-i şerîf en büyük delildir. Zira Allah'a mahsus en güzel isimlerden olan Rahman kelimesi ile nesebî yakınlık manasına gelen Rahim, kök itiba­riyle aynı kelimedir. Bunun için Cenab-ı Hak, ismimden yani «Rahman'dan Rahİm'i türettim» buyurmuştur. Bu beyan da Rahim'in kıymet ve ehemmi­yetini belirtmek için başka bir ifadeye ihtiyaç bırakmamaktadır. Rahim hu­kukuna riayet edenlere Allah Tealâ ihsan ve ikram edecek, riayet etme­yenleri de rahmetinden mahrum bırakacaktır.

Kudsî Hadîs: Manası Allah tarafından, lâfzı Peygamber tarafından olan hadîs-i şeriflere denir. Allah Tealâ'ya ilham yolu ile, ya da uyku hali İle Peygambere vermİj olduğu bir haberin Peygamber tarafından ifade-lendirilmesi ve söylenmesîdir. Kur'ân-ı Kerîmin hem manası, hem de lâfzı münzeldir. Her ikisi de Allah kelâmıdır. Kudsî hadîsin ise, yalnız manası Allah'dandır. Haber de Peygambere isnad edilir.

İbni Hacer'e göre, kudsî hadîslerin sayısı yüzün üstündedir. Kudsî hadîslere, İlâhî hadîsler de denir.

Abdurrahman    İbni   Avf   kimdir? :

Ashab-ı kiram içinde Cennetle müjdelenen on kişiden birisi de Ab­durrahman ibni Avf 'dır. Künyesi, Ebu Muhammed 'dir. Cahiliyyet zamanında ismî A b d u Amir idi. Annesinin adı Ş i -f a 'dır. Fİİ vak'asından on yıl sonra doğmuştur. Habeşistan'a ve Medine'ye olmak üzere iki hicret yapmıştır. Bedir ve ondan sonraki bütün savaşlarda bulunmuştur. Uhud savaşında mübarek vücudunun muhtelif yerlerinden yir­mi bir yara almıştı. Malının çoğunu ticaret yolu ile kazanmış olup, büyük bir kısmını, Hz. Peygamber'in zamanında Allah yolunda harcadı. Ondan sonra da kırk bin altın harcadığı ve cihad için beş yüz at İle beş yüz deve verdiği siyer kitaplarında yazılıdır. Ayağına isabet eden bir yara sebebiyle topal hale düşmüştü. Uzun boylu ve güzel yüzlü, nazik derili idi.          

Vefatı zamanında çok ağlamıştı. Bunun sebebi kendisinden soruldu­ğunda şu cevabı vermişti :

«— Muş'ab ibni Umeyr benden hayırlı İdi. Çünkü o, Resûlüllah (Aleyhissalâtü vesselam) zamanında vefat etti de, kendisine kefen olacak bir şeyi yoktu. Hazreti H a m z a da benden hayırlı idi. Onun için de bir kefen bu-lamamrştık. Ben, dünyadaki hayatında İyilikleri kendisine verilen bir kimse olmaklğımdan korkuyorum; ve korkuyorum ki, malımın çokluğundan ar­kadaşlarıma gerekeni yapamadım.»

Nevfel    ibni    lyas   şöyle anlatmıştır:

«— Bir gün Abdurrahman İbni Avf ile beraber bulunuyorduk. Biz için­de ekmek ve et bulunan bir tabağı birlikte yiyelim diye ortaya koyduk. Abdurrahman bunu görünce ağlamaya başladı. Niçin ağladığını sorduk.»

Bize şu cevabı verdi:

«— Hazreti Peygamber vefat etti de ne kendisi, ne de ehli arpa ek­meğinden doymamıştı. Görüyorum ki, biz hakkımızda hayırlı olanı geriye bıraktık.»

Hicretten otuz bir yıl sonra yetmiş beş yaşında olduğu halde Medine'de vefat etti ve namazını Hazreti Osman (RA) kıldı. Bakî mezarlığına gö­müldü. İlk İslâm'a giren sekiz kişiden biri idi. Hz. E b u B e k i r 'in delâ­leti ile Müslüman olmuştu. Hz. Ömer 'İn, halife seçmek için, tayin ettiği altı kişilik Şûra ehlinden biri idi. Allah ondan razı olsun. Oğulları :lbrahim,    Humeyd,    Ebu   Seleme   ve   Mus'ab 'dır.[107]

 

54— Abdullah îbni Amr anlatmıştır:

Peygamber (SallaLlahu Aleyhi ve Sellem) , parmağını bize tevcih ederek şöyle dedi:

«— Rahim, RAHMAN isminden ayrılmadır (onun bir dalıdır). Onun hakkını kim korursa (sıla ve iyilik ederse), Allah ona ihsan eder. Kim de onun hakkını korumazsa (sıla ve iyilik etmezse), Allah ondan ihsanı­nı keser. Rahimin (yakınlara iyilik ve merhametin), kıyamet gününde fasih ve beliğ bir lisanı vardır.»[108]

 

Bu hadîs-i şerîf de bîr önceki hadîs-i şerifin manasına uygun olarak varid olmuştur. Ancak Rahim'in kıyamet gününde hakkını arayacak bir li­sana ve İfadeye sahip olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz. Bu da onun şanını ve kıymetini göstermiş olup, gereği üzre hakkına riayet etmemiz icab ettiğini bize tembihdir.[109]

 

55— Hazreti Âişe'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sattalkhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Rahim, Allah'ın rahmetinin eserlerindendir. Kim onun hakkını yerine getirirse (sîlâ ve iyilik ederse), Allah ona ihsan eder. Kim de on­dan ilgiyi keserse, Allah ondan ihsan ve rahmetini keser.»[110]

 

Her ne kadar ravi değişikliği varsa da, bundan önceki hadîs-i şerifle lâfız ve mana uygunluğu vardır. Hadîs-i şerifi rivayet eden, müminlerin an­nesi Hazreti   Â i ş e 'dir.    U r v e    (R.A.) diyor ki :

«— A i ş e 'den daha fazla fıkıh ilmini bilen, tıb ilmine vaksf olan ve şiir bilen görmedim.»

Hazreti   Âişe:

Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselam) 'in zevceleri ve Hazreti E b u Be­kir'in kızıdır. Annesinin adı R û m a n 'dır. Hazreti Hatice 'nin ve­fatından üç sene sonra ve hicretten iki yıl önce Hazreti Âişe altı yaşın­da iken Peygamber Efendimize nikâhlanmışti. Medine'ye hicretten sonra dokuz yaşma varınca da zifafları olmuştu. Akıi ve zekâda, İffet ve takvada emsali yoktu. Hiç çocuğu olmadığı halde, Ümmü Abdullah künye­sini taşıması, kız kardeşinin oğlu Abdullah ibnİ Zübeyr'e iza­feten İdi. Resûlüllah'ın irtihaHerİnde onsekiz yaşında bulunuyordu.

Ashab-ı kiram ilmî bir müşkülâta düştükleri zaman, Hazreti Â İ ş e 'ye müracaat ederler ve muhakkak aradıkları şeyi onda bulurlardı. Z ü h r î diyor ki :

«— Hazreti A i ş e 'nin ilmi bir tarafta ve Peygamberin diğer hanım­ları ile müminlerin bütün hanımlarının ilmi bir tarafta toplansa, yine Hz. Â i ş e 'nin ilmi daha üstün gelir. Kendisinden binden çok hadîs-i şerîf ri­vayet edilmiştir.»

Resûlüllah bakire olarak yalnız Hazreti  i ş e ile evlenmiş ve ev­lilik hayatları ancak 9 yıl sürmüştü. Hicretin 57. yılında 65 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etti ve vasİyyeti üzere geceleyin defnedildi. Cenaze namazını Ebu Hüreyre kıldı. Defin için kabrine inenler beş kişi olup adları şudur: Kız kardeşinin çocukları ve Z ü b e y r 'in oğulları Abdullah ve U r v e ile Hazreti Ebu Bekir'in Muham-m e d adındaki oğlundan olma torunları Kasım ve Abdullah, bir de Ebu Bekir 'in diğer oğlu Abdurrahman'm oğlu A b -d u ( I a h . Medine'deki Bakî' mezarlığına gömüldü. Kendisine yapılan İf­tira hadisesi üzerine, hakkında âyet nazil olup, Cenab-ı Hak onu tebriye buyurmuştur. Böylece Allah'ın kitabında kendinden bahs edilmekle şeref ve nezaheti kat kat yükselmiştir. Allah ondan razı olsun.[111]

 

(28) Sılâ-i Rahim Ömrü Uzatır

 

56— Enes   îbni   Malik'den :   Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını severse, sılâ-i Rahim yapsın.»[112]

 

Hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, stlâ-i rahim vazifesini yerine getirmekte iki semere vardır:

1— Rızkın genişlemesi ve bol olması,

2— Ömrün uzaması.

Rızkın genişlemesi, akrabaya yapılan iyilik ve ihsan karşılığında Allah T«>tâ'nın rahmet ve ihsanını va'd buyurmasına dair geçen hadîs-i şerifler mealinden anlaştlrnaktadır. Dilediği kimselere hesapsız rıztk ve faereker verir.

ömrün uzaması üzerinde çeşitli izahlar yapılmıştır. Bunların bir kısmı şöyle hulâsa edilir:

a) Hadîs-i  şerifte: «Sıla yapanın eseri geciktirilir.»  ifadesi  vardır. Esef; insanın yerde yürürken bırakmış olduğu ize denir. Bir kimsenin izinin uzatılması, hayatta kalması ve ömrünün devam etmesi olur.

b) Ecelin bir ismi de eser'dîr. Çünkü ecel ömrün arkasından gider ve onu takip eder. Bu bakımdan eserin, yani ecelin gecikmesi yine ömrün uza­ması demek olur. Yahut geriye iyi ve salİh bir nesil bırakır da, kendisine ölümünden sonra dua ederler. Arkasından hayırla yad edilir.

c) Eserin geciktirilmesi, adamın akıl ve anlayışının devam etmesi, bo­zulmaması anlamını da ifade eder. Yaşayışta bereketlilik olur.

Ecel, Allah'ın ilminde malûm ve değişmez bir hal olduğuna göre, ger­çek manâda bunun uzaması, ölüm. .işi İle görevlendirilen meleğin ilmine nisbetledİr. Meselâ : Bir insan için, eğer sıJâ-İ rahim yapmazsa ömrü altmış senedir, Sıla yaparsa yetmiş senedir; şeklinde melek'in bilmesi halinde, ömürde uzama olmuş oluyor. Fakat Allah Tealâ, o insanın sıla yapıp yap-mıyacağını ezelden* bildiğinden, onun katında değişen bir şey olmuyor. Netice itibariyle sılâ-i rahmin rızıkta genişliğe ve ömürde berekete vesile olması vardır.                                                                                      

Enes ibni   Malık:

Bu hadîs-i şerifin ravisi olan Enes ibni Malik ashab-ı ki­ramdan ve ensârdandır. Henüz dokuz veya on yaşlarında iken Resûlüllah'ın hizmetinde clevamlı olarak bulunmuş ve irtihallerinde yirmi yaşını idrak et-mîşti. Yüz yaşına kadar ömür sürdüğünden ve Hazretİ Peygamberin hiz­metinden ayrılmadığından pek çok hadîs rivayet etmiştir.

Resûlültah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)"m Medine'ye hicretlerinde, E n e s 'i elinden tutarak annesi Peygamber'e götürdü ve :

«— Bu çocuğu, sana hizmet etsin diye gefİrdim.» dedi.

Hazreti Peygamber de onu kabul buyurdular. H a m z a ismindeki sebze türlerinden ot topladığından Hazreti Peygamber ona «E b u Ham-za»   künyesini taktı.

Küçük yaşta iken Bedir savaşında ve ondan sonraki diğer savaşlarda bulunarak hizmetten geri kalmadı. Basra'da vefat eden ashabın sonuncu­sudur. Yüz yaşına kadar olduğu halde vefat ederek orada defnedildi.

Hazretİ Peygamber, ona mal ve evlâd bereketi ile Cennete girmesini duâ etmiş olduğundan, hayatında mal ve evlâd bereketine nail olmuştu. Allah ondan razı olsun.[113]

 

57— Rivayet edildiğine göre Ejbû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle dediğini işittim:

«— Kim rızkının bol olmasına ve ömrünün uzamasına sevinirse, sılâ-i rahim yapsın.»[114]

 

Manâda değişiklik olmamakla beraber bir kelimenin fâfzı değişik ola­rak aynı hadîs iki ravi tarafından nakledilmiştir. Bu da hadîs-i şerifin sıh­hatini kuvvetlendirmiş olur.[115]

 

(29) Sıla-i Rahim Yapanı Allah Sevdirir

 

58— (19-s) îbni Ömer şöyle dedi:

«Rabbinden korkanın ve rahim sılasını yapanın eceli geciktirilir, ma­lı çağaltılır ve ehli de onu sever.»[116]                

 

Hadîs-i şerifte geçen Allah'a ittika; Allah dan korkmak şeklinde terce-me edilmiştir. Ittika'mn kökö vikâye'dir ki, sakınmak ve korumak manâsına gelir. Şeriat dilinde ise, kendi nefsini âhirete zarar verecek şeylerden ko­rumaya, ittika denir. Bu korumayı yapana da müttakî veya takva sahibi denir. Takva, nefsi günah İşlemekten korumaktır, şeklinde de tarif edilmiş­tir. Gerçek olarak Allah'dan korkan da nefsini günahtan sakındırır.

Takva'nın birinci mertebesi, şirk ve küfürden sıyrılarak ebedî azabdan korunmuş olmaktır.

İkinci mertebesi de, günah olacak her şeyden sakınmaktır. Son merte­besi de bazı mubahları terk etmektir.

Sılâ-i rahim yapanın mal ve ömrünün zİyadeîeşeceği geçen hadîs-i şe-rîflerde görülmüştü. Burada bir de silo yapanı ehlinin seveceği ilâvesi var­dır. İyilik kalblerİ fethettiği ve İkram edilenin karşılık olarak ikram edece­ği, insanların hasletlerinden kabul edilen bir vakıadır.[117]

 

59— (20-s) İbni Ömer şöyle dedi:

«Rabbinden korkanın (takva sahibi olanın), sılâ-i rahmini yapanın ömrü uzatılır ve malı çoğaltılır, ehli de onu sever.»[118]

 

İbni Ömer 'den rivayet edilen bu son iki eserin, lâfızlarında küçük fark ve değişiklikler varsa da aynı manâyı ifade ettiklerinden tafsi­lâta mahal kalmamıştır.[119]

 

(30) İyilik En Yakına, Ondan Sonra En Yakın Sırasına Göre Yapılmalıdır 

 

60— (Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) 'in şöyle buyurduğunu, El-Mıkdam îbni Ma'dî Kerib'in işittiği rivayet edilmiştir:

«— Allah, annelerinize iyilik etmenizi emrediyor, sonra annelerinize iyilik etmenizi emrediyor; sonra babalarınıza iyilik etmenizi emrediyor. Sonra en yakın akrabaya, ondan sonra en yakın sırasına göre iyilik etme­yi size emrediyor..»[120]

 

3, 4 ve 5. hadîs-i şeriflerde ana ve babaya iyilik etmek hususunda ge­rekli açıklama yapılmış ve annenin hakkına daha çok itina göstermek icab ettiği belirtilmişti. Burada da anneye, babaya ve yakınlık derecelerine göre en yakını tercih ederek akrabaya iyilik etmenin lüzumu ifade buyuruluyor.

R a v i    E I - M ı k d a m :

El-Mıkdam ibni Ma'dî Kerib, ashabdan olup, kün­yesi Ebu Kerîme 'dır. Ebu Yahya da olduğu söylenir. Ken­disi hadîs-i şerifler rivayet ettiği gibi, oğlu Yahya ile torunu Salih ve daha başka zevat ondan rivayet etmişlerdir. Hicretin 87. yılında 91 yaşında olduğu halde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[121]

 

61— Ebû Eyyub Süleyman (Osman îbni Affan'ın kölesi) anlatıyor:

Perşembe akşamı - cuma gecesi Ebû Hüreyre bize geldi ve dedi ki:

«— Sılâ-i Rahmi terk eden her şahsı, yanımızda bulunduğu için gü­nah işlemekle suçlandırıyorum (yanımızda durup günahında İsrar etme­sin, sılasını yapsın)». Kimse kalkmadı. Bu sözü Ebû Hüreyre üç defa tekrarlayınca, bir genç geldi ki, iki seneden beri halasına dargın bu­lunuyordu. Hemen halasına gitti. Halası ona dedi ki:

«— Ey kardeşim oğlu! Seni getiren nedir?» Genç de dedi ki :

«— Ebû Hüreyre'nin şunu ve şunu söylediğini işittim.» Halası ona şöyle dedi:

«— Ebû Hüreyre'ye dön ve ona sor ki, bu sözü niçin söylemiştir?» Ebû   Hüreyre   Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «— Her perşembe akşamı - cuma gecesinde, insanoğlunun amelleri şanı yüce ve yüksek Allah'a arz edilir de, sılâ-i rahmi terk edenin ameli kabul edilmez.»[122]

 

Bu hadîs-i şerifte de sılâ-i rahmi terk edenin amelinin kabul edilmediği beyan buyurulmakla yine onun ehemmiyetine işaret edilmektedir.[123]

 

62— (21-s) îbni Ömer'den:

«— Sevabını Allah'dan umarak insanın nefsine ve ehline harcadığı şeye karşılık, Allah muhakkak ona mükâfat verir. Önce geçimine baktı­ğın kimseye harcayıp işe başla. Eğer fazla (mal) varsa sırasıyle en yakı­na ve ondan sonraki yakına ver. Eğer daha fazla (artan mal) olursa, di­lediğine ver.»[124]

 

I b n i D m e r 'den rivayet edilen bu eser, bir önceki hadîs-i şerifte buyurulan yakınlık sırasına göre sılanın manâsını taşımaktadır. İnsan önce nafakası özerine borç olanlara ve şahsına israf yapmaksızın harcamak va­zifesi ile mükelleftir. Bunu meşru bîr şekilde yerine getirdiği takdirde Allah ona mükâfat verir, sevab İşlemiş olur. Gücü yetenler de bakmak mecburi­yetinde olmadıkları akrabalarından en yakınına ve sırasiyle daha uzak-takilere vermelidirler.[125]

 

(31) Sıla-i Rahmi Terk Edenin Bulunduğu Topluluğa Rahmet İnmez

 

63— Abdullah ibni Ebi Evfa’dan işitildiğine göre, Peygamber  (sallahü aleyhi ve selem)’in şöyle dediğini anlatmıştır:

«İçlerinde Sıla-i rahmi terk edenin bulunduğu bir topluluğa, rahmet inmez. »[126]

 

Burada topluluktan maksad, sıla-i  rahmi terk edene yardımcı olanlar ve onun halini kötü görmeyip hoşlananlardır, diye tevcih yapıldığı gibi, yağmur bereketinin rahmet manasına kullanıldığı görüşü ile insanlardan yağmur kesilmesine vesile olacağı şeklinde de yorumlanmıştır.

Abdullah İbni Ebi Evfa:

Ashabdan olup, asıl ismi alkame ibni Halid’dir.Hudeybiye vak’asında bulunmuş ve meşhur hadisler rivayet etmiştir.Hicri 86 veya 87 tarihinde Küfe’de  vefat etmiştir.Küfe’de vefat eden ashabın sonuncusudur.Allah ondan razı olsun.[127]

 

(32) Sılâ-i Rahmi Terk Edenin Günahı

 

64— Cübeyr İbni Mut'ım'den haber verildiğine göre, Cübeyr Resûlül-lah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işitti:

«— Sılâ-i rahmi terk eden cennete girmez.»[128]

 

Daha önceki hadîs-i şerifte sılâ-İ rahmin terki halinde rahmet ve be­reketin kalkacağı beyan edildiği halde, burada «Cennete giremez» ifade­siyle ağır bir ihbarda bulunuluyor. İşin ehemmiyetine binaen ya bu günâhı işlememeğe tembih ve ondan alıkoymaya işaret vardır, ya da îman bakı­mından Müslümanlarla ilgiyi keserek îmansız göçenler murad edilmiştir ki, bunlar cennete giremezler.

Cübeyr    İbni    Mut' im :

Kureyş'in ulularından ve âlimlerinden otan Cübeyr, Bedir esir­leri arasında Peygamber Efendimizle karşılaştığı sırada, Hazretî Peygamber «Tûr» sûresini okuyordu.    Cübeyr    diyor ki :

«— Kalbime giren İlk îman bu olmuştur.» Hudeybiye ve Fetih yılları arasında İslâm'a girdiği nakledilmektedir. Hz. Muaviye'nin hilâfeti za­manında Medînede hicrî 59 târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[129]

 

65— Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah (SallallahüAleyhiveSeHem)'m şöy­le dediğini rivayet ettiği kendisinden işitilmiştir:

«— Rahme delâlet eden rahim, — kelimesi — Rahman isminin bîr da­lıdır.» Rahim der ki:

«— Ya Rab! Bana zulmedildi. Ya Rab! Ben terk edildim. Ya Rab! Bana  (şu zulüm yapıldı), bana  (şu haksızlık yapıldı)...»

Allah Tealâ ona cevab verir:

«— Seni terk edenden rahmeti kesmeme, senin haklan ı verene ihsan etmeme razı olmaz mısın?»[130]

 

Diğer hadıs-i şeriflerde olduğu gibi, burada da Sılâ-i rahmi terk etme­nin günâh olduğu ve insanı Allah'ın rahmetinden mahrum b:rakmaya ve­sile olduğu, yerine getirildiği takdirde de Allah'ın rahmet ve ihsanına ka­vuşulacağı beyan buyurulmaktadır.[131]

 

66— (22-s) Saîd îbni Sem'an dedi ki:

«— Çocukların ve sefihlerin başa çıkmasından (onların kumandan olmasından), Ebû Hüreyre'nin Allah'a sığındığını işittim.» Saîd İbni Sem'an yine şöyle dedi:

— İbni Hasene El-Cühenî, Ebû Hüreyre'ye şunu sorduğunu bana an­lattı :

«— Bunun (çocukların ve sefihlerin başa çıkmasının) alâmeti nedir?»

Ebû Hüreyre cevab verdi:

«— (Bunun alâmetleri), sılâ-i rahimlerin terk edilmesi, azgına itaat edilir olması ve ^mürşide (ilim ve hak yol öğretene) işyarı olmamasıdır.»[132]

 

Buradaki lâfızlar her ne kadar Ebû Hüreyre 'den naklediliyor-sa da, başka muhaddislerce Ebû Hüreyre 'den Hazret! Peygamber e kadar yükseltiliyor ve merfu hadîs oluyor.

. Çocukları başa çıkarmak demek, onların dediğini yapmak ve onlara İtaat eylemektir ki, bu takdirde insanlar bilhassa din işlerinde helak olmuş­lar demektir. Sefihlere itaat da yine böyledir. Sefih, hafif akıllıya, aklı nok­san olana denir. Bu gibilere itaatin doğuracağı zararlar aşikârdır. Zamanı­mızda da çocuklara ve sefihlere yapılan itaatin cemiyete, şahıslara getirmiş olduğu zararlar birer vakıa olarak gözükmektedir.

Bu felâketi doğuran sebepleri de Ebû Hüreyre üç maddede toplamıştır:

1— Sılâ-i rahmin terk edilmesi. Akrabalık bağlarını  kesmek, büyük­lere hürmet ve itaati terk etmek olur. Hürmet terk edilince de çocuk başa çıkar.

2— Azgına itaat olunmak. Hududu aşan, düzen ve nizam tanımayan azgına itaat edildiği takdirde, bunlara müsamaha gösterilince, İlk yardım­cıları ve organları çocuklar ve sefihler olacaktır ki, burada da çocukların ve sefihlerin başa çıkması vardır.

3— Hak ve hakikati öğreten mürşide isyan etmek. İlmin değerini an-lamayıp ilim ve hak yol öğretene isyan etmek, bâtıla ve sapıklığa yardım etmek demektir. Bunu ayırt edemeyenler de çocuklarla hafif akıllılar olur ve bunlar ön bulmuş olurlar. Böylece bu üç sebep tahakkuk ettiği zaman, cemiyetin bünyesi tahrip edilmiş ve helaki için zemin hazırlanmış olduğu gerçeği meydana çıkar.

Eserin raviİerinden S a î d i b n. 4 S e m ' a n , tâbİİ olup, mev­suktur.[133]

 

(33) Sılâ-i Rahmi Terk Edenin Dünyadaki Cezası

 

67— Ebû Bekre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

«— Sılâ-i rahmi terk etme ile azgınlık günâhını işleyenin —âhirette ona hazırlanan azabla beraber— dünyada Allah'ın acele olarak cezasını vermeğe bunlardan daha lâyık bir günah yoktur.»[134]

 

Hadîs-i şerifte geçen «Bağy» kelimesi azgınlık lâfzı ile terceme edilmiş­tir. Azgınlık yapmak, azgın olmak, Allah'ın emir ve yasaklan dışına çıkarak mahlûkatma zulüm etmek manâsına gelir. Diğer bazı hadîslerde, zulüm günâhından daha çabuk dünyada cezası veriİen bir günâh yoktur, mealin­de ifade bulunduğundan buradaki anlamla uygunluk meydana gelmektedir. Ancak burada sılâ-i rahmi terk etme cezası da zulme ilâve edilmiş oluyor.[135]

 

(34) Sılaya Aynı İle Mukabele Eden Vasıl Değildir

 

68— Abdullah İbni Amr'dan, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Yapılan sılaya, aynı ile mukabelede bulunan, sılâ-i rahim eden değildir. Fakaf sıla yapan (vasıl) o kimsedir ki, akrabalık bağları kesildiği zaman, rahim sılasını yerine getirmiştir.»[136]

 

Bir kimsenin, kendisine yapılan iyiliğe veya harekete aynı şekilde kar­şılıkta bulunmasına «mükâfat» denir. Bu karşılığı yapan şahsa da «Mükâfî» adı verilir. O halde yapılan iyiliğe aynı ile mukabelede bulunan, vazifesini yapmış, mükâfatta bulunmuş demektir. Bu tabiî bir haldir. Bunun için önemi büyük değildir. Fakat sılâ-i rahmi terk eden ve böylece akrabalık hakla­rını gözetmeyen kimseye iyilik ve İhsanda bulunmak, sılâ-i rahmi yerine getirmek, işte vuslat budur. Böyle hareket edene de «Vasıl» denir. Bunun sevabı da büyük olur.

Bu mevzuda üç derece vardır: Vasıl, Mükâfî, Katı' (ilgi kesen). İyilik ve ihsanda üstün bulunan ve aşağı duruma düşmeyen kimse, «Vasıl»dır. İkinci derecede olan, kendisine yapılan iyiliğin ziyadesiz karşılığında bu­lunan kimsedir ki, bu da «Münâfî»dir. Kendisi daima iyilik işinde aşağı du­rumda olup, emsal iyiliği yapmayan kimsedir. Buna da «Katı'» denir. Bu üçüncü derece makbul olmayan ve kerih olan kısımdır. Birinci derece ise, en makbul ve üstün derecedir. Asıl vuslat budur.[137]

 

(35) Zalim Akrabaya İyilik Edenin Fazileti

 

69— Berâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi : Bir A'rabî (Bedevi, Peygamber'e) geldi de:

«— Ey Allah'ın Peygamber'i, beni Cennet'e koyacak bir amel bana öğret,» dedi. Peygamber buyurdu:

Sözü kısa yapmış isen de, meseleyi (mana bakımından) genişlet­miş oldun. İnsanı azad et. Rakabeyi fek et»

A'rabî dedi ki:

«— Bunlar (rakabeyi fek etmek ve insanı azad etmek her ikisi) bir değil midir?» Hazreti Peygamber:

«— Hayır, insanı azad etmek, (kendi kölen olan) adamı azad etmen­dir. Rakabeyi fek etmek de, (başkasına ait) köleye, (hürriyete kavuşması için, borçtan kurtulması için) yardım etmendir. Bir de sağılır sütlü koyu­nu (başkasına istifadesi için ariyet) vermek ve (zalim) akrabaya iyilik etmek.

Eğer bunları yapmiya gücün yetmezse, iyilikle emret ve kötülükten alıkoy. Buna da gücün yetmezse, dilini tut; ancak hayırlı söz söyle.»[138]

 

A'rabî, Peygamber (Aleyhissaİâtü vesselam) Efendimize, cennete girme­sine vesile olacak yalnız bir soru sormuş ve karşılığında altı maddelik bir cevap almıştır. Bunun için, soru kısa fakat mesele geniş buyurulmuştur. Sıra İle anlatılan ve cennete girmeye sebep olan bu amelleri inceleyelim :

1— Köle azad etmek : Allah Tealâ'ntn rızasına uygun olan her söz ve hareket bir İbâdet sayılır. İnsanları köle yapmak ve köleleştirmek bir ibâ­det değildir. Fakat köle olanları hürriyete kavuşturmak ve onları da hür insan haklarına kavuşturmuş olmak dinin emri olduğundan bîr İbadettir. Bir nevi insanın hayatına sebep olmak ve onu manevî bağlardan kurtar­maktır. Bir insanın yok olmasına sebep olmak ne kadar büyük günâh ise, onu maddî ve manevî yönden kurtarmak da o kadar büyük sevabdır. Bu önemine binaendİr ki, cennete götürecek amellerin birincisi olarak sayılmış­tır. O halde insan, kendi kölesini köle olarak saklamayip, onu azad etme­lidir. Bu amelde büyük sevab ve mükâfat vardır.

2— Rakabeyi çözmek :  Başkasına ait olan  bir kölenin  kurtulmasına yardım etmek, borçlu köle İse onun borcunu ödeyerek hürriyetini sağlamak veya bir cinayetten dolayı diyet borcu varsa onu karşılamak yine büyük se­vab taşıdığından ikinci derecede anılmıştır. İnsanlar arasında en muztar du­rumda olanlar köleler olduğu için, bunların kurtuluşuna koşmak Allah'ın rı­zasını kazanmak demektir. Allah'ın rızasını kazanan kimse de cennete girer.

3— Sağılır koyun veya deveyi ariyet vermek : Besinler İçinde sütün ta­şıdığı önem çok büyük olduğundan, insanların yaşamasına ve gdalanmasına vesile olan bu besinin üreticisi olan hayvanı Allah rızası için muhtaç bir kimseye vermek ve onun geçimini sağlamak İyiliklerin en büyüğü ye-rîne geçer.

4— Akrabayı korumak: Buharı    hazretleri, zalim olan akrabaya iyilik etmenin fazileti bölümünde bu hadîs-i şerîfi getirdiği halde, metinde zalim kelimesi anılmamışhr. Diğer hadîs âlimleri zalim kelimesini ilâve et­mektedirler. Böylece, zalim olan akrabaya iyilik etmek cennete götüren amellerden sayılmış oluyor.

5— İyilikle emretmek ve kötülükten alıkoymak : Yukarda dört mad­dede zikredilen amelleri işlemeye gücü yetmeyen, başkasına iyi işler tavsiye etmeli, kötü iş ve hareketlerde bulunanları bu hallerinden vaz geçirmeğe çalışmalı, fenalıkları önlemelidir, önce insan sahip olduğu güç ve kuvveti ile fenalıkları önlemelidir. Buna imkân bulamayan söz ve nasihatla işe baş­lamalı. Bunu da yapamayan kimse, hiç olmazsa kalbi ile benimsememeli ve gördüğü fenalığa buğz etmelidir.

6— Yalnız hayırlı söz söylemek :  İyilikle emredip fenalıklardan  alı­koymaya gücü yetmeyen kimse susmalıdır, başka bir hadîs-i şerifte buyu-rulduğu üzre kalbi ile kötü işlere buğz etmeli, yani rıza göstermemelidir. Konuşacağı zaman, ancak hayır yerine geçecek söz söylemelidir.

Ravî   B e r a '    kimdir? :

Bu hadîs-i şerîfin ravisi bulunan B e r â ' ashab-ı kiramdan olup, Ensarî'dir. Babasının adı Â z i b 'dir. O da ashabdandır. B e r â ' şöyle anlatır:

«Benî ve İbni Ömer'i Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) Bedir sa­vaşında küçük görmüş ve bizi savaşa kabul etmeyerek geri çevirmişti. Bu savaşta bulunamamıştır.»

Bundan sonra Uhud savaşında ve diğer savaşlarda bulunmuştur. Bİr rivayette Hazreti Peygamberle on dört ve bir rivayette de on beş savaşta hazır bulunmuştur. Ayrıca Cemel, Sıffîn vak'alarında ve Haricîlerle olan savaşlarda bulunmuştur.

Nihayet Küfeye giderek orada bir ev edindi. 72 hicrî tarihte vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[139]

 

(36) Cahilîyet Zamanında Sıla Edip Sonra İsıâmı Kabul Edenin Hali

 

70— Hakîm îbni Hizam haber verdiğine göre, Peygamber (Sallatlakü Aleyhi ve SeUem)'e şöyle demiştir:

«— Cahiliyyet zamanında (İslâmdan önce) ibadet diye sıla, azad et­me ve sadaka gibi işlediğim amellere ne buyurursunuz, bunlarda bana mükâfat var mı?»

Hakîm dedi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Hayır olarak işlemiş olduğun geçen amellerinle müslüman ol­dun.»[140]

 

Bu hadîs-i şerifin delâlet ettiği hükme göre, küfür halinde iken yapılan hayır ve hasenat, güzel işler, İslâm'ı kabulden sonra kıymet kazanır. Ay­nen sevab olur ve mükâfat alır. Nitekim mümin de tevbe edip halini dü­zeltince günahları hasenata çevrilir. Devamlı olarak bir hayır isinde bulu­nan kimse de hastalık gibi bir engelle o iyiliği yapamaz hale gelirse, Allah yine1 onun mükâfatını yapmış gibi verir.

Bu hadîs-i şerif, küfür halinde bulunan kimsenin amelinin makbul ola­bileceğine asla detil olmaz. İslâm'ı kabul etmek şartı ile makbul olur ve İslâm'dan önceki günahları bağışlanır.

Hakîm   ibni   Htzam   kimdir? :

Hazreti Hatice validemizin kardeşi oğlu olan Hakîm, Fil vak'asından on üç yıl önce doğmuştur. Zübeyr ibni Avvam'ın da amcası oğludur. Kureyşin eşrafından olup, hem cahiliyyet, hem de İslâm devirlerinde cömert, iyilik ve hayırsever idi.

Bedir savaşında kâfirler safında bulundu ve kurtulanlardan biri oldu. Sonra Mekke'nin fethinde İslâm'ı kabul etti. Huneyn savaşında bulundu ve ganime! erinden kendisine yüz deve verildi. Bi'şeften önce ve sonra HazreH Peygamber'e sevgi ve saygısı vardı.

Kuroyş'in toplanıp meşveret ettikleri «Daru'n-Nedve» adındaki ev ken­di mülkiyetinde iken, yüzbin dirhem karşılığında onu Hz. Muaviye'y° sattığı zaman, İbni Zübeyr ona bu altş-verişînde aldandın diye­rek onu kınadı.    H a k î m 'İn verdiği cevap şu olmuştu :

«Asıl aldanan M u a v i y e 'drr. Çünkü ben onu, cahiliyyet zama­nında bir tulum şarap karşılığında almıştım. Sizi şahid tutuyorum, bu aldı­ğım para Allah yolunda harcanacaktır. Şimdi bakın hangimiz aldanmıştıf.»

Gerçekten paranın hepsini Allah yolunda harcadı ve Cennet'de bir köşk kazanmış oldu. Altmış yıl cahiliyyet devrinde ve altmış yıl da İslâm devrinde yaşayarak yüz yirmi yaşında olduğu halde Muov.iye zamanmda Medine deki evinde hicrî 54 tarihinde vefat etti. Allah ondan razı olsun. Birçok hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.[141]

 

(37) Müşrik Akbabaya Sıla Etmek Ve Hediye Göndermek

 

71— îbni Ömer'den (Radiyallahu anh) : Hazreti Ömer (Radiyallahu anh) sarüı-alacah ipekten bir elbise gördü de şöyle dedi:

«— Ey Allah'ın Resulü! Bu elbiseyi satın alaydın da onu, cuma günü ye, elçiler sana geldiğinde giyeydin.»

Allah'ın Peygamberi dedi ki:

«—Ey Ömer! Bunu ancak (âhirette) nasîbi olmıyan giyer.»

Sonra bu cins kumaştan Peygamber'e elbiseler hediye edildi. Peyr gamber ete onla-rdan bir tanesini Hazreti Ö m e r 'e hediye etti. Bunun üzerine Hazreti Ömer (Radiyallahu anh), Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve.SeÜem)'e gelip de şöyle dedi:

«— Ya Resûlallah! Bunu bana gönderdin, halbuki bunun hakkında dediğini senden işittim.»

Hazreti Peygamber dedi ki:                        

«— Ben onu giymen için sana hediye etmedim. Yalnız onu sataşın veya başkasına giydiresin diye hediye ettim.» Hazreti  Ömer (Radiyallahu anh) de onu müşrik olan anadan kardeşine hediye etti.[142]

 

Hazretİ Peygamberin bu beyanından üç hüküm çıkmaktadır:

1— İpekli ve cicili-bicili  elbiseleri  erkek Müslümanlar giymemelidir. Nitekim diğer bir hadîs-i şerifle ipek elbise giymek ve altın takınmak er-kelkere haram kılınmış, hanımlar için mubah sayılmıştır. Altın ve gümüş kaplarda yemek yemek yine yasak edilmiştir.

2— Müslümanlar için kullanılması helâl olmayan giyim eşyasını; Müs­lüman olmayanlara vermek veya satmak (sınırlı olarak) caizdir.

3— Müslüman olmayan akrabaya iyilik ve rahim sılası yapılır.[143]

 

(38) Soylarınızdan Sılâ-i Rahim Yapacağınız Kimseleri Öğreniniz

 

72— (23-s) Hazreti Ömer İbni Hattab'ın minberde şöyle dediğini, Cübeyr İbni Mut'im haber vermiştir:

«— Neseblerinizi (soylarınızı) Öğreniniz. Sonra yakınlarınıza iyilik ve ihsan ediniz. Allah'a yemin ederim! İnsanla kardeşi arasında ilgi bulunur.Eğer kendisi ile kardeşi arasında rahim sılasından olanı (yani Önemli münasebeti) lâleydi, bu ilgiyi bozmasına engel olurdu.»[144]

 

Hazreti O m e r e isnad edilen bu eserde, nesebleri öğrenmemiz bize emredİlmektedir. Ana ve baba cihetinden olan usul ve furu'a, hısımlara neseb adı verilir. Yani yakınlarınızı öğreniniz demektir. Akrabaların bîr kısmım tanımak ve öğrenmek farz kısmına girer. Çünkü her Müslüman ya­kınlarından ktmlerîn nikâhı kendine haram ve helâl olur hususunu bilmek ve öğrenmek zorundadır. Aynı şekilde varislerini ve murislerini bilmesi lâzımdır. Diğer taraftan silâsıni yapmak veya nafakasını karşılamak mec­buriyetinde olduğu akrabasını da öğrenmesi icab eder. Önemine göre din büyüklerini de tanımak Müslümattın görevidir.

Bu eseri, Tirmizî, Ebu Hüreyre 'nin hadîsinden ilaveli olarak tahric etmiştir.[145]

 

73— (24-s) İbni Abbas'dan anlatıldığına göre, İbni Abbas şöyle de­miştir:

«— Akraba ve yakınlarınızı hatırınızda tutun ki, rahim sılası yapa-SÜ112.\Zira rahimîn uzağı yoktur; -akrabalık iızak olsa bile- sıla yapılınca. Ekilimin de yakını yoktur -akrabalık yakın olsa bile- sıla terk edilince... Her akrabalık bağı (rahim), kıyamet günü sahibinin önüne gelir de lehi­ne çahidlik eder, eğer silâ-i rahim etmişse. Aleyhine de ilgiyi kesmekle şahidlik eder, eğer sılâ-i rahmi terk etmiş ise...»[146]

 

İbni   Abbas    hazretlerinin soydaş ve yakınları ezberleyip onlara iyilik ve yardımda bulunmayı emretmesi, daha önce Hazreti Ömer 'den nakledilen manâya uygun düşmekte ve sıla yapmak için akraba ve taal-lükatı bilmenin lüzumuna işaret Duyurulmaktadır.[147]

 

(39) Azadlı: «Ben, Falancılardanım» Der Mi? 

 

74— (25-s) Abdurrahman İbni Hubeyb anlatıp diyor ki:

— Abdullah îbni Ömer bana sordu:,                      

— Kimlerdensin?»                                      

Ben de:

«— Teym-1 Temîftı kabilesinden,» dedim.               

«— Kendilerinden mi, yoksa azadhlarmdan mı?» dedi.

«—Azadlılarından!» dedim.

«— Öyle ise, azadlüanndah deseydin ya! 4edi.»[148]

Bu rivayetten anlaşıldığına göre, bir kabilenin veya bir şahsın azadlısı olan kimse, azad edildiği kabileye veya şahsa soy itibariyle nispet edilme­melidir. Neseb yakınlığı, hiç bir zaman kölelik yolu Üe meydana gelen ya­kınlık gibi olamaz. Ancak neseb yakınlığı bulunmadığı zaman, veto yolu İle, âzad edenin, azadlıya yakınlığı olur. Neseb bakımından yakını,' 'ûkftt-bası bulunmayan azadlıya, onu hürriyete kavuşturan eski efendisi varis olur.[149]

 

(40) Kabilenin Azadlısı, Kendilerinden Sayılır

 

75— Rifa'a îbni Râfi'den:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ömer'e —Allah ondan razı olsun — şöyle dedi:

— Bana kavmini topla.»

O da, onları topladı. Vakta ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kapısında hazır duruma geldiler, Ömer, Peygamberin huzuruna varıp:

— Sana kavmimi topladım.» dedi.

Bünü Ensar duyunca, Şöyle dediler:                 

«— Kureyş.hakkında vahiy nazil oldu.»                        

Bunun üzerine ne söylenecek diye, dinleyici ve görücü kimseler gel­di. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) çıkageldi de onların or­tasında durup dedi ki:

«— İçinizde, sizden olmıyan var mı?» Onlar :

«— Evet, içimizde anddaşımız, kız kardeşimizin oğlu ve azadlılarımız vardır.» dediler.               

Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Anddaşımız bizdendir. Kız kardeşimizin oğlu bizdendir. Azadlı­larımız da bizdendir. Siz duyunuz ki, benim yardımcılarım, sizden, takva sahipleridir. Eğer siz bunlarsaniE, ne güzel bu. Değilse, akıbete bakın: İnsanlar kıyamet günü salih amellerle gelip de siz, günahlarınızla gelmiş olmiyasınız. Bu takdirde sizden yüz çevrilir.»

Sonra Peygamber hitab buyurup şöyle dedi: O-halde ki, ellerini Kureyş halkının başları üzerine koyacak şekilde kaldırmıştı:

«-Ey nas! Muhakkak ki Kureyş halkı emin kimselerdir. Onlara kim zulmederse, Allah onu yüz-üstü sürdürür.»

Bunu üç defa söylüyordu. Raviler'den Züheyr dedi ki:

— Zannımca Peygamber: «Onlara kim tuzaklar kurarak zulmeder­se...» diye söyledi.[150]

 

Bundan önceki hadîs-i şerifte bir azadlının: «Ben falanca oğulların­dan im» dememesi gerektiği beyan buyurulmuştu. Böylece bir azadlının kendisini tanıtma.şeklî bildirilmişti. Burada ise, birlik ve beraberlik mevzu bahis olduğu zaman, bir kavmin efradı İle onların azadlıları arasında, umu-, mî manâda bir ayrılık düşünülmemektedir. Birbirine bağlılık ve yardımlaş­ma bakımından kendileri İle sözleşme yapılanlar, yeğen mevkiinde olanlar, çzadlılar ve o kavmin diğer ferdleri bir aile topluluğu gibi sayılmıştır.

Bu hadîsi Peygamber'den rivayet eden    R i fa ' e    i b.n.i    Rafı" kimdir? :

R i f a ' e , Ensar'dan olup, künyesi E b M M u a z 'dır. Babası R a f i ' Ensar'dan ilk İslâm'ı kabul edendir. Arnıesi, U b e y- İ b n i S e i ü I 'ün kızı Ü m m ü Malik 'dİr. Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda Hazredi Peygamber ile beraber bulunmuştur. Ha I I a d ve Ma I v k adındaki iki kardeşi de kendisi İle Bedir savaşjjıda bulunmuşlardı. Babaları R a f i 'in bu savaşta bulunması ihtilaflıdır.

R i f a ' e , babası R a f i ' ile Akabe biatında bulundu. Hazreli  A I i 'nin hilâfet devrinde, Hazreti   Air  saflarında Cemel ve Sıffîn vaka-lanna katılmıştı. Hicrî 41-42 yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[151]

 

(41) İki Kız Veya Bir Kız Geçindiren Kimse

 

70— Ukbe îbni Âmir dedi ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dediğini işittim:

— Kim üç kızı olur da bunlara sabrederse ve varlığından onlara gİydlrirse, ona, ateşten koruyucu bir perde olurlar.»[152]

 

Erkek çocukların dışında kız çocuklara bakmanın sevâb ve faziletine işaret buyurması, kızların künye ve gelişme bakımından erkeklerden daha çok bakıma ve korunmaya muhtaç olmalarındandır. Yine İslâm'dan önce mevcut kız Çocuklara hor bakma ve onları hiçe sayma geleneği yıkılmış oluyor. Aksine kız çocukları yetiştirmek, giyim ve iaşelerini temin etmek, erkeklere bakmaktan daha sevâb oluyor. Öyle ki, kıyamette kendilerini gö-zetîp geçindirenler için Cehennem ateşine karşı birer engel perde olacak­lardır. Şüphe yok ki, bunların terbiye ve yetişmelerinde islâm inanç ve ah­lâkını esas tutmak şarttır. İslâm inacı olmadıktan sonra, maddî yardımların âhirette bir faydası olmaz. O halde çocukları İslâm terbiyesi altında büyüt­mek ve maddî ihtiyaçlarını, zenginlik durumuna göre karşılamak gerektir.

Böyle hareket edildiği takdirde, âhirette va'd buyurulan sevaba ancak ka-vusulabİlir. Evlenmek veya başka bir sebeple ihtiyaçtan kurtuluncaya ka­dar kızlara yardımın devamı ve bu bakımın elden geldiği kadar iyi olma­sına çalışılması halinde Omid edilen sevaba erişilir.

Ravİ    Ukbe    ibni   Âmir   kimdir?:

Ashabı kiramın-meşhurlarından plufi, pek çok hqdîs-İ ^erîf kendisin­den rivayet edilmiştir. Feraiz ilmini bilen fakiri, kâtip, şair, edib ve kurra idi. Hz. Osman 'm Kur'ân tertibinden başka kendi eliyle toplayıp yazdığı Kur'an’ı Kerîrn'in Mısır kütüphanesinde bulunduğu söylenir. İlk hicrete çı­kanlarla islâm'ı ilk kabul edenlerden biridir. Siffîn vak'asmda Hz. M u a v İ -ye ile beraber bulunduğundan, doha sonraları Hz. M u a v i y e onu Mısır Emîr'lİğine tayin etti ve bir müddet sonra 6a kendisini bu görevden ayırdı. Bu hadise Hicretin 47. yılına tesadüf eder. Yine Hz, M u a v i y e 'nin hilâfeti zamanında hicrî 58 tarihinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[153]

 

77— îbni Abbas'dan işitildiğine göre, Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

«— Herhangi bir müslüman ki, ona bulûğ çağı ile iki kız yetişir de onları korumayı güıel yaparsa, onu Cennete koyarlar. (Bu kızlara yapı­lan iyilik ve muhafazaya karşılık, Allah onları vesile ederek iyilik sahi­bini Cennet'e koyar.)»[154]

 

Bu hadîs-i şerifte özellikle bulûğ çağma ermiş kız çocuklara iyi-bak­mak, onları gözetmek üzerinde durulmuştur. Yetişkin çocukların korunması ve ihtiyaçlarının karşılanması küçüklere nispet)© daha güç ve külfetli bu­lunduğundan, onların çilesini çekmek ve sabırla hareket etmek karşılığında Allah Tealâ'nın Cennet'i mükâfat olarak vereceğini Peygamberimiz haber vermektedir.

Bünye ve his bakımından erkeklere nispetle daha zayıf bulunan kız ço­cukların bakıma ve korunmaya ihtiyaçtan daha fazladır ve önemlidir. önemli hizmetlerin sevabı da büyük olur. Onun için Cennet va'd buyurulmuştur. Bütün bunlar, İslâm iman ve ahlâkı üzere yürötü I düğü zaman kıy­met kazanır. Aksine bir yol bulursa ebedî felâkete götürür.[155]       

       

78— Cabir îbni Abdullah, bazı zevata anlatıp demiştir ki: — ResûlvllatiİSallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle. buyurdu :

«— Kimin üç kızı olur da onları barındırır, ihtiyaçlarım karşılar, kendilerine merhamet ederse, elbette Cennet ona vacib olmuştur.»

Hazır bulunanlardan biri:                 

«— İki kız olsa da mı? ya Resûlallah!» dedi. Peygamber:

«— İki kız da (âym hükümdedir).» buyurdu.[156]                

 

Burada her ne kadar üç kızö' bakmanın sevabı üzerinde durülmuşsa da, sonra sorulan soruya Hdzreti Peygamberin verdiği cevapta fkİ kıza bakmartın da aynı sevaba vesile olacağı açıklanmıştır/ İki kız ile üç kıza bakmak sevâb bakımından farksızdır, aynı hükmü taşımaktadırlar.

Ravi    Cabir    ibnİ   Abdullah    kimdir? :

Ca b i r i'b n i Abdullah adında ashab-ı kiramdan beş zat vardır. Bürcrdâ ismi geçen, C a b i r; i b h i A b d: u I I a h' i b h i Amr'-dır. Ensar'dah olup, ikinci Akabe biatmda çocuk olduğu halde babası A b -d uİta h ile birlikte bulunmuştur. Kendi ifâdesine'göre, Bedir ve Uhud sa­vaşlarında bulunamamış, daha sonraki1 savaşların on dokuzunda bulurtmuş-tur. Sıffîn vak'asında, Hz. A I i 'nin maiyetinde harp etmiştir, ömrünün son­larında gözlerine anz olan ilfet sebebiyle görmez hale gelmişti. Akabe bia­tmda Bulunanların en son vefat edenidir. Künyesi t b u  Abdullah vdır.

İstanbul'un muhasarasında kumandan Y e 2 i d 'in maiyetinde iken se-hid olduğuna veya eceli ile vefat ettiğine dair bir rivayet vardır. Bu rivayete binaen Sadrazam Koca Mustafa Paşa tarafından bunun adına bir cami ile bir türbe bina edilmiştir. Halen bu cami Eyüp semtinde bulunmaktadır. Dİğer taraftan Medîne-İ Mönevvere'de gömülmüş olduğuna dair kuvvetli rivayet vardır. Bu durum karşısında İstanbul civarında vefat eden sahabinin, Cabiribni Abdullahibnİ Riyab olması muhtemeldir.                                                                                                  '

Hicretin 74-77. yılında' Medîne'de 94 yaşında olduğu halde vefat etti. Cenaze namazını Medine valisi bulunan Hz. Osman'ın oğlu Ibb.an kıldı. Allah her ikisinden razı olsun.[157]

 

(42) Üç Kız Kardeşi Geçindiren Kimse

 

79— Ebû   Saîd  El-HudrîJden   rivayet  edildiğine   göre,   Resûlüllah şöyle dedi:

«— Kimin üç kızı, yahut üç kız kardeşi olur da onlara iyi muamele ederse, muhakkak cennete girer.»[158]

 

Daha Önceki hadîs-i şeriflerde kız çocuklara bakmak ve onlara ihsan etmek karşılığında cennet va'd buyurulmuş olduğu ve bu büyük mükâfatın sebebi görülmüştü. Bu hadîs-İ şerifte, kız kardeşlere aynı güzel muamele yapılması halinde de yine mükâfat olarak cennete girme olduğu beyan bu­yuru İm ustur. Zira kız kardeşlerin külfeti, krz çocuklarınki gibidir.

Ravi    E b, u   S a î d    E I - H u d r î   kimdir? :

Ashab-ı kiramdan ve Ensar'dçm olup, ismi Sa'd ibniMalİk i b n i Sİnan 'dır. Fakat künyesi ile meşhurdur. E b u S a î d E I -H u d r î diye yad edilir. Uhud savaşında yaşı küçük görüldüğünden bu savaşa katılamadı. Fakat babası bu savaşta bulunarak şehid edildi. Babası çok fakir olduğundan geriye mal bırakmamıştı. Bu sebeple muhtaç duruma düştüğünden Hazreti Peygamber'den bir şey istemek için huzurlarına var­dıkları zaman, Peygamber ona şöyle buyurdu :

«— Kim ihtiyaç göstermezse, Allah onu ihtiyaçtan beri kılar ve kim de fenalıktan korunmak isterse, Allah onu korur, iffetli yapar.»

Sa'd    bunu duyunca bir şey istemeden geri döndü.

Ashab-ı kiramın gençleri arasında en fökihleri olup, ileri gelen fazilet erbabındandı. Çok miktarda hadîs ezberledi ve rivayet etti. I b n i A b -bas, Ibnİ Ümer gibi ashab-r kiramdan bazı zevat ve tabiinden Ibni Müseyyeb, Ebu Osman En-Nehdî gibi büyük şahsiyetler de kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.

Hicrî 74 tarihinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[159]

 

(43)  (Ölüm Veya Boşanma Sureti İle) Kendisine Dönmüş Kızını Geçindiren Kimsenin Fazileti

 

80— Musa, babası Uleyy tbni Ribah'dan anlattığına göre, Peygamber Süraka îbni Cu'şüm'e şöyle dedi:

«— Sana, sadakaların en büyüğünü göstereyim mi?» Süraka:

«-— Evet, ya Resûlallah,* dedi. Peygamber buyurdu: «— (Boşanmak veya kocası ölmek suretiyle) Sana dönmüş olan, sen­den başka geçindiricisi olmıyan kızındır.»[160]

 

İster boşanmak sureti ile olsun, ister kocasının ölümü sebebiyle olsun, babasına veya yakın akrabasına dönmek zorunda kalan bir kadının du­rumu çok nazik ve müşkül olduğundan bu mühim anlarında onu himayeye almak ve geçimini karşılamak büyük bir hizmettir. İşte bu gibilere yapı­lacak harcamalar, sadakaların en büyüğünü teşkil eder. En büyük sada­kanın sevabı da en büyük sevâb olur.

S ü r a k a    kimdir? :

S ü r a k a ashab-ı kiramdan on üç kadar Zevatın ismidir. Burada ravi olarak adı geçen Süraka, C ü.' ş ü m ' ü n o ğ I u M a I i k'in oğludur. Yani S $# q Ic a i b n i M a I i k " i b n İ C ü ' s ü m "dur. Bazan doğrudan doğruya dedesine nispet edilir ki, hadîs-i şerifteki nispeti de böyledir. Künyesi    EbuSüfyan 'dir.

Peygamber Efendimizin, Hazreti E b u B e k İ r ite Mekke den Me­dine'ye hicretlerinde arkalarına düşmüş ve takibe koyulmuştu. Kendilerine kavuşacak kqdar yaklaştıkları esnada bir mucize ile Süraka 'run bin­diği at yere saplandı ve iîç defa atından yere düştü. Hz. Peygamberden duâ istemesi üzşrine, arkadan takibe koyulmuş bulunanları geri çevirmek şartı ile kurtulmuş ve geri dönmüştü. Peygamber'd en de, kendisine Müslü­manlar tarafından dokunulmasın diye bir «Emniyet» mektubu almıştı. Son­ra Mekke'nin fethinde, elinde bu mektubu tutarak Müslüman askerleri ara­sına girmiş ve oklarla mızraklar arasında Hazreti Peygamberin huzurla­rına kadar İlerleyip İslâm'a girme şerefini kazanmıştı.

Hazreti Osman'ın halifeliği zamanında ve hicretin 24. yılında vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[161]

 

81— Musa diyor ki:

«— Babam   Süraka   İbni   Cü'şüm'den,   Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Ey Süraka...» diye, geçen hadîs aynen rivayet edilmiştir.[162]

 

Bu ikinci rivayette «Ey Süraka» hitabı ile söze başlanmış, önceki riva­yette bu söz zikredilmemiştir. Diğer lâfızlar aynıdır. Bir önceki hadîs-i şerifin okunması kâfidir.[163]

 

82— El-Mikdam îbni Ma'dî Kerib'den rivayet edildiğine göre Re­sûlüllah: (Satlatlahti A leyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :

«— Kendi nefsine yedirdiğin sana bir sadakadır. Çocuğuna yedirdi­ğin Senin için bir sadakadır. Zevcene yedirdiğin, senin için bir Sadakadır. Hizmetçine yedirdiğin de senin için bir sadakadır.»[164]

 

Bu hadîs-i şerifte şuna işaret olunuyor ki, bir insan üzerine vacib ofan nafakayı ödemesinden dolayı, sadaka sevabı gibi mükâfat alır. Ancak bu harcamalarda Allah'a bir ibadet olduğuna niyyet ederek sevab ummak lâzımdır. Aksi halde, üzerine farz olan nafaka borcunu ödemiş olur.

Bir mümin, maksadında Allah bu işi mubah kıldı veya bu iş yapılınca hayır olur ve bunda Allah'ın rızası vardır diyerek onu yaparsa, yahut Allah'ın razı olmadığı bir İştir diye onu terk ederse, bu hareketlerinden dolayı sevâb kazanır. İşte bu niyyetlerle hem kendi nefsine, hem de diğer geçimini temine mecbur olduğu kimselere harcama yapan, Allah'ın emret­tiği vazifeyi yapıp haramdan kurtulmuş olup, üstelik sadaka vermiş gibi sevâb alır.[165]

 

(44) Kızların Ölümünü Temenni Edenin Hali 

 

83— (26-s) tbni .Öm e r 'den rivayet edildiğine göre, îbni Ömer'in yanında bir adam bulunuyordu ve onun kız çocukları vardı. Sonra o kız çocukların ölümünü temenni etti. Bunun üzerine İbni Ömer kızıp şöyle dedi:                                                                          

«— Onların rızkını sen mi veriyorsun!»[166]

 

Allah Tealâ yaratmış olduğu bütün yaratıkların rıziklartm tekeffül et­miştir. Çeşitli sebep ve yollarla nzıklannı kendilerine ulaştırır. Herkesclpn-yadaki nasibini alır. Bunun için, rızık ve geçim endişesi yaparak çocuk­ların ölümünü istemek asla doğru değildir. Kız çocukların .durumları iti­bariyle çalışıp kazanmaları daha müşkül olduğundan., bunların istikbali düşündürücü ise de, hiçbir zaman ölümlerini arzu etmeğe götürmemelidir. Onlara İslâm inanç ve terbiyesini vermeğe gayret sarfetmelidir.[167]

 

(45) Çocuk Cimrilik Sebebidir, Korkaklık Sebebidir

 

84— (27-s)  Hazreti Aişe (Rûdiyaîiahü anha) 'dan   rivayet   edildiğine göre şöyle demiştir:                                                    

«— (Babam) Ebû Bekir (Radtyallahu anh), bir gün dedi ki»: ( «-4 Allah'a yemin ederim! Yeryüzünde bana Ömer'den daha sevgili kimse yoktur.»

(Babam evden) çıkıp dönünce :        .

«— Kızcağızım! Ben nasıl yemin etmiştim.» dedi.

Ben de ona (daha önce söylediği sözü tekrarlayıp) söyledim. Bunun üzerine:

— Ağınma giden iş yaptım, çocuk ise kalbe daha yapışıktır (daha çok sevgilidir.» dedi.[168]

 

Insanoğlu çocuğuna olan sevgisi yüzünden malını hayır yollarına, İn­sanların ihtiyaçlarına harcamaktan geri kalır. Çocuğuna mal kalsın diye cimrilik eder. Çocuğu babasız kalmak korkusu ile savaştan geri kalır. Böy­lece insanın hem cimriliğine, hem de korkaklığına vesile olur.

Sofilerden Abdurrahman Es-Sülemî hakkında şöyle bir vak'a anlatılır: Bir çocuğu dünyaya geldiği zaman malının hepsini sadaka olarak vermiş. Bu yaptığı işin sebebi kendisine sorulunca, şu ce­vabı vermiş :

«— Bu çocuğum iyi bir kimse olacaksa, ben Allah ile onun arasına gir­mem; çünkü Allah iyi kimseleri korur ve onların yardımcısı dır. Eğer kötü ve hayırsız olacaksa, ben malımı, fenalıkta kuvvet olarak yere bırakmam.»

İnsanın yaratılışında her ne kadar çocuğa meyil varsa da, bu sevgi hayır işlemekten geri bırakmaya sebep olmamalıdır. Hazreti Aişe 'nin fazilet ve üstünlüğü herkes tarafından kabul edilen bir gerçek olmasına ilâveten çocuk sevgisi ile bir arada düşünüldüğü zaman, Hazreti E b u B e k İ r 'in İfadesi bir kat daha değer kazanmış olur. Yaraşan odur ki, tabiî meyil ve arzulara din emirlerini hakim kılarak iş ve hareketlerde bu­lunmalı. Büyük muvaffakiyet ve mükâfat buradadır.[169]

 

85— îbni Ebî Nû'in'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«— Bir adam İbni Ömer'e sivrisinek öldürmekten sorarken şahit ol­dum.»

î b n i   Ö m e r   (o adama) :

«— Kimlerdensin?» dedi.

Adam: «Iraklılardan!» dedi.

Bunun üzerine   İbni   Ömer:

«— Şuna bakın; bana sivrisineği öldürmekten (doğacak günahı) so­ruyor, halbufei bunlar Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selîem) 'in oğluna (torunu Hüseyin'i) Öldürmüşlerdir. Ben, Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve İy     şöyle buyurduğunu işitmiştim :

«— Onlar (Hazreti Hasan ve Hüseyin), dünyada iki gülümdür (güzel kokulu çiçeklerimdir).»[170]

 

Sİvrisinek öldürmekten sormak, biri geniş manâda ve bîri de dar ma­nâda olmak üzere iki manâ taşımaktadır. Geniş manâya göre, herhangi bir sineği öldürmenin günâh olup olmadığı hususudur ki, zararlı olan ha-serâtın £Wü>ülmeşinde bir beis,yoktur. Dar manâyg gelince, hac farizası yerine getirilirken ihrâm esnasında canlıları öldürmek yasaklandığından, acaba sivrisinek öldürmek de yasak mıdır? sorusu meydana çıkar ki, bun­dan dolayı da ihramda bulunana bîr ceza gerekmez. Her iki Halde de sivrisinek öğürmek Önem taşıyan b:r mesele değildir. Asıl büyük suç ve cinoyef adam öldürmektir, l.bni Ömer de buna İşaret buyurmak­tadır. Aynı zamanda çocukların gözbebeği ve gönül çiçeği olduklarına dair hadîs-İ serîfi de anlatmış oluyor.[171]

 

(46) Omuzda Çocuk Taşımak

 

86— Adiyyü'bnü Sabit'den rivayet edildiğine göre, dedi ki:

«— Berâ'ın şöyle söylediğini işittim» :

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gördüm —Allah'ın salâ-vatı üzerine olsun— (torunu) Hasan omuzu üzerinde idi ve Peygamber şöyle diyordu» :

«— Allah'ım! Ben bunu seviyorum, sen de bunu sev.»[172]

 

Bü hadîs-î şeriften iki şey öğrenmiş bulunuyoruz. Çocukları sevmek ve şefkat göstererek omuzda tanımak bîr sünnettir. Bir de onlar için Allah'ın rızasını dilemek ve onlara duâ etmek gerekir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) Efendimiz, böyle hareket etmişlerdir.[173]

 

(47) Çocuk Göz Bebeğidir

 

87— Cübeyr îbni Nüfeyr'den rivayet, şöyle dedi:

«— Bir gün (ashabdan) EI-Mıkdad İbni'l-Esved'in yanında oturuyor­duk. Bir adam ona uğradı ve dedi ki:

«— Resûlüllah (SaîUülahü Aleyhi ve Sellem)'i gören şu iki göze ne mut­lu! Allah'a yemin olsun, biz arzu ediyoruz ki, senin gördüklerini biz de gÖreydik, şahit olduklarına şahit olaydık.»

«— (Mıkdad bu sözlerle fazlaca) kızdırılmış oldu. Ben taaccüb et­meğe başladım, çünkü adam hayırlı sözden başka bir şey demedi. Son­ra (şahabı) El-Mıkdad adama dönüp şöyle dedi» :

«— Bir insan ki, Allah ondan bir huzuru (peygamberle karşılaşmayı) Jjaip kılmıştır, bu karşılaşmayı (Resûlüllah huzurunda bulunmayı) te­menniye onu götüren (cür'et) nedir? Bilmiyor ki, Onu görse nasıl olacak­tı? (Acaba iman mı edecekti, yoksa küfürde mi kalacaktı?)

Vallahi, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda çok kim­seler bulundu ki, Allah onları yüzleri üstü Cehenneme yuvarladı. Peygambere icabet ,e^memiglerdi, onu tasdik etmemişlerdi. Siz Azız ve Celîl oJatt^Ulah'a İıamd.efcinez misiniz ki, sizi, Rabfcinizi bilir halde dünyaya getirdi de Peygamberiniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellerriyin getirdiği (İslâmın hükümleri) ni tasdik ediyorsunuz.. Siz, kendinizden başkaları ile belâlar­dan kurtarılmış oklunuz.                                           

Vallahi, cahiliyyet devri ile fetret devrinde gönderilen Peygamberin d%rumurmh "en şiddetlisi olan bir halde Peygamber (SalUâlahu Aleyhi ve Stilem) gönderildi. Putlara ibadet etmekten daha faziletli bir din olduğu­na -inanmıyorlaaiı, Sunun üzerine, Peygamber-Kur'ân'tcgetirdi. ve onunla hak ile Jaâtılı ayırdı. Yine onunla, baba ile çocuğu arasını ayırdı (biri- mü­min, biri kâ£r oldu). ÖyH ki, adam babasını yahut çocuğunu yahut kar­deşini kâfir görüyordu. Böyle iken, Allah o adamın kalbinin kilitlerini îman* ile açmıştı;, ve adam biliyordu Jri> yakın akrabası (babası, çocuğu veya kardeşi, bu vaziyette îman .etrheeoVe'h)' ölse cehenneme gire.çe&. Böy­le sevdiği kimsenin (yakının) Cehennemde olduğunu bildiği halde, ada­mın, göfcy. a£dın.qİur aıu? Nitekim bu Gevilen (yalanlar) hakkında Allah şöyle buyurmuştur:

«O müminler ki, ey Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesilleri­mizden gözlerimizin sürûru olacak iyi kimseler ihsan et... derler.»

«— BÖylece göz aydınlığı ve sevinci olan çocukların veya yakınların cehennemde bulunacaklarım bihnek, hiç insanı sevinçirbir halde bırakır mı?>»[174]

 

Bu hadîs-i şeriften alınacak öğütjer şunlardır:

1— Her fnütnin, imân şerefine..kavuşmuş olmasından dolayı Allah Tealâya şükretmeli ve bu büyü.k nimetin kıymetini bilmelidir. Bu imân saadetinin ışığı altında, mükellef olduğu ibadet ve amelleri riyasız olarak, ihlâsla başarmaya çalışmalıdır.                                                       .

2— İnsan erişip başaramadığı veya yaşayamadığı geçmişe ait bir ha­yati aramamalı, boş temennide bulunmamalıdır. Bulunduğu halde!;i vazi­feleri yaparak geleceğe hazırlanmalıdır.

3— İnsanlar içinde en büyük meşakkat ve musibetleri çeken Peygam-ber'lerdir. Peygamberîer içinde de en şiddetli musibetlere ye' meşakkat­lere katlanan son Peygamber'imiz olmuştur. Onun beraberinde bulunan ashab-ı kiram da ikinci derecede çok ağır yükler yüklenmişlerdir. Onların Feragatli çalışmaları sayesinde biz hazır bîr dine sahip olduk. Bu nimetin şükrünü yapmalı ashab-ı kirama- son derece hürmet etmek ve onların yo­lunda yürümek vazifemiz olmalıdır.                            

4— Kur'ân, hak ile bâtrh ayırdığı gibi, baba ile evlâd arasını da ayı­rırtYanİ hakkı seçerek iman eden Gennet'e, bâtılı seçerek kâfir olan Ce-hennem'e gider. Evlâd, kardeş sevgisi kâr etmez:                                 

5— Bir mümin, evlâdım ve yakınlarını, AHah'a itaat eder durumda gpcürve.onlan kendi hak yolunda bulursa, buna sevinir ve gözü aydın olur..Dinde kendisine yarchmot okluklarını ve Cennette, beraberliği düşün­mesinden doğan bir sevinç olur. Bundan anlaşılıyor ki, salih ve iyi çocuk göz aydınlığıdır, her çocuk böyle değildir.                                      

E IM i k d a d i b n İ ' I E s v e d 'İn anlattığına uygun şu hadîs-İ şerifi   Zeyd    tbni   Eşlem    rivayet etmiştir:

«Bir adam (ashabdan) Huzeyfe'ye dedi ki:

«— Siz Resûlüllah (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)'e kavuştunuz, biz ise ka­vuşamadık (bu şerefe nail olamadık);»

Bunun üzerine Huzeyfe (Radıyallahu anh) ona şöyle dedi :

«Ey kardeşim oğlu, Allah'a yemin ederim ki, sen ona kaşusayd-n nasıl olacaâ'nı bilemezsin. Hendek savaşı peçesinde bizi bir görevdin! Bir gece ki, soğuk ve yaKımjrtu... ResGİOllah (Sallallahü Ateyhi ve Seltem)   deot M:

«— Kim gide? de bize düşmana ait haberleri getirip bildirir? Allah onu kıyamet gttnündd İbrahim    (Aleyhİsselâmym arkadaşı yapsın.»

— Vallahi, içimizden-kimse kalkmadı. İkinci defa olarak :

«— Allah dtın benim arkadaşım kılsın.» dedi. .Yine-kimse kalkmadı. Ebu. Bekir fR.A.):

« Huzeyfe'yi gönder.» dedi. Hazreti Peygamber (bana).: ."    

«— Git,» de4i. Ben de:                          

«—Esir otmdktan korkuyorum.»

Dedim. Peygamber:                                                                          

«gen asla esir edilmezsin,» dedi.

Şpnfa    H ü z e y f e . düşmana karşı gittiğini anlattı.

El- Mikdam ib ri r' I- E s v e d    kimdir? :

Asıl babasının adı A m r olduğu halde, E I - E s v e d 'e nispeT edHİr. Hadremutda dünyaya gelen EN-Mik'dod gençliğinde yaptığı bir kavgadan dolayı Mekke'yekaçmış ve orada E I -Esved ile söz-leşmişti. Sonra babası Amr'in muvafakati ile çocuğunu oğuf edinmiş oldu­ğundan E 1 - M i k d a d , babalığı olan E I-Esved 'e nispetle şöh-ref bulmuştur, islâm'ı ilk kabul edenlerin dördüncüsüdür. Bedir savaşında söVari olarak bulunmuş, ondan başka süvari bu savaşta görülmemiştir. İki hicrette de bulunmuştur, yani hem Habeşistan'a, hem1 de Medine'ye hicret edenlerdendir.                                                                         

Abdullah   ibni   Mes'ud 'dan rivayet edildiğine göre, ilk İslâm'ı açıklayan yedi kişiden biri E I - M i k d a d ibni Esved dİr. At üzerinde ilk olarak savaşan sahabîdir.

Uzun boylu ve göbeği büyük olduğundan, Rum kölesi, karnını ameli­yat etmekle fazla yağlan çıkarmak ve kendisini hafifletmek dileği ile yap­tığı ameliyat sonunda vefat etti. Karnındaki ameliyat yerini bu kölenin dik­miş olduğu rivayet edilmektedir. Başarılı bir ameliyat olamadığından vefat ettiği söylenir. Bu ölüm hadisesi üzerine köle kaçmış ve kendini kurtarmıştır.

E I - M i k d a d Hazret! Peygamber den hadîs-i şerifler rivayet etmiş, kendisinden de Hazreti Ali, E n e s , Ubeydullah İbni Adiyy, Hümam ibni'l-Haris, Abdurrahman ibni E b i Leylâ ve başkaları rivayet etmişlerdir. Hazreti O s m a n 'in hilâfeti zamanında ve hicretin 33. yılında 70 yaşında olduğu halde Medine'­de vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[175]

 

(48) Arkadaşına Mal Ve Evladı Çok Olsun Diye Dua Etmek 

 

88— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Bir gün Peygamber (Salhîlahü Aleyhi ve SeUem)'üı saadethanele-rine gittim. Yalnız ben, annem ve teyzem Ümmü Haram bulunuyorduk. O esnada Hazreti Peygamber bize çıkageldi ve bize»:

«— Size namaz kıldırayım mı?» dedi.

O vakit farz namaz vakti değildi,  (Enes'den hâdiseyi rivayet eden Sabit'e, dinleyicilerden biri sordu:

«— Peygamber, Enes'i neresinde durdurdu?»

Sabit:

«— Peygamber onu, sağında durdurdu,» dedi.) Sonra bize namaz kıl­dırdı. Sonunda bize — Ehl-i Beyt'e^— dünya ve âhiret hayırlarının hep­si ile duâ etti. Annem şöyle dedi:

«— Ya Resûlallah! (Bu oğlum Enes) Senin hizmetçiğindir. Allah'a bunun için dua et.»

Bunun üzerine peygamber benim için her hayır .duayı yaptı..Duası­nın sonunda şunu demiş oldu:

— Allah'ım! Bunun malını ve evlâdını çoğalt ve kendisine mal ve evlâdında bereket ver.»[176]

 

Bu hadîs-i şeriften elde ediîen hükümler:

1— Farzın dışındaki nafile namazların cemaatla kılınması hususunda fykahanın görüşleri değişiktir.  Çoğuna  göre,  nafile  namazları   cemaatle kılmak mekruhtur. Ancak birbirini çağırıp davet etmeksizin bir arada bu­lunmuş olanların cemaat olarak nafile namaz kılmaları tecviz edilmiştir. İşte bu hadîs-i şerifte ifade edilen namaz bu şekle girer ki, davet olmadığı itibarla nafilenin cemaatle kılınması cevazına delil teşkil eder.

2— Cemaat olarak bir erkek, yani    Enes   ve İki kadın :    E n e s 'İn annesi ve teyzesi bulundukları cihetle, bir erkek imamın sağında ve kadın­lar arkada saf bağlarlar. İlci erkek olsa imamın arkasında ve bu iki erkeğin arkasında da kadınlar saf bağlarlar.

3— Mal ve evlâdda bereket olmak şartı ile bunların çok oluşu âhiret hayrına aykırı düşmez. Çünkü yararlı mal ve yararlı çocuk, insanın âhireti için hayırlı olur. İyi ve bereketli mal, Allah yolunda harcanır ve bunun sevabı âhirette mal sahibine ait olur. İyi çocuk da böyledir. Çocuğun ya­pacak olduğu iyi amel ve hareketlerden dolayı kazanılacak sevâb yine âhirette bu çocuğun babasına fayda verir. O halde, hayırlı ye bereketli olmak şartı ile mümin kardeşler İçin bol mal ve çok evlâd istemek sünneti şerife uygundur.   .

(Enes ibnİ Malik'in tercüme-i haline bak. Hadîs: 56)[177]

 

(49) Anneler Merhametlidirler

 

89— Enes ibni Malik'den:

«— Bir kadın Aişe (Rad'tyallahü anha) 'ya geldi. Âişe ona üç hurma ver­di. Kadıncağız her (iki) çocuğuna birer hurma verdi ve kendine de bir hurma alakoydu. İki çocuk hurmaları yediler ve annelerine baktılar. Ka­dıncağız alakoyduğu hurmaya dönerek onu böldü de her çocuğa yarım hurma verdi. Sonra Peygamber (SailallahüA leyhi ve Sellem) gelince Âişe Peygambere (hâdiseyi) anlattı.» Peygamber şöyle buyurdu:

— Bundan neden taaccüp ediyorsun? O kadıncağızın, her iki çocu­ğuna ettiği iperhamet sebebiyle Allah ona rahmet etmiştir.»[178]

 

Hadîs-i şerifin delâlet ettiği manâlar:                   

1— ihtiyaç içerisinde bulunan kimsenin dilenmesi caizdir. Çalışacak göçte olmayan veya çalışma imkânı bulamayan muhtaçların dilenmesi ya­sak değildir. Fakat İhtiyacını karşılayacak bir günlük nafakası bulunan ve çalınma imkânlarına sahip olanların dilenmesi' hâramdm Her mökeHef içip, nafakayı temin için helâl kazanç yollarına tevessül ederek çalışmak farzdır. Dinimiz, mazeretsiz olarak başkalarına yük olmayı yasaklar.

2— Bu hadîs-i şerîfin vürud şekli lâfzan değişik olup, Hazret! A İ ş e -hin evde hurmadan başka verecek bir şey bulamadı^ ve bulduğunun hep­sinifakir kadına verdiği yolunda ifade edilir Burada Hazreti  Aişe'rtin cömertliğine ve tevekkülüne işaret vardır.                                            

3— Karnı aç olan bir annenin,   iki çocuğuna birer hurma verdikten sonra, kendisine ait diğer bir hurmayı da yemeyerek yine çocuklarına bö­lüp vermesi, anne merhametinin ve çocuk sevgisinin açık bir örneğini teşkil eder. İşte an nal erin çocuklara olan şefkat ve merhameti.böylece hu^Ms'uz olduğundan anne hakkını korumak da çocuklar için,başta gelen bir vazife ve sorumluluktur.                           

4— Az dahî olsa, bîr miktar şeyin sadaka olarak Yerilmesinde cevaz olduğuna da işeret vardır. Sadaka verenîn, az öisun- çok olsu)ı,imkânına göre vermesi uygun olur.

5— Ölünme ve, gösteriş maksadı olmaksızın yapılan fyr iyiliği gnlaN manın cevazına da bu hodîs-i ş«Fîf delâlet edör.[179]  

          

(50) Çocukları Öpmek

 

90— Âişe (Radiyallahü anha) 'dan rivayet   edildiğine, göre şöyle de­miştir :                                                                           

«— Bir A'rabî, Peygamber (SalkülahüAleyhiveSellem)'e gelip dedi ki:

«— Çocuklarınızı öper misiniz? Biz onları öpmeyiz.» Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve StUent) şöyle buyurdu:

— Allah senin kalbinden merhameti çıkarınca ben sana ne yapabi­lirim?»[180]

 

Hadîs-i şeriften alınacak görev : Şefkat ve merhamet duyguları ile ço­cukları yanaklarından ve sqir yerlerinden öpmek Müslümanlara gereken bir vazifedir ve sünnettir. Burada kız ve erkek çocuk arasında fark yoktur. Ancak cinsî sapıklık dalayısı ile şehvet duygularından,gelen sevme ve öp­meler haramdır.[181]

 

91— Rivayet edildiğine göre, Ebû Hüreyre şöyle dedi:

«— Resûlüllah (SallallafıÜ Aleyhi ve Sellem), Alî'nin oğlu Hasan'ı öptü, yanında da Temîm kabilesinden Akra' îbni Habis oturuyordu.» Akra' de­di ki:

«— Benim on çocuğum var, onlardan hiç birini öpmedim.» Resul üllajı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona baktı, sonra şöyle dedi: «— Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.»[182]

 

Akra' zannetmiştir ki, insanların öncüsü olan büyük şahsiyetler için, haya kaydına girmemekle beraber bazı tabiî meyil ve arzularını İnsanlar içerisinde açığa vurmak iyi bir iş değildir. A k r a in bu anlayışına karşı, bazı iyi ve hoş tabiî hasletlerin insanlar arasında yerine getirilmesi, ayıp­lanır şey değildir. Yeter ki utanç sebebi olacak bir iş olmasın, insanlar hu­zurunda çocukları öpmek, bu gibi hoş olan tabiî meyillerdendir ve sevgi ile merhametin bir ifadesidir.

Akra'    i b n i    Habis   kimdir? :

Temim kabilesinin ileri gelenlerinden otup, hem cahiliyet devrinde, hem de İslâm'ı kabulden sonra sayılan ve sevilen kimse olmuştur. İslâm'ı kabulden önce «Mueflefe-i Kulub'dendi = Kalpleri İslâm'a ısındırılmak İçin kendilerine yardım edilenlerdendi.» Mekke'nin fethinden önce Temim ka­bilesinin bazı seçkinleri İle bir heyet halinde Hazreti Peygambere gelmiş­lerdi. Bazı konuşmalardan sonra, arkadaşlarının bir kısmı ile İslâm'ı kabul etmiş ve Mekke fethinde, Huneyn ve Taif seferlerinde bulunmuştu. Hazretİ Halİd ibni Velîd'in maiyetinde Irak ve An bar fetihlerinde bu­lunmuş ve daha sonra Hazretİ Osman devrinde baş kumandan Ab­dullah ibni Amir tarafından bir ordu ile Horasan'a gönderilerek Curcan'da şehid olmuştur. Allah ondan razı olsun.[183]

 

(51) Babanın Edebi Ve Çocuğun İyiliği

 

92— (28-s) Rivayet edildiğine göre Velîd İbni Nümeyr, babasının şöyle dediğini işitmiştir:

«— (Bizden önceki ashab) diyorlardı ki, olgunluk (salâh) Allah'dan-dır, edeb (terbiye) ise babalardandır.»[184]

 

Insana fazilet kazandıran her iyi alışkanlığa edeb denir. Ahlâkın iyi ve gözel taraflarını alıp yaşamaktan ibarettir. Edeb bir de şöyle tarif edi­lir : İnsanı ayıplamaktan koruyan melekeye edeb denir. Çoğulu «âdab» kelimesktir,k\,, çeşitli çteyimlerde kuHaailır. ,Derejn âdabı, Şakimin gi^h.. fiir kimseyi te'dib etmek,,ona edebi öğretmek demektir. Jçte-çocuk­lara: birinci derecede edeb öğreticisi babqlardır. Bpt&n iyi -hal-Ve hareket­leri babaların çocuklara öğretmeleri gerektiğine ve bir vazifeleri olduğuna metindeki bu kısa ifade befiğ şekilde işaret etmektedir.

Diğer taraftan Cenab-ı Hak insanları ayrı ayrı güç ve kabiliyette, akıl v© İdrakleri birbirinden:farldı olarak yaratmış olduğu cihetle, esasa taallûk eden ana hasletler, A|lah fâdlâ'nın lütfü ve ihsanı olarak kabul "ediliV. Bû\ tün isieVİr-hayır ve şef. yaratan Âilah'dir. Fal<at İnsahfdfın iradesi ile mey-dqna^4İ6n işlerde'Icuıuh kesbi bulunduğundan sorumludur. Kulun iradesi dışıncfa yaratılan işlerde, İculun bîr aahlİ. bulunmadığından;' buhjârdan kul sorumlu değildir. Bu bbkıhıdan kulun iradesi dışında Aftaffın kullara ihsan buyurduğu ak'ıl've İdrak gibi salâhı ^gerektiren yarlıklar 'doğrudan doğruya Allah'dahdir1 denir.[185]

 

93— Nu'man îbni Beşir, ravi Â'mir'e anlattığına göre:

— Babası (Beşir), keüdisini yüklenerek Resûlallahl (Saîlallahü Aleyhi ve Seltem) 'e götürüp dedi ki:. «Ya Resûlallah!. Ben seni şahit tutu­yorum, (oğlum) Nu'öıan'a şunuve şunu bağışladım.»     

Peygamber şöyle buyurdu:

«— Her çocuğuna bağışladın mı?»

Babam:

«— ,EEayir!» dedi.

Peygamber:

«— Çocuklarının hepsinin iyilikte müsavi olmaları seni sevindirmez mi? »

Babam:

 takdirde (bu ayırmayı) yapma!* buyurdu.

EbÛ Abdullaü Eİ^Buhart dedi İd

«peygamber -(Salkıİkthü'Aleyktve Seltemj'in :                   

«—O faalde benden başkasını şbhit tut!» diye buyurduğu şahadet sözü, bir ruhsat değildir. (Yani başkasının şahitliği ile çocukların acarın­da bu adaletsizliği yapabilirsin, manasını taşımaz.)[186]

 

İslâm dinî, meşru kazanç yollarına tevessül ederek mal kazanmayı ve mülk edinmeyi mubah kılmıştır. Geçimi t^nÛP ed£CeK kgdpr. kozçinç edin­mek her mv^ell^fç,farzdır. Ancak ka^nlarm -geçim masrafları ve( bakımı; - varsa- koça1awno,vyoksa velilerine .düşer, ihtiyaçtan fcızUı ka^drimak'mu-bah ise de, (?u fazla- kaEanç;a^örlendirilmediği takdirde,4p5Ofla seVâb ka­zandırmaz. Kazanılan ve ihtiyaçtan fazla olan mallar, Allah yölunda/hayır ve hasenatta,,4»nin yükselmesi ve korunması uğruna harcandığı takdirde ve buniyeije çalışıldığı müddet sevab elde edilir, Ahiret için ebedî kazanç olur. insanın yaratılış hikmeti Allah'a kulluk etmek olduğuna göre, Allanan dinine mal ve canla yardım etmek, q&4. .kulluk olur ve. böylece kulluk, va-. zİfesi yerine getirilmiş olur. Bu gayenin dışındaki çalışmalar ve elde edilen servetler boşuna olur ve belki de büyük azab vesilesi olur.

İnsan hayatta bulupa'uğu sürece malrnıp jnutaySafrıfıdır, onu istediği şe­kilde kullanır ve harcar. Yalnız ha?dm* ve isrbf yoIîaâjSda harcaması yasak olduğundan gürtâhtır. Bu hadîi-i ş'erîfteri de anlıyoruz l<i bir kimse çocuk­larından birine frîalmın bir^ısriııni bağışlayıp/ dfğerlenhf'mahrum etmesi bir adaletsizlik olacağından, uygun bir iş değildir. Çocukları tjirbiring>n ayırt etmeksizin mütavî tutmak ve birine yapılan bağıjırraynmı diğerlerine de yapmak gerekir. Hayatta yapılacak bağışlarda, erkek ile kıan arasını ayırmamak, hisşe)erinte^if tutmalç:en doğru göfüşturrÂjiin^arin b.iriisıb, mirösta.erkeğe iki ktz hissesi verildiği, gibi, hayattaki bağalarda da aynı ölçülü tutmak gerekHğin] ileri ^ürmS$Wse de, hggş-İ ^e.rîfin umumî de-Idtetî buna uyğ'ûfi-değildir.......      

İnsanın ölümü ile bütün tasarruf hakları kalkarak varislerine 0?Çer' Varisfer,.de Kur'ân-j Kerîm'de Cenab-ı Hakkın tayin ve takdjr buyurduğu öl'çı/lereı Ööre:ıhakldbn,ı. alırlar! Burada herkesinJhıssesi ne İse ons kavuşur. Kiz ve efkeİc'jîvlâcf arpsYhdd.'eşitJİk düşur)ü!mez.  

Bir kimse, hayatta İken malının tamamını bir çocuğuna bağıslasa, hü­küm bakımından geçerli olursa da, bu kimse günâh istemiş olur. Çünkü bunda diğer varislerin mahrum olmalarını kast etmiştir. Fakat birbirinden farklı olarak evlâdlarına bağışta bulunmuş olursa, bu haram değilse de mekruhtur. Hoş olmayan şeydir, yapılmamalıdır. Böyle yapılan bağış yine geçerli olur. Ancak sahih bazt sebepler dolayısı ile bağışlarda fark ya­pılabilir.

Beşir   ibni   Sa'd   El-Hazr e c î   kimdir? :

Ashab-ı kiramdan ve Ensar'dan olan Beşir oğlu Numan'a izafe edilerek EbuNuman diye künyelenmiştİr. İkinci Akabe bia­ti nda bulunduğu gibi. Bedir, Uhud ve diğer savaşlara iştirak etmiştir. Ca­rı iliyet devrinde Afapça yazmayı biliyordu. Hazreti Peygamber cihad için gönderdiği bazı birliklere onu komutan yapmış ve Medine'de ona bir müd­det görev vermişti. Ensardan Hazreti Ebu Bekİre ilk biat eden Beşir olmuştu.

Hazreti Ebu B e k i r 'in hilâfeti zamanında baş komutan H a I i d ibni Velîd'in maiyetinde savaşırken hicretin 13. yılında şehid edildi. Oğlu Numan ve Cabİr ibni Abdurrahman kendi­sinden hadîs rivayet etmişlerdir. Allah ondan razı olsun.[187]

(52) Babanın Çocukuna İyilik Etmesi

 

94— (29-s) ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«— Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de o salih kimselere "Ebrâr" ismini vermiştir; çünkü onlar, hem babalara» hem de çocuklara iyilik etmişler­dir. Senin babanın, üzerinde hakkı olduğu gibi, yine çocuğunun da se­nin üzerinde hakkı vardır.»[188]

 

El-Birru ( V ) mastarından türeyen Ebrar kelimesi, ismi foil oton Berr kelimesinin çoğuludur. Mastar manâsı iyilik ve ihsan et­mek, İtaat etmek, sadakat göstermek manâlarına gelir. İsmi fail manâsı, iyilik ve ihsan eden sdlih kimse ve çoğul olduğu takdirde kimseler demek­tir. Aria-babayâ itaat edenler, onlara iyilik ve ihsanda bulunanlar demek olduğundan bunlara «Ebrâr» ismi verilmiş oluyor.

Çocukları korumak, onlara iyilik etmek, din terbiyesi vermek, ve ge­çimlerini sağlamak ve onları yetiştirmek, aynı şekilde bir vazife olduğun­dan bu hizmetlerde bulunanlar da «Ebrâr» sınıfına giriyor.[189]

 

(53) Merhamet Etmiyen Merhamet Olunmaz

 

95— Ebû   Saîd   (RadlyaUahu anh)  Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ye Seîlemyden rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

«— Merhamet etmiyene, merhamet olunmaz.»[190]

 

Vacrb Tealâ Hazretlerinin rahmeti dünyada mümin olsun, kâfir olsun bütün İrîsanlraı hattâ bütün canlıları kaplamıştır. Hayatın devamı da ancak bu geniş ve sonsuz rahmeti sayesindedir. O halde merhamet etmeyene, Allah merhamet etmez demek, insanlara ve hayvanlara acımayarak iyilik ve İhsanda bulunmayana, Allah tarafından sevâb verilmez demektir. İyi­liğin karşılığı ve mükâfatı ancak iyiliktir. Yahut iman rahmetine kavuşma­yan, dünyada iman üzere yaşamayan kimse, âhtrette Allah Tealâ mn ba­ğışlamasına ve merhametine nail olamaz.

Hangİ manâ alınırsa alınsın, bu hadîs-i şerifte insanları merhametli ol­maya teşvik vardır. Burada merhamet umumî bir manâ taşıdığından, mümin okun/kâfir olsun insanlara ve hayvanlara merhamet edilmesine delâlet eder. Fflkaf dinin korunmasj ve yücelmesi için hakkı gerçekleştirmek yo­lunda karşı çıkacak din düşmanlarına gayet sert ve haşin davranmak da bir vazifedir. Allah için bu bir merhamet olur. Hak yolunda olan çetin mü­cadele ve gayretler ibadet olduğundan Allah'ın sevâb ve mükâfatına ka­vuşulur.[191]

 

96— Cerir ibni AbduUaVdan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

«— Resûlüllah (Saltalİahû Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:

«— Allah merhamet etmez, insanlara merhamet etmiyene.»[192]

 

BüJıodîs-İ şerîfin ..lâfzı, bir önceki" hadıs-i 'şerîfin lâfzından farlclı tse de aynı manâyı taşımaktadır. Müslüman olmayanlara merhamet, onların hak-lawnı çiğnememek, dinin kendilerine tanıdığı hakları vermek ve onlara zu­lüm etmemekle olur. Yoksa onlara sevgi beslemek ve kendilerini dost edin­mek dernek değildir.

Cerîr   ibni    Abdullah    kimdir? :

Ashab-ı kiramın meşhurlarından ve Becîle kabilesinin başlarından olan Cerîr (R.A.)'in künyesi E b û A m r 'dır. Rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamberin hicretinden kırk gün önce İslâm'ı kabul etmiştir. Pey-gamberin huzuruna varıp Müslüman olunca, Hazreti Peygamber hırkasını ona hediye etmiş ve:' bıuyurmustur.

, C er i r   (R.A.J gayet güzel bir kimse idi. Hazreti    Ömer   (R.A.) onun hakkında :

«— O, bü ümmetin Yûsuf ud ur.»

Demiştir. Hazreti Ömer (R.A.), Irak savaşlarının hepsinde onu, Be­rile kabilesinin başına geçirmiş ve bu kabile co!< büyük yararlıklar göster­miştir. Bunların bilhassa Ka d is iye muharebesinde üstün başarıları olmuş­tur. Sonra Kûfe'de ikâmet etti. Bİr aralık Hazreti A I İ (R.A.), onu elçi olarak Hazreti M u a v i y e (R.A.)'ye gönderdi. Sonra her iki taifeden ayrılarak ölünceye kadar Karkısıyye (Arabistan) de Fırat nehri sahilinde bulunan ve halen harabe halinde olan kasabada ikâmet etti. Küfeden ay­rılıp Karkısıyye'ye geçmesine sebep insanların fitnesi olmuştur. Bu hususta şöyle demiştir:

«Hazreti Osman'a sövülen bîr beldede oturmam.»

Ehl-İ beyte yakınlığı ve hizmeti bakımından ehl-i beyt'den sayılır. Hz. A I i (R.A.) Peygamber Efendimizden şöyle rivayet etmiştir: «Cerîr bizden, Ehl-i Beyt'dendir.»

C e r î r   (R.A.) der ki:

«— İslâm'ı kabulümden itibaren Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se.lem) beni her görünce tebessüm eîmiş ve beni hiç bîr şeyden engellememiştir.»

Enes    ibni    Malik   şöyle demiştir:

«— Cerîr benden büyük olduğu halde, bana hizmet ederdi.»

Cerîr 'den birkaç hadîs-i şerîf r'rvâyet edilmiştir. Hicri 51 yılında Karkısıyye de vefat etti. Allah ondan razı olsun.[193]

 

97— Cerîr îbni Abdullah'dan, Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Se'.tem) şöyle dedi:

«— İnsanlara merhamet etmiyene, Allah merhamet etmez.» Önceki hadîs-i şerîfe bakınız.[194]

 

98— Âişe (RadiyallahÜ atıha) şöyle anlatmıştır :

«— Bedevilerden birkaç kişi Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi. İçlerinden bir adam:

Bunun üzerine Allah'ın Resulü (Saîlalîahü Aleyhi ve Seltem) şöyle bu­yurdu :

«— Ey Allah'ın Resulü! Çocukları öper misiniz? Vallahi biz onları öpmeyiz,» dedi.

«— Aziz ve Yüce olan Allah senin kalbinden merhameti çıkarınca, ben sana ne yapabilirim?»[195]

 

Bu hadîs-i serîf, aynı lâfızla 90. sayıda geçti. Oraya bakılsın. Müsnedi Ahmed : 7121, 7287, 7636.[196]

 

99— (30-s) Rivayet edildiğine göre Hazreti Ömer   (Radiyailahu anh) bir adamı memuriyette çalıştırdı. Memur dedi ki:

«— Benim evlâddan şu ve şunlar var. Onlardan hiç birini Öpmedim.» Ömer (şöyle söyledi veya) dedi:

«— Aziz ve Yüce olan Allah, kullarından ancak insanların hakkını en ziyade yerine getirene merhamet eder.»[197]

 

Çocukları sevmek ve onları öpmek şefkat ve merhamet sebebi oldu­ğundan, bu merhamet karşılığında Allah Teâlâ da sevab ikram eder. On­ları sevmek ve onlara şefkat göstermek, insanlara ödenmesi gerekli bir haktır, yerine getirilmesi İcab eder.[198]

 

(54) Merhamet Yüz Parçadır

 

100— Ebû Hüreyre dedi ki:

«—Resûlüllah   (9allallahü Aleyhi ve Sellemyin göyle dediğini işittim»:

 «— Aziz ve Yüce olan Allah merhameti yüz parça etti de doksan do­kuzunu kendine alıkoydu ve yeryüzüne bir tek parça İndirdi. Bu bir par­çadan yaratıklar birbirleriyle merhametleşirler, hatta at, yavrusuna isa­bet etmek korkusundan ayağını yavrusundan kaldırır, onu korur.»[199]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşılan hükümler:

1— Allah Tealâ hazretlerinin merhameti, sonsuz denecek kadar ge­niştir ve boldur.

2— İnsanların tabiatinde ve bünyesinde merhamet duygusu vardır ve yaratılış mayasında mevcuttur. Aynı zamanda bu merhamet çeşitli tesirlerin altında yok edilmemelidir, fiilî olarak yaratıklar üzerinde varlığını göster­mesi için İnsanların daima bu iyi duygularını çalıştırmaları istenmektedir.

3— Akıl ve muhakeme   nimetinden   mahrum   olan   hayvanlarda   bile merhamet hasleti vardır. Hayvanların kendi yavrularını nasıl korudukları ve onları nefislerine tercih ederek nasıl besledikleri görülen ve bilinen ger­çeklerdendir. Cenab-ı Hak hayvanlarda da merhamet hasletini yaratmıştır.

Merhameti çok bol ve geniş olan Allah'ın bu güzel Rahîm ve Rahman sıfatlarından feyiz alarak merhametli olmaya çalışmak insanlığa düşen bir vazifedir.[200]

 

 

 

(55) Komşuya Vasiyyet

 

101— Hazreti Alşe (Radiyallahü anha), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyûen anlattığına göre, Peygamber şöyle dedi:

«— Cibril (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), devamlı olarak bana komşuyu tavsiye ediyordu, hatta zannettim ki, Cilbrîl komşuyu (komşuya) \-aris kılacak.»[201]

 

Komşuyu gözetmek ve onu korumak, imanın kemalindendir. Komşuya vasiyyet demek, ona güç mİktarınca iyilik etmek, hediye vermek, güler yüz göstermek, selâm vermek, halini sorup araştırmak, muhtaç olduğu şeylerde ona yardımcı olmak ve ona eziyet verecek maddî ve manevî işlerden sa­kınmak demektir. Komşu hakkını gözetlemek üzerinde Cibril o kadar önem­le durdu ki, Peygamber Efendimiz, komşunun aynen yakın akrabalar gibi, insana malında ortak olacakları zannında bulunmuşlardır. Komşu kim olur­sa olsun ve hangi halde bulunursa bulunsun, ona takat miktarı iyilik ve ihsan etmek lâzımdır.[202]

 

102— Ebû Şureyh El-Huza'î, Peygamber (Saİîallahü Aleyhi ve Seilem) den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle dedi:

«— Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, komşusuna iyilik et­sin. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, misafirine ikram etsin. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, hayır söylesin yahut sussun.»[203]

 

Komşuya iyilik etmek, misafire ikramda bulunmak ve hayırlı söz söy­lemek önemli isler olduğundan, bu işlere Müslümanları teşvik için Peygam­ber Efendimiz :

«— Allah'a ve âhiret gününe îman eden.»

Bu güzel şeyleri yapsın dîye buyurmuştur. Ayrıca âhiret gününe îmanla tahsis buyurmaları şu hikmete bağlıdır: Sevâb ve azabın hepsi âhiret gü­nüne îman etmeğe bağlıdır. Ahirete îman etmeyen kimse, fenalıktan çekin­mez ve hayırlı iş arkasında koşmaz. Ahirete îmanın tekrarlanması ela, her hasletin şanına itina göstermek içindir.

Bazı âlimler, komşuya ihsan etmeyi, ona yardım etmek, ödünç vermek, hastalığına gitmek, taziye etmek, tebrik etmek, cenazesini takip etmek, ev inşaatını komşu inşaatından yüksek yapmamak (ışığını ve rüzgârını kesme­mek) şeklinde tefsir etmişlerdir.

Misafire ikram etmek, insan kendi ailesine ettiği ikram ve harcamadan, fazla olarak ona ziyafet etmesidir. Misafirin birinci gününde farklı olarak ziyade ilgi gösterilir, ona lütufta bulunulur. İkinci ve üçüncü günlerde hazır bulunan peylerden mutad harcamalarından ihsan edilir, üç günden fazlası sadaka mahiyetinde olur. İster barındırır sevabını alır, ister gönül hoşluğu ile işine ve yerine gönderir. Bİr günlük gidiş masrafını da vermek iyi olur. Bu mevzuda daha geniş hadîs-i şerîf 741 numarada gelecektir.

İnsan, konuşma ve söz söyleme kabiliyeti ile diğer yaratıklara üstün kılınmıştır. Aklı ile düşündüğü şeyleri konuşmakla ifade eder, din hüküm­lerini başkasından işitir ve anlatır. Kelâmsız din ve diyanet olmaz. Kelâm iyi ve kötü sözlere tercüman olduğundan, taşıdığı önem çok büyüktür. Onun bu kıymetini zayi etmemek gerekir.    İmamı    Şafiî    şöyle der:

«— Bir kimse söz söyleyeceği zaman, Önce ne söyleyeceğini düşünsün. Eğer bir fayda görüyorsa konuşsun, değilse konuşmasın.»

Söz söylemenin bir takım şartlan vardır ki, onlara riayet etmeyen ka­yar, döşer:

1— Söz, bir ihtiyaç karşılığında söylenmelidir. Ya bir fayda kazanmak içîn, ya da bir fenalığı kaldırmak İçin olmalıdır. Çünkü sebepsiz konuşmak hezeyandır. Çok konuşanlar vardır ki, cehaletleri konuşmalarından açığa çıkar.

2— Sözö yerinde ve zamanında söylemelidir. Çünkü zamanında söy­lenmeyen sözden faydalanılmaz.

3— İhtiyaç miktannca söz söylemelidir. Çünkü ihtiyaçtan az olursa, maksadı karşılamaz. İhtiyaçtan çok olursa, boşuna kelâm olur.

4— Söylenen söz, açık ve özlü olmalı, çirkin ifade olmamalıdır. Manâ karıştırılmamalıdır.

İşte bir ihtiyacı görmek veya bir zararı kaldırmak maksadı olmaksızın konuşmaktansa, susmak daha hayırlıdır. Çünkü İnsanın çektiği zararların başında boş yere konuşmaları gelmektedir. Bu zararlardan kurtulmanın çaresi de susmaktadır.

E b u    Şureyh    El-Huzaî    kimdir? :

İsmi Huveylid ibni Amr 'dır. Medine'nin akıllı zatların­dan biri olup, Mekke'nin fethinden önce Müslüman olmuştur. Mekke'nin fethi «sırasında Huza'a kabilesine ait sancağı taşımıştır.

Yezîd tarafından Medine emirliğine tayin edilen Amr İbni Sa'îd El-Eşdak, Mekke'ye göndermek üzre bir ordu hazırladığı zaman bu emİre şu sözü meşhurdur:

«— Ey Emîr! Bana İzin ver, sana bir hadîs anlatayım.» Sonra şu hadîs-i şerîfİ rivayet etmiştir: «— Mekke'de kan akıtmak hiç kimseye helâl olmaz.» Hazreti Peygamber'den hadîs-İ şerîfler naklettiği gibi,   ibni    M e s '-u d 'dan da rivayet etmiştir. Çok kimseler de kendisinden rivayet etmişler­dir. Hicrî 68 yılında Medine'de vefat etti. Allah ondan razı olsun.[204]

 

(56) Komşunun Hakkı 

 

103— Mikdad Îbni'l-Esved'den işitildiğine göre şöyle demiştir:

«— Resûlüllah (SallallahüAîeyhiveSe!lem)s ashabına zinadan sordu.» Ashab:

«— Haramdır, Allah ve onun peygamberi onu haram kılmıştır,» de­diler.

Peygamber şöyle buyurdu:

«— İnsanın, on kadınla.zina etmesi, komşusunun karısı ile zina et­mesinden, üzerine daha hafif günâhtır.»

Yine ashaba hırsızlıktan sordular. Ashab:

«— Haramdır, onu Azîz ve Yüce olan Allah ile onun peygamberi ha­ram kılmıştır,» dediler.

Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu :

«— On ev halkından çalması da, komşusunun evinden çalmasından, üzerine daha hafif günahtır.»[205]

 

Zina, bir kimsenin nikâhı veya mülkiyeti altında bulunmayan yabancı bir kadınla cinsî münasebette bulunması demektrr. Zina bütün semavî dîn­lerde haram kılınmış olan bîr günâhtır. Büyük günâhlardandır ve kesin deHllerle haram olduğundan onu helâl benimsemek küfür olur. Fakat bu bü­yük günâh, komşunun karısı İle İrtikâp edildiği zaman çok daha çirkin ve daka taşkın bir cürüm olur. Çünkü komşunun komşuya emniyet ve güveni olur. Komşu hakkını gözetmek gerekirken ona ihanet etmek cürümlerin en büyöğö olur. Nitekim bir kNnsenirr himayeci altında bulunanlara yapılacak tecavüzler de böyledir. Günâhın şeklini değiştirir, daha fahiş bir hale sokar.

Zinanın sübutu ve .cezası hakkında tafsilât için «Hukuki Isla m iye Ka­musu» adlı kitabın (3/197-223) sayfasına bakılsın.

Htfsızlık da Karam olan günâhlardandır. Yine komşu hakkına yapıla­cak tecavüz, uzak kimselerin malına yapılacak tecavüzden daha kötü ve çirkindir. Bu demek değildir ^i, komşu rçıalından çalınmasın da, komşu ol­mayanlardan çalınsın. Burada komşu haklarına son derece riayet etmenin lüzumuna işaret vardır. Hırsızlık için yine ayni kitabın' (3/260-286) sayfasına bakılsın.

Muhafazalı bir yerden başkasına ait kıymet İfade eden bir malı gizlice almaya hırsızltk denir.[206] 

 

(57) İkrama Önce Komşudan Başlamalı

 

104— îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi: — Reoûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Cibril, bana komşuyu tavsiye edip duruyordu. Öyle ki, onu mi­rasçı kılacak zannettim.» diye buyurdu.[207]

 

Aynı lâfızla bu hadîs-İ şerîf Hazreti   A i ş e (Radiyallahü anha) tara­fından 101 numarada rivayet edilmiştir.[208]

 

105— Abdullah İbni Amr (Radiyallahuanh)'dan rivayet edildiğine göre :

«Kendisi için bir koyun kesildi de kölesine şöyle der oldu»: «— Yahudi komşumuza hediye verdin mi? Yahudi komşumuza hediye verdin mi?»

Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle dediğini işittim:

«— Cibril, komşuyu tavsiye edip durdu. Öyle ki, onu mirasçı kıla­cağını zannettim.»[209]

 

Dîn ayırt etmeksizin, milliyete bakılmaksızın hangi komşu olursa olsun ona önce ikramda bulunmak gerektiğine bu hadîs-i şerif delâlet etmektedir. Fakır olan komşulara sadaka vermek de yine böyledir. Hiç bir tefrik yapıl­maz. Yalnız zekât Müslüman fakirlere verilmesi gereken malî bir ibadettir. Zekât, Müslüman olmayanlara verilmez. Kurban eti de sadaka veya hediye yerine geçeceği itibarla Müslüman olmayan fakir ve zenginlere verilebilir. Adak mahiyetinde olan kurbanların eti ise, yalnız fakirlere verilir.[210]

 

106— Hazreti Âişe {Radiyaüahü arihd) 'dan şöyle dediği işitilmiştir:

— Resûlüllah (Sallallahû Aleyhi ve Sellem)'m şöyle dediğini duydum:

«— Cibril, bana komşuyu tavsiye edip durdu. Öyle ki, onu mirasçı kılacak zannettim.»[211]

 

101 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[212]

 

(58) Kapısı En Yakın Olana Hediye Edilir

 

107— Hazreti   Âige'den (Radiyaüahü anha)    rivayet   edildiğine   göre şöyle demiştir :

«— ya Resûlallah, dedim. Benim iki komşum var. Bunlardan hangi­sine hediye edeyim?»

«— Sana kapısı en yakın olana.» buyurdular.[213]

 

Bütün komşulara vermek îmkânt olmadığı zaman, bunlar arasında en yakın kapı komşuyu seçmek gerektiğine delâlet vardır. Daha fazla kimse­lere vermek gerektiği zaman, yine yakınlık sırası gözetilerek vermelidir. En yakın komşu, en çok hak sahibi olandır. Çünkü yakın olan, komşusu evine giren şeyi daha fazla görür ve onu arzulayabilir. Bİr de yakın komşu, yar­dıma İlk koşandır, öncelik hakkı var.[214]

 

108— Âişe (Radiyallahü anha) 'dan, şöyle demiştir: «— Dedim ki, ya Resûlallah! Benim iki komşum var. Bunlardan han­gisine hediye edeyim?»

«— Sana kapısı en yakın olana.» buyurdu.[215]

 

107 sayılı hadîs-i şerife bakınız.[216]

 

(59) Komşuların En Yakınını, Sonra En Yakınını İtibar Etmek

 

109— (31-s) Rivayet edildiğine göre, Hasan B a s r î 'ye kom­şuluğun hududundan sorulmuş. O da:

«— Ön tarafından kırk ev, arka tarafından kırk ev, sağ tarafından kırk ev ve sol tarafından kırk evdir.» dedi.[217]

 

Komşu itibarı, her cihetten kırk eve kadardır. Bundan daha uzakta olanlar komşu sayılmazlar. Herkesin iktidarına göre, yakınlık dereceleri göze^-tilerek, komşu hakkını yerine getirmeye çalışmak İslâm edebinin güzel bir halidir. Bazı mühim sebepler dolayısı ile, uzak komşuları yakın özerine tercih etmekte bir beis yoktur.[218]

 

110— (32-s) Ebû   Hüreyre 'nin şöyle dediği işitilmiştir :

«— Yakın komşudan Önce, daha uzak komşusu ile (insan vermeğe) bağlamamalıdır. Lâkin uzaktan önce, yakından başlamalıdır.»[219]

 

Komşulukta sırayı takip etmek, her ne kadar vacib derecesinde bir iş değilse de evlâ yerindedir. Mevcut beyan, daha münasip ve İyi olan işi göstermek içindir.[220]

 

(60) Komşuya Kapıyı Kapayan  Kimse

 

111— İbni   Ömer 'den   (Radtyalîahu anh) :

«— Gerçekten üzerimize bir zaman —yahut bir vakit— geldi ki, hiç kimseye altını ve gümüşü, rnüslüman kardeşinden daha sevgili olmadı. Şimdiki halde ise, altın ve gümüş her birimize müslüman kardeşinden daha sevgilidir. Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Se/tem/in şöyle dediğini işittim:

«— Kıyamet günü komşusunu yakalayan nice komşu vardır ki, şöyle der: Ya Rab! Bu, yüzüme kapısını kapatarak, iyiliğini esirgemiştir.»[221]

Bu hadîs-i şeriften anlaşıldığı üzere, ashab devrinde Müslümanların birbirlerine olan sevgi ve bağlılığı, altın ve gümüşe olan muhabbetlerinden daha fazla İdi. Birlik ve beraberliği temin eden bu Allah için sevgi saye­sindedir ki, çok büyük kuvvetlere ve topluluklara karşı zafer kazanmışlar ve hak dini koruyup her tarafa yaymışlardır. Onların bu yaşayış ve çalış­malarını örnek edİnmedİkçe, İslâm dinine hizmet diye bir şey düşünülemez.

Bir de yardıma muhtaç olan komşuya, elden gelen yardım ve İyiliği esirgemek ve ona kapıyı kapamak,, kıyamehgünü komşunun şikâyetine se­bep olacaktır. Bir kimsenin Allah Tealâ ya şikâyet edilmesi de ne kadar ağır bir durumdur? Buna sebebiyet vermemelidir.[222]

 

(61) Komşu Aç Îken Doymamalıdır

 

112— İbni Abbas'dan (Radiyaîtahu anhj işitildiğine göre, tbni Zübeyre haber vererek şöyle demiştir:

Peygamber (Salîal'.ahü Aleyhi ve Se'.lemVm şöyle dediğini duydum:

— Komşusu aç olup da karnını doyuran kimse, mümin değildir.»[223]

 

Bir kimse, komşusunun muziar halini bildiği halde ona yedirmeksizin, sırf kendi karnını doyurursa günahkâr olacağı muhakkaktır. Ancak hadîs-i şerifte mümin değildir, diye buyurulması, böyle hareket edenlerin kâmil ve olgun bîr Müslüman olmadıkları ve gerçek müminlerin bunu irtikap etmiye-cekleri hakikatini beyandır ve Müslümanları böyle hareket etmemeye bir teşviktir.[224]

 

(62) Çorbanın Suyu Çoğaltılıp Komşulara Taksim Edilir

 

113— Ebû Zer'den (Radiyallahu anh):

«— Dostum (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana üç şeyi tavsiye etti:

1— Civar azalan (organları) kesilmiş bir köle dahi olsa (başındaki müslüman idareciye) itaat edip, onu dinle.

2— Et pişirdiğin zaman suyunu çoğalt, sonra komşularından ev sa­hiplerine bak da, onlara iyilik olarak kadar (bir miktar) ver.

3— Namazı vaktinde kıl. (Sen namazı kıldıktan sonra) imamı nama­zı kılmış bulursan, zaten sen farz namazını kılmış bulunursun. İmam kıl­mamış ise (ona uyarsın da, ikinci defa kıldığın) bu namaz nafile olur.»[225]

 

1— Pişirilen yemekten komşuya İkram etmekle ilgili olan bu hadîs-i şerifin manâsına uygun hadîs-i şerifler geçti. Mümkün olduğu kadar örfe göre yakın komşuları nazar-ı itibara alarak, onlara pişirilen yemekten ver­mek bir sünnettir. İslâm'da her ne kadar bütün müminler kardeş ise de hepsine ikramda bulunmak mümkün değildir. Ancak komşuluk hakkının başka bir meziyeti de var. Burada müslİm/ gayri müsfim ayırt edilmez. Ya­kınlık ve ihtiyaç derecesine göre ihsana mazhar kılınır.

2— Kulağı ve burnu, kolu ve ayağı kesilmiş bir köle dahi olsa, Müs­lümanların başına geçen bir Müslüman idareciye itaat etmek ve dine aykırı olmayan emirlerini dinlemek gerektiğini Peygamber Efendimiz tavsiye bu­yurdukları cihetle, idareciye itaatin ne kadar önem taşıdığı anlaşılmış oluyor.

3— Namazları kerahet vakti girmeden müstahab yakıtlarında kılma­nın fazileti büyüktür. Evinde durum icabı farz namazını kılmış olan kimse, mescide gidip de imamı namaz kılmamış bulursa, onunla tekrar aynı na­mazı kılmalıdır. Bu ikinci defa kıldığı namaz nafile namaz olur ve bundan fazilet kazanılmış olur. İmam namazı kılmış ise, bu takdirde bir şey yap­maya lüzum kalmamıştır. Zaten vakit namazı evde kılınmıştır.

Beş vaktin da ikinci defa olarak imama uyarak cemaatla kılınıp kılı­namayacağı hususunda mezhep İmamlarının ayr: ayrı görüşleri vardır.

Şafiî'ye göre beş vakit namazın da tekrarlanması caizdir. Yani tek ba­şına evinde farz namazlardan herhangi birini kılmış olan kimse, aynı na­mazı nafile olarak imama uymak sureti İle kılabilir.

Hanefî mezhebine göre, ancak öğle ve yatsı namazları İade edilir, İkinci defa nafile yerine geçmek üzere kılınır. Çünkü ilk olarak tek başına kılınan namazla farz borcu edâ edilmiştir. Sonra cemaatla kılınan namaz da nafile yerine geçmiş olur.

E b u    Zer   kimdir? :

Ebu Zer El-Ğifarî ilk Müslüman olan ashabdandır. Ismİ Cündüb İbni Cünade 'dir. Dördüncü veya beşinci olarak Mek­ke'de İslâm'ı kabui ettiği söylenir.

Hazreti A I i 'nin delâleti İle Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam)'\n hu­zuruna varıp Müslüman oldu, şehadet kelimesini getirdi. Kendisi hadiseyi şöyle anlatır:

— Şehadet kelimesini getirdikten scnra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana dedi ki:

— Şimdi kavmin Ğıfar'a dön ve onlara durumu bildir, fakat Mekke halkından İslâm'ı kabul ettiğini gizle. Zira onların sana bir fenalık yap­masından korkarım.»

Ben dedim ki :

«— Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Mekke halkının ortasında olanca sesimle İslâm'ı kabul ettiğimi açıklayacağım, Lâ ilahe İllal­lah Muhammedün Resûlüllah diyeceğim.»

Sonra huzurdan çıkıp Mescide gitti ve en yüksek sesi ile :

« EŞHEDU EN LÂ İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAM­MEDEN RESÛLÜLLAH!»

Diye bağırdı. Oradakiler üzerine çullandılar ve kendisini yere yatırıp doğ meye başladılar. Haz r eti Abbas yetişerek üzerine kapandı ve oradakilere :

«— Siz bilmiyor musunuz, bu adam Ğifar kabilesindendir. Sizin Şam'a giden ticaret yolunuz üzerinde bulunuyorlar.»

Böylece mütecavizlerden onu kurtardı. Sonra ertesi gün aynı hareketi yaptı. Yine Mekkeliler onu yakalayıp düğerlerken Hazreti Abbas ye­tişti ve onu ikinci defa kurtardı. Sonra kavmine döndü. İlk İslâm'ı kabul edişi böyle oldu, E b u Zer den daha doğru sözlü kimse olmadığını Hazreti Peygamber haber vermiştir. İlim, zühd ve takva bakımından emsali yoktu. Uzun boylu, esmer renkli ve nahif vücutlu idi.

Müslüman olduktan sonra kavmine döndüğünden Bedir, Uhud ve Hen­dek savaşlarında bulunamamıştı. Sonra Medine'ye varıp Resûlüllah'dan ayrılmadı. Hz. E b u B e k i r 'in vefatından sonra Şam'a gİttî ve Hz. O s m a n 'in hilâfet zamanına kadar orada kaldı. Daha sonra Hz. Osman tarafından Rebeze'de ikâmet ettirilmiş ve orada hicretin 32. yılında gayet fakir bir halde vefat etmiştir. Tesadüfen arkadaşları ile buradan geçmekte olan Abdullah İbnİ Mes'ud tarafından teçhiz ve tekfin edi­lerek namazı kılındı. Ailesi Medine'ye gönderildi. Hazreti Peygamberden hadîs rivayet etti. Hazreti Ömer, Ibni Abbas ve diğer bazı ashab kendisinden rivayet etmişlerdir. Allah ondan razı olsun.[226]

 

114— Ebû Zer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdu ki:

«— Ey Ebû Zer! Et pişirdiğin zaman, etin suyunu çoğalt ve komşu­larım gözet. Yahut komşularına taksim et.»[227]

 

Komşularının hakkını gözet yahut komşulara taksim et şeklindeki te­reddüt ravinin lâfızdaki tereddüdüdür. Her iki lâfız aynı manâyı ifade eder. Bundan önceki hadîs-i şerîfin metnine göre ikinci tavsiyesi de aynı manâyı beyan etmişti.[228]

 

(63) Komşuların Hayırlısı

 

115— Abdullah îbni Amr, Resûlüllah (Sallallahü ALyhi veSellem)'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle dedi:

«— Allah Teâlâ katında, arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına en ha­yırlı olanıdır. Komşuların da en hayırlısı, komşusuna en hayırlı olanla­rıdır.»[229]

 

Müslümanlar, komşuya ve diğer kardeşlerine İyilik ve ihsan etmekle emrolundukları için, bunu yerine getirmekte sevâb vardır. Bu vazifeyi en iyi bir şekilde yerine getiren de en büyü!; sevaba nail olur. Bu bakımdan komşuya en çok hayır ve yardımı dokunan, kazanacağı sevab bakımından en büyük dereceye yükselmiş olur. Arkadaşlara yapılacak iyilik de böyle­dir. Bu kimseler, Allah katında en hayırlı kullar olurlar. Komşunun güzeli, eziyeti kaldıran değil, eziyetlere katlanandır, denmiştir.[230]

 

(64) Dürüst Komşu

 

116— Nafi' îbni Abdi'l-Hâris (Radiyallahu anh), Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Se/temJ'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle dedi:

«— Geniş ev, dürtist komşu ve rahat binek, müslüman kişinin saade-tindcndir.»[231]

Bu hadîs-i şerifte üç hususa işaret buyurulmuştur:

1— Geniş ev. Bir insan darlığa ve sıkıntıya düşmeyecek şekilde, ihti­yaçlarını karşılayacak derecede geniş bir evo sahip olunca büyük bir ni­mete kavuşmuş demektir. Ömrünü geçireceği ve ailesini barındıracağı bir mesken, çalışması ve İbadeti, uykusu ve istirahatı için kifayetli olduğu tak­dirde dünyada saadete kavuşmuş olur. Allah'ın emirlerine uygun olan dün­ya saadeti, âhiret için de saadete vesile olur.

2— Dürüst komşu. Bir kimseye eziyet vermeyen, üstelik ona iyilik eden, ahlâkı güzel bir komşuya sahip olmak da büyük bir nimettir, saadettir.

3— Rahat binek. Yürümesinde ye koşmasında, binicisine eziyet verme­yen, onun zamanını boşa çıkarmayan bir vasıta, hangi çeşitten olursa olsun, yine büyük bir nimettir, insan için bir saadet vasıtasıdır. O halde meşru yollardan bunlara kavuşmak için çalışmak da Müslümanlara mubahtır.

Nafi'   ibni   Abdi'l-Harİs   kimdir?:

Mekke'nin fethinde İslâm'ı kabul eden Nafi', ashabın büyökle-rindendir. Hicret etmeksizin Mekke'de kalmış ve bîr aralık halîfe Hazreti D m e r (R.A.) onu Mekke valiliğine tayin etmişti. Bir müddet sonra yine halife Hz. Ömer (R.A.) tarafından, görülen lüzum üzerine görevinden alınarak yerine Halid ibnİ'l-Âs (R,A.) tayin edildi. E b û Se­leme (R.A.) ve diğer bazı ashab kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Ölüm tarihi bilinmemektedir. Allah ondan razı olsun.[232]

 

(65) Kötü Komşu

 

117— Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöy­le demiştir:

— Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Se'.Iemj'm dualarından biri şöyle idi:

«— Allah'ım! Devamlı ikâmet edilen yerde kötü komşudan sana sı­ğınırım. Çünkü muvakkat yerdeki komşu değişir.»[233]

 

Hadîs-İ  şerifte geçen «Darü'l-Mukam veya  Darü'l-Mukame» Cennet man âsi nq geliyorsa da, burada aynı manâyı kullanmak uygun düşmez. Zİra Cennette hiç bir keder ve eziyet, meşakkat ve kötülük yoktur. Fatır sûresinin 35. âyet-i kerîmesi buna delâlet etmektedir. Bunun için burada Darü'l-Mukam, devamlı olarak ikâmet edilen yer, mesken olarak seçilen ev demektir. Böyle bir evden İnsan hayatı boyunca ayrılmadığından kendisine isabet edecek kötü ahlâklı bir komşunun eziyet ve fenalıklarını ömrü devam ettikçe çeker. Evinde huzur ve neş'e bulamayacağı için, bu kötü durumdan Peygamber Efendimiz istİaze buyurmuşlardır. Amma devamlı oturulmayan Sayfiye gibi muvakkat ikametgâhlarda karşılaşılacak kotu komşudan istia-zeye lüzum yok. Çünkü onun bulunuşu az bir zaman olur. Yer değiştirmek sureti ile komşu da değişmiş olur. Zaten muvakkat yer diye terceme edilen Dünya, Hakîm'İn tahriçlerinde El-Badiye olarak geçer. Badiye (Çöl) gibi yerlerde ikâmet kısa olur, göçebe hayatı sürülür.[234]

 

118— Ebû Musa'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) $§y]& buyurdu:

«— İnsan, komşusunu, kardeşini ve babasını öldürmedikçe kıyamet kopmaz.»[235]

 

Babayı ve kardeşi öldürmek en büyük cinayet olduğu gibi, İnsanın em­niyeti ve muhafazası altında bulunan komşuyu öldürmek de aynı cinayet­ler arasında anıldığından, böyle kötü komşunun zararından AMah Tealâ'ya sığınmak icab eder. öyle'ki, bu cinayetler, azgınlığın had safhası olduğun­dan bu devrenin gelişinden sonra kıyametin kopması beklenmelidir.

Ebu    Musa    El-Eş' a r î    kimdir? :

Ashab-ı Kiramdan olan Ebû Musa 'nın adı Abdullah i b n i K a y s 'dır. Hem künyesi; hem de ismi Me şöhret bulmuştur. Hz. Peygamber İn hicretlerinden önce, Yemen den Mekke'ye gelerek Müslüman oldu. Eş'ar kabilesinden olup, kardeşleri ile Mekke'ye gelmişti. Sonra Ha­beşistan a ve oradan da Medîne-i Münevvere ye hicret etti.

Peygamber Efendimiz tarafından Aden ve Yemenin bazı sahH belde­lerine vali olarak tayin edildi. Hz. Ömer (R.A.) devrinde de KÛfe ve Basra valiliklerinde bulundu. Isfahan ve Nusaybin gibi yerleri de fethet-mİştir. Siffîn vak'asında Hz. Ali (R.A.) tarafından E bu Musa (R.A.) ve Hz. Muaviye (R.A.) tarafından da Amr ibni As (R.A.) hakem tayin edilmişlerdi. Kendisi çok doğru bir kimse olduğundan Anir tara­fından aldatılmıştı. Bu hadiseden müteessir olarak Mekke'ye dönmüş ve hicretin 42 veya 53. yıllarında burada vefat etmiştir. Küfe de vefat ettiği de söylenir. Kısa boylu ve hafif vücutlu idi. Çok güzel sesi olup, Kur'ân-ı Ke-rîm'i en güzel okuyanlardandı. Hz. Ömer (R.A.) onu her görünce, ona Kur'ân okuturdu. Kendilerinden 360 hadîs-i şerîf nakledilmiştir. Vali bulun­duğu sırada halife Hz. Ömer (R.A.)'le olan mektuplaşmalarında, yazıla­ra tarih konmasını halifeye tavsiye etmiş ve ilk tarih kullanılmasına sebep olmuştur. Zühd ve takvası yüksek bir şahsiyet idi. Allah ondan razı olsun.[236]

 

(66) Însan Komşusuna Eziyet Etmemeli

 

119— Rivayet  edildiğine  göre,  Ebû  Hüreyre (Radryallahu anh) Jnin şöyle dediği işitilmiştir:

— Peygamber (Salîalîahü Aleyhi ve

«— Falanca kadın geceyi ibadetle, geçirir, gündüzleri oruç tutar, ça­lışır ve sadaka verir, bir de dili ile komşularına eziyet verir.» dendi. Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

— O kadında hayır yoktur. O cehennemliktir.» dedi.Ashftb:

«— Falanca kadın ise, farz namazları kılar, yağı alınmış peynirleri sadaka verir ve hiç kimseye eziyet etmez,» dediler.

Resûlüllah (SaMlahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: «— Bu kadın Cennet ehlindendir.»[237]

 

Bir kimsenin arkasında hoşlanmayacağı şeyleri söylemek, onun gıybe­tini yapmak haram bir is olduğu halde, burada bir kadının gıyabında ko­nuşulması nasıl izah edilir? Bir kısım âlimler şöyle demiştir:

«Bîr kimsenin namazına ve orucuna bakarak insanlar aldan mas» nlar ve onan fenalığından korunsunlar diye, o kimsenin fenal klannı söylemek haram olmaz. Bir kimsenin lehinde veya aleyhinde olan durumunu Pey­gamber beyan buyurmak maksadı İle ve verilecek hükmü bilip ona göre hareket etmek niyeti ile gıyapta söylenenler g'ybet sayılmaz,» denmiştir.

Btr adamda bir fenalık görüldüoö zaman, eğer fayda umuluyorsa, önce göze! bîr ifade ile kendisi ikaz edilir, yahut babası gîbi ona tasir edecek yakınına veya âmirine sözle, yazı île haber verilir. Eğer alıkomak imkânsız ve yapılacak ikâz faydasız görülürse, durumunu bildirmemek iyi olur. Çün­kü baba Üe oğul arasında, memurla ânir arasında bir düşmanca sebe­biyet teşkil eder.

Farz olan ibâdetler dışında, nafile olarak kılınacak namazlarla tutu­lacak oruçlarda muhakkak ki fazilet ve sevâb vardır. Fakat insanı, bunları yapmaya mecbur kılan bir hüküm olmadığı gibî, bunlar yapılmayınca da bir sorumluluk yoktur. Fakat komşuya ve insanlara eziyet etmemek, dini­mizin bir emridir ve başkalarına zulmetmek, onlara zarar vermek haram­dır. Harcımı, îrtîkâp eden, günahkâr olacağından cehenneme gider ve na­file İbadetleri onu kurtaramaz. Halbuki farzları yerine getirdikten sonra, haramlardan sakınan, her ne kadar nafile ibâdet etmese bile cennete girer.

Zamanımızda bulunan misalleri çoktur. Mal kazanırken helâl-haram bakmaksızın mal toplanmakta, sonra da bu para ile cami, mektep ve Kur'ân kursları gibi hayır yerlerine harcanabildiği ve bununla bir hayır elde edildiği kanaatları yo'c değildir. Haksız mal iktisabı, gayri meşru yol­lardan mal toplanması haram olan bîr iştir. Haramın cezası cehennemdir. Diğer taraftan helâldan hayır İşlemek yine bir nafile İbadettir, fazilet ve sevabı büyüktür. Fakat yapılmadığı zaman, bir farzı terk olmadığı İçin aza­bı gerektirmez. O halde, helâldan kazanmak ve ondan sonra hayır hasenâîa harcamak lâzımdır ki, âhiret için bir hazırlık elde edilmiş olsun. Ha­ram para ile hayır yerlerine yapılacak yatırım, bir sevâb temin eîmez. Ha­ram malı, hak sahiplerine vermek ve onlarla helâllaşmak sureti ile asıl borçtan kurtulmak icâb eder. Bir de hac esnasında Hacer-i Esved'i öpmek sünnettir, onu öpmek için İnsanlara eziyet vermemek gerekir.[238]

 

120— Umare'ye halası anlattığına göre, halası müminlerin annesi Âişe (Radiyallahü anha) 'ya sorup, şöyle dedi:

«— Biz hanımlardan birimizin kocası, hanımına yaklaşmak istiyor, fakat hanımı ya öfkesinden veya neş'eli olmamasından ona mani oluyor, nefsini teslim etmiyor. Bize bunda bir günah var mı?»

Hazreti  Âişe:

«—- Evet, dedi. Kocanın senin üzerinde haklarından biri şudur ki, bir hayvan semeri üzerinde olsan bile, ona engel olmamalısın.»

Yine şöyle anlatmıştır:

«— Hazreti Âişe'ye sordum. Birimiz aded görüyor. Kendisi ile koca­sının yalnız bir yatağı var, yahut örtünecek bir örtüsü var. Bu hanım nasıl yapar?»

Hazreti Âişe dedi ki:

«— O hanım üzerine izarını bağlasın (belden aşağı giyilen elbisesi­ni takınsın). Sonra kocası ile yatsın, uyusun. îzar üstünde kocanın hakkı vardır. Bununla beraber Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Selîem)'in ne yap­tığını sana ben anlatacağım:

«— Hazreti Peygamberin bana geliş gecesinin birinde idi. Arpadan bir miktar un Öğütülüştüm de, ona bir çörek yaptım. Peygamber eve gi­rip kapıyı kapadı ve mescide girdi. —Peygamber uyuyacağı zaman, ka­pıyı kilitler, su kabının ağzını bağlar, bardakları tersine çevirir ve lâm­bayı söndürürdü.— Dönmesini bekledim ki, kendisine hazırladığım çö­reği yedireyim. Fakat dönmedi. Ne zamanki, uyku beni bastırdı ve soğuk da onu üşüttü, bana geldi ve beni uyandırdı. Sonra bana:

— Beni ısıt, 6eni ısıt.» dedi.

Ben de ona dedim ki:

«— Ben aded görüyorum.»

Bunun üzerine:

«— O halde oyluklarından aç.» dedi.

Ben de oyluklarımdan ona bir kısım açtım. Başını ve yanağını oy­luğuma koydu, ısımncaya kadar. Bir de, komşumuzun evde beslenen (alış­kın) koyunu baş verip içeri girdi. Sonra çöreğe doğru yöneldi de onu aldı. Sonra çörekle geri döndü. Hazreti  Âişe  dedi ki:

— Ben, ondan harekete başladım. Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) uyandı. Ben de kapıya kadar koyuna koştum. Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu» :

— Çöreğinden yetiştiğin kısmı al ve komşuna, koyunundan sebep eziyet etme, (komşuna hoşlanmıyacağı bir şey söyleme).»[239]

 

Bu hadîs-i şeriften elde edilen hükümler:

1— İster öfke ve kızgınlık sebebi ile olsun, İsler sebepsiz olsun, zev­cenin kocasına mani olmaya hakkı yoktur. Kocanın karısı üzerinde olan haklarından biri de budur.

2— Aded görme halinde olan zevceye, zevci göbekle diz kapaklan arasındaki jkısım  dışında yaklaşabilir.  Bir kısım  âlimlere göre bu  hudut avrer mahalleri dışına kadar genişletilmektedir. Hadîs-i rerîf bu ikinci ma­nâya delâlet etmektedir.

3— Koyun gibi eti yenen hayvanların artığını yemekte bir beis yok? tur Artıkları hetâfdir.

Komşudan bir zarar çekilse dahi, onu incitmemek ve ona eziyet etmemek lâzımdır.[240]

 

121— Ebû Hüreyre (Radiyallahü anh)''den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdu:

«— Kimin kötülüklerinden komşusu emin olmaz ise, o Cennete gir­mez.»[241]

 

Daha öncaki hadîs-i şeriflerde kötü komşunun Cehennemlik olduğu buyurulmuştu. Cehennemlik olan da Cennete girmez. Ancak burada Cen­nete giremeyiş ebediyet ifade etmez. Yanİ hiç bir zaman Cennete gire­mez, demek değildir. Ebediyyen Cennetten mahrumiyet imansız göçenlere mahsustur. Haram olduğu kesinlikle bilinen bir şeyi helâl kabul etmek, din­den çıkmayı gerektirir. Bu inançla ölen de ebedî cehennemlik olur.[242]

 

(67) Bir Komşu Hanım, Komşusu Hanıma Koyun Paçasını Bile Küçümsemesin 

 

122— Amr îbni Muaz, büyük annesi Havva'dan rivayet ettiğine gö­re, büyük annesi şöyle dedi:

— Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bana dedi ki:

«— Ey mümin hanımlar! Sizden hiç bir hanım, yanmış koyun paça­sını bile komşusuna asla küçümseyip azımsamasın.»[243]

 

Koyunun yenen azalarından en kıymetsizi, sak kısımlarıdır ki, bunla­ra paça denir ve paça çorbası yapılır. Tırnakların sökülmesi İçin, paça­ların tırnak mahallen yakılır ve temizlenir. Burada İki hususa işaret edil­mektedir:

1— İnsan   külfete  katlanmaksızın, az dahi  olsa, komşusuna  hediye vermekten kaçınmamalı, mevcuttan ve kolayından vermelidir. Yoksa ade-ten verilmeyen bir şeyi vermek değildir.

2— Zengin olmayan bir komşudan gelecek az bir hediyeyi küçümsememek ve onu kabul etmek gerekir.

Bİr de aza çoğa bakmaksızın Allah için, sevgi bağlarını kuvvetlendir­mek için hediyeleşmeğe teşvik vardır.

Burada hitap hanımlara olmuştur. Çünkü hanımlar devamlı olarak evde bulunurlar ve komşu olarak birbirlerinden yardımlaşırlar. Aynı za­manda, bu gibi hareketleri gurur ve şeref meselesi haline getirirler. Erkek­lere nazaran sabır ve tahammülleri daha azdır. Bunun için, hadîs-i şerifteki hitap kadınlara tahsis edilmiştir. Yoksa erkekler bu ölçüden dışarda kalmış değildir. Verilen az şeyi, hakaret saymak düşmanlığa sebep olur. Böylece aradaki sevgi kalkar ve ahenk bozulur. Onun için, az bile olsa, hediyeyi küçümsememelidir.

Havva    Binti   Yezİd    kimdir? :

Havva 'nin babası Y e z i d ve Y e z i d 'in babası da Se­ken 'dır. Medine'Iİ olup, Ensardandır. Yalnız bu hadîs-i şerifi rivayet et­miştir. Amr ibnİ Muaz El-Eşhelî 'nin büyük annesidir. ölü­mü ve hayatı hakkında geniş bilgiye rastlanmamaktadır.[244]

 

123— Ebû Hüreyre'den fRadtvatîahÜ anh) rivayet edildiğine göre. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Ey müslüman hanımlar! Ey müslüman hanımlar! Bir koyun pa­çası dahi olsa, bir komşu hanım, komşusu hanım için (hediyeyi) küçüm­semesin.»[245]

 

Lâfızlar biraz değişik olmakla beraber, Ebu Hureyre (R.A.) den gelen rivayet ile bir önceki hadîsi rivayet eden Havva 'nin nakil­leri arasında manâca bir fark yoktur.[246]

 

(68) Komşunun Şikayeti

 

124— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam şöyle dedi:

«— Ey Allah'in, Resulü!. Benim bir komşum var,.bana eziyet ediyor.»

Hazreti Peygamber buyurdu ki :

«— Git, eşyam yola çıkar.» Adam gidip eşyasını çıkardı. Bundan ötü­rü ahali çevresine toplandı. Onlar

«—Senin halin nedir?» dediler. * O da:                                 

«— Benim bir komşum var, bana eziyet ediyor. (Durumu) Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattım.»  (Bunun üzerine bana) :

«—Git de, eşyanı yola çıkar,» dedi.

O bulunanlar şöyle demeğe başladılar:

— Allah'ım! Ona lanet et. Allah'ım! Onu perişan et.»

Bu (olup bitenler)  ona  (kötü komşuya)  ulaştı.    Tuttu bu  (zavallı) âdâma geldi ve şöyle dedi:

«— Evine dön, Allah'a yemin ederim kif sana eziyet etmiyeceğim.»[247]

 

Bir kötü komşunun eziyetlerine katlanılamayarak evini terke mecbur olanın acıklı durumuna bakarak ona acıyanların bedduası derhal kabul edildiğine, bu hadfc-i şertf açık fc>ir örnektir ve güzel bir ibret misalidir. Mazlumun edeceği duâ ve buna ilâveten Müslümanların da yardımcı ol­maları, musibetin kalkması içİn_fkısa ve haklı bir yoldur.

Bu itibarla komşuyu bıktırmanın ve.evinden çıkmasına sebep olmanın ne derece büyük bir günâh olduğunu ve akıbetinin rüsvay edici bîr hal bu­lunduğunu bilip ona göre Müslümanların komşuya güzel ve iyi muamele etmeleri gerekir.[248]

 

125— Ebû Cuhayfe'den (Radiyallahtı anh)  rivayet edildiğine göre-şöy­le demiştjr:

— Bir adam, komşusunu Peygamber (Sallallahü Aîeyhi veSeHem)'e şi­kâyet etti. (Hazreti Peygamber ona) :

«— Eşyanı taşıyıp yol üzerine koy. Kim bu eşyaya uğrarsa, ona la­net eder.» buyurdu.

(Adam Peygamberin tavsiyesini yerine getirdikten,sonra) bu eşyaya her uğrayan, o ..kötü komşuya lanet etmeye başladı. Bunun üzerine kötü vkomşu, Peygamber JSâlUüUfhü Aleyfy veSeUem)'Q gelip:

«— İnsanlardan karşılaştığım ve gördüğüm (bu hakaret ve lanet) ne­dir?» dedi.

(Peygamber) :

«— Gerçekten Allah'ın laneti, insanların lanetinin Üstündedir» bu­yurdu.

Sonra bu adam, şikâyet edene:

— Korunmuş oldun!» dedi. Veya buna benzer söz söyledi.[249]

Bir önceki hadîs-i şerifle aynı manâda olan bu hadîs-i şerîf   E bu Ç u h a y f e   tankı ile rivayet edilmiştir.

E b u    C u h a ;y f e    kimdir? :

Künyesi ile şöhret bulan    Ebu    Cuhayfe 'nin adı,   V e h b İbni    Abdullah 'dır. Hz.   Ali    (R.A.) ona  «V e h b u ' ! - H a y adını vermiştir. Hz. A I İ 'nin hilâfeti zamanındaki bütün savaşlara İşti­rak etmiştir. Hz. Peygamber in irtihallerinde, henüz bulûğ çağına ermemişti. Genç yaşında Peygamberin sohbetinde bulunmuş ve Peygamber'den hadîs-i şerif ezberlemiştir. Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ali 'nin sohbe­tinde bulunmuş ve Hz. A I i onu KÛfe emirliğine tayin etmişti. Hicretin 64. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[250]

 

126— Cabir'in şöyle dediği işitilmiştir:

«— Komşusunun düşmanlığım Peygambere şikâyet etmek için bir adam geldi. Bu adam bizimle, Beytu'llahın rüknü ve Makam-ı îbrahim arasında oturduğu sırada Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) teveccüh edip çıka geldiler. Bu adam Peygamberi, Makam'da cenaze namazı kılman yerde, beyaz elbiseli bir adamla karşılaşıp görüştüğünü gördü. (Komşu­sundan şikâyet için gelen) Adam, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e dönüp şöyle dedi:

«— Anam ve babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Seninle beraber durduğunu gördüğüm üzerinde beyaz elbise bulunan adam kimdir?»

Peygamber:

— Onu sahiden gördün mü? dedi.

Adam :

«— Evet!» dedi.

Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

— Sen çok çok bir hayır gördün. O, Hatibimin elçisi Cibril (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'dir.    Bana, komşuyu (korumayı ve ona iyilik etmeyi) tavsiye ediyordu. O kadar ki, komşuya miras vereceğini sanmıştım.»[251]

 

Bu hadîs-i şeriften şu iki hüküm çıkmaktadır:

1— Komşusundan şikâyet etmek için gelen bir mazlumun davasından dolayı Cebrail (wrt3ssmt3iy)'ın gelmesi komşu hakkının önemine delildir.

2— Zalim değil de mazlum durumda olan şikâyetçinin Cebrail (A.S.)'ı görebilmesi, mazlumun manevî derecesine bir işaret sayılır. Bunun için, za­lim mevkiine düşmektense, mazlum durumda olmak daha hayırlıdır.[252]

 

(69) Komşusuna, Evinden Çıkıncaya Kadar Eziyet Eden Kimse

 

127— (33-s) Sevban'ın (Radiyailahü anha) şöyle dediği rivayet edil­miştir:                                    

«— üç günden ziyade dargınlıklarını devam ettiren iki adamdan bi­ri helak olur;,eğer bu dargınlık üzerine ikisi de ölürlerse, her ikisi top­tan helak olmuşlardır. Komşusuna, evinden çıkıncaya dek zulmeden ve onu bask? altında tutan kimse, muhakkak helak olmuştur.»[253]

 

Hazreti Peygambere kadar yükseltilmeyen bu haberin taşıdığı komşu hakkındaki manâ, 124 ve 125; hadîs-i şerîflerinkine uygun düşmektedir. Müslümanların birbirlerine karşı dargınlığı ile ilgili kısım, ileride 298. ha­dîs-i şerifle ilgili olduğundan tafsilâtı orada bulunacaktır.

S e v b a n    kimdir? :

Sahabeden ve Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)"\n azadhlanndan-dır. Yemen deki Himyer kavminden olup, esir düştüğü sırcda Hz. Peygam­ber tarafından satın alınarak azad edildi. Hürriyete kavuştuktan sonra, Resûlüllah in hizmetinden ve yanından hiç ayrılmadı, İrtihallerİne kadar ehl-i beytten sayılma şerefine nail olarak beraberlerinde bulundu. Künyesi Ebu   Abdullah 'dır. Kendisinden birçok hadîs-i şerif nakledilmiştir.

Rivayet edildiğine göre, bir gün Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Kim insanlardan bir şey istemiyeceğini tekeffül eder bana söz verirse, ben de ona Cenneti tekeffül ederim.»

Sevban :

«— Ben!» diye söz verdi ve ölünceye kadar hiç kimseden bir şey is­temedi.

Resûlüllah'ın İrtihalinden sonra Şam'a gidip'Remle[254] denilen yerde ikâmet etti. Sonra Humus a geçti ve orada kendine bir ev edindi. Hicretin 54. yılında Humus'da vefat etti. Allah ondan razı olsun.[255]

 

(70) Yahudi Komşu

 

128— Mücahid'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

«— Abdullah îbni Amr'ın yanında idim, kölesi de bir koyun yüzü­yordu.» Abdullah îbni Amr dedi ki:                               

«— Ey genç! Bitirdiğin zaman, Yahudi komşunla başla (hediye ver).»

Oradaki topluluktan bir adam:

«— Yahudi'ye mi? (vereceksin) Allah seni ıslâh etsin,dedi.

Abdullah Îbni Amr şöyle cevap verdi:

«—Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Se.lemy'm komşuya iyiliği tavsi­ye ettiğini işittim; hattâ korktuk —yahut zannettik— ki, komşuyu mi­rasçı kılacak.»[256]

 

Din ve ırk ayrılığına bakılmaksızın komşu kim olursa olsun, oha iyi muamele etmek ve mevcut olan şeylerden ona ikram etmek herkesin vazi­fesidir. Bu şekilde komşu hakları gözetildiği müddet, cemiyetin bönyesr sağ­lam olur, ayrılık ve dargınlık önlenir. Birbirinin haklarını gözefnte ve se­vişme gibi güzel huylar doğar ve böylece cemiyette huzur ve saadet olur. Ayrıca âhiret sevabı da kazanılır.[257]

 

(71) İyilik

 

129— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «— Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)  soruldu ki:

«— İnsanların hangisi en iyidir?» (Cevap vererek şöyle) buyurdular: «— İnsanların Allah katında en iyisi, en çok takvası olanıdır.» Ashab dediler ki:                                   

«— Biz sana bunu sormuyoruz.»

Hazreti Peygamber:

— İnsanların en iyisi, Allah'ın peygamberi Yûsuf'dur. Babası Al­lah'ın peygamberidir. Babasının babası da Haliiu'llah = İbrahim'dir.» dedi.

Ashab:

— Biz sana bunu sormuyoruz.» dediler.

«— O halde î>ana Arab kavminin (madeninden) aslından mı soru­yorsunuz?» dedi.

Ashab:

«— Evet!» dediler.

Peygamber şöyle dedi:

«— tslâmdan önce sizin hayırlılarınız, İslâm ti a bilgin oldukları tak­dirde sizin hayırlı olanlarınızda*.»[258]

 

Kerem İle ilgili hadîs-i şeriflere ait olan bu bölümdeki kerem lâfzı, iyi­lik kelimesi ile terceme edilmiştir. Kerem, hayır çeşitlerine, faziletlerine ve güzel iş ve haröteetisre verilen isimdir. Manâsı geniştir. Türkçemizde kuîia-nılan iyilik, buna en uygun bir İfadedir. Böylece keremin aslı, hayır çokluğu elemek olur. Takva sahibi olan hayrı, çok kimse ölür. Dünyada dine ve- in­sanlara faydası çok, âhirette de dereceleri yüksek bulunur. Zira takvanın manâsı, korkmak ve sakınmakdır ki, Allah'ın yasak kıldığı şeyîcrden sakin-maR ve emrettiği* işleri yerine getirmekle elde edilen en güzel bir sıfattır. Buna en çok riayet eden ve Ijghî emir ve vezifeleri yerine getiren, şüphö-siz ki en çok İyilik-işleyen olur." Bunun için Cenâb-ı Hak:

— Sizin en iyiniz, takvası en çok ol ;uı in izdir.»

buyurmuştur (Hücurat sûresi, âyet: 13)

Peygamber Efendimiz geniş manâda, bütün İnsanlar içinde takvası çok olan müminlerinden iyi kimseler olduğunu beyan buyurduktan sonra, geç­miş zamanlardaki insanlar içerisinde Hz.   Yûsuf 'un en İyi bir kul ve Peygamber olduğunu açıkladı. Zira çektiği meşakkat ve karşılaştığı ağır imtihanlar karşısında takvası ile üstün bir mertebe kazanmıştı. Ashabın Arab kavmi içerisinde asıl itibariyle hayırlı kimler olduğunu sormaları üze­rine de, baba ve soy bakımından İyilik üzerinde durulmamış, yine cahilİ-yet zamanında güzel iş ve hareketlerde bulunanların aynen İslâm'da da bilgin bulundukları müddet en hayırlı kimseler oldukları ifade edilmiştir. Çünkü insanların yaratılışları icabı, iyi sıfatlarda ve güzel ahlâkda istidat­ları ayrı ayrıdır. Aslında ve mayasında iyi sıfatları bulunan, İslâm dininde ilim ve anlayış kazandıktan sonra, sahip olduğu güzel meziyetlerle insan­ların en hayırlıları kısmından olur.

Kıymetli bir cevher olan altın madeni, nasıl kİ muhtelif kıymetsiz ma­den ve topraklarla karışım halinde iken, tasfiye edilerek pâk ve tertemiz olan saf altın madeni elde ediliyorsa, insanlarda bulunan iyi ahlâk cevheri, İslâm'dan önce muhtelif kirlerle karışım halindedir. İslâm dini bu cevheri kirlerden temizleyerek saf ve temiz bir ahlâkı meydana çıkarır. İnsanın da kıymeti bu şekilde yükselir, Allah katında makbul olur.[259]

 

(72) İyilere Ve Kötülere İyilik Etmek

 

130— (34-s) Muhammed İbni Alî'den (İbnu'l-Hanefiyye'den, Hazreti Alî'nin oğlundan) rivayet edildiğine göre :

«— İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.»

Âyet-i kerîmesini şöyle tefsir etmiştir: tyilik ve ihsanda bulunmak, herkese şamildir; iyi insanlara da yapılır, kötülere de...

Ebû Abdullah dedi ki:

«— (Bu âyet-i kerîme için) Ebû Ubeyd şöyle beyanda bulundu» :

«— Âyet-i kerîme mutlaktır, herkese şamildir.» (Rahman Sûresi, âyet: 60)[260]

 

Hazreti Peygambere kadar yükseltilmeyen bu haberden anlaşıldığına göre, İyilik ve ihsan, yalnız iyi kimselere yapılması gerekli değildir. Kötü huylulara ve günahkârlara da İyilik yap;t:r. Belki de bunlara yapılacak iyi-lifc sayesinde kalpleri yumuşayabilir, zararları önlenebilir veya hafifletile-biMrPHer ne olursa olsun yapılacak iyüiğin karşılığı maddî yönden olmasa bile, manevî sevabı olacaktır. Yine mükâfat olarak bir iyiliğe kavuşulmuş olacaktır.

(Bu habere ait başka bir kaynağa rastlanamamıştır.)[261]

 

(73) Bir Yetimin Geçimini Sağlıyanın Fazileti

 

131— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) yolu ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu hadîs-i şerif rivayet edilmiştir:

«— Dul ve yetimlerin ihtiyacına koşan, Allah yolunda cihad eden­lerle, gündüzün oruç tutup, geceyi ibadetle geçiren gibidir.»[262]

 

Dul ve yetimler, fakir miskinler için geçimlerini sağlayan bir k'mse bu­lunmadığı zamo'n onların ihtiyaçlarını karşılamak ve onlarla meşgul olup, dertlerine deva ve çareler aramak, en büyü1; ibâdetlerin sevabını kazan­maya vesile olur. Allah yolunda savaşmak, gündüzleri oruç tutup, geceleri ibâdetle geçirmek, sevabı büyük olan ibâdetlerdir. Bu İbâdetlerle elde edi­len sevâb, kimsesiz dullara ve yetimlere yapılacak yardım ve muavenetle kazanılmış olur.[263]

 

(74) Kendi Yetiminin Geçimini Sağlayanın Fazîleti 

 

132— Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Settem)'in zevcesi Âişe şöyle dedi:

«— Yanında iki kızı bulunan bir kadın bana gelip, benden (dilene­rek) istedi. Yanımda tek bir hurmadan başka bir şey yoktu. Bu hurmayı ona verdim. O da bunu iki kızına böldü. Sonra kalktı çıktı* Arkasından Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Selîem) (eve) girdi. Ben de hâdiseyi ona anlattım. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Kim, böyle kızların ihtiyacından bir şey karşılar ve onlara iyi-likde bulunursa, bu kızlar ona ateşe karşı perde olurlar. (Cehennemden onu engellerler).»[264]

 

Hadîs-i şerifin bize verdiği dersler:

1— Kâinatın efendisi olan son Peygamberin saadet hanelerinde bir hurmadan başka, fakire verilecek bir şey bulunmayışı, maddeye kıymet vermeyisin, sabır ve tevekkülün açık bir örneğidir. Madde gerçek davaya harcandığı zaman yerini ve asıl kıymetini bulur. Birikintisi kuru bir yığın­dan ve ağır bir vebalden başka bir şey değildir.

2— Evinde verecek bir hurmadan başka bir şeyi bulunmayan Hazreîİ A i ş e (Radiyallahü anha) Hazretlerinin, bu tek hurmayı fakire vermesi, cö­mertliğin ve merhametm, Allah'a tevekkülün en güzel bir yaşantısıdır. Bize cömert olmayı, merhamet etmeyi ve Allah'a güvenip dayanmayı öğretiyor.

3— Kapıya gelen bir dilenciyi, efi boş çevirmemek ve ona iyi mua­mele etmek gerektiğini de bize öğretiyor.

4— Yetim çocukları olduğu anlaşılan kadıncağızın aldığı hurmayı iki­ye bölerek çocuklarına vermesi ve kendisinin bundan tatmamış olması, anne şefkatinin ve çocuklara olan merhametinin büyüklüğünü göstermektedir.

5— Netice olarak, bilhassa cahiliyette hor görülen kız çocuklara iyi bakmanın ve onların ihtiyaçlarını karşılamanın büyük sevaba vesile oldu­ğunu-, âhirette Cehennem'den koruyucu perde vazifesi göreceklerini Pey­gamber Efendimiz müjdelemektedir. B:ze düşen, bu sevaba kavuşmak için çocuklara İslâm terbiyesi altında yardımcı olmak ve onların ihtiyaçlarını imkân dahilinde karşılamaktır.

Bu hadîs-i şerif, biraz değişik olarak 89 numarada geçmiştir.[265]

 

(75) Ana-Babası Arasında Yetim Kalanı Geçindirenin Fazileti

 

133— Ümmü Saîd'in (Radiyallahü anh) babası Mürretü'l-Fihrî'nîn Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*den rivayetine göre, Hazreti Pey­gamber şöyle buyurdu:

«— Ben ve yetimin bakıcısı, Cennette (yakınlık bakımından) şu İki parmak gibiyiz.» Yahud «Şunun şuna olan nispeti gibiyiz.»

Ravîlerden S ü f y a n , Peygamber'in gösterdiği iki parmağın işa­ret parçağı ile orta parmak olduklarında şüphe etmiştir.[266]

 

İster babanın vefatı ile anne elinde, İster annenin vefatı ife baba elinde kalan yetim olsun ve ister başkasrmn yetimi olsun, bunlara kefalette bulu­nan, ihtiyaçlarını karşılayıp haklarını koruyanın derecesi çok büyüktür, öy­le kî, Cennette Peygamberle bir arada bulunmak şerefine kavuşmaktır. Bu âa en büyük saadettir. Peygamber hak île batılı ayırt edemeyen, ahlâk ve faziletten mahrum bulunan bîr kavmi karanlıklardan aydınlığa çıkardı, on­lara ilim ve irfan verdi. İşte yetime kefil olan da, anlamaz ve bilmez du­rumda olan çocuğa dinini öğretir, dünya vazifelerim gösterirse,.Peygamber yolunda bulunmuş olur ve ona yakınlık derecesini kazanır. Bundan daha büyOk mertebe olamaz. Bo hadîs-i şerifin ruhunu anlayıp ona uymak, mü­minlere Allah'ın lütfü olsun.

M ö r.r e t ü ' \ - F i h rî.   kimdir? :

Babasının adı A m r olan M ü r r e (R.Â.) Ashab-ı kiramdandır. ve Mekke'nin fethi gününde İslâm'ı kabul etmiştir. Kızı 0 m m 8 S a î d , kendisinden yalnız yetim hakkındaki bu hadîs-i şerîfi rivayet etmiştir. Hak­kında geniş bilgi verilmemektedir. Medine ehlinden sayılır. Allah ondan razı olsun.[267]

 

134— (35-s) Hasan'dan rivayet edildiğine göre : «— Bir yetim, îbni Ömer'in yemeğinde hazır bulunurdu. Bir gün İbni Ömer bir yemek isteyip getirtti de yetimini aradı; fakat onu bulamadı. Nihayet tbni Ömer, yemeğini bitirdikten sonra, yetim geldi. îbni Ömer, onun için bir yemek, getirilmesini istedi, fakat evlerinde yemek yoktu. Bunun üzerine îbni Ömer, kavrulmuş un ve bal getirdi de (yetime şöyle) dedi:

«— Bunu al! Vallahi sen aldanmadın. (Benim yediğimden daha iyi­sine sahip oldun).»

Hasan  şöyle demiştir :

«— Vallahi, îbni Ömer de aldanmadı,» (çünkü büyük bir sevaba nail oldu).[268]

 

135— Sehl îbni Sa'd'dan   işitildiğine   göre,   Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Seüemym şöyle dediğini rivayet etmiştir: *— Ben ve yetimin bakıcısı, şöyleyiz.»

Peygamber, işaret ve orta parmaklarını  göstererek  (bunu) bu­yurdu.[269]

 

Bu hadîs-İ şerîf Mürretü'l-Fihrî tarîki ile, 133. sayıda ri­vayet edifmİştir.

Sehl    i b n i    S a ' d   .kimdir? :

Hazreç kabilesinden olan S e h I 'in asıl adı Hazan 'd:r. Sonra Peyğatober (Saüalîahü Aleyhi ve SeUem) ona Sehl adını vermiştir. En-sar'dancftr. Peygamber (SeUkdîahH Aleyhi veSeHem)"\r) irfİhallerİnde on be* yaşlarında bulunuyordu. Kendisinden, ashab-ı kiram ve tabiin birçok hadîs-İ şerîf rivayet etmişlerdir. Hazreti Osman (R.A.)'a yardtm töhmeti ile Haccac İbni Yûsuf tarafından kendisine eziyet edilmiştir. Hic­retin 88. yılında 96 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etmiştir. Medine'­de vefat eden sahabenin sonuncusudur, Allah ondan razı olsun.[270]

 

136— (36-s) Ebû Bekir îbni Hafs'dan (Radtyalkıhu anh) rivayet edil­diğine göre:

«— Abdullah  (Îbni Ömer), sofrasında bir yetim bulunmaksızın ye­mek yemezdi. Muhakkak sofrasında bir yetim bulunurdu.»[271]

 

Buharı 'nin tahriç ettiği bu esere, başka kaynaklarda tesadüf edi­lememiştir.[272]  

 

(76) Evlerin En Hayırlsı, İçinde Kendisine İyi Bakılan Yetimin Bulunduğu Evdir

 

137— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«— Müslümanlar hakkında evlerin en hayırlısı, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir; ve müslümanlar hakkında evlerin en kötüsü, içinde kendisine fenalık edilen bir yetimin bulunduğu evdir. Ben ve yetimin bakıcısı, Cennette şu iki gibiyiz.» Peygamber iki parmağını gösteriyordu.[273]

 

Anlaşılıyor ki, yetime yapıian İhsan ve iyiliğin sevabı ne kadar çoksa, aksine olarak ona yapılacak fenalığın ve kötü muamelenin günâhı da çok ağırdır. Bunun İçin gerçek mümin o!cn, yetimin hakkına tecavüz etmez, ona iyilikten başka bir şey düşünmez ve yapmaz. Bu herkes için bir düstur olmalıdır.[274]

 

(77) Yetim İçin Şefkatli Baba Gibi Ol  

 

138— (37-s) Abdurrahman İbni Ebzâ'dan işitildiğine göre, Davud 'm şöyle dediğini anlatmıştır:                                                      

«— Yetim, için, şefkatli baba gibi ol; ve bil ki, ektiğin gibi, öylece biçersin. Zenginlikten sonra fakirlik ne çirkin! Bundan daha fenası veya daha çirkini de hidâyetten sonra sapıklıktır.

Arkadaşına va'd ettiğin zaman, ona va'd ettiğini yerine getir. Eğer bunu yapmazsan, seninle arkadaşın arasına düşmanlık girer. Bir de, ken­disi için hatırladığın bir işte sana yardım etmiyen ve (kendin için'lüzum-lu bir işi) unuttuğun zaman onu sana hatırlatmıyan bir arkadaştan Allah'a sığın.»[275]

 

Hazret! Davud Aleyhi s selâm 'dan rivayet edilen bu ha­berde şu mühim hususlar göze çarpmaktadır :

1— Koruyucusu ve yardımcısı olmadan mahrum bir yetime şefkâtiı bir baba gibi bakılmalıdır. Eğer böyfe iyi hareke? edilirse, kendi çocuğuna da başkası tarafından öylece güze! mücmele edilir.  Fena muamele edilirse, yine buna. karşılık bir fenalıkla karşılaşılır. Ekilen tohum cinsinden mahsûl alınmış olur. Daima iyi tohum ekip, karşılığında iyi örün beklemelidir. Yok­sa kötülük eken, kötülük biçecektir.

2— Hakikaten zengin durumda olan kimsenin fakir ve muhtaç duruma düşmesi ağırdır ve çok izdıraplı bîr İştir. Fakat asıl yoklu'; ve ziyan, hak yolu kaybetmek ve dafâlete, küfre düşmektir. Bundan daha büyük bir zi­yan olamaz. Çünkü ebediyyen mahrumiyyeti gerektirir. Tevbe ile hal dü-zeltümezse, artık kurtuluş çaresi kalmaz.

3— Bir hadîs-i şerifte, verilen sözü yerine getirmemek nifak clânet-lerinden sayılmıştır. Onun İçin verilen sözü, va'd edilen b:r hayırlı isi ye­rine getirmek vazifedir. Va'd edilen şey yerine getirilmediği takdirde, ara­da soğukluk baş gösterir ve İşi düşmanlığa !<adar götürür.

4— İyi arkadaş o kimsedir ki, yapmak istediğin hnyırli bir işte sana yardımcı olur ve unuttuğun faydalı ve lüzumlu bir işi sana  hatırlatır.  Bu­nun aksine hareket eden arkadaş, kötü arkadaştır ki, onun fenalığından Allah'a sığınmak gerekir.

Abdurrahman    ibni    Ebza    kimdir? :

Yaş bakımından ashab-ı kiramın küçüklerinden olan Abdurrah­man, N af i ' ibni Abdu'l-Harİs'in azadlıstd:r. Hazreti Peygamberin arkasında namaz kılmıştır. Rivayetlerinin çoğu Hz. ö m e r'-den ve Ubeyy ibni Kâ'b 'dandır. Oğulları S a î d ve Ab­dullah, kendisinden rivayet etmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'i güzel oku­yan ve feraizi İyi bilen bir âlimdi.

Kûfe'de ikâmet etmiş ve Hazreti A ! i onu Horasan valiliğine tayin etmişti. Allah ondan razı olsun.[276]

 

139— (38-s) Hasan'dan şöyle dediği işitilmiştir:

«— Müslümanların öyle bir devrinde bulunmuştum ki, (o zaman) onlar şöyle derdi:

«— Ey hane halkını! Ey hane halkım! Yetiminize bakın. (Ona hiz­met edin.)

Ey hane halkım! Ey hane halkını! Fakirinize bakın. Fakirinize ba­kın. (Onları yedirin ve koruyun.)

Ey hane halkım! Ey hane halkım! Komşunuza bakın, komşunuza ba­kın, (onlara ikram edin, haklarını koruyun.)

Hayırlılarınız çabuk alındı, (öldürüldü). Siz ise, her gün aşağı düşü­yorsunuz, dereceniz düşüyor.»

Ravi   Ebû   Umara   diyor ki:

— Hasan'm yine şöyle dediğini işittim:

«— Şimdi dilersen bir adamı fasık görürsün ki, otuz bin kişi ile Ce-hennem'e dalmıştır. Ona ne oluyor? Allah onu kahretsn! Allah'dan gelen (güzel) ahlâkmı pek az bir menfaat karşılığında satmıştır. İstersen o ada­mı, şeytan yolunu murad ederek ziyana uğramış görürsün. Kendisine ne insanlardan, ne de nefsinden öğüd verecek vaiz yoktur.»[277]

 

Ashab ve tabiîn devirlerini yaşayan Hazretİ Hasan, her iki zamanı mukayese ederek aradaki büyük farkı açıklamaktadır. Ashab-ı kiram dev­rinde yetime, fakire ve komşuya edilen yardımın sonraki devirde aynen ya­pılmadığını, malın Allah yolunda değil, belki şeytan yolunda harcanmakta olduğunu İfade etmiş ve insanları ikaz etmeye çalışmıştır. Cimriliğin ve mal hırsının Cehenneme götüren hasletler olduğunu, ashab devri yaşayı­şına dönmekle kurtuluşun olacağını beyan buyurmuştur.[278]

 

140— (39-s) Esma îbni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

«— tbni Sîrîn'e dedim ki, yanımda bir yetim var.»

(Îbni Şîrîn, cevaben bana) :

«— Çocuğuna yaptığını ona yap. Çocuğunu dövdüğün gibi onu döv.» dedi.[279]

 

Bu haberden de anlaşılıyor ki, bir insanın eli altında buiunan bir ye­time evlâd muamelesi yapmak gerekir. Evlâda ne yedirîlip giydiriliyorsa, yetime de onu yapmak İcab eder. Terbiye için evlâd dövüldüğü gibi, yetim de terbiye için dövülebilir.

I b n i    Şîrîn    kimdir? :

Asıl ismi Muhammed olup, tabiîn âlimlerİndendir. Künyesi E b u Bekir 'dir. Enes ibni Malik'in azadlısıdır. Hazreti O s m a n 'in hilâfeti zamanında doğdu. Zamanının âlimi ve imamı idi. Güvenilir yük­sek bir mevkii vardı. 77 yaşında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[280]

 

(78) Çocuğuna Katlanarak Sabredip  Evlenmiyen Kadının Fazileti

 

141— Avf ibni Malik, (Radiyallahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem/den rivayet ettiğine göre, (Hazreti Peygamber şöyle) buyurdu:

«Ben ve (meşakkatten ve darlıktan) yanakları moraran kadın. -Ko­casından dul kalıp, çocuğuna sabreden (evlenmiyen) kadın - Cennette şu iki (parmak) gibiyiz, birbirimize yakınız.»[281]

 

Bu hadîs-İ şerifte, kocasının ölümü ile veya kocasından boşanmak su­retiyle dul katan bir kadının, nefsanî arzularını bir tarafa atarak yetim ka­lan çocuklarını sahipsiz bırakmaksızın onları büyütmesi ve yetiştirmesi so­nunda kazanacağı yüksek mertebe beyân buyurulmaktadır.

Dul kalan bir çocuklu kadının, hele şeref ve cemâli de varsc karşıla­şacağı zorluklar ve çekeceği meşakkat altında yüzünün rengi değişeceği muhakkak olduğundan, Peygamber Efendimiz meşakkatlerden kinaye ola­rak halini yüz morartısı ile ifade eimişlerdir. Fakat amellerin en hayırlısı, en şiddetli olanları olduğu itibaria böyle bir zahmete katlanan annenin mükâfatı da .Cennette Hazreti Peygambere yakınlık olur.

Avf   ibni    Malik   kimdir? :

Hayber savaşı yılında Müslüman oldu. Mekke'nin fethinde bulundu ve fetih gününde Eşca' kabilesinin sancağını taşıyordu. Şam'da ikâmet etti. Hz. Peygamber bununla    E b u    D e r d â 'yi kardeşlik etmişti.

Hazreti Peygamberden, Abdullah ibni Selâm 'dan hadfc rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Müslim El-Havlanî, Ebu Idrîs El-Havfânî, Cübeyr ibni Nefîr, A b -durrahman ibni Aid, Küseyr ibni Mürre, Ebu'l-Melîh    ibni    üsame   gibi zevat rivayet etmişlerdir.

Ebu Ubeyd, «Kitabu'l-Ercval» adlı eserinde şu hâdiseyi anlat­maktadır :

«Hazreti Ömer, Şam'a girdiği zaman, bir Yahudi yaralanmış ve berelenmiş olduğu hatde karşısına çıktı ve ;

«— Müslümanlardan birr, beni gördüğün şekilde dövdü.» dedi.

Hazreti  Ömer  buna çok fazla kizdı ve  S ü h e y b 'e şu emri verdi;

«— Git, bu adamı döveni bul ve bana getir»

S ü h e y b gitti, gördü ki, Yahudîyi döven Avf ibni Malik... Süheyb,    İbni    Malik'e şöyle dedi :

«—Müminlerin Emîri Hazreîi Omsr sana çok fazla kızmıştır, Muaz ibni Cebel'e git de hâdiseyi ona anlat, sana yardımcı olsun. Sana peşin bir iş yapmasından korkuyorum.»

Nihayet namaz kılmakta olan Hazreti ö m e r 'e gittiler. Hz, Ömer namazı bitirince,   S ü h e y b 'e sordu :

«— Adamı getirdin mi?»

Süheyb :

«— Evetl» dedi.

Muaz   ayağa kalktı ve şöyle dedi :

«— Bu işi yapan Avf ibni Malik'dir. Kendisinden dinle fakat aleyhine acele edip hüküm verme.»

Hazreti   Ömer   ona sordu :

«— Bu Yahudîğe ettiğin ne?»

Avf   ibni   Malik   anlattı :

«—Bu adamı gördüm ki, bir eşeğe binmiş olan Müslüman birkadmı, yere düşsün diye, sopa îte düriükleyip kovalıyor. Kadın hayvandan yere düşmeyince, onu iterek yere düşürdü ve kadıncağızın üzerine abandı.»

Bunun üzerine Hazreti    Ömer:

«— Bana kadim getir, söylediklerini tasdik edecek mi bakacın.» dedi.

Avf ibni Malik o kadına gitti. Kadının babası ve kocası de­diler ki :

«— Biz rüsvay oluruz, bu hanımı nasıl götürürsün.»

Kadın İse :

«— Vallahi ben gider anlatırım.» dedi.

Sonunda kadının babası ile kocası birlikte Hazreti O m e r 'e gittiler ve aynen vak'ayı anlattılar. Bunun üzerine Hazreti Ömer, Yahudi'nin idam edilmesini emretti ve idam edildi. Rîvâyef edildiğine göre İslâm'da iik idam edilen Yahudi bu kimse olmuştur.

Avf ibni Malık hicrî 73. yılda vefat etti. Alla!; Ondan razı olsun.[282]

 

(79) Yetimin Terbiyesi

 

142— (40-s) Şümeysetü'l-Antekiyye'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Âİşe (Radiyaüakü anha) 'hin yanında yetimin terbiyesinden konuşul­du. Bunun üzerine Hazret! Âişe buyurdu ki:

«Ben, yetimi, uslanıncaya kadar döverim.»[283]

 

Hazreti  i ş e 'nin bu ifadesinden anlaşılıyor ki, insan kendi evlâdını dövdüğü gibi, yaramazlık eden yetim bir çocuğu da aynen kendi evlâdı gibi, acıtarak dövebilir. Umumiyetle Hazreti  i ş e 'nin yanında kardeşi çocukları yetim durumunda himaye edilmişlerdir. Bunlara karşı, Hazreti A i ş e 'nin merhamet ve sevgi beslediği muhakkaktır. Bununla beraber, ye­timleri dövmesi, kötü alışkanlıklarını bırakmaları içindir. Onları dövmemek sureti ile terbiyelerini ihmâl etmek, kendilerine fenalık olur. Ancak keyfî olarak ve lüzumsuz yere veya kendi çocuklarından ayırt edecek şekilde yetimlere muamelede bulunmak, onlara zulüm olur, günâh olur. Hazreti A i ş e 'nin beyanı, muhakkak surette yetim çocukların dövülmesi manâsına gelmez ve böyle bir manâ çıkarmamalıdır. Ancak gerektiği zaman, evlâd dövüldüğü gibi, bunların da dövülebileceğini bize anlatmaktadır.

Yetimin malını korumayı ve onu gözetip terbiye etme işini üzerine alan kimse, israf yapmamak şartı İle, örfe göre yetimin malından yiyebilir. Ye-tİm malını, kendi malına karıştırmamak şarttır.[284]

 

(80) Çocuğu Ölenin Fazileti

 

143— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Müslümanlardan  bir  kimsenin  üç  çocuğu  ölürse,  ona   Tahilletü'l-Kasem = Çok az miktar Cehennem ateşi dokunur.»[285]

 

Evlâd acısı çeken ana-babanın üzüntü ve kederleri çok olduğundan, böyle bir imtihanda sabrederek Allah'dan sevâb beklemeleri karşılığında Cennetle müjdelenmişlerdir. Zira herkes Cehennemin ne olduğ-unu görecek ve oraycf üğrayacaktfr. Fakat "bir kısmı azab çelcraeden geçip Cennete gi­recektir. Çünkü Cenab-i Haktfiieryem Sûresinin 7^.-öyet-i Kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

«İçinizden hiç biriistisna ed?hnei»ek üzre, mutlaka Cebennem'e va­racaktır. (Ancak cennetlikler yanmadan geçecekler, cehennemlikler ise ariya düşeceklerdir.) Bu Eabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.»

 *şte hadfe-i şerifte «z miktar ceheh'nem âteşine dokunuşun manâsı bu oisa gerektir. Herkes Cehenneme bu şekilde varacaktır. Netice olarak, di­ğer hadîs-i şeriflerin de delâleti ile, kendisinden önce üç çocuğu vefat ede­nin Cennete gireceği anlaşılmaktadır.

Tahillete'l-Kasem : Lügat manâsı bakımından, yeminin çözülmesi ve helâl kılınması demektir. Bir insan Allah Tealâ'nm qdını anarak bir işi yap-mıya yemin ederse, o işe başlamakla yemini çözülmüş olur. Bir işe başla­yış, zamas bakımından çok az bir vakit olduğundan bundan kinaye ola­rak kısa müddet murad edilmiştir ve yukarda sözü geçen âyet-i kerîmenin delâlet etti&i manyo uygun şekilde ifadesini bulmuştur. {Yeminler hak­kında tafsilât için, İslâm Fıkhı ve Hukuku, sayfa : 118).[286]

 

144— Ebû Hüreyre'den   (Radiyallahu anfah   .

«Bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e t>ir çocuk getirip:

«Buna dua et, (bundan önce) füç çocuk gömmüşüm.» dedi.

Peygamber şöyle tfıfyurdu;

«Kuvvetli bir engelle ateşten engellendin.»[287]

 

Burada da üç çocuğu ölenin, Cehennem ateşinden korunmuş olacağı  Cennete girmeğe hak kazandığı anlaşılmaktadır.[288]

 

145— Halid El-Absî'den rivayet edildiğine göre şöyle anlattı:

«Benim bir oğlum vefat etti. Bundan dolayı çok duygulandım. (Ebû Hüreyre'ye) dedim ki, Ey Ebû Hüreyre! Ölülerimizden ötürü, gönülleri­mize kendisi ile ferahlık verebileceğin bir şey, Peygamber (SültaUahü Aleyhive Se'/emJ'den işittin mi?»

EbÛ Hüreyre dedi ki:

«Peygamber (SalîaUahü Aleyhi ve Se'lem) 'in şöyle buyurduğunu işit-tiftı»

«Sizin küçükleriniz, Cennetin her tarafını dolaşan ve oradan ayni­mi yan varlıklarıdır.»[289]

 

Metinde geçeb «De'ânrys» kelimesi, «Du'mûs» kelimesinin çoğuludur. Su birikintileri içinde bulunup dolaşan ve sudan dışarı çıkmıyan küçük can-lilora a^ariir. Müminlerİa henüz bulûğ çağına, ermeden ölen çocukları, işte bu canfıjar gibi, Cennetin her tarafını serbestçe gezip dolaşırlar ve Cen­netten .ayrılmazlar. Çocukları,böyle vefat edenlerin teselli bulmaları, için bu hadîs-i şerif kendilerine şifâ olmalıdır.[290]

 

146— Câbir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Seilem)'ifr şöyle buyurduğunu işittim: «Kimin üç çocuğu vefat eder de, bunlara sabrederek Allah'dan se-vab beklerse, Cennet'e girer.»

Biz dedik ki:

«İki tane de mi (ölürse, cennet sevabı vardır) ?» Buyurdular: «İki tane de...

(Hadîsi Câbir'den rivayet eden Mahmud ibni Lebîd şöyle anlattı) : Ben Câbir'e dedim ki:

«Vallahi, zannediyorum ki siz bir tane de Ölse (Cennet var mıdır?) demiş olsanız, yine Hazreti Peygamber (Evet!) diyecekti.» Câbir:                                                             

«Vallahi, ben de öyle zannediyorum.» dedi.[291]  

 

Üç çocuğu ölenle, iki çocuğu ölen arasında âhiret mükâfatı bakımın­dan bir fark olmadığı açıkça anlaşılmakta ise de, bir çocuğu Ölenin mü­kâfatı hususunda kesin bir ifade yoktur. Ancak râvİlerin tahminine göre, bunda da aynı sevâb vardır.[292]

 

147— Ebû Hüreyre'den:

Bir kadın, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir çocuk getirip şöyle dedi:

«Bunun (sıhhat ve selâmeti) için Allah'a dua 'et. (Bundan önce vefat eden) üç çocuk gömdüm.»

Hazreti Peygamber :

«Çok kuvvetli bir engelle, Cehennem ateşinden engellendin.» bu­yurdu.[293]

 

148— Ebû Hüreyre'den:

«Bir kadın, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve 5'allem)'e gelip şöyle dedi» : «Eîî AHah'ua i Peygamberi! Senin meclisinde, sana- <bir şey sorup söz söyl©n>eğie) g§ç yetiremiyoruz. Bize bir günva'd buyur da, o günde sana getelira.»

Bunun üzerine Peygamber buyurdu ki:

«Sizin toplantınız — şu ve gu gün — falancanın evindedir.» Öulva'd eriten/ y^rde3tiöpianari'hahıinlara-Peygamber geldi.   Onlara anlattığı hadîsler arasında su vardı:                       

«SİMİeiı herhangi bir kidının üç çocuğu vefat eder de, buna sabrede­rek AUah'dân sevab beklerse, muhakkak o, Cennet'e girer.»

-.hazırvbuljunan kad^laisdan)-bir kadiri;

Peyg£)mber :  (ölürse, Cennet'e girmek vardır.)» buyurdu.[294]

(Havilerden Süheyl, hadîs-i şerîf ezberlemekte aşırı bir titizlik gös­teren ve kuvvetli hafızaya sahip olan bir zattı1 ve bu titizliğinden dolayı yanm4a hiç kimse hadîs yazamazdı.)[295]

                     

Hanımların kendi hallerine ait bazı dinî meseleleri serbestçe sorup öğ­renebilmeleri îçin,'Hüzreti Peygamberden muayyen h"\i gün ve yertansisinİ kendilerinden istemişlerdir. Hanımların bu isteği Peygamber tanafİndatfuy* gun bulunarak, onlara toplantı yer ve vakti gösterilmiş ve lüzumlu emirler bizzat" Peygamber tarafından hanımlara/jeblfğ ediImTşHr. 6u arada çocuk­larını, kaybeden annelere Kem bir teselli, \\erh "c|e âhiret mükafatını muide-leyiş olarak yukardaki hddîsri şeçîf de yarid olmuştur               

Bundan anlıyo.rui kL hanımlarırç a dinî bilgi almaları ve yetişmeleri ÎÇİn çQ.lışmqları gerekir. Tl im sahiplerine düşen görev de onlara lüzumlu ojaR .bilgileri vermektir.[296]

 

149— Ümmü Süleym {ftadiyalkhü anha)  anlatıp şöyle demiştir :

«Peygamber   (Sailallahü Aleyhi ye Sellem) 'in   yanında   bulunuyordun*. Peygamber (bana şöyle), buyurdu»:

«Ey Ümmü Süleym!    İki müslüman ana-babanın üş çocuğu vefat ederse,    Allah o ikisini, çocuklara olan rahmetinin ihsanı île, Çennet'e ar.»

Dedim ki:

«İki tane de mi. (ölürse..öyle?..)» 

Peygamber:

«İki tane de...» buyurdu.[297]

 

Ü m m ü- S, ü ;l ş;y m {Raûiyalhhüanha)'e hitaben varid plan bu ha-dîs-i şerîf, daha önce geçen hadîs-i şeriflerin lâfzına.ye manâlarına uy-gundur. Bııpu,-, ima m A b tn e d vö T.a b e,r â n î tahriçâtmişlerdir. ,   ö-m m^ü   S ü I e. y rrv jkimdjr?

Ümmü Süleym- (kââîyJîlâHü anhc\ kühyesi îte şöhret buftrtü'ştur. Ehsar hanıntl^rmdan olan^ bu şahabiyyehin ismi hakkında çeşitli rivayetler vardır. S ehle, Rümeyle, Rümeyse ve Müleyke gibi değişik sözler vardır. Hz. Peygamberin hizmetçisi E n e s Hazretlerinin annesidir. Kocasının adı Malik olduğundan, oğlunun nispeti de En es i b n i Malik 'dir. Cahiliyet zamanında Malik İle evlenmiş ve yine cahıliyette E n e s doğmuş oldu. Nihayet İlk Müslüman olan Ensarla be­raber İslâm'ı kabul etti. İslâm'ı kabul edişine kızan kocası M a I İ k , ha­nımını bırakıp Şam'a geçti ve orada öldü. Sonra E b u T a I h a henöz Müslüman olmamışken ümmü Süleym ile evlenmek istedi, ü m m ü S ö I ey m-'irv ona.cevab şu olmuştu :

«— Nikâh bedeli karşılığında İslâm'ı kabul etmen şartı ile seninle evle­nirim. Yâni Müslüman olursan, senden nikâh için mal ve para istemem.»

E b u , T a I h a bu teklife uyarak Müslüman oldu ve evlendiler. Daha önce de :

«— Oğlum Ene» bulûğ çağına ermeden "evlenmem.» derdi.

Evlenmesi    E n e s 'in bulûğundan sonra oldu.

Oğlu E n e s 'İ on yaşında iken Resûlütlah m hizmetine vakfetti ve İr-tİhallerine kadar yanından ayrılmıyarak hizmetinde bulundu. Hz. Peygam­ber'den OmmüSüleym hadîs-i şerifler rivayet etti. Kendisinden oğlu Enes, Ibni Abbas, Zeyd ibni Sabit ve Ebu Seleme gibi zevat rivayet etmişlerdir, t b u T a I h a 'dan Ebu U m e y r adında bir oğlu olmuştu. Babası buna çok sevinmişti, fakat kü­çük yaşında vefat etti. Çocuğun kafeste bîr serçesi vardı. Serçenin ölmesi üzerine, Peygamber Efendimiz çocuğa :

«Ey Ebû Ümeyr! Serçe ne oldu?»

diye lâtife ettiği varid olmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki, yırtıcı kuşların parçalayacağı bülbül, kanarya ve serçe gibi kuşları salıvermeyip besle­mekte bir beis yoktur. Nitekim ileride bu hadîs-i şerif gelecektir.

ümmü Süleym, en sevgili oğlunu Resûlüllah'ın hizmetine bağ­lamakla en büyük hizmeti yapmış ve Peygamber'in dualarına mazhar ol­muştur. Allah ondan razı olsun.[298]

 

150— Sa'sa'a ibni Muaviye'den nakledildiğine göre, Sa*sa'a Wi Zer ile bir su tulumu omuzuna takmış olduğu halde'karşılaştı ve oaâ;       

«Evlâddan neyin var, ey Ebû Zer?» dedi.

Ebû Zar:                                                                            

«Sana bir hadîs söyliyeyim mi?» dedi. Ben':

«Evet, anlatî» dedim.

Ebû Zer dedi ki:

Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in şöyle buyurduğunu işittim:

«Bir müslüman yoktur ki, onun henüz bulûğ çağına ermemiş üç ço­cuğu ölsün de Allah onu, bu çocuklara olan rahmetinin fazlı ile Cennet'e koymasın, (Allah muhakkak surette onu cennetine koyar.) Ve yine Müs­lüman bir köleyi azad eden bir adamın her uzvu için, aza d ettiği kölenin her uzvunu ateşten kurtuluş sebebi kılar.»[299]

 

Bu hadîs-i şerifte, ölen çocukların Cennöt vesilesi olmaları îç*p bulûğ çağına ermemiş bulunmaları şart kılınmış ve daha önce geçen hadîs-t şe­riflerin umumî manâsı kayıtlanmıştır. Bu bakımdan hadîs-i şerifin umumî veya mukayyed manâ taşıdığı hususunda hadîs âlimlerinin ihtilâfı vardır. Bir kısmına göre, küçök yaştaki çocuklara karşı sevgi ve onlara düşkünlük, büyüklere nazaran çok daha fazla olduğundan onların ölümü ile duyulan acı ve keder daha büyük olur. Onun için, böyle bir musibete katlanmanın mükâfatı Cennet olur. Büyük çocukların ölümünden bu mükâfat elde edil­mez, mükâfat daha noksan olur.

Bir kısım âlimlere göre de, her ne kadar bulûğa ermiyen çocuklar diye zİkredilmişse de, büyüklerin bu hükme girmiyeceğî manâsı çıkmaz. Büyük­ler de bu kaydın İçine girerler diye bir görüş vardır.[300]

 

151— Enes   ibni   Malik'den   rivayet   edildiğine   göre,   Peygamber şöyle buyurdu:

«itimin henüz bulûğa ermemiş üç çocuğu vefat ederse, Allah onu ve o çocukları rahmetinin fazlı ile Cennet'e koyar.»[301]

 

Allah Tealâ'nın rahmeti ve fazlı olmaksızın hiç kimse Cennete gire­mez, insan ne kadar ibâdet ederse, etsin, Allah'ın verdiği sayısız ve,hesap­sız nimetlerinin karşılığını hakkıyle ödeyemez. İnsan dalma acziyette oldu­ğunu itiraf etmelidir. Hak yoluna koyulduktan sonra Allah'ın fazlı ve ih­sanı beklenir ve o sayede Cennet'e girilir. Hadîs-İ şerîf buna işaret buyur­maktadır.[302]

 

(81) Cenini Ölen Kimse

 

152— (41-s) Sehi ibni'l-Hanzaliyye'den (Radiynllahu anh) —ki onun çocuğu olmuyordu— rivayet edildiğine gört.. şöyle dedi:

«îslâmda benim cerım halinde bir çor mun doğmasiyle ondan se-vab beklemem, bütün dünya içindekiler,  beraber benim olmasından bana daha sevgilidir.»

Îbnü'l-Hanzeli y-y e -(reiih Sürer-i* Âyet: 18 de zikredilen) ağaç altında biat edenlerdendi.[303]

 

Gönü tamam oimadqn önce, annesi karnından düşen çocuğa S:kt veya Cenîn eteptr. Ana-babası arasındo yaşamadan, vaktinden önce ulen çocu-ğurt selsfep olacağı sevAbyaşayıpMc sonradan ölen çocuklannkindcn daha fazladır anlaşılmomalidır; Bundan anlaşılan şudur: En aşağı derecede olan çocuktan kazanılacak sevâb bu kadar kıymet taşıdığına göre; tam te-şekltiH+t» çocukların yaşayrp Öldükten sonra arta-babalartria kazandıracak­ları sevâb mukayese edilömiyecek kadar buyüfc olur.       

S e h I    i b n i r I - H ü fi z e11 \ yy e  "kimdir? :                         

Ensardan alup, ilk Akabe'de ağaç altında Peygamber Efendimize biat edenlerdendir. Babasının adı R eb İ ' veya A m r 'âjy. H a n z e I i y -y e annesidir. Uhud ve ondan sonraki bütün savaşlarda bulunmuştur. Sonra Şam'a geçti ve orada İkâmet etti. Hz. Peygamberden hadîs .rivayet etmiş, kendisinden ,p!e rivayet olunmuştur.        

fi&'m ve fpzıl bir zqt idi. ^i*öîılarlp oturup sohbet e^ez, ya/namaz krlar veya teşbihte bulunurdu. Kjsır olduğundan geriye evlâd blrdkamafhış-ttr. Hi. ;M ıra v i y-e 'nin fıildlelinin bgsJarJndoL Şaın'da vefat elti. Allah ondan razı olsun.[304]

 

153— Abdujlah'dan (Radiyaîlahu anh) rivayet edildiğine §öyle dedi:                                                                                    

Reşûlüljah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;         

«Hanginizin mirasçısının malı, kendisine kendi malından,daha sev­gilidir?»

(Ashab) dediler ki:

«Ya Resftlaîlâh! Bizden fyer bmmîzin ihal^,. pıirasçısının 'İnalından kendine daha sevgilidir.»                                 

Btmun üzerine 9«sûlüHah?(ŞallalkthüAleyhiveSellem) şöyletbuyurdu:

«Biliniz ki, sizden hiçbirinizin malî, mirasçısının malından kendine daha sevgili değildir. Senin malın önceden (hayır yollarına) harcadığın­dır. Mirasçının malı da (harcayamayıp) geriye bıraktığındır.»[305]

 

İnsan, kendinden önce âhirete çocuk göndermekle nasıl sevap kazanı­yorsa, yine ölümünden önce hayır yollarına harcadığı mal sebebiyle ken­dinden önce âhiret sevabı hazırlamış olur. Ahirette bu hayır yollarına har­cadığı malların sevabını bulacağı için, malı kendisi ile bulunmuş demektir. Fajcat hayır yollarına harcayamayıp geriye bıraktığı maldan bir fayda gö-remiyeceğinden o mal veresenin olur, onlara kalır. Buna rağmen insan yine cimri davranarak âhireti ve kendi malını ihmâl eder de veresenin malını sever, korur ve onü harcayamaz. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz biz müminleri ikâz buyurmuşlar ve hayır yollarına harcamıya bizi teşvik et­mişlerdir.[306]

 

154— (Abdullah) (Ra4tyallahu anh)   dedi ki:

Resûlüllah  (Saİlallahü Aleyhi \e Sellem) yine şöyle buyurdu :

«Sizde kısır kimi sayarsınız.»

(Ashab) dediler ki:

«Kısır, çocuğu doğmıyan kimsedir.» Hazreti Peygamber:

«Hayır, asıl kısır, kendinden önce âhirete çocuklarından birini gon-dermeyendir.» dedi.[307]

 

Rekûb, çocuğu yaşamıyan, çocuğu ölen ve çocuksuz bulunan kimseye denir. Fakat Peygamber imiz, Rekûb1 u sevaba nail olamıyan, sevâbdan mahrum kalan manâsında değerlendirmiştir. Bir kimsenin çocuğu vefat et­tiği zaman, Allah'ın bir emri olarak buna katlanır, sabreder ve sevâb bek­lerse, karşılığında Cennete girme mükâfatını kazanır. Böylece büyük bir ecir elde etmiş olur. Çocuğu vefat etmiyen ise, böyle bir mükâfattan mah­rum kalacağı için gerçekte semeresiz kalmış demektir. Asıl Rekûb adını almayı da böyle kimse hak etmiştir.[308]

 

155— (Abdullah)  (Radiyallahu anh) dedi ki:

Hesûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine şöyle buyurdu:

«Sizde başpehlivan kimi sayarsınız?»

(Ashab) dediler ki:

«Erkeklerin yenemediği kimsedir o.»

Peygamber:

«Hayır, gerçekte başpehlivan, gazap (hiddet) anında nefsine sahip olandır.» buyurdu.[309]

 

İnsanlar arasında takdir ve şöhret kazanan büyük pehlivanların, elde ettikleri başarılar sebebiyle Allah katında mükâfatları yoktur. Bu bakımdan manevî değer taşımamaktadır. Fakat nefsin azıp kabardığı ve düşünmek­sizin her fenalığı yapmaya azmettiği bir anda, Allah korkusu baskısı ile, sağduyunun hakimiyeti ile nefsi frenlemek ve onun fenalığına meydan ver­memek, işte asıl pehlivanlık budur. Çünkü Allah katında bunun mükâfatı vardır. Bu ahlâkla ahlâklanmak dinin emirleri arasındadır. Nitekim Cenab-ı Hak, Âl-i tmran Sûresinin 134. âyet-i kerîmesinde :

«(Takva sahipleri), bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır.» buyurmaktadır. Öyle ise öfkeyi yenmek, asıl pehlivanlıktır.[310]

 

(82) Kölelere İyi Muamele Etmek

 

156— Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Ebû Talih'îû- oğluvAK, anlata­rak şöyle dedi:                                                 

Vakta ki,   Peygamber  (Şallallahü Aleyhi yeSellem) hastalığı   SeBebiyle ağıflaştı, şöyle buyurdu:                           

«Ey Ali! Bana bir kürek kemiği getir, oraya ümmetimin sapıtmıya-cağı şeyleri

Beni'bırakıp gideceğinden korktum da dedim îti':'

Sahifenin (kemiğin) iki tarafına yazılacak olanı ezberlerime (Bu sırada Peygamberin, mübarek) başı, kolu ile benim p^azum aba­sında idi. Namazı, zekâtı ve sahip olduğunuz köleleri tavsiye ediyprdu, (oûnîara riayeti emrediyordu). Ruhu boşanıp çıkıncaya kadar böyle söy­ledi ve Allah'dan başka raç'bir, İlâh olmadığına ve Huhammed'in de Al­lah'ın kulu ve peygajnberi olduğuna şahitlik etmeğe dair emri de suydu:

«Kim bu iki şehadet kelimesini (kalbi ile iman ederek) söylerse, ce-benneme haram olur,  (o kimsenin tfâhenneme girmesi haram olur).»[311]

 

Bu hadîs-i serTftç/Peygamb^'imîiin 6mıMefinm"%on anlarında buyur­dukları tavsiyeleri öğrenmiş oluyoruz. Bedenî ibadetlerin başı namaz ve malî ibodetleS4h^ecfe*meR-'2ekÖftır.<1riîa'rtfar arasında en aşağı-seviyede oton kölelere iyKrrtuamele ödip, onların hakkını korumak da muamelât ve cemiyet hayatr düzetnî ite- TTjğjîT hususftjr ki, bu aşağı seviyeden itibaren hâk ve^gdâlet lıözetîlî^se^feV Ost makamlara kadar.daha itinalı bîr şekilde işler düzeWn.İş olur. Haksızlıfcla^aşağı tabakadan başlarsa, kademe kademe yüksel/ri nihayet büsbütün adaletsizlik hüköm sürer» Adaletin 010500*191 btr cemiyette de huzur ve üzen kalmaz.                   

Bütün bu İbadetlerin kabulü de, îmanın esâsı olan şehadet kelimelerine bağlıdır. Bu iki keljme gjercek manâda tahakkuk etmedikçe, amellerin ma­nevî bir değeri kalmaz. Kelimeden biri : Allch dan başka hiç bir ilâh olma­dığına (kalb ile inanıp) şahitlik etmek — Eşhedü_En Lâ İlahe İllallah, de-m^k. , Diğerj de : Muhammedİn, Allah'ın kulu ve Peygamberi, olduğuna, (kalp ile İnanıp Allah'dan getirdiklerinin bütününün hak olduğuna) şahitlik etmek = Ve eşhedü enne'Muhammeden abduhu-ve resûlühu, demek.Bu iki kelime îmanın özetidir. Bunfdr kalb i!e tasdîk edfîip, dilife söyfehmedikçe îrridn husule" gelriieîfv îman'blmayınod^dölîiç bir amel fayda vörmez.  İçin Peygamber Efendimte'm evvel olduğu gibi, son'kelâmları da; bu Aklrbdşıhda ve tam bit ihtiyarla Örhrünun sonunda" bu şehadef kelU melerini söyliyen kimse, daha önce günâh İşlemiş olsa bite Cennete gîrer, diye ;bç>zı âlimlerin gorii.su,-yardır; Hadîs-i şerifte, b.u keiraıeİeçj. sayfiyene Cehennem, .haram ojlu.r, ..beyanından bu ,mcınâ çıktığını söylemektedirler. Çüpkjj bir jrap<id^t için, .mürnifilçrin, günahkârlarıjçtn Cehennem azabı ol-duğupbqşka/v.de]ijjerl,e sabittir.                 

Ravi'Hz. \A\:\ (Radiyallahuahhb hakkında varid oları hadîsi eri  on Ufl menakıbı burada yazılabilecek gibi değikUr, «Peygamberin dilinden dört halifesi» adlı kitabın 240-327. sayfalarına, tafsilât için bakılsın.[312]

 

157— Abdullah (ibni Mes’ud) iRitdtyallahıl anhûma) Peygamberden. Kvâyet  ettıgmij göre  Hazreti  Peygamber şöyle dedi:

«îfâvet eftene icabet edin, hediyeyi geri çevirmeyen ve msjsİumanları dövmeyin.»[313]

 

Peygamber'imiz, b'u'"hadîs-i şerîffe Müsfümanlarâ üç'şeyî tcVsîye ediyor:

1— Dİnin yasak etmediği İşler İçin bir kimsenin yapacağı daveti ka­bullenmek ve onu yerine getirmek sünnettir. Müslümanm, Müslüman üzeri­ne olan bir hakkıdır. Eğer davet bir düğün içinse, ona icabet etmek yacib dere^cesİn^eyîr. ;Dî§er davetler varb-olmöz. Ydprldtı' ddvete icabet "etme-mek İ^İn şu özürler vMir: Davetçinın kâzancfhın haram öldüğünü bftmek, baş!<criSfHı mutazarrır"etmiş'olmak, İçki ve kurna^îîSÇhcİftirn işler bulunmak, davef z:engfh'İe'reihâs olmak ğîbi.

2— Gelen bir hediyeyi   kabullenmek ve geri çevirmemek   lâzımdır. Amma bir maksata bağlı olarak getirilen hediyyeler, işîn durumuna göre rüşvet kısmına girebilir. Hakimler bu hükmün dışında kalır. Çünkü onlar hediye kabul edemezler, kendilerine haramdır. Fakat bunların dışında bu­lunan Müslümanların birbirlerini sevmeleri nişanesi olan hediyeleşmeği tat­bik etmeleri sünnettir. Karşılıklı olarak yerine getirilmeli ve Müslümanlar birbirlerini sevmelidirler.

3— Sebepsiz yere, bir ceza karşılığı olmaksızın, terbiye maksadı bu­lunmaksızın Müslümanlar döğülmemelidir. İş ve hareketlerde, konuşmalar­da lütufla muamele etmelidir. Haksız yere Müslümanı döğmek haramdır, büyük günâhtır. İslâm dini bunu emreder. Bu esasa binaen Müslüman ol-mıyan ekalliyetler de haksız yere döğülmez, aynı zamanda sulh andlaş-ması olan devletler tebaası da döğülmez.

Köleler için olan bu bölümde, Müslümanlara ait iş beyan edilmesiyle yine arada bir İlgi vardır. Çünkü Müslümanların döğülmemesi ile ilgili hü­küm, köleleri de İçine âiır. Köleler de haksız yere döğülmemelidiHer.[314]

 

158— Allah'ın rahmetleri üzerine olsun. Hz. Ali    (Radiyallahu anh) den rivayet edildiğine göre dedi ki:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son sözü şu olmuştu:

«Namaza dikkat edin» namaza!.. Sahip olduğunuz kölelerin hukukun -da Allah'dan korkun, (onlara iyi muamele edin).»[315]

 

Bundan önceki 156 sayılı hadîs-i şerif, burada mevcut bulunan manâları ihtiva etmektedir, üstelik orada zekât ve kelime-i şehadet tavsiyeleri vardır. Bununla beraber, P«ygamber Efendimizin son kelâmlarını rivayet eden ra-vilerin ifadeleri birbirine yakınsa da, 18 kadar değişik rivayet vardır.[316]

 

(83) Köleye Fena Muamele Yapmak

 

159— (42-s) Ebû Derdâ'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine gö­re, Ebû Derdâ insanlara şöyle derdi:

«Biz, hayvanların hastalıklarım bilen baytarlardan daha iyi sizi ta­nırız. Kötü olanlarınızla iyi olanlarınızı bilmişizdir. Sizin hayırlınız o kimsedir ki, hayrı beklenir, fenalığından emin olunur. Kötü olanlarınıza gelince, o kimsedir ki, hayrı beklenmez, fenalığından emin olunmaz ve kölesi de azad edilmez.»[317]

 

Burada, iyi insanlar İçin İki vasıf ve kötü insanlar için ûç vasıf belirtil­mekte İse de, esasen iki vasıftan ikincisi olan kötülüğünden emin olunmamak, köleyi azad etmemek insafsızlığını da içine alır. Açıklanırsa : İyi İnsan odur ki, daima iyiliği umulur, kendisinden hiç fenalık ve ziyan beklenmez.

Kötü ve zararlı insan da odur ki, ondan hiç bir zaman iyilik veya ha­yırlı bir İş beklenmez, fenalık yapatağı beklenir/Pgima insanlara emniyet yerine endişe ve huzursuzluk verir. Boyla, bir İnsanın zaten kölesi azad edile­mez. İster kendi hayırsızlığından olsun, ister insanların ondan kaçınmasın­dan olsun... Onun için bu üçüncü vasıf, İkinci vasfı izah mahiyetindedir. Bundan da anlaşılıyor kî, köleye fena'muamele etmek, onu ozad etmeğe yanaşmamak huyunda.olan kimse, insanların kötüsüdür. Bu duruma düş­mekten kaçınılmalıdır.[318]

 

160— (43-s) Ebû Ümame'nin (Radiyallahu ûnh)   şöyle dediğini, İbni Hânı   (Radiyattahuanh) igitmiştir:[319]  

(Allah'ın nimetini inkâr eden) nankör o kimsedir ki, iyiliğini engel­le yalaiz başına *.k©nuklar ye köjesini -döver.»[320]

 

Bu eserde «anfepr iç-in uç haslet anılmıştır ı

1— Albh Teal4 Meretlerinin verdüğ^.nBmetlâı^ <ktskaıup boşkasıaa İyi­lik etmiyen, hgyir ye( ha^nâtını eogçlliyen .adgpo, içinde bulunduğu nİmet-ley göstermixen/ df^yyfB ye i^loâr;eç^( kitpse^r.

2— Bir arkadaş^ eaThmeyip "yalnız tiaşına konukhyan, ekmeğini baş­kasından esirgeyen adam cimri ve haris kimsedir. Bu da sahip olduğu ni­metin kıymetini bilmemekle nankördür.;

3— Daima kölesini döven ve ona feno muamele eden kimse, bu hare­ketini titizlik ve.ikıskançlığmdan, fazla randıman alma hırsından ötürü ya* pacağıî cihetle, yine; elindeki Allah'ın nimetini inkâr eden bir nankör de-mektiıv&U' kötG vasıfların;, karşılığı oian üç İyi vasıfla ahldklanmak gerektir. iyiliğe engel çıkarmamak, iyiliğe devam etmek. Yalnız başına değil, arka­daşlarla birleşip konuklamak ve onlara yedirmek. Lüzumsuz ve haksız yere köle dövmemek, ona ihsanda bulunmak. İşte bu üç haslet üzere hareket eden, Allah'ın verdiği nimetlere şükreden kimsedir.[321]

 

161— (44-s)  Hasan'dan (Radiyallahu anh)    rivayet edildiğine  göre;

«Bir adam kendi kölesine, kuyudan su çekip devesine yüklemesini emretti. Köle (bu işi yapmıyarak) uyudu. Adam (bu hali görünce) bir ateş şulesi getirip kölenin yüzüne bıraktı. (Bundan çırpınan) köle ken­dini kuyuya attı. Sabah olunca, (şikâyet için) Hazreti Ömer (Radiyallahu anh) m yanma gitti de yüzünde olan hali gördü. Hemen onu azad etti.»[322]

 

Köieye yapılan zulmü en çabuk şekilde gidermek için, köleye mükâfat olarak ve ona en büyük bir iyilik olarak Hz. Ömer Efendimizin yaptığı hareket, bize en güzel bir örnektir. Suçluyu cezalandırmadan önce, mazlu­mu kurtarmak ve sevindirmek daha büyük bir haslettir.[323]

 

(84) Köleyi Bedeviye Satmak

 

162— (45-s) Amre'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre: Âişe (Radiyallahu anha)  kendi cariyesini müdebber kıldı (hürriyete kavuşmasını kendi ölümüne bağladı).Sonra Âişe rahatsızlandı. Bunun üzerine kardeşi oğullan, Hinci veya Sudanlılardan bir tabibe (deva için) sordu. Tabip şöyle dedi:

«Siz, bana, büyülenmiş bir hanımdan soruyorsunuz, onu kendi cari­yesi büyülemiştir.»

(Doktorun söylediği sözden) Âişe haberdar edildi. Âişe (cariyesine) sordu :

«Bana sihir mi ettin?»

Cariye:

«Evet!> dedi.

Âişe:

«Niçin yaptın? (Değil benim ölümümden sonra, artık) ebediyyen (kölelikten)  kurtulamıyacaksm!» dedi.

Sonra:

«Bu cariyeyi, tasarrufu en kötü olan bir bedeviye satın!» dedi.[324]

 

Bir savaş sonunda, Müslümanların düşman ordusundan almış oldukları esirleri, İslâm devlet reisi dilediği şekilde tasarruf etmeğe yetkilidir. Göre­ceği lüzuma binaen, onları serbest, bırakabilir, hapsedebilir, Müslüman esirleri kurtarmak için fidye olarak verebilir, onları öldürebilir, köleleşti-rİlmelenne de hüküm verebilir. Köleler"'dört kısma ayrılır:

1— K|nn denilen köle : Hiç bir kayda bağlı olmayan, her zaman satı-labilen ve hürriyete kavüşrurulabilen, hizmette çahştmlabilen ve insanın kendi mülkiyetinde olan köledir.

2— Aödebber köle : Bir insan, kölesinin hürriyetini kendi ölümüne bağ­larsa, .yani kölesine : Ben öldükten sonra sen hürsün, derse böyle bir köle müdebber olur. Hz. Âişe de kendi cariyesini böyle müdebber kıldığın­dan, cariyesi hanımefendisine kızmış ve ondan bir an önce kurtulmak için onu böyülemif: olduğu anlaşılmaktadır. Hakim, Müstedrek'inde, Hz. Âi şe'rifn son sözüne şunu da ilaVe ederek tashih etmiştir: Bu cariyeyi kötü idareciye, satın, sonra onun parası ile bir köle satın alarak onu azad edin. Bu durumda Hz.  Aişe  yine bir köleyi hürriyete kavuşturmuş oluyor.

3— Mükâteb köle: Efendisine bir miktar para kazanıp ödemek karşı­lığında,' hürriyetini garantileyip efendisi ile sözleşme yapan köledir. Taah-hüd ettğİ parayı, çalışıp kazanarak efendisine ödeyince hür olur.

4— Ummü Veled : Efendisinden dünyaya çocuk getiren cariyeye denîr. Böyle bir cariye satılamaz, başkasının mülkiyetine geçirilemez. Efendisi ölünce de hürriyete kavuşur.[325]

 

(85) Hizmetçiden Kusur Bağışlamak 

 

163— Ebû Ümame'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yanında iki köle olduğu hal­de teveccüh ettiler (çıka geldiler). Bunlardan bir tanesini, Allah'ın rah­metleri üzerine olsun, Hazreti Ali'ye bağışladılar ve şöyle buyurdular:

«Bunu dövme; çünkü ben, namaz kılan kimseyi düğmekten alıkondunı. Ben, bizimle karşılaşalı beri, bunu namaz kılar gördüm.»

Bir köleyi de Ebû Zerr'e verdiler ve şöyle buyurdular:

«Buna ihsana dair tavsiyemi kabul et.»

Sonra Ebû Zer, o köleyi azad etti. Hazreti Peygamber sordu:

«(Köleye) ne yapıldı?»

Ebû Zer dedi ki:

«Ona iyilik etmemi emrettin, ben de onu azad ettim.»[326]

Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şeriflerinde de köleyi döğmemeyi, ona iyi ve güzel muamele etmeyi, en büyük ihsan olarak onu azad etmeyi tav­siye etmektedirler. İnsanları köleleştirmek bir ibadet değildir; fa!tat köleleri azad etmek sevâbdır ve bir İbâdettir.

İnsan haklarını gözetmek ve korumak bakımından kölelerin bile İslâm nazarında diğer Müslümanlardan farkı yoktur. Mal ve can emniyeti, iş yap­tırma ve yedirip giydirme hususlarında, kölelerin diğer insanlardan bir farkı yoktur.

Ebû    Ümame    kimdir? :

Ashab-ı kiramdan otup, Ebû ümame künyesini taşıyan bu za­tın ismi S u d e y y 'dir. Babasının adı Aclân olup, Bahile kabilesine mensuptur. Kendilerinden yüz elli kadar hadîs-İ şerîf rivayet edilmiştir. Bir müddet Mısır'da ikâmet ettikten sonra Humusa geçti ve hicretin 81. yıhnda 106 yaşında olduğu halde orada vefat etti. Şam'da vefat eden sahabenin sonuncusu olduğu söylenir. Allah ondan razı olsun.[327]

 

164— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Peygamber (SallallahüA leyhi ve Sellem), Medine'ye şeref verip geldi. Onun bir hizmetçisi yoktu. Ebû Talha, elimden tutup götürdü, tâ Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna varıncaya kadar... Ebû Talha dedi ki:

«Allah'ın Peygamberi! Enes, gerçekten terbiyeli bir çocuktur, zekidir, (Müsaade ederseniz) size hizmet etsin.»

(Yine) Enes şöyle anlattı:

«Hazreti Peygamberin Medine'ye gelişlerinden vefatlarına kadar se­ferinde ve hazarda, kendilerine hizmet ettim. Yaptığım herhangi bir iş­ten dolayı bana: Bunu, neden böyle yapmadın? Veya yapmadığım bir 13 için de bana: Bunu böyle yapmış olsaydın? demedi.»[328]

 

E n e s Hazretlerinin ifadeleri, Peygamber Efendimizin yüksek ahlâkı­na ve kemal mertebesine delâlet eden hallerini canlandırmaktadır. Bu arada En es Hazretlerinin de tam bir edeble hizmette bulundukları ve en İyi bir şekilde vazifelerini yapmış oldukları manâsı da çıkar. Ancak En es Haz­retleri kendini değil, (AleyhissalâtÛ vesselam) Efendimizin örnek ahlâkını öv­me maksadı İie konuştukları aşikârdır. En es, bir insan olarak kâinatın efendisine hizmet ettiği uzun bir süre zarfında muhakkak !;i, hata işlemiş­tir, kusur da yapmış olabilir. Fakat bütün bunları bağışlamak ve hoş gör­mek suretiyle ona en güzel şekilde muamelede bulunulması, bize bir ders ve örnek olmalıdır.

E b u   T a I h a    kimdir? :

E b u T a I h a (Radiyallahu anh), E n e s i b n i M a I i k 'İn ba­balığıdır. E n e s Cahîliyet zamanında annesi ümmü Süleym'-den doğmuş olup, babası Malik 'dir. Annesi Müslüman olunca, buna kızan babası Malik Şam'a geçti ve orada öldü. Sonra annesi ü m -mü S ü I e y m , Müslümanlığı kabul etmek şartı ile E b u T a I h a '-nın evlenme teklifini kabul etti. Böylece E b u T a I h a 'nm Müslüman oluşu, ümmü Süleym için mİhir karşılığı oldu. U m m ü S ö -I e y m ise, Ensar'dan ve İlk Müslüman olanlardandı. Tercüme-i hali geç­mişti.

E b u T a I h a (Radiyallahu anh), Nece ar kabilesinden ve Enscrrdan-dır. Adı Zeyd ibni Sehi 'dir. Bedir ve diğer bütün savaşlarda bu­lunmuştur. Rivayet edildiğine göre. kuvve!1 kazanmak ve savaşa hazırlan­mak için, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)"\r\ hayatı boyunca oruç tutmazdı. Hz. Peygamber'den sonra, Fıtır ve Kurban Bayramı gönleri hariç olmak üzre kırk yıl fasılasız oruç tutmuştur. Bir deniz savaşında denizdeki gemide vefat etti. Bir ada bulup, onu gömmek için yedi gün dolaşılmış ve nihayet yedinci günde, cesedinde hiç bir değişiklik meydana gelmediği bir halde gömüldü. Gömüldüğü yer bilinmemektedir. Bîr rivayete göre de Medine'de vefat etmiştir. Yetmiş yaşında iken vefat etmiş ve kendisinden 92 kadar hadîs-i şerif rivayet olunmuştur. Cesur ve kahraman bir savaşçı olduğu için Hazreti Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur:

«Askerde Ebû Talha'mn sesi, bir bölükten daha iyidir.»

Oğulluğu Enes, İbni Abbas, Ebu'f-Habbab gibi zevat kendisinden rivayet etmişlerdir. Allah ondan razı olsun.[329]

 

(86) Köle Hırsızlık Ederse

 

165— Ebû Hüreyre'den (Radiyaîlahu anh)   rivayet   edildiğine   göre şöyle dedi:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu :

«Köle hırsızlık ettiği zaman bir neşşe -yirmi dirheme - dahi olsa, onu (ucuz bir fiatla) sat.»

Ebû Abdullah (Radiyaîlahu anh)  demiştir ki:

«Neşş, yirmi dirhem gümüş miktarıdır, Nevat, beş dirhemdir. Evkı-ye de kırk dirhemdir.»[330]

Hırsızlık eden kölenin, yok pahasına dahi olsa satılması gerektiğini Peygamber Efendimiz buyurmaktadır. Ancak satılan bîr malın kusur ve ayı­bını söylemek dinimizde şarttır. Satarken ve alırken hile yapmak hahamdır. Bu hadîs-İ şeriften başka turlu bir manâ anlaşılmamalıdır.

Hırsızlık eden köle satılırken, bu ayıbını müşteriye söylemek 'azimdir. Aksi halde haram olur, çünkü müşteri aldatılmış demektir. Bir de hırsızlık edenin kolu kesilmez, bağışlanır mpnâsı da hatıra gelmemelidir. Kol ke:-meyi gerektiren hırsızlık için bir takım şartların bulunması lâz'mdu- ki, bu­nun tafsilâtı fıkıh kitapları pda yazılıdır. Bilgi için «İslâm F:khj ve Hukuku» adlı eserin 129, 130. sayfalarına bakılsın.[331]

 

(87) Hizmetçi Suç İşler 

 

166— Asım, babasından rivayet ettiğine göre, babası Lakît ibni Sabra şöyle dedi:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gittim. (Peygamberin ko­yunlarını gütmekte olan) çoban, ağıla bir kuzu götürdü. (Peygamber bu­nu görünce, onun yerine bize bir koyun kesiver diye çobana emrettikten sonra, bana hitaben) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) şöyle buyurdu:

«(Bu koyunu senin için kesiyoruz) zannetme. —Zannetme manâsın­da olan kelimeyi, Tahsebenne şeklinde değil de, Tahsibenne şeklinde te­lâffuz buyurdular. — Bizim yüz koyunumuz var, yüzden çok olmasını iste­miyoruz. Çoban, bir kuzu getirdiği zaman, onun yerine bir koyun keseriz.»

Buyurduğu sözler arasında, şunlar da vardı:

«Hizmetçini doğduğun gibi, hanımını döğme. Abdest alırken burnu­na, ağzına fazla su ver, ancak oruçlu iken böyle yapma.»

«Hizmetçini doğduğun gibi, zevceni döğme.»[332]

 

Bu hadîs-i şerifin metni, Imam-ı Buharı tarafından kısaltıl­mış olarak burada rivayet edilmiştir. Metne sadık kalarak doğrudan doğruya tercümesi mümkün olamıyacak şekilde kapalıdır. Ebû D a v u d , birin­ci cild, Taharet bölümünde ve bab : 56 dakİ, istinsar mevzuunda bu hadîs-i şerîfi daha geniş ve açık olarak rivayet etmektedir. Oradan faydalanılarak tercümesi yapılmıştır. Bu hadîs-i şerifte şu üç hususa işaret buyurulmaktadır:

1— Hz. Peygamber in yüz koyunu vardı ve bunlar dünya İhtiyacını kar­şılayacak kâfi miktar sayıda oldukları için, daha fazla çoğalıp birikmelerini murad etmemişlerdi. Yüz adedini geçmemek İçin gelen bir kuzu yerine, bir koyun fcgserlerdîy Kesilen koyun, eve, mispfîrlere, komşulara ve fakirlere har­canırdı. Buradaki rivayetten anlaşıldığına göre, bir koyun kesilmesini emret­meleri, gelen misafire İkram için hususî bir muamele değil, yüz adedini aş­mamak için ve fazlalığı gidermek İçindir. Daima kazanmak ve harcamamak, biriktirmek doğru bir hareket değildir. Kazandıktan sonra, ihtiyaç fazlasını sarfetmek lâzımdır.İçtimaî yardımlaşma  böyle olur, malî denge  böyle kurulur.

2— La kî y t,    hanımının dilinden Hazreti Peygamber'e şikâyette bulunması özerine ona :

Buyurdular. Zevce, hiç bîr zaman bir hizmetçi seviyesinde tutulmama­lıdır. Hizmetçi, bir iş yapmak mükellefiyetinde bulunduğundan, onu terbiya maksadı ile döğmenin caiz olduğuna dair hadîs-i şerifler geçmişti. Zevç ve zevcenin karşılıklı haklan, hizmetçi ile kıyas cdilem'yeceğinden ve zc/cen'n hizmetçi gibi evde iş yapma mükellefiyeti bf;h.:r:mad'5:ndcm onu cyn tut­mak icab eder. Onu üst ve yüksek seviyede idare etmeyi Peygamberiniz tavsiye buyurmuşlardır.

3— Abdest alırken, tam bir fazilet elde edebilmek için, buruna ve ayıza bol su vermek Sureti İle ağız ve burunu temizlemek lâzımdır:insanın vü"u-düna, zararlı mikropların çoğu ağrz ve burun yoltarı i!e girer. Bunların :;'; sık iyi bir şekilde temiz tutulmaları sağlığ'mizl ve temizliğimizi koruma ba­kımından da çok lüzumludur. Bunun dışında manevî fazileti ve sevabı var­dır. Yalnız oruçlu bulunanlar/boğaza ve gen'zo su kaçırmama'; iç'n, İtina ile hareket etmelidirler. Buruncf fazla su çökmeme!!, gargara yapmamalıdır. Çünkü boğazdan su kaçması ve suyun genize gitmesi orucu bozar.

L â k î y t   tfmdir? :

Lâkîyt ibni Sabire (Radiyaltahu anh), ashab-ı kiramdan olup, Peygamber Efendimizden hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Oğlu Asım da kendisinden rivayet etmiştir. Ebû Asım künyesi ile şöhret bulmuş-fur. Tercüme-i hali hakkında daha geniş bir malûmat edİnüememiştir.[333]

 

 

 

(88) Kötü Zan Korkusundan, Teslim Edilen Eşyayı Mühürleyiniz 

 

167— (46-s) Ebu'l-Aliyye'den rivayet edildiğine göre söyle dedi:

«Biz, hizmetçiye (teslim edilen eşyayı, şüphelenmiyelim diye) mü­hürlemekle, ölçmekle ve saymakla emrolunmuştuk. Bunu, kötü ahlâka alışmasınlar yahud bizden birimiz (hizmetçi için) kötü zan beslemesin diye yapardık.»[334]

 

Bİr malı muhafaza etmek veya bir tarafa göndermek için o mal hiz­metçiye teslim edildiği zaman onu bağlayıp mühürlemek, ölçmek veya say­mak İhtiyatlı bir hareket olur. Bir şeyin miktarını ve keyfiyetini bilmeden, onu başkasına teslim etmek İhtilâflara yol açar ve çok kere de haksızlığa sebebiyet verir. Teslim edilen adam hakkında, kaybetti veya çaldı diye kötü zan beslemeye sevkeder. Suçsuz kimseye kötü zanda bulunmak ise günâhtır. Bu günâha düşmemek için, önceden tedbir almalıdır.

Aynı zamanda bir kutuyu lehimleyip sağlamlaştırmak ve eşyayı sarıp bağlamak ve ölçüsünü tesbit etmek, hizmetçiyi kötü alışkanlıktan kurtarır. Çünkü ölçüsü ve miktarı bilinmiyen açıktaki bir maldan almak kolaydır. Nasıl olsa bilinemiyecek düşüncesi ile hareket edip böyle bir maldan alan bir hizmetçi, zamanla bu kötü harekete alışır ve iş büyör. Bundan da kötü ahlâk doğar. Buna da mahal bırakmamak lâzımdır.

Ebû'I-AIİyye    kimdir? :

Adı Ruf ey ' ibni Mihran olup, tabiîndendir ve sayılı imamlardandır. Hz. E b u B e k i r 'in sohbetinde bulunmuş ve Hazretî O m e r 'in arkasında namaz kılmıştır. Mavera'in-Nehir de İlk ezan oku­yandır. Hicrî 90 tarihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[335]

 

(89) Kötü Zan Korkusundan Hizmetçisine Eşyayı Sayıp Teslim Eden Kimse 

 

168— (47-s) Selman'dan (Radiyallahu mh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:                                                                                                  

«Ben kötü zan korkusu ile, hizmetçime (teslim ederken) kaba eti alınmış kemikleri  (bile) sayarım.»[336]

 

Teslim edilecek eşyayı saymamn ve ölçüp muhafazaya almanın fay­dalan bundan önceki haberde anlatılmıştı. Selman-İ Farisî 'nin ifadesi de aynı manâyı kuvvetlendirmektedir. Yani kıymeti az dahi olsa, hizmetçi hakkında kötü zan beslemeye vesile olmasın veya ona kötü bir huy aşılamıyayım diye, S e I m a n Hazretleri eşyayı sayarak teslim et­tiklerini açıklamışlardır.

S e I m a n    kimdir? :

S e I m a n aslen İranlıdır. Isfahan yakınlarında bir köyde doğmuştur. Gençliğinde Mecûs = Ateşperest dinine bağlı iker^ Hıristiyanlığı buna ter­cih etti. Mecusîlerin eziyetinden kurtulmak için Şam taraflarına kaçmıştı. Rivayet edildiğine göre, rahİblerden biri, Hicaz tarafında bir Peygamberin zuhur edeceğini ona haber vermesi üzerine S e I m a n bir kervana ka­tılmış ve elden ele satılarak Medine'ye varmıştı. Medine'ye gidişleri hicret­ten sonra olmuş ve doğruca Hazreti Peygamber'in huzuruna vararak İslâm'ı kabul etmişti. O sırada bir Yahudi'nin kölesi bulunuyordu. Hazreti Peygam­ber   S e I m a n 'ı satın alarak azad etti.

Sel man, âlim ve fazıl bir zat olup, kendi el emeği ile geçinirdi ve kim­seden bir şey almazdı. Kazancının çoğunu sadaka olarak verirdi. Hurma yapraklarından zenbil dokuyup satardı. Sahip bulunduğu ilim ve itilâsı sa­yesinde, ehli beyt arasına kabul buyurulmuş olduğu rivayet edilir. Kemâl ve faziletine dair pek çok hadîs-i şerif varid olmuştur.

İlk defa Hendek savaşında bulunmuş ve Medine çevresine hendek ka­zılmasını Hazreti Peygambere o tavsiye etmişti. Hendek savaşından sonra, diğer bütün savaşlarda bulunmuştur. Hazreti Peygamber ona, Selmanü'I-Hayr adını vermişti.

Kanaatkar ve ihtiyaçtan müstağni olduğundan giydiği abası'ntn bir ta­rafını kendine döşek olarak kullanırdı. Rivayet edildiğine göre, bir adam Selman'a :

«— Sana oturacak olduğun bir ev yapayım.» dedi.

Sel man :

«— Benim eve ihtiyacım yoktur.» diye cevap verdi.

Adamın ısrar etmesi sonunda, Selman'a dedi ki :

«— Ben senin nasıl bir ev istediğini artık anladım. Sen öyle bir ev istiyorsun ki, ayağa kalktığın zaman, başın tavana ve yattığın zaman da ayakların dıvara değsin.»

S el m an buna :

«— Evet!»

Dedi. Adam da ona böyle bîr oda inşa etti. Peygamber Efendimiz onun hakkında şöyle buyurdu :

«Din, Süreyya yıldızında olsa, S el man yine onu arar, buyurdu.»

Hazreti ö m e r 'in hilâfeti zamanında Medaİn valiliğine tayin edil­mişti. Hazreti O s m a n 'm hilâfeti zamanında da hicrî 35 tarihinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[337]

 

169— (48-s) Selman'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

«Ben, zan korkusundan dolayı, kaba eti alınmış kemikleri sayarım.»[338]

 

Yine S e I m a n 'dan rivayet edilen bu haber, az bir değişiklikle daha önceki rivayeti teyid etmektedir.[339]

 

(90) Hizmetçinin Terbiyesi 

 

170— (49-s) Yezîd ibni Abdullah'dan işitildiğine göre şöyle anlattı: «Abdullah ibni Ömer, kendi kölesine, bozdursun diye, altın veya gü­müş para verip (çarşıya) gönderdi. Köle, paranın karşılığını bir müddet sonra almak üzere parayı bozdurup geri döndü. Bunun üzerine, Abdullah köleyi acıklı bir şekilde döğdü ve (ona) şöyle dedi:[340]

«Git, bana ait olanı getir ve onu değiştirme (bozdurma).»[341]

 

Altın ve gümüş kendi cinsleri karşılığında satıldıklar! ve bozdurulduk­ları zaman, peşin olarak alınıp verilirler. Veresiye şekline dönünce, bu ha­ram olur. İşte köle, haram bir alış-verİş yaptığına kızan Abdullah ibni D m e r , onu acıtacak şekilde kırbaçla doğmuştur. Terbiye için hizmetçiyi döğmenİn cevazına bir işaret ise de, bundan sonra gelecek olan hadîs-İ şerîfte, köleyi döğmemek veya döğüldüğü takdirde ileri gitmemek icab ettiği beyan buyurulmaktadir.[342]

 

171— Ebû Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

«Kendi kölemi doğuyordum. Arkamdan şöyle bir «es duydum:

«Ey Ebû Mes'ud! Bil ki, senin köleye güç yetirmenden daha çok, Al­lah'ın gücü sana yeter.»

Döndüm, bir de ne göreyim O, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemp... Dedim ki:

«Ya Resûlallah! Artık bu köle, Allah rızası için hürdür.»

Bunun üzerine :

«Eğer sen böyle yapmamış olayCin, sana Cehennem ateşi dokunurdu.» Yahut: «Seni ateşin alevi yalardı.» buyurdular.[343]

 

Anlaşılıyor ki, Ebu Mes'ud (Radiyallahu anh) kızgınlığından ve köleyi döğmekle meşgul olmasından ötürü, yanına kadar yaklaşan Peygam­ber Efendimizin farkına varamamışlardır. Ebu Mes'ud'un kızgınlığını gidermek ve yaptığı işin çirkin bir İş olduğunu ona bildirmek içinA Allah Tealâ'nın kudretini Peygamber'imİz kendilerine hatırlatmıştır. Yaptığı gü­nâhın keffareti de onu azad etmek olmuştur. Köleyi azad etmemiş olsaydı, günâhtan kurtulamıyacaktı ve azabını çekecekti. Daha önce köle ve hiz­metçilerin döğülebileceğîne dair haberler geçmişti. Burçda ire döğmenjn günâh olduğu bildirilmektedir. Her ikisinin arası şöyle telif edilebilir: Lü­zumsuz yere ve haddinden fazla döğmek günâhtır. Terbiye İçin kâfi mik­tar döğmekte beis yoktur.

Ebû    Mes'ud    kimdir? :

Ismİ U k b e 'dİr. Babasının âdı A m r olup, Ebu Mes'ud E I - B e d r î künyesi İle meşhurdur. Bedirde ikâmet ettiğinden ona, bu­lunduğu yere nisbeten B e d r î denmiştir. Yoksa Bedir savaşında bulun­duğu için bu vasfı almamıştır. Çünkü Bedir savaşında bulunmadığı rivayet edilir. Uhud ve ondan sonraki savaşlarda bulunmuştur. Bir rivayette Hz. A I i 'nİn hilâfeti zamanında ve diğer bir rivayette de Hz. M u a v İ y e dev­rinde vefat etmiştir. Ensar'dan ve Hazreç kabilesindendi. Allah ondan razı olsun.[344]

 

(91) Allah Yüzünü Kara Etsin, Deme 

 

172— Ebû Hüreyre'den (Radiycdlahu anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber  (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

«Allah, yüzünü kara. etsin, demeyiniz.»[345]

 

Yüz, insanoğlunun en kıymetli vasıflarını toplıyan bir kısmıdır. Başın en güzel ve önemli bir tarafını teşkil eder. Konuşma, görme, tatma, işitme, koklama, bilme gibi en önemli vasıflar burada toplanmış ve İnsanın güzel­liği de burada tecelli etmiştir. Bu bakımdan Cenab-ı Hakkın kudret ve aza­metine en büyük vasıfta delâlet eden bu kısmı kötülememek ve ona saygı göstermek İcab eder. Bu bakımdan yüz tahkir edilmemelidir.[346]

 

173— Ebû Hüreyre'den (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

«Allah senin yüzünü ve yüzü senin yüzüne benziyenin yüzünü kara etsin, diye asla demeyiniz. Çünkü Azîz ve Celîl olan Allah, Âdem (Aleyhîsselâm)  'ı kendi suretinde yarattı.»[347]

 

Yine yüzün önemli bir organ olduğunu teyid eden »bu hadîs-i şerifteki, «Allah, Âdem'i kendi suretinde yarattı.» cümlesi üzerinde âlimlerin çeşitli görüş ve tefsirleri olmuştur:

1— Bir kısım âlimler, bunun manâsını Allah'a bırakmışlar ve bunu söz konusu etmemişlerdir.

2— Bazı âlimler de bunun manâsını tevil etmişler ve Suret, s:fat manâ-sındadır, demişlerdir. Yani Cenab-ı Hak, Âdem'i, kendi sıfatlarına maz-har kılarak yaratmıştır. Allah Tealâ nın, ezelî ve kemal sıfatları olan kelâm, semi', basar, ilim gibi,   Â d e m 'de mahlûk ve sonradan meydana gelme, kelâm, semi', basar ve ilim sıfatları vardır. Allah insanı yarattığı gibi, in­sanda bu sıfatlan da yaratmıştır. Ancak Allah'ın sıfatlan ezelî ve ebedîdir, noksanlıklardan bendir. İnsanların sıfatları İse noksandır, geçicidir, değiş­kendir ve yok olmıya mahkûmdur.

3— Bîr kısım âlimlere göre de, suretin Allah'a  İzafe edilmesi  şeref içindir. Yani insanoğlunun şerefini beyan manâsını taşır.

4— Bir kısmına jgöre, suret kelimesine bitişik zamir, Allah'a değil, Âdem'e racidir. Yani Allah Tealâ Âdem 'İ, âdem suretinde yarattı. Âdem yaratıldığı andaki şekil, boy ve biçimini ömrünün sonuna kadar muhafaza etti. Çocuktan büyüme şekli ile yaratılmadı, demektir. Bir de İn­san, başlangıçta da insan gibi yaratıldı, başka bir hayvandan tekâmül ede­rek bugünkü şekli almadı manâsını taşır. Böylece D a r w İ n nazariyesi red edilmiş oluyor. Ayrıca Allah Âdem 'i, İnsan şeklinde yarattı. Bu sure­tine başka hiç kimseyi ortak kılmadı. Sureti, kendisine ait bir surettir, de­nilmektedir.[348]

 

(92) Dövmekte Yüzden Kaçınılsın

 

174— Ebû Hüreyre (Radtyaliahu anh) tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«Sizden biriniz, hizmetçisini dövdüğü zaman, yüze vurmaktan kaçın­sın.»[349]

 

Yüz, hürmete değer bir yer olduğundan, yüze vurmamak burada vücub ifade etmektedir. Aksine yüze vurmak haram olur. Yukarda açıklandığı üzere bütün güzellikleri toplıyan yüzde ayrıca bir nezâket ve letafet ve hassasiyet vardır. Bunun bozulmasına ve değişmesine sebebiyet verecek olan dövme işinin kötülüğü de aşikârdır. Bu bakımdan dövülmeyi hak eden cezalılar bile, baş hariç olmak üzere dövülürler.[350]

 

175— Câbir'den (Radiyaîlahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle an­lattı:                                                                                                    

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kızgın demirle dağlanan bir hayvana rastgeldi. Öyle ki, hayvanın burun deliklerinden duman çıkıyor­du. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Bunu yapana Allah lanet etsin. Hiç kimse yüzü dağlamasın ve asla yüze vurmasın.»[351]

 

Mutlak olarak neresinden olursa olsun, insanı dağlamak haramdır. İn­sandan başka, diğer hayvanların yüzlerini hariç tutmak şartı iie onları ni­şanlamak için dağlamak caizdir. Yine hayvanların besilerini artırmak ve etlerini kokudan kurtarmak maksadı İle onları burmak caizdir. Bunlar se­bepsiz yere yapılmamalıdır.[352]

 

(93) Kölesine Zulmeden, Üzerine Vacib Olmaksızın Onu Azad Etsin

 

176— Hilâl ibni Ye saf m (Radiyallahu anh) şöyle anlattığı işitilmişür: «Biz, Süveyd ibni Mukarrin'in evinde bez satıyorduk. Bir cariye çı­kıp adamın birine bir şey söyledi. Bunun üzerine bu adam ona bir tokat attı. (Hâdiseyi gören) Süveyd ibni Mukarrm, (döğen) adama şöyle dedi: «Bu kadının yüzüne nasıl tokat vurdun? Ben, biliyorum ki, ailemizde ben yedi kişinin yedincisi idim ve bizim ancak bir tane hizmetçimiz var­dı. Bizden birimiz onu dövmüştü de Peygamber (SalUUlahÜ Aleyhi veSe'tem) döğene onu azad etmesini emretmişti.»[353]

 

Hadim, hizmetçi manasınadır. Erkek ve kadın hizmetçiye hadim denir. Bu kelime möennes alâmeti ite kullanılmaz ve köte olan hizmetçiler için de kutlanılır.

Yüze vurmak günâh olduğu İçin, bu günâhın keffareti onu azad et­mekle ödenir. Burada köleye vurup, ©no zutOm yapmak sebebiyle insan muhakkak o köleyi azad etmekle mecbur tutulmamıştır. Ancak böyle bir günâh işlendiği zaman, köleyi azad etmek iyi bir iştir ve menduptur. Yoksa emir, vöcub için değildir, diye âlimler görüş birliğine varmışlardır.[354]

 

177— İbni Ömer'den- (Radiyaîlahu anh)  rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Peygamber (Sallalfahü Aleyhi ve Sellern)'den işittim, diyordu ki: «Kini kölesini tokatlarsa, yahut işlemediği bir suç için onu cezalan­dırıp döverse, dövenin  (işlemiş olduğu günaha  karşılık)   kcftareti, onu azad etmektir.[355]

 

Bu hadîs-i şeriften de anlaşılıyor kİ, halcsız yere köleyi dövmek veya ona zujüm etmek günâhtır. Bu günâhı telâfi etmek için de haksız yere dö­vülen köleyi azad etmek icab eder. Bu azad ediş, bir mecburiyet değilse de, İslâm'ın ulviyetine ye adaletine yakışan ve insan haklarına değer ve­ren bir hareket olur.[356]

 

178— Muaviye ibni Süveyd dedi ki:

«Bize aid, köleye bir tokat attım. Köle kaçtı. Babam, beni (ve onu) çağırdı. Sonra ,(köleye) dedi ki:

«Kısas yapE» (saaa vurulan tokatm aynını, bu oğluma vur, köle kı­sas yapmadı, bağışladı).

Biz Mukarrin oğullan yedi kişi idik. Bizim bir kölemiz vardı. Birimiz onu tokatlamıştı. Bu hadise, Peygamber (SallallahüAleyhiveSellem)'e an­latıldı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«OMukaerin oğullarına enıret, o köleyi (cariyeyi) azad etsinler.»

Peygamber (SallaUahüAle$jıiveSellem)'e dendi ki:

«Onların bu köleden başka bir'hizmetçileri yoktur.»

Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«(öyle ise) Onu hizmette kullansınlar, ona ihtiyaçları kalmayınca onu salıversinler (azad etsinler).»[357]

 

179— Şu'be (Radiyallahıı anh)   anlatarak şöyle dedi:

Muhammed ibni Münkedir bana sordu ki:

«îsmin nedir?»

Ben:

«Şu'be!» dedim.

O da dedi ki:

«Ebû Şube bana, Süveyd ibni Mukarrin El-Müzenî'den rivayet ede­rek anlattı. Süveyd, kendi kölesini tokatlıyan bir adam görmesi üzerine (ona) şöyle demişti:

«Bilmiyor musun ki, yüze vurmak haramdır? Biliyorum ki, ben, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında yedi kardeşten yedincisi idim. Bizim yalnız bir kölemiz vardı. Birimiz onu dövmüştü. Bunun üze­rine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onu azad etmemizi emret­ti.»[358]

 

Lâfızları biraz değişik olmakla beraber, daha önce geçen hadîs-i şe-rlflerdeki hadisenin tekrarı ve başka bir yoldan rivayetidir.[359]

 

180— Zâzâu Ebû Ömer'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

.,     «Biz, îbni Ömer'in yanında idik. Pövmüş olduğu kölesini çağırdı. Arkasını açarak (köleye) tiedi ki:

«Seni acıtıyor mu?»

Köle:

«Hayır!» dedi.

Bunun üzerine köleyi azad etti. Sonra yerden bir çöp kaldırıp şöyle dedi;

«Benim bu köleyi azad edişimde şu çöp ağırlığı kadar bir sevâb yoÂ-tur.» Ben ona (künyesi ile hitab ederek) dedim ki:

— Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'den duydum, dedi veya di­yordu ki:

«Yapmadığı lair suçtan dolayı kölesini döven yahut yüzüne tokat atan kimsenin keffareti, onu azad etmesidir.»[360]

 

Bu rivayet 177 sayılı hadîs-İ şerife uygundur. I b n i Ömer, kö­lesini terbiye için ve ona bilgi vermek için dövdüğü ve sonradan kölen:n bir kusuru bulunmadığını anladığı cihetle ona zulüm etmiş veya suçundan fazla dövdüğünü anlamış olmakla, günâhına keffaret için kölesini azad et-mişli. Bundan da bir sevâb beklememişti.[361]

 

(94) Kölenin Kısası  (Cezalandırılması)

 

181— (50-s) Ammar ibni Yasir'den (Radiyallahu anh) rivayet edil­diğine göre şöyle dedi:

«Hiç kimse, haksız olarak, kölesini dövmesin. Eğer (böyle haksızca) döğerse, kıyamet günü dövene kısas yapılır (yani cezaya uğratılır).»[362]

 

Kıyamet günü herkesin hakkı ödenecek ve ilâhî adale! gerçekleşmiş olacaktır, öyle ki, boynuzsuz koyun için boynuzlu koyuna kısas yapılacak ve bütün haklar ödenmiş olacaktır. Mazlumun zalim üzerinde bir hakkı ol-duğu> dan, bu hak zalimden aynen alınacaktır. Bu gibi haklardan kurtul­mak İçin dünyada helâllaşmak icab eder. Helâllik alındıktan sonra, âhi-rette ayrıca bir cezaya mahal kalmaz.

Ammar   İbni   Yasir    kimdir? :

Ashabdan İlk Müslüman olanların otuzuncusudur. İslâm olduklarını ilk açığa vuran yedi kişiden de birisidir. Babası Yasir ve annesi S ü-m e y y e ile birlikte ailece İslâm'ı kabul etmişlerdi. Babası aslen Yemen i i olup, Mekke'yi ikâmet İçin seçmiş vs oğfu Ammar da Mekke'de doğ­muştu. İslâm dinini kabul ettiklerinden dolayı ailece pek çok eziyet çekmiş­lerdir. Hatta annesi müşriklerin zulüm ve işkenceleri tesiriyle şehid olmuştur.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem)  onlara her tesadüflerinde :

«Ey Yasir ailesi! Sabırlı olsun, sizin va'd olunduğunuz yer Cennet'dir.» buyururdu.

Habeşistan'a hicret edişinde ihtilâf vardır. Fakat Medîne-i Münevvere-ye Hz. Peygamberle hicret etmiştir. Uhud savaşından itibaren bütün savaşlarda bulunmuştur. Medine'ye vardıktan sonra ilk önce bir ibadet yerinin inşa edilmesine lüzum gösteren A m m a r olmuş ve bizzat çalışarak Küba mescidini bina etmiştir.

Müseylemetü'l-Kezzab'a — Yalancı Peygambere karşı Yemame vak'astnda bulunmuş ve muharebe esnasında bir kulağını kaybet­miş olduğu halde, bir kaya parçası üzerine çıkarak Müslümanları savaşa teşfik etmiş ve hücumdan geri kalmamıştı. Uzun boylu, geniş omuzlu ve buğday renkli idi. Hz. Peygamber e yaş bakımından en yakın A m m d r 'in olduğu rivayet edilir.

A m m a r hakkında Peygamber Efendimiz şu hadîs-İ şerifleri buyur­muştur :

Anunar, köprücük kemiklerine kadar imân doludur.»

Ammar, ayak bileklerinden kulak yumuşaklarına kadar imânla do­ludur.»

«Ammar'a kim düşmanlık ederse, Allah ona düşman olur ve kim Ammar'a kin beslerse, Allah da ons buğzeder.»

Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında, halife tarafından Küfe valiliğine tayin edildi. Azlinden sonra Hz. AIİ tarafına geçti. Cemel ve Sıffin sa­vaşlarında Hz. AI i saflarında bulunarak savaştı ve Sıffîn savaşında dok­san küsur yaşında olduğu halde şehid edildi. Hz. Ali, şehidlere ynpılan muamele gereğince, Ammar'ı gasİ etmeksİz;n elbiseleri ile gömüp na­mazını bizzat kıldırdı.

Kendisinden fazla miktarda hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir. Allah ondan razı olsun.[363]

 

182— (51-s) Ebû Leylâ'dan işitildiğine göre şöyle dedi: «Selman, çıkıp gördü ki, ahırda hayvanının yemi, yere düşüp duru­yor, (zayi oluyor). Bunun üzerine hizmetçisine:

«Ben,  (âhirette) kısastan korkmıyaydım, seni acı bir şekilde döver­dim.»[364]

 

Selman,  malının telef olup gitmesinden, boşuna harcanmasından krzdığı için hizmetçisini böyle tehdit etmiştir. Allah korkusunu; düşünerek haddi tecavüz etmemiş, ancak hizmetçiye bir göz dağı vererek yetinmiştir.[365]

 

183— Ebû   Hüreyre'den (Radfyaltahu anh)   rivayet  edildiğine, Peygamber  (Sallallahii Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu :

«Muhakkak surette bütün haklar, hak sahiplerine ödenecektir, öyle ki, toynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas yapılacaktır.»[366]

 

Hayvanların kısas edilişi, bir mükellefiyet ve sorumluluk kısası değil­dir. Tam bir adaletin tecellisi için bir. karşılık kısasıdır.[367]

 

184— Ümmü Seleme'den (Radiyaliahüanhç) rivayet ediliyor:

«Peygamber   (Sallallahii A leyhi ve Sellem),  Ümmü   Seleme'nin   evinde idi.   Kendi   hizmetçisini, yahut Ümmü Seleme'nin hizmetçisini çağırdı.

Hizmetçi gecikti. Bundan dolayı Peygamberin yüzünde öfke alâmeti be­lirdi. Ümmü Seleme gidip kapı perdesinde durdu da hizmetçiyi oynar vaziyette gördü. Hazreti Peygamberin elinde (diş fırçası olarak kullanı­lan) ağaç dalı vardı. Şöyle buyurdu:

«Kıyamet günü kısas korkusu olmıyaydı, bu ağaç dalı ile seni acı-taeak çekiIAe döverdim.»

Ravilerden Muhammed ibni Heysem şunu ilâve etmiştir: «Hizmetçi, bir hayvanı okşayıp eğleniyordu. (Ümmü Seleme'nin an­latışını şöyle)  rivayet etti:   Hizmetçiyi Peygamber   (Sallaüahü Aleyhi ve SetiemYı getirdiğim zaman dedim ki:

«Ey Allah'ın Resulü! Bu hizmetçi yemin ediyor ki, senin çağrını işit-memiştir.»

Yine Ümmü Seleme dedi ki: «Peygamber'in elinde misvak vardı.»[368]

 

Hizmet edebilecek bir çağa eren erkek veya dişi hizmetçiye «Vasıf» denir. Ayrıca yalnız dişiler için müennes alâmeti ile «vasîfe» şeklinde de

kullanılır. Metİncfe möennes kelime kullanıldığından, hizmetçinin kız çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Hizmetçinin, Peygamber Efendimize veya Ümmü S eleme validemize ait olduğunda ravinin şüphesi vardır. Peygamber (Salkllahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendi inancında, çağrısını duyduğu halde, hizmetçi ona koşmamıştır. Bu hareket ise bir kabahattir. Bundan ötürü hiz­metçinin terbiye için dövülmesi caiz iken, Peygamber Efendimiz bunu yap­mamışlar, yalnız, bir tehditle yetinmişler ve âhirette vuku bulacak gerçek adaletin tecellisini hatırlatmışlardır.

Ommö   Seleme   kimdir?:

Peygamber Efendimizin zevcesi ve müminlerin annesidir. İsmi H i n d '-dir. İlk kocası, amcası o^lu Ebû Seleme = Abdullah 'dır. Kocası öldükten sonra Hz. Peygamberle hicretin dördüncü yılında evlendi. İzdi­vaç müddetleri yedi rene sürdü. Hz. Peygamber'in İrtihallerinden sonra, 48 yıl yaşadılar. Hz. Peygamber'in zevcelerinden en son vefat edendir.

O m m ü Seleme validemiz ilk kocası İle birlikte ilk Müslüman olanlardandır ve Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Oğulları Seleme Habeşistan'da doğduktan sonra Mekke'ye döndüler. Sonra yine kocası ile Medîneye hicret ettiler. Hanımlardan Habeşistan'a ilk hicret eden olduğu gibi, Medine'ye de ilk hicret eden hanımdır. Medine'de, Ömer, Dürre ve Z e y n e b adlarında üç çocuğu olmuştur. Gayet isabetli görüşü, par­lak zekâsı ye güzelliği vardı. 378 hadîs-i şerif nakletmiştir. Hicretin 59 veya 6] yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[369]

 

185— Ebû   Hüreyre'den (Radiyallahu anh) rivayet   edildiğine   göre, şöyle dedi:

Resûlüllah (SaHallahü Aleyhi ve Setlem) buyurdu ki:

«Her kim (diğerine) bir vuruş vurursa, kıyamet günü ondan kısas alınır.»[370]

 

B ura d a fazla dövmekten maksad, zulüm edecek şekilde taşkın bir döv­medir. Bİr fenalıktan vazgeçirmek, terbiye etmek ve alıştırmak İçin kâfi miktar olan dayak kasdedilmiş değildir. Haksızlığa kaçan dövmeler için kıyamette, dövenden kısas yapılacaktır.[371]

 

186— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu: «Kim haksız yere döverse, kıyamet gününde ona kısas yapılır.»[372]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın.[373]

 

(95) Köle Ve Hizmetçilere Giydiğiniz Elbiselerden Giydirin

 

187— Ubade ibni Samit şöyle anlattı:

«Ben ve babam, Erisar'm bu cemaatinden — vefat edişlerinden Önce — ilim öğrenelim diye çıktık. îlk karşılaştığımız (âlim), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîern) 'in arkadaşı Ebu'l-Yeser oldu; ve yaninda kendi kölesi vardı. Ebu'l-Yeser'iri sırtında bir hırka ve giydiği (Yemen kabilesinin dokuması)' bir 'Meafirî elbise vardi. Kölesinin üzerinde de bir hırka ve bir Meafirî vardı. Ben, Ebu'l-Yeser'e:

«Ey Amcam! Kölendeki hırkayı alsan da, ona senin Meafirî'ni versen, (böylece senin iki hırkan ve onun iki Meafirî olsa), yahut onun Meafirî'ni alsan da ona, senin hırkanı versen, (böylece ikinizin üzerinde aynı cins­ten iki parça elbisesi olsa), dedim.»               

Ebu'İ-Yeser başım sıvayarak şöyle dedi;         

«Allah'ım, buna bereket ver. Ey kardeşimin oğlu! Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) in şöyle buyurduğunu, şu iki gözüm gördü, şu iki kulağım işitti ve —kalbinin damarına işaret ederek— kalbim ez­berledi :             

«Onlara (köle ve hizmetçilere) yediğinizden yedirin ve giydiğiniz­den onlara giydirin.»

«Ona dünya malından bir şey vermem, kıyamet gününde benim hase­natımdan bir miktar (benden) almasından bana çok daha hafiftir.»[374]

 

Anlaşılıyor ki, U b a d e , köle ile efendisi üzerinde ayrı ayrı kur maşlardan ikişer parça elbise görünce, bunları birleştirmek sureti ile aynı cinsten birer takım elbise yapmalarını hoş görmüştür. Halbuki E b u ' I -Y e s e r , adalete en uygun şeklini seçtiğini ve bu husustaki hareketini anlattığı hadîs-i şerîfe dayanarak, yaptığını ifade etmiştir. İşte İslam'da, efendi giydiği elbiseyi kölesine ve hizmetçisine giydirecek ve yediği ye­meği de ona yedirecektir. Gerçek adalet budur

Ebu'l-Yeser   kimdir? :

Ensar'dan olan Ebu'l-Yeser'in jşmt Kâ'b ibni A m r'-dir. Isİm ve künyesi ile şöhret bulmuştur. Annesinin adı N e s î b e 'dir. Akabe bi'atından sonra Bedir savaşında bulundu ve bu savaşta Haireti Peygamber Efendimizin amcası Hz. Ab bas 'ı (henüz İslâm'ı kabul etme-mişken)^esir aldı. Kendisi kısa boylu ve geniş karınlı idi. Halbuki Hazreti A b b a s, uzun boylu, büyük yapılı ve güzel bîr adamdı. Bunun için Pey­gamber Efendİmİ2,    Ebu'l-Yeser'e: ;

«Muhakkak surette Alibas'a karşı iyi bir melek sana  yardım etti, (de onu esirajdın).»                                        

Yine Bedir savaşında müşriklerden Ebu'l-Uzeyr elinde bulu­nan müşrHdere ait sancağı çekip alan yine odur. Bedir'den sonraki savaş­larda da bulunmuştur. Hz. Ali'nin hilâfeti zamanında Hz. Ali safların­da bulunmuş -ve Siffin muharebesine katılmıştır. Medine'de ikâmet etmfş ve hicretin 55. yılında orada vefat etmiştir. Bedir savaşında bulunanların en son vefat edenidir. Allah ondan razı olsun.[375]

 

188— Câbir ibni Abdullah'ın (Radiyallahu anh) şöyle anlattığı işitilmiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kölelere iyi muamele etmesi­ni emrederdi ve:

«Onlara, yediğinizden yedirin ve elbiselerinizden onlara giydirin. İz­zet ve Celâl sahibi olan Allah'ın yaratığına eziyet etmeyin.» buyurdu.[376]

 

Köleye ve hizmetçiye, yediğinden yedirmek, muhakkak surette onunla beraber oturup yemek değildir. İnsan yediği yemekten ona vermesi ve tad-dırması demektir. Bu hadîs-i şerif 199 sayıda aynen gelecektir.[377]

 

 

 

(96) Kölelere Kötü Söz Söylemek

 

189— Ma'rûr ibni Suveyd anlatıyor:

«Ebû Zer'i gördüm» üzerinde bir takım elbise, kölesinin üzerinde de bir takım elbise vardı. (Kendisindeki eski elbiseyi kölesine verip, kölenin yeni elbisesini alıp giyinsin diye) ondan bunu istedik. O şu cevabı verdi:

«Ben bir adamı (Hazreti Bilâl'i) ayıpladım. (Ona: Ey siyah kadının oğ­lu, dedim). O adam beni Peygamber (Scükıilahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamber (Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Sen onu, annesi ile ayıpladın mı?»

Ben:

«Evet!» dedim. Sonra Hazreti Peygamber:

«Sizin kardeşleriniz, (köle olsun, olmasın dinde kardeşleriniz veya Hazreti Âdem'den gelme olarak cins bakımından kardeşleriniz) sizin yar-dımcılarınızdır. Allah onları idareniz altına verdi. Kimin kardeşi, eli al­tında bulunuyorsa, yediğinden ona ycdirsin ve giydiğinden ona giydirsin. Güç yetiremiyecelderi şeyi onlara ytiklemeyiniz. Etfer onları güçlerinin üstünde giSrevlendirirseniz, onlara yardım ediniz.» dedi.[378]

 

Köle ve hizmetçileri yedirme ve giydirme hakkında âlimlerin görüşü şudur. Hadîs-i şerifteki : «Onlara yediğinizden yed irin ve giydiğinizden giy­dirin» emri, vücub İçin değildir. Bu bir mendubdur ve fazilettir. Vacib olan, zamanın ve cemiyetin örfüne göre onları yedirip giydirmektir. Bu harcama efendinin giyim ve yemesinden aşağı ela olabilir, yukarı da çıkabilir. An­cak bir insan cimriliğinden veya zühdünden kendisi giymez ve yemesinde noksanlık yaparsa, kölesine aynı şekilde noksanlık yapması caiz olmaz. Bu hareketi ona helâl olmaz.

Bir de hizmetçi ve kölelere ağır iş ve başaramıyacaklan vazifeler ver­memek icab eder. Bedenlerine zarar vermiyecek şekilde onlan çalıştırmalı v© kendi başlarına başaramıyacaklan işlerde onlara yardımcı olmalıdır.

Köleyi ayıplamak mevzuu ile ilgili olarak getirilen bu hadîs-i şerifte, köleye kötü söz söylemek, sövmek ve onu ayıplamak yasak edilmiştir. On­lara yumuşak davranıp iyilik etmeğe bir teşvik vardır. Kölelere böyle dav-ranılırsa, hizmetçilere, işçilere ve bunların dışındakilere aynı şekilde dav-ranılacağı evlâdır.

Rivayet edildiğine göre, E b u Z e r 'in aaNnt vermediği zat Hazreti Bilâl    Habeşî 'dir. Aralarında geçen bir hâdiseden dolayı,    E b u Zer: «Ey siyah kadının oğlu!» diye B i I â l'ı ayıplamış. Hz. Bilâl bundan üzülerek Ebu Zer'i Hz. Peygambere şikâyet etmiş. Bu vaka üzerine bu hadîs-i şerîf varid olmuştur. Ebu Zer, ettiği hatadan af di­lemek üzre yere yıkılıp yanağını toprak üzerine koydu ve : Bilâl ayak­ları ile yüzümü çiğnemedİkçe başımı kaldırmam, dedi. İslâm'da tevazuun ve yapılan kusurdan afv dilemenin ölmez bir örneğini Ebu Zer, henüz kö­le olan" Hz.   B i I â I 'a karşı takındığı asîlâne bir tavırla vermiştir.[379]

 

(97) İnsan Kölesine Yardım Eder Mi?

 

190— Peygamber (Saîlaüçhü Aleyhi ve Ssllem) 'in  ashabından  birinin şöyle anlattığı rivayet edilmiştir:«

Adam dedi ki: Peygamber (SaikılUthü A'.eyhl re Sr .fe;   buyurdu: «Köleleriniz, sizin kardeşlerinizdir; onlara ihsan ediniz. Güç yetiremediğiniz işlerde onlardan yardım isteyin ve onlar da güç ye lir enledikleri işlerde onlara yardım ediniz.»[380]

Burada da kölelere ve hizmetçilere İyi muamele edilmesi ve güç işlerde onlara yardımda bulunulması emredilmektedir. Daha önceki hadîs-i şerif­lerde bu hususlara işaret edilmişti.[381]

 

191— (52-s) Ebû Hüreyre'den (Radiyalla.hu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:                                      

«Yaptığı işten dolayı işçiye yardım edin. Çünkü Allaiı'j.H. kendisine farz kıldığı bir hakkı ödemeğe çalışan mahrum kalmaz.»

Bundan hizmet edeni kasdetmiştir.[382]

 

Allah Tealâ Hazretlerinin bîr kimse üzerine yüklediği vazifeyi yerine getirmek İstîyene yardım etmek, sevâb olan ve manevî mükâfatı bulunan bir iştir. Esasen İslâm'da.'karşılıklı yardımlaşma, hediyeleşme ve. sevişme bir vazifedir.[383]

 

 

(98) Kösle Güç Yetiremiyeceği Şeyle Yükümlü  Tutulmaz 

 

192— Ebû Hüreyre {Radiyalîahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'den rivayet ettiğine göre; Peygamber şöyle buyurdu:

«Kölenin yemeği ve giyimi, j(eien4isi üzerine örfe göre olan) hakkıdır. Güç yetiremiyeceği bir işle yükümlü tutulmasın.»[384]

 

193— Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu anh) işitildiğine göre, Peygam­ber (Salkıllahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu anlatıyor:

«Kölenin yemeği ve giyimi, (efendisi üzerine örfe göre olan) hakkı­dır. Köle ancak güç yetireceği şeyle yükümlü tutulsun.»[385]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife bak.[386]

 

194— Ma'rûr (RattiyaUahü cmfut) anlatmıştır:

  Ebû Zer'e uğradık, üzerinde bir elbise vardı. Kölesinin üzerinde de başka bir elbise varda. Biz (ona) dedik:

«Köledeki bu elbiseyi alaydın ve bu başka olan elbiseni vereydin takım elbise olurdu.»

Ebû Zer dedi ki:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdu: «Köleleriniz, sizin kardeşlerinizdir. Onları Allah idareniz altına ver­miştir. Kimin kardeşi idaresi altına verilmişse, yediğinden ona yedirsin, giydiğinden ona giydirsin. Eğer güç yetiremİyeceği şeyi ona yüklerse, ona yardım etsin.»[387]

 

(99) İnsanın Kölesine Ve Hizmetçisine Yedirmesi  Bir  Sadakadır  

 

195— Mikdam (Radiyallahu anh) , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'm şöyle dediğini igitmiştir:

«Kendine yedirdiğin bir sadakadır. Çocuğuna, zevcene, hizmetçine yedirdiğin şey de bir sadakadır.»[388]

 

İnsanın kendi geçimini temin etmesi üzerine vacib olan bir iştir. Yine çalışamıyacak ve kazanamıyacak durumda olan yakınlarının da geçimini sağlamak üzerine vaciptir. İşte bu hizmetlerinin karşılığında bir sevap elde edildiğinden, yapılan harcamalar sadaka ismi ile anılıyor, insan, yardım etmeğe mecbur olmadığı uzak akraba ve yabancılara verir ve yedİrirse, bu nafile sayılan bir ibadet olur ve bundan da sevâb kazanır. Fakat va­cipten kazanılan sevâb, nafileden kazanılandan fazla olur.

Bu harcamalar, ancak helâl kazançtan yapılmış olduğu takdirde se­vaba vesile olurlar. Aksi halde haramdan kazanılan malın vebali olur, se­vabı olmaz.[389]

 

196— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anhj'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

«Sackkanın hayırlısı, (fukaraya verildikten sonra, insanın ailesinin zarurî ihtiyacını karşüıyacak kadar) bir zenginlik geriye bırakan miktar­dır. Veren üst el, dilenip alan alt elden daha hayırlıdır. Verirken (harcayıp yedirirken) önce geçindirmeğe meclur olduğun kimselerden başla. (Eğer ailene bakmaz ve onlara bir şey bırakmazsan), hanımın: Bana nafaka ver, yoksa beni boşa, der. Kölen : Bana nafaka ver, yoksa beni sat, der. Çocu­ğun : Beni kimin himayesine bırakıyorsun, der.»[390]

 

Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de, Isra Sûresinin 29. âyet-i kerîmesinde : «Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma). Büsbütün elini de açıp is­raf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş kalırsın.»[391]

Buyurmaktadır. Bu hadîs-i şerifte de sadakanın hayırlısı, o harcamadır ki, gerekli yerlere harcadıktan sonra, insanın elinde ailesinin zaruri İhti­yaçlarını karşılayacak kadar geriye mal bırakan bir miktardır.

Önce insan, nafakasını temin etmeye mecbur olduğu kimselere harca­ma yapacak ve bunların hiç olmazsa günlük ihtiyaçlarını karşılayacak ve ondan sonra arta kalan malından dışarıya tasadduk edecektir. Ayet-İ kerî­mede beyan buyurulduğu gibi, insan elinde bulunan malının hepsini verirse, muhtaç duruma düşer, başkaları tarafından kınanır ve hasretlik çeker. Onun için cimrilik yapmaksızın ve büsbütün de saçmaksızın orta bir yol tutmak en hayırlı bir tutumdur. Peygamber Efendimiz buna işaret buyurmuşlardır. İn­san kendi evine bakamıyacak duruma düşerse, ailesi, kölesi ve çocukları kendisine nafaka davasında bulunur ve onu müşkül duruma sokarlar.[392]

 

197— Ebû   Hüreyre   (Radiyallahu anh) 'den rivayet   edildiğine   göre şöyle dedi:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka vermeyi emretti. Bir adam dedi ki:

«Bende bir altın var.»

Hazreti Peygamber:

«Onu kendine (ihtiyacına) harca.» dedi.

Adam:

«Bende başka bir daha var.> dedi.

Hazreti Peygamber.:

«Onu zevcene (ailene) harca.» dedi.

Adam:

«Bende diğer bir tane daha var.» dedi.

Hazreti Peygamber:

«Onu hizmetçine harca. Sonra (yakınlarını ve muhtaçlarını) sen daha iyi bilirsin, (ona göre harcarsın).» dedi.[393]

 

Her şahıs, kendi nafakasını, zevcesinin ve ailesinin nafakasını, hizmet­çisinin nafakasını temin etmekle mükelleftir. Bu, üzerine bir farz olmakla beraber, harcadığı para, verilen sadaka gibi ona sevâb kazandırır. Har­cama da en yakından başlayıp uzak akrabaya doğru yapılır.[394]

 

(100) Kölesi İle Yemeyi İstemediği Zaman

 

198— Ebû Zübeyr'in (Radiyalîahu anh), insanın hizmetçisinden Câ-bir'e (Radiyalîahu anh) şöyle sorduğu işitilmiştir:

«Sıcakh ve meşakkat, hizmetçiyi işten alıkoyduğu zaman, (hizmetçi çalışıp işini gördüğü zaman) Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) , onu yemeğe çağırmayı emretti mi?»

Câbir:

«Evet!> dedi.

Eğer sizden biriniz, hizmetçi ile yemek istemez ve bundan hoşlan­mazsa, elindeki yemekten bir miktar ona yedirsin.»[395]

 

İnsanın kendi malında ve hizmetçisinde hakkı olduğu gibi, gördüğü işler karşılığında hizmetçinin de hakları vardır. Pişirdiği yemekte ve hazır­ladığı sofrada şeriatın ona tanıdığı bir hak vardır. Hizmetçiyi, efendisi sof­raya çağıracak veya herhangidir sebeple aynı sofrada beraberce yemek yemesinden hoşlanmıyorsa, ona ayrıca aynı yemekten yedirecektir. İslâm'ın İnsan haklarına vermiş olduğu bu değeri ve yüce adaleti, hiç bir sosyal görüş vermemiştir ve veremez de...

Yemek hususunda gözetilmesi lâzım gelen bu adalet, aynen giyim İşinde de caridir. Daha önceki hadîs-i şeriflerde buna temas edilmişti.[396]

 

(101) İnsan Yediği Şeyden Köleye Yedirir 

 

199— Câbir ibni Abdullah'ın (Radiyallahu anh) şöyle dediği işitilmiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kölelere iyilik edilmesini em­rederdi ve şöyle derdi:                                                                

«Yediklerinizden onlara yedirîn ve elbiselerinizden onlara giydirin. Allah'ın yarattığına azab etmeyin.»[397]

 

188 sayılı hadîs-i şerife bakınız.[398]

 

(102) Însan Yediği Zaman Kölesini Beraberinde Oturtur Mu? 

 

200— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh), Peygamber (Sallaltohü Aleyhi veSetlem)deh rivayet ettiğine göre Hazreti Peygamber şöyle dedi:

«Sîzden bîrinize hizmetçisi, yemeğini getirdiği zaman, hizmetçisini (beraberinde yemeğe) oturtsun. Hizmetçi (oturmayı) kabul etmezse, o yemekten ona versin.»[399]

 

Peygamber Efendimizin : «Hizmetçiyi, efendisi beraberinde yemeğe oturtsun.» emri, burada vücub İfade edip etmediği hakkında görüşler vardır:

1— Imam-ı Şafiî diyor ki, burada iki yön vardır:

a— Efendinin hizmetçisini beraberinde oturtmasında fazilet vardır, bunu yapmak özere vacib değildir. İsterse onu beraberinde yemeğe alıkor, isterse p yemekten hizmetçisine verir.

b— Hangi halde olursa olsun, buradaki emîr nedb İçindir. Yani emri yerine getirmek mendubdur. Yapılmasında sevâb var, terkinde azab yoktur.

2— Fadlullah    El-Ceylânî'ye göre, yemeği pişirip onu hazırlıyan hizmetçiye, yemeğe otur, diye emretmek vacibdir. Ancak bunun iki halde istisnası vardır:

a— Eğer yemeği yiyecek kimseler kalabalık olur da yemek az ise, bu durymda hizmetçiye oturmasını emretmek vacib değildir.

b— Hizmetçi, edebinden veya edindiği bir huydan ötürü efendisi ile yemece ©turrnaktan çekinirse, yine onu bizzat oturtmak icab etmez. Fakat bir iki'halde de, hizmetçiye, hazır.ladığı yemekten bir miktar vermek ve taddırmak icab eder.[400]

 

201— (53-s) Ebû Mahzüre şöyle dedi:

«Hazreti Ömer (Radiyallahu anh)'m yanında oturuyordum. O sırada Safvan ibni Ümeyye bir tepsi getirdi. Onu, bir örtü içerisinde birkaç ki­şi taşıyordu. Bu (büyükçe) tepsiyi Ömer'in önüne koydular. Hz. Ömer çevresindeki insanların kölelerini ve fakir kimseleri (yemeğe) çağırdı. Onlar (gelip) Hazreti Ömer'le yemek yediler. Sonra bu manzara karşı­sında Hazreti Ömer şöyle dedi:

«Allah o topluma kahretsin, yahut lanet etsin ki, onlar kölelerinin kendileriyle beraber yemesinden yüz çeviriyorlar.»

Safvan dedi ki:

«Bize gelince, Allah'a yemin ederim! Biz onlardan yüz çevirmiyoruz. Fakat kendimizi onlardan önde tutuyoruz. Vallahi yiyeceğimiz ve onlara yedireceğimiz iyi yemek bulamıyoruz.»[401]

 

Safvan    kimdir? :

EbÛ V e h b künyesi İle tanınan Safvan İbni ümeyye, İbni Halef ashab-ı kiramdan olup, mü eli efe-i kufub'dandır = İslâm'a ısındırılmak için kendilerine yardım edilenlerdendir. Babası Bedir savaşında düşman saflarında İslâm'a karşı çarpışırken ölmüştür. Kendisi Mekke'nin fethi gününde Cidde'ye kaçmış ve kardeşi aracılığı İle Hz. Peygamberden İki aytık dokunulmazlık müsaadesi = Eman istemişti. Hz. Peygamber tara­fından ona dört aylık bir mühlet tanındı. Nihayet bu müddet sonunda İs­lâm'ı kabul etti. Huneyn savaşında kâfirlerle bulunmuş ve kendisine gani­metten, İslâm'a dönsün diye.bir hayli ganimet verilmişti. İslâm dinini ka­bul ettikten sonra sadık olarak çalışmıştır. Bİr aralık Medine'ye hicret etti ise de, Hz. Peygamber in :

«Mekke fethinden sonra hicret yoktur.»

Beyanı üzere Mekke'ye döndö. Amcası Ubeyy ibnİ Halefi, Uhud savaşında bizzat Hazreti Peygamber öldürmüştü.

Güzel söz söyliyen, iyiliksever ve cömert bîr kimse idi. Hicretin 41 ve­ya 42. yılında Mekke'de vefat etti. Allah ondan razı olsun.[402]

 

(103) Köle, Efendisine Karşı Dürüst Hareket Ederse

 

202— Abdullah ibni Ömer'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiîem)  şöyle buyurdu:

«Köle, efendisine itaatkâr olursa (dürüst hareket ederse) ve Rabbine de güzel ibadet ederse, onun iki kat sevabı olur.»[403]

Köle ve hizmetçilerin iki kısım vazifeleri vardır. Bunlardan biri, yap­makla mükellef oldukları hizmetleri iyi bîr şekilde sadakat ve doğrulukla yapmak ve başarmak. Bu hizmetlerinden dolayı, maddî kazançları dışında ayrıca manevî mükâfatlan ve Allah katında sevâbiarı vardır. İkinci kısım vazifeleri de Allah'a karşı olan ibâdet borçlarıdır. Kendilerini yaratan ve yaşatan varlığa karşı da ibâdetlerini ihlâsla ve sahîh bir îmanla yerine getirmelerinde yine sevâb vardır. Böylece her iki hizmetten iki mükâfat elde etmiş olurlar. Allah'ın makbul kulları arasına girmiş olurlar.[404]

 

203— Rivayet edildiğine göre bir adam, Âmir Eş-Şa'bî'ye dedi ki:

«Ey Ebû Am'rî Biz (Horasanlılar) aramızda konuşuyoruz ve diyoruz ki, insan cariyesini azad eder ve sonra onunla evlenirse, kendi kurbanlık devesine binen kimse gibi olur» (bunun sevabı yoktur).

Bunun üzerine Âmir:

«Ebû Bürde babasından bana naklederek şöyle söyledi.» dedi. On­lara Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle dediğini anlattı:

«Üç kimsenin mükâfatlan iki kattır:

1— Ehli kitaptan bir adam ki, kendi peygamberine îman eder de (ondan sonra) Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Je îman ederse, onun iki ecri (sevabı) vardır.

2— Köle durumunda olan kul, Allah'ın hakkını ve efendilerinin hak­kını yerine getirirse,  (bunlara karşı vazifelerini yaparsa)  bunun da iki kat sevabı vardır.

2— Bir cariyeye sahip olup da, onunla münasebette bulunan kimse, onu güzel yetiştirir ve terbiye ederse, onu öğretir ve öğrenimini güzel yaparsa, sonra onu azad edip de onunla evlenirse, iki kat sevâb kazanır.»

Âmir:

«Bu hadîsi sana, bir   (dünyevî menfaat olmaksızın verdik. Bundan daha hafif şeyleri öğrenmek için Medine'ye binilir, gidilirdi.» dedi.[405]

 

Hadîs-i şerifte öç kimsenin iki kat mükâfat alacağı ve buna hdk kaza­nacağı açıklanmaktadır. Peygamber Efendimizin gelişinden haberdar ol­madan önce Hz. I s a dinine sadakatla bağlrofup, sonra âhir zaman Pey­gamberine muttali olarak insan ona da îman ederse, bunun İki kat sevabı olur. Çünkü evvel ve sonraki halde sadakatından ayrılmamış, hak yolu seçmiştir. Bu iki halden dolayı da iki ecir kazanmış olur.

Kölenin yüklendiği işler, ağır ve meşakkatli olduğundan ve ayrıca hem efendisine, hem de Rab'bine itaat ettiğinden iki ecir vardır.

Köleye İyİ bakmak ve onu yetiştirip güzel terbiye etmek hayırlı bir hiz­mettir ve sevabı vardır. Bir de onu.azad etmek ve onunla evlenmek ayrı bir hayır işidir, işte bunları yerine getiren bir efendinin iki kat sevabı olur.[406]

 

204— Ebû Musa'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resû-lüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu anlatmıştır:

«Rabbine olan ibadetini güzel yapan, .efendisinin üzerine yüklddiği vazifeleri dürüstlükle ve itaatla yerine getiren kölenin iki kat mükâfatı vardır.»[407]

 

Bundan önceki hadîs-İ şerîfe bakılsın.[408]

 

205— Ebû Bürde'den (Radiyallahu anh) işitildiğine göre, babasının şöyle dediğini anlatmıştır:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  buyurdu ki:

«Kölenin iki mükâfatı vardır; Allah'ın hakkını ona ibadet etmekte yerine getirirse, — yahud ibadetini güzel eylerse, dedi. — Bir de kendisi­ne sahip olan efendisinin hakkını Öderse...»[409]

 

Bundan önceki 203 ile 204 No.lu hadîs-i şeriflere bakılsın.[410]

 

206— îbni Ömer'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

«Hepiniz birer çobansınız, (çoban gibi gözetici ve koruyucu birer bekçişiniz). Hepiniz de, gözetlemeğe mecbur olduğu şeyden sorumludur. O insanların başında olan idareci = kumandan, bir çobandır ve o, eli altın-dakilerden sorumludur. İnsan, ailesi Üzerinde bir çobandır ve o, eli al-tındakilerden (karısından, çoluk - çocuğundan) sorumludur. İnsanın kö­lesi = hizfnetçisi, efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve o, bundan sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz, eli altında bulunanlardan sorumludur.»[411]

 

İnsanlar için genel ve özel olmak üzere iki türlü sorumluluk vardır:

1— insan tek başına ve yalnız olarak ele alındığı zaman, onun so­rumluluğu, sahip bulunduğu göç ve iktidarı emredildiğİ şeylere harcaması ve azalarını yasak işlerden korumasıdır. Bu sorumluluk herkes için mevcut bulunan bir sorumluluk olduğundan umumî adını alır. Hiç bir mükellef bu sorumluluktan uzak kalamaz. Göz, kulak, dil, el ve ayak, akıl ve irade hep Allah'ın insanlara birer emanetidir. İnsan bu emanetleri Allah'ın emir ve yasaklarına uygun bir şekilde gözetmez ve kullanmazsa vazifesini yapma­mış olur ve bu hareketinden mes'ul tutulur. Çünkü emanete hiyanet etmiş­tir. Sorumlu olduğu işte görevini yapmamıştır.

2— Hayatta ve cemiyet içinde her insanın üzerine aldığı bir özel gö­revi vardır. Bulunduğu mevkî'e göre, büyük veya küçük sorumluluğu var­dır. Bİr devlet başkanı veya bir birlik komutanı, eli altında bulunan kimse­lerin durumundan sorumludur. Zulüm görmsksizin adalet dairesinde, huzur ve emniyet İçerisinde yaşamalarını, İlim ve İrfan öğrenmelerini sağlamak mecburiyetindedir. Görevini yapabilen, sorumluluktan  kurtulur, yapmıyan da cezaya hak kazanır. Bu sorumluluk cemiyetin en yüksek kademesinden aile reisine ve oradan da zevceye, köle ve hizmetçiye, bekçilere kadar iner. Diğer bir hadîs-i şerîfte, zevce de kocasının evinde bir çobandır ve eli al-tındakilerden sorumludur, dîye ilâve vardır. Zevce, ev İşlerini idare etmek, çocuHara bakmak ve onları güzel yetiştirmek gibi hususlardan sorumlu­dur. Köle de, kendisine verilen İşleri yapmak ve efendisinin malını koru­yup ona sadakat etmek işleri ile sorumludur. Hizmetçi de aynı sorumluluğu taşır. Hulâsa herkes bir çobandır ve kendisine verilen işlerderi.ve koru­mağa mecbur olduğu şeylerden sorumludur.

Özel ve genel manâlariyle bu sorumlulukları idrak edip başarmakla cemiyette düzen olur, huzur ve emniyet bulunur. Hikmet dolu bu hadîs-i şerîf, bizim cemiyet hayatımızda esas kabul edilmedikçe hiç bir kanun ve nizam, arzu edilen düzen ve huzuru getiremez.[412]

 

207— (54-ş) Ebû Hüreyre'nin (Radiyallahn a?ıh) şöyle dediği igitil-nıiştir.

«Köle, efendisine itaat edince, Allah    (Azze ve ,€*lle) 'ye itaat etmiş olur. Efendisine isyan edince de, Azîz ve Çelü olan Allah'a isyan etmiş olur.[413]

 

Bütün meşru işlerde köle ye hizmetçilerin hatta bütün memurların efendilerine ve âmirlerine itaat etmeleri Allah in bîr emri olduğundan, bu­na riayet etmek Allah'a ftaat olur. Riayet etmemek de Allah'ın emrine ay­kırı düştüğünden Allah'a isyan olur.[414]

 

(105) Köle Olmayı Seven Kimse

 

208— Ebü Hüreyre'den (Radtyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Re-sûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Müslüman köle, Allah'ın hakkım ve efendisinin hakkını yerine ge­tirirse, onun iki mükâfatı vardır.»

Ebû Hüîeyre *nin nefsi, kudret elinde olan Allah'a yemin ede> rim ki, Allah yolunda. cihad, hac ve anneme iyilik olmıyaydı, köle olarak ölmemi isterdim.[415]         

 

Saclâkatla çalışan kölenin iki mükâfatı olduğuna dair hadîs-i şerifler geçmişti. Burada Ebu Hüreyre Hazretleri bazı ibadetlerdeki faziletler olmasa, elde edeceği jki kat ecirden dolayı köle olarak ölmeyi tercih et­mektedir. Bu tercih de kölelere tanınan manevî ecir büyüklüğünden ileri gelmektedir.[416]

 

(106) İnsan Kölem Dememelidir

 

209— Ebû Hüreyre'den (Radiyallakû anh) rivayet edildiğine' göre, Peygamber (SaîUıllahü Aleyhi ve Selîem) şöyle dedi:

«Sizden hiç biriniz, kölem = kulum, demesin. Hepiniz Allah'ın er­kek kullarısınız ve sizin bütün kadınlarınız da Allah'ın dişi kullarıdır. İn­san : Oğlum, cariyem, delikanlım ve genç kızım desin.»[417]

 

Gerçek kulluk, ubudiyyet Allah Tealâ'ya yapılır. Herkes Allah'ın kulu olmakla ve bunu itiraf etmekle yaratanına tazim etmiş, onu yüceltmiş olur. Yaratıklardan hiç bir varlık bu tazime hak kazanamıyacağından bu büyük­lüğü ima edecek bir ifade kullanmamalıdır.: Bunun için Peygamber Efendimiz, köleye : kölem ve kulum manâlarına gelecek kelimeleri kullanma­mayı emretmektedir. Bu kelimeleri kullanmakta tekebbür var, böyüklenme var. Halbuki Müslüman büyüklük taslamaz, mütevâzi olur, kibar otur.[418]

 

(107) Köle, Efendim Der Mi? 

 

210— Ebû Hüreyre (Radiyaltahu anh) Peygamber (Sallaliahü Aleyhi veSellem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle dedi:

«Sizden hiç biriniz, er kulum, dişi kulum, asla demesin. Köleler de (size), mürebbim ve mürebbiyem, asla demesin. (Sizden her biriniz köle­sine) şöyle desin: Delikanlım, genç kızım. (Köleler de, efendilerine şöyle desin) : Efendim, hanımefendim. Hepiniz kullarsınız; Rab ise, Aziz ve Celü olan Allah'dir.»[419]

 

Peygamber Efendimiz burada bize konuşma ve hitab edebini öğreti­yor. Mevkî ve durum bakımından en aşağı seviyede olan köle ile efendi arasındaki hitab edebî, temel ölçü olarak ele alınırsa, bunlar dışındaki konuşma ve karşılıklı hitapların daha büyük önem ve ciddiyet kazanacağı şüphe götürmez bir gerçektir. Dinimiz bize nezaket ve tevazuu, hoş ve tatlı söz söylemeyi emrediyor.

Azamet ve ululuk Allah Tealâ ya mahsustur. Yetiştirici ve terbiye edip kemale erdirici manâsını taşıyan Rab ismi, Allah Tealâ'nm isimlerinden ol­duğu cihetle, köle veya hizmetçinin efendisine Rabbım, diye hitap etmesi caiz olmaz. Uygun düşen, efendim diye çağırmasıdır. Efendisi de hizmetçi veya kölesine, kulum veya kölem diye hitap etmiyecek, delikanlım, kızım ve oğlum diyecektir. Çünkü Allah'ın yarattığı bütün insanlar, onun kulla-

ndır. Kul, kula büyüklük taslıyarak, kibirlenerek kulum diyemez. Kibirlen­mez ve büyüklenmek haramdır.

İşte bu ölçü dairesinde hareket ederek her kademedeki insanların kar­şılıklı olarak birbirlerine hitapları nezaket ve itidal kıvamını açmamalıdır. Büyüklenme haram olduğu gibi, büsbütün küçülüp başkasına kul olmak da haramdır. Saltanat ve İzzet Allah'a mahsustur. Allah dan başkasına kulluk edilmez. Şahsa hitap şekli ile, işçim, memurum, hizmetçim, aylıkçım, kira­cım, hammalım denmesi edebe aykırıdır, örfe göre en kibar kelimeleri kullanarak ne muhatap rencide edilmeli, ne de hitap eden büyüklük tas-lamalıdır. Aşağı rütbe ve mevkide bulunan şahıs âaf üstüne haddinden faz­la tazim ifade edecek Mevlâm, velİyyi nimetim gibi sözler kullanmamalıdır, Amma insanın yüzüne karşı hitap şekli ile değil de, onun gıyabında başka­sına hizmetçim şöyle yaptı, işçim böyle dedi gibi ifadelerde bir beis yoktur.[420]

 

211— Mutarrif'den (Radiyatlahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Babam (Abdullah) dedi ki;

«Ben, Amri Oğulları heyeti içinde bulunarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem)'e gittim.  (Heyet, Peygambere hitab ederek) :

«Sen bizim seyyidimizsin.» dediler.

Peygamber:

«Seyyid AlUh'dır,» buyurdu.

Onlar:

«Fazilet yönünden en ziyade faziletlimiz ve ihsan bakımından en bü­yüğümüz (sun).» dediler.

(Babam Abdullah) dedi ki, Peygamber şöyle buyurdu: «Sözünüzü söyleyin, (ne diyecekseniz onu deyin). Şeytan sizi vekil tutmasın (size lüzumsuz ve boşuna söz söyletmesin).»[421]

 

Büyüklük ve ululuk manâsına gelen «Seyyid» kelimesi ile kendisine hi­tapta bulunulmasını Peygamber Efendimiz istememişlerdir. Çünkü hakikat­te ululuk Allah Tealâya mahsustur. Hz. Peygamber edebe ve tevazua riayet buyurmuşlardır ve diğer kavimlerde âdet halinde kullanılan dünyevî iltifat­ların terk edilmesini İstemişlerdir. Mecaz olarak seyyİd lâfzının insanlar arasında kullanılmasında bir mahzur yoksa da evlâ değildir. Peygamber Efendimizin;        

«Ben, Âdem evlâdlarimn seyyidiyim.»

(Bunda Öğünç yoktur.) buyurması, manevî rütbe olan Peygamberlik rüt-besmİ beyandan ibarettir. Yoksa, bu şekilde kendilerine hitab edilmesini istemeleri demek değildir. Fakat bize düşen, gıyablarında hürmet ve tazim lâfızlarım kullanmaktır. Ashab-ı kiram umumiyetle : Ya Nebiyye'llah, Ya Resûİallah, diye kendilerine hitab ederlerdi.[422]

 

(108) İnsan Evinin Bekçisidir

 

212— îbni Ömer'den (Radfyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Pey­gamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:

«Hepiniz birer çobansınız (bekçisiniz) ve her biriniz eli altında bu­lunanlardan sorumludur: İdare âmiri ve kumandan bir çobandır ve o so­rumludur. İnsan, ailesi üzerinde bir çobandır ve o sorumludur. Kadın, ko­casının evi üzerinde bir çobandır ve o sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz birer çobansınız ve her biriniz, eli altında bulunanlardan sorumludur.»[423]

 

206 sayılı hadîs-i şerîfe bakılsın.[424]

 

213— Ebû Süleyman Malik ibni'l-Huveyris'den (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

(Bir heyet halinde) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in yanına vardık. Biz, yaşları birbirine yakın gençlerdik. Peygamberin yanında yir­mi gece kaldık. Zevcelerimizi arzuladığımızı Peygamber anlamış olmakla, geride ailelerimizden kimleri bıraktığımızı bize sordu. Biz de, ona, (duru­mumuzu) bildirdik. —Peygamber gayet yumuşak ve merhametli idi.— Bize buyurdu:

«Ailelerinize dönün ve (öğrendiklerinizi) onlara Öğretin ve onlara (vazifelerimi) emredin. Benim nasıl namaz kıldığımı görmüşseniz, öyle­ce namaz kılın. Namaz vakti geldiği zaman, sizden Mriniz size ezan oku­sun ve büyüğünüz, size imam olsun.»[425]

 

Bu hadîs-i şeriften çıkan hükümler:

1— insan, işini bitirdikten sonra ailesine dönmeli ve çoluk-çocuğun başında bulunmalıdır. Onlara ilim ve ahlâk öğretmeli, iyilikle emretmelİ, kötülükten alıkoymahdır. Başlarında sorumlu bir çoban veya bekçi mevki­inde bulunmalıdır. Çünkü insan, ailesinin ve çoluk-çocuğunun yaşayışından, hak ve vazifelerinden sorumludur. Herkes bu vazifelerini yapıp yapmadı­ğından sorumlu tutulacak, Allah'a hesap verecektir. Vazifesini yapan sevâb alır, kurtulur. Yapmayan da günâh kazanıp cezasını çeker.

2— Namaz kılmak, akıl ve idrak ile bilinip yapılacak bir hareket ol­madığından, Cebrail (Aîeyhisseiâm)     Peygamber'İmize nasıl öğretti ise öy­lece yerine getirilmesi icab eder. Bu ibâdetin makbul olabilmesi için, onu Peygamber Efendimiz nasıl kıimışlarsa, aynı şekilde kılmak Müslümanlara düşen bir farzdır. Başka türlü yerine getirilmesi mümkün olmaz.

3— ister yolculuk halinde, ister ikâmet halinde bulunulsun, namaz vakti girince, namaz vaktini bildirmek İçin ezen okunması bîr sünnettir ve kifa-yedir. Bir yerde okunduğu zaman, bir kısım insanlar duymasa bile, kâfi gelir. İkinci defa okunmasına lüzum kalmaz.

4— Topluluk halinde bulunanlara İçlerinden birinin imam olması icap eder. Burada en büyük olanın imam olması emredİImektedir. Diğer hadîs-i şerif açıklamalarında, kıraat ve ilim bakımından eh İyi olanın imam olması emredilmekte olduğundan, burada büyükten maksadın  bilgili olmak ma­nâsını taşıdığı anlaşılmaktadır.  Bilgi ve okuyuşta eşitlik olduğu takdirde yaşı büyük olanın tercih edilmesi uygun olur. Yaş, ilim üzerine geçemez. Di-nİmiz, İlme en büyük değeri vermiştir. Ayrıca yaşlılara hürmeti de emret­mektedir.

Malik   İbni'l-Huveyrİs    kimdir? :

Ashab-ı kiramdan olan M a 1 i k 'in künyesi Ebu Süleyman'­dır. Kendisinden hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. Buharı ve Müslim'de bu ha­dîs mevcuttur. Basra'da ikâmet etmiştir. Leys kabilesİndendir. Hicretin 74. yılında ve Istiab sahibine göre 94 yılında Basra'da vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[426]

 

(109) Kadın Bir Koruyucudur

 

214— îbni Ömer'den (RadiycMahû anhümn) rivâyec edildiğine göre, o Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle dediğini işitmiştir :

«Hepiniz birer çobansınız ve her biriniz, eli altında bulunanlardan sorumludur: Devlet reisi bir çobandır ve o, eli altmdakilerden sorumlu­dur. İnsan ailesi üzerinde bir çobandır. Kadın, kocasının evinde bir ço­bandır ve hizmetçi de efendisinin malında (bir çobandır)...»

Îbni Ömer demiştir ki:

— Ben bu kelimeleri Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den işit­tim ve zannediyorum Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) : «Erkek, babasının üzerinde  (bir çobandır)...» dedi.[427]

 

206 ve 212 sayılı hadîslere bakılsın.[428]

 

(110) Kime İyilik Edilirse O, Ona Mukabele Etsin

 

215— Cabir İbni Abdullah El-Ensarî'den  (Radiyallahu anh)   rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

— Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)   buyurdu:

«Kime bîr iyilik edilirse, o iyiliğe mukabele etsin. Eğer mukabele edecek bir şey bulamazsa, kendisine yapılan iyiliği övsün. Kendisine olan bu iyiliği Övdüğü zaman, insan ona teşekkür etmiş olur. Eğer bu iyiliği gizler (övüp başkasına söylemezse), onu inkâr etmiş olur. Kim, kendisine verilmemiş bir şeyle bezenirse, sanki o, iki yalan elbisesi giymiştir (baş­tan aşağı yalancı olmuştur).»[429]

 

Bİr insan çeşitti maksatlarla başkasına mal veya para verir. Verdiği şey de bu maksad ve niyyetlere göre isim alır. Bunlar şu kısımlara ayrılır:

1— Bir malı, bir mal veya değer karşılığında değiştirmek alış-veriş olur. Bir malın veya vasıtanın menfaatini satmak icare olur.

2— Muayyen bir zaman için, bir eşyayı kullanmak ve karşılığında bir hak talep etmemek üzere başkasına vermek, ariyet olur, aynen o eşyanın geri verilmesi icab eder. Helak olursa tazmini gerekir.

3— Bir kimseye, aynını değil de, kıymetini veya mislini geri vermek üzere, Allah rızası için verilen paraya veya mala ödünç denir. Karz denir.

4— Allah dan mükâfat bekliyerek sevab için, muhtaçlara verilen şey­lere sadaka denir. Eğer Allah'ın farz kıldığı bir vazife ise ze!<ât adını alır.

5— Bir malı, herhangi bir karşılık olmaksızın, karşılığında bir şey al­mayı  şart koşmaksızın başkasına temlik etmek hibe olur. Makbul olma­makla beraber hibaden dönmek caizdir. Fakat sadakadan dönülmez; yani verilen sadaka geri alınmaz.

6— Başkasının hakkını engellemek veya haksız oludğu halde kendini haklı çıkarmak veya başkasına zulüm etmek maksadı İle verilen mal rüş­vet olur ki, bu haramdır.

7— Sevişmek ve sevgi kazanmak için başkasına ikram edilen şey de hediye o!ur. Hadîs-i şerifte murad edilen bu türlü ikramdır. Durum ve ni­yete göre «Hibe» sadaka ile hediyeyi içine alır.

Bir insana edilen ikrama karşılıkta bulunulması gerekir. Mal, sevgi ve birbirine bağlılığı temin eden bir vasıtadır. İnsan bir hediyeye nail olunca, ona karşılık olarak bir şey ikram etmelidir. Bir ikramda bulunamıyaca!< durumda olan kimse de, hiç olmazsa gördüğü iyiliği, yüzüne kcrşı olmak­sızın, Övmeli ve söylemelidir. Çünkü bir kimseyi yüzüne karşı övmek ve medihte bulunmak uygun bir hareket değildir. Bu övgü, yapılan iyiliğe bir teşekkürle karşılıkta bulunmak yerine geçer. Bu teşekkürü yapmıyan kimse, kazadığı nimeti inkâr etmiş bir nankör olur.

Aksine, bir kimse de başkasından herhangi bir hediye almadığı halde, kendini almış gibi gösterir ve bununla başkalarını kıztştırırsa, baştan aşağı yalancı hüviyetine bürünmüş olur. Birİ yukardan ve diğeri aşağıdan olmak üzere iki parçadan ibaret yalancı elbisesi i!o süslenmiş olur. Bir defa ken­disinde olmiyan bir şeyle vasıflanmış, bir de başkasında olmıyan ikram hasleti ile onu vasıflandtrmışhr. Böylece katmerli yalancılardan olmuştur. Yalan ise haramdır.[430]

 

216— İbni Ömer'den  (Radiyallahû anhûma)   rivayet edildiğine göre, dedi ki:

— Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «Çektiği eziyetten dolayı Allah'a sığınanı koruyun, ona yardım edin. Allah adını anarak dilenene veriniz. Size herhangi bir iyilikte bulunana mukabele ediniz. Verecek bir şey bulamazsanız, ona duâ ediniz ki, ken­disine bir mukabelede bulunduğunuz bilinmiş olsun.»[431]

 

İnsanlardan çektiği sıkıntı ve eziyetten veya başka sebeplerden dolayı muztar duruma düşüp Allah'dan yardım istiyen, lütuf bekliyen olursa, ona yardım etmek ve onu korumak müminlerin vazifesidir. Müşkül durumda bu­lunan kardeşlere tercihen yardım etmeyi, Peygamberimiz bize tavsiye bu­yurmaktadır.

Bir de Allah'ın adını anarak «Allah rızası» için, dileneni boş çevîrme-yîp ona ihsan etmekte Allah Tealâ'nin adına hem tazım var, hem de Allah'ın yaratıklarına merhamet etmek vardır.

Söz veya İşle bir kimseye iyilik edildiği zaman, mümkün İse daha iyisi ile ona mukabele etmelidir. Edilen iyiliğe karşılık bir şey bulunamazsa, iyilik edene, hediye verene dua etmelidir. Duq etmekle karşılıkta bulunul­muş sayılır. Nimete şükür olur.[432]

 

(111) İyiliğe Mukabele Edemiyen 

 

217— Enes'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Muhacirler dediler ki:

«Ey Allah'ın Resulü! Ensar, sevâbm hepsini aldı götürdü» (bize bir şey kalmadı).

Peygamber şöyle dedi :

«Hayır, sîz onlar için Allah'a duâ ettikçe ve size verdikleri şey se­bebiyle onları övdükçe,  (size sevâb vardır, mahrum kalmazsınız).»[433]

 

Mekke müşriklerinin eziyet ve hakaretlerine dayanamıyarak doğmuş oldukları ana vatandan mallarını bırakarak Habeşistan ve Medine g:bi beldelere hicret (göç) eden ashab-ı kirama Muhacir denir. Özel olarak Medîne'ye hicret edenler «Muhacirin» adını alırlar. Bütün maddî imkânla­rından mahrum olarak Medine'ye ve oradaki Müslüman kardeşleri yanına sığınan bu muhacirler, dünya tarihinde görülmemiş bir ikrama ve yakınlığa kavuşmuşlardır. Medine'Iİ ashab tarafından kendilerine üstün bir yardım yapıldığından bu yerli ashaba «Ensar» denir. Kendî evlerini misafirlere terk etmişler, mallarını vermişler ve bu kıymetli misafirlerini öz kardeşlerinden daha üstün tutmuşlardı.

İşte muhacirler gördükleri bu İyilik ve ikrama karşı, verecek bir şeyleri o!madıqmdan ve onlara bîr mukabelede bulunamadıklarından mahcub bir vaziyette :

«— Ey Allah'ın Resulü! Ensar bütün sevâblan aldı götürdü. Bizim ha­limiz ne olacak.»

Diye üzüntüye düştüler. Bunları teskin ve taltif için, muhacirlere bu müjdeyi verdiler: «Siz, onlara duâ edersiniz, size ettikleri iyilikten ötürü onları översiniz, Allah'a şükretmiş olursunuz. Böylece siz de sevâb kaza­nırsınız.»[434]

 

(112) İnsanlara Teşekkür Etmîyen

 

218— Ebû Hüreyre, (Radiyaîİahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle dedi:

«İnsanlara teşekkür etmiyen, Allah'a şükretmiş olmaz.»[435]

 

Bundan önceki hadîs-i şeriften anlaşıldığı üzre, yapılan bir iyiliğe kar­şılık aynı İle veya ziyadesi İle bîr mukabelede bulunulamaz ise, iyilik edene duada bulunulur ve övülür. Bu yapıldığı müddet sevabı vardır. Nimete şükür otur. Nimete vasıta olana teşekkürde bulunmanın sevabı olunca, Allah'a şükür yerine geçer. Bu vazifeyi yerine getİrmiyen, Allah'a şükret­miş olmaz. Sevâb elde edemez, nimeti inkâr etmiş olur.[436]

 

219— Ebû Hüreyre, (Radiyaîİahu anh)  Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den şöyle rivayet etti:

«Allah Tealâ nefse şöyle hitab etti: Çık! Nefis : Ben ancak istemi-yerek (zorla) çıkarım, dedi.»[437]

 

Bu hadîs-i şerifin, bu bab İçerisinde getirilişinde bir münasebet bulu­namamıştır. Ancak ravİlerin teselsülü bakımından iki hadîs arasında fark yoktur. Her İki hadîs de aynı kanal ve senedlerclen gelmiş olmakla ben­zerlikleri vardır.

Nefis, ruh insanın bedeni ile ünsİyet haiinde olduğu için, kendiliğinden onu bırakıp çıkmaz. Ruhu almaya memur Azrail onu çekip çıkarmadıkça bedeni bırakmaz. Can çekişme hali, bunun açtk'bir ifadesidir. Bir de in­sanların ihtiyar ve arzusuna bağ!ı olsa hiç bir nefis ölmeyi istemez ve öl­mez. Allah'ın emri gelince istemiyerek ölüm olur.[438]

 

 

(113) İnsanın, Kardeşine Yardımı

 

220— Ebû Zer (Radiyattahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etmiştir.  (Peygambere)  soruldu:

«Amellerin hangisi daha hayırlıdır?»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah'a îman etmek ve Allah yolunda cihad etmektir.» dedi.

«(Azad etme bakımından) kölelerin hangisi daha hayırlıdır?» soruldu:

«Kıymetçe en yükseği ve sahipleri katında en iyisidir.» dedi.

(Bunları soran adam) dedi ki:

«Bunlardan birini yapmıya gücüm yetmezse, ne yapacağımı bildirir misiniz?»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Malı helak olana yardım edersin, yahud kazanamıyan zavallıya iyi­lik edersin.» dedi.

(Adam yine sorup) dedi ki:

«Biçare olursam, (ne yapacağımı) bildirir misiniz?»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem);

«Kötülük etmeni insanlardan kaldırırsın. Çünkü bu, bir sadakadır ki, onu kendin için sadaka vermiş olursun.»[439]

 

Amellerin makbul ve sahih olabilmesi için, îman esastır ve şarttır. Her insan îman etmekle mükelleftir. îman olmaksızın hiç bir amel kurtuluşa ve­sile olamaz. Onun için Peygamber Efendimiz, amellerin en hayırlısı Allah'a îmandır, buyurmuştur. Allah'a îman, onun üstün varlığına ve Peygamber­leri vasıtası ile gönderdiği hükümlerin tümüne inanıp, kalb İle tasdik etmek, dil ile söylemek ve son Peygamber'in gösterdiği hak yola koyulmaktır, onun izinde gitmektir. Saadetin ve kurtuluşun temeli îman olduğu için bundan daha büyük ve daha hayırlı bir şey olamaz.

Allah yolunda cihad, Allah'ın emirlerini korumak ve yaymak olduğun­dan, îmandan sonra en kıymetli ve faziletli ameldir. İnsanın sahip bulun­duğu en büyük iki varlığı olan mal ve can ile cihad yapılabildiğinden, bunların harcanmasına dayandığından, cihadın önemi aşikârdır. Bunun üstünde başka bir amel düşünülemez.

Kölenin en kıymetlisini azad etmek de büyük sevâblardandir. Bunda iki büyük haslet var: insan sahibi bulunduğu en kıymetli kölesini mecca-nen bağışlıyor, bir taraftan da hürriyeti kısıtlanmış bir insanı her hakka sahip kılacak şekilde hayata kavuşturuyor. Bu iki yönden kıymetli köleyi azad etmenin sevabı büyük oluyor.

Bunlara gücü yetmiyen, varlıktan darlığa düşerek muhtaç bulunanlara, yahut çalışmaya kabiliyeti olmıyan zavallılara yardım etmek sureti İle ha­yırlı amelde bulunur. Bunlardan herhangi birini İşlİyecek duru-mda olmıyan kimse de, insanlara fenalık etmez, onlardan zararını kaldırır. Bu hareke­tinden de sevâb kazanır.[440]

 

(114) Dünyada İyilik Edenler, Âhirette İyiliğe Kavuşanlardır 

 

221— Kabîsa İbni Burme EI-Esedî'den (Radiyallahu cnft\ işitüdiğine göre, şöyle anlattı:

Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idim, şöyle buyur­duğunu işittim :

«Dünyada iyilik işliyenler, âhirette iyiliğe kavuşanlardır. Kimler de dünyada kötülük işlerse, işte onlar âhirette kötülüğe kavuşanlardır.»[441]

 

Dünyada iken insanlara iyilik ve yardım edenler, Allah'ın emirlerini yerine getirmiş olmakla sevâb kazandıklarından, âhirette bu amellerinin mükâfatını görürler. Allah onlara âhiret nimetlerini taddırır ve türlü ihsan­larda bulunur. Onlar âhirette iyi kimseler arasında bulunurlar.

Dünyada Allah'ın yasak ettiği işleri yapanlar, insanlara eziyet ve za­rar verenler ise, yaptıkları bu işlerin cezasını âhirette çekerler. Kötü mua­mele görürler ve kötüler arasında bulunurlar.

Kabîsa    kimdir? :

Babasının adı Burme olup, Kûfe'lİler arasında sayılan ashab-ı ki-ramdandır. Abdullah ibni Mes'ud 'dan ve Peygamber Efen­dimizden hadîs rivayet etmiştir. Oğlu  Y e z İ d   ve torunu   Ömer,   kardeşinin oğlu   B ü r m e   kendisinden rivayet etmişlerdir. Tercüme-i haline dair geniş bilgiye tesadüf edilememiştir. Allah ondan razı olsun.[442]

 

222— Harmele İbni Abdullah'dan (Radiyallahu anh) haber verildiği­ne göre, Harmele çıkıp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma vardı. Harmele, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (daha önce) ya­nında bulunmuş olduğundan, onu Peygamber tamdı. (Sonra Harmele şöyle anlatmıştı) :

Peygamber dönüp gidince, kendi kendime dedim:

«Allah'a yemin ederim ki, ilim artırayım diye muhakkak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gideceğim.»

Yürüyerek gittim, öyle ki önünde durdum da şöyle dedim:

«Ne iş yapmamı bana emredersin?»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ey Harmele! İyilik yap ve kötülükten sakın.» dedi.

Sonra geri döndüm, kafileye gittim. Sonra döndüm, tâ Peygamber'e yakın yerimde durdum. Dedim ki:

«Ey Allah'ın Resulü! Ne iş yapmamı bana emredersin?»

Peygamber (Saîlaîîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ey Har mele! İyilik yap ve kötülükten sakın. Bir de bak ki, insan­ların yanından kalktığın zaman, insanlar senin hakkında kulağına hoş gidecek hangi şeyi sÖyliyecekler. İşte onu yap ve insanların yanından kalktığın zaman, insanlar senin hakkında hoşuna gitmiyecck hangi şeyi söyliyeceklerine bak da, onu yapmaktan sakın.» dedi.

Vakta ki ben (Peygamberin yanından ayrılıp) geri döndüm. Bir de anladım ki, bu iki söz, hiç bir şeyi açıkta bırakmamışlardır (her hikmeti toplamışlardır).[443]

 

Dinimizdeki hükümler, emirler ve yasaklar olmak üzere iki kısma ay­rılırlar. Mükellefler tarafından yapılması İstenen işler, emirler kısmına girer1 ki, farz, vacib ve müstahab diye derecelere ayrılırlar.

Mükellefler tarafından yapılması İstenmİyen işler, yasaklar kısmına gi­rerler. Bunlar da, haram, tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh kısımlarına ayrılırlar. Genel anlamda birinci kısım hükümlere «Ma'ruf», ikinci kısım hükümlere de «Münker» denir. İşte marufu benimseyip işlemek, münkeri bilip ondan sakınmak, dinin hükümlerini tamamen yerine getirmek olaca­ğından, Peygamber Efendimizin, bu iki sözü her hikmeti kendinde toplamış oluyor. Bundan daha kısa ve manâsı geniş söz olamaz. H a r m e I e dü­şünüp bu hikmeti takdir buyurmuştur.

Yine insanlar, bir kimseyi, İyi hareketinden dolayı öveceklerinden ve bu övgü de kulağa hoş geleceğinden, övgüye sebep olacak şeyi yapmak, marufu işlemek demektir. Kulağa hoş gelmiyecek sözlere sebep olacak İş ve hareketler de münker şeylerdir. Bunların yapılmaması icab eder. İslâm inanç ve ahlâkını yaşıyan insanlar biner murakıp ve hakem şeklinde kabul edilirlerse, bunların görüşü nazar-ı itibâra alınarak İnsanlar söz ve hare­ketlerine ceki-düzen verirler, iyi diyecekleri şeyleri yaparlar, fena diyecek­leri şeyleri yapmazlar.

H a r m e I e    kimdir? :

Temîm kabilesinden olan    H a r m e I e 'nin babası    Abdullah ve dedesi İ y a s 'dır. Basra'lılardan sayılır. Oğlu U I e y b e ve bu oğ­lundan olma iki kız torunu Safİyye İle Duhaybe kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Uzun okuyuş yaparak çok namaz kıldığı, hatta devamlı namaz kıldığı bir yeri olup, orada ayaklarının çukur açtığı ve çu­kura battıkları rivayet edilir. Ashab-ı kiram arasında uzun namaz kılmakla şöhret bulmuştu. Allah ondan razı olsun.[444]

 

223— (55-s)   Selman'dan (Rcutiyallahuanh)    rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

«Dünyada iyilik işliyenler, âhirette iyiliklerinin mükâfatına kavuşan­lardır onlar... (Mu'temir) demiştir ki:

"Ben bu sözü Ebû Osman'dan işittim, onu Selman'dan naklediyordu." Ben de anladım ki, bu iş böyledir. Artık bunu, hiç kimseye anlatmadım.[445]

 

221 sayılı hadîs-i şerîfe bakınız.[446]

 

(115) Her İyilik Bir Sadakadır

 

224— Câbir İbni Abdullah (Radiyallahu anh), Peygamber  (Saîlallahü Aleyhi ve Selîemfden rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«Her iyilik bir sadakadır.»[447]

 

Sevâb olduğunu niyyet ederek ve Allah dan bir mükâfat beklİyerek edilecek her iyilik ve hayır bir sadaka demektir. Verilen maldan sevâb ka-zamldığı gibi, her çeşit iyilikten de sevâb kazanılır.

İnsan malından nafile olarak çıkarıp verdiği şeye sadaka denir. Bazan zekât gibi farz olan vergilere de sadaka denir.[448]

 

225— Ebû Musa'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, dedi ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu: «Her müslümanın sadaka vermesi gerekir.» (Ashab) dediler ki: «Verecek bir şey bulamazsa?»

«Elleri ile (san'atta veya işte) çalışır. Böylece kendisi faydalanır ve (kazandığından) sadaka verir.» dedi. (Ashab) dediler ki: «Gücü yetmez veya çalışamazsa?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yardım istiyen ihtiyaç sahibine (sözle veya işle) yardım eder.» dedi. (Ashab) dediler ki: «Bunu da yapamazsa?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «İyilik emreder, yahut hayırlı şey emreder.» dedi. (Ashab)  dediler ki: «Bunu da yapamazsa?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Kötülük işlemekten kendini alıkor. Çünkü bu, onun için bir sada­kadır.» dedi.[449]         

 

226— Ebû Zer (Radiyallahu anh) haber verdiğine göre, kendisi Re-sûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'e sordu:

«Amellerin hangisi daha faziletlidir?»

Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Allah'a îman etmek ve onun yolunda cihad etmektir.» dedi.

Ebû Zer sordu :

«Kölelerin hangisini azad etmek daha faziletlidir?»

«Kıymeti en yüksek olan ve sahiMeri katında en iyi olandır.» dedi.

Ebû Zer sordu :

«(Bunlardan birini) yapamazsam, (hareketimi) bildirir misin?»

«Malsız fakire yardım edersin, yahut çalışamıyan acize iş yaparsın.» dedi.

Ebû Zer sordu:

«(Bunu da) yapamazsam, (başka ne yapacağımı) bildirir misin?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«İnsanlara kötülük etmeyi kaldırırsın. Çünkü kötülüğü terk etmek için bir sadakadır ki, onu kendin için sadaka vermiş olursun.»[450] dedi.[451]

 

227— Ebû Zer'den (Radiyalîahu anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, (Peygambere) soruldu:

«Ey Allah'ın Resulü! Servet sahipleri sevâbları alıp götürdüler. Bizim namaz kılmamız gibi, namaz kılıyorlar, oruç tuttuğumuz gibi oruç tutu­yorlar. Bir de mallarının fazlasını sadaka olarak veriyorlar, (biz bunu yapamıyoruz ve onlar gibi sevâb kazanamıyoruz).»

Peygamber (Sallauahü Aleyhi ve Seiîem) :

«Allah sizin için sadaka vereceğiniz şey yapmamış mıdır? Her teşbih ve her hamd ediş karşılığında bir sadaka vardır. Sizin her birinizin zev­cesi ile yetinip haramdan korunması da bir sadakadır.» dedi.

Soruldu:

«İnsanın şehvetinde sadaka var mı?»

Peygamber (Sallalîahü A leyhi ve Sellem):

«İnsan harama harcamış olsa, üzerine günâh yok mudur? İşte bunun gibi, şehvetini helâlda harcarsa, onun için bir sevâb olur.» dedi.[452]

 

Ashab-ı kiramın malca fakır olanları, zengin olan ashabın hayır ve hasenatını göz önünde bulundurarak, zenginlerin bütün sevâbları alıp gö­türdüklerini, kendilerine bir şey kalmadığını düşündükten sonra, bizim ha-lİmİz ne olacak? tarzında Hz. Peygamber'den sormuşlardır. Çünkü zengin, fakir gibi namaz kılıyor, oruç tutuyor ve diğer ibadetlerini yerine getiriyor.

Üstelik fakirin yapamadığı hayır ve hasenatı da yapıyor. Bu bakımdan amel­de üstün bir duruma geçmiş oluyor. Burada bir sual ortaya çıkmaktadır. Aca­ba zengin olan Müslüman mı daha faziletlidir, yoksa fakir olan mı?

Bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar şöyle özetlenebilir: Allah katında fazilet ve üstünlük ancak takva İledir. Zira Cenab-ı Hak, Kurân-ı Kerim'in Hücurat Sûresi 13. âyetinde:

«Allah katında sizin en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır.»

Buyuruyor. İster fakir olsun, ister zengin bulunsun, Allah in emirlerini en İyi bir şekilde yerine getiren ve yasaklarından en çok sakınan, kısacası iç ve dışı ile Peygamberin yoluna tam bir ıhlâsla koyulan Allah Katında en iyi kimsedir. laKvada beraberlik husule geldiği takdirde, zenginin hayır ve hasenatı bakımından daha üstün bir mevkii olur.

Ancak mal çokluğu, umumiyet itibariyle İnsanları çok meşgul edip kİ-bİr ve sefahata sevk ettiğinden dolayı, çok kere zenginler fakirlerden daha müşKÜİ durumda kaldıkları görülen hallerdendir. Büyük servetin hesabı ve sorumluluğu büyüktür. Dinimiz istifçiliği yasaklamaktadır. Hayır yollarına harcanamıyacak bir yığıntıya cevaz vermez. Para ve mal, nereden ve nasıl kazanılmış ve hangi yollara harcanmış veya hangi hakla istif edilmiş so­rularına, mal sahibi muhatab tutulur. Bunların hesabını vermek ve kurtul­mak zor bir İş olduğundan zenginlerin durumu, fakirlere nispetle daha teh­likeli olur. Fakat istisnaî durumlar olabilir. Herkes takva ölçüsünü kendine hedef edinmelidir. Yoksa mutlak surette ne zenginlik, ne de fakirlik tercih sebebi olamaz. Yalnız zenginlik halinde takva, fakirlik halindeki takvadan daha az bulunur. Çünkü mal çokluğu insanı çok meşgul eder, dinî vazife­leri unutmaya sebep olur, nefsanî arzulan kamçılar. İşte buna binaendir ki, Peygamber Efendimiz, durumlarının ne olacağını soran fakirlere, sizin teşbihiniz var, hamd edişiniz var, helâl zevcelerinizden faydalanmanız var, diye buyurmuştur. Bu sayılan işlerde zenginlerin de iştirak payı varsa da, meşguliyet ve vazifeleri icabı teşbih, tahmîd ve ailevî münasebetlerinin da­ha az olacağı aşikârdır. Bu nafile ibadetferi daha fazla yapmıya vakit bu­lan fakirler, kazanacakları ecirle zeng:nlerin sevâb mertebesine yükselmiş olurlar.

Haram olan bir işi yapmak naşı! bir günâh İse, Allah'dan korkarak o haramı işlememek de sevabdır. Hele helâl ve mubah olan bir işi haramdan korunmak için yapmak ve böyle bir niyyet taşımak muhakkak ki, bir se-vâbdır. Böyle İşler, yapan için sadaka yerine geçer. Sadakanın da sevabı olur. Ailevî helâl münasebetler bu kabil işlerdir, üstelik israf olmamak şartı ile ruhî ve bedenî faydaları çoktur. Maddî ve manevî inşirah ve İnkişafa yol açar, huzur ve sükûn temin eder.[453]

 

(116) Zararı Gidermek 

 

228— Ebû Berze El-Eslemî'den (Raâiyallahu anh)   rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

Dedim ki;  «Ey Allah'ın Resulü!     Beni Cennete koyacak bir ameli bana göster.»

Peygamber:

«İnsanların yolundan, zarar veren şeyleri gider.» buyurdu.[454]

 

Insanların gelip geçtiği yollar üzerinde bulunan ve geçenlere zarar veren taş, çalı., süpürüntü, diken ve pislik gibi şeyleri gidermek ve geçen­lere kolaylık sağlamak bir hizmet olduğundan sevabı vardır. Bu şekilde insanlara hizmet edenler, sadaka vermiş gibi sevâb kazanırlar. Sevâb ka­zananlar da cennetlik olurlar. Ancak düşmanın, eşkiya ve yol kesicinin ge­çeceği yolları temizlemek sevâb olmaz. Bunların fenalığına yardım edilmiş olur. Kötülüğe yardımcı olan ise, günâh kazanır.

Ebû    Berze    kimdir?

Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)   ile yedi savaşta bulunmuş olan bir sahabîdir. Adı Nadle ibni Ubeyd 'dır. Hz. Ali safında Haricîlere karşı savaşmıştır. Basra'ya geçerek orada ev edinmişti. Son ola­rak Horasan gazasına çıkmış ve orada hicretin 64. yılında vefat etmiştir. Kırk altı hadîs rivayet etmiştir. Allah ondan razı olsun.[455]

 

229— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anlı), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :

«Bir adam, yolda bir dikene tesadüf etti. Bunun üzerine (kendi ken­dine) dedi ki, muhakkak bu dikeni gidereceğim, müslüman bir kimseye zarar vermesin. Bundan dolayı adamın günâhları bağışlandı.»[456]

 

Bu hadîs-İ şerîfin manâsı, daha öncekini teyid etmektedir. Yolda bulu­nan zararlı şeyleri gidermek, bağışlanmıya sebep olduğundan, cennete gîr-miye hak kazanmak demektir. Ancak sahih bir îmana sahip olduktan son­ra, büyük günâhlardan ve kul borçlarından beri bulunmak kaydı ile bu mü­kâfata kavuşulabilir. Yoksa her kötülüğü yaptıktan sonra, sırf yollardan zararlı şeyleri kaldırmak kurtuluş vesilesi olamaz.[457]

 

230— Ebû Zer'den (Radiyallahu anhj    rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) buyurdu ki:

«Ümmetimin amelleri —iyisi ve kötüsü— bana arz edildi. Onların amellerinin iyileri arasında, yollardan zararlı şeylerin giderilmesini bul­dum. Amellerinin kötüleri arasında da, yere gÖmülmiyen mescidlerdeki balgamı gördüm.»[458]

 

Daha önceki hadîs-i şeriflerde yol üzerinde bulunan ve insanlarla va­sıtaların geçişine zarar veren şeylerin giderilmesinin sevâb olduğu, sadaka yerine geçtiği, cennete girmeye vesile olduğu beyân ve İzah edilmişti.

Burada mescidler adabı ile İlgili bir harekete ve onun kötülüğüne işa­ret edilmektedir. Mescidler, ibadetlere tahsis edilmiş yerler olduğu için dai­ma temiz tutulmaları İcab eder. islâm'ın ilk devirlerinde bütün mescidler, hasır ve kilim döşenmeksizin, yalnız etrafları çevrilmek suretiyle bina edil­mişlerdi. Namaz kılınan yer, toprak ve kumdan ibaretti. Camiye namaz kılmak için gelenler arasında uzak yerlerden iştirak etmiş ve henüz İslâm'ın emrettiği temizlik kaidelerine kendini alıştıramamış kimseler bulunduğun­dan, bunların toprak ve kum üzerine tükürüp balgam atmaları vuku bul­muştur. Böyle bir hal meydana gelince, tükörülenİn toprak İçine gömülerek yok edilmesi, onun temizlenmesi demektir. Bu şekilde temizliği yapmamak günâhtır ve kötü bir davranıştır. Hem başkasının nefretini kazanmamak, hem de mescidin temizliğini korumak bakımından gözetilmesi gerekli bir husustur. Buna riayet etmiyenler günâh işlemiş olurlar. Zamanınızda mes­cidler hah, kilim veya hasırlarla serili bulunduğundan, camilere tükürmek diye bir şey düşünülemez. Bununla beraber cami içini kirletecek veya pis koku neşredecek şeylerden camileri korumak veya içerde temizliğe aykırı şeyler varsa onları gidermek her Müslüman için bir vazifedir. Camilere temiz elbiselerle ve hoş kokularla girmeli, sarmısak ve soğan gibj tiksin­dirici koku veren maddeleri yiyip girmemelidir.[459]

 

(117) İyi   Söz 

 

231— Abdullah îbni Yezîd El-Hıtmî'den (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Resûlüllah   (Salktllahü A leyhi ve Sellem):

«Her iyilik bir sadakadır.» buyurdu.[460]

 

«Ma'ruf» kelimesinin manâsı geniştir. Allah'a ibadet ve onun rahme­tine yakınlık için söylenen sözlerle yapılan işler, İnsanlara söz ve işlerle yapılan İhsan ve yardımlar hep ma'ruftur.

«Ma'ruf» sözünün zıddı, münker'dİr. Dinin emirlerine uygun olmıyan ve yasaklanmış bulunan söz ve işlerin hepsine münker denir.

Maruf kısmına giren söz ve hareketler, dinin hoş gördüğü şeyler ol­duğundan, bunların yapılması sadaka yerine geçer, insana sevâb kazan­dırır. Aksine münker şeyleri işlemek, günâha vesile olur.

A b d u IJah    İbni   Yezid    El-Hıtmî    kimdir? :

Ensar'dan olan A b d u I I a h 'in künyesi E b u Musa 'dır. On yedi yaşlarında İken Hudeybiye vak'asmda bulundu. Küfe emirliği görevini yaptı ve Hz. Ali ile Sıffîn ve Cemel olaylarına iştirak etti. Farz namazlar dışında en ziyade namaz kılandı. Kûfe'de edinmiş olduğu bir evde ikâmet etti ve Ibni Zübeyr zamanında orada vefat etti. Allah ondan razı olsun.[461]

 

232— Enes'den (Radiyallahu anh)  rivayet edildiğine göre, şöyle dedi: Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e  bir  şey   (hediye)   getirildiği zaman şöyle derdi :

«Bunu falan hanıma götürün; çünkü o, (zevcem) Hatice'nin arkadaşı idi. Bunu (da) falan hanımın evine götürün; çünkü o, Hatice'yi sevi­yordu.»[462]

 

Peygamber Efendimiz, kendilerine getirilen bir hediyeyi vefat etmiş zevcesi Hatice'nin dostu veya arkadaşı hanımlara göndermesi, bir ma­ruftur, iyi bir söz ve harekettir. Bu bakımdan hadîs-i şerîf maruf bölümünde zikredilmiştir.[463]

 

233— Huzeyfe'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre dedi ki: Peygamberiniz (Sallaliahü Aleyhi ve Seîlem)   şöyle buyurdu: «Her ma'rııf = iyilik, bir sadakadır.»[464]

H u z e y f e hadîs-i şerifi anlatırken, sizin Peygamber iniz, diye söze başlamıştır. Bunun sebebi, Peygamber in sözüne önem ve İhtimam vermek ve ma'rufu işlemekte kusur etmemek içindir.

H u z e y f e    kimdir? :

Ebu Abdullah künyesi ile tanınan Huzeyfe ibni'l-Y e m a n Ashab-ı kiramın büyükferindendir. Babası ile beraber Medine'ye gelerek İslâm'ı kabul etmişlerdi. Ensar veya Muhacirin arasına girmek hu­susunda Hz. Peygamber tarafından muhayyer bırakılmışlar ve kendileri Ensar arasına girmeyi tercih etmişlerdi.

Huzeyfe, babası H usey I, kardeşi S a f v a n , Uhud sa­vaşında bulunmuşlar ye babası, Müslümanlar tarafından yanlışlıkla şehîd edildi.

Hendek savaşında soğuk ve karanlık bir gecede, Peygamber Efendimiz H u z e y f e V' düşmanın durumu hakkında bilgi edinmek üzere, düşmana karşı göndermiş ve Huzeyfe de düşmanın fırtına ve soğuktan perişan bir halde göç etmekte oldukları haberini getirmişti. Peygamber Efendimiz, münafıkları yalnız Huzeyfe'ye tanıtmış ve onu kendisine sırdaş edin­mişti.

Hz. Ömer hilâfeti zamanında memuriyetlerde kullandığı zevat ara­sında münafık bulunup bulunmadığını Huzeyfe 'den sormuş ve münafık bulunduğunu söylemesine rağmen kimliklerini açıklamaktan sakınmıştı. Hz. Ömer, ashabdan vefat eden birinin cenazesinde Huzeyfe yi görme­yince, cenazede bulunmazdı.

Huzeyfe, İran fetihlerinde bulunmuş ve Nihavend'de kumandan Nüman ibni Mukrin'in şehid edilmesi üzerine sancağı ele geçire­rek Hemedan, Rey ve Dînever beldelerini fethetmişti. Daha sonra Nusaybin valiliğine tayin edildi. Çok emin bir kimse olduğundan, Hz.  Ömer:

«— Huzeyfe ne isterse ona veriniz.»

Emrİnİ verdiği halde, Huzeyfe kendi yiyeceği atının yemi ile yeti­nerek Medine ye dönüşünde Hz. Ömer halinde bir değişiklik görmemesi üzerine, memnun kalmış ve boynuna sarılmış ve şöyle demişti :

«— Sen, benim kardeşimsın, ben de senin kardeşinim.»

Huzeyfe, Hz. Ömer'in şehid edilmesinden 40 gün sonra hicre­tin 37. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[465]

 

(118) Sebze Bahçesine Çıkmak Ve Eşyayı Zenbil Île Taşıyıp Evine Götürmek

 

234— Amr İbni Ebî Kurre El-Kindî (Radtyallahuanh)'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Babam (Ebû Kurre), kız kardeşini Selman'a arz etti, (onunla evlen­mesini teklif etti). Selman kabul etmeyip kendi azadlı cariyesi ile evlen­di. O kadına Bukayre denirdi. Ebû Kurre'ye haber ulaştı ki, Huzeyfe ve Selman arasında (söz kırgınlığı) bir şey var. Ebû Kurre, Selman'a varıp onu aramaya başladı. Selman'm, kendisine ait bir sebze bahçesinde oldu­ğu haberi Ebû Kurre'ye verildi. Ona gitmeye yöneldi de, (yolda) Selman'-la karşılaştı. Selman'ın beraberinde, içinde sebze bulunan bir zenbil vardı. Değneğini zenbilin kulpuna sokmuş olduğu halde onu omuzunda taşıyordu. Ebû Kurre:

«Ey Ebu Abdullah (Selman)! Seninle Huzeyfe arasında ne oldu?» dedi.

Ebû Kurre dedi ki, Selman şöyle diyordu :

«İnsan acele huylu yaratılmıştır.» (îsra Sûresi, Âyet: 11)

Bunun üzerine yürüdüler, Seknan'ın evine kadar gittiler. Selman «ve girdi de şöyle dedi:

«Esselâmu aleyküm.»

Sonra Ebû Kurre'ye müsaade etti de içeri giçdi. Orada kapı üzerine konmuş saçaklı ince bir yolluk vardı. Baş yanında da kerpiçler vardı. Bir de eğer palanı bulunuyordu. Selman:

«Hanımefendinin kendisi için serdiği döşek üzerine otur.» dedi.

Sonra Ebû Kurre'ye anlatmıya başlayıp, şöyle dedi:       

«Huzeyîe, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seİîem) 'in gazabı halinde bazı kimselere söyledikleri sözleri (insanlara) anlatıyordu. (Halbuki bun­ları anlatmakta onlara bir fayda yoktu, bilâkis fitneye sebep olabilirdi). Bu haber bana getirildi ve benden soruldu. Ben diyordum ki, Huzeyfe, söylediğini daha iyi bilir; ve ben, insanlar arasından kin doğmasından hoş­lanmıyordum. Nihayet Huzeyfe'ye gidilip dendi ki, Selman, senin söyledi­ğin sözlerde seni tasdik etmiyor ve seni yalanlamıyor. Bunun üzerine Huzeyfe bana gelip, şöyle dedi:

  Ey (Ümmü Selman oğlu) Selman! Ben de dedim ki:

  (Ümmü Huzeyfe oğlu)  Huzeyfe!  Ya bu tutumundan vazgeçer­sin, yahut senin hakkında (halife) Ömer'e yazacağım. Ben onu, Ömer ile korkutunca, beni terk etti.

Gerçekten Resûlüllah (Sallalkhü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurmuştur: «Ben, Âdem oğlundan gelmeyim,  (sizden gazap halinde çıkan bazı sözler gibisi, benden de çıkar). Ümmetimden hangi bir kula müstahak ol­madığı halde bir lanet okursam, yahut ona fena bir söz söylersem, bu söz onun hakkında bir rahmet olur.»[466]

 

Bu hadîs-İ şeriften alınması gereken iki ders vardır:

1— Ashab-ı kiramın âlimlerinden ve höyüklerinden olan S e I m a n - i Farisî, kendi bahçesinde çalışmış ve yetiştirdiği sebzeleri sırtında ta­şıyarak evine pÖtürmöştür. Çalışmak ve kibir etmiyerek eve yök taşımak bîr vazifedir. Müslümanlar, S e I m a n 'in hareketini örnek alarak çalışma­larını düzenlemelidirler.

2— Sel man'in rivayet ettiği hadîs-i serîften anlaşıldığı üzere, dîn hükümlerinden sayılmiyan ve insanların ihtiyaçları ile İlgili bulunmıyan ha­dîs-i şerifleri halka anlatmakta bîr fayda yoktur ve bu gibileri, fitneye se­bep olmamak için, başkalarına nakledİlmemelidir.[467]

 

235— (56-s) îbni Abbas'dan rivayet  edildiğine göre,  Ömer (Radiyallahuarihym şöyle dediğini tbni Abbas anlatmıştır:

«Bizi, kavmimizin arazisine çıkarın.»

Biz de çıktık. Ben ve Ubeyy îbni Kâ'b (yola çıkan) insanların en gerisinde idik. Rüzgârla bir bulut çıktı. Bunun üzerine Ubeyy:

«Allah'ım! Bizden bunun zararını gider.> dedi.          

Sonra (önümüzde gitmekte olan) insanlara yetiştik. Onların yükleri (ve eşyaları) ıslanmıştı. Onlar, bize:                                    

«Bize isabet eden (yağmur) size isabet etmedi,» dediler. Ben dedim ki:

«Bulutun zararını bizden gidersin diye TJbey, Allah    (Azze ve Celîe) ye dua etti.»

Bunun üzerine Ömer  (Radiyallahu anh) :

«Sizinle beraber bize de duâ etseydiniz ya...» buyurdu.[468]

 

Bahçeye, tarla ve araziye çıkmak bölümünde bu hadîs-i şerif getiril­diğinden anlaşılıyor ki, ashab-ı kiram çalışmak için ziraat ve çiftlik yerle­rine çıkarlardı. İhtiyaçlarını karşılamak için çalışırlardı ve evlerine ihtiyaç­larını taşırlardı.

Burada Ubeyy i b n } K â b 'in duasının Allah tarafından kabul' edi­lerek yağmurdan korunmuş oldukları da anlaşılıyor. Bir de duâ yapılırken, bütün Müslümanlar için edilmesi gerektiğine, Hz. Dmer Efendimiz işaret buyurmuşlardır.[469]

 

(119) Bağa Çıkmak 

 

236— (57-s) Ebû Seleme'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi;

«Arkadaşım olan Ebû Saîd El-Hudrî'ye gittim de, dedim ki»:

«Bizimle hurma bahçesine çıkar mısın?»

O da çıktı, üzerinde yünlü ve renkli elbise vardı.[470]

 

Bu rivayetten de anlaşılıyor ki, ashab-ı kiram, hurmalık gibi bağlar yetiştirmişler ve geçimlerini ziraat, ticaret ve san'at gibi işlerle temin etmiş­lerdir. Kimseye yük olmamak için bizzat çalışarak geçimi sağlamak her Müslüman için farz olan bir vazifedir. Yüce dinimizi bize intikal ettiren as­habın yolu, bizim izliyec«ğimİz esas ,yol olmalıdir.[471]

 

237— Ümmü Musa'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

«Allah'ın rahmetleri üzerine olsun», Hazreti Alî'nin şöyle söylediğini işittim:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Abdullah îbni Mes'ud'e, bir ağaca çıkıp, ondan bir şey alarak kendisine getirmesini emretti. (Abdullah ağaca çıkarken) Beygamber'in asîjabı, Abdullah'ın bacağına baktılar da, bacaklarının inceliğine güldüler. Bunun üzerine Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ne gülüyorsunuz? Abdullah'ın ayağı (kıyamet günü) tartıda, Uhud dağından daha ağır gelecektir.» buyurdu.[472]

 

«Bağa Çıkmak» bölümünde bu hadîs-İ şerîfin zikredilmesinden anlaşıl­dığına göre, Hz. Peygamber Efendimiz şehir dışında bir çiftliğe veya bir bağ mahalline gitmişler ve oradaki ağaçlardan birinden misvak edinmek için dal kesilmesini A b d u 11 a h 'a emretmişler veya meyve koparmasını istemişlerdir. Böylece bizzat Peygamber Efendimizin bağ yerine çıkmış ol­dukları gerçeği ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan Abdullah ibni Mes'ud'un faziletine ve manevî değerine de işaret buyurmuşlardır. Ba­caklarının ince oluşu bir noksanlık değil, bilâkis bu durumda olan bir kim­senin takvası sayesinde, manevî değerinin Uhud dağından daha ağır ola­bileceği anlaşılmaktadır.[473]

(120) Müslüman, Kardeşinin Aynasıdır

 

238— (58-s) Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu anh) nakledildiğine göre, şöyle dedi:

«Mümin, kardeşinin aynasıdır. Onda bir ayıp gördüğü zaman onu düzeltir.»[474]

 

Âynanın vazifesi, kendisine bakanın durumunu olduğu gibi göstermek, mevcut kusur ve ayıplarını hatırlatmaktır. Bir Müslüman da kardeşine ayna vazifesi görmelidir. Üzerinde gördüğü kusur ve ayıpları hatırlatarak onun durumunu düzeltmiye çalışmalıdır. Diğer taraftan herkes bir ayna yerinde olan kardeşinin karşısına çıkacağından, önceden kendini kontrol etmeli ve ayıplardan annmıya çalışmalıdır. Bu tutumla hata, kusur ve ayıplardan kurtulma mümkün olur.[475]

 

239— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Mümin, kardeşinin aynasıdır; ve mümin, müminin kardeşidir, onun ziya'ım ve helakini önler, arkasında da onu çevreleyip korur ve ihtiyaç­larını görür.»[476]

 

Burada İslâm kardeşliğinin önemi belirtilmekte ve Müslümanların bir­birlerine karşı vazifeleri gösterilmektedir. Müslüman kendi malını ve men­faatlerini koruduğu gibi, mümin kardeşİninkiferini de aynen'koruyup gö­zetmelidir. Bu anlayışla çalışıldığı takdirde, Müslümanlar tek vücud halin­de parçalanmaz bir kuvvet olurlar ve hiç bir kuvvete de yenilmezler.[477]

 

240— Müstevrid (Radlycûlchu anh)   , Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle buyurduğunu rivayet etti:

«Bir müslümanı çekiştirmek suretiyle (başkasından) bir lokma yiye­ne, muhakkak Allah Tealâ cehennemde onun mislini yedirir. Yine bu se­bepten ötürü müslüman kimseden elbise giydirilene, muhakkak   Allah (Azze ve Ceile) cehennemden elbise giydirir (o çekiştiriciye azab eder). Kim de, müslüman bir adamı gösteriş ve riya mevkiinde tutarsa (ona, sa­hip bulunmadığı yüksek vasıfları verirse), muhakkak ki Allah, kıyamet gününde o kimseyi riya ve gösteriş yerinde tutar (ona azab eder).»[478]

 

Müslüman, mümin kardeşinin aynasıdır, belirtildikten sonra bu vazifeyi yerine getirmeyip de aksine hareket edenlerin durumuna Peygamber Efen­dimiz işaret buyurmaktadır. Şöyle ki :

Bir insan, mümin kardeşinin kusur ve ayıplarını bizzat kendisine söy­leyip düzeltme yolunu tutmaz da, bu kardeşinin kusurlarını, düşmanı olan bîrine anlatır ve onu hoşnud ederek karşılığında, yemek ve elbise gibi menfaat elde ederse, bunun cezasını cehennem azabından görür.

Bir de bir insan, bir kimsenin himayesinde ve şöhreti altında geçim sağlamak ve şeref kazanmak maksadı ile, o kimseyi sahib bulunmadığı yüksek vasıflarla tanıtmıya çalışır ve böylece gösteriş yaparsa, yine Allah böyle hareket eden adamın cezasını Cehennem azabından verir.

İslâm dini, riyakârlığı ve gösterişi yasakladığı gibi, bunlar sayesinde menfaat sağlıyanlar için de Cehennem .azabı olduğunu haber vermektedir.

Müstevridibni   Şeddad    kimdir? :

Müstevrİd ve babası Şeddad ashabdandırlar. Aslen Mek­ke'li olup, Kûfe'de ikâmet etmişlerdir. Sonra Mısır'ın fethine iştirak etmiş ve Mısır'da oturmuştur. Peygamber Efendimizden ve babasından hadîs ri­vayet etmiştir. Kendisinden de Kays ibni Ebi Hazim, V a k -kas ibni Rabi'a, Ebu Abdurrahman, Abdur-rahman ibnİ Cübeyr ve Ma'bed ibni Ha I id gibi z<evaf rivayet etmişlerdir.

Hicretin 45. yılında İskenderiye'de vefat etti. Allah ondan razı olsun.[479]       

 

(121) Eğlence Ve Mizahdan Caiz Olmıyanlar 

 

241— Abdullah ibni Sâib'in dedesi Yezid Ibni Saîd'den(Radiyatlahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

ResûlüUah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  şöyle buyurduğunu  işittim: «Sizden hiç biriniz, arkadaşının  şyasını ne şakacıktan, ne de ciddî olarak almasın. Sizden biriniz, arkadaşının değneğini aldığı zaman, onu kendisine geri versin.»[480]

 

Bu hadîs-i şerîf Hendek savaşı sırasında şu hâdise üzerine varid olmuş­tur: Zeyd ibni Sabit, Medine etrafında düşman saldırısını önlemek için hendek kazılırken yorulmuş ve bir kenarda uyumuştu. Bu halde iken, Umare ibni Hazm gelip silâhını aldı. Böylece kendisine oyun yap­mak istedi. Hz. Peygamber hâdiseye muttali olunca, Müslümanın korkutul-mamasını ve ne şakacıktan, ne de ciddî olarak eşyanın alınmamasını em­rettiler.

Şakacıktan birinin eşyasını alarak onu kederlendirmek ve sonra eşya­sını geri vermek suretiyle onu sevindirmek bir nevi eğlencedir. Müslüman kardeşi kederlendirmemek için böyle eğlenceleri Hz. Peygamber yasakla­mıştır. Eşya sahibinin haberi olmaksızın eşyasını almak, ciddî bir hareket­tir. Bu harekette arkadaşına üzüntü vermek vardır. Sonra alınan malı geri vermekte şakacılık hareketi vardır ki, bu da boşuna bir sevinç verir. Onun için her iki hareket yasaklanmış oluyor.

Ciddiyetle almanın bir manâsı da, doğrudan doğruya hırsızlık maksa­dıyla eşyanın alınmasıdır. Hırsızlık da zaten haramdır.[481]

 

(122) Hayırlı İşe Delâlet Edenin Sevabı

 

242— Ebû Mes'ud El-Ensarî   (Radiyailahu anh) 'den, şöyle demiştir: Bir adam Peygamber (Sallalİahü Aleyhi ve Seltem) 'e gelip, dedi ki: «Bana bir hal oldu (yürüyemiyorum), beni bir hayvana yükle» (gi­deyim).

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)

«(Seni üzerine yükliyecek) Benim vasıtam yok; fakat falancaya git, olur ki o, seni bir vasıtaya yükler.» dedi.

Bunun üzerine adam, ona gitti ve kendisim vasıtaya bindirdi, (gi­deceği yere gönderdi). Sonra bu adam Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)'e gelip hâdiseyi ona anlattı. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

«Bir hayırlı işe delâlet eden kimse için, o hayırlı işi işliyenin sevabı gibi mükâfat vardır.» buyurdu.[482]

 

Hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, bîr insan herhangi hayırlı bir işi bizzat karşılıyamaz da, o işi başarabilecek başkasını gösterirse ve böyle bir delâleti ile o hayırlı iş çözümlenmiş olursa, bizzat hayırlı İşi gören gibi, mü­kâfat alır, sevâb kazanır. Maksad hayırlı isin başarılması ve muhtaç du­rumda olanın işinin görülmesidir. Bu gibi hayırlı işlere vasıta ve aracı olanların, bilfiil iş görenler gibi ecirleri vardır. Fakat bir kimsenin irruânı varken, işi görmeyip de başkasına havale etmesi, doğru olmaz. Bunun se­vabı muhakkak ki azdır.[483]

 

(123) İnsanları Affetmek Ve Bağışlamak

 

243— Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre:

Bir Yahudi kadın, Peygamber (SallatlahüAleyhiveSellem)'e zehirlen­miş (ve pişirilmiş) bir koyun getirdi. Peygamber ondan yedi. Sonra ka­dın yakalanıp getirilince:

«Bunu öldürelim mi?» diye Peygambere soruldu.

Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem):

«Hayır!» dedi.

Enes demiştir ki:

«O zehirli etin tesirini halâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyh! ve Selem) in küçük dilinde görür dururum.»[484]

 

Hakim,   Müsledrek'inde    Ebu    Sa'îd    El-Hudrî 'den bu hâdiseyi şöyle anlatmaktadır:

Hayber'de bir Yahudi kadını. Peygamber (Salltülahü Aleyhi ve Sellem)* pişirilmiş bir koyun kediye etti. Bundan yemek için ashab ellerini uzatınca. Peygamber onlara :

«Ellerinizi çekin, zira bu koyunun azalarından biri bana haber ve­riyor ki, koyun zehirlenmiştir.»

Bunun üzerine kadın çağırtılıp kendisine soruldu :

«— Bu yemeğini zehirledin mi?»

Kadın:

«— Evet, dedi. İstedim ki, eğer yalancı Peygambersen, insanları kurta­rayım. Eğer sadık Peygambersen, Allah sana zehirli olduğunu bildirecektir.»

Sonra Hazreti Peygamber :

«Besmele çekerek yiyiniz.» dedi.

Biz de yedik. Hiç birimize zarar vermedi.

Bir rivayete göre de, Bişr ibni'l-Berrâ, Hazreti Peygam­berle zehirli etten yiyerek onun tesiri ile öldü. Bunun vefatına sebep olan Yahudi kadın da kısas cezası ile öldürüldü.

Bir rivayete göre de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zaman zaman bu zehİrin tesirini kendilerinde hissederlerdi. Bunun tesiri İle de, ay­rıca sehadet mertebesine nail olmuşlardır.

Hadîs-i şeriften şu hükümler çıkmaktadır:

1— Müslüman olmıyan bir kimseden (Ehl-i kitabdan} hediye kabul et­mek caizdir. Ehl-i kitabın kendi dinleri uyarınca kesmiş oldukları hayvan­ların etini yemekte beis yoktur.

2— Bir kusur veya günâh işliyenin kusurunu bağışlamak bir fazilettir. Ancak başkasının ölümüne sebebiyet veren bir cinayet olursa, maktulün veresesinin talebi ile kısas yapmak icab eder.[485]

 

244— (59-s) Abdullah îbni Zübeyr (Radiyallahu anh)'den Minber üze­rinde şöyle dediği işitilmiştir;

«Bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (A'raf Sûresi, Âyet: 190)

Âyeti okuduktan sonra dedi ki;

«Allah'a yemin ederim! Bu âyet-i kerîme ile, insanların ahlâkından en kolayını almaktan başka bir şey ile emredilmemiştir. Allah'a yemin ederim ki, ben insanlarla arkadaşlık ettiğim müddet bunu uygulayacağım, (insanlar için günah olmıyan kolay tarafı tutacağım, onlara iyi muamele edip güçlük çıkarmıyacağım).[486]

 

A'raf sûresinin 199 uncu âyet-İ kerîmesinde üç hususa işaret buyurulmaktadır :

1— İnsanlara afv ile muamele etmek. Afvın lügat manâsı, bağışlamak, silmek, yok etmektir. Afv kelimesi Cenab-ı Hak'ka nispet edildiği zaman, kullarına azab etmeyişi, onların günâhlarını mahvedişi ve silmesi manâsını taşır. Ayrıca bir şeyin en iyisine, en seçkinine ve enfesine de afv denir. İn­sanların afv ile muamele etmesi, hem kendilerine edilen zulmü bağışlama­ları, hem de ahlâkın iyi ve kolay tarafını seçerek hemcinsleri ile geçinmeleri ve idare etmeleri demektir. İşte Cenab-ı Hak bize bunu emretmektedir.

2— İkinci husus olarak Allah Tealâ bize ma'rufu (iyilik etmeyi) emret­mektedir. Allah Tealânın ve Peygamberinin emirleri gereğince hareket et­mek ve bu buyrukları tavsiye edip öğretmek hep maruf olan işlerdir. Her mükellef elinden geldiği kadar öğrenip yaşamak ve başkasına da öğretip tatbikine  çalışmak  sorumluluğunu  taşır.   Bu,  müminlere  dü^en  önemli  bir vazifedir.

3— Cahillerden yüz çevirmek. Gerçeği kabul etmiyen ve söz dinlsmi-yen inatçı cahillerden hoş ve iyi bir hareketle yüz çevirmek gerekir. Çünkü cahiller sözlerini bilmezler, fesad çıkarmtya sebep olurlar ve ahengi bo­zarlar. Buna meydan vermemek için sabırla ve yumuşak bir huyla müca­deleyi terk etmek lâzımdır.

Abdullah    ibni    Zübeyr   kimdir? :

Hicret yılında Medine'de doğmuştur. Künyesi Ebu Hubeyb ve E b u Bekir olup, annesi Esma, Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu anh)\n kızıdır. Hz. Â i ş e , A b d u I I a h 'm teyzesi oluyor. Küçük yaşta Hz. Peygamber'den hadîs ezberlemiştir.    A b d u II a h 'm büyük annesi S a f i y y e   de Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in halasıdır. Cesur, kahraman, güzel söz söyliyen bir hatip ve iyi bir binici İdi.

Muaviye ibni Yezîd'in vefatından sonra Hİcaz, Yemen, Mısır ve Irak dokuz yıl İdaresi altında bulunmuştur. Nihayet H a c c a c 'la aralarında vuku bulan savaşta Abdullah, Mekke'de muhasara edif-di ve H a c c a c tarafından hicretin 74. yılında şehid edildi. Geceleri namazla geçirir ve gündüzleri de oruç tutardı. Allah ondan razı olsun.[487]

 

245— İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, dedi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu: «İnsanlara (din işlerini ve vazifelerini) öğretin, kolaylık gösterin ve gftçlük çıkarmayın. Sizden biriniz hiddetlendiği zaman sükût etsin,  (ko­nuşmasın).» (ı)[488]

 

Insanlara, bulundukları durum İcabı, dinden muhtaç bulundukları hü­kümleri öğretmek ve güçlük çıkarmadan kolaylık göstermek, nefret vere­cek tutum ve hareketlerden sakınmak, ilim sahiplerine düşen en iyi ve fay­dalı bir hizmettir. Böyle çalışmaların manevî mükâfatı da çok büyüktür.

Kızgınlık ve hiddet, İnsanı kötülüğe sevk eden fena bir huydur. İnti­kam hırsı ile kalpteki kanın feveran edişi veya şeytanın dürtmesi ile mey­dana gelen ve İnsanı sükûn halinden çıkaran bir vasıftır. Bu durumda in­san kötü söz söyler, fena iş yapar, hatta cinayet işler. Bunların hepsi kötü ahlâklardır. Çok kere insan istediği şeye kavuşamayınca, arzulan tatmin olmayınca hiddete gelir. Kendinde duyduğu büyüklük onu kızgınlığa gö­türür. Fakat Allah'ın azamet ve kudretini düşünen ve her an üzerinde olan hakimiyetini bilen bir adamdan nefsin izzeti gider ve böylece hiddetin şerrinden selâmet bulur, önce hiddeti doğuran sebepleri yok etmeğe ça­lışmalıdır. Yoksa hiddet geldikten sonra, onun zararını önlemek için, ko­nuşmamalıdır. Yine Peygamber Efendimizden varid olmuştur ki :

«Hiddetlenen kimse, Allah'a sığınsın, abdest alsın veya hiddetlen­diği çevreyi değiştirsin.»[489]

 

(124) İnsanlara Tatlı Yüzlü Olmak 

 

246— Atâ' İbni Yesar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlattı: Abdullah İbni Amr İbni'1-As'a yetiştim de, ona dedim ki: «Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  Tevrat'da  bulunan  sıfatın­dan,  (Tevrat kitabında Peygamber'in tarifine dair âyetlerden)  bana ha­ber ver.»

O:

«Evet (anlatayım), dedi. Allah'a yemin ederim, Peygamber, Kur'ân'da mevcut bazı sıfatlarla, Tevrat'da da vasıflanmıştır.»

(Cenabı Hak) :

«Ey Peygamber! Seni, ümmetine bir imam, bir müjdeci ve bir kor­kutucu gönderdik. (Ahzab Sûresi, Âyet: 45). Bir de (seni) ümmetler için bir koruyucu (gönderdik). Sen benim kulumsım ve Peygamber'imsin. Sa­na mütevekkil ismini verdim. Peygamber sert sözlü değildir, şiddet sahibi değildir, çarşılarda bağırıp çağırmaz, kötülüğü kötülükle yok etmez (kö­tülüğü iyilikle karşılar), ancak Tbağışlar ve affeder. Kendisinden Önce ge­len yoldan çıkmış ümmeti, Allah, kendisi ile doğrultmadıkça, Allah onun ruhunu asla almıyacaktır. Ümmetin düzelmesi şöyle demeleri ile olacak­tır : «Lâ İlahe İllallah». Bu sözle, kör gezleri, sağır kulakları ve kilitli kalpleri açacaklar.»[490]

 

Burada, varİd olan bir soru üzerine Peygamber Efendimizin gerek Kur'ân'da, gerekse Tevrat'da mevcut bazı vasıfları anlatılmaktadır. Bura­daki vasıflar şüphesiz ki, Peygambere ait vasıfların tümü değildir. Bazı mühim kısımları şöyle sıralanmaktadır:

Peygamber Şahid'dİr: Bunun iki manâsı vardır. Ya ümmete İmam, ön­der olması demektir. Ya da' ümmetinden îman edenlerle îman etmİyenler üzerine bir şahid olması demektir.

Peygamber Mübeşşirdir: Kendisine îman edenleri, Allah'ın hak dinine bağlananları Cennetle müjdeleyicidir.

Peygamber Nezirdir: îman etmiyenleri, islâm'ı kabul etmiyenlerİ Ce­hennem ile korkutucudur.

Peygamber cahillere Hirz'dir: Allah'ı tanımıyan, hak yolu bilmiyen cahil insanlar için Peygamber bir koruyucudur. Onlara hak yolu göster­mekle kendilerini felâketten, Cehennem azabından korur.

Allah'ın Resulüdür: İnsanlara dünya ve âhiret saadetini kazandırmak İçin, Allah tarafından gönderilen bir elçidir. Allah'dan melek Cebre ara­cılığı ile ve vahy yolu İle aldığı emir ve yasaklan insanlara tebliğ eder, onlara dinlerini Öğretir.

Mütevekkildir: İşini, Allah'a güvenip bırakandır. Kul olarak gereken tedbîr ve sebeplere tevessül ettikten sonra, Allah'ın va'dına güvenip kaza­sına inanmak ve böylece tam bir teslimiyet göstermek tevekküldür. Böyle bîr tevekkülde bulunana da Mütevekkil denir.

Peygamber kötü sözlü (fezz) değildir: En güzel ahlâk ile vasıflanmış olup, kaba ve çirkin söz sahibi değildir.

Peygamber galîz değildir: Yumuşak ve tatlı huyludur, şiddet göster­mez, sert davranmaz. Ancak savaş ve mücadele zamanında düşmanlara karşı şiddetli olduğuna dair âyet-i kerîme vardır. Sulh ve sükun zamanında kimseye karşı şiddetli değildir. Müminlere karşı ise, daima merhametli ve şefkatlidir.

Peygamber avaz avaz bağırmaz : Gerek evde, gerekse dışarda Pey­gamber İnsanlara kızıp çağırmaz, sesini fazla yükseltmez ve bir münakaşa hali göstermez. Tatlı sözlüdür.

Peygamber kötülüğü, kötülükle kaldırmaz : Yapılan kötülüğe aynı ile karşılıkta bulunmaz, bilâkis bu kusur ve kabahati bağışlar ve affeder. Kö­tülüğe iyilikle mukabele eder.

Peygamber görevini muhakkak yapar : Tevhid dinini terk etmiş cahil insanlara «Lâ ilahe İllallah» kelimesini öğretmiş, Allah dan başka İbadet edecek bir varlık olmadığını tebliğ etmiştir. Böylece görmez gözler, İşitmez kulaklar ve anlamaz kalbler açılmış ve gerçek yolu görüp kabullenmişlerdir.[491]

 

247— (60-s) Abdullah İbni Amr'dan (Radiyailahu anh) rivayet edil­diğine göre, şöyle dedi:

Kur'ân'da olan şu:

«Ey Pey ganiler! Seni ümmetine bir imam, bfl* müjdeci ve bir korku­tucu gönderdik (Ahzab: 45).» âyetin benzeri Tevrat'da vardır.[492]

 

Bundan önceki 246 No.'lu hadîs-i şerife bakınız.[493]

 

248— Muaviye (Radiyailahu anh)  'nin şöyle dediği işitilmiştir: Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den  bir  söz  işittim ki,   Allah onunla bana fayda ihsan etmiştir.  (Ravi diyor ki) Muaviye'yi dinledim,

şöyle diyordu :

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i  dinledim :

«İnsanlardaki ayıpları araştırırsan, onları ifsad edersin.» buyuruyordu:

Ben, insanların ayıplarım araştırmıyorum ki, onları bozmuş olmayayım.[494]

 

Allah Tealâ kullarıma örtünmeyi emretmiş, ayıp yerlerini açmayı ya­saklamıştır. İnsanlardan meydana gelen kötü iş ve hareketler de bir nevi ayıp olan ve açılması yasaklanan azalar gibidir. Bu gibi kusurları araştır­mamak, derinleştırmemek ve görmemek bîr vazifedir. Kötülük ve kusurların teşhir edilmesi, herkese İlân edilmesi insanların ahlâkı üzerinde kötü izler bırakır, alışkanlık meydana getirir, utanma hislerini körletİr. Bu hallere se­bebiyet vermek, insanları bozmak ve hallerini İfsad etmek olur. Böyle va­him bir neticeye varmamak İçin kusur ve ayıplar örtüimeli, araştırma yapıl­mamalıdır. Mümkünse kusur ve ayıpların giderilmesine, güze! ve tatlı bir nasihat yolu ile çalışmalıdır. Ayıp ve kusurları görmemezlİkten gelmek, affet­mek ve bağışlamak olduğundan, hadîs-i şerîf bu bölümde zikredilmiştir.

Bu hadîs-i şeriften alınacak hükümler:[495]

 

249— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) 'nin şöyle dediği işitilmiştir : Şu iki kulağım duydu ve şu iki gözüm gördü, Resûlüllah   (SallaUahü Aleyhi ve Settem) , her iki eliyle Hasan'm yahut Hüseyin'in iki avucundan tuttu. — Allah'ın rahmetleri üzerlerine olsun — Onun ayağı Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in (mübarek) ayağı üzerindeydi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle diyordu:

«Çık!»

Çocuk ayaklarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in göğsüne koyuncaya kadar çıktı. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ağzını aç!» dedi.

Sonra çocuğu Öptü ve ondan sonra dedi ki:

«Allah'ım, bunu sev, çünkü ben bunu seviyorum.»[496]

 

1— Çocuklarla lâtife etmek ve onlara sevgi ve merhamet göstermek, Peygamber imiz tarafından bizzat uygulanan ve bize örnek olan güzel ah­lâklardandır.

2— Daha önceki hadîs-i şeriflerde geçtiği gibi, çocukları öpmek, iyi bir harekettir, çünkü bunda şefkat ve merhamet işareti vardır.

3— Çocuklara, iyi ve hayırlı olmaları  için duâ etmek, büyükler İçin takıp edilecek bir yol olmalıdır.[497]

 

(125) Tebessüm Etmek

 

250— Kays'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

Cerîr'in şöyle dediğini işittim:

Ben müslüman olalıberi, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem), beni her gördükçe,   yüzüme karşı tebessüm   buyurmuşlardır; ve ResûlüIIah (Salîaîlahü Aleyhi ve Selle/n) şöyle demiştir:

«Bu kapıdan, Yemenlilerden hayırlı bir adam içeri girecektir, yüzün­de de melek siması vardır.»

(Bu sözün) arkasından Cerîr içeriye girdi.[498]

 

Sevinçten yüzün hoş bir duruma geçmesiyle dişlerin görünebilecek ka­dar gözükmesine «Tebessüm» denir. Bu makbul olan bir harekettir. Müs­lüman, mümin kardeşi İle karşılaşınca ona selâm verip tebessüm etmesi lâ­zımdır. Burada iki şey öğrenmiş oluyoruz. Biri, tebessüm etmenin mubah ve iyi bir hareket oluşudur. Diğeri de Cerîr (Radiyaîîahuanh)'m Hazreti Yusuf gibi melek sima oluşudur. Aşağıda kendisinden yeteri kadar bilgi verilecektir.

Tebessümden başka, sesle veya kahkaha ile gülmek vardır ki, bu mak­bul değildir, insanın vakar ve şerefini giderir ve insanı normal durumun­dan çıkarır.

Cerîr   kimdir? :

Babasının adı Abdullah olup, künyesi E b u A m r 'dır ve Becîle kabilesinin ileri gelenlerindendir. Hz. Peygamberin hicretlerinden 40 gün önce, huzura gelerek İslâm'ı kabul etmiştir. Kavminin reislerinden olduğu için Hz. Peygamber onun hakkında :

«Size bir kavmin büyüğü geldiği zaman, ona ikram ediniz.»

Buyurmuştur. Çok güzel bir simaya sahip olduğundan Hz. Ömer de bunun hakkında :

«— Cerîr, bu ümmetin Yûsuf'udur.» buyurdular.

Hz. Ömer, hilâfeti zamanında dağınık bir halde bulunan Bectle kabilesini bir araya getirerek başlarına Cerîr'i geçirmişti. İrak fethinde ve Kadisiye savaşlarında büyük yararlıklar göstermiştir. Sonra KOfe'de ikâ­met etti. Sonra Hz. A I i onu elçi olarak Hz. M u a v İ y e 'ye gönderdi. Da­ha sonra her iki fırkadan ayrılarak Karkısiyada İkâmet etmiş ve hicretin 51 veya 54. yılında burada vefat etti. Allah ondan razı olsun.[499]

 

251— Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Hazreti Aişe (Radiyallahü anne) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i hiç bir zaman küçük dili gö­rünür şekilde güler görmedim. Yalnız tebessüm ederdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir bulut veya bir rüzgâr gördükleri zaman, yüzünde hoşnudsuzluk gelirirdi.  (Bu halinden ötürü Hz. Âişe) sordu:

«Ey Allah'ın Resulü! İnsanlar bulut gördükleri zaman sevinirler, olur ki, onda yağmur olur diye. Halbuki sizi görüyorum ki, bulutu gördüğü­nüzde hoşnudsuzluk beliriyor?»

Hazreti Peygamber buyurdu ki:

«Ey Âişe! O bulutta azab bulunmasından beni selâmete çıkaracak (teminat) nedir? Bir kavim rüzgâr sebebiyle azaUandirildi (helak edildi). Halbuki o kavim azabı görmüşlerdi de: Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur, demişlerdi.»[500]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.[501]

 

(126) Gülmek 

 

252— Ebû  Hüreyre   (Radiyallahuanh)'den rivayet  edildiğine  göre, demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu: «Gülmeyi azalt; çünkü çok gülmek kalbi Öldürür.»[502]

 

Gülmek, îmana aykırı düşen bir huy değildir. Zİra   1 b n i   Ömer: «— Resûlüllah   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı gülerlerdi.   Böyle olmakla beraber kalblerindekİ îman, dağdan daha büyüktü.»

Buyurmuştur. Ancak daha önceki açıklamalarda belirtildiği gibi, fazla ve devamlı bir şekilde gülmeye alışmak insanın vakar ve şerefini izale eder, kalbin hassasiyetini gidererek âhireti unutturmaya, boşuna zaman geçir­meye sebep olur. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz buyurdukları şekilde az gülmiye gayret etmek ve buna alışmıya çalışmak ve bunun yerine te­bessümü çoğaltmak en güzel bir hareket tarzıdır.[503]

 

253— Ebû Hüreyre    (Radiyalkhuanh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediğini rivayet etti:

«Çok gülmeyiniz; çünkü gülmenin çoğu kalbi öldürür.»[504]

 

254— Ebû Hüreyre   (Radiyatlahu anh)'den rivayet  edildiğine  göre, şöyle anlatmıştır:

Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Seîlem), gülmekte ve konuşmakta olan bir topluluğun yanma varıp:

«Nefsim, kudret etinde olana (Allah'a) yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi siz bileydiniz, az gülerdiniz ve çok ağlardınız.» dedi.

Sonra Peygamber döndü  (gitti)  de,   o cemaat ağladı. Sonra Allah (Azze ve Ceîle), Peygambere vahy etti ki:

«Ey Peygamber! Niçin kullarımı ümidsizliğe düşürüyorsun?»

Bunun   üzerine   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   geri   dönüp, şöyle buyurdu:

«Müjdeleyiniz, doğruyu söyleyiniz ve itidal üzre olunuz   (büsbütün sevinmeyiniz, tamamen ümidsizliğe düşmeyiniz).»[505]

 

(127) Öne Dönünce Bütün Vücutla Dönmek Ve Arkaya Dönünce Bütün Vücutla Dönmek 

 

255— Rivayet edildiğine göre, Ebû Hüreyre (Radiyailahuanh) , çok kere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden hadîs anlatarak şöyle derdi:

«Bu hadîsi, bana, kirpikleri ince ve uzun, tenleri beyaz olan (pey­gamber) söyledi. Teveccüh ettiği zaman bütünü ile karşıya çıkardı ve geri döneceği zaman da bütünü ile (vücudu ile) dönerdi. Onun mislini hiç bir göz görmemiştir, hiç bir zaman göremiyecektir de...»[506]

 

Ebû Hüreyre'nin bu tarifinden iki şey anlamaktayız :

1— Peygamber Efendimizin yaratılışindaki güzellik,   hiç bir insanda yoktu ve ofmıyacaktır da. Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilen ve Allah'ın yaratıkları içinde en üstün ve en mükemmel olan bir Peygamberin şanına böyle bir vücud güzelliği uygun düşer. Manâda olan eşsizliği, mad­desinde de görülmüştür.

2— Hazretİ Peygamber bir kimseye söz söyliyecekleri zaman veya bi­rine dönmek istedikleri zaman vücudlarının bütünü İle dönerlerdi, ister bu dönüş öne doğru olsun, ister arkaya doğru olsun, aynı  şekilde hareket ederîerdi. Bu hareketleri İle bize muaşeret edebi vermektedirler. Bir insana yandan bakmak, yan tarafı çevirmek, kibir ve beğenmemezlik hareketleri­dir. Adaba aykırı hareketlerdir. İnsan, konuştuğu ve görüştüğü kardeşine ilgi göstermeli ve ona hürmetsizlik etmemelidir.[507]

 

(128) Bilgisine Bas Vurulan Güvenilir Olmalıdır 

 

256— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, de­miştir ki; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebu'l-Heysem'e şöyle buyurdu :

«Senin hizmetçin var mı?»

O:

«Hayır!» dedi.

Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Seüemjî

«Bize esir geldiği zaman, bize gel.» dedi.

Sonra Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e iki esir getirildi ki, bunlarla bir üçüncüsü yoktu. Bunun üzerine Ebu'l-Heysem, Peygamber'in huzuruna vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) şöyle bu­yurdu :

«Bu ikisinden birini seç.»

Ebu'l-Heysem:

«Ey Allah'ın Resulü, sen benim için seç!» dedi.

Peygamber (Satlatıahü Aleyhi ve Setletn) de:

«Gerçekten bilgisi sorulan (istişare olunan), güvenilir olmalıdır. Şu­nu al, çünkü ben onu namaz kılıyor gördüm. Bir de ona iyilik etmeni sana tavsiye ediyorum,» buyurdu.

(Ebu'l-Heysem, Peygamberin buyurduklarını zevcesine anlattı.) Bu­nun üzerine zevcesi, (kocasına hitaben):

«Sen, bu köleyi azad etmedikçe, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin buyurduğu tavsiyeyi yerine getirmiş olmazsın.» dedi.

Ebu'l-Heysem de:

«O, azaddır.» dedi.

Bundan ötürü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml şöyle buyurdu:

«Allah'ın gönderdiği herhangi bir Peygamber ve halifenin muhakkak iki sırdaşı vardır: Biri ona iyiliği emreder ve onu hoş olmıyan şeylerden alıkor. Biri de, onu bozmakta kusur etmez. Kötü sırdaştan sakındırılan kimse, muhakkak korunmuştur.»[508]

 

Hadîs-i şerîfin vüruduna sebep olan hâdiseyi önemine binaen, Tİr-mizî'den kısaltarak anlatmayı faydalı bulduk:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem), saadethanelerinden çıkmadık­ları bir saatte çıktılar. Kendilerine gelmekte olan Ebu Bekir Hazretleri ile karşılaştılar.   Ebu   B e k İ r 'e sordular:

«Senin gelmene sebep nedir?»

Ebu   Bekir  şu cevabı verdi :

«— Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile karşılaşayım, onun yü­züne bakayım ve kendisine teslimiyet göstereyim diye geldim.»

Aradan zaman geçmedi, Hz. Ömer geldi. Hz. Peygamber bu defa ona sordu :

«Ey Ömer! Senin gelmene sebep nedir?»

Hazreti   Ömer:

«— Açlıktır, ya Resûlallah!» dedi.

Bunun üzerine Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)x

«Ben de açlık hissediyorum.» buyurdu.

Sonra hep beraber Ebu'l-Heysem b. Teyy i h a n'in evine git­tiler. Ebu'l-Heysem'İn hurma bahçeleri ve koyunları vardı, fakat hiz­metçisi yoktu. Evinde kendisini bulamadılar; hanımından sordular. Hanım İçme suyu almak üzere çıktığını söyledi. Bu sırada Ebu'l-Heysem, güçlükle taşımakta olduğu su kırbası (su kabı) ile çıkageldi. Su kabını yere koyduktan sonra, Hz. Peygambere iltifat edip hürmet gösterdi. Sonra on­ları kendi bahçesine götürdü ve yere serdiği sergi üzerine oturttu. Kendisi, yaş hurma toplamıya gitti. İstediklerinden yesinler dîye kuru ve yaş hur­malar getirdi. Hurmalardan yediler ve getirmiş olduğu taze sudan da içti­ler.: Sonra  Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)   şöyle buyurdu :

«Bu yeyip içtiğimiz Öyle bir nimettir ki, kıyamet gününde ondan sorulursunuz, vallahi: (Bulunduğunuz yer) serin bir gölgelik, yediğiniz tatlı ve hoş meyva, içtiğiniz de tatlı ve soğuk su...»

Sonra Ebu'l-Heysem misafirlerine yemek yapmak için ayrılır­ken, Hz. Peygamber ona :

«Sakın sağılır koyun kesme.» dedi.

Ebu'l-Heysem de onlara bir oğlak keserek etini pişirip getirdi ve beraberce yediler. Bu esnada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebu'l-Heysem'e sordu :

«Senin hizmetçin var mı?»

«— Hayır!»

Diye cevap vererek metindeki hadts-i şerîf varİd oldu.

«İstişare olunan kimse, emin, kendine güvenilir kimse olmalıdır.»

Demek, emanet hakkını yerine getiren, doğruyu söyleyip hakka yar­dımcı olan kimse olmalıdır. Kendisine danışılan adam, bu vasıflara sahip değilse, bununla yapılacak istişare, insanı felâkete sürükler. Çünkü insana doğru yolu göstermez ve bildiği gerçeği açıklamaz. Bu bakımdan istişare edilecek şahsı iyi tanımak ve ehil olduğuna kanaat getirmek suretiyle ona müracaat etmek doğru hareket olur. Aksi halde insan hüsrana düşebilir.

E b u ' I - H e y s e m_ [ bj^JT e y y i h a n    kimdir? :

Ensar'dan ve Evs kabilesinden olup, Ebu'l-Heysem lâkabı ile şöhret bulmuştur. İsmi Malik 'dır. Akabe biatında bulunmuş ve ilk biat eden olmuştur. Bedir savaşında ve ondan sonraki bütün savaşlarda bulundu.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bununla Osman i b n i M e z ' u n 'u kardeş etmiştir.

Hazreti Peygamber için mersiyesi vardır. Hicretin 20 veya 21. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[509]

 

(129) Danışmak (Meşveret Etmek) 

 

257— (61-s) Anrr İbni Dinar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi: îbni Abbas:

«Bazı işlerde onlarla (ashabınla) müşavere et.» şeklinde (âyet-i kerî­meyi tefsir edip) okudu. (Âl-i İmran Sûresi, Âyet : 159).[510]

 

Bir işi yapıp yapmamak hususunda veya keyfiyeti hakkında güvenilir kimselerin fikrine başvurup onlara danışmaya «Meşveret» denir. Söz ve fikir sahibi arkadaşlar ve büyüklere danışmak sureti ile iş yapmak sünnettir. Kur'ân-ı Kerîmde Cenab-ı Hale, Peygamber Efendimize hitab ederek :

«Ashabınla istişare et.»

Şeklinde emir buyurmuştur. Buradaki emir, vücub manâsını taşımaz. Hz. Peygamber her şeyi en iyi bilen olduğu halde, ona böyle emredilmişi, vücub manâsı taşımaz. Ancak ashabın gönüllerini hoş tutmak ve ümmetine güzel bir usûl olmak için buyuru İm ustur. Ebu Hüreyre'nin anlattığına göre, Peygamber Efendimiz, ashab-ı ile en çok istişare edendi. Bîr kısım âlimler de Peygamberin ashabla meşverette bulunması, harp işleriyle dün­ya işlerine ait hususlardaydı. İbni Abbas'in metindeki «Bazı işlerde Meşveret» şeklindeki tefsiri de bu manâya uygun düşmektedir.

Hz. Peygamberin İrtihallerİnden sonra gelen onun ümmeti mubah id­lerde daima İlim sahiplerinden güvenilir şahsiyetlere danışmışlar ve istişare etmişlerdir, istişare eden mahrum olmaz ve pişmanlık çekmez, istişare edip karar verdikten sonra da hemen o işi yapmak gerekir.[511]

 

258— (62-s.) Hasan (Basrî) den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

«Vallahi! istişare eden bir topluluk, muhakkak huzurlarında olan şe­yin en iyisine iletilmiş olurlar.»

Sonra:

«Ashabın işleri aralarında danışıklıdır» âyetini okudu. (Şûra Sûresi, Âyet: 38)[512]

 

 

 

(130) Danışana Yanlış Yol Gösteren Günah İşlemiş Olur

 

259— Ebû Hüreyre (Radiyaltahu anh)  demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «Söylemediğim sözü bana isnad edip uyduran, cehennemdeki yerine hazırlansın. Kime de mtislüman kardeşi danışır da, bu danışılan adam o kardeşine yanlışı gösterirse, kardeşine hainlik etmiş olur. Kime de yanlış fetva verilirse, onun günahı (işliyene değil) fetva verenedir.»[513]

 

Hadîs-İ şerîfte üç hususa işaret edilmektedir:

1— Ne şekilde olursa olsun, söylemediği sözü Peygamber'e isnad et­mek, yalan uydurmak, İyİ bir söz dahi olsa, çok büyük bir günâhtır; ve bu­nun cezası Cehennemdir. Hz. Peygamber Efendimiz değişmez İlâhî nizamı getirdiğinden bunu bir takım uydurma sözlerle değiştirmeğe kalkışmak ve buna cür'et etmek en büyük günâh olacağından cezası ancak cehennemdir.

2— Bir kimseye, Müslüman kardeşi bir işini danıştığı zaman, bildiği en doğru yolu ona göstermesi vazifesidir. Üzerine düşen kardeşlik ve insanlık borcudur. Bunu yapmıyan, aksine yanlış yol gösteren, kardeşine hainlik etmiş olur. Hainlik etmek ise, bir zulümdür ve günâhtır. Bundan sakınmak gerektir.

3— Fetva makamında bulunanların verecek oldukları fetvayı bir delile bağlamaları ve araştırma yapmaları icab eder. Din işlerini Önemsemiyerek rastgele yanlış fetva vermekten dolayı işlenecek günâhların cezası, fetvayı verene ait olur. Onun İçin ehliyet kazanmadan ve meseleyi araştırıp bir delile bağlamadan rastgele fetva vermek insanı manevî helake kadar gö­türür. Allah Tealâ bize hak olanı gösterip, ona uymak ve batılı da batıl olarak gösterip ondan sakınmak nasib kılsın, amîn.[514]

 

(131) İnsanlar Arasında Sevgi

 

260— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh)t Peygamber ISallallahü Aleyhi veSellemyin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

«Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz müslüman olmadıkça cennete giremezsiniz ve birbirinizi e sevişmedikçe de kâmil müslüman olamazsınız. Selâmı yayın ki, birbirinize karşı sevgi kazana-smız. Kin beslemekten sakının; çünkü o traş edip kazıyandır. Size saçları traş eder, demiyorum. Ancak o, dini kazıtır, siler.»[515]

 

Allah katında gerçek ve makbul din, ötedenberi tevhid dini olan İslâm dinidir. Değişikliğe uğramıyan ve Allah tarafından zaman zaman Peygam­berlerle tebliğ edilen dinler îman esaslarında hep bir olup, hak dindirler. Son Peygamber in gelişi ile de artık eski dinlerin hükümleri kalkmıştır. İşte en son ve en mükemmel din geldikten sonra başka dine bağlanmak ve onunla amel etmek caiz değildir. Daha önceki Peygamber ve mukaddes kitaplara îmanla beraber son Peygambere ve onun Allah'dan melek ara­cılığı ile getirdiği Kur'ân'a îman etmedikçe, kimse mümin ve Müslüman sa­yılmaz. Bunlara îman eden Müslüman olur ve ancak Allah'ın Cennetine yol bulur, oraya gider. Peygamber Efendimiz buna işaret buyurarak :

«Müslüman olmadıkça siz cennete giremezsiniz» buyurmuştur,

Olgun ve tam Müslüman olabilmek için de, birbirini sevmek, kardeş­lerin sevinci ile sevinmek, kederleri ile kederlenip yardımlaşmak ve yek vücud olmak şarttır. Çünkü bu beraberlik ve bağlılık bulunmazsa, İslâm'ın hükümleri gerçekleştirilemez, İslâm ahlâkı toplumda yaşanamaz. Yaşana-mayınca da İslâm fiilen mevcut sayılmaz.

Sevgİ ve bağlılığın en açık bir alâmeti selâm verme ve güler yüz gös­termedir, üstelik mümin kardeş için Allah'ın rahmet ve selâmetini karşılıklı olarak dileme vardır selâmda. Onun için sevgi alâmeti ve hayırlı duâ olan selâmı yaymalı ki, Allah'ın rahmetine kavuşulsun. İleride selâm bahsinde daha geniş malûmat verilecektir.

Müslümanların birbirine kin ve düşmanlık beslemelerini de Peygamber Efendimiz çok tehlikeli ve zararlı bir hal olarak tavsif ederek :

«O, dini kazıtır, yok eder.» buyurmuştur.

Gerçekten böyledir. Bir toplumdaki insanları düşünelim : Ferdler ara­sında kin ve düşmanlık duygulan gelişmekte ve birbirlerine zarar vermek için karşı karşıya gelmektedirler. Böyle insanların hareketi kinlerinin kam­çılayışı ile adalet ve ahlâk sınırlan dışına çıkar. Adalet ve ahlâk kaideleri uygulanmıyan bir toplumda da din var sayılmaz. Kin ve düşmanlık insan­lara dînin asla tecviz etmedifii her kötülüğü yaptırır. Dinde olmıyan kötü­lüklerin yapılması ve bunların bir toplumda bulunması demek, oroda islâm ve dîn yaşantısı yok demektir. Bu çok tehlikeli durumdan kurtulabilmek için Müslümanlar birbirlerine kin ve adavet duygularını terk ederek birbirlerini sevmiye ve yardımlaşmıya koşmaları başta gelen bir vazifedir ve dinin kıyamı için de şarttır.

B u h a r î demiştir ki, bu hadîs, bize İbrahim ibni Ebi ösey-yîd   yolu İle de: «Aranızda selâmı yayın» kısmına kadar nakledilmiştir.[516]

 

(132) Ülfet (Alışma Ve Anlaşma)

 

261— Abdullah İbni Amr İbni'1-As (Radiyaiîahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«İki müminin ruhları, daha sahipleri birbirini görmeden bir gün­lük yol mesafesinde karşılaşırlar.»[517]

 

Başka bir hadîs-i şerifte :

«Ruhlar, bir araya toplanmış askerlerdir. Bunlardan yaratılış vasıf­ları birbirine uyanlar bir araya gelir anlaşırlar. Ayrı yaratılışta olanlar da birbirinden uzaklaşırlar.»[518]

Buyurulduğu itibarla, burada iki ruhun uzak mesafede karşılaşmış ol­ması, yine ruhların yaratılış mayasında olan huy ve vasıf yakınlığı bakı­mından birbiriyle anlaşması ve ülfet etmesi demektir. Ruhlar daha önce birbirleriyle anlaşıp üffet edebilecek bir tabiatte yaratılmışlardır. Yaratılış­taki vasıfları birbirine uymıyanlar İse, anlaşamaz ve barışamazlar, birbir­lerinden uzaklaşırlar.[519]

 

262— (63-s.)  İbni  Abbas    (Radiyallahuanh) 'dan  rivayet  edildiğine göre şöyle dedi:

«Nimete nankörlük edilir, rahim sılası kesilir. Biz, kalblerin birbi­rine yakınlığı gibi (sağlam şey) görmedik.»[520]

 

Burada da, kalplerin birbirine olan yakınlığından daha kuvvetli ve bağlantılı bir rabıta bulunmadığı ifade edilerek, insanların birbirleriyle ün-sİyet ve ülfiyet edici olduklarına işaret edilmiştir.[521]

 

263— (64-s.) Umeyr îbni îshak'tan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«Biz konuşmamızda diyorduk ki, insanlardan ilk kalkacak olan (has­let), ülfettir.»[522]

 

Hatıra gelir ki, İnsanların yaratılışında ahlâk İstidatı bakımından ben­zerlik ve yakınlık olduğu halde, bunun hayatta tatbikatı olan ülfet insan­lardan nasıl kalkacaktır? 8u, şuna benzer: Bir anlık bir arada bulunan kimselerin ceplerinde paralan olduğunu kabul edelim. Bunların konuşma ve muhabbetleri esnasındaki dalgınlıklan, kendilerinde mevcut maddeleri unutturur, yok halinde gösterir. İşte zamanla insanların iş tarzlarının değiş­mesi ve çoğalması, maddeye ve sefahata düşkün hale gelişleri, ruhlarında mevcut ülfet hasletlerini kaldırmış olur, her ne kqçlar mayalarında bu has­let varsa da.[523]

 

(133) Mizah (Şaka)

 

264— Enes tbni Malik (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) (bir yolculukları sırasında), hanımlarının hayvanlarının sürücüsü Enceşe adında siyah tenli ve güzel sesli bir hizmetçileri vardı. Hizmetçi güzel nağmesiyle develeri sürüyor­du. Bir aralık, hanımlarının beraberinde (annem) Ümmü Süleym oldu­ğu halde, yanlarına varıp :

«Ey Enceşe! Şişeleri yavaş sür, (incitip kırmıyasıtı).» buyurdu.[524]

Râviierden    E b u    K i I â b e   demiştir ki :

«— Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Öyle bir söz söyledi ki, sîz­den biriniz eğer onu söylemiş olsa, muhakkak onu (bu, şişeleri incitme sö­zünden ötürü) ayıplardınız.»[525]

 

Başkasını İncitmeyecek ve onu gücendirmeyecek şekilde şaka yollu söz söyiemiye «Mizah» denir ki, bu şekilde konuşmalar mubahtır. Çünkü böyle İtidal özre yapılan mizahlar sebebiyle, İnsanlar arasında ünsiyet ve ülfet meydana gelir. Yabancılık hisleri silinir, vahşet ortadan kalkar. Ancak hu­dudu aşacak şekilde ağır ve kırıcı şakalar mubah değildir. Böyle söz ve hareketlerden kaçınmak gerekir. Çünkü bunlar, İnsanı hakdan uzaklaştırır, çekişme ve isyana doğru iterler. Şakacının heybet ve vakarını giderir ve onu hafif düşürürler. Diğer taraftan şaka edilene eziyet edilerek küçük dü­şürülmesine sebebiyet verilmiş olur.

Peygamber Efendimiz bir4ıadîs-i şeriflerinde:

«Ben şaka ederim, fakat ancak doğru söz söylerim.»

Buyurmuşlardır, işte doğruluktan ve haktan ayrılmamak ve haddi aş­mamak şartı ile şaka yapılabilir. Hadîs-i şerifin açıklamasına gelince :

Peygmber Efendimizin hanımları ile bir yolculukları sırasında, E n e s I b n i M a I i k 'İn annesi U m m ü S ü I e y m de, bu validelerimizle beraber bulunuyordu. Develerin sürücüsü olan E n c e ş e adlı bir hizmet­çi, hoş sesinden dolayı nağmeleri ile develeri neşata getirip yolculuğa ahenk vermekteydi. Bu manzara İki şeye sebebiyet verebilirdi : Biri deve­lerin sür'atle yürümelerine ve sert hareketlerinden doğaca1.; çalkantı ile bi­nici hanımların incinmiş olabileceklerine...

m Yahut hizmetçinin güzel sesini dinlemekten kalplere rikkat gelerek hü­zün doğması ve böylece kalblerinin kırılmış olabileceğine...

Her iki ihtimale binaen, Peygamber Efendimiz, develerin sürücüsü hiz­metçi çocuğa :

«Ey Enceşe! Yavaş sür şişeleri,  (kırmıyasın).»

Buyurarak, hanımların ya fazla sür'atte ötürü, cam gibi hassas olan bünyelerinin incitilmemesİni, ya da cam gibi kolay müteessir olan kalpleri­nin hoş nağmelerle inkisara uğratılmamasını murad etmişlerdir. Her iki halde de hanımlar, nazik bünyeleri ve rakîk kalbleri bakımından kolay inkisara uğradıklarından camdan imâl edilen şişelere benzetilerek bir lâ­tife ve şaka yapılmıştır.[526]

 

265— Ebû Hüreyre   (Radiyallahuanh)'den  rivayet  edildiğine  göre, ashab :

«Ya Resûlallah! Sen bize şaka ediyorsun!» dediler. Peygamber  (Saİlallahü Aleyhi ve Selkm) «Ben, gerçekten başka bir şey söylemem.» buyurdu.[527]

 

Peygamber Efendimiz mizahta bulunurlarken dahi, asla aldatma şek­linde veya boşuna olarak kelâm sarf etmemişlerdir. Her sözleri bir hakkın ve gerçeğin ifadesi olmuştur. Nitekim bu hadîs-i şeriften de anlıyoruz ki, şakaları hakkı söylemekten başka bir şey olmamıştır.[528]

 

266— (65-s.) Bekir İtani Abdullah (Radiyallahu anft/dan rivayet edil­diğine göre, şöyle dedi:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m ashabı, birbirlerine karpuz atarlardı, (birbirlerine şaka edip eğlenirlerdi). Gerçek işler ortaya çıktığı zaman da, onlar erkekler olurlardı, (o işlerin sahipleri olurlardı).[529]

 

Peygamber Efendimizin ashabı da kendi aralarında ülfet ve ünsiyetî kuvvetlendirmek ve gönüllerini hoş kılmak maksadıyle şakalaşmışlar, fakat asla birbirlerini incitmemişierdir. Diğer taraftan bir vazife ve hizmet ortaya çıktığı zaman, onu en ciddî ve en iyi bjr'fekilde başaran ve yerine getiren kimseler olmuşlardır. Şaka ve ciddiyet ayrı şeylerdir. Bunlar birbirine ka­rıştırılıp vazifeler gevşetilmemelidir.[530]

 

267— İbni Ebi Müleyke (Radiyallahu anh)'den rivayet edildiğine gö­re, şöyle dedi:

Hazreti Âişe, Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in. yanında şaka etti. Bunun üzerine Hazreti Âişe'nin annesi:

«Ya Resûlallah! Bu mahalle insanlarının şakalarından bazısı, ok tor-basındandır (ok gibi isabet eder).» dedi.

Peygamber (Sallalbhü Aleyhi ve SeHem) şöyle buyurdu: «Bilâkis bizim bazı şakalarımız bu mahalle insanlarıdır.»[531]

 

Bu hadîs-İ şerîfin metnine diğer hadîs kitaplarında rastgelİnememİş ol­duğu gibi, metinde kasd edilen manâyı açıklar bîr şerh de yoktur. Sarih Fadtu'MahEI-Ceylân t   diyor ki:

«— biz bu İbareden kaydedilen manâyı anlıyamad;k. Gerçekten ifade­de bir kapalılık vardır. Çeşitli manâlara yorumlanabilirse de, gerçekten kasd olunan manâ üzerinde tereddüt hasıl olabileceğinden, üzerinde bir fikir yürütmek faydalı olmaz.»

Konu şakaya ait bir bölüm olduğundan, bu hadîs-i şerîfin de burada zikredilmiş olmasından ve zahirî manâsı bakımından anlıyoruz ki. Peygam­ber Efendimiz ve ashab-ı kiram şakalaşmalardır.[532]

268— Enes İbni Malik  (Radtyallahu anh)'den rivayet edildiğine'göre, şöyle dedi:                   

«(Safça)   bir adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına gidip, kendisini bir yük hayvanına bindirmesini istedi.»

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Biz seni, bir dişi deve yavrusuna yükliyeceğiz.» dedi.

(Saf adam) :

«Ey Allah'ın Resulü! Ben dişi devenin yavrusunu ne yapayım?» dedi.

Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu:

«Develeri, dişi develerden başkası mı doğurur?»[533]

 

Peygamber Efendimizin bu hadîs-İ şeriflerinde varid olan şakada ince bir nükte vardır. Arapçada mutlak olarak develerin ismi «I bil»'d ir. Yani de­venin erkeğine ve dişisine de söylenir. İnsan lâfzı gibi... Dişi devenin adı «Nakcm'dır ki, çoğulu «Nûk» gelir. İnsanların dişisine kadın dendiği gibi... Develerin erkeğine de «Cemel» denir. İnsanların erkeğine «Er = Adam» dendiği gibi.

Bütün develer, dişi develerden doğmuş oldukları için, her deve anasına nispetle onun yavrusu demektir. Bu itibarla Peygamber Efendimiz, adama:

«Seni bir dişi deve yavrusuna 'bindireceğiz.»

Diye buyurması ile dişi deveden doğmuş olan bir deveyi murad et­mişler ve diğer taraftan da adamcağıza şaka etmişlerdir. Halbuki adam saflığından, dişi deve yavrusu sözünden, yük taştyamıyacak küçücük hay­van yavrusunu hayalinde canlandırmış ve bu manâyı anlamıştır. Bunun için, ben deve yavrusunu ne edeyim, benim işime yaramaz şeklinde Hz. Peygambere cevap verdi. Peygamber Efendimiz de, bütün develerin dişi develerden doğmuş olduklarını ve dişilerin yavruları bulunduklarını açıklayarak adamı aydınlığa kavuşturdu. Bu misalden de anlıyoruz ki, Peygam­ber'in şakaları hakkın ifadesini taşır.[534]

 

(134)  Çocukla Şaka Etmek

 

269— Enes îbni Malik (Radiyallahu anh) 'den şöyle dediği işitilmiştir: Peygamber (SallalUthü Aleyhi ve Sellem)    (şaka   ve   latifelerle)   bizim aramızda bulunurdu. Hatta benim küçük kardeşime,  (daha önce kafeste sakladığı kuştan ötürü) :

«Ey Ebû Ümeyr! Serçecik ne oldu? (Artık onu görmüyorum.)» der idi.[535]

 

Küçük çocukların kalblerini neşelendirmek ve onların sevgisini kazan­mak için, onlarla şakalaşmak müstahabdır. Zira bu hadîs-i şerif, bu hususta bize delil teşkil etmektedir.

Enes ibni Malik'İn sütten kesilmiş ana bir küçük kardeşi vardı. Künyesi Ebu Umeyr olup, ismi Zeyd idi. Bu çocuğun kafeste bir kuşu vardı. Arabca «Nuğar» isminde olan bu kuş, küçültme edatı ile «Nuğayr» olarak söylenir. Serçeye benziyen kırmızı gagalı veya ince ga­galı ve kırmızı başlı bir kuştur. Hindi iler buna «Lât», Medîne'liler «Bülbül» der. Bu hususta görüşler ayrı olup, kuş serçeye müştereken benzetildiğin-den biz, Nuğayr'i serçecik diye terceme ettik.

İşte Peygamber Efendimiz Enes ibni Malik'in evini her teşrif­lerinde Ebu Umeyr ile meşgul olur ve onu severek eğlenirlerdi. Son teşriflerinde kafesteki kuş ölmüş olduğundan Hz. Peygamber çocuğa sordu :

«Ey Ebu Ümeyr! Serçecik ne oldu?»

Bu kelâmları ile çocuğun hatırını sorarak onu sevdiler ve gönlünü aldı­lar. Böylece hem büyüklerle olan münasebetlerde, hem de küçüklerle olan karşılaşmalarda üstün ve eşsiz ahlâkı yaşıyarak insanlığa ötmez bir örnek oldular. Zira Hz. Peygamber'İn ahlâkı, Kur'ân'dı ve Cenab-ı Hak da onun hakkında :

«Sen en büyük bir ahlâk üzeresin.» buyurmuştur.

Bir hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır:

«Ben, ancak ahlâkın güzellerini tamamlamak için gönderildim.»

Her hususta Peygamber'İn üstün ahlâkını öğrenip tatbik etmek sure­tiyle onun yolunda yürümek, kurtuluşun ve faziletin yoludur.[536]

 

270— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), Hasan'ın yahut Hüseyin'in —Al­lah her ikisinden razı olsun— elinden tutar, sonra (çocuğun) ayağını kendi ayağı üzerine koyup:

«Yukarı çık,» dedi. (Torunlarını eğlendirirdi.)[537]

 

249 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.[538]

 

(135) Güzel Ahlâk 

 

270— (M) — Ebu'd-Derdâ, Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve Selİem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«Mizanda, güzel ahlâkdan daha ağıi  (gelecek) hiç bir şey yoktur.» Kıyamet günü, amellerin tartılması hakdır, vuku bulacaktır. Buna İnan mak vacİbdir. Zira Cenab-ı Hak:

«Kıyamet gününde, amellerin tartılması hakdır. Kimin iyilikleri kö­tülüklerinden ağır gelirse, işte onlar, kurtulanlardır. (A'raf Sûresi, Âyet: 8)» ve yine:

«Biz, kıyamet günü için (insanların amellerini tartmak üzere) adalet terazileri koyacağız. Artık hiç kimse, en ulak bir zulme uğramıyacaktır. tşlenen amel bîr hardal danesi ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya ko­yarız. Hesap görenler olarak da, (yüce şan sahibi) biz kâriyiz.» (Enbiya Sûresi, Âyet: 47) buyurmaktadır.[539]

Müminlerin inancı budur. Yalnız amellerin tartılış keyfiyeti ve nastllığı hakkında bir fikir ileri sürülemez. Onun keyfiyetini Allah'dan başkası bilemez.

Dinî hükümlerin ve emirlerin ferdler tarafından İhlâsla benimsenip uy­gulanması ve hayatta yaşantı haline getirilmesi, İslâm ahlâkını doğurur. Ah­lâkı en güzel olan kimse de, bu uygulamayı nefsinde ve cemiyet içinde en İyi bir şekilde başaran örnek bir Müslümandir. iç ve dışı ile, madde ve ma­nâsı ile en iyi bir şekilde Peygamber'e uyandır. Böyle ahlâkı üstün ve gü­zel olanın, kıyamet gönü amellerinin ağır basacağı aşikârdır. Kurtuluşa erenler de bunlardır. Dînin ulvî gayesi de bu güzel ahlâkı ferdlere ve ce­miyetlere yaşatmak ve onların hem dünya, hem de âhiret saadetlerini temin etmektir.[540]

 

271— Abdullah îbni Amr (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Setfemjçirkin söz ve harekette bulun­mazdı ve çirkinlik göstermezdi. Şöyle buyururdu:

«Sizin en seçkinleriniz, ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır.»[541]

 

Bundan önceki hadîs-İ şerifin açıklamasında beyan edildiği gibi, en güzel ahlâk Hz. Peygamber'in ahlâkıdır. Onun ahlâkına ahlâk uydurmak, İslâm'ın gayesidir. Bunu en güzel şekilde başaran, en yüksek dereceye nail olur. Kısaca islâm, Peygamber ahlâkı ile ahlâklanmaktan ibarettir.[542]

 

272— Amr İbni Şuayb (Radiyailahu anh) babasından, o da dedesin­den rivayet ettiğine göre, dedesi, Peygamber (SallaUfikii Aleyhi ve Seîtem) in şöyle buyurduğunu i§itti:

«Bana en sevgili olanınızı Ve kıyamet günü oturma bakımından bana en yakın olanınızı size haber vereyim?»

(Hazır bulunan) topluluk sükût etti. Peygamber iki veya üç defa bu sözü tekrarladı. Topluluk:

«Evet (haber ver), ey Allah'ın Resulü!» dedi.

Hazreti Peygamber (Sallallahii Aleyhi v!e Sellem):

«Ahlâk bakımından en gtizelinizdir.» buyurdu.[543]

 

273— Ebû Hüreyre (Radiyauanu ann) 'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Ben, ancak ahlâkın güzellerini tamamlamak için gönderildim.»[544]

 

Hiç bir İlâhî din, güzel ahlâktan hali değildir. Fakat bütün güzel ah­lâklar toplu olarak geçen eski dinlerde mevcut değildir. Toplu olarak ah­lâkın bütün güzellikleri İslâm dininde toplanmıştır ve bunları bir araya ge­tirip yaşamak için de ahir zaman peygamberi gönderilmiştir. Hadîs-i şerif bu manâyı belirtmektedir. Peygamberin ahlâkı, Kur'ân ahlâkı, Kur'ân da Allah kelâmı olduğuna göre, onun üstünde hiç bir ahlâk düşünülemez ve olamaz, islâm'ın bu yüce ahlâkını ed/nebilmek için Peygamberin gerçek hayatını öğrenmek, söz ve işlerini kavrıyarak benimsemek icab eder. İnsan çok kısa oîan dünya hayatı için yüzbinler ve milyonlar harcar, gece gün­düz demeden madde için çalışır da, ebedî hayat ve saadet için hiç kıpır­damazsa, bunun manevî, değeri ne olur? Âhiret için ne beklİyebİlİr? Ölüm, hayatın sonu olan bir gerçektir ve herkes İçin çok yakındır. Bu yakın me­safe ötesinde bir sonsuzluk vardır, oraya hazırlık endişesi nerede? Bu gaf­letten uyanmanın tek çaresi, düşünmek ve düşünmek...[545]

 

274— Hazreti Âişe (Radiyatlahü anha) 'den rivayet edildiğine göre o, şöyle buyurdu:

Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem), muhayyer kılındığı iki iş ara­sında, günah olmadıkça, bu iki işten en kolay olanını seçerdi. Kolay olan iş günah olduğu zaman da, ondan insanların en çok uzak kalanı olurdu. Allah Tealâ'nın emir ve yasakları çiğnenmedikçe de, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi nefsi için intikam almış değildir. Ancak Allah (Azze ve Celle) 'nin emir ve yasakları çiğnendiği zaman intikam alır.»[546]

 

Allah Tealâ'nın emir ve yasaklan açıktır; emirlerini İşlemekte kullar için sevab vardır. Yasaklarını işlemekte ise, günah ve azab vardır. İşlenmelerin­de günah bulunmadığı zaman, iki işten hangisi daha kolay ve külfetsiz ise, onu seçerek uygulamak Peygamber Efendimizin takip ettikleri yoldur. Bu da:

«Kolaylaştırmız, güçlük çıkarmayınız.» emirlerinin tatbikî şekilde ifadesidir.

Bir de Hz. Peygamber, şahıslarına karşı edilen hürmetsizlik veya edebe aykırı bir işten dolayı hiç kimseye ceza vermiş ve intikam almış değildir. Ancak Allah'ın emirleri ve hükümleri çiğnendiği zaman, Allah'ın ve İnsan­ların hakkını koruyup yerine getirmek için ceza vermişlerdir. Bulunulan iş ve mevki1 ne olursa olsun, bu esasa uygun hareket edilirse, gerçe': adalet temin edilmiş olur. Beşeriyet huzur ve sükûn bulur.[547]

 

275— (66-s.) Abdullah (Radiyallahuanh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

«Allah Tealâ, aranızda rızıkları böldüğü gibi, ahlâklarınızı da ara­nızda bölmüştür, (ahlâklarınız birbirinizinkinden farklıdır). Yine Allah Tealâ, malı, sevdiğine ve sevmediğine verir. Fakat îmanı ancak sevdiğine verir. Kim malı harcamakta cimrilik ederse, düşmanla mücahededen kor-karsa ve gecenin uykusuzluk gibi, kendisine meşakkat vermesinden kor-karsa:Lâ İlahe İllallah, SübhanaUah, Elhamdü Lillah, Allahu Ekber,

sözünü çok söylesin. (Allah'dan başka hiç bir İlâh yoktur, Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. Her türlü hamd ve övgü Allah'a mahsus­tur, Allah her şeyden yücedir.)»[548]

 

Malı harcamakta cimri olmak, düşmanla mücahededen korkmak ve gece rneşakkatından sakınmak iyi hasletler değildir. Bu vasıflara sahip olan­lar kınanır ve makbul kimseler sayılmazlar, bir nevi za'f ve manevî hasta­lık İçinde sayılırlar. Bu hallerini terk edemiyenler için bir deva olarak şu teşbihler gösterilmiştir ki, bunlara ihlâsla devam ederlerse bu çirkin huy­lardan kurtulabilirler:

Lâ İlahe İllallah : Allah'dan başka ibadet edilecek hiç bir İlâh yoktur. Ancak Allah'a ibadet edilir ve ondan yardım istenir. Dünyada ve âhirette sığınlacak yegâne varlık O'dur, akıbet dönüşte O'nadır. Bu manâyı düşü­nüp canlandırmak ve Allah'ın azametini hatırlamak, insana tevekkül bah­şeder, güven verir.

Sübhanellah : Allah, noksan sıfatlardan beri ve yücedir. Hep kemal sıfatları ile vasıflanmıştır. Eşi ve benzeri yoktur. Her şey onun kudret ve iradesiyle meydana gelir. Öldürür ve diriltir, mülk ve tasarrufunda ortağı yoktur. Bu mânaya teslimiyet gösterenden korku zail olur.

Elhamdü LİUâh : Her türlü nimet ve erzakı yaratıklara ihsan eden AllaEı Tealâ'ya, bu tÜKenmez ikramına karşılık şükürde bulunmak bir vecibedir. İşte her mükeleften çıkacak olan türlü türlü nimetler karşılığında!:! övgü, hamd ve şükürler ancak Allah'a mahsustur. Malı ve mülkü veren do odur, alan da. Bu nimetlere karşı şükür yalnız dille karşılanamaz. İbadet etmekle ve var olan maldan hayır yollarına ve fakirlere harcamakla ifa edilir, Bu sorumluluğu düşünenden de cimrilik ve meşakkaHere tahammülsüzlük kalkar.

Allahu Ekber: Allah her şeyden büyüktür. Hİç bir varlık onun dengi olamaz. Hududu ve nihayeti yoktur. Onun azameti karşısında her şey kü­çüktür ve yokluğa mahkûmdur. Bu teşbihe ihlâs ve anlayışla devam etme!;, İnsandan kibir ve gururu, benlik ve azameti yok eder.

Metinde adı geçen bu teşbihlerin tavsiye edilmesi, mevcut hastalıkla­rın giderilmesi içindir. Yoksa, iyi hasletlere malik bulunmayanlar, yalnz lâfız olarak bu teşbihleri vird edinsinler ve böylece selâmet bulsunlar de­mek değildir.[549]

 

 

 

(136) Nefsin Cömertliği

 

276— Ebû Hüreyre (RadiyaUahuanh), Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

— Zenginlik, mal çokluğundan değildir. Gerçek zenginlik ancak nef­sin   (kalbin)   zengin olmasıdır.»[550]

 

Gina = zenginlik, muhtaç olmamak ve ihtiyaç göstermemek demektir. Bu İtibarla dünya malını topladığı ve yüzbinler veya milyonlar biriktirdiği halde, yine huzur ve sükûna kavuşamıyacak madde peşinde koşanlar, mad­deye ihtiyaç gösterenler elbette gerçek manada gani ve zengin değillerdir. Bunlar bir nevi doymak bilmeyen madde dilencileri ve madde hastalarıdır. Tedavisi mümkün olmayan bir illete müptelâ olmuşlardır.

Diğer taraftan kimsenin malında ve mülkünde gözü olmayan, Allah'ın kendisine takdir buyurduğu rızıklarla yetinen ve şükürde bulunanlar, kendi el emeği İle idare edip kendi yağı ile kavrulanlar, işte asıl zenginler bun­lardır. Makbul olan ve Allah'ın rızasına uygun düşen zenginlik budur. İn­san kendi gücü ve İmkânları ile meşru yollardan geçimini temin eder de başkasının minneti altında kalmaz ve kimseden de hak etmediği bîr şeyi İstemezse ve böylece elde ettiğine kanaat getirirse, hem dünyasını huzur ve saadet içerisinde geçirir, hem de sevap kazanır.[551]

 

277— Enes (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e on yıl hizmet ettim, ba- jbir zaman «Öf» dem&di; ve yapmadığım bir iş için de bana: Onu  olaydın? demediği gibi, yaptığım bir iş için de: Bunu niçin  demedi.»[552]

 

Enes ibni Malik'in zekâ ve dirayet üstünlüğü, Resûlül-$a J&arşı hata ve kusur işlemekten kendisini korumaya kâfi idi. Fakat in­sanlık icabı, tenkide mahal bırakacak söz ve hareketlerin asla kendisinden sadır olamıyacağı iddiasında da bulunulamaz. Gerçek şudur ki, Hz. Pey­gamber, kemal üzere kendilerini idare etmişler ve ondan sadır olan ufak tefek kusurları bağışlamışlar ve böylece bulundukları hale rıza göstererek Allah'ın emirlerine İcabet etmişlerdir. Bir işin yapılmasını istemek ve yapıl­madığına hoşlanmayarak öfkelenmek gına değildir, bir nevi ihtiyaçtır. İşte Peygamber Efendimiz bu türlü ihtiyaçtan da müstağni bulunduğunu, Enes in rivayeti ile bize ispat etmişlerdir. Ayrıca bunda güzel ahlâkın ve insanları İyi idare etmenin her örneği mevcuttur.[553]

 

278— Enes îbni Malik (RadiyaHahu cmh) 'in şöyle dediği işitilmiştir: «— Peygamber (Sallalkhü Aleyhi ve Sellem)  merhametli  idi.   Kendine her kim gelirse, ona va'dda bulunur ve eğer  (istenen şey) yanında bu­lunursa onu yerine getirirdi. Namaz için ikâmet getirildi. Peygamber'e bir Bedevî gelip elbisesinden tutarak:

"Görülecek işimden az bir şey kaldı. Korkuyorum onu (namazdan sonra) unuturum," dedi. Bunun üzerine Peygamber, işini görüp bitirin­ceye kadar onunla ayakta durdu. Sonra döndü namaz kıldı.»[554]

 

Hz. Peygamber sulh ve sükûn zamanlarında bütün insanlara şefkatli ve merhametli oldukları gibi, hayvanlara karşı da merhametli idiler. Savaş halinde ise düşmana karşı şiddetli ve cesur idiler. Bu itibarla kendilerinden bir şey istemek veya bir ihtiyaçlarını temin etmek üzere ona baş vuranların işini, eğer o anda mevcutsa ve görülme İmkânı varsa, hemen dileği yerine getirirlerdi ve şayet o anda mevcut bulunmaz veya görülme imkânı olmaz­sa, va'd etmek suretiyle yine işlerini görürlerdi. Hz. Peygamber'İn bu hare­ketlerinde hem cömertlik, hem de merhamet vasıflarının üstün mertebesini görüyoruz.

Dİğer taraftan görgüsü az bir Bedevi'nin, namaza durulma anında Hz. Peygamberi, şahsî bir işi İçin meşgul edip namaz arasına girmeleri kar­şısında, Hz. Peygamber ona kızmamış ve bu durumda dahi onun dileğini güzel bir şekilde yerine getirmiştir. Bu hareketlerinde de bize şu dersi ver­mektedirler :

İnsanları anlayış ve durumlarına göre iyi idare etmeli, görülecek işle­rini ertelemeden bir an önce yerine getirmelidir.[555]

 

279— Cabir (Radiyallahu anhyden rivayet edildiğine göre, şöyle dedi;

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den istenmiş de, "Hayır!" demiştir, vakî değil.»[556]

280— (67-s.) Abdullah ibni Zübeyr (Radiyaîlahu ank)'den rivayet edil­diğine göre, şöyle demiştir:

«— Hazreü Âişe ve Hazreti Esma hanımlardan daha cömert bir kimse görmedim. İkisinin cömertlikleri başka başka idi.

Hazreti Aişe'ye gelince : Eşyayı biriktirir, ne zaman ki, yanında toplu haje gelirse onu (ihtiyaç sahiplerine) bölerdi.

Esma ise: Yarın için hiç bir şey tutmazdı (dağıtırdı).»[557]

 

lslâmda her mükellef geçimini temin etmek için çalışmak zorundadır. Geçimle yükümlü olan şahıslar gelir durumlarına göre, bir aylık veya bir yıllık zarurî ihtiyaçlarını karşılayabilecek miktarda para ve erzak gibi mad­deleri biriktirmek hakkına sahiptirler. Hanımların bütün geçim masrafları varsa kocalarına, kocaları yoksa nafakaları üzerlerine vacib bulunan ya­kınlarına düşer. Muztar durumda olanların da meşru işlerde çalışmasında bir beis yoktur.

Kifayet miktarından fazla kazanç peşinde olmak, ancak hayır yolla­rında Irarcanmak niyeti ile mubah olur. Kötülüğe ve küfre medar olacak, islâm düşmanlarını takviye edecek kazançlar, âhîrette büyük bir vebaldir. Velevki bu kazançlar helâl yoldan elde edilmiş olsun. Islâmda her şey ölçü ve itidal üzeredir. Madde, manada ve yüce mefhumlarda kullanılıp harcandığı zaman kıymet ifade eder. Aksi halde en büyük bir yük olur, Ce­hennem azabma vesile olur. İşte bu gerçek manayı idrak edip hayatları boyunca uypulamasını yapan Ashab-i Kiram'dan iki validemiz bunun canlı birer misalini teşkil etmektedirler.

Hz. A ise (Radiyallahü anha) validemiz, bir miktar toplamış olduğu yiyecek ve eşyayı, ihtiyaç sahiplerine bölmek suretiyle bu cömertlik hare­ketini kendilerine huy edinmişlerdi.

Hz. Esma (Radiyallahüanha) validemiz de eline geçeni ertesi güne bırakmaksızın muhtaçlara dağıtırlardı. Gerçek iman askının verdiği Allah'a tevekkül ve teslimiyetin zirvesi budur.

Toplanan ve bir yekûn teşkil eden, maddî plânda fazla değer taşıyan malların tamamını mı vermek daha kolaydır, yoksa ele geçen ne olursa, onu vermek mi daha kolaydır? şeklînde bir soru hatıra gelir. Tecrübeler gösteriyor ki, fazla malın tamamını vermek, sahip olunan az malın tama­mını vermekten daha güçtür. Amellerin makbulü de zahmetli ve güç olan­dır. Bu bakımdan Hz. Â i s e 'nin tutumu ile eld& ettikleri fazilet Allah bilir ki..   Esma   validemizden üstündür. Allah Tealâ her İkisinden razı olsun.

Ümmü    Zerre   şöyle anlatmıştır:

«— Ibni Zöbeyr, iki çuval dolusu mal ve yüz seksen bin dirhem parayı Hz. Âişe'ye gönderdi. O gün Hz. Âİşe oruçlu idî. Hemen bu malı ve parayı insanlara tevzi etmeye başladı. Akşam olunca, yanında bir dirhem dahi kalmamıştı, bu maldan. Güneş batınca, iftar İçin yemek hazırlasın diye hizmetçisini çağırdı. Hizmetçi iftar yemeği olarak ona ekmek ve zeytinyağı getirip dedi ki, bugün taksim ettinin maldan bir dirhem ayırsaydın da onunla et satın alarak iftar etseydik? Hz. Aişe ona cevaben :

— Bana zorluk çıkarma, bana hatırlataydın dediğini yapardım, dedi.

Urve de şöyle nakletmiştîr:

«— Hz. Aişe'yi gördüm, baş örtüsüne bürünmüş olarak (yetmiş bin dirhem dağıtıyordu.»

Bütün bu misaller, onun ne derece cömert ve fedakâr olduğunun deü-lidtr. Az malın muhtelif kimselere bölünmesi mümkün olmadığı gibi, bir kişiye az miktar mal vermek de ihtiyacını çok kere karşılayamaz. Bu ba­kımdan Hz. Aişe üstün zekâsını kullanarak mal toplamayı ve ondan son­ra muhtaçlara bol miktarda bölmeyi daha faydalı bulmuştur.

Resulü 11 ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Hazreti E s m a 'ya hitaben :

«Fakirlere infak et, hesap etme. Yoksa Allah aleyhine olarak he­sabını görür; depo etme, yoksa aleyhine günah birikir.»

buyurdukları için,   Esma   validemiz de eline geçen malı, ertesi güne bı­rakmaksızın muhtaçlara verirlerdi.[558]

 

(137) Cimrilik 

 

281— Ebû Hüreyre (Radtya'tlahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Allah yolundaki (cihad esnasında çiğnenen) toz-toprak ile Cehen­nem dumanı bir kulun ciğerine ebediyyen toplanmaz. Cimrilikle îman da hiç bir zaman bir kulun kalbinde toplanmaz.»[559]

 

ibadetlerin en faziletlisi ve en hayırlısı Allah yolunda yapılan cihattır. Bunun faziletine binaen kazanıfan malların en hatalı ve en makbulü de cihaddan elde edilen ganimet mallandır. Cihadın bu yüksek faziletinin sevabı ve mükâfatı Cennet olduğundan, Cehennem ateşinin dumanı, sa­vaşan ve ayakları toz-toprağa bulaşan bir kulun göğüs boşluğuna giremez. İkisi bir araya asla gelemez.

Cimrilik, kötü hasletlerin başıdır. Cimriliği ifrat'a varan kimse, helâl -haram ayırt etmez zekât vermez, hayır ve hasenata koşmaz, aç ve çıplak­ları gözetmez. Bütün derdi ve düşüncesi para ve madde olur. Bu duruma düşenin yeri de Cehennem olur. Cehennem'e de ebedî olarak girecek olan­lar/ imansızlar olduğundan;

«Cimrilikle îman, bir müminin kalbinde asla toplanmaz.» buyrulmuştur.[560]

 

282— Ebu Saîd El-Hudrî (Radiyattahuanh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle bu­yurdu :

«— İki huy vardır ki, bir müminde bulunmazlar: Biri cimrilik, diğeri de kötü ahlâktır.»[561]

 

Bundan önceki hadîs-İ şerif münasebeti ile cimriliğin sebep olduğu za­rarlar ve doğurduğu felâket izah edilmişti. Gerçek bir müminde bu hasle­tin bulunamayacağı tabiîdir. Cimrilik insanı kötü ahlâka iter ve çeker, onu haris ve dar kalbli yapar. Halbuki müminin kalbi geniş ve rahat olur. Yani bu iki haslet birbirine bağlıdır. Biri, diğerinin neticesidir. Bu İtibarla her iki huy ihlâsı yerinde gerçek bir müminde bulunamazlar.[562]

 

283— (68-s) Abdullah ibni Rabî'a (Radiyaitanu anh) 'dan rivayet edil­diğine göre, şöyle dedi:

«— Biz, Abdullah ibni Mes'ud'un yanında oturuyorduk; (Orada bu­lunanlar) bir adamı andılar da, ahlâkından bahsettiler. Abdullah dedi ki:

  Bana söyleyin, eğer o adamın başını kesmiş olsanız, onu tekrar yerine getirebilir misiniz? Onlar:

  Hayır! dediler. Abdullah:

  Elini kesseniz? dedi. Onlar:

  Hayır! dediler. Abdullah:

^ Ayağını kesseniz? dedi. Onlar:

  Hayır! dediler. Abdullah:                                              

  O halde siz, onun tabiatını değiştirmedikçe, ahlâkını değiştiremez­siniz.   Nutfe  (yumurta), rahimde kırk gün kalır, sonra katılaşarak kan olur.  Sonra pıhtı haline döner. Sonra et parçası olur. Sonra Allah bir melek gönderip onun rızkını, ahlâkını, bedbaht veya bahtiyar olduğunu yazar, (Allah bunları takdir buyurur) dedi.»[563]

 

Kader meselesi ile İlgili olan bu haberin kısaca izahı şöyle yapılabilir: Allah Tealâ, yaratıkları daha yücut sahasına çıkarmadan önce, onların hayatta vuku bulacak hal ve hareketlerini, kendilerine vereceği irade ta­sarrufu ile, ezelî ilmi sayesinde bilir. Bütün olmuş ve olacak haller hep Allah'ın İlmîne uygun olarak kudret ve iradesiyle vücui bulur. Bu ölçüler dairesinde hâdiselerin oluş manzumesine Allah'ın takdiri ve kazası denir. Bunun değişmesi olamaz.

Kulların mükellefiyet durumu ise, kadere bağlanmaz. Zira kaderin ne olduğunu kul bilmez, ancak Allah'ın emirlerine uyarak hareket etmek so­rumluluğu altındadır. Çünkü İnsan, ağaçlar ve taşlar gibi, yahut hayvanat gîbi İstediğini yapmaya gücü yetmeyen bir varlık değildir. Allah'ın kendi­sine verdiği irade ile, bazı işleri yapmaya veya yapmamaya yetkisi vardır. Zaten bu irade yetkîsinî0,İyiye mi, yoksa kötüye mİ kullanacağını Allah'ın ezelden bilmesi, onun kaderini tesbit demektir. İşte bu tesbİt, haberde de izah edildiği üzere asla değişmez. Ancak kulların sorumluluğu başka şeydir. Herkes İyi şeyleri yapmaya, kötü huylardan sakınmaya İradesini kul­lanabilir ve kullanmakla yükümlüdür. Bunu yapmayanlar Allah katında sorumlu olurlar, iradelerini kötüye kullandıklarından cezalarını çekerler. Dinin hükümlerine uygun olarak hareket -edip yaşıyanlar da sevab kaza­nırlar, azab çekmekten kurtulurlar.[564]

 

(138) Bîlgîli Bulunanların Güzel Ahlâkı  

 

284— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh), Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi veSellem)'m şöyle buyurduğunu anlattı:

«— İnsan, güzel ahlâkı ile, geceyi ibadetle geçirenin derecesine ula-9«[565]

 

Dinin emirleri, iman ve itikad, ibadetler, muamelât, ceza ve edebler diye kısımlara ayrılır. Bütün bu kısımlara ait hükümleri tafsilâtı ile öğrenip de onları uygulayan kimse, salih bir âlim olur ve buna fakîh denir. Böyle kimselerin ahlâkı, Peygamber ahlâkına yakın olacağı için fazilet ve dere­celeri yüksek olur. Bilgisi noksan olarak gece boyunca ibadetle meşgul olanların faziletini kazanırlar.[566]

 

285— Ebû Hüreyre (Radiyallahu anh)'nin şöyle dediği işitilmiştir:

— Ebu'l-Kasım    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in   şöyle  buyurduğunu işittim:

«— İslâm bakımından sizin en hayırlınız, bilgili oldukları takdirde, ahlâk yönünden en güzel olanlarınızdır.»[567]

 

286— (69-s.) Sabit ibni Ubeyd (Radiyallahu anh) anlatarak şöyle de­miştir:

«— İnsanlarla oturduğum zaman, Zeyd ibni Sabit'den daha vakarlı­sını (hürmetkarını) ve evinde de, ondan daha hoşsohbet bir kimseyi gör­medim.»[568]

 

Sabit İbni Ubeyd, Zeyd İbni Sabit'in azadlısı bulunduğundan onun güzel ahlâkını yakından bilmekteydi. Gerek evindeki tutum ve hareketlerine, gerekse dışardaki hareketlerine vakıftı. Bu itibarla gördüğü ve şahidi bulunduğu yüksek meziyetlerini ve güzel ahlâkını bize nakletmiş oluyor.[569]

 

287— îbni Abbas (Radiyalîahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, de­miştir ki:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den, Allah (Azze ve Celle) katında dinlerin hangisi daha sevgilidir? diye soruldu.

— Kolay olan dosdoğru Hazreti İbrahim'den gelme = Hanîf din­dir.»[570]

 

Hanîf in lügat manası, meyleden demektir. Hz. İbrahim'e Hanîf denmesi, zamanında putlara tapan insanların yolundan ayrılarak imana ve tevhid dinine meyletmesİndendîr. Bunun için Hz. ibrahim 'in dinine «Ha­nîf» dini denir ki, son peygamber Hz. Muhammed ve ona bağlı olanlar bu dinin inancı üzeredirler. Tevhîd bakımından arada fark yoktur. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîmde şöyle buyuruyor:

1— «İyilik eden bir kinı<e olarak, kendini tam bir ihlâsla Allah'a tes­lim eden ve İbrahim'in tevhîd dinine uymuş olan kimseden daha güzel din sahibi kimdir? Allah Hz. İbrahim'i dost edinmiştir.» (Nisa Sûresi, âyet: 125)

2— «Hazreti İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat Allah'ı bir tanıyan gerçek bir müslümandı; ve müşriklerden de değildi.»

(Âl-i îmrân Sûresi, âyet: 67)

3— «Gerçekten Hazreti İbrahim'e insanların en yakını, zamanında ona bağlı olanlarla, şu Peygamber (Aleyhisselâm) ve ona îman edenlerdir. Allah müminlerin yardımcisıdır.»  (Âl-i îmrân Sûresi, âyet: 68)

4— «Yahudilerle Hıristiyanlar, Müslümanlara şöyle dediler: Bizim dinimize girip Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız. (Ey Resulüm, sen onlara)  söyle: Hayır, biz hak yol üzerinde bulunan İbra­him'in dinindeyiz; o hiç bir zaman müşriklerden olmadı.» (Bakara Sûresi, âyet: 135)

Bu âyet-İ kerîmelerden anlaşılıyor ki, AMah katında gerçek din, tevhîd dinidir. Bütün İlâhî = Semavî dinler esasta aynı tevhid dinine bağlıdır. An­cak zamanla insanların müdahalesi İle değişiklikler ve reformlar yapılarak gayeden uzaklaşılmıştır. Gerçek dinler arasında ancak ibadet ve muamelât hususlarında fark vardır. İnançta yoktur. Yahudî ve Hıristiyanlar Hanîf di­nin esasından ayrıldıkları için, Cenab-ı Hak, onlara hitaben yukarda meali son olarak verilen Âyet-i Kerîme ile hitab etmektedir. «Allah katında ger­çek din, İslâm'dır» âyet-i kerîmesiyle, yine bu Hanîf din, tevhid dini murad edilmektedir.

İslâm dini, her mükellefin kolayca başarabileceği hükümleri getirdiğin­den, kolay dindir, uygulanması her zaman ve her asırda benimseyenler için mümkündür. En son hak dindir. Bu bakımdan Allah katında en sevgili din İslâm dinidir, Hanîf dindir.[571]

 

288— (70-s.) Abdullah ibni Amr 'Radiyallahu anh) 'dan rivayet edil­diğine göre, şöyle dedi:

«— Dört haslet vardır ki, sana bunlar verildiği zaman, dünyadan (sahip olmadığın,) senden ayrılan şeyler, sana zarar vermez:

1— Güzel ahlâk,

2— Harama götürmiyen helâl lokma,

3— (Yalan karışmıyan) doğru söz,

4— Emaneti korumak (ve gözetmek).»[572]

 

1— Güzel ahlâkın manevî değeri hakkında yukarda geçen hadîs-İ şe-rîfler münasebetiyle açıkfamada bulunulmuştu.

2— İnsanın hayatını devam ettirebilecek ve vazifelerini yerine getire­bilecek kadar lokmaya ve geçim imkânlarına sahip olması, onun yaşama hakkıdır ve bunları kazanmak için çalışmak zorundadır. Meşru yollardan kazanılan bu geçim vasıtaları, insanı  azgınlığa veya  büsbütün cimriliğe sevketmez de vasat bir hayat yolunu tutar ve haramlardan sakınırsa, bu en güzel hasletlerden biri olur. Fazlasına, azgınlığa ve günaha götüren im­kânların bulunmayışı insana zarar vermez, fayda kazandırır.

3— Doğru söz söylemek, yalandan sakınmak yine güzel  huylardan biridir. İnsanı bu hareket selâmete ve kurtuluşa çıkarır. Bu haslete sahip bulunan, diğer bazı hasletlerden mahrum da olsa, zararı mühim olmaz.

4— Emaneti korumak ve gözetmek. Her hak sahibine hakkını vermek ve her şeyi yerli yerine koymak, emaneti gözetmektir. Bu geniş manaya göre, emaneti İki kısma ayırabiliriz :

a— Allah'ın emaneti ki, onun emirlerini gözeterek icablannı yerine getirmek demektir. Bunu yerine getirmİyen Allah'ın emaneti olan yüce dine ihanet etmiş olur. Allah'ın, emaneti olan ve bu dini kabul edib tahriften ve taarruzdan korumak ve onu üstün kılmak için çalışmak, yaymak ve uy­gulamak, bu emaneti gözetmek olur.

b— İnsanların emaneti : Herkesi ehliyet ve kabiliyetlerine göre görevlendirmek, insanlara ait hakları yerine getirmek ve emanet bırakılan mal ve söz gibi şeyleri koruyup zarar vermeden muhafaza etmek, İnsanlar ara­sında gözetilmesi icab eden emanet işlemleridir. Bunları en güzel şekilde ifa eden kimse, büyük haslete, malik demektir. Ona başka şeylerin noksan­lığından zarar gelse, büyük haslete malik demektir. Ona başka şeylerin noksanlığından zarar gelmez. İnsanın bütün azalan da, kendisine tevdi edilen emanetlerdir. Bunların hepsini yerli yerinde, hayır işlerinde ve helâl yollarda kullanmak sorumluluğu altındadır. Azalarını meşru ve mubah yol-lardc kullanmayanlar da emanete hİyanet etmiş olurlar. Bu «emanetlerin hakkını verenler de kurtulurlar.[573]

 

289— Ebû Hüreyre (Radtyallahu anft/nin çöyle dediği işitilmiştir:

  Peygamber (Salla! fohü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «— Cehenneme sokan şeyin en çoğu nedir?» Ashab ;

  Allah ve O'nun Resulü bilir, dediler. Peygamber (SallaÜahü Aleyhi ve Sellem) :

«— tki boşluktur: Bunlardan biri ağızdır, diğeri de ferc'dir. Cennet'e sokan şeyin de en çoğu nedir? Bu da Allah'dan korkmaktır, takva sahili olmaktır ve güzel ahlâktır. (En çok cennete vesile olan bu iki haslettir).»[574]

 

Allah tarafından insanlara emanet edilen iki orgar> vardır kî, Ikmîar gözetilmedikleri, Allah'ın emrine uygun kullanılmadıkları zaman insanı fe­lâkete götürürler. Umumiyetle insanların hem dünyada, hem de âhirette helakleri bu ikisi yüzünden olur. Bu iki boşluktan biri ağızdır, yani dildir, sözdür. İnsanlar arasında fesadı doğuran, yeryüzündeki ahlâkı bozan, birbirine düşüren hep bu dildir. Zamanımızda iyiye kullanılmayan bütün neşir organları bunun ifadesidir.

İkinci boşluk, fere'd ir, tenasül uzvudur. Bunu korumamak, şunun bunun namusuna yeltenmek, yabancıların şehvet duygularını tahrik ederek cina­yetlere ve haramlara sebep olmak günahın en büyüğüdür. Böyle haramları irtikâp etmek, aile düzenini bozar, cemiyet hayatı süflilesir, neseb ortadan kalkar, hayvanı hisler hâkim olur. işte nefislerine ve şehvetlerine, bir de dillerine hâkim olamayanlar her zaman ve her devirde diğer günahkâr­lardan fazla bulunacaklarından Cehennemliklerin ekserisini bunlar teşkil ederler.

İnsanların çoğu da takvaları yüzünden, güzel ahlâka sahip olmaların­dan dolayı girerler. Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasaklarından koru­nup kaçınan, Allah dan korkan kimsedir, takva sahibidir. Güzel ahlâk da bu takvanın meyvesidir, bir neticesidir. Bu iki haslet en makbul ve en yüksek hasletlerdir. İşte insanların çoğu bu iki haslet yüzünden cennete gireceklerdir.[575]

 

290— (71-s.) Ümmü'd-Derdâ (Radiyalhhuanh) 'dan rivayet edildiği­ne göre, şöyle demiştir:

«— Bir gece (kocam) Ebu'd-Derdâ kalktı namaz kılıyordu. Sonra ağlamiya başladı ve sabah oluncaya dek şöyle diyordu:

— Allah'ım! Benim yaratılışımı güzel yaptın, ahlâkımı da güzel yap.

(Ben, kocam) Ebu'd-Derdâ'ya dedim ki, geceden beri senin duan yalnız güzel ahlâk için oldu? (Bana) cevaben :

— Ey Ümmü'd-Derda!    Müslüman kul, ahlâkını güzelleştirirse, bu güzel ahlâkı onu Cennet'e koyar. Ahlâkı kötü olursa, bu kötü ahlâkı onu Cehennem'e koyar, Müslüman kul da, uyku halinde iken bağışlanır (mağ­firet olunur), dedi.

Bunun üzerine ben de dedim ki:

  Ey Ebu'd-Derdâ! Kul uykuda iken nasıl bağışlanır? O şöyle dedi:

  Onun kardeşi gece kalkar, teheccüd ibadetinde bulunur; Azız ve Celîl olan Allah'a duâ eder, Allah da duasını kendisi için kabul eder. (Uy­kuda Olan) kardeşine de duâ eder de, Allah, duâ ettiği şeyi, kardeşi için kabul eder. (Böylece uykudaki kardeş bağışlanmış olur.)»[576]

 

Bir müslümanın, müslüman kardeşi gıyabında edeceği duanın makbul olduğuna dair hadîs-i şerifler vardır. Ebu'd-Derdâ 'nın İfadesi, bu manayı teyid etmektedir.

Güzel ahlâkın Cennet'e vesile olacağına dair hadts-İ şeriflerle açıkla­maları, bundan önceki sayfalarda görülebilir.[577]

 

291— Üsame îbni Şerîk (Radiyalîahu anh) 'den rivayet edildiğine gö­re, şöyle anlatmıştır:

(Hac esnasında) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idim. Öteden beriden kalabalık insanlar, Bedeviler geldi. (Daha önce mevcut) insanlar sustu, (bu gelenlerden) başkası konuşmuyordu. Onlar şöyle dediler:

  Ey Allah'ın Resulü! Kendilerinde bir beis olmayan insanların iş­lerinden ibaret şu ve şu işlerde bize güçlük var mı, (bunlar bizi günaha götürür mü)?

Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Ey Allah'ın kullan!  Allah güçlüğü kaldırdı;  ancak bir insana gıybet suretiyle tecavüz eden kimse müstesnadır,     (bunun hareketinde günah vardır). İşte bu kimse, mahrum olup helak olandır.» Sordular:

  Ey Allah'ın Resulü! Tedavi olalım mı? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Evet, ey Allah'ın kulları! Tedavi olun. Çünkü Allah yarattığı her hastalık için bir ilâç halketmiştîr; ancak bir hastalık müstesnadır, (onun devası yoktur),» dedi. Sordular:

  Nedir o? Ey Allah'ın Resulü! Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«t— İhtiyarlıktır,» dedi. Sordular :

  Ey Allah'ın Resulü! İnsana ihsan edilen şeylerin hayırlısı hangi­sidir?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«— Güzel ahlâktır,» dedi.[578]

 

Bir hac mevsiminde, Hz. Peygamber in huzuruna loplu bîr halc'e ge!en sahra müslümantarından ibaret şahısların sorularından şu hükümler çık­maktadır :

1— İnsanlar, aralarında şundan ve bundan, günlük işlerinden ve çalış­malarından bahsederek aralarındaki konuşmalarda ve sohbetlerinde günah yoktur. Ancak bir müslüman kardeşinin arkasında, hoşlanmayacağı bîr ta­kım sözler söylemek, onu çekiştirmek haramdır ve bu bir hakka tecavüz ve zulümdür. Bunun günahı büyük olması itibariyle insanı helake götürür. An­cak bir kimsenin fesadından ve zararından insanlar:  korumak için, kötü hareketi söylenebilir.

2— Hastalıklardan dolayı doktora müracaat etmek, ilâç kullanmak ge­rektiğini Peygamberimiz beyan buyurmaktadır.    Her hastalığa, Allah bir şifa ve ilâç yarattığına göre, onu arayıp bulmak ve kullanmak mubah olan çalışmalardır. Yalnız şunu bilmek lâzımdır ki, ilâç ve vasıtalar bizatihi, ken­diliklerinden şifa veremez. Tesiri yaratacak, şifayı verecek Allah dır. Bun­lar birer vasıtadır. Esbaba tevessül eimek de tevekküle mani1 değildir. Te­davi daima Allah'ın helâl kıldığı gıda ve maddelerle yapılmalıdır. Haram şeylerle tedavi caiz değildir. Zira Peygamber Efendimiz : Haramı kullanmak ancak şu durumda caiz olur:

«— Allah sizin şifanızı haram şeylerde  yaratmadı,»     buyurmuştur.

a— Ölüm tehlikesi ile karşı karşıya gelen aç veya susamış bir Kimse, şaraptan veya domuz etinden başka yiyecek ve içecek bulamazsa, hayatını kurtaracak kadar bunlardan yiyip içebilir. Bu kimseye hayatını kurtarmak için, haram şeyleri yemek ve içmek mubahtır. Ancak hududu geçmemek şarttır.

b— Bir hastalığın tedavisi temiz ve helâl maddelerden karşılanamıyor da, mütehassıs inanç sahibi doktor bu hastalığın ancak haram veya temiz olmayan bir madde ile tedavi edilebileceğini iddia ediyorsa, bu takdirde o ilâç kullanılabilir. Bazı fakîhlere göre ise, haram ve pis şeylerle asla tedavi caiz değildir.

3— Tedavisi mümkün olmayan hastalık İhtiyarlıktır. Bundan da anla­şılıyor ki, zamanımızda henüz devası bulunmamış olan kanser hastalığının da bir ilâcı vardır. Onu arayıp bulmak İçin, zamana ve çalışmaya ihtiyaç vardır. Keşfedilmiş veya keşfedilmemiş hastalıklar hakkında deva araştır­maya, hadîs-i şerîf bizi sevk ediyor ve tababetin inkişafına yol açıyor. İhti­yarlıktan başka her hastalık için ilâç arama, imal etme kapıları açıktır. Bu çalışmaları iktisadî baskı İçin değil, insanlığın sıhhatine fayda temin etmek için yapmalıdır.

4— İnsana verilen şeylerin  hayırlısı güzel ahlâktır. Zira daha önceki hadîs-i şeriflerde buyurulduğu g'bi, güze! ahlâk, sahibini Cennete götürür. Ona ebedî kurtuluşu sağladığı için, ondan daha hayırlı ne olabilir? Allah güzel ahlâkla ahlâklanmayı bütün beşeriyete müyesser kılsın.[579]

 

292— îbni Abbas (Radiyallahu anh)   şöyle dedi:

«— Resûlüliah (üallallahü Aleyhi ve Sellem), hayır işlemekte insanla­rın en cömerti idi. En cömertli bulunduğu hali de Ramazanda, Cebrail (Aleyhissetâm) 'le karşılaştığı vakıtta idi. Cibril, Ramazan'da her gece onunla karşılaşırdı. Resûlüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Kur'ân'ı arz ederdi. Peygamber'e Cebrail mülâki olduğu zaman, Resûlüliah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) hayır işlemekte, devamlı rahmet döken rüzgâr gibiydi.»[580]

 

Güzel ahlâkın her çeşit vasıflarını kemal üzere kendisinde toplayan Hz. Peygamber in, I b n i Abbas hazretleri bu hadîslerinde onun yal­nız cömertlik hasletini anlatmaktadır, öyle ki :

a) Peygamber Efendimiz, insanların en cömerdi idi.

b) Her zaman için sahip bulundukları bu üstün cömertlik hasletleri, diğer aylara nispetle Ramazan ayında daha çok olurdu. Ramazan ayının berekti ve bu aydaki feyzin ve manevî inşirahın tesiriyle farklı bir durum arzederlerdi.

c) Her Ramazan gecesinde, Cebrâîl   (Aleyhisselâm)     ile karşılaşırlar ve Kur'ân-ı Kerim i ona arz ederlerdi. Bu arz ediş, Kur'ân-ı Kerîm in hem lâfızlarını, hem manasını tesbİt için olurdu. Bİr nevi hatadan salim olmak için ders görme kabİlİndendi. Allah Tealâ Kuran ı böyle tesbit buyurdu ve kıyamete kadar da tahriften, değişiklikten onu koruyacağını va'd buyurdu. Bugün dünyanın her tarafına aynı şekilde yayılması, bunun açık delilidir.

d) Cebrâîl İle karşılaşmak ve İlâhî kelâmı mukabele etmek, manevî zevkin ve Allah'ın rahmetine yakınlığın zirvesini teşkil ettiğinden, bu karşı­laşmalarda Hz. Peygamber, devamlı rahmet döken bereketli rüzgâr gibi, cömertliğin en bol ve geniş halini yaşarlardı.    I b n i    Abbas    hazret­leri, Peygamber Efendimizin cömertliğini, bu mülakatları zamanında de­vamlı  esen  rahmet rüzgârlarına  benzetmesiyle onun  kenem ve ihsanının bolluğunu ve genişliğini hatta rüzgârın bereketinden daha ileri olduğunu anlatmış oluyor. Devamlı hareket halinde olan rüzgârın muhtelif ve geniş sahalara bereket nakletmesi, her tarafı kısa zamanda faydalandırması, rüz­gârsız bulutların yağmurundan çok daha bereketlidir. Onun için Hazretİ Peygamberin mülakat esnasındaki cömertliği, bu geniş ve bol rahmete ve­sile olan devamlı rüzgâra benzetilmiştir.[581]

 

293— Kbu Mes'ûd El-Ensarî (Radîyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

  Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Sizden önce bir adam hesafca çekildi de, onun hayırlı bir şeyi bulunamadı. Ancak o adam, insanlara karışırdı (alış-veriş ederdi) ve zen­gin bir kimse idi. Çalıştırdığı hizmetçilerine, fakirlerden vazgeçmelerini, (alacaklarını bağışlamalarını) emrederdi. (Onun hakkında) Azîz ve Celîl olan Allah (meleklerine) şöyle buyurdu:

  Şam yüce biz, o zengin kuldan, bağış etmeye daha lâyıkız; ondan vaz geçin, (onu cezalandırmayın).»[582]

 

Bu hadîs-i şeriften cömerdliğin ne kadar büyük bir haslet olduğunu, Allah'ın geniş rahmetine naşı! bîr vesile teşkil ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz.

Tartıya konabilecek hiç bir hayırlı amelî bulunmayan bir varlıklı ada­mın, sırf dar geçimlilere tazyik etmeyerek onlardaki haklardan vaz geçmesi sebebiyle, Allah tarafından kurtuluşa erdirilmiştir. Allah Tealâ'nın ihsan ve ikramı, bütün yaratıklara hesapsız rızık göndermesi ve bunca nimetlere kul­ların nankörlük etmesi karşılığında yine İhsanını esirgememesi, onun ke­rem ve ihsanının sonsuzluğuna delildir. İşte kullar da kendi çaplarında bu ihsan ve cömertlik vasfı ile sıfatlanarak hareket ederse, Allah'ın bağışla­masına ve rahmetine nail olur.[583]

 

294— Ebû Hüreyre (Radiyaîlahu anh)'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SallallaJıü Aleyhi ve Setlem)'den soruldu ki, Cennet'e koyan şe­yin en çoğu hangisidir? Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Allah korkusu (takva) ve güzel ahlâkvır,» buyurdu.

Yine soruldu :

— Cehennem'e koyan şeyin çoğu nedir? Peygamber:

«— İki boşluktur: Ağız ve fere.» buyurdu.[584]

295— Nevvas İbni Sem'ân El-Ensarî (Radiyaîîahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, kendisi Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'e iyilikten ve günahtan sordu. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— İyilik, güzel ahlâktır. Günah da, nefsini gıcıklayan ve insanların farkına varmasından hoşlanmadığın şeydir.»[585]

 

İyilik kelimesi, ahlâkın her çeşit güzelliklerini içine alan bir mana ifade eder. Arabca «Birr» kelimesinin karşılığı olarak terceme edilmiştir. Sıla, ihsan ve ikram, mürüvvet, itaat, hoş sohbet ve güzel geçim gibi hasletler hep «birr = iyilik» manası içine girerler. Bunların bütünü, güzel ahlâkın vücudunu teşkil ederler. Onun için Hz. Peygamber «Birr = iyilik» güzel ahlâktır, buyurmuştur.

Günah ise, iki şekilde Peygamber tarafından nitelenmiştir: a) Bunlardan biri, nefsi tahrik eden, gıcıklayan ve bir şeyi işleyip iş­lememekte tereddüt uyandıran şüpheli şeylerdir. Nefis daima geçici zevk ve şehevî arzular peşinde olduğundan onun tahrikleri ile işlenecek işler akl-ı selimin tecviz etmediği işler olacağından günah kısmına girerler. Nef­sin bu tahriklerinden kurtulmak için, daima aklı hakem tutup onun kararını gerçekleştirmek icab eder; şüpheli şeylerden, kötü zan doğuracak tutum­lardan da kaçınmak gerekir.

b} İnsanların farkına varmasından hoşlanılmayan işler de ikinci nite­liği taşıyan günahlardır. Allah Tealânın yasaklan, açık olup herkes tara­fından bilindiğinden ve bu gibi kötü işleri yapanlar da insanlar tarafından ayıplanacağından, bunlar sakıncalı İşlerdir. O halde, bir ölçü ve tarif ola­rak, insanların farkına varmasından korkulan İşler günahtır, ifadesi her çe­şit yasağı içine alırsa da, insanın kendi nefsi ile başbaşa hareketlerini kap­samadığından, bu çeşit günahlar da birinci kısımdaki tarifin içine girerler. Böylece her iki tarif ile, her çeşit günah kısa bir ifade ile beyan buyurulmuş oluyor.[586]

 

(139) Kıskançlık

 

296— Cabir (Radiyaüahu anh) anlatıp demiştir ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu:

«— Ey Seleme oğullan! Sizin (kabile reisiniz), büyüğünüz kimdir?

Biz dedik ki :

— Cüdd İbni Kays'dır; bununla beraber onu (mal istifcisi olarak) bahillikle itham ederiz. Hazreti Peygamber:

«— Bahülikten daha zararlı (manevî) bir hastalık hangisidir? Bilâkis şirin (kabile reisiniz) büyüğünüz, Amr İbni'l-Cemûh'dur,» buyurdu.

Amr Îbni'l-Cemûh (daha İslâm'ı kabul etmeden) cahiliyet zamanında putlara tapmırdı ve Resûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Sellem) evlendiği za­man, ondan dolayı ziyafet verirdi.[587]

 

Malını kıskanan ve onu harcamayan kimse, ne kadar fazla mala sahip olsa da bir kabilenin veya topluluğun büyüğü, önderi ve ulusu olamaz. Cö­mertliği, kerem ve fazileti yüksek olan kimse, bulunduğu toplum içinde baş ve önder olmaya hak kazantr. Bunun için Peygamber Efendimiz, ileride hal tercümesi bildirilecek olan Cüdd İbni Kays'i malının çokluğuna rağmen bahilliğinden ötürü kabile başı ve büyüğü kabul etmemişler, kerem ve cömertliği ile şöhret bulan Amr ibni'l-Cemûh'u Seleme O ğ u I I a r ı 'na reis tayin etmişlerdir. Bu münasebetle de, mal kıskanma­nın en zararlı bir hastalık olduğunu beyan buyurmuşlardır.

Cüdd    İbni    Kays   kimdir? :

Hz. C a b i r 'in dayısı olup, cahiliyet zamanında Seleme Oğul­la rı'nın büyüğü idi. Sonra bu kabilenin reisliğini Hz. Peygamber Amr ibni'l-Cemûh'a verdi. Cüdd, Tebük savaşına katılmayıp geri kaldığından nifakla ithamlanmış olup, nihayet güze! bir şekilde tevbe ede­rek Hz.  Osman  devrinde vefat ettiği söylenir. Allah ondan razı olsun.

Amr    I b nİ'l-Cemuh    kimdir? :

Ensar'dan olup, Benî Seleme kabitesindendir. Akabe biatında bulun­duktan sonra Bedir ve Uhud savaşlarına katılmış, ancak Uhud savaşında şehid düşerek vefat etmiştir. Eniştesi Abdullah İbni Amr ile bîr mezara gömülmüşlerdir.

Kendisi topal olduğu için, Uhud savaşı gününde ona, bir güçlük yok, sen özürlüsün, savaştan geri kal dendiği zaman, o şöyle cevap verdi :

«— Allah'a yemin ederim ki, ben bu topal ayağımla Cennet'e basmak istiyorum.» Sonra kıbleye dönerek şöyle dua etti :

«— Allah'ım! Bana şehİdliği nasîb et, beni evime boş çevirme.»

Savaş esnasında şehid edilince zevcesi    H i n d   gelerek kocasını ve yine şehid düşen kardeşi Abdullah ibni Amr'ıbir deveye yük­leyerek onları defin yerine götürdü ve her ikisi bir kabre defnedildi. Onun hakkında Resûlüllah şöyle buyurdu :

«— Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim, içinizden öy­le er kimseler vardır ki, eğer Allah'a söz verip ahd etseler, Allah onları sözlerinde doğrular. Amr tbnil-Cemûh bunlardan biridir. Gerçekten onu, topal ayağı ile Cennet'e basıyor görüyorum.»

İbni I s h a k 'in anlattığına göre, Amr ibni'l-Cemûh Seleme oğullarının İleri gelenlerinden şeref sahibi bir zat idi. Islâmı kabulünden önce ağaçtan edinmiş olduğu bir putu evinde saklayarak ona tapınırdı. Kendi kabilesi olan Benî Seleme 'den iki genç Islâmı ka­bul edince —ki, bu iki gençden biri kendi oğlu M u a z ve diğeri de Muaz ibni Cebel idî— bu gençler tapındığı putu aşırıp gece bir çukura atarlardı, Amr sabahleyin onu bulunca yıkar ve temizler, yine yerine koyardı. Bu birkaç defa tekrarlanınca, kılıcını putun boynuna asarak :

«— Eğer sende bir kuvvet varsa, mütecavizlerin hakkından gelirsin,» dedi ve uykuya yattı. Bu defa gençler ölü bir kelb bularak bunu putun boy­nuna bağlamışlar ve kılıcı almışlar. Sabahleyin putunu bu durumda görün­ce, hidayete geldi, Islâmı kabul etti ve şu beyti söyledi :

«Allah'a yemin ederim, ey put! Eğer sen İlâh olsaydın, Kelb ile beraber bir çukur ortasında bulunmazdın.»

işte Islâmi kabulünden sonra, kendisinde olan kerem ve cömertlik has­letlerine binaen Hz. Peygamber Cüdd ibni Kays yerine Amr ibni'l-Cemûh'u Seleme oğullarına reis ve seyyid tayin buyur­du. Böylece bahİNİk hastalığının ne kadar zararlı olduğu bir kere daha an­laşılmış oldu. Allah her ikisinden de razı olsun.[588]

 

297— Rivayet edildiğine göre Muaviye, Muğîre îbni Şu'be'ye bir mektup yazarak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den duymuş oldu­ğu bir şeyi kendisine bildirmesini istedi. Muğîre de ona şunu yazdı:

«— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dedi-kodudan, mal isra­fından, (lüzumsuz) çok soru sormaktan, hayra engel olup, hakkı olmayan şeyi istemekten, annelere isyan etmekten, kızları diri diri gömmekten men' ederlerdi.»[589]

 

Bu badîs-i şerifle beş şey yasaklanmış bulunmaktadır:

1— Dedİkodu ki, boşuna ve lüzumsuz söz konuşmaktır. Eğer müslü-manları çekiştirmek ve aleyhlerinde konuşmak tarzında olursa, bunun gü­nahı daha büyüktür ve haramdır. Her ne olursa olsun, boşuna ve faydasız konuşmaları Hz, Peygamber yasaklamıştır. Ya hayırlı şey konuşmalı, yahut susmalıdır. Dedi-koduya alışmak, tenbeiliğe ve laubaliliğe sebebiyet verdiği gibi, cemiyetin ahlâkını bozar, fitne ve fesada götürür.

2— Malı Allah yolu dışında harcamak, haram işlerde kullanmak, ölçü­süz harcamak, saçıp savurmak hepsi malı zayi' etmektir. Hatta aklı başında olmayan ve malı kullanamayan birine mal vermek,    koruyamayacak bir kimseye emanet etmek yine israftır ve malı zayi1 etmek demektir. Islâmın hak ölçülerine   bağlı   olarak   yerli yerinde   malı   esirgemeyip   harcamak, Allah'ın emirlerine itaat olur ve bundan sevab kazanılır. Bunun aksine ha­reket vebali mucib olur, azaba sebep olur. Zamanımızda zarurî ihtiyaçların dışında alabildiğine lüks hayat peşine koşmalar, Allah yolunda harcama­ları unutarak veya bunları benimsemeyerek sırf nefsanî arzularını tatmin için yüzbinler ve milyonlar harcayanlar, elbette israfın ve mal ziya'ının en açık bir örneğini vermektedirler. Böyle hareketler cemiyeti felâkete sürük­ler, anarşi doğurur, ferdler arasındaki kardeşfik bağlarını koparır. Bunun ilâcı, Allah'ın hükümlerine bağlanıp onları yerine getirmektir.

3— Çok soru sormak, yasaklanan şeylerdendir. Bir şeyi zarurî hal ol­madıkça fazla irdeleyip derinleştirmeye gitmek güçlük doğurur. Bazan da ihtimallere ve şüphelere sebebiyet verir. Islâmda her şeyi açık ve kesin ol­makla beraber, daima kolay tarafı tercih etmek vardır. Güçlüğe ve şüp­helere düşürücü sebeplerden biri olan çok sual sormak yasaklanmıştır. Ay­rıca boşuna vakit kaybına da sebep olur.

4— Annelere itaat etmemek günahtır. Onlara âsi olmaktan Hz. Pey­gamber men' etmişlerdir. Kitabın başında, anne ve babaya itaatin ne ka­dar önemli bîr İş olduğu birçok hadîs-i şeriflerde beyan buyurulmuştu. Bu­rada yalnız annelerin sözü geçmesi, onların durumunun nezaketinden ileri gelmektedir. Anneler çabuk kırılır, çabuk hiddetlenir ve onların çocuk üze­rindeki ihtimam halleri sebebiyle hadîs-İ şerîfte münferiden zikredilmişler­dir. Gerçekte bu hükme babalar da dahildir. Aynı şekilde babalara da itaat vacîbdir. Nitekim âyeî-i kerime ve diğer hadîslerle bu husus ifade buyu-rulmaktadır.

5— Cahiliyet âdetlerinden biri olan kız çocukları diri halleri ile göm­mek yasaklanmıştır. O zamandaki kötü anlayışa göre, kız çocuklarda uğur­suzluk vardı. Bu uğursuzluğu yok etmek için doğan kız çocuklarını öldürmek gerekirdi. İslâm dini, bu kötü âdeti yıkmış ve kızların erkeklerden daha çok korunmaya muhtaç olduklarını ve bunlara iyi ba!<ıp yetiştirenlerin Cennete girmeye hak kazandıklarını müjdelemiştir.

Ne yazık ki, zamanımızda muhtelif şekillerle bu diri diri çocuk öldür­menin örnekleri, medeniyet vasıtaları ışığı altında icra edilmektedir. Zaman zaman sokaklara ve çöp tenekelerine atılıp terk edilen yavrular, bütün aza­ları teşekkül etmiş ve hayata kavuşmuş bir devrede kürtajlarla yok edilen ceninler hep bu cahÜiyet devrinin birer misalidirler. Üstelik bunlar zevk uğruna, maddî menfaat uğruna ve sırf tecavüz uğruna yapılmaktadır. Asıl diri diri vahşice insan gömmek budur. Bu haramı işlememek, Allah dan korkmak ve onun yasaklarından kaçınmakla mümkün olur. Gafil insanları Allah Islâmın nuru ile aydınlatsın.[590]

 

298—Cabir (İbni Abdullah) dan işitildiğine göre, şöyle dedi:

«— Peygamber (Süllallahü Aleyhi ve Sellem)'den bir şey istenilmiş de, yok dediği asla olmamıştır.»[591]

 

(140) Salih Kimse İçin Hayırlı Mal 

 

299— Amr ibni'1-As şöyle dedi:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bana  (haber)  gönderip el­bisemi ve silâhımı kuşanmamı, sonra ona gitmemi bana emretti. Ben de emrini yaptım da ona vardım ki, abdest alıyordu. Gözünü bana kaldırdı, sonra aşağı indirdi, sonra şöyle buyurdu:

«— Ya Amr! Ben seni savaş için askere göndermek istiyorum. Böy­lece Allah sana ganimet ihsan eder. Ben de sana topluca hayırlı mal ve­ririm,» Ben dedim ki:

— Ben mala rağbet ederek müslüman olmadım. Ben ancak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber olayım diye İslama rağbet ederek müslüman oldum. Hazreti Peygamber :

«— Ey Amr! Salih = iyi kimse için, hayırlı mal ne güzeldir,» bu­yurdu.[592]

 

Meşru ve mubah yollardan kazanılan mal, salih ve hayırlı mal olur. Cİhad farz ve çok güç bir ibadet olduğundan sevabı büyük olmakla be­raber, savaşta elde edilen ganimet mallan da helâl kazançların en temi­zidir. O halde bu yoldan kazanılan mallar salih ve hayırlı mallardır. Bu hayırlı mal, iyi kimseler eline geçerse değeri bir kat daha artmış olur. Çün­kü iyi kimseler, malı değerlendirerek Allah yolunda harcarlar. Islâmın ya­rarına olarak kullanırlar ve onu haram yerlere israf etmezler. İşte Amr I b n i ' I - A s ashab-ı kiramın büyüklerinden ve salihterinden biri olduğu için, bunun eline geçecek ganimet malı gibi en hayırlı bîr malın kazanacağı manevî değeri Peygamber Efendimiz övmüşler ve :

«— Salih kimsede, hayırlı mal ne güzeldir!» buyurmuşlardır.[593]

 

(141) Maundan Emin Olan Kimse 

 

300— Seleme, babası Ubeydullah îbni Mıhsan El-Ensarî'den, o da Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Peygam­ber şöyle buyurdu:

«— Malı (ve nefsi) hakkında emniyet içinde olan, günlük yiyeceği yanında olduğu halde vücudu sıhhatli bulunan, dünyayı (bütün menfaat­lerini) kazanmış gibidir.»[594]

 

«Sİrb» hayvan sürüsüne ve hususîyle deve topluluğuna denir. En kıy­metli mallardan sayılmaları itibariyle, her çeşit diğer mallar da bu «Sirb» manası şünnutti-ne girerler. Hatta lügat âlimlerinden bir kısmı^Sirb'e nefis ve zat manasını vermektedir. Bu manalora göre, mal ve can emniyeti için-dfe bulunmak-murcki ectflmiş olur. O halde dünya saadetini ve onun men­faatini kazanmak için şu hususlara sahip olmak lâzımdır:

1— Mal ve can emniyeti: Bu emniyet içinde olmak, malının yağma edilmesinden korkmamak, hırsızın tecavüzünden emin bulunmak ve eşkiya ve zorbaların tasofllut endişesini duymamak maddî ve-raanevî huzurun te-melİdİr. Mal ve £an güvenliği her şeyin başında gelir. Bir cemiyette bu güvenlik kurylamozsa, anarşi hüküm sürer, hak ve adalet mefhumları yok olur. Zorbalar ¥e zalimler zayıflan ezer. Hür insan hakları çiğnenerek bir nevi esaret hayatı baş gösterir. Onun için mal ve can emniyeti çok büyük önem +aşır ve dünya nizamının kurulması ve huzurla sükûnun temini için bu emniyeti sağlamak şarttır.

2— Vücud sağlığı: İnsanın  iki mühim vazifesi vardır ki, bunlardan biri hem kendî nafakasını, hem de bakmaya mecbur olduğu kimselerin na­fakasını temin etmek. Diğeri de Allah'a ibadet etmek ve onun emirlerine uygun olarak cemiyet içinde, ailede ve ferdî hayatta hareket etmek. Bütün bu vazifeler ve işler vücud sağlığına bağlıdır. Sıhhat olmadan hiç bir iş yapılamaz ve başarı sağlanamaz. Bu bakımdan sıhhatin önemi de temel varlıklardandır.

3— Günlük yiyeceğin hazır bulunması : Her günü günlerden bir gün kabul ederek, yaşanılan günde insanın kâfi miktar yiyeceğe ve geçime sa­hip-bulunması, yaşantı halinde ihtiyacının olmaması demektir. Yarın için çalışma ve kazanma imkânı var, Allah sağlık verdikten sonra yaşanılan günde olduğu gibi, gelecek günlerde de kazanılabilir diye tevekkül en ra­hat yaşayışın husulüne sebeptir.

İşte bu üç maddede belirtilen hususlara malik bulunan ferd ve cemi­yetler, dünyanın menfaatlerine kavuşmuş olurlar.[595]

 

(142) Nefsin Hoş Olması

 

301— Abdullah ibni Hubeyb amcasından (Ubeyde'den), anlatıyor:

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se'lem), üzerinde yıkanma eseri (ıs­laklık)  olduğu halde  (mevcut insanların)  yanlarına geldi. Kendileri hoş ve neş'eli durumda idiler. Biz zannettik ki, ailesini ziyaret etti. Dedik ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Halinizi hoş durumda görüyoruz. Peygamber:

«— Evet, Allah'a hamd olsun,» dedi. Sonra zenginlikten konuşuldu. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Allah'dan korkan (takva sahibi) kimse için zenginlikte beis yok­tur. Fakat Allah'dan korkan (takva sahibi) için sıhhat, zenginlikten daha hayırlıdır. Nefsin hoşluğu da nimetlerden sayılır.»[596]

 

«Tayyibu'n-Nefs», his organlarının ve nefsin zevk ve sürür içinde ol­masıdır ki, insanda, cehalet ve düşük hareketlerden arınarak ilim ve güzel ahlâk vasıflarına bürünerek tecelli eder. Manevî olgunluğun görüntüsü olur. Ashab-ı kiramın, Hz. Peygamberdeki bu hali sezişlerini, Peygamberimiz doğrulamışlar ve bundan dolayı Allah'a hamd etmişlerdir.

Allah'ın ihsan buyurduğu nimetlere karşı hamd etmek ve şükürde bu­lunmak bir ibadettir ve nimetin çoğalmasına vesiledir. Zira Cenab-ı Hak :

— And olsun, eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artırırım.» {ibrahim Sûresi, Âyet: 7) buyuruyor. Allah Tealâ İhlâsla edilen hamd ve şükre razı olup, onun mükâfatını verir.

Servet çokluğu ve mal bolluğu, takva sahiplerinde olursa zararı yoktur. Çünkü takva sahibi^ Allah'ın emirlerine göre imkânlarını kullanan ve ya­saklarından sakınan kimsedir. Böyle bir kimse, Allah'ın dinine" ve müslü-manlara en fazla yardım edebilen olur. Peygamber Efendimizin bu hadîs-i şeriflerinden anlıyoruz ki, takva sahibi olmayan kötü ruhlu ve azgın kim­seler elinde servet ve mal çokluğu zararlıdır. Çünkü bu gibi insanlar elle­rindeki kuvveti fenalığa ve ahlâksızlık yollarına harcamak sureliyle insan* lığa zarar verirler, cemiyeti bozarlar ve türlü türlü fesada yol açarlar. Bu gibileri kontrol altında bulundurmak idare adamlarının görevi olrçıalıdır.

Dİğer taraftan zenginliğin saadet vesilesi olmadığını da Peygamber Efendimiz son cümleleriyle ifade buyurmuşlardır:

«— Takva sahibi kimseler için vücut sağlığı, zenginlikten daha ha­yırlıdır.» diye beyan etmişlerdir.

Daha önce de belirtildiği gibi vücucl sağlığı olmadan İnsan, ne kendi ihtiyacını görebilir, ne de ibadet edebilir, yemek ve içmek zevkini duyabi­lir. Daima hastalığı sebebiyle acziyet içinde kalır. Onu, sahip olduğu servet ve altınlar kurtaramaz, huzura kavuşamaz. Bu itibarla sıhhatini ve sağlam vücud yapısını Allah yolunda kullanan ve çalışan takva sahibi bir kimsenin durumu, bu sağlığa sahip bulunmayan zengınlerinkinden çok daha iyidir ve hayırlıdır.

Kederden ve elemden beri bulunarak Allah'ın emirlerini yerine getir­miş olmaktan mütevellid insandaki tatlı ve hoş manzara da Allah'ın nimet-lerindendir. Çünkü bu, manevî bir huzur ve sürürdür.[597]

 

302— Nevvas ibni Sem'an El-Ensarî'den rivayet edildiğine göre, ken­disi Resûlüllah (Sallallahü:Aleyhi ve S.ellem)'e iyilikten ve günahtan sordu. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— İyilik, güzel ahlâktır. Günah da, nefsini gıcıklayan ve insanların farkına varmasından hoşlanmadığın şeydir.»[598]

 

303— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

— Peygamber (Saüaliahü Aleyhi ve Sellem), (ahlâkta ve görünüşünde) insanların en güzeli, insanların en cömerdi ve insanların en cesuru idi. Bir gece Medîneliler korkmuşlardı. İnsanlar sesin geldiği tarafa, gittiler. Da­ha önce insanları geçip ses tarafına giden Peygamber (SalUtllahü Aleyhi ve Stillem)  (geri dönerek) insanları karşıladı. O, şöyle diyordu:

«— (Bir şey yok), korkmuş ol mı ya sın iz, korkmuş olmıy asınız.» Pey­gamber, Ebu Talha'ya ait üzerinde eğer bulunmayan çıplak bir ata bin­mişti ve boynunda da kılıç vardı. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Ben  (aslında ağır yürüyüşlü olan)  bu atı, geniş menzili koşar buldum, (yahut bu at geniş menzilli koşar.)»[599]

 

Bu hadts-İ şerîfte Hz. Peygamberin şu yüksek vasıflarına işaret edil­mektedir ;

1— Hazreti Peygamber hem vücud yapısı bakımından, hem de ahlâk bakımından İnsanların en güzeli idiler.

2— Karşılıksız olarak ihsan ve ikramda bulunmakla insanların en cö­merdi idiler.

3— İnsanların en cesuru idiler. Nitekim   En es   hazretlerinin anlattık­ları olay buna şahiddir. Bir gece Medine'de düşman sesleri ihtimali ile deh­şete kapılan müslümanlar, hazırlanıp sesin geldiği tarafa toplu bir halde giderlerken, daha önce sese doğru tek başına gidip de geri dönen Hz. Pey-gamber'le silâhını  kuşanmış olduğu halde karşılaşmışlardır. Hz. Peygam­berin bu hareketi, onun ne kadar büyük bir cesarete sahip olduğuna kâfi delildir.[600]

 

304— Cabir'den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

— Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve SeJiem) buyurdu ki: «Her iyilik bir sadakadır. Senin tatlı bir yüzle kardeşinle karşılaş­man ve senin (varlık) kabından onun çanağına boraltman da ma'rufdan = iyiliktendir.»[601]

 

Hadîs-i şerîfte önce her iyiliğin bir sadaka yerine geçtiği, yani sadaka sevabına sebebiyet verdiği beyan buyuruîduktan sonra, mâna daha geniş­letilip inceltilerek güler ve tatlı bir yüzle din kardeşini karşılamanın da bir maruf *= iyilik olduğu ifade edilmiştir. İnsan sahip bulunduğu maddî ve manevî imkânlardan kardeşine de aktarmalıdır. Kardeşin ve arkadaşın böy­le istifadelendirİlmesi de iyiliktir. Ona neş'e ve sürür vermek, ihtiyacı varsa onu görmek, yani kendi kabından onun çanağına bir şeyler aktarma1: hep iyilik sayılır ve sadaka sevabını kazandırır.[602]

 

(143) Çaresize Yardım İcab Etmesi

 

305— Ebû Zer'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e soruldu ki, amellerin hangisi daha hayırlıdır? Pey­gamber :

«— Allah'a iman etmek ve onun yolunda cihad etmektir.» buyurdu. (Azad etme bakımından) kölelerin hangisi daha hayırlıdır? diye soruldu.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Kıymetçe en yükseği ve sahipleri katında en makbulüdür.» bu­yurdu. (Bunları soran adam yine)' dedi ki, bunlardan birini yapmaya gü-. cüm yetmezse, ne yapacağımı bildirir misiniz?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«— Malı helak olana yardım edersin, yahud kazanamayan zavallıya iyilik edersin.» buyurdu. (Adam yine sorup) dedi ki, biçare olursam (ne yapmam gerektiğini) bildirir misiniz?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

Kötülüğünü insanlardan kaldırırsın, çünkü bu bir sadakadır ki, onu kendin için sadaka vermiş olursun.» buyurdu.[603]

 

306— Ebu Musa'dan rivayet edildiğine göre, dedi ki, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Her müslümanın sadaka vermesi gerekir.» (Ashabdan biri) dedi ki, verecek bir şey bulamazsa (ne yapacağını) bildirir misiniz?

Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Seilem):

«— Çalışsın da kendine fayda temin etsin, bir de sadaka versin.» bu­yurdu. (Adam yine) dedi ki, gücü yetmezse, yahud çalışamazsa (ne yap­ması gerektiğini) bildirir misiniz?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«— Çaresiz muhtaca yardım etsin.» buyurdu. (Adam tekrar) dedi ki, gücü yetmezse, yahud çalışamazsa?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) :

«— İyiliği emretsin, (tavsiye etsin).» buyurdu. (Adam tekrar) dedi ki, buna da gücü yetmezse, yahud (dedi ki,) bunu da yapamazsa, (başka ne yapması gerektiğini)  bildirir misiniz?

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«— Kötülük işlemekten kendini korur, çünkü bu hareket onun için bir sadakadır.» buyurdu.[604]

 

225 sayılı metindeki hadîs-i şerifin lâfzına uygun olan bu hadîs-i şerîfle çaresiz kalan ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin lüzumuna işaret edilmek­tedir. Gerçİ iyiliğin her çeşitinde bir sevab vardır ve bunları İşleyen kimse kendi nefsi için sadaka vermiş hükmündedir. Fakat çaresiz kalan, mazlum ve muhtaç duruma düşen kimseye yardım etmek daha önce gelen bir vazi­fedir. Meselâ; bir zelzele felâketine uğrayanlara, yangın ve su baskını veya trafik kazaları gibi acil vak'alarda İmdat İsteyenlere koşmak, gücü yetenler üzerine borçtur. Her gücü yeten sahip bulunduğu imkânlarla muzlar kar­deşlerine yardım etmekle yükümlüdür. Bu yardımı esirgeyenler, islâm'ın nurundan aydınlanmamışlar demektir. Lâkin güçsüz bulunanlar hiç olmazsa iyi şeyler tavsiye ederler ve fenalığa yardımcı olmazlar. Böylece yine iyilik etmiş olacakları için, yine sadaka sevabı kazanırlar.[605]

 

(144) Ahlâkını Güzelleştirmesi İçin Allah'a Duâ Eden Kimse

 

307— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre.Resûlüllah şu duayı çok ederlerdi:

«— Ey Allah'ım! Senden sıhhat, iffet, emanet, güzel ahlâk ve kadere rıza isterim.»[606]

 

Hazretİ Peygamber'in Allah Tealâ'ya olan duaları  içerisinde fazlaca tekrar ettikleri rivayet olunan bu dua İle Allah'dan şu beş şeyi isterlerdi :

1— Sıhhat: Bundan önceki hadîs-i şeriflerde sıhhatin ne derece önemli olduğu bildirilmişti. öy!«ki sıhhat olmayınca acziyet ve zafiyet olur. Aczİ-yetle ne Allah'a ibadet edilebilir, ne de cemiyet içinde gerekli şahsî veya umumî işler görülebilir. Üstelik ızdırapla yaşama olur. Onun İçin sıhhat, her şeyin başında gelen önemli bir nimettir ve bunu Allah dan istemek her kulun başlıca dileği olmalıdır. Zaten Peygamberin ibadetlerinin iki yönü vardır: Birisi Allah'a karşı olan kulluk vazifesidir, diğeri de ümmete örnek olmaları ve ümmete nasıl ibadet edecek'erinî öğretmeleridir.

2— İffet: Allah'dan iffet istemek, yasak şeylerden ve hoşlanılmayar şeylerden korunmuş olmayı dilemektir. Her iş ve harekette günaha ve ha­taya düşmemek için Allah'ın yardım ve muhafazasını   istemek demektir. Allah'ın koruduğunu da kimse sapıtamaz. Haktan sapmayıp hak üzere ya­şayan ise selâmet bulmuştur. Bu bakımdan Allah'dan iffet istemenin ma­nası büyüktür.

3— Emanet: Allah'dan emanet istemek, Allah'ın vermiş olduğu mu­kaddes vazifeleri hakkıyle yerine getirmek, onları  koruyup tebliğ etmek demektir. Bunları yapmamak hainlik olur. Hz. Peygamber ve diğer bütün peygamberler «Emanet» sıfatı İle vasıflanmış oldukları halde yine emaneti istemeleri, kulluk ifadesidir ve ümmete dua şeklini öğretiştir. Zİra peygam­berlerde bulunması şart kılman sıfatlardan biri de «Emanet» sıfatıdır. Bu sıfata mazhar olmayan peygamber olamaz.

4— Güzel ahlâk : Güzel ah!â'<m fazilet ve kıymetine dair daha önce hadîs-i şerîfler gösterilmiş ve açıklamaları da yapılmıştı.    Esasen İslâm'ın gayesi de bu güzel ahlâkı gerçekleştirmek ve yaşatmaktan ibarettir. İslâm'ın güzel ahlâkının cemiyetçe yaşantı haline gelmesiyle yalnız dünya saadeti değil, aynı zamanda ebedî olan âhiret saadeti de kazanılmış olur.

5— Kadere rıza : Allah'dan kadere rıza istemenin manası şudur: Dünyada yaşamakta olan  insanlardan hiç birinin durumu, diğerinin

aynı değildir. Allah Tealâ herkese ayrı ayrı şekil, rızk, kuvvet, sıhhat veya hastalık vermiştir. İnsan hayatı için çok şeyler isteyebilir, niçin ve neden olsun suallerini sorabilir. Bunlar insanın huzurunu kaçırmakla beraber fay­da doğurmayan, aksine çok zararlar getirebilen sonuçlara düşürebilirler. Bövle endişelerden kurtulup güven ve itminan içinde yaşayabilmek için Allah'ın kaderine razı olmak gerektir. Allah Tealâ ne takdir etti ise, ona rıza gösterip kulluk vazifelerini yerine getirmek ve meşru çalışmalarda bu­lunmak huzur yoludur. Geçmişten üzüntü duymak ve hasret çekmek, gele­cekten endişe ve korku içinde olmak, bulunulan ve yaşanılan anın bereke­tini giderir; o an, bir nevi zindan olur. İşte bunun çaresi ve devası, Allah'ın kaderine razı olmaktır ve bunu Allah'dan istemek de kulun vazifesidir. Peygamberimiz de bize bunu öğretiyor.[607]

 

308— Yezîd ibni Babenûs'dan rivayet edildiğine göre şöyle anlat­mıştır :

  Hazreti Âişe'nin yanına varıp dedik ki :

  Ey müminlerin  annesi!  Resûlüllah   (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahlâkı ne idi?

Hazreti Âişe şöyle dedi:

  Onun ahlâkı Kur'ân idi. Müminûn Sûresini okur musunuz? (Mü­minler gerçekten kurtuldu) dan itibaren oku, dedi. Yezİd demiştir ki:

  Ben de (Müminler gerçekten kurtuldu) dan itibaren, (... onlar ki, ırzlarını korurlar) a kadar okudum.  (Müminûn Sûresi, âyet: 1-5). Haz­reti Âişe buyurdu ki:

  îşte   bu   vasıflar   Resûlüllah  (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in   ahlâkı idi.[608]

 

Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Sellem)"m ahlâkı Kur'ân idi, demek, Kur'ân'ın emirlerine tamamen bağlı olup, onları yerine getiren ve yaşayan, yasaklarından berî olandı demektir. Allah Tetriâ'nın İnzal buyurduğu yüce dînin bütün güzelliklerini yaşayan ve bu dinin çirkin gösterdiği her hare­ketten münezzeh bulunandı. Bu İtibarla Cenab-ı Hak, Peygambere hitaben:

«— Muhakkak ki, sen en büyük bir ahlâk üzeresin.» buyurmuştur. (Kalem Sûresi, âyet: 4)

Hz. Aişe validemiz, Peygamber Efendimizin ahlâkı Kur'ân olduğuna işaret ettikten sonra. «Mü'mînûn» sûresini göstermiş ve onu okuyup da bir netice çıkarılmasını istemiştir. Çünkü bu sûrenin başından itibaren mümin­lerde bulunması gereken vasıfları Allah Tealâ şöyle beyan buyuruyor :

1— Kurtulan ve zafere eren müminler, o kimselerdir ki, namazla­rında korku ve tevazu içindedirler,

2— Boş sözden ve faydasız işten yüz çevirirler,

3— Zekâtlarını verirler,

4— Irzlarını korurlar, helâlin dışına çıkmazlar,

5— Emanetleri korurlar, verdikleri sözü tutarlar,

6— Namazlarını şart ve erkânlarına uygun olarak devamlı kılarlar. İşte böyle müminler, Allah'ın rahmetine erenlerdir, Cennetle mükâfat-

lananlardır. Hz. Peygamber in bu vasıfları kemal üzere kendilerinde topla­mış olduklarını, Hz. A işe validemiz haber verirken, müslümanların da elden geldiği kadar aynı vasıflara bürünmelerİnİ bize öğretmiş bulunmak­tadır. Zİra Cenab-ı Hak, müminlere şöyle buyuruyor:

«— Gerçekten Allah'ı ve âhiret gününü arzulayanlar ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın Resulünde (izliyeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır size.

Kısacası Peygamberin ahlâkını örnek ve önder edinmek, kurtuluşun yoludur.[609]

 

(145) Mümin Dil Uzatıcı Değildir

 

309— Salim ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre şöyle anlat­mıştır :

  (Hz. Ömer'in oğlu babam) Abdullah'ın asla bir kimseye lanet etti­ğini işitmedim. Lanet ettiği bir insan yoktur.

Yine Salim şöyle derdi:

  (Babam)   Abdullah   ibni   Ömer,   ResûlüUah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/in şöyle buyurduğunu söylemiştir :

«Lanet edici olmak, mümine yaraşmaz.»[610]

 

«Ta'n etmek», ayıplamak manasına geür. İnsanların şerefi ile oynayan, insanları kötüleyip gıybet eden kimseye de «Ta'ân» denir.

«Lanet etmek»/ Allah'ın yardımından ve rahmetinden uzaklaştırmak demektir. Yani bir kimsenin Allah'ın rahmet ve yardımından uzak kalmasını istemektir. Mümine lanet etmek, onun Cennet'ten uzak kalmasını İstemektir. Kâfire lanet de, Allah'ın rahmetinden büsbütün uzak düşmesini istemektir.

Ta'n etmekle lanet etmek, taşıdıkları mana bakımından kötülük İfade ettikleri için, bunları kullanmak mümine yakışmaz ve uygun düşmez. Çünkü mümin, islâm'ın getirdiği güzel ahlâklarla vasıflanması gerekir. Başkasında fenalık istemek, onun perişan olmasını dilemek ve buna rıza göstermek İs­lâm ahlâkı ile bağdaşmaz. Onun için dili bu gibi sözlerden korumak ve yalnız hayırlı söz söylemek icab eder. İşte Ashab-ı Kİram'dan A b d u I I a h i b n İ   D m e r    (Radiyallahu anh), Hazreti Peygamber'in :

«— Lânetd olmak, mümine yaraşmaz.» emrini kendilerine düstur edin­mişler ve hayatları boyunca hiç kimseye lanet etmemişlerdir. Bize de dü­şen böyle hareket etmektir.[611]

 

310— (Cabir ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallal'ahU A leyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır :

«— Kötü söz ve harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere zorlayanı ve çarşılarda bağırıp çağıranı Allah sevmez.»[612]

 

insanın şeref ve vakarını bozan kötü ve çirkin söz ve hareketlerle so­kak ve çarşılarda çağırıp bağırmalar ahlâk düşüklüğünü ifade ettiklerinden Allah Tealâ bu gibi hareketlerde bulunanları sevmez. Allah'ın sevmediği işleri yapmamak da kullara düşen vazifedir.[613]

 

311— Hazreti Âişe'den rivayet edilmiştir:

  Yahudiler   (bir   gurup   halinde)   Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve  gelip:

— Essâmü Aleyküm = ölüm üzerinize olsun» dediler. Hazreti Âişe (cevab olarak) :

  Sizin üzerinize olsun, Allah size lanet etsin, Allah size gazap etsin, dedi. Hazreti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :

«— Yavaş ol, ya Âişe! Yumuşak hareket et. Sert hareketten ve çirkin sözden sakın.» dedi.

Hazreti Âişe   (Peygamber (Sallatkthü A leyhi ve Selîem) 'e hitaben):

  (Yahudilerin) söylediklerini işitmedin mi? dedi. Hazreti Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

«— Sen de benim (onlara) dediğimi işitmedin mi? Sözlerini kendile­rine çevirdim. Benim onlar hakkındaki sözüm kaîml olunur; fakat onların benim hakkımdaki sözleri kabul olunmaz.» buyurdu.[614]

 

Bundan önceki hadîs-i şeriflerde olduğu gibi, Peygamber Efendimiz çirkin ve hoş olmayan sözlerin, hakarette bulunan Yahudilere dahi sarf edilmemesini istemişlerdir. Ancak onların kötü sözlerini kendilerine çevir­mekle yetinmişler ve Hz. Âişe 'nin söylediklerine rıza göstermemişlerdir. Her ne kadar Yahudiler, Hz. A i ş e 'nin sözlerini hak etmişlerse de, İmana gelmeleri ihtimalinden veya bu sözlere alışkanlık olmamasından ötürü, Hz. Aişe'nin sözleri tasvib görmemiştir.[615]

 

312— Abdullah Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Mümin, dil uzatan değildir, lanet edici değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen değildir.»[616]

 

Bu hadîs-i şerifte, müminde bulunmaması gerekli dört çirkin vasıf be­yan buyurulmuştur. Bunlar, mümine yakışmayan ve İslâm ahlâkında yeri olmayan söz ye hareketlerdir. Olgun ve ahlâkı dürüst bir müslüman ta'n etmez, lanet okumaz, kötü harekette bulunmaz ve kötü söz söylemez.[617]

 

313— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:

«— İki yüzlü kimseye, güvenilir olmak uygun değildir.»[618]

 

İki   yüzlü   kimdir?: İnsanın yüzüne karşı medih ve övgüde bulu­nup, arkasından aleyhinde bulunarak kötüleyen adama İkİ yüzlü denir ki, bu ço!c fena bir harekettir. Bunun şekilleri vardır. Herkesin içini ve maksa­dını anlamak için, hoşa gidecek söz ve hareketlerde bulunarak bir nevi casusluk etmek veya güven ve menfaat temini İçin böyle hareketlerde bu­lunmak veyahut ona tuzak kurmak, niyetini taşımak gibi şekilleri vardır. T i r m i z î 'nin rivayet ettiği bu husustaki hadîs-i şerîf şöyle :

«— Kıyamet gününde, Allah katında insanların en kötüsü İki yüzlü olandır.»

İki yüzlülüğün ne kadar fena bir hareket olduğu bir kere daha bu hadîs-i şerifle anlaşılmış oluyor. Ikİ yüzlü hareket etmek, ancak şu iyi ni­yetle caiz olabilir:

Uzlaştırılmalan istenen İki grup- veya iki müslüman arasında elçilik ederken, yüze söylenmesinde fayda görülmeyen iş ve sözleri saklamak su­reti İle daima övücü ve güzel sözleri kullanmak; ye böylece barıştırma gay­retinde bulunmak. Bu güzel maksad dışında iki yüzlü hareket tecviz edil­mez. Bİr de düşmana harp halinde hile için yapılabilir.

Bu haber de', bundan önceki hadîs-i şerîflerı teyid ediyor ve lânefçilerîn kötü hareketleri sebebiyle asıl lanete hak kazanmış olduklarını bildiriyor.[619]

 

314— (72-s.) Abdullahdan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:

«— Müminin en düşük ahlâkı, kötü sözlü olmaktır.»[620]

 

315— (73-s.) Ebu Talib'in oğlu Hazreti Alî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :

«— Lanet edenlere lanet olunmuştur.»[621]

Kavilerden Mervan demiştir ki:

— Bu lanet olunmuşlar, insanlara lanet okuyanlardır.[622]

 

Insanları ayıplayıp lanet okuyanlar ve böylece dillerini kötü sözlere alıştıranlar, şehîd olamazlar. Şehîd olamamanın öç türlü manası var.[623]

 

(146) Lanet   Edenler

 

316— Ebu'd-Derda'nın rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Lânetçiler, kıyamet gününde şehidler olamazlar, şefaatçiler  de olamazlar.»[624]

 

1— Peygamberlerin  insanlara tebliğ vazifelerini yerine getirdiklerine sahid olamazlar.

2— Şunlar fasık olduklarından şahidliklerİ makbul olmaz.

3— Herhangi bir savaşta öldürülmekle şehîdlik mertebesini kazanamazlar. Kelimenin bu üç tefsire İhtimaİiyeti varsa da, birinci şık âlimler ta­rafından daha kuvvetli bulunmaktadır.

Bir de bu lânetleyiciler kıyamette şefaatçi olamazlar. Din kardeşlerin­den ve yakınlarından olanlara şefaat etme ihsanını Allah bu kimselerden kaldırmıştır. Allah onları şefaat etme nimetinden mahrum etmiştir demek olur.[625]

 

317— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Hn ş&yie buyurduğunu anlattı:

— Doğruluğu tam kimseye, lanet yağdırıcı olmak uygun değildir.»[626]

 

İnsanları çok çok kötü sözlerle ayıplayıp tel'in edenlerin, çok dürüst ve sadık kimse olamayacaklarına bu hadîs-i şerîf işaret buyurmaktadır. Sa­dakati tam ve doğru sözlü kimselerin bu çirkin vasıftan uzak kalacakları tabiîdir. Çünkü gelişi güzel söz sarfedenin hezeyanı ve saçmalaması, lau­baliliği çok olur. Bu hareketler de, dürüstlüğü ve sadık olmayı kaldıran sebeplerdir.[627]

 

318— (74-s.) Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Karşılıklı olarak Iânetleşen asla bir toplum yoktur ki, onlar üze­rine lanet gerçekleşmiş olmasın.»[628]

 

Bu haberden anlaşılryor ki, karşılıklı olarak lânetleşenlertn her iki ta­rafı da günah işlemiş olur. Birbirinden Allah'ın rahmetini kaldırmak İste­diklerinden, Allah da ceza olarak onlardan bu rahmetini kaldırır.[629]

 

(147) Kölesine Lanet Edip De Onu Azad Eden Kimse

 

319— Hazreti Âişe haber vermiştir ki, (babası) Ebû Bekir, bir köle­sine lanet etti. Bunun üzerine Peygamber (Salkıllahü Aleyhi ve Sellern) şöyle buyurdu:

«—Ey Ebû Bekir, çok lanet edenler ve çok sadık olanlar (nasıl bir-leşebilir?) Hayır, Kabe'nin Babbi hakkı için olamaz.»

Peygamber bu sözü iki defa, yahud üç defa söyledi. Hazreti Ebû Be­kir de o gün, bir kölesini azad etti; sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelip dedi ki:

— Artık bir daha lanet sözüne dönmeyeceğim.[630]

 

Hz. Ebu Bekir (Radiyallahuanh), en küçük duraklama ve tered-düd göstermeksizin Hz. Peygamber Efendimizden ne sadır olmuşsa derhal onu kabul etmişler ve tasdik buyurmuşlardır. Bu yüksek teslimiyet vasıfla­rına binaen, Peygamber Efendimiz ele kendilerine «Şıddîk» lâkabını ver­mişlerdi. Böyle üstün bir niteliğe sahip olandan, beşeriyet icabı bir defa çı­kan, lanet olsun, sözünün asla kendilerine yakışmadığını Peygamberimiz ihtar etmişlerdir. O da yaptığı kusura keffaret olmak üzere hemen kölesini azad etmiş ve bir daha böyle: bir söz söylemeyeceğini Peygamber Efendi­mize bildirmiştir. Hata şekli ile dahî olsa, ashab-ı kiramdan buna benzer hareketlerin sudur etmesi, hadîslerin vuruduna sebep teşkil ederek bize ders olmaktadır. Bize yol gösterme bakımından birer lütuf vesilesi oluyorlar.[631]

 

(148) Allah'ın Laneti İle, Allah'ın Gazabı İle Ve Ateşle Lanetleşmek 

 

320— Semure'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Allah'ın laneti ile, Allah'ın gazabı ile ve Ateş ile lânetleşmeyiniz.»[632]

 

Müminler birbirleri hakkında merhametli olurlar ve birbirlerine ancak hayır isterler. Allah'ın rahmetinden uzaklığı ve felâketi İstemezler. Onun için bir mümin hakkında; Allah'ın laneti üzerine olsun, Allah'ın gazcSı üzerine olsun, Cehenneme düşsün veya ateşte yansın, diye beddua edii-mez. Peygamber Efendimiz bunu bize yasaklamışlardır.[633]

 

(149) Kafire Lanet Etmek

 

321— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre} demiştir ki: Soruldu: Ey Allah'ın Resulü! Müşrikler aleyhine, Allah'a duâ et. Haz-reti Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«— Ben, lanet edici olarak gön deri İme dim, ancak rahmet olarak gön­derildim.» buyurdu.[634]

 

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem), bütün âleme rahmet olarak gönderildiğinden, möşrik dahi olsalar, bir kısım günahkârlara lanet etme­sini uygun bulmamışlardır, Burtfann da hidayetini istemek, felâketlerini is­temekten datıa hayırlıdır. Peygamberin yüksek şanına lâyık olan da budur.[635]

 

(150) Koğucu

 

322— Hemmam anlatmıştır :

  Hüzeyfe ile beraberdik. Huzeyfe'ye denildi ki:

  Bir adam Hazreti Osman'a söz taşıyor.

Bunun üzerine Hüzeyfe, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işittim, dedi:

«— Koğucu Cennet'e girmez.»[636]

 

Koğucu = Nemmam : Şahid olunan bir olayı veya sözü, kötülük ve fesad maksadı ile başka yerlere yaymaya ve nakletmeye koğuculuk denir. Bu işi yapana da Koğucu veya Nemmam = Katta* adı verilir. Fakat bir kimsenin kurduğu tuzak ve hileden insanları kurtarmak, zulme engel olmak için haber vermek ve tedbir almaya sebep olmak koğuculuk sayılmaz. Böyle hareketler güzel olan ve sevab kazandıran İşlerdir.

Peygamber Efendimizin, «Koğucu Cennet'e girmez.» buyurmalarının manası şöyle izah edilmektedir:

Koğuculuk haram olan bir harekettir. Müslümanlar haram işlemekle, ebedî olarak Cennet'ten mahrum olmazlar. Ancak bu haramı helâl saya­rak, Peygamberin bu yasağını küçümseyip tanımayarak hareket edenler, inkarcı zalimler olacaklarından, bu gibiler Cennet'e giremezler. Bunu mü­minlerin bir günahı olarak kabul ettiğimiz takdirde de : Cehennem azabı çekmeden, bu müminler Cennet'e giremezler, manasını taşır şeklinde izah edilmektedir.

Diğer bir hadîs-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:

  Size, kötü olanlarınızı haber vereyim mi? Ashab:

  Koğuculukla  dolaşıp  insanlar arasını  bozan  ve temiz kimselere ayıp isnad edenlerdir, buyurdu.[637]

 

Anlaşılıyor ki, aile ve cemiyet içerisinde fesad ve felâketlere yol aç­ması bakımından koğuculuğun zararı çok büyüktür. Böyle zarariı şeylerin cezası da büyük olur.

Cenab-ı Hak, Nun = Kalem Sûresi 11. âyetinde. Peygamber Efendi­mize şöyle hitab ediyor:

«— Çok ayıpla yanı, koğuculukla gezeni  (tanıma).»

Hz. Peygamberin tanımayacağı ve kıymet vermeyeceği kimseler sını­fına girmek ne kadar ağır bir haldir? Hak Tealâ bu duruma düşme':ten bütün müminleri korusun.[638]

 

323— Esma binti Yezîd demiştir ki, Peygamber  (Saltallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:

— En hayırlı olanlarınızı size bildireyim mi?» (Ashab) :

  Evet, dediler. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«— O kimselerdir ki, görüldükleri zaman, Allah  (onlar sebebi ile) anılır.» buyurdu.

— En kötülerinizi de size haber vereyim mi?» (Ashab) :

  Evet, dediler. Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Koğuculukla dolaşanlar, dostların arasını bozanlar, birbirlerinden ayrı kalmakla fesadı isteyenlerdir.»[639]

 

Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerifleri ile bize iyi kimselerle kötüle­rin hallerini beyan etmektedirler. İyi ve hayırlı olanların vasıflan şunlardır:

1— İyiler ve hayırlı kimseler onlardır ki, görüldükleri zaman, kendile­riyle buluşulduğu zaman Allah anılır. Onların sohbeti insanlara fayda ve­rir, Allah'ı ve âhiretİ hatırlatır. Bu kimseler, Allah'ın emirlerine bağlanıp yasaklarından sakınan velilerdir Bİr de şöyle durumları vardır; yüzlerinde ve hareketlerinde ibadetten doğan nur izleri görülür. Bu da Allah'ı anma­nın ve ona ibadetin bir görüntüsü olur. Görenlere de, bu halleri, Allah'ı hatırlatır, ona ibadeti telkin eder. İşte bu hali arz edenler, Allah'ın veli­leridir ve en hayırlı kullardır.

2— İnsanların en kötüsü olanlar da:

a) Koğuculuk ederek gezip dolaşanlar,

b) Dostlar arasını bozanlar,

c) İnsanların helakini ve fesadını isteyenler, insanları birbirinden ayrı düşürme peşinde olanlar.

Bugün içinde bulunduğumuz toplumda böyle fesad peşinde koşup millî ve dinî birliğimizi parçalama gayretinde bulunanların cemiyete ve millete verdikleri iktisadî ve ahlâkî zararın büyüklüğü, hadîs-i şerifin manasını açık­ça izah etmektedir. Böyle fesadlar yalnız birkaç kişinin zarar görmesiyle kalmayıp, bir memleketi, bir cemiyeti, bir devleti yok etmeğe kadar götürebîlîr.[640]

 

(151) Bir Fenalığı İşitip De Onu Yayan Kimse

 

324— (75-s.) Rivayete göre, Alî ibni Ebu Talib şöyle dedi:

— Çirkin lâf edenle onu yayan, günah işlemekte eşittir.[641]

 

Edeb dışı söz konuşmak/ ahlâka aykırı hareketlerde bulunmak he ka­dar çirkinse, böyle söz ve hareketleri insanlar arasında yaymak ve, naklet­mek de aynı derecede çirkindir. Zira kötülük bir mikroba benzer". Onu vuku bulduğu yerde gömmeyip de başka yerlere İletmek, bu mikrobu üretmek demektir, üretilen mikrop da girdiği yere zarar verir. İşte kötülüğü yayan kimse, bu mikrobu ürettiğinden aynen onu doğuran kimse gibi suç işlemiş olur. Onun için Peygamber Efendimiz, fuhşiyat konuşan kimse ile Onu in­sanlar arasında yayanı günah işleme bakımından eşit tutmuştur.

Günümüzde neşriyat organlarının ilk sayfalarında ve büyük haberler şeklinde teşhir edilen edeb dışı yazı ve resimlerin, cemiyet içindeki tahri­batı gün gibi aşikârdır. İlim, fazilet ve ahlâk örnekleri verecek yerde, reza­let pazarları kurmak heveslilerinin ahlâksızlığı istismar ile milyonlar kazan­maları ve bu kazanılan maddî gücü de bir taraftan ahlâkı ifsad yolunda kullanmaları tasavvurun üstünde bîr felâkettir, iyilikleri ve faziletleri yay­malı, kötülükleri sarıp gömmelidir. Böyle hareket edilirse, cemiyete hizmet edilmiş olur. Aksi halde cemiyetin bünyesi tahrip edilmiş olur.[642]

 

325— (76-s.) Şubeyi ibni Avf rivayetinde demiştir ki:

  (Ashab arasında) şöyle denirdi:

  Ahlâk dışı bir sözü işitip de onu yayan kimse, günahında onu icad eden gibidir.[643]

 

Bundan önceki haberin aynı manasını taşıyan bu haberde küçük lâfız değişikliği vardır. Yani fuhşiyat işitip de onu yayan, ilk söyleyen gibidir. Onun gibi günah kazanır. Suç ortağıdırlar.[644]

 

326— (77-ş.) Ata'dan rivayet edildiğine göre, kendisi zinayı ifşa eden üzerinde günah görmekle şöyle derdi:

— Fuhuşu yaydı.[645]

 

Burada Ata'nın sözünden anlaşılıyor ki, işitilen bir zina fiilini yay­maktan doğan günah, fuhuş işlemek günahı gibi olur; ve onun cezasını ge­rektirir. Bundan önceki rivayetlere uygun bir mana taşımaktadır.[646]

 

(152) Ayıplayıcı 

 

327— (78-s.) Hazreti Alî'nin şöyle dediği işitilmiştir:

— Esrar tutamayıp da acele haber yayanlar olmayınız. Zira arka­nızda (gelecek zaman), sıkıntıya düşürücü şiddetli bir belâ vardır. Bir de uzunboylu devam edip çökekalan fitneler vardır.[647]

 

Hazreti Ali'den rivayet edilen bu haberde, daha önceki hadîs-i şe-rîflerin ruhuna uygun anlam vardır. Şöyle ki :

Duyulan ve konuşulan sözleri hemen yaymak ve bunları insanlara nak­letmek, ancak hayırlı ve faydalı işlerde tecviz edilir. Gizli kalması gereken esrar mahiyetindekileri veya insanları ayıplayıcı ve fitneye sebep verici nitelikte olanları yaymak, cemiyet içinde daha önce açıklandığı gibi, bü­yük zararlar doğuracağından günahtır. Bu zararları, Hz. Ali Efendimiz, sıkıntı ve belâ olarak vasıflamışlar ve düştükleri yerde de çöreklenip uzun müddet kalacaklarını beyan etmişlerdir. Bu büyük belâdan kurtulmak için, şunun bunun esrarını ve ayıplarını yaymamayı tavsiye buyurmuşlardır.[648]

 

328— (79-s.) Rivayet edildiğine göre İbni Abbas şöyle dedi:

— Arkadaşının ayıplarını   düşünüp anlatmak istediğin zaman, sen kendi ayıplarını hatırla.[649]

 

Bu kısa İfadeden anlaşılıyor ki, insan kendi kusur ve ayıplqrım düşünüp hatırladıktan sonra, onları başkasına anlatmak istemez. Kimsenin ayıplarını bilmesini istemez ve buna gönlü razı olmaz. Bu duruma gelen kimse de, kendisi için uygun bulmadığı-bir hareketi kardeşine de reva görmez. Böyle­ce başkasının kusur ve ayıplarını aktarmaktan kendini sakındırmış olur.[650]

 

329— (80-s.) İbni Abbas, Allah (Azzeve Celle)'mn: «— Birbirinizi ayıplamayın, (Üücurat: 11)» kelâmı hakkında:

— Bir kısmınız bir kısmınıza dil uzatmasın, demiştir.   (Âyeti böyle tefsir etmiştir).[651]

 

330— Ebu Cübeyre ibni'd-Dahhak anlatıp şöyle demiştir:

— (Hucurat Sûresinin 11. Âyeti olan) Birbirinize lâkab takmayınız, âyeti.bizim hakkımızda —Seleme oğulları hakkında— nazil oldu. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize geldi. Bizde her adamın iki ismi vardı. Peygamber (SalkıUahii Aleyhi ve Sellem) , «Yâ falan!» diye hitap et-miye başladı- (Ashab) şöyle diyorlardı:

— Ey Allah'ın Resulü! Bu adam, bu isimden kızıyor.[652]

 

Hicretten önce ve cahılİyet devrinde insanlar arasında lâkablaşma bir âdet halindeydi, öyle ki, bir insanın iki ve üç lâkabı bulunurdu.(Ateyhissalâtü vesselam) 'm Medine'ye hicretleri zamanında Ben! Seleme = Seleme oğul­lan kabilesine uğramışlar ve aralarında bulunan ashabdan bir kısmını, duy­dukları lâkablariyle çağtrmaya başlamışlar. Daha önce isimlerin bu şahıs­lar üzerindeki tesirini ashab bildikleri için :

«— Ya Resûlallah, bu adam, bu isimden hoşlanmaz. Diğer ismi ile çağirsanız. .» diye durumu aydınlatmaları özerine Hücurat SOresİ'nin 11. âyeti nazil; bu âyet-İ kerîme ile birbirine lâkab takmak yasaklanmış oldu. Bu ya­sak mutlak olarak her çeşit İsim takılmasını yasaklamaz. Ancak müslüman kardeşin hoşlanmayacağı bîr İsım olursa bu haram veya mekruh olur. Kötü bir mana taşımayan ve lâkab sahibinin de hoşuna giden isimlen kullan­makta bir mahzur yoktur.

Bir de zaruret hasıl olunca, bir kimseyi başka bir isimle tanıtmak müm­kün olmayınca onu lâkabİyle söylemek de caiz olur. Bu hallerin dışında müslümanlar birbirlerine hoşa gitmeyecek isimler uyduramazlar. Âyet-i kerîme ile bu yasaklanmıştır.[653]

 

331— (81-s.) îkrime'nin şöyle dediği işitilmiştir:

  Bilmiyorum, îbni Abbas mı, yoksa İbni Ömer mi? Bunlardan biri (diğer) arkadaşına yemek hazırlamıştı. Biz de orada iken, hizmetçi kadın (köle) yanlarında iş görüyordu. O sırada ikisinden biri hizmetçiye:

  Ya zaniye! diye hitab etti. Diğer arkadaş:

  Sus, (bu kadın) dünyada sana iftira cezası vermezse, âhirette ce­za verir, dedi. Beriki:

  Durum dediğim gibi ise ne olur, bana bildirir misiniz? dedi. Ar­kadaşı şöyle cevab verdi:

  Muhakkak ki Allah, çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söyle­meye yelteneni sevmez.

«Muhakkak ki Allah, çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söylemiye yelteneni sevmez,» sözünü —kendinin diğer rivayetlerinden anlaşıldığına göre — söyliyen İbni Abbas idi.[654]

 

Bİr kimse, mükellef çağında olan İffet sahibi kimseye zina suçunu isnat ederse, yanı ona :

  Ey zam veya Ey zanîye! diye hitab ederse, suç İşlemiş olur. Bu kötü fiil ile itham edilen şahıs dava eder de iftiraya uğradığını isbat ederse, mütecaviz seksen kırbaç ile cezalandırılır. Dünyadaki cezası budur. Dün­yada bu ceza ikame edilmezse, itham edilen de hakkını  helâl  etmezse, müfteri âhirette cezasını çeker.

Söylenen söz iftira olmayıp da gerçek olsa bile, bu gibi ayıplayıcı ve çirkin sözleri yine kullanmamak gerekir. Nitekim ibni Abbas hazret­leri de buna işaret buyurmuşlardır.[655]

 

332— Abdullah, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :

«— Mümin dil uzatıcı değildir, lanet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen değildir.»[656]

 

(153) Fazla   Övmek 

 

333— Ebû Bekre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sehem) 'in yanında bir adam anıldı. Bir kişi de tuttu o adamı hayırlarla çok övdü. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:

«— Yazık sana, arkadaşının boynunu kestin, (onun helakine sebep oldun).»

Bu sözü birkaç defa tekrar ediyordu. Yine devamla:

«__Eğer sizden biriniz muhakkak arkadaşım övecekse desin ki, ben

onu şöyle ve böyle zannediyorum; eğer onu, dediği gibi biliyorsa... Allah o kimseye kâfidir, hesabını görücüdür. (Sizden biriniz) kesinlikle Allah katında hiç kimseyi temize çıkarmasın.» buyurdu.[657]

 

Bir kımse arkasında hoşlanılmayacak sözler söylemenin veya yüzüne karşı çirkin lâf etmenin günah olduğuna dair hadîs-i şerifler daha önceki mevzularda geçmiş bulunmaktadır. Islâmda her şey ölçülü olduğundan öv­menin de bir şekli bulunmaktadır. Hangi mevki ve derecede olursa olsun, insanların manevî olgunluğunu ve gerçek değerini ancak Allah Tealâ bilir. İnsanlar görünüşe bakarak çok aldanabîlirler. Onun içîn bir arkadaşın övülmesi icab ettiği zaman, ben onu şu veya bu işinden ve halinden do­layı iyi biliyorum, zannımca iyi kimsedir, şeklinde övmek gerektir. Kemal iman sahibidir, muhakkak Cennetliktir, gerçek müttakî'dİr, şeklinde kesin­likle övmek uygun değildir. Bu gibi övmeler riyakârlığa sebep olduğu gibi, övülenİn de kibirlenmesine ve kendini beğenmesine vesile teşkil eder. Ya-nilmayan ve her şeyi olduğu gibi kemaliyle bilen Allah Tealâ olduğundan, hiç kimseyi yalan veya yanlış bir şekilde mübalâğa ile Allah'a karşı tez­kiye etmek, kula yaraşmayan aşırı bir hareket olur. Bu duruma düşmemek için çok ihtiyatlı hareket etmek, uygun bir iş olur.[658]

 

334— Ebu Musa'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir adamın, bir adamı öv­düğünü ve onu övmekte mübalâğa ettiğini işitti. Bunun üzerine:

Adamın belini kırdınız.» Yahud «Helak ettiniz.» buyurdu.[659]

 

Burada da, bir kimseyi aşırı derecede övmenin, ona iyilik olmayacağı, aksine gurur ve kİbire düşmesiyle felâketine sebebiyet verilmiş olacağına işaret buyurulmuştur. Bundan önceki hadîs-İ şerîf ve açıklamasına bakılsın.[660]

 

335— (82-s.) İbrahim ibni Teymî, babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle dedi:

  Hazreti Ömer'in yanında oturuyorduk; bir adam bir adamı yüzüne karşı övdü. Bunun üzerine Hazreti Ömer:

  Adamı öldürdün, Allah seni öldürsün, dedi.[661]

 

Burada şu soru hatıra gelebilir: Hz. Dm er, bir kimsenin aleyhine olarak nasıl dua etmiştir? Bunun cevabında, bir kimsenin âhiretinin helâkİ-ne sebep olacak şekilde harekette bulunmanın cezası büyüktür. Dünyadan göçmek cezası ise çok daha hafiftir. Bu adamı yüzüne karşı fazla övmek, övDlenin âhİretini yıkmak demektir. İşte bunu yapana, ölüm İstemek daha hafif bir ceza olur. Çünkü Dünyadan nasıl olsa göçüp gidilecektir. Önemli olan âhiret azabından kurtulmaktır.[662]

 

336— (83-s.) Zeyd ibni Eşlem babasından rivayet ettiğine göre, ba­bası şöyle dedi:

  Hazreti Ömer'in şöyle buyurduğunu işittim: «— Övmek, öldürmektir.»

Muharnmed demiştir ki:

  Bu sözün gerçekleşmesi, övülenin söylenenleri aynen kabul edip de onlara inanması ile olur.  (Bu takdirde övülen, kendisinde varlık gö­rür, gurur ve kibire kapılır ve böylece âhiretini harap etmiş olur.)[663]

 

(154) Bir Kîmse Arkadaşının Kibre Düşmesinden Emin İse Onu Övmesi

 

337— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Ebû Bekir ne güzel adamdır, Ömer ne güzel adamdır, Ebû Ubeyde ne güzel adamdır, Üseyd ifcni Hudayr ne güzel adamdır, Sabit ibni Kays ihni Şemmas ne güzel adamdır, Muaz ibni Amr ibni'l-Cemûh ne güzel adamdır, Muaz ibni Cebel ne güzel adamdır!» (Sonra Peygamber) buyurdu:

— Falanca ne kötü adamdır, falanca ne kötü adamdır!» yedi kişiye kadar saydı.[664]

 

Bir kimsenin Cennet'e müstahak bulunduğunu İfade edecek şekilde onu, kesinlikle iman, takva ve ihsan sahibi vasıflarla övmek yasaklanmıştır. An­cak Hz. Peygamberin müjdelemesi veya haber vermesi gibi kat'î delillere dayanarak övmek mubahtır. Genel olarak, zannımca ve kanaatimce şöyle iyidir, demek sureti ile övmenin bir sakıncası yoktur. Arkadaşını kibre götü­recek veya kendini beğenmeye sevk edecek övmeler de yasaklar arasına girer. Zuime uğrayan bir insanı kurtarmak veya ölüm halinde muztar durum­da olanın maneviyatını kuvvetlendirmek gîbi sebeplerle bunlar Övülebilir.

Bu hadîs-i şerifte Peygamber Efendimizden çıkan medihlerle zemmedİşler, ashabın gerçek durumlarının aynını ifade olduğundan ve bu hüküm­lerde yanılma bulunmadığından bu gibi övmeler hakkın bir açıklanırdır. Diğer insanların övgüleri buna kıyas edilmez.[665]

 

338— Hazreti Âişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :

— Bir adam, Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in huzuruna var­mak için. izin istedi. Bunun (arzusunun Peyganiher'e iletilmesi) üzerine, Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

Ne kötü aşiret çocuğudur!» buyurdu. Adam içeri girince, Peygam­ber ona güler yüz gösterdi ve ona yumuşak davrandı. Adam (evden) çı­kınca, başka biri (içeri girmek için) izin istedi. Hazreti Peygamber bunun hakkında:

«— Ne güzel aşiret çocuğudur!» buyurdu. (Bu adam) içeri girince, Peygamber ötekine gösterdiği yumuşak davranışı ve güler yüzlülüğü bu­na göstermedi. (Bu ikinci) adam çıkınca, dedim ki :

— Ey Allah'ın Resulü! Falan kimse için (kötü) söyledin, sonra ona güler yüz gösterdin. Falan kimse için de (iyi) söyledin; halbuki buna, ötekine davrandığın gibi davrandığını görmedim?

Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Ya  Âişe!   İnsanların en  kötüsü, fenalığından korkulan kimse­dir.»[666]

 

Bu hadis-i şeriften çıkarılan hükümler:

1— Fasık olduğu aşikâr bulunan kimse aleyhine söz konuşmak ve gıy­betinde bulunmak caizdir. Böyfe kimselerin fenalığını söylemekle, insanlar onun şerrinden korunmuş olurlar. Nitekim Hz. Peygamber'in köiü diye va­sıflandırdıkları şahıs, hadîs âlimlerinçe ismi bilinen ve gerçekte müstüman olmayan biri idi.

2— Kötü insanları yola getirmek ve onların şerrinden korunmak İçin böylelerine yumuşak davranmak ve tatlı sözle gönüllerini almak caizdir. Bununla beraber, fenalığından korkutarak kendisine böyle yumuşak dav-ramları kimse de insanların en kötüsüdür.[667]

 

(155) Övücülerin Yüzüne  Toprak Saçılır

 

339— Ebu Ma'mer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— Bir adam kalktı, kumandanlardan bir kumandanı övmeğe durdu. Bunun üzerine Mikdad, adamın yüzüne toprak saçmaya başladı ve dedi ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), övücülerin yüzlerine top­rak saçmamızı bize emretti.[668]

 

Övücülerin yüzlerine toprak serpmenin manası üzerinde âlimlerin bir­birinden farklı beş görüşü vardır:

1— Mikdad hazretlerinin anladıkları gibi, övücünün yüzüne top­rak serpmek gerekir. Lâfzın delâlet ettiği açık mana budur.

2— Övücünün bir şey eide edemediğine ve mahrum kaldığına delâlet eder. Nitekim Arablar, bir kimse murad ettiği şeye nail olamaz ve bir men­faat temin edemezse, onun hakkında :

«— EH toprak dolu olarak döndü.» derler. İşte Peygamber Efendimiz de, övücünün maksadından bir şey kazanamadığını ve sevabdan mahrum olduğunu ifade etmiş oluyorlar.

3— «övücünün yüzüne toprak saçın...» sözü, bu kimsenin davranışına rıza göstermeyin, ondan hoşnud olmayın manasını taşır. Nitekim Arablar, bîr kimsenin sözünden hoşlanmadıkları zaman; «Ağzına toprak dolsun.» derler.

4— Bu söz, medhedil-ene, övülene mahsustur. Övülen kimse eline top­rak alıp önüne serpmeli ve onun kendisine ne kazandırabileceğini düşün­melidir. Bundan bir fayda temin edilemeyeceğini anlamakla artık övülme­den dolayı gurur ve taşkınlığı zail olmuş olur.

5— övücünün maksadını anlamak sureti İle onu tatmin için kendisine az bir şey vermekle övmesine engel olmak manasını taşır. Yani, övücünün yüzüne toprak serpin, ona toprak gibi kıymetsiz bîr şey verin ve onu sus­turun demektir.

Övmenin hangi şartlarla mubah olabileceği, daha önceki hadîs-i şe­rifler münasebeti ile açıklanmıştı.[669]

 

340— Ata ibni Ebi Rebah'dan:

  (Abdullah) İbni Ömer'in yanında bir adam, bir adamı övüyordu. Bunun üzerine İbni Ömer, o adama doğru toprak serpmeğe başladı ve dedi ki:

  Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdu:

«— övücüleri gördüğünüz zaman, yüzlerine toprak serpin.»[670]

341— Recâ ibni Ebu Reca, Mihcen El-Eslemî'den rivayet ederek şöyle demiştir :

  Bir gün Mihcen'le beraber bulundum da ikimiz Basra'lıların Mes­cidine kadar gittik. O anda, mescidin kapılarından bir kapı üzerinde Bü-reydetü'l-Eslemî oturuyordu. (Yine Reca) dedi ki:

  Mescid içerisinde namazı uzatan, (çok namaz kılan) Sekbe adında bir adam vardı. Biz mescidin kapısına kadar girince, aslen şakacı olan ve sırtında bir hırkası bulunan Büreyde  (arkadaşıma hitaben)  şöyle dedi:

  Ey Mihcen! Sen, (içerde namaz kılmakta olan)  Sekbe'nin namaz kıldığı gibi namaz kılar mısın? Mihcen, Büreyde'ye cevap vermedi ve geri döndü.  (Sonra) Mihcen'in şöyle dediğini Reca anlattı:

  Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)   elimden   tuttu   ve   birlikte yürümeğe başladık, tâ Uhud'a çıktık, Hazreti Peygamber yukardan Me­dine'ye bakıp şöyle buyurdu :

«— Vay yazık, şehirler anası şehir! Ahalisi bu şehri bulunduğundan daha mamur bir şekilde bırakacaktır. Deccal buraya gelecek de, her ka­pısında (kılıçlı) bir melek bulacak; Deccali (melek) şehire sokmayacak.»

(Sonra Peygamber Uhud dağından) aşağı indi. Ne zaman ki Mescide vardık, Resûlüllah (SallalSahü Aleyhi ve Sellem) gördü ki, bir adam namaz kılıyor, secde.ediyor ve rükûa varıyor. Resûlüllah (SallallahüAleyhlve Setlem) bana:

«— Bu kimdir?» dedi. Ben de onu övmeye başladım ve dedim ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Bu falandır, bu ialancadır (diyerek övdüm). Hazreti Peygamber, (bana) :

«.— Dur, ona işittirme, yoksa onu helak edersin.» buyurdu.

Mihcen dedi ki, Peygamber yürümpğe başladı. Saadethanelerinin ya­nına varınca, (topraklı olan) ellerini silkti, sonra şöyle dedi:

«— Dininizin en hayırlısı, kolay olanıdır. Dininizin en hayırlısı, kolay olanıdır.» Bunu üç defa buyurdular.[671]

 

Bu hadîs-i şeriften çıkarılan hükümler:

1— Küfür öncüsü Deccal, Medîne-i Münevvere'ye gitmek isteyecek, fa­kat Allah Tealâ'nın koruması ile, eskisinden daha çok İmar edilmiş olacak bu şehre giremiyecektİr.

2— Bir kimseyi işitecek şeklldo övmek, onun helakine sebep olmaktır. Bunu yapmamak icab eder. Çünkü böyle övmelerden, övülen gurur duyar, kibirlenir, bulunduğu halde kalır ve ilerlemez. Akıbetinden emin olur da helake düşer.

3— Dinin hayırlısı, kolay olanıdır. İbadetler böyle olduğu gibi, İnsan­lar arasındaki münasebetler de böyledir. Ne kadar çok İbadet edilirse edil­sin, din daima üstün gelir. Usanacak ve bıkacak şekilde ibadetler makbul değildir. İnsanlar arasındaki işlemlerde kolaylık göstermek de Peygambe­rimizin emirlerindendİr. Mal alırken kolaylık göstermek, satarken kolaylık göstermek, borcu vermekte kolaylık yapmak, alacağı İsterken sıkıştırmak-sızın müsamaha etmek müslümanlara tavsiye edilen vazifelerdir. Bunlarda hep kolaylık vardır. Güçlüğü terk etmek icab eder.[672]

 

(156) Şiirde Övülen Kimse

 

342 — Esved ibni Sürey'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e gittim de  dedim ki, Al­lah'ı hamd ve senalarla çok övdüm, seni de övdüm. Hazreti Peygamber:

Elbette, senin Rabbin hamdı sever,» buyurdu. Bunun üzerine ben, ona, şiir okumaya başladım. Sonra (içeri girmek için) dazlak ve uzun boylu bir adam izin istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana: «— Sus!» dedi. Adam içeri girdi ve bir müddet konuştu, sonra çıktı gitti. Ben yine Peygamber'e şiir okudum. Sonra adam (tekrar) geldi. Pey­gamber beni susturdu. Adam sonra çıktı. Adam bu gelişini iki veya üç kere tekrarladı. (Ben Hazreti Peygambere sorup) dedim ki:

  Kendisinden ötürü beni susturduğun bu adam kimdir? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

— Bu bir adamdır ki, boş şeyi sevmez.»

Esved ibni Sürey'den başka bir yoldan edilen rivayete göre Esved şöyle dedi:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'e  dedim ki:   Seni  övdüm, Allah   (Azze ve Celle) 'yi de Övdüm.[673]

 

Hz. Peygamberin huzuruna birkaç defa girip çıkan şahsın Hz. Ömer olduğuna dair hadîs âlimlerinin açıklaması vardır. Peygamber Efendimiz, şür hakkında, batıl = boş şey buyurması, âhiret için bir sevab temin etme­diğine bİnaendir. Överek veya yererek şiir san'atı ile kazanç temin etmenin boş şey olduğunu, şair E s v e d 'e, bir vesile ile Peygamberimiz ifade buyur­muşlardır. Her lezzet ki, âhİrette bir lezzet kazandırmaz, o lezzet hoş ve batıl sayılır. Hoşa giden ve âhiret İçin bir sevab kazandırmayan şiirler de böyledir.

Buradan anlaşılıyor ki, Esved'in gönlünü almak ve onu meyus bı­rakmamak ve ona ihsanda bulunmak için şiir okumasına Hz. Peygamber müsaade etmiş ve buna ihtiyacı bulunmayan Hz. Ömer Efendimize şiir dinletmemişlerdir.[674]

 

(157) Şairin Şerrinden Korkanın, Şaire Bir Şey Vermesi

 

343— (84-s.) Yusuf ibni Nüceyd rivayet ederek diyor ki:

  Babam Nüceyd bana şöyle anlatmıştır:

  Bir şair (büyük dedem) İmran ibni Husayn'e geldi. îmran bana (bahşiş) verdi. İmran'a sordu:

  Şaire (bahşiş) veriyorsun? Şöyle cevap verdi:

  Şerefimi (şerrinden) koruyorum.[675]

 

Bu eserden anlaşılıyor ki, bir insan ırzını ve şerefini korumak için ihsan ve ikramda bulunabilir, insan malı ile, kendi şeref ve şahsiyyetini, başka­larının dilinden veya elinden gelebilecek zararlardan koruması gerekir. Mal ve para, kötülükleri kaldırmaya ve menfaat temin etmeye bir vasıta olmalıdır. Hayır getirmeyen malın insana ancak zararı dokunur. İbret gözü ile bakılınca, cemiyet içerisinde bunun misalleri çok olarak görülebilir.[676]

 

(158) Arkadaşına Ağık Gelecek Şeyi Ona İkram Etme

 

344— (85-s.)  Muhammed'den rivayet edildiğine göre demiştir ki:

— Ashab şöyle derlerdi:

«— Arkadaşına ağır gelecek şeyi ona ikrara etme.»[677]

 

Bir müminin, mümin kardeşine, onu incitmeden şerefini rencide etmeden iyilikte ve ihsanda bulunmalıdır. Başa kakacak şekilde veya tahkîr ifade edecek tarzda yapılacak ikramın manevî bir değeri olmadığı gibi, Islâmm emrettiği kardeş olma ve sevişme bağlarını koparır. Onun için insanlara durumlarına göre ikramda bulunurken, onlara ağır gelecek davranışlardan sakınmalıdır.[678]

 

(159) Ziyaret  Etmek 

 

345— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'den ri­vayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— İnsan, hasta kardeşini görmeğe gittiği zaman yahut sıhhatteki kardeşini ziyaret ettiği zaman, Allah o ziyaretçiye şöyle buyurur: (Yaşa­yışında) hoş olasın, (âhiret yolunda) yürüyüşün de hoş olsun ve Cennette bir konak edinesin.»[679]

 

Allah rızasını gözeterek mümin kardeşi, ister hasta bulunsun ve ister sıhhatte olsun, ziyaret etmek sünnettir. Peygamberin sünnetini İhya etmek ise bir ibadettir. Bunun karşılığında Allah Tealâ müminlere mükâfat va'd buyurmuştur. Bu hadîs-i şerif, va'd buyurulan mükâfatları bildirmektedir. Ziyaretçiye hitaben dua şeklî İle Allah Tealâ hazretlerinin bizzat ifade bu­yurması, fiilin gerçek faile isnadı dolayısiyledir. Nitekim Ibni Mace'-nİn tahriç ettiği hadîste :

«— Gökten Inr melek, ziyaretçiye hitab eder.»

Şeklinde rivayet vardır kî, burada dua işi, Allah Tealâ hazretlerine de­ğil de Meleke isnad edilmiştir. Yani Melek, ziyaretçinin işinden hoşnud kalarak ona, dünyada iyî bir yaşayış ile Cennet'te ikâmet niyaz eder, Me-lek'lerİn duası ise, makbuldür.

Bazt âlimler de lâfızlara dua manası yerine haber manası vermekte­dirler kİ, doğrudan doğruya ziyaretçi dünyada hoşluk içindedir, âhirette ise, Cennet'te bir konak edinmiştir, demek olur. Her İki manası İle anlaşı­lıyor ki, bir menfaat karşılığı olmaksızın müminleri ziyaret etmenin sevabı büyüktür. Hem dünyada, hem de âhirette refah vesilesidir.[680]

 

346— (86-s.) Ümmü Derda'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir;

  Selman, Meda'in şehrinden Şam'a kadar yaya yürüyerek bizi zi­yaret etti. Üzerinde bir elbise ve kısa bir şalvar vardı. (Yani paçaları kıv­rılmış şalvarı vardı, demiştir râvi.) İbni Şevzeb de  (rivayetinde) demiş­tir ki:

  Selman başı kırkılmış olduğu halde üzerinde bir elbise ile görül­dü. Kulakları düşüktü. Yani (kulakları) uzun ve genişti. Selman'a şöyle dendi:

  Biçimini ve kılığını çirkinleştirdin. O cevab verdi ;

  Gerçek hayır, âhiret hayrıdır.[681]

 

Hazreti   S e I m a n'dan rivayet edilen ve   S e I m a n'm şahsiyeti ile ilgili bulunan bu haberde iki önemli nokta vardır:

1— S e I m an - i   Farisî,  dostlarını sırf ziyaret İçin Meda'in şehrin­den Şam'a kadar yaya yürümüştür. Meda'in, Bağdad'ın 26 Km. güney do­ğusunda ve Dicle nehri sahilinde eski bir şehrin adıdır. Hicretin 16. yılında Hz.  Ö m e r rin hilâfeti zamanında   Sa'd  ibni  Ebİ  Vakkas tarafın­dan feth olunmuştu. Şimdi harabe halindedir, işte  Selman   Allah rıza­sını kazanmak için Meda'in'den Şam'a kadar yürümek külfet ve zahmetine katlanmıştır. Selman'in bu hareketi, bize kardeş ziyaretinin ne kadar bü­yük bir önem taşıdığını göstermekte ve bize örnek teşkil etmektedir.

2— Kılık-kıyafet düzgünlüğü dış görünüşten ibaret bîr haldir. İnsanı İnsan eden ulvî gayeler, düşünce, niyyet ve hareketler bulunmadıkça, şekil­den ibaret kıyafetin hiç bir değeri olmaz ve İnsanı kurtarmaz. S e I m a n 'in dediği gibi, insanı kurtaracak olan kıyafet değil, âhiret için değeri olan hayırlı amellerdir. Nitekim bunu kendisi ispat etmiştir, öyle kİ, kilometre­lerce yaya yürümek suretiyle dostlarını ve din kardeşlerini ziyaret etmiş ve böylece hayırlı amel işlemiştir. Allah rızası için ihtiyar ettiği bu zahmet uğruna kılık-kıyafetinin düzgünlüğüne özenmerntştir; veya buna türlü mah­rumiyetlerle imkân bulamamıştır. Bu demek değildir kİ, dinîmizde kıyafet düzgünlüğü yoktur. Dinimiz daima iyiyi ve güzeli emreder; temizliği de ibadetin başı sayar. Ancak bütün bunlar, iman ve ihlâs bütünlüğü mevcut olmak suretiyle kıymet kazanırlar. Onun için iman ve ihlâslı amel olmak­sızın kıyafet düzgünlüğünün bulunması şekilden ibaret kaltr ve âhiret için hiç bir değeri kalmaz. Önce âhiret için geçerli amel, sonra kıyafet düzgün­lüğü gelir. Sırf hayırlı amel İnsanı kurtarır, fakat sırf kıyafet güzelliği İn­sanı kurtarmaz. Ikİsİ bir arada bulununca, da kemal hasıl olur.[682]

 

(160) Bir Topluluğu Ziyaret Edip De Onlar Yanında Yemek Yiyen Kimse

 

347— Enes ibni Malik'den rivayet edildiğine göre:

«— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSeîlem), Ensar'dan bir ev halkını ziyaret etti de onlar yanında yemek yedi. (Evden) çıkacağı, zaman, evin bir tarafında namaz kılmak için bir yer (hazırlanmasını) emretti. Pey­gamber için bir yaygı üzerine su serpildikten (ve temizlendikten) sonra, üzerinde namaz kıld: ve onlara dua etti.»[683]

 

Bu hadîs-i şeriften şu hükümler çıkar:

a) Ziyaretine gidilen bir arkadaşın evinde yemek yenebilir. Bu, Pey­gamber Efendimizin bir sünnetidir.

b) Yemek yenilen evde, vakit harici olduğu zaman teberrüken namaz kılmak ve namaz sonunda hane sahiblerine dua etmek yine sünnettir.[684]

 

348— Anlatıldığına göte Abdülkerim Ebu Ümeyye, üzerinde sof bir elbise olduğu halde Ebu'UÂliye'nin yanına geldi. Ebul-Âliye (ona hitaben):

«— Gerçekten bu, Allah'dan korkanların elbisesidir. Müslümanlar birbirlerini ziyaret edecek olurlarsa, güzel giyinsinler, dedi.»[685]

 

Müslümanlar birbirlerini ziyaret edecekleri zaman, kıhk-kıyafetlerini düzeltmeleri ve güzel bir şekle bürünmelerİ gerektiğine bu haber işaret et­mektedir. Hem ziyaretle, hem de güzel ve temiz elbise giyme'de İlgiü olan bu haber, bîr de bundan sonra gelen hadîs-İ şerif ve babına ait olduğu mevzua biraz uzak görülüyorlarsa da, yine ziyaretle ilgilidirler.[686]

 

348— (M.) Hazreti Esma'nm azadlısı Abdullah şöyle anlattı:

— Esma Hazretleri, bana kaim yünden örülü bir cübbe çıkardı, üze­rinde ipekten oluklanmış bir bez vardı. Elbisenin (ön ve arka) yırtmaç­ları, bu ipekle dikilip çevrelenmişti. Esma şöyle dedi:

«— Bu,   Resûlüllah (Salkılîahü Aleyhi ve Sellem) 'in   cübbesidir;   bunu (gelen misafir ve) elçiler için ve cuma gününde giyerlerdi.»[687]

 

İpekli elbise giymek ve süs olarak altın takınmak erkekler için haranı olduğuna dair hadîs-i şerif vardır. Burada ise, elbisenin tümü ipekten ma­mul olmayıp, yalnız yaka ve yırtmaç kısımlarının dibaç denilen bir nevi ipekle çevrelİ bulunduğu cihetle bir alâmet yerinde bulunduğundan bu şe­kilde elbise giymenin haram olmadığı anlaşılmış oluyor.

Bundan önce geçen 26 ve 71 sayılı hadîs-i şeriflerde Peygamber Efen­dimizin giyilmesini yasakladıkları elbise ise, büsbütün İbrişim!! ve nakışlı olan ve İpekten mamul bulunan elbise idi. Anlaşılıyor ki, elbisenin cüz'i bir kısmında ipekli yama bulunması, yasak kısmına girmemektedir. Böyle bir elbiseyi, cuma günlerinde ve elçilerin ziyaretleri zamanında Peygamber Efendimizin giymiş bulunduklarını, Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu anh) hazretlerinin kerîmesi ve Hazretİ Âişe validemizin kız kardeşi Esma (iZacüyallahü anha) haber vermektedir.

O halde müslümanlar, cuma ve bayram günlerinde, özel ziyaretçile­rini kabulleri sırasında, en temiz ve en güzel elbiselerini giymeleri sünnete uygun bir hareket olur.[688]

 

349— Abdullah ibni Ömer'in şöyle dediği işitilmiştir :

  (Babam) Ömer, (istebrak adında) bir ipek elbise buldu. Onu Pey-gamber(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e getirip şöyle dedi:

  Bunu satın al ve cuma zamanında yahud sana ziyaretçiler gel­diğinde bunu giy. Aleyhisselâm buyurdu ki:

«— Bunu, ancak âhirette nasibi olmayan giyer.»

Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e elbiseler getirildi. (Hazreti Peygamber bunlardan) bir elbise Ömer'e, bir elbise Üsame'ye, bir elbise de Ali'ye gönderdi. Ömer şöyle dedi:

  Ey Allah'ın Resulü! Bu elbiseyi bana gönderdin, halbuki bunun hakkında gerekli sözü söylediğini işitmiştim,  (bunu yasaklamıştın). Bu­nun üzerine Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu:

«— Onu satarsın, yahut  (giymeyip) ihtiyacında kullanırsın.»[689]

 

Gerekli açıklama için 26 ve 71 sayılı hadîs-i şeriflere bakılsın.[690]

 

(161) Ziyaretin Fazileti

 

350— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlaüahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu :

«— Bir adam, (başka) bir şehirde olan kardeşini ziyaret etmişti. Allah, o adamın geçeceği yol üzerine bir Melek'i gözcü göndermiş ve Me­lek ona şöyle demişti:

  Nereye gitmek istiyorsun? Adam:

  Şu şehirdeki kardeşime, dedi. Melek:

 Onun, senin üzerinde ödemekle yükümlü olduğun bir iyiliği var mı? dedi. Adam:

  Hayır, dedi. Ben, onu (bir menfaat için değil), Allah için seviyo­rum. Melek şöyle dedi:

  Ben, Allah'ın sana gönderdiği elçiyim. Sen o kardeşini sevdiğin gibi, Allah da seni sevmiştir.»[691]

 

Bir menfaat gözetmeksizin veya bir minnet altında kalmaksızın bir din kardeşini ziyaret etmenin fazileti ve mükâfatı Allah sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Allah rızasını kazanmak da âhiretin ebedî saadet ve nime­tini elde etmek demektir. Bu bakımdan kardeş ziyaretinin önemi çok bü­yüktür. Birbirine bağlılığı temin eder, karşılıklı fedakârlığı sağlar ve müs-lümanlar arasında ahenk kurulmasına sebep olur.[692]

 

(162) Bir Topluluğu Sevip De Onların Derecesine Erişemiyen Kimse

 

351— Ebu Zer'den (rivayet edilmiştir. O diyor,) dedim ki :

  Ey Allah'ın Resulü! İnsan, bir topluluğu sever de onların ameline erişmeye güç yetiremezse (durumu ne olur?) Peygamber:

«— Ya Ebu Zer, sen sevdiğinle berabersin,» buyurdu. Dedim ki:

  Ben, Allah'ı ve onun Peygamberini seviyorum. Peygamber:

«— Sen, sevdiğinle berabersin, ey Ebu Zer!» buyurdu.[693]

 

İnsan sevdiği kimselerin, ilim ve amellerinde eşiti olamaz. Onların erişmiş oldukları manevî derecelere de ulaşmış bulunamaz. Bununla bera­ber insan, âhirette sevdiği kimselerle beraber olur. Âhİrette beraber olmak demek, aynı makamda bulunmak demek değildir.

Hazreti Peygamber'i en çok seven, ona en yakın olan olur. Böylece insanlar sevgileri nispetinde, sevdiklerine yakın bulunurlar.[694]

 

352— Enes'den rivayet edilmiştir:

  Bir   adam.   Peygamber (SallallahüAleyhiveSellem)'e   sorup   şöyle dedi:

  Ey Allah'ın Peygamberi, kıyamet ne, zamandır? Peygamber ona: «— Sen kıyamet için ne hazırladın,» buyurdu. Adam dedi ki:

  Büyük bir şey hazırlamadım, ancak Allah'ı ve onun peygamberini seviyorum. Bunun üzerine Hazreti Peygamber :

«— Kişi sevdiği ile beraberdir.» buyurdu.

Enes demiştir ki:

  Müslümanların îslâmı kabullerinden sonra, bu günde sevindikle­rinden daha çok sevindiklerini görmedim.[695]

 

(163) Büyüğün  Fazileti 

 

353— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den ri­vayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Küçüğümüze acımayan ve büyüğümüzün hakkını tanımayan, tiz­den değildir.»[696]

 

İslâmda her şey bir ölçü ve disipline bağlıdır. İnsanlar arasında mev­cut hak ve vazifeler tayin ve tespit edilmiştir. Allah'ın ve Peygctmber'in emir ve yasaklarını çiğnememek şartı ile İnsanlara merhamer etmek, İslâm ahlâkının yüksek vasıflarından biridir. Müdafaadan âciz bulunan ve hak­larını koruyamayan çocuklarla zavallılara vg muhtaçlara acımak ve onlara şefkat göstererek elden gelen hoş muamelede bulunmak, Allah'ın rızasına uygun bir harekettir ve sevabdır. Zİra Allah Tealâ merhamet edenlerin en merhametlisidİr.

Yalnız kalbin duygulanması ile acınmak, merhamet sayılmaz. Bir kim­senin durumu icabı, ona açındığı zaman, elden gelen yardımı da esirge­memek icab eder. Hiç olmazsa onu incİtmeksİzin tatlı ve hoş sözlerle gönlü alınmalıdır. İnsanların bilhassa küçüklerine ve biçarelerine merhamet ge­rekli olduğu gibi, halini açıklayamayan zavallı hayvanlara da merhamet etmek lâzımdır. Hatta bir hadîs-i şerifte, susayan ve su içmeğe imkân bulc-mıyan bir köpeğe, merhamet ederek su çekip İçiren bir İnsanın bu ameli, onun cennete girmesine vesile olduğu beyan buyurulmuştur. Merhamet aynı zamanda sevgi bağlarını kuvvetlendirir, insanları birbirine yaklaştırır.

Büyüklerin hakkını bilmek ve tanımak, onlara saygı beslemek ve hür­met etmek demektir. Büyüklerin ilminden, tecrübe ve görgülerinden fayda­lanmak, ancak onlara saygı beslemekle mümkün olur. Büyüklere danışarak iş yapan, büyüklerin tecrübelerine kıymet verip onların yolundan yürüyen hiç bir zaman pişmanlık çekmez. İşlerinde başarılı olur ve büyüklerinin de takdir ve sevgilerine mazhar olarak onlardan daima yardım görür. Böy­lece cemiyet içinde intizamlı bir hareket husule gelir ve anarşi kalkar.

Her şahıs için, kendinden küçük ve kendinden büyük insanlar buluna­cağından, herkes küçüğüne hürmet eder ve büyüğüne saygı beslerse, böyle bir cemiyetle İslâm ahlâkı kemaline ermiş olur. Bu düzen İçine girmeyip de dişarda kalan, Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, Islâmdan sayılmaz. Yanİ İslâm ahlâkının kemal vasfından hariçle kalır. Islâmın manevî feyiz ve bereketinden mahrum olur.[697]

 

354— Abdullah ibni Amr ibni'1-As, hadîsi Peygamber (Saîlallahü Aleyhi veSellem)e ulaştırarak Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

«— Küçüğümüze merhamet etmiyen ve büyüğümüzün hakkını tam-mıyan bizden değildir.»

Yine Abdullah ibni Amr ibni'l-As'dan Hazreti Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Seîlem) 'e ulaştırarak bazı sened değişiklikleri ile bu hadîsin ay­nı rivayet edilmiştir.[698]

 355— Amr ibni Şuayb babasından, o da dedesinden, rivayetinde de­miştir ki, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu :

«— Büyüğümüzün hakkım tanımıyan ve küçüğümüze merhamet et­miyen bizden değildir.»[699]

 

356— Ebu Ümame'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SalîallahU Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüze tazim etmeyen bizden değildir.»[700]

 

(164) Büyüklere Tazim Etmek

 

357— (88-s.) Eş'arî'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

— Ak saçlı (ihtiyar) müslümana ve ezberlediği Kur'ân'ın manasiyle lâfzında taşkınlık etmeyen ve ezberlediğini unutmayıp manası ile amel et­meyi bırakmayan hafıza ikram etmek, Allah'a tazimden sayılır. Adalet sahibi sultana ikram da böyledir, (Allah'a tazimden sayılır.)[701]

 

Tazim ve ikrama hak kazananlardan üç kimseye işaret etmekte olan bu haberi inceliyelim :

1— Bundan Önceki hadîs-i şeriflerde büyüklere hürmet eîmek ve on­ların hakkını tanımak gerektiği beyan buyurulmuştu. Büyüklükten maksad, esas itibariyle yaş ve tecrübe büyüklüğü ise de, buna ilimde büyüklük de dahildir. Her halde büyüklere, ak saçlı ihtiyarlara ve ilim sahiplerine hür­met etmek bir vecibedir. Öyle ki, buna riayet etmiyenler,«Bizden değildir.» kelâmı ile Hazreti Peygamberin ağır İthamına maruz kalmışlardır.

2— Allah kelâmı  olan  Kur'ân-ı  Kerîmi ezberlemek, onun  manasını Öğrenip onunla amel etmek, tecvid kaidelerine riayet ederek onu düzgün okumak ve taşkınlık etmemek, bir de okuduğu ve ezberlediği KıYân'ı unut­mamak çok büyük bir fazilet ve mertebe ifade eder. Böyle kimseler, İlim ve takva sahibi olacaklarından bunlara İhsan ve ikramda bulunmak, Allah'ın rızasına uygun düşeceğinden, bunlara ikramda  bulunmak, Allah'a tazim sayılmaktadır.

3— Hak ölçülere bağlı olup, adaletten ayrılmayan bir idareciye veya devlet reisine ikram ve hürmette bulunmak, yine Allah'ın rızasına uygun bir harekettir. Zira Cenab-ı Hak, müsîümanlara hitaben :

«— Sizden olan idarecilere itaat edin.» buyurmaktadır. Cemiyetin düzeni, huzur ve selâmetin kazanılması hep hak ölçülere bağlı olan ida­recilere karşı yapılacak itaatla husule gelir. İşte böyle idarecilere itaat ve ikramda bulunanlar, Allah'a tazim etmiş sevabını alırlar.[702]

 

358— Abdullah ibni Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, de­miştir ki, Resûlüllah (Sallaîlahü A leyhi ve Seilem) şöyle buyurdu :

«— Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüze tazim etmeyen bizden değildir.»[703]

 

(165) Söze Ve Soruya Büyük Olan Başlar

 

359— Rivayete göre, Abdullah ibni Sehl ve Muhayyisa ibni Mes'ud Hayber'e geldiler. Sonra (işlerini görmek için) hurma bahçesinde birbir­lerinden ayrıldılar. Sonra (kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından) Ab­dullah ibni Sehl öldürüldü. Haberin duyulması üzerine İbni Mes'ud'un iki oğlu Huveyyisa ve Muhayyisa ile (maktulün kardeşi) Abdurrahman ibni Sehl,  Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e  gelip   (maktul)   arkadaşlarının igi hakkında konuştular. Cemaatın en küçüğü olan Abdurrahman söze başladı» Bunun üzerine Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu;

«— (Senden) daha büyük olanlara, konuşmak için öncelik ver.»

Yahya, bu sözün tefsirinde :

  Yaşça en büyük olan söze devam etsin, şeklinde açıklamada bu­lunmuştur.

Nihayet arkadaşlarının (Öldürülme) işi hakkında konuştular. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) (maktulün kardeşine hitaben) şöy­le buyurdu:

«— Maktulünüzün, yahud arkadaşınızın (Yahudiler tarafından öldü­rüldüğü iddianıza binaen) davasına elli kişinin yemini ile hak iddia eder misiniz?

Onlar dediler ki, bu görmediğimiz bir iştir, (buna elli kişi ile nasıl yemin edebiliriz.) Hazreti Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Seilem)

— O halde Yahudilerden elli kişi yemin ederek sizin ithamınızdan kurtulsunlar?» buyurdu. Onlar dediler ki:

  Ya Resûlallah!   (Yahudiler)  kâfirler topluluğudur,   (biz bunların yeminlerine güvenenleyiz). Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi tarafından onlara ölümün diyetini verdi.

Sehl demiştir ki, bu (diyet olarak verilen yüz adet) develerden bir dişi deve yetişip ağıllarına girdi ve ayağı ile beni tepti.[704]

 

Bu hadîs-i şerif iki bölümü teşkil eder ki, biri terbiye ve adabla ilgilidir; diğeri ise İslâm hukukunda cinayetlerle ilgili olan hukukî bir meseledir.

1— Edeble İlgili kısmını teşkil eden husus, büyüklere söz hakkımn ve­rilmesidir. Bir toplumda, bir mesele müştereken görüşüleceği zaman, orada bulunanların en yaşlısı söze başlamalıdır. Ona bu hakkı vermek İslâm ter­biyesi İcabıdır. Ancak kendisi konuşma hakkından feragat ederse, onun yerine daha küçüğü konuşmalıdır. Büyüklere söze başlama hakkının veril­mesi, onlara hürmet ifadesidir. Küçükler bu saygıyı, daima büyüklere gac-termelidirler.

2— Bir beldede, kimler tarafından öldürüldüğü bilinmeyen ve ölenin üzerinde öldürme izleri bulunan kimsenin katilini bulmak için, o yer sakin­lerinden elli kişiye yemin verdirilir ki, bundan ötürü edilen yemine «Ka-same» denir.

Ölünün velisi, beldede mevcut kişilerden elli kişiyi seçerek onlara ye­min verdirilir ve onlar yeminlerinde şöyle derler:

«— Vallahi, onu ben öldürmedim ve kim öldürdüğünü de bilmiyorum.»

Bu arada suçu ikrar eden olursa, cezasını çeker. Hepsi öldürmediklerine dair yemin ederlerse, hakim bütün belde sakinlerine ölünün diyetini ödetir. Eğer belde sakinleri elli kişiden az iseler, mevcut olanlara elli sa­yısı doluncaya kadar tekrar tekrar yemin verdirilir. Ondan sonra diyet ödettirilir. Meskûn olmayan sahra gibi boş arazilerde bulunan ölüler için «Kasame» yapılmaz. Faili bilinmeyen böyle cinayetlerin kurbanları heder olur. Büyük caddelerde ve kalabalık sokaklarda ölü bulunanlar için kasa­me yapılmayıp, bu gibilerin diyeti hazine tarafından ödenir.[705]

İşte Hayber deki bir hurmalıkta öldürülen Abdullah ibnİ M e s -u d[706] için, yukarda izah edilen «Kasame» ikame edilemediği için ölünün diyeti, Peygamber Efendimiz tarafından (yani hazine tarafından) yüz deve olarak ödenmiştir.[707]

 

(166) Büyük Konuşmayınca Küçük İçin Konuşmak Hakkı Var Mıdık?

 

360— İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre demiştir ki:

  Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Bana bir ağaç gösterin ki, onun hali müslümanm hali gibi ol­sun. Bu öyle bir ağaçtır ki, her vakit Kabhisinm izin ile meyvasmı verir, yapraklarını da düşürmez.

Benim kalbime hurma ağacı doğdu, (kendi kendime bu hurma ağa­cıdır, dedim.) Konuşmayı hoş görmedim. Orada Ebu Bekir ve (babam) Ömer vardı, Allah her ikisinden razı olsun. Bu ikisi (yani babam ve Ebu Bekir) konuşmayınca, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

— Bu, hurma ağacıdır.»

Ben, babamla beraber dışarı çıktığım zaman dedim ki:

  Ey babacığım! Benim kalbime hurma ağacı doğdu. Babam (bana) şöyle dedi:

  Bunu söylemekten seni engelleyen ne oldu? Eğer bunu söylemiş olsaydın, bana şundan ve şundan daha sevgili olurdu. Hazreti Ömer'in oğlu şu cevabı verdi:

  Beni konuşmaktan alıkoyan, seni ve Ebu Bekir'i konuşmuyor gör­müş olmamdır. Bunun için konuşmayı hoş görmedim.[708]

 

Bu hadîs-i şerîfte iki mesele mevcuttur. Biri, müslümanm hurma ağa­cına benzemesi, diğeri de büyükler konuşmadığı zaman, küçüklerin konu­şabilecekleridir.

1— Hurmadaki bazı özellikler bilinmelidir ki, müslümana benzeyiş cihetleri anlaşılsın. Hurma sıcak memleketlerde ve kavurucu güneş altında yetişen ve yapraklarını dökmeyen bir ağaçtır. Yaprakları ile insanları göl­gelendirir ve onları güneş çarpmasından, sıcağın zararından korur.

Yetiştirdiği meyvesi de hem lezzet, hem de gıda bakımından diğer mey­velerden daha faydalı ve devamlıdır. Her mevsimde ve her zamanda bu­lunması mümkündür, çürümez. Katıksız olarak yendiğinde de yemek yerine geçer. Yapraklan hasır, örgü ve çardak İşlerinde kullanıldığı gibi, diğer bütün cüzlerinden de faydalanılabilir.

Bir de baş tarafı kesilince, artık yaşamaz. Nitekim İnsanın da başsız yaşaması mümkün değildir.

İşte gerçek bir müslüman nasıl kî, çevresine ve bütün insanlığa faydali oluyorsa, hurma ağacı da böyledir. Her bakımdan yaratıklara faydası var­dır. Bu çeşitli yönleri itibariyle faydalı olmada birbirlerine benzemektedirler.

2— Hazreti Ömer'in kendi oğluna ifadesinden anlıyoruz kî, bir mec­liste herhangi bir sebeple büyükler konuşmayınca, küçük yaşta olanların konuşmalarında bir beis yoktur. Zira oğlu konuşup da Hz. Peygamberin sormuş oldukları ağacın «Hurma ağacı» olduğunu haber verseydi, buna çok sevineceklerdi. Bu gibi hallerde küçüklerin mevzua uygun söz söyle­meleri edebe aykırı değildir.[709]

 

(167) Büyükleri  Yüceltmek  

 

361— Hakîm'den rivayet edildiğine göre, babası Kays Ibni Asım, ölümü zamanında oğullarına vasıyyet edip, şöyle dedi:

— Allah'dan korkunuz, (takva sahibi kimseler olunuz) ve büyük ola­nınızı yüceltiniz. Çünkü bir toplum, büyüğünü yüceltince, babaları yeri­ne geçer, (onlar da hürmete lâyık olurlar). Küçüklerini de yüceltince, bu hareket, onları, emsalleri arasında hakarete düşürür. Siz iyilik yapmak için mal kazanın. Çünkü mal, iyi kimse için şeref sebebidir ve onun sa­yesinde şerefsizlerden müstağni kalınır. İnsanlardan istemekten sakının; çünkü istemek, insanın en son kazancıdır, (çaresiz kalan insan ancak di­lenir ve insanlardan ister ki, bu şekildeki kazanç en son baş vurulacak bir geçim yoludur). Ben öldüğüm zaman avazla ağlamayınız; çünkü Resûlüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve Selîem) üzerine bağıra çağıra ağlanmamıştır. Ben ölünce de beni bir yere gömün ki, Bekir İbni Vâil gömüldüğüm yeri bümeşin; çünkü ben, cahiliyet zamanında, onlar habersizken onlara saldırıp zarar veriyordum.»[710]

 

Ashab-ı kiramdan olup, ileride hal tercemesi verilecek Kay s ibnİ Ası m 'in   oğullarına   vasiyeti   münasebeti   ile   Peygamber   Efendimizin :

«Ölülere avazla ağlamayınız».

Hadîs-i şeriflerini nakletmişlerdîr. Kay s hazretlerinin oğullarına va­siyetini madde madde ele alalım :

1— Allah'dan korkunuz ve büyüklerinizi yüceltiniz, onlara saygı gös­teriniz : Allah Tealâ hazretlerinden korkmak, onun emirlerini yerine getir­mek ve yasaklarından sakınmak manasını taşıdığından takvanın  karşılığı olarak ifade edilmiştir ki, Islâmda takva esastır ve manevî derece bununla ölçülür. Zira Cenab-i Hak :

«— Allah katında sizin en iyiniz, en ziyade takvası olandır.» Buyu-ruyOr. Bu bakımdan vasiyetin başında zikredilmesi, önemine binaendir.

Büyüklere saygı beslemek ve onları üstün tutmak bir edeb İşi olmakla beraber, cemiyet içinde disiplinin kurulması ve bir otorite etrafında birle-şilmesİ bakımından da önemlidir. Büyüklerine hürmet edenler, onların ye­rine geçerler ve kendileri de aynı şekilde hürmet görürler.

Küçüklerine saygı gösterip onları yüceltenler İse, aksine olarak emsal­leri yanında, hakarete uğrarlar ve alay mevzuu olurlar. Böylece ahlâk dü-şöklüğü baş gösterir.

2— Mal kazalımız ve onunla hayır işleyiniz, iyilik ediniz : Ahlâkı düz­gün ve iyî kimseler elinde mal, insana şeref kazandırır; çünkü iyi kimseler sahibi bulundukları malı hayır işlerinde harcarlar, haramda İsraf etmezler. Kendİ şeref ve vakarlarını korudukları gibi, başkalarının da hizmetinde bu­lunarak, onların da takdir ve hürmetlerini elde ederler. Böylece şerefleriyle yaşarlar. Kötü ruhlu ve bayağı kimselerin saldırılarından da mal sayesinde korunulur. Onlara yapılacak ikram, kötülüklerine engel teşkil eder.

3— İnsanlardan istemeyiniz ve dilenmeyiniz : Muztar duruma düşme­den İstemek ve ihtiyaç göstermek,, Islâmda yasaktır, haram kısmına girer. Mükellef olan her erkek hem kendi nafakasını, hem de geçimi ile yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını kazanmak zorundadır. Çalışıp da idaresini temin yolunu tutmayan günah işlemiş olur. Bununla beraber başkalarından istemek, onların minneti altına girmek demektir. Şerefli insanlar için bu bir züldür, insanı küçük düşürür. Bu duruma düşmemek İçin çalışıp kazan­mak ve ihtiyaçları giderecek kadar mal sahibi olmak bir vazifedir.

Hastalık ve sakatlık gibi çaresiz durumlarda dilenmenin cevazı vardır. İşte en son baş vurulacak hal budur.

4— Dlünce, bağıra çağıra arkamdan ağlamayınız : Islâmdan önce cahiliyet devrinde ölüler arkasında ağlamak için özel kadınlar temin edilir ve kiralanırdı. Ölü arkasında bağıra çağıra mersiyeler okunur, elbise ve yakalar yırtılır, yüzlere vurulurdu. Peygamber Efendimiz bütün bu hareket­leri yasaklamış olduğundan Kay s hazretleri de ölümünden sonra arka­sından bağıra çağıra ağlanmamasını vasiyet etmiştir. Buna da delil, Pey­gamber Efendimizin hadîslerini göstermişlerdir.

Şüphesiz ki ölüm, İnsanlara üzüntü ve keder veren bir dehşet halidir. Bu üzüntü ağlamayı gerektirir. Ancak hududu aşmamak, çırpınıp döğünmemek, elbise ve yaka yırtmamak, elleri ve yüzü çırpmamak icab eder.

Kays   ibni   Âsim   kimdir?:

Künyesi Ebû AIİ olup Temîm kabilesindendir ve güzel ahlâkı İle şöhret bulan ashab-ı kiramın büyüklerindendir. Daha cahiliyet zamanında şarabın kendisine verdiği sarhoşluktan ötürü içine düştüğü zararı anlaya­rak onu kendine haram kılmıştı.

Hicretin dokuzuncu yılında kendi kabilesinden bir heyetle Hz. Pey-gamber'in huzuruna gelerek İslâm'ı kabul etmiş ve Peygamber'in irtihalin-den sonra uzun zaman yaşamıştır. Hem cahiliyet zamanında, hem de İs­lâm devrinde cesur, cömert, halım, vakur ve şerîf durumunu devam ettir­miş, savaşlarında hep başarı sağlamıştır. Oğlu Ahnef, yumuşak huyluluğu Üe soğukkanlılığını şöyle anlatmıştır:

«Bir gün Kays'ı gördüm ki, evinin bahçesinde kılıcını kuşanmış oturu­yor ve etrafındaki insanlara söz söylüyor. O sırada elleri arkasına bağlan­mış bîr adamla bir ölü getirildi. Kays'a dendi ki:

  Şu gördüğün kardeşinin oğlu, senin oğlunu öldürdü.

Hâdiseyi anlatan diyor ki:

  Vallahi Kays ne oturuş halini değiştirdi, ne de sözünü kesti. Sözünü tamamaldıktan sonra, diğer oğluna döndü ve ona şöyle dedi :

  Yavrum kalk, kardeşini göm ve amcanın oğlunun ellerini çoz. An­nene de diyet olarak yüz deve götür; çünkü o garip bir kadındır.

Kardeşinin oğluna da şöyle hİtab etti:

  Kardeşimin oğlu, ne kötü iş yaptın! Rabbine âsi oldun, akrnbalık bağlarını kopardın, amcanın oğlunu öldürdün, fakat kendi nefsini helak etmiş oldun.

Rivayete göre otuz iki kişiden ibaret olan çocuklarını ölümünden önce toplamış ve onlara şu nasihatte bulunmuştur:

  «Şu birbirine bağlı otuz oku kırınız.

Evlâtları toplu halde bunları kıramayınca, onları çözüp dağıtrvş ve :

  Teker teker bunları kırın, demiş.

Çocukları da bu okları teker teker kırmışlar. Bunun üzerine çocukla­rına hitaben :

  Siz de böylesiniz, toplu olursanız kırılmaz ve yıkılmazsınız. Ayrı ayrı parçalara bölünürdeniz, kırılır ve yok olursunuz.» dedi.

Basra'da bir ev edindi ve hicretin 42. yılında orada vefat etti. Allah ondan razı olsun.[711]   

 

(168) (Turfanda) Meyva, Mevcut Çocukların En Küçüğüne Verilir

 

362— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Resûlüllah (SaUattahüAleyhiveSellem)'e turfanda bir meyva geti­rildiği zaman şöyle derdi:

«— Allah'ım! Şu şehrimizde bize bereket ver. Ölçeğimizde ve ölçü­müzde bereket üstüne bereket ver.»

Sonra o meyvayı,   yanında   bulunan   çocukların   en   küçüğüne   ve­rirdi.[712]

 

Hadîs-i şerif bize iki şeyi öğretmektedir:

1— Allah'ın nimetlerinden  birine turfanda olarak kavuşulunca, Pey­gamber Efendimizin ettikleri dua gibi duada bulunmak ve Allah'dan bereket istemek sünnetttr ve şükür ifadesidir. Bereketi bulunmayan, yanı İnsan­ların sağlığına ve selâmetine yararlı olmayan nimet ne kadar bol olursa olsun, o bereketli sayılmaz. Bereket yararlı olmaktadır. Onun için Allah'dan bereket istemek ve verdiği nimete şükretmek kulluk borcudur.

2— Takva sahibi kimseler dünya malına meyletmediklerinden, turfan­da olarak getirilen az şeyi yemezler, arzu ve heveslen çok olan çocuklara verirler. Ahlâkın kemal mertebesinde olan Peygamber Efendimiz böyle bir meyveyi yemeden hazır bulunan çocukların en küçüğüne verirdi. Fazla miktar olunca hepsinin tatması uygun bir hareket olur.

Çocukların yemeğe ve meyveye meyilleri fazla olduğundan, onların arzusuna uymak gerekir.[713]

 

(169) Küçüğe Merhamet

 

363— Amr ibni Şuayb babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün hakkını tanı­mayan bizden değildir.»[714]

 

353 sayılı hadîs-i şerîf ve açıklamasına bakınız.[715]

 

(170) Çocuğu Kucaklamak 

 

364— Ya'lâ îbni Mürre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle anlat­mıştır :

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ile çıktık ve bir vemeğe da­vet edildik. O esnada (Peygamberin torunu) Hüseyin yol üzerinde oynu­yordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) topluluğun önüne koştu, sonra iki elini açtı. Çocuk Öteye beriye koşmaya başladı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona gülüyordu. Nihayet onu yakalayınca, iki elinden birini çocuğun çenesine ve diğerini de bağına koydu. Sonra onu kucakladı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdu:

— Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Hüseyin'i seveni Allah sever. Hüseyin, torunlardan bir torundur.»[716]

 

Bu rivayet, Peygamber Efendimizin hareketine ait olan takrîrî sünnet ile sözüne ait olan kavlî sünneti ihtiva etmektedir.

1— Peygamber Efendimizin, torunu   Hüseyin'i küçük yaşında nasıl karşıladığını ve onu nasıl sevdiğini anlatan birinci kısım, Peygamberimizin çocuğa karşı olan sevgi ve hareketini İfade ettiğinden takrîrî sünnet kısmına girmekte ve bize çocuklara merhameti ve onları sevip kucaklamayı öğret­mektedir.

2— Hazreti   Hüseyin   hakkında Peygamber Efendimizin bizzat:

«— Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim. Hüseyin'i seveni Al­lah sever. Hüseyin torunlardan bir torundur.»

Buyurması da kavlî hadîstir ve sünnettir.

Bunun manası : İkimiz bir vücud gibiyiz. Her İkimiz: sevmek ümmete gereklidir. Bu bakımdan H ü s e y i n 'i seveni Allah sever; çünkü beni sev­miş sayılır. Ayrıca neseb bakımından da Peygamber torunlarından bir to­rundur. Burada hem Peygamber ailesine bir sevgi taşımanın lüzumuna, hem de çocukları sevmenin icabına işaret vardır.

Ya'lâ   ibni  Mürre   kimdir?:

Ashab-ı Kiramın ileri gelenlerinden olup, annesinin ismi Siyabe'dir. Annesine de nispet edilerek yad edilir. Künyesi de Ebu'l-Merazim'-dİr. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile Hudeybiye, Hayber ve Mek­ke fethi, Huneyn ve Taif seferlerinde bulunmuştur. Kendisi Peygamber Efen­dimizden ve Hz. Ali'den hadîs rivayet etmiş, oğullan Abdullah ve Osman da ondan rivayet etmişlerdir. Ayrıca Rasid ibni Sa'd, Abdullah ibni Hafs ve daha başka zevat Ya'lâ 'dan rivayet etmişlerdir. Kendisi Kûfe'lilerden sayılır. Basra'da ev edindiği de söylenir. Allah ondan razı olsun.[717]

 

(171) Erkeğin Küçük Kız Çocuğu Öpmesi

 

365— (89-s.) Mahreme'nin babası Bükeyr görcUi ki, Abdullah ibni Cafer, Ömer ibni Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb'i öpüyor. Kızcağız iki ya­şında veya bunun gibi bir yaşta bulunuyordu.[718]

 

Bu haberden anlıyoruz ki, şefkat hissi ile küçük yaşta o!an kız çocuk­ları öpmekte bîr beîs yoktur. Burada adı geçen kız çocuğu Zeyneb, Hz. Peygamber in üvey kızıdır. Annesi ümmü Seleme hazretleri olup, kocası Ebu Seleme öldürüldükten sonra onu Peygamber Efendimiz nikahlamıştı.

Halbuki metinde Zeyneb, Ebu Seleme 'nin oğlu O m e r 'in kızı olarak gösterilmektedir. Bu İfadeye göre Zeyneb, Ebu Sele­me'den olma Zey n e b'den başka Ömer ve Dürre adında İki ço­cuğu daha vardı. Bunların en büyüğü de Ömer idi. Ömer ibni Ebu Seleme 'nin hal tercemesinde Muhammed adında bir çocuğuna ras-gelİndi İse de Zeyneb adında çocuğu söylenmemiştir. Bununla beraber Zeyneb adında çocuğu olmass da uzak değildir. Bu çocuğu öptüğü ri­vayet olunan Abdullah ibni Cafer de Ömer gibi Habeşis­tan'da doğmuştur. Her ikisi yaşıt olduklarına göre, arkadaşı Ömer'in çocuğu kendisinden çok küçük olacağı muhakkaktır. Bu itibarla Abdul­lah'ın Medine'de ö m e r 'in iki yaşındaki kızını sevip öpmesi gerçek bir ifade olur.

Abdullah, Peygamber Efendimizin amcası Ebu T a I i b 'İn toru­nudur. Abdullah'ın babası Cafer olup, Habeşistan'a hicreti zama­nında doğmuştur. Habeşistan'da İlk müslüman olarak doğan çocuk Ab­dullah 'dır. Ebu Seleme 'nîn oğlu Abdullah da Habeşistan'da doğmuş ise de, bunun doğumu daha sonradır.

Ahlâkta ve yaratılışta Hz. Peygamber'e en ziyade benzeyen bu hal tercemesi geçen Abdullah idi. Hicretin 84 veya 85 yılında, 80 yaşında olduğu halde vefat etti. Allah onlardan razı olsun.[719]

 

366— (90-s.) Hz. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Aile efradından birinin saçına bakman gerektiği zaman, bakaca­ğın kimse ya ailen olsun, yahud küçük yaşta kız çocuğu olsun.»[720]

 

İslâm fıkhında insanların birbirlerine bakması ve dokunması mevzuu dört kısımda mütalâa edilir:

1— Erkeğin emeğe bakması : Bir erkek mükellef çağındaki diğer bir erkeğin göbeği ite diz kapaklan altı arasındaki kısım hariç olmak üzere diğer büiün organlarına bakabilir ve dokunabilir. Kötü bir niyet olmaksızın bunda yasaklık yoktur. Muayene ve tedavî gibi zarurî hallerde bakılması haram kısımlara, ihtiyaç miktarı bakmak ve dokunmak mubah olur.

2— Kadınların kadınlara bakması: Aynen erkekler gibi, kadınlar da göbekten diz kapağı altına kadar olan kısmın dışındaki azalarına baka­bilir ve dokunabilirler.

3— Kadınların yabancı erkeğe bakması : Kadınlar erkeklerin göbekle diz kapağı altına kadar olan kısmın dışındaki azalarına bakabilirler, ancak zaruret olmadıkça bu kısımlarına dokunamazlar.

4— Erkeğin kadına bakması : Bu kısım üçe ayrılır. Erkeğin zevcesine bakması, mahremine bakması, yabancılara bakması.

a) Erkeğin kendi zevcesine bakması : İster şehvetle olsun, isterse şeh-vetsiz olsun erkekler zevcelerinin baştan ayağa kadar bütün azalarına ba­kabilirler.  Kadınlar da  bu şekilde kocalarına  bakabilirler ve birbirlerine şehvetle ve şehvetsiz dokunabilirler.

b) Erkeğin kendi mahremlerine bakması : Bir kimseye nikâhı caiz ol­mayan yakın akrabaya «Mahrem» denir. Anne, kız kardeş, hala, teyze ve büyük anneler gibi... Böyle mahrem olanların bütün baş kısımlarına, omuz­dan itibaren bütün kollarına, boyun ve göğüs kısımlarına, dizden aşağı bacaklarına şehvetsiz olarak bakabilirler ve dokunabilirler. Şehvetle bak­mak ve dokunmak haramdır.

c) Erkeğin yabancı kadınlara bakmass : Şehvet hissi olmamak şartı ile erkekler, yabancı kadınların yalnız e!, yüz ve ayak kısımlarına bakabi­lirler. Erke!< şehvetten emin olsa bile, yabancı kadınların hiç bir azasına dokunamaz. Ancak tıbbî müdahale gibi zaruret hallerinde İhtiyaç miktarı dokunabilir.

Bulûğ çağına yakın olmayan küçük yaştaki kız çocukann, şehvet hissi olmaksızın galiz yerlerinden başka azalarına erkeklerin bakmasında beis yoktur. Nİtekİm metinde icasdedil-en kız çocukları bu hükme girmektedir. Saçlarına bakılabildiği gibi, diğer azalarına da bakılabilir. Yaş hududu, şehveti celb etmİyecek şekilde gelişmemiş olmakla tayin edilmiştir. Gelişmiş ve gösterişli çocuklar, bulûğa ermişler gibi hüküm taşırlar.[721]

 

(172) Çocuğun Başını Okşamak

 

367— Abdullah ibni Selâm'm oğlu Yûsuf şöyle demiştir :

«— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana Yûsuf adını verdi ve beni kucağına oturtarak başımı okşadı.»[722]

 

Bu rivayetin delâletinden anlaşılıyor ki, doğan çocuklara güzei is;m vermek ve onları sevip okşamak sünnettir. Çocuklara merhametle ilgili hadîs-i şeriflerle ilgili mana taşımaktadır.

Hadîs-i şerifi rivayet eden Yûsuf, ashabı kiramdan Abdullah İbni Selâm'm oğludur. Aslen Yahudî olup, İslâm'ı kabulden sonra sa­dakati ile şöhret bulmuştur. Oğlu Yûsuf küçük yaşta iken Hz. Peygam-ber'i görme şerefine nail olmuş ve ondan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Rİ-vayet ettiği hadîsler, Sünen-i Ebi Davud ile Tsrmizî'de mevcuttur. Ayrıca Yûsuf, babasından, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer ashabdan rivayetleri vardır. Ömer ibni Abdülazİz devrinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.

Abdullah   ibni   Selâm   kimdir? :

İsrail neslinden olup Medîne'li ashabdandır. İslâm'dan önce adı H u -sayn idi. Hz. Peygamber ona, İslâm'ı kabul edişinde Abdullah is-mİnİ vermişti. Künyesi de E b u Y ûs u f dur. Soyu Peygamber Hazreîi Yûsuf'a ulaşır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm)"\n Medine'yi teş­riflerinde müslüman oldu. Kendisi şöyle anlatır:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye girdiği zaman, top­lu bir cemaat halinde onu görmeye gittik. Ben ona baktım ve yüzünü dü­şündüm ve bildim ki, bu yüz yalancı yüzü değildir. Kendisinden İlk işitti­ğim söz şu olmuştur:

«— Ey nas! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabanıza iyilik ediniz ve insanlar uykuda iken geceleyin namaz kılınız. Böylece selâmetle Cen-net'e girersiniz.»

Abdullah ibni Selâm'in cennet ehlinden olduğuna dair ha-dîs-i şerifler rivayet edilmiştir. Ayrıca hakkında da âyet-i kerime nazil ol­muştur, islâm'ı kabulü sırasında Yahudilerin kendisi hakkında takındıkları tavrın hikâyesi meşhurdur.

Hazreti M u a v İ y e 'nİn hilâfeti zamanında hicretin 43 yılında Medine'­de vefaı etti. Allah ondan razı olsun.[723]

 

368— Hazreti Aişe'fceA rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında oyuncak bebek­lerle oynardım. Benimle oynıyan kız arkadaşlarım da vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) içeri girdiği zaman, arkadaşlarım ondan uta­narak köşelere kaçar, saklanırlardı. Peygamber onları okşıyarak bana gön­derirdi ve onlar benimle oynarlardı.»[724]

 

Bu hadîs-İ şerifin delâleti ile kız çocukların oyuncak bebeklerle oyna­maları caiz oluyor. Küçük yaştaki çocukları eğlendirmek ve gönüllerini hoş tutmak İçin bebek oyuncaklarla oynamaları hoş görülen hallerdendir. Bu çocuklara mahsus istisnaî bir haldır. Genel manada olan yasaklara aykırı düşmez.[725]

 

(173) İnsanın Küçük Çocuğa «Yavrum» Demesi 

 

369— (91-s.)  Ebu'l-Aclân El-Muharibî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

  İbni Zübeyr'in ordusunda idim de, benim amcamın oğlu vefat etti ve kendisine ait bir devesini Allah yolunda (kullanılmak üzere) vasıyyet etti. Ben (vefat eden bu amcamın oğlunun) oğluna dedim ki, deveyi ba­na ver; çünkü ben îbni Zübeyr'in ordusundayım, (Allah yolunda savaşı­yorum). (Ölünün varisi) bana:

  Beraberce İbni Ömer'e gidelim de ona soralım, dedi. Bunun üze­rine îbni Ömer'e gittik de (ona) şöyle dedi:

  Ya Abdurrahman (İbni Ömer) : Benim babam vefat etti ve ken­disine ait bir deveyi Allah yolunda (kullanılmak üzere) vasıyyet etti. 3u (Ebu'l-Aclân) da amcamın oğlu olup, İbni Zübeyr'in ordusunda bulunu­yor. Deveyi buna vereyim mi? İbni Ömer şöyle dedi:

  Yavrum! Her salih amel, Allah yolunda çalışmadır. Gerçekten senin baban devesini Allah (Azze ve Ceîle) yolunda (kullanılmak üzere) vasıyyet etti. Ben müslüman bir topluluğun müşrik bir toplulukla savaş­tığını gördüm. Sen deveyi onlara ver, (çünkü müşriklerle çarpışan müs-lümanlar Allah yolundadır). Bu (Ebu'l-Aclân) ve arkadaşları, bir gencin (îbni Zübeyr'in) yolundadır. Bunlar öyle bir toplumdur ki, hangisi riya­set mühürünü elde edecektir diye uğraşıyor.»[726]

 

Abdullah Îbni Zübeyr'inhal tercemesi 244 sayılı hadîs-i şerif münasebeti ile geçmişti. Hz. Muaviye vefat edip de, oğlu Yezid iktidara geçince, Abdullah ibni Zübeyr ona biat etmedi. Hilâ­fetini tanımadı. Kendisi Hicaz'da halifeliğini İlân etti. Bunun üzerine Yezid bir ordu hazırlayarak Medine'ye doğru yolladı. Abdullah ibni Zü­beyr ile aralarında Harre vak'ası denilen savaş cereyan ottİ ve ashabdan çok kimseler şehid düştü. Savaş burada kapanmayıp Mekke'ye doğru ge­nişledi ve Mekke'nin muhasarası sırasında Yezid 'in ölümü ile son buldu. Bundan sonra Abdullah İbni Zübeyr dokuz yıl Hicaz, Yemen, İrak, Horasan gibi beldeleri kendine bağlayarak hilâfet sürdürdü. Yalnız Şam ve Mıssr, Emevî'lerin elinde kalmıştı. Nihayet EmevMerin başına geçen Abdülmelik ibni Mervan, Haccac kumandasındaki orduyu Hicaz'a göndermiş ve Mekke'yi kuşatmıştı. Kuşatma esnasında Abdul­lah   Ibnİ   Zübeyr   yaralanmış ve sonunda şehid edilmişti.

İşte iki İslâm ordusu arasında cereyan eden bu savaşlar, bir hilâfet ve riyaset davası olduğundan bunların savaşını Abdurrahman İbni Ömer Allah yolunda savaş kabul etmemiştir Bunun için Allah yolunda kullanılmak üzere vasıyyet edilen atın İbni Zübeyr saflarında çarpı­şan savaşçıya verilmesini uygun bulmayıp, Müşriklerle savaşanlara veril­mesini tavsiye etmiştir.

Esasen hadîs-i şerifin mevzu ile ilgisi, İbni Ömer'in kendinden küçük olan mirasçıya «Yavrum» diye hitap etmesi yönündendİr Küçüklere ve çocuklara böyle hitapta bulunmanın cevazı anlaşılmış oluyor.[727]

 

370— Cerîr'den   işitildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«— İnsanlara acımıyana Azız ve Celîl olan Allah merhamet etmez.»[728]

 

Bu hadîs-İ şerîf ve benzerleri 95-99. sayılarda geçmişti. Burada tekrar getirilişinin sebebi, ravilerden birinin dinleyiciye «Yavrum», diye hitap et-mesindendir. Buradaki metinde bu hitap zikredilmemiştir.[729]

 

371— (92-s.) Hazreti Ömer'in şöyle dediği işitilmiştir:

— Merhamet etmiyene merhamet olunmaz, bağışlamayan- bağışlan­maz, affetmiyen kimse affolunmaz ve takva sahibi olmayan da korun­maz.[730]

 

Insanlar amellerine göre ceza ve mükâfat göreceklerinden dünyada işledikleri ameller esastır. Dünyada merhametli bulunan, insanlara ve hay­vanlara acıyarak onlara iyi muamele eden, kusurları örtüp bağışlayan ve şunu bunu çekiştirmeyip ayıplamayan, kendi iradesi ile Allah'dan korka­rak yasaklarından sakınan ve emirlerine bağlanan kimseler bu hareketle­rinin karşılığını âhirette göreceklerdir.

Çocuklara merhamet manasını taşıyan bu haber, mevzu ile ilgili bu­lunduğundan bu kısımda zikredilmiştir.[731]

 

(174) Yeryüzünde Olana Merhamet Et 

 

372— (93-s.) Hazreti Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«— Merhamet etmeyen kimseye merhamet edilmez, bağışlamayan kimse bağışlanmaz, tevbe etmeyenden tevbe kabul olunmaz ve takva sa­hibi olmayan da korunmaz.»[732]

 

373— Rivayet edildiğine göre bir adam (Peygamber'e) şöyle:

— Ey Allah'ın Resulü! Ben koyun kesiyorum, fakat ona acıyorum.

— Yahut adam şöyle dedi: Ben koyuna acıyorum, eğer onu boğazlarsam.

— Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) iki defa şöyle buyurdu:

«— Sen koyuna acırsan, Allah sana acır.»[733]

 

Burada hayvanlara acımanın ve onlara merhametli davranmanın se-vab olduğuna işaret edilmektedir. Nitekim hayvanlar boğazlanırken onlara eziyet etmemek ve lüzumsuz acı vermemek için bıçağı iyi bileylemek ve hayvanı  itip kakmamak sünnettir. Böyle hareket ise merhametin eseridir.[734]

 

374— Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işiülmiştir:

— Doğru söyleyen ve doğruluğu tasdik edilen Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Se!lem)'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Rahmet, ancak şakî'den çıkarılır  (alınır).»[735]

 

Şekavet sahibi kimselerden, zalimlerden şefkat ve merhamet duygulan sıyrılıp çıktığı gibi, bu hallerinin cezası olarak da Allah Tealâ onlara gerek dünyada, gerekse âhirette merhamet etmez. Cezalarını çekerler. Çünkü Allah, acıyıp merhamet edenlere rahmetini indirir.[736]

 

375— Cerîr, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellemj'den haber ver­diğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah merhamet et­mez.»[737]

 

(175) Aile Efradına Merhamet Etmek 

 

376— Enes İbni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellent) ailesine insanların en mer­hametlisi idi. Medine'nin bir tarafında süt annede bulunan oğlu (İbra­him) vardı. Çocuğun süt babası demirci idi ve biz ona gitmiştik — ev Mekke samanından, (bu kuru otun yanmasından) tütüyordu— de Pey­gamber oğlunu öpüyor ve kokluyordu.»[738]

 

Peygamber Efendimizin üçü erkek ve dördü kız olmak üzere yedî ço­cuğu olmuştu. Erkekler doğum sırasına göre Kasım, Abdullah ve İbrahim 'dİr. Kıllar: Zeyneb, R u k a y y e, Fatma ve ömmü Gülsüm olup, bunlardan yalnız İbrahim, Hazretİ M a r i y e 'dendir. Diğerlerinin hepsi Hazreti   Hatice validemizden doğmuşlardır.

Kasım iki yaşında İken Mekke'de İlk ölen çocuk olmuştur. Abdul­lah, Tayyıb ve Tahir lâkablarını taşımakla yine Mekke'de küçük yaşta vefat etmiştir Metinde bahis konusu olan çocuk, hicretin sekizinci yılında Medine'de doğan İbrahim'dir. İbrahim de on altı aylık iken vefat etmiştir. İbrahim'in doğum müjdesini Hazreti Peygambere veren E b u R a f i' a Peygamberimiz bir köle hediye etmiş ve yedinci gün olunca şükür ifadesi olarak bir koç kurban etmişti. Böyle çocukların doğumu münasebetiyle kesilen kurbanlara «Akîka» kurbanı denir ki, bu sünnettir.

Bu yedinci günde de başını traş ettirmiş ve bu günde ismini vererek saçları ağırlığınca parayı fakirlere dağıtmıştı.

Hazreti Peygamber Medine civarında demirci olan Ebu Yusuf un hanımı ümmü Seyf'i süt anne seçerek çocuğu ona teslim etmişti. Bu münasebetle Hazreti   En es   şöyle anlatıyor:

«— Süt annesi yanında olan küçük I b ra h i m 'i görmek için Peygam­ber (Sallallahü ALyhi ve Selletn) ile yola çıktık. Eve gidince Ebu Yusuf'i körüğüne üflüyor bulduk. Ev duman dolmuş haldeydi. Ben  Ebu Yusuf a:

«— Dur, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi,» dedim. O da durdu. Peygamber çocuğa dua edip, onu kucakladı ve öptü. Nihayet on altı veya on sekiz aylık iken İbrahim vefat etti. Hz. Peygamber namazını kıldı. Ölümü güneşin tutulma hâdisesine uygun düştüğünden ashab :

«— Güneş İbrahim'in ölümünden dolayı tutuldu.» demeye başladı. Bunun özerine Hazreti Peygamber bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu :

*— Güneş ve ay, Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden büyük alâmetlerin dendir. Hîç kimsenin ölümünden dolayı tutulmadıkları gibi, hayatlarından dolayı da tutulmazlar. Bunların tutulduğunu gördüğünüz zaman Allah'ın azametinden korkup onu anın ve namaz kılın.»

Rivayet edildiğine göre Hazreti Peygamber 1 b ra h i m 'İn ölümünden mahzun olmuşlar ve sessiz ağlayarak gözlerinden yaş akıtmışlardır.

İbrahim'in annesi Marİye-İ Kıptıyye'yi İskenderiye ve Mısır Meliki M u k a v k i s, Peygamberimize kız kardeşi S i r î n İle be­raber hibe etmişti. Hz. Peygamber de S i r î n 'i Şair Hassan ibnİ Sa-b İ t 'e bağışladı. Ondan Abdurrahman isminde bir oğlu oldu. Allah hepsinden razı olsun.»[739]

 

377— Ebu Hüreyre (Radiyallahu atth)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

— Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve SeSlem')'e bir adam geldi. Berabe­rinde bir çocuk vardı. Adam çocuğu bağrına basmaya başladı. Bunun üze­rine Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama hitaben):

«— Çocuğa merhamet ediyor musun?» dedi. Adam, evet diye cevap verdi. Peygamber:

«— Senin çocuğa merhametinden daha çok Allah sana merhametlidir. Çünkü o, merhamet edenlerin en merhameti isidir.» buyurdu.[740]

 

(176) Hayvanlara Acımak 

 

378— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu :

«— Bir adam yolda yürüdüğü sırada ona şiddetli bir susuzluk arız oldu. Nihayet bir kuyu buldu ve oraya indi. Su içtikten sonra kuyudan çıktı. Bir de gördü ki, susuzluktan dilini çıkararak soluyan bir köpek ru­tubetli toprak yiyor. Bunu gören adam (kendi kendine) dedi ki:

  Bana isabet eden susuzluğun aynısı bu köpeğe de isabet etti. Son­ra kuyuya inip ayakkabısını su doldurdu. Sonra onu ağzı ile tuttu (ve el­leri ile kuyu  duvarlarına tutunarak yukarı çıktı)   da köpeğe  su verdi. Bundan dolayı Allah onun amelini kabul etti ve onu mağfiret buyurdu.»

Ashab dediler ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Hayvanlara iyilik etmekte, bize mükâfat var mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Canlı her hayvan için bir mükâfat vardır.»[741]

 

Allah Tealâ'nın bütün yaratıklarına karşı şefkat ve merhamet göstermek esas olmakla beraber, dinin emirlerini yerine getirmek ve Allah'ın kanun­larını çiğnetmemek ve emanetlerini korumak İçin tayin edilen ölçüler çer­çevesinde ceza uygulamakta merhamet bahis konusu değildir. Nitekim zina edenlere tatbik edilecek dayak cezasının.yerine getirilmesi halinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

«— (Bekâr olup da) zina eden kadınla, zina eden erkeğin her Mrine yüz kırbaç vurun. Allah'a ve âîiiret gününe inanıyorsanız, bunlara Al­lah'ın dini hususunda (emirlerini uygulamakta) merhametiniz tutmasın,» (Nûr Sûresi, âyet.- 2}

İşte Allah'ın emirlerini uygulamak gerektiği zaman merhamet göster­memek ve gevşek davranmamak lâzımdır. Hak ve hukukun çiğnenmediği yerlerde ise daima merhametli davranmak, Allah'ın rahmetini kazanmaya vesile teşkil eder. Hayvanlara merhametli davranmak, yine dinin zararlı saymadığı hayvanlara merhamet etmeyi kapspr. Yılan, Akrep ve Kuduz Köpek gibi zararlı hayvanlara merhamet düşünülemez. Bunları öldürmek ve yok etmek de dinin bir emridir.

O halde dinin yasaklamadığı hallerde insanlara ve hayvanlara ac;y;p merhamet etmek gereklidir.[742]

 

379— Abdullah İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, Redilüllah şöyle buyurdu:

«— Bir kediden dolayı bir kadına azab edildi: Kediyi açlıktan Ölünceye kadar onu hapsetmişti. Bunun yüzünden kadın cehenneme girdi. Ona (Melek tarafından) §Öyle denir:

— Sen o kediyi hapsettiğin zaman ona yemek vermedin, su içirmedin, bir de yeryüzünün haşaratından yesin diye onu salıvermedin.»[743]

 

Kedi yüzünden tazib edilen kadının Israîl oğullarından bir kadın oldu­ğu, yani mümin olmadığı söyleniyorsa da, küçük günahlar yüzünden mü­minlere azabın da caiz olduğunu sarih AIİyyu'1-Karî ifade etmektedir.

Bir kimse büyük günahlardan sakınmış olsa bile, küçük günahlar yü­zünden ona azab edilebilir, diyor. Halbuki Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

«— Eğer siz, yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, sizden küçük günahlarınızı örteriz.»[744]

 

Esasta bir hayvan öldürmek büyük günahlar arasına girmiyorsa da, küçük günahlar üzerinde İsrar bulunduğundan böyle günahlar kebire sa­yılmaktadır. Kedinin hapsedilişi, ona yemek ve su verilmeyişi, haşarat ye­mek için salıverilmeyişi ve nihayet ölümüne sebebiyet verilisi ayrı ayrı gü­nahlardır. Bunların bir araya gelişi ve ısralı günah işlemesi büyük günah mahiyetindedir. Böyle olunca, hadîs-i çerîfin manâsı âyet-i kerîmeye uygun olur.

Şöyle bir tevcih de yapılmaktadır: Büyük günahlardan sakınmamış olan bu kadın, küçük günah yüzünden azab edilmiştir. Eğer büyük günah­lardan saknmış olsaydı, bu günahından ötürü azab çekmeyecekti.[745]

 

380— Abdullah İbni Amr ibni'1-As, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Merhamet edin ki, merhamet olunasmız. Bağışlayın ki, Allah si­zi bağışlasın. Yazıklar olsun söz hunilerine, (huni" gibi, sıvıları akıtıp da kendine bir şey bırakmayan söz dinleyicilerine) ve yazıklar olsun bile bile (kötü) işleri üzerine ısrar eden kimselere!»[746]

 

Metinde mutlak olarak merhamet etmek tavsiye edildiğinden hadîs-i şerîfin hayvanlara da şumûliyeti vardır. Bu bakımdan hadîs-i şerif hayvan­lara merhamet mevzuuna girmiştir.

Kıma' kelimesinin çoğulu olan Akmam manâsı huniler demektir. Şişe­lere ve kaplara sıvıları aktarma vazifesi gören huni, nasıl ki kendine ak­tardığı sıvıdan bir şey alıkoymaz ve ondan faydalnamazsa, insanlar da böyle olmamalıdır. İşittiği hak sözü başkasına aktarıp da kendine bir şey bırakmayan, yani o sözü kendinde uygulamayan huni gibi sırf aktarma vazifesi görmüş olur. Kendisi aktardığı şeyden faydalanmaz. Faydalanma­yınca da kendine yazık etmiş olur. Azab çekmeğe hak kazanır. Başkalarına iyilik tavsiye edip de kendilerini unutanlar, gerçekleri kendilerinde uygu­lamayanlar ziyana düşmüş kimselerdir. Bunlar cemiyet içinde huni göre­vinde bulunmuş olurlar.

İşledikleri işin kötü olduğunu bildikleri halde, ısrarla o iş üzerinde du­ranlar ve nedamet çekmeyenler, yine ziyana düşen ve azaba hak kazanan kimselerdir. Çünkü küçük günah dahi olsa, üzerinde ısrarla durulduğu ve o işe devam edildiği takdirde, bu günah büyük günahlardan sayılır. Büyük günahlar kısmına girdikten sonra, tevbe de bulunmadığına göre azabı ge­rektirir. Onun için bile bile günahlara devam edip, ısrar etmemek lâzımdır.[747]

 

381— Ebu Ümame demiştir ki, Resûlüllah (Sallalkhü Aleyhi veSeikm) şöyle buyurdu :

«— Boğazlanacak hayvana bile olsa, merhamet edene kıyamet gü-nÜnde Allah merhamet eder.»[748]

 

(177) Kuştan Yumurtayı Almak

 

382— Abdullah (îbni Mes'ud) dan rivayet edildiğine'göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yerde konukladı. Adamın biri de Kaya ku­şunun yumurtasını aldı. Bunun üzerine kuş Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in başı üzerinde çırpınmaya başladı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Bu kuşa yumurtası sebebiyle hanginiz rahatsızlık vermiştir?»

Adamın biri dedi ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Onun yumurtasını ben aldım. Buna karşılık Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Kuşa merhamet için, o yumurtayı yerine bırak.»[749]

 

Ebu Davud'un tahricîne göre hâdise Peygamber Efendimizin se­ferlerinden birinde vuku bulmuştur. Yine Abdullah ibni Mes'ud'un rivayeti özre, adı geçen kuşun İki yavrusunu almışlar. Bundan dolayı kuş gelip çırpınmaya başlamış. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

*— Bu kuşa yavrusu sebebiyle kim rahatsızlık vermiştir?»

Diye sormuş ve :

«— Yavrusunu kendine geri verin.»

Diye emretmiş. Bîr de ashabın yaknvR oldukları bV karınca yuvasını Peygamber görmüş ve :

«— Bunu kim yaptı?»

Diye sormuş. Ashab :

«— Biz yaktık.» demişler. Hazreti Peygamber şöyle buyurmuş t

«— Ateşin Rahhinden başka kimsenin ateşle azal) etmesi uygun de­ğildir.»

Hayvanları ateşle yakmak caiz olmadıkı gibi, sebepsiz olarak hay­vanların yumurta ve yavrularını alarak-onları rahatsız1 etmek de doğru de­ğildir. Onlara şefkat göstermek ve eziyet vermemek lâzım gelir.[750]

 

(178) Kafeste Kuş Beslemekde Bir Beis Yoktur 

 

383— (94-s.) Hişam İbni Urve Abdullah ibni Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

«— İbni Zübeyr Mekke'de idi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı kafeslerde kuş taşırlardı.»[751]

 

Bu rivayetten anlaşılıyor ki, kuşların suyunu ve yemini vermek suretiyle onları kafeslerde beslemek, onlara merhamet etmeye aykırı değildir. Hay­vanların ihtiyaçlarını karşılamak şartı ile onları kafeslerde beslemekte bir beis yoktur.[752]

 

384— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   eve girdi de   (beni mana­dan kardeşim olan) Ebu Talha'nın oğlunu gördü. Bu çocuğa Ebu Ümeyr denirdi. Bu çocuğun (daha önce) bir serçeciği vardı ki, onunla oynardı. (Sonra bu serçe ölmüştü). Peygamber çocuğa şöyle dedi:

Ey Ebu Ümeyr! Serçecik ne oldu, yahud serçecik nerede?»[753]

 

Bu hadîs-i şerîf, çocuklarla lâtife etmek mevzuu dolayisiyle 269 sayıda geçmişti. Tafsilât için oraya müracaat edilsin. Burada tekrar edilişi, kafeste kuş beslemenin yasak olmadığını beyan içindir. Kuş kafeste canlı bulunduğu zamanlarda Hz. Peygamber çocuğa iltifat eder ve onu okşardı. Böyle kuşun kafeste bulunmasına rıza göstermeleri, işin mubah olmasına delâlet eder.

Ebu Davud ise bu hadîs-i şerifi, çocuğu olmayan kimsenin çocuğu varmış gibi künyel-enebileceğine şahid göstermektedir. Zira Ebu Umeyr bir künyedir, ö m e r c i ğ i n babası demektir. Süt çağında olan ve çocuğu bulunamayacak olan bir kimseye böyle bir künye ile hitap etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ebu Umeyr künyesindeki çocuğun adı Zeyd'-dir. O halde bu hadîs-i şeriften şu hükümler çıkmaktadır:

1— Çocuklarla lâtife etmek sünnettir.

2— Kuşları kafeste beslemek mubahtır.

3— Çocuğu olmayanın künyelendirilmesİ caizdir.[754]

 

(179) İnsanların Arasını Düzeltmek İçin Hayırlı Söz İletmek

 

385— Ibni Şihab'dan, Humeyd ibni Abdurrahman bana haber ver­miştir ki, Akabe ibni Ebu Muayt'ın kızı olan annesi Ümmü Gülsüm, Pey­gamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu kendisine nakletmiştir:

«— Hayırlı söz söyleyip de insanlar arasını düzelten, yahut hayır ile­ten, yalancı değildir.»[755]

Clmmü   Gülsüm  demiştir ki :

«— Uç şeyden başka, insanların söyledikleri yalanlardan hiç bir şeye müsaade ettiğini Peygamber'den duymadım. Bu üç şey de şunlardır:

1— İnsanların arasını düzeltmek (için yalan söylemek),

2— (Geçimsizliğe yol açmamak için yalan yere) adamın karısına söz söylemesi,

3— (Aynı sebeple) kadının, kocasına söz söylemesi.[756]

 

Bîr hâdiseyi vuku bulduğu şekilde haber vermeğe doğru haber denir. Aksine hâdiseyi, vukuuno aykırı olarak haber vermeğe de yalan haber de­nir. Mutlak surette yalan islâm'da haramdır. Ancak bazı istisnaî hallerde yalan söylemek mubahtır, yani günah değüdİr. İnsanlar arasını düzeltmek ve dargınları barıştırmak için söz uydurmak ve olmayan bir sözü anlatmak yalan ise de, bu gibi yalanın günahı yoktur. Bunun için hadîs-i şerîfte :

«— Hayırlı söz söyleyip de insanlar arasını düzelten yalancı değildir.»

Buyurulmuştur. Yani söylenmemiş ve vuku bulmamış herhangi bir iyi sözü ıslâh maksadı ile söylemek, esasta yalan ise de, günahı bulunmadı­ğından yalan sayılmaz, yalanın gerektirdiği cezayı taşımaz.

Kasden veya bilmeyerek, vuku bufan bir şeyi olduğundan baş!;a ka­lıba sokmak ve hilafım haber vermenin her ikisi yalan ise de,._bilçneyerek ve yanılarak yalan söylemenin güngjıı yoktur.                                      

«— SÖz bir maksada bağlıdır ve bir,gayeye götürür. Herhangi bir ya­rarlı maksat ki, ona doğru ve yalan sözlerin her ikisi ile ulaş!ab!liyor, bunda yalan haramdır. Çünkü yalana ihtiyaç yoktur, doğru sözle maksada ulaşılabiliyor.»     

Yararlı bir maksada yalanla ulaşmak mümkün olur da, doğru sözle ulaşmak mümkün olmazsa burada yalan söylemek mubah olur. Maksadın önemine ve gereklilik derecesine göre yalanın yeri olur.

Meselâ : Bir zalimin zulmünden kurtulmak için gizlenen bir müslümanı ele vermemek maksadıyie yalan söyleyerek onu gizlemek, icab eder. Yine bir kimse yanında emanet olarak bulunan malı, gasp etmek isteyen bir zalimden onu kurtarmak için yaian söyleyerek onu gizlemek icab eder. Bir de söylenecek doğru sözden dolayı büyük bîr zarar ve fesad doğacaksa, orada yalan söylenir. İslâm'ın ve devletin menfaatini korumak ve düşma­nın zararını önlemek İçin yalan söylemek aynı şekilde gereklidir.

Karı-koca arasında bağlılığı ve muhabbeti artırıp devam ettirmek mak-sadıyle iyiliğe matuf yalan söz söylemek, hadîs-i şerifte beyan olunduğu şekilde mubahtır, ihtiyaç duyulmadıkça da bu gibi mubahlardan sakınmak takvaya uygun hareket olur.[757]

 

(180) Yalan Uygun Düşmez

 

386— Abdullah (İbni Mes'ud) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Doğruluktan ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyi­lik de Cennet'e iletir. Gerçekten insan doğrulukla hareket eder de Allah katında en doğru kimse yazılır.

Yalandan sakınınız; çünkü yalan fenalığa götürür. Fenalık ise Ce-hennem'e iletir. Gerçekten insan yalan söyler de Allah katında çok ya­lancı yazılır.»[758]

 

Sıdk = Doğruluk attı şeyde aranır ve bunlarda bulunduğu takdirde sıdkın kemal mertebesi husule gelmiş olur. Bu üstün dereceye sahib olan kimseye de «Sıddîk» denir. Sıdkın altı kısmı şöyledir:

1— Sözde doğruluk: Söylenen sözün gerçeğe uyması, vak'aya aykırı düşmemesi.

2— Niyyette doğruluk : Bunun manâsı İhlâstır ki, hayırlı bir işe kalb ile niyyet edip, gafil olmaksızın Allah'a yönelmekle olur.

3— Azimde Nİyyet: Hayırlı olduğuna inanılan bir şeyi yapmaya ko­yulmak ve bunda güçlenmek.

4— Vefa göstermekte doğruluk : İşlemeye koyulduğu ve azmettiği ha­yırlı bir işi başarmakta sebat gösterip, onu tamamiyle yerine getirmek.

5— Amellerde doğruluk : Gizli ve aşikâr yapılan bütün amelleri eşit tutup, amellere riya karıştırmaksızın hareket etmek.

6— Ma kam att a doğruluk: Korku halinde ve emniyet halinde fark gö­zetmeksizin doğruluğa devam edip, ondan ayrılmamak, işte bu altı vasıfia vasıflanan «Sıddîk» olur. Bunlardan bir kısmı İle vasıflanan da «Sadık» İs­mini alır. Doğruluktaki özellik insanı İyi amellere = Bİrre götürür. Esasen birrin manâsı, Allah katında makbul olan ve kendine günah karışmayan ameller ve İbadetlerdir. Böyle makbul ve İyi ameller de insanı Cennete götürür. Bu iyi ve güzel vasıfların zıddı olan yalan ise, insanı kötü amel­lere ve günah işlere götürür. Günahlar da büyüdükçe, İnsanı, bunlar Ce-hennem'e iletir. Yalanın  her çeşİtini  işleyip de, büyük günahlara  düşen kimseye «Kezzab = Büyük yalana» denir. Bu mertebeye düşenler, yalan­cıların cezasını çekerler.[759]

 

387— (95-s.) Abdullah'dan:

«— Ne ciddî yerde, ne de şaka olarak yalan uygun düşmez. Sizden biriniz çocuğuna bir şey va'd edip de sonra onu yerine getirmemeziik et­mesin.»[760]

 

İster ciddî hareketlerde olsun, ister şaka olsun yalan söylemenin uygun olmadığı bu haberde ifade edilmekte ve va'd edilen bir şeyin yerine geti­rilmesi istenmektedir. Va'd ettiği şeyi yerine getirmeyen yalancı sayılır. Çünkü bu kimse dediğinin hilafını yapıştır. Sözü vakıaya uymadığından yalancıdır. Bu gibi hallerden kaçsnmak lâzımdır. Müminin vasıflarından biri de, va'd ettiği şeyi yerine getirmektir.

Bir de kötülüğe sebep olmayan ve mübalâğa ifade etmek üzere âdet halinde söylenen yalan sözler vardır kİ, bunlar günah sayılmaz. Meselâ, yüz defa değil de, birçok defa bir kimseden bir şey istenmiş olduğu halde ona: «— Senden falan şeyi yüz defa istedim, vermedin.» denmesi mübalâğa için bir sözdür. Gerçekte yüz defa söylenmemiştir, müteaddit defa söylen­miştir. Bu gibi sözler mübalâğa için olduklarından yalan kısmına girmezler. Fakat bir defa dahi istenmeksizin böyle bir söz söylenmiş olursa yalan olur. Çünkü bunun gerçek tarafı yoktur. Daha önceki açıklamalarda belir­tildiği gibi, istisnaî durumlar dışında asla yalan söylememelidİr.

Ebu Davud bu haberi Abdullah İbni Âmir yolu ile Hz. Peygamber'e kadar yükseltiyor ve Abdullah ibni Amir in şöyle anlattığını kaydediyor:

«— Annem beni bir gün çağırdı. Resûlüîîah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) de evimizde oturuyordu. Annem bana;

«— Gel, sana bir şey vereyim.» dedi.

Resûlüllah  (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)   anneme dedi ki:

«— Ona ne vermek istedin?» Annem :

«— Ona bir hurma vereceğim.» dedi.

Bunun üzerine ResGlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) anneme şöyle buyurdu :

«— Dikkat et! Eğer sen tu çocuğuna bir şey vermeyecek olsaydın, senin üzerine bir yalan (günahı) yazılmış olurdu.»[761]

 

(181) İnsanların Eziyetine Sabreden Kimse

 

388— İbni  Ömer,  Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)''den  şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :

«— İnsanlar arasına karışıp da onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlara karışmayan ve eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayır­lıdır.[762]

 

İnsanlara karışmak ve onların ihtiyaçlarını karşılamaya koşmak, düş­künlere ve acizlere yardım edip, hayır İşlerinde bulunmak, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamak bakımından çok önemli bir görevdir. Diğer bir hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi, insanların hayırlısı insanlara faydası do­kunandır. İnsanlara faydalı olmak da, ancak onların arasına girmek ve sıkıntılarına, eziyetlerine katlanmak sureti ile olur. Cemiyetin kalkınması ve yükselmesi de ancak böyle bir hareketle olur. Her Müslüman bu gaye ile hareket edip çalıştığı takdirde, bunların teşkil ettiği bir toplum asla yıkıla-maz. Milletçe kalkınma olur ve millet bölünmez bir bütün olur. Bunun aksi düşünülecek olursa, gerileme ve yıkım o derece çabuk ve kuvvetli olur.

Ahlâkın yok olduğu bir cemiyet içinde bulunup da kendini koruyama­yacak ve cemiyeti düzeltmeye gücü yetmeyecek olanların da cemiyetin ah-lâkjrözucu hareketlerine katılmamaları selâmet yolu olur. Zira başkaları­nın fenalığına katılmak, aynı uygunsuz hareketleri İrtikâp etmek sayılaca­ğından, sakınmış olmak kurtuluş çaresidır. Bu da İmkân dahilinde sağla­nabilir. Her mükellef geçimini temin etmek zorundadır. Helâl ve meşru yol­lardan gelirini kazanırken muhakkak ki, insanlarla münasebeti olacak ve eziyetleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu durumda en selâmetti yolu seçe­rek ve eziyetlere katlanarak çalışacak ve elinden geldiği kadar kötü hare­ketlere katılmayacaktır, kendini yasaklardan uzak tutacaktır.[763]

 

(182) Eziyete  Sabretmek

 

389— Ebu Musa El-Eş'arî, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«— İşittiği eziyete, (uygunsuz söze) Allah (Azze ve Celle) 'den daha Çok sabreden bir kimse, yahut bir şey yoktur. Müşrikler ona çocuk nispet ederler, halbuki o, onlara afiyet verir ve onları yedirir.»[764]

 

Güçlüklere ve sıkıntılara göğüs gerip de tepki göstermemem ve nefsi durdurmak sabırdır. Allah Tealâ hazretlerinin sabretmesi ise, razı olmadığı söz ve hareketlerden dolayı kullarının cezasını aceleye getirmemesi ve kul­lara mühlet tanımasıdır. Kulların bütün İşlerine vakıf olduğu halde, İşlenen büyük ve küçük günahlardan dolayı onların azabını hemen vermeyip ge­ciktirir. Yİne küfür ve şîrk'te bulunanlara sıhhat ve afiyet, rızk ve bolluk dünyada verir. Asıl cezalarını âhirete bırakır. Bunun için Allah'dan daha sabırlı hiç bîr varlık olamaz.

İnsanlar da mümkün olduğu kadar güçlüklere ve eziyet verici sözlere tahammül göstererek sabretmelidİrler. Nefsin kabarmasını ve şahlanışını engellemelidirler. Bu yapılmadığı takdirde büyük zararlar doğabilir. Her işi akıl ve şuurla, sükûnet ve sabırla karşılamak en uygun bir yoldur.[765]

 

390— Abdullah (İbni Mes'ud) şöyle demiştir:

— Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), daha önce ettiği ganimet taksimi gibi, bir taksim yaptı. Bunun üzerine Ensar'dan bir adam dedi ki, Allah'a yemin ederim! Bu bir taksimdir ki, Aziz ve Celü olan Allah'ın rızası bununla murad edilmemiştir. Ben, (o adama) :

— Muhakkak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e söyleyeceğim (senin dil uzatmam), dedim. Böylece Peygamber'e gittim, o ashabı ile bulunuyordu. Ona gizlice söyledim. Bu verdiğim haber ona çok ağır gel­di ve yüzü değişti, hiddetlendi. Hatta ona haber vermemiş olaydım diye arzu ettim. Sonra Peygamber şöyle buyurdu:

«— Gerçekten Musa, bundan daha büyük musibete eziyet edildi de sabrefC»[766]

 

Hadîs-i şerîfte üç mühim nokta mevcuttur:

Birincisi; ashab-ı kiram içinde nifak sahibi kimselerin bulunduğu;

İkincisi; bir kimsenin kötü hareketini haber vermenin cevazı;

Üçüncüsü de Peygamberin eziyete katlanıp sabretmesi d ir.

1— Peygamberin söz ve hareketlerine, insanlar arasındaki muamelâ­tına rıza göstermemek nifak alâmetidir ve imansızlıktır. Böyle bir harekete tevessül eden İslâm kardeşliği ve birliği arasında büyük bir fesada yol aç­mış olur. Böyle bir suç 6a bağışlanmaz. Bu gibi davranışlar en zararlı ve tehlikeli hallerdir. Her devirde böyle hareketlere rastlandığı gibi, Peygam­ber Efendimizin devrinde de bunlara tesadüf edilmişiir. En büyük eziyetler de bunlardan dolayı çekilmiştir.

2— Abdullah   İbni   Mes'ud,   Peygamber'e kötü zan besleme­nin ne kadar büyük bir fesad taşıdığını idrak ettiğinden adamın bu sözünü saklamayıp hemen Peygamber'e haber vermiştir. Çünkü bir şeyi haber ve­rip vermemekte neticenin fayda ve zararlarını  Abdullah  ibni  Mes'­ud   çok iyi bildiğinden sağlam yolu tutmuş ve böyle yapmıştır. Cemiyete sirayet etmeyen şahsî kabahat ve günahlar böyle ifşa edilmez. Bunların gizli tutulması gerekir. Hz. Peygamber'in,   İbni   Mes'ud'un hareketini nahoş karştlomayışı da, böyle ihbarların cevazına delil teşkil etmektedir. Hiddetlenmeleri   İbni   Mes'ud'a değii, kötü zan besleyene oîmuşiur.

3— Belâ ve meşakkatlerin en büyüğü peygamberlere, Allah'ın velile­rine derece sırasına göre geldiğine dair hadîs-i şerif varid olduğu cihetle, burada Hz. Peygamber'e isnad edilen üzücü söze karşı sabretmişler ve H:. Musa'nın bundan daha çok eziyete duçar olup, ona sabrettiğini ifade buyurm uslardır.

Halbuki Hz.   E n e s 'den rivayet edilen diğer bir hadîs-i şerîfte:

«— Ben Allah yolunda hiç kimsenin eziyet edilmediği şeyle eziyet edildim.»

Buyurulmuştur. Her iki hadîs-i şerîf arasmda bir tearuz görülüyorsa da, şu şekilde muvafakat belirtilmektedir: Nitelik bakımından, yani eziye­tin keyfiyet yönü itibariyle şiddeti Hz. Peygamberimize olmuş, sayı ve tehrar bakımından da fazla eziyet Hz. Musa'ya karşı olmuştur. Bu manâ İtibariyle hadîs-i şerifler arasındaki zahiri çatışma kaikmış oluyor. Eziyet­lere katlanıp sabretmenin hem manevî mükâfatı var, hem de muvaffakiyete vesile oluşu var.[767]

 

(183) Dargınların Arasını Düzeltmek

 

391— Ebu'd-Derdâ, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Size namazdan, oruçtan ve sadakadan daha faziletli bir dereceyi haber vereyim mi?»

Ashab:

— Evet, dediler. Peygamber buyurdu ki:

«— Dargınların arasını düzeltmektir. İnsanların arasını bozmak ise, o kökü kazıtandır.»[768]

 

Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbet duygularını geliştirmek ve onları birbirine yaklaştırmak, aralarında ünsiyet teşkil etmek, dargın olan­ların dargınlıklarını gidererek aralarını bulmak ve birbirlerine bağlamak, hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi, namaz, oruç ve sadaka ibadetlerinden daha faziletlidir. Bazı âlimler, nafile ibadetlerden daha faziletlidir yolunda açıklama yapmışlarsa da, mutlak manâya hamledilmesi de mümkün görül­müştür. Çünkü birçok dargınlıklar ve kinler, insanları kan dökmeye ve iç savaşlara götürmüştür. Bu fesad ve bozuk ahvale enge! olacak düzeltmeler ve barıştırmalar şüphesiz ki, çok büyük fazilet taşırlar Bir işin vukuu ha­linde meydana gelecek felâketlerin zararı ne kadar büyük ise, bu gibi fe­lâketleri önlemenin de sevabı ve fazileti o nispette büyük olur. Bu bakım­dan cemiyetin ve İslâm'ın kıyam ve idamesi için birlik ve sevgi, ferdler arasında şarttır. Bunu temine çalışmanın ve bu uğurda gayret sarfetmenin faziletini her Müslüman İdrak etmelidir. Bu da ancak İslâm'ı öğrenmek ve Peygamberimizin ahlâkını tanımakla mümkün olur. Sırf kendini düşünüp bir kenarda namaz, oruç ve sadaka İle uğraşanın kazanacağı sevaptan çok, insanlar arasında sevgi ve muhabbet bağlarını kuran ve dargınları barıştıran sevap alır. Bunu yaparken de diğer farz ibadetlerini terk etmiş olmaması şarttır.[769]

 

392— (96-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre :

«— Allah'dan korkun ve aralarınızdaki dargınlıkları düzeltin.» (En-fal Sûresinin birinci âyetinin) tefsirinde şöyle demiştir:

«— Bu âyet-i kerîme, müminler Allah'dan korksun (emirlerine bağ­lanıp yasaklarından sakınsın) ve aralarındaki dargınlıkları düzeltsin diye Allah'dan müminlere karşı bir tazyiktir, müminler için başka kurtuluş çaresi olmadığını bir beyandır.»[770]

 

Kitabın başlarında 58 sayılı hadîs-i şerif münasebeti ile takva konusu açıklanmış olduğundan, burada tekrar edilmesine lüzum görülmemiştir. Bilgi için oraya müracaat edilsin. Dargınların ve insanların arasını düzelt­mekle ilgili açıklama da bundan önce verilmiştir.[771]

 

(184) Bir Adama Yalan Söylediğin Zaman Onun Seni Tasdik Eder Olması

 

393— Süfyan İbni Useyd anlattığına göre, Peygamber (Sallalİahü Aleyhi veSellem)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :

«— Kardeşine bir söz anlatıp da o seni tasdik ederken, senin ona ya­lan söylemen, hıyanet bakımından çok büyüktür.»[772]

 

Bir insana din kardeşi İtimat ederek ondan herhangi bîr mevzuda bilgi edinmek istediği zaman, böyle kimseye karşı doğru hareket etmek bir va­zifedir ve emaneti korumaktır. Çünkü bir kimseye güvenip, ona İtimat ede­rek teslim olmak, kendini emniyete almak demektir. Emniyet altına girene yalan söylemekle güven ve İtimat yıkılmış olacağından, emanete ihanet edilmiş sayılır, Allah ise hainleri sevmez. Din kardeşin sana güveniyor, iti­mat ediyor, söylediğin sözde seni tasdîk ediyor; sen İse bile bile ona yalan söylüyorsun ve onu aldatıyorsun. Bundan büyük hiyanet olur mu? Şüphe yok ki, Allah böyle hainleri sevmez ve hak kazandıkları cezayı kendile­rine verir.[773]

 

(185) Yerine Getiremiyecegin Şeyi Kardeşine Va'd Etme

 

394— İbni Abbas demiştir ki, Resûlüllah (Salîallahü Aleyh! ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Kardeşinle mücadele etme, onunla (aşırı) şaka etme ve yerine getirmeyeceğin bir şeyi ona va'd etme.»[774]

 

Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şeriflerinde üç şeyi yasaklamışlardır :

1— Din kardeşiyle münakaşa ve mücadele etmek : İslâm dininin ce­miyete getirmiş olduğu yapıcı unsurların başında kardeşlik ve birlik geiir. Cemiyetin bünyesini teşkil eden ferdlerin birbirlerine yakınlığı ve bağlılığı kuvvetli olduğu ölçüde cemiyet binası sağlam olur ve çökmek, yıkılmak tehlikesinden kurtulur. İslâm'ın yaşaması da, ancak böyle sağlam bir bün­yenin kurulması ile mümkündür. Bunun için, böyle mühim olan birlik ve beraberlik çatısını  kemirecek veya yıkmıya vesile olacak her türlü hare­ketler yasaklanmıştır.

İşte hadîs-i şerifte yasaklanan mücadele ve münakaşa hali bu hikmete bİnoendir; zira din kardeşi ile yapılacak münakaşa ve mücadele çok kere dargınlığa, kırgınlığa ve birbirinden nefrete sebep olur. Bu gibi haller ço­ğaldıkça ferdler arasındaki kardeşlik bağlan çözülür,- birbirlerine karşı düşmanlık duyguları beslenmeye başlar. Bunlar çoğaldığı nispette de cemi­yet zayıflar ve nihayet çökmeye kadar gider. Bu bakımdan kırıcı ve soğu­tucu münakaşalara girmek, din kardeşi ile mücadele etmek yasaklanmıştır.

2— Aşırı derecede şaka etmek : Taşkınlığa varmıyacak ve incitmeyecek şekilde Şaka yapmak mubahtır; çünkü şaka, insanlar arasında ünsıyei ve yakınlık doğurur. Hiç şaka yapmayanlarda yabancılık, soğukluk hisse­dilir. Nitekim Peygamber Efendimizin şaka ettiklerine dair 264, 265 sayılı hadîs-i şerîfler ve buna ait açıklama geçmiş ve Peygamber Efendimizin :

«— Ben şaka ederim; ancak doğru söylerim.»

Buyurdukları da ifade edilmişti.

Burada caiz görülmeyen şaka, şaka edilene eziyet veren ve onu alda­tan hareketlerdir. Çünkü bunda haktan uzaklaşma ile çekişme ve isyana doğru gidiş vardır. Böyle şakaların her iki tarafa da zararı vardır. Bir defa taşkınlık derecesinde ve sık sık şaka edenin vakar ve heybeti kalkar, in­sanlar arasında bayağı duruma döşer. Çok kere kendisi ala* mevzuu olur. Şaka edilenin zarar görmesi de, onun ağır şakadan eziyet çekmesi ve kırılmasıdır. Her İki tarafa zarar veren bu gibi şakalardan sakınmak gere­kir. Hİç bir zaman ölçü kaçırılmamalıdır.

3— Va'd edilen şeyden caymak : İslâm dini doğruluk ve ciddiyet di­nidir. Verilen sözü veya va'd edilen bir isi yerine getirmemek, karşı tarafı aldatmak veya ona yalancı olmak demektir. Bir Müslüman! aldatmak ve ona yalan sövlemek en büvök günahlardandır. Peygamber Efendimiz :

«— Müslüman yalan söylemez.» Ve «Aldatan bizden değildir.» Buyurmuşlardır. Diğer bîr hadîs-i şerifte de. va'dînden cayanda nifak alâmetlerinden bir mevcut olduğu ifade buyurulmustur. Va'd edilen  şeyi yerine getirmek vacîb derecesinde müekked sünnettir.[775]

 

(186) Nesebleri  Ayıplamak

 

395— Peygamber (SaîlaUahii A leyhi ve Selîem) 'in şöyle buyurduğu, Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

«— İki haslet vardır ki, ümmetim onları terk etmiyecektir: Bunlar­dan biri, ölü arkasında iyiliklerini sayarak yüksek sesle ağlamak; diğeri de neseblere dil uzatmaktır.»[776]

 

Hadîs-i şerifte anılan her iki hareket, cahiliyet devrinin kötü âdetle­rinden olmakla beraber, bunların büsbütün Müslümanlar içinden kalka­mayacağı beyan buyurulmaktadır.

ölümü her nefis tadacaktır ve bundan kimse kurtulamayacaktır. Bu gerçeği bilmeyen ve kabul etmeyen yoktur. Böyle olduğu halde, insanlar sanki kendileri ölmeyecek gibi davranır ve ölümü hiç de kendilerine yak­laştırmazlar. Ancak kendilerini devamlı murakabe altında tutanlar ve her an Allah Tealâ'nın kudret ve müşahadesi altında kendilerini görenler, ölü­mü her zaman hatırlarlar ve ona göre hazırlanmaya çalışırlar. İnsanların çoğu gaflet içinde olup, ölüme kendilerini yakın görmediklerinden, bir ya­kınları vefat edince feryadı basarlar, bağırır-çağırırlar. Bu gaflet kıyamete kadar devam edeceğinden, insanların da ölü arkasında, onun İyiliklerini anarak feryad etmeleri de devam edecektir.

İnsanlar çeşitli görüşlere sahİptirker; Öyle kİ, birinin ak dediğine diğe­rinin kara demesi kadar... Bir kısım Müslymanların âlim ve velî diye tanı­yıp hürmet ettiklerine, diğer bazı MüeliimaSlar cahil ve zındık diyebiliyor. Hal böyle olunca, başkalarının soyuna ve ırzına dil uzatmalar, ayıplama­lar devam eder. Nitekim tarih boyunca bunlara şahit olunmaktadır; ve Pey­gamberimizin haberleriyle de ümmet içinde bu hal devam edecektir.[777]

 

(187) Kişinin Kendi Kavmini Sevmesi

 

396— Füseyle demiştir ki, babamın şöyle dediğini işittim:

— Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Bir zulüm üzerine, kişinin keridi kavmine yardım etmesi ırkçılıktan mıdır? Hazreti Peygamber :

«— Evet!» buyurdu.[778]

 

I b n i   M a c e ,   bu hadîs-i şerîfi ziyadesiyle şöyle tahriç etmiştir: «Peygamber  (SallalkthüAleyhiveSellemi'e sordum ve dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Kişinin kendi kavmini sevmesi asabiyetten (ırk­çılıktan) mıdır?» Peygamber şöyle buyurdu :

«— Hayır; ancak kişinin kendi kavmine zulüm üzerine yardım et­mesi asabiyettir  (ırkçılıktır).»[779]

 

Baba tarafından gelen akrabaya asabe denir. Herhangi bir haksızlık bahis konusu olmadığı hallerde akraba ve yakınları sevmekte beis yoktur; bilâkis sevmek ve onlara İyilik etmek sılâ'dır. Fakat sırf akraba oldukları için haksız davalarında onlara yardımcı olmak asabiyettir, ırkçılıktır ve İs­lâm dîninin yasak ettiği cahiliyet devrinin kötü âdetlerinden biridir.

İşte mutlak surette akrabaya = asabeye yardımcı olmak, hak ve adalet gözetmeksizin onlara taraftar olmak asabiyyettir. Böyle hareketler İslâm'ı parçalar ve kabileleri birbirine düşürür. Dış düşmanlara ihtiyaç kalmaksızın cemiyet içten yıkılır. Bir milletin bütünlüğünü ve birliğini kavmiyyet dava­larından daha çabuk bölen fesad düşünülemez. Gerek İslâm'dan önce, ge­rekse İslâm birliğini terkten sonra tarih boyunca-sürüp gelen olaylarda bu­nun örnekleri pek çoktur. Bu hususla geniş bilgi için Ahmed Naim Bey'in «İslâm'da Kavmiyyet Davası» adlı eserinin ilk tab'ına müracaat edilmelidir.[780]

 

(188) Kişinin Dargınlığı

 

397— Hazreti Âişe'nin anadan kardeşinin oğlu olan Avf ibni'1-Ha-ris'den rivayet ediliyor:

— Âİge (Radiyailahü ar.ha) 'ya haber verildi ki, Abdullah ibni Zübeyr. Hazreti Âişe'nin bir satışına — yahut bir bağışına — «Allah'a yemin ede­rim ya Âişe bundan vazgeçer yahut onun tasarrufuna engel olurum.» dedi, Hazreti Âişe :

« Bu sözü o mu söyledi?» dedi. Ashab: «— Evet!» dediler. Hazreti Âişe dedi ki:

«—Onun bu hareketinden dolayı Allah için büyük adak olsun; ebe-diyyen İbni Zübeyir'le kelime konuşmayacağım.»

üzerine Hazreti Âişe'nin İbni Zübeyr'e dargınlığı uzayınca, îbni Zübeyr   (dargınlığı gidermek için)  Muhacirlerle   (Medine'ye hicret etmiş olan ashabla) şefaat diledi. Hazreti Âişe:

«— Vallahi bunun hakkında asla kimseyi şefaatçi kabul etmem ve ebedî şekilde adamış olduğum adağımı da bozmam.» dedi.

Bu olay Hazreti îbni Zübeyr üzerine uzayıp devam edince, îbni Zü­beyr, (Hazreti Âişe'nin ana tarafından akrabaları olan) Benî Zühre ka­bilesinde Misver ibni Mahreme ve Abdurrahman ibni'l-Esved ibni Yeğu^ ile konuşup, bu ikisine şöyle dedi:

«— Allah aşkına! Muhakkak Hazreti Âişe'nin evine gireceksiniz; çün­kü onun bana dargınlığına adağı, kendisine helâl olmaz.» Bunun üzerine Misver ve Abdurrahman, hırkalarını İbni Zübeyr'e sararak İbni Zübeyr'le (Hazreti Âişe'nin evine doğru) yöneldiler. Nihayet Hazreti Âişe'den izin isteyip şöyle dediler:

«— Selâm üzerine olsun; Allah'ın rahmeti ve bereketleri de... Girelim mi?» Hazreti Âişe:

«— Giriniz!» dedi. Onlar dediler ki:

«— Hepimiz mi girelim, ey müminlerin annesi?» Hazreti Âişe:

«— Evet, hepiniz giriniz!» dedi. Hazret Âişe, beraberlerinde İbni Zü-beyr'in bulunduğunu bilmiyordu. İçeri girdiklerinde, İbni Zübeyr hareme girip (teyzesi) Âişe'yi kucakladı ve ağlayarak ondan Allah aşkına barış dilemeğe koyuldu. Misver ile Abdurrahman da Hazreti Âişe'den Allah aşkına îbni Zübeyr ile konuşmasını ve itirazını kabul etmesini dilemeye başladılar. Bunlar şöyle diyorlardı:

«— Gerçekten sen biliyorsun, Peygamber (Saflallahü Aleyhi ve Sellem) dargınlıktan neyi yasakladığını ve bir müslümana, üç günden ziyade kar­deşine dargın kalmasının helâl olmadığını...»

Ravi şöyle demiştir :

«— Misver ile Abdurrahman vakta ki, uj armayı çok yapıp işin günah olduğu üzerinde durdular, Hazreti Âişe, onlara adağını hatırlatmaya baş­ladı ve ağlayarak şöyle diyordu:

«— Ben adak yaptım; adak ağırdır.» Onlar Hazreti Âişe'ye İsrara devam edince, İbni Zübeyr ile konuştu; sonra adağından ötürü kırk köle azad etti. Kırk köleyi azad ettikten sonra, geçmiş olayı hatırlar ve ağlardı, o kadar ki, göz yaşları baş örtüsünü ıslatırdı.»[781]

Hazreti Âişe ile Hazreti Abdullah İbni Zübeyr arasında geçen hâdisenin ebedî bir dargınlığa götürecek kadar büyümesi şu sebep­le izah edilebilir:

Abdullah   İbni   Zübeyr,   Hz.   Âişe'nin yeğenidir. Yani, kız kardeşi Hz. Esmâ'nın oğlu ve Hz. Ebu Bekir'in torunudur. Hz. A i ş e 'nin, Peygamber'den ve babası Ebu Bekir 'den sonra en çok sev­diği kimse yeğeni Abdullah Ibni Zübeyr İdi. Bu kadar sevilen bir kimseden edebe aykırı düşecek bir hareket beklenemezdi. Hz. Âişe -nİn cömertliği 280 sayılı hadîsle beyan edildiği gibi, ele geçirdiği şeyleri biriktirip İhtiyaç sahiplerine dağıtmaktan ibaretti, öyle ki kendisine bir şey ayırmadığı olurdu. İşte böyle aşırı derecede bağtşta bulunan teyzesinin hareketini Abdullah İbni Zübeyr kendince uygun bulmadığından ona yakışacak sözde bulunmamış ve ağır konuşunuş : «Ya bu bağıştan vaz­geçer, yoksa onun tasarrufuna engel olurum.» diye söz sarf etmişti.

Bir rivayette de, Hz. Âişe, kendine ait olan bir yeri satmıştı, Hz. Abdullah buna razı olmayıp, bu sözü kullanmıştı. İşte A b d u 11 a h 'in bu sözünü duyan Hz. Âişe haklı olarak hiddetlenmiş ve tam bu hiddeti üzerine büyük bir adakta bulunmuş. Hadîs-i şerifin başında adağın cinsi açıklanmamakla beraber, sonunda kırk köle azad etmesiyle keffaret öde­diği bu adağın önemini göstermektedir.

Abdullah ibni Zübeyr'in haksız davranışından dolayı onu te'dib için Hz. Âişe büyük yeminde bulunmuştu. Üç günden ziyade bir Müslümanın din kardeşine dargın kalmasının helâl olmadığını Hz. Âişe biliyordu. Sonunda şefaatçilerin İsrarları üzerine yeğeni ile konuşmuş ve hemen arkasından, yeminini bozduğundan keffaret olarak kırk kölo azad etmişti. Buna rağmen yeminin ağırlığını hatırladıkça ağlar, Allah Tealâ'dan merhamet dilerdi.

Hayırlı bir işi engelleyen yeminleri bozmak, yerine göre vacİb, müs-tahab ve mubah olur. Anlaşılıyor kî, Hz. Âişe'yi yeminini bozmaktan kaçındıran husus, adağının ağır oluşu İdi.

Bir taraftan barış için devamlı İsrar, diğer taraftan adak ve yemine sadakat, her ikisinin samimî ve yüksek hislere sahip bulunuşlarının ifadesi­dir. Allah her ikisinden razı olsun.[782]

 

(189) Müslümanın  Dargınlığı

 

398— Enes   îbni   Malik'den   rivayet   edildiğine   göre,   Resûlüllah şöyle buyurdu:

— Birbirinize karşı kin doğuracak hareketlerde bulunmayın, birbi­rinize hased etmeyin, birbirinize darıhp arka çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümana, üç günden ziyade kardeşiyle küs kalması helâl olmaz.»[783]

 

Bu hadîs-i şerifte şu beş hususa işaret edilmekte ve hükümlerin yerine getirilmesi istenmektedir:

1— Sevmek ve sevmeyip kin beslemek insanlarda yaratılmış tabiî has­letlerdir. Bunları doğuran sebepler vardır. İnsanlar arasında sevgi ve bağ­lılık esas olduğuna göre, bu sevgiyi bozacak her türlü hareketten sakınmak gerekir. Müslümanlar birbirlerine kin beslememeleri için, daha önceden kin ve düşmanlığı, hiddet ve kırgınlığı meydana getirebilecek olan söz ve ha­reketlerden kaçınmaları  icab eder. Bunun  için Müslümanlar kendi arala­rında edeble, ölçü ve hesapla hareket etmelidirler. Birbirini kırıcı davra­nışlardan kaçınmalıdırlar. Bunlar gözetildiği takdirde, karşılıklı sevgi mey­dana gelir ve kinleşmek ortadan kalkar.

2— Hased,  bîr  kimsenin  başkasında   bulunan   nimetin  yok  olmasını arzu etmesine denir. Bİr adamın haklı olarak elinde bulundurduğu nimetin ortadan kalkmasını dilemekten ibaret kötü bir huy olan bu hasedden Müs­lümanlar yasaklanmışlardır. Çünkü Müslüman, kendisine lâyık gördüğü bir şeyi Müslüman kardeşine de lâyık görür. Kendine hoş görmediğini de baş­kasına hoş görmez.

Hased, ister niyet olarak taşınsın ve ister hasedin gayesine ulaşmak için çalışılsın, her iki halde de günah ise de, hased uğrunda çalışmak daha zararlı ve günah bir iş olur. Ancak bir kimsenin niyyetinden hased geçer de, o adamın takvası kendini bu kötü halden alıkorsa, bu günah olmaz. Fa!<at acziyetİnden dolayı hased uğruna çalışamıyor da hased niyetini taşıyorsa, bu yine günahtır.

3— Birbirine arka çevirmek, yardımlaşmamak ve soğuk durmak, ica­bında dargın olmak demektir. Bu hareket de İslâm'ın emrettiği kardeşlik esasına aykırıdır. Müslümanlar birbirlerine tebessüm ederler, musafaha edip kucaklaşırlar ve yardımlaşırlar. Bunun aksi yapılınca, kardeşlik bağlan çö­zülür, soğukluk baş gösterir.

4— Hazreti Peygamber:

«— Birbirinizle kardeş olun!»

Buyuruyor.  Eğer yukarda  üç maddede sıralanan yasaklardan  kaçınılırsa, bunların neticesi kardeşlik doğar demektir. İşte kardeşliğin gerçekle­şebilmesi için yukarda anılan üç yasağı öğrenip bu yasanlara düşmemek şarttır. Kardeşlik meydana gelince de, gaye tahakkuk etmiş öiur; zira Cenab-ı  Hak :  «Müminler birbirleriyle kardeştir.» buyuruyor.

5— Üç günden fazla dargın kalmak helâl değildir. Konuşmamak müd­deti çoğaldıkça, aradaki soğukluk ve kırgınlık da çoğalır. Bazı söz taşı­malarla dargınlık adavete kadar gider ve her iki taraf için vahim neticelere sebep olabilir. Bu bakımdan beşeriyet icabı müminler arasında dargınlık olunca, üç gün içinde tefekkür edip barışma çarelerini aramalıdırlar. İlk selâm verip konuşan büyük mükâfatı almış olur. İki kimse arasındaki dar­gınlığı gidermek için diğer kardeşlerin elden gelen gayreti sarf edip barışı temin etmeleri bir vazifedir. Hadîs-i şerifte görüldüğü gibi, Hz. Abdul­lah Ibni Zübeyr ile Hz. Âise validemizin aralarını düzeltmek için Misver ve Abdurrrahman çok gayret harcamışlardır. Müslüman­lar birbirinden dargın bulunduğu müddet Allah onlardan razı olmaz. Müs­lümanların arası düzeltilmekle de büyük sevab kazanılır. Bir kimse dargın bulunduğu kimse ile konuştuğu takdirde maddî ve manevî bir zarara düş­mek ve hile ve fesadına kapılmak korkusunu taşıyorsa, bunun barışmasında bir fayda umulmaz. Bu takdirde uzak kalmakta beis yoktur.[784]

 

399— Ebu Eyyûb (El-Encarî) demiştir ki, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu :

«— Hiç kimseye, üç günden ziyade dargın durması helâl olmaz. Kar­şılaşınca biri öteye döner, biri beriye döner. Bunların hayırlısı selâm ile ilk söze başlıyandır.»[785]

 

400— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Birbirinize karşı kin doğuracak hareketlerde bulunmayın, dünya menfaatine rağbet edip de aranızda fesad çıkarmayın; ey Allah'ın kulları kardeş olunuz.»[786]

 

Manevî değer ve rabıtaları unutup maddeye kıymet vermelc ve mad­deyi her şeyin üstünde tutacak kadar dünyaya sarılmak, felâket sebepleri­nin baldır. Bir çlefa madde, manevî değerlerin üstünde tutulunca, şahsî menfaatleri, koruma ve egoizm hastalığı baş gösterir. Merhamet duyguları silinir, vurgunculuk ve istifçilik zihniyeti hakim oiur. Fırsatı ele geçiren, za­vallıyı ve zayıfı ezebüen ve bunları sömürmeye gücü yeten sözde kahra­manlar türer. Sınıf ayrılıkları ve zümre saltanatları baş gösterir. Nihayet cemiyet/İçinde meydana gelen birbirinden çok uzak s;hıf farklarının madde mücadelesi doğar. İhtilâller birbirini kovalar ve kuvveti eline geçiren mad-de,gücü ile cemiyet ferdlerini robot makineler haline getirir. Âhiret hayah ve hesabı unutulur ve unutturulur; dünyanın geçici zevkleri ebedîleştfrilir. Bunun sonucu da ebedî hüsran ve boşuna nedamet olur. Böyle b;r felâket­ten kurtulmak, Hz. Peygamberin hikmetli sözlerine eğilmek ve onlara top­luca sanlmdkla ancak mömkün olur. Cenab-ı Hak bu gibi felâketlere gö-töre.n- sebepleri giderme hususunda kalblerirhize anlayış ve hakka yörteiiş ihsan buyursun.[787]

 

401— Eries'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Salİaîlahü Aleyhi <t£SelleM) şöyle buyurmuştur:

«— îki kimseden birinin ilk işlediği günah, bunların arasını ayirmışsa, bu ikisi   Allah (Azze ve Çelle)   için yahut   İslâm için   sevişmiş değil­dir.»[788]

 

İki müminden birinin ilk işlemiş olduğu hata veya günahı bağışlamak ve onu örtmek İcab eder. İkinci defa vuku bulursa, bunu neden yaptığı sorulur ve kendisinden tekerrür etmemesi istenir. Bundan sonra aynı suç üzerinde ısrar ettiğini, vazgeçmediğini görürse onu muahezeye koyulur ve işin ciddiyet ve ağırlığına göre dargınlığa sebep olabilir. Yoksa iki kimse­den birinin işlediği bir suç, onların darılıp ayrılmalarına sebep oluyorsa, böyle kimseler Allah için, İslâm için sevişmiş değillerdir. Sevgileri basit menfaatlere dayanmış demektir. Allah için sevişenler, ancak Allah rızası bahis konusu olunca ayrı ve dargın kalabilirler.[789]

 

402— Hişam îbni Âmir El-Ensarî'den —Enes İbni Malik'in amcası oğlu olup, babası Uhud savaşında öldürülmüştü— rivayet edildiğine gö­re, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlemi'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

«— Bir müslümanın bir müslümanla üç günden ziyade dargın kalıp konuşmaması helâl olmaz; çünkü bunlar, dargınlıkları üzere devam ettik­çe haktan meyletmişlerdir. Bunlardan ilk şefkat gösterip dönenin diğerini geçmek suretiyle dönüşü, kendisine (günahına) keffaret olur. Eğer dar­gınlıkları üzere ölürlerse, ebedî olarak (uzun müddet) topu birden Cennet'e girmezler. Eğer biri diğerine selâm verir de bunun teslimiyet ve selâmını kabul etmezse, selâm verene Melek mukabele eder, (onun selâ­mını alır); diğerine ise Şeytan mukabele eder.»[790]

 

403— Hazreti Âişe'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlemfm. şöyle buyurduğunu anlatmıştır:

— (Ey Âişe!) Senin öfke ve rıza halini ben bilirim.»

Âişe demiştir ki, ben ona:

«— Bunu nasıl bilirsin, ya Resûlüllah?» dedim. Hazreti Peygamber:

— Sen memnun ve razı olduğun «aman şöyle dersin: Evet, Muham-med'in Rabbİ hakkı için. Öfkeli olduğun zaman da şöyle dersin: Hayır, İb­rahim'in Rabbi hakkı için.» dedi. Hazreti Âişe demiştir ki, ben de: «Evet!» dedim. Ben (öfkeli halimde) ancak ismini söylemem.[791]

 

Hz. A i ş e 'nin ahlâk ve ilim üstünlüğü çok yüksek olmakla beraber kadınlara has olan bazı, kıskançlıklar İcabı öfkelenip dargınlık alâmetleri gösterdiği diğer hadîs-i şeriflerde de beyan edilmektedir. Kadınların tabiî hallerinden sayılan bu hareketine karşı Resûlüllah Efendimiz ya sükût eder­ler, ya da hoş bir mukabele ile teskinde bulunurlardı. Bu da müminlere bir edeb dersidif.[792]

 

(190) Kardeşi İle Bir Yıl Konuşmıyan Kimse

 

404— E&y Hy:aş EliEslemî*.. Re^ülla^5£^teWL^taj*t vs» &//emf; 'in joyle buyurduğunu işitnjİştir:               

— Kardeşi ile îjir yit konuşmayan, onuij kamm akıtmış (onu öldürmüş) gibidir.>>[793]

 

Bir yıl kadar uzun müddet ısrar ederek kardeşi, ile ko.nuşmpyan.-ye ona dargın kalan kimsenin işlediği günah, o muinin karatesini lalıç ile öldürmesi hükmündedir. Jslâm.kardeşlerinin ne kadar _büyük, önem taşıdığı bu ağır hükümle açıklanmış bulunuyor. Dargınlığın ne kadar büypk bir zararı ve mes'uliyeti olduğu,meydana çıkıyor. Bu hadîs-i şeriften mecaz manası da aİınabîtîr:

"Kıhç/iki kimseden birini'yok etrriekfe aralarını âyırçfı'ği glbı/^yrİ kal-mök'tîa 'hhç ğibî iki kimsenin1 arasını ayırır ve münasebetfenni keser. Bun­lar birbirlerine kiyasla yok hükmünde oluclar. Buna sebebiyef'ver'.enler de şüphesiz günahkâr olurlar.[794]

 

405— îmran ibni Ebi Enes anlatmıştır ki, Eşlem kabilesinden, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlemyin .ashabından   bir   adam   Peygamber (Saîlallahü Aleyhi veSelferrirden kendisine rivayet edip,' şöyle demiştir:    «— Mümin kardeşle bir yıl konuşmayip dargın kalmak, onu öldür­mek gibidir.[795]

Ulıammed;ibn 'lrMünkedir ve Abdullah ribni:febi Attab meclislerin­de şöyle demişlerdir:                                                    Biz de bu hadîsi îmran'dan duyduk.[796]

 

(191) İki Dargınlar

 

406— Ebu Eyyûb El-Erisarî'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seit0m:) şöyle buyurdu:      

«— Bir müslUnjana üç günden ziyade kardeşi ile darılıp konuşma­ması helâl olmai; karşılaşırlar da fciri öteye döner, biri beriye döner. Bun­ların hayırlısı, selâm ile ilk söze başlayandır.»[797]

 

407— Hişam ibni Âmir'in şöyle dediği işitilmiştir:

— Resûlüllah  (SallaUohü Aleyhi ve Seitem)'in  şöyle  buyurduğunu  din­ledim:

«— Bir müslüman, üç günden ziyade bir müslüman kardeşine dar­gınlık edip konuzmaması helâl olmaz; çünkü bunlar üç günden çok dargın kaldıkları müddet, üç günün ziyadesinde haktan meyletmişlerdir. Bun­lardan merhamet edip ilk dönenin öne geçerek geçişi, kendisine (günahı­na) keffaret olur. Eğer bu dargınlıkları üzere ölürlerse, her ikisi de Cennet'e girmezler.»[798]

 

(192) Düşmanlık Etmek

 

408— Ebû Hüreyre, Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)'den ri­vayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Birbirinize karşı kin ve düşmanlık doğuracak hareketlerde bu­lunmayın, hasedleşmeyin; ey Allah'ın kulları kardeş olunuz.»[799]

 

409— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dQn riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— İki yüzlüyü, kıyamet günü, Allah katında insanların en kötüsü bulursun : Bu öyle bir kimsedir ki, şunlara bir yüzle ve bunlara bir yüz­le gelir.»[800]

 

İki yüzlü olmak en kötü hallerdendir; çünkü bir kısım İnsanlara bir yüzle ve bir kısım insanlara başka bir yüzle gelip İş ve hareketlere yalan ve riya karıştırmak Müslümanları aldatmaktır. Böyle hareketler insanlar arasına fesad sokar. Bunun için iki yüzlülük eden insan, insanların en kö­tüsü olarak vasıflanmıştır.[801]

 

410— Ebû Hüreyre demiştir ki, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:                                                                     

«— Zandan sakınınız; çünkü zan sözün en yalanıdır. Alış-verişleri-nizle birbirinizi aldatıcı hareketlerde bulunmayınız, birbirinizi çekeme-mezlik etmeyiniz. Birtirinize karşı kin doyuracak işleri yapmayınız. 0ün-ya menfaatine rağbet edip de aranızda fesad çıkarmayın. Birbirinize (dâ-rılıp) arkanızı çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz.»[802]

 

Bir gerçeğe ve deüte dayanmaksızın kalbe geien kuruntu ve İhtimal­lere zan denir. Meselâ; bir kimse hakkında elde mevcut kesin bir delil ol­maksızın onun hırsız olduğuna hüküm vermek veya onu böyle bir hareketle itham etmek. İnsanın hatırına çok şeyler gelebilir. Bu hatıra gelenlerden hiç kimse sorumlu olmaz. Ancak hatıra gelen ve bir delile dayanmayan hü­kümler üzerinde durarak onları açığa vurmak ve uygulamaya çalışmak, işte bu büyük günahtır. Çünkü bu gîbi halleri terk etmek kulun ihtiyarı da­hilindedir; fakat kalbe gelen hatıratı yok etme1; insanın elinde değrkJİr: Bunun için böyle hatırdan gelip geçen şeyler kötü dahi olsa İnsan onlardan sorumlu tutulmaz. Başkasına eziyet ve zarar verecek kötü zanlardan ka­çınmak lâzımdır.

Herkese iyi zan besliyerek teslimiyet göstermek de iyi bir tutum deöii-dir. Başkasının fenalığından ve tasallutundan korunmak için ihtiyat olarak kötü zan beslenebilir ve beslenmelidir. Aksı halde çok zarar ve hüsran çekmek mukadder olur.      .

Bir kimse hakkında zanna dayanarak amel etmenin zararını beyan eden Peygamber Efendimiz, zan için «Sözün en yalanı» dîye buyurmuştur; çünkü yalancı söylediği sözün derecesini bildiğinden onunla uğraşmaz ve kuruntular yapmaz ve boşuna vehimler arkasına takılıp, aldnnmaz. fakat zan sahibi, vehim ve kuruntularını kuvvetlendirmek için delil uydurmaya çalışır; böylece vakitlerini ve zekasını harcayarak zannıni ispata çalışır. Şeytan da, onun tehlikeli vehimlerini süsleyerek kuvvetli deliller halinde ona gösterir. Netice olarak evham hastalısına düşmeğe kadar'götürür. İste bu kötü akıbetten tiksindirmek ve kaçındırmak içindir ki, Peygamber Efendimiz zan hakkında : «Sözlerin en yalanı.» Diye buyurmuştur.

Neceş'den de Peygamber Efendimiz menetmîşlerdir. Mala rağbet ka­zandırmak ve onu geçerli kılmak için medihte bulunmak ve övmek Ne-ceş'dir. Böyle bir hareket ticarette mubah değildir. Malın vasıflarını, iyi ve kötü taraflarını olduğu gibi söylemek icab eder. Bunun dışında sırf övgüde budunmalc:ve mübalâğalı hareket etmek yasaklanmıştır,.Çünkü-.buncta bir nevi aldatma vardır:

Hasedlesmek ve birbirini- kıskanmak yine haram olan haHerdehdir. Başkasının elindeki nimetin yak olmasinr isteme hastalığıdır. Halfouki Müs* tuman kendisine yapılmasını istemediği bîr şeyi1,-ı kardeşi için de istemez. Yalnız zalim bir kimsenin zulmünden ve eziyetihdetv kurtulmak' için böyle bir zalİıtt'eliridek'î.İmkânların zevali jstdnebilhv 

Başkası elinde bulunan hSmeî gibi, kendisi, için de istemek ve bâşka-srnın'.nimetinin zevalini .arzu etmemek mubahtır; buna gıbîa'ıiemr, hased denmez.                                                                                              

Tenafüs ise, dünya menfaatlerine dalarak birbirine düşmek ve çekiş­mek düşmektir»'..Böyle; menfaat5 üğ,rund birbirine'g[!|erv(erin kuyyetljleri ;daİma zayıflara zulmeder ve onların hakkını çiğneyerek yer. Adalef kaybolur ve sevgilerine düşmanlıjç hüküm sürer. Amma'rTaaskasına tjîarpr yermeybcek çeküle; manevî deqerjer arkasında" kosma!< ve yarışmak yasak değil, bir fazilettir.[803]

               

411— Ebû Hüreyre'den rivayet' edildiğine^ ğore, Kesûİüllah  Aleyhi veSellem) şöyle buyurdu :           

«—-Pazartesi ye perşembe gülleri Cennet'jn kapıları açılır fre Allah'a hiç bir. şey ortak ko^jmafyan Tıer kul'fcağışlantr, kncaM Jtaî-ffeşi \\$\ kendisi arasında düşmanlık olan, kimse ' bağışlanmaz.   (Onlar için)  şöyle denir: Birbirleriyle barışın caya kadar İm ikisini bekletin.[804]

 

Müslim BiJin^riyûyetinfİB sofi'cümle uç defa tekrar .eclifraek sureti i|e zaptedilmiştir.. Diğer lâfızlarda "değişiklik yoktur.                               :

-' Erjl-i; Sünnet qkîdesindş Cennet ye Cehennem el'ân yaratılmış varlık­lardır. BöyJe olunca lıaftada iki defa kapılarının açılması mecaz değil, gerçek manâ taşır. Ayrıca bu Pazartesi ve Perşembe gpplerİnde mağfiretin çokluğg, bol sevab verilmesi ve mertebelerin yükseltilmesi manâları da alınabilir. Şirkten başka günahların bağışlanmasından maksad küçük gü­nahlar olduğu görüsü hakimdir, Küçük güntah işlememiş olanlardan, büyük günahların bağışlanabileceği de söylenmektedir.

Aralarında adavet bulunan kimselerden günah bağışlanmaz, tâ ki ba­rdırlar. Cenabı Hak Meleklere :

«— Bu kin besliyenleri birbirleriyle barışıncaya kadar bekletin.» Diye buyurur. Eğer barışmazlarsa, günahları bağışlanmaz, yalnız biri barışır da öteki kabul etmezse, barışçı bağışlanmış olur, diğerinin günahları bağışlanmaz.[805]

 

412— (97-s.) Ebu'd-Derda'nın şöyle dediği işitilmiştır:

«— Size, sadakadan ve oruçtan daha hayırlı olan şeyi söyleyeyim mi?

(Bu), iki dargının arasını düzeltmektir. Dikkat edin! Kin, kökten (sevabı) yok eder.»[806]

 

Burada da kin beslemenin büyük zararından ve dargınları barıştırma­nın büyük sevabından ve büyük bir hayır olduğundan haber verilmektedir. Böylece daha Önceki hadîs-i şerifler teyİd edilmiş oluyor.[807]

 

413— lbni Peyg&mlber^SaltaUah^ÂleytitveSeîlemyûen riva­yet ettiğine göre, Hasreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Üç şey kimde varsa, Allah Teâlâ dilediği kimseden, bunlardan başka günahları bağışlar: Allah'a ortak koşmayarak Ölen, sihirbazların arkasına düşmeyip de sihirbaz olmayan ve kardeşine kin beslemeyen kim­se...»[808]

 

Allah'a ortak koşmak, sihir yapmak ve Müslöman kardeşine kin bes­lemek büyük günahlardan sayıldığı için, bu günahları işlemeyerek ölenden diğer işlemiş olduğu günahlar bağışlanacağını Peygamber Efendimiz haber vermektedirler. Müslümanlar arasında düşmanlığın ve birbirine karşı kin beslemenin ne kadar zararlı ve büyük günah olduğu bu hadîs-i şeriften de anlaşılmaktadır. Bundan önceki hadîs-i şeriflere müracaat edilsin.[809]

 

(193) Selâm Dargınlığı Gidermek İçin Kifayet Eder

 

414— Ebû Hüreyre demiştir ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim :

«— Bir adama, üç günden ziyade bir müminle dargın durması helâl olmaz. Üç gün geçince mümin kardeşine gidip onunla karşılaşilaşarak selâm versin. Eğer (ikinci şahıs) «elamı alıp mukabele ederse, her ikisi de sevabda ortak olurlar. Eğer selâmı almazsa, selâm veren, dargınlık günahından kurtulur, (beriki günahı yüklenir).»[810]

 

Üç güne kadar Müslümanların birbiı*Teriyle-«kirgıh kolmdarma müsaa-Üç^gürv doluricay hemen' a'argınhğrgiü'ermek için daha öncdden  ilgisini "kestiği kaı'deşine uğramalc veömınld karşılaşarak selâm vermek icab eder. Selâm vermek dargınlığı gidermek için kâfi gelen bîr konuşmadır. Eğer bu verilen selâm, aynen geri-çevrilir ve kabullenilirse, dargınlık kalkmtş::olur,-ve^W İkisi de dargınlığı terk .etme ,sevabvnq-kavu-şunlar. Şayet selâm geri;çevrilmez ve kabulhepifmezse, seldıry venen günaha tpn kurtulur. SeJârorfllm^ayan üzerinde: de;gürjah kalır.[811]

 

(194) Gençler Arasında Ayrılık

 

415— (98.s.) Saİjm/JlMii ÂbâuUakİâiı^o'da faâWsındaîı.rivayet-.et­tiğine göre, "Hazrefr Ömer oğullarına şöyle buyururdu:

«Sabahleyin kalktığınız zaman (iş icabı) öteye beriye dağılıniz; bir evdectoplatmlayınız. Ç&ıkü ben, birbirinize darılmanızdan yahut ara­nızda bir fenalık çıkmasından korkarım.»[812]

 

Hz. öm'er' iRadfydilahuvmh) 'dan rivayet-edilen bo'hbber bize şunu öğretiyor:

Sabah öb'nta,Therk'ös bir'rş ve-vazife için evden ayrılıp çalışmalı ve möşgut blmölfdtr. Böyle çalışmaya ve'ise g'Srheyİp' de bîr arada 'bulunan gençler, ya aralarında münakcı'şü ederek birbirlerine köserler; yâ der < bir fenalık düşünürler. Müştereken bir fenalık İşleyebilirler. Bu gibi kötü ihti­malleri ortadan kaldırmak için Hz. Ömer Efendimizin tavsiyeleri ne gü­zel bir hareket yoludur. Hem zaman değerlendirilmiş olur; hefn.de fena­lıklar önlenmiş olur.[813]

 

(195) Bir Kimseye Kakheşi Danışmasa Bile Ona Yol Göstermesi   

 

416— Abdullah îbni Ömer'in; haltına ;kavuşaa Veh£ ibm . dan rivayet edilmiştir ki:

— Abdullah İbni Ömer, suyu- az bir yerde bir çobanla bir miktar koyun gördü; bir de bu yerden daha (suyu bol olma bakımından) güzel bir yer gördü. Bunda**.dolayı çobana şöyle dedi

—Vay yazik sâna, ey çoban! Koyunları çevir (şu suyu bol taraftı).Zira ben  ResÜlullah (Salhlktkü-Aleyhi Sellerhyin ' şöyle 'buyurduğunu İşittim:

«—Her çoban, sürüsünden sorumludur.» [814]

 

Yamlış yolda bulunan veya'çaresiz bir halde görülen bir kar­deşin danışması olmasa bile, onun haline va!<ıf olanın ikdz'eaTp/önû'ydr-djmda. bulunması.gerejcir. İşte. l;b-.n i Ömer/, çobanın şu ihjiyücı içinde bulunduğunu görmesi üzerine; rŞng daha elverişli, ve.;$uyu .bpl^bıCtskd; bir yer göstererek delâlette bulunmuş ve çobanın sorumluluğunu da hatırlat­mıştır. Müslümanlar daima',iİÖğYu ve iyi yoları btrbırİe'nne gösterip delâ­lette büfunrnalidırka'r. Ö'anışrtıa drniaİcsızın da bu yapılmalıdır.[815]

 

(196) Kötü Örnek Hoş Görülmez

 

417— îbni Abbas, Peygamber (Sallaiiahü A leyhi ve Seilem) 'den riva­yet ettiğüıe göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Kötü hal ile vasıflanmak bize uygun düşmez: Hibesinden geri dönen, kusmuğuna dönen köpek gibidir.»[816]

 

Hİbe, bir karşılık olmaksızın, bir malı başkasına bağışlamaya denir. Hibe karşılıksız bir bağış olduğundan, başkasına yapılan bu bağışı geri almak tahrimen rrfekrûhtur;^çünkü bunda' hasislik vd'lslâm vakarına yakış­mayan davranış vardır. Olgun insanlar buna tenezzül etmezler. Zaten yedi şey vardır ki, bunlar hibeden dönmeye ve yapılan bağışı geri almaya mani olurlar. Engel teşkil eden bu hususlar şunlardır:

1— Bir kimseye herhangi bir mal hibe edildikten sonra, hibe edilenin elinde kıymeti artmış olursa, bu mal geri alınamaz. Hibe edilen bir binaya ilâve yapılması, sıvanıp boyanması; veya hibe edilen kumaşın dikilip elbise haline getirilmesi gibi...

2— Hibe edilen mal teslim edildikten sonra taraflardan birinin vefat etmiş olması, o malın geri alınmasına engel teşkil eder.

3— Bir ivaz karşılığında yapılan hibeden de dönülmez. Meselâ; ken­disini ölünceye kadar bakıp beslemek üzere akarını başkasına hibe eden, bu hibesinden dönemez.

Bir kimseye hibe edilen malın, hibe edilenin elinden çıkmış ol­ması, hibeden dönmeye engel olur.

5— Zevci yy et hibeden dönmeye engel teşkil eder: Kocanın karısına ve karının kocasına yapmış oldukları hibeden dönmeleri caiz olmaz.

6— Bir kimsenin neseben mahremleri olan akrabalarına yapacağı hi­beden dönmesi olamaz. Böyle bir yakınlık hibeden dönüşe engeldir. Amca oğluna yapılan hibeden dönülebilir; çünkü amca oğlu mahrem değ i İdi f, yalnız neseben akrabadır. Amca oğlu ile evlenmek caiz ve mubahtır, yani arada mahremiyet yoktur. Yine süt kardeşe veya kayın valideye yapılan hibelerden dönülebilir; çünkü bunlar neseben akraba değillerdir.

7— Hibe edilen bir malın helak olması da, hibeden dönmeye engel olur. Meselâ; hibe edilen bir mal, hibe edilenin elinde yansa, kaybolsa veya herhangi bir şekilde mahvolsa, bu malın kıymeti geri alınamaz.

işte bu yedi halin dışında hibe edilen bir mal geri alınabilirse de, Hanefî mezhebine göre tahrimen mekruhtur. Hz. Peygamber Efendimizin buyurdukları gibi :

«— Hibesinden dönen, kusmuğuna dönen kelp gibidir.» Bu ağır itham karşısında mecburiyet halleri olmadıkça, hibeden dö­nülmemelidir.[817]

 

(197) Hile Ve Aldatma Hakkında

 

418— Ebû Hüreyre demiştir ki:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Mümin sal iyi kimsedir; münafık (kâfir) ise, hilekâr kötü kim­sedir.»[818]

 

Gerçek mümin dünya menfaatine önem vermediği ve hırs peşinde ol­madığı için tecrübesi az olur ve herkesi de kendi gibi; zannederek hareket eder. Bunun için saf ve hilesiz hareket.eder. Bunun neticesi olarak da dai­ma aldanır.'- Daho.-ziyade âhirete taallûk eden işlerde ve Allah'ın rızası gözetilmesi jcab eden yerlerde ihtiyatlı ve sağlam hareket eder. Halbuki samimiyeti olmayan,.Allahdan korkmayan kötü ruhlu nsanlar dünya men­faatine kıymet verirler ve .karşılarındaki saf müminleri iki yüzlülükleri ije, çeşitli yalan ve fitnelerle aklatırlar, kendi hasis gayelerine hizmet.ettirirler.

Ğırr, iki yüzlü Qtmayqn, hilesi bulunmayan, saf kimseye denir. İşte mü­min böyle olur.                                          

Habb, hHekâr>- dubaracı, oynak kimseye denir. Bu vasıf da münafık, facir ve kâfirlerin vasfıdır.[819]

 

(198) Sövmek

 

419— İbni Abfe^cl^n rivayet edildiğime gÖres şöyle, deapiştir :

— Resûlüllah (SaUatlahü Aleyhi ve SeÛemyin zamanında iki adam ara-sınçla sövme bldıj. Btınlardan biri sövdü, diğeri sustu; Peygamber (Sallallahü Âleyhkpe Se2tem); de oturuyordu. Sonra diğeri (sövülen adam) aynı sözü geri çevirdi   (sövene iade etti). Bunun üzerine  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı (meclisten gitti), Hazreti Peygamber'e, niçin kalktın? diye 3orul,d«. Peygamber şöyle buyurdu :            

«— Melekler kalktı, ten de onlarla beraber kalktım. Bu sövülen, sü­kût ettiği müddet, melekler tuna sövene, sözünü geri çeviriyorlardı. Ne zaman ki bu adam, şovenin sözünü geri çevirdi, melekler kalktı (gitti).»[820]

 

Sibab : Bir kimseyi ayıplamaya, ırzına tecavüz etmeye ve kötü söyle­meye denir. Bir Müslümanın din kardeşine böyle tecavüzde bulunması ona zulmetmektir, onu incitmektir. Bir kimseyi incitmek ise yasaktır. Böyle bir harekete muhatab olan, aynı sözü geri çevirmek hakkına sahiptir; bununla beraber susar ve mukabele etmezse daha büyüklük göstermiş olur ve de­recesi yükselir. Sustuğu müddet melekler onun yardımcısı olur; fakat mu­kabele edince melekler aradan çıkar, yardımcı olmazlar. Cenabı Hak şöyle buyuruyor:

«KötUlUğün cezası, ona denk bir kötülüktür; fakat kim bağışlar ve (kendisi ile hasmı arasını) düzeltirse, onun mükâfatı Allah'a aittir. El­bette Mı»h halimleri sevmeze» (Şûra Sûresi, Âyet: 40)

Âyet-i kerîmeden de anlaşılıyor ki, bir fenalığa ancak misli ile muka­bele edilir. Bununla beraber kim mukabele etmez ve bağışlarsa, hasmı İle arasını düzeltirse, Allah katında İiüyük sevaba nail olur. Birinci hareket avam tabakasının hareketi ve İkincisi de seçkinlerin hareketi olur.

Ebu Davud bu hadîs-İ şerifi daha geniş olarak ve Hz. E b u Bekir   üzerine cereyan etmiş bir vak'a olarak tesbit etmiştir.[821]

 

420— (99-s.> ÜmrmVd-Derdâ'dan rivayet edildiğine göre, bir adam kendisine gelip şöyle dedi:

— Bir adam, Abdülmelik'in yanında sana dil uzatmıştır. Ümmü'd -Derdâ şöyle cevab verdi:

«— Bizde olmayan bir şeyle ayıplanmamız mı, bizde olmayan şeyle ne kadar övüldük...»[822]

 

Ömmö'd-Derda, ashabı kiramın hanımlarından olup, takva ve fazileti ile şöhret bulmuştur. Kocası Ebu'd-Derda 'dan daha ön­ce, Hz.   O s m a n  'm hilâfeti zamanında Şam'da vefat etmiştir.  İsmi Hayre 'dir. Ümmü'd-Derda E! Kübra diye-maruftur. Peygamberimizden ve kocasından hadîsler ezberlemiş ve kendisinden de, tabiîn'den Meymûn ibni Mihran, Safvarr ibni Ab­dullah ve Zeyd ibni Eşlem gibi şahsiyetler rivayet et­mişlerdir.

Ümmü'd-Derda hazretlerini ayıplayan ve onu küçük düşüren adamın sözlerine, Ümmü'd-Derda 'nın önem vermeyip geçmesi ve herhangi kötü bir mukabelede bulunmayışı, derecesinin büyüklüğüne ve ol­gunluğuna delâlet eder. Bu sabrının mükâfatını Cenab-ı Hak verecektir.[823]

 

421— Kays'dan rivayet edildiğine göre, Kay s demiştir ki:

   Abdullah (İbni Med'ud) şöyle buyurdu:

— Bir adam arkadaşına, sen benim düşmanimsm, dediği zaman;(bı lardan biri İslâm'dan çıkmıştır; yahut arkadaşından beri kalmıştır. Kays demiştir ki:

  Bundan sonra Ebu Cuheyfe, Abdullah'ın şöyle dediğini bana haber verdi:

  (Bu dargınlardan) tevbe eden müstesnadır, (o kurtulmuştur).[824]

 

Bİr kimseye düşmanımsın demek, çok ağır bir ithamdır. Bir Müslümana düşman ancak kâfirler olur. Böyle bir niyyetle söylendiği zaman, eğer mu-hatab olan kâfir durumunda değilse, söyleyen kâfir olur; yani küfür işlemiş kadar günahkâr olur. Bunların kurtuluşu ancak tevbe etmeleriyle müm­kündür.[825]

 

(199) Su Vermek

 

422— (101-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, îbni Abbas şöyle demiştir:

— (Ravilerden Leys şüpheye düşerek: «Zannediyorum ki, İbni Ab­bas bunu Peygambere kadar yükseltmiştir», der.) :

«— İnsanoğlunda üçyüz altmış organ, yahut kemik, yahut mafsal var­dır. Bunlardan her biri için her gün bir sadaka var: Her iyi söz bir sa­dakadır; insanın kardeşine yardım etmesi :bir "sadakadır; su verdiği bir içim su sadakadır; yoldan eziyet veren şeyi gidermek bir sadakadır.»[826]

 

İnsan bir günah İşlediği zaman onun cezasını ve azabını organların hepsi birlikte çeker ve elem duyarlar. Buna karşılık da yapılan en küçük sevab ve iyiliğin mükâfatını yine azaların hepsi müşterek olarak kapanırlar ve bundan manevî haz alırlar. İyi ve hoş bir kelimeden tutun da bir yudum su vermeye kadar her hareketin bir sevabı olmakla, insan vücudunun bü­tün organlarına intikal eder. Burada ravİ şüphe etmektedir:

«— Ya üçyüz almış organ, ya kemik veya mafsal...» demektedir. Sayı verilmesi, insandaki cüzlerin ve kemiklerin fazla olmasına ve sevabın hep­sine geçeceğine işaret içindir. Tıb ilmi bakımından tam üçyüz kemiğin ol­ması icab etmez. Sonra kemik ve aza sayıları itibarî olduğu için, değişik sayılar elde edilebilir. Meselâ; kafa kemikleri, kafatası ve çene kemikleri diye kısımlara^ aynlabıldiği gibi, çene kemiklerindeki dişler de ayrı parça­lar olarak sayılabilir. Böyle itibarlara göre de sayılar değişik olur.[827]

 

(200) Sövüşen İki Kimsenin Söylediklerinin Günahı İlk Başlıyandır

 

423— Ebû Hüreyre, Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Se/temj'deıı riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Sövüşen iki kimsenin söyledikleri sözün günahı, sövülen (maz­lum) hududu aşmadıkça, ilk söze başlayan üzerinedir.[828]

 

İlci kişi arasuida meydana gelen s-öş/üşmeden doğacak olan söze başlayan üzerine vaki olur; sövülen kimse, sövene fazlasiyle iade et­mediği ve yalnız kendine söyleneni geri çevirdiği takdirde... Şayer ikinci şahıs ziyade ederse, günahta ortak olurlar, her ikisi de aynı günahı işlemiş olurlar; fakat İkinci şahıs affeder ve bağışlar, susarsa bunun ayrıca sevabı olur, Allah Tealâ mükâfatını verir.[829]

 

424— Enes, Hazreti Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellemyden riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

— Sövüşen iki kimsenin söyledikleri sözün günahı, mdttlunv durum­daki sövülen tecavüz edinceye kadar, ilk söze başlayan üzerinedir.»[830]

 

425— Yine Peygamber (Salîallafıü Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurdu: «— Bühtan nedir, bilir misiniz?» (Ashab)  dediler ki:

— Allah ve onun Resulü daha iyi bilir. Peygamber: «— İnsanların arasını bozmak için, bir kısım insanlardan bir kısmına sözü nakletmektir.» buyurdu.[831]

 

426— Ve yine Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem} şöyle buyurdu:

«— Allah (Azze ve Celle), l.irHrinize tevazu edesiniz ve birbirinize tecavüz etmeyesiniz diye bana vahyetti.»[832]

 

Tevazu : Hiç kimse özerine kendini üstün görmemek, başkanı katında kendinde bir hak bilmemek ve Allah'ın kullarına merhametli olup, Cenab-i Hakkın emirlerine daima boyun eğmek tevazudur. Buna alçak gönüllülük de denir. Tevazu, kibrin karşılığıdır. Büyüklenmek ve kendinden üstün kim­seyi görmemek ve beğenmemek, daima kendine hürmet edilmesini istemek çok kötü bir ahlâktır. İnsanı Allah'a İsyana ve küfre kadar götürür tehli­keli bîr hastalıktır. İnsanlar arasında da şerefi düşürür, hoş karşılanmaz, nffret kazandırır/Tevazu ise,insanı yüj(^BJ^4*^^rhürmet-kazarfdırır. Allah katında da tevazu sahibi makbul olur.                                  

Bir de horluk ve dalkavukluk vardır ki, bu bayağı ve adi bir hareket­tir. Bazı nefsanî arzulara ve menfaatlere kavuşmak İçin şahsiyeti yok ederek başkasına yaltaklanmak ve ona boyun eğmek, yapmacık sadakat hareket­lerinde bulunmak hastalığıdır. Bu kötü huy, insanın şahsiyet ve vakarını yok eder, insanı bayağılaştınr ve hasîs duruma sokar.

İyi ve makbul olan tevazu şudur: Allah'ın emirleri bahis konusu olduğu zaman onlara sarılmak ve onları yerine getirmek, yasaklan ile karşılaşıl­dığı zaman da onlardan sakınmak. Allah'ın emir ve yasaklarına böyle ria­yet etmeyen, Allah'a kulluktan kaçmış olacağı için, kendinde bir nevi kibir var demektir. Allah'ın emirlerini yerine getirmemek, ona boyun eğmemek­tir. Bu bakımdan kibir alâmeti vardır. Allah'ın emir ve yasaklan çerçeve­sinde kullarla münasebette bulunmak, kullara karşı da tevazuun ifadesi olur. Nefsanî his ve arzular kabarıp da insan kendinde bir azamet ve varlık duyunca, Allah'ın kudret ve azametini jdüşüfterefc "kendi mevkiini tayin et­meli ve tevazu yolunu tu+maJithr. Bir hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi :

«— Mütevazı olanı Allah yükseltir ve büyüklenenİ de Allah küçültür.»

İşte Allah katında derece kazanmak ve insanlar arasında makbul ol­mak için tevazu yolunu seçmelidir.[833]

 

(201) Sövüşenler Şeytandandırlar» Saçmalarlar Ve Birbirlerine Yalan Söylerler

 

427— İyaz'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Adam bana sövüyor. Peygamber (Salîalîahü A leyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:  Sövüşenler şeytandırlar, saçmalarlar, ve birbirlerine yalan söyler­ler.»[834]

 

İki kişi arasında kızgınlık ve öfke meydana gelir de karşılıklı olarak sövülmeye başlarlarsa, itidal ve irade ortadan kalkar; insana aklı değii, nefsi hakim olur. Nefis şeytanın emrinde hareket ettiğinden^ artık bu iki kimse şeytanlık yaparlar. Yani birbirlerine fenalık ve kötülük işlerler, söy­ledikleri sözün farkında olmazlar, birbirlerine iftira eder ve yalan söylerler. Bu duruma düşmemek için kötü söylemekten daima kaçınmak ve kötü söy­leyenlere mukabelede bulunmamak, hiç olmazsa söylenenden ziyade et­memek gerekir.[835]

 

428— İyaz   îbni   Hımâr'dan   rivayet   edildiğine   göre,   Resûlüllah şöyle buyurdu :

«— Allah, bana, tevazu edesiniz diye vahy etti; öyle ki biriniz diğe­rine tecavüz etmesin ve hiç kimse de diğeri üzerine öğünmesin.»

Ben de dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Bana bildirir misiniz, benden daha noksan olan bir topluluk içerisinde eğer bir adam bana sövse de ben ona sözünü geri çevirsem, bunda bana günah var mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Sövüşenlerin her ikisi şeytandır, saçmalarlar ve birbirlerine yalan söylerler.»[836]

 

428— (Mükerrer) Iyaz şöyfe deniştir:

— Mekke'de (Haremde) Resûlüllah (Sallaliakü Aleyhi ve Sellem) ar­kadaşı idim. Sen henüz Müslüman olmadan Önce ona bir dişi deve-hediye ettim de, onu kabul etmedi ve şö'^le buyurdu:

«— Ben müşriklerin bağışından hoşlanmam.»[837]

Müşriklerden hediye kabul edip etmemek hususunda ayrı ayrı hadîs-İ şerîfler vardır. Bunlar şu şekilde izah edilmektedir:

Bir dostluk ve sevgi kazanmak maksadıyle müşrikler tarafından veri­lecek hediyeleri Hz. Peygamber kabul etmemişler; fakat bir ünsiyet kurma!; mafcsodı ile veya bir maslahat gözetilmek kaydı ile kabuT etmişlerdir. Ya­hut putlara tapan müşriklecçlen katml- cimememİşler; ehl-i kitabdan kabul buyurmuşlardrr diye Wvefh yapılmaktadır.[838]

 

(202) Müslümana Sövmek Fasıklıktır

 

429— Sa'd İbni Malik'den; o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Müslümana sövmek fâsıklıktır.»[839]

 

Ftsk, iyi halden çıkıp kötü duruma düşmeye denir. ster insanda bulu­nan bîr ayıpla olsun ve ister ondlr bulunmoyan bir ayıpla olsun, onu kötü­lemek ve ayıplamak, ona dövmektir. Böyle çirkin bir hareketin doğurduğu 'rafite de fasıkltktır, bayağı ve günahkâr duruma düşmektir. İslâm'ın ahlâk çerçevesini kırmak ve dışarı çıkmak olur. Tevbekâr olup helâllaşmayanlar âhirette cezalarını çekerler.[840]

 

430— Enes'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Satİailahü Aleyhi ve Selle/h) kötü söz söylemezdi, lanet okumazdı ve sövü-cü de değildi. Öfkeli zamanında şöyle derdi:

«— Ona ne oluyor? Alnı yete sürünsün.»[841]

 

Metinde geçen «Tdribe cebîmjhu» Arapçada bir deyimdir. Lügat ba­kımından, dini topraklansın demek İse de, yüzükoyun yere düşsün manâ­sına gelir. Hoşlanılmayan kimse aleyhine kullanılan bir sözdür. İşle Hz. En es'in rivayetlerinden anlaşılıyor kİ, Resûlüllah Efendimiz hiddetli an­larında dahi yüksek ahlâk ve meziyetlerini korurlar ve ancak bu deyimi kullanırlardı, Bir hadîs-i şeriflerinde buyurdukları gibi :

— Babayiğit, insanları yenen değil, öfkesini yenendir.»

Olgunluk ve kemal buradadır.[842]

 

431— AbduIIah'dan, o da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etmiştir:

«— Müslümana sövmek fa sıklıktır ve onu öldürmek küfürdür.»[843]

 

Möslümana sövmenin fasıklik olduğuna dair hadîs-i şerif 429 sayıda geçmişti. Burada Müslümanı öldürmenin küfür olduğu beyan buyuruluyor.

Bir Müslümanı öldürmek haramdır. Böyle kesinlikle haram olan bir işi helâl kabul ederek işlemek küfür olur, İslâm dininden çıkmayı gerektirir. Bir de bir Müslümanı, mümin vasfından dolayı, yani Müslüman inancında bulunduğu gerekçesiyle öldürmek yine küfürdür; çünkü bir mümini ancak kâfir öldürür. Bu gibi maksatlar dışında bir Müslümanı öldürmek haram fiil olur, böyük günahlardan sayılır; fakat küfür olmaz. İşin manevî sorum­luluğunun büyüklüğünden ve böyle hareketlerden sakınmaya teşvik bakı­mından küfür lâfzı İle ifade edilmiştir.[844]

 

432— Ebu Zer'den işitildiğine göre, şöyle demiştir: — Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu din­ledim :

«— Bir adam, bir adama (taşkınlık yaparak) söa atmasın; ona küfür sözü atmasın (kâfir demesin). Böyle yaparsa, arkadaşında küfür bulun­madığı takdirde, küfür kendisine döner.»[845]

 

Allah'ın emrinden dışarı çıkarak bir kimseye ağır ve kötü lâflar söyle­mek -ve atmaktan Hî. Peygamber müminleri alıkoyuyor. Buna dili alıştır­mamak ve daima tatlı söz söylemek yolunu seçmelidir. Sözlerin en ağırı, başkasını küfürle itham etmektir. Bundan son derece kaçınmak icab eder,-öyle kİ, küfür isnad edilen şahısta bu vasıf yoksa, o küfür vasfı söyleyene döner de onun vasfı olur.

Bir kimse gerçekten kâfir bile olsa, ona böyle bir isnad yapıldığı za­man, söyleyene bu sözün vasfından bir şey dönmez; fakat günahkâr olur. Çünkü bunu söylemekle karşısındakine eziyet vermiş;'OffCf'töhkîr''etrtt'fş, in­sanlar arasındaki mevkiini ayak altına almıştır. Böyle bir hareket kâfiri, küfrü üzerinde ısrara, kızgınlığa ve sertliğe götürür. Halbuki Müslüman, tatlı ve yumuşak söz ve hareketlerle, örnek olacak davranışlarla küfür yo­lunda bulunanların kalblerİnİ çevirmek görevi altındadır, irşat yolu budur. Nefret kazandıracak tutumlara asla baş vurmamalı, şuna buna sövüp say­ma suretiyle sokak ve kürsü kahramanlıkları yapılmamlıdır. Hele cemiyet İçinde mevkii düşük olanın yüksek mevkİdekilere pervasızca saldırması, hiç bir zaman fayda sağlamaz, zarar getirir. Her şeyden önce insanlara örnek olacak ahlâka sahip olmalıdır. Buna muvaffak olunduğu gün cemiyet kur­tulur. "Aksi halde anarşi ve nifak olur.[846]

 

433— Ebu Zer'den aynı senedle rivayet edildiğine göre, Ebu Zer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in şöyle buyurduğunu dinlemiştir:

«— Bir kimse 'bilerek babasından başkasına intisabı iddia ederse, küf­retmiş olur. Kim de mensubu bulunmadığı bir kavme intisabı iddia eder­se, Cehennemdeki yerine hazırlansın; ve bir kimse bir adama küfür isnad eder yahut:

— Ey Allah'ın düşmanı, der de onda bu hal yoksa, söylediği söz ken­dine döner.»[847]

 

Bu hadîs-i şerifle üç fiilin vahim neticeleri beyan buyurulmuştur:

1— Bildiği halde, babasından başkasını baba  kabul etmek ve onu baba edinmek : Burada yalana baş vurarak faydalanmak vardır ki, bu ha­ramdır. Bir kimsenin malına, şerefine ve ilmine rağbet gösterip, ondan men­faat temin etmek maksadı ile başvurulacak bir sahtekârlık yoludur. Allah Tealâ'nın verdiği meşru bir babayı ve böyle şerefli bir nimeti inkâr olur. Yahut yalanı helâl kabul ederek başkasını baba edinmek niyyetİni taşı­yorsa kâfir olur. Her halde böyle kötü davalarda bulunmak günahtır, te­vessülü dahi düşünülmemelidir.

2— Mensub olmadığı,bir kavme intisabı iddia etmek: Bu da aynen babastndan başkasına intîsab iddiası maksat ve neticelerini taşır. Böyle bir fülİ işleyen tevbe etmeksizin ölürse, Cehenneme girmeden Cennet'e giremez.

3— Adam kâfir veya Allah'ın düşmanı olmadığı halde ona, kâfir veya Allah'ın düşmanı diyene, söylediği söz avdet eder: Buna dair açıklama 432 nolu. hadîs münasebetiyle geçmişti.[848]             

 

434— Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından biri olan Süleyman tbni Sured'den işitilmiştir; adam şöyle anlattı :

  Peygamber  (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında iki adam sövüş­tü. Bunlardan biri hiddetlendi. Hiddeti o kadar taştı ki, yüzü şişti ve şekli değişti. Bunun üzerine Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

*— Ben bir söz biliyorum ki, eğer onu, (bu hiddetlenen adam) desey­di, içinde bulunduğu hal kendisinden giderdi.» buyurdu. (Peygamberin yanında bu sözü duyan) adam, o hiddetlenene gidip Peygamber (Sallatttöıü Aleyhi ve Sellem)'in sözünü haber verdi ve şöyle dedi:

  Allah'ın rahmetinden kovulmuş Şeytan'dan Allah'a sığın = Eûzü Billahi Mineş'Şeytani'r-Racîm, diyerek Allah'a sığın.

Öfkeli adam:

  Bende hiddet mi zannediyorsun, ben deli miyim? git, dedi.[849]

 

Öfke, kalbten kaynayarak vücut dışına sıçrayan bir haldir ki, bunun zıddı hilimdir = yumuşak huyluluktur. öfke makbul olmayan bir haldir; hilim İse güzel ahlâktır.           

öfkenin sebebi, kenatnden'*âsa$ mayaçak bir hareketin ortaya çıkışıdır. Öfke tesirini dışarda gösterir, zarar» çok kere başkasına ve kendine olur. Bir de hüzün vardır ki, kendinden üstün gördüğü adamdan, kendine reva görmediği kötü bir hareketin vu­kuundan meydana gelir. Hüzün vücut dahilinde kalır, dışarı sirayet etmez. Onun için zararı içedir, hüzün sahibini öldüren bir zehirdir.

öfke ve hüznün zararından korunmak için, daha doğrusu bunları en­gellemek için, bazı tedavi usulleri vardır. Bunların başında, Şeytan'ın şer­rinden Allah'a sığınmak gelir. Peygamber Efendimiz bunu tavsiye buyur­muşlardır. Zİra öfke, Şeytan'ın dürtüşü ile meydana gelen ve her iki tarafa zarar veren bir haldir. Bundan korunmak ise, ancak Allah'a sığınmakla olur. Allah Tealâ hatırlanınca, ona itaat husule gelir, nefsin ve Şeytanın arzuları yenilir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

«— Eğer seni şeytan tarafından bir dürtüş Öfkelendirirse (haktan çe­virirse) Allah'a sığın, (istiaze getir).»[850]

Öfkelenen kimse, öfkesini yenmek İçin, bir halden başka bir hale dön­melidir. İş yapıyorsa bırakmalı, boş duruyorsa çalışmalıdır, öfkenin doğu­racağı zarararı hatırlamalıdır. Kusurluyu bağışlamanın sevabını düşünerek sevaba rağbet etmelidir. Kazanılan teveccühün öfke sebebiyle nefrete dö­neceğini hatırlamalıdır. Bu tedavi usullerine baş vurulduğu takdirde öfke önlenmiş olur.

Hadîs-i şerifte zikri geçen adamın Hz. Peygamber in tavsiyesini kabul etmeyişi İki sebebe bağlanabilir:

1— Kendi zannınca Ntifgejmcdk cinnet derece£İnc|i8jı;i taşkınlıklara karşı yapılır. Kendisjj}#İ3 ^öyjjejjir .taşkınlık hissetmemistİr^y^bunun için de istiazeye lüzum görmemiir.

2— Adamda nifak alâmeti bulunduğundan, öfkeli halinde :Hz. Pey­gamberin tavsiyelerini kabul etmemiş olmak ihtimali vardır. İnanç yönün­den Peygamberin sözünü kabul etmemek küfürdür.[851]

 

435— (102-s.) Abdullah'dan :

— İki müslüman yoktur ki, bunlarla Allah arasında bir perde (muhafaza) olmasın. Bunlardan biri, arkadaşına dargınlık sözü söyleyince, Al­lah'ın perdesini yırtmış olur, (artık korunmaz). Bunlardan biri diğerine":

«— Sen kâfirsin!» derse, ikisinden biri kâfir olur, (muhatab gerçek­ten kâfir değilse, söyliyen kâfir olur).[852]

 

Bu haberden anlaşılıyor ki, birbirine sadık kalan ve birbirini incitme­yen iki Müslümanın, bu hal üzere bulundukları müddet koruyucuları Altâh Tealâdır. Eğer bunlardan biri hududu aşar ve arkadaşını gücendirecek sözde bulunursa, Allah muhafazasından d işarda kalırlar ve birbirleriyle uğraşarak cezalarını çekerler.[853]

 

(203) İnsan Sözünü Belli Kimselere Tevcih Etmemelidir

 

436— Mesrûk'dan rivayet edildiğine göre, Hazreti Âişe'nin şöyle bu­yurduğunu anlatmıştır:

— Peygamber (Sallallahü A'.cyhi ve Selle m) bir iş yaptı ve o işin işlen­mesine ruhsat verdi. Bundan bir kısım müslümanlar kaçındılar, (onu yap­madılar, zanlarınca takva yolunu seçtiler). Bunların tutumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletnje ulaştı. Bunun üzerine, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hitabette bulunup Allah'a hamd etti; sonra şöyle bu­yurdu :

«— Bazı kimselere ne oluyor, benim yaptığım şeyden kaçınıyorlar,  (onu yapmıyorlar)? Allah'a yemin ederim, ben Allah'ı o kimselerden daha iyi bilirim ve onlardan daha çok Allah'dan korkarım.»[854]

 

Peygamber in yapılmasına izin verdiği bir işi, ashabdan bîr kısmı yap­maktan sakındılar ve zannettiler ki, onu işlemek kemal derecesine aykırıdır. Ramazan gecelerinde hanımlariyle buluşma ruhsatını, kemale uygun bul­madılar. Bunu öğrenen Hz. Peygamber metindeki hutbeyi İrad etmişler ve zevcelerinden ayrı kalanların kişiliklerini belirtmeyerek konuşmuşlardır. Yüksek ahlâkları icabı, kendilerine ulaştırılan bîr haber dolayısiyle ilgili şahsı hiç bir zaman karşılarına alıp konuşmadıklarını, tariz yolu ile İfade ettiklerini Hz. Âişe haber vermektedir. Şahısların ismini vererek ikazda ve İhtarda bulunmak, ilgiü şahısların kırılmasına ve incinmesine yol aça­cağı İçin, Peygamberimiz, böyle bir harekette bulunmazlardı; insanları yüz­lerine karşı ayıplamazlardi. Allah'a ibadet ve İtaat gibi, dinî mevzulardaki noksanlıkları ikaz ederek düzeltirlerdi.[855]

 

437— Enes'deiTrivayet edildiğine göre» şöyle demiştir: — Peygamber (Saltaliahü Aleyhi ve Seltem), insanda hoşlanmadıkları bir şeyi görünce onu karşılarına almazlardı, (ona hitap ederek mahcup bı­rakmazlardı). Bir gün bir adam Peygamberin yanına girdi, üzerinde za-feran sanlığı izi vardı. Adam kalkınca, (işine gidince) Peygamber asha­bına şöyle dedi:

«— Keski bu sarılığı ve kokusunu gidereydi, yahut izini çıkara ydi.»[856]

 

Peygamber Efendimiz, huzurlarına gelen adamın özerinde bulunan zaferan lekesiyle kokusundan hoşlanmadıkları halde ona, yüzüne karşı git, temizlendikten sonra gel, dememişler; ancak adam ayrıldıktan sonra haÜnden hoşlanmadıklarını ifade buyurmuşlardır. Bununla beraber, E bu D a v u d 'un rivayetinde, adamo :

«— Git, temizlendikten sonra gel.»

Şeklinde tesbit edilmiştir. Böyle olunca, yüze karşı söyleyişleri nadir olan hallerden biri sayılır.[857]

 

(204) Kendi Teviline Göre Başkasına Ey Münafık Diyen Kimse

 

438— Ebu Abdurrahman Es-Sülemî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Hazreti Ali (Radiyallahu anh) 'in şöyle dediğini dinledim:

  Ben ve Zübeyr: İbnu'l-Avvam ikimiz de atlı olduğumuz halde, Peygamber (SallaliahüAleyhi ve Sefam),, bizi   (Mekke'ye   doğru)   gönderip dedi ki:

— Gidin, tâ falan bahçeye ulaşıncaya kadar... Orada bir kadın var­dır ki, kendisinde Hatıb İbni Ebi Belta'a tarafından Mekke müşriklerine yazılmış bir mektup var. (O mektupla Mekke'yi feth edeceğimizi müş­riklere haber vermektedir.) Onu bana getirin.»

Ona, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vasfettiği şekilde bir de­ve üzerinde giderken kavuştuk. O kadına dedik ki:

  Beraberindeki mektubu ver. O :

  Bende mektup yoktur, dedi. Biz, kadını ve devesini aradık, (bu­lamadık). Arkadaşım dedi ki:

  Bilemiyorum, (ne yapalım). Ben dedim ki:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hata. etmemiştir^ Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, muhakkak surette (ey ha­nım), senin elbiselerini çıkaracağım, yahut mektubu çıkarırsın.

Bunun üzerine kadın, giydiği yün şalvarının kemerine eliyle abanarak mektubu çıkardı. Biz de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e döndük. Hazreti Ömer şöyle dedi: (Bu adam = Hatıb îbni Ebi Balta'a).

  Allah'a ve  onun Peygamberine  ve  müminlere hıyanet  etmiştir, (bu münafıktır), bırak beni, boynunu vurayım.

Peygamber, Hatıb'a sordu:

«— Bu işi yapmaya seni sevk eden ne?» Adam dedi ki:

  Bende nifak yok,    ben ancak Allah'a imân eden bir kimseyim. Mekke'deki   akrabalarım yanında taraftarım olsun,   kasdmda bulundum. Peygamber;

«— Doğru söylemiştir ey Ömer! Bu adam Bedir savaşında bulunma­dı mı? Allah o savaşta bulunanların haline muttali olması gereği Ue olur ki şöyle buyurur: İstediğinizi yapın, size Cennet vacib olmuştur.»

Bunun üzerine Hazreti Ömer'in gözleri yaşardı ve:

  Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedi.[858]

 

Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sell&m) hicretin sekizinci yılında Mek­ke'yi fethetmeye karar verip savaş hazırlıklarına girişince, harekâtın gayet gizli cereyan etmesini ve Kureyş'in bundan haberdar olmamasını temin için tedbirler almıştı. Bu hususta Allah'a dua etmişti. İşte bu esnada ashabdan Hâttb Ibni Ebi Belta'a, Mekke'de bulunan Müslüman akrabası müşriklerden zarar görmesinler diye müşriklere bir taviz olarak savaş ha­zırlığını bildiren bir mektup yazdı ve S a re adındaki bir kadınla Mekke'­ye göndermeye koyuldu.

Nihayet mektup ele geçirilip Hz. Peygamberin huzuruna getirilince, Hazreti   Ömer:

«— Ya Resûlâllah! İzin ver, şu münafıkın boynunu vurayım!» demişse de, Bedir savaşında bulunmasına hürmet olarak bu kabahatini Peygamber bağışlamıştı. Bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîme nazil oldu :

*— Ey imân edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarımızı dostlar edinme­yin. Siz, onlara (mektupla bağlılık ve) sevgi yo llu yorsun uz; halbuki onlar, Kur'ân'dan sise geleni inkâr ettiler. Kabbiniz olan Allah'a imân ediyorsu­nuz diye, sizi ve Peygamberi (Mekke'den) çıkarıyorlardı. Eğer sizler be­nim yolumda ve rızam uğrunda cihad için (Mekke'den Medine'ye) çıktı-mzsa, (düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin). Siz sevgi göste­rerek onlara sır veriyorsunuz; halbuki ben, sizin gizlediklerinizi de açık­ladıklarınızı da hep bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, artık hak yolun ortasında sapıtmıştır.»

Bu âyet-i kerîme, H â 11 b 'in iman ehlinden olduğunu böylece ispat etmiştir.

Hâtıb, daha önce hicretin alttncı yılında Hz. Peygamber tarafından İskenderiye'deki Rum Meliki Mukavkıs'e elçi gönderilmişti. M u k a v -k ı s'in takdim ettiği Mariye-i Kıptıyye İle diğer hediyeleri Hz. Peygambere getirmişti. Hicretin 30. yılında altmış beş yaşında olduğu haİ-de vefat etti ve cenazesi Hz. Osman tarafından kılındı. Allah ondan razı olsun. Netice olarak, herhangi bir tevile saparak bir kimseye «Müna­fık» diye hitab etmek doğru değildir, hatalıdır.[859]

 

(205) Kardeşine: «Ey Kâfir!» Diyen Kimse

 

439— Abdullah İbni Ömer'den; Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— Hangi adam, kardeşine kâfir derse, bu söz ikisinden lirini küfre götürmüştür.»[860]

440— Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu Abdullah îbni Ömer haber vermiştir:

«— Bir kimse diğerine, kâfir dediği zaman, bu ikisinden biri kâfir olur : Eğer dediği kimse kâfir ise, adam doğru söylemiştir; yok eğer ona dediği gibi değilse, ona söylediği küfür sözü kendine döner, (söyleyen kâfir olur).»[861]

 

(206) Düşmanların Sevinmesi

 

441— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den riva­yet ediyor ki, Hazreti Peygamber kötü kazadan ve düşmanların sevin­mesinden Allah'a sığınırdı.[862]

 

Kaza ve kadere İman etmek İmanın şartlarından biri olduğu gibi, kötü akıbetlerden ve vuku bulacak belâlardan Allah'a sığınmak da meşrudur. Çünkü yapılan dua da kadere girer. Mukadder olan dua sebebiyle belânın kalkması da yine netice itibariyle kaderin tahakkuku olur.

Meselâ; bir kimse hakkında bir belâ mukadder olur ve yine bu belâ için o kimse dua ederse ondan kurtulacağı da takdir edilmiş olur. Onun için belâların vukuundan ve kötü akıbetlerden Allah'a sığınmak ve ona dua etmek kullara düşen İbadef vazifesidir.

Düşmanların sevinmesini gerektirecek hallerin zuhurundan da Peygam-beî Efendimiz Allah'a sığınrriışbrdır. Çünkü düşmanların sevinip galeyana gelmesi, insanların nefsinde kuvvetli tesir bırakır ve insanlar bundan son derece nefret duyörlar. Bunun doğuracağı düşmanlık karşılıklı haldarın çiğ­nenmesine sebep olur, haram şeyler helâl diye kabul edilir. Ümmet bu kötö akıbete düşmesin diye, Peygamber Efendimiz düşmanların sevinme­sinden Allah'a sığınarak bize örnek yol göstermişlerdir.[863]

 

(207) Malda İsraf

 

442— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:

«— Allah sizin üç şeyinize razı olur ve üç şeyinize razı olmaz. Sizin O'na ibadet edip de kendisine ortak koşmamanıza, topluca Allah'ın dinine sarılmanıza ve Allah'ın işleriniz için idareci tayin ettiği kimselerle iyi ida­re etmenize razı olur. Sizin dedikodu etmenizi, çok soru sormanızı ve ma­lı israf etmenizi kerih görür, (bu üç şeyden de hoşnud olmaz).»[864]

 

Allah Tealâ'nın razı olduğu işler yalnız öç şeyden ibaret olmayıp, sa­yısız denecek kadar fazladır. Ancak bu zikredilen üç şey dinin ve dindeki gayenin esasını teşkil ederler Bunların önemine ve esas oluşlarına binaen açıklanmışlardır.

1— Allah'a ibadet etmek ve ona hiç bir şeyi ortak koşmamak imanın esası* ve tevhidin bİnasıdır. Böyle bir inanç olmaksızın yapılan ibadetler makbul olmaz ve iman da sahih olmaz.

2— Topluca Allah'ın dinine sarılmak, dinin yaşamasını sağlamak ve saadet nimetlerinden faydalanmak nimetini kazandırır. Allah'ın emirleri ve nizamı, ancak toplu olarak dînine bağlanmak ve ona sarılmak sureti ile uygulanır. Bu birlik ve beraberlik kurulmadıkça İslâm dini yaşamış olmaz ve müslömanlar da ondan faydalanamaz.

3— Müslümanların işlerini görmek ve onları  idare etmek için Allah Tealâ'nın başa geçirdiği âmirlere ve idarecilere itaat etmek ve onlara yar­dımcı olup İyi geçinmek, devlet idaresinin ve millet asayişinin en önemli rüknüdür. İdareciler İslâm dininden çıkmadıkça ve Allah'ın emirleri dışına taşmadıkça, onlara itaat etmek şarttır. Bu yapılmadığı takdirde, o memle­kette anarşi ve isyanlar daima mevcut olur. Huzur ve güven kalkarak onun yerini dehşet ve vahşet kaplar. İnsanca yaşama, hayvanı yaşama haline döner. Onun İcm müslümnlartn, müslüman idarecilerine bağlanıp onlara itaat etmeleri, Allah'ın emrettiği büyük bir vazifedir.

Allah'ın razı olmadığı ve kerih gördüğü şeyler de çoktur. Bununla be­raber, önemlerine binoen hadîs-i şerifte üç şey olarak gösterilmişlerdir:

1— Dedi-kodu, Allah'ın razı olmadığı şeylerden biridir. Müslümanları birbirine düşürmeye ve kardeşlik bağlarını koparmaya sebep olan en kor­kunç bir hastalıktır. Cemiyeti kemirir ve ferdleri birbirine düşürerek yıkar. Manen yıkılan cemiyette de din kalmaz.

2— Lüzum olmaksızın fazla soru sorup irdelemek yine zararlı bir has­talıktır. İnsanı şüpheye ve şüphe de imansızlığa götürür. Boşuna zaman kaybettirir, münakaşa ve mücadelelere yol açar. Bunların sonucu da ayrı­lıklara, ihtilâflara varır.

3— Malı israf etmek, zayi etmek yine yıkıcı bir davranıştır. Bir mille­tin ayakta durması için iki unsura ihtiyacı vardır. Bunlardan bîri manevîdir, diğeri de maddîdir. Manevî olan, sahih imanın getireceği güzel ahlâktır. Maddî unsur ise, malî kuvvettir. Malî ve iktisadî güce ulaşabilmek için israf kapılarını kapamak şarttır. Malı zayi etmeksizin tasarruf edenler, iktisadî güce sahip olurlar. Bu güce sahip olanlar da esaretten ve kölelikten, sö­mürülmekten kurtulurlar. İsrafa ve rasgele harcamalara gidildiği zaman da boıç altına girilir. Borçlanan milletler de, alacaklı devletlere karşı ikti-saden ve kültür yönünden esir olurlar, benliklerini kaybederler.[865]

 

443— (103-s.) îbni Abbas, Aziz ve Yüce olan Allah'ın: «— Her neyi hayra harcarsanız,   Allah onun arkasından karşılığını (mükâfatını) verir; O rızık verenlerin en hayırlısıdır.» âyet-i kerîmesin-deki harcamayı, israf etmeksizin ve büsbütün kıcmaksızm diye tefsir et­miştir.  (Sebe'e Sûresi, Âyet: 39)[866]

 

Yemede ve giymede, ev ihtiyaçlarında ve bütün harcamalarda ihtiyaç miktarını aşmayacak şekilde malı ve parayı kullanmak mubahfsr. Zaruret ve İhtiyaç miktarından fazla olarak lükse, tezyinata ve gösterişe kaçmak israftır. Böyle harcamalar yasak kısmına girerler.

Hayır yollarına yapılan harcamalar ne kadar fazla olursa olsun, israf sayılmaz; ancak kenefi ihtiyacını karşılayacak kadar mal ayırmak ve bu­lundurmak İcab eder, başkasına ihtiyaç duyulmasın diye...

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

«— Elini boynuna bağlı kılma (cimir olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun, eli boş açıkta kalırsın.» (İsra Sû­resi, Âyet: 22)[867]

 

(208) Saçıp Savuranlar

 

444— (104-s.) Ubey'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Abdullah'a  (İbni Mes'ud'a) saçıp savuranlardan sordum.  Şöyle cevap verdi :

— Hak olmayan  (meşru bulunmayan) yere harcayanlardır.»[868]

 

Allah'ın haram, ve yasak kıldığı yerlere yapılan bütün harcamalar meşru olmadığı için, bu gibi yerlere sarf edilen paralar ve yapılan yatırım­lar İsrafın en kötüsüdür. Çünkü hem haram şeyler ihya edilerek takviye edilmiş olur, hem de mal elden çıkararak asıl ihtiyaçlar yüz üstü kalmış olur. Ferdlerdeki israf hastalığı cemiyete sirayet eder ve sefahat baş gös­tererek iktisadî çöküntü meydana gelir.[869]

 

445— (105-s.) tbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre:

«— Saçıp savunanlardan murad, hak olmayan yere harcama yapan­lardır, dedi.»[870]

 

(209) Evleri — Konakları — Kervansarayları Islâh Etmek

 

446— (106-s.) Hazret! Ömer'in minberde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Sizi barındıran evlerinizi düzgün yapınız ve şu (zararlı) yılanları korkutunuz, (onlarla mücadele ediniz, evlerinize girebilecek bir kapı bul­masınlar). Bu hareketiniz onların sizi korkutmasından (ve size zarar ver­mesinden) önce olsun. Bu yılanların size selâmet vereni asla ortada yok­tur. Allah'a yemin olsun ki, biz onlara düşmanlık edeliden beri onlarla arayı düzeltmiş değiliz. (Öteden beri onların insanlara düşmanlığı mev­cuttur, zararları devamlı, olacaktır).»[871]

 

Yılan öldürme konusunda merfu olarak Ebu Davud şu hadîs-i şerifi tespit etmiştir:

«— Biz yılanlarla savasah beri aramızda anlaşma olmamıştır. On­lardan korkarak herhangi birisi öldurmeyip terk eden bizim yolumuzda gidenlerden değildir.»[872]

İnsanlarla yılanlar arasında savaş ezelden beri mevcut olan tabiî bir haldir. Düşmanlık devamlı olduğu için onlara güvenmek ve emin olmak yoktur; mücadele ederek onları öldürmek ve zararlarından korunmak icab eder. Bu mücadeleyi yapmayan veya yılandan korkarak onu ke'ndr haline bırakan, Hz. Peygamber'in takip ettiği yolu terk etmiş sayılır. Bu ifadeden zararlarının büyüklüğü anlaşılmaktadır. Yılanların çoğalması, insanların zehirlenmelerine ve ölümlerine sebep teşkil edeceğinden buna meydan bı­rakılmamalıdır. İşte bu mücadelenin başında da evleri düzgün yapmak ge­liyor. Yılanların ve haşaratın evlere girememeleri için hiç bir delik ve gedik bırakmamayı ve binaları düzgün yapmayı Hz. Peygamber Efendimiz em­retmektedirler, ilk korunma çaresine baş vurulduktan sonra meydana çıka­cak yılanların öldürülmesi suretiyle de onların zararından kurtulma yolunu göstermişlerdir.[873]

 

(210) Binalara Harcama (Yatırım)

 

447— Habbab'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir :

«— İnsana her yaptığı şeyden mükâfat (sevab) verilir; ancak bina­dan dolayı verilmez.»[874]

 

Ebu Davud, Enes İbni Malik'ten merfu'an naklettiği ha-dîs-i şerîfte Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:

«— Her yapılan bina sahibine bir vebaldir; ancak muhtaç olduğu müstesnadır.»

İhtiyaç kadar bina inşaatı yapılmalıdır.

Bu hadîs-i şeriflerin -taşıdığı büyük hikmetler bugün bir mucize olarak önümüzde müşahade edilmektedir. Bilhassa büyük şehirlerde ellerine çeşitli yollarla büyük imkânlar geçirenlerin ihtiyaçlarından kat kat üstün lüks ve konforu ölçülemeyecek şekilde milyonlar değerinde daire ve apartmanları işgal etmeleri, iktisadî düzenin bozulmasına, sınıf farklarının doğmasına amil olmaktadır. Yeryüzündeki çekişmeler ve düşmanlıklar hep bu anlayış ve uygulamalardan ileri gelmektedir. İslâm'ın ruhuna ve ahlâkına dönme­dikçe önü alınamayacak büyük felâketler daima mukadderdir. Komünizmin gelişme istîdatı gösterdiği bölgeler, bu maddî farkların en ziyade çoğaldığı memleketlerdir; saten maddenin hâkim olmaya başladığv yerlerde de ma­neviyat ve ahlâk azalmış ve mahkûm olmuş olur. Mâriâ maddeye hakimi­yetini yitirince, madde maneviyatı esareti altına alır. Böylece sırf madde­ciliğin hâkim olduğv diktai rejim ve idareler kurulur; dünya zindana dönüp âhiret hüsran olur.

Böyle vahim durumlara düşmemek için, Müslümanlaradüsen vazife ma­na ve maneviyat hakimiyeti kurma yolunda çalışmaktır. Camilerin bite sade bir şekilde yapılmasını, tezyinattan kaçınılmasını ve ihtiyaçları karşılayabi­lecek şekilde inşa edilmelerini dinimiz bize emrediyor. Binalarda yarışma-mayı, birbirinden yüksele apartmanlar kuryimamasinı ve böylece komşunun ışığına ve rüzgârına engel verilmemesini tavsiye ediyor. Yalnız kendi men­faatini ve yaşayışını düşünenlerin çoğaldığı beldeler, her türlü fenalığa ka­pılarını açmış bulunurlar. Bugün memleketimizde zarurî ihtiyacın dışında gösterişle tezyinata kaçarak çift çift minareler, kubbeler ye işlemeler, çe­şitli boyaVr ve renklerle înşâ tedilen camilerin maddî değerleri milyarları aşarken, İslâm kültürüne ve,ahlâkî kalkınmaya, ilim v^ fikir adaniı yetiştir­meye gayret sarfedilmeyîşi, yatırım yapılmayışı ve bu ihtiyacın duyulmaması en büyük kayıbımızdır. Bu hal de maddenin manaya hakimiyetidir. Millete ve dine hizmet aşkı ile çırpınan nice fakir ve muhtaç talebeler vardır ki, kendilerine bir yardımcı bulamıyorlar, kendilerini yükseltecek imkânlara Taslamıyorlar. Her zengin kendi imkânlarına göre İlkokuldan itibaren İhti­sasına kadar üç beş fakir ve dirayetli çocuğun eğitimini üzerine almış bu­lunsa, en büyük hizmeti işlemiş olacağından, en büyük âhiret sevabını da kazanmış olur. Yeterki niyet islâm'a ve mîllete hizmet olsun; İslâm ahlâkını gerçekleştirme gayesini taşısın.

H a b b a b    kimdir? :                              

Ebu Abdullah künyesi ile tanınan H a b ba b'm babası Erett1-dir. Habbab ibni Erett diye şöhret bulmuştur. Cahİliyyet devrinde esir edilerek Mekke'de satılmış ve Om mü En m ar adındaki bir kadın tarafından satın alınarak azad edîlmfşti. Kılıç İmal eden ünlü bİr usta idi. Huza'a kabilesinden olduğu söylenir. İlk İslâm'ı kabul eden altı kişinin altıncısı olmuştb. İslâm dinine girdiğini ilk açıklayan Habbab olmuştur. Mekke de müşrikler tarafından çok acıklı bir şekilde azab edilenler arasın­da bulunuyordu. Bir gün Hz.   Ömer,  Habbab'a sordu:

«— Allah yolunda nasıl bîr güçlükle karşılaştın?»

O şöyle cevap verdi:

«— Ey mühimlerin Emîri! Benîm için ateş yakıldı. Oyleki bu yatölüh ateşi vücudumdaki yağlar söndürmüştü.»

Allah yolunda ilk hicret eden Müslümanlardan (Müstaz'afîn'den) dır.

Bedir savaşında ve ondan sonraki diğer bütün savaşlarda bulunmuş; ve sonra Küfeye geçerek orada 63 yaşında olduğu halde hicretin 37. yı­lında vefat etmiştir. Rivayete göre hastalığı çok şiddetli olmuştu. Bu tzdı-rabını ifade için şöyle demişti :

«— Eğer Resûlüllcıh (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) bize, ölümü istemeyi yasaklamıyaydı, ben Ölümü isteyecektim.»

Hazreti A I i (Radiyalîahu anh) Sıffîn savaşından dönüşünde kabrine uğramış ve şöyle demişti :

— Allah Habbab'a rahmet etsin! Gönlü ile Müslüman oldu, istiyerek hicret etti, mü carı İd olarak yaşads ve muhtelif belâlarla karşılaştı. Elbette Aİİah onun mükâfaîtn: zayi etmİyecektir.                                               .

Peygamber Efendimizden hadîsler rivayet etti. Kendisinden de Ebu U m a m e, kendi oğlu Abdullah, Ebu Ma'mer, Kaysibni Ebu Haz,i m ve Mesrûk gibi zevat rivayet etmişlerdir. Allah ondan ve butun ashabdan razı olsun.[875]

(211) İnsanın Kendi İşçileriyle Çalışması

 

448— (108-s.) Abdullah ibni  Amr'in, (Tâifde)Veht mevkiinden çıkıp gelen kendi kardeşine şöyle dediği işitilmiştir :

«îşçilerin çalışıyor mu? O, bilmiyorum, dedi. Abdullah ibni Amr:

  Eğer Sakıf kabilesinden olaydın, işçilerinin ne yaptığını bilirdin, dedi. Sonra Abdullah ibni Amr bize döndü ve şöyle dedi:

  însan kendi yerinde (Ebu Asım da bir defasında: Malında, dedi) işçileriyle beraber çalıştığı zaman, Azîz ve Celîl olan Allah'ın işçilerinden bir işçi olur, Allah'ın rızasını kazanır.»[876]

 

Burada hadîs, Hazretİ Peygambere kadar yökseltilmiyorsa da kendi­sinden rivayet edilen zat ashab-ı kiramdan en çok hadîs rivayeti İle meş­hur bulunan   Abdullah    İbni    Amr 'dır.

A b d u I I a h 'in künyesi Ebu Muhammed olup, Kureyş'lİdır ve babası Amr Ibnİ'l-As 'dan önce İslâm'ı kabul etmiştir. Hazreti Peygamberin mübarek ağızlarından işittiğini yazmak özere Peygamberden izin istemiş ve kendisine izin verildikten sonra pek çok hadîs-İ şerîf yaz­mıştır. Ebu Hüreyre hazretleri, Abdullah ibni Amr'-in kendisinden daha fazla hadîs ezberlediğini itiraf etmiş ve bunun sebe­bini de, hadîsleri yazmış olmasına bağlamıştır.

Abdullah, Şam fethine babası Üe katılmış ve Yermük seferinde de babasının (Amr ibni'l-As'ın) sancaktarlığını yapmıştır. Sıffîn vak'asma yine babası ile katılmışsa da, Hz. Alî 'ye karşı silâh kullanmamıştı. 63 hic­ret yılında vefat etmiştir. Vefat yeri ihtilaflıdır. Mısır, Mekke ve Taif olarak gösterilir. Burada gecen hâdise Taifle ilgili olduğu için Taifte ölmüş olması İhtimali daha kuvvetlidir. Zira «Veht» denilen yer, Taif civarındadır ki, Taif baö ve bahçeleriyle, akar sufariyfe ön salmış havası gayet mutedil bîr yer­dir. Sakîf kabilesi de bu bölgenin yerlilerini teşkil eder. Bahçe ve ziraat işle­riyle meşgul oldukları için,  Abdullah   îbni  Amr  kardeşine:

«— Eğer Sakîf kabilesinden olaydın, işçilerinin ne yaptığını bilirdin, fonlarla çalışır, durumlarına vakıf olurdun)» demiştir. Bundan anlaşılıyor ki, Sakîf kabilesi işçileriyle beraber çalışan gayretli kimselerdi.

Hadîs-i şerîfîn ruhunu teşkil eden :

«— İnsan işçileriyle beraber kendi arazisinde veya malmcfa çaKşttğı zaman, Allah'ın işçilerinden bîr işçi olur...» sözünde şu hikmetler vardır:

1— Patron-işçi münasebetlerinde beraberlik ve işte ortaklık husule gel­mekle İşte eşitlik olur.

2— İşçileriyle işi başında bulunan kimsenin is randımanı yöksek olur.

3— İş sonucu elde edilecek mamullerde kalite üstünlüğü bulunur.

4— Patron ve işçi arasındaki   yakınlıktan sevgi ve kardeşlik   bağları kuvvetlenmiş olur ve topyekûn çalışma husule gelir.

İşte bu faydalarından dolayıdır ki, işçisi ile çalışan kimse, Allah'ın iş­çilerinden biri gibi olur. Allah'ın rızası yolunda çalışmış bulunur ve bundan da sevab kazanır.[877]

 

(212) Binalarda Boy Ölçüşmek

 

449— Ebû Hüreyre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— İnsanlar bina inşaatında birbirleriyle yükseklik yarışında bulun­madıkça kıyamet kopmaz.»[878]

 

Kıyametin kopacağı anı Cenab-ı Hak hiç kimse/e bildirmemiştir. Ha­bersiz olarak ansızın gelecektir. Ancak yaklaştığına delâlet edecek alâmet­ler Hz. Peygamber tarafından varid olmuştur. Bu alâmetler de büyük ve kü­çük olraafc özere İki kısma ayrılır. Büyük alametlerle küçük alâmetler ara­sında ne kadar bir zaman geçeceği de bilinen şey değildir. Küçük alâmet­lerden zuhur edenleri vardır. Bu hadîs-i şerifte buyurulan bina yarışmaları 20. asrın özelliklerinden biri olmuştur. Bu halin ortaya çıkacağını, 14 asır önce haber vermek bir peygamberlik mucizesidir ve kıyametin yakın bir gelecekte kopmayacağtnı da bir açıklamadır. Bina yarışmalarında buIimtH-duktan sonra hemen kıyametin kopacağı manası anlaşılmamalıdır. Bu dev­reye kadar kıyametin kopmayacağı garantisi oluyor, bundan sonra ne ka­dar devam edeceği yine bilinemiyor. Gelecek zamanlarda vuku bulacak cemiyet hayatı ile yaşayışlarını bildiren mucizeler arasında ayrı bir mucize oluyor.

Her yapılacak binanın Allah katında makbul olmayacağı manası da çıkarılmamalıdır. Allah rızasına uygun, ihtiyaç1 ve öiçü dairesinde yapıla­cak İnşaatlar daima makbuldür. Allah'ın dinine hizmet ve onu yüceltmek gayesi hakim olmalıdır. İslâm dini İçin çalışmak ve Müslümanca yaşamak niyeti ile çalışılırsa/ ahlâk düzelir, fakirlik kaikar, adalet ve güven doğar, cemiyet selâmet bulur. Bu niyet terk edilince bütün yatırımlar vebal ofur.[879]

 

450— Hazretf HaSan'm şöyle" dediği rivayet edilmiştir :

«— Hazreti   Osman   İbni  Affan'm   hilâfeti   zamanında,   Peygamber (S&llcUîahti Aleyhi ve Se Hem /in zevcelerinin evlerine girerdim de evlerin ta­vanlarına elimle kavuşurdum.»[880]

 

'Hazreti Hasan (Radiyallahu anh) Efendimizin ifadelerinden anla­şılıyor ki. Peygamber Efendimizin zevcelerine ait evlerin yüksekliği eüe ka­vuşulacak ve erişilecek kadardı. Bu yükseklik, orta boylu insanlar nazarı İtibara alınacak olursa 2.10-2.20 Cm. civarında olur. Bundan evlerin mü­tevazı olduğu manası çıkmaktadır. Ihîişam ve debdebeye kaçılmadığını, ba­sit Ve sade bir tarzda evlerin yapılmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.[881]

 

451— Davud ibni Kays anlatarak şöyle demiştir::

«— (Peygambere ait) hücreleri, kıllarla" örülmüş çullarla dıştan kap­lanmış halde, hurma dallarından yapılmış gördüm. Zannediyorum ki, evin genişliği, hücre kapısından evin kapısına kadar altı veya yedi zira' (4,5-5 metre) vardı. Evin iç kısmım da on,.zira* (6-6,5 m.) tahmin şdiyorum. Tavanı ise, yedi ve sekiz zira' arasında, buna yakın zannediyorum. Hz. Âişe'nin kapısında durdum. O kapı, batıya dönüktü.»[882]

 

Peygamber Efendimizin zevcelerine ait evceğizlerin ne kadar sade ve basit bir şekilde yapılmış olduğunu Dav u a1 İbni Kays'in rivayetin­den de öğrenmiş bulunuyoruz. Bundan önceki hadîsi teyid etmektedir.[883]

 

452— (109-s.) Abdullah El-Rûmî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:                                                                            

«— Ümmü Talak'ın evine vardım da dedim ki, bu evinin tavanları ne kadar alçak! Kadıncağız şöyle cevap verdi:

— Yavrum! Müminlerin Emîri Ömer ibni Hatiab (Radiyallahu anh) binalarınızı yüksek yapmayınız diye idarecilerine mektup yazdı; çünkü bu (yüksek bina yapışı) kötü günlerinizden olacaktır.»[884]

 

Kendisinden haber nakledilen   Abdullah   El-Rumî'nin  kim ol­duğu hakkında bilgi verilmemekte olduğu gibi,   ümmü   Talak'ın da hali bilinmemektedir. Ancak Ali İbni Müs'ide, Abdullah El-R û m î "den rivayet etmiştir. Alî İbni Müs'ide nin güvenilir mutemed bîr ravi olduğu söylenmekte ise de, aksini iddia edenler de vardır.

Daha önceki hadîs-i şeriflerle bir arada mütalâa edildiği zaman, mana bakımından aralarında bir mubayenet görülmediği anlaşılır. Yine evlerin sade ve İhtişamsız bir şekilde yapılmış olduklarına ve buna riayetin lüzu­muna İşaret vardır.[885]

 

(213) Bina İnşa Eden Kimse

 

453— Habbe îbni Halid ve Sevâ İbni Halid'den rivayet edildiğine göre, her ikisi Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) kendine ait bir du­varı yahut bir binayı onarırken ona geldiler ve yardım ettiler.»[886]

 

Peygomber Efendimizin kendilerine ait bir duvar veya bir bina onarımı veya İnşası için bizzat meşgul olduklarını ashabı kiramdan iki zat olan ve kardeş bulundukları anlaşılan Habbe ile Sevâ rivayet etmişler ve bu işte Hz. Peygambere yardımcı olduklarını da söylemişlerdir. İhtiyaç ve zaruret halinde bu gibi inşaatların yapılmasında bir sakınca bulunmadığına bu rivayet açık bir delil teşkil etmektedir. Mubah görülmeyen inşaatlar, ihtiyaç dışı olup, konfor ve tezyinata kaçanlardır.[887]

 

454— Kays İbni Hazim'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Habbab'm  yedi  yerinde ateşle  dağlanma  yarası  olduğu  halde, hastalık ziyaretine vardık. O şöyle dedi:

— Bizden önceki ashabımız, gelip geçtiler de dünya, onların âhiret mükâfatından bir §ey no&sania§tırmadı. üız ise, elde euıgırnız imkânları toprağa harcamaKtan başka. bir yer bulamıyoruz. Kger Peygamber (öauatuıhu Aleyhi ve beiıetn) dize ölümü istemeyi yaşanamamış olsayuı, ben onu isterdim; ölmeme duâ ederdim.» [888]

 

Habbab'm tercüme-i haline ait bilgi 447 sayılı hadîs-i şerîf müna­sebeti ile verilmişti. Ateşle dağlanmak suretiyle Meıctce müşriklerinden çek-tîği eziyetler ve işkencelerden ötürü şöyle demiştir:

«— Benim çektiğim musibet ve belaları, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seilem/'m ashabından hiç kimse çekmemiştir.»

H a b b a b hicretin 37. yılında vefat ettiğine göre, Hz. Peygamber'den 25 yıl sonra meydana gelen değişikliği ve ashab-ı kiramın hayat anlayışı arasındaki farkları açıklamışlardır. Öncekiler ele geçirdikleri maddî imkân­ların hemen hepsini din uğruna harcarken, sonrakiler toprağa ve bina İn­şasına harcama yolunu tutmuşlardı. Aradaki bu büyük farkı hissedip üzüntü duyan H a b b a b hazretleri, ölümü istemek mubah olaydı, Ölümü isierdim diye halini beyan etmiştir.[889]

 

455— (Devamla) Sonra başka bir defa Peygatnber'e gittik ki, ken­dine ait bir duvar yapıyordu. O şöyle buyurdu :

«— Müslüman harcadığı her şeyden sevab kazanır; ancak inşaata harcadığı şeyden değil.»[890]

 

Toprağa, yani bina inşaatına harcanan paralar ve bedenî çalışmalar, hayır İşlerinden olduğu veya ihtiyaç karşılığı yapıldığı takdirde makbuldür, öğönmek için, ihtiyacın üstünde olarak yapılanlar, tezyinat ve lüks kısmına kaçanlar karşılığında hiç bir sevab elde edilemez; aksine böyle yatırımlar vebal olur.[891]

 

456— Abdullah ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Ben, kendimize ait bir barakayı onarırken, Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) uğrayıp şöyle dedi:

<— Bu nedir?» Ben dedim ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Barakamızı onarıyorum. Bunun üzerine Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem/:

— Ecelin gelişi, bunun yıkılmasından daha çabuktur.» buyurdu.[892]

 

İnsanın ömrü kısa bir müddet olup, ecel ansızın gelir. Nice insanlar vardır ki, inşa etmekte oldukları evlere daha giremeden veya girdikten az bir müddet sonra ölmüşlerdir. Binalar hep geride kalmış, sahipleri göçüp gitmiştir. İşte bu gerçeği hatırlatmak için Hz. Peygamber, Abdullah ibni Amr'o ihtarda bulunmuşlarda. Yoksa başladığı onarım işinden onu alıkoymamışlardır. Başlanılan iş hangi çeşitten olursa olsun, onu yaparken her an ölümün gelebileceği hususunu düşünmek ve ona göre manevî yön­den hazırlanmak icab eder. Ölümü ve âhireti unutarak veya düşünmek İs­temeyerek yapılacak işler, Allah'ın rızasına uygun düşmez; çünkü bunlarda nefsanî arzuların hakimiyeti bulunur. Her işte ölçülü hareket etmek en se-lâmetli bir yoldur.[893]

 

(214) Geniş Mesken

 

457— Nafi' ibni Abdüİ-Haris, Peygamber (Sailallahü A hyhi.ye Sellem) den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :

«— Geniş mesken, dürüst komşu ve rahat binek, kişinin saadetindendir.»[894]

 

Her insan dünyada bir meskene muhtaçtır. Mesken, insanın zarurî ih­tiyaçlarının başında gelir. Onun için oturulacak bir eve sahip o!ma!< geçi­min yarısını teşkil eder. Bir de oturulan ev, İhtiyaçları karşılıyacak kadar geniş bulunursa, gerçekten saadet olur. Gerek evdekîlerin oturup yatmala­rını, gerekse misafirlerin ağırlanmasını karşılayacak şekilde müsait bulunan evler, sahipleri için birer saadet vesilesi olurlar. İç ve dışa karşı mahcubiyet ve sıkıntı duymadan gerekli hizmetler yapmak ve yüz aklığı ile çıkmak büyük bahtiyarlıktır.

İyi ve dürüst komşu da İnsan İçin bir saadet sebebidir. Hiç kimse tek başına yaşayamadığından ve daima en yakın komşusu ite ilgisi bulunaca­ğından, huzur ve selâmetin temini, ancak ahlâkı ve geçimi güzel komşuya sahip olmakla mümkündür. Kötü komşuya sahip olmak huzursuzluğun baş sebebidir. Bu bakımdan, iyi ve dürüst komşu insanın dünya saadetlerinden biridir.

insanoğlunun hayatı evde ve dışarda olmak üzere iki bölüm arz edsr. Evdeki saadet yolları, geniş ve ev iyi komşunun bulunması ile meydana gelir. Dışardaki çalışmalar için de iyi ve rahat, afiyetti bir bineğe sahip olun­duğu takdirde yine insan için bunda da saadet vardır. Her asırda ve her bölge için muteber olan binek vasıtaları göz önüne alınırsa, bunlar içinde en kullanışlı ve en rahat olanı, insanın ihtiyaçlarını en güzel bir şekilde karşılayacağından, bu da bir saadet vesilesidir. Allah'ın ve Peygamberin emirlerine uygun hareket etmek şartı ile bu üç imkâna sahip olmak gerçek­ten dünya saadetidir. Böyle nimetlere kavuşmanın hamd ve şükrünü yap­mak kulluk vazifesidir.[895]

 

(215) Evlerinde Cumba Edinenler

 

458— Enes'e ait cumba üzerindeki köşede Enes'le Jberaber bulunan Sabit (ibni Kays ibni Şemmas) şöyle anlatmıştır:

  Enes ezam işitti de evden aşağı indi, ben de indim. Adımları kısa atmaya başladı ve dedi ki, ben Zeyd ibni Sabit ile beraberdim. O, be­nimle bu şekilde yürüdü ve şöyle dedi:

  Biliyor musun, niçin seninle böyle yürüdüm? Çünkü Peygambei1 (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) benimle bu şekilde yürüdü ve şöyle buyurdu1:

«— Biliyor musun, seninle niçin böyle yürüdüm?» Ben :

  Allah ve onun Resulü daha iyi bilir, dedim. Buyurdu ki:

«— Böyle kısa adımlarla yürümemin sebebi namaza gidişte, adımla­rımızın sayısı çok olsun diyedir.»[896]

 

Bu hadîs-İ şerifte iki meseleye işaret edilmektedir:

1— Evlerin üst veya yan kısımlarında çıkıntı, balkon ve cumba gibi bölme ve ilâvelerin yapılmasında din yönünden bîr engel yoktur. Hazreti Enesin böyle bir yere sahip bulunması işin cevazına delil teşkil etmektedir. Zaten İmam   Buharî  hazretleri de bu noktaya işaret için bu hadîs-i şe-rîfe özel bir bölüm ayırmıştır.

2— Namaz kılmak  için cami  veya  mescİdlere gfderken fazta adrnı yapmak ve çok mesafe almak, İbadete ayrıca bir fazilet kazandmr. Bun­dan anlaşılıyor ki, evi uzak mesafede bulunan kimsenin normal adım sa­yısı ile, evi yakın bulunanın kısa adımları sayısı birbirlerine müsavi olursa, aynı fazileti alırlar. Bununla beraber kolay adımlarla kazanılacak sevab, güçlük ve meşakkatle kazanılacak sevaba ulaşamaz diye yorum da yapıl­maktadır.

Bid'at sahibi olmayan mahalle imamım bırakıp daha uzak bir mescide gitmek, fazilet değildir. Yakın mahalle mescidini, Allah'ı zikir ve ibadetle ihya etmek evlâdır. Sünnete bağlı bulunmayan bid'at sahibi yakın manalle imamını bırakıp, wzakta olan takva sahibi İmama uyulursa, bunda bir mah­zur yoktur.

Zeyd    Ibni    Sabit    kimdir? :

Zeyd, finscsr'dan olup, künyesi E b u Sa İd 'dır. Hz. Peygam­ber, Medine'ye şeref verişlerinde Zeyd on bir yaşında bulunuyordu. Kendisi şöyle anlatır:

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj Medine'ye ilk şeref verdik­leri zaman, ben onun huzuruna getirirdim ve benim için :

— Bu Neccar oğullarınddndır, dendi. Peygamber on yedi sûre okudu. Ben de onları ezberleyip Peygamber e karşı okudum. Bu, Peygamber in ho­şuna gitti ve bana dedi ki :

«— Yahudi lisanı üzere yazmayı öğren; çünkti ben onlara güvene­miyorum.»

On beş gün geçmemişti ki, ben Yahudice yazmayı öğrendim. Böylece Peygamber'İn mektuplarını onlara yazıyordum ve onların mektuplarını da Peygambere okuyordum.

Diğer bîr rivayete göre Hz. Peygamber, Z e y d 'e Süryanİce öğren­mesini emrettiler; o da on yedi günde öğrenmiş oldu.

Zeyd Ibnİ Sabit, Peygamber'in Vahy kâtibliğİni de yapmış­tır. Becjir savaşma katılmak İstemişse de, Peygamber onu küçük gördüğün­den bu savaşa katılamadı. Uhud ve ondan sonraki savaşlara katılmıştır. Bir rivayete göre de İlk katıldığı savaş Hendek savaşıdır. Hendek kazılması sırasında Müslümanlarla beraber toprak taşırdı. Peygamber'in :

— Bu ne güzel gençtir.»

Şeklinde iltifatlarına bu çalışması sırasında nail olmuştu.

Hendek savaşı hazırlıklarında çalışırken Zeyd bir ara uykuya dal­mış. Ashabdan Ummare ibni Hazm gelip, Zeyd'in haberi olma­dan silâhını almış ve saklamış. Bu hadise özerine Hz. Peygamber ister ciddî olsun, ister şakacıktan olsun, hiç bir Müslümanın korkutulmamasını ve eşyası­nın saklanmamasını emrettiler. Böyle eziyet verici hareketleri yasakladılar.

Tebük savaşında Neccar oğullarının sancağı Ummare ibni H az m 'in elinde idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu alıp Zeyd    ibni    Sabit'e verdi. Bunun özerine   Ummare:

— Ey Allah'ın Resulü! Benim hakkımda size bir şey mi söylendi de böyle yaptınız?» dedi. Hazreti' Peygamber:

«—Havır, böyle bir şey yoktur. Ancak Kur'ân önde gelir; Zeyd KUr'ân'ı öğrenip alma bakımından senden önde gelir.» buyurdu.

Kür'ân-ı Kerîm'e olan vukuf ve ehlîyet-nden ötürü, Yemame vak'asında hafızların çonu sehid düşmekle halife Hz. E b u Bekir Kur'ân'm zayi o'masmdan korkarak bir araya toplanıp yazılmasını kendisine emretmişti. Zeyd de bu görevi yerine getirmişti. S a ' b î diyor ki, Zeyd in-sonlara iki şeyde üstün gelmişti : Feraiz ilmi İle Kur'ân ilminde... Hazreti Ömer sefere aktıfiı zaman yerine Z e y d 'i bırakırdı. Hz. Peygamber Zeyd icın sövle buyurmuştur:

«— Ümmetimin en İvi feraiz Mleni Zevd ibni S&MtMir.» ibni    S a ' d ,   sah'h b>r isnndla söyle rivavet ediyor: «—Fetva ehli o'an altı kişiden biri    Z e v d    idi. Onlar su kimselerdir: Ömer,   Ali,   İbni    Mes'ud,    Öbeyy,    Ebu    Musa, Zeyd    ibni   Sabib Bİr rivayet de şöyledir:              

Zeyd Medine'de kaza, fetva, k-raat ve feraizde baş İdi. Hicretin 45 yılında vefat etti. Vefat ettifii zaman Ebu Hureyre dedi ki, bu ümmetin hayırlısı vefat etti. Ola ki Allah Tealâ bunun yerine İbni Abbasi geçirsin. İbni A b b a s hazretleri de ölümünden duy­duğu acıvı söyle belirtmiştir:                         

«— İlmin nasıl göçüp gittiğini bilmek isteyen baksın, işte böyle göçer pMer. Allah'a yemin ederim ki, bugün çok büyük bir ilim gömülmüştür.» Allah hepsinden razı olsun.[897]

 

(216) Binaları  Süslemek

 

459— Ebû Hüreyre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den riva­yet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :

«— İnsanlar evler bina edip de, onları kumaşlara benzetmedikçe, kıyamet kopmaz.»

îbrahim demiştir ki:

— Kumaştan maksad, çizgili allı pullu elbisedir.[898]

 

Anlaşılıyor ki, saadet devrinden sonra bir zaman gelecektir. Bu de­virde insanların inşa edecekleri evler gayet süslü ve rengârenk olacak. Bi­naların durumu çeşitli kumaş desenlerine benziyecektir. Binaların iç veya dış kısmı diye bir ayırma olmadığından her iki kısım İçin de aynı hüküm geçerlidir. Nitekim bugün bilhassa binaların iç kısımları çeşitli motiflerle süslenip bezenmektedir. Manzara, Peygamberin mucizesi olarak ibret göz­leri önüne serili bulunmaktadır. Bu ha!, îöks ve israfın, dünyadan ayrılma­yacak gibi dünyaya bağlanmanın eseridir. Tezyinatın daha ne kadar inkî-, şaf edeceği şimdiden tahmin edilemez.[899]

 

460— Muğîre'nin kâtibi Verrad'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Muaviye,  Resûîüllah   (SalfaVahü Aleyhi ve Se!.îem)'âen  duyduklarını bana yaz diye, Muğîre'ye mektup yazdı. Muğîre de ona şunu yazdı:

  Allah'ın Peygamberi  (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem), her namazın, ar­kasında şöyle derdi:

«— Allah'dan başka hiç bir İlâh yoktur; yalnız o vardır, ortağı yok­tur. Mülk onundur, hamd ona mahsustur ve o her şeye kadirdir. Allah'ım! Senin verdiğim engelleyen bir kuvvet yoktur; engellediğini de verecek yoktur. Zenginin zenginliği fayda vermez; zenginlik ancak sendendir.»

Yine Muğîre, Muaviye'ye şöyle yazdı:

  Peygamber dedikoduyu, lüzumsuz çok sormayı, malı israf etme­yi yasaklardı. Yine annelere asi olmayı, kızları öldürmeyi, hayrı engel­leyip dilenmeyi yasaklardı.[900]

 

Hadîs-i şerifin bu bölümde getirilmesine sebep, mal İsrafından yasak-layıştir. Binaların tezyinatı, lüks ve konforu bu israf kısmına girdiğinden, böyle harcamaların yapılmamasını Peygamberimiz emretmişlerdir. İsrafa giren her çeşit harcamayı yasaklamışlardır.

Ayrrccr her namaz arkasında,'metinde geçen duayı okumakta çok fa­zilet vardır ve bunu okumak müstahabdır.

Ana-babaya asi olmak, kız çocukları diri diri gömmek, dedikodu etmek, gerekli haklan vermeyip daima istemek ve almak hususundaki açıklamalar, özel bahislerinde geçmiş olduğundan tekrar üzerlerinde durulmamıştır.[901]

 

461— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

«— Sizden hiç birinizi, asla ameli kurtaramaz.»

Ashab:

— Sizi de mi kurtaramaz, ey Allah'ın Resulü? dediler.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   buyurdu :

«— Beni de kurtaramaz; ancak Allah kendinden Lir rahmetle beni örtuıesiyle kurtulurum. Doğruyu söyleyiniz ve itidal üzere olunuz, (büs­bütün sevinmeyiniz ve tamamen ümitsizliğe düşmeyiniz), îıer işte mutedil olunuz, (ifrad ve tefride kaçmayınız). Sat ahin ilk valelerinde ? Öğleden sonra ve gecenin ilk sp.atlor'ndon bir kısırmdj i'mefote koşunuz, çalışınız. Daima orta yolu tutunuz; hedefe ulaşırsınız.»[902]

 

Cennet'e girmek, hiç kimsenin ameli karşılığında olmaz; çünkü insan, kibir ve riyadan arınarak Allah İçin halis amel işlemiş olsa bile, bu şekil­deki amellerinin bütünü Allah Tealâ'nın İnsanlara İhsan ettiği bir tek nime­tin karşılığını frutamaz. Ameller böyle tek bir nimete mukabil olamayınca, Allah'ın sayısız nimetlerine karşı kulların hiç bir hak İddiası bulunamaz. Bunun için kullar, taşıdıkları halis niyet ve amelleri itibariyle Allah'ın rah-mstihe mazhar olarak Cennefe girerler ve kurtulurlar.

Bir de azamet ve kemal sahibi bulunan Cenab-ı Hakkın şanına yaraşır şekilde, kulların noksan ve aciz halleriyle, İbadet etmeleri mümkün olamayacağından kulların amellerinin makbul oluşu da ancak Allah'ın bir lütfü ile husule gelir. Allah Tealâ'nın lütfü ve ihsanı ile makbul olan ibadetler sebebiyle Cennet'e girmek yine insanlara Allah'ın rahmetidir. Böylece Cen-net'e girmeleri Allah'ın fazlı ve keremi ile olur.

İbadetlerde itidal: Ameller, niyetlere göre kıymet kazanır. Allah rıza­sına uygun, maddî menfaat ve gösterişten uzak olarak ihlâsla yapılan amel­ler makbul olur. Ameller az dahi olsa, devamlı olursa daha hayırlıdır. Usa­nacak ve bitkin hale gelecek şekilde yapılacak ameller ve ibadetler mak­bul olmadığı gibi, ara sıra yapılanlar da makbul değildir. Ifrad ve tefride kaçmaksızın, gönül neş'esi ile, istekle ve devamlı olarak yapılan ibadetler en makbul İbadetlerdir. Hedefe, kurtuluşa erdiren ameller, işte böyle olan­lardır. Peygamberimiz ümmetini buna teşvik etmektedir. Orta yolu tutmak, en doğru bir gidiştir. Geçim ve kazanç yollarında çalışmak da böyledir. İfrata kaçarak çalışan yorulur ve yolda kalır. Ara sıra çalışan kaybeder. Devamlı ve plânlı, hesaplı ve ölçülü çalışan da kazanır. Bu itibarla gayeye ulaşmak için ölçülü ve mutedil olmak icab eder.[903]

 

(217) Yumuşak Hareket Etmek

 

462— Peygamber'in zevcesi Hazreti Âişe'den rivayet edildiğine göre, Âişe şöyle demiştir :

  Yahudilerden   beş-on   kişilik    bir   erkek   topluluğu   Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma vardılar da:

  Essamü Aleyküm = Ölüm üzerinize olsun, dediler. Âişe demiştir ki:

  Ben bunu anladım ve; ölüm sizin üzerinize olsun, Allah'ın laneti de...  dedim.   Bunun üzerine Kesûlüllah (SaltoUahü Aleyhi ve Selîem)   şöyle buyurdu:

«— Yavaş ol, ey Âişe! Allah Î3Ütün işlerde yumuşaklığı sever!» Ben dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü!    Onların dediğini işitmedin mi?    Resûlülîah şöyle cevap verdi;

(Ben onlara) ve Aleyküm = sîzin üzerinize olsun, demiştim.»[904]

 

Bu hadîs-İ şerîf 311 numarada ve 145 sayılı bölümde daha geniş ve biraz değişik lâfızlarla geçmişti. Bİlgİ İçin karşılaştırılsın.

Fazilet sahiplerinin, düşük seviyeli kimselerin sözlerini anlamamazhktan gelmeleri en güzel bir harekettir. Yahudilerin «Selâm» kelimesinden «L» harfini kaldırarak Essamü Aleyküm demelerinin manasını Hz. Peygamber anlayarak,'İsin farkında-olmamış gibi, «Ve Aleyküm = Sizin üzerinize ol­sun.» buyurmuştur. Işİ açıklamamış ve daha sert ve ağır mukabelede bu-lunmarnıftı. Öyleki Hz. Airşe'rîln mukabelesine rıza göstermemişlerdi. Her işte yurhuşak hareketin hayırlı olacağını ve Allah'ın rızasına uygun düşece­ğini ifade etmişlerdi. Selâm, kederlerden kurtulmak, selâmet ve saadete er­mek manalarını taşır. Sâm ise, aksine olarak helak oîmak, felâkete düşmek ve ölmek manalarını ihtiva eder. Telâffuzları birbirine yakın olduğundan maksadı ve ifadeyi anlamamış gibi hareket etmek en isabetli bir yoldur. Hz. Peygamber böyle hareket etmekte bize izleyeceğimiz yolu göstermiş bulunuyorlar.[905]

 

463— Cerîr ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, şöyle buyurdu:

«— Yumuşaklıktan mahrum olan kimse, hayırdan mahrum olur.»

Muhammed ibni Kesir bize anlatarak demiştir ki:

— Bu hadîsin aynını Şu'be, A'meg'den bize nakletmiştir.[906]

 

Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, yumuşak hareket etmekte hayır vardır, iyilik ve tatlılıkla güçiükler yenilir ve netice hayırla başarılmış olur. Şiddetle ve sertlikle hareketler kırıcı ve yıkıcı olur. Başarılı bir sonuca kavuşulamaz. Şiddet, ancak islâm'ın üstünlüğünü ve zaferini kazanmak İçin düşmanla sa­vaş halinde makbuldür. Düşmana boyun eğmemek ve onu yenmek işin her türlü şiddet tedbirlerine baş vurmak bir vazife olur; fakat sulh ve sükûn zamanı ile savaş anını ve imkânları birbirine karıştırmamatidır. İrşad ve Islâm'-a davet de en tatlı ve yumuşak ifadelerle olmalıdır. Nefret ettirme­mek, benimsetmek ve sevdirmek gaye olmalıdır.[907]

 

464— Ebu'd-Derdâ, Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) 'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Kime, yumuşak huyluluktan nasibi verilmişse, ona hayırdan na-sîbi verilmiştir. Kİm de yumuşak huyluluk nasibinden mahrum kılınmış-sa, hayır nasibinden mahrum olmuştur. Kıyamet günü, müminin tartıda en ağır gelen şeyi (iyi ameli) güzel ahlâktır. Gerçekten Allah, kötü iş işleyen kötü sözlüye buğzeder.»[908]

 

465— Hazreti Âişe demiştir ki, Peygamber (Saltaliahü Aleyh! ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— İyiliksever olanların hatalarım bağışlayınız.»[909]

 

Bundan önceki hadîs-i şeriflerle 332 ve 312 sayılı hadîslere bakılsın.

Bu hadîs-i şerifin yumuşak huylu olmak bölümünde getirilmiş olmasının sebebi, hataların tatlılıkla bağışlanmasını, şiddet gösterilmemesini ifade içindir. Başkasının hakkını çiğnememek ve başkasına zulüm olmamak şartı ile insanlar arasında beşeriyet icabı meydana gelen günah ve hataları ört­mek ve arkasına düşmeden terk etmek ve böylece müminlerin şerefini ko­rumak selâmet yoludur. Böyle hareket edilirse, ferdler arasında sevgi ve bağlılık meydana gelir.

iyiliksever olanlar, hata ve günahlarından utanç duyarlar ve pişmanlık çekerler. Bunun için, onları mahcub duruma düşürmeden ve kendilerine ezİ-yet vermeden hatalarını örtmek, onlara büyük bir iyilik olur. Fakat daima kötülük yoiunda bulunanlar bağışlanır ve cezalandırılmazlarsa, daha fazla kötülük etmeye imkân kazanırlar. Böyleco zarar verme bakımından onlara yardım edilmiş olur.[910]

 

466— Enes, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etti­ğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Bir şeyde şiddet olursa, muhakkak o şeyi çirkinleştirir. Allah yu­muşaklık sıfatı ile vasıflanmıştır; yumuşaklığı sever.»[911]

 

Allah Refîk'dir: Bunun manası, Allah kullarına lütufia muamele eder; onlara kolaylık diler, güçlük dilemez demektir. Burada Refîk ismi, Allah Tealâ'nın İsimlerinden bir isim olarak getirilmemiş, yumuşaklığın ve kolay­lığın en selâmeti! bir yol olduğunu göstermek için getirilmiştir.[912]

 

467— Ebu Saîd El-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayası,   hücresine   çekil­miş bakireden daha fazla idi. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman onu yü­zünden anlardık.[913]

 

Bu hadîs-İ şerifte iki noktaya işaret edilmektedir: Hz. Peygamber'in haya ve mahcubiyetinin çok fazla oluşu ile hoşlanmadıkları bir şeyden do­layı muhatablarını incitmeyîp yüzlerinde bu hoşnudsuzluğun belirmiş ol­ması. Hadîs-i şerifin bu bölümünde getirilmesine sebep de, bu İkinci halden ötürüdür. Yani, Hz. Peygamber hoşlanmadıkları bir hareketten dolayı kim­seyi incitmezler ve ağır bir tarizde bulunmazlardı. Daima en yumuşak ve tatlı yolla İkaz ederler ve irşadda bulunurlardı.[914]

 

468— îbni Abbas, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seilem) 'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«— Dürüst gidişat, güzel görünüş ve bütün işlerde itidal Peygamber­lik hasletlerinin yetmiş cüz'ünden bir cüzdür.»[915]

Sayıtan üç hasletin bir insanda bulunuşu ile o insanda peygamberlik­ten bir parça bulunur manası anlaşılmamalıdır. Zira peygamberlik Allah vergisidir, çalışmakla kazanılmaz ve esasen peygamberlik Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) 'in gelişi ile sona erdiğinden, ondan sonra peygamberlik veya ondan bir cüz düşünülemez. Hadîs-i şerifin manası şudur:

Dürüst ve doğru gidişat, güzel bir görünüşte olmak ve her işte mutedil bulunmak peygamberlerin güzel hasletleridir. Bu hasletleri kendilerinde bulunduranlar, peygamberlerin izinde ve yolunda olurlar, onlara bağlı ka­lırlar. Mutedil olmak, taşkınlık etmemek ve sertlik göstermeyip yumuşak hareket etmek manasını taşıdığından, hadîs-i şerif bu bölümde zikredilmiştir.[916]

 

469— Hazreti Aîşe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

— Bir deve üzerinde idim ki, onda serkeşlik vardı; (bundan dolayı onu dövüyordum). Bunun üzerine Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) şöyle buyurdu:

«— Yumuşaklıkla hareket et; zira yumuşaklık, bulunduğu her şeyi güzelleştirir. Bir şeyden de çıkarılınca muhakkak onu çirkinleştirir.»[917]

 

Hayvanlara dahi sert davranmamayı ve onları dövmemeyi İhtar eden bu hadîs-i şerif iki mana taşımaktadır:

1— Hayvanlar sert huylu ve serkeş dahi olsa, onlara acımak ve şiddet kullanmamak İcab eder.

2— Her işte yumuşaklığı ve orta yolu seçmek, güzel sonuca ulaştırır; aksine hareket İse, çirkin ve noksan sonuca ulaştırır.

İnsanların arasını düzeltmek ve insanları irşad etmek için, onları idare İçin ve hayvanları terbiye edip, onlardan faydalanmak için yumuşaklıkla hareket etmek başarı sağlayacağından, bu yolu izlemek müminlere tavsiye buyurulmuştur.[918]

 

470— Ebû Hüreyre demiştir ki, Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Selleri) şöyle buyurdu:                                                                                         

— Cimrilikten sakınınız; çünkü o, sizden öncekileri Iıelâk etmiştir. Kanlarını akıttılar ve akrabalık bağlarını kestüer. Zulüm, kıyamet günü karanlıklardır, (felâket üstüne felâkettir).»[919]

 

Bu hadîs-i şerifin «Yumuşaklık» bölümü ile İlgisi cimrilikten ötürüdür. Bir kimsede aşırı derecede bahiilik ve cimrilik olursa, o kimse şiddetle menfaatine düşkün bulunur ve menfaati uğruna sert ve haşin davranır. Herkesi küçük bir menfaati için veya az bir zararı için incitir ve kırar. Kaba ve sert hareketi de mevkiini düşürür, onu çirkin ve düşük bir duruma sokar. Hasis ve cimri olmayan kimse ise, geniş yürekli ve tatlı dilli olur. Başkalarını  incitmez ve haşin davranmaz.[920]

 

(218) Geçimde Kolaylık

 

471— (110-s.) (Hazreti Ebû Bekir'in azadlısı ve Hazreti Âişe'nin sut kardeşi)  Kesîr ibni Ubeyd şöyle anlatmıştır:

  Müminlerin annesi Ârşe'ye gittim — Allah ondan razı olsun —, bana dedi ki:

  Elbisemi dikinceye kadar bekle (içeri girme). Ben de bekledim. Sonra:

  Ey müminlerin annesi! Eğer dışarı çıkıp da insanlara (senin eski elbiselerle uğraştığını) söyleyeydim, bunu senden bir cimrilik sayarlardı, dedim. Hazreti Âişe şöyle dedi:

«— Vaziyeti anla! Eskiyi giymeyenin yenisi olmaz.»[921]

 

Eskİ ve yamalı elbise giymek hakkında    Ebu    Nuaym,    D m -m ü ' I - H u s.a y n 'in şöyleirivayet ettiğini anlatmaktadır: Ummü'l-Husayn elemiştir ki :

  Ben Hz. Âişe'nin evinde idim. O, çeşitli renkteki yamalarla gömle­ğini   yamıyordu.   Bu   sırada   Resûlüİlah (Salîalîahü Aleyhi ve SeUem)    içeri girdi ve :

«— Bu yaptığın nedir, ya Âişe?» Dedi. Hazreti Âİşe de :

  Gömleğimi yanvyorum, dedi.    Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Güzel yapıyorsun, bir elbiseyi yamamadıkça bırakma; çünkü es­kisi olmayanın yenisi bulunmaz.»

İsrafı önlemek ve daima yeni bir elbise bulundurabilmek için eski elbi­seleri temizleyip tamir ederek kullanmak icab eder. Böyle hareket edilme­yince, insanın yenr elbisesi bulunmaz veya geçimde sıkıntıdan kurtulmaz. Temiz olmak şartı ile yamalr elbise giymek İslâm'da ayıp değildir. Şuna ihtiyaç göstermek ve el-avuç açmak ayıptır.

Rivayet edildiğine göre, Hz. A i ş e fazla miktarda bir malı muhtaçlara sadaka olarak verdi. Sonra, baş örtüsünü yumarken görüldü ve ona :

«— Ya Âişe! Sen çok mal sadaka veriyorsun, sonra durup baş örtünü yamıyorsun?» dendi. O şöyle cevap verdi :

«— Ben yeni elbiseyi giydirip kendim eski giyiyorum; eskiyi giyme­yen in yeni elbisesi olmaz.»

İktisadın, kolay ve rahat yaşayışın düzeni İşte budur.[922]

 

(219) Yumuşaklıktan İnsana Verilen Mükâfat

 

472— Abdullah ibni Muğfil,; Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Setlem) i^ ŞPJfJ-P ttuyjur^uğftinu, riyâyet .letmişr :

«— Muhakkak ki Allah lütuf sahibidir, (kullara kolaylık diler, güç­lük dilemez), yumuşak hareket etmeyi sever ve sertlikten dolayı verme­diği kazancı, yumuşaklık sebebiyle verir.»[923]

Yûnus, Humeyd'den bu hadîsin aynını rivayet etmiştir.[924]

 

Geçim ve idareciliğini yumuşak hareketlerle, kolaylıklar gösterip güç­lükler çıkartmamakla yürütenler dünya menfaatına ve kazancına fazla nail olurlar. Bunun aksine hareket edenler ise ne dünyada böyle bir menfaati sağlıyabilİrler, ne de âhiret sevabını elde ederler. Muvaffak olmanın, mad­dî ve manevî olarak fazla kazanç sağlamanın yolu, güçlük çıkarmamak, haşin ve sert davranmayıp, kolay ve rahat imkânları kullanmaktır. Baş vu­rulacak esbabın en kazançlısı budur.[925]

 

(220) Huzur Temin Etmek

 

473— Enes îbni Malik, Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Se'lem)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:

*— Kolaylaştırın iz, güçlük çıkarmayınız. Huzura kavuşturunuz, nef­ret ettirmeyiniz.»[926]

 

Söz ve nasihatleri kabul ettirmek, insanların kalblerini birleştirip bir­birine ısındırmak için daima en koiay usulü uygulamak ve kolaylık çarelerini aramak gerekir. Kolaylık, ibadetlerin kabulüne ve İslerin benimsenmesine vesile olur. Güçlük çıkarmak ve müşkülâta sokmak, rrtsanlari îşletcfent so­ğutur ve ibadetlerden uzaklaştırır. Din ve dünya İşlerinin uygulanmasında, din emirlerine aykırı düşmeyecek şekilde, mevcut kısa ve kolay yollardan faydalanmak lâzım gelir. Bundan meşru hükümlerin değiştirilip yeni ve ko­lay hükümlerin saadetini temin için gönderilmiştir. Dinde mevcut kolaylık­ları bilip, onlardan faydalanma bize tavsiye ediliyor.

İşlerde karışıklığa ve şüphelere sebebiyet vermeyip, huzur ve itminan sağlamak, yine başarı ve ülfet sebebi olur. Güçlük çıkarmak, huzursuzluğa ve itminansızlığa sebep olacak davranışlarda bulunmak, insanları soğutur ve dinden uzaklaştırır. Birleştirmek ve yapıcı olmak İçin, kolay yolları seç­mek, güçlük çıkarmayıp teskin edici davranışlarda bulunmak gaye edinilmelidir.[927]

 

474— (111-s.) Abdullah îbni Amr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— İsrail oğullarına bir misafir konukladı; evde de onlann bir dişi köpeği vardı. (Ev sahipleri, köpeklerine) :

«— Ey köpek! Misafirimize havlama!» dediler, (o da havlamam, dedi). Bunun üzerine köpeğin karnında bulunan yavrular bağırdılar. İsrail oğul­ları bu hâdiseyi peygamberlerine anlattılar. Peygamber (onlara) dedi ki, bu hal, sizden sonra gelecek bir ümmetin hali gibidir; o ümmetin düşük­leri, âlimlerine üstün gelecektir.[928]

 

İmam A lime d bu hadîsi merfu olarak biraz değişik lâfızlarla tahriç etmiştir. Küfüb-i Sifte'de mevcut değildir. Bir temsil ifade eden bu haberin «Teskîn = Huzur sağlamak» konusu ile ilgisi şundan :

Bİr milletin cahilleri ve küçükleri, maceraperest ve başıboşları, o mil­letin âlimlerine ve fazilet sahibi şahsiyetlerine baş kaldırır ve onların gidi­şatına aykırı davranışlarda bulunurlarsa, böyle bir toplumda huzur ve sü­kûnet olmaz, güven ve emniyet kalmaz. Köpeğin havlamama kararına, yav­rularının karşı çilcıp havlamalar» ve huzursuzluk çıkarmaları gibi...

Bu hadîs-i şerif, gelecekte vuku bulacak hadiseleri açıklamakla bera­ber, böyle bir huzursuzluğa sebebiyet verecek faktörlerin giderilme çarele­rine de baş vurulmasına İşaret etmektedir.[929]

 

(221) Kaba Hareket

 

475— Hazreti Âişe'nin şöyle dediği işitilmiştir:

— Ben bir deveye binmiştim ki, onda serkeşlik vardı. Bundan Ötürü onu dövmeye başlamıştım. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu :

«— Yumuşak hareket et; çünkü yumuşaklık bulunduğu herhangi bir şeyi muhakkak güzelleştirir ve çıkarıldığı şeyi de muhakkak çirkfc'eştirir.[930]

 

476— (112-s.) Ebû Nadre'den rivayet edilmiştir:

  Bizden Cabir veya Cüveybir adında bir adam şöyle anlattı:

  Hazreti Ömer'in hilâfetinde bir işi ona iletmek istedim ve gece Medine'ye ulaştım. Sabahleyin halifeye gittim. Gerçekten bana bir anlayış ve bir lisan —yahut demişti ki, mantık— verilmişti. Bu halimle dünya mevzuunda konuşmaya başladım da onu küçülttüm. Onu hiç bir şeye eşit olmaz hale getirdim. Hazreti Ömer'in yanında, beyaz saçlı ve beyaz elbi­seli bir adam vardı. Ben sözümü bitirince bu adam şöyle dedi:        .

  Bütün söylediklerin uygun olmuştur; ancak dünya hakkındaki kö­tülemen uygun olmamıştır.1 Sen dünyanın ne olduğunu biliyor musun? Dünya öyle bir yerdir ki, orada bizim âhirete götüreceğimiz tedarükü-müz —yahud demiştir ki, azıkımız— vardır. Yine orada, âhirette mükâ­fatlan dır ıhacağımız amellerimiz vardır.

(Cabir) dedi ki:

  Dünya hakkında benden daha bilgili olan bir adam konuşmaya başladı. Ben:

  Ey müminlerin Emîri! Bu yanındaki adam kimdir? dedim. (Haz­reti Ömer) dedi ki:

  Bu, müslümanlann efendisi Übeyy İbni Kâ'b'dir.[931]

 

Dünya, İnsanların âhiret yurduna geçişlerini sağlayan bir konaklama yeridir. İnsanlar ebedî bir yolculuğa çıkacakları İçin, bu muvakkat konukla­ma yerinde yolculuk hazırlıklarında bulunmak zorundadırlar. Âhiret için manevî azık ve tedarikini temin edenler, bu ebedî yolculukta sık'nt'ya dpş-mezler. insanlar âhiret saadetine dünyadaki gözel amelleri sayesinde ka­vuşurlar. Dünya böyle bîr saadete vesile olması bakımından büyük kıymet taşır, insan taşıdığı iyi niyetlerle, salih amellerle sevab kazanır. Kazanılan bu mükâfatların elde ediliş yeri dünyadır. Bu bakımdan dünya küçümsene­mez Fakat gerçek vazifeler unutulur da dünya ebedî bir karargâh olarak kabul edilirse, âhiret için hiç bir hazırlık ve azık edİnilmezse, böyle kimse­lerin dünyası fe'âket sebebi olur. Buna sebebiyet verenler de insanlar olur; dünya yine dünyadır. Tabiî manzarasını değişmiş olmaz, insanlar ve on­ların inançları değişir.

Hadîs-i şerifin «Sertlik ve Kabalık» mevzuu ile İlgili olarak getirilmiş ol­ması, C a b i r 'in dünyayı fazla ve şiddetle tahkir etmiş olması yüzündendir.

Ubeyy, Medine'I i ashabdan olup, Neccar kabİlesindendir. Künyesi Ebu'l-Münzir ve Ebu't-Tufeyl 'dir. İkinci «Akabe» biatında bu­lunanlardan bîridir. Akabe, Mekke ile Mina arasında bir yerin adı olup, Mekke'den iki mil mesafededir, Mina'ya yakındır. Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret etmeden birkaç yıl önce Medîne'li ashabla burada buluş­muş, birer yıl aralıkla Akabe'de iki sözleşme yapmışlardı; peygamberi koruyacaklarına ve İslâm dinine bağlı kalacaklarına söz vermişler, Peygam-ber'e biat etmişlerdi. Birinci «Akabe Biati»nda bulunanlar on iki kişi ve «İkinci Akabe Biatr»nda bulunanlar, ikisi kadın olmak üzere yetmiş kişi idi. İşte   Ubeyy   bu yetmiş kişi arasında bulunanlardan birisiydi.

Übeyy, Bedir savaşında ve ondan sonraki bütün savaşlarda bulun­muş ve Hz. Peygamber'in vahy kâtipliğini yapmıştır. Sayılı hafızların başın­da gelenlerdendi. «Seyyidü'l-Kurra» diye adlanmıştı. Hz. Ömer ona, Sey-yidü'l-Müslimîn = Müslümanların efendisi adını vermişti. Ashab-ı kiramın fakîhlerinden biri olduğundan, Hz. Ömer kendisinden istişare eder ve faydalanırdı.

Übeyy ibnİ Kâb'ın ölüm tarihinde ayrı iki görüş vardır. Bir kısım tarihçiler Hz. Ömer zamanında ve hicretin 22. yılında ve.diğer bir kısım tarihçiler ise, Hz. Osman'ın hilâfeti devrinde hicretin 30. yılında vefat ettiğini kayd ediyorlar. Kendisinden hadîs-i şerifler rivayet edilmiş ve pey­gamberimizin methiyelerine nail olmuş büyük bir şahsiyetti. Allah ondan razı olsun.[932]

 

477— Berâ îbni Âzib demiştir ki, Resûlüllah  (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Nimeti tepmek kötülüktür.»[933]

Nimetİ küçümsemek ve büyüklük taslayarak onu tepmek her toplumda makbul görülmeyen kötü bir harekettir. Bu harekette sertlik ve kabalık bu­lunması hasebiyle, kaba ve sert davranışlar bölümünde sayılan hadîs-i şe­rifler arasında getirilmiştir. Nimete şükretmek ve onu büyük görmek, nime­tin devamına ve onu inkâr ve istihkar etmek zevaline sebeptir.[934]

 

(222) Mal Edinmek

 

478— (113-s.) Haris İbni Lakît şöyle anlatmıştır :

  Bizden (şöyle bir zaman geçmişti ki,) adamın atı doğururdu da, onu boğazlardı. Sonra şöyle derdi:

  Buna binecek kadar yaşar mıyım? Bu hususta bize Hz. Ömer'in mektubu geldi ki, Allah'ın size verdiği rızkı ıslâh ediniz; çünkü kıyametin gelişi geniş zamana bağlıdır.[935]

 

Anlaşılıyor ki, bazı devirlerde hemen kıyamet kopacakmış gibi, işlerini ayarlayanlar olmuştur. Bir hayvan kâfi geür diye İkincisini beslemeye lüzum göstermemişlerdi. Allah'ın ihsan ettiği nimetleri değerlendirememişlerdi. Bu yanlış görüşü düzeltmek için, Hz. Ömer me'ctupİanyle ikazda bulunmuş­lar ve kıyamet için daha geniş vakit bulunduğunu ve Allah'ın vermiş olduğu nimetleri ıslâh edip, değerlendirmek gerektiğini bildirmişlerdi. Nitekim bun­dan sonra gelecek olan hadîs-i şerif, yarın için çalışmanın ne kadar lüzumlu olduğunu açıkça İfade etmektedir.[936]

 

479— Enes İbni Malik,  Peygamber (Sallallahü. Aleyhi veSellem)''den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Kıyamet kopar da sizden birinizin elinde bir hurma fidanı bulu­nur su, eğer helakten önce onu dikmeğe güç yetirebilecekse, onu diksin.»[937]

 

Peygamber Efendimiz çalışmaya teşvik ettikleri bu hadîs-i şeriflerinde hurma ağacını misa! olarak göstermişlerdir. Hurma, meyve veren ve meyve vermesi içîn de uzun yıllara muhtaç olan bir ağaçtır. Bunda iki hikmet var­dır : Yatırımların semeresi uzun yılfara bağlı olsa büe, insanlığa faydalı olacak İşlere girişmek ve sonradan gelecek nesillere eser bırakmak lâzım­dır. En müşkül şartlar altında bile bu gayeyi bırakmamak ve faydalı işler için çalışmak, İslâm'ın emrettiği bir vazifedir.

İkİncİ hikmet İse; ağaç yetiştirmenin önemine ve hususiyle meyveciliğe, boğ-bahçe edinmeye işaret edilmektedir^ Orman ve ağaçların ne kadar bü> yük kıymet taşıdığı, asrımızda bütün devletlerce takdir edilmiş bir husustur.

Netice olara!; denebilir ki, işlerin sonuçlar: ağır ve geç meydana gele­cek bile ofsa, işe ve çalışmaya tt>$vî!c vardır. Bu niyetle çalışılırsa, memleket mamur olur; bundan gelecek r.f sfller de faydalanır. Bizler, öncekilerin ça­lışmalarından faydalandığımız gibi…[938]

 

480— (114-s.) Abdullah îbni Selâm .şöyle demiştir:

«— Eğer  (kıyamet alâmetlerinden olan)  Deccal'm çıktığını işitirsen ve elinde de dikmekte olduğun bir hurin2 fidanı bulunuyorsa, onu ıslâh etmek için acele etme; çünkü bvjıda^a sonra insanlar için epeyce bir müd­det yaşayış vardır.»[939]

 

Kıyametin kopmasına alâmet*sayılan Deccal'm gelişi zamanında, uzun yıllar sonra meyve verecek bir ağacı dikmekten vaz geçme olmayıp, onu alelacele dikmek de doğru dcğifdir. Daha uzun yıllar insanlar yaşıyacağı için, ağaçlan usulüne göre itina ile dikmek ve bütün hayırlı yatırımları ona göre yapmak gerekir. Hiç bir zaman acele edip, işleri noksan ve sakat bı­rakmamalıdır. Burada da işleri sağlam yapmaya ve çalışmanın lüzumuna işaret vardır.[940]

 

(223) Mazlumun Duası

 

481— Ebû Hüreyre, Peygamber (Saîlallahîi Aleyhi ve Selem) 'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Üç dua vardır ki, onlar kabul olunurlar: Mazlumun duası, misa­firin (yolcunun) duası, babanın çoğuna duası...»[941]

 

Kitabın başında ve 32 sayıda geçen hadîs-İ şerifte, makbul olan duala­rın üçüncüsü «Ana-babanin çocuklarına duası» şeklinde varid olmuştur. Diğer manalarda fark yoktur. 32 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[942]

 

(224) Kulun Aziz Ve Celil Olan Allah'dan Bızık İstemesi — Çünkü Allah (Kullara Dua Yolu Göstererek) : «Allah'ıma Bize. Nzık Ver; Sen Rızık Verenlerin En Hayırhsısın. Buyurmuştur

 

482— Cabir, Peygamber (SaHaîlahii Aleyhi ve SeUem) 'in minberde şöyle söylediğini işitmiştir:

— Peygamber Yemen tarafına bakıp:

«— Allah'ım! Kalblerini (hakka) yönelt!» dedi. Irak tarafına baktı ve bunun aynını söyledi. Bütün ufuk tarafına baktı, yine böyle söyledi. Sonra:

«— Ey Allah'ım!  Bize arzın servetinden rızık ver, ölçeğimizde ve kilemizde bize bereket ver.» dedi.[943]

 

Rızk : Allah Tealâ'nın İnsan ve hayvanlara gönderip de bunların yemiş olduğu şeyenztk denir. Yenen şeyler bazan helâl, bazan 6a haram olur. Bunun İçin haram da nzık sayılır. Ancak insanlar, harama mübaşeret ettik­leri takdirde bu kesiblerinin cezasını çekerler, sorumlu olurlar. Herkes dün­yada rızkı ne ise ona kavuşur ve kimse onun rızkına engel olamaz. Allah Tealâ yaratmış olduğu bütün canlıların rızkını verir. İster yerin derinlikle­rinde, ister deniz diplerinde olsunlar, muhakkak nzıklanna kavuşup nasib-lerinİ alırlar. Cenab-ı Hak, Hud sûresinin 8. âyet-i kerîmesinde şöyle bu­yuruyor :                                                                               

«— Yeryüzünde ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı Allah Tealâ üzerinedir.»   

Nice mHyon ve milyarlara sahip olanlar, bu varlıklarının pek cüz'İ bir kjsmmiyiyebilmişler, sonradan gelenler daha bol vedaha kolay onlardan m'metfenmişlerdir. Çalışmak ve-kazanmak başka şeydir, rızık olarak istîfa-delenmek başka şeydir. Önemli olan Allah'ın meşru kıldığı yollardan kazanıp İsraf ve kısıntı yapmaksızın fa ya" a lan m ak ve dirie, hayır İşlerine harcamaktır.[944]

 

(225) Zulüm Karanlıklardır

 

483— Cabir lbnir Abdullah'dan işitildiğine göre, diyordu ki : — Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu:

— Zulümden sakınınız; çünkü zulüm kıyamet günü karanlıklardır, (felâketlere sebep olur). Bahillikten de sakınınız; çünkü kahillik sizden öncekileri helak etmiş ve onları, kanlarını akıtmaya götürmüş ve haram şeylerini helâl kabul etmişlerdir.»[945]

 

Zulüm, hududu aşmak ve başkalarına tecavüz etmektir. Başka bir de­yimle, bir şeyi kendi yerine koymayıp başka yere koymaktır. İnsanlar ara-srnda yaygın olan mana İse, insanların birbirleri ırzına, mal ve canlarına tecavüz etmeleridir.

Başkasının ırzına, matına ve canına saldırmak haram olduğu için bunun gönahı feüyüktör. Böyle günahları isleyenler hidayet nurundan mahrum olur­lar ve kıyamet günü karanlıklar İçinde kalırlar. Kendilerini aydınlıca ve kur­tuluşa çıkaracak bir imkân bulamazlar. Yahut çeşitli engel ve azab şekilleri İle karşılaşırlar. Böyle korkunç felâketlere düşmemek İçin zulümden kaçın­mak selâmet yoludur. Zulmön en büyüöü Allah'a ortak koşmak, şirke var­maktır. Birçok âyet-i kerîmelerde kâfirler, zalimler dîye vasıflanmışlardır. Biz'rm konumuz, müminler arasındaki tecavüzlerden doğan zulüm hareVet-Tendir.                                                                                                     

Banîllİk de kaçınılması ve sakınılması gereken tehlikeli bir hastalıktır.

İnsan hırs sahibi olup, maddeye taparcasına bağlı olursa, yapmayacağı bir fenalık yoktuk Madde için adam öldürür, başkasının matını yer, ırza te­cavüz eder, haramı helâl sayar. Dinden çıkmaya sebep teşkil eden en bü­yük felâket meydana gelir. Allah'dan başka koruyucusu olmayan bir kim­seye zulmetmek, zulmün en çirkinidir. Bu durumda olan bir mazlumun dua­sı, Allah tarafından hemen kabul edilir ve zalim dünyada cezasını çeker. Bundan daha çabuk dünyada ceza İnfaz edilmez.[946]

484— Cabir demiştir ki:

— Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selkm) şöyle buyurdu:

— Ümmetimin sonunda çirkin şekil alma, atma ve yere batma ala­caktır.  (Bu felâketlerin uygulanmasına) Önce «uhnedenlerle başlanacak­tır.»[947]

 

Peygamber en son ümmet olarak gelecekler arasında çirkin şekillere bürünmeler, atılmalar ve yere geçmeler olacaktır. Bu felâketler ilk önce zulmeden zalimlerin başına gelecektir.   -

Çirkin şekil almalar, kıyafet değişiklikleri İle olabileceği gibi,,ilâhî nu­run yüzlerden silinmesi ile de olur. Atma ve atılmalar çeşitli sifonlarla vuku bulabilir ve trafik kaaafarı da olabilir. Yere batıp göçmeler ise, zelzele ve seylâb musibetleri sayılabilir. Zulüm günahı başta gelen günah olduğu için, bu korkunç felâketler önce zalimin başına gelecektir.[948]

 

485— îbni Ömer'den, Peygamber  (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) 'den ri­vayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Zulüm, kıyamet günü karanlıklardır.»[949]

 

486— Ebû  Saîd, Resûlüllah (SailallohÜ Aleyhi ve Sellem) 'den  rivayet ettiğine göre, Hazret! Peygamber şöyle buyurdu :

— Müminler ateşten kurtuldukları zaman, Cennet'le Cehennem ara­sındaki bir köprüde tutuklanırlar da, dünyada aralarında geçen zulümler­den Ötürü birbirlerinden hak alırlar, (aralarında kısasîaşırlar). Ne zaman ki, (günahlarından ödeşerek) temizlenir ve pâklaşırlarsa, ceunet'e girme­lerine izin verilir. Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim! Onlardan her biri, Cennet'deki yerinde, dünyadaki yerinden daha selâmettedir.»[950]

 

Zalim ile mazlum, dünyada helâllaşrnadan âMrete göçerlerse, dünyada geçen haksızlıkların hesabına,,fca^yşgcaklardır. Orada mazlumun hakjq zp-limden alınacak ve aralarında ödeşme yapılarak gerçek adalet tecelli ede­cektir. Birbirlerine karşı hakların ödenmesi ve kalberden kinin silinmesi key­fiyeti özerinde çeşitli görüşler varsa da, kesinlik ifade etmediklerinden key­fiyeti Allah Tealâ'nın ilmine bırakmak en doğrusudur.

Bu hadîs-i şerîften de anlaşılıyor ki, zulüm büyük bir haksızlıktır ve onun hesabı verilmeksizin Cennet'e girmek olamaz.[951]

 

487— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Zulümden sakınınız; çünkü zulüm, kıyamet günü karanlıklardır. Kötü şeylerden de sakınınız; çünkü Allah kötü söyleyeni ve kötülüğe teş­vik edeni sevmez. Bahillikten de sakınınız; çünkü o, sizden öncekileri sü­rükledi de akrabalık bağlarını kestiler ve onları, haram olan şeylerini he­lâl kabul etmeye götürdü.»[952]

 

488— Câbir, PeygambeT (Sallalkıhü Aleyhi ve Üeilem) 'den rivayet et­tiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:  

«— Zulümden sakınınız; çünkü zulüm, kıyamet günü karanlıklardır, (felâketlere sebeptir). Bahillikten de sakınınız; çünkü o, sizden öncekileri helak etmiştir ve onları, kanlarını akıtmaya, haramlarını helâl kabul et­meye götürmüştür.»[953]

 

489— (115-s.)  Ebu'd-Duha şöyle anlatmıştır:

  Mesrûk ile Şuteyr îbni Şekil Mescid'de birleştiler. Mescidin çevre­lerinde bulunanlar,,dağılıp &u ikisi etrafında toplandılar. Mesrûk dedi ki:

  Görüyorum, fşü etrafımızda toplananlar ;bizden hayırlı söz dinle­mek istiyorlar; ya sen Abdullah'dan hadîs rivayet' et de beri seni tasdik edeyim, ya ben Abdullah'dan rivayet edeyim de sen beni tasdik et. Şu­teyr İbni Şekil:

  Sen anlat, ey'Ebû Âişe (Mesrûk)! dedi. Mesrûk:

  Abdullah'ın : «Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder­ler; fere, ya bu hareketi tasdik eder, ya tekzîb eder.» dediğini işittin mi? dedi. Şuteyr:                                                             .

  Evet, dedi. Mesrûk, ben de ondan işittim, dedi. Mesrûk:

  Abdullah'ın: «Kur'ân'da helâl ile haramı, emirle yasağı bir arada tophyan şu — Gerçekten Allah adaletle, ihsanla ve yakınlara vermekle emreder = âyetinden daha toplu bir âyet yoktur.» dediğini işittin mi? dedi.

Şuteyr :

  Evet, dedi. Mesrûk, ben de ondan işittim, dedi. Mesrûk:

  Abdullah'ın şöyle dediğini işittin mi : «Kur'ân'da = AUah'dan korkan kimse için, Allah çıkış ve kurtuluş yolu yaratır — sözünden daha çaouK ieranıiK veren Kurtıaug âyeti yoktur.» £uıeyr:

  Evet, dedi. Mesrûk, ben de ondan işittim, dedi. Mesrûk:

  Abüuiıan'ın şöyıe dediğini işittin mı.': «= fcy nensıerıne kargı, (günah işlemekle) üactai ağmış Kullarım! Alian'ın raumeıınaen umıdı *ea-meyinız = âyetinden dana çolt teveKKÜl iiaae eaer Dır ayet

yoktur.» Şuteyr:

  Evet, üedi. Mesrûk, ben de ondan işittim, dedi.[954]

 

Gözler bakmakla, eller dokunmakla ve ayaklar kötülüğe yürümekle haram işlerler, zina ederler. Bunlar zinanın başlangıcı sayılırlar, zinayı ha­zırlayan sebepler olurlar. Fenalığı hazırlayıcı olan bu vasıtalara ya, ti len (fercın) iştîrai olur, ya da Allah Korkusundan fi lî tecavüz olmaz. Allah kor­kusu ile geri çetcilen kimse, küçük günah işlemiş olur ve tevbe ile mağfireti umulur. Fakat Allah korkusu ile sakınma olmazsa, hem zinayı hazırlayıcı sebepler, hem de fiil büyük günah, kebîre olurlar. Fiilden aciz kalıp da, yani imkân bulamayıp da hazırlayıcı sebeplerle yetinen ve zevKİenen yine büyÜK günah İşlemiş sayılır.

Nahl sûresi 90. âyet-i kerîmenin delâlet ettiği mana, kısa ve özlü olarak helâl ile haramı, emirle yasağı ihtiva etmektedir. Çünkü adalet, başkasına tecavüz etmemek, haramdan sakınmak ve helâl şeyleri, kendi yerlerine koy­maktır. İhsan da, bir şeyi güzel yapmak, onu yerli yerine koymak demek­tir. O halde adalet ve ihsan ile emretmek, helâl şeyleri emretmek ve haram olan şeyleri yasaklamak olur.

Dünya ve âhiret kederlerinden kurtulmaya vesile olan hal, takva halidir. Takva sahibi kimse, ihlâs sahibi olup, Allah'ın emirlerine bağlı kalan ve yasaklarından sakınandır. Böyle kimseyi Allah, hem dünyada, hem de âhİ-rette korur ve kurtarır. Talâk sûresinin 2. âyet-i kerimesi bunu ifade et­mektedir.

Beşerî imkânları kullandıktan sonra işleri Allah'a bırakmak ve Allah -dan ümid kesmemek hususunda kullara en ziyade tevekkülü müjdeleyici âyet-İ kerîme, Zümer sûresinin metinde geçen 53. âyetidir.

Metin, taşıdığı mana itibariyle haksızlık ve zulümle ilgili bulunduğun­dan «Zulüm» bölümünde zikredilmiştir.[955]

 

490— Ebû Zer, Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve SeJlem)'den, Peygam­ber de Allah (Tebareke ve Teâlâ)'dan aldığına göre, Allah şöyle buyurdu :

«— Ey kullarım! Ben zulmü kendimden kaldırdım ve sizin aranızda da onu haram kıldım; artık birbirinize zulmetmeyiniz.

  Ey kullarım! Siz gece ve gündüz günah işlersiniz; ben ise günah­ları bağışlarım ve beis görmem. O halde benden mağfiret dileyin, sizi bağışlıyayım.

  Ey kullarım! Ben doyurmazsam, hepiniz açsınız, O halde benden rızık isteyin, sizi doyurayım. Ben giydirmezsem, hepiniz  çıplaksınız. O halde benden giyim isteyin, sizi giydireym.

  Ey kullarım! Eğer sizden öncekiler ve sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takva sahibi bir kulun kalbinde bulunsalar, bu benim mülkümde bir şey çoğaltmaz ve eğer en facir bir adamın kalbinde bulun­salar, bu da benim mülkümden bir şey azaltmaz. Eğer bir arazi üzerinde toplanıp da benden isteseler, ben de onlardan her insana istediğini versem, bu benim mülkümden bir şey azaltmaz; ancak denize bir defa batırılan iğnenin denizi azaltması kadar azaltır.

— Ey kullarım! İşte tu ameiierinizdir ki, onları size karşı tespit ede­rim, hesaba geçiririm. O halde kim amellerinde hayır bulursa, Allah'a hamd etsin. Kim de bundan başkasını k ulursa, neuinden îıaşkasuu kötü­lemesin, (suç nefsinindir).»

Ebu İdris, bu kudsî hadîsi anlattığı zaman, dizleri üzere çökerek otururdu.[956]

 

Peygamber (Sallaliahü Aleyhi veSetle/n)'\n Allah Tealâya nispet ederek buyurdukları Kur'ân'dan ve daha önceki kitaplardan olmayan kelâma «Kudsî Hadîs» denir. Bir de kudsî hadîs şöyle tarif edilir: Peygamber (Sailattahü Aıeyhi ve Setlem) "\n manasını Allah Katından alıp da, lâfızlarını kendisi ifadelendirdiği kelâma «Kudsi Hadîs» denir. Fakat bu ikinci tarif hadîs âlîmîerince muteber sayılmamaktadır; Çünkü Peygamber kendiliğin­den hiç bir dinî hüküm söylemez, ancak Allah'dan vahy edileni bildirir. Böyle olunca diğer bütün hadîsler de bu tarifin İçine girmiş olurlar.

Kur'ân'la Kudsî hadîsin arası şöyle ayrılır: Melek Cebrail tarafından tilâvet edilerek (okunarak) Peygambere gelen vahy ki, bunlar Kur'ân âyet­leridir. Tilâvet edilmeyerek (okunmayarak) kalbe vahyedilerek bırakılan ma­nalar ki, bunlar da kudsî hadîslerdir. (Kale Allahu) ve (Yekûlü Allahu) kelâmı ile Peygamber in kelâma başladığı hadîslerdir. Bunların sayısı yüzden fazla­dır. Ebu Zer hazretlerinden rivayet edilen bu kudsî hadîs en meşhurlarıdır.

Allah Tealâ Hazretlerine nispet edilen kelâmlar üç kısma ayrılır:

1— Kur'ân : İlâhî kelâmların en şereflisi Kur'ân'dır; çünkü lâfız ve ma-nasİyle kıyamete kadar bâkİ kalacak olan ve insanları her devirde acziyete düşüren icazkâr kelâmdır. Tahrif ve tebdilden korunmuştur. Abdestsİzlerin ona dokunması ve cünub olanların onu okuması haramdır. Namaz, ancak ondan bir kısım okumakla sıhhat bulur. Şüphe ve tereddüde yer vermeyecek bir nakil olan tevatür yolu ile gelmiştir.

2— Daha önceki Peygamberlere gelen ve değişikliğe uğramadan önce olan kitaplar.

3— Ahad yolu ile bize kadar nakledilen Kudsî hadîsler.

Bu Kudsî Hadîs, zulüm bölümünde getirilmiştir; çünkü baş tarafında zulmün haram olduğuna işaret vardır. Zulüm iki nevidir; biri, insanın kendi nefsine zulmetmesi ki, bunun en büyüğü şirk ve küfür haline düşmesidir.

Sonra bunu takiben gelen diğer günahları işlemesidir. İkincisi, insanın baş­kasına zulüm etmesidir ki, burada bahis konusu olan zulüm bu ikinci nevi­dir. Kimse kimseye zulüm etmesin, haksızlık ve tecavüzde bulunmasın. Zu­lüm günahı hem Peygamberlik, hem de velîlik rütbesine engeldir.

Kudsî hadîsin 2. bölümü, istiğfar ve dua ile ilgilidir. Beşeriyet İcabı, İnsanlar gece ve gündüz çeşitli günah İşlemekten kurtulamazlar. Bundan kur­tuluş çaresi, kulun kendini muhasebe ederek günah ve sevabların düşünüp Allah'dan mağfiret dilemesi ve bir daha o günaha dönmemeye azmetmesidİr.

Duaya gelince : Allah Tealâ bütün İhtiyaçlar için kulların kendisinden talepte bulunmalarını ve istemelerini sever, buna rıza gösterir. İhtiyaçların dünya ve âhiret işlerine ait olmalarında bir ayrılık yoktur; her ikisi İçin dua edilir. Allah'dan hidayet, mağfiret dilendiği gibi, yemek, içmek ve ıgiymek gibi ihtiyaçlar için dua edilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi vs Selltm) bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurdular:

«— Sizden her biriniz, Rabbinden bütün ihtiyaçlarım istesin; ayak­kabınızın kesilen kayışına varmaya kadar...»

Ashabı kiramdan bir kısmı, hayvanlarının yemine ve yemeklerinin tuzu­na varıncaya kadar ihtiyaçlarını Allah'dan İsterlerdi, (Fadlu'llah: C. 1, s. 575)

Allah Tealâ nin hazineleri sonsuz ve tükenmez olduğu için, insanların bütününe vereceği şeyler, onun mülkünden hiç bir şey eksiltmez. Bunun için denize batırılan iğnenin, deniz suyundan azaltması gibi bir benzerlik ya­pılmıştır.[957]

 

(226) Hastanın Keffareti

 

491— (116-s.)  Ğutayf Îbnü'l-Haris anlattığına göre,   Ebû   Ubeyde İbnü'l-Cerrah hasta iken, ona bir adam şöyle dedi:

  Kumandan nasıl geceleyip ecir aldı? Ebû Ubeyde dedi ki:

  Size hangi şeyden mükâfat = ecir verildiğini biliyor musunuz? Adam:

  Hoşumuza gitmeyen musibetlerimizden, dedi. Ebû Ubeyde şöyle dedi:

  Allah yolunda harcadıklarınızdan mükâfatlandırılırsınız. Ben (bir ordu kumandanı olmam hasebiyle) sizin için harcarım. Sonra Ebû Ubeyde bütün hayvanlara ait nakliye alet ve malzemelerini saydı; atın yularına varıncaya kadar...  (Bunların hepsinde, Allah yolunda harcama oldukları için ecir = sevab vardır). Fakat bu bedenlerinize isabet eden meşakkat sebebiyle Allah günahlarınızı örter.[958]

 

Ebû Ubeyde'nîn ifadesinden anlaşılıyor ki, rıza ve sabır gösteril-meksizin sırf musibetin gelmesinden insan ecir kazanmaz, ancak günahla­rından bir kısmını düşürür ve günahları örter. Buna hastantn keffareti denir. Halbuki bazı hadîs-i şerifler açık olarak hastalık gibi musibetlerden sabır olsun veya olmasın, ecir kazanılacağını beyan etmektedirler. Şu muhakkak ki, sabır ve rıza olduğu takdirde, sevab ve mükâfat daha fazla olur. Nite­kim merfu olarak rivayet edilen bir hadîs-i şerîf şöyledir:

«— Mümine İsabet eden bir belâ ve ağrıdan dolayı Allah ondan bir derece yükseltir ve bir günahını düşürür.»

Mutlak olarak bu hadîs-i şerîf müminden bir derece yükseltip günah­larından düşüreceğini ispat etmektedir.

(Bu esen İmam   Ahmed  tahriç etmiştir. Fadlu'llah: C. 1, s. 579-582)

Ubeyde  Ibnö'I-Cerrah   kimdir?:

Ashabı Kiramdan ve İslâm'ın cesur mücahidlerinden olup, nesebi yedi batın yukarda «Fihr»de Hz. Peygamber'in nesebi ile birleşir. Adı Amir1-dİr, fakat Ebû Ubeyde künyesi ile şöhret bulmuştur. Annesinin adı D m ey m e olup, islâm'ı kabul etmiş; ancak babası Abdullah İslâm'ı kabul etmemiş ve Bedir savaşında müşrikler safında bulunarak oğlu Ebû Ubeyde tarafından öldürülmüştü.   Ebû  Ubeyde,  babasına değil de dedesi Cerrah'a nispet edİür; yani Cerrah'in oğlu olarak söylenir. İlk İslâm'a giren on kişiden biri olup, Habeşistan'a iki defa hicret etmiş, Bedir ve ondan sonraki bütün savaşlarda bulunmuştur.

Uhud savaşında Hz. Peygamber'in yüzüne isabet eden çelik zırh göm­leğin İki halkasını dişleriyle çekip çıkaran ve iki dişini düşüren . Ebû Ubeyde'dİr. Ayrıca Cennet'le Hz. Peygamber'in müjdelediği on kişiden biridir. Hz. Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur:

«— Her ümmetin bir emîni vardır; bu ümmetin emîni de Ebû Ubeyde İbnu'I-Cerrah'dir.»

Ebû Ubeyde'yi ordu kumandanı olarak Şam'a göndermiş ve Şam'ın büyük bîr kismı onun kumandanlığında fethedilmişti. Mühim savaşlarda bulunmuş, bazan Baş Kumandan ve bazan da Hz. H a I i d I b n i V e ! i d 'in maiyetinde olarak savaşmış, büyük boşarHarda bulunmuştu. Adalet ve hak­severliği ile Rumları dahi hayrete düşürmüştü.

Şam'ın fethi sıralarında Ta'un hastalığı çıktığından, Hz. Dm er as­kerleri geri çekmeyi emredince;   Ebû   Ubeyde:

«— Allah'ın kaderinden mi kaçıyoruz?» diye halifeye hitap etmiş ve Hz.  Ömer ona şu hakimane cevabı vermişti.

«— Ey Ebû Ubeyde! Bu sözü senden başkası soyliyeydi!.. Evet, Allah'en kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz.»

Ebû Ubeyde 'nİn Hz. Ömer gibi bir halifeye bu şekilde bir ifa­dede bulunması da onun cesaretine delil teşkil eder. Ebû Ubeyde nahif vücutlu, uzunca boylu, seyrek sakallı, yüzü kemikli ve ön dişleri düşük İdİ.

Hicretin 18. yılında 58 yaşında olduğu halde Ürdün arazisinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[959]

 

492— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

«— Bir müslümani iğneleyen dikene varıncaya kadar, ona isabet eden bir meşakkat, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir tasa sebebiyle muhak­kak Allah onun günahlarından örter.»[960]

 

493— (117-s.) Abdurrahman İbni Saîd, babası Saîd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir :

— Selman, Kinde kabüesindeki hasta bir dostunu ziyaret ettiği za­man onunla beraberdim. Hastanın yanına girdiği zaman :

«— Sana müjde olsun; çünkü müminin hastalığını Allah ona keffaret yapar ve kusurlarını bağışlayıcı sebep kılar. Facirin hastalığı ise, sahibi tarafından bağlanan devenin hali gibidir. Sonra onu salıverirler de, niçin bağlandığını ve neden salıverildiğini bilmez.»[961]

 

Insan müptelâ olduğu hastalıktan iyileşir ve şifa bulrsa, o hastalık ge­çen günahlarına keffaret olur, gelecek zaman İçin bir İbret ve öğüte vesile teşkil eder. Allah Tealâ hazretlerinin mümin kula dünyada hastalık gibi musîbet vermesi, onu böyle bîr meşakkatle müptelâ kılması, ona buğzun-dan ötürü değildir. Ya mümin kuldan bir fenalığı kaldırmak, ya günahlarını örtmeye vesile olmak, ya da derecesini yükseltmek içindir.[962]

 

494— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'den riva­yet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Mümin erkekle mümin kadının bedeninde, ehlinde ve malında belâ bulundukça, günahsız olarak Allah    (Azze ve Celle)'ye kavuşur.»[963]

 

Muhammed   Ibnİ   Amr'dan da bu hadîsin aynı rivayet edilmiş, yalnız «çocuğunda» kelimesini ziyade etmiştir.[964]

 

495— Ebû Hüreyre demiştir ki, bir Bedevi geldi. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ona şöyle buyurdu:

«— Ümmü Mildem hastalığına yakalandın mı?»

Bedevi:

  Ümmü Mildem nedir? dedi. Hazreti Peygamber:

«— Et ile deri arasında bir hararettir, ateşli bir hastalıktır.» buyurdu.

Adam;

  Hayır, dedi. Peygamber sordu : «— Başın ağrıdı mı?»

Adam:

  Baş ağrısı nedir? dedi. Hazreti Peygamber:

— Başa arız olan bir hastalıktır ki, damarları çarpar.» buyurdu. Adam:

  Hayır, dedi. Ebû Hüreyre demiştir ki:

  Adam kalkınca, Peygamber şöyle buyurdu:

«— Ateş ehlinden bir adama bakmayı kim severse, buna baksın.»[965]

 

UmumiyeHe insanlar büyük ve küçük günahlardan beri olamayacak­larından, hastalık ve emsali musibetler günahlarını örtmeye vesile olurlar ve böylece ateş azabından kurtulurlar. Hayatında hiç bir hastalık geçirme­yen insan, günahlarından keffaret yolu ile bir şey kurtaramadığı cihetle günahlarının cezasını âhirette çeker ve ateşe girmiş olur.[966]

 

(227) Gece Ortasında Hasta Ziyareti

 

496— (118-<ş.) .Halid İbni Rabi'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

  Huzeyfe'nin hastalığı, ağırlaşınca, bunu kendi yakınları ve Ensar duyup gece ortasında, yahut sabah vakti kendisine geldiler. Huzeyfe sordu:

  Hangi vakittir, bu? Şiz:      

  Gece yarısı, yahut sabah vakti, dedik. Huzeyfe :

  Ateşin sabahından Allah'a sığınırım, dedi. Sonra:

  Kefenleneceğim şeyi getirdiniz mi? dedi. Biz:

  Evet, dedik.

  Kefenlerde aşırı gitmeyin, israf etmeyin, çünkü Allah katında be­nim bir hayrım olursa, ondan daîıa hayırlısına çevrilir. Eğer başka tür­lüsü olursa, benden çabuk soyulur ve çürür, dedi.

îbnü îdrîs, rivayetinde:

  Gecenin bir kısmında kendisine geldik, demiştir.[967]

 

Fevkalâde hallerde, gece yarısı veya sabah erken hasta ziyaretine git­mede bir beis olmadığını bu eserden öğreniyoruz. Normal haller nazarı itibara alındığı zaman hasta ziyaretinde şu hususlara riayet edebden sayılır:

1— İzin isteyip içeri girmek istendiği zaman kapının karşısında dur­mamak, kenara çekilmek,

2— Kapıyı yavaşça çalmak,                                   

3— Kimliğini gizlememek,

4— Hastayı yemek-içrnek vakitleri dışında ziyaret etmek,

5— Hastanın yanında az beklemek, hastanın ihtiyaç ve rızası varsa veya hastalığa bir zarar olmayacaksa fazla kalınabilir,

6— Gözü koruyup öfeye beriye bakmamak,

7— Hastaya az soru sormak,    

8— Hastaya şefkat ve rikkat hafi göstermek,

9— Hastaya ihlâsla dua etmek,

10— Hastaya maneviyatını yükseltici ve ömtd verici telkinde bulunmak.

Huzeyfe hazretleri bir de kefenlenmode israf edilmemesine işaret etmektedir. Kefen, insanın hayatında giydiği iç elbiseler kıymetinden yük­sek vasıfta olmamalıdır. Beyaz bezden erkekler için üç, kadınlar için beş parça olması sünnettir. Zaruret halinde i)u miktar azaltılır. Huzeyfe'-nin hal tercemesi İçin 233 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın.[968]

 

497— Hasreti Âişe(Radiyaltahüanha), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİemyden rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :

— Mümin hasta olduğu zaman, Allah onun günah kirlerini temizler; maden eritme ocağı, demirin pasını giderdiği gibi...»[969]

 

Bundan önceki hadîs-i şeriflerle eserlerin delâletine uygun olarak bu hadîs-i şerîf de hastalıkların günahlara !;efrâret olduğunu ve günahları te­mizlemeye vesile olduklarını beyan etmektedir. Ateşte körüklenen demir ma­deni, nasıl ki üzerinde bulunan pas ve kirleri ateş sebebiyle döküp safİle-sîyorsa, hastalanan mümini de hastalık aynen günah kirl-erinden temizler.[970]

 

498— Hazreti Âişe/KRad':y&lı;huanha), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu;

«— Herhangi bir müslümana l>ir musibet —bir ağrı veya bir hasta­lık— isabet ederse, muhakkak onun günahlarına keffaret olur; kendisine batan dikene veya meşakkate varıncaya kadar...»[971]

 

499— Sa'd'ın kızı Âişe, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

  Mekke'de şiddetli bir hastalığa tutuldum. Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) beni ziyarete geldi. Ben dedim ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Ben geriye mal bırakıyorum; bir kızdan başka da geriye (varis) bırakmıyorum. Malımın üçte ikisini (bir hayır yoluna) vasıyyet edeyim de üçte birini (varise) bırakayım mı?

Hazreti Peygamber:

«— Hayır!» buyurdu.

— Yarısını vasiyyet edeyim ve yansını kızıma bırakayım?

Hazreti Peygamber:

«— Hayır!» buyurdu. Ben :

  Üçte bir vasiyyet edeyim ve ona üçte ikiyi bırakayım, dedim. Hazreti Peygamber:

«— Üçte biri vasiyyet et; üçte bir çoktur.» buyurdu. Sonra elini alnıma koydu; sonra yüzümü ve karnımı sıvadı, sonra şöyle buyurdu:

«— Allah'ım! Sa'd'a şifa ver ve onun hicretini tamamla, (hicret se­vabını noksan etme).»

Ben, Peygamberin elinin soğukluğunu, bu ana kadar ciğerimde du­yuyorum zannındayım.[972]

 

Bu hadîs-i şerif hasta ziyareti ile ilgili olmakla beraber, İslâm hukukun­da vasiyyet miktarını da tayin etmektedir. Bir kimse, malının üçte birinden fazlasını hayır yollarına vasiyyet edemez, üçte bir veya daha az yapılan vasiyyetler muteberdir, varisler bu miktar üzerinde hiç bir hak iddia ede­mezler. Vasiyyet üçte birden fazla olduğu zaman, üçte birden fazlası varis­lerin müsaadesine bağlıdır. Muvafakat ederlerse, üçte birden fazla vasiyyet yerine getirilir; muvafakat etmezlerse, üçte birini öderler ve geri kalan mal varisler arasında bölünür. Vasiyyetlerde malın tamamı şöyle hesap edilir: ölünün teçhiz ve tekfin masrafları İle varsa ölünün borçlan çıktıktan sonra geri kalan malın bütünü vasiyyet İçin esastır. Cenaze masrafları İle ölünün borçlan çıktıktan sonra geriye kalan mafın tümünden üçte bire kadar olan vasiyyetler yerine getirilir. Bir de hisse sahibi olan varislere mal verilme­sine dair yapılacak vasiyyetler geçerli olmazlar. Varisler ancak kendi meşru haklarını alabilirler.

Hastalığı ölüm derecesine varan Sa'd ibni Ebi Vakkas, daha önce hicret etmiş olduğu Mekke'de vefat etmeyi sevmemiş ve Hz. Peygamberin arkadaşları ile Medine'ye dönmelerine katılamayandan mü­teessir olmuştu. Bu teessürlerini gidermek için Hz. Peygamber ona dua et­mişler ve İslâm'a daha çok yararlı hizmetlerde bulunacağını ve müşriklerin kendinden zarar göreceğini müjdelemişlerdi.

Sa'd İbni Ebi Vakkas'in hal tercemesi hakkında bilgi edin­mek için 24 sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.[973]

 

(228) Hasta İçin, Sıhhat Halinde Yapmış Olduğu İbadetin Sevabı Yazılır

 

500— Abdullah İbni Amr, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

«— Hasta olan hiç kimse yoktur ki, sağlık halinde yapmış olduğu ibadetin (sevabı), ona yazılmış olmasın.»[974]

 

Sağlık halinde insanın devam ettiği ibadet ve hayır işlerine hastalık gibi özürlerle devam edemez ve bunları yerine getiremezse, Allah Tealâ özürlü hastalık halinde yerine getiremediği bu İşleri işlemiş kabul ederek sevablarından eksiltmeksİzin amel defterine yazdırır. Bu bakımdan devamlı İbadetlerin hayır ve bereketi çoktur. Hasta olanlar, yerine getiremedikleri mutad amellerinden ötürü üzülmemelİdirler; çünkü onları işlemiş gibi sevab kazanacaklardır. Ayrıca hastalık, günahlara da keffaret olacaktır. Bundan önceki hadîs-i şeriflerde ifade buyurulmuştu. İnsan iyi bir işe niyyet eder de, bir özür sebebiyle onu yerine getiremezse yine sevab kazanır.[975]

 

501— Enes îbni Malik,  Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

— Allah Teâlâ, bedeninde müptelâ kıldığı hiç bir müslüman yoktur ki, hasta bulunduğu müddet, sağlığında yapmış olduğu amellerin sevabı ona yazılmasın. Eğer Allah ona hastalıktan afiyet verirse, —zannediyo­rum ki, Peygamber şöyle dedi— Onu (günahdan) yıka yi verir; ve eğer ruhunu alırsa onu bağışlar.»

Hammad îbni Seleme yolu ile Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} den hadîsin aynı rivayet edilmiş olup, şu ilâve yapılmıştır:

«— Eğer ona şifa verirse, hastayı günahtan yıkar.»[976]

 

Burada, daha önceki hadîs-İ şerife ilâveten hasta olan Müslümanın ölümü halinde mağfiret buyurulacağı hususu vardır. Zaten geçen diğer ha­dîslerde, hastalıkların günahlara keffaret olacağı beycin buyurulmuştu. Bu hadîs-i şerif, her iki manayı taşımaktadır.[977]

 

502— Ebû1 Hüreyre şöyle anlatmıştır:

— Peygamber (SailallahüAleykiveSetlem)'e ateşli hastalık (Humma) geldi. Humma dedi ki, senin katında en seçkin ehline beni gönder. Bunun üzerine Peygamber onu Ensar'a gönderdi de altı gün ve altı gece onlar üze­rinde kaldı. Bu hastalık onlara ağır geldi. Peygamber onların evlerine git­ti de, durumu ;©na şikâyet ettiler. Peygamber (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) ev ev ve kapı kapı girip onlara afiyet duasında bulunmaya başladı. Pey­gamber geri dönünce, onlardan bir kadın Peygamberi takip etti ve dedi ki:

— Seni hak din üzere gönderen Allah'a yemin ederim! Ben, Ensar'da-nım. Gerçekten babam da Ensar'dandır; o halde Ensar için ettiğin dua gibi, bana da duâ et. Hazreti Peygamber ona:

«— Ne istiyorsun; dilersen Allah'a duâ edeyim de sana afiyet versin, dilersen sabredersin de Cennet senin olur?» dedi.

Kadın dedi ki, öyle ise sabrederim de Cennet'i tehlike etmem, (onu garantilerim).[978]

 

Burada da iki hususa işaret edilmektedir:

Hastalıktan insan şifa bulursa, hastalık günahlara keffaret olur. Şayet hastalık özere ölürse, ömrün sonuna kadar işlenmiş günahlar bağışlanmış olacağından Cennete girer. Her iki halde de hastalığın manevî bakımdan faydalan vardır. Bununla beraber tedavi imkânlarını araştırmak, tabiblere müracaat etmek bir vazifedir. Hastalıkların seyri ve akıbetleri önceden kes­tirilemez. Sebeplere baş vurup afiyet dilemek ve korunmak ayrıca kullara düşen görevlerdir.[979]

 

503— (119-s.) Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

— Bana isabet eden hastalıktan, Hummadan bana daha sevgili bir hastalık yoktur; çünkü benim her azama girer. Azîz ve yüce olan Allah da her uzva, mükafattan hissesini verir.[980]

 

Ebû Hüreyre hazretleri humma hastalığı karşılığında verilen se­vabı bildiği için, bunun gelişinden endişe duymamakta ve bu hastalığa ya­kalananları da teselli etmektedir. Bugünkü tıp âleminde manevî yönden tedavinin büyük bir önem taşıdığı kabul edilen gerçeklerdendir.[981]

 

504— (120-s.) Rivayet edildiğine göre, Ebu Nuhayle'ye şöyle dendi: «— Allah'a dua eU O da:

  Allah'ım! Hastalığı azalt; fakat mükâfatı (sevabı)  azaltma, diye dtıâ etti. Ona:

«— Duâ et, dua et!» dendi. Bunun üzerine şöyle duâ etti:

  Allah'ım! Beni rahmetine yakın olanlardan kıl, annemi de güzel yüzlü Cennet hurilerinden eyle.

 

Ashab-ı Kiramdan olduğu söylenen Ebu Nuhayle, tutulduğu hastalıktan şifa İstemiş, fakat mükâfatının azaltılmamasını dilemiştir. Bu ara­da, ana hakkının büyük olması hasebiyle annesi için de dua ederek Cennet hurilerinden olmasını temin için Allah'a yalvarmıştır.[982]

 

505— Ata İbni Ebi Rebah anlatarak demiştir ki:

  İbni Abbas bana şöyle dedi:

«— Cennet ehlinden sana bir kadın göstereyim mi?» Ben:

  Evet, dedim. O şöyle buyurdu;

«— Şu siyah kadındır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelip dedi ki:

  Ben sar'alamyorum (düşüp bayılıyorum), böylece (kendime hâkim olamayıp) açılıyorum; benim için Allah'a duâ et.» Hazreti Peygamber ona:

«— İstersen sabret, cennet senindir. İstersen, sana afiyet versin diye Allah'a duâ edeyim.» buyurdu. Kadıncağız:

  Sabrederim, dedi. sonra: Ben açılıyorum, (avret yerlerim gözükür diye korkuyorum), benim için Allah'a duâ et açılmayayım, dedi. Pey­gamber de ona duâ etti.[983]

 

Tedavi, hiç bir zaman tevekküle aykırı değildir; çünkü Hz. Peygamber tedavi yollarına baş vurmuş ve tedavi olunmayı emretmiştir. Hastalıklardan* tedavi hususunda mevcut delillerden şu neticeler çıkarılmaktadır:

1— Bir hastalığa müptelâ olanın bizzat kurtulmak için kendine dua etmesi makbul harekettir.

2— Hastanın talebi olmaksızın, başkasının ona dua etmesi de yerinde bir harekettir; ancak şifa, hasta hakkında hayırlı görülrnüyorsa dua edil­memelidir.

3— Başkasından dünya işleri İçin dua istemek makbul bir hareket de­ğildir; çünkü bunda insanlara karşı zillete katlanma var>

4— Tedavi İçin tabİblere müracaat etmek ve İlâç kullanmak meşrudur. Bir kimse Peygamber'in sünnetine uymak ve Allah'ın izni bulunmak ntyeîî ile tedavi çarelerine baş vurursa, bu İbadet sayılır. Tevekküle de aykırı düş­mez; yemek-içmek ve giymek için esbaba mübaşeret tevekküle aykırı ol­madığı gibi...[984]

 

506— (121-s.) Ata anlattığına göre, kendisi o sar'alı kadın olan Ümmü Züfer'i Kabe'nin merdivenlerinde uzun boylu siyah bir kadın olarak gördü.

İbni Cüreyc demiştir ki:

  Abdullah İbni Ebi Müleyke bana haber verdiğine göre, Kasım kendisine, Hazreti Âişe'nin şöyle haber verdiğini nakletmiştir:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— Mümine diken ve daha İüyük musîtet isabet ederse, o keffarettir.» buyurdu.[985]

 

Bu bölüm, hastanın sağlık halinde İşlediği amellerin sevabına, aynen onları işliyormuş gibi kavuşacağına ait olduğu halde, keffaretle ilgili olan bu haclîs-i şerîf bu bölümde gösterilmiştir. Mevzu bakımından aralarında bir münasebet yoktur. Daha önceki hadîslerde geçtiği gibi, musibetlere uğ­rayan müminler İçin büyük müjde ifade etmektedir. Esasen istisnasız her Müslüman için bir sevinç ve müjde habercisidir; çünkü eziyete ve meşakkata duçar olmayan insan yok gibidir. Hadîslerin zahir manasına bakılırsa, mu­sibetlerin bütün günahlara keffaret olabileceğini ifade etmektedirler. Fakat sarihlerin çoğu, keffaretin küçük günahlara qit olduğunu beyan ediyorlar. Daha doğrusu, musibetlerin büyüklüğüne, insanların sabır ve ihlâsına göre, büyük ve küçük günahlara keffaret olurlar. Kul hakları bunun dışında kalır. Bunları Ödemek veya hak sahipleri İİe heiâllaşmak İcab eder.

Gelen musibetler sabırla karşılanınca, hem keffaret olurlar hem de de­rece yükselmesine vesile teşkil ederler. Sabır bulunmadığı takdirde, herkesin hal ve tutumuna göre birbirinden farklı sevab ve keffareîler kazanılır.[986]

 

507— Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir : — Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:

«— Dünyada kendisine bir diken isabet edip de, ondan sevap uman hiç bir müslüman yoktur ki, o diken sebebiyle kıyamette günahlarından bağışlanmasın.»[987]

 

508— Cabir demiştir ki:

— Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işit-

«— Herhangi bir mümin erkek ile mümin bir kadın ve müslüman bir erkekle müslüman bir kadın, bîr hastalığa yakalanırsa, muhakkak Allah o hastalık sebebiyle onu günahlarından kurtarır.»[988]

 

(229) Hastanın : «Bende Ağrı Var!» Demesi Şikâyet Olur Mu?

 

509— (122-s.) Hişam babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır:

  Ben ve Abdullah îbni Zübeyr, (hasta olan Abdullah îbni Zübeyr'in annesi) Esmâ'nın ziyaretine gittik; bu gidişimiz Abdullah İbni Zübeyr'in şehid edilişinden on gün önce idi. Esma ağrılı idi. Abdullah ona:

  Kendini nasıl buluyorsun? dedi. O: «— Ağrılı (buluyorum)!» dedi. Abdullah:

  (Düşmanlarımın beni çembere almasından anlıyorum ki,) ben ölü­me gidiyorum, dedi. Bunun üzerine annesi:

  Herhalde sen benim ölümümü istiyorsun da, bundan ötürü ölümü temenni ediyorsun; böyle etme, Allah'a yemin ederim ki, senin iki halin­den birine ait haber bana gelmedikçe ölmemi arzu etmem: Ya öldürülür­sün de, senin acına katlanarak sevabı kazanırım, yahut muzaffer olursun da gözüm aydın olur. Sana uygun düşmeyecek bir işin sana arzedilip de onu, ölüm korkusu ile kabul etmekten sakın, (şerefle ölmek, düşman eline geçip eziyet çekmekten çok daha iyidir).

Abdullah Îbni Zübeyr, (Annesine, ben ölüme gidiyorum diye hitap etmesinden) Öldürülüşünden annesinin kederleneceğini sanmıştı.[989]

 

Abdullah ibni Zübeyr'in başından geçenleri öğrenmek lan 244 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasındaki ha! tercemesine bakılsın. Burada bahis konusu olan, hastanın «Ağrım var» demesi, şikâyet olmayacağı hu­susudur.

Hasta, dua, tedavî, ilâç ve danışma gibi İhtiyaçlar dolayısı ile hasta­lığını, ağrı ve şiddetini bildirirse, şikâyet kısm-na girmez. Hasta durumunu gizlemeyerek, sayılan ihtiyaçlar için, açıklamalıdır. Buna hali açıklama de­nir, şikâyet denmez. Yasak olan şikâyet, kendisini hastalığa müptelâ kılana karşı çıkmak ve ona itiraz etmektir.[990]

 

510— Rivayet edildiğine göre, Ebu Saîd El-Hudrî, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ziyaretine gitti. Peygamber ateşli hasta idi, üzerinde kadife (kumaş örtü) vardı. Elini üzerine koydu, hastalığın ate­şini kadîfe üzerinden hissetti. Ebu Saîd:

  Ateşin ne kadar yüksek, ey Allah'ın Resulü! dedi. Hz. Peygamber: «— Biz böyleyiz, belâ bize şiddetli gelir ve sevab bize kat kat olur.»

buyurdu. Ebu Saîd sordu:

  Ey Allah'ın Resulü! İnsanların hangisi en şiddetli belâ çeker? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Peygamberler, sonra salih kullar. Onlardan öyle kimse vardi ki, fakirliğe müptelâ olmuştu; Öyleki bir hırkadan başka bir şey bulamamış, onu kesip giyinmişti. Onlardan kene İle müptelâ olan vardı da, onu Öldürmi ye kadar gidiyordu. Onlardan öylesi de vardı ki, sizden birinin bahşişe sevinmesinden daha çok belâya sevinirdi, ferah duyardı.»[991]

 

Peygamber hastalığın şiddetini ifade buyurarak bu gibi ağır musibet­lerin peygamberlere ve derece sırasiyle salih kullara geldiğini bildirmişler­dir. Peygamberler ümmetlerinin öncüleri oldukları için, en ağır yük ve me­şakkatleri çekmelerinde hikmetler vardır. Her halleriyle insanlara örnek ol­duklarından, bunların haline bakarak azim ve sabtr sahibi olmak, zorluk­lara tahammül etmek, Allah'ın kudretine boyun eğmek ve teslimiyet göster­mek suretiyle insanlar doğru yolu bulur, teselliye kavuşurlar. Peygamberin günahları olmadığından, çektikleri musibetler karşılığında daha yüksek ma­nevî dereceler kazanırlar. Musîbetİ çok olanın yalvarıp yakarışı da çok olur, Allah'a iltica edişi fazla olur ve yalvarışından derecesi yükselir. Bir an bile Allah'ı anmaktan gafil kalmaz.

Ebu    Saîd    El-Hudrî   kimdir? :

Adı S a ' d olup, babası M a I İ k , dedesi Sinan 'dır. E b 0 Saîd künyesi ile şöhret bulmuştur. Uhud savaşında yaşı küçük bulundu­ğundan savaşa katılamadı; fakat babası Uhud savaşında şehid edildi. Ken­disi Uhud savaşından sonraki bütün savaşlarda bulundu. Hz. Peygamber­den 1170 kadar hadîs-İ şerîf nakletmiştir. Kendisinden Ibni Ab bas, Ibni Ömer, Cabir, Ebû Umame ve Ebu't-Tufeyl gibi, ashabdan büyük zevat ve Tabiîn büyüklerinden Ibni Müseyyeb, Ebû Osman, Tarık, Ubeyd ibni Umeyr ve daha başkaları rivayet etmişlerdir.

Genç ashab arasında en fakîh olandı. Ensarın necib ve fazıl ve âlim şahsiyetlerinden biri İdi. 74 hicret tarihinde vefat ettî. Vefat yeri hakkında kesin bir delil yoksa da, İstanbul'da Kariye camii avlusunda medfûn olduğu söylenir. Allah ondan razı olsun.[992]

 

(230) Baygın Hastayı Ziyaret Etmek

 

511— Cabir İbni Abdullah'ın şöyle anlattığı işitilmiştir: «— Bir hastalığa yakalandım da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seîîem) Ebû Bekir ile—ikisi de yaya olarak— beni ziyarete geldi. Beni baygın halde buldular. Peygamber (Saliallahü A leyhi ve Seîlem) abdest aldı; sonra abdest suyunu üzerime döktü, ben de ayıldım. Baktım ki, Peygamber (Saliallahü A leyhi ve Seüem). Dedim ki:

— Ey Allah'ın Resulü, malım hakkında nasıl hareket edeyim, malım hakkında hüküm ver? Peygamber bana cevap vermedi, tâ ki, miras âyeti nazil oldu.[993]

 

Baygın halde olan hastalar, şuurlarını kaybetmiş oldukları halde onları ziyaret etmek, diğer aklı başındaki hastaları ziyaret etmek gibi sünnettir ve sevabdır. Baygın hastanın gönlünü memnun etmek, bahis konusu olma­makla beraber, hasta için bazı tavsiyelerde bulunmak ve yakınlarını teselli edip, gönüllerini almak bakımından faydalıdır. Böyle hastalar için istişare edilir, tabip tavsiye edilir, duada bulunulur. Soğuk suyun baygınları uyar­dığı da bir gerçektir. Buna Peygamber'in duası da katılarak hasta üzerine dökülünce, Allah hastaya şifa vermişti.[994]

 

(231) Hasta Çocukları Ziyaret Etmek

 

512— Üsame İbni Zeyd şöyle anlatmıştır:

  Resûlüllah (tollallahü Aleyhi ve Selîem)'m kızının (Zeyneb'in)  çocu­ğu ağır hasta oldu. Bundan dolayı çocuğun annesi (Zeyneb), Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seliem)'e haber gönderdi ki,  çocuğum ölüm üzeredir. Peygamber haberciye dedi ki:

«— Git ona şöyle söyle:

  Allah'ın aldığı da kendinindir, verdiği de... Her şeyin onun katında muayyen bir vakti vardır. Sabretsin ve Allah'dan sevab beklesin.»

Haberci geri dönüp çocuğun annesine (Zeyneb'e) haber verdi. Bunun üzerine (Zeyneb), Peygamber muhakkak gelsin diye yemin ederek Pey­gambere haber gönderdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kal­kıp ashabından bir gurupla gitti; aralarında Sa'd îbni Ubade de vardı. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğu alıp iki göğsü arasına ve bağ­rına koydu. Çocuk kuru ve boş su kabının ses çıkarışı gibi can çekişiyordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gözleri yaşardı, Sa'd dedi ki:

— Ağlıyor musun, halbuki sen Allah'ın peygamberisin? Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «— Ben ona şefkat duyduğumdan ağlıyorum. Allah, ancak kulların­dan merhametli olanlara merhamet eder.»[995]

 

Hadîs-i şerîften şu faydalar elde edilir:

1— Fazilet ve mevki sahibi kimselerin, ölüm döşeğinde bulunanların çocuk dahi olsalar, yanlarına gitmeleri iyi bir harekettir.

2— Böyle hasta ziyaretlerine davet İçin yemin etmek caizdir.

3— Yaya olarak hasta ziyaretine ve taziyeye gitmek bîr fazilettir.

4— Yemin eden bîr. kimsenin, yeminini bozmamak ve ona icabet et­mek lâzım gelir.                                                               

5— O'üm gelmeden önce, hasta sahibine sabır îelkîn etmek ve onu teselli etmek iqab eder.

Ölüm gelmeden önce, geride kalacaklara edilen sabır tavsiyeleri, ke­dere karşf mukavemet kazandırır, Allah'ın kazasına rıza temin eder.

6— Hadîs-i şerifte,  Allah'ın   yaratıklarına   şefkat  göstermeye   teşvik, katı kalpliiıkten sakındırma vardır. Göz yaşarmasında merhamet vardır.[996]

 

(232)  Özel  Bölüm

 

513— (123-s.) İbrahim İbni Able'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Karım hasta oldu; bundan dolayı Ümmü'd-Derdâ'ya gidiyordum. O bana soruyordu:

  Ailen nasıl? Ben de:

  Hastadırlar, diyordum. Bana yemek ısmarlıyor, ben de yiyordum. Sonra dönüyordum, kadıncağız yine böyle yapıyordu. Bir defa ona gitti­ğimde dedi ki:

  Nasıllar? Ben:

  îyiye döndüler, dedim. O, bunun üzerine şöyle dedi:

  Sen, bize ailenin hastalığını haber verdikçe, ben sana yemek ısmar­lıyordum. Şimdi ise, iyiye döndüler, artık sana bir şey ısmarlamayız.»[997]

 

Bu bölüme bir isim konmamıştır. İhtiva ettiği mana bakımından «Has­tası olana yardım etmek» konusu adı verilebilir. Evinde ailesi ve çoluk ço­cuğu hasfa bulunanların zor durumları olur. Çok kere yemek yemeye İm­kân ve fırsat bulamazlar. Böylf hallerde komşuların onlara yardfm etmesi ve onları yedirmesi komşuluk hakkıdır. Hastalar iyileştikten sonra da böyle bîr yedirme işine hacet kalmaz.[998]

 

(233) Hasta Bedevîyi Ziyaret

 

514— îbni Abbas anlatıyordu :

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   hasta bir Bedevi'yi ziyaret için yanına varıp şöyle dedi:

«— Ağır durumun yoktur, inşallah Allah günahlarını temizleyici olur.» Ravi dedi ki:

  Bedevi şöyle cevap verdi:

  Bilâkis ateş gibi yanan humma var, yaşlı bir ihtiyar üzerinde; onu, mezarlar ziyaret etsin... Hazreti Peygamber:

«— O takdirde, evet;   (kabul etmiyorsan, temizleyici değildir.)[999]

 

Hadîs-i şeriften şu hüküm çıkmaktadır: Bir milletin başında bulunan idarecinin, tebaasından cahil bir kimsenin ziyaretine gitmesi noksanlık de­ğildir. Büyüklere düşen, cahilleri uyarmak ve onlara hayırlı tavsiyelerde bulunmak ve mümkün olan yardımı yapmaktır.

Hastaya düşen vazife de, öğütleri kabullenmek ve güzel şekilde kar­şılık vermektir. Bedevî cahilliğinden yakışır cevap vermemiştir.[1000]

 

(234) Hastaları Ziyaret Etmek

 

515— Ebû Hüreyre anlattığına göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Sizden bugün kim oruçlu bulunuyor?» Ebû Bekir:

  Ben, dedi. Peygamber sordu:

«— Sizden bugün kim hasta ziyaretinde bulundu?» Ebû Bekir :

  Ben, dedi. Peygamber sordu:

*— Sizden kim bugün bir cenaze namazında bulundu?» Ebû Bekir :

  Ben, dedi. Peygamber sordu:

«— Bugün kim bir fakir doyurdu?» Ebû Bekir:

— Ben, dedi.

Kavilerden Mervan demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu haberi bana ulaşmıştır :

«— Şu hasletler: (Oruçlu olmak, hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze namazında hazır olmak, fakir doyurmak) bir gün içinde bir adamda top­lanırsa, muhakkak o Cennet'e girer.»[1001]

 

Bu hadîs-i şerîf Hz. E b û B e k İ r 'in faziletlerini ifade etmekte ve has­ta ziyaretinin de makbul bir İbadet olduğunu göstermektedir. Allah için oruç tutmak, Müslüman bir kardeşin cenazesinde bulunmak, hoşta ziyaret etmek, fakir doyurmak hasletleri bir araya gelip de bir şahısta toplanınca insanda manevî bir kemal derecesi meydana gelir. Böylece Cennetlikler­den olma lûtfuna kavuşur.[1002]

 

516— Cabir'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Seilem),   Ümmü's-Sâib adlı  (hasta) kadının ziyaretine girdi, kadın titriyordu. Peygamber:

«— Neyin var?» diye sordu. O:

  Sıtma = humma, Allah onu perişan etsin, dedi.    Bunun üzerine Peygamber (batlallahü Aleyhi ve Sellem):

«— Sus, ona kötü söyleme; çünkü o hastalık, demirci ocağı ateşinin demir pasını gidermesi gibi, müminin günahlarını giderir.» buyurdu.[1003]

 

Her nefis acı duymak ve sızlanmak hasleti üzere yaratılmıştır. Hiç kim­se acı duymayı kendinden kaldıramaz. Bu durum karşısında insana düşen, ah ve vahi çok etmeyip çığlık koparmamak, mümkün olduğu kadar ken­dine hakim olmaktır. Hele sövmek ve köîü söylemek yaraşmaz. Bu hususta önemli olan kalbin niyyetidir. Dİlin hareketi kalbe uygun olmayabilir. Onun için daima kalbin niyeti halis olmalıdır.[1004]

 

517— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in  şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :

«— Allah, (kıyamet günü kuluna) buyurur:

  Senden yemek istedim de bana yedirmedin.  (Kul) :

  Ey Kabbimî Sen benden nasıl yemek istersin de ben sana yedir­mem, sen âlemlerin Rabbi olduğun halde? der.

Allah buyuruyor :

  Bilmiyor musun ki, falan kulum senden yemek istedi de, ona ye­dirmedin? Bilmiyor muydun ki, eğer ona yedireydin, onun mükâfat m: katımda bulacaktın? İnsanoğlu! Senden su istedim de bana su vermedin. Kul der ki:

  Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken, ben sana nasıl su vere­bilirim? Allah şöyle buyurur:

  Falan kulum senden su istedi de, ona su vermedin. Biliyor muy­dun ki, eğer sen ona su vereydin, onun mükâfatını katımda bulacaktın.' Ey insanoğlu! Ben hasta oldum da beni ziyaret etmedin. Kul, der kî:

  Ey Rabbim! Ben seni nasıl ziyaret ederim, sen ise âlemlerin Rab-bisin, (hasta olmazsın, hiç bir şeye ihtiyacın yoktur?) Allah:

  Bilmiyor muydun kî, falan kulum hastalandı. Eğer onu ziyaret edeydin, onun mükâfatını katımda bulacaktın, yahut beni (rıza ve rahme­timi) onun yanında bulacaktın? buyurur.[1005]

 

Fakirleri yedirmekte, susuzlara su vermekte, hastaları ziyaret etmekte Allah'ın rızası bulunduğundan bu gibi hayırlı işleri İşleyenler Cenab-ı Hakka karşı vazifelerini yapmış sayıldıklarından Allah için amel etmiş olurlar. Hak Tealâ hazreflerinin rızası bulunduğu işleri yapmak, Allah için­dir. Onun emrine uygun hareket edildiğinden, bu amellerin karşılığında mükâfata kavuşulur. İşte Allah rızası için hasta ziyareti de, böyle AElah katında sevab kazandıran amellerdendir.[1006]

 

518— Ebu Saîd'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seitem) şöyle buyurdu:

«— Hastaları ziyaret ediniz, cenazeleri de takip ediniz. Bu, size âhi-reti hatırlatır.»[1007]

 

İnsana en iyi öğüd tefen vaiz, ölüm ve hastalıktır. Hastalık halini ya­şayan ve başkasını hastalık durumunda gören, hayatın ve sağlığın kıyme­tini anlar. Üzerine düşen vazifeleri daha iyi yapmaya gayret eder. öiümü düşünüp ölülerin halini gören de, kendi akibetinİn aynı olacağını anlaya­rak bundan ibret alır. Kötü alışkanlıkları varsa, onlardan ievbe eder, Al­lah'ın emirlerine ciddiyetle sarılır ve kendini hesaba çeker. Bu şekildeki davranışlar hakka yöneliştir.. Böyle hayırlı sonuçlara erişmek için hasta zi­yaretlerinde bulunmalı, Müslüman cenazeleri teşyi edip namazlarını kıl­malıdır.[1008]

 

519— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu:

«— Üç şey vardır ki, bunların hepsi her mÜslüman üzerine bir haktır (vazifedir) :

1— Hastaları ziyaret etmek,

2— Cenazelerde bulunmak,

3— Aksıran kimse, Aziz ve Celîl olan Allah'a hamd ederse, ona = Yerhamuke Allah = demek.»[1009]

 

Bundan önceki hadîs-i şerife ilâve olarak aksırana karşı, eğer Allah c hamd etmişse,

«— Allah sana merhamet eder = Yerhamuke Allah» demek, bu hadîste zikredilmiştir. Akstran Allah'a hamd etmezse, karşıda-kine böyle «Teşmît» vazifesi düşmez. Akstranın aksırma sonunda hamd et­mesi = Elhamdü Lillâh demesi ve yanında işitenin de Yerhamuke Allah de-mesİ sünnet olan görevlerdir. Sünnetlere uymak da sevab kazandırır.[1010]

 

(235) Ziyaretçinin Hasta İçin Şifa Dilemesi

 

520 — Sa'd'ın oğullarından üçü de babalarından rivayet ettiklerine göre, Resûlüllah (SaÜaliahü Aleyhi ve Sellenı), Mekke'de hasta olan Sa'd'ın ziyaretine vardı. Sa'd (Peygamberi görünce) ağladı. Peygamber ona sordu:

*— Neden ağlıyorsun?» Sa'd:

  Hicret etmiş olduğum yerde ölmekten korkuyorum. Nitekim Sa'd İbni Havle böyle olmuştu,  (Medine'ye hicretinden sonra Mekke'de vefat etmişti.) dedi. Peygamber üç defa:

«— Allah'ım! Sa'd'a şifa ver!» diye dua etti. Sa'd dedi ki:

  Benim çok malım var; bana bir kızım varis oluyor. Malımın ta­mamını vasiyyet edeyim mi? Peygamber:

«— Hayır!» dedi. Sa'd :

  Üçte ikisini edeyim mi? dedi. Peygamber: «— Hayır!» dedi. Sa'd :

  Yarısını? dedi. Peygamber: «— Hayır!» buyurdu. Sa'd :

  Üçte birini? dedi. Peygamber :

«— Üçte biri (vasiyyet et), üçte bir çoktur. Malından verdiğin (fa­kirlere) sadakan bir sadakadır. Çoluk çocuğuna yedirdiğin tir sadakadır. Zevcenin, senin yemeğinden yediği de senin için hır sadakadır. Senin çoluk çocuğunu mal ile bırakman (yahut geçimle, dedi), onları insanlara avuç açıp dilenir bırakmandan daha hayırlıdır.» buyurdu.

Ravi demiştir ki:

  Peygamber eli ile (işaret ederek) söyledi.[1011]

 

Bu hadîs-i şerifi, Hz. Sa'd ibni E b i V a k k a s 'in üç oğlu baba­larından rivayet etmişlerdir. Bu çocukları adları, Âmir, Mus'ab ve M u h a m m e d 'dir. Şimdi hatıra gelir ki, Sa'd hastalığında varis ola­rak geriye bir kız çocuğun bırakmak üzere olduğunu hastalık halinde Hz.

Peygamber'e ifade ettiğinde bu  üç çocuklardan  neden  bahsedilmemişti?

Peygamber Efendimizin S a ' d hazretlerini ziyaret etmeleri. Veda Haccı ve bir rivayete göre de Mekke fethi zamanlarına tesadüf etmektedir. Pey­gamberimizin şifa ve bereket duaları makbul olmuş ve S a ' d bu hastalık­tan kurtularak 45 yıl daha yaşamıştır. Bu müddet içerisinde hal terceme-sinde anlatıldığı gibi, İslâm'a pek çok yararları dokunmuş ve müşrikler ken­disinden zarar görmüştür. İşte bu hastalığından sonra geçen 45 yıl içinde doğup yetişen çocukları, yukarda adları geçen oğulları oluyor.

Bilgi için ve 499 ve   Sa'd   İbni   Ebi   Vakkas'ın hal tercemesi için 24 sayılı hadîslere ve açıklamalarına bakılsın.

Sonuç olarak, hastaya şifa bulması İçin dua etmek sünnettir.[1012]

 

(236) Hastayı Ziyaretin Fazileti

 

521— Asım, Ebu Kılâbe'den; Ebu Kılâbe, Ebu'l-Eş'as San'anî'den; o da Ebu Esmâ'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

«— Kim hasta kardeşini ziyaret ederse, Cennet'in Hurfe'sinde (top­lanmış meyvaları arasında) bulunur.

Ben, Ebu Kılâbe'ye dedim ki:

  Cennet'in Hurfe'si nedir? O dedi ki:

  Cennet'in toplanmış meyvalandir.

  Ebu Kılâbe'ye yine sordum:

  Ebu Esma bu hadîsi kimden nakletmiştir?

  Şu cevabı verdi:

  Sevban'dan; o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den...» Bu hadisin aynım bize İbni Hubeyb İbni Ebi Sabit anlatarak de­miştir ki, bize Ebu Üsame, Müsenna'dan (zannediyorum bu İbni Saîd'dir) rivayet etmiştir. Müsenna dedi ki:

  Bize Ebu Kılâbe, Ebu'l-Eş'as'dan, o da Ebu Esma El-Rehabî'den, o da Sevban'dan, Sevban ise Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet etti.[1013]

 

Bu hadîs-i şerifi  Müslim   biraz değişik lâfızla şöyle tahriç etmiştir:

«— Kim bir hastayı ziyaret ederse, dön üne e.ve kadar Cennet meyva-ları arasında bulunur.»

Hadîs âlimleri buna şu manayı vermektedirler:

İnsan hasta kardeşini ziyaret edip yanında bulunduğu müddet, bahçe­den bir kimsenin meyve toplayışı gibi, sevab meyveleri toplamaya devam eder. Burada sevab, ağaçlardan devşirilen meyvelere benzetilmiştir. İnsan hasta yanından dönünceye kadar manevî meyvelerden, yani sevablardan toplar.

Hurfe'ye yof manası da verenler vardır. Bu manaya göre, ziyaretçi Cennet yolunda bulunur, hayır işlemiş olur, demektir.[1014]

 

(237) Hastanın Ve Ziyaretçinin Hadîs Anlatması

 

522— Anlatıldığına göre, Ebu Bekir îbni Hazım ve Muhammed İbni'I- Münkedir, Mescid cemaatından bir kısım insanlarla hasta bulunan Ömer İbni'l-Hakem İbni Rafi' El-Ensarî'yi ziyaret ettiler. Ona şöyle dediler :

  Ey Ebu Hafs! Bize hadîs anlat. O dedi ki:

  Cabir İbni Abdullah'ın şöyle dediğini işittim:

  Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seılem) 'in şöyle buyurduğunu işit­tim:

«— Kim bir hastayı ziyaret ederse, rahmete dalmıştır; oturunca rah­met içinde kararlaşmış olur.»[1015]

 

Burada rahmet suya benzetilmiştir. Su kirleri temizlediği gibi, hasta zi­yaretinden gelen Allah'ın rahmeti de, ziyaretçiyi günahlarından öyle temiz­ler. Hastanın yanında ziyaretçi oturunca da rahmet onu her taraftan kaplar.[1016]

 

(238) Hasta Yanında Namaz Kılan Kimse

 

523— (12-s.) Atâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :

«— îbni Ömer, îbni Safvan'm hastalık ziyaretine gitti de namaz vak­ti geldi. îbni Ömer oradakilere iki rekât namaz kıldırıp: Biz misafiriz, dedi.»[1017]

 

Ziyaret edilen hastanın durumu ve ev hali nazarı itibara alınara': rv'i-said bulunduğu takdirde onun yanında namaz kılmanın caiz bulunduğuna bu haber delil teşkil etmektedir. Anlaşıldığına göre, Ibnİ Ömer en az üç günlük bir mesafe almış bulunduğundan dört rekâtlı namazı iki kıldırıp, arkasındaki cemaatı ikaz ederek onlar kendi namazlarını dört rekât olarak tamamlamışlardı.[1018]

 

(239) Müşrik Hastayı Ziyaret

 

554— Enes'den rivayet edildiğine göre, Yahudilerden bir erkek çocuk Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern)'e hizmet ederdi. Sonra çocuk has­ta oldu da, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun ziyaretine gitti. Başucunda oturup (çocuğa) :

Müslüman ol!» dedi. Çocuk, başucunda olan babasına baktı. Bu­nun üzerine babası çocuğa:

— Kasım'ın babasına Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e itaat et, dedi. Çocuk da müslüman oldu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıktı, şöyle diyordu:

«— Çocuğu ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun...»[1019]

 

Hadîs-i şerîften çıkarılan hükümler:

1— Yahudî ve Hıristiyan gibi gayri müslim hastaları ziyaret etmek ca­izdir; çünkü bu ziyaret onlara bir iyilik yerine geçer. Hele İslâm'ı kabulleri umuluyorsa veya bir maslahat düşünülüyorsa, bu ziyareti yapmak yerinde bir iş olur. ölüsü olan komşu gayri müslİmleri taziye maksadı ile ziyaret etmek yine caizdir. Bu ziyarette :

«— Allah sana daha hayırlı halef versin, Allah durumunuzu düzeltsin.» gibî temennilerde bulunulur.

2— Çocuğun İslâm dinini kabul edişi sahihtir. Ancak sıhhatin tahak­kuku için çocuğun mümeyyiz olması şarttır. İyiyi ve kötüyü, kâr ve zararı ayırt edebilecek durumda olan çocuklara mümeyyiz denir. Hz. Peygamber'İn bu ziyaret etmiş olduğu çocuğun yaşı kesinlikle bilinmemektedir. Mümeyyiz veya bulûğ çağlarında olduğu görüşleri üzerinde ayrılık vardır.    Her iki halde de İslâm'a geçişi makbuldür.

3— İslâm'ı sahih olan çocuğun namaz ve oruç gibi ibadetleri sahih olur; fakat nikâh, talâk, adak ve köle azad etme gibi tasarrufları geçerli olamaz.

4— Bulûğ çağına girmeyen gayri müslim çocuğun ölümü halinde azab çekip çekmeyeceği hakkında iki görüş vardır:

1) Eğer çocuk mümeyyiz durumunda olur da küfür halini biliyorsa, bu vaziyette ölümünden sonra azab çeker.

2) Bu görüş de «Bulûğa varıncaya kadar çocuktan kalem kaldırılmış­tır.» deliline dayanarak azab çekmeyeceği merkezindedir.

Hadîs-İ şerîfte bahis konusu olan çocuk, buluğ çağında olması itibariyle İslâm'a geçişinden ötürü ateşten kurtulmuştur hükmü üzerinde bir İtiraz va-rid olmaz. Bulûğ çağından küçük olduğu halde, hadîs-i şerîf varid olmuştur diye düşünülürse, izahı şöyle :

Kâfir olarak ölen çocuklar hakkında ne azab görme, ne de kurtulma dîye kesin bir hüküm yoktur. Bunlar Mahşerde güçlerine göre İmtihana tâbi tutulurlar. Bunlardan emirlere uyanlar kurtulur, isyan edenler azab çeker. İşte bu çocuk da İslâm'ı kabul etmeden Öleydi, tehlikeli bir durumda ola­caktı, ateş kenarında olacaktı. Fakat islâm'ı kabul edince kurtuluşu kesin olarak meydana çıkmıştır. Hz. Peygamber'in :

«— Çocuğu ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun!»

Sözünün manası bu olsa gerektir.[1020]

 

(240) Hastaya Ne Söylenir

 

525— Hazreti Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Resûlüllah (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem)   (hicret yılında)  Medine'ye gelince, (babam) Ebû Bekir ve Bilâl Humma'ya tutuldular. Âişe demiş­tir ki:

  Ben onları ziyarete gittim de çöyle söyledim: Babacığım! Kendini nasıl buluyorsun? Ey Bilâl! Sen de kendini nasıl buluyorsun?

Âişe şöyle demiştir:

  Ebû Bekir'i Humma yakaladığı zaman derdi ki:

  Herkes evinde çoluk çocuğuyla sabahlar durur. ölümse, ona, takunyası bağından daha yakın durur. Bilâl'dan hastalık kalkınca, sesini yükselterek şöyle diyordu:

  Ne olur, hileydim : Mekke vadisinde bir gece geceleyecek miyim; etrafımda İzhir ve Celîl bitkileri olduğu halde?..

Bir gün Mecenne mevkiinin sularına kavuşacak mıyım; Şame ile Ta-fıl dağları bana gözükecekler mi?[1021]

Hazreti Âişe — Allah ondan razı olsun — dedi ki, ben Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem l'e gidip, ona haber verdim. O şöyle buyurdu:

«— Allah'ım! Bize Medine'yi sevdir, Mekke'yi sevdiğimiz gibi, yahut daha çok... Hastalıklardan da onu kurtar. Bize, ölçeğimizde ve kilemizde bereket ver. Medine'nin Humma hastalığını, (İslâm'ı kabul etmemiş) Cuh-fe arazisine nakledip ver.»[1022]

 

Hadîs-i şerîf bize, hastaya sıhhatini soruş şeklîni öğretmektedir. Bir de uzun ve yorucu bir yolculuktan, açlık ve susuzluk gibi mahrumiyetlere kat­landıktan sonra Mekke'den Medine'ye gelen ashab'ın iç duygularını ve ana vatana hasretliklerini yansıtıyor. Hz. Peygamber de makbul duaİariyle on­ları teselli ediyor. Nihayet hastalık Medine'den kalkıyor, bereket yağıyor ve Medine ana vatandan sevgili oluyor.

Hz. Peygamber ve Ashabı, müşriklerin işkence ve tazyikleri sonunda hicret ettiklerinden, bu hicretin başlangıcında Medine'de arız olan hasta­lığın Cuhfe arazisine, yani müşriklerin beldesine geçmesini dua etmişler, böylece onları hastalıkla meşgul kılıp Müslümanların nefes almalarına ze­min hazırlamışlardı.[1023]

 

526— İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , hasta bir Bedevi'nin ziyaretine girdi. İbni Abbas de­miştir ki:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  bir hastayı ziyaret için ya­nma vardığı zaman:

«— Beis yoktur; (günahları) temizleyici olur İnşa Allah!» derdi, Be-devî (Buna cevap olarak) şunu söyledi:

  (Bu hastalık) temizleyici! Hayır aksine yaşlı bir ihtiyar üzerinde kaynayan   (yahut alevlenen)  bir Hummadır;  onu mezarlar ziyaret edi­yor... Peygamber:

«— (Benim öğüdümü kabul etmeyince, senin için temizleyici değil­dir.) Bu takdirde evet.» buyurdu.[1024]

 

527— (125-s.) Nafi' demiştir ki,    «İbni Ömer bir hastayı ziyarete gidince:

«— Nasılsın?» diye halini sorardı. Yanından kalkınca da:

«— Allah, hakkında hayırlısını versin!»  derdi ve buna ilâve (söz) etmezdi.»[1025]

 

Ashab-ı kiram Hz. Peygamber'den aldıkları yüksek edeb uyarınca, has­tanın halini sorup, onun hakkında hayır dua ediyor ve hasta yanında fazla söz söylemiyorlardı. Lüzumlu bir ihtiyaç olmaksızın hasta yanında fazla beklememe; ve çok konuşmamak icab eder.[1026]

 

(241) Hasta Nasıl Cevap Verir

 

528— (126-s.) Saîd Ibni Amr anlatarak demiştir ki; Haccac, (yaralı bulunan) İbni Ömer'in yanma vardı, ben de yanında idim. Haccac :

Nasılsın? dedi. O:

  îyiyim, dedi. Haccac:

  Seni kim süngüledi? dedi. O şöyle cevap verdi;

  Silâh taşımak helâl olmayan bir günde, silâh taşımayı emreden kimse beni süngüledi. îbni Ömer bu sözü ile Haccac'ı kasdediyordu.[1027]

 

Haccac'in babası Yûsuf olup, Sakaf kabilesindendir. Hicretin 41. yılında Taîfde doğmuştur. Emevî devletinin meşhur kumandanlarından biri olmuş ve zulmü ile ün salmıştı. Emevî halifelerinden Abdülmelik Ibni Mervan'ın maiyetinde bir müddet bulunduktan sonra Hicaz'da hilâfet İlân eden Abdullah Ibnİ Zübeyr'iele geçirmek ve taraftarlarını dağıtmak İçin vazifelendirilmişti. Haccac bu maksatla Mekke'yi kuşat­mış ve Abdullah îbni Zöbeyr'i zalimane bir şekilde şehid etmişti. Bundan üç ay sonra (Abdullah Ibni Ömer'in öldürülmesi için zehirli bir süngü hazırlatıp onu ayağından vurdurmuştu. İşte bu yaranın tesirinden Ibni   Dm er   hasta İken,   Haccac  ziyaretine gidip :

«— Seni kim süngüledi?» diye sorunca, 1 b n İ Ömer ima yolu ile faili hatırlatmıştı. Hâdise hac mevsimine tesadüf ettiğinden, bu mevsimde silâh kullanmanın haram olduğunu da hatırlatmış oldu. Sonunda bu zehirli yaranın tesiriyle Hicretin 73. yılında 84 yaşında iken, Ibni Ömer Mek­ke'de vefat etti. Allah ondan razı olsun. Hal tercemesi için kitabın başında 2 sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.

Haccac'm Ibnİ Ömer'i öldürtmesinin sebebi şu : Emevî halifesi Abdülmelik, Ibnİ Ömer'e muhalefet etmesin diye H a c c a c 'a bir mektup göndermiş. Bu emir Haccac'a geldiğinden başkasına öldürt­müş olduğu rivayet edilmektedir. Nihayet Haccac Hicretin 95. yılında 54 yaşında olduğu halde feci bir hastalığa tutularak ölmüştür. S a î d i b -ni Cübeyr gibi tabiîn âlimlerinin en büyüğünü de haksız yereöldürmüş; fakat onu öldürdükten sonra aklî muvazenesi bozulmuştu. Her gece Saîd İbni   Cübeyr  onun rüyasına girer ve :

«— Ey Allah'ın düşmanı!» dîye kendisine hitap ederdi, şeklinde rivayet vardır. Bu hâdiseden sonra çok yaşamamıştı. Yüz yirmi bin kişiyi öldürdüğü ve ölümünde elli bin kişinin hapiste olduğu söylenir.

Burada mazlum olduğu halde hasta Ibni Ömer, kendisini ziya­rete gelen Haccac'a nazikâne cevap vermiştir. Bununla beraber suçlu ve caninin kim olduğunu da ona bildirmiş oldu.[1028]

 

(242) Fasık Hastayı Ziyaret Etmek

 

529— (127-s.) Abdullah ibni Amr İbnil-Asdan şöyle rivayet edlişmiştir:

Şarap içip de, hasta olanları ziyaret etmeyiniz.[1029]

 

Allahu Teala’nın haram kıldığı şeyleri alenen işleyen ve farzlarını terk edenlere fasıkk denir.Fasık olanlar kesin delillerle sabit haramları  helal kabul etmezler ve farzkarı da inkar etmezlerse, mümin hükmünden çıkmazlar;büyük günah işlemiş olurlar.

İşte büyük günahları alenen işlemekte olanların kötülüğü  başkalarına sirayet etmesin ve onlara tevbe etmeleri için  bir ibret dersi olsun diye, burada ziyaretlerine gidilmemesi tavsiye edilmektedir.Esasen ziyaret fazilet ve sevabı büyük olan bir sünnettir.Onun filini iştirak ve yaınlık veya onun kötü alışkanlığı yayma olmadıkça  bunlara sebebiyet vermedikçe bir mahzur olmaz;bilakis onun hidayet ve selametine yardımcı olmak gayesi taşınırsa sevap olur.[1030]

 

(243) Kadınların Erkek Hastaları Ziyaret Etmek

 

530— (128-s.) El-Haris İbni Ubeydullah El-Ensarî'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«— Ümmü'd-Derda'yı gördüm ki, (bindiği devenin) eğerinin ağaçlan çıplak, Mescid ehlinden bir Medîne'li erkek hastayı ziyarete gidiyor.»[1031]

 

Mahrem değil de yabana bir erkek dahi olsa, İyi ve temiz niyetle, İs­lâm muaşeret şartlarına uygun olarak kadınların hasta erkekleri ziyaret et­melerinde beis yoktur. Erkeklerin de aynen hasta kadınları ziyaret etmeleri caizdir. Peygamber Efendimizin hasta hanımları ziyaret ettiğine dair ha-dîs-İ şerifler vardır.

Ömmü'd-Derdâ   kimdir? :

Ashab'dan Ebu'd-Derdâ'mn hanımı olup, ismi «Hayre»dir. Ömmö'd-Derdâ adında iki hanım vardır. Bunlar Suğra ve Kobra diye ayrılır. Buradaki Köbrâ olup, kadın sahabilerin faziletlilerinden, ilim ve gö­rüş sahiplerinden idi. İbadet ve takvası çoktu. Kocasından iki yıl kadar önce Şam'da Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında vefat etti. Hz. Peygamber'den ve kocasından hadîs ezberlemişti. Tabiîn âlimlerinin çokları kendisinden rivayet etmişlerdir. Kendisine sorulmuş:

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den bir şey işittin mi?»

O cevap olarak :

«— Peygamber Mescid'de otururken yanma vardım, şöyle buyurdu­ğunu işittim» :

«— Amellerin tartılacağı kıyamet günü, teraziye, güzel ahlâkdan da­ha ağır bir şey konmayacaktır.» demiştir.

Allah ondan razı olsun.[1032]

 

(244) Evin Lüzumsuz Şeylerine Bakan Ziyaretçinin Hoş Görülmemesi

 

531— (129-s.) Abdullah îbni Ebi Hüzeyl'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«— Abdullah îbni Mes'ud, bir hastayı ziyaret* etmek üzere yanma girdi, yanında bir takım insan vardı. Evde de bir hanım vardı. Adamlar­dan biri kadına bakmaya başladı. Bunun üzerine Abdullah ona:

— Gözün çıkaydı, senin için daha hayırlı olurdu, dedi.»[1033]

 

Mİsafİr olarak gidilen bir evde adaba riayet etmek gere';ir. Her yerde harama bakmak, yasak olduğu gibi, misafir evinde buna daha çok önem vermek lâzımdır. Hattâ evin eşya ve levazımatma dahi göz gezdirmemek, nazarı dikkati celbedecek hareketlerde bulunmamak, ziyaret edeblerindendİr.[1034]

 

(245) Göz Ağrısından Ötürü Ziyaret

 

532— Ebu îshak demiştir ki, Zeyd İbni Erkam'ın şöyle anlattığını işittim:

— Gözüm ağrılandı da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni ziyarete geldi. Sonra:

«— Ya Zeyd! Şayet gözün tamamen kaybolsa ne yaparsın?» buyurdu. Ben de, sabrederim ve Allah'dan sevab beklerim, dedim. Hazreti Pey­gamber şöyle buyurdu:

«— Eğer gözün kaybolur da, sonra sabredersen ve Allah'dan sevab umarsan, senin sevabın Cennet olur.»[1035]

 

Hadîs-i şerîf, göz ağrısından ötürü hasta ziyareti yapılmasına ve gözü kaybolanın sabrettiği takdirde Cennet mükâfatı kazanacağına delil olmak­tadır.

Zeyd   İbni   Erkam   kimdir?:

Zeyd, Hazrec kabilesinden olup, Uhud savaşına yaşı küçük görül­düğünden katılamamış, İlk olarak Hendek savaşında bulunmuştur. Bundan sonra Hz. Peygamberle 17 savaşta bulunmuş ve birçok hadîs nakletmiştir.

Sıffîn vak'asında Hz. Ali ile bulunmuş ve hicretin 66. yılında Küfede vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. Zeyd, münafıklardan Abdul­lah ibni Ubeyy 'in, Müslümanlar aleyhindeki bir sözünü işitip Hazrefi Peygamber'e haber vermesi üzerine Abdullah inkârda bulunmuş, son­ra âyet nazil olarak Allah Tealâ   Zeyd'i doğrulamıştır.[1036]

 

533— Kasım îbni Muhammed'den rivayet edildiğine göre, Muhammed'in arkadaşlarından bir adamın, gözleri söndü, sonra onu ziyarete git­tiler. Adam şöyle dedi:                    

— Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'i görmek için onları istiyordum; fakat şimdi Peygamber (Saİtalîahü Aleyhi ve Sellem) irtihal et­ti. Allah'a yemin ederim! Eğer (Yemen'deki) Tübale beldesinin geyikle­rinin bir geyiğindeki gözler bende olsa, artık buna sevinmem.[1037]

 

Bu hadîs-i şerîf de göz hastalarını ziyaretin meşruiyetini göstermekte, bir de ashab-ı kiramın Hz. Peygamberi görmekten duydukları manevî haz ve sürürün enginliğini İfade etmektedir.[1038]

 

534— Enes'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işit­tim :

«— Allah (Azze ve Celle) buyurdu : (Kulumu) iki sevgiliyle (gözlerini murad ediyor) müptelâ ettiğim zaman (gözlerinin nurunu aldığım zaman) sonra sabrederse, ona Cennet'i karşılık olarak veririm.»[1039]

İnsan azalarının en hassas ve sevimli azalan gözler olduğu İçin «iki sevgili» diye tâbir edilmiştir. Bu hadîs, kudsî hadîstir. Buna dair bilgi (490) sayılı hadîs münasebetiyle verilmişti.

önemi büyük olan bu azaların alınması karşılığında, Allah mümin kullarına Cenneti va'd buyuruyor; sabırlı olmak şartiyle...[1040]

 

535— Ebû Ümame, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den riva­yet etmiştir:

«— Allah buyuruyor :

— Ey insanoğlu! Senin iki (sevgili) gözünü aldığım zaman, ilk anda sabredersen ve (benden) sevab beklersen, sana, Cennet'den başka bir se­vaba razı olmam.»[1041]

 

Musîbetin ilk geliş anı, en dehşetli ve acıklı bîr haldir. Bu anda gelen musibetin Allah'dan olduğuna teslimiyet gösterip sabreden ve Allah'dan buna karşılık mükâfat bekliyen, Cehennem e hiç uğramadan Cennete gire­ceğini Allah Tealâ bu kudsî hadîste buyurmakta ve bu hadîs daha önce­kileri teyid etmektedir.

Hadîs-i Kudsîyi Hz. Peygamber'den rivayet eden Ebû Ümame 'nin hal tercemesi için (163) sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.[1042]

 

(246) Hasta Ziyaretçisi Nerede Oturur

 

536— İbni Abbas'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir :

— Pygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir hastayı ziyaret ettiği zaman, bâşucunda otururdu, sonra şöyle derdi:

«— Büyük Arg'ın Rabbi olan büyük Allah'dan dilerim ki, sana şiia versin.»

Eğer hastanın ecelinde bir gecikme var idiyse, ağrısından kurtulurdu.[1043]

 

Bu hadîs-i şerif bize, Peygamberin hastaya şifa dileme şeklini ve has­tanın eceli dolmamışsa, hastanın hemen ağrıdan kurtulacak vaziyette dua­larının makbul oluşunu, bir de hastayı ziyaret edenin bâşucunda oturması gerektiğini öğretmektedir.[1044]

 

537— (130-s.) Rabi' îbni Abdullah'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«— Hasta bulunan Katade'yi ziyaret edelim diye, Hazreti Hasanla birlikte gittim. Hasan, hastanın başucunda oturup ona sordu (nasılsın?).

Sonra ona dua edip, dedi ki:

— Allah'ım, kalbine şifa ver, hastalığına da şifa ver.»[1045]

 

Bu haber de, bundan önceki hadîs-i şerifin hastanın başucunda oturma adabını teyid etmektedir.[1046]

 

(247) İnsan Evinde Ne Yapar

 

538— El-EsvedJden, şöyle dediği rivayet olunmuştur:

— Hazreti Âişe (Radiyallahü an/w)'ya sordum ki, Peygamber(Setllallahü Aleyhi ve Sellem) evinde ne iş yapardı? Hazreti Âişe şöyle buyurdu:

Evinin hizmetinde bulunurdu; namaz vakti gelince de (namaza) çıkardı.»[1047]

 

El-Esved İbni Yezid, tabiîn âlimlerinin ileri gelenlerinden olup; zühd ve takvası ile meşhurdu. Muhaddis ve fakıh idi. Hicretin 74 yı­lında vefat etti. Hz. A işe devrine yetişmiş ve ona, Peygamberimizin evin­de ne iş yaptığını sormuştu. Hz. Â İ ş e validemiz de, diğer insanlar gibi evin iç hizmetleri ile meşgul bulunduğunu ve namaz vakti gelince de na­maza çıktığını bildirmişti.[1048]

 

539— Urve'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir: — Hazreti Âişe'ye sordum ki, Peygamber (Sailallahü\ Aleyhi ve Sellem) evinde ne iş yapardı? O, şöyle buyurdu:

«— Ayakkabısını diker ve insanın evinde yaptığı işi yapardı.»[1049]

 

540— Hişam, babası Urve'den rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:                                                                   

  Hazreti Âişe'ye sordum ki:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   evinde ne iş yapardı?   O, şöyle buyurdu:

«— Sizden herhangi birinizin evinde yaptığım; ayakkabı diker, el­bise yamar ve dikerdi.»[1050]

 

541— Ömer'den rivayet edildiğine göre, Âişe (Kaâiyallahü anha) 'ya sorulmuş ki:

— Resûlüllah (SalîallahU Aleyhi ve Sellem) evinde ne iş yapardı? O, şöyle buyurdu :

— O da insanoğlundan bir insandı: Elbisesini temizler ve koyu­nunu sağardı.»[1051]

 

(248) İnsan Kardeşini Sevdiği Zaman Ona Bildirsin

 

542— (Ashabdan) Mikdam îbni Ma'dî Kerib'e kavuşan Tabiî'den rivayet edildiğine göre, Mikdam dedi ki:

— Peygamber  (SalîallahU Aleyhi ve Sellem):

«— Sizden biriniz kardeşini sevdiği zaman, onu sevdiğini ona bildir­sin.» diye buyurdu.[1052]

 

Bir insan Allah rızası için mümin kardeşini sevdiği zaman ona, bu sev­gisini bildirmelidir. Böyle hareket etmek, onun da kalbini kendine meylet­tirir ve daha çok muhabbet kazandırır. Her iki taraf da birbirine kaynaşır. Böyle tanışıp sevişmelerde kardeşin adı, babasının adı ve kimlerden olduğu sorulup öğrenilir.[1053]

 

543— «Mücahid'den, şöyle anlattığı rivayet edilmiştir:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir adam ba­na yetişip, arkamdan omuzumu tuttu. Dedi ki:

  Haberin olsun, seni seviyorum. Ben:

  Beni kim için (kimin rızası için) sevdinse, seni de o sevsin, dedim. Sonra dedi ki:

  Eğer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«— insan,   insanı sevdiği zaman,   onu sevdiğini ona haber versin.» diye buyurmayaydı, ben sana bildirmezdim. Mücahid dedi ki:

  Sonra adam beni karşısına alıp anlattı: Yanımızda bir cariye var; öyleki ahlâkı düşüktür, dedi.»[1054]

 

544— Enes'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber şöyle buyurdu :

«— (Allah için) Sevişen iki adamın en faziletlisi, muhakkak ki ar­kadaşına sevgisi daha çok olandır.»[1055]

 

Bu hadîs-i şerîf de, müminleri birbirlerini sevmeye teşvik etmekte ve sevgisi :fçzla olanın daha faziletli olduğunu bildirmektedir.[1056]

 

(243) Bir Kimse Bir Adamı Sevince, Onunla Münakaşa Etmesin Ve Ondan Sormasın

 

545— (131-s.) Muaz îbni Cebel'den, şöyle dediği rivayet olunmuştur: «— Bir kardeşi sevdiğin zaman, onunla münakaşa etme; ona fena ha­rekette bulunma ve ondan (başkasına, nasıl adamdır diye) sorma; olur ki, onun bir düşmanı ile karşılaşırsan da, onda olmayan bir şeyi sana bildirir, böylece seninle onun arasını açmış olur.»[1057]

 

İnsan îlk olarak bîr müminle karşılaşır da onda hoşa gitmeyecek bir hal görmezse ve haliyle onu severse, onunla mücadele durumuna düşme­meli, nasıl bîr insan olduğunu başkasına .sormamalıdir. Şayet rasgele so­rarsa, bîr düşmanına sormuş olabilir. Bu takdirde düşmanı hakkında, yalan yanlış bilgi verebilir. Hakkında kötü haber alınınca da aralar; açılmış olur ve bu sevgi ortadan kalkar. Müminlerin birbirini sevmesi esas olduğuna göre, bu esası zedelîyecek veya bozacak şeylerden de kaçınmak gerekir.

Bir rivayette de, ilk karşılaşıp sevdiği kimse ile insan alış-veriş ve kom­şuluk etmemelidir; zira ileride dargın düşmelerine sebep olabilir. Onun için bu gibilerle ihtiyatlı hareket etmelidir.[1058]

 

546— Abdullah îbni Amr'dan, Peygamber (Sallallahü AleyhiveSellem) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Allah için bir kardeşi seven, Allah yolunda olur. Kardeşi de ona: — Ben, Allah için seni seviyorum derse, ikisi de Cennet'e girerler; Allah yolunda seven kimsenin sevgisinden ötürü derecesi, kendisini Allah için sevenden daha yüksek olur.»[1059]

 

Müminleri sevmek dinin bîr emri olduğuna inanarak bir Müslüman kardeşini seven ve ona sevgisini bildiren Allah yolunda yürümüş olur. Bu hayırlı yolu açmış olduğundan, kendisini de sevecek olan kardeşi Allah rı­zasını gözetiyorsa, her ikisi Cennet'e girerler. Ancak bu hayırlı çığırı açan, derece bakımından öteki kardeşinden daha yüksek olur.[1060]

 

(250) Akıl  Kalbdedir

 

457— (132-s.) Sıffîn'de Hazreti Ali (Radiyallahu anh) 'm şöyle dediği işitilmiştir:

«— Akıl kalbdedir; merhamet kara ciğerdedir, esirgeyiş (şefkat) talakdadır, nefes de akciğerdedir.»[1061]

 

Her fazilet için bir esas ve her edeb için de bir kaynak vardır. Fazüet-lerin esası ve edeblerin kaynağı akıldır. Allah, dîni onun kemaline vacib kılmış, dünyayı da onun tedbirine bağlamıştır. İnsanın aklı kemal çağına erince, sorumluluk başİGr ve dünya işleri de böyle bir aklın idaresinde gelişir. İnsanların birbirinden farklı ve değişik gaye ve düşünceleri olmakla beraber, onları akıl sebebiyle birbirlerine yaklaştırıp birleştirmiştir. Öyle İse akıl, sorumluluğun başı ve faziletlerin en üstünüdür. Akıl, din ve dünya için esastır.    

Hz. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem)   şöyle buyurdular:

«— Her şeyin bir temeli vardır; insanın işlerinin temeli de akıldır. İnsanın aklı miktarınca Rabbine ibadeti olur. Siz kâfirlerin: (Eğer biz işiteydik yahut bileydik, cehennem ehlinden olmazdık) sözünü duyma­dınız mı?» Ve yine:

«— İnsan, kendini hidayete iletecek yahut kötülükten çevirecek akla denk bir şeye sahip olmamıştır.» buyurmuştur.

Hâdiselerin gerçekleri akıl ile bilinir, iyi İle kötü arası da onun saye: sinde ayırt edilir.                                                            

Aklı tarif hususunda âlimler birbirinden farklı görüşler ileri sürmüş­lerdir. Bir kısmı aklı şöyle tarif etmiştir:

Akıl, lâtif bir cevherdir; onunla görünüşteki gerçekler ayırt edilir. Bu tarifi esas kabul edenler, aklın mahalli hususunda ayrılığa düşmüşlerdir. Bir grup, akıl dimağdadır; çünkü dİmaq his merkezidir, demiştir.

Dİğer bîr grup ise, aklın yeri kalbdir; çünkü kalb hayatın kaynağı ve duygunun maddesidir, demiştir. Bu ikinci görüş, metindeki Hz. Ali 'nİn ifa­desine uygun düşmektedir.

Daha çok rağbet gören diğer âlimlerin tarifi şu :

.Akıl, zarurî mefhumları kavrayan bir sıfattır. Bu tarifi ileri sürenler, akıl İçin bîr mahal tayin etmemişlerdir.

Akıl iki kısma ayrılır:

1— Doğuştan gelen akıl, tabiî akıl ki, insanın kendi varlığın bilmesi, iki zıddın aynı anda bir arada olamayışını kavrayışı gibi...

2— Sonradan kazanılan akıl, mükteseb akıl kî, bu çeşit akıl beş duygu sayesinde elde edilir: Görmekle, İşitmekle, tadmakla, koklamakla ve do­kunmakla. Her iki kısım aklın birleşmesiyle çeşitli bilgiler kazanılmış olur.

Merhametin karaciğerde, şefkatin talâkta bulunduğu görüşü üzerinde başka bir yoruma raslanmamıştir. Teneffüs cihazlarının akciğerler olduğu ise, herkesçe bilinen bir gerçektir.[1062]

 

(251) Kibir (Büyüklenme)

 

548— Abdullah tbni Amr'dan, şöyle dediği rivayet

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında oturuyorduk da çöl halkından bir adam geldi;   üzerinde dibada örülü cübbe vardı.   Tâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'m başucunda durup, şöyle dedi:

  Sizin arkadaşınız her babayiğiti aşağı yıkmıştır (yahut demiştir ki, her babayiğiti aşağı yıkmak istiyor) ve çobanı (zavallıyı) da yukarı

kaldırıyor.

Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem), onun cübbesini eteklerinden tutup, şöyle buyurdu :

«— Senin üzerinde anlamaz kimsenin elbisesi görülmüyor mu?»

Sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

— Allah'ın Peygamberi Nuh (Aleyhisselâm)'m vefatı yaklaşınca, oğ­luna dedi ki:

  Ben sana vasıyyetlmi söylüyorum: Sana iki şeyi emrediyorum ve sana iki şeyi yasaklıyorum. Sana, = Lâ İlahe İllallah = i emrediyorum; çünkü yedi kat göklerle yedi kat arz eğer bir terazi kefesine ve Lâ İlahe İllallah da diğer bir kefeye konsa, bu tevhit onlara daha ağır basardı. Eğer yedi kat göklerle yedi kat arz, uçsuz bucaksız bir çember olsalar, onları Lâ İlahe İllallah ve Sübhanellahi ve bihamdihi kelimeleri kırardı; çünkü bu kelimeler her yaratığın duâsıdır; ve bunlarla her şey nziklamr. (Lâ İlahe İllallah ile Sübhanellahi ve Bihamdihi kelimelerini söyle, bu ikisini bırakma).

Bir de Allah'a ortak koşmaktan ve kibirlenmekten seni men' ediyo­rum.»

Peygambere soruldu ki:

 Ey Allah'ın Resulü! Bu Allah'a ortak koşmayı bildik; ancak kibir­lenmek nedir, birimizin güzel elbisesi olup onu giymesi midir? Peygamber:

— Hayır!» dedi. Adam sordu:

  Bizden birimizin güzel iki kayışlı iki güzel ayakkabısı olması mıdır? Peygamber:

«— Hayır!» dedi. Adam sordu:

  Birimizin binecek hayvana sahip olması mıdır? Peygamber: «— Hayır!» dedi. Adam yine sordu:

  Kibir, birimizin arkadaşları olup,   kendisiyle   oturmaları mıdır? Peygamber:

«— Hayır!» dedi. Adam, o halde kibir nedir, ey Allah'ın Resulü? dedi. Peygamber şöyle buyurdu :

«— Hakkı çiğnemektir ve insanları küçük görmektir.»[1063]

 

Kibir, insanın kendi nefsini başkalarından üstün görmesine ve onları hakir saymasına elenir. Hadîs-i şeriften anlıyoruz ki, güzel ve temiz elbise giymek ve bunlara sahip olmak kibir değildir. Eğer bunlar, başkalarına üs­tünlük ve onları küçümsemek niyeti ile giyilirlerse, o zaman kibir olur. Ken­dini başkalarından büyük gören İnsan, herkesi kendine hizmetçi ve bir nevi köle sayar; böylece haklarını çiğner, onlara zulmeder. İşte böyle hareket­leri bulunanlar, asıl kibir sahibi olanlardır. Peygamber Efendimiz de buna işaret buyurmuşlardır.

Yüksek mevkide bulunmak, geniş imkânlara sahip olmak, sözü geçerli olmak ve akranlarla birteşmemek hep kibri doğuran sebeplerdir. İnsan, ilk mayasının ne olduğunu, ölünce bîr cîfeye döneceğini ve halen bağırsak­larının ne taşıdığını düşünür de ibret alırsa, hiç bir zaman büyüklenmez, kibirli olmaz. İnsanların kendini övmesinden de bir gurur duymaz. Zaten yüze karşı başkasını öğmeyi peygamberimiz yasaklamışlardır; ve şöyle buyurmuşlardır:

«— Birbirinizi övmekten sakınınız; çünkü o, (arkadaşı bir nevi) bo­ğazlamaktır. Eğer sizden biriniz kardeşini övmek zorunda kalırsa, zan-nımca iyidir, ben Allah'a karşı hiç kimseyi temize çıkaramam, desin.»

Rivayet edildiğine göre, Hz. E b û Bekir (Radiyallahu anh) medhedildiği zaman şöyle derdi:

«— Allah'ım! Sen beni, kendimden daha iyi bilirsin. Ben de kendimi insanlardan daha iyi bilirim.

Allah'ım! Beni, onların zan ettiklerinden daha hayırlı kıl ve bende bilme­dikleri günahları da bağışla; onların söyledikleri şeyle beni hesaba çekme.»

İnsanın bizzot kendini övmesi ve Övülmeyi sevmesi de kibir sayılan çir­kin hareketlerdir. Kesin ifadelerle ne başkasını övmeli, ne de övülmeyi İste­melidir. Kİbİr, İnsanı Allah Tealâ hazretlerine isyana sevk eden, Firavunlaş­maya kadar iten çok kötü bir hastalıktır. İblisin de isyanına sebep kibir olmuştur.

Hz. Nuh (Aleyhisselâm) oğluna .vasiyetleri arasında söylemiş: Lâ İlahe İllallah ile Sübhanellahİ ve Bİhamdihi'den ibaret iki kelime yardı ki, bunlar bütün kâinatın kıymetinden daha üstön geliyorlar. Zİra Allah Tealâ kâinat içinde en şerefli mahluk olan inşan ve cinleri, ancak kendisine iba­det etsinler diye yaratmıştır. Ubudiyetin esası da Allah'ı eşsiz ve ortaksız bir varlık bilmek ve ona inanmaktır, onu her türlü noksanlıklardan da ten­zih edip ona hamd etmektir, işte bu iki kelime, bu manaları toplamakta, olduğundan bunlara denk hiç bir kıymet olamaz. Tevhid ne kadar büyük bir kıymet İse, aksine şirk de o kadar büyük bir günahtır. Onun için şirkten, Allah'a ortak koşmaktan sakınmak ve tevhide sarılmak tavsiyeleri her şeyin ûstöridedir.

Bize Abdullah b. Mesleme anlatmış, şöyle demiştir:

  Bize Abdülaziz Zeyd'den, o da Abdullah b. Amr'dan anlattığına göre, Abdullah dedi ki:

  Ya Resûlallah! Şu ve şu... işler kibirden midir? şekliyle aynını anlattı.[1064]

 

549— İbni Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'den şöyle buyurduğunu anlatmıştır :

«— Kim kendi nefsini büyük görürse, yahut yürüyüşünde kibir ha­reketleri yaparsa, Allah ona gazab eder olduğu halde Azîz ve Celîl olan Allah'a kavuşur.»[1065]

 

Kendi nefsini büyük zannedip de elinde bulundurduğu maddî ve ma­nevî nimetleri Aüah'dan bilmeyen, Allah'ın üzerindeki İhsan ve rahmetini inkâr eden, her şeye kendi ilim ve çalışmasıyla sahip olduğunu sanan, AttaK Tealâ'mn gazabınû uğrar, kıyamette Allah ondan razı olmaz. Bir kimseden Allah razı olmayınca, felâket olur. Ancak Allah'a İman edip de kottu* \fc her nimetin Allah'dan olduğuna inanan ve Allah dan gelen nimetle ferah­lanan bu hükmön dışında kalır. Bunun haline kibir ve riya karışmış olmazı.

İnsan yürüyüşünde tabiî hareketlerin dışında çalımlı ve yapmacık raketlerde bulunursa, bunlar da kibir alâmetleri sayılır. İtminan ve d lılıkla yürümek, tevazu yolunu tutmak Müslümanın yürüyüşüdür.[1066]

 

550— Ebû Hüreyre demiştir ki, Resûlüllah (SallalUzhfiAleyhi ve Seltem):

«— Hizmetçisi yle beraber yemek yiyen, çarşılarda merkebe binen ve koyunu bağışlayıp da onu sağan, kibirlenmemiştir.»[1067]

 

Nefislerinde azamet taşıyanlar ve kendilerini diğer insanlardan büyük görenler, işçi ve hizmetçileriyle oturup yemeğe tenezzül etmezler, merkebe binmeği küçüklük sayarlar, hayvanların sütünü sağmayı bir zül telâkki eder­ler. Bu bakımdan bu üç işi yapanlar mütevazı kimseler sayılırlar ve kibirden arınmış olurlar. Dİğer bazı rivayetlerde, kendi eşyasını taşıyan ve önoe se­lâmla söze başlayan kimselerde kibir yoktur, şeklinde ziyadelik vardır.[1068]

 

551— (133-s.) Salih'ül Bezzaz'ın büyük annesinden rivayet ettiğine göre, büyük annesi şöyle demiştir:

— Hz. Ali'yi (Allah ondan razı olsun) gördüm, bir dirhem para kar­şılığında hurma satın aldı da onu bohçasında taşıyordu. Ben ona dediği ki, (yahut bir adam ona dedi ki,) senin yükünü ben taşıyayım, ey mü­minlerin Emîri! O şöyle cevab verdi: «Hayır, aile sahibi olan taşımaya daha lâyıktır.»[1069]

 

Hz. AIİ 'den rivayet edilen bu haberden de anlaşılıyor'ki, bir insanın kendi ev eşyasını taşıması hem bir vazifedir, hem de bunu yapmak tevazu alâmetidir. Ancak kibir sahipleridir ki, eşyalarını taşımazlar, yarrldrrnda gezdirdikleri kimselere taşıtırlar, cemaatın önünde yürürler ve etrafında bulunanlarla gurur duyarlar.

Kendİ eşyasını taşıyamayacak olanın yükünü başkasına taşıtmasında veya issizler ve muhtaçlar faydalansın diye ücret karşılığında eşyalarını taşıtanlar kibir etmiş olmazlar.

Ibni Hibban, Ebû Hü rey re 'den tahriç ettiğine göre, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) elbise aldı. Bİr adam onu kendisinden alıp taşımak istedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Eşyanın sahibi, onu taşımaya daha lâyıktır. Ancak zayıf ve ta­katsiz olursa, ona, müslüman kardeşi yardım eder.»

İşte Hz. Peygamber ve onun halifeleri, kendi eşyalarım bizzat böylece taşımışlar ve tevazuun en güzel örneğini vermişlerdir.[1070]

 

552— Ebû Saîd El-Hudrî ve Ebû Hüreyre rivayet ettiklerine göre, Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

«— (Allah buyurdu ki) : İzzet ve Ululuk sıfatları benim güzel vasıf-larnndir. Kim bu vasıflarda bana ortak olmaya çalışırsa, ona azab ede­rim.»[1071]

 

Metinde İzzet İzar'Ia ve Kibriya (ululuk) da rida İle tâbir edilmişlerdi'^ Izar, belden aşağı giyilen elbise ve rida da belden yukarı giyilen elbisedir ki, bunlarla güzel kıyafete bürünülür. Burada mecaz manası taşımaktaaVf* lar; yani İzzet ve Kibriya, Allah'ın vasıflanmış bulunduğu iki güzel sıfatla­rıdır ki, bunlara bürünmek istiyen azaba müstahak olur. Kullara büyüklenmek ve üstünlük taslamak, kibir ve azamet yaraşmaz. Bu yolu tutanlar Allah'ın azabına uğrarlar.[1072]

 

553— (134-s.) Numan Ibni Beşîr'in minberde şöyle dediği işitilmiştir:

«— Gerçekten Şeytanın tuzakları ve ağlan vardır. Şeytanın tuzakla­rı ile ağlan: Allah'ın nimetleriyle azgınlık etmek, Allah'ın verdiği şeyle Öğiînüp büyüklük iddia etmek, Allah'ın kullarına ululuk ve üstünlük tas­lamak ve Allah'ın nzası dışında nefis arzusuna uymak işleridir.»[1073]

 

Dünyanın süs ve nimetlerine aldanarak kibirlenenler Şeytanın tuzağına düşmüş olurlar. Şeytan insanları nefis arzularİyle, öğünme ve büyüklenme hareketleriyle tuzağına düşürür. Daha doğrusu bu gibi işler, Şeytanın ar­zusuna uygun olduklarından Şeytanın tuzağı sayılırlar. Kim bu fiilleri işle­mek suretiyle bu ağların içine düşerse, Şeytan'a teslim olmuş olur. Şey-tan'ın emrine girenler de hak yolu sapıtmış olacaklarından kötü akibete düşerler.[1074]

 

554— Ebû Hüreyre'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Cennet ile Cehennem tartıştılar, (Süfyan da, geçen ifade gibi, Cen­net ile Cehennem muhasemede bulundular, dedi.) : Cehennem dedi ki:

  Bana azılı kimselerle büyüklenenler girer. Cennet de dedi ki:

  Bana zayıflarla fakirler girer.

Yüce ve ulu olan Allah Cennet'e şöyle buyurdu:

  Sen benim rahmetimsin,   seninle dilediğime   merhamet ederim. Sonra Cehennem'e de şöyle buyurdu:

Sen benim azabımsın, seninle dilediğim kimseye azab ederim. İki­nizden her biri için dolusu (kadar insan) vardır.»[1075]

 

Cennet ehlinin zayıf ve mütevazı kimselerden ibaret bulunacağına, Ce­hennemi de zorba ve mütekebbîr olanların dolduracağına işaret eden bu hadîs-İ şerifle Peygamber Efendimiz, kibirden kaçınmayı ve tevazu yolunu tutmayı bize emrediyorlar.[1076]

 

555— (135-s.) Ebu Seleme, Abdurrahman'dan rivayet ettiğine eire, şöyle demiştir :

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı, çekingen değil­lerdi, uyuşuk değillerdi. Onlar toplantılarında birbirlerine (neş'e ile) şiir okurlardı ve İslâmdan önceki işlerini anarlardı. Fakat Allah'ın emrinden herhangi bir işte onlardan birine dokunulduğu zaman, sanki deli imiş gi­bi, göz kapaklarının içi (hiddetinden dışarı) dönerdi.»[1077]

 

imam Ahmed ve Tirmİzî'nin Ca bir i bin i Sem öre'den tahrîç ettikleri bir hadîs-i şerifte :

«— Peygamber (Sailallahu Aleyhi ve Sellemy'ın ashabı Peygamberin ya­nında şiir okurlar ve cahiliyyet sözlerini anlatırlardı; Hz. Peygamber de on­ları yasaklamazdı, bazan da onlarla tebessüm ederdi.» buyuruirnaktadır.

Hz.   örn e r(RadİyaÜahıı anh), başı eğik bir adam gördü. Ona:

«— Başım kaldır, islâm hasta değildir.» dedi.

Hz. Âişe (Radiyallahiianha), uyuşukluğundan nerde ise ölecek bir adam gördü :

«— Buna ne oluyor?» diye sordu. «Bu Kurra'dan (kıraat üstodlanrîdan) biridir.» cevabı verildi. Bunun üzerine Hz.  Âişe  şöyle buyurdu :

«— Hz. Ömer kıraat üstadlannın başı idi, yürüdüğü zaman hszh gi­derdi, konuştuğu zaman duyururdu, döğdüğü zaman da acirtfdı.»

Anlaşılıyor ki, ashaba kiram bir araya geldikleri zaman tevazu .göste­rerek cahiliyet devrindeki işlerini anarlar ve şiirler okurlardı, öyle ki, dı­şardan onları gören, takva sahibi olmadıklarını sanırdı. Halbuki Allah'ın emri bahis konusu olunca, dinlerine zarar verecek bir hal olunca büsbütün değişirler ve ciddileşirlerdi, üzerlerine düşen vazifeyi hemen yerine geti­rirlerdi.[1078]

 

556— Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:

  Yakışıklı olan bir adam, Peygamber {Sailallahu Aleyhi ve Sellem) 'ie ge­lip, dedi ki:

  Güzellik bana sevdirildi, gördüğün gibi de (güzellik) bana verildi. öyle ki, benden kimsenin üstün olmasını istemiyorum. (Ya, bir ayakkabı kayışında dedi, ya da kırmızı tasmada dedi.) Bu kibir midir?

Hz. Peygamber (Sailallahu Aleyhi ve Sellem).

Hayır!   Kibirli,   hakkı çiğneyendir;   insanları küçük görendir.» buyurdu.[1079]

 

Güzellik hem ahlâkta, hem de kılıkta olur. Ahlâk güzelliği her zaman sevilen ve istenen şeydir. İnsanın kemalini ifade eder. Kılık ve şekit güzel­liği de, sahibini azamete götürmedikçe iyi şeydir. Başkasına karşı büyüklük taslamamak ve Allah'ın nimetlerini inkâr edip çiğnememek şartı ile güzel ve iyi elbise giymek ve iyi bir kılığa bürünmek mubahtır. Temizlik İse esas­tır. Allah Tealâ'nın verdiği nimetle ferahlanmak olur ki, bunda bir beis yoktur. Bîr hadîs-İ şerifte :

«— Allah nimetinin eserini, kulu üzerinde görmeyi sever.» buyurulmuştur. israfa kaçmaksızın herkes hal ve vaktine göre iyi ve temiz elbise giymelidir. Hele imkânları olanların pejmürde ve perişan kılıklara bürünmeleri asla doğru değildir.[1080]

 

557— Şuayb'ın babası, Peygamber (Saîîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den ri­vayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Kibir taslayanlar, kıyamet günü insanlar biçiminde küçük karın­calar gibi neşrolunacaklardır. Onları her taraftan zillet (bayağılık ve kü­çüklük) kaplayacaktır; Cehennem'de Boles adındaki bir cezaevine götü­rüleceklerdir. Onları ateşlerin alevleri saracak ve onlara, şaşkınlık halin­de Cehennem ehlinin irinlerinden içirilecektir.»[1081]

 

Bu bölümdeki hadîs-i şeriflerin açıklamalarına bakılsın. Burada, büyük­lük taslayanlann ve insanları küçük görerek zorbalık edenlerin çekecekleri azab şekli beyan Duyurulmaktadır.[1082]

 

(252) İnsanın Uğradığı Zulümden İntikam Alması

 

558— Hz. Âişe  (Radiyallahüankai'dan, Peygamber   (SallaiiahUAleyhi ve Sellem) kendisine şöyle demiştir:

«— İşte önünde, intikam al.»[1083]

 

Burada hadîs-i şerifin hangi hâdise üzerine var i d olduğuna dair bir açıklama bulunmadığından, hadîsin tamamından bir kısım olduğu ihtimali düşünülebilir. Bir haksızlığa ve zulme uğrayan, taşkınlık etmeyerek uğradığı hareketle karşısındakine mukabele edebilir; bu onun hakkıdır. Ancak inti­kam almayıp da haksızlık edeni bağışlamak daha iyi bîr harekettir ve bun­da eziyete katlanma sevabı vardır.[1084]

 

559— Hz, Âişe şöyle demiştir:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (bir kısım) hanımları, (kızı) Fatıme'yi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye gönderdiler. Fa-tıme (içeri girmek için babasından) izin istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) , Hz. Âişe (Radiyallah'ü anha) 'nin yanında abası üzerinde (yaslanmış) idi. Peygamber Fatıme'ye izin verdi; o da içeri girip şöyle dedi: Senin hanımların, Ebu Kuhafe'nin kızı (torunu ve Ebû Bekir'in kızı) hakkında adalet edesin diye beni gönderdiler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Yavrucuğum,  (kızım)! Benim sevdiğimi sen sevmez misin?»

Fatıme:

  Evet, severim, dedi. Hz. Peygamber: «— O halele Ibunu (Âişe'yi) sev!» dedi.

Bunun üzerine Hz. Fatıme kalkıp gitti de, diğer hanımlara (durumu ve olanı) anlattı. Hanımlar, Fatıme'ye dediler ki:

  Sen bizim hesabımıza bir iş göremedin. Bunun için Hz. Peygam-ber'e tekrar git.Hz. Fatıme:

  Vallahi bu iş hakkında asla bir daha gitmem, dedi. Sonra (Peygam­berin diğer hanımı) Zeyneb'i gönderdiler. O da (içeri girmek için) izin is­tedi. Hz. Peygamber ona izin verdi. O da aynı şeyi Peygamber'e söyledi. Zeyneb bana saldırıp kötü söylemeye durdu. Ben de, Peygamber bana (ona cevap vermek için) izin verir mi, diye bakmadurdum. Bekledim, ni­hayet anladım ki, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Senem) intikam almamı kerîh görmeyecek. Ben de Zeyneb'e söylenmeye durdum. Öyle kî; ona fır­sat vermeyip üstünlükle onu bastırdım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) âe gülümsedi. Sonra dedi ki:

«— Dikkat edilsin, bu Ebû Bekir'in Hızıdır.»[1085]

 

İlk bakışta, Hz. Peygamberin hanımları arasında adaletsizlik gibi bir durum mevcut olduğu şaibesi göze çarpıyorsa da hal böyle değildir. Her .yönden adaleti kemal mertebesine varan bir Peygamberin zevceleri ara­sında bir adaletsizlik İhtimali düşünülemez. Zevceler arasında adalet mad­dî yönden aranır ve bunu temin etmekle adalet yerine getirilmiş olur. Zev­celerin geçim ve geceleme işlerinde eşitliğin kurulmasiyle bu adalet mey­dana gelmiş olur. Bu, maddede olan eşitliktir. Kalb sevgisi İse, manevî bir haldir. Bunda eşitlik olamayacağından, sevgide adalet bahis konusu değil­dir. İşte Hz. Peygamberin bir kısım hanımlarının istedikleri adalet, bu sevgi yönünden olgn farkı sezmelerinden doğan bir harekettir. Bu durumu Bu­har! hazretleri Sahihinde şöyle anlatır:

«Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in hanımları İki gruba ay­rılmışlardı. Bir grupta Hz. Aişe, Hz. Hafsa ve Hz. Şevde validelerimiz vardı. Diğer grupta da Hz. Ummü Seleme ile diğer hanımları vardı. Müslümanlar, Peygamber (Salfallahü Aleyhi ve Sellem)'\n Hz. Âişe'ye olan sevgisini biliyor­lardı; Yanlarında Peygamber'e hediye edecek bîr şeyleri olduğu zaman onu ellerinde bekletirler ve Hz. Aişe'nin nöbetine raslatarak Peygamber'e hediye ederlerdi. Bu halden ötürü diğer hanımlar kendi aralarında hâdiseyi söz ederek Peygamber'e kadar ulaştırmaya karar verdiler. Sonunda Hz. Zey-neb'le Hz. Aişe arasında karşılıklı tartışma oldu ve Hz. Âİşe maruz kaldığı ithamlara cevap vererek üstünlük temin etti ve böylece intikam aldı. Haksız­lığa uğrayanın, hakkını koruması için böyle intikam alması caiz oldu. Bu arada, Hz. Ebû Bekir'in kızı ile başa çkılamayacağını da Peygamberimiz an­latmış oldular; çünkü onda babamdan gelme bir hilim ve dirayet vardı.»[1086]

 

(253) Kıtlık Ve Açlık Zamanında Yardımlaşma

 

560— (136-s.) Ebû Hüreyre'den, şöyle demiştir:

«— Ahir zamanda bir açlık olacaktır. Kim bu açlık devrine yetişirse, aç karınlılardan asla yüz çevirmesin, (onlara yardım etsin).»[1087]

 

Karnı aç olanları doyurmak, iyiliğin en büyüğü ve sevabın en makbu­lüdür. Hele şiddetli ihtiyaçlar anında yapılan yardım fedakârlıklarının ecri kat kat olur. Ebû Hüreyre hazretlerinden rivayet edilen ve Peygamber Efendimize kadar yükseltilmeyen bu habere göre, ahır zamanda kıtlık yıl­lan ve açlık olacaktır. Bugün yeryüzünde istihsale nispetle nüfusun artmakta oluşu böyle bir geleceğin habercisi sayılabilir.[1088]

 

561— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine; göre, Ensar,  (Medîneli ashab), Peygamber (SalîallahU Aleyhi ve Sellem)'e şöyle dediler:

  Bizimle  (Muhacir)  kardeşlerimiz arasında hurma bahçesini böl. Hz. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«— Hayır!» buyurdu. Ensar, (Muhacirlere) dediler ki:

  O halde bizi işçilikten kurtarın, (siz çalışın da) meyvalarda sizi ortak edelim. Onlar da :

  Peki, kabul ettik, dediler.[1089]

 

Mekke müşriklerinin Müslümanlara ettikleri eziyetler son haddine ulaş­tıktan sonra hicret izni çıktığı zaman, Müslümanlardan dileyenler bütün eşya ve arazilerini bırakarak Mekke'den çıkmışlardı! Medine'ye malsız ve mülksüz misafir olan ve «Muhacirin» adını alan ashab-ı kiramı Medîne li ashab (Ensar) üstün bîr sevgi ve bağlılıkla karşıladılar. Öyle ki, arazî ve mallarına onları ortak etmek istemişlerdi. Hz. Peygamber Efendimiz ileri­deki fetihlerle elde edilecek ganimet ve genişlik halini önceden bildiğin­den böyle bir ortaklığa rıza göstermemişlerdi. Ancak bağ ve bahçelerin ba­kım ve İşçiliği Muhacirlere ait olmak üzere elde edilecek mahsulün yarı yarıya paylaşılması, Ensar tarafından teklif edilmiş ve bu teklif memnuni­yetle Muhacirler tarafından kabul edilmişti. Böylece İslâm'da muhtaçlara yardım işi tahakkuk ederek ortaklık meşruiyet! doğdu.[1090]

 

562— (137-s.) Abdullah îbni Ömer haber vermiştir ki, şiddetli bir felâket senesi olmuştu; buna «Kıtlık Yılı» denmişti. (Babam) Hz. Ömer (Radtyalîahu anh) , bütün verimli arazilerden deve, buğday ve zeytin ya­ğı ile (felâketzede) Arablara yardım hususunda büyük gayret harcamış­tı. Öyle ki, bu kıtlığın zorlamasiyle bütün yeşillikler kurumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer duaya durup şöyle dedi:

«— Allah'ım! Bu canlıların rızkını dağların başında yarat.»

Allah da onun ve müslümanlarm duasını kabul etti. Hz, Ömer, duâ sebebiyle yağmur yağınca şöyle dedi:

«— Allah'a hamd olsun! Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah bu fe­lâketi gidermemiş olaydı, hali vakti yerinde olan bir müslüman evi bırak­mazdım; muhakkak o aile sayısınca bu eve fakirleri sokardım da, bir kişinin idare ettiği şeyden iki kişi faydalanarak açlıktan helak olmaz­lardı.»[1091]

 

Hicretin 18. yılında ve Hz. Ömer'in hilâfeti devrinde büyük bîr kıtltk felâketi olmuştu. Bütün arazi kurumuş ve rüzgâr toprağı kül gibi savurmuştu. Bundan dolayı bu yıla «Kül senesi» veya «Kıtlık senesi» denmişti. İnsanlar­dan pek çok kimselerle ehli ve vahşi hayvanlar aç kalmışlar ve açlıktan telef olmuşlardı. Hz. Ömer, İnsanlar bu felâketten kurtulmadıkça yağ tadmıyacağına, süt içmeyeceğine ve et yemeyeceğine yemin etmişti.

Bu felâket yılında Hz, Ömer, münbit ve sulak arazilerden,hurma, zeytinyağı ve deve gibi mallar temin ederek ve büyük bir gayret sar'ederek fakır ve muhtaçlara yardımda bulunmuş ye bu felâketten kurfu)fliqk;4çüı AUaha dua etmişti. Şayet Allah Tealâ bir genişlik vermemiş oldydı/tiutu-mu müsait ojanlgrın evlerine, nüfusları sayısınca fakir sokmak suretiyle,son çareye baş vuracak ve felâketi önlemeye çalışacaktı. Hz. ömer%.bu davranışından anlaşılıyor ki, felâket anında durumun önem ve ciddiyeti göz önüne alınarak devlet başkanı felâketi önleme tedbirleri almaya yet­kilidir. Geçimi yerinde olanlar, fakirleri bakmaya mecbur tutulabilirler. Esasen böyle bir anda, zengin Müslümanların felâketzedelere yardımda bulunmaları dinî vazifeleridir.[1092]

 

563— Seleme îbni Ekva'dan; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Kurbanlarınıza dikkat edin; hiç biriniz üç günden sonra kurban etinden hiç bir şey evinde bırakmış bulunmasın,  (fakirlere dağıtılsın).»

Ertesi yıl olunca, ashab dediler ki:

— Ey Allah'ın Resulü! Geçen yıl yaptığımız gibi yapalım mı? (Üç günden sonra kurban etlerimizin hepsini fakirlere dağıtalım mı?)

Hz. Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Şimdi yiyiniz ve erzak edininiz. Çünkü o yıl, insanlar sıkıntıda idi. Ben onlara yardım etmenizi istemiştim.»[1093]

 

Müslümanların ihtiyaç içinde bulunup geçim sıkıntısı çektikleri bir yılda, Peygamberimiz kurban kesen zenginlere üç günden sonra, evlerinde kurban eti bulundurmamalarını, artah etlerin hepsini fakirlere dağıtmalarını em­retmişti. Ertesi yıl, sıkıntı devri olmadığından kurban kesenlerin böyle bir tutumla hareket etmelerine lüzum kalmadığını, isterlerse üç günden sonra da yiyebileceklerini, hatta gelecek aylar için bİrîktirebileceklerini ve istedikleri miktar fakirlere vermelerini bildirmişlerdi. Buradan da anlıyoruz kİ, İhtiyaç zamanında Müslümanların yardımlaşma görevleri değişmektedir. İhtiyaç şiddetlendikçe, zenginlere düşen yardim vazifesi de o. nispette bü­yümektedir. Bu anlayış ve tutumla hareket edildiği takdirde cemiyetin içti­maî meseleleri ve bütün ihtiyaçları giderilmiş olur. Allah Tealâ bütün Müs­lümanlara bu inancı ve ahlâkî hareketi İhsan buyursun...[1094]

 

(254) Tecrübeler

 

564— (138-s.) Hişam, babası Ürve'deh rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır:

«— Muaviye'nin yanında oturuyordum. O kendi kendine söylendi; sonra kendine gelerek dedi ki, insan düşüp de tecrübe almadıkça güzel huylu olamaz. Bu sözü üç defa tekrar etmişti.»[1095]

 

Insan hatalara düşmekle, bazı İşlerde yanılmakla ve fırsatları kaçırmak­la birçok ibretler alır; bir daha bu durumlara düşmemek için kendini hazır­lar ve hâdiselerden imtihan geçirerek tecrübe kazanır. Kendilerini böyle kontrol altına alıp hallerini düzeltenler güzel ve yumuşak ahlâka sahip olurlar. İşte bu ahlâk ancak ibretli tecrübelerle husule gelir. Hz. Muavi-y e  bu gerçeğe işaret etmektedir.[1096]

 

565— (139-s.) Ebu Saîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Sürçen kimse ancak güzel ahlâk sahibi olur; hikmet sahibi de ancak tecrübe gören olur.»

Bize Kuteybe anlatarak demiştir ki, bize îbni Vehb, Amr Îbni'1-Ha-rig'den, o da Derrac'dan; Derrac, Ebu'l-Heysem'den, o da Ebu Saîd'den, Ebu Saîd de Peygamber (SallalUthü A teyhi ve Settem) 'den bunun benzerini rivayet etmiştir.[1097]

 

Uyanık ye tedbirli İnsana, «Hakîm» denir. Hikmet sahibi kimse denir. İşte, işleri ve hâdiseleri tecrübe edip de onların fayda ve zararlarını bilen kimse, gelişi güzel hareket etmez; yaptığı işlerde bir hikmet ve isabet, ince bir taraf bulunur. Bundan önceki hadîs-i şerife bakılsın.[1098]

 

(255) Allah İçin Kardeşine Yediren Kimse

 

566— (140-s.) Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «— Kardeşlerimden birkaç kişiyi toplayıp da, onları bir veya iki öl­çek kıymetinde bir yemek üzerinde toplamam, çarşınıza çıkıp da bir köle azad etmemden bana daha sevgilidir.»[1099]                              

 

Şüphesİz ki, bir köle satın alarak onu hürriyete kavuşturmak büyük bir sevaptır; fakat karnı aç olanları yedirip doyurmak ve onların bu zarurî ihtiyaçlarını gidermek daha önemli bir iştir. İnsan ancak yemek ve içmekle ayakta durabilir; ailesine, cemiyete ve Allah'a karşı olan vazifelerini ba­şarabilir. Hayat bunlarla kaimdir. Böyle hayatî ihtiyaçları karşılamanın mü­kâfatı da ona göre önemli olur.[1100]

 

(256) Cahilliyyet Devrindeki Andlaşma

 

567— Abdurrauman îbni Ayf'dan rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir:                                         .                        

— Amcalarımla, birlikte = Mutayyibîn = andlaşmâsında bulundum. Benim kırmızı,develere sahip olmam karşılığında bile ontt bozmak iste­mem.»[1101]                                            

 

Fil vak'asından bir müddet önce, Kureyş'ten dokuz kabile toplanarak zulme  uğrayan AbdVd-Dar oğullarını  korumaya and  içmişlerdi.     Sonra içinde «Tlb — Güzel koku» bulunan bîr kaba ellerini daldırmışlar'SAı elle­rini böylece Kabe duvarına vurmuşlardı. Bu hareketlerinden ötürü, bu and-laşmaya «HÜfu'l-Mutayyİbİn t= Koku sürünenler andlaşmasi» denmişti. Ca-hiliyye devrinden gelme dahi olsa, böyle hayır üzere olan andlaşmalara sadakat göstermek İslâm anlayışı ile bağdaşan bir hareket olduğundan, Abdurrahman İbn'ı Avf, büyük dünya menfaatleri karşılığında dahi bu andlaşmayı bozmak istemediğini açıklamıştır.

Hak üzere yapılan andlaşma ve sözleşmelere riayet etmek, caymamak İslâm'ın emridir. Bunu bozmak ise nifak alâmetlerindendir.[1102]

 

(257) Kardeş  Etmek

 

568— Enes tbni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (Saîîallahü Akyhi ve Üeltem),   îbni Mes'ud ile Zübeyr arasında kardeşlik kurmuştur.»[1103]

 

İslâm'da, birbirine iyilik etmek ve öğüt vermek gibi ulvî duygularla bir­birine yaklaşmayı ve sevişmeyi temin maksadıyla kardeş edinmek vardır. Peygamber Efendimiz buna teşvîk etmişler Ve ashabı kiram arasında böyle kardeşlik sözleşmeleri akdetmişlerdi. Muhacirlerle Ensar arasında kurulan böyle kardeşlik böğlöh, İslâm'ın ilk devirlerinde birbirine varis olacak ka-dör bir yakınlık kazandırmıştı. Sonra miras âyetlerinin gelmesiyle iyilik ve takva üzerine kurulan kardeşlik bağlarından ötürü miras alınamayacağı ta­hakkuk etmiş, sırf bir fazilet ve sevab vesilesi olarak devam edegelmîştir.[1104]

 

569— Enes İbni Malik'den; şöyle demiştir:                            

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem), Medine'deki evimde Ku-reyş'le Ensar arasında kardeşlik sözleşmesi etti.»[1105]

Süheyl) ş£yle demiştir:

«— Peygamber (Sallallahü Aleyhiye Seilem), Medine'ye hicret ettikleri zaman ashabı üzerinden gurbet hasretini gidermek ve yabancılığı kaldırmak için aralarında kardeşlik sözleşmeleri kurdu. Böylece Mekke'deki yurdların-dan ve ailelerinden ayrılan muhacirler, kendi evlerinden farksız buldukları kardeşleri evlerinde barındılar, yabancılık çekmediler, seviştiler ve birbirle­rine kuvvet oldular, islâm hakimiyet ve otoritesini kurduktan sonra nazil olan âyet-i kerîme ile miras, yakınlık derecelerine göre akrabalar arasında meşru kılındı. Bütün iman edenlerin de dinde kardeş oldukları beyan buyuruldu.»[1106]

 

570— Şuayb babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlat­mıştır :                                                                                          

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİem) Fetih yılında Kabe'nin mer­divenleri üzerine oturup Allah'a hamd etti ve onu övdü; sonra şöyle buyurdu:

«— Kimin cahiliyet devrinden kalma bir andlaşması varsa, (bilsin ki,) İslâm ona kuvvetten başka bir şey ilâve etmez. Mekke'nin fethinden sonra da (Mekke'den) hicret yoktur.»[1107]

 

Hilf'in aslı, birlik ve beraberlik üzerine sözleşmede bulunmak ve akid yapmaktır. Cahİlİyet devrinde kabileler arasında savaş yapmak, yağmacılık hareketlerine girişmek ve fesad çıkarmak üzere yapılan ahdlöşma ve söz­leşmeler İslâm'da yasaktır ve olamaz. Ancak cahiliyet zamanında hayırlı İş ve ihtiyaçları karşılamak için yapılan andlaşmaları yenilemek İslâm'da yoktur. Buhârî hazretleri bu konuda bunu murad etmiştir, söylenebilir. İslâm bu gibi hayırlı andlaşmalara kuvvet verir ve onları takviye eder, demektir.

Hadîs-i şerîfte Mekke'nin fethinden sonra hicret olmadığı bildirilmek­tedir. Bu hüküm yalnız Mekke'ye ait değildir. Fethedilip İslâm hakimiyeti altına giren veya girecek olan bütün,şehirler için de hüküm yine böyledir. Böyle islâm hakimiyetine geçen beldelerden hicret etmenin bir sevabı yok­tur. Bir belde Müslümanlar tarafından fethedilmeden önce orada bulunan Müslümanların durumu üç şekil arzeder:

1— Dininin gerektirdiği emirleri yerine getiremeyen veya dinini açık­lama imkânını bulamayan kimsenin, hicret etmeye gücü yetiyorsa, hicret etmesi vaciptir.

2— Göç etmeye gücü yetip de dininin gerçeklerini yerine getirebilme imkânlarına sahip olanın İslâm beldesine hicreti müstahabtır. Çünkü bunda Müslümanların sayısını çoğaltmak ve onlara yardım etmek vardır. Bir de kâfirlerle savaşabilme fırsatını kazanma ve kâfirler arasında vuku bulabi­lecek ihanetlerden korunma vardır.

3— Hastalık ve esaret gibi sebeplerle göç etme imkânını bulamayan­ların orada ikâmet etmeleri caizdir. Eğer çare bulamayanlar, hicrete ken­dini zorlar ve meşakkat çekerlerse sevab kazanırlar.[1108]

 

(259) İlk Yağmurda Islanmak İsteyen

 

571— Enes'deh rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Peygamber (SallallahüAleyhi'veSellem)'le   beraber   bize   yağmur isabet etti de, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  kendisine yağmur isabet etsin diye üzerinden elbiselerini açtı. Biz (ona) dedik ki, niçin yap­tın? O şöyle buyurdu:

«— Çünkü bu yağmur, Kabbinin Henüz yeni yarattığı bir rahmeti­dir.»[1109]

 

Bütün canlılar yağmurla hayat bulur. Hayvanlarla bitkileri yaşatan yağmur Allah'ın rahmetidir. Böyle bir rahmete ilk kavuşulunca, drtunla vü­cudu ıslatmak, bir nevi Allah'ın rahmetine sükördür. Böyle hareket ederek Allah'dan bereket ummak sünnettir.[1110]

 

572— (141-s.) Humeyd İbni Malik'den rivayet edildiğine göre, o şöy­le demiştir:

«— H)aû Hüreyre ile beraber, Akîk mevkiinde olan arazisinde oturu­yorduk. . Medine hacından bir topluluk hayvanları üzerinde ona gelip, hayvanlarından indiler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre, Humeyd'e dedi ki:

  Anneme git ve ona söyle: Oğlun sana selâm ediyor ve diyor ki: Bize bir şey yedirsin. Humeyd demiştir ki, hanımcağız arpadan yapılmış üç çörek, zeytin yağından bir miktar ve tuz--bir tepsiye koydu. Ben de onu başıma koyarak (başımda taşıyarak) ohlat'a götürdüm. Tepsiyi Önlerine koyduğum zaman Ebû Hüreyre tekbir getirdi  (Allah'u Ekber dedi) ve şöyle dedi:

  îki siyandan, hurma ve sudan, başka yemeğimiz yokken bizi ekmekteri doyâran Allah'a hamd olsun.

Yemekten topluluğa bir şey artıp kalmadı.

Onlar dönüp gittiklerinde, Ebû Hüreyre bana dedî ki:

  Koyunlarına güzel bak, onların toz-toprağmı sil ve ağıllarını hoş tut ve onların (münasip) bir tarafında namazını kıl; çünkü onlar Cennet hayvanlarındandır. Nefsim kudret elinde olana  (Allah'a) yemin ederim ki, insanlar üzerine bir zaman gelmesi yakındı^- o zamanda koyunun bulunması, koyunlar sahibine, Mervan'm arazisinden daha sev­gili olacaktır.»[1111]

 

Ebû Hüreyre'den nakledilen bu hadîs-i şerifte koyunların bere­keti üzerinde durulmakla beraber, hayvancılığa teşvÎK vardır. Gerek koyun­lardan çeşitli yönlerden faydalanma bakımından, gerek çok ve çabuK üre­me yönünden koyunlardaki bereket diğer hayvanlara göre fazladır. Yü­nünden, sütünden, etinden, bağırsak ve derisinden, tersine varıncaya kadar faydalanılan kısımları vardır. İktisadî yönden, millî gelir bakımından önemi büyüktür. Koyunlara sahip olanların rızkı bol ve geniş olur. Sıkıntı çekmez­ler, saadet içinde yaşarlar. Bu arada hayvanlara iyi baKmaya, onların be­denleri ile yatacak yerlerini temiz tutmaya da işaret vardır. Koyunların bu hizmetinde bulunanların, ağılın temiz bir köşesinde veya bir yerinde namaz kılmaları da caizdir.

Diğer bîr hadîs-i şerifte yedi yerde namaz kılmak yasaklanmıştır:

1— Kabe'nin üzerinde,                           

2— Mezar üzerinde,

3— Mezbelelikte,

4— Hayvan boğazlanan yerde,

5— Yol ortasında,

6— Hamam içinde,

7— Deve gibi hayvanların ahırında...

Bu hadîsin tümü diğer kaynaklarda bulunmadığından açıklaması yok­tur. Metnin sonunda geçen M e r v a n , hicretin ikinci yılında ve Peygamber Efendimizin zamanında doğmuş bulunan Ha kem'in oğlu olmak ihtimali vardır. Zira Hz. Osman devrinde mevki sahibi olmuş ve bilâhare mü­him işlerde dahli bulunmuş olan ve Emevî devletinin Meiiklİğine kadar yük­selen bir şahsiyettir. Ebû H ürey re'nin eriştiği devresinde, mal ve mölke sahip bulunmuş olması da muhtemeldir. Bu itibarla onun ma! ve arazisine sahip olmaktansa, koyunlara sahip olmak daha sevgilidir, buyurulmuştur.[1112]

 

573— Ali (Radiyallahu anAJ'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:

— Evde koyun berekettir. İki koyun iki berekettir ve Üç koyun be­reketlerdir.»[1113]

 

Anlaşılıyor ki, koyunlar çoğaldıkça, onların bırakacağı bereket ve ka­zandıracağı saadet o nispette fazla olur. Onun İçin koyunları çoğaltma yo­lunu tutup, hayvancılığa önem vermelidir. Bundan önceki hadîs-İ şerife bakılsın.[1114]

 

(261) Develer, Sahibi İçin İzzettir

 

574— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Küfrün başı doğu tarafındadır. Övünmekle kibir, Bedevilerden sürülerle develere ve atlara sahip olanlardadır. Vakar ve tevazu, koyun sahiplerin dedir.»[1115]

 

Metindekİ küfür kelimesi iki manada kullanılabilir:

1— Nimeti inkâr etmek ve azgınlıkta bulunmak manasına alındığı za­man fitnelerin Medine doğusundan çıkacağını gösterir ki, Cemel ve Sıffîn vak'alan doğuda olmuş, ashabı kiramdan çok kimseler ve Hz.  Hüseyin doğu tarafında şehit edilmişlerdir.

2— Küfür şirk ve dinsizlik manasında olduğu takdirde de, ateşpenest-Irk, putperestlik ve maddecilik kaynağı olarak da doğu taraf gösterilmiştir. Deccal'in de doğudan çıkacağı rivayeti vardır.

Develerle atlara sahip bulunan Bedevi'ler, çift ve çiftlik sahibi olanlar kibir ve azametli olurlar, yüksek sesle konuşup kaba hareket ederler. İşte kibir ve azamet bu kimselerdedir.

Tevazu ile vakar da koyunlara malik bulunanlarda olur ki, bu mal edinmek ve bunların barındığı yerlerde ikâmet edip çalışmak daha doğru ve uygun bir yol olur.[1116]

 

575— (142-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğne göre, şöyle demiştir:

«— Köpeklerle koyunların haline şaştım: Koyunlardan senede şu ve şu kadarı boğazlanır ve şu kadar da kurban edilir. Köpeklere gelince; bir dişi köpek (bir batında) şu kadar yavru doğurur. Böyle iken koyunlar köpeklerden daha çoktur.»[1117]

 

Gerçekten köpeklerle koyunlar mukayese edildiği 2aman taaccüb edi­lecek bir durum hasıl olmaktadır. Her dişi köpek bir bâtında dokuz taneye kadar yavru doğurduğu halde, bir veya iki yavru doğuran koyunun üreme nispetleri ters orantılıdır. Sonuç itibariyle, koyunlardaki istihlâk çokluğu bir yana, daima koyunların sayısı köpeklerden kat kat fazladır. Bu hal de ko­yunlarda olan bereketi ifade eder.[1118]

 

576— (143-s.) Ebu Zebyan demiştir ki:

  Ömer İbni'l-Hattab bana sordu:

«— Ey Ebu Zebyan! Senin maaşın ne kadar?» Ben de :

— İki bin beşyüz (dirhem) dedim.: Hz. Ömer, Ebu Zebyan'a şöyle dedi.

«— Ey Ebu Zebyan! Çiftlik edinip ziraat ile uğraş ve hayvan üret;bunu, Kureyş'in nefsine düşkünleri sizin başınıza geçmeden önce yap ki, onlarda maaş maldan sayılmaz.»[1119]

 

Hz. Ö m e r muayyen gelirin ileride bir kıymet ifade etmiyeceğini bil­direrek ziraata ve hayvancılığa önem verilmesini istemektedir. Ziraatın ge­liştirilmesiyle hayvan üretiminin çoğaltılması geçimi sağlama bakımından daha garantili ve memleketin kalkınması İçin çok lüzumlu olan çalışma sa­halarıdır. Gün geçtikçe bunların önemli mevkileri daha fazla takdir edil­mektedir. Bunun için hayvanlarda ve ziraatte hem bereket, hem de saadet vardır.[1120]

 

577— Abede îbni Hazin'in şöyle dediği işitilmiştir: — Koyunlar sahibi ile develer sahibi karşılıklı öğündüler.   Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu:

«— Musa, koyun çobanı iken Peygamber olarak gönderildi, Davud koyun çobanı iken Peygamber olarak gönderildi. Ben de Ecyad'da ailem için koyun güdüyordum.»[1121]

 

Burada koyunlara sahip olmanın, deve gibi sair hayvanlara sahip ol­maktan daha faziletli olduğu beyan buyurulmaktadır. Buna delil olarak da Peygamberlerin koyun gütmüş olmaları gösterilmektedir. Nübüvvetten önce peygamberlere koyun gütme İşinin ilham edilişinde birtakım hikmetler vardır:

1— Koyunları gözetip ontara çobanlık ederek meşakkatlerine katlan­mak, ümmetin İdaresi için bir alışkanlık teşkil eder.

2— Koyunlar mazlum ve masum hayvanlar olduklarından onlarla uğ­raşmak İnsana merhamet ve şefkat kazandırır.

3— Koyunlar öteye beriye çok dağılan ve yayılan hayvanlar olduğu için onları bir araya toplamak ve onları yırtıcı hayvanlardan, hırsızlardan korumak gibi idarî tasarrufa İhtiyaç gösterirler. Bir nevi insanların idaresine kıyas edilebilirler.

4— Sürü içinde tabiatı değişik koyunlar, zayıf ve biçareler olduğun­dan bunları durumlarına göre ayrı ayrı idare edip korumak ve bunlara sabretmek, İnsanların  ihtiyaçlarını   karşılayıp, onlara sabretmeye benzer. Diğer hayvanların durumu böyle değildir.

Peygamber Efendimiz de bu hikmetlerine binaen Mekke civarında bîr mahalle olan «Eeyad»da ailesine ait koyunları nübüvvetten önce gütmüş olduğunu bildirmektedir.[1122]

 

(262) Bedevileşmek

 

578— (144-s.) Ebû Hüreyred'en rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«— Büyük günahlar yedi tane olup, onların birincisi Allah'a şirk koşmaktır. (İkincisi haksız yere) adam öldürmektir. (Üçüncüsü) iffetli kadınlara zina isnat etmektir. (Dördüncüsü) hicretten sonra (sahralara çekilip) bedevîleşmektir; (ve saire...)[1123]

 

Dokuz veya yedi olarak sayılan büyük günahların hangi şeyler oldu­ğunu öğrenmek için 8 sayılı hadîs-i şerîfe bakınız. Burada hicretten sonra bedevîleşmenin de büyük günah olduğu bildirilmektedir.

Şehir ve kasaba emsali beldelerde ikâmet etmeyip çölde yaşayan ve şehirlere inmek ihtiyacını duymayıp bir nevi göçebe hayatı sürenlere Bedevi = A'rabî denir. Bunlar şehir medeniyetini almadıkları için yalnız başına asude yaşayan, içtimaî meselelerle uğraşmayan kimselerdir. Böyle bir ha­yat içinden hicret ederek cemiyet hayatına intikal edenlerin tekrar eski ha­yatlarına dönmeleri günah sayılmıştır. Çünkü bu harekette, İçtimaî vazife­leri bırakıp tenhaya ve inzivaya çekilme vardır. Cemiyet içinde vazife al­mak, savaşlara katılmak, birbirine yardımcı olup, ihtiyaçlarını karşılamak Müslümanlara düşen vazifedir. Böyle mühim vazifeleri bırakıp da kenara çekilmek günahtır, hatta büyük günahlardandır,

Fitne ve fesada karışmamak ve bir haksızlığa karışmamak maksadı ile böyle münzevî hayata geçmenin caiz olduğu görüşü ve rivayetleri vardır. Fakat bu cevaz herkese uygulanabilecek bir şumül taşımaz, istisnaî haller karşısında uygulanması caizdir.[1124]

 

(263) Köylerde Oturan Kimse

 

579— Sevbân'ın şöyle dediğini işittim:—  Resûlüllah (SallaîlahÜ Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu:

«— Köylerde oturma; çünkü köylerde oturan,  mezarlarda oturan gibidir,»

Ravilerden Ahmed îbni Asım demiştir ki:

«— Küfür, köyler demektir.»

Başka bir yoldan gelen rivayete göre, Sevbân'ın şöyle dediği işitilmiştir;

  Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve SeWem] bana şöyle buyurdu:

«— Ey Sevbân! Köylerde oturma; çünkü köylerde oturan, mezarlar­da oturan gibidir.»[1125]

 

Şehirlerden ve ilim merkezlerinden uzak köylerde yaşamak, bîr nevi ölöler arasında yaşamaya benzer, ilim ve faziletle olgunlaşmayan, terbiye ve edebden mahrum olan kimseler mana bakımından ölü sayılırlar. Bu gibi manevî ölOler de İlmin ve âlimlerin uğramadığı köylerde bulunurlar, iste böyle ilim ve faziletten mahrum bulunanlar arasında oturmak ve yaşamak, hissiz ve duygusuz Ölöler arasında yaşamak olur ki, bu yaşayışı Peygamber Efendimiz Sevbân hazretlerine ve dolayısiyle ümmete yasaklamışlardır. İlim ve irfan yuvası haline gelen veya ilim ışığı altında gelişen köyler bu hükmün dışında kalır. Hatıra gelir kî, böyle ilim ve irfandan mahrum olan köyleri ilim sahiplerinin aydınlatması ve onları cehaletten kurtarması bir vazife değil midir?

Tek başına olarak bir kimsenin koyu geleneklerine bağlı bir köy halkını uyarması mümkün olmadığı takdirde aralarında bulunması, ölüler arasında bulunması sayılır. Eğer bu cahilleri selâmete çıkarma imkânı varsa, bunu yapmak bir hizmettir ve büyük bir vazifedir. Bu takdirde ölüler arasında yaşama diye bîr şey kalmaz. Hepsi ilim ve fazilet sahibi kimseler olurlar.[1126]

 

(264) Akarsu Kenarlarındaki Yaylada Oturmak

 

580— Şurayh demiştir ki:

  Hz, Âişe'ye sahraya çıkmaktan sordum ve dedim ki:

— Peygamber (SallaliahÜ Aleyhi ve Seilem) sahraya çıkıp oturur muydu? Hz. Âişe şöyle dedi :

— Evet, şu akar su vadisine çıkıp ikâmet ederdi.»[1127]

 

Büdüvv ve Bedavet, sahraya çıkıp oturmak manasınadır. Tilö1 da, dağ başından itibaren vadiye kadar uzanan akar suların yatağına denir. Bun­dan anlaşılıyor ki, bazı zamanlarda hava değişikliği İçin Peygamber Efen­dimiz sahradaki vadilere çekilmişler ve bir müddet ikâmet etmişlerdir. Bi­zim memleketimizde sahra olmadığından, bunun yerine yayla tâbiri kul­lanılmıştır. Nitekim bizde de senenin birkaç ayında şehir ve kasabalardan hava değişikliği için asude ve temiz havalı yerlere çıkılır ki, bu yüksek yerlere yayla denir. Bu ikâmetler geçici olduğu için, bundan önceki iki bölümle aykırı düşecek bir mana düşünülemez.[1128]

 

581— (145-s.) Amr îbni Vehb'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

«— Muhammed îbni Abdullah b. Üseyd'i gördüm, ihramda iken hay­vana bindiği zaman omuzlarından elbisesini (ihramını) alıp, onu oyluk­ları üzerine koymuştu. Dedim ki:

  Bu (yaptığın) ne? Şöyle cevap verdi:

  (Babam) Abdullah'ı gördüm, böyle yapıyordu.»[1129]

 

Bu haberin, sahraya çıkmak bölümü ile olan ilgisi anlaşılamamaktadır. Ancak Muhammed ibni Abdullah'ın hac etmek üzere ihrama gir­miş olması, onun yolculuğuna ve sahraya çıkmış olmasına deiâet eder. Bu yolculuk esnasında akarsu vadilerinde ikâmet etmiş olması da düşünülebilir.

İnsan ihramlı iken, yani belden aşağı bir parça ve yukarı kısım için bir parça olmak üzere büründüğü iki elbise ile hayvana binince, bacak kısımları açılır, ön ve ayak kısımlarını örtmek için, omuzlar üzerindeki elbise oyluk ve bacaklar üzerine konduğu anlaşılmaktadır, örtünmeye riayet için yapı­lan bir harekettir. Erkeklerde bakılması haram olan kısım, göbekten diz ka­pakları altına kadar olan yerlerdir. İşte bu kısımları örtmek farzdır.[1130]

 

(265) Sır Saklamayı Ve Ahlâklarını Öğrenmek İçin Herkes İle Oturmayı Seven Kimse

 

582— (146-s.) Abdullah îbni Abdurrahman İbni Abdi'1-Karî anlattı­ğına göre, Ömer Îbni'l-Hattab ve Ensar'dan bir adam (beraberce) oturu­yorlardı. O esnada (babam) Abdurrahman îbni Abdi'1-Karî gelip onların yanına oturdu. Bunun üzerine Hz. Ömer:

«— Biz, sözümüzü kaldıranı, (buradan alıp öteye beriye götüreni) sevmeyiz.» dedi.

Abdurrahman ona şöyle cevap verdi:

— Ben şunlara haber götürmek için oturmuyorum, ey müminlerin emîri!..

Hz. Ömer:

«— Pekiyi, öyle ise şu ve şu kimselerle otur ve bizim sözümüzü on­lara nakletme!» dedi. Sonra Ensar'dan olan arkadaşına şöyle dedi:

— İnsanlar, benden sonra kimin halife olacağını söylüyorlar, kimi uygun görüyorlar?»

Ensar'dan olan bu adam da, Muhacirlerden bir takım erkekler saydı, Ali'nin ismini söylemedi. Hz. Ömer :

«— Ebu'l-Hasan'dan (Ali'den) onlara ne oluyor, (onu istemiyorlar)? Allah'a yemin ederim ki, o, aleyhlerine olsa bile, onları hak yol üzere durdurmakta, onların en elverişlisidir.» dedi.[1131]

 

Kalpte bulunan bir niyyeti, bir söz veya haberi insanlara açıklamayıp içinde tutmaya «Sır saklamak» denir. Muvaffakiyet sebeplerinin en kuvvetlisi ve düzen halinin sağlanması çaresinin başı sır saklamaktır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:

«— îşte ve ihtiyaçlarınızın başarıya ulaşması için gizlilikten fayda­lanınız; çünkü her nimete hased edilir.»

Hz.  Alî (Radtyaîlahuanh)    da şöyle demiştir:

«.-Senin sırrın esirindir; eğer onu söylersen, sen onun esiri olursun.»

İnsan esrarını İçinde sakladıkça, onlara sahip demektir. Fakat bunları dışarıya ifşa ettiği zaman, bu hakimiyeti kaybeder ve onların dış tesirleri altına girerek bir nevi esrarın esiri olur. İnsan kendi esrarını ifşa etmekten kaçınması gereklidir. Bundan daha önemlisi, başkasına ait esrarı yaymak­tır; çünkö bunda emanete hİyanet vardır. Bir de kötü niyetle olursa koğu-culuk vasfını taşır. Bu iki yönden haram kısmına girer. O halde insan hem kendine ait olan esrarı, hem de kendine emanet edilen başkasına ait esrarı gizli tutmalı, başkasına yaymamalıdır.

İşte Hz. Ömer de, yanında bulunan dinleyiciye, konuşulan siyasî ve ciddî meseleleri başkalarına gidip anlatmamayı, fakat meclislerinde bulun­mayı tavsiye etmişler, bize de bu mevzuda takip edilecek doğru yolu gös­termişlerdir.[1132]

 

(266) İşlerde Sab1rlılık Ve Ağır Başlılık

 

583— (147-s.) Hasan bize şöyle anlatmıştu :

«— Bir adam vefat edip geriye bir oğlu ile bir azadlısını bıraktı. (Ölürken) oğluna bakmasını, azadlısına vasiyyet etti. Azadlısı da oğlunu yetiştirmekte, bulûğ çağına kadar kusur etmedi ve onu evlendirdi. Çocuk azadlıya dedi ki:

  Beni hazırla, ilim tahsil edeceğim.

O da onu hazırladı. Bunun üzerine çocuk bir âlime gidip, ondan ilim öğrenmek istedi. Âlim ona şöyle dedi:

  (Evine) gitmek istediğin zaman bana söyle, sana öğretirim. Çocuk:

  Çıkıp gitmeye hazırlandım, bana öğret, dedi. Âlim :

  Allah'dan kork, sabırlı ol ve acele etme, dedi. Hasan demiştir ki:

  İşte bütün hayır buradadır.

Nihayet çocuk dönüp geldi, nerde ise üç şeyden ibaret olan tavsiye­leri unutacaktı. Memleketine geldiği zaman hayvanından indi. Evine va­rınca, orada karısından ayrı bir yerde uyumakta olan bir adam buldu. Kendi karısı da uyuyordu. Kendi kendine dedi ki:

  Allah hakkı için bunu ne bekliyorum, ne istiyorum.

Sonra hayvanına döndü. Kılıcını almak (ve onunla uyumakta olan adamı öldürmek) isteyince, dedi ki:

  Allah'dan kork, sabırlı ol ve acele etme.

  Bununla hangi şeyi bekliyorum, dedi.

Sonra hayvanına döndü. Kılıcını almak istediği zaman, tavsiyeleri hatırladı. Tekrar adama dönüp baş ucunda durunca, adam uyandı. (Yakını olduğunu anlayıp) adamı görünce üzerine atılıp onu kucakladı, onu Öptü ve ona olan kötü zannını giderdi. Adam tahsilden dönen çocuğa sordu:

  Benden sonra ne ile karşılaştın? Çocuk;

  Vallahi, senden sonra büyük hayır elde ettim; vallahi, senden son­ra büyük hayır kazandım: Ben, bu gece, senin başınla kılıç arasında üç defa gezindim (ve seni Öldürmek istedim) de, kazandığım ilim, seni öl­dürmekten beni engelledi, dedi.»[1133]

 

Dünya İşlerinde teenni ve sabırla hareket etmenin insana ne büyük faydalar sağlıyabileceğİni bu haberde anlatılan vak'a bize açıkça göster­mektedir. Bir rivayette de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) -.

«— Sabır ve teenni île hareket etmek, âhiret işinden başka her şey­de hayırlıdır.»

Buyurmuştur. Çünkü dünya işlerinde, kesin ve peşin olarak hangi yö­nün hayırlı olduğu kestirilemez, inceleme ve araştırma sonunda gerçek an­laşılabilir. Bunun İçin tahmin ve zanla hareket etmeyip işleri tahkîkden son­ra karar vermek ve İcraata geçmek icab eder. Böyle hareket edilirse, iş sonunda pişmanlık çekilmez, isabetli iş görülmüş olur.[1134]

 

(267) İşlerde Müsamaha

 

584— Abdülkays Eşec'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu:

«— Gerçekten sende iki huy vardır ki» Allah onları sever.»

Ben dedim ki:

  Ey Allah'ın Resûliv bunlar hangi şeylerdir? Peygamber:

«— (Bunlar) Yumuşak huyluluk c= müsamahakârlık ve hayadır.» buyurdu.

Dedim ki:

  (Bunlar bende) Eskidenberi mi, yoksa yeni mi bulunuyor? Peygamber (Sallalhhü Aleyhi ve Setlem) :

«— Eskidenberi...» buyurdu. Ben de:

  Beni iki ahlâk üzere yaratıp da onları seven Allah'a hamd olsun, dedim.[1135]

 

Haya = utanma hakkında özel bir bahis gelecektir. Burada yumuşak huylu ve müsamahakâr olmanın faziletini Peygamber Efendimiz bize öğretr mekîedir. Hilm, aslen zulme karşılıkta bulunmayıp sabretmek ise de, daha çok yapılan hata ve günahları görmeyip bağışlama hasletine isim olarak kullanılmaktadır. Sabır ve merhameti geniş olanlarda bulunan güzel bir ahlâktır. Böyle dinin emrettiği güzel ahlâk sahiplerini de Allah sever ve onların işlerinden razı olur.[1136]

 

585— Katade'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:

  Abdülkays kabilesinden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gi­den heyetle karşılaşan bize anlattı. (Katade, Ebû Nadra'yi zikretti). O da Ebû Sâîd El-Hudrî'den rivayet etti. Dedi ki:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Eşecc-i   Abdilkays'a   şöyle buyurdu:

«— Sende iki ahlâk vardır ki, Allah onları sever: Bunlar, hilim ve teennidir.»[1137]

 

Bu hadîsi İmam Müslim uzunca bir vak'a olarak rivayet etmiştir. Kitd-bu'l-iman 26 sayılı hadîse ve bundan öncekine bakılsın.[1138]

 

586— Ibni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)   Eşecc'e   —Eşecc-i   Abdil-kayş'a — §Öyle buyurdu :

«— Gerçekten sende iki haslet vardır ki, Allah onları sever: (Bunlar) hilim ve teennidir.»[1139]

 

587— Mezîde El-Abdî'den işitildiğine göre, şöyle demiştir:

  Eşecc yürüyerek   Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e kadar gelip elini tuttu ve onu öptü. Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ona şöyle dedi:

«— Gerçekten sende iki huy vardır ki, Allah ve onun Resulü onları sever.»

Eşecc dedi ki:

  Yaratıldığım bir tabiat mı (bu), yoksa benim ahlâkım mı? Hz. Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) :

«— Hayır, doğrusu yaratılışında vardır.» buyurdu. Eşecc dedi ki:

— Allah'ın ve Resulünün sevdiği bir ahlâk üzere beni yaratan Al­lah'a hamd olsun.[1140]                                                        

 

Lâfızlarda bazı değişikliklerle rivayet edilen bu hadîs-i şerifin taşıdığı mana ile daha önceki hadîslerin manası arasında ayrılık yoktur. Hepsinde Eş ece-i Abilkays'ın yaratılıştan İki güzel huya sahip bulunduğu be­yan buyurulmaktadır.

Ejec  kimdir? :

Eşecc-i Abilkays diye tanınan ve Mekke fethinden önce İslâm'ı kabul eden ve kavminin ulularından bir şahabıdır ki, Hz. Peygambere Bahreyn'den gelen Abdülkays heyetinde bulunmuştu. İşte bu ziyaretleri mü­nasebetiyle geçen hadîsler varid olmuştur. Asıl adı M ü n z i r İ b n İ Â i z '-dir. Hz. Peygamber in kendilerine olan iltifatı, onun şeref ve faziletini is­pata kâfidir. Hayatı hakkında geniş bilgiye raslanmamıştır. Bilgi için 1193 sayılı hadîse bakılsın. Allah ondan razı olsun.[1141]

 

(268) Azgınlık Ve Taşkınlık

 

588— (148-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

«— Eğer bir dağ, bir dağa azgınlık ve zulüm edeydi, azgınlık eden parça parça edilirdi.»[1142]

 

Hudodu aşmanın ve başkasına tecavüz etmenin dehşetinr" beyan için dağlar misal' olarak verilmiştir. Bİr dağ diğer bir dağa haksızlık eder ve ona tecavüzde bulunursa, İlâhî adalet tecavüzde bulunan azgını yer ile bir eder. Bu vahim akıbetten insanoğlu ibret alarak hiç bir zaman tecavüze yeltenmemeli ve adaleti çiğneyerek başkalarına zulmetmemelİdir.[1143]

 

589— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Ceilnet'le Cehennem tartıştılar: Cehennem dedi ki:

— Zorbalarla   azamet   sahipleri   benim içime   girerler.   Cennet   de dedi ki:

  Beu^m içime ancak biçarelerle fakirler girer.  (Allah Tealâ)  Cehennem'e:

  Sen benim azabımsın, seninle dilediğime azab ederim, buyurdu. Cennet'e de:

  Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğime merhamet ederim, bu­yurdu.»[1144]

 

590— Fudale İbni Ubeyd, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

«— Üç kimse vardır ki, onların günahları sorulmaz. (Ateşe atılırlar):

1— İslâm topluluğundan ayrılıp da idarecisine asi olan ve isyanı üzere ölen kimse; işte bundan günahı sorulmaz.

2— Efendisinden kaçan erkek veya kadın köle.

3— Bir kadın ki, kocası gurbete çıkmış ve kendisine dünya geçimini sağlamıştır; böyle iken onun arkasında süslenip dışarı çıkmış ve dolaş­mıştır.

Yine üç kimse vardır ki, onların günahı sorulmaz :

1— Allah'a azamet ve izzet sıfatlarında ortaklık iddi* eden.

2— Allah'ın işinde şüphe eden.

3— Allah'ın rahmetinden ümidini kesen...»[1145]

Bu hadîs-i şerîfte 6 çeşit günahın ağır sorumluluğu belirtilmektedir. Bun­lar arasında isyan ve zulüm günahı da vardır. Konu zaten bununla ilgilidir.

İlk bakışta, günahdan sorulmamak, sorumlu olmamak ve cezaya çar­pılmamak gibi bir manayı hatıra getiriyorsa da mana tam aksine olarak hiç hesaba çekilmeden doğrudan doğruya Cehennem'e atılmayı gerektir­mektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, Kasas Sûresi'nin 78. âyeti sonunda :

— Mücrimler günahlarından sorulmaz!» buyurmaktadır.

Bunun manası şu : Allah böyle mücrimlerin günahlarını bilir de hemen onlar Cehennem'e atılırlar.

İşte bu hadîs-i şerîfte sayılan 6 çeşit günahı İşleyenlerin suçları ağır olduğundan, haklarında bir soruşturma yapılmadan ve onlara sorgu açıl­madan hemen Cehennem'e atılırlar. Bu günahları ayrı ayrı ele alalım :

1— İslâm topluluğunu parçalamak ve dağıtmak, Müslümanları birbirine düşürmek olacağından en büyük yıkımı doğurur ve düşmanların hakimiyetini sağlar. Müslüman devlet reisine ve idareciye de isyan edip karşı çıkmak aynı neticeyi doğurur. Büyük felâket getiren günahın azabı da büyük olur.

2— Erkek olsun, kadın olsun efendisinden  kaçan köleler de günah işlemiş olurlar; çünkü  kendilerine sahip olan  efendiye isyan  etmişlerdir. Hak olan şeye itaat İslâm'da esastır.

3— Bir kadın ki, kocası herhangi bir İhtiyaç için evinden ayrılmış ve kendisine evini barkını emanet etmiştir, geçimini sağlayarak levazımatı da bırakmıştır, onun süslenip dolaşması ve fenalıklara sebebiyet verecek ta^ vırlar takınması bağışlanacak günah değildir. Böyleleri de soruşuz Cehen­nem'e girerler.

4— Allah Tealâ'mn Ululuk ve üstünlük sıfatları vardır. Bunlara Kib­riya = Azamet ve İzzet sıfatları denir. Bu sıfatlarda Allah a eş olurcasına büyüklü taslamak ve kibirlenmek, insanlara karşı üstünlük iddia eîme.< yine büyük günahtır, insanı sinte doğru götürür. İnsan halini düzeltmediKçe kurtuluşa eremez.

5— Allah'ın hikmetlerinde, kaza ve kaderinde şüpheye düşmek, iman zafiyetine ve imansızlığa delâlet eder. Bu itibarla sorumluluğu ağırdır. Al­lah in emirlerine ve yasaklarına kesin olara* inanmak ve iman etmek şarttır. Şüphe içinde iman muteber olmaz. İman olmayınca kütür taha^Kuk eder.

6— Allah'ın rahmeti çok geniştir. En büyük günah olan Şirk günahını İşleyen kimse senelerce bu  İnançla yaşadıktan sonra tevbe edip gerçek imana sahip olursa, yine Allah onu bağışlar. Onun için Allah m rahmetin­den daima ümitvar olmak ve ümitsizliğe düşmemek icab eder. Nasıl olursa olsun Allah beni artık bağışlamaz diye bir inanç taşımamalıdır. Tevbe edip halimi düzelttiğim takdirde Allah beni bağışlayacaktır demelidir.

Fudale   Ibnİ   Ubeyd   kimdir?:

Medîneli ashabdan olup, künyesi Ebû M u h a m m e d 'dir. İslâm'a geçişi kadîm olmakla beraber Bedir savaşına katılamamış, fakat ondan sonra Uhud ve diğer savaşlarda bulunmuştur. Şam ve Mısır fetihlerinde bulunmuş, sonra Şam'da ikâmet etmiştir. Hz. M u a v i ye kendisini Dimaşk kadılığına tayin etmiştir.

Hz. Peygamber den ve E b u D e r d â 'dan hadîs rivayet etmiş, ken­disinden de Sümame ibni Şefî, Hubeyş İbni Abdullah, Alî İbni R i b a h , Ebû Alî El-Cinnî, Muhammed İbni Kâ ' b ve başka zevat rivayet etmişlerdir. Atları geçecek kadar koşucu idi. Seferde taşlan birbirine çarparak ateş çıkarıp yakardı. Vefatı Hz. Mua-viye  devrinde hicretin 53 yılındadır. Allah ondan razı olsun.[1146]

 

591— Abdülaziz babasından, o da Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu :

— Allah her günahdan dilediği cezayı kıyamete kadar geciktirir; ancak azgınlık etmek ve ebeveyne asi olmak yahut akrabalık bağlarını kesmek günahları müstesnadır. Bu günahların sahiplerine ölümden imce ceza hemen verilir.»[1147]

 

15, 25, 26 ve 27 sayılı bölümlerde ana-babaya asî olmak, akrabalık bağlarını kesmek günahları üzerinde durulmuştu. Bilgi İçin bu bölümlere müracaat edilsin. Burada azgınlık ve hududu aşma, başkasının hakkına te­cavüz etme günahı münasebetiyle diğer anct-babaya asî olmak ve akra­balık bağlarını kesmek günahları da zikredilmiştir.[1148]

 

592— (149-s.) Yezîd İbni'l-Esam'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ebû Hüreyre'nin şöyle söylediğini işittim:

«— Sizden biriniz, kardeşinin gözündeki çöpü görür de, kendi gözün­deki kirişi —veya kütüğü— unutur.»

Ebû Ubeyd demiştir ki:

— «Cezel» büyük ve yüksek ağaca denir.[1149]

 

Devamlı olarak nefsini murakabe etmeyen ve kontrol altında bulun­durmayan kimse, karşısındaki kardeşinin kusur ve ayıplan ile meşgul olur. Böylece kendinde bulunan büyük kusurları unutur da kardeşinin önemsiz kusurları dolayısiyle ona tecavüze kadar gider ve onu incitir. Bu,şekildeki hareket de bir qzgınlık ye taşkınlık işidir, bir haksızlıktır. Böyle bir tutum­dan kurtulup selâmete çıkmak iÇİn, önce vnsan kendi hareketlerini kontrol altına almalı ve nefsini düzeltmelidir. Aksi halde zulmetmiş olur.[1150]

 

593— Muayiye îbni Kurre7şöyle anlatmıştır:

  Ma'kal El-Müzenî ile beraberdim de o, yoldan bir engel giderdi. Ben de, (yolcuya zarar veren) bir şey gördüm ve ona koşup giderdim. Ma'kal dedi ki:

— Ey kardeşim oğlu! Benim yaptığım işi yapmaya seni götüren şey ne? ,   Muaviye cevap verdi:

  Senin yaptığın şeyi gördüm de ben onu yaptım. Ma'kal dedi ki:

— Güzel ettin, ey kardeşim oğlu... Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi

ve Seltem)'in şöyle buyurduğunu işittim:

«— Müslümanların yolundan kim bir engeli kal d ir ir sa, ona bir sevab yazılır. Kimin de sevabı kabul olunursa Cennet'e girer.»[1151]

 

însan ve hayvanların geçtiği bir yol özerinde görülecek engelleri kal­dırmak ve yolu düzeltmek sevab olan işlerdendir. Çünkü bunda, İnsanlara ve hayvanlara eziyet verecek şeylerin yok edilişi vardır. Dolayısİyle insan ve hayvanlara eziyet vermemek vardır. İnsan gördüğü ve gücü yettiği bîr iyiliği yapmaz da onu terk ederse ve böylece başkasının eziyet çekmesine razı veya sebep olursa, bu bîr tecavüz hareketi olur. Bu gibi dolaylı az­gınlık ve tecavüzlerden de kaçınmak Müslümana düşen bîr vazifedir, üste­lik karşrlığında da Cennet'e götürecek bir mükâfat vardır.

Ma'kal  El-Müzenî  kimdir? :

Babasının adı Yesar olup, künyesi Ebû A I i 'dir, bu künyede baş­ka sahabî olmadığı söylenir. Hudeybiye vak'asından önce Müslüman oldu

ve «Rıdvan B;atı»nda bulundu. Hz.   Ömer'in emri İle Basra'da Ma'kal kanalını kazmış olduğundan, bu kanal kendi adı ile yad edilmektedir.

Kendisi Hz. Peygamber'd en ve Numan ibni Mukrin 'den hadîs rivayet etmiş, ondan da Imran ibni Husayn, Amr ibni Mey-mun, Ebû Osman El-Nehdî, Hasan El-Basrî ve başkaları rivayet etmişlerdir. Rivayet ettiği hadîsler Kütüb-i Sitte'de vardır. Basra'ya geçip orada İkâmet ederek Hz. M u a v i y e 'nİn hilâfeti zamanında 60-70 yaşlan arasında vefat etti. Allah ondan razı olsun...[1152]

 

(269) Hediye Kabul Etmek

 

594— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve SellemVâen şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«— Hediyeleşiniz ki, sevişmiş olursunuz.»[1153]

 

Bir Müslüman kardeşin gönlünü almak ve sevgisini kazanmak için ona verilen şeye hediye denir kî, bu sünnettir. Peygamber Efendimiz hediyeyi kabul etmişler ve yenecek kısımdan olanı da yemişlerdir. Ancak bir hikmet ve sebebe bağlı olarak hediye kabul etmedikleri de vakidir. Hediye kalp­lerdeki soğukluğu giderir, kardeşler arasında sevgi ve yakınlık doğurur. Hediye verişte, önce hediye verilen kimseyi razı etmek, sonra sevab kazan­mak niyeti bulunur. Sadaka ise böyle değildir.

Sadaka, önce Allah rızası için bir İbadet olarak verilir. Sadaka verilen razı olsa bile, onun rızasını kazanmak maksadı taşınmaz.[1154]

 

595— (150-s.) Enes îbni Malik şöyle derdi:

— Yavrularım! Aranızda harcama yapın,  (hediyeleşin); çünkü bu aranızdaki ilgilerin en sıcağıdır.»[1155]

 

(270) İnsanlara Kızgınlık Hâli Girince Hediyeyi Kabul Etmeyen

 

596— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Fezare oğullarından bir adam Peygamber (SailaİiahÜ Aleyhi ve Selîem)'e bir deve hediye etti. Peygamber de buna karşılık ona hediye ver­di. (Adam umduğuna kavuşamayınca) bu onu kızdırdı. Bunun üzerine Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m minberde şöyle buyurduğunu işittim:

«— İnsanlardan biri hediye veriyor, ben de ona yanımda olan şey miktarmca mukabele ediyorum da, sonra (bu hediyem) kızdırıyor. Allah'a yemin ederim! Bu yılımdan sonra Arablardan hediye kabul etmiyeceğim; ancak Ktıreyş kabilesine mensub olanlardan, Ensar'dan, Sakaf yahud Devs kabilesinden kabul edeceğim.»[1156]

 

Bu hadîs-i şerîfi manaca açıklar şekilde Tirmizî Menakıb bahsinde 3940 ve 3941 sayılı hadîsleri tahrİç etmiştir ki, birincisinin manası şöyledir:

«— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre bir bedevi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e genç bir dişi deve hediye etti. Peygamber de ona böyle develerden altı tane vererek ona mukabelede bulundu. (Adam azımsayarak) bunlardan kızdı. Bu hal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se/femJ'e ulaştı. Peygamber Allah'a hamd edip onu övdükten sonra buyurdu:

«— Falan kimse bana bir dişi deve hediye etti; ben de bu cinsten ona altı tane vererek hediyesine karşılıkta bulundum. Böylece adam (razı ol­mayıp) kızgınlığa düştü. Artık karar verdim ki, Kureyş'den, Ensar'dan, yahud Devs kabilesinden olanlardan başka kimseden hediye kabul etmî-yeceğim.»

Peygamber Efendimiz Kureyş kabilesi, Medîne'lt ashab ve Devs kabi-les'nîn cömertliklerini bildiği için bunlardan hediye kabulünü uygun bulmuş­lardı. Hediye, hediye verilen kimseyi memnun etmek için verilen ve karşı­lığında gönül rızasından başka bir şey beklenmiyen bir cömertliktir. Hediye karşıtlında daha fazla bir şey beklemek veya buria nail olmayınca kızrnak kardeşlik duygusu dışında bîr çıkar yolu aramak olur ki, bu makbul değil­dir. Bu şekilde hareket edenlerin hediyesini kabul etmemek yerinde olur. Hele görgü ve edebden mahrum bulunan bedevî'ler ayarındaki kimselerden kabul edilecek hediyelerin sebebiyet vereceği nahoş haller karşısında bu gibilerden hediye kabul etmemek selâmet yoludur.

Hedîye kabul edip de ona mukabele etmemek, cömertlere yakışmayan ve cimrilik ifade eden bîr haldir. Sevgi bağlarının her İki taraftan kuvvet­lendirilmesi için bunun karşılıktı olması lâzımdır. Peygamber Efendimiz faz-lasiyle hediyelere mukabele etmişler ve cömertlikte de örnek olmuşlardır.[1157]

 

(271) Utanmak

 

597— Ebu Meş'ud Akabe demiştir ki, Peygamber (Salhîlahii Aleyhi ve Sellem) şöyle .buyurdu :                                                                    

«— tik peygamberlik kelâmından (zamanımıza kadar gelip) insan­ların ulaştığı söz, utanmadığın zaman dilediğini yap, sözüdür.»[1158]

 

Haya, bir değişiklik ve inkisar halidir ki, insana kınandığt-ve ayıplan­dığı çirkin bir İşten dolayı arız olur. insanlarda haya büyük ve muteberdir vasıftır. Hayası ,tam olanlar, çirkin ve hoşa gitmeyen her iş ve hareketten, bayağı.ye adi sözden kaçınırlar. Haya, fenalıklardan insanı alıkoyan bîr haslettir, İnsandan bu güzel haslet kalktığı zaman insan her fenalığı yapa­bilecek kıyama,gelir ve kimseden çekinmeden pervasızca çeşitli rezaletler iş.ler. Hadîs-İ şerîf bunu ifade etmektedir. Bundan başka bir takım değişik görüşlerle manası açıklanmaktadır. Bu görüşler şunlardır:

1— Geçen peygamberlerin şeriatından olup, hükmü kafkmıyan, doğru­luğu, güzelliği üzerinde ittifak olunan ve bu ümmete varıncaya kadar teva­rüs edilen bir huydur, İnsan utanmadığı zaman; bu hayasızlık hali onu dile­diği işi yapmayasevk eder, vicdanında engelleyici bir engel bulamaz. Bunun için İnsan haya etmelidir kî, hava onu kötü şeylerden engellesin. Hadîste :

«—Utanmadığın zaman dilediğini yan!»                             

Demek, insanı kötü isi yapmaya teşvik delildir. Utanmayan kimse, dİ-ledrğîrn yapar, de,m6ktir. Dahd doğrusu, fenalıklardan seni engellenecek bir utanman ypksa,'nefis arzularının sana emrettiği şeyleri yap; çünkü Allah senî görüyor, cezanı verecektir, manasım taşır. Nitekim Cenab-ı Hak:

«— Dilediğinizi    yapın;    zira    Allah    işlediklerinizi    hep    görüyor (Amellerinize göre size ceza verecektir.) Fussilet Sûresi> âyet: 40»

2— Ayıptan utanmazsan, yüzün kızarmazsa iyi, kötü nefsin neyi em­rediyorsa onu yap, yani bunları yaparsan cezanı çekersin diye bîr azarlama manası taşır.

3— Yapacağın bir iş sonunda utanma halinden emin isen, utanılacak bir iş değilse, bu gibi İşlerden dilediğini yap, demektir.

4— İstediğini yap, cezasını çekeceksin, diye bir korkutma manası taşır.

5— Hadîs-i şerîf ibahe manasını İfade eder. Bir şeyi yapmak istediğim zaman, eğer o iş Allah dan ve insanlardan utanmayı gerektirecek bîr şek değilse onu yap, İstersen de yapma.

Haram ve mekruh olan şeyleri işlemek utanmayı gerektirir. Böyle işler­den kaçınmanın bir ilâcı da hayadır. Haya bulununca haram ve mekruh İşlerden kaçınılmış olur. Allah'dan ve insanlardan utanmak en iyi bir haslet ohjp, fenalıklara engel olduğundan hadîs-İ şerîf müminleri utanmaya teşvik etmekte ve böylece hakdan ayrılmamayı beyan etmektedir.

İnsanın utanması şu üç şeye karşı olur:

1— İnsanın Allah'dan utanması ki, Allah'ın emirlerine sarılması ve ya­saklarından kaçınmasıdır. Allah dan haya etmeyen yasaklan çiğner, emir­lere karşı laubali olur.

2— Bir kimsenin diğer insanlardan haya etmesi: İnsanlardan utanma­yan, insanların ayıp ve çirkin gördüğü şeyleri de yapar, aldırış etmez. İn­sanlardan da utanmalıdır ki, fena söz ve hareketlerde bulunmasın.

3— İnsanın kendi nefsinden utanması: İnsanın kendi yaşına ve haline bakarak yalnız başına bulunduğu zaman kötülüklerden sakınmasıdır. Bu olgun kimselerde bulunan bir haldır. Bir kimsede bu üç şekil özere haya bulununca, işte o kemale ermiş demektir.[1159]

 

598— Ebû Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«— İman, altmış birkaç — (yahut yetmiş birkaç — daldır. Bu kı­sım hasletlerin en faziletlisi LÂ İLAHE İULALLAH'dır. Faziletçe en dtişüğü de, yoldan engeli (eziyet veren şeyi) gidermektir. Haya da imandan bir daldır.»[1160]

 

Haya da İmandan bir daldır; çünkü hayanın kemali Allah'dan korkan ve ondan utananlarda olur. Allah'ı tanımak ve onun buyruklarına saygılı olmak iman esaslanndandır. Bu bakımdan haya imanın bir dalıdır.

Dinin bir emridir diye inanıp insanlara eziyet veren tas, toprak, diken, pislik, çöfi gibi şeyleri yollardan kaldırmak da imandan bir dal sayılmıştır ve faziletçe en düşüğü olmuştur. Böylece iman dallan içinde en faziletlisi fevhİd kelimesi, en aşağısı da yoldan engeli kaldırmak olmuştur. Haya, bu iki mertebe arasında bir yer işgal eder. islâm dininin Allah tarafından gön­derilen ve Peygamber elçiliği İle İnsanlara tebliğ edilen hak din olduğuna İnanıp da onun yasaklarını işlemekten utanç duymak, muhakkak ki, iman eseridir ve imanla ilgilidir. Bu emir ve yasakların hak olduğuna İnanma­yanlar din işlerinde haya etmezler. Onun için insanın iradesiyle kazanılan haya, imandan bîr daldır, İmanla ilgilidir.

Haya hakkında bilgi için daha önceki hadîsin açıklamasına bakılsın.[1161]

 

599— Ebû Saîd El-Hudrî'den şöyle dediği işitilmiştir: «— Peygamber (Salîalkthü Aleyhi ve Sellem),   haya bakımından  kendi köşesine çekilmiş bakireden daha ilerde idi ve bir şeyden hoşlanmadığı eaınan onu yüzühdeft tanırdık, (hoşlanmadığı, şeyi yüze karşı söylemezdi, fakat hoşnudsuzluğunu yüzündeki halden anlardık).»[1162]    

 

Peyaamberljğİn kemal sıfatlarını kendinde toplayan ahir zaman Pey­gamberinin1 Kdya bakımından da ah'tâkı belirtilmekte ve ziyadeliğİne bu had^s-i 'şerifle işaret edilmektedir.[1163]                                           

 

600— Hz. Osman ve Hz. Âişe anlatmışlardır ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'H.z, Âişe'nin yatağında, Âişe'nin hırkasını giyiniş olduğu halde yatarken, o sırada Ebû Bekir içeri girmek için Resûlüllah'dan izin istşdi. Peygamber bulunduğu vaziyette ona izin verdi ve işini gördü, sonra Ebû Bekir dönüp gitti. Sonra Hz. Ömer (Radiyallahu anh) (içeri girmek için) izin istedi. Peygamber o vaziyette iken ona izin Verdi de, ihtiyacını karşıladı. Sonra Hz. Ömer '(İşine) döndü. Hz. Osman demiştir ki:

  Sonra ben (içeri girmek için) Peygamberden izin istedim de (Pey­gamber yatmışken doğrulup) oturdu ve ÂiŞe'ye şöyle buyurdu.

«Elbiselerini topla, üzerini toparla.» Hz, Osman anlattı:

  Ben deremi Peygambere anlatıp, işimi gördüm;,: sonra ayrıldım. HzVOsman (yine şöyle) demiştir.:       

  Hz.Âişe (Peygambere) sordu:

  -Ey Allah'ın Resulü!  Hz.  Osman (Radiyallahu anh) 'dan sakındığın gibi, Ebû Bekir ile Ömer'den —Allah her ikisinden razı olsun— sakınır sizi görmedim? Resûlüllah (SallalicihüAkyhiveSelletn)  şöyle buyurdu; 

«— Osman utangaç bir adamdır; korktum ki, bulunduğum o halde (yatarken) ona izin.verirsem, dileğini baha iletmez.[1164]

 

Haya bakımından Peygamberden sonra en ileri derecede bulunan Hz. O s m a ni'dır. Buna dair pek çok hadîs-i şerif varid olmuştur. Burada anla-tılan hâdise de buna açık bir delildir. Hz. O s m a n in faziletine îsfihyasina. dair hadîsler İçin Mustafa El-Bekrî'nin «Es-Salâvatü'l-Hamia» adlı eserinin terce m es i olan «Peygamberin Dilinden 4 Halifesi» kitabının, 201-231. sayfalarına, hal tevcemesİ için de 198-200. sayfalara möracâat'edİlsin.[1165]

 

601— Enes îbni Malik, Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in şöy­le buyurduğunu anlatmıştır:

— Haya, bulunduğu bir şeyi süsler; kötü söz de bulunduğu bir şeyi ayıp lalar.»[1166]                                                    

 

Burada da,hayanın fazileti ve bulunduğu varlık üzerinde, muhakkak bir güzellik bırakacağı ifade buyurulmaktadır. Buna karşılık hayadan uzak çirkin ve kaba sözlerin, söyleyiciye ayıp bir manzara bırakacağı da açık­lanmakta daima İstİhya tarafını tutmanın faydası belirtilmektedir.[1167]

 

602— Salim babasından rivayet ettiğine göre, Resûlüllah (Sallallofoü Aleyhi \e Sellem), hayadan dolayı (hakkını koruyamıyan) kardeşine öğüt veren bir adama rasgeldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

«— Onu bırak, çünkü haya imandan bir daldır.» buyurdu.

îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre de, şöyle demiştir : — Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem),  hayadan   dolayı kardeşini azarlıyan bir adama rasgeldi. Öyle ki, adam, (kardeşine) seni döverim (bir daha böyle yaparsan) diyor gibiydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

— Onu bırak, (azarlama); çünkü haya imandan (bir dal) dır.»[1168]

 

Hakkım koruyamayacak kadar haya sahibi olan bir kimseyi dahi ha­yadan arınmaya teşvîk yoktur. Haya baki kalmak suretiyle meşru yoldan hak aramalıdır. Utanma sebebiyle mahrumiyet çekenlerin manevî mükâ­fatları büyüktür. Bununla beraber dinin helâl veya mubah saydığı yollar­dan hareket etmemek ve bunlarda bile utangaç olmak makbul hareket değildir. Din adabına uygun olan utanma gözel haslettir.[1169]

 

603— Hz. Âişe şöyle anlatmıştır:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , baldırından yahut bacak­larının   bir  kısmı  açık  olduğu  halde yanı üstü  yatıyordu.   Ebû Bekir (Radiyallahu anh) (içeri girmek için) izin istedi. Peygamber bu halde iken ona izin verdi. O da konuştu (derdini anlattı). Sonra Ömer  (Radiyallahu anh) izin istedi; ona da bu halde iken izin verdi. (îçeri girip) konuştu. Sonra Osman (Radiyallahu anh) izin istedi.    Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    (doğrulup)    oturdu   ve   elbiselerini   düzeltti. (Kavilerden Muhammed, bunlar bir gün içinde olmuştur demiyorum, dedi.) Sonra Osman girdi de (işini) anlattı. Hz. Osman çıkınca, ravi demiştir ki:

  Hz. Âişe şöyle anlattı:

  Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Ebû Bekir girdi, kıpırdamadın vg ona beis görmedin.    Sonra Ömer girdi, yine kıpırdamadın ve ona beis görmedin. Sonra Osman girdi; doğrulup oturdun ve elbiselerini düzelttin? Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Meleklerin istihya  ettiği bir adamdan, ben istihya  etmez mi­yim?[1170]

 

(272) Sabah Kalkınca Ne Demelidir

 

604— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir.: — Peygamber, (Saİlaltahü Aleyhi ve Sellem) sabah kalktığı zaman :  

«— Sabaha girmiş olduk, bütün mülk de Allah'ın bulunuyor. Bütün hamd ortağı olmıyan Allah'a mahsustur. Allah'dan başka hiç bir ilah yok­tu; ve öldükten sonra diriliş O'nadır.» derdi. Gecelediği zaman da :

«— Geceye girmiş olduk, bütün mülk de Allah'ın bulunuyor. Bütün hamd, ortağı olmayan Allah'a mahsustur. Allah'dan başka hiç bir İlâh yoktur ve akıbet dönüş de onadır.» derdi.[1171]

 

Peygamber Efendimizden sâdır olan duaların manasını öğrenip metin­lerini, ezberlemek ve onları aslî lâfızları ile huzur ve tefekküre bağlı bir inançla söylemekte fazilet vardır. Bununla beraber samimiyet ve güvenle herkes düşünebildiği ve dilinin döndüğü kadar bir ifade ile dua etmesinde herhangi bir mahzur yoktur. Ancak Peygamber Efendimizin duaları en gü­zel ve makbul dualar olduğundan, onları öğrenip söylemekte başka bir bereket ve sevab vardır.

Dua, davet gibi, çağırma manasınadır. Sonra küçükten büyüğe, aşağı rütbeden büyük rütbeye iletilen istek ve yalvarışa bir isim olmuştur. Dua ettim, dua okudum ve dua işittim şeklinde kullanılır. Duanın hakîkafr, kulun Allah'dan yardım ve inayet istemesidir.

Mülkünde ortağı olmayan, dilediği gibİt asarruf eden ve her şey ken­dine muhtaç olan Allah Teald nın lütuf ve yardımlarına kullan her an muh­taçtır. Ona yalvarıp dua etmek, hem bir tazim ifadesi, hem de kulluk bor­cudur. İnsan mükellef bulunduğu vazifeleri yerine getirip zahirî sebeplere baş vurduktan sonra ihlâsla Allah'a dua ederse, böyle dualar makbul oıur. Bakara Sûresi 186. âyetinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

— Kullarım sana benden (dualarımızı işitir mi diye) sorarlarsa (bil-sinler ki,) ben (onlara) çok yakınım, (onların şikâyet ve fısıltılarım işiti­rim ve) bana duâ ettiği zaman duacının duasını ka^ul ederim. O halde, kullar da benim emirlerime koşsunlar ve bana iman etsinler ki, zafere ulaşsınlar.»

Bu âyet-i kerîme ile Cenab-ı Hak, önce bize, kulluk vazifelerimiz olan sahih iman ve salih amelde bulunmayı, ondan sonra kendisine dua etme­mizi ve böylece yapılacak duaların makbul olacağını beyan buyuruyor. Bu asıl şartlar yanında duanın bir takım edebleri vardır kİ, şunlardır:

1— Hayırlı ve bereketli zaman oldukları bildirilen arefe günlerinde, ramazan aylarında, mübarek gecelerde, haftanın cuma günlerinde, gece­lerin sahur vaktinde tercihan dua etmek,

2— Kıbleye yönelip eller açık ve omuz hizasında yüze doğru dönük oldukları  halde, yahut kolları  koltuk altlan  görülebilecek şekilde yu'ıarı doğru kaldırarak veya elleri birbirine bitiştirerek dua etmek.

3— Duayı kesin bir inançla yapmak ve kabul olunacağına şüphesiz inanmak,

4— Vezin ve kafiye uygunluğuna kendini zorlamadan tabiî bir yalvarış içinde huzurla dua etmek,

5— Allah dan umarak ve ondan korkarak ihlâsla dua etmek,

6— Dua üzerinde ısrar edip üç defa tekrarlamak,

7— Allah'a hamd ederek veya teşbihte bulunarak duaya başlamak,

8— Bağırıp çağırmakstzın hafif bir yalvarışla, gizli ve aşikâr arasında bir sesle dua etmek,

9— Günahlardan tevbe etmiş olmak, zulüm ve haksızlık gibi şeyleri terk etmiş bulunmak. Bu durumda bütün varlığı ile Hakka yönelip tam bir tesli­miyet içinde dua edenin er geç muhakkak Allah Tealâ duasını kabul eder.

Hadîs kitaplarında dua ve ezkâr'a dair özel bölümler vardır. Hangi zamanlarda ve yerlerde ne g:bi dualarda bulunacağı tesbit edilmiştir.[1172]

 

(273) Kendinden Başkasına Duâ Edenin Duası

 

605— Ebû Hüreyre demiştir ki. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

— Şanı yüce ve yüksek olan Rahman'ın Halil'i İbrahim'in oğlu İs-hak, onun oğlu Yakub, Yakub'un oğlu Yûsuf, kerîm oğlu kerîm oğlu ke­rîm oğlu Kerîm'dir, (yüksek haslet sahibidir).

Havi demiştir ki:

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Eğer Yûsuf'un kaldığı kadar, ben hapishanede kalaydım, sonra bana (artık çık diye) davetçi gelse icabet ederdim, (çıkardım). Halbuki ona (Hükümdar tarafından onu çıkarıp bana getirin diye) elçi geldiği zaman (elçiye) şöyle demişti:

  Efendine dön de, o ellerini kesen hanımların hali neydi? diye ken­disinden sor. (Böylece suçsuzluğunu itiraf ettirinceye kadar hapishanede kalmış olup, hemen dışarı çıkmamıştı).» (Yûsuf Sûresi, âyet: 50)

«— Allah'ın rahmeti de Lût (Peygamber) üzerine olsun; o kuvvetli bir esasa  (Allah'a)  dayanmışken, iman etmiyen kavmine:

— Keşke size karşı bir kuvvetim olsa yahut sağlam bir topluluğa da­yan sam, (böylece sizin eziyetinizden ve fenalığınızdan korunsam) demişti. (Hud Sûresi, âyet: 80) «AJİah Teâlâ Lût'dan sonra gönderdiği her pey­gamberi muhakkak kavminden bir kuvvet ve topluluk içinde gönderdi.»

Ravilerden Muhanamed demiştir ki:

«— Servet» çokluk ve koruyucu kuvvet manasınadır.[1173]

 

Bu hadîs-i şerifte Hz. Y û s u f 'un kerem ve sabır sahibi olduğuna, Hz. Lût Peygamberin İse, tahammül za'fına işaret edilmekte ve ona dua edi­lerek Allah dan rahmet istenmektedir.

Hz. Yûsuf ve Hz. Lût hakkında geniş bilgi için Yûsuf sûresi ile Hûd sûresini incelemek kâfidir. Hz. Yûsuf uğradığı iftira sebebiyle yedi yıl hapishanede kalmış ve nihayet Hükümdarın gördüğü bir rüyayı tâbir et­mesi mükâfatı olarak hapishaneden çıkarılmasını hükümdar istemiş ve bu emri tebliğ için Hz. Yûsuf'a bir elçi göndermişti. Hz. Yûsuf elçinin tebliğini kabul etmemiş ve masum bulunduğunun tahakkukunu istemişti. Bunun için elçiye :

«— Efendine dön de, o ellerini kesen hanımların hali neydi? diye kendisinden sor.»

Demişti. Nihayet hanımlar Hz. Yûsuf'un suçsuz olduğunu itiraf et­tikten sonra Hz. Yûsuf hapishaneden çıkmış oldu. İşte Peygamber Efen­dimiz Hz.  Yûsuf'un sabır ve tahammülünü göstererek:

«— Ben onun yerinde hapishanede kalmış olsaydım, beni çıkarimya gelen davet çinin davetini kabul edip çıkardım, daha fazla beklemezdim.»

Buyurmuşlardır. Bir vasıfta olan üstünlüğünü belirtmekle Hz. Yûsuf 'un ahir zaman peygamberinden daha üstün olması lâzım gelmez ve böyle bir düşünce ileri sürülemez.

Hz. Lût Peygambere genç delikanlılar kıyafetinde gelen Allah'ın me­leklerine, kavminin kötü ahlâklı insanları tecavüz etmeye yeltendikleri za­man, onların şerrinden kurtulmak İçin :

«— Keşke size karşı bir kuvvetim olsa, yahut sağlam bir topluluğa dayansam.» demişti.

Halbuki kendisinin güveneceği en kuvvetli varlık Allah bulunuyordu ve nitekim onun melekleri vasıtasiyle bu ahlâkı bozuk kavmi helak etmişti. Burada da Hz.   L û t 'un za'fı belirtilmektedir.[1174]

 

(274) Duanın Özlü (Halis) Olanı

 

606— (151-s.) Abdurrahman İbni Yezîd'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

  Rebî' cuma günleri Alkame'ye gelirdi. Ben orada bulunmadığım zaman bana haber gönderirlerdi (ve beni isterlerdi). Bir defa Rebî' geldi, ben orada yoktum. Alkame benimle karşılaştı ve bana dedi ki:

  Rebî'in getirdiği haberi biliyor musun? O şöyle dedi:

  İnsanların ne kadar çok duâ ettiklerini ve (buna karşılık) duaları­nın ne kadar az kabul edildiğini görmez misin! Bunun sebebi şu; çünkü Azız ve Celîl olan Allah, ancak duanın halis ve özlü olanını kabul eder. Ben dedim ki:

  Abdullah (İbni Mes'ud) bunu söylemedi mi? Alkame dedi ki:

  Abdullah ne demişti? Abdurrahman dedi ki:

  Abdullah şöyle demişti:

  Allah Teâlâ (şöhret ve menfaat için duasını insanlara) duyuran bir duâ ediciden, gösteriş yapandan ve maskaracıdan duâ kabul etmez; ancak kalbinden ihlâsla   duâ edenin duasını   kabul eder.    Abdurrahman dedi ki:

— Alkame hatırladı da, evet, dedi.[1175]

 

Sahih iman ve salih amelden uzak olarak şöhret kazanmak ve men­faat elde etmek için, iyi hocadır veya güzel duacıdır desinler için gösteriş yaparak edilen duaların hiç biri makbul değildir. Allah katında bunların yeri olmaz. Kalb samimiyeti ile Allah'a İltica etmek lâzımdır. Bu hususta bilgi için 604 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın.[1176]

 

(275) İnsan Kesinlikle Duâ Etsin, Çünkü Allah! Zorlayıcı Yoktur

 

607— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü A ieyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

— Sizden biriniz duâ ettiği zaman, dilersen (ya Rab, bana şunu ver), demesin; isteğini kesin yapsın ve büyük rağbet göstersin. Çünkü verdiği şey, Allah'a büyük gelmez.»[1177]

 

Bir nevi istiğna göstererek insanın :

«— Allah'ım! dilersen beni bağışla, dilersen bana merhamet et, diler­sen bana rızık ver,» şeklinde dua etmemesini, bir şeyi kesinlik ve istekle İstemesini Peygamberimiz tavsiye buyuruyorlar. Çünkü istenen biı şeyi ver­mek Allah'a güç gelmez ve büyük bir mesele olmaz. Kul, aczİyetİ ve ihlâsı ile Allah'a tam yönelmelidir.[1178]

 

608— Enes'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) şöyle buyurmuştur:

«— Sizden biriniz duâ ettiği zaman duayı kesin yapsın ve Allah'ım dilersen bana yer, demesin; çünkü Allah'ı zorlayıcı ve engelleyici yoktur.»[1179]

Ravi değişikliği ile beraber bundan önceki hadîs-i şerifin manasını ay­nen teyid etmektedir.[1180]

 

(276) Duada Elleri Kaldırmak

 

609— (152-s.) Ebû Nuaym Vehb'den rivayet edildiğine göre, §öyle demiştir:

«— İbni Ömer ve îbni Zübeyr'i gördüm, avuçlarını yüze döndürerek duâ ediyorlardı.»[1181]

 

Ebû D a v u d, Tirmizî, Ibni Mace, Ibni Hibban ve Hâkim,  hadîsi Peygambere kadar yükseltip şöyle rivayet etmişlerdir:

«— Allah'dan dilediğiniz vaki? avuçlarınızın içi ile isteyin, arkalarıyle ondan istemeyin. Duayı bitirince de avuçlarınızla yüzünüzü siliniz.»

Gerek müştereken rivayet edilen bu hadîsten ve gerekse metindeki haberden dua ediş şeklini öğrenmiş bulunuyoruz. Taassuba kapılarak bîr takım şekiller üzerinde ısrar etmek cehaletten başka bir şey değildir.[1182]

 

610— îkrirne, Hz. Aişe (Radiyalîahü anha) 'dan işittiğini sandığına göre, Hz. Aişe, Peygamber (SaUaüahü Aleyh: ve Seliem) 'in kollarını kaldı­rarak duâ edip, şöyle dediğini gördü:

«Ben, ancak bir insanım, bana azab etme. Mü'minlerden hangi adama eziyet verdimse, yahut ona kötü söyledîmse, onun hakkında da bana azab etme.»[1183]

 

Nübüvvetten sonra peygamberler günah işlemezler, masumdurlar. An­cak kendilerinden beşeriyet icabı zelle tâbir edilen küçük hatalar sadır ola­bilir. İşte bu gibi hatalar şayet sadır olmuşsa,, onların bağışlanmasını, Cg-nab-ı Hak'dan diliyor peygamberimiz. Bize de dua şeklini öğretiyorlar. Peygamberlik vazifesi verilmeden önce, peygamberlerin günah İşlemeleri hakkında değişik görüşler vardır. Âlimlerin çoğu bunun caiz olduğunu kay­detmişlerdir Nübüvvetten önce peygamberlerin günah işlemelerini caiz görmek, her peygamberin muhakkak daha önce günah İşlediği manasını taşımaz. Bazı peygamberler hakkında vâki olmuştur ve olması da nübüv­vetin gelmesine engel değildir,, şeklînde izah edilir. Bir de Peygamberliğin şanına yakışmayacak şeyler, küçük dahi olsalar, onlara nispet edilmezler.

Peygamber Efendimiz bu dualarında da ellerini yukarı kaldırarak Al­lah'a yalvarmışlardır.[1184]

 

611— Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Devs kabilesinden Tufeyl îbni Arar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'Q gelip dedi ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Devs kabilesi isyan etmiştir ve îslâmdan yüz çevirmiştir. Onların aleyhine duâ et. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) de kıbleye döndü ve ellerini kaldırdı. însanlar zannetti ki, Peygamber onlara beddua edecek. Peygamber şöyle dedi:

«— Allah'ım! Devs kabilesine hidayet ver ve onları  (hak din olan îsîâma) getir.»[1185]

 

Peygamber Efendimiz hak yoldan ayrılanları hiç bir zaman lanetle­memiş, onların hidayete ermelerine daima dua etmiştir. Gaye beşeriyeti saadet ve selâmete çıkarmaktır, yoksa helaklerini istemek değildir. Bu dua­larında da ellerini kaldırdıkları sabit olmuştur.

Tufeyl  Ibni  Amr  kimdir? :

ZG'n-Nûr lâkabı ile meşhur olup, Devs kabilesindendir. İslâm'ı kabul edişini şöyle anlatır:

«— Ben kavmimin ulularından şair bir adamdım. Mekke'ye gittim. Ora­da Kureyş kabilesinden bir takım erkeklerle görüştüm. Bana dediler ki:

— Sen kavmin içinde itaat olunan şair bîr efendisin. Biz senin bu adam­la (Peygamberle! karşılaşmandan korkuyoruz. Sana bazı sözler söyliyebİlir. Onun sözleri sihir gibi tesir eder-, onun için kendisinden sakın kir ne seninle ne de kavminle karşılaşmasın. Bİzim içimize ve kavmimiz arasına soktuğu ayrılığı sokmasın. Çünkü o, baba r!e evlâd arasını, kan İle koca arasını, oğulla baba arasını ayırır.

  Vallahi, bana o kadar söylediler ki, artık peygamberin sözünü işit­memek için kulaklarımı tıkamaya ve ondan sonra Mescid'e girmeye karar verdim. Her iki kulağımı pamukla tıkayıp sabahleyin Mescid'e gittim. Bak­tım ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    Mescid'de ayakta duruyor. Ben ona yakın durdum. Ben ne kadar işitmemek istiyordu m sa da o, bazı sözlerini bana duyuruyordu. Kendi kendime dedim ki, bu bir mucizedir. Ben sağlam görüşlü bir adamım. İşlerin iyisini ve kötüsünü ayrıt edebilirim. Val­lahi onun sözlerini dinleyeceğim. Eğer doğru bulursam onu kabul edeceğim, değilse kendisinden uzaklaşacağım. Bunun üzerine kulaklarımdan pamukları çıkarıp yere attım; sonra onu dinledim. Onun konuştuğu kelâmdan daha güzel bir kelâm asla işîtmemiştİm. Kendi kendime diyordum ki, Allah'ım! Bugün işittiğim sözden daha iyi ve daha güzel bir söz işitmiş değilim. Sonra Peygamber ayrılıncaya kadar bekledim. Ayrılınca ben onu takip ettim ve onunla beraber evine girdim. Kendisine dedim ki :

  Senin kavminden bir takım kimseler bana gelip senin için şunu ve şunu söylediler. Böylece dediklerini Peygambere anlattım; ve dedim ki:

  Bununla beraber senin sözlerini bana Allah duyurdu ve kalbime bunlarrn gerçek olduğu fikri düştü, bana dinini arz et, emir ve yasaklarını bildir. Bunun üzerine Hz. Peygamber bana İslâm'ı arz etti, ben de kabul ettim. Sonra şöyle dedim :

  Ey Allah'ın Resûlül Ben kavmi içinde hürmet gören ve itaat olunan bir kimseyim. Ben, Devs kabilemi İslâm'a davet edeceğim, olur kİ Allah onlara hidayet verir. Benim için Allah'a dua et ki, onlar üzerine bana yar­dımcı olacak bir alâmet bana versin. Böylece davetimde basan sağlaya­yım. Hz. Peygamber şöyle buyurdu :

«— Allah'ım! Buna bir âyet (nişan) ver ki, niyet ettiği hayırlı işte

ona yardımcı olsun.»

  Bundan sonra memleketime dönmek üzere ayrıldım. Evime yaklaş­tığım zaman kamçımın ucunda ışık veren bir nur peyda oldu. Evde yaşlı anne ve babamla bir hanımım vardı. Hayvanımın üzerinde onlara doğru yürüyordum, kamçımın ucunda da sanki bir kandil yanıyordu. Eve varınca babam yanıma geldi. Ben dedim ki :

  Artık uzak ol, ben senden değilim ve sen de benden değilsin. Babam:

  Yavrum, bu neden icab ediyor? dedi. Dedim ki:

  Ben Müslüman oldum ve Hz. Muhammed'in dinine tâbi oldum. Ba­bam şöyle cevap verdi:

  Benim dinim senin dinindir. Böylece babam İslâm'ı kabul etti ve Müslümanlığı güzel oldu. Sonra zevcem bana geldi, ona da aynı şeyi söy­ledim :

  Artık birbirimize helâl değiliz, dedim. O da :

  Senin dinin benim de dinİmdir, dedi ve yıkanıp temizlenerek İslâm'ı kabul etti.

Sonra Devs kabilesini İslâm'a çağırdım. Bunlar yüz çevirip isyan etti­ler. Bundan dolayı tekrar Mekke'ye döndüm ve Hz. Peygamberin huzuruna vardım. Dedim kî:

  Ey Allah'ın Resulü! Devs kabilesinde faiz ve zina taşkınlıkları aldı yürüdü, İslâm'a yüz çeviriyorlar; bunlara beddua et. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu :

«— Allah'ım! Devs kabilesine hidayet et ve onları İslâm'a getir.» Sonra ben kabileme döndüm, Peygamber de Medine'ye hicret etti. Ben kavmim içinde kalıp onları İslâm'a davet ettim ve onların çoğu Müslüman oldu. Bu meşguliyetimden dolayı Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında Pey­gamberle bulunamadım. Sonra 80 veya 90 kişilik Devs kabilesinden bîr heyetle birlikte Medine'ye hareket ederek Peygamberin huzuruna vard'k. Ben Mekke'nin fethine kadar orada kaldım. Peygamberin emri ile Zi'l-Keffeyn putunu yaktım. Sonra Peygamberin yanından vefatlarına kadar ayrılmadım.»[1186]

 

612— Enes'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır: — Bir yıl, yağmur noksan oldu. Müslümanlardan biri, cuma günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e ayağa kalkıp dedi ki:

Ey Allah'ın Resulü! Kuraklık oldu, arazi çatladı ve mâllar helak oldu. Bunun üzerine Peygamber ellerini (dua için) kaldırdı. Gökte bulut-i tan bir şey gözükmüyordu, Peygamber h^r İki koltuğunun' beyanları gözükünceye kadar ellerini uzattı, Allah'dan yağmur istedi. Henüz cuma namazını .kılmıştık ki, evleri yakın olan gençlere, (yağmurdan ıslanmak endişesiyle) evine dönmek gayreti geldi. (Yağmur ilerki) cumaya kadar devam etti. Ertesi cuma olunca, ashabdan biri şöyle dedi:

— Ey Allah'ın Resulü! Evler yıkıldı, yolcular yoldan alıkondu. (Hali­miz perişan, bize dua et). İnsanoğlunun çabuk usanmasından ötürü Hz. Peygamber tebessüm etti; ve eliyle (işaret ederek) şöyle buyurdu:

«— Allah'ım! (Yağmuru) etrafımıza ver, üzerimize değil...» Bunun üzerine Medine şehri üzerinden yağmur sıyrılıp gitti.[1187]

 

Burada, dua ederken kolları kaldırmanın da sünnet olduğu bildirilirken, kuraklık zamanlarda yağmur duasında bulunmanın da bir sünnet olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız. Fikıh kitaplarında yağmur duasının keyfiyeti taf­silâtı ile mevcuttur. Yağmur talebi için toplu olarak yüksek yere veya şehir dışı araziye çıkılıp, namaz kılınıp, duada bulunulduğu gibi, yalnız başına da düa edilir ve Allah'dan yağmur bereketi istenir.[1188]

 

613— Hz. Âişe, Peygamber (Saltattahü Aleyhi ve Sellem)'i ellerini kal­dırarak duâ. ediyor gördü, (duasında) şöyle diyordu;                      

«— Allah'ım! Ben ancak bir insanım; bana azab etme. Mü'minlerden hangi adama eziyet verdimse, yahut ona kötü sÖyledimse, onun hakkında da bana azab etme.»[1189]

 

614— Cabir İbni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle" de­miştir :

— Tufeyl îbni Amr, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e dedi ki: (Düşman saldırısından seni koruyacak)   bir kalen ve bir kuvvetin

olsa; Devs kabilesinin (cahiliyetteki) kalesi gibi? Cabir dedi ki:

  Allah, Ensar'a hicreti hazırladığı için, Peygamber bu teklifi kabul etmedi.  (Çünkü Mekke'deki müslümanların Medine'ye hicretlerine mü­saade çıkmıştı. Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye hicretinden son­ra) Tufeyl de hicret etti ve beraberinde kavminden bir adam vardı. Adam hasta oldu ve çok darlandı, (yahut ravi buna benzer bir kelime kullandı). Adam ok torbasına doğru emekledi de ucu keskin bir ok aldı ve bununla bilek damarlarını kesti; sonra öldü. Tufeyl onu rüyasında gördü ve (ona) sordu:

  (ölümünden sonra) sana ne yapıldı? Adam dedi ki:

  Peygambere (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem)  hicretimden dolayı bağış­landım. Tufeyl sordu:

  îki elinin hali ne, (neden bunlar sarılmış bulunuyor)? Adam dedi ki:

  Bana, ellerinle bozduğun şeyi düzeltmeyiz, dendi, (onun için böyle sakat duruyorlar).

Ravi demiştir ki:

— Tufeyl bu rüyayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattı. Bunun üzerine Peygamber ellerini kaldırdı ve şöyle dedi:

 «— Allah'ım, ellerini de bağışla!..»[1190]

 

Bu hadîs-i şerif eh!-İ sünnet inancı için büyük bir delildir: İntihar eden kimse, yahut büyük günah işleyen kimse tevbe etmeksizin bu cinayeti üzere Ölürse kâfir değildir ve onun için muhakkak cehennemlik­tir hükmü verilemez. Böyle kimseler Allah'ın dileğine tâbi olurlar. Allah dilerse onları cezalan miktarınca Cehennem e kor, dilerse bağışlar. Küfre varmadıkça mümin olanlar ebedî olarak da Cehennem de kalmazlar.

Peygamber Efendimizin bu intihar eden saha biye duaları bize bu ger­çeği ispat etmektedir. Zira kebire sebebi Cehennemlik olsaydı, bunun ba­ğışlanması için Peygamber Efendimiz dua etmezlerdi.[1191]

 

615— Enes İbni Mâlik'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Allah'a sığınarak şöyle bu­yururdu :

— Allah'ım! Tenbellikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığını­rım, ihtiyarlık zafiyetinden sana sığınırım, cimrilikten sana sığınırım.»[1192]

 

Bu hadîs-i şerîf, dua ederken elleri kaldırmak bölümünde getirildiği halde, burada Peygamberimiz ellerini kaldırdıklarına dair bir ifade bulun­mamaktadır. Fi'len el kaldırıldığından bunu ifadeye lüzum görülmediği anlaşılmaktadır.

Peygamber Efendimiz bu dualarında 4 şeyin şerrinden Allah'a sığını­yorlar ve bunlardan son derece kaçınıyorlar:

1— Tenbellik: Tenbellik her kötülüğün başıdır. Tenbel insan Allah'a karşı olan ibadet mükellefiyetini yerine getiremediği gibi, cemiyeti ve ailesi için de faydalı olamaz. Önce kendine, sonra en yakın ailesinden cemiyetine kadar zararlı olur ve ağır bir yük teşkil eder. Tenbellik hem maddî, hem de manevî büyük kayıplara sebebiyet verdiği için bundan silkinip meşru yol­larda çalışmak her mükellefe farzdır. Ancak çalışmayı manevî şuur altında değerlendirmek, dine ve cemiyete hizmet etmek gayesini taşımalıdır. Yoksa sırf maddecilik ve madde hakimiyeti zihniyeti ile yapılacak çalışmalar in­sanın manevî kurtuluşunu sağlayamaz. Böyle maddeciliğin hesabı ve vebaü çok ağır olur.

2— Korkaklık: Düşmana karşı savaşmak ve yüce dini korumak için insanın cesur olması şarttır. Korkak olanlar hiç bir hakkı müdafaa edemez­ler, insanlara emanet edilen hak dinin korunması ancak cesaret ve. çalışma ile mümkündür. Korkaklık ise yıkıntının baş sebebidir. Böyle bir hastalıktan müminlerin Allah'a sığınmaları gerekir.                                                

3— Cimrilik : İnsan kazandığı mal üzerine terettüp eden ze!<ât ve sa­daka verme vazifelerini cömertliği ile yerine getirebilir. Sırf dine hizmet ol­sun diye hayır yollarına harcayacağı mallar da ancak cömertlikle verilebilir. Cimri olanın dine ve cemiyete maddî bir hizmeti olamaz, üstelik kıskanç da olursa, bazı manevî hizmetleri de yerine getiremez. Cimrinin topladığı mal, dünyada ne kendine yarar, ne de bir hayır işine geçer, üstelik âhirette cefasını  çeker, varisleri  de onunla dünya  safası sürer. Onun  için  böyle korkunç bir hastalıktan kurtulmak için dua edip Allah'a sığınmalıdır.

4— İhtiyarlık : İnsan eli ve kolu tutmayacak kadar ihtiyarlarsa, bunun tedavisi yoktur. Böyle İhtiyar düşenler, kendi ihtiyaçlarını göremezler ve devamlı olarak başkalarının hizmetine muhtaç olurlar. Hem kendileri ızdı-rap çekerler, hem de başkalarına yük olurlar, üstelik vazifelerini de yapa­mazlar, işte böyle acıklı hale düşmemek için Allah'a sığınmak ve sürün­meden imanla göçmeği dilemek gerekir.[1193]

 

616— Ebû Hüreyre'den, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Azîz ve Celîl olan Allah buyurmuştur ki, ben kulumun (bana olan) zannı üzereyim ve bana duâ ettiği zaman onunla beraberim.»[1194]

 

Bu hadîs-i kudsî, dua ile ilgili İse de, bu bölümle bir ilgisi yoktur. Çün­kü bu bölüm duada elleri kaldırmaya mahsustur. Bu bölümde getirilme­sinde bir sebep bulunamamıştır.

«— Ben, kulumun tana olan zannı üzereyim.»

Demek, kulun Allah'a oian kesin inancına göre Allah'ın ona lûtufia veya kahırda bulunacağı demektir. Allah bana muhakkak başarı verecek­tir, bana şifa verecektir; Allah Tealâ'nın bunlara gücü yeter diye inanarak iltica edilirse, Allah bu zannı gerçekleştirir, aksine bir inanç taşırsa, buna da bu İnanca göre muamele eder. Onun için Allah'a daima güzel zanda bulunmak ve kesin İnançla ondan istemek lâzım gelir. İnsan ecelinin geldi­ğini hissettiği zaman, Allah'ın rahmetinin muhakkak erişeceğine inanç bes­lemelidir. Dünyada iken rahmet ve azab arasında bulunduğunu, bilerek ikisi arasında bir inanç beslemek ehl-i sünnet akidesidİr.

Allah'ın kul ile beraber olması, kulun yardımında bulunması ve ona rahmet etmesi, kulundan razı olması demektir.[1195]

 

(277) Allah'dan Mağfiret Dilemenin En Faziletlisi

 

617— Şeddad İbni Evs, Peygamber (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) 'der. rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— İstiğfar'ın en faziletlisi:

— Allah'ım! Sen Rabbimsin, senden başka İlâh yoktur. Beni yarat­tın; ve ben senin kulunum. Gücümün yettiği kadar Rububiyetine iman ve sana ibadette, ihlâs andım ve sözüm üzereyim. Bana olan nimetini sana iti­raf ediyorum, günahımı da sana itiraf ediyorum, beni bağışla; çünkü günah­ları ancak sen bağışlarsın. İşlediğim şeyin kötülüğünden sana sığınırım, — sözleridir. İnsan akşamleyin bunu (tam inançla) okuyup da ölürse, Cen­nete girer; — yahut Cennet ehlinden olur —. Sabahleyin aynı şekilde söy­ler de o gün ölürse, Cennet'e girer, — yahut Cennet ehlinden olur —.»[1196]

 

İstiğfarın başı ve önde geleni diye tâbir edilen bu sözleri söylemekte diğer mağfiret dilemelerden daha çok fazilet vardır ve böyle istiğfarda bu­lunana daha fazla faydalıdır. Bu sözleri yalnız telâffuz edip manalarına nüfuz etmekle istiğfar tamamlanmış olmaz ve geçerli olmaz.

İstiğfarın makbul olması için, geçen günahlardan tam bir pişmanlık duymak, günahtan tamamen sıyrılmak ve gelecekte bu günaha bir daha dönmemeye azmetmiş olmak şarttır.

Tevbe ile istiğfarın arasında şu farklar vardır:

1— Tevbe yalnız insanın nefsi için olur; istiğfar ise, hem kendi nefsi için, hem de başkası için olur.

Tevbe, geçmişte olan günahtan nadim olup, gelecekte ondan sakın­maya azmetmektir. İstiğfar ise, çıkan günahlardan bağışlama dilemektir, gelecek zaman için azim şart değildir.

__Şeddad  İbni   E vs  kimdir?:

Medine I i ashabdan olup, künyesi Ebû Ya'lâ'dır. İlmi ve yumuşak huyluluğu ile şöhret bulmuştu. Şam vilâyetine geçip Filistin yakınlarında İkâmet ettiğinden Şam'lılar kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Ayrıca kendisinden iki oğlu Ya'lâ ve Muhammed ile Mahmud ibni Rebi', Mahmud ibni Lebîd, Abdurrahman ibni Ga-nem,   Beşir   ibni   Kâ'b  ve daha başkaları rivayet etmişlerdir.

Hicretin 58. yılında ikâmet etmekte olduğu Filistin'e yakın arazide 75 yaşında olduğu halde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[1197]

 

618— İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— Gerçekten  biz,   oturduğu yerde  yüz  defa   Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'ın şöyle dediğini saymıştık:

«— Rabhim, beni bağışla ve tevbemi kabul et; çünkü sen tevkeleri çok çok kabul eden merhamet sahibisin.»[1198]

 

Bu hadîs-i şerif münasebetiyle şu soru sorulabilir: Peygamberler ma­sumdurlar ve Peygamber Efendimizin geçmiş ve gelecek günahları bağ:ş-lanmiştır; o halde istiğfar etmesi neden? Buna İkİ yönlü cevap verilir:

1— Peygamberler Allah'ın büyük lütuf ve nimetlerine mazhar olmuş­lardır; bu itibarla onlara gereken şükür ve hamd etme, diğer insanlannkin-deh daha fazla olması İcab eder. Çünkü şükür, nimet miktarına göne olunca hikmete uygun düşer. Bir de peygamberlere olan teklif, bize edilen tekliften ziyadedir. Allah'ın emirlerini bitip tam uyguladıklarından, Allah'ın sayısız nimetlerini diğer kullardan daha çok takdir ettiklerinden, kulluğa gereken istiğfar ve şükrü fazla yapmaları şanlarına uygun düşer.

2— Peygamberlerin istiğfarında, insanların halini düzeltme ve İhtiyaç­larını  karşılama  maksadı vardır. Onların  istiğfarı  aynı zamanda  ümmet içindir. Bİr de peygamberlerin istiğfarı ümmete örnektir ve onlara yol gös­termedir.[1199]

 

619— Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazı kıldı, sonra şöyle dedi:

«— Allah'ım, beni bağışla ve tevbemi kabul et; çünkü sen tevbeleri çok çok ka^ul eden merhamet sahibisin.» Yüz defaya kadar bunu söyle­mişti.[1200]

 

620— Şeddad tbni Evs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöy­le buyurduğunu nakletmiştir:

— İstiğfarın en faziletlisi şöyle demektir : Allah'ım, sen benim Rab­bimsin, senden başka İlâh yoktur. Beni yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadar sana iman ve ihlâs andım ve ahdim üzereyim. İşle­diğim şeyin kötülüğünden sana sığınırım, üzerimdeki nimetini itiraf ede­rim ve sana karşı işlediğim günahı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü günahları ancak sen bağışlarsın.»

Peygamber buyurdu ki:

«— Kim buna tam bir inançla bu istiğfarı okuyup da okuduğu gün gecelemeden ölürse, o kimse Cennet ehlindendir. Bu istiğfarı geceden okuyup da buna tam inanç besleyen kimse, sabaha girmeden Ölürse o, Cennet ehlindendir.»[1201]

 

621— Abdullah îbni Ömer demiştir ki:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işit­tim :

«—  (Günahlarınısdany Allah'a tevbe ediniz;  ben ise her gün O'na yüz defa tevbe ederim.»[1202]

 

Bu hadîs-i şerîfîn manası, 618 sayılı hadîs münasebetiyle izah edilen hikmetleri kendinde toplamaktadır. Oraya müracaat edilsin.[1203]

 

622— (153-s.) Kâ'b îbni Ucre'den rivayet edildiğine göre, şöyle de­miştir :

— Namaz bitiminde söylenecekler vardır ki, bunları okuyan mahrum olmaz.

«— Sübhanellah = Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, Elhamdu L>llâh = Hamd Allah'a mahsustur. Lâ İlahe İllallah = Allah'dan başka hiç bir îlâh yoktur, Allahu Ekber = Allah her şeyden büyüktür. Yüz kere söylenmelidir.»[1204]

 

Ibni Ebi Üneyse ve Amr ibni Kays bunu Pey­gambere kadar yükseltmişlerdir.

Muakkıb, bir şeyin arkasında gelene denir. Bu teşbihler de birbirleri arkasından,geldikleri için çoğul manasında «Muakkıbat» adını almışlardır. Bir de namazların arkasında söylendiklerinden bu ismi aldıkları ileri sü­rülmektedir.

Bu dört teşbihin yüz defa söyleniş şekli üzerindeki görüşler:

1— Ayrı ayrı değil de, hepsini birden yüz kere okumalıdır.

2— Sübhanellah, Elhamdu Lillah, Allahu Ekber diye üçe bölerek her teşbihi 33 er kere söyleyip «Lâ İlahe İllallah» ile yüze tamamlamalıdır.

3— Bu teşbihleri dörde bölüp her birini yirmi beş defa söylemekle yüze tamamlamalıdır.

Bizde usul kabul edilen ikinci şekildeki söyleyiş tarzıdır.

M ü s I i m 'in rivayetinde, 33 teşbih, 33 tahmîd, 34 tekbîr söylemek sureti ile yüze tamamlamak vardır.   N e v e v î diyor ki :

«— En ihtiyatlı yol 33 teşbih, 33 tahmîd, 34 tekbîr ve bunlarla beraber: «— Lâ İlahe tllallahu vahdehu Lâ şerîke lehu, Lehu'I-Mülkü ve Lehu'l-hamdü biyedihil-hayr ve buve alâ külli şey'in kadir» demektir.

K â ' b    1 bni    Ucre    kimdir?^

E b û M u h a m m e d künyesi ile anılır. Medine'I i ashabdan ol­duğu ihtilaflıdır. Kûfe'de ikâmet etmiş, fakat Medîne'li vefat eylemiştir.

. Hac için ihramda iken baş ağrısına yakalandığından saçlarını traş etmiş ve bunun cezasını Hz. Peygamberden sormuştu. Bu hâdise üzerine, Bakara sûresinin 196. âyeti nazil olmuştur. Başın traş edilmesi ile İlgili kısmın meali şöyle :

«— İçinizden hasta veya başından eziyeti olup da bundan dolayı traş olan kimseye üç gün oruç, ya altı fakire birer fitre miktarı sadaka, yahut bir kurban keserek fidye vermek vacib olur.»

Medine'Iİterle Kûfe'liler K â ' b 'dan hadîs rivayet etmişlerdir. Ayrıca oğulları Muhammed, Ishak, Abdülmelik ve Rebi' rivayet etmişlerdir. Savaşların birinde kolunu kaybetmişti. Hicretin 51. yılında 77 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etti; Allah ondan razı olsun.[1205]

 

(278) Kardeşin Gıyabta Duâ Etmesi

 

623— Abdullah îbni Amr'dan; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«— Duaların en çabuk kabul edileni, gaibin gaibe duâ etmesidir.»[1206]

 

Birbirinden habersiz olup, uzak düşen mümin kardeşlerden herhangi biri, diğeri hakkında Allah'a dua ederse, bu dua diğer dualara nazaran daha çabuk kabul olunur. Çünkü böyle dualarda gösteriş, menfaat veya yapmacık bir hareket bulunmaz; ihlâs bulunur. Bu dualar kalb ile lisan arasında kalmalı, gazete gibi neşir organları ile ilân edilmemelidir.[1207]

 

624— (154-s.) Ebû Bekir Es-SıddîkMan —Allah ondan razı olsun — işitilmiştir:

— Allah rızası için, mü'min kardeşin (ettiği)-duası kabul olunur.»[1208]

 

Hz. Ebû Bekir 'den rivayet edilip de Peygamber Efendimize kadar yükseltilmeyen bu haberin taşıdığı mana, daha önceki hadîs-i şerîfin ma­nasını taşımaktadır. Kardeşin, Allah için kardeşine duası makbuldür. Mümirilerin birbirlerinin arkasında duada bulunmaları kardeşlik bağlarını da kuvvetlendirir, birbirlerine manen yardımcı olurlar.[1209]

 

625— Ebû'd-Derdâ'nın kızı Derdâ, Safvan İbni Abdullah îbni Saf-van'm nikâhında iken Safvan şöyle anlatmıştır:

  Şam'da (olan) kısımlarıma gittim. Evde (Kayın validem) Ümmü'd-Derdâ'yı buldum, (Kayın pederim) Ebû'd-Derdâ'yı bulamadım. Ümmü'd-Derdâ (bana) dedi ki, bu yıl hacca niyyet ediyor musun? Ben:

  Evet, dedim. O dedi ki:

  öyle ise bizim için hayır duada bulun; çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyururdu:

«— Müslüman kişinin, gıyapta kardeşi için ettiği duâ makbuldür. Duâ edenin başı ucunda vazifelendirilmiş bir melek vardır. Her ne zaman kar­deşi için hayır duâ ederse, o melek, âmîn der ve senin için bu hayrın aynen misli vardır.»

Safvan demiştir ki:

   Sonra çarşıda (kayın pederim) Ebu'd-Derdâ'ya rasladım; o da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den   getirerek bu hadîsin   aynını söy­ledi.[1210]

 

626— Abdullah îbni Amr'dan, demiştir ki :

  Bir adam (duasında) şöyle söylemişti:

  Allah'ım! Yalnız bizi; beni ve Muhammed'i bağışla... Bunun üze­rine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«— Çok insanlardan mağfireti engellemiş oldun.»[1211]

 

Duanın muayyen bir şahsa hasredİlmesinin meşru olmadığını bu ha-dîs-i şeriften anlıyoruz. Yalnız bana veya yalnız bize mağfiret buyur şek­linde Allah'a dua edilmemeli bütön müminleri duaya ortak etmelidir. Hele metinde geçen hâdise gibi, özel olarak kendini Peygamberin yanında bu­lundurup dua etmek edebe aykırıdır. Yalnız bir veya birkaç kardeş içîn dua edilmesinde mahzurlu taraf yoktur; mahzurlu olan duada istenilen şeyi yalnız böyle muayyen kimselere mahsus kılmaktır. Yani yalnız bu karde­şime veya bu isimlerini andığım kardeşlerime ver, diğer Müslümanlara ver­me şeklinde olan ve bu manayı taşıyan dualar İslâm ahlâkına uymayan dileklerdir. Peygamber Efendimiz buna dikkati çekmişlerdir.[1212]

 

627— îbni Ömer demiştir ki:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in oturduğu yerde yüz ker-re Allah'dan şöyle mağfiret dilediğini işittim :

«— Rabbim, bana mağfiret et, tevbemi kabul et ve bana merhamet et. Muhakkak ki sen, tevbelcri çok çok kabul eden merhamet sahibisin.»[1213]

 

Bu hadîs-i şerifin, bu bölümle bir ilgisi yoktur. Daha önce geçen 618 sayılı hadîse bakılsın.   Neseî,   başka bir tarikle bunu tahriç etmiştir.[1214]

 

(279) Özel  Bir  Bölüm

 

628— (155-s.) îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

— İşimin her çeşidinde duâ ederim, hayvanımın yürüyüşüne Allah'ın genişlik vermesine kadar... Öyle ki, bunun bana sevinçlik verdiğini gö­rürüm.»[1215]

 

Her işin yaratıcısı Allah Tealâ olduğundan, onun izni olmaksızın hiç bir şey meydana gelemez. Bunun için her ihtiyaç için Allah'a dua etmek gereklidir. Nitekim  E n e s 'den rivayet edilen bir hadîs-i şerifin meali şöyle:

«— Sizden her biriniz, ihtiyacının bütününü Rabbinden istesin, hatta kopan nalınının tasmasına ve  (evinin) tuzuna varıncaya kadar istesin.»

Ayrıca Hazreti  Â i ş e 'den şöyle bir hadîs-i şerif rivayet edilmiştir: «— Nalının tasmasına varıncaya kadar her şeyi Allah'dan duâ edip isteyiniz; çünkü Allah o işe imkân vermezse, meydana gelmez.»

Kul, her işte Allah'ın yardım ve kudretine muhtaç olduğundan her işi İçin ona dua etmesi, hem acziyetinin itirafı, hem de ubudiyetinin ifadesidir.[1216]

 

629— (156-s.) Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömerin ettiği dualardan biri şuydu:

— Allah'ım! Benî iyi kimselerle beraber Öldür; ve beni kötü kimse-ler arasında bırakma ve beni hayırlı kimselere kavuştur.»[1217]

 

Insan salih ve makbul ameller işlemek suretiyle hayırlı kimselere kavu­şacağından, Hz. Ömer'in duasından, Allah'ım, beni böyle salih amel iş­lemeye muvaffak kıl, manası çıkmaktadır. Bir dua çeşidi olarak söylenme­sinde fazilet vardır. Bu haber için başka bir kaynak gösterilmemiştir.[1218]

 

630— (157-s.) Şakîk demiştir ki:

  Abdullah (İbni Mes'ud) şu duaları çok okurlardı:

  Rabbimiz, aramızı düzelt, (kardeşlik ve sevgi bağlarımızı kuvvet­lendir) ve bizi İslâm yoluna ilet, bizi karanlıklardan (cehalet, küfür ve günahlardan) nura (iman ve güzel amellere) götürüp kurtar. Açığa çıkan ve gizli kalan kötü söz ve hareketleri bizden uzaklaştır. Bizim kulakla­rımıza, gözlerimize, kalblerimize, zevcelerimize ve gelecek nesillerimize bereket ver. Tevbemizi kabul et; muhakkak ki sen tevbeleri çok çok kabul eden merhamet sahibisin. Bizi, nimetlerine şükredenler, onları Övenler ve onlara hak kazananlar yap ve nimetlerini üzerimize tamamla.[1219]

 

Bu duayı, Ebû Davud, Ibni Hibban ve Taberanî, I b n İ M e s' u d 'dan merfû olarak, yani Peygambere kadar yükseltilmiş bir hadîs olarak tahriç etmişlerdir.[1220]

 

631— (158-s.) Rivayet edildiğine göre, Enes kardeşine duâ ettiği za­man şöyle derdi:

«— Zalimlerden ve tacirlerden olmayıp, geceleri ibadet edenlerle, gün­düzleri oruç tutanlar topluluğundan ibaret iyi hamselerin duasını Allah onun  (kardeşin)  üzerine versin.»[1221]

 

İyi ve salih kimselerin duası Allah katında makbul olacağından Enes hazretleri bu gibilerin duasını kasdederek onların dualarından Müslüman kardeşini faydalandırma yolunu tutmuştu.[1222]

 

632— Amr Ibni Harîs'in şöyle dediği işitilmiştir:

«— An»em   beni - Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'ş   götürdü. Peygamber başımı okşadı ve bana rızık duasında bulundu.»[1223]

 

Amr Ibni  Harîs  kimdir?;

Mekke li ve Kureyş kabilesinden olan Amr ibni Harîs'İn kün­yesi Ebû Sa'îd olup, hicretten iki yıl önce doğmuştur. Hz. Peygömber'in irtihallerinde on iki yaşındaydı. Metinden de anlaşıldığına göre, küçük yaşta olması hasebiyle annesi tarafından Resûlüllah'ın yanına götürülmüştü. Bu arada Hz. Peygamber onun başını okşamış ve kendisine rızık ve bereket vermesi için, Allah'a dua etmişti. Sonra Küfeye giderek orada kendine bir ev edindi. Kureyş kabilesinden Küfe de ilk yerleşen bu olmuştur. Hz. Pey-gamber'in ona ettikleri rızık ve bereket duası sayesinde çok mal kazandı. Böylece Küfe halkının en zengini olmuş ve orada şeref ve kıymet sahihi olarak tanınmıştı. Küfe de bir müddet emirlik yapmış ve hicretin 85 yılında 87 yaşında olduğu halde orada vefat etmiş bir sahabidir. Allah ondan razj olsun.[1224]

 

633— (159-s.) Enes îbni Maîik'den rivayet edildiğine göre, denmiş­tir ki:

Enes'e şöyle söylendi:

  Basra'dan sana kardeşlerin geldi, onlar için Allah'a dua edesin di­ye... Enes de o gün,  (ibadet ettiği zaviyede) kulübede idi. Enes şöyle dua etti:

  Allah'ım, bizi bağışla, bize merhamet et ve bize hem dünyada iyi­lik ver, hem âhirette iyilik ver; Bizi Cehennem azabından koru. Basra'lı kardeşler ondan daha ziyade duâ istediler. Bunun üzerine aynı duayı söy­ledi ve şöyle dedi:

  Eğer bu duâ ile istenenler size verilirse, muhakkak dünya ve âhi-retin hayrı size verilmiş demektir.[1225]

 

Hz. E n e s 'in şahsını ve kardeşlerini içine alacak şekilde Allah'a et­tikleri duada dünya ve âhiret saadetini kazanmak dileği bulunduğundan bu duanın fazileti büyüktür. Namazların son oturuşlarında, salâvatlardan sonra okunmakta oluşu da buna delildir.[1226]

 

634— Enes îbni Malik'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: — Peygamber (Sallallakli Aleyhi ve Sellem) bir ağaç dalı alıp da onu

silkti, yaprakları düşmedi. Sonra silkti, yine düşmedi. Tekrar silkti, yine düşmedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— Allah noksanlıklardan beridir, hamd Allah'a mahsustur ve Allah'dan başka bir İlâh yoktur  (sözleri), ağaç yapraklarını düşürdüğü gibi, günahları düşürürler.»[1227]

 

Bu hddîs-i şerifin manasına uygun olarak İmam Tirmizî, yine Enes   ibni   Malik 'den başka bir yolla şu hadîsi tahriç etmiştir:

«— Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem), yaprakları kurumuş olan bir ağaca rasgeldi de değneği ile ona vurdu. Ağacın yaprakları dökülüp saçıldı. Bunun üzerine buyurdu kî:

«— Elhamdu Lillâh, Sübhanellah, La İlahe İllallah ve Allahu Ekber (sözleri), bu ağaç yapraklarını döktüğü gibi, kulun günahlarından düşü­rür.[1228]

 

635— Enes'in şöyle dediği işitümiştir:

— Bir kadın işini veya bir işinden şikâyet etmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e geld. Bunun üzerine Peygamber şöyle bu­yurdu :

— Bundan daha hayırlısını sana göstereyim mi? Uykuya yatarken otuz üç defa Lâ İlahe İllallah, otuz defa Sübhanellah ve otuz dört defa Elhamdu Iillâh dersin. Böylece bunlar yüz eder ki, dünyadan ve dünya-dakilerden daha hayırlıdır.»[1229]

 

Hadîs-i şerifte üç zikir adı geçmektedir ki, bunlar:

Tehlîl = Lâ İlahe İllallah,

Tesbîh = Sübhanellah,

Tahmîd = Elhamdu Lillâh sözleridir. Peygamber Efendimiz bunlardan Tehlîl ile Tesbîhi otuz üçer defa Tahmîdi ise otuz dört defa getirmek su­retiyle yüze tamamlamayı tavsiye buyurmuşlardır.

Maddî hastalıkların tedavisinde nasıl ki, ilâcın muayyen bir miktar ve ölçüsü vardır ve bu ölçü de bünye ile hastalık seyrine göre değişmektedir; işte manevî hastalıkların giderilmesi ve ruh sağlığının kazanrlmasi için de böyle bir ölçünün verilmesinde muhakkak ki hikmetler vardır. Bu bakımdan muayyen olan sayılar üzerinde durmak ve tavsiye edifen miktarlara uyarak ezkârda bulunmak, manevî faziletin kazanılması için esastır. Bununla be­raber muayyen sayıyı tamamladıktan sonra daha fazla zikirde bulunmanın ayrıca fazileti olur. Noksan yapıldığı takdirde ise, murad edilen fazilet tam olarak kazanılamaz.

Bir de teşbihleri bir oturuşta ve arka arkaya getirerek söylemekte ve gösterilen vakitleri gözeterek ihlâsla o muayyen vakitlerde ifa etmekte da­ha çok manevî fazilet vardır. Bunlara riayet edilmeyerek söylenmelerinde de cevaz vardır.[1230]

 

636— Yine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«— Bir kimsenin yüz defa Tehlîl = Lâ İlahe İllallah, yüz defa tesHh Sübhanellah ve yüz defa Tekbîr = Allahu Ekber getirmesi, onun on köleyi azad etmesiyle yedi deveyi kurban etmesinden kendisi için daha hayırlıdır.»[1231]

 

Bundan önceki hadîs-i şerîf münasebeti ile ifade edildiği gibi, bu fa­ziletlerin değeri, insanların haline ve ihtiyaç durumlarına, ihiâs ölçülerine göre değişir. Her ne şekilde olursa olsun Allah'ı anmak ve ona şükrederek onu yüceltmek kulluk vazifesidir.[1232]

 

637— Peygamber (Salkllahü Aleyhi ve Sellem) 'e bir adam gelip dedi ki:

  Ey Allah'ın Resulü, hangi duâ daha faziletlidir? Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«— AUah'dan dünya ve âhirette af ve afiyet dile.» Sonra ertesi gün Peygambere gelip:

  Ey Allah'ın Peygamberi, hangi duâ daha faziletlidir? dedi. Hz. Peygamber:

«— AUah'dan dünya ve âhirette af ve afiyet dile. Sana dünya ve. âhi­rette afiyet verildiği zaman muhakkak kurtulmuşsundur.»[1233]

 

Allah dan afiyet İstemekte her faydalı şeyi kazanmak ve her zararı kaldırmak manası bulunduğundan diğer dualardan daha faziletlidir. Söz kısa olup, manası geniştir. Böyle olunca, dünya ve âhirette müminin gayesi olan zararlardan kurtuluş ve iyiliklere eriş, müminin dileği haline geliyor. Dilek Allah tarafından kabul edilince de gaye gerçekleşmiş oluyor, yani ebedî kurtuluşa eriliyor. Günahlar bağışlanmış ve cezalar kaldırılmış olu­yor ki, en yüksek maksad ve gaye budur.[1234]

 

638— Ebû Zer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir:

«— Allah'a en sevgili söz: Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim, onun ortağı yoktur. Bütün mülk onundur, hamd da ona mahsustur. O* her şeye kadirdir. Kudret ve kuvvet sahibi ancak Allah'dir. Allah'a hamd eder ol­duğum halde onu noksanlıklardan tenzih ederim, kelimeleridir.»[1235]

Müslim 'İn yine E b u  Zer yolu ile tahriç ettiği hadîs-i şerif şöyle :

«—Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e, sözlerin en faziletlisi han­gisidir? diye sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:

«— Allah'ın, melekleri için yahut kulları için seçtiği SÜBHANELLAHİ VE BİHAMDİHİ = Allah'a hamdeder olduğum halde onu tenzih ederim, sözüdür.»

Bu hadîs-i şerif B u h â rî 'nİn rivayetinden bir cüz olabileceği gibi, ay­rıca müstgkil bir hadîs de sayılabilir. Başka bir hâdise üzerine varid olması muhtemeldir. Şüphe yok ki, Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih edip, ona ortalc koşmamak ve ona hamdİ eksik etmemek manalarını taşıyan ke-lânvşözierjn., en. faziletlisidir. Bunda Allah'ın azametini tanımak ve onun kudret ve emirlerine boyun eğmek hikmeti vardır. Kula düşen İlk vazife, bu sözlerin delâlet ettiği manaya iman etmek olup, kendi gcziyetini kabullen­mektir» İşte Allah'ın kemal sıfatlarla varlığını yüceltmek yanında, Allah'ın sayısız nimetlerinden dolayı ona hamd ederek kulluk vazifesini yerine ge­tirmek, faziletin en büyüğüdür.[1236]

 

639— Hz. Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:

  Ben namaz kılarken, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) yanı­ma geldi, görülecek bir işi vardı. Ben, ona karşı gecikmiş oldum. O şöyle buyurdu:

«— Ya Aişe! Duanın özlü ve şümullüsünü yap.»

Ben namazdan ayrılınca dedim ki:

  Ey Allah'ın Resulü! Duanın özlü ve şümullüsü hangisidir? O, şöyle buyurdu:

«— De ki: Allah'ım! Hayırların hepsini senden isterim, dünyadakini de âhirettekini de; onlardan bildiğimi de, bilmediğimi de... Bütün'kötülük­ten de sana sığınırım, dünyadakinden de, âhirettekinden de; bildiğimden ve bilmediğimden... Senden Cenneti ve ona yaklaştıracak söz veya amelden ibaret şeyi isterim. Cehennemden ve ona yaklaştıracak söz veya amelden ibaret şeylerden de sana sığınırım. Hz. Muhammed (Saliallahü Aleyhi ve Selem) senden neyi istedi ise, ben de senden isterim; ve Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hangi şeyden sığındı ise, ben de ondan sana sı­ğınırım. Benim için kazadan ne takdir ettinse, onun sonucu sevab kıl.»[1237]

 

Bu hadîs-i şerif, bütün hayır ve saadet yollarını toplamakta, kötülük yollarını kapamakta ve akıbet selâmetine ermeği de ifade etmektedir. Çün­kü bu dua İle hem insanın hayatına, hem de ölümünden sonraki saadetine ait şu hayırlar İstenmektedir:

1— Bilinen ve bilinmeyen dünya hayatı ile âhİret hayatına ait bütün hayırlar, İnsanoğlunun menfaatine ve huzuruna bağlı şeyler.

2— Dünyada ve âhirette insana zarar veren, bilinen ve bilinmeyen her çeşit kötülüklerden uzak kalmak.

3— Cennete yaklaştıracak söz ve hareketlerle Cennet'i istemek.

4— Cehennem den ve ona yaklaştıracak söz ve hareketlerden Allah'a sığınmak. Nihayet bunları daha da özleştirerek :

a— Peygamber   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in Allahdan  istediğini is­temek, sığındığı şeylerden Allah'a sığınmak.

b— Kul için takdir edilmiş olan şeylerin akıbetinde selâmet dilemek. İşte bu dilekler, en kısa ifade ile en geniş ve en faydalı manaları taşıdık­larından Peygamber Efendimiz bu şekilde dua etmeyi Hz. Â i ş e valide­mize ve dolayısiyle bize tavsiye buyurmuşlardır.

Birinci citdi tamamlarken biz de aynı duayı okuyor ve yüce Allah'dan bu dileklerimizin kabulünü niyaz ediyoruz.[1238]

 

 

 

 



[1] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/III.

[2] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/V-VIII.

[3] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/IX-XVI.

[4] Buhari:Kttab-ı Mevakitu's-Salât, Bab : Fadlu's-Salâti Li Vaktiha.

    >>     :Kitab'ül Cİhad ve's-Sîyer, Bab : Padlu'l Cihad.

 >>     :Kitab'ül Edeb, Bab : BIrru ve's-Sıla.

Müslim: Kitab'ül tman, Hadîs No :  13, 138, 139, 140.

Nesai: Kitab'üs Salât. Nesaî: Kitab'üs Salât.

Tîrmizî: Kitab'üs Salât, Bab : El-Blrru ve's-Sıla.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/1.

[5] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/2-3

[6] Hakim, Tirmizî ve Taberani rivayet etmiştir. Bir kavle göre eser, bir diğerine göre ise hadîsdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/4.

[7] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/4-5.

[8] Tirmizî: Kitab'ül Birri ve's-Sılâ, Bab : Ma câ'e fi Birri'l-Valideyni.

Ebu Davud: Kitab'ül Edeb, Bab ; Birrü'l Valideyni.

Hakîm: «Bu hadîs sahihdir.» demiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/5-6.

[9] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/6.

[10] Buhari: Kitab'ül Edeb, Bab: Men Ahakku'n-Nas Bi HusnÜs-Sohbett.                  

Müslim: Kitab'ül Birrt Ve's-Sıleti Ve'1-Adab, Hadîs No :  1, 2, 3.

İbni Mace: Kitab'ül Vasava, Bab'ün Nehyi Anl'l-îmsaki Fi'1-Hayat.

Müsned-î Ahmed: (Halebi) C. 5, S. 3. 5. (Muavlye b. Hayde).

Şerh-i Fadlillah: Tahavî de tahrlc etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/7.

[11] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/7-8.

[12] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/8-9.

[13] Beyhakî: Şuabü'l îman.

Mişkâtü'l MesabiH: C, 2, S. 603. Hadîs No: 4943. Kitabü'l Adab.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/9-10.

[14] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/10.

[15] Metinde  geçen NECEDAT İsmi, Necdetgiller diye tercüme edilmiştir ki, Necdet ashabı demektir. Haricîlerden Necdet ibni Amir'e mensub olanlardır.

[16] Bu eseri, Taberî, Tefsirinde,  Abdurrezzak El Haraitî ise  «MesavH Ahlâk» adlı kitabında tesbit etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/11-12.

[17] Bu eseri Taberî, Tefsirinin (C. 15, S. 66) da îsra sûresinin 24. âyet-i kerîmesinin tefsirinde biraz değişik bir lâfızla zikretmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/12-13.

[18] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/13.

[19] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/13-14.

[20] Müslim: (20)  Kitabü'I Itk, Hadîs No :  25, 26.

Ebu Davud: (40) Kttabü'l Edeb, Bab : Fi Birri'l Valideyn. Ayrıca Tirmizî «Birr» bahsinde, İbnl Hibban, Tahavî, tbnü'l Carûd ise «Itk> bahsinde bu hadts-i şerifi tesbit etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/14.

[21] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/14-15.

[22] Beyhakî: Şuab'ül îman, S. 55.

Müntehabu  Kenzİ'l-Ummal:   C.  2,  S.   356.  Halebî   baskısı  Müsned-i Afcmed'in hamişi.

Îbnû'l-Mübarek: El-Birru vp's-Sıla.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/15.

[23] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/16.

[24] Müsned-i Ahmed : C. 4, S. 409, 429, 430, 527.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/16-17.

[25] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/17.

[26] Ebu Davud : (15) Kitabü'l-Cikad. (31) Bab Fi'r-Resuli Yagzu ve Ebe-vahu Karihan.

Nese'î: (39) Kitabü'l-Bey'at   Ale'l-Cihad. (10)  Bab El-Bey'atü Ale'l Hicreti.

İbni Mace: (24)  Kitabü'l-Cihad.  (12)  Bab Er-Resûlü yagzu ve-lehu Ebevahu.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/17.

[27] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/18.

[28] Kaynaklan için 12- (7-S) No.lu esere müracaat ediniz.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/18-19.

[29] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/19.

[30] Buhari: (78) Kitab'ül Edeb. (8.) Bab : Ukuku'l-Valideyn Mİnol Kebair.

Müslim: (1) Kitab'ül îman. Hadîs No: 143.

Tirmizî: Babu El-Birru Ve'ş-Şehade.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/19-20.

[31] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/20-21.

[32] Buharî: (81) Kitabü'r-Rikak. (22.) Bab Ma Yukrehu Mİn Kîylin ve Kal.

Müslim:  (30) Kitabü'l-Akziyye. Hadis No :  12, 13, 14.

»       :  (5) Kitabü'l-Mesacid. Hadis No :   137.

Bu hadîs 139. ile 216 No.lu bablarda tekrar zikredilecektir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/21.

[33] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/21-22.

[34] Müslim:(35) Kitabü'l-Edahî. Hadîs No:  44, 45. Nes&î: Ed-Dahaya. İmam Âhmed: Ed-Dahaya.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/23.

[35] Başkasına edilen lanetin, eğer o müstahak değilse lanet edenin ken­dine döneceği hadîs-i şeriflerle bildirilmiştir.

[36] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/23-25.

[37] İbni Mace; (36) Kitabu'l-fiten, (23.) Bab BB-Sabru ale'I-Bela-i. Hadis No : 4034.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/25-26.

[38] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/26-27.

[39] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/28.

[40] Buhari:  (56) Kitabu'l-Cihad (138.) Bab : El Cİhadu bi'iznil valideyn.

Müslim:  (45) Kitabu'1-Birr. Hadîs No : 5, 6.

Ebu Davud:  (15) Kitabu'l-Cihad. Bab: Fi'r-Reculi yağzû ve Ebevahu Kariheyn.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/28.

[41] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/28-29.

[42] Müslim:  (45) Kitabu'1-Birr. Hadîs No : 9, 10.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/29.

[43] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/29-30.

[44] Münzirî: Et-Terğîb ve't-Terhîb. K. birri ve's-Sıleti. C. 3, S. 317. Ha­dîs No : 17.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/30.

[45] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/30-31.

[46] Taberî; Tefsir'de; Suyûtî: Ed-Dürrü'1-Mensûr'da tesbit etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/31.

[47] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/31-32.

[48] Müslim:  (44) Kitabu Fedaili's-Sahabe. Hadis No : 43, 44.

Ebu Davud:   (15)  Kitabu'l-Cihad. Yalnız İkinci bölüm.  (Nafile babı) Bab : Fi'n-Nefl.

Müsned-i Ahmed: Cild :  1, Sayfa : 185, Sayı :  1614.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/32-33.

[49] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/33-34.

[50] Buhari:  (51) KItabu'1-Hibe, (29) Müşriklere hediye babı.

Müslim: (12) Kit^bu'z-Zekât. Hadîs No : 49, 50.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/35.

[51] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/35-36.

[52] Buhari  (11) Kitabu'1-Cuma, Elbisenin iyisini giymek babı (7).

Müslim:  (37) Kitabu'l-Libac ve'z-Zîneti. Hadîs No : 6, 7, 8, 9.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/36-37.

[53] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/37.

[54] Buhari: (78) Kitabu'1-Bdeb, (4.) Bab : La yesubbu'r Raculu valideyhi.

Müslim:  (1) Kitabu'1-îman, Hadîs No:  146.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/37-38.

[55] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/38.

[56] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/38.

[57] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/38.

[58] Ebu   Davud:    (40)   Kitabu'1-Edeb,   (43)   Babun-Nehyi   ara'l   Bağyi. (Bağy'in yasaklığı babı.)

Tirmtzi:. (35) Kitabu'l-Kıyamet, Bab : 57.

İbni Mace: (37) Kitabu'z-Zühcl, Bab : 23, Hadîs No : 4211.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/39.

[59] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/39-40.

[60] Tâberi ve Beyhakî bu hadîs-İ şerifi tahriç etmişlerdir.

Hafız ibni Hacer Fethü'l-Bari'de (K. El Hudud. Bab : Ramyi'l-Muhsanât)'da senedi hasendir demiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/40.

[61] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/40-41.

[62] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/41.

[63] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/41.

[64] Ebu Davud; C. 8, S. 195. (8) Kitabu's-Salât, (29) Din kardeşinin ar­dından dua etmek babı.

Tirmizi:  (25) Kitabu'l-Birri, (7) Ana-baba duası babı.

İbni Mace: (34) Kitabu'd^Dua, (11) Baba duası, Hadîs No : 3862.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/41-42.

[65] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/42.

[66] Buharî; (60) Kitabu'l-Enbiya, Bab : 48.

Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadis No : 7, 8.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/42-44.

[67] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/44-45.

[68] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/45-46.

[69] Bu hadisi, hadis imamlarından Müslisa ve Ahmet tahrîç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/46.

[70] Bu hadîsi, hadîs imamlarından Müslim ve Ahmed tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/46-47.

[71] Ebu Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, Bab : Fi Birri'I-Valideyn.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/47.

[72] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/47-48.

[73] İbni Mace: (33) Sünen. Kitabu'1-Edeb.  (1) Babu   Birri'l-Valideyn. Hadis: 3660.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48.

[74] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48.

[75] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48.

[76] Müslim: (25) Kitabu'l-Vesaya. Hadîs No : 14.

Ebu Davud:   (18)  Kitabu'l-Vesaya. Bab:.Maca'e fi's-Sadakati ani'l-Meyyit.

Tîrmizî: El-Ahkâm.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48-49.

[77] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/49.

[78] Buhari: (55) Kitabu'l-Vesayâ. Tirmizî: (5) Kitabu'z-Zekât. Ebu Davud:  (18) Kitabu'l-Vesayâ. Nese'i:  (30) Kitabu'l-Vesayâ.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/50.

[79] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/50.

[80] Müslim:  (45) Kİtabu'l-Birri ve's-SUâ. Hadîs No :  11, 12, 13.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/50-51.

[81] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/51.

[82] Müslim:  (45) Kitabu'l-Birri ve's-Sılâ. Hadîs No :  11, 12, 13.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/51.

[83] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/51.

[84] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/52.

[85] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/52-53.

[86] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/53.

[87] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/53-54.

[88] Abdurrezzak: Musannefinde, Beyhakl de ilâve ederek tahric etmiş­lerdir. Îbni's-Sünnî ise, merfu' hadîs olarak tahriç etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/54.

[89] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/54.

[90] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.

[91] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.

[92] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.

[93] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.

[94] Bu hadîs-i şerifi, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizl tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/56.

[95] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/56.

[96] Buhari:  (55) Kitabu'l-Vesayâ,  (11.) Bab:  Hel Yedhulü'n-Nisau ve'l-Veledu fi'î-Akarİb.

Müslim; (1) Kitabu'l-îman. Hadîs No : 348.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/56-57.

[97] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/57.

[98] Buharı:  (24) Kitabu'z-Zekât. (1.) Bab : Vucubu'z-Zekât. Müslim: (1) Kitabu'1-Iman. Hadîs No: 12.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/57-58.

[99] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/58-59.

[100] Buharı:  (65) Kitabu't-Tefsîr.  (47.) Bab : Muhammed sûresi Müslim: (45) Kitabu'l-Birri. Hadîs No : 16.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/59-60.

[101] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/60-61.

[102] Buharî: Tarih-İ Kebîr.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/61-62.

[103] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/62.

[104] Müslim:   (45)  Kitabu'l-Birri, Hadis No:  22. Müsned-i Ahmed: Cild : 2, Sayfa :  300, Sayı : 7979.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/62-63.

[105] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/63.

[106] Ebu Davud: (9) Kitabu'z-Zekât, (45) Sılâi Rahim babı. Tirmizi:(25) Kitabu'l-BIrri, Katî'atü'r-Rahim. Müsnedi Ahmed: Hadîs : 1680, 1681, 1686.El-İsabe; Cilt : 2, Sayfa : 408. El-îstiab: Cilt: 2, Sayfa : 385.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/63.

[107] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/64-65.

[108] Tirmizî:  (25) Kitabu'1-Bir, Bab :  16.Müsned-i Ahmed: Cild : 2, Sayfa : 295, Hadîs No : 7918. Bu eserin 65 İle 55 No.lu Hadîsine müracaat ediniz.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/65.

[109] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/65.

[110] Müslim: Kİtabu'1-Bir, Hadîs:   17. El-İsabe: Cild : 4, Sayfa :  347. El-İstiab : Cild : 4, Sayfa : 345. Kamusu'l-Alâm; Cild :  4, Sayfa :  3055. Bu eserde geçen 54. hadîsle, ileride geçeoek 65 nolu hadîse bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/66.

[111] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/66-67.

[112] Buharî:   (78) Kitabu'1-Edeb,    (12.)   Bab:   Men   busite   lehu   fi-rızki bi-siletir-Rehimi.

Müslim:  (45) Kitabu'1-Bir, Hadîs : 20.

Ebu Davud : (9) Kitabü'z-Zekât, (45) Bab : Pi siletir-Rahim.

El-İsabe: Cild :  1, Sayfa : 84.

Kamus'ul-Alâm: Cild : 2, Sayfa :  1048.

El-İstiab: Cild : 1, Sayfa : 44.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/67.

[113] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/67-69.

[114] Buhari:  (78) K.  El-Edeb, (12.) Bab:   Men  Busite  Lehu  Fi'r-Rızki bi-siletir-Rahmi.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69.

[115] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69.

[116] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69.

[117] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69-70.

[118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/70.

[119] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/70.

[120] İbni Mace:   (33) Kitabu'1-Edeb.  (1.)  Bab:  BIrrül Valldeyn. H. 3661. Müsned-i Ahmed: Mikdam hadîsleri: 4/132. El-İsabe : Cild : 3, Sayfa : 434.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/70-71.

[121] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/71.

[122] Müsned-î Ahmed; Hadîs: 7627.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/71-72.

[123] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/72.

[124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/72.

[125] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/72-73.

[126] Fazlul’l-lahi’s-samed: Cild:1, sayfa : 145.El-İsabe: cild:2, sayfa:271.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/73.

[127] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/73.

[128] Buhari:  (78)  Kİtabu'1-Eaeb,  (11.) Bab:  Îsmü'l-Kali'. Müslim:  (45) Kitabu'1-Bir, Hadîs :  18, 19.

Eİ3U Davud :  (9) Kttabu'z-Zekât,  (45.) Bab ; Fi-Sılattr Rahmi. El-İsabe: "Cild :  1, Sayfa: 227.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/74.

[129] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/74.

[130] Buharî:   (78) Kitabu'MMdb, Bab :   13.

Ayrıca bu hadts-i şerîfi tbni HiŞban ve Hâkim tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/74-75.

[131] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/75.

[132] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/75-76.

[133] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/76.

[134] ebu Davud:   (40)   Kitabu'1-Edeb,   (43.)   Bab :  Fi'n-Nehyi  anİ'I-Bağyl. Tirmizî: (35) Kitabu'l-Kıyr-met, (57.) Bab : Haddesena Aliyibni Hacer. İpni Mace: (37) Kitabu'z-Züha, (13.) Bab: El-Bağyi, Hadîs: 4211.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/76-77.

[135] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/77.

[136] Buharı:  (78) PZitabu'1-Edeb, (15.) Bab : Leyse'l-Vas:lu bi'1-Mukafi. Ebu Davud:  (9) Kitabu'z-Zefcât, Bab : 45.Müsned-i Ahmed : Hadîs Nu :  6524, 6817, 6785.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/77.

[137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/78.

[138] İbni Hibban bu hadîsi, Sahîh'inde ve Beyhakî de İman bölümünde tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/78-79.

[139] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/79-80.

[140] Buhari: (24) Kitabu'z-Zekât, (24.) Bab: Men tasaddaka fl's-ŞlrB Sümme eşlem.

Müslim:  (1) Kİtabu'1-lman, Hadîs :  194, 195, 196. El-tsabe: Cild : 1, Sayfa : 348, Kamusu'l-A'lâm; Cild : 3, Sayfa :  1969.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/80-81.

[141] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/81-82.

[142] Bu hadîs-i şerîf 13. babın 26 numarasında geçmiştir.

Buharî:  (11) K. El-Cumua, (7.) Bab i Yelbesu Ahsane ma Yecidu. Müslim:   (37) K. El-Libasu ve'z-Ziyne, Hadis Nu :  6, 7, 8, 9.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/82-83.

[143] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/83.

[144] Şerhi Facüullah : S. 155.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/83-84.

[145] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/84.

[146] Hâkim; Kitabü'l Birr ve's-Sılâ : C. 4, S. 161.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/84.

[147] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/84-85.

[148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/85.

[149] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/85.

[150] Müsned-i Ahmed : Gild : 4, Sayfa : 340. El-îstiab : Cild : 1, Sayfa : 489.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/86-87.

[151] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/87-88.

[152] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (3.) Bab : Birrü'l-Validi ve'1-lhsanu lle'l-Benati. Hadis: 3669.

Müsned-t Ahmed: Cild : 4, Sayfa :  154. Eî-tsabe: Cild: 2, Sayfa: 482, Sayı: 5603.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/88.

[153] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/88-89.

[154] İbni Mace:  (33)  Kitabul-Edeb,   (3.)  Bab:  Birrü'l-VaUdi ve'1-İhsani ila'l-Benat. Hadis: 3670.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/89.

[155] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/89-90.

[156] İmam Ahmed bu hadîsi tahriç etmiştir: Kamüsu't-A'ldm; Clld : 3, Sayfa: 1746. El-İsabe: Cild : 1, Sayfa: 214, Sayı: 1026.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/90.

[157] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/90-91.               

[158] Ebu Davud; (40) Kitabu'1-Edeb, (121.) Bab: Padlu men Âle yetimen. Ttrmizl:   (28)   Kitabu'l-Birri,    (13.)  Bab:Fi'rı Nafakati Ale'l-Benati ve'1-Ahavat.

El-îsdbe: Clld : 2, Sayfa : 32-33, Sayı : 3196.

Kamusu'l-Alâm: Cİld; 4, Sayfa; 2567.         

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/91.

[159] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/91-92.

[160] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (3.) Bab: Birrü'l-Validt ve'1-lhsani İlel-Benat. Hadis : 3667.

§erhu Fadlillah: îmam Ahmed : Müsned'de, Nesaî: İşretü'n-Nisa'da tahriç ettiklerini nakletmişlerdlr.

El-İsobe: Cild : 2, Sayfa : 18, Sayı: 3115.Kamusu'l-A'lâm: Cild : 4, Sayfa : 2544.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/92-93.

[161] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/93.

[162] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/93-94.

[163] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/94.

[164] Müsned-i İmam Ahmed : Cild : 4, Sayfa:  131 (Birinci baskı). Feyzu'l-KadîT: Cild: 5, Sayfa: 423, Sayı: 7824. Sîracü'î-MünîT; Cild : 3, Sayfa : 260.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/94.

[165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/94.

[166] Buhari'nin «Edebü'l-Müfredsdeki rivayetinden başka kaynak görüle­memiştir.    

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/95.

[167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/95.

[168] Fadlu'llahi's-Samed: Cİld : 1, Sayfa : 167.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/95-96.

[169] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/96.

[170] Fazlu'llahi's-Samed : Cud : 1, Sayfa : 167-168.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/97.

[171] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/97.

[172] Buharî: (62) Kitabu fedaü, (22.) Bab : Menâkibü'l-Haseni ve'1-Hüseyn. Müslim:  (44) Kitabu fedail, Hadîs : 58, 59.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/98.

[173] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/98.

[174] MÜsnedü'İ-İmâm Ahmed : Cild : 6, Sayfa: 2-3  (Birinci İDastı). El-t$tiab ; Cild : 3, Sayfa : 451.

El-tedbe: Cild : 3, Sayfa: 433-434, Bayı: 8185.Kamusu'l-A'lâm: Cild: 6, Sayfa: 4362.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/98-100.

[175] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/100-102.

[176] Buhari: (80) Kltabu'd-Deavat, (19.) Bab: Kavlini Tealâ (ve Selli aleyhim).        

Buhari: (80) Kitaba'd-Deavat, (47.) Bab: Bddua-i Bi-kesretl'I-Mali ve'1-Veledi ma'aî-Bereketİ.                         

Müslim:  (5) Kitabu'l-Mesacid, Hadîs: 268.

Müslim; (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadis : 141, 142.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/102-103.

[177] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/103.

[178] Buhari: (24) Kİtabu'z-Zekât, (10,) Bab : ltteku*n-Nara ve-lev bi Şikkı temretin.

Buharl: (78) Kİtabu'1-Edeb, (18.) Bab : Rahmetfl-Veledl ve takbİyUbJ. Müslim: (45) Kitabu'l-Birrl, Hadis: 148. Tirmtel: Ebvabu'1-Bİni, Hadîs :  1980.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/104.

[179] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/104-105.

[180] Buhori: (78) KİtabÜ'1-Edeb, (18.) Bab : Rahmeti'l-Veledi ve Takbiliht ye muanekatihl.

Müslim:  (43) Kitabu'l-Fezail, Hadis : 64. Mümed-i Ahmed: Hadîs:  7121, 7287, 7636. Bu eserdeki 98 inci hadise bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/105-106.

[181] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/106.

[182] Buharl: (78) Kitabu'1-Edeb, (18.) Bab: Rahmeti'l-Veledi ve takbilihi. Müslim: <43) Kitabu'l-Fezaİl, Hadîs:  65.TirmüA: Ebvabul Bİrr, Hadîs : 1976. Eî-İsabe: Çlld ; 1, Sayfa : 72, Sayı: 231; Kamus'ul-a'îam: Clld : 2, Sayfa : 1007. m-tstiaTie: Clld : 2, Sayfa : 78.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/106.

[183] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/106-107.

[184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/107.

[185] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/107-108.

[186] Buharî;  (51) Kitabu'1-Hİbe, (12.) Bab : E Müslim:  (24) Kitabu!l~Hibat, Hadîs:  17. El-İsdbe: Cild :  1, Sayfa :  162, Sayı: 694. Kamusu'î-A'lâm:  Cild:  2, Sayfa:   1313. Fadîu'îîah: Cild:  1, Sayfa :   180.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/108-109.

[187] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/109-110.

[188] Bu haberi Taberi tahriç etmiştir.Fadîu'îlah: CİM :  1, Sayfa :   181,  182.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/110.

[189] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/111.

[190] Feyzu'l-Kadlr: Cild :  6, Sayfa.: 239, Sayı: 9090. Tirmizl: Cild: 6, Sayfa:  171, Sayı:  1923.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/111.

[191] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/111-112.

[192] Buhari:  (97) Kitabu't-Tevhîd,  (2.) Bab : Kul'idu'llaha. MÛitlm:  (43) Kitabu'l-Fezail, Hadîs : 96. Bİ-îstİap : Clld :1, Sayfa: 155. El-Uabe: Cild: 1, Sayfa: 233-234, Sayı:1136. Eî-tstiab : Cild :  1, Sayfa ; 234-237. Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3, Sayfa : 1782.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/112.

[193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/112-113.

[194] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/113.

[195] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/113-114.

[196] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/114.

[197] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/114.

[198] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/114.

[199] Buhari (78) K. Edeb, (19.) Bab: Ceale'llahu'r-Rîîhmete mie'te cuz'in. Müslim:  (49) Kitabu't-Tevbe, Hadîs:   17.İbnî Mace: (37) Kitabu'z-Zühd, (35.) Bab : Ma yurcamin rahmeti'llahi yevme'l kıyameti. Hadîs : 4293.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/115.

[200] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/115-116.

[201] Buhari:   (78) Kitabu'1-Edeb,  (28.)  Bab:   (Komşuya vsslyyet). Müslim: (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 140. Müsned-i Ahmed : Sayı: 8032.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/116.

[202] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/116.

[203] Buharî:   (78)  Kitabu'I-Edeb,   (31.)  Bab :  Men kahe yü'minu bi'llahi ve'1-Ahiri Fe'la yu'zi carehu.

Müslim;  (31) Kitabu'l-Lukata, Hadis:   14. Müsned-i Ahmed: Sayı: 7615 ve 7633. El-İsabe: Cild : 4, Sayfa :  102, Sayı : 613, El-îstiab: Cild : 4, Sayfa : 102, 103. Faülu'llah: Cild :  1, Sayfa :  191. 192.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/117.

[204] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/117-118.

[205] Müsned-i Ahmed: Cild : 6, Sayfa : 8. Faâlu'llah; Cild :  1, Sayfa : 194, 195.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/119.

[206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/119-120.

[207] Buharl:  (78) Kitabu'1-Edeb,  (28.) Bab. Müslim: (45) Kİtabu'l-BIrri, Hadîs :  141. Müsned-i Ahmed: Sayı: 5577. Bbu Hüreyre'den naklen: No:  (8032).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/120.

[208] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/120.

[209] Ebu Davud:  (40) Kitabu'1-Edeb,  (123.) Bab.

Tirmizl: (25) Kitabu'l-Birri, (28.) Bab ; Ma cae li Hakki'l-civar. Milsned-i Ahmed; Sayı; 6496.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/121.

[210] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/121.

[211] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/121-122.

[212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/122.

[213] Buharl: (78) Kitabu'1-Edeb, (32.) Bab : Hakki'l-civar fi Kurbi'l-Ebvab. Ebu Davud:  (40) Kitabu'1-Edeb,  (123.) Bab ; Fi Hakki'l-Civar. Fadlu'llah;  CUd ;   1, Sayfa :   197,  198.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/122.

[214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/122-123.

[215] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123.

[216] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123.

[217] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123. A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123.

[218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123-124.

[219] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/124.

[220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/124.

[221] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/124-125.

[222] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/125.

[223] Bu hadîs-i şerîü, Tahavî taharet bahsinde, Hâkim, Birr bahclnde (C. 4, S. 167) ve Beyhakî de Şu'abü'l-îman'da (îman'ın Şubeleri bahsi) taîıriç etmiş­lerdir.

Fadlu'îîah: Cild :  1, Sayfa : 201 not kısmı.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/125.

[224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/125-126.

[225] Kütüb-i Sitte'de rivayet edilmemiştir.

Müslim:   (45)  Kitabu'l-Birri, Hadîs:   142,  143. Müslim:  (5) Kitabu'l-Mesacid, Hadîs : 239. Bî-İsdbe: Cild : 4, Sayfa : 63, Sayı : 384. El-İstiab : Cild : 4, Sayfa : 62. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 202, 203. Kamusu'î-A'lâm: Cild:  1, Sayfa: 716.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/126.

[226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/127-128.

[227] Müslim:  (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs:  142, 143. Müsned-i Ahmed : Cild :  5, Sayfa:  149  (I. baskı). Faâlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 205.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/128-129.

[228] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/129.

[229] Tirmizî: (25) Kitabu'l-Birri, (28.) Bab: Ma cae fi Hakki'l-civar. Müsned-i Ahmed: Sayı : 6566.

Hâkim'in MüstedreK'i: Cild : 4, Sayfa : 164. Et-Terğîb ve't-Terhîb: Cild : 3, Sayfa : 237. Fadlu'îlah : Cild :   1, Sayfa :  206.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/129.

[230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/130.

[231] Müsned-i Ahmed : Cild: 3 (tik baskı). El-Müstedrek: Cild :  3, Sayfa :  407. El-tsabe: Cild : 3, Sayfa : 516, Sayı : 8659. El-İstidb :  Cild :   3, Sayfa :   510. Kamusu'î-A'lâm: Cild :  6, Sayfa : 4551.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/130.

[232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/130-131.

[233] Nese'l:  (50) KitabÜ'l-İstiaze, (44.) Bab: El-îstiazetu Mİn Carİ's-Sû-i. Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 209.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/131.

[234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/131-132.

[235] El-îsabe: Cild : 2, Sayfa: 351-352, Sayı: 4899. El-htldb: Cild : 2, Sayfa: 363. Kamusu'l'A'îâm: Cild :  1, Sayfa : 764.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/132.

[236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/132-133.

[237] Faâlu'ttah: CUd :  1, Sayfa : 211, 212. Hâkim: MÜstedrek : K. El-Birru ve's-sıle, C. 4, S. 166. Keza: îmanı Ahmed, Bezzar, İbni Bibban ve Ebu Davud tahriç et­mişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/133-134.

[238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/134-135.

[239] Fadlu'llah: Cİld ;  1, Sayfa: 213, 214.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/135-136.

[240] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/137.

[241] Müslim: Cild :  1, Kitabu'1-îman (1), Hadis:  73. Müsned-i Ahmed : Sayı: 3672.

»               : Sayı : 7865.

Fethü'î-Bari: C. 10.  (78) K, El-Edeb, (29.) Bab ; îsmu melaye'menu çare bevalkehu.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/137.

[242] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/137.

[243] Buharî: (78) Kitabu'1-Edeb, (30.) Bab : La tahûnu caretun İİ caretiha. Müslim:   (12)  Kttabu'z-Zekât, Hadîs :  90. El-tstiab: Cild : 4, Sayfa : 263. . Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 215.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/138.

[244] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/138-139.

[245] Buhari: (78) Kitabu'1-Bdeb, (30.) Bab: La tahûnu caretün Li-Caretiha. Müslim: Kitabu'z-Zekât, Hadîs : 90. Mümed-i Ahmed: Sayı: 7581, 8052.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/139.

[246] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/139.

[247] Ebu Davud:  (40) K. El-Edeb, (123.) Bab : Fİ Hakki'l-Civar. Hâkim: El-Birri ve's-Sİleti, C. 4, S. 165. İbni Hibban Sahîh'inde tahriç etmişlerdir. Fadîu'Uah : Clld ; 1, Sayfa : 217.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/139-140.

[248] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/140.

[249] El-Müstedrek: K. El-Birru ve's-Sileti, C. 4, S. 166. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  218, 219. El-İstiab: Cild : 3, Sayfa : 591. El-İsabe: Cild:  3, Sayfa: 606, Sayı :  9168.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/141.

[250] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/141-142.

[251] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 219.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/142-143.

[252] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/143.

[253] Fadlü'llah: Cild :  1, Sayfa : 220. El-İsdbe: Cild :  1, Sayfa : 205, Sayı: 967. El-İstiab : Cild :  1, Sayfa :  210. Kamusu'l-A'lâm: Cild :  3, Sayfa :  1744.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/143.

[254] O zamanlar :   Suriye, Lübnan,  Ürdün ve Filistin'i kapsayan bölgeye ŞAM denirdi. Söz konusu Remle şehri Filistin kısmındadır. Humus da Suriye'dedir.

[255] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/144.

[256] Ebu Davud:  (40) Kitabu'1-Edeb, (123.) Bab: Fi Hafcki'l-Civar. Tirmizl:  (25) Kitabu'l-Birri,  (28.) Bab :  Ma cae Fi Hakfci'l-Civar.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/144-145.

[257] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/145.

[258] Büharî:  (60) Kitabu'l-Enbiya,  (8.) Bab. Müslim:  (43) Kitabu'l-Fezail, Hadis:  168. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 222-224.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/145-146.

[259] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/146-147.

[260] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/147.

[261] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/148.

[262] Buharı: (69) K. Nafakat, (1.) Bab : Fi Fadlu'n-Nafakati ale'1-Ehli. Müslim:  (53) Kitabu'z-Zühd, Hadîs : 41. Neseî: (23) Zekât bahsi. C. 5, S. 86-87. Tirmizî:   (25)  Birr bahsi,   (44.)  Bab. Hadîs No :  2035. İbnl Mace:  (12) Ticarat, (1.) Bab. Hadîs No: 2140. Fadlu'llah: Cild :   1, Sayfa :  226.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/148.

[263] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/148.

[264] Buhari:  (24) K. Zekât,  (10.) Bab: İttekû'n-Nara bi-şıkkı temretin. Müslim:  (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs : 147. Bu hactîs-i şerif, biraz derişik olarak 89 nuinaracla geçmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/149.

[265] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/149-150.

[266] Fazlu'llah:  Cild :  1, Sayfa :  228. El-îstiab: Cild :  3, Sayfa : 388.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/150-151.

[267] Arar b. Mürre'nin tercüme-i hali için îbni Haceri'l-Askalanî, Bl-İsabe, C. 3, S. 382, No: 7902 ve Ümmü Saîd için aynı eser, C. 4, S. 438 ve No: 1298'e bakılmalıdır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/151.

[268] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/151-152.

[269] Buhari:  (78). Kitabu'1-Edeb.  (24.) Bab. El-İsttab: Cild : 2, Sayfa : 94. Kamusu'l-A'lâm; Cild : 4, Sayfa : 2704.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/152.

[270] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/152.

[271] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/153.

[272] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/153.

[273] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (6.) Bat? : Hafcfei'i-Yetim, Hadîs: 3679, Faülu'llah : Cild : 1, Sayfa : 231.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/153.

[274] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/154.

[275] El-İsabe; Cild :  2, Sayfr. :  381. Sayı:  5076. El-İstidb : Cild :  2. Sayfa :  409, 410. Fadlu'llah ;  Cild :   1, Sayfa ;  232, 233.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/154.

[276] Faaiu'llah; Cüd ; 1, Sayfa; 233, 234.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/154-155.

[277] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/155-156.

[278] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/156.

[279] Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa: 234.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/156-157.

[280] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/157.

[281] Ebu Davud:  (40) K. Edeb, (121.) Bab: Pi Fadli Men Â'le yetiymen. Fadlu'llah : Cild :  1, Sayfa : 235, 236. El-îsabe:  Cild:  3, Sayfa: 43, 44, Sayı:  6103. El-İstiab:  Cild :  3, Sayfa :   131.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/157.

[282] Es-Sünenii'l-Ktibrâ-Beyhakî:  Jîitabu'I-Vesaya,  Cild :   6,  Sayfa:   285 Fadlu'îlah: Cild :  1, Sayfa : 230.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/158-159.

[283] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/159.

[284] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/160.

[285] Buharî: (23) Kitabu'l-Cenaiz, (6.) Bab : Fadlu Men Mate lehu veled. Müslim: (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs : 150. Fadlu'llah ; Cild :  1, Sayfa : 237.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/160.

[286] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/160-161.

[287] Müslim:  (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs:  155. Fadlullah : Cİld :  1, Sayfa : 238.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/161.

[288] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/161.

[289] Müslim:  (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 154. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 238, 239.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/162.

[290] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/162.

[291] Bu hadis-i şerifi, İmam Ahmed tahriç etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/162-163.

[292] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/163.

[293] Bundan önceki 144 sayılı hadîa-i şerife bak. Müslim: (45) Kitabü'l-Bİrrl, Hadîs No : 155.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/163.

[294] Buharı: (3) KitabÜ'1-îlm, (36> BabrHel yüc'alu li'n Nisa-i yevmün alâ hldetin.

[295] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/164.

[296] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/164-165.

[297] Müslim,.: (45) fKitabtî'l^irçi, Hadis : 152. El-Utiab: Cild : 4, Sayfa : 437, 438.  FttdUt'îlah: Cild :  1, Sayfa : 241, 242. " Mecma'uz-Zevaid: K, Bl-Cenaiz, CiW : 3, Sayfa :8.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/165.

[298] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/165-166.

[299] Nese'î;  (21) Kitabü'l-Cenaiz, (25.) Bab ; Men vütevaffa lehu selâse. Fadîu'llah; CUd : 1, Sayfa : 242, 243.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/166-167.

[300] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/167.

[301] Buharl; (23) Kitabü'I-Cenaiz, (92.) Bab : Ma Kıyle fi evladi'l-Müslimin. tbnl Mace:   (6)  KİtabÜ'l- Cenaiz,   (57.)  Bab:  Ma cae fi sevabi Men usıybe biveledihi. Hadîs : .605.

Nesal: (25) Kitabti'l-Cenaia, Men yüteveffa lehu selâsetün. C. 4, Sf. 24.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/167-168.

[302] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/168.

[303] El-İsabe: C'ld : 2, Sayfa: 8-", Öayı: 3525, El-tstiab : Cild : 2, Sayfa : 9-' Fadlu'îlah: CUd: 1, Sayfa : , M. 245.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/168.

[304] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/168-169.

[305] Buharl;  (81)  KttabÜT^Rlkak,   (12.)  Bab : Ma Kaddeme Min Malihi fehüve Lehu. Fadlu'llah: Cild: 1, sayfa: 246.      

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/169.                          

[306] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170.

[307] Müslim; (45) Kitabü'l-Birri, (30.) Bab: Men yemliku nefsehu Inde'l-ğadabi. Hadîs :  106. Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa; 247.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170.

[308] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170.

[309] Müslim:  (45) Kİtabü'l-Bİrrİ,  (30.) Bab : Fadlu men yemliku nefsehu inde'l-fcadab. Hadis : 106.

Abdullah ibnl Mes'ud (R.A.) tariki ile rivayet edilen bu hadîs-i sertf Ebu Hüreyre (R.A.) tariki ile de rivayet edilmiştir:Ebu Davud: Kitabu'1-Edeb,   (3.)  Bab :  Kazeme ğayzen, C. 2, Sf. 548. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, (30.) Bab : Fadlu men yemliku nefsehu inde'l-gadab. Hadis :  107, 108. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayta ; 247.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170-171.

[310] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/171.

[311] El-Müsned: tmam Ahmed, Sat:: 693. Famu'llah: Cild : 1, Sayfa : 247-253.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/171-172.

[312] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/172-173.

[313] El-Müsned : İmam Aîuoâd,.:Sayı1: 3838.Fadlu'lîah: Cİld : 1, Sayla : $53-255.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/173.

[314] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/173-174.

[315] Ebu Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (124.) Bab : Fİ hakki'l-Memlûk. tbnt Mace: (22) Kltabu'l-Vesaya, Hadis : 2696. Fadlu'îîah : Cild : 1, Sayfa : 255-257.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/174.

[316] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/174.

[317] Bu esere diğer kitaplarda rastlanmamıştır. Fadîu'lîah : Cild : 1, Sayfa ; 258.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/175.

[318] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/175.

[319] Adiyat süresindeki Kenûd kelimesinin manâsıdır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176.

[320] Bu esere diğer kitaplarda rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176.

[321] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176.

[322] Bu habere diğer kitaplarda tesadüf edilememiştir. Fadlu'llah : Cild :  1, Sayfa : 258.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176-177.

[323] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/177.

[324] Bu haberi îmam Ahmed, Müsned'inin 6. cild ve 40. sayfasında tahriç etmiştir. Hakim de, MÜstedrek'inin 4. cildinde K. Et-Tıb, Sayfa : 219-220 tashih etmiştir.Fadlu'îîah : Cild : 1, Sayfa : 260.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/177-178.

[325] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/178.

[326] İmam Ahmed, bu hadîsi (Cild : 5, Sayfa : 250. I. baskı) tahriç etmiştir. El-İsabe:  Cild : 2, Sayfa : 175, Sayı :  4059. El-İstiab: Cild : 4, Sayfa : 4. Kamusu'l-A'îâm, Cild :  1, Sayfa : 686.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/179.

[327] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/179-180.

[328] Buharl: C55) Kitabu'l-Vesaya, Bab : 25. Müslim:  (43) Kİtabu'l-Fezail, Hadîs : 52. Tirmtzî (Sünen) : (25) K. Ebvabü'1-Birr, (68.) Bab : Ma cae fi huluki'n-Nebiyyt (S.A.V.) Ctld : 3, Sayfa : 248. Hadîs : 2084. Tirmîzî: Şemailu'n-Nebi Şerhu'1-Kar! : Sayfa : 492. Hadîs : 2084. (1290 H. baskısı, tst.)

El-îstiâb : Cild : 1, Sayfa : 530. El-îsabe: Cild :  1, Sayfa : 549, Sayı: 2905. Kamusu'l-A'lâm: Cild:  1, Sayfa: 731.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/180.

[329] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/181.

[330] Ebu ûavud:   (37)  Kltabü'l-Hudud,  Bab :   Fi's-Sarıkı  tu'laku yeduhu fi unukihi.

ffese'î:   (46) Kitabü Kafi-Sarık,  (16.) Bab : El-Kat'u fi's-Sefer. İbni Mace: (20) K. Hudud, (25.) Bab : El-Abdu Yesruku. Hadîs : 2589, Fadlu'llah: Cİlct; 1, Sayfa ; 262, 263.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/182.

[331] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/182.

[332] Ebu Davud;  (1) Kitabu't-Taharet, (56.) Bab: Fi'l İstinsar. MÜsned-i Ahmed: Cild : 3, Sayfa : 33 ve 211. El-lsabe: Cild : 3, Sayfa : 113, Sayı : 7556. Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 263, 264.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/183.

[333] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/184.

[334] Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa ; 265.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/185.

[335] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/185.

[336] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 265, 266. Kamusu'UA'lâm: Cild : 4, Sayfa :  2606. El-İstiab ;  Cild :  2, Sayfa :  53. El-îmfa: Çild : 2, Sayfa ; 60, Sayı: 3357.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/186.

[337] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/186-187.

[338] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/187.

[339] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/187.

[340] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayla ; 266, 267.                          

[341] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/188.

[342] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/188.

[343] Müslim:  (27) Kitabü'KEyman, Hadîs: 34, 35.Ebû Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, Bab : Fi Hakki'1-Memluk. El-İstiab : Cild : 3, Sayfa : 105. Fadlu'îlah : Cild :  1, Sayfa : 267, 268.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/188-189.

[344] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/189.

[345] Bu hadîs-i şerifi, îbni Huzeyme ve İbni Hibban tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 268.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/190.

[346] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/190.

[347] Müslim:  (27) Kitabu'l-Eyisen, Hadîs : 33. Müslim: Kitabu'l-Cenneti, Hadîs : 28.Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa : 634.Tirmizî: Kitabu'l-Birri.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 268, 269.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/190.

[348] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/191.

[349] Buharı:  (49), Kitabü'l-i'tk, Bab: 20. Müslim:  (45) Kitâbü'l-Birri, Hadîs:  112-116. Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 269, 270.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/191-192.

[350] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/192.

[351] Müslim:  (37) Kitabu'l-Libas, Bab: 29, Hadîs:  107.Ebu Davud: (15) Kitabu'l-Cihad, Bab: Hayvanların dağı. Fadlu'llah: Cild :   1, Sayfa :  270.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/192.

[352] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/192.

[353] Müslim;  (27) Kİtabü'l-Eyman, Hadis : 31-33. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 271.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/193.

[354] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/193.

[355] Müslim:   (27)  Kitabu'l-Eyman, Hadîs:  30.Ebu Davud: El-Edeb. Bab : Fi Hakkı' 1-Memlûk, Cild : 2, Sayfa : 634 Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 271.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/194.

[356] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/194.

[357] Müslim:  (27) Kitabu'l-Eyman, Hadîs :,31.Ehu Davud: Kitabü'1-Edeb, Bab : Hakki'l-Memlûk, Cild : 2, Sayfa : 634. Fadîu'lîah: Cild :  1, Sayfa : 272.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/194-195.

[358] Müslim:  (27) Kitabu'l-Eyman, Hadîs : 33. Ebu Davud: Kitabu'1-Edeb, Köle hakkı babı. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 273.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/195.

[359] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/196.

[360] Müslim: (27) Klt&bul-Eyman, Hadis; 30. Fadlu'îlah : Cild : 1, Sayfa : 274.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/196.

[361] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/196.

[362] El-fstidb : Cüd : 2, Sayfa : 469.El-tsabe: Cüd : 2, Sayfa : 505, Sayı : 5706. Kamusu'l-A'lâm : Cild :  5, Sayfa : 3207.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/197.

[363] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/197-198.

[364] Fadlu'Uah : Cild : 1, Sayfa : 275.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/198.

[365] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/198-199.

[366] Fadlu'lîah: Cild :  1, Sayfa: 275.Müslim: (45) Kitabü'l-Birri ve's aleti. (15.) Bab;: TanrimÜ'z-Zulm.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/199.

[367] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/199.

[368] FadluVah: Clld : î, Sayfa : 275-277.El-tsabe: Clld : 4, Sayfa : 439, Sayı :  1309. El-îstidb : Clld : 4, Sayfa : 436. Kamusu'l-A'tem: CÜd : 2, Sayfa : 1036.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/199-200.

[369] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/200-201.

[370] Bu nadis-i şerifi, Beyhaki, Bezzar ve Taberant tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: CİM : 1, Sayfa ; 278.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.

[371] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.

[372] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.

[373] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.

[374] Müslim:  (53) Kitabü'z-Zühd, Bab : 18, Hadîs : 74. El-îstiab: Cild : 4, Sayfa : 215. El-îsâbe: Cild : 4, Sayfa : 217, Sayı: 1254, Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 279, 280.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/202-203.

[375] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/203.

[376] Diğer hadîs kltablarmda bu fıadîs-i şerife rastlanamanuştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/204.

[377] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/204.

[378] Buharl: Muhtasar Tecrîd-i Sarih tere : Cild : 1, îman babı, Hadîs : 28. Müslim : (27) Kitabü'1-îman, Hadîs : 38-46. Ebu Davud: Kitabü'l-Edeb, Köle hakkı babı. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 281-283.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/204-205.

[379] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/205-206.

[380] Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'llah : Cüd : 1, Sayfa : 284.

[381] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/206.

[382] Bu haberi, İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadîu'îîah : Cild : 1, Sayfa : 285.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/206-207.

[383] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/207.

[384] Feysu'l-KadiT: Cild : 1, Sayfa : 292, Sayı : 7350. Müslim: (27) Kitabü'1-îman, Hadîs : 41. Muvatta:    (54)    Kitabü'l-İstîzan,  (16.)  Bab :El-Emru   bi'1-Marûf, Cild :  2, Sayfa :  980, Hadis : 40. Fadlu'ltah; Clîd :  1, Sayfa: 285.           

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/207.

[385] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/208.

[386] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/208.

[387] Bu hadls-i şerif için 189 sayılı hadise müracaat edilsin.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/208.

[388] Müsned-i Ahmed: CUd : 4, Sayfa : 132, Birinci baskı. Fadlu'llah: CUd :  1, Sayfa : 286.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/209.

[389] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/209.

[390] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/209-210.

[391] Buharı:   (96)  Kitabü'n-Nafakat,   (8.)  Bab :   Vusûbü'n-Nefakati Alel-Ehli ve'l-u Iyal. Fadlu'lîah : Cild :  1, Sayfa : 287.            

[392] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/210.

[393] Ebu Davud : (9) K. Zekât Babti'n fi Sileti'r-Rahmi, Cild : 1, Sayfa : 393. Nese'î:  (23) Kitabü'z-Zekât, Bab: 53, 54. El-Müstedrek:  Kitabü'z-Zekât,  Babü'l  îfa-t  11'1-Akriba'i  Azamü  li'l-Ecri, Cild :  1, Sayfa :  415.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/210-211.

[394] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/211.

[395] Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 288, 289.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/211-212.

[396] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/212.

[397] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/212.

[398] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/212.

[399] Buharî: (49) Kİtabü'I-Itk, (18.) Bab: İzâ etâhu hadimuhu bita'amihi. Müslim: (27) KİtabÜ'l-Eyman, (10.) Bab : It'amü'l-Memlûki mimma ye'fculu. Hadîs : 42.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/213.

[400] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/213.

[401] Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 291, 292. Kamusu'l- A'lâm : CÜd : 4, Sayfa :  2957. Eî-tstidb: Cild : 2, Sayfa : 176, 177. El-İsabe: Cild : 2, Sayfa :  181, Sayı: 4073.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/214.

[402] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/214-215.

[403] Buhari:  (49) Kltabü'1-Itk, Bab:  16. MÜilim:  (27) Kitabü'l-Eyman, Bab :  11, Hadîs : 43. Ebu Davud:  (40) Kitabu'1-Edeb, Memlûl babı. Fadîu'lîah: Cild :  1, Sayfa : 293.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/215.       

[404] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/215.

[405] Buharî: (56) Kitabü'l-Cihad, Bab : 145.Müslim:  (1) Kitabül-îman, Bab; 68, Hadîs ; 241.îbnî Mace: (9-) KitabÜ'n-Nikâh, Bab : 42, Hadîs : 1956. Fadlu'llah : Cild : .1, Sa;yfa : 294, 295. Tirmizî: KitabÜ'n-Nikâh, (23.) Bab : Fi Fadlı Îtaki'l-Emeti Ve tezevvuciha, Hadîs:  1124.Nesat: KîtabÜ'n-Nikâh, Bab :  Atki'r-Resuli Cariyetebu Sümme yetezevvecuha, Cild : 6, Sayfa : 115.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/216-217.

[406] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/217.

[407] Buharl: (49) Kİtabü'1-Itki, (17.) Bab: Karahlyetl'l-Tetavüli Alfi'^-Rakik.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/217.

[408] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/217.

[409] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/218.

[410] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/218.

[411] Buharî: (11) Kitabü'1-Cuma, (11.) Bab:Babü'l-Cumuati fi'1-Kura ve'1-Muduni. Müslim: (33) Kitabü'l-tmare. (5.) Bab. Hadîs; 20. Fadîu'îlah; Cild : 1, Sayfa : 296, 297.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/218-219.

[412] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/219.

[413] Fadîu'llah: Cild: 1, Sayfa: 296, 297.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/220.

[414] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/220.

[415] Buharî: (49) Kitabü'1-Itk, (16.) Bab: Babü'1-Abdi iza Ahsene ibadete Rabbihi ve Nasaha Seyyidehu.           Müslim:  (27) KItabü'l-Eyman, (11.) Bab, Hadîs: 44. Fadlu'ltah : Cild : İ, Sayfa : 298.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/220-221.

[416] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/221.

[417] Buharl: (49) K. Itk,  (17.) Bab : Kerahiyetİ't-Tetarull Ale'r-Rakiki. Müslim: (40) Kitabü'I-EIfaz :  (3.) Bab, Hadîs : 17-15.Fadlu'llah: Clld : 1, Sayfa: 299. (Bu hadîsi ayrıca Nese'î ve İbni Hibban tahriç etmişlerdir.)

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/221.

[418] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/221-222.

[419] Fadlu'llah-is-Samed: Cild :  1. Sayfa: 300, 301. (209 sayılı hadîs-i şerife bakılsın.)

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/222.

[420] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/222-223.

[421] Ebu Davud: (40) Kitabti'1-Edeb. Bab: 9. Müsned-i Ahmed : Cild : 4, Sayfa: 23-25 (tik baskı). Fadîu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 301, 302.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/223.

[422] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/224.

[423] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/224.

[424] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/224.

[425] Buharî:   (10)  Kitabü'1-Ezan.     (18.)  Bab:     Babu'l-Ezani li'1-Müsafiri İzakanû cema'aten. Müslim:  (5) Kitabü'l-Mesacid,  (53.) Bab, Hadîs : 292. Eî-lsabe: Cild : 3, Sayfa : 322, Sayı : 7619. El~İsttab : Cild :  3, Sayfa : 354. Fadlu'lîah: Cild r 1, Sayfa:  303, 304.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/225.

[426] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/225-226.

[427] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/226-227.

[428] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/227.

[429] Ebu Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb, Babün fi Şükri'l-Marûfi.Tirmizî: (25) Kitabü'l-Birri, (87.) Bab : Ma cae ü'1-Muteşebbi'i bi-ma lem yutahu. Hadîs No. 2-103. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  306-308.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/227-228.

[430] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/228-229.

[431] Ebu Davud : (9) Kitabü'z-Zekât, (38.) Bab : Atiyyetü Men Se'ele bi-llah. Fadîu'llah: CilcL :  1, Sayfa : 308, 369.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/229.

[432] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/229.

[433] Ebû Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb, (11.) Bab : Fi Şükril-Maruf. Fadîu'llah: Cild : 1. Sayfa : 309. Nese'î: KitabÜ'1-Edeb.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/230.

[434] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/230-231.

[435] Ebu Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb, (11.) Bab: Fi Şükri'l-Ma'rufi. Tirmizî: (25) Kitabü'l-Birri, Bab : 35.

Miisned-i Ahmed: Hadîs : 7495, 7926, 8C06 ve ilk baskı C : 2, Sayı: 388.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/231.

[436] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/231.

[437] Faâlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 310, 311.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/231.

[438] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/232.

[439] Buharl; (49) KltabÜ'1-Itk, (2.) Bab : Eyu'r-Rikabi Afdal. Buharl, Tecrid-i Sarih tercemesi: Cild : 7, Sayfa : 444, Hadîs :  1112. Nese'î: Itk ve Cihad babı, Cild : 6, Sayfa : 19. Müslim: Kitabul-îman,  (1.) Bab: 34. Hadîs:  136. Müsned-i Ahmed: Itk babı, Cild; 5, Sayfa: 150 (ilk baskı). Darimi: (20) Kitabü'r-Rikak, (28.) Bab. Hadîs: 2741.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/232-233.

[440] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/233.

[441] Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa: 313, 314. El-İ$abe: Cüd : 3, Sayfa : 214, Sayı : 7061. El-îstiab: Cild : 3, Sayfa : 244. ÜsdÜ'l-ĞaVe; Cild; 4, Sayfa: 191.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/234.

[442] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/234-235.

[443] Fadîu'îlah: Cild :  1. Sayfa : 214, 215.El-tsabe: Cild :  I, Sayfa :  319, Sayı:  1666.El-îstiab: Cild :  1, Sayfa :  360.Ebu Davudi Tayalisi: Sünen'de;Abdu'1-Ğani b. Said : Edebü'l-Muhaddis'de tahriç etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/235-236.

[444] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/236-237.

[445] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/237.

[446] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/237.

[447] Buharl: (78) Kitabü'1-Edeb, (33.) Bab : Küllü Ma'rûfin Sadaka. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 316.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/237-238.

[448] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/238.

[449] Buharı:  (78) Kitabü'1-Edeb,  (33.) Bab: Küllü Marûfin Sadaka. Müslim:   (12)  Kitabü'z-Zekât,  (16.)  Bab. Hadîs:  55. Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 317, 318.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/238-239.

[450] 220 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

[451] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/239.

[452] Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, Bab : 16, Hadîs: 53. Fadlullah: Cilt:  1, Sayfa:  319, 324.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/240.

[453] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/240-241.

[454] Müslim:  (45) Kitabü'l-Birri, (36.) Bab, Hadîs :  131.İbni Mace:  (33) Kitabü'1-Edeb,  (7.) Bab : Îmatatu'1-Eza Ani't-Tarik,Hadîs :  3681.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 324, 325.El-İstiab : Cild : 4, Sayfa : 25.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/242.

[455] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/242-243.

[456] Buharî:  (10) Kitabü'1-Ezan,  (32.) Bab: Padlu't Tebcir İla'z-Zahr. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, (36.) Bab, Hadîs : 127. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 325.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/243.

[457] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/243.

[458] Buharî: K. Ezan'ın sonu.Müslim: (5) K. Mesacld, (14.) Bab : En Nahyu ani'l-busakifi'l Mescid, Hadîs : 57. İbni Mace:  (33) K. Edeb,  (7.) Bab ( Îmatatu'1-Ezâ ani't-Tariki, Ha­dîs : 3683. MÜsnedi Ahmed: Cild : 5, Sayfa : 178, 180 (1. basiti).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/243-244.

[459] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/244.

[460] Bu hadîs-i şerifi İmam Ahmed tahriç etmiştir. El-İsabe: Cild : 2, Sayfa : 375, Sayı: 5034. El-lstiab : Cild : 2, Sayfa : 373.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/245.

[461] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/245.

[462] Bu hadîs-i şerifi Hâkim. Bezzar ve İbni Hibban tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/245-246.

[463] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/246.

[464] Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, (16.) Bab : Beyan Enne's-me's sadakati yeka-u, Hadîs : 52. Ebu Davud : (40) Kitabü'z-Zekât, (60.) Bab : Fi'1-Maûneti Li'1-Müslim.El-İstiab : Cild : 2, Sayfa : 276.El-İsabe: Cild : 2, Sayfa : 306, Sayı : 1647.Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3, Sayfa :  1935. 231 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/246.

[465] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/246-247.

[466] Ebu Davud:   (39)  Kitabü's-Sünnet,   (10.)  Bab:  En-Nehyu An Sebbl Ashabı ResulİIlah.Müsnedi îmam Ahmed: Cild : 5, Sayfa: 437, 439 (1. baskı), Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa; 328-330.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/247-249.

[467] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/249.

[468] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 331.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/250.

[469] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/250.

[470] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/251.

[471] Bu rivayete, diğer hadîsti şerif kaynaklarında tesadüf edilememiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/251.

[472] Bu hadîs-i şerîf diğer meşhur altı hadîs kitabında mevcut değildir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/251-252.

[473] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/252.

[474] Kaynak İçin 239 No.lu hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/252.

[475] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/252-253.

[476] Ebu Davud :  (40) Kitabti'1-Edeb,  (49,) Bab : Babun fi'n-Nasihati. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 333, 334.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/253.

[477] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/253.

[478] Ebu Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb, (35.) Bab : Fl'1-Gaybetİ. Fadîu'îlah: Cild :  1, Sayfa : 334-336. El-İsabe: Cild : 3, Sayfa : 240, Sayı: 7930.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/253-254.

[479] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/254.

[480] Ebu Davud : (40) K. Edeb, (85.) Bab: Men Ye'huzu'ş-şey'e Ale'l-Mizahİ. Tirmizl: (31) Kitabü'l-Fiten, Bab : 3. Fadîu'üah: Cild : 1, Sayfa : 336, 337.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/255.

[481] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/255-256.

[482] Müslim: (33) Kitabü'l-İmare, (38) Babü Fadl İ'aneti'1-Gazi Pi sebi'lil-lab, Hadîs : 133. Elm Davud:  (40) KitatoTl-Edeb, (115.) Bab : Fi'd Dâlli Ale'l-Hayri. TirmîsA:  (39) KitabÜ'I-îlm, Bab : 14. Fadlu'llah: Clld : 1, Sayfa : 337, 338.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/256.

[483] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/256-257.

[484] Buharı: (51) K. Hibe,  (28.) Bab: Kabûli'l-Hedlyyeti Minc'i-Mügrikin. Müslim:  (39) Kitabü's-Selâm, Bab :  17, Hadîs : 45. Ebu Davud: (38) K. Diyat, (S.) Bab : Pi'men Sekiye Rccülen Sümmen. Fadlu'llah: Cild :  1, Ssyfa : 338, 339. Müsnedi'î İmam Ahmed: Sayı : 2785.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/257.

[485] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/257-258.

[486] Ebu Davud:  (40) K. Cild :  2, Sayfa :  550,  (4.) Babü'n Pi't Tecavüz. Buharİ:  (65) KitaM't-Tefsir, (7.) Bata : Sûreti'1-Araf. Taberi Tefsiri: Eser numarası : 15538, 1554İ (K. baskı: El-Babi, 1373) Cild : 9, Sayfa :  154. El-tstidb : Cild : 2, Sayfa :  291-298. El-îsabe: Cild: 2, Sayfa: 301, Sayı: 4682. Fadlu'lîah: Cild: 1, Sayfa: 340, 341. Kamusu'l-A'lâm: Cild: 4, Sayfa: 3101.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/258-259.

[487] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/259-260.

[488] Müsned-i İmam Ahmed: Nu. 2136 — 2556. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  342, 343.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/260.

[489] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/260.

[490] Buharı:  (65) Kitabü't-Tefsîs, Fetih Sûresi, (3.) Bab : İnnâ Erselnake Sahiden ve...

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/261-262.

[491] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/262-263.

[492] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/263.

[493] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/263.

[494] Fadlu'îlah : Cild : 1, Sayfa : 343-346. Ebu Davud: (40) K. Edeb, (37) Babü'n ü'n Nehyi Ani't Tecessüsi. Eî-Müstedrek: Kitabü'l-Hudud, Cild : 4, Sayfa :  378. Fadlu'îlah: Cild :  1, Sayfa : 347, 348. İbni Hibban da Sahih'inde tesbit etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/263-264.

[495] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/264.

[496] Bu hadîs Küttib-i Sitte'de mevcut değildir. Ancak bunu Taberanî tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 248, 249.Taberanî:   Mecma'uz-Zevaid :   Kitabü'i-Menakıfc,   Babu  Ma   Cae   fi:i Hasen (R.A.) Cild : 9, Sayfa :  176.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/264-265.

[497] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/265.

[498] Buharı (78) Kitabü'1-Edeb, (68.) Bab : Et-Tebeosümti ve'd-Dahik. Müslim: (44) Kitabü Fezaili's-Sahabe, (29.) Bab, Hadîs :  135. El-İsabe: Cild : 1, Sayfa : 234, Sayı : 1137. El-îstiab: Cild :  1, Sayfa : 234. Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3, Sayfa : 1782. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 349. Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.Buharlı (65), K. Tefsir, Ahkâf sûresi (46/2) Felemma Re'evhu Arifan. Müslim: Kitabti'l-İstiska, (3.) Bab : Hadîs : 16. Ebu Davud; (40) K. Edeb, (104) Babu ma yekûlü iza haceti'r-Rih. Fadlu'llah ; Cild. ;  1, Sayfa : 350.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/265-266.

[499] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/266.

[500] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/267.

[501] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/267.

[502] Tirmîzi:  (34) Kitabü'z-Zühd, (2.) Bab : Meni't Teka'l Maharim... İbnî Mace: (37) K. Zühti, (24) Babü'l Vera-i ve't Takva, Hadîs : 4217. Fadlu'llafr ; ÇiîĞ; 1, Sayfa : 351, 352.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/268.

[503] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/268.

[504] İbni Mace:   (37) Kitabü'z-Zühd,  (19) Babü'l Hüzni ve'l Buka-I, Ha­dîs : 4193. 252 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/268-269.

[505] 252 ve 253 sayılı hadîslere bakınız. Sahih-i Buharî'de de (Lâ Tes'elû an eşyae) Âyetinin tefsirinde bu ha­dîsin bir kısmı tesbit edilmiştir. İmam Ahmed, Müsned'inde ve İbni Hibban Sa-hih'inde tamamını tesbit etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/269.

[506] Bu hadîsi İbni Hibban ve îmam Ahmed tahriç etmişlerdir. Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 354.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/270.

[507] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/270.

[508] Tirmizi: (34) Kitabü'z-Zühd, (39.) Bata : Ma cae fi Maişeti's Sahabeti, Hadîs : 2370.

Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (114.) Bab : Pi'l Meşvereti. İbni Mace: (33) K. Edeb, (37.) Bab : El-MÜsteşaru Mütemen, H. 3745. El-îstiab: Cild : 4, Sayfa :  199. El-İsabe: Cild : 4, Sayfa : 209, Sayı : 1199. Hakim MÜstedrek'te: İbni Hibban : Sahih'de tesbit etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/271-272.

[509] Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 357.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/272-273.

[510] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/274.

[511] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/274.

[512] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/274-275.           

[513] Hadîsin 1. bölümü : İbni Mace: Mukaddime, Bab : 4, Hadis : 34. Hadîsin 3. bölümü : İbni Mace: Mukaddime, Bab : 8, Hadîs : 53. Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa : 358.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/275.

[514] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/275-276.

[515] (Aranızda selâmı yayın) kısmına kadar: Müslim: (1) Kitabü'1-îman, (22.) Bab. Hadîs : 93. Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (131.) Bab: îfşai's-Selâm. Fadlu'llah: Cild : I, Sayfa : 359, 360.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/276.

[516] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/277.

[517]  A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/278.

[518] Bu hadîs-i şerif Kütübi Sitte'de yoktur. Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 360, 361.

[519] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/278.

[520] Bu eseri, tbni Hibban «Ravzatu'l-Ukalâ»'da tahriç etmiştir.Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 361.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/278-279.

[521] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/279.

[522] Bu eser için başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/279.

[523] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/279.

[524] Buhari:  (78) Kitabü'1-Edeb,  (90.) Bab : Ma Yecûzu Mine'ş ŞiTi ve... Müslim: (43) Kitabü'I-Fezail, (18.) Bab: Hadîs: 70-73. Fadlu'llah: Cild : X, Sayla : 363-365.

[525] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/280.

[526] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/280-281.

[527] Tirmizi: (25) Kitabü'l-Birri, (57.) BaiJ; Ma Cae fil Mizahi. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 365.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/281.

[528] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282.

[529] Kütüb-i Sitte'de bu eserç rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282.

[530] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282.

[531] Fadlu'llah: Cild:   1, Sayfa:  366.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282-283.

[532] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/283.

[533] Ebu Davud: (40) Kitabtt'1-Edeb, (84.) Bab : Ma Cae fi'l Mizah, Cild: 2. Sayfa : 596 (I. baskı, 1952). Tirmizi: (25) K. Birri, (57.) Bab : Ma Çae fi'l Mizah, Hadîs : 1992. Fadlu'llah: Cild :  1. Sayfa ;  366, 367.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/283.

[534] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/283-284.

[535] Buharî:  (78) KitabÜ'1-Edeb, (18) BabÜ'l inblsatJ lla'n Nas. Müslim:  (38) Kitabü'1-Adab, Bab (5), Hadîs:  30. tbni Mace:  (33) Kitabü'1-Edeb, (24) Babü'n fi'l Mizah. Fadlu'llah; Cüd : 1, Sayfa : 367, 368.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/284.

[536] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/285.

[537] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/285.

[538] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/285.

[539] Tirmizî: Ebvabü'l-Birri Ve's Sıleti, (63.) Bab. Hadîs: 2070.

[540] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/286.

[541] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/287.

[542] Buharî: (78) K. Edeb, (39) Babu Hüsnİ'l Huluki Ve's Scha-i ve Ma... Müslim:   (43)  Kttabü'l-Fezail, Bab:   (16), Hadîs:  68.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/287.

[543] 270 ve 271 sayılı hadîs-i şeriflere bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/287.

[544] Bu hadis Kütüb-i Sİtte'de mevcut değildir.MÜsnedl îmam Ahmed; CHd : 2, Sayfa: 381. (I. baskı).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/288.

[545] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/288.

[546] Buharî:   (61)   Kitabü'l-Menakıb,   (23.)   Bab :   Sifatü'n-Nebî   (S.A.V.) Müslim:  (45) Kitabü'l-Pezail, Bab:   (20), Hadîs: 77. Fadlu'îlah: Cild :  1, Sayfa :  372.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/288-289.

[547] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/289.

[548] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/289-290.

[549] Bu eseri îman bahsinde îmam Ahmed ve Hâkim tahriç etmişlerdir. Fadlu'îlah: C. 1, S. 373.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/290.

[550] Buhari:  (81) Kitabü'r-Rikak,  (15.) Bab: El-Ginâ, Gina'n-Nefsi. Feyzül-Kadîr :  Cild :  5, Sayfa:  358, Sayı:  7579  (Buharı hadîsi). Müslim:   (12) Kitabu'z-Zekât,  (40.) Bab, Hadîs:  120. Müsned-i İmam Ahmed: Cild: 2, Sayfa: 390 (I. baskı). Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 374.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/291.

[551] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/291.

[552] Buhari:   (78)  Kitabü'1-Edeb,   (39.)   Bab :   HÜsnü'l-Huluki Ve's-Seha-i Ve Ma Yukrehu.

Müslim, (43) Kitabu'l-Fezail, (13.) Bab, Hadîs: 51. Tirmm: Şemaîlü'r-Resûl (S.A.V.) eserinde. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 374.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/292.

[553] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/292.

[554] Bu hadîs-1 şerif Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir. Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 375-376.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/292-293.

[555] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/293.

[556] Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 377, 379. 278 sayılı hadîse bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/293.

[557] 278 sayılı hadîse bakınız.Buharî: (78) Kitabü'1-Edeb, (39.) Bab : Hüsnü'1-Huluk-i Ve... Müslim:  (43) Kitabü'l-Fezail, (14.) Bab, Hadîs : 56. Fadîu'llah : Cİld :  1, Sayfa : 377.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/294.

[558] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/294-295.

[559] Nesaî: (25) KîtabÜ"l-Cihad. (8.) Bab : Fadlu Men amile Pi SebUİ-Uahi Alâ Kademini. tbni Mace: (24) Kİtabü'l-Cihad, (9.) Bab, Hadis : 2774. Müsned-i İmam Ahmed: Cild : 2, Sayfa : 342 (I. baskı). Fadîu'Uah: Cild : 1, Sayfa : 379.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/296.

[560] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/296-297.

[561] Tirmizi:  (25) Kitabü'l-Birri ve's-Sılât (41,) Bab : Ma Cae Fi-1 Bahîl. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 380.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/297.

[562] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/297.

[563] Bu haber için başka kaynağa rastlanamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/297-298.

[564] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/298-299.

[565] Bu hadis, Kütüb-ü sitte’den yalnız Ebu Davud’un Sünen’inde vardır.ravisi Ebu hüreyre değil, Hz.Aişe (r.a.)  dır.Fadlu’llah:Cild:1.Sayfa:381-384. Ebu Davud: (40) Kitabü’l Edeb, (7). Bab: Fi-Hüsnü’l-Huluk-i.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/299.

[566] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/299.

[567] Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 384. Bak. 284 No.Iu hadîs).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/299-300.

[568] Bu haberi, Hafız îbnî Hacer tsabe'sinde :  (Cild : 1, Sayfa : 543-544) tahriç etmiştir. Fadlu'îlah; Cild ; 1, Sayfa : 384-385.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/300.

[569] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/300.

[570] Bu hadîsi imam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'îîah: Cild : 1, Sayfa : 385-386.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/300-301.

[571] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/301.

[572] Bu haberi îmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'lîah: Cild :  1, Sayla : 387.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/302.

[573] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/302-303.

[574] İbni Mace:  (37) K. Zühd, (29.) Bab: Zikri'z-Zünûb, Hadîs:. 4246. Tirmizî;   (61)   Ebvabü'1-Birr;   Ve's-Sıleti,  Bab:   Ma  Câe Fi  Hüsni'l-Hulki, Hadîs No. 2072. El-Müstedrek: Kitabü'r-Rikak, Cild : 4, Sayfa : 324. Fadlu'llah: Cild: 1, Sayfa: 387-388. Ayrıca bunu İmam Ahmed tahriç etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/303.

[575] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/303-304.

[576] Başka kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/304-305.

[577] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/305.

[578] İl)ni Mace:  (31) Kİtabü't-Tıbb, (1.) Bab : Ma Enzellellahu Dacn îliı Enzele Devaen, Hadîs : 3436. Tırmizî: Ebvabü't-Tıb. (3.) Bab : Ma Câe Fi'd-Devai Ve'1-Hassialeyhi. Hadîs : 2109. tCild : 3, Sayfıt :  1U9) Ebu Davud:  (27) Kitabü't-Tib, (1.) Bab : Babü'r-RecÜIi Yetedava. El-Müstedrek: Kitabü't-Tıb Hayrü Ma Ûtiye'l-Müslimü Hulûkün Ha-sen. (Cild : 4, Sayfa :  199)

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/305-306.

[579] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/306-307.

[580] Buharî:  (1) Kitabti Bedi'l-Vahyi, (5.) Bab : Haddese Sena Abdan. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, (12.) Bab, Hadîs; 50. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 391-392.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/307-308.

[581] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/308.

[582] Müslim:  (22) Kitabü'l-Müsakat, Hadîs: 30.Tirmizî; (65) K. Buyu, Bab : Ma Câe Fi İnzari'l-Mu'siri Ve'r-Rifki Bini. Fadlu'llah; Cild :  1, Sayfa :  392-393.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/308-309.

[583] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/309.

[584] İzahat için, 289 sayılı hadîs-i şerife bakınız. İbni Mace:  (37) Kitafcu'?-2ü!ıcl, (29.) Bab : Hadîs : 4246. Ttrmizî:  (28) Kitabü'l-BirrJ,  (6?.) B^b, Hadîs :  2005. El-Müstedrek: Kitabü'r-Rikak. Ciîd : 4, Sayfa : 324. Fadlu'llah: CJld : 1, Sayfa : 393.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/309-310.

[585] Müslim :   (45)  Kitabü'l-Birri, Hadîs :   14-15. Tirmizi:   (37) Kitabti'z-Zühd,  (52.)  Bab, Hadîs :  2390.Darimî:  (20) Kitabü'r-Rikak,  (73.) Bab : Fi'1-Birri Ve'1-îsmi, Hadis ;2792-2793.  (Cild :  2, Sayfa :  230)

Hakim: Kltafcü'I-Buyû', Cild : 2, Sayfa : 14.Ayrıca İmam Ahmed ile Ebu Avane Birr babında, bu hadîsi tabriç

etmişlerdir.                   

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/310.

[586] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/310-311.

[587] Fadlu'îlah: Cİld : 1, Sayfa: 395-397. El-İsabe:  Cild :   1, Sayfa:  230, Sayı:   1110 ve Cild:  2, Sayfa:  522, Sayı :  5799. El-îsttdb: Cild: 1, Sayfa: 254 ve Cild: 2, Sayfa: 496. KÜtüb-l Sitte'de bu hadîs mevcut değildir. TcLberani'nin Kebir  ve Evsat'da isbat  ettiğim  Heysemi   «Mec'mau'z-Zevaid» (C. 9, Sayfa ; 314-315) de tesbit etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/311-312.

[588] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/312-313.

[589] Buharî: (81) K. Rikak, (32.) Bab : Ma Yukrehu Mİn Kıylin ve Kal. Müslim:  (30)  Kitabü'I-Ekdiye, Hadis :  12-14. Bu rivayet; Bu eserin 16 ve 460 No.lu hadîslerinde isbat edilmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/313-314.

[590] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/314-315.

[591] Bu hadîs-I şerif için 279 sayılı hadîsin açıklamasına bakınız. Buhari:  (78) Kitabü'l Gdeb,  (39.) Bab : Htisnül Huluk Ve's-Seha-i. Müslim:  (43) Kİtabü'l-Fezail, Hadîs : 56.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/315.

[592] Bu hadîs-i şerif Küttib-i Sitte'de yoktur. Ancak bunu İmam Ahmed ve Ebu Avane Zekât bahsinde, İbni HiWan ye Hâkim Diyat bahsinde tahriç et­mişlerdir. Fadlu'llah; Çüd ; 1, Sayfa : 400.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/315-316.

[593] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/316.

[594] Tirmizî:  (34) Kitabü'z-Zühd,  (21.) Bab: Ma Cae Fl'z-Zehadetİ Pl'd-Dünya. Hadîs : 2449. (Cild : 4, Sayfa : 5) İlmi Mace: (37) Kitabü'z-Zühd, (9.)" Bab, Hadîs : 4141. Fadlu'llah: Cild :   1, Sayfa :  400-401.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/317.

[595] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/317-318.

[596] İbni Mace: (12) K. Ticarat, (1.) Bab : Hassi Ale'l-Mekasib, Hadîs: 2141. Fadlu'llah : Cİld : 1, Sayfa : 301-302.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/318-319.

[597] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/319.

[598] Daha önce geçen 295 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/320.

[599] Buhârî: (56) KitabÜ'l-Cihad, (24.) Bab : Şecaati Fi'1-Harbi ve'1-Cubni. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs : 48. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 403-404.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/320-321.

[600] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/321.

[601] Tirmizl:  (27) Kitabü'l-Bİrri,  (45.) Bab : Ma Cae Fi Talâkati'l-VechL Hadîs :  1971.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/321.

[602] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/321-322.

[603] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 404.Buhârî: (49) Kitabü'1-Itk, (2.) Bab : Eyyü'r-Rikabı Afdal. Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadîs:  136. Müsnedi İmam Ahmed: Cild : 5, Sayfa : 150. (I. Baskı) Tafsilât için 220 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/322-323.

[604] Buhârî: (24) Kitabü'z-Zekât, (30.) Bab : Ala Külli Müslimin Sadakatin. (78) Kitabü'1-Edeb, (33.) Bab. Her ma'ruf sadakadır. Müslim:  (12) Kitabü'z-Zekât,  (16.) Bab, Hadîs: 55.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/323.

[605] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/324.

[606] Tabureni ve Bezzar : H. Kcysemî:  Mecmau'z-Zevaid Kİtabü'l-Ed'iye, Cild : 10, Sayfa : 173-174. Mişkatü'l-Mesabih: Cild : 2, Sayfa : 765, Hadis : 2500. Feyzu'l-Kadîr: Cild : 2, Sayfa : 139, Sayı: 1519. Fadlu'llah : Cild :   1, Sayfa : 405-407.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/324.

[607] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/324-325.

[608] El-MÜstedrek : Kitabti't-Tefsir, Sûretü'l-Mü'minûn, Cild : 2, Sayfa : 392. Tabakat-ü îbni Sa'd: Cild : 1-2, Sayfa : 89. Nesaî: Tefsir'de. Bu hadîs-İ şerîf KütÜb-i Sitte'de mevcut değildir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/326.

[609] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/326-327.

[610] Tirmizl: Cild : 6, Sayfa : 224, Hadîs : 2020. El-Müstedrek : Kitabü'l-îraan, Cild :  1, Sayfa : 47. Fadlu'llah : Cild ; 1, Sayfa : 408.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/327-328.

[611] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/328.

[612] Bu hadîs-i şerif Kütüb-i Sltte'âe mevcut değildir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/328.

[613] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/328.

[614] Buharl: (78) Kitabü'1-Edeb,  (38.) Bab. (Peygamber fahiş değildi.) Müslim: (39) Kitabü's-Selâm, Hadîs : 10.İbni Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (13.) Bab: Reddi's-Selâml Ala Ehli'z-Zimmeti. Hadis :  3698. Fadîu'llah; Cild : 1, Sayfa : 409, 410.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/329.

[615] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/329.

[616] Tirmizî:  (28) Kitabü'l-Birri, Cild : 6, Sayfa:  199, Hadîs:  1978. Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 312-313.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330.

[617] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330.

[618] Müslim:  (45) Kitabü'l-Birri,  (26.) Bab, Hadîs : 98-100.  (Bu rivayetin manasına yakındır.)Tirmizî:   (28)  Kitabti'l-Birri,   (78.)  Bab, Hadîs:   2026.   (Bu rivayetin manasına yakındır.) Fadîu'llah; Cild: 1, Sayfa; 411-412.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330.

[619] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330-331.

[620] Bundan önceki hadîs-i şeriflere bakınız. Bu haberi, İbni Hibban «Rav-zatü'l-Ukalâ» kitabında tahriç etmiştir. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa ; 412.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/331.

[621] Bu haberin kaynağına diğer hadîs kitaplarında rastlanamamıştır.

[622] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/331-332.

[623] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/332.

[624] Müslim:  (45) Kitabü'l- Birri, Hadîs : 85-86. Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (45.) Bab : Pl'1-Lâln, Cild : 2, Sayfa:575/1952 Mısır. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 413.Müsned-i İmam Ahmed: Cild ; 6r Sayfa : 448. (I. Baskı)

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/332.

[625] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/332-333.

[626] Müslim: (45) Kitabü'l-BJrri, Hadîs: 84. El-Müstedrek: Kitabü'1-îman, Cild : 1, Sayfa : 47. (Mana bakımından bu rivayete yatındır.) Fadlu'llah : Cild :  I, Sayfa : 414.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.

[627] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.

[628] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.

[629] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.

[630] Bu hadîs-i şerifi Beyhakî Şu'abü'l-îman'da tahriç etmiştir, Kütüb-i Sitte'âe yoktur. Fadlu'llah: Cİld :  1, Sayfa : 415, dip not.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/334.

[631] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/334.

[632] Ebu Davud : (40) Kitabü'1-Edeb, (45.) Bab: Fi'1-La'in. Tirmizî: (25) K. Birri, (48.) Bab: Ma Cae Fi'1-La'in. Hadîs : 1977. El-Müstedrek: Kitabü'1-îman, Cild : 1, Sayfa : 48. Feyzu'l-Kadir: Cild : 6, Sayfa : 420, Hadîs : 9863. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 415.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/335.

[633] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/335.

[634] Müslim:  (45) Kitabü'KBirri, Hadîs; 87. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 415.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/335-336.

[635] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/336.

[636] Buhârî: (78) Kitabü'1-Edeb, (50.) Bab : (Nemime). Müslim:  (1) Kitabü'1-îman, Hadîs :  168-170, Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (33.) Bab : Fi'1-Kattat. Ttrmizi: Ebvabü'l-Birri, Babü Ma Cae Fi'n-Nemmam. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 416-417.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/336.

[637] İhya-i Ulûm, Cüz : 3, Sayfa :  135.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/336-337.

[638] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/337.

[639] Müsned-î İmam Ahmed: Cild : 6, Sayfa : 459. (I. Baskı) Kısaltılmış olarak : İbni Mace : Hadîs: 4119. Beyhâkî tahrlç etmişlerdir. Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 419, dip not.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/337-338.

[640] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/338.

[641] Bunu Bey haki: Şu'abü'1-îman adlı eserde tahriç etmiştif. Fadlu'lîah : Cild : 1, Sayfa : 420.       

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/339.

[642] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/339.

[643] Hadîs hafızı: Mİzzî, Tehzibu'l-Kemal adlı eserde nakl etmiştir. Baca kaynaklarda bu habere rastlanamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.

[644] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.

[645] Bu haber İçin başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.

[646] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.

[647] Diğer kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/341.

[648] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/341.

[649] Diğer kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/341-342.

[650] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/342.

[651] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/342.

[652] Ebu Davud: (40) K. Edeb, (63.) Bab: Fi'1-Elkab, Cild: 2, Sayfa: 587. Tirmizî:  (44) Kitabü't-Tefsîr, Hücurat Sûresi, Hadîs : 3264.  timi Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (35.) Bab, Hadîs: 3741. Müsned-î İmam Ahmed : Cild : 4, Sayfa : 69. (I. Baskı) El-Müstedrek: Kitabü't-Tefsir, Cild : 2, Sayfa : 463. Fadîu'îlah : Cild : 1, Sayfa : 422-423.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/342-343.

[653] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/343.

[654] Başka kaynaklarda bu habere rastlanamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/343-344.

[655] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/344.

[656] 312 sayılı hadîs-i şerife bakılsın. Tirmizî, Hadîs: 1978.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/344-345.

[657] Buhârî: (52) Kitabü'g-Şehadat, (16.) Bab: îza Zekkâ Recülen. Müslim: (53) Kltabü'z-Zühd, (14.) Bab, Hadîs : 65-66. Ebu Davud: K. Edeb, (10.) Bab, Cild : 2, Sayfa : 553 (Mısır bas.)  Cild : 1, Sayfa ; 425-426.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/345.

[658] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/346.

[659] Buhârî: (78) K. Edeb, (54.) Bab : Ma Yükrehu Mine't-Teraadühi. Müslim: (53) Kitabti'z-ZÜhd, Hadîs : 67,  CİM : 1, Sayfa ; 426-427.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/346.

[660] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/346.

[661] Başka kaynaklarda bu habere rastlanamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/347.

[662] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/347.

[663] Bu haberi, Beyhakî ve İbni Mace Hz. Muaviye'den başka bir rivayetle aynı manada tahriç etmişlerdir. (Hadîs : 3743) Fudlu'llah; Cild : 1, Sayfa ; 427.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/347.

[664] Tirmizî: (50) K. Menakiü, Cüz : 9, Sayfa : 346, Hadîs : 3797-3882. El-Müstedrek: Marifetü's-Sahabeti, Cild : 3, Sayfa : 233. Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 427-428.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/348.

[665] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/348-349.

[666] Buhârî: (78) Kİtabü'1-Edeb, (38.) Bab : Lem Yefcun-İ Nebiyyü CS.A.V.) Fahişen ve-la Mütefahiıisen. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs : 73. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 429-430.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/349-350.

[667] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/350.

[668] Müslim:   (53) Kitabü'z-Zühd, Hadîs:  68. Tirmİzî:   Ebvabü'z-Zülıd,   Babu Kerahiyeti'l-Midhati   Ve'1-Meddahin, Hadîs : 2504. Ebu Davud : K. Edeb, Babü'n Fİ Kerahiyeti't-Temaduh-i, C. 2, Sf. 553. Feyzuî'kadlr: Cild : 1, Sayfa : 362, Hadîs : 646. Fadlu'îlah : Cild :  1, Sayfa : 431-432.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/350-351.

[669] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/351.

[670] Bundan önceki hadîs-1 şeriflerin açıklanmasına bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/351-352.

[671] Bu hadîs-i şerifi İmam Ahmed, Cild :  5, Sayfa: 32.  (I. Baskı). Ebu Davud, Nesaî tahriç etmişlerdir. Fadîu'lîah : Cild : 1, Sayfa : 435.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/352-353.

[672] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/353-354.

[673] Bu hadîs-İ şerifi İmam Ahmcd, Hâkim, İbni Hîbban tahriç etmişlerdir. Fadlu'lîah: Cild :  1, Sayfa : 427.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/354-355.

[674] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/355.

[675] Bu haber için başka bir kaynağa rastlanamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/355-356.

[676] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/356.

[677] Diğer kaynaklarda bu esere rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/356.

[678] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/356.

[679] Tirmizî: (28) Kitabü'l-Birri, (64.) Bab, Hadîs: 2009. timi Mace:  (6) Kitabü'l-Cenaiz, (2.) Bab, Hadis : 1443. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 438-439.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/357.

[680] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/357.

[681] Bu habere diğer kaynaklarda rastlanamannştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/358.

[682] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/358-359.

[683] Buharı: Kitabü'l-Ecleb, Ziyaret Babı, Fadlu'îlah : Cild : 1, Sayfa ; 440-441.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/359.

[684] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.

[685] Diğer kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.

[686] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.

[687] Müslim: (37) Kitabü'l-Libas, Hadîs :  10.Ebu Davud: Cild : 2, Sayfa : 372, 1952/Mısır bask. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 441-443.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.

[688] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/361.

[689] Buhârî: (11) Kitabü'1-Cuma, Bab : 7. Müslim:  (37) KItabü'l-Libas, Hadîs : 6-9.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/361-362.

[690] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/362.

[691] Müslim:  (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs: 38. Fadlu'Uah : Cild ; I, Sayfa ; 444.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/362.

[692] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/363.

[693] Ebu Davud: K. Edeb, Cild : 2, Sayfa : 626, 1952/Mısır bask. Fadlu'llah; Cild :  1, Sayfa ; 444-445.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/363.

[694] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/363.

[695] Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız. Tirmizî, Kitabti'z-Zühd, Hadîs : 2386.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/364.

[696] Hâkim: Kitabü'l-Birri Ve's-Sılâ. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 446-447.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/364-365.

[697] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/365.

[698] Ebu Davud; (40) Kitabü'1-Edeb, (58.) Bab : Er-Rahme.Tirmizl: (25) Kitabü'l-Birri, (15.) Bab: (Çocuklara merhamet) 353 ve 354 sayılı hadîslere bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/366.

[699] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/366.

[700] Mana bakımından bu hadis-i şerifin bundan önceki hadîslerden farkı yoksa da, lâfız ve sened değişikliği itibariyle Kütüb-i Sitte'do mevcut değildir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/367.

[701] Ebu Davud: Kitabü'1-Edeb. Fadlu'îîah: Cild :  1, Sayfa: 449.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/367.

[702] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/367-368.

[703] 354 sayılı hadîs-i şerîfe müracaat ediniz.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/368.

[704] Bk : İslâm Fıkht ve Hukuku, Sayfa : 281-282. 

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/369-370.

[705] Buharı:   (78)  Kitabü'1-Edeb,  (89.)  Bab : IkramÜ'l-Kebîri. Müslim:  (28) Kitabü'l-Kasame, Hadîs:  1-6. Ebu Davud: Kitabü'd-Diyat, Cild : 2, Sayfa : 484-485. Tirmtâ: (14) Kitabü'd-Diyat, (23.) Bab, Hadîs: 1422. Sünen-i Nesaî: Kitabü'd-Diyat, Cild ; 8, Sayfa : 6-12. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 450-452.

[706] Bu zat ilmi ve kıraati ile meşhur Abdullah ibni Mesud değildir.

[707] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/370-371.

[708] Buhârî:  (65) Kitabü't-Tefsir. Sûre-i İbrahim (14). Müslim:  (50) Kitabu Sıîati'l-Münafikîn, Hadîs : 63-64. Fadlu'llah : Cild :  1, Sayfa : 452-453.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/371-372.

[709] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/372-373.

[710] Nesaî: Cild : 4, Sayfa : 14, En-NiyahatÜ Ale'l-Meyyit (kısaltılmış ola­rak). 1964 Mısır, ilk baskı. Fadlu'Uah: Cild : 1, Sayfa : 453-458. Et-lstiab : Cild : 3, Sayfa : 224. Eî-tsabe: Cild : 3, Sayfa : 242.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/373-374.

[711] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/374-376.

[712] Müslim: (15) Kitabü'1-Hacc, Hadîs:  (413-415), Bab : (85). îbni Mace:  (39) Kitabü'l-Et'ime, Hadîs:  (3329). Tirmizl: (49) Kitabü'd-Daavat, Hadîs:  (3450). Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 458-459.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/376.

[713] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/376-377.

[714] 353 sayılı haçüş-i şerîfç yç açıklamasına.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/377.

[715] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/377.

[716] İbni Mace: El-Mukaddime, Bab : Fezaili Sahabe, Hadîs :  142-144. Tirmizl: Menakıb-ı Hasan ve Hüseyin, Hadîs : 3777. El-İstiab: Cild : 3, Sayfa : 627. El-İsabe: Cild : 3, Sayfa : 630, Sayı : 9363, Faölu'Uah; Cild : 1, Sayfa ; 459-460.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/378.

[717] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/378-379.

[718] El-İstiab: Cild : 2, Sayfa: 2G6 ve Cild : 4, Sayla: 436. El-İsabe: Cild : 2, Sayfa : 280, Sayı : 365 ve Çiid : 4, Sf : 439, Sy : 1309,  OM : X, Sayfa : 460-461.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/379-380.

[719] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/380.

[720] Bu haber için herhangi bir kaynağa rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/380-381.

[721] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/381.

[722] El-lsabe: Cild : 1. Sayfa: 312, Sayı: 4725. El-l&tiab: Cİld :  1, Sayfa : 374. Kamusu'l-A'lâm: Cild : 4, Sayfa : 3094. Fadlu'llah: Cild :   1, Sayfa :  461-462.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/382.

[723] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/382-383.

[724] Buharı:  (78) Kitabü'1-Edeb, Bab:   (81). Müslim:  (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs: 81. İbni Mace: Kitabü'n-Nikâh, CÜd :  1, Sayfa : 637, Hadîs :  1982. Ebu Davud : Kitabu'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa :  580-581, Mısır/1952. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 462.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/383.

[725] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/383.

[726] Fadlu'llah:  Cild :   1, Sayfa:  463-464. Kamusu'l-A'lâm: Cild: 4, Sayfa: 3101-3102.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/384-385.

[727] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/385.

[728] Buhârî:  (97) Kitabü't-Tevhid, Bab :(2). Müslim: (43) Kitabü'l-Fesail, Hadîs : 66. Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 464.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/386.

[729] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/386.

[730] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.

[731] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/386.

[732] Bundan önceki habere bakılsın. Bunu İbni Huzeyme tahriç etmiştir. Fadîu'îîah: Cild : 1, Sayfa : 465.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/387.

[733] Bu  hadîs-i   şerifi  Taberanî,  Ziyad  ibni   Mİftrafc'dan  Malik  yolu  ile zMu'cemü's-Sağîr'inde tahriç etmiştir.Fadlu'lîah: Cild :  1, Sayfa : 466.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/387.

[734] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.

[735] Tirmizl: (25) Kitabü'l-Bîrri, Bab : (16), Hadîs: 1924. Ebu Davud: Kitabü'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa: 583, Mısır bask./1952. Fadîu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 466.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.

[736] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.

[737] 370 sayılı hadîs-i şerîfe bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.

[738] Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs: 63, El-İstiab: Cild : 1, Sayfa : 23. Fadîu'îlah; Cild : 1, Sayfa : 467.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/389.

[739] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/389-390.

[740] Çoluk-çocuğa şefkat ve merhamet etmekle İlgili olan bu hadîs-i şerifi Nesaî tahriç etmiştir.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa ; 467.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/390-391.

[741] Buhârl: (42) Kitabü'l-Müsakat, (9.) Bab. Müslim: (39) Kitabü's-Selâm, Hadîs : 153. Ebu Davuâ: Kitabü'l-Cihad, Cild : 1, Sayfa : 22, Mısır bask. 1952. Fadîu'llah: Cild ;  1, Sayfa : 468, 469.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/391-392.

[742] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/392.

[743] Buhârî:   (42)   KitabÜ'l-Müsakat,   (9.)  Şab. Müslim; (39) Kitabü's-Selâm, Hadîs : 151. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 469, 470.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/392-393.

[744] Nisa Sûresi, Âyet: 31.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/393.

[745] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/393.

[746] Bu hadis Kütüb-i Sİite'de yoktur. Bunu İmam Ahmed de tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild : I, Sayfa ; 471.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/393.

[747] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/394.

[748] Merhametle İlgili bundan önceki hadîslere ve açıklamalarına bakılsın. Bunu İmam Ahmed tahriç etmiştir. Kütüb-i Sitte'ûe yoktur.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/394.

[749] Ebu Davud : (15) Kitabü'l-Cihad, (112.) Bab ve Çiltf ; 2, Sayfa : 51 ve Cild : 2, Sayfa : 656. 1952 bask. Fadîu'lîah; Cild; 1, Sayfa: 471, 472.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/394-395.

[750] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/395.

[751] Mizanü'l-İtidal, Cild : 4, Sayfa: 301-302. No: 9233. Fadîu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 472.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/396.

[752] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/396.

[753] Buhârî: (78) KitabÜ'1-Edeb, Bab:  (18, 112). Müslim: (38) Kitabü'1-Adab, Hadîs : 30.Et>u Davud: Kitabü'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa : 589, 1952/Mısır bask. Tirmizî:   (28)  Kitabü'l-Birri,   (57.)  Bab, Hadîs :   1990, İbni Mace: (33) Kitafcü'I-Edeb, (24.) Bab, Hadîs : 3720.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/396.

[754] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/397.

[755] Buhârî:  (35) Kitabü's-Sulh, (2.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Bîrrl, Hadîs : 101. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 472-476.

[756] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/397-398.

[757] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/398-399.

[758] Buhârl: (78) Kitabü'1-Edeb, (69.) Bab.Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs: 103-105.Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 476-478. Ebu Davud: Kitabü'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa : 593, Mısır bask. 1952.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/399.

[759] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/399-400.

[760] Ebu Davud: Kitabü'l-Edab, Cild : 2, Sayfa : 594, Mısır fcask. 1952. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 478.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/400.

[761] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/400-401.

[762] Tirmizî:  (35) Kitabü'l-Kıyamet, (55.) Bab. tbni Mace: (36) Kitabü'l-Fiten, (23.) Bab, Hadis: 4032. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 478, 479.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/401-402.

[763] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/402.

[764] Buharı: (97) Kitabü't-Tevhid, (3.) Bab. Müslim:  (50) Kitabu Sıfatı11-Münafıkîn, Hadîs : 49, 50.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/402-403.

[765] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/403.

[766] Buhârî: (60)  Kitabü'l-Enbiya,  (28.) Bab. Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, Hadîs : 141, 142.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/403-404.

[767] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/404-405.

[768] Ebu Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb,  (50.) Bab. Tirmizl:  (35) Kitabü'l-Kıyamet, (56.) Bab. Fadlv'llah: Cild : 2, Sayfa : 482, 483.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/405.

[769] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/405-406.

[770] Bu haberi aynı isnadla Taberânî tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa: 484.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/406.

[771] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/406.

[772] Feyzü'l-Kadîr: Cild : 4, Sayfa:  546, Hadîs: 6215. Ebu Davud :  (40) Kitabü'1-Edeb,  (71.) Bab. Fadlu'ttah; CUd : 1, Sayfa : 484, 485.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/407.

[773] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/407.

[774] Tîrmîzî:  (25) Kitabü'l-Birri, (58.) Bab. Feyzu'l-Kadir: Cild : 4, Sayfa : 421, Sayı: 9865. Fadlu'llah: Cild :  1. Sayfa ; 485, 486.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/408.

[775] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/408-409.

[776] Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadîu No:  121. Feyzu'l-Kadîr: Cild : 1. Sayfa : 192, Sayı: 4890, .  Fadîu'llah; Cild : 1, Sayfa ; 486.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/409.

[777] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/410.

[778] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/410.

[779] İbni Mace:  (36) Kitabü'l-Fiten, (7.) Bab, Hadîs: 3949. Fadlu'llah; dW ; i, Sayfa : 4Ş6, 437.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/410-411.

[780] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/411.

[781] Buhârî:  (78) Kitabü'1-Edeb, C62.) Bab. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 480-491.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/411-413.

[782] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/413-414.

[783] Buhûrl: (78) Kitabü'1-Edeb, (57.) Bab. Müslim: (45) Kltabü'l-Birrl, Hadîs No : 23. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 491, 492.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/414-415.

[784] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/415-416.

[785] 388 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız. Buhârî:  (78) Kitabü'1-Edeb, (62.) Bab.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/416.

[786] Müslim:  (45); Kitabü'l.Birri, Hadîs No : 25. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 492, 49.3.. (1)    Buharı i (78) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 31. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 493.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/416-417.

[787] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/417.

[788] Bu hadis-I şerif Kütûb-i Sitte'de yoktur. Bunu îmanı Ahmed tahriç etmiştir. Fadîu'lîah: Cİld : 1, Sayfa : 494 dip not.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/417-418.

[789] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/418.

[790] Bundan önceki hadîs-İ şeriflere bakınız. Bu hadîs-İ şerîf Kütüb-i Sitte'-de yoktur. Bunu tmam Ahmed tahriç etmiştir. Cild : 4, Sayfa : 20.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/418-419.

[791] Buhârî:  (78) Kltabü'1-Edeb,  (63.) Bab.Müslim: (44) Kitabu Pezaİlİ's-Sahabe, Hadîs No : 80. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 496, 497.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/419.

[792] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/419.

[793] Ebu Davud:  (40) Kitabü'l-lîdeb,; (47.) Bab. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa ; 498.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/420.

[794] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/420.

[795] Bundan önceki 404 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız.

[796] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/420-421.

[797] 399 sayılı hadîs-i şerife ve kaynaklarına bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/421.

[798] 402 sayılı hadis-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/422.

[799] 398 ve 400 sayılı hadîs-i şeriflere bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/422-423.

[800] Buftdrî; (93) KitabüU-Ahkftm, (27.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 98. TirmiZl: (28) Kitabü'l-Birri, (78.) Bab, Hadîs No: 2026. Ebu Davud: Cild : 2, Sayfa : 566, 567, 1952 Mısır bask. Fadlu'llah ; Cild ; 1, Sayfa : 500.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/423.

[801] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/423.

[802] Buhârî: (78) Kitabti'1-Edeb, (57.) Bab. Müslim: (45) KitabÜ'l-Birri, Hadîs No : 28. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 501-504.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/423-424.

[803] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/424-425.

[804] Müslim:  (45) KitabÜ'r-Birri, Hadîs No :  35. Feyzü'l-Kadîr: CUd : 3, Sayfa : 259, Hadîs No : 3341. Fadlu'llah; Cild; I,.Sayfa; 501.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/425.

[805] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/425-426.

[806] Bu haberin kaynağına rastlanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/426.

[807] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/426.

[808] Bu hadis Kütüb-i Sitte'de ^mevcut değildir. İmam Şuyutl biraz değişik lâfızla bunu Taberantden nakletmiştir. Feyzu'l-Kadir: Cild : 3, Sayfa: 289, Hadîs: 3421.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/426-427.

[809] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/427.

[810] Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (47.) Bab. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa ; 506.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/427.

[811] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/428.

[812]  Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/428.

[813] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/428.

[814] Buhârî: (43) Kitabü^tstikraz, (20.) Bab.1 ' Müslim: (33) Kitabü'l4inaret, Hadis No : 20. Fadlu'ttah : Cild : li' Ba^fa : S07.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/429.

[815] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/429.

[816] BuMrt;  (51) Kitabü'1-HIbe,  (30.) Bab.Müslim: (24) Kitabü'l-Hİbat, Hadîs No : 5.  Fadiu'îîah: Cİld :  1, Sayfa : 507, 508.İslâm Ftkht ve Hukuku ; Sayfa ; 208, Hibe bahsi — A. F. Y.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/430.

[817] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/430-431.

[818] Ebu Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb,  (5.) Bab. Tirmizî: (25) Kitabü'l-Birri, (41.) Bab : Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 508, 509.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/431.

[819] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/432.

[820] Ebu Davud: K. Edeb, tntisar babı, CilÖ :  2, Sayfa:  673/ Mısır/1952.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/432.

[821] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/433.

[822] El-İsabe: Cild : 4, Sayfa : 238, Sayı : 386.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/433.

[823] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/433-434.

[824] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/434.

[825] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/434.

[826] Bu haber Kütüb-i Sttte'de yoktur. Bunu Bezzar ve îbni Hlbban tahrlç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/435.

[827] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/435-436.

[828] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 512. (1)    Müslim:  (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 68. Ebu Davud :  Cild :  2, Sayfa :   573, Kitabü'1-Adab, 1952 Mısır bask. Tirmizî: K. Birri, Babü'ş-Şetmi, Cild :   6, Sayfa :   201, Hadîs :   1982. Fadlu'llah : Cild :  1, Sayfa : 513.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/436.

[829] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/436.

[830] Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/436-437.

[831] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/437.

[832] Bu hadîsler için başka kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah: Cild :  I, Sayfa : 514.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/437.

[833] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/437-438.

[834] Bu hadîs-i şerîf Kütmi Sitte'de yoktur.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/438.

[835] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/439.

[836] Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız. Bu hadîs-i şerifi Müslim rivayet etmiştir: KitabÜ'l-Cenne (51), Hadîs No: 64.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/439.

[837] Ebu Davud:  (19) Kitabü'l-Harac, (35.) B*b. TirmİH: (19) Kitabü's-Siyer. (24.) BabrHadîs No: 1577. Feyzü'l-Kadlr: Cild : 3, Sayfa :  16, Hadîs No : 2634, 2635. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 515, 516.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/439-440.

[838] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/440.

[839] Vese-î; (37) Kitabü Tahrîmi'd-Dem, (27.) Bab.İbni Mace:  (36) Kitabü'I-Fiten, (4.) Bab, Hadîs No: 3941, Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 517.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/440.

[840] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.

[841] Buhârî (78) Kitabü'1-Edeb, (38.) Bab. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 518.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.

[842] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.

[843] Buharı:  (2) Kitabü'1-İman,  (36.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'l-İman, Hadis No; 116, Fadlu'llah: Cild ;  1, Sayfa : 518.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.

[844] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/442.

[845] Buhârl:  (78) KitabÜ'1-Edeb, (44.) Bab.Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadîs No; Ul, Fadlu'llah: CHd ; 1, Şayja : 519.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/442.

[846] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/442-443.

[847] Buhârî:   (61)  Kttabü'l-Menaklb,  (5.) Bab. Müslim:  (1) Kitabü'1-lman, Hadîs No :  112. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa ; 520.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/443.

[848] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/443-444.

[849] Buhârî:   (78) Kitabü'1-Edeb,  (44.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, (109.) Bab. Famu'Ucth; ÇUÜ ; 1, Sayfa : $21, 522.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/444.

[850] A'raf Sûresi, Âyet: 200.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/444-445.

[851] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/445.

[852] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/445-446.

[853] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/446.

[854] Buhâri:  (78) Kitabü'l-Edeb, (72.) Bab. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No : 127. Fadîu'îîah: Cild :  1, Sayfa : 523, 524.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/446-447.

[855] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/447.

[856] Ebu Davud : (32) Kitabü't-Tereccül, (8.) Bab. FadUu'llah: Cild : 1, Sayfa : 524.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/447.

[857] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/447-448.

[858] Buhârî:  (56) Kitabü'l-Cihad, (141.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs.No: 161. Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 525-528. Âk  T: 3, Sayfa: 1912.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/448-449.

[859] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/450.

[860] 432 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına bakınız. Buharı:   (78)  Kitabü'1-Edeb,  (Ti.)  Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-İman, Eadis No: 111.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/450-451.

[861] Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/451.

[862] Buharı:  (80) Kitabü'd-Da'avat, (28.) Bab. Müslim:  (48) Kitabü'z-Zikri, Hadîs No : 53. Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 529-531.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/451-452.

[863] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/452.

[864] Müslim: (30) Kİtabü'l-Akziye, Hadîs No: 10. Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 531, 532.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/452-453.

[865] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/453-454.

[866] îbni Abbas'dSLn rivayet edilen bu haber için başka kaynak buluna­mamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/454.

[867] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/454-455.

[868] Bu hadisi Beyhakî tahrlç etmiştir. Fadtu'llah : Cild : I, Sayfa : 534.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/455.

[869] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/455.

[870] Bundan önceki hadis-i şeriflere bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/455.

[871] Ebu Davud: Cild : 2, KitabÜ'1-Edeb, Sayfa : 653, 1952/Mısir bask.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/456.

[872] Ebu Davud: K. Edeb, Katlü'l-Hayyat, Cild : 2, Sayla : 652, Mısır/1952, Fadîu'îlah: Cild: 1, Sayfa: 534, 535.

[873] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/456-457.

[874] Etu Davud: Kitabü'1-Edeb, Bab: El-Bina, Cİld : 2, Sayfa: 649-650. Tirmizt: Sıfatü'l-Kıyamet, (41.) Bab, Hadîs No: 2484, 2485. Fadlu'llah: Cild : jf Sayfa: 535, 536.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/457.

[875] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/457-459.

[876] Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa: 536, 537. Kamusll'l-A'lûm; CUd ; 4, sayfa : 3096.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/459-460.

[877] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/460-461.

[878] Buhâri:  (92) Kitabü'l-Plten, (25.) Bab. Fadlu'îlah: Cİld : 1, Sayfa : 537, 538.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/461.

[879] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/461-462.

[880] Bu hadîs-i şerif Kütüb-ü Sittâ'de yoktur.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/462.

[881] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/462.

[882] Fadlu'llah El-Ceylânî, «.Tuhîetu-l-Eşrafı» adlı eseri feaynak göstererek bu ve bundan önceki hadîsin rivayeti hakkında bilgi vermektedir.Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 539.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/462-463.

[883] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/463.

[884] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 539, 540 Dip not.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/463.

[885] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/463-464.

[886] Fadlu'llah'm verdiği dip not İzahatında, bu hadls-i şerifi îmam Ahmed, İbni Hİtiban ve İbni Mace tahriç etmişlerdir. Cİld : 1, Sayfa : 540.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/464.

[887] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/464.

[888] Buhârl: Kitabü'l-Merdâ, (19.) Bab. Müslim : Kitabü'z-Zikri, Hadîs No :  12. Tirmizı: Kitabü'l-Cenaiz, (3.) Bab, Hadis No : 970. Nese'ı: Kitabü'l-Cenaiz, Güz : 4, Sayfa : 4. İbni Mace: Kitabü'z-Zühd, Cad: 2, Sayfa: 1394, Hadîs No: 4163.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/465.

[889] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/465.

[890] Buhârî: Kitabti'l-Merda, (19.) Bab. Müslim:  (48) Kitabü'z-Zikri, Hadîs No :  19. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 541.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466.

[891] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466.

[892] Ebu Davud:  (40) Kitabü'1-Edeb, (157.) Bab. Tirmizî: (34) Kitabü'z-ZÜhd, (25.) Bab. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 542.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466.

[893] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466-467.

[894] Bu hadîs-i şerif îyi Komşu» bahsinde 116 sayıda geçmiştir. Kûtüb-i Sitte'de yoktur.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/467.

[895] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/467-468.

[896] Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 542, 543, 544. El-İstidb: Cild : 1, Sayfa : 532. El-îsabe: Cild : 1, Sayfa : 543, 544, Sayı: 2880.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/468-469.

[897] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/469-470.

[898] Bu hadîs Kütüb-i Süte'de mevcut değildir. Fadlu'llah; Cild ; 1, Sayfa; 545.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/471.

[899] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/471.

[900] Buhârî:  (81) Kitabti'r-Rikak,  (22.) Bab.Müslim:  (5) Kitabü'l-Mesacid, Hadîs No :  137. Müslim:  (30) Kitabü'l-Akdıyye, Hadîs No:  12-14. Fadîu'îlah : Cild ; 1, Sayfa : 546-547.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/471-472.

[901] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/472-473.

[902] Buhârî:   (81)   KItabÜ'r-Rikak,   (18.)   Bab. Müslim:  (50) Kitabu Sıfatı'l-MünafİIn, Hadîs No: 71-76. îbni Mace: (37) Kitabti'z-Zühd, (20.) Bî*b, Hadîs No : 4201. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 547-550.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/473.

[903] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/473-474.

[904] Buhâri:   (78)  Kitabü'1-Edeb,  (35.) Bab. Müslim: (39) Kitabü's-Selâm, Hadîs No ; 10, 11, Fadlu'llah: CUd ; 1, Sayfa: 550, 551.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/474-475.

[905] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/475.

[906] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 74. Ebu Davud : Ciid : 2, Sayla : G43, Bab : Selâm, 1952 Mısır bask. Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa : 551.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/475-476.

[907] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/476.

[908] Tirmizî:   (25)  Kitabü'l-Birri,   (67.)  Bab. Fadlu'îîah: Cild : 1, Sayfa. ; 552.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/476.

[909] Ehu Davud:  (37) Kitabü'l-Hudûd, (5.) Bab. Feyzü'l-Kadîr: Cild : 2, Sayfa : 74, Hadîs No : 1363. Faûlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 552, 553.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/477.

[910] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/477.

[911] Tirmizî:  (25) Kitabü'l-Birri, (47.) Bab, Hadis No : 1975. İlmi Mace: (37) Kİtatü'z-Zühd, (17.) Bab, Hadîs No : 4185. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  554.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/477-478.

[912] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478.

[913] Bühârî:  (78) Kitabü'1-Edeb, (72.) Bab. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No: 67. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 554.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478.

[914] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478.

[915] Etrn Davud:  (40) Kitabü'I-Edeb, (2.) Bab. Fadlu'llah : Clld : 1, Sayfa : 555.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478-479.

[916] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/479.

[917] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 79. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 556.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/479.

[918] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/479-480.

[919] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 56. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 556.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/480.

[920] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/480.

[921] İbni Sa'd: Tabakat, Bab : Siretü Aişe, C. 8, Sayfa: 50, Leyden basb. Fadlu'llah: Cild,: 1, Sayfa : 557, 558.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/480-481.

[922] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/481-482.

[923] Ebu Davud: (40) KitabÜ'1-Edeb. (50.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Btrri, Hadîs No : 77. Fadîu'lîah: Cİld :  1, Sayfa : 559.

[924] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/482.

[925] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/482.

[926] Buhârî:  (78) Kitabü'1-Edeb,  (80.) Bab. Müslim: (32) Kitabü'l-Cihad, Hadîs No : 8. Fadlu'lîah; Cİld :  1, Sayfa : 560.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/483.

[927] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/483.

[928] Müsned't İmam Ahmed : Cild : 2, Sayfa : 170. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 560.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/484.

[929] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/484.

[930] 469 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/484-485.

[931] Fadlu'llah: Cila: 1, Sayfa: 561.m-tstiab : Cild : 1, Sayfa : 27. El-İsabe: Cild : 1, Sayfa : 31, Sayı : 32. Kamusu'l-A'lâm; Cild ; 1, Sayfa : 770; Cild :. 4, Sayfft : 3162.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/485-486.

[932] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/486-487.

[933] Müsned-i İmam Ahmed: Cild : 4, Sayfa : 286. Feyzü'l-Kadîr: Cild : 3, Sayfa : 180, Sayı : 3066. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa ; 562.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/487.

[934] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/487.

[935] Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa:-562, 563.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/488.

[936] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/488.

[937] Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa: 563, 564.Bu hadîs Kütüb-i Sitte'âe yoktur. Bunu İmam Ahmcd tahriç etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/488-489.

[938] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/489.

[939] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 564. Diğer kaynaklarda bu habere Taşlanma mistir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/489.

[940] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/489-490.

[941] îbnl Mace: (34) Kİtabü'd-Dua, (11.) Bab, Hftdîs No: 3862, Fadlu'llah ; ÇİM ; 1, 3ayfa : 564.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/490.

[942] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/490.

[943] Ttfmtzî: (49) Kitabü'd-Daavat, (55.) Bab, Hadîs Nç ; 3450. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa; 565.      

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/490-491.

[944] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/491.

[945] Müslim: (45) Kİtabtri-Birri, Hadîs No : 56. Feyzü'l-Kadlr: Clld : 1, Sayfa : 134, Hadîs No ; 135, 136. Fadlv'llah: CJW : 1, Sayfa ; 565, 566.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/492.

[946] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/492-493.

[947] Bu hadls-i şerif Kütüb-i Sitte'de yoktur.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/493.

[948] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/493.

[949] 483 sayılı hadîs-i şerîfe ve açıklamasına bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/493.

[950] Buhârî: (46) Kitabü'l-Mezalim, (1.) Bab. Tîrmizl: Kitabü't-Tefsir. İmam Ahmed: Cİİd : 3, Sayfa : 9-13.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/494.

[951] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/494.

[952] 470 sayılı hadîs-1 serîfe bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/494-495.

[953] 483 sayılı hadîs-i serîfe bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/495.

[954] Diğer kaynaklarda bu habere raslanmamıştır. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 570, 571.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/495-497.

[955] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/497.

[956] Müslim: (45) Kitabü'l-Birrl, Hadis No : 55. Tirmizî: Sıfatü'l-Kıyamet. İbni Mace: Kitabü'l-Birri. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 571-579.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/498-499.

[957] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/499-500.

[958] Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 579-582. El-tsdbe: Cild : 2, Sayfa : 243, Sayı : 4400. El-îstiab : Cild : 4, Sayfa :   120-122. Kamusu'l-A'lâm : Cild : 1, Sayfa : 738.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/500-501.

[959] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/501-502.

[960] Bundan önceki hadls-i şerifin açıklamasına bakınız. Buhârî:  (75) Kitabü'l-Merza, (1.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 52. Tirmizl: Kitabti'l-Cenaiz. İmam Ahmed: Cİld : 3, Sayfa : 18, 24r 48. Fadlu'llah : Cild :   1, Sayfa :  582.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/502-503.

[961] Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa ; 583.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/503.

[962] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/503.

[963] Tirmizi: (34) Kitabü'z-Zühd, (57.) Bab. İmam Ahmed: Cild : 2, Sayfa : 287.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/504.

[964] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/504.

[965] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir. Fadîu'üah : CİM :  1, Sayfa : 585.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/504-505.

[966] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/505.

[967] Bu eseri Hâkim, Cenaiz bölümünde tahriç etmiştir, Fadlu'Uah: CUd : 1, Sayfa; 585.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/505-506.

[968] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/506-507.

[969] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'âe yoktur. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa ; 587.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/507.

[970] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/507.

[971] Bundan önceki Hadîs-i şeriflere ve açıklamalarına bakınız. Buhârî: (75) KitabÜ'l-Merza, (1.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 49. Nese'İ: Kitabü't-Tıb. Fadîu'lîah; C114 : 1, Sayfa ; 588, 589.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/507-508.

[972] Buhûrl: (55) Kitabü'I-Vesaya, (2.) Bab. Müslim: (25) Kitabü'1-Hac, Hadîs No : 5-9. İbni Mace: (22) Kitabü'l-Vesaya, (5.) Bab, Hadîs No : 2708. Ebu Davud: KitabÜ'l-Cenaİz. Nese'î: Kitabü'l-Feraiz Ve'1-Vesaya.

Tirmizî: (31) Kitabü'l-Vesaya, (1.) Bab : Hadîs No : 2117. El-tstiab: Cİld : 2, Sayfa : 18 (Sa'd ibni Ebi Vakkas için) El-lsabe: Cİld : 2, Sayfa : 30, Sayı: 3194 (Sa'd ibni Ebi Vakkas için) Kamusu'î-A'lâm: C. 4, Sayfa : 2570, 2571 (Sa'd İbni Ebi Vakkas İçin)

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/508-509.

[973] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/509.

[974] Abdullah İbni Amr için 448 sayılı hadîsin açıklamasına bakılsın. Bu hadîsi tmam Ahmed tahriç etmiştir; Kütilb-i Sitte'&e yoktur. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 590, 591.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/510.

[975] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/510.

[976] Bu hadîs-i İmam Ahmed tahriç etmigtir, Cild : 3, Sayfa : 148 Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 592.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/510-511.

[977] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/511.

[978] Bu hadîs-i şerîf KütÜb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 593, 594.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/511-512.

[979] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/512.

[980] Diğer kaynaklarda bu esere raslanmamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/512.

[981] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/513.

[982] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/513.

[983] Buhârî: (75) Kitabü'l-Merza, (6.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 54. Nese'i: Kİtabü't-Tıb. Fadîu'lîah: Cİld :  1, Sayfa : 595, 596.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/513-514.

[984] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/514.

[985] Buharı: Kitabü'l-Merza. Müslim :  (45) Kitafcü'l-Birri, Hadîs No : 46-48. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  597.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/514-515.

[986] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/515.

[987] Daha evvelki hadîslere bakınız. Bu hadîsi îmam Ahmed ve Tahavî tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  598.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/516.

[988] Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  598.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/516.

[989] Diğer kaynaklarda bu esere raslanmamıştır. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 599, 600.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/517.

[990] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/518.

[991] İbni Mace: (36) Kitabü'l-Fiten, Hadîs No : 4024. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 601, 602. El-îsabe: Cild : 2, Sayfa : 32, Sayı : 3196. El-tstidb: Cild : 2, Sayfa : 44. Kamusu'l-A'lâm; Cild : 1, Sayfa ; 724.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/518-519.

[992] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/519.

[993] Buhârî:  (75) Kitabü'l-Merza, (21.) Bab. Müslim:  (23) KitabÜ'l-Feraiz. Hadis No : 5-8. Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa ; 603.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/520.

[994] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/520.

[995] Buharı: (23) KitabÜ'l-Cenaiz, (33.) Bab. Müslim: (11) Kitabü'l-Cenaiz, Hadîs No: 11. Ebu Davud: K. Cenaiz, Babü'1-BÜkâ, Cild : 2, Sayfa : 172, 1952/Mısir. İbni Mace: (6) KitabÜ'l-Cenaiz, (53.) Bab, Hadîs No : 1588, Fadlu'llah; CUd : 1, Sayfa ; 605, 609.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/521-522.

[996] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/522.

[997] Diğer kaynaklarda bu esere raşlanmanı* ştır, Fadlu'llah : Cild : J, Sayfa ; 606.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/522-523.

[998] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/523.

[999] Buhârî:  (61) Kitabü'l-Menakib, (25.) Bab. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 607, 608.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/523-524.

[1000] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/524.

[1001] Müslim:  (44) Kitabu Fezaill's-Sahabe,  (12.) Bab. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 608.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/524-525.

[1002] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/525.

[1003] Müslim:  (45) Kİtabü'l-Birri, Hadis No: 53. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 609.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/525.

[1004] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/525.

[1005] Müslim:  (45) Kitafcü'l-Birri, Hadîs No: 43.Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 610.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/526-527.

[1006] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/527.

[1007] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İmam Ahmed ve İbni Hİbban tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 611.

[1008] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/527.

[1009] Bu hadîs-i şerîf Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İbni Hibban bu senedle tahrlç etmiştir. Fadlu'llah : CİM : 1, Sayfa : 611.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/527-528.

[1010] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/528.

[1011] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/528-529.

[1012] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/529-530.

[1013] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 40-42. Feyzü'hKadîr: Cild : 6, Sayfa: 177, Sayı: 8843. Fadlu'llah: Cild: 1, Sayfa: 614.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/530-531.

[1014] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/531.

[1015] Bu hadîs-i şerîf Kütüb-i Sitte'ûe yoktur. Fadlu'llah : Cild :  1, Sayfa : 616. Bunu İmam Malik, İmam Ahmed, İlmi Htbban, Hakim ve Bezzar tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/531-532.

[1016] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/532.

[1017] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah: Cild: 1, Sayfa: 616.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/532.

[1018] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/532.

[1019] Buhârî: (23) KitabÜ'l-Cenaiz, (80.) Bab. Ebû Davud: Kitabü'l-Cenaiz. Neseî: Kitabü'l-Cenaiz.

 cıid ; h Sayfa ; 617-619.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/533.

[1020] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/533-534.

[1021] İzhir : Boya otu, Celîl: Yaban dansı, Mecenne ve Tafîl; Mekke yakınında birer dağ adı, Cuhfe: Mısır ve Şamlıların hac için İhrama girdikleri yerin adı, Mîkat.

[1022] Buhârî:  (29) Kitabü Fezaili'l-Medine,  (12.) Bab. Müslim: (15) Kitabü'1-Hac, Hadîs No : 480. Nese'İ:  Kitabü't-Tıb. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa : 619-621.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/534-536.

[1023] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/536.

[1024] 514 sayılı hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/536-537.

[1025] Bu haber İçin başka bir kaynak gösterilmemiştir, Fadlu'lUttı: CUd : 1, Sayfa ; 612.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/537.

[1026] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/537.

[1027] Buhârî:  (13) Kitabü'l-İdeyn, (9.) Bab. İbni Hallikân : Cild :  1, Sayfa : 204. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 623-626. Kamusu'l-A'lâm; Cild ; 3f Sayfa ; 1929, 1929 ve CİM ; 4, Sayfa : 3104.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/537-538.

[1028] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/538.

[1029] Bu eser için başka bir kaynak verilmemiştir. Fadlu'llah: Cild:1;sayfa:626.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/539.

[1030] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/539.

[1031] Fadlu'lîah : Cild : 1, Sayfa : 627. El~îsdbe: Cild: IV, Sayfa : 288, Sayı: 386. El-ttfüto: Cüd ; IV, Sayfa : 429.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/539-540.

[1032] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/540.

[1033] Bu haber için başka bir kaynak gösterilmemiştir. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa : 628.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/541.

[1034] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/541.

[1035] Ebû Davud: (20) Kitabü'l-Cenaiz, (5.) Bab. El-İstiab: Cild : 1, Sayfa : 537. Eî-îsabe: Cild : 1, Sayfa : 542, Sayı: 2873. Müsned-i tmam Ahmed: Kitabü'l-Cenaiz, Cild : 4, Sayfa : 375.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/541-542.

[1036] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/542.

[1037] Bu hadîs için başka kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah: Cüd : 1, Sayfa : 630.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/543.

[1038] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/543.

[1039] Buhârl:  (75) Kitabü'l-Merza, (7.) Bab. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 630.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/543.

[1040] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/544.

[1041] İbnt Mace;  (6) Kltabü'l-Cenaiz, (55.) Bab, Hadîs No : 1597. TirmiZl: (37) Kitabü'z-Zühd, (58.) Bab, Hadîs No: 2403. Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa : 631.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/544.

[1042] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/544.

[1043] Ebû Davud:  (20) Kitabü'l-Cenaiz, (8.) Bab. Tirmizî: (26) Kitafcü't-Tib, (32.) Bab, Hadîs No : 2084. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 633.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/545.

[1044] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/545.

[1045] Bu haber İçin başka kaynak bulunamamıştır. Buhârî:  (78) KitabÜ'1-Edeb, (40.) Bab. Fadlu'lîah : Cüd : 1, Sayfa : 634.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/545-546.

[1046] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/546.

[1047] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/546.

[1048] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/546.

[1049] Bu hadîs-i şerifi îmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild :  1, Sayfa :  634.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/547.

[1050] Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiş, tbni Hibban da sahih görmüştür. Fadlu'llah : Cild :  1, Sayfa :  634.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/547.

[1051] Tirmizî, Şemail bahsinde bu hadîsi tâhriç etmiştir. Fadîu'llah; Clld :  1, Sayfa : 635.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/547-548.

[1052] Ebû Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (113.) Bab. TirttüZÎ;  (34) Kitabü'z-Zühd, (54.) Bab, Hadis No : 2393. Fadlu'lîah ; Cild : 1, Sayfa : 635.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/548.

[1053] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/548.

[1054] Bu rivayete yakın bir manâ ile   Ebû  Davud ,tam*içte, bulunmuştur. Cİld : 2, Sayfa : 626, Kitabü'l-Edeb, 1952 Mısır bask. Burada da sevginin kardeşe bildirilmesi gerekli olduğuna İşaret edilmektedir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/549.

[1055] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'&e yoktur; bunu İbni Hİbban ve Hâkim tahriç etmişlerdir.Fadlu'üah: CUd ; 1, Sayfa ; 637.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/549.

[1056] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/550.

[1057] Bu hadis Kütüb-i Sittetde yoktur. Bunu Ebû Ntıaym Lfftye'sinde tahrlç etmiştir. Feyzü'l-Kadtr: Clld: 1, Sayfa: 248, Hadîs; 361, Camiu's-Sağîr jerfti.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/550.

[1058] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/550.

[1059] Bu hadis Kütilb-i Sİtte'de yoktur; başka toir kaynak da bulunamamıştır, Fadîu'llah; CUd ; i, Sayfa ; 638.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/551.

[1060] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/551.

[1061] Edebü'd-Dünya ve'd-Dtn:  Akim Fazileti, Sayfa:  4.Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 3, 4.          

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/551-552.

[1062] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/552-553.

[1063] Müsned-i İmam Ahmed: Cild : 2, Sayfa :  170 ve 225, Sayı : 6583. Fadlu'llah; Cild : 2, Sayfa : 4-7. Edebu'd-DÜnya ved-Din; Sayfa ; 233-239, 1911 Mısır bask.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/553-555.

[1064] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/555-556.

[1065] Bu hadîs-i şerif Kiitüb-i Sitte'âv yoktur. Bunu îmam Ahmed Müsned'ln-de îman bahsinde tahriç etmiştir.

fadlu'lîah; Cild : 2, Sayfa: 7, 8.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/556.

[1066] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/556.

[1067] Bu hadîs-i şerir Kütüb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah: Cild :  2, Sayfa :  8.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557.

[1068] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557.

[1069] Bu haberi îbni Esir, Kâmil adlı tarihinde tahriç etmjştir. O. 3, Sf. 120. Fadlu'llah : Cild :  2, Sayfa :  9.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557.

[1070] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557-558.

[1071] Müslim; (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 136. Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 9-12.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/558.

[1072] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/558.

[1073] Camiu's-Sağîr Şerhi Fethti'l-Kadtr: Cild : 2, Sayfa : 499, Sayı: 2383. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 13.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/559.

[1074] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/559.

[1075] BuhÛrl:  (65) Kİtabü't-Tefsîr, (50.) Bab, Kaf sûresi. Müslim: (51) Kitabtl'l-Cennet, Hadîs No : 34-36. Fadlu'llah: Cild: 2, Sayfa: 14.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/559-560.

[1076] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/560.

[1077] Fadlu'llah ; Cild : 2, Sayfa : 14-16.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/560.

[1078] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/561.

[1079] Ebû Davud: iÜ) Kitabü'l-Libas,  (26.) Bab. Tirmizl: (25) Kitabü'l-Birri,  (60.) Bab. Fadlu'lîah: Cilct : 2, Sayfa : 16, 17.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/561-562.

[1080] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/562.

[1081] Tirmtzt:  (35) Kltabü Srfatü'l-Kıyamet, Hadîs No : 2494. Fadlu'lîah: Cilcl : 2, Sayfa : 17, 18.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/562.

[1082] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/562.

[1083] Bu hadîs için, İbni Mace: K. Nikâh, 198i sayılı hadîs-i şerife bakılsın.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/563.

[1084] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/563.

[1085] Müslim:  (44) Kltabü'l-Pezaiî, (83.) Bab. tbnî Mace: (9) Kitabü'n-Nikâh, Sayı: 1981.Nese'i: Kitabü Îşreti'n-Nisa, Cüz :  7, Sayfa : 61-63, 1964 Mısır bask. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 19-22.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/563-564.

[1086] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/565.

[1087] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/565.

[1088] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/566.

[1089] Buhûrî: (45) Kİtabü'ş-Şurût, (5.) Bab. Müslim :  (32) Kitabü'l-Cihad,. Sayı : 70. Fadîu'llah; CUd : 2, Sayfa ; 23, 24.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/566.

[1090] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/566.

[1091] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır, Fadlu'llah; Cild : 2, Sayfa : 24, 25.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/567.

[1092] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/567-568.

[1093] Buhârî: (73) Kİtabü'l-Edabî,  (16.) Bab. Müslim:  (35) Kİtabü'l-Edahî, Hadîs No :  34. Fadlu'lîah: Cild : 2, Sayfa : 25, 26.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/568.

[1094] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/568-569.

[1095] Bu haberi EUU Bekir İtmi Şeybe ve İlmi Hibban tahriç etmişlerdir, KütUb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah; CHd ; 2, Sayfa : 26.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/569.

[1096] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/569.

[1097] Tirmizl: Kİtabü'l-Birri, Cüz : 6, Hadis No : 2034. Buhârl; Kitabü'1-Edeb. Fadlu'llah: Cild ; 2, Sayfa ; 26, 27.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/570.

[1098] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/570.

[1099] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/570-571.

[1100] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/571.

[1101] Mûsned-i İmam Ahmed ; Cild : 1, Sayfa ; 190. Fadlu'llah: Cila; 2, Sayfa; 38.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/571.

[1102] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/571-572.

[1103] Bu hadîsi tmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlv'liah; CUd ; 2, Sayfa : 29.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/572.

[1104] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/572.

[1105] Buhârl:  (69) Kitabü'l-İ'tisam, (16.) Bab. Müslim:  (44) Kitabü Fezaili's-Sahabe, Hadîs No : 205. Siretü'n-Nebeviyye: Cild : 1, Sayfa : 505, İbni Nişam/Hagiye. EbÛ Davud: Cild : 2, Babü'l-HİlJi, Sayfa :< 117, 1952 Kahire basfc. Fadlu'llah: Cild: 2, Sayfa: 29.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/573.

[1106] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/573.

[1107] Tlrmizt: Kİtabu's-Siyer, Cüz : 5, Sayı:  1585, 1590. Fadîu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 29, 30.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/573-574.

[1108] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/574.

[1109] Müslim:  (9)  Kİtaftü Salâtı'Vtstiskâ, Hadis No:  13. FadMltoh: Cild : 2, Sayfa : 31.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/575.

[1110] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/575.

[1111] Ebû Davud: Kitabü's-Salât, Cild :  1, Sayfa :  115,  1952 Mısır bask. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 31, 32.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/575-577.

[1112] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/577.

[1113] Bu hadîs KÜtÜb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 32.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/577-578.

[1114] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/578.

[1115] Buhârl: (59) Kitabü Bed'i-1-Halki, (15.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-İman, Hadîs No : 89. Feyssü'l-Kadir; Cild : 4, Sayfa : 4, Hadîs No : 4372. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 33, 34.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/578.

[1116] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/578-579.

[1117] Bu habere başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/579.

[1118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/579.

[1119] Bu haber için basta bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/580.

[1120] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/580.

[1121] Fadîu'lîah El-CllânVyz göre Nese'i Tefsir bahsinde, Buharî Sahîh'in İcare bahsinde bu hadîsi tahriç ettikleri gibi, İlmi Mace de tahriç etmiştir, Cild: II, s. 36/Haşiye).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/580-581.

[1122] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/581.

[1123] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır. Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 37.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/581-582.

[1124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/582.

[1125] Bu hadîs-i şerîf için başka bir kaynak bulunamamıştır. Faaiu'llah: Cild : 2, Sayfa : 38.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/582-583.

[1126] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/583.

[1127] Ebu Davud:  (15) Kitabü'l-Cihad, 1. Bab. Müsned-i tmam Ahmed; Cild : 6, Sayfa : 58 ve 322/İlk baskı. Fadîu'îlah : Cilü : 2, Sayfa : 39.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/584.

[1128] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/584.

[1129] Bu haber için başka bir Kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/584-585.

[1130] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/585.

[1131] Fadlu'llah ; Cild : 2, Sayfa : 40. Edebii'û-DUnya v##-Dİn; Kİtmanü's-Slrri, Sayfa: 310.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/585-586.

[1132] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/586-587.

[1133] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/587-589.

[1134] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/589.

[1135] Bu hadîsi Nese'î ve Ebû Ya'lâ ve başkaları tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 44/Haşiye.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/589-590.

[1136] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/590.

[1137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/590.

[1138] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/591.

[1139] Bundan önceki hadîs-i şeriflere bakınız. Bunu Müslim Kitabu'1-îman bölümünde 25 numarada rivayet etmiştir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/591.

[1140] Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 43-45 ve 606-607. El-îstiab: Cild : 1, Sayfa : 123 ve Cild : 3, Sayfa : 441. m-îsdbe: Cild : 1, Sayfa : 66, Sayı: 201 ve Cild : 3, Sf. 438, Sy. 8220.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/591-592.

[1141] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/592.

[1142] Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 46. Fethü'l-Kadtr : Cild : 5, Sayfa : 314, Sayı: 7430.    

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/592.

[1143] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/592.

[1144] Geçen 554 sayılı hadîs-i şerîfe bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/593.

[1145] Fadlu'llah: Cild: 2, Sayfa: 47. El-İstiab : Cild : 3, Sayfa :  192. El-habe: Cild : 3, Sayfa : 201, Sayı; 6994. Bu hadîsi îmam Ahmed tahriç etmiştir, Kütüb-i Sitte'de yoktur.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/593-594.

[1146] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/594-595.

[1147] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/595-596.

[1148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/596.

[1149] EbûDavud: (40) KitabÜ'I-Edeb, (43.) Bab. Tirmizî:  (35) Kitabu sıfatı'l-Kiyamet, (57.) Bab. Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 48.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/596.

[1150] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/596.

[1151] Fadlu'îîah: Cild : 2. Sayfa: 49-50. El-lstiab : Cild : 3, Sayfa : 389. El-İsabe; Cild : 3, Sayfa : 427, Sayı: 8144.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/597.

[1152] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/597-598.

[1153] Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 50-51. Fethü'l-Kadîr: Ctld ; 3, Sayfa : 271, Sayı: 3373-3375.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/598.

[1154] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/598.

[1155] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır. Bundan önceki hadîs-j şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/599.

[1156] Tirmizî: (50) Kitabü'l-Menakıb, Sayı; 39$0-3941. Fadlu'lîah: Cild : 2, Sayfa: 51-52.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/599-600.

[1157] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/600.

[1158] Bühârt: (60) KitabÜ'l-Enbiya, (54.) Bab.  d: Cild : 2, Kitabü'1-Ede e: (37) Cild : .2, KitabÜ'2 : Cild ; 2, Sayfa ; 52-54, Ebû Davud: Cild: 2, Kitabü'1-Edeb, Bab: ?îaya, 1952/Mısır bask.' itinİ'Mace: (37) Cild : .2, KitabÜ'z-ZüRd, Hadîs : 4183, Bab: Haya.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/601.

[1159] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/601-602.

[1160] Buhârî: (2) Kitabü'1-îman, (3.) Bab.Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadis No ;  (57-58). Fadlu'llah; Cild : 2, Sayfa : 54-Ş7.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/602-603.

[1161] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/603.

[1162] Buhârî:  (61) Kitabü'l-Menakıb, (23.) Bab. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No:  (67). . İbni Mace: (37) Kitabü'z-Zühd, Hadîö No;  (4180). Fadlu'llah ; CUd : 2, Sayfa : 57-58.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/603-604.

[1163] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/604.

[1164] Müslim: (44) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No. (26-27).Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 58-60.        

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/604-605.

[1165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/605.

[1166] Tîrmizt: (25) Kîtabü'l-Birri, (47.) Bab, Hadîs No. (1975). Îbni Mace:  (37) KitabÜ'z-Zühd, (17.) Bab, Hadîs No. (4185).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/605.

[1167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/605.

[1168] Buhûrt:  (2) KitabÜ'1-İman, (16.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadis No. (59). Fadîu'llah : Cild ; 2, Sayfa : 61-82.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/606.

[1169] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/606.

[1170] Bundan önceki hadîslerle 600 sayılı hadise bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/607.

[1171] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de yoktur; bunu İmam Ahmed ve İbni Hibban tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah : Çild : 2, Sayfa : 63/Dipnot.     

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/608.        

[1172] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/608-609.

[1173] Buhârî:  (65) Kitabü't-Tefsîr, Yûsuf Sûresi, (5.) Bab. Müslim:  (43) Kltabü'I-Fezaİl, Hadîs No. (152).

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/610-611.

[1174] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/611.

[1175] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 65-66.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/612-613.

[1176] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/613.

[1177] Buhârİ:  (80) KitabÜ'd-Daavat, (21.) Bab. Müslim: (48) KitabÜ'z-Zikri ved-Dua, Hadîs No. (8-9) Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 66-67. Ebu Davud, Tirmîzl ve İtini Mace de bunu tahriç etmişlerdir.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/613.

[1178] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/613-614.

[1179] Buhûri: (80) Kitabü'd-Daavat, (21.) Bab. Müslim: (48) Kitabü'z-Zikri ve'd~Dua, Hadîs No, 7. Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 67. Ebu Davud: Cild: 1, Sayfa: 341, Bab : Dua, 1952/Mısır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/614.

[1180] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/614.

[1181] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/614.

[1182] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/615.

[1183] Müslim:  (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No. (88). Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 68. MUsned-i imam Ahmeü; ÇM ; 6, Sayfa : 107/İlk bask.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/615.

[1184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/615.

[1185] Buhûrî: (56) KitabÜ'l-Cihad, (100.) Bab. Müslim: (44) KİtabÜ Fezaili's-Sahabe, Hadîs No. (197). Fadlu'Hah: Cild : 2, Sayfa : 69. Eî-îsabe : Cild : 2, Sayfa : 216, Bayı; 4254. El-İstiab : Cild : 2, Sayfa : 221.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/616.

[1186] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/616-618.

[1187] Buhârî:  (15) Kitabü'l-İstiska, (6.), Bab. Müslim: (9) Kltabti'l-İstiska, (2.) Bab.Ebû Davud: (3) Salatti'l-İstiska, (2.) Bab. Nese'l: (15) KitabtTl-İstiska, (1.) Bab. El-Muvatta':  (13) Kitabü'l-îstiska, (2.) Bab, Hadîs No. (3).İbnl_Mac&:  (5) Kitabü İkameti's-Salât,  (154.) Bab. Hadîs No. (1269). Fadlu'lİah : Cild : 2, Sayfa : 70.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/618-619.

[1188] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/619.

[1189] Bu hadîs-i şerîf bazı ravi değişikliği ile 610 sayıda geçmişti, Hadîs-1 şerifin kaynakları için oraya müracaat edilsin.                  

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/619.       

[1190] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/620-621.

[1191] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/621.

[1192] Müslim:  (1) Kitabü'l-lman, Hadîs No. (184). Fadîu'llah: Cild : 2, Sayfa: 70-71.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/621.

[1193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/621-622.

[1194] Buhârî:  (97) Kitabü't-Tevhîd,  (15.) Bab. Müslim: (48) Kitabü'z-Zikri, Hadîs No. (2, 19). Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 72-74.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/622.

[1195] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/623.

[1196] Buhârî:  (80) Kitabü'd-Daavet, (16.) Bab. Nese'î:  (51) Kitabü'l-îstia2e, Hadîs No. (5524). Eî-îstiab : Cild : 2, Sayfa : 134. El-îscfoe: Cild : 2, Sayfa : 138, Sayı: 3847. Fadîu'lîah : Cild : 2, Sayfa : 75-78.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/623-624.

[1197] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/624.

[1198] Ebû Davud:  (8) Kitabü'1-Vitr, (26.) Bab. Tirmizî: (45) Kitabti'd-Daavat, (38.) Bab. İmam Ahmed : Sayı: 4726. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 78-79.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/625.

[1199] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/625.

[1200] Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/625-626.

[1201] 617 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/626.

[1202] Bu hadîs için başka kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/627.

[1203] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/627.

[1204] Müslim: (5) KitabÜ'l-Mesacid, Hadîs No. (144-145). El-lstlab: Cüd ; 3, Sayfa : 275. El-İsabe: Cild : 3, Sayfa: 281, Sayı: 7421. Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 81-82. Tirmizİ: (49) Kitabü'd-Daavat. Hadis No. (3409-3410). Ebu Davud: Cild : 2, Sayfa : 345, 1932 Mısır bask., dua babı.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/627.

[1205] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/628.

[1206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629.

[1207] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629.

[1208] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629.

[1209] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629-630.

[1210] 623 ve 624 sayılı hadîslere bakınız. Müslim:  (48) Kitabü'z-Eikri, Hadis No. 88. Ebû Davud: K. Salât, Bab : Gıyapta dua, C. 1, Sf. 352, 1952/MıSir bsk, Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 84-85.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/630.

[1211] BuhâH:  (78) KitabÜ'1-Edeb, (27.) Bab. MÜsned-i imam Ahmed: Hadîs No. (6849 ve 6490). İbni Hibban : cild : 2, Sayfa : 206. Mecme'u'z-Zevaid: Cild : 10, Sayfa : 150. Fadlu'Hah; Cild ; 2, Sayfa : 85.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/631.

[1212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/631.

[1213] Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 86/Dipnot.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/631-632.

[1214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/632.

[1215] Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 87.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/632.

[1216] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/632.

[1217] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/633.

[1218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/633.

[1219] Fadlu'llah : Cİld : 2, Sayfa : 89/Dipnot.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/633-634.

[1220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.

[1221] Bu haber için başka bir Kaynak bulunamamıştır.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.

[1222] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.

[1223] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.

[1224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/635.

[1225] El-îstİab : Cild :  2, Sayfa :  508. Eî-îsabe: Cild : 2, Sayfa : 524, Sayı: 5810. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 89, 90.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/635.

[1226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636.

[1227] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636.

[1228] Tirmizî: Cüz : 9, Bab : IQI, Hadîs No. 3527, Kitabü'd-Daavat.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636.

[1229] Bu hadîs Kütüb-t Süte'de yoktur. Bunu İbni Hiiban ve bir kısmım da îmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadîu'lîah: Cild : 2, Sayfa: ai-92.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636-637.

[1230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/637.

[1231] Bu hadîs de KÜtüb-l Sitte'de yoktur. Bunun râvileri, bir önceki hadîsi rivayet edenlerdir. Fadîu'llah : Cİld : 2, Sayfa : 92-93.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/637-638.

[1232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/638.

[1233] Tirmizi: KitabÜ'd-Daavat, (89.) Bab, Hadîs No. (3507). îbnt Mace:  (34) Kitabü'd-Dua, (5.) Bab, Hadîs No. (3848). Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 93-94.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/638.

[1234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/638.

[1235] KitabÜ'z-Zikri, Hadis No. (84-85). Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 94.

A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/639.

[1236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/639.

[1237] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/639-640.

[1238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/640-641.