(1)
Anaya, Babaya İyilik Etmek
(4)
Zulüm Etseler Bile, Ana-Babaya İyilik Etmek
(5)
Çocuğun Ana Ve Babasına Yumuşak Söz Söylemesi
(8)
Ana-Babasına Lanet Edene, Allah Lanet Edeb
(9)
Günah Bulunmadıkça, Ana-Babaya İtaat Ve İyilik Edilir
(10)
Ebeveynine Kavuşup Da Cennete Giremeyen Kimse
(11)
Ana-Babasına İyilik Edenin Allah Ömrünü Artırır
(12)
Bir Kimse Müşrik Babasına Mağfiret Dilemez
(13)
Müşrik Ana-Babaya İyilik Etmek
(15)
Ana-Babaya Eziyet Etmenin Cezası
(18)
Hıristiyan Anneye İslâm'ı Arz Etmek
(19)
Ebeveyne, Ölümlerinden Sonra İyilik Etmek
(20)
Babasının İyilik Ettiği Kimseye, Evlâdın İyilik Etmesi
(21)
Babana Sıla Ecenle İlgiyi Kesme, Nurun Söner Sılâ-i Rahmin Fazileti
(22)
Sevgi, Veraset Yolu İlk Kazanılır
(23)
İnsan Babasını İsmi İle Çağırmaz, Ondan Önce Oturmaz, Önünde Yürümez
(24)
İnsan Babasını Künyesi İle Çağırır Mı?
(25)
Akbabalara İyilik Etmenin Gerekliliği
(26)
Yakınlara (Akrabaya) İyilik Etmek
(29)
Sıla-i Rahim Yapanı Allah Sevdirir
(30)
İyilik En Yakına, Ondan Sonra En Yakın Sırasına Göre Yapılmalıdır
(31)
Sıla-i Rahmi Terk Edenin Bulunduğu Topluluğa Rahmet İnmez
(32)
Sılâ-i Rahmi Terk Edenin Günahı
(33)
Sılâ-i Rahmi Terk Edenin Dünyadaki Cezası
(34)
Sılaya Aynı İle Mukabele Eden Vasıl Değildir
(35)
Zalim Akrabaya İyilik Edenin Fazileti
(36)
Cahilîyet Zamanında Sıla Edip Sonra İsıâmı Kabul Edenin Hali
(37)
Müşrik Akbabaya Sıla Etmek Ve Hediye Göndermek
(38)
Soylarınızdan Sılâ-i Rahim Yapacağınız Kimseleri Öğreniniz
(39)
Azadlı: «Ben, Falancılardanım» Der Mi?
(40)
Kabilenin Azadlısı, Kendilerinden Sayılır
(41)
İki Kız Veya Bir Kız Geçindiren Kimse
(42)
Üç Kız Kardeşi Geçindiren Kimse
(43) (Ölüm Veya Boşanma Sureti İle) Kendisine
Dönmüş Kızını Geçindiren Kimsenin Fazileti
(44)
Kızların Ölümünü Temenni Edenin Hali
(45)
Çocuk Cimrilik Sebebidir, Korkaklık Sebebidir
(48)
Arkadaşına Mal Ve Evladı Çok Olsun Diye Dua Etmek
(51)
Babanın Edebi Ve Çocuğun İyiliği
(52)
Babanın Çocukuna İyilik Etmesi
(53)
Merhamet Etmiyen Merhamet Olunmaz
(57)
İkrama Önce Komşudan Başlamalı
(58)
Kapısı En Yakın Olana Hediye Edilir
(59)
Komşuların En Yakınını, Sonra En Yakınını İtibar Etmek
(60)
Komşuya Kapıyı Kapayan Kimse
(61)
Komşu Aç Îken Doymamalıdır
(62)
Çorbanın Suyu Çoğaltılıp Komşulara Taksim Edilir
(66)
Însan Komşusuna Eziyet Etmemeli
(67)
Bir Komşu Hanım, Komşusu Hanıma Koyun Paçasını Bile Küçümsemesin
(69)
Komşusuna, Evinden Çıkıncaya Kadar Eziyet Eden Kimse
(72)
İyilere Ve Kötülere İyilik Etmek
(73)
Bir Yetimin Geçimini Sağlıyanın Fazileti
(74)
Kendi Yetiminin Geçimini Sağlayanın Fazîleti
(75)
Ana-Babası Arasında Yetim Kalanı Geçindirenin Fazileti
(76)
Evlerin En Hayırlsı, İçinde Kendisine İyi Bakılan Yetimin Bulunduğu Evdir
(77)
Yetim İçin Şefkatli Baba Gibi Ol
(78)
Çocuğuna Katlanarak Sabredip Evlenmiyen
Kadının Fazileti
(82)
Kölelere İyi Muamele Etmek
(83)
Köleye Fena Muamele Yapmak
(85)
Hizmetçiden Kusur Bağışlamak
(88)
Kötü Zan Korkusundan, Teslim Edilen Eşyayı Mühürleyiniz
(89)
Kötü Zan Korkusundan Hizmetçisine Eşyayı Sayıp Teslim Eden Kimse
(91)
Allah Yüzünü Kara Etsin, Deme
(92)
Dövmekte Yüzden Kaçınılsın
(93)
Kölesine Zulmeden, Üzerine Vacib Olmaksızın Onu Azad Etsin
(94)
Kölenin Kısası (Cezalandırılması)
(95)
Köle Ve Hizmetçilere Giydiğiniz Elbiselerden Giydirin
(96)
Kölelere Kötü Söz Söylemek
(97)
İnsan Kölesine Yardım Eder Mi?
(98)
Kösle Güç Yetiremiyeceği Şeyle Yükümlü
Tutulmaz
(99)
İnsanın Kölesine Ve Hizmetçisine Yedirmesi
Bir Sadakadır
(100)
Kölesi İle Yemeyi İstemediği Zaman
(101)
İnsan Yediği Şeyden Köleye Yedirir
(102)
Însan Yediği Zaman Kölesini Beraberinde Oturtur Mu?
(103)
Köle, Efendisine Karşı Dürüst Hareket Ederse
(110)
Kime İyilik Edilirse O, Ona Mukabele Etsin
(111)
İyiliğe Mukabele Edemiyen
(112)
İnsanlara Teşekkür Etmîyen
(113)
İnsanın, Kardeşine Yardımı
(114)
Dünyada İyilik Edenler, Âhirette İyiliğe Kavuşanlardır
(115)
Her İyilik Bir Sadakadır
(118)
Sebze Bahçesine Çıkmak Ve Eşyayı Zenbil Île Taşıyıp Evine Götürmek
(120)
Müslüman, Kardeşinin Aynasıdır
(121)
Eğlence Ve Mizahdan Caiz Olmıyanlar
(122)
Hayırlı İşe Delâlet Edenin Sevabı
(123)
İnsanları Affetmek Ve Bağışlamak
(124)
İnsanlara Tatlı Yüzlü Olmak
(127)
Öne Dönünce Bütün Vücutla Dönmek Ve Arkaya Dönünce Bütün Vücutla Dönmek
(128)
Bilgisine Bas Vurulan Güvenilir Olmalıdır
(129)
Danışmak (Meşveret Etmek)
(130)
Danışana Yanlış Yol Gösteren Günah İşlemiş Olur
(132)
Ülfet (Alışma Ve Anlaşma)
(138)
Bîlgîli Bulunanların Güzel Ahlâkı
(140)
Salih Kimse İçin Hayırlı Mal
(143)
Çaresize Yardım İcab Etmesi
(144)
Ahlâkını Güzelleştirmesi İçin Allah'a Duâ Eden Kimse
(145)
Mümin Dil Uzatıcı Değildir
(147)
Kölesine Lanet Edip De Onu Azad Eden Kimse
(148)
Allah'ın Laneti İle, Allah'ın Gazabı İle Ve Ateşle Lanetleşmek
(151)
Bir Fenalığı İşitip De Onu Yayan Kimse
(154)
Bir Kîmse Arkadaşının Kibre Düşmesinden Emin İse Onu Övmesi
(155)
Övücülerin Yüzüne Toprak Saçılır
(157)
Şairin Şerrinden Korkanın, Şaire Bir Şey Vermesi
(158)
Arkadaşına Ağık Gelecek Şeyi Ona İkram Etme
(160)
Bir Topluluğu Ziyaret Edip De Onlar Yanında Yemek Yiyen Kimse
(162)
Bir Topluluğu Sevip De Onların Derecesine Erişemiyen Kimse
(165)
Söze Ve Soruya Büyük Olan Başlar
(166)
Büyük Konuşmayınca Küçük İçin Konuşmak Hakkı Var Mıdık?
(168)
(Turfanda) Meyva, Mevcut Çocukların En Küçüğüne Verilir
(171)
Erkeğin Küçük Kız Çocuğu Öpmesi
(173)
İnsanın Küçük Çocuğa «Yavrum» Demesi
(174)
Yeryüzünde Olana Merhamet Et
(175)
Aile Efradına Merhamet Etmek
(178)
Kafeste Kuş Beslemekde Bir Beis Yoktur
(179)
İnsanların Arasını Düzeltmek İçin Hayırlı Söz İletmek
(181)
İnsanların Eziyetine Sabreden Kimse
(183)
Dargınların Arasını Düzeltmek
(184)
Bir Adama Yalan Söylediğin Zaman Onun Seni Tasdik Eder Olması
(185)
Yerine Getiremiyecegin Şeyi Kardeşine Va'd Etme
(187)
Kişinin Kendi Kavmini Sevmesi
(190)
Kardeşi İle Bir Yıl Konuşmıyan Kimse
(193)
Selâm Dargınlığı Gidermek İçin Kifayet Eder
(194)
Gençler Arasında Ayrılık
(195)
Bir Kimseye Kakheşi Danışmasa Bile Ona Yol Göstermesi
(197)
Hile Ve Aldatma Hakkında
(200)
Sövüşen İki Kimsenin Söylediklerinin Günahı İlk Başlıyandır
(201)
Sövüşenler Şeytandandırlar» Saçmalarlar Ve Birbirlerine Yalan Söylerler
(202)
Müslümana Sövmek Fasıklıktır
(203)
İnsan Sözünü Belli Kimselere Tevcih Etmemelidir
(204)
Kendi Teviline Göre Başkasına Ey Münafık Diyen Kimse
(205)
Kardeşine: «Ey Kâfir!» Diyen Kimse
(209)
Evleri — Konakları — Kervansarayları Islâh Etmek
(210)
Binalara Harcama (Yatırım)
(211)
İnsanın Kendi İşçileriyle Çalışması
(215)
Evlerinde Cumba Edinenler
(219)
Yumuşaklıktan İnsana Verilen Mükâfat
(227)
Gece Ortasında Hasta Ziyareti
(228)
Hasta İçin, Sıhhat Halinde Yapmış Olduğu İbadetin Sevabı Yazılır
(229)
Hastanın : «Bende Ağrı Var!» Demesi Şikâyet Olur Mu?
(230)
Baygın Hastayı Ziyaret Etmek
(231)
Hasta Çocukları Ziyaret Etmek
(235)
Ziyaretçinin Hasta İçin Şifa Dilemesi
(236)
Hastayı Ziyaretin Fazileti
(237)
Hastanın Ve Ziyaretçinin Hadîs Anlatması
(238)
Hasta Yanında Namaz Kılan Kimse
(242)
Fasık Hastayı Ziyaret Etmek
(243)
Kadınların Erkek Hastaları Ziyaret Etmek
(244)
Evin Lüzumsuz Şeylerine Bakan Ziyaretçinin Hoş Görülmemesi
(245)
Göz Ağrısından Ötürü Ziyaret
(246)
Hasta Ziyaretçisi Nerede Oturur
(248)
İnsan Kardeşini Sevdiği Zaman Ona Bildirsin
(243)
Bir Kimse Bir Adamı Sevince, Onunla Münakaşa Etmesin Ve Ondan Sormasın
(252)
İnsanın Uğradığı Zulümden İntikam Alması
(253)
Kıtlık Ve Açlık Zamanında Yardımlaşma
(255)
Allah İçin Kardeşine Yediren Kimse
(256)
Cahilliyyet Devrindeki Andlaşma
(259)
İlk Yağmurda Islanmak İsteyen
(261)
Develer, Sahibi İçin İzzettir
(264)
Akarsu Kenarlarındaki Yaylada Oturmak
(265)
Sır Saklamayı Ve Ahlâklarını Öğrenmek İçin Herkes İle Oturmayı Seven Kimse
(266)
İşlerde Sab1rlılık Ve Ağır Başlılık
(270)
İnsanlara Kızgınlık Hâli Girince Hediyeyi Kabul Etmeyen
(272)
Sabah Kalkınca Ne Demelidir
(273)
Kendinden Başkasına Duâ Edenin Duası
(274)
Duanın Özlü (Halis) Olanı
(275)
İnsan Kesinlikle Duâ Etsin, Çünkü Allah! Zorlayıcı Yoktur
(277)
Allah'dan Mağfiret Dilemenin En Faziletlisi
(278)
Kardeşin Gıyabta Duâ Etmesi
SÖNMEZ, Hokkesi
[nayeî'f see islam üSermrîde ü enfhn bufün Rkih bablemna ve sîSıhaî derecelen
ne göçe d sr! ey erek eser geîEren İmam-! BuhĞn''Rİn A İh E âk ve Edeb'e ast
üiesdasHen toplayan nci eseri Edeb-üS Müfred'f siz azh okuyucu!ar;nn sunmakla
müfcehirdir.
Bu sufefie
HadîsSerEe-alâkalı (Bulûğ-ul Mercifn ve Sahîh-i MüsStm Şersonm üncü i en: d
kitabımız okmss oluyor.
Edeb-ül Müfred,
Cenab-B Makk'îsı Kur'ân-ı Kenm'de «Eî-Tin» sûresinde kasem ederek : «Biz
gerçekten insanı en güzel bir biçimde, surette yarattık» ve sOEira «Küfre
varınca esfel-i sâiifîn'e çevirdik» di/e buyurduğu biz in-san!ar:R bu
güzelliğinin mohoraza formülü olan SsÜâm dinini ve onun temsilcisi güzel ahlâk
ve edep numunesi Peygamber Zsşan:m:zi göndermiş ve onu örnek aEmam:zı
bildiriliştir. Sşîe imamı Buhar? Hazretleri insanSar;o Es^el-i SaCiJsû'e
düşmeden Cenab-ı Hakk'un Eütfestiği güzelitğini koruma reçeBeSerini ssısa^farcn
önderi bazikabib Ulu Peygasmberirasszd!! tcpBayarak biz!eî'En istifadesi sı e
arzeîmîştir.
SÖNMEZ NEŞRİYAT da bu müstesna AJufâk ve E gayesine
uygısn olarak büyük bir iftiharla sizlere sunmaktadır.
Gayret bizden,
Tevfik ve İnayet Cenab-ı Hak’tandır.[1]
SÖNMEZ
İnsanı en güzel bir
kıvamda yaratan ve sonra ona edebi Öğreten yüce Allah'a hamd ederiz.
Ahlâkı Kur'ân olan
sevgili Peygamberine de Salât ve Selâm getiririz... Terceme ve açıklaması
takdim edilen İmam Buharî'nin bu eseri, kitabın İsminden de anlaşıldığı gibi, sırf edeb ve ahlâkla ilgili
hadîs-i şerifleri İçinde toplamış
bulunmaktadır.
İmam Buharı nİn hal
tercemesini özet olarak kitabın başına koymuş bulunuyoruz. Bu büyük Müslüman
Türk âliminin eşsiz eserlerinden birini de bu «El-Edebu'l-Müfred» adlı kitabı
teşkil etmektedir. İmam B u -harî, bu kitapta topladığı hadîsleri yalnız kendi
«Sahîh»İnde değil, diğer eser ve rivayetlerden seçerek bir araya getirmiştir.
Böylece edeb ve ahlâka dair başlı başına bir eser hazırlamış olması, bize,
İslâm'da edeb ve ahlâkın yüksek mevki'ini ve ona verilmesi gereken önemi
belirtmeye kâfidir. Bu itibarla İslâm'da ahlâkın yeri ve önemi üzerinde bir
miktar durmayı, konumuz olması itibariyle, faydalı buluyoruz.- islâm'da ahlâk;
insanın dinî ölçülere uygun olan güzel söz ve hareketlerden ibaret
yaşantısıdır. Buna, İnsanın huyu, edebi ve davranışlar denir. İnsanın sahip
bulunduğu ahlâkî haller iki kısma ayrılır.
1— Bunlardan
bir kısmı doğuştan gelen ve değiştirilmesine imkân bulunmayan huylardır ki,
buna tabiî ahlâk denir. İnsanın doğuştan sinirli ve aceleci olması gibi.
2— Bir de
akıl ve düşünce ile, cemiyetin tesirleriyle dıştan gelen ve insanın kendi
ihtiyar ve İradesiyle kazanılmış olan ahlâk vardır ki, buna mükteseb ahlâk
denir. Esasen bizim
konumuzu da İlgilendiren
bu ikinci kısım mükteseb
ahlâktır.
Madem ki ahlâk, iyi ve
güzel söz ve hareketlerin yaşantısından İbarettir; o halde iyiyi ve güzeli
nasıl tanıyalım ve seçelim?
Bu kâinatı, bütün varlıklarıyla,
aklımızın eremeyeceği ince bir san'at, İdrakinden aciz kaldığımız düzen ve
intizam üzere yaratıp âa, onu en sağlam ölçü ve kanunlara bağlayarak tahkim
eden, İlim ve kudreti hudutsuz bulunan yüce Allah, yaratıkları içinde insanı en
güze! bir kıvamda yaratmış, diğer yaratıkları da onun istifadesine bağlı
kılmıştır. Böylece insanı âlem içinde hakim duruma koyarak onu muhatap tutmuş
ve mükellef ksl-mişfir. Elçileri vasıfcsîyie ona saadet yolların! göstermiş,
iyiyi ve güzeli, kötüyü ve çirkini öğretmiştir. Her ve en sağlam yaratan yüce
varlığın, insanlara da, kendileri, için en doğru olan yaşayış ve hareket yollarını
bildirmesi tabiîdir ve "şüphe.götürmez bir gerçektir. Zira eşyayı yoktan
var eden, onun künhünü .bilen ve onu dilediği gîbİ tasarruf eden varhğın ilmi
yanında kimsenin söz Elbette olamaz. O halde Allah'ın bize öğrettiği edeb ve
ahlâk, denemeyen en güze! ve en doğru ahlâktır. Bu ahlâki en mükemmel bîr
tarzda yaşayan da, şüphesiz ki, onun eh sevgili Peygamberidir. Çünkü Peygamberi
hakkında söyle buyurmuştur:
«Gerçekten sen,
çok Ibüyük. bir ahlâk
üzeresin.»; (Kalem'.Sûresi, ayet:5)
ct ızofnoHoa
'yasdklönnı en iyi bilen, dinin ıVldteya şeyleri birbirinden
avsklayıp âa kötülüklerden uzak
kalarak İyi ve güze! şeyleri en olgun
bir halde uygulayan ve dini tam olarak yaşayan Peygamber olduğuna göre, edeb
ve-ahlâkı biz ondan öğreneceğiz ve onu örnek alacnğ'z, Ebedî saadet ve kurtuluş
yolu budur.Dİnsaydığı şeyler,'iyidir ve İnsanlının menfaatinedir/ve
bunlarrüygolamak ve,amak ah'âHır. Dinin kötü ve çirkin saydın! şeyler .de
fenadır; ve insanhğın zarannadır. Bunları işlemek tlle Buraya kodar ynoı'an
kı?a ockinmadan'aniaşıhyör ki Ahlâk, din'den ayrı bir şey değil,- din
hükümlerinin doğru ve tam olarak yaşanmasından doğan bir haldir. İnsanın
kişiliği ile* ferd've cemiyet üzerinde varl'fiını gösterir" ve uygulanması
İstenir. İnran cemiyet df^-nda .kalamayacağından ah1âkHan da azode kalamaz,
dinin vü'led'ği ahlâk oküleri ile sorumlu tutulur. Bu sorumluluğa inamp da
vazifelerİnİ yerine aetîren'er goyeve ererler, selâmete kavuşurlar. .Nİtekİm
'Peygamber' (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben ahlâkın güzeüik
ve iyiliklöritu taıîıâmlamak için gönderildim.» Buyurmuştur, p.emek ki,
İslâm'ın gayesi güze! ahlâ' yaşamaktır.Bu ahlakı yasayöb'lmek idn de'onu
önrenmek ve tatb'kçis'ni önder edinmek ge-.rekîr. Hedef budur.Onun İçin ahlâk
islâm dininden ayrılmayan, h'âm toplumunda kayrîa'fmöy! is'Bğtıd'yan :a'üze?ı'ıve'r
h^lıffü'1 kur8W"bır ruhdan fharettir.A'nk olmaksiz'n d:n dü^ünü'emediğ
gibi, dine-HayÖHmcryah'-Bir ahlâk da Allah knt-nda makbul değildir.
Filozoflarla p^fkologların'tarif
ett'ğî2!an!â!uya fcemİyetİri:fetirh" vet-el-k-:n;nden donan âdetler, ya
;da^î:nsonm yorof'Tısında mevcut k'abiliyetler'n geÜsmesi İle meydana
pelen'hnilerdir. Bu tariflere aöre. insanlar İçin.temelli ve; istikrarlı bîr
ahlâk şekli ve-öküsü o'omar. Ferdlerîn kabiliyetlerine veya -cemiyetlerin
nelenek, çıörenek ve âdetlerine'-fca'çHr-olarak daima deciİşen ve birbirleriyle
mütemadiyen çelişen anarşik hareketler meydana1 gelir," nizam bozulur ve
huzur kalmaz. Kısmen dünyada bir huzur sanılsa bile, gerçekte böyle değildir.
Çünkü İnananlar için İlâhî ölçüler esastır. Bunİar hem dünya, hem de âhiret
saadetini temin ederler. Dinimizde çocuğun babaya ve babanın çocuğa, karının
kocaya ve kocanın karıya, komşunun komşuya, patronun işçiye ve işçinin patrona,
amirin memura ve memurun amire/üstün asta ve astm üste, satıcının müşteriye ve
müşterinin satıcıya, müminin kâfire ve müminin mümine karşı, karşılıklı hak ve
vazifeleri vardır, Bunları büip dosdoğru uygulamak İslâm 'ahlâkını yaşamak
olur.
İmam Buharı, çeşitli
nakil yollarından ilmî araştırmalarİyle elde ettiği ahlâka daîr Peygamber
Efendimizin söz ve hareketlerini bîr araya toplamış ve bize başlı başına bir
ahlâk kitabı hazırlamıştır. Bunları Öğrenip en güze! yaşayanlar, Peygamberin
büyük ahlâkına en yakın bulunanlar olur. İşte bu kitap bize Peygamberin büyük
ahlâkını öğretiyor ve ona uymamızı tavsiye ediyor, islâm'ın hayatı budur,
huzur ve saadet buradadır.
Allah'ım! Bize önce
hidayet buyur; hakkı göster, ona uymayı nasib et. Bâtılı da gösterip ondan
kaçtndır.
Bize o büyük
peygamberin yüce ahlâk? rifojf ret, yrisahtssfnfveı*; saao'eî kapıları açtlsm,
gözler aydun olsunr karanlıklar kapansın. V Faydalansm genç-ihîiyar, bütün kâinat...
Selâmete açsınlar kanat.
İşte isteğimiz, son
arzumuz bu...
İmam B u h â r î 'nin
bu kitabı ahlâkla ilgili çeşitli konuları gösterir (644) kadar bölüme
ayrılmıştır. Her bölümde, o konu ile ilgili bîr veya birkaç hadîs-i şerif,
yahut ashabdan rivayet edilen haberler vardır. Hazreti Peygambere kadar
yükseltilmemiş olup, tabiîn veya ashaba kadar ulaştırılan nakillere eser veya
haber ismi verilir ki, bunlar, İkinci parantez içinde (1, 2,... -s.) şeklinde
gösterilerek ayırt edilmişlerdir. Bunların sayısı (383) adettir. Eserler
dahil, bütün hadîslerin toplamı (1322) adet olup, bunlardan (639) tanesi
birinci cildimiz içinde mevcuttur.
Kısaltma olsun diye,
metindeki senetlerden yalnız ilk ravî alınarak tercemeye geçilmiştir. Mümkün
olduğu kadar metne sadık kalınarak lüzum görülen yerlerde ayrıca açıklama
yapılmıştır. Hayatları bize örnek olacak ashab-ı kiramdan fırsat düştükçe
bahsedilerek hal tercemeleri kısaca verilmiş, gerek metinler için ve gerekse
açıklamalar için faydalanılan kaynaklar gösterilmiştir.
İmam Buharı 'nin
«EI-CamiVs-$ahıih»inden sonra gelen ve İslâm ahlâkını derleyen
«El-Edebü'l-Müfred»inî, Hindistan'da Osmaniye Universitesi hocalarından, tefsir
hocası F a d ! u I I a h E I - C î I â n î iki ciid halinde şerh etmiş ve
hadîsler için başka kaynaklar da göstermiştir. Ayrıca lüzumlu fihristler
hazırlayarak kitabın sonuna koymakla büyük hizmette bulunmuştur. Hizmetinin
manevî mükâfatına ziyadesiyle nail olmasını AlScjfo'-dan niyaz ederiz. Eserin
terceme ve açıklanmasında bu âlimin şerhleri bize esas olmuş, diğer
kaynaklardan ayrıca faydalanılmıştır.
Ehliyet ve
mükemmeliyet iddiası olmaksızın, bu çalışmamız, Hz. Peygamberin nurlu
ahlâkından ahlâk edinmek isteyenlere, ahlâka susamışlara, İslâm ahlâkından
mahrum olanlara bir yansıtma vasıtası olabilecekse, hepimize ne mutlu!.. Bu
mutluluğu ve bu saadeti Allah'dan diliyoruz :
Ya Rab! Beşeriyet
İcabı bizden çıkmış bulunan hata ve günahları bağışla; bize hakkı ve doğruluğu
ilham et. Bizi Peygamberin büyük ahlâkı ile tenvir edip, doğruluktan ve
istikâmetten ayırma. Akıbet bizi, iyilerle ve razı olduğun kimselerle hasret...
Hamd, âlemlerin
Rabbine;
Salât ve Selâm, O'nun
elçisine.
Rahmet ve Resulünün
ümmetini olsun…[2]
A.
Fikri YAVUZ
30.12.1971
Abdullah İbni M e s '
u d 'un — Allah ondan razı olsun — rivayet ettiği hadîs-i şerifin beyaniyle
«Kuı-'ân yeryüzünde Allah'ın ziyafet sofrasıdır.» Hazreti Âişe 'nin de — Allah
ondan razı olsun — tavsiyelerinden anlıyoruz ki, Allah'ın elçilik görevini
taşıyanların en üstünü «Hazreti Muhammed Sallâllahü Aleyhi ve Seîlem'in Ahlâkı
KUR'ÂN idi.»
Hazreti Peygamber
Kur'ân'ı, insanlara, yaşayışlarıyla, hal ve gidişatlarıyla terceme eder ve
açıklardı. Kur'ân-ı Kerîm'in açık ve kesin âyetleri, Peygamberin hikmetle dolu
söz ve hareketleri yirmi üç yılda tamamlanmıştı. Bu zaman içerisinde, ashab-ı
kiram, Allah'ü Teâlâ'nın kendilerine ihsan buyurduğu güçle hadîsleri
ezberlediler. Daha sonra hadîs imamları, Peygambere ait çok değerli ve büyük hadîs
kitapları yazdılar. Bunların çoğunu, şeriatın gaye ve maksadına uygun olarak
itikat, vasıyyet, idare ve toplumla ilgili konular, cihad faziletleri, Cennet
ve Cehennem gibi bölümlere ayırarak hazırladılar.
Ahlâk ve adaba mahsus
olan hadîsler ise, bütün hadîs kitaplarında fazla miktarda ve çeşitli bölümlere
dağınık bir halde bulunuyordu. Zira ahlâk, Peygamberin getirdiği hidayet
dininin temelinde büyük bir rükün teşkil eder. Herkes biliyordu ki, Peygamber
(Sallâllahü Aleyhi ve Selîem) ahlâkın iyi ve güzellerini tamamlamak için
insanlığa gönderilmişti.
İşte İmam Muhammed
İbni İsmail El-Buharî, «Camiu's-Sahîh» adlı meşhur eserinde, «Edeto» için bir
bölüm ayırmıştır kî, bu ölmez eserin 78. bölümünü teşkil etmektedir. Sonra İmam
Buharı, bununla yetinmeyip sırf edep mevzuuna ait olmak üzere müstakillen bu
kitabı hazırlamıştır. Bu esere, «el-Edelbu'l-Müfred» adını vermiştir; çünkü bu
eseri yalnız edeble ilgili hadîslere tahsîs etmiş, başka şeylere değil...
Güzel tesadüflerden
biri olarak İmam Buharı, asırların hayırlısı olduğu rivayet edilen üçüncü
asrın başında yetişmiş, daha sonra hayatının ikinci safhasında, kendisinden
sonra gelecek hadîs âlimleri topluluğunun elçisi imiş gibi, onlara öncülük
etmiştir. Böylece Hazreti Peygamberin sünnetini izliyenler için, hayır
sahipleri için «Sünnet» hakkında yukarda adı geçen «Camiu's-Sahîh» kitabını
hazırladı. Hem asrmdaki âlimlerin, hem de daha sonra gelen hadîs âlimlerinin
İmamı olmuştu.
Abdullah îbni
M e s ' u d 'un - Allah ondan razı olsun — rivayet ettiği hadîs-i
şerifin beyaniyle «Kur'ân yeryüzünde Allah'ın ziyafet sofrasıdır.» Hazreti
Âişe'nin de —Allah ondan razı olsun— tav-' şîy elerinden anlıyoruz ki, Allah'ın
elçilik görevini taşıyanların en üstünü «Hazrefi Muhammed Sallâllahü Aleyhi ve
Sellem'in Ahlâkı KUR'ÂN idî.»
Hazreti Peygamber
Kur'ân'ı, insanlara, yaşayışlariyle, hal ve gidişat-î&riyle tercenıeeder ye
açıklardı. Kur'ân-ı Kerîm'in açık ve kesin âyetleri, Peyganîberin Mkmetle dolu
söz ve hareketleri yirmi üç yılda tamam-îantaıştl. Bu zaman içerisinde, ashab-ı
kiram, AUah'ü Teâlâ'mn kendilerine ihsaft'buyurduğu güçle hadîsleri
ezberlediler. Daha sonra hadîs" imamları, Peygambere ait çok değerli ve
büyük hadîs kitapları yazdılar. Bunların çoğunu, Şeriatın gaye ve'maksadına
uygun olarak itikat, vasıyyet, idare ve topltimlaMlgili konular, cihad
faziletleri, Cennet ve Cehennem gibi bölümlere âyıfcarak hazırladılar.
Ahlâk ve adaba mahsus
olan hadîsler ise, bütün hadîs kitaplarında fazla miktarda ve çeşitli bölümlere
dağınık bir halde bulunuyordu. Zira ahlâk, Peygamberin getirdiği' hidayet
dininin temelinde büyük bir rükün teşkil eder. Herkes biliyordu ki, Peygamber
(Sallallahü Afcyki ve Sellem) ahlâkm iyi ve! güzellerini tamamlamak için
insanlığa gönderilmişti.
îştq îmam Muhammed
îbni îsmaîl El-Buharî, «CamîuVSahîn» adlı meşhur eserinde, «Edeb» için bir
bölüm ayırmıştır bu ölmez eserin 78. bÖîümühü teşkil etmektedir. Sonra îmam
B'uİıar î, buıîunlâ yetinmeyip sırf edep mevzuuna ait olmak üzere müstakillen
bu kitabi'nazırîârnıştır. Bu esere, «el-Edebu'1-Müfred- adını yermiştir; çünkü
bu eseri yalnız edeble İlgili hadîslere tahsîs etniiş, başka şeylere değil...
Güzel
tesadüflerden'biri olarak îmam Btiharî, asırların hayırlısı olduğu rivayet'
edilen üçüncü asrın başında yetişmiş, daha sonra hayâtının ikinci safhasında,
kendisinden sonra gelecek hadîs âlimleri topluluğunun elcisi irtıiş gibi,
onlara öncülük etmiştir. Böylece Hazreti Peygamberin-sünnetini izttyenler
îçiö, hayır sahipleri için «Sünnet» hakkında yukarda adi geçea «Catniu's-Sahîh»
kitabını hazırladı. Hem asrındaki âlimlerin, hem de daha sonra gelen hadîs
âlimlerinin îmaml olmuştu.
İmam Buharî, ilk
olarak İslâmda hadîs mevzuunda bir kitap yazıp hadîsleri eleştirerek gayet ince
ve titiz metodlarla sahîh ve sağlamlarını sakatlarından ayıran büyük îmam'dır.
Bu büyük hizmeti ile, kendi asrında yıldızları parlıyan bid'at ehlinin takip
etmekte oldukları sapık yol kesilmiş oldu. Böylece onlar, perişan olarak korku
içinde sapık yollarından geri döndüler.
İmam Buhar'î veburmn
gîtii âlimler, felâm dini için açık ve parlak deliller ortaya çıkardılar ki,
îslâm yolundan, Peygamberin gidişatından sapanlara ve uydurmacılara artık bir
hareket ve imkân kapısı kalmadı; İmamı (E b ti" A b dul 1 ah) Muhammed
îtini î s mail, îbn i îbrah î m , f b ni' 1-Muğîre ET-Cu ' f î / ilk vatanı
olanTrBuh,ara*da çuma namazmdan sonra, Hicrî 13, ^Seyyal 194 tarihinde doğdu.'
E 1-Mü st en îr îbn i
Atık diyor ki, bu doğum
tarihini, bizzat Irnam Buharî, babasının el yazısı olarak bana göstermiştir.
Bu.har:î'nin
babaşı,iilira,ye takva sahibi zengin bir zattj; Daha,doğrusu ticaretle uğraşan
bir âlimdi. Daha çok sünnete ait ilimlerle meşgul oluyordu. Hafız İ b n-i Hibba
n «Kitabufs-Sikat»açÜı eserinde, Buharî 'nin.babasjnı dördüncü tabaka
ricalinden saymıştır; H a m-m a. d t b n.i Z e y d ve M al i k 'den rivayet
ettiğini söylemiştir. Irak'lılar. da kendisinden rivayet etmişlerdir. Oğlu İmam
Buharî, «Tarih-i KebuVüıde şöyle anlatıyor:
Babam' î;&m e il i
İH a m m a d İ b n i Z e y d 'i (98479) görmüş, İ b n ü '1 - M,ü b a re k ile
(118-182) görüşmüş ve îmanı M a 1 i k 'i (93-179). dinlemiştir.
Bu harî 'nin babası. İ
s m a i 1, İmam Malik ile Ham ma d î b p. i Z e y d, 'den ye Irak'lılar da;
kendisinden rivayet ettiklerine göre, anlaşılıyor ki, { s m a i 1 Efendi 179
hicret.yılından önce hac farizasını edâ,etmek üzere vatanından çıktı; Medine'yi
ziyaret etti ve. orada da İmam Ma 1 i ^ ile görüştü, giderken de, çlönerken .de
Irak'a uğrayıp orada H amma, d ile karşılaştı ve,pndan-'hadîs dinledi.
Iraklılar onunla beraber, bulunarak kendilerinden hadîs rivayet ettiler.
I b n u ' 1 -,M ü b ar
ek 'e gelince, bununla devam eden hayat, Mali;k ve
Ham m a d 'dan sonra,üç yıl olmuştu»,
Bu har î'nindedesi İ
br a.hîm î bn u;'1 - M u.ğ,î r e hakkında, Hafız îh n i Hacerr
«He4yo's-Sarî>» adlı kitabıaın 478. sayfasında şöyle diyor: «Buna ait
haberlerden eliffîize bir. şey geçmemiştir.»
Bu^harî'nin büyük
dedesi, İbrah-im -inde babası MUĞÎRE, bu soyun Ufc müslüman olan
şahsiyetidir, Müslümanlığı kabul edişi ile,vâtanâaşlarindan^ve C u ' f a
kabilesinden Y e m a n adındaki (Sîi*1 zâtm elîyiei olmuştur.
Cu'fa kabilesinden
olan bu «Y e m h», muhaddis Hafız Abdul1ah,İ b n i M-;u,^ a m m e d 'in büyük dedesidir; çünkü
Hafız A b-.d ull'a.h 'in babası Muhattı m,e/d , M u h a m m e d 'in babası
Ab.duil ah , Abdullah'ın babası Cafer, C,a f e r 'in de babası El-Yeman 'dır,
Cu'fa kabilesine mensuptur...Buhara ve MaveraünnehirMe Allah yoluna çağırma
sevabını iş-liyen:bir kabilenin adıdır. Bu kabilenin gayret ve çalışmalariyle
doğuda çok kimseler İslâm'ı kabul etmiş; ve İslâm'ın yayılmasına bunların büyük
hizmetleri olmuştur. İmam Buharı gibi büyük şahsiyetler doğmuş ye İslâm'a büyük
hizmetlerinden dolayı şerefli bir kabile'unvanını korumuşflar-vemlaranispetedilmelç
de bir fazilet olmuştu.. Bu hizmetler içinde en fo%ük nastbCF kazandıran da.
şüphe yok ki,, îmam B u h-a.rî Jnirt geriye bıraktığı ölmez eserlörtdîr.
Allah'hepsinden razı, olsun.
'Buhar î; 'hin
babasının öhırri tarihi bilinmemekle beraber,' B u -h a r; î 'nin^ küçukKîfünde
vefat ettiği kssihlikle söylenebilir. Böylece B u'h^a-''r îî,'
annesinin'kucağında ve himayesinde büyüdü. İlk hadîs din-lemesi d&Hk'rî'2O4
târihin-de olmuştur. Buharı 'nin
talebesi, B u" h a i* î'hih'şöyle
dediğini anlatmıştır: «Daha ilk medresede iken, baiîa hadîs ezberieinekHlhâm
edildi.»~O vakit on veya daha az yaşta bulunuyordu. ' B ÜK^ r!'nin
Küçüklüğünden itibaren hiadîs ezberlemekte takip ettiği yol, ravilerin hal
tercemelerini, onlarla yaşamış gibi ezberlemek öl-ftmstur. "-Oî raviyî,
ravinin iktisabını, kimden rivayet ettiğini ve raviden kimlerin rivayet
ettiğini hep bilirdi. Bir kimse hadîs rivayetinde.ve ravi-Ietfin'senedinde
hataya düştüğü' zaman, İmam; Buharî onun imdadına yetişirdi; çünköT İmam B u h
§:r î bütün ravileri ve talebelerini, ra-viniit şöyhlenni,; şöyhlerin
zamanlarını ve vatanlarım bilirdi. Bu ehliyetini gösteren bil* hadise vardır
ki; onu'bizzat Buharî, medrese tahsi-
'linâen tottra şöyle
anlatmıştır.
iMedrösfeBe;Ve
dışardaH âlimlerle bazı ihtilâflara düştüm. Bîr gün, medresede dersveren hoca
dedi ki, S'ü f y an E bû Z ü'b e y r 'deri, EVû Z>ü be y r de 1 b'r'â h İ'm
N e h a iJden rivayet etti. Ben, E'bû 2üb e y r , î Vr ah İîn 'deh rivayet
etmemiştir, dedirri. BÜ-nun üzerine adam beni azarladı. Ben ona dedim ki, dön,
yanında varsa aslına bak:Adam gidip araştırdı ve sonra dönüpi bana şöyle dedi;
' «Eiy gehçîîlivâyet hasıldır?i Ben dedim ki," o, Adiyy oğlu
Zü-tee"yr"'dir, 1 b r a h i m 'den rivayet etmiştir; E b û Z ü b e y
r değildir; Adam balemi aldı, kitabını düzeltti ve bana; «Doğru söyledin\»
dedi. Biri; B-uh'lrîPye ;sordu: Bu adafria karşı hareketinde kaç yaşmdaydıh?
Buharî, on bir yaşındaydım, demiş. Bu yaşta iken, memleketindeki hadîs
rivayetlerini Muhammed îbni Selâm 'darı (161-225), Abdullah İbni Muhammed E 1 -
M ü s n i d î 'den (?-229) ve bunların; emsalinden alıyordu.
Buharı şöyle anlatır:
On altı yaşıma bastığım zaman, îbni Mübarek 'in (118-182) ve Veki' î b n ü'1 -
C er r ah'm (130-197) kitaplarım ezberledim! Fıkıh âlimlerinden de bunların
görüşlerini anladım
Ömrünün bu devresinde,
(210 hicret yılında) hac farizasını edâ etmek üzere, B e y t u 1 1 a h 'a
müteveccihen annesi ve kardeşi A h m e d ile'yola çıktı B u h a r î ... Ahmed
ondan küçüktü. Her girdiği belde âlimlerindenîmâm Buharı hadîs dinlerdi:
Beîh'de; Mekkî îbni
İbrahim Hafız B e 1 h î'den (?-215), Basra'da; E bû A m r E K'K a y s î *den
(?-213) ve Muhammed îbni Abdullah î t> n i ' 1 - M ü s e n n a El-Ensarî'den
(118-215) ,Kûfe'de; Ab d u 1 1 ah î b n i M û s a E 1-A b s î '-dfen (?-2l3),
Mekke'de; Mekke şeyhi ve kurrası Abdullah îbni Yeiîd El-Mukrî 'den (120-213),
BağdadMa; A f f a n ibni M üs 1 i m E 1 - B a s r î 'den (13Î-220), Humus'dan;
Ebu'K.Yeraan E 1 - H a k e m î b n i Nafi' E 1 - B « h r a n î Men (138-221),
Şam'da: Ebû Müshir Abdu'1-A'lâ E1-G a s s a n î'den (140-218), As-kalanda: Adem
îbni 1 y a sdari (182-220), Filistin'de: Muhammed îbni Yûsuf El-Faryabî 'den
(?-212) hadîs dinlemiş ve okumuştur.
Sehl îbni Sirrî
rivayet ettiğine göre, Buharı şöyle demiştir:
«Şam'a, Mısır'a ve
Arap Yanmadası'na iki defa, Basra'ya dört defa gittim ve Hicaz'da altı yıl
kaldım. Küfe ve Bağdad'a hadîs âlimleriyle beraber kaç defa gittiğimi sayamam.»
Haşid îbni' İs nva il demiştir ki, Buharî daha küçükken bizimle beraber Basra
âlimlerine gider gelirdi; yazı yazmıyordu. Hatta beraber bulunduğumuz bu
günlerde on altı gün geçince, onu yazı yazmayışından ötürü ayıkladık. Bunun
üzerine bize şöyle dedi: Aleyhimde söz ettiniz; yazdıklarınızı bana okuyun. Biz
de, yazdıklarımızı, ©nbeş binden fezla olduğu halde ona okuduk. O, bütün
bu'hadîsleri ezbere olarak bize «kudu; öyle,ki, biz, onu ezberinden yazmış
olduğumuz hükmünü vermeye başladık.
Muhammed Îbnu'l-Ezher
El-Sicistanî şöyle anlatıyor: Mekke :kadısı Süleyman îbni Harb El-Ezdî El-B a
s r î 'nin meclîsinde idim. Bu zat 224 hicret yılında vefat etti; doksan
yaşında bulunuyordu. Orada bulunanlardan birine Buharı için, bu genç neden
yazmıyor? diye soruldu.. Verilen cevap şu oldu: Bu genç Bu-hara'ya döner ve
orada kendi ezberinden yazar.
Varraka Ibni Mu ha mm
e d îbni Ebî Hate m'den, Buharı 'nin anlattığı rivayet edilmiştir:
«Ben hadîs âKmi
Faryabî 'nin meclisinde îdim; üstad şöyle takrir etti: Bize Sü f y a n , Ebû
U^r v e 'den; Ebû Ur ve, Eb£'l-' H a 11 a b 'dan; Ebû'l-Hattab, Ebû Haınza 'dan
rivayet etti. Mecliste bulunanlardan hiç biri, S ü f y a b 'dan yukarıda
bulunan ravi-lerin adını bilemedi, (onları künyeleri ile tanıyorlardı). Ben
dedim ki, S ü f y a n 'in yukarısmdaki ravilerden E b û U r v e , Muammer îbni
Ra şi d'dir. E bû ' 1-Ha tt a b , K a t a d e İbni Dia-me'dir. Ebû
Halaza da, E n e s
İ b n i, M a 1 i k'dir.
Buharı ilâve ederek
dedi-ki* F a r y a b î 'nin ravileri künyeleri ile söylemesinin sebebi şu:
Faryabî 'nin hocası Süfyan e 1 -S e v r î ,. bu künyelerle rivayet etmiş; çünkü
meşhurlara böyle künye-leriyle söylerdi. Faryabî de emanete bağlılığından
dolayı, hocası Süfyan El-Sevrî 'den
işittiği, gibi hadîsleri anlatıyordu.
Buharî ise, bütün
ravileri aralarında yaşamış gibi biliyor ve tanıyordu. Künyelerini bilmek,
onun için en kolay şey idi.
Buharî, 210 tarihinde
vatanından çıkışından sonra îslâm âleminin en ünlü âlimlerini dinlemiş ve
yaşadığı müddet onlardan faydalanmıştır. Hafız İbnu'l-Hacer, «Hedyu's-Sarî»
adlı kitabının 479-480 sayfalarında bir bölüm açarak Buharî 'nin hocalarını beş
tabaka üzere tertip etmiştir ki, izahat için oraya baş vurulabilir.
Buharî 'nin,
hocalarından elde ettiği üstün istifadeyi -güzel bir şekilde canlandıran
Örnek, Yusuf îbni Musa El-Mervezî'-nin şu sözleridir:
«Basra Mescidinde
bulunuyordum. O esnada bir münadinin şöyle çağırmakta olduğunu işittim: Ey
ilim sahipleri! Muhammed İbni İsmail El-Buharî şehrimize gelmiştir. Bunun
üzerine âlimler toplanıp ona karşı çıktılar, ben de aralarında vardım. Bir genç
gördüm ki, sakallarında beyaz yoktu. Adam mescide girip sütun arkasında namaza
durdu. Namazı bitirince, insanlar etrafını çevrelediler ve ondan, kendilerine
hadîs yazdırması için bir meclis -tertip etaftesini istediler. Buharî de
onların bu teklifini kabul etti. Sonra münadî, Basra mescidinde ayağa kalkıp
şöyle seslendi:
Ey ilim sahipleri! Mu
h a m m e d îbni İsmail El-Buharî gelmiştir. Bize hadîs yazdırmak üzere kendisinden
bir meclis tertip etmesini istedik. O da, yarın falan yer ve saatte bir meclis
akdetmeyi kabul etti
Sabah olunca,
muhaddisler, hafızlar, fıkıh âlimleri ve diğer dinleyiciler kalabalık bir
şekilde hâzır bulundular. Böylece binlerce dinleyici: toplanmış oldu.
Muhaiûra,ed İboi İsmail
EI-Buharî (Ebu Abdullah), oturup
hadîs yazdırmıya başlamadan_:Önce dedi ki, ey Basra'lılarh Ben birT gencim; benden
hadîs dinlemeyi istediniz. Ben de sizin beldeniz ehlinden rivayet edilen sizin
bilmediğiniz ve faydalanacağınız hadîsleri' size anlâ^-tacağıro.
Hazır bulunanlar, onun
bu sözünden hayrete düştüler. Nihayet yazdırmıya başladı ve rivayetlerini
tamamladı. İşte Yusuf İbni
Mûs'a1 böyle anlatarak sözlerini şöyle bitirdi:
Buharı bu tarzda
onlara bir meclîs tertip ederek haüîs yazdırdı. Her hadîste, bu hadîs sizde* şu
şekilde rivayet edilmiştir; o-; kaefor var ki, bu hadîsin falandan rivayeti
sizde yoktur, diye söylüyordu.
Buharı 'nin eser yazmakla
meşgul oluşu, gençlik çağlarında baftar.r Kendisi şöyle derdi: On sekiz yaşa
bastığını zaman, ashab-i kiramın ve-tabiînin hükümlerini ve-sözlerini
yazmıya'başladım. Bu tarih 'U bey d u1!*'1 lah İbni M û s a'nin günlerine
raslar ki, Ü b e y d u 1 Va. hhn Ölünr tarihi olan 213 yılından önce Kûfe'de
bulunduğu devredir. "
Selim ibn'î.Mü oa h i
d şöyle anlatır: M u h a m m e d İbni İsmail El- Buharı bana demiştir ki, ben
ashabdan ve tabiînden naklettiğim hadîslerin çoğunun ravilerinin doğum ve ölüm tarihlerini,
yaşadıkları yerleri bilirim. Ben asli olmıyan bir hadîsi ashabdan ve tabiînden
rivayet etmem. Ben sahih olanı, Allah'ın Kitabından ve Peygamberinin
sünnetinden bilirim.
Yine. Buharî'nin şöyle
dfediğini Varraka anlatır: Hao- görevimi bjtirdikten sonra Medine'de, bir yıl
kaldım; hep hadîs yazıyordum. Her yıl hac edip Mekke'den Basra'ya dönüyordum.
Sağlam'hadîsi sakat hadîsten ayırıp bunları bilmedikçe, asla hadîs jdersine
oturmuş değildim. Basra'da yazılmadı bir hadîs bırakmadım.
Buharı başka bir
ifadesinde demiştir ki, teşn,adab vs cemiyet nizamı, ile ilgili olup, ihtiyaç
duyulan bir şey bilmyorum k, Kur'ân'da ve Sünnette mevcut olmasın.
BuharVnin telif ettiği
eserlerin en büyüğü, daha.doğrusu İslâm'ın-en büyiik mirası, pnua
«çEii-Camîu^-Sahîh» adlı meşhur hadîs kitabıdır.; Mekke'de iken onu tasnif e,
ve .balşlarıiH tertibe başlamıştı. Hadîslerini altı yüz bin hadîs arasından,
on altı yıl içinde seçmiş: ve şöyle demiştir: «Ben her-Jıadîs için istihare
edip, Allah için t iki rekât namaz kılmadıkça ve hadîsin sıhhatine kesin
olarak inanmadıkça, asla kitabıma bir. hadîs koymadım.»
Buharî, önce müsvedde halinde yazıyor, sonra temize
çekiyordu.; Müsveddeleri beyaza çekmek istediği zaman, Medine'ye gider, orada
Hazreti Pey g.a m b e * Mft kabai il© münberi! arasında temize naklederdi. ve
her hadîs naklinde iki rekât namaz kılardı.
E b û Caier E 1 - U
k,.a y 1 î şöyle diyor; Buharı «Sahîh» kitabını tasnif edince, onu, büyük
âlimlerden İbni Meclînî,. Ah-m e d İ b n.i .H,a;>n. be 1.,. Y ah ya j b n i
M u.'.i n ,ve!bunlar gibi asnnın imamlarına arz etti. Bunların, hepsi «Sahîh» i
güzel buldular ve onun sıhhatine şahidUk ektiler; yalnız dört hadîsi istisna
ettiler M, bunlarda da Buharı 'nin haklı olduğunu Ukaylî söylemiş, sahîh ol^
duklarmı ifade etmiştir. .
Hakim Ebû AJımed şöyle
demiştir: Allah İmam Buharî'ye rahmet etsin; çünkü din esaslarını o telif etti
ve insanlara açıkladı. Ondan sonra her çalışan âlim, kendisinden
faydalanmıştır.
Bu h a r î 'nin
«El-Camiu's-Sahîh» başta olmak üzere şu eserleri vardır;
1— El-Câmiu’s-Sa"hih
2— EHSdebu'l-Müired
(terceme ve şerhi yapılan bu kitap)
3— Kîtabu'i-Hibe
4— El-Kıraatü
Halfa'1-İmam
5—
Reful-Yedeyhi Fi's-Salât
6— Halku
Efalil-İbad
7—
Tarîhu'1-Kebîr
8—
Tarihü'l-Evsat
9—
Tarîhu’l-Sağir
10— EI-Camiu'1-Kebîr
12— El-Tefsîru'1-Kebîr
13— Kitabu'l-Eşribe
14— Kitabu'I-îlel
15— Esmau's-Sahabe
16— Kitabu'l-Vicdan
17— Kitabu'l-Mebsut
18— Kitabu'1-Künâ
19— Kitabu'l-Fevaid
20— Birru'l-Valideyn
Şimdi terceme ve
şerhini takdim ettiğimiz El-Edebu'1-Müfred, daha önce 1306 hicret yılında
Hindistan'ın «Aret» şehrinde, 1309 yılında İstanbul'da ve 1349 yılında da
Kahire'de basılmıştır. En sahîh baskısı Hind baskısı olup, nüshası nadirdir.
Mekke kütüphanesinde yazma bir nüshası vardır.
Muhammed Fuad
Abdulbakî, eserin bablannı ve hadîslerini numaralıyarak diğer Kütüb-i
Sitte'deki yerlerini göstermiştir. Bu baskıdaki metin de onun çalışmaları eseridir.
İmam Buharı hakkında
son olarak Müslim İbni Hacca c 'in şu itirafını kaydederek sözü kesiyoruz:
îmam! Saha ancak
hasedci dil uzatır. Bön şahidlik ederim ki, gerçekten dünyada-senin emsalin
yoktur.»
Büyük İmam hayatının
62. yılında ^Semerkand köylerinden biri olan: Hartenk'e gitti ve misafir
olarak: yakınlarından Galip İbni C i b -r î l'in «vine indi. Galip şöyle
anlatır: Bir- gece, gece, namazını bitirdikten-sonra, İmam düâ_ ederken şöyle
dediğini işittim: «Allah'ım!. Artık yeryüzü bunca genişliği ile bana dar geldi;
beni kendine al.» Bundan birkaç gün sonra HartçnVde hastalandı. Durumundan
haber alan Semer-kand'hlar bir, elçi gon.der.erek İmam kendüerine dönmesini
istediler, îmam Buharı Hazretleri de bu daveti.kabul etti ve hayvatıa binmek.
için hazırlandı, ayakkabıdayım, giydi ve. hayvana binmek için —ben de kolundan
tutarak — yirmi adım kadar yürüyünce,. «Beni bırakın,, takatsiz kaldım.» djş4i.
Biz- de onu bıraktık; dualar etmiye başladı, sonra yaslanarak vefat etti.
Ölümü, Cumartesiye rastlıyan Ramazan Bayram gecesinde, hicretin de 256 yılında
olmuştu.
Allah ona bol bol
rahmet etsin ve Müslümanlara ve insanlığa ettiği büyük hizmetinden dolayı ona,
salih velilerine verdiği mükâfatı versin...
Not: İmam Buharı hakkındaki
bu yazı, Arapça olarak Muhibuddin El-Hatîb tarafından yazılıp «El-Edebu'1-Müfr
edin başına konmuş olup, Özetlenerek Türkçeye çevrilmiştir.[3]
A.
Fikri YAVUZ
1— ALLAH
Tealâ: «Biz, insana, ana-batasına iyilik etmesini emrettik.» buyuruyor.
(Ankebût Sûresi, âyet: 8)
Abdullah îbni Mes'ud anlatmış
ve şöyle demiştir:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Se.lem)'e sordum ki, amellerin hangisi, şanı aziz ve yüce olan
Allah'a daha sevgilidir?
Buyurdular ki:
— (Müstahab olan) vaktinde namaz kılmak.
— Sonra hangisidir? dedim.
— Sonra, ana-babaya iyilik etmek, dedi.
— Sonra hangisidir? dedim.
— Sonra, Allah yolunda cihad etmektir, dedi.
Bu hadîsi anlatan dedi
ki, «Peygamber bu üç şeyi bana söyledi. Eğer ondan, daha ziyade soraydım, muhakkak
bana daha söyliyecekti.».[4]
Bu hadîs-i şerifte
sıra ile üç. amelin fazileti ve bunların önemi belirtilmektedir. Bunların
başında da namaz geliyor. Namaz her gün tekrarlanan ve beş vakitte yerine
getirilen, adâb ve erkânı gözetilerek huzur ve huşu ile kılındığı takdirde
fenalıklardan alıkoyan bir ibadet olduğundan, diğer bir hadîste : «Namaz dinin
dayanağıdır.» buyuruİmuştur. Böylece ibadetlerin en faziletlisi sayılmıştır.
Namazın hakkını koruyan, ana-babaya da saygıda bulunur, onlara iyilik eder.
Ana-babaya iyilik etmiyen, başkasına hiç iyilik etmez.
T i r m i z î
'nin.,rivayetine göre, ana-babaya iyilik etmeğe dair olan ve bir kısım manası
baş tarafa alınan âyet (Ankebut: 8), S a ' d i b n i E b î V a k k a s hakkında
nazil olmuştur. Bunun anntesi, E b û S öf y a n 'in kızı idi. S a ' d İslâm'ı
kabul eden ilklerden olup, annesine ziyade hürmet ye iyilik ederdi.. Oğlunun
kendisine düşkünlüğünü bilen anne, bir gün oğluna şöyle dedi:
«— Bu yeni ortaya
çıkan din nedir? Allah'a yemin ederim ki, ne yemek yiyeceğim, ne içeceğim, tâ
ki eski dinine dönersin; yâhud böylece ölür giderim ve sana da : "Ey anne
katili! "denir.»
Bunu söyledikten sonra
rkı gün yemek yemedi, bir şey içmedi. Nihayet oğlu Sa'd
yanına varıp dedi ki :
«— Ey anneciğimi Senin
yüz tane canın olsa ve teker teker bunlar çıksa, bulunduğum hak dini yine (erk
etmem. İstersen yemeğini ye, istersen yeme.»
Anne ümidini kesince,
artık yemeğe ve içmeğe başladı. Bu hadise arkasından da Allah Tealâ
anaya-babaya iyilik etmeyi, şirkte onlara uymci-mayı emretti. Âyet-i kerîmenin
manası şudur:
«Biz, insana,
ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi
olmadığın (îlâh tanımadığın) bir şeyi bana ortak koşman için sana emir
verirlerse, artık onlara (bu hususta) itaat etme. Akıbet banadır dönüşünüz. Ben
de işlemiş olduğunuz amelleri size haber vereceğim. (İyi-kötü cezanızı göreceksiniz).» (Ankebut: 8)
İşte bu âyet-İ kerîme,
Allah'a isyan olmayan şeylerde ana-babaya itaati ve onlara iyilik yapmayı kesin
olarak emrediyor. Ana-babaya itaatin zıddı, onlara fenalık yapmaktır kİ, bu
haramdır ve büyük günahlardan sayılmıştır. Ana ve baba, çocuklarını terbiye
ederler ve yetiştirirler, ihtiyaçlarını karşılarlar ve onları yedİrir
İçirirler. Bir mükâfat ve karşılık beklemeksizin bin bir çeşit selâmete
çıkarmak İçin didinirler, her türlü fedakârlığa katlanırlar. Bu hal karşısında
evlâd, eğer onların hizmetinde bulunmaz, hürmet ve içten gelen sevgi ile onlara
iyilik etmezse, Allah'ın emretmiş olduğu vazifeyi yapmış olmaz.
Cihad etmek, fevkalâde
sayılmayan hallerde, ana-babanın iznine bağlı olduğundan, ana-babaya itaat ve
iyilik etmekten sonra anılmıştır.
Cihad : İslâm dinini,
tevhİd kelimesini yüceltmek ve hakim kılmak için can ile, mal ile, söz ve yazı
ile düşmana karşı savaşmak ve düşmanın zararını kaldırmaktır. Dinîn ayakta
durması, korunması ve devamı için cihad şart olduğundan fazileti çok büyüktür.
Normal zamanlarda Müslümanlara cihad farz-ı ktfaye ise-de, düşman istilâsı
gibi tehlikeli anlarda farz-ı ayin olur.
Bu hadîs-i şerifte
amellerin faziletlisi olarak sıra ile üç ibadet zikredilmiştir. Bunların
birincisi: farz namazdır; çünkü farz namazları vaktinde edâ etmeyen, namazdan
başka olan İbadetleri fazlasıyla terk eder.
İkincisi: ana-babaya
İtaat ve iyilik etmektir; çünkü ana-babanın evlâd üzerindeki büyük haklarına
karşılıkta bulunmayan kimse, başkalarına çok az iyilik ve İtaat eder.
Üçüncüsü : Allah
yolunda cihad etmektir; çünkü düşmanın amansız ve yıkıcı saldırılarına göz
yumup evinde oturan, düşmanla savaşmayan, diğer fitne ve fesad gibi zararlı
şeyleri bertaraf etmek için uğraşmaz. Bu bakımdan, bu üç ibadet islâm
İbadetlerinin esası ve Allah katında en makbulleri bulunuyorlar.
Bu hadîs-i şerîfi İmam
B u h a r î aynı şekilde Sahîh'inde de «Vaktinde namaz kılmanın fazileti»
bölümünde anlatmıştır. Müslim «İman» bölümünde, N e s a î «Namaz» bölümünde,
Ebu Davud ve T i r m i z î de «Namaz —
Birr ve Sıla» bahislerinde anlatmışlardır.
Bu hadîs-i şerifi
Hazreti Peygamber'den rivayet eden Abdullah I b n i M e s ' u d [Radtyallahu Anh) kimdir? :
Abdullah, İslâm'ı ilk
kabul edenlerin altıncısı olup Bedir savaşından İtibaren bütün savaşlarda
bulunmuş ve Peygamberlerden ayrılmamıştır. İki defa hicret etmiştir. Hazretİ
Peygamber'den pek çok hadîs-İ şerif anlatmış, daima hizmetinde bulunmuştur.
Aşikâre olarak Mekke'de ilk Kur"-ân okuyan Abdullah olmuştu. Zeyd Ibni
Sabit daha çocukluk çağında, çocuklarla oynarken, Abdullah Ibni Mes'ud Hazreti
Peygamber'den yetmiş.sûre ezberlemiş bulunuyordu. Kur'ân-ı Ke-rîm'i tilâvet
bakımından da ümmete muallimlik etmiştir. Bu hususta Hazreti Peygamber şöyle
buyurmuştur:
«Kur'ân'ı, nazil
olduğu gibi, taze olarak okumak ist i yen, onu, Abdullah tbni Mes'ud'un
okuyuşu üzere okusun.»
D'ğer bir hadîs-İ
şerifte de :
«Kur'ân-ı dört kişiden
alın ve öğrenin: Abdullah tbni Mes'ud, Muaz İbni Cebel, Ubey tbni Kâ'b ve Ebu
Huzeyfe'nin mevlâsi Salim'den.» bu-yurulmuştur.
Kısa boylu, zayıf ve
nahif vücutlu olup, Hazreti Peygamber e ahlâk ve gidişat bakımından en çok
benziyendi. Hicretin otuz ikinci yılında ve altmış küsur yaşlarında Medine'de
vefat etti. Allah Tealâ ondan ve bütün as-habdan razı olsun...[5]
2— (1-s.)
Abdullah İbni Ömer şöyle buyurmuştur:
«— Rabb'ın rızası,
babanın rızasmdadır ve Rabb'm gazabı da babanın gazabın dadır.»[6]
Annenin hakkı, babadan
önce olduğunu Hazretİ Peygamber bundan sonraki hadîs-i şerîfte buyurduğu halde,
burada yalnız baba zikredilmiş, anneden söz edilmemiştir. Çünkü babanın
rızasını kazanmak ve onun (İlâhî emirlere uygun olarak) hoşlanacağı şeyleri
yapmakta Allah'ın rızası bulunduğuna göre, çocuk üzerinde babadan daha çok
hakkı olan annenin rızasını kazanmak, şüphesiz ki Allah'ın rızasını kazanmaya
daha fazla uygun düşer. Bu bakımdan anne zikredilmemİştir. Fakat bazı
rivayetlerde «Ana-baba rızası» şeklinde geçmektedir ki, bu takdirde ana ve baba
arasında bîr ayrılık şaibesi bahis mevzuu olmaz. Bu hadîs-İ şerif doğrudan
doğruya Abdullah ibni Ömer'e isnad edilmekte olup, Hz. Peygambere kadar
vükseltilmemiştir. Böyle hadîslere «eser» denir. Diğer «Merfu = Hazreti
Peygamber'e kadar yükseltilen» hadîslerden bunları ayırt etmek için, bu hadîsin
başında görüldüğü gibi (1-s) işareti konmuştur. Yani, Merfu olmayan 1. eser
demektir. (2, 3... 4-s) şeklinde devam edecektir.
T i rm İ z î ve Hakim,
aynı yoldan gelen rivayeti Hazretİ Peygamber'e bağlpmışlardır. T a b e r a n î
ise, yine Abdullah ibni Ömer 'den bunu «Mevkuf» olarak, Hazretİ Peygamber'e
isnad etmiyerek tesbît etmiştir.
A b>d ullah ibni
Ömer (Allah ondan razı
olsun) kimdir? :
İkinci halife Hazretİ
Ömer Efendimizin oğlu olan Abdullah, hicret yılında on üç yaşında bulunuyordu.
Seksen dört veya seksen yedi yaşlarırida vefat "ettikleri rivayet
edilmektedir. Babası ile birlikte Müslüman olmuştu. Bedir ve Uhud savaşlarına
katılmak istemiş İse de, Hazretİ Peygamber, yaşını küçük görerek onu bu İki
savaştan geri bırakmıştı. Daha sonraki Hendek savaşma, on beş yaşında olduğu halde
katrlmiştı. Bundan sonraki savaşlara hep katılmış ve babasından önce de
Medine'ye hicret etmişti. Ashabı kiram içinde çok muttaki, kanaatkar, cömert
ve iyiliksever okirak temayüz etmişti. Sahip ofduğu mallardan hangisine, nefsinin bir meyli olduğunu anlasa, hemen o malı
bağışlar veya tasadduk ederdi. Kölelerinden hak yolda olanını gördü mü, onu da
hemen azad ederdi. Hilâfet ve İmaret (emirlik) davalarına asla karışmamıştı.
Rivayete göre, Y e z i
d zamanında, Abdullah i b n i Z ü -b e y r ile beraber Y e z i d 'in hilâfetini
kabul etmemiş olduğu halde yine savaşa katılmamıştı. Nihayet Haccac ibni Yûsuf
Mekke'ye girince Abdullah ibni Zübeyr hazretlerini şçhid etmiş ve ondan üç ay
sonra da Abdullahibni Ömer'in ayağına zehirli bir süngü vurdurarak onu Sa şehit
eylemişti.
Zeyd İbni
Eşlem, şu vak'ayı anlatır:
Bir gün Hazreti İbni
Ömer, köle olan bir koyun çobanına tesadüf eder ve ona sorar:
«— Etlik semiz bir
koyunun var mı? Getir, kesip yiyelim.»
Çoban cevaben der ki:
«— Koyun sahibi burada
yoktur, veremem.»
İbni D m e r
şöyle der:
«—Koyun sahibine
dersin ki, koyunu kurt yedi.»
Çoban şu cevabı verir:
«— Allah'dan korkl»
Çobanın doğruluk ve
takvasını gören Abdullah ibni Ömer, hem köleyi, hem de koyunları satın alır ve
köleyi azad ettikten sonra da koyunların hepsini o çobana bağışlar.
Abdullah ibni Ömer
"m takvası o kadar yüksekti ki,, sahip olduğu mallardan en ziyade sevdiği
ne varsa hemen onu başkasına bağışlamayı bir usul olarak tatbik ederdi. Allah
ondan ve babasından razı olsun.[7]
3— Hakîm'in
babası Muaviye îbni Hayde anlatıyor: «— Dedim ki, ya Resûlallah; kime iyilik
edeyim?
— Annene, dedi. Kime iyilik edeyim? dedim.
— Annene, dedi. Kime iyilik edeyim? dedim.
— Annene, dedi. Kime iyilik edeyim? dedim.
— Babana; sonra en yakına, ondan sonra en
yakına... dedi.»[8]
Anneye itaat ve iyilik
etmenin, babadan önce gelen bîr hak olduğunda icma1 vardır. Çocuk üzerinde
anneye ait üç haslet mevcuttur ki, bunlarda babanın iştiraki yoktur. Hamilelik
müddetince çocuğu taşır ve doğum sancıları çeker, bazan ölümüne sebep olan doğum
ağrısını tadar, çocuk büyüyöp hizmetten kurtuluncaya kadar süt emme çağında
sıkıntılar çeker. İşte bu hususlarda babanın bir ortaklığı bulunmaz, bütün
ızcltraplara anne yalnız başına katlanır. Bundan sonra, sağ bulundukları
müddet anne ve baba, çocuğu terbiye etmek ve yetiştirmekte beraberce
çalışırlar. Annenin bu fedakârlıklarına karşı, ona en önce iyilik etmek, hakkı
olrriuş"oluyor.
Hadîs-i şerifte üç
defa arka arkaya anneye iyilik etmek tavsiyesi, yukarda anlatılan üç haslete
işaret olabileceği gibi, Önemine binaen ana hakkını gözetmek için
tekrarlandığı da söylenebilir. Ayrıca İnsanlar, babaya nisbetle annenin
hakkında gevşeklik gösterirler. Anne devamlı evde kaldığı İçİn çocukla ünsiyet
eder ve insanlardan utanma durumu olamayacağından İçerde çocuk annesine çok
defa isyan eder, bunu dışarda babasına yapamaz. Bİr de baba, anneden daha
güçlü olduğu için, ona karşı çıkamaz. Halbuki annenin zafiyetinden ve
şefkatinden faydalanarak ona karşı çıkması çok olur. Bunun için babadan çok,
anneye iyilik etmekte dinimiz mübalâğa etmiştir, anneye iyilik etmek üzerinde
tekrar tekrar durmuştur.
Fıkıh kitaplarında,
babadan önce anneye iyilik etmek geliyorsa da, babanın hakkı anne hakkından
daha büyük gösterilmiştir.
Bu hadîs-i şerifi Ebu
Davud, Hâkim ve Tirmizî tesbit etmişlerdir.
H â k i m 'e göre sahîh hadîstir.
Bu hadîs-i şerîfİ
Peygamberimizden rivayet eden Muaviye ibni H a y d e kimdir? :
Ashqb-ı kiramdan olup,
Basra'lıdır. Horasan savaşında bulunmuş ve orada ölmüştür Behz ibni H a kî m'in
dedesidİr. Kendisinden rivayet edilen hadîsler sahîh kabul edilir. Allah ondan
razı olsun.[9]
5— Ebû
Hüreyre'nin (Allah ondan razı olsun) şöyle
dediği rivayet edilmiştir; «Biri sordu :
— Ey Allah'ın Resulü,
kime iyilik ebeyim?
Hz. Peygamber: «—
Annene,» dedi. Sonra kime? dedi.
Hz. Peygamber: «—
Annene,» dedi. Sonra kime? dedi.
Hz. Peygamber: —
Annene,» dedi. .Sonra kime? dedi.
Hz. Peygamber: «—
Babana,» dedi.»[10]
Daha önceki hadîs-i
şerîflerde olduğu gibi, burada da anneye itaat ve İyilik etmenin önemini Hz.
Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) belirtmekte ve babadan önce anneyi
gözetmenin lüzumlu olduğuna işaret buyurmaktadır.
Ebû Hureyre
lcimdir?
Hayber'in fethi
yılında İslâm'a girmiş ve Hayber gazasına da katılmış olan Ebu Hureyre 'nİn
ismt üzerinde ihtilâf olmuştur. Künyesi ile çağrıldığı ve onunla tanındığı İçin
asıl ismi kullanılmaz hale geldiğinden terk edilmişti. Bu bakımdan ismi
özerinde çok sözler söylenmiş ise de en kuvvetlisi, isminin A b d u r r ah m a
n olmasıdır. Cahİlİyet zamprvırçda İsmi Abdü Şems idi. Kendisinin şöyle
anlattığı rİvayöt edilir : «Benim adım cahiliyyet devrinde (henüz islâm'ı
kabul etmemişken) AbdO Şenjs'-ti. İslâm'a girince, bana Abdurrahman ismi
verifdî. Ebu Hureyre künyesini de taşımamın sebebi şu :
«— Bir gön eteğimde
bir kedi taşıyordum, Resûlüllah (Saîkdlahü A.eyhiveSellem) beni gördü ve bana
dedi ki:
«— Bu taşıdığın
nedir?»
Ben de, «Bir kedi,»
dedim. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:
«— Yâ Eba Hureyreî»
dedi.
Bu künye ile
çağrılmasını iftiharla kabul ettiğinden, asıl İsmi terk edilmiş ve E b û
H ö r e y r V. olarak şöhret bulmuştu.
Ashabın en fakiri
olup, ticaret ve mal ile meşgul olmadığından Hz. Peygamber'den ayrılmazdı. Bu
sebepten ve bir de kemal seviyesinde obn kuvvetli hafızasından dolayı pek çok
hadîs-İ serîf aııfatmıştır. Ashab ve tabiînden sayıları sekiz yüzü aşan zevat
kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Zeydibni Sabit
anlatıyor:
«— Bir gön, ben, Ebû
Hüreyre ve başka bir arkadaş mescid'de bulunuyorduk, Allah'a dua ediyorduk ve
onu zikrediyorduk. O sırada Hz. Peygamber (A.S.) yanımıza geldi ve bizimle
oturdu. Biz sustuk. Bize dedi ki:
«— Tapmakta olduğunuz
işe dönün, devam edin.»
Ebû Hüreyre'den önce
ben ve arkadaşım dua ettik. Biz dua ettikçe, Hazret! Peygamber «Amîn» demeye
başladı. Sonra Ebû Hüreyre dua etti ve şöyle dedi:
«— Allah'ım! Ben bu
iki arkadaşımın senden istediğini senden İstiyorum ve senden unutulmaz bîr
ilim istiyorum.» Buna da Resölüllah aleyhis-salâtu vesselam «Amîn» dedi. Biz de
dedik kir «Ya Resûlallah, biz de Allah'-dan unutulmaz bir İlim istiyoruz.
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Bu genç sizi
geçti.»
Kendisinden rivayet
edilen hadîs-î şeriflerin yekûnu beş bin üç yüz yetmiş dört adettir. Hiç bir
sahabî bu kadar hadîs-i şerif ezberlemiş değildir.
Halife Hz. D m e r
tarafından Bahreyn valiliğine, Hz. Osman zamanında Mekke kadılığına ve bir
aralık Hz. M u a v i y e tarafından Medine-î Münevvere valiliğine tayin
edilmişti. Hicretin 57. yılında 78 yaşında olduğu halde Medine'de vefat
etmiştir. Allah ondan razı olsun...[11]
6— Ebû
Hureyre'den rivayet edilmiştir:
Allah'ın peygamberi
(Sallalhhu aleyhi ve Sellem) 'e bir adam geldi de şöyle dedi:
«— Bana ne
emredersin?»
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Annene iyilik
etmeyi,» dedi. Yine (adam) tekrarladı.
Hz. Peygamber
(SallallahU Aleyhi ve Sellem) :
«— Annene iyilik
etmeyi,» dedi. Sonra dördüncü defa tekrarlardı.
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Annene iyilik
etmeyi,» dedi. Yine (adam) tekrarladı.
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«— Annene iyilik
etmeyi,» dedi. Sonra beşinci defa tekrarladı.
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Babana iyilik
etmeyi,» dedi.
Bu hadîs-i şerif,
geçen hadîs-i şerife uygun olarak varid olmuştur.[12]
7— (3-s)
İbni Abbas'dan (Allah ikisinden de razı olsun) rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
«— Müslüman ana-babaya
sahib olan bir müslüman, Allah'dan sevab bekliyerek onların hizmetinde
bulunursa, Allah ona muhakkak Cennet'-den iki kapı açar. Eğer ana-babadan biri
bulunursa, bir kapı açar. Eğer onlardan birini kızdırırsa (gazaba getirirse),
onun rızasını kazanmadıkça, Allah o çocuktan razı olmaz, İbni Abbas'a soruldu:
— Eğer ana-baba, o
çocuğa zulüm etmiş olsalar da mı?
— Çocuğa (dünya
işlerinde) zulüm etmiş olsalar dahi (rızalarını almadıkça, Allah ondan razı
olmaz), cevabını verdi.»[13]
Ana-baba, çocuğa zulüm
etmiş olsalar bile, onları hiddetlendirmemek ve onların rızasını kazanmak
gerektiği I b.n i  b b a s hazretlerinden rivayet edilmektedir. Al i.y y ü ' !
- K a r î 'nin açıklamasına göre, bu bir kemal mertebesidir. Fakat esasta, bir
kimsenin zevcesinden ana veya babası fazla eziyet çekmiş olmalarından
oğullarına ailesinden ayrılmayı emretse-ler, o çocuğa ailesini boşaması icab
etmez.
T a h a v î de diyor
ki, mubah olan şeylerde ana-baba emrine itaat edilir, yasak olan şeylerde
değil... Bir kısım âlimlere göre de dünya işlerinde zulüm etseler, onlara
itaat edilir ve rızâları alınır, yoksa âhiret işleri için yapacakları zulüm
için rızaları şart olmaz.
Şafiî âlimlerinden
Izzeddîn ibni Selâm şöyle diyor: «Ana-babanm çocuğa her emrettiğine, çocuğun
itaat etmesi ve her yasak ettikleri şeyi yapmaması icab etmez.» Bu görüşte
âlimlerin ittifakı vardır. İmamı G a z a I î 'ye 9öre İse, haram veya helâl
oluşu kesin olmayan şüpheli işlerde ana-babaya itaat lâzımdır; haram olduğu
bilinen işlerde onlara itaat etmek icab etmez. Alimlerin çoğu bu görüştedir.
Çünkü şüpheden kaçınmak takvadır, ana-babaya itaat İse kesin bir emirdir.
Burada hatıra şu gelir: Ana ve babadan her İkisinin hakkınıgözetmek mümkün olmazsa,
yani birini gözetirken diğeri bundan eziyet çekerse, ne yapmak ge-rekİr? Buna
şöyle cevab veriliyor: Hürmet ve tazim icab eden İşte babanın hakkı tercih
edilir. Hizmet ve nafakaya dair işlerde anne tercih edilir. Meselâ : anne ve
baba ikisi beraberce çocuklarının yanına varsalar, çocuk baba fçirr ayağa kalkar;
ve ondan bir şey istedikleri vakit önce annesine verip; Ana-babadan yalnız
birine yetecek kadar bir nafaka çocukta bulunmuş oka; anne, babaya tercih
edilir. Çünkü anne çocuk için çok zahmet çekmiştir, ona karşı şefkati fazladır,
onu taşımış ve emzîrmiştir. Hastalığında ve sağlığında onun hizmetini yapmış,
kir ve pasını temizlemiş ve terbiyesinde bulunmuştur.[14]
8— (4-s)
Tayaele Ibni Meyyas'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
«— Necdetgiller'le[15]
beraberdim. Büyük günahlardan olduklarını zannettiğim bir takım günahlar
işlemiştim. Bunu îbni Ömer'e anlattım. Ibni Ömer:
«— Onlar hangi
günahlardır,» diye sordu. Ben de şu ve şudur, dedim.
«— Bu anlattıkların
büyük günahlardan değildir. Büyük günahlar
şu dokuz şeydir :
1— Allah'a
ortak koşmak (Allah'dan başkasına ibadet
etmek, Allah’tan başkasını îlâh kabul etmek),
2— Adam
öldürmek,
3— Savaşta
düşman karşısından kaçmak,
4— İffetli
kadına zina iftirasında bulunmak,
5— Faiz
almak,
6— Yetim
malı yemek,
7— Mescid-i
Haram'da günah İşlemek, .
8— İnsanı
alaya ve maskaralığa alanın günahı,
9— Kendilerine
isyan edilen ana-babanın ağlaması (bunları ağlatan çocuğun günahı).»
îbni Ömer bana dedi
ki:
«— Cehennemden korkar
mısın ve Cennete girmek ister misin?>
Ben:
«— Evet, vallahi,»
dedim. Bana sordu: '. «Ana-baban hayatta mı?»
«— Yanımda yalnız
annem var,» dedim.
«— Allah'a yemin
ederim ki, eğer annene yumuşak söz söylersen ve ona yemek yedirirsen, büyük
günahlardan sakındıkça, muhakkak Cennet'e girersin,» dedi.[16]
T a y se I e I b n i
Mey ya s 'in başından geçen hadise münasebetiyle Abdullah Ibni Ömer, büyük
günahların yukarda söylenen 9 günah olduğunu ve bir Müslüman bunlardan beri
olduğu müddetçe, ana-babasına ihsan ve ikram ederse Cennet e gireceğini
müjdelemektedir.
Büyük günahların en
büyüğü, Allah'a ortak koşmaktır; yani imandan ve İslâm'dan çıkmaktır. Böyle bir
günahı Allah bağrslamaz, mağfiret buyurmaz. Ancak tevbekâr olup, yeniden iman
etmekle Allah bağışlar. İmansızlıktan bpşka olan ve kul hakkına taallûk
etmeyen diğer bütün günahları, Allah dilediği kullarından, tevbe olmasa bile,
bağışlar, mağfiret buyurur. Nitekim Cenab-ı Hak, Nisa sûresinin 116. âyetinde
şöyle buyurur:
«Muhakkak ki Allah
kendine ortak koşanları (kâfir olanları) bağışlamaz. Bu günahtan başkasını,
dilediği kimseden bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa, doğrusu çok uzak bir
sapıklığa düşmüştür.»
Bu âyet-i kerîmeden
anlaşılıyor ki, küfür, dinsizlik ve imansızlık günahından daha büyük bir günah
yoktur ve en büyük sapıklık da budur. Çünkü böyle bir günah, insanın ebedî
olarak hüsranda kalmasına sebep olur, onu Cehennemlik yapar. Bu felâketten
kurtulmak İçin daha hayatta iken, bir an kayıp etmeden sahih imana dönmek
lâzımdır. Yoksa küfür hali üzere ölenin artık bir kurtuluş çaresi kalmaz.
Büyük ve küçük
günahların sayı ve keyfiyetleri üzerinde âlimler değişik görüşlerde
bulunmuşlardır. Bir kısmına göre bunlar İzafî şeylerdir. Nispet edilişlerine
göre değişirler. Meselâ bir günah, kendisinden küçüğüne nispet edilirse, kebire
sayılır, daha büyüğüne nispet edilirse sağîre (küçük günah) sayılır. Bir kısım
âlimler de şöyle demiştir: Devamlı olarak ısrarla işlenen her günah kebîredir
(büyük günahtır). Terk edilen ve işlenmeyen her günah da sağîredir. Bazı
âlimler de bunların sayısını daha fazlaya çıkarır. Hatta insanlar daima korku
içinde olsunlar diye, Allah büyük günahların hangi şeyler olduğunu bildirmedi,
diyen âlim de vardır. Şu muhakkak kî akl-ı selimin çok kötü gördüğü ve nefret
ettiği günahlar, büyük günahlardır. Zaman zaman herkesin düştüğü ve
düşebileceği önemsiz günahlar da küçük günahlardır. Bu /itibarla Abdullah ibni
Ömer'in buyurduğu dokuz günah, büyük günahları saymada esası teşkil eder.[17]
9— (5-s)
Urve'den rivayet edildiğine göre, (Ana-babanın her ikisine acıyarak tevazu
kanadını indir. îsra: 24) âyet-i kerîmesinin tefsirinde şöyle demiştir:
«— Ana-babanm sevmiş
oldukları herhangi (meşru) bir şeyi yerine getirmekten kaçınma.»[18]
U r v e de diğer eser
ve hadîs-İ şeriflere uygun olarak ana-babaya iyilik etmek ve onların rızasını
kazanmak evlâd üzerine gerekli bir vazife olduğunu beyan etmiştir.
Urve kimdir? :
Urve,. tabiinden olup,
Cennetle müjdelenen Z ü b e y r ibni A v v a m 'in oğludur. Hicretin 29.
yılında doğmuş ve 94. yılında 65 yaşında olduğu halde Medine yakınındaki
hurmalık bahçesinde vefat etmiştir. Annesi Hz. E b u, B e k i r 'İn kızı Esma
(Zatü'n-Nıtakeyn) dİr. Hadîs ve fıkıh ilmini teyzesi Hz. Âişe validemizden
almıştır. Medine'de bulunan yedi büyük fıkıh âlimlerinden biri olup,
kendisinden pek çok hadîs-İ şerif rivayet edilmiştir. Zamanında cereyan eden
fitne hareketlerine karışmamış ve onlardan leke almamıştır. Zühd ve takvası
ile meşhurdur. Yaşı ilerlemiş olduğu bir zamanda ayağına isabet eden bir yafa
neticesi kangren olmuş ve bayıltma veya uyuşturma müdahalesi yaptırmadan
ayağının kesilmesine razı olduğu ve yanında bulunanların, ancak ayak kesilip
de dağlandığı sırada yanık kokusundan ayağının kesilmiş bulunduğunu anladıkları
rivayet edilerek tahammül ve cesaret derecesine işaret edilmektedir. Ayak
kesilme hâdisesi Şam'da olmuştur. Aynı gün oğlu, evinin damından bir hayvanın
ayakları altına düşerek çiğnenmişti. Her İki musibete tahammül ederek şöyle
söylediği anlatılır:
«— Bu seferimizde
başımıza musibetler geldi. Allah'ım! Muhakkak ki sen vermiş olduğunu aldın;
musibet veren de sensin, afiyet veren de sen...» . Mushaf'a bakarak her gece
Kur'ân-ı Kerîm'İn dörtte bîrini okur ve bu okuduğu kısımla gece nafile namaz
kılardı. Yalnız ayağı kesildiği gece bu ibadetini terk etmiştir. Medine'de «Bi'ri
Urve» namında bir kuyu açtırdı. Bu kuyudan daha tatlı suyu bulunan bir kuyunun
Medine'de bulunmadığı söylenir. Mısır'a gidip orada evlendiği ve yedi yıl
kaldıktan sonra Medine'ye döndüğü ve ondan sonra vefat ettiği rivayet
edilmektedir. Allah hepsine rahmet etsin.[19]
10— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
«— Çocuk, hiç bir
iyilikle babanın hakkını ödeyemez; ancak onu köle olarak bulur da onu satın alarak
hürriyetine kavuşturursa eder.»[20]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşıldığına göre, insan ana-babasınin hakkını ancak bir iş karşılığında
ödeyebilir, başka hiç bir iyilikle ödeyemez. Başkasının mülkiyeti altında köle
bulunan ana veya babayı bu kölelikten kurtarmak için, para ve mal vererek
onları efendilerinden satın almak suretiyle hürriyetlerini sağlamak, bir nevi
onların hayata yeniden kavuşmaları demek olacağından, büyük bir hizmettir.
Nasıl ki, ana-baba çocuğun hayata çıkmasına sebep olmuşlarsa, bunun, gibi»-
evlâd da köle olan ebeveynini serbestiye eriştirmekle onların hayatını temin
etmiş demek olur. Her ne kadar hadîs-i şerifte yalnız baba lâfzı geçiyorsa da,
anne hakkının ödenmesi de aynı şeye- bağlıdır. Ebeveynden birini köle halinde
bulmak, asırlar boyu çok nadir bir hal olduğundan, haklarının hiç bîr suretle
ödenmiş olunamayacağı sonucuna varılır. Allah, onların rızalarını kazanmayı,
evlâdlarına nasîb buyursun...[21]
11— (6-s)
Ebû Musa El-Eş'arî'nin oğlu Ebû Bürde'clen rivayet edildiğine göre, şöyle
anlatmıştır:
«— İhni Ömer, Yemenli
bir adamın, sırtında annesini taşıyarak Kabe'yi tavaf ederken şöyle demekte
olduğuna şahit oldu: «Annemin zelil bir devesiyim ben; (Başka) binekleri usansa
da usanmam ben.»
Sonra (Yemenli) dedi ki:
«— Ey İbni Ömer,
annemin hakkını ödemiş oldum mu, dersin?»
İbni Ömer, «Hayır!»
dedi. Tek bir «Ah!» çekmesini dahi karşılaya-madm.
Sonra İbni Ömer
tavafını bitirip Makam-ı İbrahim'e geldi de (orada) iki rekât namaz kıldı.
Sonra şöyle dedi:
«— Ey Ebû Musa'nın
oğlu (Ebû Bürde)! Her (tavaf sonunda kılınan) iki rek'at namaz, kendilerinden
önceki günahları örterler.»[22]
Bu eserde İki hususa
işaret vardır. Bunlardan biri, anne hakkının ödenmesi, anneyi sırtta taşıyarak
ona tavaf ettirme pahasına dahi olsa, mümkün olmadığıdır ki, bundan önce
zikredilen hadîs-i şerîfin beyanına uygun olup onu teyid etmektedir. Diğer
husus ise, tavaftan sonra, yani her yedi şavtın akabinde Makam-ı İbrahim'de
kılınan namazın faziletidir. Buna tavaf namazı denir. Kalabalık ve izdiham
dolayısı ile Makam-ı İbrahim denilen yerde bu iki rekât namazı kılmak mümkün
değilse, başkalarına eziyet vermeğe sebep teşkil edecekse, imkân bulunan
Harem-i Şerîfin uygun bir yerinde tavaf namazı edâ edilir. Bu namazın
faziletinin büyük olmasından ötürü, daha önce işlenen ve kul hakkına taallûk
etmeyen günahların bağışlanmasına vesile oluyor. Mühim olan, günahların
tavaftan sonra tekerrür etmemesidir. Allah Tealâ hazretleri niyyetlerı bilir
ve ona göre hükmünü yerine getirir.
E b û B ü r d e
kimdir? :
Yemenlİ'nİn tavaf
hâdisesini anlatan Ebu Bürde, Ebu Musa E I - Eş'a rî'nin oğludur. İsmi El - Hâ
r İ s'dir. Fıkıh âlimlerinden olup, rivayet ettiği hadîsler çoktur. Küfe
dadılığında bulunmuş ve S a ' î d I b n i Cübeyr onun kâtipliğini yapmıştır.
Seksen yaşını aştığı bir sırada hicretin 104. yılında vefat etmiş tabiinden
büyük bîr zat idi.[23]
12— (7-s)
Akll'in azadlısı Ebû Mürre şöyle anlatmıştır:
«— Halife Mervan, (hac
farizasını edâ gibi bir iş için Medine'den dışarı çıktığı zaman) Ebû Hüreyre
hazretlerini yerine vekil bırakırdı. Ebû Hüreyre, Medine civarında Zü'1-Hüleyfe
adındaki yerde otururdu. Annesi bir evde, kendisi de başka bir evde ikâmet
ederdi. Evden çıkıp gideceği zaman, annesinin kapısında durup şöyle derdi:
«— Esselâmu aleyki =
Selâm üzerine olsun, ey anneciğim; Allah'ın rahmeti de bereketleri de... (üzerine olsun.)»
Annesi de şöyle derdi:
«— Senin de üzerine
olsun selâm, ey yavrum; Allah'ın rahmeti de bereketleri de...»
Sonra şöyle derdi:
«— Beni küçükken
(şefkatle) nasıl yetiştirip terbiye ettinse, Allah da sana merhamet etsin.»
Annesi şu cevabı
verirdi:
«— Yaşlı halimde bana
(acıyarak) nasıl iyilik ve ihsan ettinse, Allah da sana merhamet etsin.»
Sonra (Ebu Hureyre),
evine döneceği zaman aynı şeyi yapardı.»[24]
Ebû Hüreyre (Allah
ondan razı olsun), Aleyhİsselâtü vesselam efendimizden almış olduğu yüksek
ahlâk uyarınca, annesine gerekli hürmet ve itaati yapmış, anne de evlâdını
duadan eksik etmemiştir. Böylece İslâm'ın emretmîş olduğu, ana ve evlâcl
arasındaki karşılıklı hak ve vazifeler yaşantı haline getirilmiş ve onlardan
sonrakilerin yaşayışına da güzel bir örnek olmuştur. Ashabın izinde gitmek,
Peygamberin* ahlâkı ile ahlâklanmak demektir.[25]
13— Abdullah
îbni Amir şöyle anlatmıştır :
Ebeveynini ağlar halde
bırakıp da hicret etmek için, Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam) 'a teslimiyet
gösteren, (ona bey'at eden) bir adam geldi.
Hazreti Peygamber o
adama dedi ki:
«— Ana-babana dön,
onları nasıl ağlattmsa, onları güldür ve sevindir.»[26]
Hicret'in lügat
manası; bîr yerden çıkıp başka bir yere gitmektir. Dinî ve ilmî yönden hicret
iki kısma ayrılır:
1— Mekke
müşriklerinin şiddet ve eziyetlerine
tahammül edemeyip Hazreti Peygamber in
izni ile ve Allah rızasını kazanmak için yapılan göçler. Habeşistan'a ve Medine'ye yapılan hicretler gibi... 8u
hicretlerdeki niyyet, Peygamber izniyle Allah rızasını elde etmek
olduğundan, böyle seferler sevaptır ve makbuldür.
2— Dünya
malını elde etmek ve nefsinin sevdiğine kavuşup ona sahip olmak için yapılan bu
ikinci kısım hicretin hiç bir sevabı yoktur. Böyle hicretlerden mükâfat
kazanılmaz.
Hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, Allah rızasını kazanmak için yapılan hicret her ne kadar sevab
ve makbul ise de, ana-baba rızası dışında olmaması lâzımdır. Ana-baba rızası,
bu hayırlı işten önde gelen bir husustur. Müslümanların bu hakkı gözetmelerine
işaret buyurulmaktadır.[27]
14— (8-s)
Ebû Hazim'den nakledildiğine göre:
Ebû Talib'in kızı
Ümnıü Hanî'nin azadlısı Ebû Mürre kendisine şu haberi vermiştir:
Ebû Mürre, binitli
olarak Ebû Hüreyre ile birlikte onun AKÎK'deki arazisine gitmişti. Ebû Hüreyre,
kendisine ait yere vardığı zaman, yüksek sesi ile şöyle çağırmıştı:
«— Allah'ın selâmı,
rahmeti ve bereketleri üzerine olsun, ey anneciğim!»
Annesi şöyle cevap
veriyordu:
«— Allah'ın selâmı,
rahmeti ve bereketleri senin de üzerine olsun.»
Ebû Hüreyre; annesine:
«— Küçük yaşımda beni
nasıl (merhametle) terbiye edip yetigtirdin-se, Allah da sana merhamet etsin.»
Annesi cevap
veriyordu:
«— Yavrum, seni de
Allah hayırla mükâfatlandırsın; ve ihtiyar yaşımda bana iyilik ve ihsanda
bulunduğun (ve beni razı ettiğin) gibi, Allah senden razı olsun.»
Musa İbni Yakup
demiştir ki; «Ebû Hüreyre'nin ismi, Abdullah İbni Amr idi.»[28]
Bundan önce 12. eserde
rivayet edilen hadîs ile buradaki vak'a birbirine benzemektedir. Akîkf Medine
civarında ve Zül-Huleyfe ye yakın bir vadinin adıdır. Yerlerin birbirine yakın
olması bakımından Akîk'den Zül-Huleyfe nin kasdedildiği anlaşılabİldiği
cihetle, aynı olayın tekrarı olabileceği gibi, ayrı ayrı olaylar olarak da
yorumlanabilirler.
Ebu Hüreyre 'nin
hayatından bahsederken ismi üzerinde değişik fikirler İleri sürüldüğüne işaret
edilmişti. Burada üçüncü ravi Musa ibni Yakup, isminin Abdullah ibni Amir
olduğunu söylemektedir. Gerçek sudur ki, Ebu Hüreyre'nin iki ismi vardı. Biri
İslâm'dan önceki ismi, diğeri de İslâm'ı kabulden sonra Hazreti Peygamber
tarafından kendisine verilen isim. Bu isim de Abdullah 'dır. Diğer rivayetler
zayıftır.[29]
15— Ebû
Bekre, Hazreti Peygamber (Salİallafıü
Aleyhi ve Seîlemi'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
«— Size büyük
günahların en büyüğünü bildireyim mi?» (Bu sözü üç defa tekrarladılar).
Ashab, «— Evet ya
Resûlallah,» dediler. Buyurdular ki:
«— Allah'a ortak
koşmak ve ana-babaya isyan etmek.»
Sonra Hazreti
Peygamber yaslanmışken oturdular.
«— Dikkat edin! Yalan
söylemek de...»
Bu sözü tekrar
ediyorlardı, hatta (üzülmesin diye, kendi kendime) «Artık söylemeseydi
temennisinde bulunmuştum.»[30]
Daha önce 8. hadîs-i
şerifte büyük günahlardan bahsedilirken bunların başıficia yine Allah'a ortak
koşmak, yani hak dinden çıkmak günahı zikredilmişti. Ayrıca ana-babaya âsî
olmak günahı da büyük günahlardan sayılmıştı. Bİr de iffetli bir kadına iftira
yollu zina isnad etmenin, bir nevi yalan söylemenin büyük günahlardan olduğu
mukayyed surette beyan edilmişse de, burada Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtü
vesselam) Efendimiz mutlak olarak yalan söylemenin en büyük günahlardan
olduğunu buyurmaktadır.
Yalan, bir söz veya
işİ gerçek halinden, vuku bulduğu tarzdan değiştirerek başka bir şekle sokmak,
yahud olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermek veya olanı inkâr etmektir. Yalanın
bırakacağı tesir ve zararlara göre kısımları vardır. I b n i
A r a b î bunları dört kısma
ayırır:
a— Allah'a
karşı yalan söylemek,
b— Peygambere
karşı yalan söylemek,
c— İnsanlara
karşı yalan söylemek (yalan şahidlik etmek, yani bir kimsenin hakkını düşürmek
veya hakkı yokken ona hak çıkarmak),
d— Muamelâtta
yalan söylemek. Bir kimsenin çalışmış olduğu ve yapmakta bulunduğu işlerde
yalan söylemesi. Bu dört kısım yalanın hepsi haram ve çirkin olmakla beraber
en kötüsü Allah'a karşı yalan söylemektir. Sonra Peygambere yalan
isnadında"bulunmaktır. Dİğer günahlar da zarar ve fesad durumlarına göre
şiddet kazanırlar. Cemiyetin bünyesini kemiren ve'islâm birliği ile dîn
kardeşliğini parçalayan sinsi yalan illetinin büyük yıkıntısından"
ötürüdür ki, Hazreti Peygamber bunun önemine binaen yaşlanırlarken
doğrulmuşlar ve tekrar tekrar yalan söyleme günahı üzerinde d8m)ulardır. Herde
385 numaralı hadîs-İ şerifte geleceği üzere, üç şey dışında yalan söylemek
asla caiz değildir. İki dargının arasını düzeltmek için, harpte düşmannaldatmak
için, karı-kocanın birbirine, ahenk ve huzuru bozmamak İçin söyledikleri
yalanlar bu üç istisnayı teşkil ederler.
Ebû Bekre
kimdir? :
Hadîs-i şerifi rivayet
eden Ebu Bekre 'nirt adı N u f e y ' i b -n i ' I- Haris 'dir. Ashabı kiramın
seçkinlerinden ve ileri gelenlerinden idi. Taİf savaşında kale hisarından
makara ile kendini aşağıya sarkıtarak indiğinden Hz. Peygamber ona «Ebu Bekre»
künyesini takmıştı. Bekre, su kuyularında kullanılan çıkrık, makara demektir.
Böylece çtkrık sahibi olarak «Ebu Bekre»
künyesi İle şöhret bulmuştur.
Kırk evlâdı bulunduğu
ve bunların hepsinin cesur, iyiliksever, güzel söz söyler kimseler oldukları
rivayet edilir. Yüz otuz iki hadîs rivayet etmiştir. Hicretin 50-51. yılında
vefat etti. Allah ondan razı olsun...[31]
16— Muğîyre
İbni Şu'be'nin kâtibi Verrad'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«— Muaviye, Muğîyre'ye
mektup yazdı ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellemyden işittiğin şeyden
bana yaz.»
Verrad yine şöyle
dedi:
— Muğîyre bana
yazdırdı, ben de elimle şunu yazdım:
— Ben Hazreti
Peygamberin, çok sormaktan; (ve dilenmekten), mili zayi' etmekten dedi-kodudan
alıkoyduğunu (bunları yasakladığını) kendisinden işittim.»[32]
Bu hadîs-i şerifte Hz.
Peygamberin üç şeyi yasakladığı antaşılmaktddır. Metinde geçen «sual» kelimesi,
istemek ve sormak manalgnna geldiği için geniş mana taşımaktadır. Bu bakımdan,
ihtiyaç olmadan insanlarg boyun eğerek ma! ve para gibi bir şey istemek
yasaklandığı gibi, lüzgmu olmayan ve müşkülât ifade eden girift
şeylerden,sormak da doğ;ru değildir.
Çalışıp kazanmağa gücü
yeten kimsenin dilenmesi hakkında İki,.görüş vardır. Bunların en doğrusu, böyle
bir kimsenin dilenmesinin haram, olduğudur. İkinci görüş ise, İsrar etmemek ve
nefsini küçük düşürmemek şartı ile dilenmesinin mekruh olduğudur.
Yasaklanan ikinci şey,
malı israf etmek, zayi" etmektir. Kalbin meylettiği altın ve gümüş gibi
şeylere mal denir. Daha sonra, kazanılan ve sahip olunan her çeşit eşyaya mal
ismi verilmiştir. Mal çokluğunu hayvanatın teşkil ettiği beldelerde, mal sözü
özellikle hayvanlarda kullanılır. Burada malın ziya'ı, onun helak olması, bozulması
veya kıymetinin azalması demektir. Bunlara sebebiyet vermeyip hangi mal olursa
olsun ona İyi bakmak ve onu korumak demektir. Ayrıca malı haram işlerde sarf
etmek yine onu zayi' etmektir. Daha doğrusu dinin mubah saymadığı yerlere malı
sarfet-mek, onu israf etmektir. Sarf şekli helâl dahi olsa, gelişigüzel ve
lüzumsuz yapılan her harcamanın israf olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Bir
fenalığı giderecek veya bir ihtiyacı kapayacak olan ve harcama yapanın durumuna
uygun düşecek masrafların israf sayılamıyacağı görüşü en doğrusudur.
üçüncü yasak,
dedikodudur. İnsanların sözlerini anlatmak ve birbirine aktarmak dedikodu
hastalığıdır. Ne dünyada, ne âhirette faydası olmayacak bosunc? sözlerle
uğraşmak, vakit öldürmek zararlı ve faydasız bir iş olduğundan yasaklanmıştır.
Muğîyre İbnİ
Şu'be kimdir? :
Hadts-İ şerîfte ismi
geçen Muğîyre ibni Şu'be, ashab-ı kiramdan bîri olup, Arabın dahîlerinden
sayılır. Hudeybiye ve Yemamo savaşlarında, Şam'ın fethinde, Kadisiye ve Yermük
seferlerinde bulunmuştur. Yermök muharebesinde bir gözünü kaybetmişti. Herhangi
möskil bir işle karşılarsa, muhakkak dehasiyle ondan kurtuluş çaresi bulurdu. K
a b i s e İbni C a b i r anlatıyor:
«— Ben Mûğire ile
arkadaşlık ettim; Öyle bir adam idi ki, bir şehrin sekiz kapısı olsa ve onların
hiç birinden çıkma imkânı olmasa, o bu kapıların hepsinden çıkma çaresini
bulurdu.»
Hazreti D m e r
tarafından Basra ve Küfe valiliklerine tayin edilmiş ve daha sonra Hazreti
Osman zamanında azledilmişti. Hazreti Osman'ın sehid edilişinden sonra meydana
çıkan ihtilâflara karışmamış olup Hazretî Muavîye'nîn hilâfeti sırasında,.
Muaviye tarafından Küfe valiliflîne tayin edildi ve ömrünün sonuna kadar orada
kalarak hicretin 50. yılında vefat etmişti. Kendisinden bazı hadîs-İ serîfler nakledilmiştir.
İslâm'da ilk Önce divan kuran zattır. İlk divanı da Basra'da kurmuştur.[33]
17— Ebu't-Tuieyl'den
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
«— Hazreti Ali'ye
soruldu ki, Hazreti Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), bütün insanlara
söylemediği bir şeyi size özel olarak bildirdi mi?»
Hazreti Ali, şu cevabı
verdi:
«— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün insanlara ait kılmak-sızın, bize Özel
olarak bir şey söylemedi; yalnız şu kılıcımın kınında bulunan (kâğıttakiler)
müstesna...»
Sonra (kılıcın
kınından) bir sayfa çıkardı, orada şu yazılıydı:
«— Allah adından
başkasına (putlara veya şahıslara) hayvan kesene Allah lanet etsin. Arazinin
sınır taşlarını çalana Allah lanet etsin. Ana-babasına lanet edene Allah lanet
etsin. Bir fesatçıyı himaye edene Allah lanet etsin.»[34]
Hayvan kesmek iki
türlü olur. Ya ibadet maksadı İle hayvan kesilir ki, buna kurban denilir. Yahud
sırf helâl rızik olarak istifadelenmek İçin kesilir. Buna hayvan boğazlamak
denir. Eti yenen her çeşit hayvanı kesmek gibi. İster kurban niyeti ile, ister
et niyeti ile hayvan kesilirken Allah adını söylemek, besmele çekmek şarttır.
Allah adına kesilmeyen hayvanın eti yenmez; ancak unutarak besmele -terk
edilmiş olursa, eti yenir. Bîr put adına, Kabe adına, bir şahıs adına kesilen
hayvanların eti yenmez. Eğer AHah'dan başkas: için kesilen şeye hürmet ve
ibadet olsun diye yapılırsa, bu küfür olur. Yİne Allah'ın rahmetine yaklaşmaya
vesile olsun diye, AHah'dan başkası adına kesilirse, bu da dinden çıkmış olur.
Allah'dan başka bir şahsın rızasıry kazanmak için kurban kesmek de büyük
günahtır. Hayvan etinin helâl olması ve ibadetin makbu! olması için, hayvan
boğazlanırken besmele çekilir ve Allah rızası niyyet edilir. Bunu yapmayan
lanete hak kazanç yani Allah'ın rahmetinden (cennetinden) uzak olur.
Tarla, arsa ve arazi
gibi yerlerin hududunugçsteren sınır taşlarını yerlerinden oynatıp kaldırmak
veya yerlerini değiştirmek sureti ile hudud tecavüzünde bulunmak, başkasının
hakkını çalmak olduğundan haramdır. Şu tecavüzü işleyene lanet vardır. Hİç bir
Müslüman böyle laneti gerektiren işlere el sürmemelİdir.
Ana-babaya lanet
etmek, buna sebep olma hali ile izah edilir. Bir krmse, bir adamın ana-babasma
lanet ederse[35], o adam da bu lanet okuyanın
ana-babasına lanet eder. Böylece ebeveynine lanete vesile olduğundan günah
işlemiş olur. İşte doğrudan doğruya dahi olmasa bile bu şekilde sebebiyet
vererek ana-babaya lanet getirmeyi Hazreti Peygamber ya-sakl'yor. Laneti
gerektiren bir hareket olduğunu bildiriyor. Şüphe yok ki, doğrudan doğruya
ana-babaya lanet etmek çok daha büyük günah olur, Allah'ın rahmetinden daha çok
uzaklaştırır.
Bir fesatçıyı korumak,
insanlar arasına girip de gerekli bîr cezanın tatbikine engel olmak veya dinde
olmayan bir şeyi uyduranın hareketine nza gösterip göz yummak zararlı işler
olduğundan, bu gibilere yardımcı olmamayı Peygamberimiz ifade buyurmakta ve
böylek ötü kimselere yardımcı olanlara «Azab olsun» duasında bulunmaktadır.
Lanet kelimesinin
lügat manası, uzaklaştırmak ve kovmaktır. Hadîs-i şerifte, azaba müstahak
olmak, rahmetten ve cennetten uzak olmak manalarına gelir. Lanete uğrayan,
yani Mef'ûn, dünyada Allah'ın yardım ve rahmetinden uzak kalmış olan, âhirette
de azaba düşmüş olan demektir. Dinimizde muayyen bîr mü'mîn şahsa lanet
duasında bulunmak caiz değildir; zira Peyçtamber Efendimiz :
«— Ben l&netçi
olarak gön d er ilme d im.» buyurmuştur. Ancak şahıs be-Hrtmeksizin bazı günah
işleyicilere, o günahın cinsi kasd edilerek lanet duasında bulunmak caiz
görülmüştür. Muhaddisler, bu hadîs-i şerifte gecen lanet IceUmesim, Allah
tarafından vaki olacak azabı, Hazreti Peygamber in haber vermesi manâsına
yorumlamışlardır. O halde, izahı geçen dört cins günahı işleyenlere Allah azab
etmiştir, demek olur.
Hadîs-i şerîfİ
Hctzreti AI i 'den nakleden Ebü't-Tufeyl'in adı Amir ibni Vasile 'dir. Uhud
savaşı yılında doğmuş olup, ashabdan en son vefat edendir. Ölüm tarihi hicretin
100, 107 ve 110 yılları olarak gösterilir. Hazreti Peygamberin irtihallerinde sekiz
yaşında bulunuyordu.[36]
18— Ebu'd-Derdâ
şöyle demiştir:
«Resûlüllah
(SaltaîlahüA leyhi ve Selle m) bana şu dokuz şeyi emretmiştir:
«(1) Parça parça doğransan veya ateşte pişirilsen liile, Allah'a hiç
bir şeyi ortak etme.
(2) Kasden
(özür olmaksızın) farz namazı asla terk etme; onu kas-den terk edenden Allah'ın
himayesi kalkmış olur.
(3) Asla
şarap içme; çünkü o, her kötülüğün anahtarıdır.
(4) Ana-babana
itaat et.
(5) Yerinden
çıkmanı emrederlerse (çıkmana izin verirlerse), onların rızasını kazanmak için
çık.
(6) Kendini haklı
zannetsen bile, başındaki
idarecilerle çekişme (onlara, Müslüman
oldukları müddet karşı çıkma).
(7) Arkadaşların
kaçsa ve helak dahi olacak olsan, sen muharebeden kaçma.
(8) Zenginliğinden
ailene yedir ve harca.
(9) Ailene
kırbacım kaldırma; onları Aziz ve Celîl olan Allah hakkı için korkut.»[37]
Dört kadar hadîs-i
şerîf rivayet etmiştir. Hazreti E b
u Bekir ile Hazreti
Ömer'in faziletlerini itiraf etmekle
beraber, Hazreti Ali'ye olan
muhabbetinden ötürü onu öne geçirirdi. Hazreti
Ali'nin savaşlarında hep onun
saflarında bulunmuştu. Allah hepsinden razı olsun... Hadîs-i şerîfteki dokuz
tavsiye kısaca şöyle açıklanır:
1— Küfürden,
imansızlıktan, Allah'a ortak koşma
günahından daha büyük bir günah olmadığından ve böyle bir cinayet üzere ölmüş
bulunan kimse, ebedî olarak cehennemde kalacağından, ne pahasına olursa olsun
böyle bir günahı işlememek icâb eder. Kalben ve arzu ile bu günahın İrtikâbına
yol yoktur. Ancak kat'î bir ölüm tehlikesi karşısında kalben değil de, yalnız
lisan ile küfür kelimesi söylenebilir. Söylemeden öldürülse, şehid olur.
İşte'ebedî hüsrana düşmemek için Hazreti Peygamber en çetin şartlar altında
dahi küfre varmamayı tavsiye buyuruyor.
2— Farz
namazlar, ibadetlerin esası olup, fenalıklardan alıkoydukları cihetle bunlara
devamın önemi aşikârdır. Unutma ve
ağır hastalık gibi özürler dışında farz namazlar terk edilmez. Farzı terk
edenden Allah'ın rahmeti ve himayesi kalkar.
3— Şarap her
fenalığın anası olarak gösterilmiştir. Şarabın Arapeası «Hamır»dır ki, aklı
gideren şey demektir. Bu itibarla aklı gideren, insanı sarhoş eden her içki
şarap hükmündedir. Her hayırlı iş akıl sayesinde meydana getirildiğinden,
aklın yok olması halinde de her fenalığa kapı açılmış olur. Bu bakımdan
şerefli bir mevkii olan hem aklı korumak, hem de cemiyet İçerisinde fenalıklara
sebebiyet vermemek için Peygamberimiz asla şarap içmemeyi tavsiye etmişlerdir.
4— Ana-babaya
İtaat etmek ve onlara iyilikte bulunmak, rıza ve dualarını kazanmak
gerektiğine dair izahat önceki hadîs-i şeriflerde geçmiştir.
5— Ana-babanın
İzni olmadıkça başka memlekete göç etmek, sefere çıkmak doğru değildir. Hatta
anne ve babanın şiddetli bir ihtiyaç ve ızdırap çekecekleri bir durum varken,
hacca gitmekten evlâdlanni alıkorlarsa, günahkâr olmazlar. Tehlike olmadığı
takdirde izinsiz ilim tahsiline de gidilebilir.
İslâm kaidelerine
aykırılığı gerçek olan bir kötü iş görmedikçe idarecİierlc çekişmeyi, memuriyet
için çırpınmayı, idarecilere karşı çıkmayı Peygamberimiz yasaklamışlardır.
Fakat Islâmî bir gerçek ihlâl edildiği takdirde, hakkı söylemek bir vazifedir.
Güç miktarınca da, küfür hali üzerinde bulunanlara karşı çıkılır.
7— Muharebeden
kaçmanın İslâm'a ve Müslümanlara çok büyük zararı dokunduğundan daha önceki
hadîs-i şerifte büyük günahlardan sayılmıştı. Bozgun ve paniğe sebebiyet
vermekle işi mağlûbiyete kadar götürür. İslâm'ın İzzet ve şevketini kırar.
İslâm İçin zillet ve perişanlık vesilesi olan muharebeden kaçmak fiili de
böylece yasaklanmıştır.
8— Bir
insan, ailesine, çoluk-ço:uğuna sahip olduğu zenginlikten harcamalıdır. İsraf
olmayacak şekilde, terbiyelerine, yiyip içmelerine ve giyimlerine harcamalı,
onları dar durumda bırakmamalıdır. Cenab-ı Hak, bir kuluna vermiş olduğu
nimetin eserini, onun üzerinde görmek İster. İmkânlar nispetinde cimrilik
göstermeden ve İsraf yapmadan ehline harcamalıdır.
9— Bu
hadîs-i şerifte aileye karşı kırbacı kaldırmamayı, yani zevce, evlâd ve
hizmetçileri döğmemeyi Peygamberimiz tavsiye buyuruyor. Bazı rivayetlerde de
«Ailenizden kırbacı kalchrmaytn» çeklinde ifade vardır. Her İki halde de izahı
mümkündür. Birinci rivayete göre, haklı
bir sebepten dolayı olsa bile aile efradını döğmek hayırlı ve iyi bir iş
değildir. Işın akıbetinden korkutmak ve bağışlamak en doğru bir yoldur. İkinci rivayete göre, döğmenİn cevazı bahis
konusu olur. En son çare olarak döğme olabilir ve ailedeki otorite bu yol ile
sağlanabilir. Burada da hududu aşmamak gerekir.
Ebu'd-Derdâ:
Bu hadîs-İ şerifi rivayet
eden ashab-ı kiramdan Ebu'd-Derdâ'-nın İsmi Uveymir ibnİ Malik 'dir. Bedir
savaşında Müslüman oldu. Uhud ve ondan sonraki savaşlarda bulundu. Daha ziyade
«Ebu'd-Derdâ» künyesi ile şöhret bulmuştur. Ashab-ı kiramın sayılı âlimlerinden
biri İdî. Hazreti Ömer'in hilâfeti zamanında Şam kadılığına tayin edildi ve
Hazreti Osman devrinde yine orada vefat etti. Bir rivayette de Hazreti Osman
'in hilâfetinden önce hicretin 32. yılında vefat etmiştir. Uhud savaşı
esnasında Hazreti Peygamber onun hakkında :
Uveymir ne güzel
süvaridir = binicidir.» buyurmuştur.[38]
19— Rivayet
edildiğine göre Abdullah Ibni Amr şöyle dedi:
Bir adam
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi
ve şöyle söyledi :
«— Ana-babamı ağlar
bırakarak hicret etmek üzere senin emrini almağa geldim. (Hazreti Peygamber
ona) dedi ki:
«— Onlara dön, onları
nasıl ağlattımsa, öylece onları sevindir, güldür.»[39]
20— Abdullah
îbni Amr dedi ki, cihada gitmek isteyen bir adam Peygamber (Sallailahü Aleyhi
ve Seiîem) 'e geldi. (Hazreti Peygamber ona sorarak şöyle) dedi:
«— Ebeveynin hayatta
mı?» (O adam da) : «Evet!» dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:
(Madem ki müslüman
ana-baban var,) onlar için gayret
et, çalış.
(Kendilerine iyilik ve
ihsan et); buyurdu.»[40]
Meşru işlerde
ana-babaya itaat etmek farzı ayındır. Fakat düşman saldırısı olmayan normal
zamanlarda cihada çıkmak kifaye üzere farzdır. Bir kısım Müslümanların cihad
vazifesinde bulunmaları ile diğer Müslümanlardan bu sorumluluk düşer. Bunun
için ferden kendisine cihad farz olmayanın ana-babasi için çalışması daha
önemli tutulmuştur. Ancak umumî bir mecburiyet veya düşman istilâsı gibi bir
durum olursa her mükellef cihad etmeV. zorunda kalır. Cihad için izine lüzum
kalmaz.[41]
21— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— Yazıklar olsun o
kimseye, yazıklar olsun o kimseye, yazıklar olsun o kimseye...»
Ashab:
«— Ya Resûlallah,
kimdir o?» dediler.
Hazreti Peygamber:
«— O kimsedir ki,
yanında ana-babasına, yahud bunlardan birine ihtiyarlık erişmiş de Cehenneme
girmiştir.» buyurdu.[42]
Metinde üç defa
tekrarlanan «Rağıme enfuhu = Yazıklar olsun» cûm-lesİ, lügat manası itibariyle
burnu toprağa sürünsün, demektir. Bundan kinaye olarak hakîr olsun, zelil
olsun manalarında kullanılır. Burada Türkçe-mize daha uygun olarak «yazıklar
olsun» şeklinde terceme edilmiştir. Bu cümlenin üç defa tekrarlanması, işte
fazta nefret bulunduğundandır. Aynı zamanda Cehenneme düşmekten sakındırmak İçindir.
Anlaşılıyor ki, yaşlılık ve zafiyet halinde olanın yardıma ve bakıma olan
ihtiyacı, dinç halde iken olan ihtiyacından çok daha fazladır ve önemlidir. Bu
durumda ana-babasına hizmet etmeyen, onlara iyilik ve ihsanda bulunmayan kimse
rıza ve dualarını kazanamayacağı cihetle
Cehennemlik olmağa hak kazanır.
Aksine onlara hizmet
eden de, onlar sebebiyle Cennete girmiş ohjr. Böyle Cennete vesile olacak bir
fırsatı kaçırana elbette yazıklar olsun.[43]
22— Sehl'in
babası Muaz'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) dedi ki:
«— Ana-babasına iyilik
edene Cennet olsun, Azîz ve Celîl olan Allah onun ömrüne bereket versin (ömrünü
çoğaltsın.)»[44]
Metinde geçen «Tuba = »
kelimesi, Cennet, cennetteki bir ağaç manalarına geldiği gibi, saadet ve hayır
karşılığı olarak da kullanılır.
Caiz olmayan bir şeyi
peygamberlerin istemesi muhal olduğuna göre, burada ömrün ziyadeleşmesini
istemek, onun vuku bulabileceğine delil teşkil eder. Diğer taraftan Cenab-ı
Hak, herkesin muayyen bir eceli var, o geldiği zaman, ne bir an gecikir, ne de
bir an öne geçer buyurmaktadır. Her iki delilin karşılaşması halinde, ömrün
uzatılmasının bereket manasını veya rızık bolluğu anlamını taşıdığı izahına
gidilmektedir. Ömrün artmacı demek, bereketli olması, nimetler içinde bulunması
demek olur. Bir kısım âlimler de, ömür muayyen olmakla beraber uzalıp kısalabileceği
görüşündedirler. Meselâ : Bir adam, ana-babasına itaat ve ihsan ettiği
takdirde, yaşı seksen yıldır. Bunu yapmayınca aitmiş yıl olarak kalacaktır.
Böyle bir kimse, ebeveynine ihsan edince seksen yaşına varacağından ömrü artmış
sayılır.
Muaz b. Cebel
kimdir?:
Hadîs-i şerifi rivayet
eden Muaz, ashabı kiramdan olup, aslen Mısır halkından olduğu söylenir. Hazreti
Peygamber'den hadîs-i şerifler rivayet etmişti ı\ Oğlu S e h I de kendisinden
rivayette bulunmuştur. Halife A b d u'l-Melik ibni Mervan devrine kadar
yaşamıştır. Allah ondan razı olsun...[45]
23— (9-s)
Allah Azze ve Celle'nin :
«— Eğer ana-baba d an
biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık haline ulaşırsa, sakın onlara öf bile
deme ve onları azarlama. İkisine de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de
:
«— Ey Rabbim! Onlar,
beni küçükken (merhametle) terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de
kendilerine merhamet et. (İsra; 23, 24)» âyet-i kerîmesini, Berâe (Tevbe)
Sûresinde olan:
«— Müşriklerin
Cehennemlik oldukları müminlere belli olduktan sonra—bunlar akraba bile
olsalar— artık onlar için ne peygamberin, ne de mümin olanların mağfiret
dilemeleri yoktur. (Tevbe: 113)» âyet-i kerîme riesh ettiğini = hükmünü
kaldırdığını İbni Abbas anlatmıştır.[46]
Birinci âyet-i kerime,
mutlak olarak ana-babaya itaat etmek ve onlar için hayır duada bulunmak
manasın) beyan etmekte ise de, daha sonra nâzii olan İkinci âyet, müşrik olan
ana-baba dahi olsa, onlara mağfiret duasında buiunulamıyacağmı emretmekfedir.
Bu bakımdan I b n i Abdi bas hazretleri,
metinde önce geçen âyet-i kerime, sonra gelen âyet İle nesh edilmiştir
demiştir. Bundan anlaşılıyor ki, mümin olmayanların bağışlanmaları Allah dan
istenmez, onların hidayete ermeleri için Allah'a dua edilir. Müslüman olmaları
için çalışılır. (Abdullah ibni Abbas için 4. hadîs-i şerife bak.)[47]
24— Sa'd
İbni Ebi Vakkas'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«— Benim hakkımda,
Allah Tealâ'nın kitabından dört âyet nazil oldu. Annem, ben Hazreti Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den (dininden) ayrılmadıkça, yememeğe ve içmemeğe yemin
etmişti. Bunun üzerine Allah (Azze ve
Celle) şu âyeti inzal etti:
«— Eğer ana-baban,
bilmediğin (benimsemediğin
şirkten) bir şeyi, bana ortak koşman
için seni zorlarlarsa, bu takdirde kendilerine itaat etme. Onlara dünyada iyi
bir şekilde sahiblik et. (Günah olmıyan işlerde onlara yardımcı ol, itaat et.»
(Lokman : 15).
(İkincisi) : Ben,
(savaş ganimetinden) çok hoşuma giden bir kılıç almıştım. Dedim ki, ey
Allah'ın Resulü! Bunu bana hibe et. Arkasından:
«— Ey Resulüm, sana
ganimet malından soruyorlar...» (Enfal:
1) âyeti nazil oldu.
(Üçüncüsü) : Ben
hastalanmıştım. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bana geldi. Dedim ki,
ey. Allah'ın Resulü! Ben malımı bölmek istiyorum, yarısını vasıyyet edeyim
mi?» Peygamber:
«— Hayır!» dedi. Üçte
birini, dedim Hazreti Peygamber sükût etti. Bundan sonra üçte bir vasıyyet caiz
oldu.
(Dördüncüsü) :
Ensar'dan bir topluluk ile şarap içmiştim. Bunlardan bir adam, (Mekke yolu
üzerinde) Lehyey Cemel adındaki yerde burnuma vurdu. Ben de (şikâyet için)
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e vardım. Bunun üzerine Allah (Azze ve
Celte), şarabı haram kılan âyeti inzal etti. (Bakara: 219)[48]
Bu Hadîs-i şerifte, Sa
'd ibni Ebî Vakkas, kendisi İle İlgili dört hâdise özerine Cenab-ı Hakk'ın dört
dinî hüküm İnzal buyurduğunu anlatmaktadır.
1— Daha
önceki hadîs-i şeriflerin beyanından da
anlaşıldığı özere, ana-babaya itaat etmek, Allah'a isyan olmayan yerde
gereklidir. Ana-babanın veya herhangi
bir yetkilinin şirke ve günaha, dine aykırı düşen bir işe davetleri veya
zorlamaları halinde onlara itaat yoktur. Ancak Müslüman olmayan ana-babaya,
nafaka vermek, onlara hizmet edip iyilikte bulunmak, incitmemek bir vazifedir.
Yeter ki, Allah'ın dinine aykırı bîr şey İstemesinler, ona zorlamasınlar.
2— Ganimetle
ilgili İkinci hadise sebebiyle, Cenab-ı Hak ganimetlerin tasarruf yetkisinin
«Allah'a ve Resulüne ait» olduğunu beyan buyurdu. Mu-haddİslerin rivayetine
göre, Sa'd İbni
Ebi Vakkas, Saîd i b n i ' I - A s adındaki müşriki öldürdü ve kılıcını aldı.
Bunu kendisine hibe etmesini Hz. Peygamberden İstedi. Peygamber, ona bu kılıcı
vermedi. 8u hadise üzerine ganimet âyeti nazil oldu. Hz. Peygamber de o kılıcı
kendisine verdi; çünkü Allah Teolâ bütün yetkiyi Peygamber (Aleyhissalâtü
vesselam) 'a vermişti. Bundan sonra da, yine Enfal sûresinin 41 inci âyetinde
kimlere ne miktar ganimet verileceğini, bölünme şeklini beyan buyurdu.
3— Her ne
kadar Sa'd ibni
Ebi Vakkas, hakkımda dört âyet nazil oldu diyorsa da,
vasîyyef hakkındaki üçte bir (1/3) miktarı maldan fazlasının caiz olmayacağına
dair âyet mevcut değildir. Bu hüküm Hz. Peygamber in hadîs-i şerifleri ile
sabittir. S a ' d 'in sorusu üzerine
üçte bir miktarı vastyyete rıza göstermişler ve bu da Isiâm dininin hukukî bir
meselesi ve hükmü olmakla Allah'ın emri demektir. Zaten Peygamber ne getirdi
ise, hep Allah'ın izni ve emri ile getirmiştir. Bu bakımdan hüküm itibariyle
hadîs-i şerif de diğer âyetler arasında bir âyetmiş gibi gösterildi. Üçte
birden fazla vasiyyet yapıldığı takdirde, veresenin muvafakati bahis konusu
olur. Buna rıza gösterİrlerse, geçerli olur, değilse yalnız üçte bir
mİk-tarınca vasiyyeti yerine getirirler. Bİr de hak sahibi olan varislere
vasiyyet yapıldmıyacağını diğer bir hadîs-i şerifte Hazreti Peygamber
buyurmuştur.
4— Bilindiği
üzre İslâm'ın ilk devrinde şarap içmek haram değildi. Sonra S a ' d 'in başından geçen vak'ayi, Sa'd
Hazreti Peygambere anlatınca Cenab-ı Hak Mâide sûresinin 90. âyetini
inzal ederek, şarap i;meyİ haram kıldı. Âyet Medine'de nazil oldu.
Sa'd I b n i
E b i V a k k a s
kimdir? :
Daha ondokuz yaşında
İken, İslâm'ı ilk kabul edenlerin üçüncüsü olmuştu. Allah yolunda ilk ok
atandır. Hazreti Peygamberden önce Medine'ye hicret etmiştir. Bedir savaşından
itibaren Irak fethine kadar olan bütün savaşlarda bulundu. Meşhur binicilerden
biri idi. Cennetle müjdelenen on qshab-ı kiramdan biri olup, bu on kişi içinden
en son vefat edendi.
Hazreti Ömer 'in,
hilâfet işini aralarında görüşmek için seçmiş olduğu altı kişiden birisi de
Sa'd olmuştu. Duası kabul olunmakta şöhret kazanmıştı. Çünkü Hazreti Peygamber
ohun hakkında :
«— Allah'ım! Onun
okunu doğrult; ve duasını kabul et.» buyurmuştu. Onun için lehte duasını
İsterler, aleyhte yapacağı duadan korkarlardı. Hz. Ömer tarafından Küfe
valiliğine tayin edildi. Bİr müddet sonra halkın hdksız yere şikâyetleri
üzerine, halife tarafından azledildi. Kûfeliler kendisine iftira ettiklerinden
aleyhlerine dua ettiği ve duasının kabul edildiği rivayet olunur. Daha sonra
yine Küfe valiliğine Hz. Osman tarafından tayin edildi, sonra bu görevinden
yine alındı. Hz. Osman'ın şehid edilişinden sonra doğan fitnelere karışmayarak
kenara çekildi. Medine'ye on mil mesafede Akîk denilen yerde bir arazi satın
alarak, ailesi ile oraya yerleşti ve hicretin 55. yılında 73 yaşında olduğu
halde orada vefat etti. Cenazesi Medine'ye götürülerek Bakî' mezarlığına
gömüldü. Allah ondan razı olsun.[49]
25— Hazret-i
Ebû Bekir'in kızı Esma'dan:
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (Hudeybiye) muahedesi zamanında, annem
(kendisine iyilik ve ihsan etmeme) rağbet eder olduğu halde bana geldi. Ben de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'e sordum : Ona iyilik edeyim mi
(hediyelik bir şey vereyim mi)?
Hazreti Peygamber: «EVET!»
buyurdu.
îbni Uyeyne
demiştir ki:
Bu hâdise üzerine:
«—Allah, din hususunda
sizinle savaşmamış, sizi yurdlarımzdan da çıkarmamış kimselere sadâkat
göstermenizden, onlara iyilik etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi
yasaklamaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Sûresi, 8)» âyetini
Allah (Azze ve Celle) indirdi.[50]
Hadîs-i şerifi anlatan
Esma (Allah ondan razı olsun), cahı'liyet devrinde babası tarafından boşanmış
olan «K u t e y I e»'nin kızıdır. Müslümanlarla müşrikler arasında Hudeybiye
de yapılan barışdan faydalanarak K u t e y I e, İslâm'ı kabul etmediği halde,
Medine'deki Müslüman kızı Esma 'yi ziyarete gitmiş ve beraberinde de kuru üzüm,
yağ gibi hediyeler götürmüştü. Buna karşılık kızından da bazı hediyeler
beklemiş ve kızının İkramda bulunmasını, İyilik edip yakınlık göstermesini
arzulamıştı. Bunu hisseden kızı, annesine iyilik ve ihsan mukabelesinde bulunup
bulunamayacağını Hz. Peygamber'd en sormuş ve İyilikte, ikramda bulunabileceği
cevabını almıştı. Bundan anlaşılıyor ki, müşrik ana-babaya hediye vermek,
onlara İyilikte ve İkramda bulunmak, savaş hali dışında, gereklidir. Bu hususta
nâzİl olan Mümtehine sûresinin 8. âyet-i kerîmesi aynı hükümleri beyan
buyurmaktadır. Barış halinde Müslüman olmayan akraba ile görüşüp hedi-yeleşmenin,
İyilik ve adaletle hareket etmenin meşruİyyeti anlaşılmaktadır.
Esma kimdir? :
Esma, Hazret-i E b u B
e k i r 'in en büyük kızı olup, İslâm'dan önce böşamış olduğu Küfeyle veya K a
y I e adındaki hanımından olmadır. .
1 Cennetle
müjdelenenlerden Hz. Z ü b e y r 'in zevcesi olan Esma 'nm lâkabı.
Zatü'n-Nıtakeyn 'dir. Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiği zcrman, ona azık
hazırlamış, fakat aztğı bağlayacak ve saracak bir şey bulamadığından baş
örtüsünü ikiye bölerek yarısı ile azığı bağlamış ve diğer yarısını da bgş
örtüsü olarak kullanmıştı. Bundan dolayı, Hz. Peygamber kendisine iki baş
örtülü manasına, Zatü'n-Nıtakeyn lâkabını vermişti. İlk islâm'ı kabul eden on
yedi kişiden sonra Müslüman olmuştu. Mekke'de Müslüman olduktan sonra,
Medine'ye hicret etmiş ve hamile olduğundan Küba'da hamlini vaz' etmişti.
Böylece Abdullah ibni Zübeyr adındaki oğlu doğmuş oldu. Hicrî yetmiş üç
yılında, oğlu Abdullah'in öldürülmesinden birkaç hafta sonra Mekke'de vefat
etti. Vefatında yüz yaşına varmış olduğu halde bir dişi dahi düşmemiş,
aklından bir şey kaybetmemişti. Yalnız gözleri görmez hale gelmişti.
Abdullah'-dan başka U r v e adında bir oğlu daha olmuştu. İki oğlu ve torunları
kendisinden hadîs-İ şerifler rivayet etmişlerdir. Oğlu A bd u 11 a h , Hz.
Mu-aviye'nin oğlu Yezid'den sonra Mekke'de dokuz ay hilâfet etmiş ve nihayet
Haccac tarafından kuşatılarak idam edilmişti. Oğlunun şehid edilişinden az
sonra vefat etti. Allah ondan razı olsun.[51]
26— îbni
Ömer'in şöyle dediği işîtilmiştir:
«— Hz. Ömer''(Allah
ondan razı olsun), satılmakta olan ipek işlemeli bir elbise gördü. (Hz.
Peygambere hitaben):
«— Ya Resûlallah; bu
elbiseyi satın al, cuma günü ve heyetler sana geldiğinde onu giyersin, dedi.
Hz. Peygamber: .
«— Bunu, ancak
(âhirette) nasibi olmayan kimse giyer; buyurdu. Sonra Hazreti Peygambere bu
elbiselerden verildi. Hazreti Ömer'e (bunlardan) bir elbise gönderdi. Hazreti
Ömer dedi k;, (Ya Resûlallah,) ben bu elbiseyi nasıl giyeyim, zira bu elbise
hakkında söylenmesi gerekli şeyi söylemiştin
Hazreti Peygamber :
«— Ben onu, giymen
için sana vermedim. Onu satarsın, yahut (müs-lüman olmayan birine)
giydirirsin,» buyurdu. Bunun üzerine, Hazreti Ömer, henüz müslüman olmamış
Mekke'deki (ana bir yahut süt) kardeşine o elbiseyi gönderdi.»[52]
Bu hadîs-i şeriften
iki hüküm çıkmaktadır. Birincisi, ipekli veya ipekle işlemeli, ibrişimli ve
nakışlı elbiseleri erkeklerin giyemeyeceğidir. İkincisi, Müslümanlar İçin yasak
olan böyle şeylerin gayri müslimlere satılabileceği veya onlara hediye olarak
verilebifeceğidir. Müşrik babaya iyilik ve ikram bahsinde bu hadîs-i şerifin
zikredilmesi, müşrik bir kardeşe yapılan bağışla ilgili bulunmasındandır.
Altın ve ipek hakkında
varid olan hadîsti şerifte görüleceği gibi, Müslüman erkeklere altın ve ipek
haram kılınmıştır. Erkekler altından süs eşyası takinamazlar, ipekli elbiseler
giyemezler, altın eşya kullanamazlar. Bunun iktisadî çöküntüye, lüks ve israfa
götüren bir afet olduğu, günümüzde açık olarak görülmektedir.
(Hz. Ömer hakkında
kısa bilgi ve hadîs-i şerifleri görmek isteyenler için, «Peygamberin Dilinden
Dört Halifesi ve Ashabı» adlı kitaba müracaat. Sayfa : 115)[53]
27— Abdullah
İbni Amr'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Peygamber (Sallaüahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«— Adamın ana-babasına
sövmesi, büyük günahlardandır.»Ashab:
*— Nasıl söver,»
dediler.
Hazreti Peygamber:
«— Bir kimse, bir
adama kötü söz söyler (söver) de tutar bu adam, o kimsenin ana ve babasma
söver.» buyurdu.[54]
Bir insan, hiç
kiriTşöye kötü söz söylememeli, ayıplamamalı, alay etmemeli, hoşlanmayacağı
bîr lâkap takmamahdır. Yapılan fenalığa en az misliyle ve daha fazlası ile
mukabelede bulunulacağından ana ve babanın hakaretine, onların tahkîr
edilmesine vesile olmamalıdır. Peygamber Efendimizin bu gibi hareketleri büyük
günahlardan sayması, işin önemini anlamamıza kifayet etmelidir. Ana-babaya
sövdürmek, onların hakkına tecavüz ve İsyan sayıldığından, onları İncitmeye
vesile olduğundan, İslâm'daki kardeşlik ve nezahet duygularını kirlettiğinden
haram kılınmıştır.[55]
28— (10-s)
Abdullah İbni'l-As'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«— Babasının
sövülmesine insanın sebep olması, Allah katında büyük günahlardandır.»[56]
Bu eserle, bir önceki
hadîs-i şerif arasında mana bakımından uygunluk olduğu gibi, her ikisinde de
rivayet Abdullah İbnİ Amr'dandır. İkinci nakilde, söz Hazreti Peygambere kadar yükseltilmemiştir.[57]
29— Ebû
Bekre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle dediğini anlatmıştır
:
«(Adil ve müslüman
idareciye) karşı çıkmak, akrabalarla ilgiyi kesmek günahından daha çok dünyada
cezası peşin verilmeye lâyık hiç bir günah.yoktur; âhirette bu günah sahibi
için hazırlanmış olan azab olmakla beraber...»[58]
Bağy'in lügat manası,
azgınlık etmek, hududu aşmak ve zulüm etmektir. Şeriatta, zalim olmayan bir
devlet başkanına karşı çıkmak, ona muhalefette bulunmak veya mahlûkata zulüm
etmektir. Yerinde olmayan bir muhalefet, İslâm birliğini ve kuvvetini
parçalamaya sebep olduğundan,' netice olarak düşmanın hakimiyetini doğurur. Bu
bakımdan islâm'a zararı çok büyüktür. Nitekim tarih boyunca, bunun misalleri
çok geçmiştir. Ne olursa olsun, mutlak olarak haksızlık ve zulüm büyük
günahtır.
«Katî'atüV-Rahîm»
demek; uzak ve yakın, akrabalar arasındaki, görüşme, ziyaret etme ve ihsanda
bulunma haklarını gözetmek, bağları kesmemektir.
İlgiyi kesmek iki
şekilde olur. Birincisi, yalnız ziyareti terk etmek ve ihsanda bulunmamakla
olur. Bu kemal noksanlığını doğurur ve akrabanın yakınlığına göre önem taşır.
Ana-baba mevzubahs olursa, bunun günahı küçümsenmez. Rızalarının dışına çıktı
mı, büyük günah olur. İkincisi, akraba hakkında dedikodu ve gıybet etmek ve
onlara fenalık yapmak suretiyle kendilerine eziyet etmektir. Muhaddisler,
hadîs-i şerifte, bu mananın kasdedilmiş olduğunu ifade etmektedirler.[59]
30— îmran
îbni Hüsayn'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) dedi ki:
«— Zina, şarap içmek
ve çalmak hakkında ne dersiniz?» Biz, en iyi bilen Allah ve Resulüdür, dedik.
Peygamber:
«— Onlar çok çirkin
şeylerdir; ve onlarda (öldürmek, döğmek ve el kesmek gibi) cezalar var. Dikkat edin! Ben, size büyük
günahların en büyüğünü bildireyim mi?: Aziz ve Yüce olan Allah'a ortak koşmak
(müşrik olmak), ana-babaya asî olmak.» dedi. Bunları söylerken yaslanmıştı,
sonra doğruldu da dedi ki:
«— Yalan söylemek (yalan
yere şahitlik etmek) de...»[60]
Peygamber
(Aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz büyük günahlardan olan zina işlemek, şarap
içmek ve hırsızlık etmek suçlarının azabı gerektiren cezaları bulunduğunu
beyan ettikten sonra, daha şiddetli bir azabı icab ettiren ana-babaya eziyet
etmek günahına işaret buyurmuştur. Bundan önceki hadîs-i şerifler münasebetiyle
Allah'a ortak koşma (şirk) ve yalan söylemek günahları üzerinde açıklama
yapılmıştı. (Bak : Hadîs 15}
Imran ibni
Husayn kimdir?:
Hadîs-İ şerifin ravisi
I m r a n 'm künyesi E b u N e c î d 'dir. Kendisi, Hayber fethi yılında
Müslüman oldu. Müteaddit savaşlarda bulundu ve Huza'a kabilesinden olduğu için,
Mekke'nin fethinde Huza'a sancaktarı bulunuyordu. Basra'lılara ilim öğretmek
için, Hz. D m e r onu Basra'ya gönderdi. Ashab-ı kiramın âlimlerinden ve ileri
gelenlerindendi. Ashab-ı kiramdan Basra'ya gönderilenlerin en fazifetlisi
olduğu söylenir. Zamanın fitnelerinden uzak kaldı ve Müslümanlar arasındaki
savaşlara katılmadı. Duası kbul edilen ve meleklerle görüşüp konuştuğu söylenen
kerim bir kimse İdİ. Hicretin elli ikinci yılında Basra'da vefat etti.
Tabiînden Basra ve Küfe I i muhaddisler kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.
Allah ondan razı olsun.[61]
31— (11-s)
îbni Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Ana-babayı ağlatmak,
(onlara) isyan etmektir ve büyük günahlardandır.»[62]
Hadîs âlimlerinden
Hafız ibni Hacer El-Askalânî diyor ki, bu nakil ile sekiz numaralı nakil
arasında fark yoktur; ancak ravi, sözü kısaltmıştır. Evvelki hadîs
münasebetiyle açıklama yapılmıştır.[63]
32— Ebû
Cafer'den rivayet edildiğine göre, Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini işitmiştir:
Peygamber (SallalUthü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;
«— Üç kimsenin; duası,
makbul dualardır, bunların kabul edilişinde şüphe yoktur: Zulme uğrayanın duası,
yolcunun (misafirin) duası, ana-babanın çocuklarına duası.»[64]
Mazlum, yolcu ve
ana-babadan ibaret üç sınıf kimselerin herhangi birine İyilik ve yardım
edildiği zaman, bunların karşılık olarak edecekleri hayır dua Allah katında
makbul olduğu gibi, bunlara yapılacak eziyet ve fenalık karşılığında edecekleri
beddua da makbuldür. Allah, lehte ve aİeyh-de edecekleri duaları kabul buyurur.
Çünkü- bunların duaları duygulu bir kalbin İlticası ile olur. Ana-babanın
evlâdları lehine ve aleyhine duaları da aynıdır, her İkisi de makbul dua
olurlar. Böylece evlâd, rızalarını almaya çalışır, nefret vezinlerini
kazanmaktan sakınır,"
Mdzlum, İnsanların
haksızlık 'ettiği) sefil bıraktığı, yardımlarından tamamen mahrum kaldığı
kimsedir. Böyle İnsanların yardımından büsbütün ümidini kesen kimse, Allah'a
tam bîr ihlâs ile yönelir ve ona iltica ederek duada bulunur. Duası da makbul
olur.
Yolcu da böyledir.
Akrabasından ve dostlarından uzak kalmış, emlâk ve arazisinden uzak düşmüştür.
Bu durumda Hak ile beraber bulunur, ona sığınması tam bir İhlâs ile olur.
Ana-baba, çocuğun
eziyetlerine katlanırlar, kusurlarını bağışlarlar, kalbleri ince duygulu olur.
Çocuklarından büsbütün ümid keser ve aleyhlerine dua ederlerse, çok şiddetli
olur ve büyük haklarından ötürü de duaları makbul olur. Çocuklarından memnun
kalıp, onların iyiliğine dua etmeleri, zaten Cennet vesilesi olacağı daha
önceki hadîs-i şeriflerden, anlaşılmıştı.[65]
33— Ebû
Hüreyre'den ;
Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Seliem) 'in şöyle dediğini işittim:
«— İnsanlardan hiç bir
çocuk beşikte konuşmamış tır; yalnız
Meryem'in oğlu İsa (Aleyhissclâm) ile
Cureyc'in (beşikte dile gelen) sahibi konuşmuştur.»
(Ashab tarafından
Peygambere) soruldu :
«— Ey Allah'ın
Peygamberi! Cureyc'in yardımcısı kimdir?»
Peygamber dedi ki:
«— Cüreyc, kendisine
ait bir manastırda (inzivaya çekilip ibadet eden) rahip bir kinişe idi.
Manastırının altında barınan bir sığır çobanı vardı. KÖy halkından bir kadın
da, bu çobana gider gelirdi. Bir gün, Cüreyc namaz kılarken annesi gelip:
"Ey Cüreyc!" (diye ona) seslendi. Cürçyc namazda iken kendi kendine:
"Anneme mi (cevap vereyim), namazıma mı (devam edeyim?)" dedi.
Namazını seçmeyi (ona devam etmeyi) uygun buldu. Sonra annesi ikinci defa ona
seslendi. Yine Cüreyc kendi kendine: "Anneme mi, namazıma mı?" dedi.
Namazım seçmeyi uygun buldu. Sonra Üçüncü defa annesi ona bağırdı, Cüreyc:
"Anneme mi, namazıma mı?" dedi. Yine namazını tercih etmeyi uygun
gördü. Annesine cevab vermeyince, annesi (ona beddua ederek) şöyle dedi:
"Ey Cüreyc! Fahişelerin yüzüne bakmadıkça, Allah senin canını
almasın." Sonra kadıncağız döndü gitti. Bir müddet sonra (sığır çobanına
gidip gelmekte olan) o kadın (gayrı meşru') doğurduğu çocukla Melik'e
getirildi, (dava edildi). Melik sordu: "Bu çocuk kimden?" Kadın:
"Cüreyc'den," dedi. Melik yine sordu. ''Manastırın sahibinden
mi?" Kadın: "Evet,' dedi. Melik:
"— Manastırını
yıkın ve onu, bana getirin," dedi.
Baltalarla manastırına
vurarak onu yıktılar. Cüreyc'in kolunu, boynuna iple bağladılar ve onu
götürdüler. Fahişelerin karşısına çıkarıldı. Cüreyc fahişeleri gördü de
gülümsedi. Onlar da, insanlar içerisinde CÜ-reyc'e bakıyorlardı.
Melik, Cüreyc'e sordu:
"— Bu kadın ne
iddia ediyor?" Cüreyc: "Ne iddia ediyor," deyince, Melik:
"İddia ediyor ki, çocuğu sendendir." Cüreyc, kadına sordu:
"— Sen böyle mi
iddia ediyorsun?" Kadın: "Evet," dedi. Cüreyc:
"— Bu çocuk
nerede?" dedi. "İşte o, kadının kucağında," dediler. Cüreyc,
çocuğa dönüp sordu: "Senin baban kim?" Çocuk: "Sığır
çobanı," dedi. (Cüreyc'in iftiraya uğradığı anlaşılınca) Melik dedi ki:
"— Senin
manastırını altından yapalım mı?" Cüreyc: "Hayır," dedi.
**— Gümüşten yapalım
mı? dedi. Cüreyc: "Hayır," dedi. Melik:
"— O halde onu
nasıl yapalım?" dedi... Cüreyc: "Onu eskiden olduğu gibi yapın/ dedi,
"Hangi şeye gülümsedin," diye Melik sordu. Cüreyc:
"— Hatırladığım
bir işe, annemin bedduası bana erişti." dedi. Sonra başından geçen
hadiseyi, onlara anlattı.»[66]
Hadîs-İ şeriften elde
edilen hükümler:
1— Hazreri
Isa île Cüreyc'e nispet edilen çocuğun daha beşikte iken konuşmuş olmaları,
mucize ve kerametin sübutuna delil teşkil eder. Allah'ın Peygamber elinde yarattığı âdet'e (tabiî
kurallara) aykırı üstün işlere mucize ve
veliler elinde yarattığına da keramet denir. Böylece İslâm dininde mucize ve
keramet haktır.
2— Namazda iken
ebeveynin çağrısına cevap verilip verilemeyeceğine dair hükümde
âlimlerin bir takım ayrı ayrı görüşleri varsa da en doğrusu şudur: Farz ve
vacibİer dışında nafile olarak namaz kılarken ebeveyninden biri çağırır da, bu
çağrıya cevap verilmediği takdirde hiddetlerine sebebiyet verileceği korkusu
olursa, namazı bozmak -lâzım geiîr. Nafile bir ibadette, ebeveynin rızası
tercih edilir. Fakat Allah'ın emri olan farzlarda ve yasaklarında Allah'a itaat
esastır.
3— Ebeveynin
duası babında zikredilen bu hadîs-i şerifteki vak'a, kısa bir zaman İçinde anne
duasının, çocuğun aleyhinde bife olsa, makbul olduğuna, aynen isabet ettiğine
örnek teşkil etmektedir.[67]
34— Ebû
Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir:
«— Beni dinliyen,
Yahudi ve Hıristiyan, kim olursa olsun, muhakkak beni sevmiştir. Çünkü (henüz
İslâm'ı kabul etmemiş olan) annemin müslüman olmasını istiyordum da, o kabul
etmiyordu. Ben ona, (İslâm'ı kabul et) dedim, o kaçındı. Bunun üzerine
Peygamber (Saiîaliahü Aleyhi ve Sellem)'e gittim ve dedim ki:
«Annem için Allah'a
dua et.» O da dua etti. Sonra anneme döndüm. Kapıyı üzerine kilitlemişti.»
Dedi ki:
«— Ey Ebû Hüreyre! Ben
müslüman oldum.» Ben de (olanı) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
haber verdim ve dedim ki:
«— Benim için ve annem
için Allah'a dua et.»
Hz. Peygamber şöyle
buyurdu:
«— Allah'ım! Kulun Ebû
Hüreyre'yi ve annesini insanlara sevdir.»[68]
Ebu Hüreyre'nin
rivayetinden anlaşıldığına göre, kendisi annesinden önce islâm'ı kabul
etmişti. Annesinin adı Umeyme'dir. Ebu Hüreyre, Önce annesinin Müslüman olması
İçin, Peygamberden dua İstemiş ve bu duanın semeresini görür görmez yine
Peygambere koşarak ikinci defa annesi ile kendisine dua etmesini rica etmişti.
Hz. Peygamber in ettiği bu duanın da Allah tarafından kabul edilmiş olduğunu
yine kendisi anlatarak, Yahudi ve Hıristiyan herkesin onu sevdiğini
söylemiştir. Allah, Peygamberlerin duasını geri çevirmez.[69]
35— Ebû
Üseyd'in insanlara anlatarak şöyle dediği işitilmiştir :
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fin yanında idik. Bir adam dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü,
ebeveynim öldükten sonra, onlara iyilik edebileceğim bir iyilik kaldı mı?»
Peygamber şöyle
buyurdu:
« —Evet, dört haslet
yardır:
(1) Onlara
hayır duada bulunmak ve onlara mağfiret dilemek.
(2) Vasıyyetlerini
yerine getirmek.
(3) Onların
sadık arkadaşlarına ikram etmek.
(4) Akrabaya
sıla (iyilik) etmek ki, sana akrabalık ancak onların nesebi tarafından gelir.»[70]
Bu hadîs-i şeriften
çıkan hüküm şudur: Dirilerin ölüler için yapacakları duanın ve istiğfarın
ölülere faydası vardır. O halde insan ölü bulunan ana-babasına , ve
'Müslümanlara Allah dan rahmet dilemeli ve onların bağışlanmasını Allah'dan
dilemelidir.
Meşru şekilde, yapılan
vasiyyetlerİ yerine getirmek-.bir borçtur. Onu başarmak icab eder.
Ana-babd dostlarını
ziyaret etmek, onlara ikramda bulunmak evlâd üzerine düşen bir vazifedir. Bunu
yerine getirmek vefat etmiş olan ebeveyni sevindirmek olur.
Ana ve baba tarafından
asıl olarak gelen akrabalarla ilgiyi kesmemek ve onlara elden geldiği kadar iyi
muamele etmek hem sevaptır, hem de vefat etmiş ebeveynin bu sevapta payları
vardır.
Ebû Üseyd
kimdir? :
Bu hadîs-i şerifi
anlatan Ebu üseyd ashab-ı kiramdan olup, adı Malik İbni Rabîa 'dır. Ensar'dan
Beni Sâide kabîlesindendir ve Mekke'nin fethinde Benî Sâide birliğinin
sancaktarlığını yapmıştır. Bedir ve Uhud savaşiarıyle bunlardan sonraki
savaşlarda bulunmuştur. Hz. Peygamberden hadîs-i şerîfler rivayet etmiştir.
Oğulları Humeyd, Züb.eyr, M ü n z i r ve köleleri Ali ibni Ubeyd ile Ebu Saîd
kendisinden rivayet etmişlerdir. Ayrıca ashabdan ve tabiînden bazı kimseler de
bundan rivayet etmişlerdir. Kısa boylu olup, saç-sakalı beyazdı; ve gür saçlı
idi. 80 yaşında olduğu halde hicretin 60. yılında vefat etti! Bedir savaşında
bulunanların, vefat bakımından, sonuncusudur. Aîlah ondan razı olsun.[71]
36— (12-s)
Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
«— Ölümünden sonra,
ölünün derecesi yükseltilir, ölü der ki: "Ey Rabbim! Bu (güzel) şey
nedir?" Ona: Çocuğun, senin için istiğfar etti (Allah'dan mağfiret
diledi), denir.»[72]
Peygamber Efendimize
kadar yükseltilmeyen ve Ebu Hüreyre'den nakledilen bu eserden anlaşılan mana,
bir önceki hadîs-i şerifin manasına uygundur. Evlâdın, ölümlerinden sonra
ebeveyni için yapacağı istiğfarın onlara bir iyilik olduğu ve dirilerin ölüler
için yaptıkları dualarda fayda bulunduğu neticesine varılır.[73]
37— (13-s)
Muhammed Ibni Şîrîn anlatıyor :
«— Bir gece, Ebû
Hüreyre'nin yanında idik, şöyle demişti:
«— Allahım! Ebû
Hüreyre'ye, annesine ve bunlar için afv dileyenlere sen mağfiret buyur.»
Muhammed îbni Şîrîn dedi ki:
«— Biz Ebû Hüreyre'nin
duasına girelim diye, kendisine ve annesine Allah'dan mağfiret diliyoruz.»[74]
Muhammed İbni
Şîrîn kimdir?:
Hazreti O s m a n 'in
hilâfeti zamanında doğdu. İlim ve takvası yüksek olup, fıkıhda imamdı. Hişam
diyor kİ, kavuştuğum İnsanların en sadık olanı Muhammed ibni Şîrîn idi. Yine
tabiînden olan H a s a n - ı B a s r î 'den sonra vefat etti. 77 yaşında iken hicretin
110. yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun...[75]
38— Ebû
Hüreyre'den: Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
«— Kul vefat edince,
bütün amellerinin sevabı kesilir; üç ameli müstesnadır. (Bunlardan birincisi)
Sadaka-i cariyedir. (İkincisi) Kendisi ile faydalanılan şerefli bir ilimdir.
(Üçüncüsü) Kendisine dua eden salih çocuktur.»[76]
Burada Peygamber
Efendimiz İki mühim hususa işaret buyuruyor:
1— İnsan
vefat ettikten sonıfc, dünyada bıraktığı şeylerin hiç birinden fayda göremez. Bunun
için daha hayatta İken, elinden geldiği kadar dinin kendisine yüklemiş olduğu
vazifeleri yapmalıdır. Öldükten sonra pişmanlığın bir faydası yoktur.
2— İstisna
edilen üç amel, âhirette ölüye fayda vereceği için, bu mühim işlerin
başarılmasına, daha hayatta iken çok önem vermelidir.
Sadaka-i Cariye, ağaç
dikmeğe kadar her türlü hayrat işleri demektir. İnsanların, hatta hayvanların
bu hayrattan faydalanmaları karşılığında ölünün ruhuna sevab gider ve bu sevab
devamlı olur.
İlimleri iki kısma
ayırmak gerekir. Biri faydalı, diğeri zararlı ilim. Hadîs-i şeriften kasdedilen
ilim, dinin emirlerine aykırı düşmeyen şerefli ilimdir. İnsan, böyle ilim
adamı yetiştirmek veya eser bırakmak suretiyle ölümden sonra ilimden sevab
kazanır. İlminden elde edilen istifade nisbetinde mükâfatı çok olur.
Salih ve İyi evlâd
ana-babaya mağfiret dilemeyi terk etmeyeceği cihetle, geriye takva sahibi
çocuk bırakmanın önemi büyüktür. Hayatta iken çocuk terbiyesi üzerinde durmak
ve onu Allah'ın emirlerine uygun bir şekilde yetiştirmek, ebeveynin âhirette
de rahata kavuşmasına sebep teşkil eder. Çocuklara dinî terbiye vermenin,
onlara İslâm ahlâkını aşılamanın ne büyük önem taşıdığı buradan da anlaşılıyor.
Çocuk, hem dünyadaki yaşayışını saadete bağlamış oluyor, hem âhiretİni kazanıyor,
hem de vefat etmiş bulunan ana-babası için bir mağfiret sebebi oluyor. Ayrıca
dinin kıyamı, gelecek nesle bağlı olduğundan, evlâd ve torunların İslâm'a göre
yetiştirilmesi zarureti vardır. Bu yolda bir çalışma ve gayret sarf etmek, her
Müslümana düşen bir farzdır. Hidayet ise Allah'dandır.[77]
39— İbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, bir adam şöyle dedi:
«—Ey Allah'ın Resulü!
Benim annem vefat etti ve vasiyyette bulunmadı. Onun adına sadaka vermem,
kendisine fayda verir mi?»
Peygamber: «— EVET!»
dedi.[78]
Bu hadîs-i şeriften de
anlaşılacağı üzre, verilen sadaka ile yapılan hayır ve hasenatın sevabını
ölüye göndermek, ölü için manevî bir kazançtır, derecesini yükseltmeye bir
vesiledir. Bunun için fazla hayır ve hasenat yapmalı ve bunların sevabını
ebeveynin ruhuna ve yakın akrabalardan ölenlerin ruhlarına göndermelidir.[79]
40— Hazreti
Ömer'in oğlundan rivayet edildiğine göre, bir yolculukta Hazreti Ömer'in oğlu
(İbni Ömer) bir Bedevi'ye tesadüf etti. Bu Bedevi'nin babası, Hazreti Ömer
(Radiyallahu anh) 'in dostu id.i. Bedevi dedi ki, sen falanın oğlu değil
misin? O da : «Evet!» dedi.. BÜnun üzerine İbni Ömer, yedekte bulundurduğu bir
merkebin ona verilmesini emretti ve başından da sarığını çıkararak ona verdi.
İbni Ömer'in beraberinde olanlardan biri: «(Bedeviler kanaatkardır, aza razı
olurlar) ona iki dirhem para yetmez miydi?» dedi. İbni Ömer dedi ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— Babanın dostunu
gözet (ona ikram et ve sevgi göster). Onunla ilgiyi kesme, yoksa Allah (iman)
nurunu söndürür.»[80]
Ebeveyn hayatta iken
ve bilhassa vefatlarından sonra, onların sadık arkadaşlarına hürmet ve sevgi
beslemek, onlara ihsan ve ikramda bulunmak gerektiğini Peygamber Efendimiz
emretmektedir. Bunu yapmayanların iman nurlarının söneceğini de
bildirmektedir. Hadîs-i şerifte yalnız baba dostundan bahsedilmekte ise, de
buna annelerin, dedelerin, hocaların ve karı-kocanın dostları da katılır.
Bunların da gözetilmesi gerektiği unutulmamalıdır.[81]
41— îbni
Ömer'den Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
«— İyiliklerin en
iyisi, babasının dostu olanlara, kişinin iyilik etmesidir.»[82]
Babanın hayatında veya
ölümünde, onun sevdiği kimselere iyilik etmek, babaya İyilik etmek yerine
geçeceği için büyük bir vazifedir. Babanın bulunmadığı bir zamanda, onun
dostlarına iyilik ve ikram ise, babaya yapılacak İhsanın en büyüğüdür. Babanın
gaybubetinde hakkı gözetilirse, huzurnda pek alâ gözetileceğine delil teşkil
edeceğinden böyle bir iyilik, iyi-, liklerin en iyisi olmağa hak kazanır.[83]
42— (14-s)
Ubbade El-Ensarî'den oğlu Sa'd naklettiğine göre, babası şöyle demiştir:
«— Medîne-i
Münevvere'nin mescidinde Hazret-i Osman'ın oğlu Amr ile oturuyorduk. Abdullah
Ibni Selâm, kardeşi oğluna dayanarak bize uğrayıp meclisimizden öteye geçti.
Sonra (hoşnud olmıyan bir tavırla) Amr'ı kasdedip oradakilere döndü ve şöyle
dedi:
(îki veya üç defa
tekrar ederek:) Ey Osman'ın oğlu Amr! İstediğin şekilde hareket et. Muhammed
(Saİlaüahü Aleyhi ve Sellem)'i hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki,
Allah (Azze ve Celie) 'nin kitabı (Tevrat) da şu vardır. (Bunu iki defa
tekrarladı) : Babana dostluk ve iyilik edenden ilgiyi kesme, yoksa bu hareketle
(iman) nurun söner.»[84]
Abdullah ibni Selâm,
Medine'de İkâmet eden Yahudilerin âlimlerinden ve ileri gelenlerindendi. Hz.
Peygamberin Medine'ye hicretlerinde İslâm'ı kabul etmişti. İslâm'dan önce ismi
H u s a y n idi. Hazreti Peygamber ismini Abdullah olarak değiştirdi. Cennetle
müjdelenmiş olduğuna dair rivayetler vardır. Hazreti ö m e r 'le Kudüs fethinde
bulunmuş ve hicretin 43. yılında Medine'de vefat etti.
Hazreti O s m a n 'la aralarında olan dostluk ve
muhabbet dolayısıyla, dostunun oğlu A m r 'dan bir ilgi ve hürmet göremeyince,
buna müteessir olmuş ve ona hitaben, baba dostuna ilgi göstermenin lüzumuna-temas
ederek, Tevrat'daki hükmü söylemiştir. Zaten bu hususta, aynı anlamı taşıyan
hadîs-İ şerif varid olduğundan oralarında ittifak vardır. Abdullah ibni Selâm,
İslâm'ı kabul edişinden önce, Musevî âlimlerinden biri olup, Tevrat ahkâmına
vakıf bulunduğundan ve aynca baba dostuna hürmet ve İyilik etmeğe dair Hazretİ
Peygamber in hadîs-i şeriflerini de bildiğinden ve belki de büyük Önemine
binaen Allah kelâmından şahid göstererek Hazreti Osman'ın oğlu Amr'a tarizde
bulunmuştur. Ayrıca diğer hazır bulunanlara da, bu hususta bir bilgi
vermiştir. Ayrıca Amr'a, baba dostluğunu ve muhabbetini hatırlatmıştır.
Hadiseyi anlatan
Ubbade El-Ensarî, ashab-ı kiramdan olup, Abdullah ibni Selâm 'dan hadîs-İ şerîf
rivayet etmiştir. Kendisinden de oğulları Sa'd ile Abdullah rivayet
etmişlerdir. Tarize uğrayan Hazreti O s m a n 'in oğlu A m r, sohbet şerefine
nail olamamış, fakat tabiîn zevatın büyüklerinden biri olmuştur. Hazreti
Muaviye kızı R e m I e 'yi A m r 'a
nikahlamıştı. Allah hepsinden razı olsun.[85]
43— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir adamın şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
(Sevgiye dair soruna
karşılık şu hadîs-i şerîf) sana kifayet eder : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) buyurdu ki:
«— Sevgi veraset yolu
ile kazanılır.»[86]
B e y ha k î ve .H â k i m 'in tahriçlerİne göre,
Hazreti E b u Bekir'in oğlu Abdurrahman, ashabdan birine sormuş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in (Sevgi = Muhabbet) için nasıl buyurduğunu işittin?»
O da, Peygamberin :
«— Sevgi verasetle
kazanılır.» buyurduğunu işittim.» dedi. Nasıl ki mal, babadan evlâda ve
yakınlara intikal ediyorsa, babaların birbirlerine olan sevgi ve bağlılığı da
evlâdlanna geçer ve geçmelidir. Bunun da gözetilmesi lâzım gelen bir hak olduğu
unutulmamalıdır.[87]
44— (15-s)
Rivayet edildiğine göre Ebû Hüreyre iki adam gördü: Bunlardan birine şöyle
dedi:
«— Bu senin neyindir?
Adam:
«— Babamdır,> dedi.
Ebû Hüreyre dedi ki:
«— o halde onu ismi
ile çağırma, önünde yürüme, ondan önce de oturma.»[88]
İnsan babasına isim
vererek, A h m e d veya Mehmed diyerek seslenmemeli, böyle hitap etmemelidir.
Ona hitaben bîr şey söyleyeceği zaman, baba babacığım şeklinde söylemelidir.
Bir yere gidildiği zaman, yolda yürürken önüne geçip yürümemelİdir. Bir
mecliste veya herhangi bir yerde oturmak icab ettiği zaman da ondan önce
oturmamalıdır. Bu bir hürmet ve terbiye ifadesidir.[89]
45— (16-s)
Şehr Ibni Havşeb'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Hazreti Ömer'in
oğlu (Abdullah) ile çıktık. Salim ona;
«— Namaza! Ey Ebû
Abdurrahman!» diye hitap etti.[90]
Ibni ö m e r 'İn
(Hazreti Ömer'in oğlu Abdullah'ın), Sal İ m adındaki oğlu, babasına künyesi ile
hitap etmiştir, A b d u I I a h 'm künyesi, Ebu Abdurrahman 'dır. Babasına :
«Namaz vaktidir, namaza! Ey Ebu Abdurrahman,» diye seslenmesi, babanın künyesi
ite çağrılabileceğine bir delil teşkil etmektedir. Bu bir cevaz ifade eder,
yoksa tercih edilecek bir çağırma tarzı değildir.[91]
46— (17-s)
İbni Ömer'den, şöyle demiştir:
«— Fakat Ebû Hafs =
Ömer, hüküm vermiştir.»[92]
Ibni Ömer, bu sözü
hangi hadise üzerine söylediğine dair bir kaynak bulunamamıştır. Ancak Hazreti
ö m e r 'in künyesi Ebu Hafs olduğundan, oğlu babasına bu künye ile işaret
etmiş ve onu kasd etmiştir. Bu da babanın künye İle çağnlabileceğİni teyid
esnektedir.[93]
47— Küleyb
tbni Menfa'a dedi ki, dedem (Bekir İbni'l-Haris) sordu:
«— Ya Resûlallah, kime
iyilik edeyim?»
Peygamber:
«— Annene, sonra
babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve bir de bunları takip eden akrabana
(iyilik etmen) vacib bir haktır, yakınlarına da...» dedi.[94]
İnsanın hayat
bulmasına ana-baba sebep kılındığı gibi, evlâdın terbiye ve yetiştirilmesi için
lâzım gelen maddî ve manevî yardım mecburiyeti de ana-babaya yüklenmiştir. Bu
büyük hizmet ve meşakkat karşılığında, en başta İyilik edilmeğe hak kazanmaları
tabiîdir. Bunlardan sonra yine yakınlık ve hak derecelerine göre akrabaya
iyilik ve ihsanda bulunmak, İslâm dîninin bize gösterdiği fazilet yollarından
biridir.[95]
48— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
(Hazret-i Peygamber),
«En yakın akrabalarını (Allah'ın azabı ile) korkut.» âyeti nazil olunca,
Hazreti Peygamber (Salîallahii Aleyhi ve Sellem) kalkıp şöyle çağırdı:
«— Ey Kâ'b İbni Luey
oğulları!.. Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Abd-İ Menaf oğulları!
Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Haşim oğulları! Canlarınızı ateşten
kurtarınız. Ey Abdulmuttalib oğulları! Canlarınızı ateşten kurtarınız. Ey Muhammed'in
kızı Fatime! Canını ateşten kurtar; çünkü ben, senin için Allah'dan bir şeye
sahip değilim. Ancak size akrabalığım var, ondan dolayı (size) iyilik ederim,
(dünyada ihsanda bulunurum).»[96]
Hadîs-i şerîfte geçen
Şuara sûresinin 214. âyet-i kerîmesi nazil olunca, Hazreti Peygamber Harem-i
Şerîfte yüksekçe bir yer olan «SAFA»ya gitti ve uzak-yakın bütün akrabaları,
kabile ve soydaşları etrafına topladı ve onlara bu hadîs-i şerîfte geçen
hitabeyi İrad buyurdu. İçlerinden E b u L e h e b çağrıya karşı çıkıp : «Bizi
bunun için mi, buraya çağırdın, helak olası.» diye hakarette bulundu. Bunun
üzerine Ebu Leheb hakkında «Tebbet» sûresi nazil oldu ve onun helak olmuş
cehennemliklerden bulunduğunu Cenab-ı Hak haber verdi.
Hadîs-i şerîften İki
hüküm çıkmaktadır. Birincisi: Allah'a ve Resulüne iman etmedikçe, mümin
olmadıkça, akrabalık ve yakınlık fayda vermez.
İkincisi: Akraba ve
yakınlardan mümin ve kâfir bulunanlara iyilik ve ihsan edilir, onlara öğüt
verilir. Bu dünyada yapılacak bîr hizmettir.[97]
49— Ebu
Eyyup El-Ensarî'den:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Jin bir yolculuğunda, bir Be» devî Peygambere karşı çıkıp
dedi ki:
«— Beni Cennet'e
yaklaştıracak ve Cehennem'den uzaklaştıracak şeyi, bana bildir.»
Peygamber :
«— Allah'a ibadet
edersin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namazı kılarsın, zekâtı verirsin,
akrabaya iyilik edersin.» buyurdu.[98]
İbadetlerin makbul
olabilmesi için, ibadetleri sırf Allah için yapmak, ona halis kılmak şarttır.
İlâhî emir ve yasakların hak olduğuna inanarak, onları Allah için yerine
getirmek ibadettir. Başkası görsün diye, başkasından menfaat gelsin diye,
başkası aracı olsun diye yapılan İbadetler, şirk karışığı ibadetlerdir. Bunlar
asla makbul olmaz. Bundan sakındırmak için bu hadîs-i şerifte Peygamber
Efendimiz Allah'a ortak koşmamak üzere ona ibadet etmeyi tavsiye buyurmuştur.
İnsan halis
ibadetlerle Allah'ın rahmetine yaklaşır, dünya saadetine ve âhiret sevabına
kavuşur. Allah'ın emri olduğu için, anaya ve babaya iyilik etmek bir ibadettir.
Allah'ın emrini kabul etmeyerek onlara iyilik ve itaat etmek ve bundan bir
menfaat beklemek boş olur.
Mutlak olarak İbadet
emredildikten sonra, önemine binaen namaz, zekât ve sılâ-i rahim İbadetleri
üzerinde durulmuştur. Zira iki türlü ibadet vardır. Bunlardan bir kısmı bedenle
yerine getirilenlerdir ki, bunların en önemlisi günde beş vakit edâ edilen
namazdır. Namaz, devamlı olarak huzur ve huşu ile, erkânlarını gözeterek Allah
korkusu ve saygısı ile kılımrsa, fenalıklardan alıkor. En az günde beş defa
insanı Allah huzurunda bulundurur.
Zekât, mal İle edâ
edilen bîr İbadet olup, diğer malî ibadetlerin en önemlisidir. Çünkü zengin,
her yıl malının yüzde iki buçuğunu (kırkta birini) fakirlere vermek
mecburiyetindedir. Her yıl muntazam bir şekilde vet am olarak zekât borcunu
yerine getiren bir Müslüman, diğer sadaka ve hayır işlerini kolayca yapar.
Sılâ-i rahim, insanlar
arasındaki kardeşlik bağlarını kuvvetlendirip, aralarında sevgi ve muhabbet
doğurduğundan bu ibadetin de önemi büyüktür. Hususiyle bu üç ibadete böylece
tembih ve işaret buyurulmuştur.
EbuEyyub El-Ensarî
kimdir? :
Ebu Eyyub künyesi ile
şöhret bulan ve ashab-ı kiramın höyüklerinden olan bu kerim zatın adı H A L I D 'dir. Babasının adı Z e y d olup, Halid ibni Zeyd diye bilinir.
Annesi S a ' î d kızı H i n d 'dir.
Hazreti Peygamber
(Saîîallahü Aleyhi ve Seliem) Medine'ye hicretlerinde, bunun evinde misafir
kalmış ve Mescid-i Nebevi ile Saadet-Haneleri inşa edilinceye kadar orada
oturmuştu. Bedir, Uhud, Hendek ve diğer savaşlarda bulunmuş olduğu gibi, Hazreti
A I i zamanında da, Hazreti AIİ saflarında bulunarak Haricîlere karşı da
savaşmıştı. Hazreti Ali, Irak'a çıktığı zaman, Medine'de bunu yerine halife
bırakmıştı. Kendisinden 150 kadar hadîs-i şerif rivayet edilmektedir. Hazreti
Muaviye'nin devrinde, Ye-z İ d kumandasında İstanbul'un fethine gönderilen ordu
içerisinde, seksen yaşını aşan bir çağda, Hazreti Halid asker olarak
bulunuyordu. İstanbul'un kuşatılması esnasında hastalanmıştı. Kendisini
ziyarete gelen ordu kumandanı Yezid ona:
«— Bir ihtiyacın var
mı?» diye sormuş. Hazreti Halid şu
cevabı vermişti:
«— Ben Öldüğüm zaman,
beni imkân bulduğun nispette düşman arazisi içine götür ve imkân bulamadığın
zaman beni göm, sonra geri dön.» Yez i d de bu vasıyyeti yerine getirdi ve onu
İstanbul'a şeref bahş eden bugünkü türbesinin bulunduğu yere, henüz izleri
kaybolmamış surlar civarına gömdü. Allah ondan razı olsun. Hicretin elli veya
elli beşinci yılında vefat ettiği söylenir.
Fatih Sultan Mehmed
tarafından İstanbul fethedilince, veli Ak Şemseddin marifetiyle Hazreti H a I i
d 'İn medfun bulunduğu yer keşfedilerek üzerine türbe bina edilmişti. Ayrıca
kendisine izafeten bir mescid de inşa edilmiş olup, müteakip asırlar içinde
gerek türbe, gerekse mescid tadil ve tamire uğramıştır.[99]
50— Ebû
Hüreyre'den, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu:
«— Azîz ve CelÜ olan
Allah mahlûkatı (insanlann ruhlarını) yarattı. Yaratma işi tamam olunca, Rahim
= akrabalık bağı ayağa kalktı. Cenab-ı Hak ona, "Dur, ne söylüyorsun?"»
dedi.
Rahim, şöyle dedi: «Bu
benim kalkışım, akrabalık bağlarını kesmekten sana sığınanın kalkışıdır.
(Akrabalık bağlarını kesmek çok büyük bir iştir).» Allah Tealâ buyurdu ki:
«— Sana ilgi gösterip
iyilik edene, iyilik etm ekliğime ve senden ilgiyi kesenden iyiliğimi
kesmekliğime razı olmaz mısın?»
Rahim:
«— Razı olurum, ey
Rabbim,» dedi. Allah Tealâ buyurdu:
«— Bu hüküm senindir.»
Sonra Ebû Hüreyre dedi
ki, isterseniz şu âyet-i kerîmeyi okuyunuz: *~(Ey münafıklar), demek idareyi
ele alırsanız, hemen yeryüzünde fe-sad çıkaracak ve akrabalık bağlarını
parçalıyacaksınız? =» (Muham-med = Kıtal Sûresi, âyet: 22)[100]
Rahimin ayağa kalkması
ve konuşması üç şekilde izah edilmektedir:
1— Hakîkaten
ayağa kalkıp konuşmak olur ki, Allah Tealâ hazretlerinin izni ile rahim ceset
şekline bürünür ve konuşur.
2— Bir melek
ayağa kalkıp rahim adına konuşur.
3— Bu ifade
Rahimin önemini belirtmek için bir temsil olur. Netice itibariyle akrabalık bağlarını kesmeyenin fazileti ile bu
bağları kesenin günahkârlığı
ortaya çıkar. Böylece işin önemi belirtilmiş bulunuyor. Akrabalığı kesmek,
İyilik etmemek demektir.
Kurtubî diyor kî, Rahim vuslatı umumî ve hususî olur.
Umumî olan rahim
vuslatı, din yakınlığı ve Beraberliğidir. Bu yakınlığın bağlantısı sevgi ve
muhabbetle, adalet ve insafla, gerekli hakları yerine getirmekle olur.
Hususî yakınlık
(Rahim), yakın akrabalara nafaka vermek, hallerini sorup araştırmak,
hatalarını bağışlamak, kusurlarını unutmak gibi hareketlerle olur. Ibni Ebi Cemre
şöyle diyor:
«— Sılâ-i Rahim, mal
ile olur; bir işe yardım etmekle olur, bir zararı kaldırmakla olur, akrabadan
gelecek eziyet ve ilgisizliğe güler yüzlü olmakla olur, dua etmekle olur.»
Bütün bunlar şu
cümlede toplanabilir: Güç yettiği kadar, imkân dahilinde yakınlara hayırda
bulunmak ve imkân dahilinde kötülüğü kaldırmak, sılâ-i rahimdir. Bu tarzda
iyilik, istikamet sahibi olan akrabaya yapılır. Eğer yakınlar facİr kimseler
ise, onlara nasihat etmek hususunda gayret gösterilir. Hak yola dönmezlerse,
onlardan ilgi kesilir ve hakdan döndüklerinden, ilgi kesildiği kendilerine
bildirilir. Yine de gıyablarında hallerini düzeltmeleri İçin onlara dua
edilir.
Ebu Hüreyre
(Radiyallahu anh) hazretlerinin, İsterseniz şu âyeti okuyun, buyurması,
akrabalık bağlarını gözetmenin önemine âyet-i kerîmeyi bir şahit göstermek
İçindir. Buradan sılâ-İ rahmin vacib olduğu da istidlal edilir.[101]
51— (18-s)
Rivayet edildiğine göre İbni Abbas şu âyet-i kerîmeleri okudu:
= Akrabaya, yoksula ve
yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber (malını) büsbütün saçıp savurma.
Çünkü israf yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok
nankördür. Eğer Rab hinden istediğin bir rızkı (kendi ihtiyacından dolayı)
aramak için, o akraba, yoksul ve yolda kalmışlardan yüz çevirmek mecburiyetinde
kalırsan (bir şey verecek durumun olmazsa), o zaman da kendilerine yumuşak bir
söz söyle. Elini boynuna bağlı kılma (cimrilik etme) ve büsbütün onu açıp
israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın. =
Sonra İbni Abbas dedi
ki, Allah Tealâ hakların en lüzumlusu ile başlayarak insana emretti ve yanında
mal bulunduğu zaman onu amellerin en iyisini yapmıya delâlet buyurdu. Zira
Allah : = Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. = diye buyurdu. Bir
de insanın yanında mal bulunmadığı zaman, nasıl söz söyleyeceğini ona öğretti
ve şöyle buyurdu: «Eğer Rab bin den istediğin bir rızkı (kendi ihtiyacından
dolayı) aramak için, o akraba, yoksul ve yolda kalmışlardan yüz çevirmek zorunda
kalırsan (bir şey verecek halin olmazsa), o zaman kendilerine yumuşak bir söz
söyle. = Böylece güzel va'dda bulunulur, inşa Allah oldu, olacak yollu sözler
söylenir. = Elini boynuna bağlı kılma (cimrilik etme) = Bir şey vermez olma. =
Büsbütün de onu açıp israf etme. = Yanındaki bütün malını verme. — Sonra
kınanmış olursun. = Sonra yanına gelen, sende bir şey bulamayınca seni kınar. =
Açıkta kalırsın. = İbni Abbas dedi ki, «Mal verdiğin kimse, sonra seni hasrete
düşürür, sıkıntı çekersin.» (îsra Sûresi, âyet: 26-29)[102]
Imam-ı Azam a göre,
vakti yerinde olan kimsenin, usul ve furu'undan başka kardeşlerine de yardımda
bulunması vacibdir. Akrabaya iyilik, yakınlık derecesine göre kıymet taşır.
İslâm'da ölçü ile hareket esas olduğundan, yapılacak iyilik ve yardımlarda da
ölçüyü taşmamak gerekir. İnsan kendi ihtiyacını da gözeterek başkalarına
yardımda bulunmalı ve hiç bir zaman malının tamamını vermemelidir. Çünkü eli
boş kalan, başkasına muhtaç demektir. İhtiyaç ise, ateşten bir gömlektir.
İnsana pişmanlık verir. Bu duruma düşmemek için, cimrilik yapmaksızın ve saçıp
savurmaksızın uygun bir yolla harcamak gerekir. İşlerin en hayırlısı vasat
olanıdır.[103]
52— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Bir adam, Peygamber
(SalîaİUıhü Aleyhi ve Seîlem) 'e geldi de şöyle dedi: «Ey Allah'ın Besûlü!
Benim akrabam var, onlara varıyorum; onlar ise ilgiyi kesiyorlar. Ben onlara
iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar ve bana kötü söyleyip cefa
ediyorlar. Ben bu yaptıklarına tahammül ediyorum ve bağışlıyorum.»
«— Eğer durum,
anlattığın gibi ise, sen onlara ateşli kül serpiyor gibisin (onlar, senin
iyiliğinden ızdırap içinde olurlar). Sen bu vaziyette (ihsanına) devam ettikçe,
onlara karşı, Allah'dan bir yardımcı daima seninle bulunur.»[104]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, bir insan akrabalarına iyilik ve ihsanda bulunmasına karşılık,
onlardan eziyet ve fenalık görürse, bunlara tahammül ederek yine onlardan
ilgiyi kesmez ve gereken yakınlığı gösterirse, Allah Tealâ ona yardımcı olur,
eziyetlerini kaldırır. Allah'ın yardımcı olması da kâfidir. Bunun İçin
ufak-tefek hadîse ve sözler sebebiyle hiç bir zaman akrabalık bağları
zedelenmemeli, icab eden İyiliği yapmaktan kaçınmamalıdır.[105]
53— Abdurrahman
İbni Avf'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah 'in şöyle dediğini işitmîştir
:
«— Allah (Azze ve
Celle) buyurdu ki, ben Rahman'ım ve akrabalığı = Rahimi ben yarattım ve ismim
olan Rahman'dan ona isim diye rahim türettim. Kim akrabaya iyilik ederse, ben
de ona iyilik ederim. Kim de ondan ilgiyi keserse, ben de ondan iyiliği
keserim.»[106]
Akraba arasındaki
münasebetin şerefli mevkiini beyan etmeğe bu kudsî hadîs-i şerîf en büyük
delildir. Zira Allah'a mahsus en güzel isimlerden olan Rahman kelimesi ile
nesebî yakınlık manasına gelen Rahim, kök itibariyle aynı kelimedir. Bunun
için Cenab-ı Hak, ismimden yani «Rahman'dan Rahİm'i türettim» buyurmuştur. Bu
beyan da Rahim'in kıymet ve ehemmiyetini belirtmek için başka bir ifadeye
ihtiyaç bırakmamaktadır. Rahim hukukuna riayet edenlere Allah Tealâ ihsan ve
ikram edecek, riayet etmeyenleri de rahmetinden mahrum bırakacaktır.
Kudsî Hadîs: Manası
Allah tarafından, lâfzı Peygamber tarafından olan hadîs-i şeriflere denir.
Allah Tealâ'ya ilham yolu ile, ya da uyku hali İle Peygambere vermİj olduğu bir
haberin Peygamber tarafından ifade-lendirilmesi ve söylenmesîdir. Kur'ân-ı
Kerîmin hem manası, hem de lâfzı münzeldir. Her ikisi de Allah kelâmıdır. Kudsî
hadîsin ise, yalnız manası Allah'dandır. Haber de Peygambere isnad edilir.
İbni Hacer'e göre,
kudsî hadîslerin sayısı yüzün üstündedir. Kudsî hadîslere, İlâhî hadîsler de
denir.
Abdurrahman İbni
Avf kimdir? :
Ashab-ı kiram içinde
Cennetle müjdelenen on kişiden birisi de Abdurrahman ibni Avf 'dır. Künyesi,
Ebu Muhammed 'dir. Cahiliyyet zamanında ismî A b d u Amir idi. Annesinin adı Ş
i -f a 'dır. Fİİ vak'asından on yıl sonra doğmuştur. Habeşistan'a ve Medine'ye
olmak üzere iki hicret yapmıştır. Bedir ve ondan sonraki bütün savaşlarda
bulunmuştur. Uhud savaşında mübarek vücudunun muhtelif yerlerinden yirmi bir
yara almıştı. Malının çoğunu ticaret yolu ile kazanmış olup, büyük bir kısmını,
Hz. Peygamber'in zamanında Allah yolunda harcadı. Ondan sonra da kırk bin altın
harcadığı ve cihad için beş yüz at İle beş yüz deve verdiği siyer kitaplarında
yazılıdır. Ayağına isabet eden bir yara sebebiyle topal hale düşmüştü. Uzun
boylu ve güzel yüzlü, nazik derili idi.
Vefatı zamanında çok
ağlamıştı. Bunun sebebi kendisinden sorulduğunda şu cevabı vermişti :
«— Muş'ab ibni Umeyr
benden hayırlı İdi. Çünkü o, Resûlüllah (Aleyhissalâtü vesselam) zamanında
vefat etti de, kendisine kefen olacak bir şeyi yoktu. Hazreti H a m z a da
benden hayırlı idi. Onun için de bir kefen bu-lamamrştık. Ben, dünyadaki
hayatında İyilikleri kendisine verilen bir kimse olmaklğımdan korkuyorum; ve
korkuyorum ki, malımın çokluğundan arkadaşlarıma gerekeni yapamadım.»
Nevfel ibni
lyas şöyle anlatmıştır:
«— Bir gün Abdurrahman
İbni Avf ile beraber bulunuyorduk. Biz içinde ekmek ve et bulunan bir tabağı
birlikte yiyelim diye ortaya koyduk. Abdurrahman bunu görünce ağlamaya başladı.
Niçin ağladığını sorduk.»
Bize şu cevabı verdi:
«— Hazreti Peygamber
vefat etti de ne kendisi, ne de ehli arpa ekmeğinden doymamıştı. Görüyorum ki,
biz hakkımızda hayırlı olanı geriye bıraktık.»
Hicretten otuz bir yıl
sonra yetmiş beş yaşında olduğu halde Medine'de vefat etti ve namazını Hazreti
Osman (RA) kıldı. Bakî mezarlığına gömüldü. İlk İslâm'a giren sekiz kişiden biri
idi. Hz. E b u B e k i r 'in delâleti ile Müslüman olmuştu. Hz. Ömer 'İn,
halife seçmek için, tayin ettiği altı kişilik Şûra ehlinden biri idi. Allah
ondan razı olsun. Oğulları :lbrahim,
Humeyd, Ebu Seleme
ve Mus'ab 'dır.[107]
54— Abdullah
îbni Amr anlatmıştır:
Peygamber (SallaLlahu
Aleyhi ve Sellem) , parmağını bize tevcih ederek şöyle dedi:
«— Rahim, RAHMAN
isminden ayrılmadır (onun bir dalıdır). Onun hakkını kim korursa (sıla ve
iyilik ederse), Allah ona ihsan eder. Kim de onun hakkını korumazsa (sıla ve
iyilik etmezse), Allah ondan ihsanını keser. Rahimin (yakınlara iyilik ve
merhametin), kıyamet gününde fasih ve beliğ bir lisanı vardır.»[108]
Bu hadîs-i şerîf de
bîr önceki hadîs-i şerifin manasına uygun olarak varid olmuştur. Ancak Rahim'in
kıyamet gününde hakkını arayacak bir lisana ve İfadeye sahip olduğunu da
öğrenmiş bulunuyoruz. Bu da onun şanını ve kıymetini göstermiş olup, gereği
üzre hakkına riayet etmemiz icab ettiğini bize tembihdir.[109]
55— Hazreti
Âişe'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sattalkhü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Rahim, Allah'ın
rahmetinin eserlerindendir. Kim onun hakkını yerine getirirse (sîlâ ve iyilik
ederse), Allah ona ihsan eder. Kim de ondan ilgiyi keserse, Allah ondan ihsan
ve rahmetini keser.»[110]
Her ne kadar ravi
değişikliği varsa da, bundan önceki hadîs-i şerifle lâfız ve mana uygunluğu
vardır. Hadîs-i şerifi rivayet eden, müminlerin annesi Hazreti  i ş e 'dir. U r v e
(R.A.) diyor ki :
«— A i ş e 'den daha
fazla fıkıh ilmini bilen, tıb ilmine vaksf olan ve şiir bilen görmedim.»
Hazreti Âişe:
Efendimiz
(Aleyhissalâtü vesselam) 'in zevceleri ve Hazreti E b u Bekir'in kızıdır.
Annesinin adı R û m a n 'dır. Hazreti Hatice 'nin vefatından üç sene sonra ve
hicretten iki yıl önce Hazreti Âişe altı yaşında iken Peygamber Efendimize
nikâhlanmışti. Medine'ye hicretten sonra dokuz yaşma varınca da zifafları
olmuştu. Akıi ve zekâda, İffet ve takvada emsali yoktu. Hiç çocuğu olmadığı
halde, Ümmü Abdullah künyesini taşıması, kız kardeşinin oğlu Abdullah ibnİ
Zübeyr'e izafeten İdi. Resûlüllah'ın irtihaHerİnde onsekiz yaşında
bulunuyordu.
Ashab-ı kiram ilmî bir
müşkülâta düştükleri zaman, Hazreti Â İ ş e 'ye müracaat ederler ve muhakkak
aradıkları şeyi onda bulurlardı. Z ü h r î diyor ki :
«— Hazreti A i ş e
'nin ilmi bir tarafta ve Peygamberin diğer hanımları ile müminlerin bütün
hanımlarının ilmi bir tarafta toplansa, yine Hz. Â i ş e 'nin ilmi daha üstün
gelir. Kendisinden binden çok hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir.»
Resûlüllah bakire
olarak yalnız Hazreti  i ş e ile evlenmiş ve evlilik hayatları ancak 9 yıl
sürmüştü. Hicretin 57. yılında 65 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etti ve
vasİyyeti üzere geceleyin defnedildi. Cenaze namazını Ebu Hüreyre kıldı. Defin
için kabrine inenler beş kişi olup adları şudur: Kız kardeşinin çocukları ve Z
ü b e y r 'in oğulları Abdullah ve U r v e ile Hazreti Ebu Bekir'in Muham-m e d
adındaki oğlundan olma torunları Kasım ve Abdullah, bir de Ebu Bekir 'in diğer
oğlu Abdurrahman'm oğlu A b -d u ( I a h . Medine'deki Bakî' mezarlığına
gömüldü. Kendisine yapılan İftira hadisesi üzerine, hakkında âyet nazil olup,
Cenab-ı Hak onu tebriye buyurmuştur. Böylece Allah'ın kitabında kendinden bahs
edilmekle şeref ve nezaheti kat kat yükselmiştir. Allah ondan razı olsun.[111]
56— Enes îbni
Malik'den : Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Kim rızkının bol
olmasını ve ömrünün uzamasını severse, sılâ-i Rahim yapsın.»[112]
Hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, stlâ-i rahim vazifesini yerine getirmekte iki semere vardır:
1— Rızkın
genişlemesi ve bol olması,
2— Ömrün
uzaması.
Rızkın genişlemesi,
akrabaya yapılan iyilik ve ihsan karşılığında Allah T«>tâ'nın rahmet ve
ihsanını va'd buyurmasına dair geçen hadîs-i şerifler mealinden
anlaştlrnaktadır. Dilediği kimselere hesapsız rıztk ve faereker verir.
ömrün uzaması üzerinde
çeşitli izahlar yapılmıştır. Bunların bir kısmı şöyle hulâsa edilir:
a)
Hadîs-i şerifte: «Sıla yapanın eseri
geciktirilir.» ifadesi vardır. Esef; insanın yerde yürürken bırakmış
olduğu ize denir. Bir kimsenin izinin uzatılması, hayatta kalması ve ömrünün
devam etmesi olur.
b) Ecelin
bir ismi de eser'dîr. Çünkü ecel ömrün arkasından gider ve onu takip eder. Bu
bakımdan eserin, yani ecelin gecikmesi yine ömrün uzaması demek olur. Yahut
geriye iyi ve salİh bir nesil bırakır da, kendisine ölümünden sonra dua
ederler. Arkasından hayırla yad edilir.
c) Eserin
geciktirilmesi, adamın akıl ve anlayışının devam etmesi, bozulmaması anlamını
da ifade eder. Yaşayışta bereketlilik olur.
Ecel, Allah'ın ilminde
malûm ve değişmez bir hal olduğuna göre, gerçek manâda bunun uzaması, ölüm.
.işi İle görevlendirilen meleğin ilmine nisbetledİr. Meselâ : Bir insan için,
eğer sıJâ-İ rahim yapmazsa ömrü altmış senedir, Sıla yaparsa yetmiş senedir;
şeklinde melek'in bilmesi halinde, ömürde uzama olmuş oluyor. Fakat Allah
Tealâ, o insanın sıla yapıp yap-mıyacağını ezelden* bildiğinden, onun katında
değişen bir şey olmuyor. Netice itibariyle sılâ-i rahmin rızıkta genişliğe ve
ömürde berekete vesile olması vardır.
Enes ibni Malık:
Bu hadîs-i şerifin
ravisi olan Enes ibni Malik ashab-ı kiramdan ve ensârdandır. Henüz dokuz veya
on yaşlarında iken Resûlüllah'ın hizmetinde clevamlı olarak bulunmuş ve
irtihallerinde yirmi yaşını idrak et-mîşti. Yüz yaşına kadar ömür sürdüğünden
ve Hazretİ Peygamberin hizmetinden ayrılmadığından pek çok hadîs rivayet
etmiştir.
Resûlültah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem)"m Medine'ye hicretlerinde, E n e s 'i elinden tutarak
annesi Peygamber'e götürdü ve :
«— Bu çocuğu, sana
hizmet etsin diye gefİrdim.» dedi.
Hazreti Peygamber de
onu kabul buyurdular. H a m z a ismindeki sebze türlerinden ot topladığından
Hazreti Peygamber ona «E b u Ham-za»
künyesini taktı.
Küçük yaşta iken Bedir
savaşında ve ondan sonraki diğer savaşlarda bulunarak hizmetten geri kalmadı.
Basra'da vefat eden ashabın sonuncusudur. Yüz yaşına kadar olduğu halde vefat
ederek orada defnedildi.
Hazretİ Peygamber, ona
mal ve evlâd bereketi ile Cennete girmesini duâ etmiş olduğundan, hayatında mal
ve evlâd bereketine nail olmuştu. Allah ondan razı olsun.[113]
57— Rivayet
edildiğine göre Ejbû Hüreyre şöyle dedi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in şöyle dediğini işittim:
«— Kim rızkının bol
olmasına ve ömrünün uzamasına sevinirse, sılâ-i rahim yapsın.»[114]
Manâda değişiklik
olmamakla beraber bir kelimenin fâfzı değişik olarak aynı hadîs iki ravi
tarafından nakledilmiştir. Bu da hadîs-i şerifin sıhhatini kuvvetlendirmiş
olur.[115]
58— (19-s)
îbni Ömer şöyle dedi:
«Rabbinden korkanın ve rahim sılasını yapanın eceli
geciktirilir, malı çağaltılır ve ehli de onu sever.»[116]
Hadîs-i şerifte geçen
Allah'a ittika; Allah dan korkmak şeklinde terce-me edilmiştir. Ittika'mn kökö
vikâye'dir ki, sakınmak ve korumak manâsına gelir. Şeriat dilinde ise, kendi
nefsini âhirete zarar verecek şeylerden korumaya, ittika denir. Bu korumayı
yapana da müttakî veya takva sahibi denir. Takva, nefsi günah İşlemekten
korumaktır, şeklinde de tarif edilmiştir. Gerçek olarak Allah'dan korkan da
nefsini günahtan sakındırır.
Takva'nın birinci
mertebesi, şirk ve küfürden sıyrılarak ebedî azabdan korunmuş olmaktır.
İkinci mertebesi de,
günah olacak her şeyden sakınmaktır. Son mertebesi de bazı mubahları terk
etmektir.
Sılâ-i rahim yapanın
mal ve ömrünün zİyadeîeşeceği geçen hadîs-i şe-rîflerde görülmüştü. Burada bir
de silo yapanı ehlinin seveceği ilâvesi vardır. İyilik kalblerİ fethettiği ve
İkram edilenin karşılık olarak ikram edeceği, insanların hasletlerinden kabul
edilen bir vakıadır.[117]
59— (20-s)
İbni Ömer şöyle dedi:
«Rabbinden korkanın
(takva sahibi olanın), sılâ-i rahmini yapanın ömrü uzatılır ve malı çoğaltılır,
ehli de onu sever.»[118]
İbni Ömer 'den rivayet
edilen bu son iki eserin, lâfızlarında küçük fark ve değişiklikler varsa da
aynı manâyı ifade ettiklerinden tafsilâta mahal kalmamıştır.[119]
60— (Resûlüllah
(Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) 'in şöyle buyurduğunu, El-Mıkdam îbni Ma'dî
Kerib'in işittiği rivayet edilmiştir:
«— Allah, annelerinize
iyilik etmenizi emrediyor, sonra annelerinize iyilik etmenizi emrediyor; sonra
babalarınıza iyilik etmenizi emrediyor. Sonra en yakın akrabaya, ondan sonra en
yakın sırasına göre iyilik etmeyi size emrediyor..»[120]
3, 4 ve 5. hadîs-i
şeriflerde ana ve babaya iyilik etmek hususunda gerekli açıklama yapılmış ve
annenin hakkına daha çok itina göstermek icab ettiği belirtilmişti. Burada da
anneye, babaya ve yakınlık derecelerine göre en yakını tercih ederek akrabaya
iyilik etmenin lüzumu ifade buyuruluyor.
R a v i E I - M ı k d a m :
El-Mıkdam ibni Ma'dî
Kerib, ashabdan olup, künyesi Ebu Kerîme 'dır. Ebu Yahya da olduğu söylenir.
Kendisi hadîs-i şerifler rivayet ettiği gibi, oğlu Yahya ile torunu Salih ve
daha başka zevat ondan rivayet etmişlerdir. Hicretin 87. yılında 91 yaşında
olduğu halde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[121]
61— Ebû
Eyyub Süleyman (Osman îbni Affan'ın kölesi) anlatıyor:
Perşembe akşamı - cuma
gecesi Ebû Hüreyre bize geldi ve dedi ki:
«— Sılâ-i Rahmi terk
eden her şahsı, yanımızda bulunduğu için günah işlemekle suçlandırıyorum
(yanımızda durup günahında İsrar etmesin, sılasını yapsın)». Kimse kalkmadı.
Bu sözü Ebû Hüreyre üç defa tekrarlayınca, bir genç geldi ki, iki seneden beri
halasına dargın bulunuyordu. Hemen halasına gitti. Halası ona dedi ki:
«— Ey kardeşim oğlu!
Seni getiren nedir?» Genç de dedi ki :
«— Ebû Hüreyre'nin
şunu ve şunu söylediğini işittim.» Halası ona şöyle dedi:
«— Ebû Hüreyre'ye dön
ve ona sor ki, bu sözü niçin söylemiştir?» Ebû
Hüreyre Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'in: «— Her perşembe akşamı - cuma gecesinde, insanoğlunun
amelleri şanı yüce ve yüksek Allah'a arz edilir de, sılâ-i rahmi terk edenin
ameli kabul edilmez.»[122]
Bu hadîs-i şerifte de
sılâ-i rahmi terk edenin amelinin kabul edilmediği beyan buyurulmakla yine onun
ehemmiyetine işaret edilmektedir.[123]
62— (21-s)
îbni Ömer'den:
«— Sevabını Allah'dan
umarak insanın nefsine ve ehline harcadığı şeye karşılık, Allah muhakkak ona
mükâfat verir. Önce geçimine baktığın kimseye harcayıp işe başla. Eğer fazla
(mal) varsa sırasıyle en yakına ve ondan sonraki yakına ver. Eğer daha fazla
(artan mal) olursa, dilediğine ver.»[124]
I b n i D m e r 'den
rivayet edilen bu eser, bir önceki hadîs-i şerifte buyurulan yakınlık sırasına
göre sılanın manâsını taşımaktadır. İnsan önce nafakası özerine borç olanlara
ve şahsına israf yapmaksızın harcamak vazifesi ile mükelleftir. Bunu meşru bîr
şekilde yerine getirdiği takdirde Allah ona mükâfat verir, sevab İşlemiş olur.
Gücü yetenler de bakmak mecburiyetinde olmadıkları akrabalarından en yakınına
ve sırasiyle daha uzak-takilere vermelidirler.[125]
63— Abdullah
ibni Ebi Evfa’dan işitildiğine göre, Peygamber
(sallahü aleyhi ve selem)’in şöyle dediğini anlatmıştır:
«İçlerinde Sıla-i
rahmi terk edenin bulunduğu bir topluluğa, rahmet inmez. »[126]
Burada topluluktan
maksad, sıla-i rahmi terk edene yardımcı
olanlar ve onun halini kötü görmeyip hoşlananlardır, diye tevcih yapıldığı
gibi, yağmur bereketinin rahmet manasına kullanıldığı görüşü ile insanlardan
yağmur kesilmesine vesile olacağı şeklinde de yorumlanmıştır.
Abdullah İbni Ebi
Evfa:
Ashabdan olup, asıl
ismi alkame ibni Halid’dir.Hudeybiye vak’asında bulunmuş ve meşhur hadisler
rivayet etmiştir.Hicri 86 veya 87 tarihinde Küfe’de vefat etmiştir.Küfe’de vefat eden ashabın
sonuncusudur.Allah ondan razı olsun.[127]
64— Cübeyr
İbni Mut'ım'den haber verildiğine göre, Cübeyr Resûlül-lah (Saüallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işitti:
«— Sılâ-i rahmi terk
eden cennete girmez.»[128]
Daha önceki hadîs-i
şerifte sılâ-İ rahmin terki halinde rahmet ve bereketin kalkacağı beyan
edildiği halde, burada «Cennete giremez» ifadesiyle ağır bir ihbarda
bulunuluyor. İşin ehemmiyetine binaen ya bu günâhı işlememeğe tembih ve ondan
alıkoymaya işaret vardır, ya da îman bakımından Müslümanlarla ilgiyi keserek
îmansız göçenler murad edilmiştir ki, bunlar cennete giremezler.
Cübeyr İbni
Mut' im :
Kureyş'in ulularından
ve âlimlerinden otan Cübeyr, Bedir esirleri arasında Peygamber Efendimizle
karşılaştığı sırada, Hazretî Peygamber «Tûr» sûresini okuyordu. Cübeyr
diyor ki :
«— Kalbime giren İlk
îman bu olmuştur.» Hudeybiye ve Fetih yılları arasında İslâm'a girdiği
nakledilmektedir. Hz. Muaviye'nin hilâfeti zamanında Medînede hicrî 59
târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[129]
65— Ebû
Hüreyre'nin, Resûlüllah (SallallahüAleyhiveSeHem)'m şöyle dediğini rivayet
ettiği kendisinden işitilmiştir:
«— Rahme delâlet eden
rahim, — kelimesi — Rahman isminin bîr dalıdır.» Rahim der ki:
«— Ya Rab! Bana
zulmedildi. Ya Rab! Ben terk edildim. Ya Rab! Bana (şu zulüm yapıldı), bana (şu haksızlık yapıldı)...»
Allah Tealâ ona cevab
verir:
«— Seni terk edenden
rahmeti kesmeme, senin haklan ı verene ihsan etmeme razı olmaz mısın?»[130]
Diğer hadıs-i
şeriflerde olduğu gibi, burada da Sılâ-i rahmi terk etmenin günâh olduğu ve
insanı Allah'ın rahmetinden mahrum b:rakmaya vesile olduğu, yerine getirildiği
takdirde de Allah'ın rahmet ve ihsanına kavuşulacağı beyan buyurulmaktadır.[131]
66— (22-s)
Saîd îbni Sem'an dedi ki:
«— Çocukların ve
sefihlerin başa çıkmasından (onların kumandan olmasından), Ebû Hüreyre'nin
Allah'a sığındığını işittim.» Saîd İbni Sem'an yine şöyle dedi:
— İbni Hasene
El-Cühenî, Ebû Hüreyre'ye şunu sorduğunu bana anlattı :
«— Bunun (çocukların
ve sefihlerin başa çıkmasının) alâmeti nedir?»
Ebû Hüreyre cevab
verdi:
«— (Bunun alâmetleri),
sılâ-i rahimlerin terk edilmesi, azgına itaat edilir olması ve ^mürşide (ilim
ve hak yol öğretene) işyarı olmamasıdır.»[132]
Buradaki lâfızlar her
ne kadar Ebû Hüreyre 'den naklediliyor-sa da, başka muhaddislerce Ebû Hüreyre
'den Hazret! Peygamber e kadar yükseltiliyor ve merfu hadîs oluyor.
. Çocukları başa
çıkarmak demek, onların dediğini yapmak ve onlara İtaat eylemektir ki, bu
takdirde insanlar bilhassa din işlerinde helak olmuşlar demektir. Sefihlere
itaat da yine böyledir. Sefih, hafif akıllıya, aklı noksan olana denir. Bu
gibilere itaatin doğuracağı zararlar aşikârdır. Zamanımızda da çocuklara ve
sefihlere yapılan itaatin cemiyete, şahıslara getirmiş olduğu zararlar birer
vakıa olarak gözükmektedir.
Bu felâketi doğuran
sebepleri de Ebû Hüreyre üç maddede toplamıştır:
1— Sılâ-i
rahmin terk edilmesi. Akrabalık bağlarını
kesmek, büyüklere hürmet ve itaati terk etmek olur. Hürmet terk
edilince de çocuk başa çıkar.
2— Azgına
itaat olunmak. Hududu aşan, düzen ve nizam tanımayan azgına itaat edildiği
takdirde, bunlara müsamaha gösterilince, İlk yardımcıları ve organları
çocuklar ve sefihler olacaktır ki, burada da çocukların ve sefihlerin başa
çıkması vardır.
3— Hak ve
hakikati öğreten mürşide isyan etmek. İlmin değerini an-lamayıp ilim ve hak yol
öğretene isyan etmek, bâtıla ve sapıklığa yardım etmek demektir. Bunu ayırt
edemeyenler de çocuklarla hafif akıllılar olur ve bunlar ön bulmuş olurlar.
Böylece bu üç sebep tahakkuk ettiği zaman, cemiyetin bünyesi tahrip edilmiş ve
helaki için zemin hazırlanmış olduğu gerçeği meydana çıkar.
Eserin raviİerinden S
a î d i b n. 4 S e m ' a n , tâbİİ olup, mevsuktur.[133]
67— Ebû
Bekre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallalkthü Aleyhi ve Sellem)
şöyle dedi:
«— Sılâ-i rahmi terk
etme ile azgınlık günâhını işleyenin —âhirette ona hazırlanan azabla beraber— dünyada
Allah'ın acele olarak cezasını vermeğe bunlardan daha lâyık bir günah yoktur.»[134]
Hadîs-i şerifte geçen
«Bağy» kelimesi azgınlık lâfzı ile terceme edilmiştir. Azgınlık yapmak, azgın
olmak, Allah'ın emir ve yasaklan dışına çıkarak mahlûkatma zulüm etmek manâsına
gelir. Diğer bazı hadîslerde, zulüm günâhından daha çabuk dünyada cezası
veriİen bir günâh yoktur, mealinde ifade bulunduğundan buradaki anlamla
uygunluk meydana gelmektedir. Ancak burada sılâ-i rahmi terk etme cezası da
zulme ilâve edilmiş oluyor.[135]
68— Abdullah
İbni Amr'dan, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
«— Yapılan sılaya,
aynı ile mukabelede bulunan, sılâ-i rahim eden değildir. Fakaf sıla yapan
(vasıl) o kimsedir ki, akrabalık bağları kesildiği zaman, rahim sılasını yerine
getirmiştir.»[136]
Bir kimsenin,
kendisine yapılan iyiliğe veya harekete aynı şekilde karşılıkta bulunmasına
«mükâfat» denir. Bu karşılığı yapan şahsa da «Mükâfî» adı verilir. O halde
yapılan iyiliğe aynı ile mukabelede bulunan, vazifesini yapmış, mükâfatta
bulunmuş demektir. Bu tabiî bir haldir. Bunun için önemi büyük değildir. Fakat
sılâ-i rahmi terk eden ve böylece akrabalık haklarını gözetmeyen kimseye
iyilik ve İhsanda bulunmak, sılâ-i rahmi yerine getirmek, işte vuslat budur.
Böyle hareket edene de «Vasıl» denir. Bunun sevabı da büyük olur.
Bu mevzuda üç derece
vardır: Vasıl, Mükâfî, Katı' (ilgi kesen). İyilik ve ihsanda üstün bulunan ve
aşağı duruma düşmeyen kimse, «Vasıl»dır. İkinci derecede olan, kendisine
yapılan iyiliğin ziyadesiz karşılığında bulunan kimsedir ki, bu da
«Münâfî»dir. Kendisi daima iyilik işinde aşağı durumda olup, emsal iyiliği
yapmayan kimsedir. Buna da «Katı'» denir. Bu üçüncü derece makbul olmayan ve
kerih olan kısımdır. Birinci derece ise, en makbul ve üstün derecedir. Asıl
vuslat budur.[137]
69— Berâ'dan
rivayet edildiğine göre, şöyle dedi : Bir A'rabî (Bedevi, Peygamber'e) geldi
de:
«— Ey Allah'ın Peygamber'i,
beni Cennet'e koyacak bir amel bana öğret,» dedi. Peygamber buyurdu:
Sözü kısa yapmış isen
de, meseleyi (mana bakımından) genişletmiş oldun. İnsanı azad et. Rakabeyi fek
et»
A'rabî dedi ki:
«— Bunlar (rakabeyi
fek etmek ve insanı azad etmek her ikisi) bir değil midir?» Hazreti Peygamber:
«— Hayır, insanı azad
etmek, (kendi kölen olan) adamı azad etmendir. Rakabeyi fek etmek de,
(başkasına ait) köleye, (hürriyete kavuşması için, borçtan kurtulması için)
yardım etmendir. Bir de sağılır sütlü koyunu (başkasına istifadesi için
ariyet) vermek ve (zalim) akrabaya iyilik etmek.
Eğer bunları yapmiya
gücün yetmezse, iyilikle emret ve kötülükten alıkoy. Buna da gücün yetmezse,
dilini tut; ancak hayırlı söz söyle.»[138]
A'rabî, Peygamber
(Aleyhissaİâtü vesselam) Efendimize, cennete girmesine vesile olacak yalnız
bir soru sormuş ve karşılığında altı maddelik bir cevap almıştır. Bunun için,
soru kısa fakat mesele geniş buyurulmuştur. Sıra İle anlatılan ve cennete
girmeye sebep olan bu amelleri inceleyelim :
1— Köle azad
etmek : Allah Tealâ'ntn rızasına uygun olan her söz ve hareket bir İbâdet
sayılır. İnsanları köle yapmak ve köleleştirmek bir ibâdet değildir. Fakat
köle olanları hürriyete kavuşturmak ve onları da hür insan haklarına
kavuşturmuş olmak dinin emri olduğundan bîr İbadettir. Bir nevi insanın
hayatına sebep olmak ve onu manevî bağlardan kurtarmaktır. Bir insanın yok
olmasına sebep olmak ne kadar büyük günâh ise, onu maddî ve manevî yönden
kurtarmak da o kadar büyük sevabdır. Bu önemine binaendİr ki, cennete götürecek
amellerin birincisi olarak sayılmıştır. O halde insan, kendi kölesini köle
olarak saklamayip, onu azad etmelidir. Bu amelde büyük sevab ve mükâfat
vardır.
2— Rakabeyi
çözmek : Başkasına ait olan bir kölenin
kurtulmasına yardım etmek, borçlu köle İse onun borcunu ödeyerek
hürriyetini sağlamak veya bir cinayetten dolayı diyet borcu varsa onu
karşılamak yine büyük sevab taşıdığından ikinci derecede anılmıştır. İnsanlar
arasında en muztar durumda olanlar köleler olduğu için, bunların kurtuluşuna
koşmak Allah'ın rızasını kazanmak demektir. Allah'ın rızasını kazanan kimse de
cennete girer.
3— Sağılır
koyun veya deveyi ariyet vermek : Besinler İçinde sütün taşıdığı önem çok
büyük olduğundan, insanların yaşamasına ve gdalanmasına vesile olan bu besinin
üreticisi olan hayvanı Allah rızası için muhtaç bir kimseye vermek ve onun
geçimini sağlamak İyiliklerin en büyüğü ye-rîne geçer.
4— Akrabayı
korumak: Buharı hazretleri, zalim olan
akrabaya iyilik etmenin fazileti bölümünde bu hadîs-i şerîfi getirdiği halde,
metinde zalim kelimesi anılmamışhr. Diğer hadîs âlimleri zalim kelimesini ilâve
etmektedirler. Böylece, zalim olan akrabaya iyilik etmek cennete götüren
amellerden sayılmış oluyor.
5— İyilikle
emretmek ve kötülükten alıkoymak : Yukarda dört maddede zikredilen amelleri
işlemeye gücü yetmeyen, başkasına iyi işler tavsiye etmeli, kötü iş ve
hareketlerde bulunanları bu hallerinden vaz geçirmeğe çalışmalı, fenalıkları
önlemelidir, önce insan sahip olduğu güç ve kuvveti ile fenalıkları önlemelidir.
Buna imkân bulamayan söz ve nasihatla işe başlamalı. Bunu da yapamayan kimse,
hiç olmazsa kalbi ile benimsememeli ve gördüğü fenalığa buğz etmelidir.
6— Yalnız
hayırlı söz söylemek : İyilikle emredip
fenalıklardan alıkoymaya gücü yetmeyen
kimse susmalıdır, başka bir hadîs-i şerifte buyu-rulduğu üzre kalbi ile kötü
işlere buğz etmeli, yani rıza göstermemelidir. Konuşacağı zaman, ancak hayır
yerine geçecek söz söylemelidir.
Ravî B e r a '
kimdir? :
Bu hadîs-i şerîfin
ravisi bulunan B e r â ' ashab-ı kiramdan olup, Ensarî'dir. Babasının adı Â z i
b 'dir. O da ashabdandır. B e r â ' şöyle anlatır:
«Benî ve İbni Ömer'i
Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) Bedir savaşında küçük görmüş ve bizi
savaşa kabul etmeyerek geri çevirmişti. Bu savaşta bulunamamıştır.»
Bundan sonra Uhud
savaşında ve diğer savaşlarda bulunmuştur. Bİr rivayette Hazreti Peygamberle on
dört ve bir rivayette de on beş savaşta hazır bulunmuştur. Ayrıca Cemel, Sıffîn
vak'alarında ve Haricîlerle olan savaşlarda bulunmuştur.
Nihayet Küfeye giderek
orada bir ev edindi. 72 hicrî tarihte vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[139]
70— Hakîm
îbni Hizam haber verdiğine göre, Peygamber (Sallatlakü Aleyhi ve SeUem)'e şöyle
demiştir:
«— Cahiliyyet
zamanında (İslâmdan önce) ibadet diye sıla, azad etme ve sadaka gibi işlediğim
amellere ne buyurursunuz, bunlarda bana mükâfat var mı?»
Hakîm dedi ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Hayır olarak
işlemiş olduğun geçen amellerinle müslüman oldun.»[140]
Bu hadîs-i şerifin
delâlet ettiği hükme göre, küfür halinde iken yapılan hayır ve hasenat, güzel
işler, İslâm'ı kabulden sonra kıymet kazanır. Aynen sevab olur ve mükâfat
alır. Nitekim mümin de tevbe edip halini düzeltince günahları hasenata
çevrilir. Devamlı olarak bir hayır isinde bulunan kimse de hastalık gibi bir
engelle o iyiliği yapamaz hale gelirse, Allah yine1 onun mükâfatını yapmış gibi
verir.
Bu hadîs-i şerif,
küfür halinde bulunan kimsenin amelinin makbul olabileceğine asla detil olmaz.
İslâm'ı kabul etmek şartı ile makbul olur ve İslâm'dan önceki günahları
bağışlanır.
Hakîm ibni
Htzam kimdir? :
Hazreti Hatice
validemizin kardeşi oğlu olan Hakîm, Fil vak'asından on üç yıl önce doğmuştur.
Zübeyr ibni Avvam'ın da amcası oğludur. Kureyşin eşrafından olup, hem
cahiliyyet, hem de İslâm devirlerinde cömert, iyilik ve hayırsever idi.
Bedir savaşında
kâfirler safında bulundu ve kurtulanlardan biri oldu. Sonra Mekke'nin fethinde
İslâm'ı kabul etti. Huneyn savaşında bulundu ve ganime! erinden kendisine yüz
deve verildi. Bi'şeften önce ve sonra HazreH Peygamber'e sevgi ve saygısı
vardı.
Kuroyş'in toplanıp
meşveret ettikleri «Daru'n-Nedve» adındaki ev kendi mülkiyetinde iken, yüzbin
dirhem karşılığında onu Hz. Muaviye'y° sattığı zaman, İbni Zübeyr ona bu
altş-verişînde aldandın diyerek onu kınadı.
H a k î m 'İn verdiği cevap şu olmuştu :
«Asıl aldanan M u a v
i y e 'drr. Çünkü ben onu, cahiliyyet zamanında bir tulum şarap karşılığında
almıştım. Sizi şahid tutuyorum, bu aldığım para Allah yolunda harcanacaktır.
Şimdi bakın hangimiz aldanmıştıf.»
Gerçekten paranın
hepsini Allah yolunda harcadı ve Cennet'de bir köşk kazanmış oldu. Altmış yıl
cahiliyyet devrinde ve altmış yıl da İslâm devrinde yaşayarak yüz yirmi yaşında
olduğu halde Muov.iye zamanmda Medine deki evinde hicrî 54 tarihinde vefat
etti. Allah ondan razı olsun. Birçok hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.[141]
71— îbni
Ömer'den (Radiyallahu anh) : Hazreti Ömer (Radiyallahu anh) sarüı-alacah
ipekten bir elbise gördü de şöyle dedi:
«— Ey Allah'ın Resulü!
Bu elbiseyi satın alaydın da onu, cuma günü ye, elçiler sana geldiğinde
giyeydin.»
Allah'ın Peygamberi
dedi ki:
«—Ey Ömer! Bunu ancak
(âhirette) nasîbi olmıyan giyer.»
Sonra bu cins kumaştan
Peygamber'e elbiseler hediye edildi. Peyr gamber ete onla-rdan bir tanesini
Hazreti Ö m e r 'e hediye etti. Bunun üzerine Hazreti Ömer (Radiyallahu anh),
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve.SeÜem)'e gelip de şöyle dedi:
«— Ya Resûlallah! Bunu
bana gönderdin, halbuki bunun hakkında dediğini senden işittim.»
Hazreti Peygamber dedi
ki:
«— Ben onu giymen için
sana hediye etmedim. Yalnız onu sataşın veya başkasına giydiresin diye hediye
ettim.» Hazreti Ömer (Radiyallahu anh)
de onu müşrik olan anadan kardeşine hediye etti.[142]
Hazretİ Peygamberin bu
beyanından üç hüküm çıkmaktadır:
1— İpekli ve
cicili-bicili elbiseleri erkek Müslümanlar giymemelidir. Nitekim diğer
bir hadîs-i şerifle ipek elbise giymek ve altın takınmak er-kelkere haram
kılınmış, hanımlar için mubah sayılmıştır. Altın ve gümüş kaplarda yemek yemek
yine yasak edilmiştir.
2— Müslümanlar
için kullanılması helâl olmayan giyim eşyasını; Müslüman olmayanlara vermek
veya satmak (sınırlı olarak) caizdir.
3— Müslüman
olmayan akrabaya iyilik ve rahim sılası yapılır.[143]
72— (23-s)
Hazreti Ömer İbni Hattab'ın minberde şöyle dediğini, Cübeyr İbni Mut'im haber
vermiştir:
«— Neseblerinizi
(soylarınızı) Öğreniniz. Sonra yakınlarınıza iyilik ve ihsan ediniz. Allah'a
yemin ederim! İnsanla kardeşi arasında ilgi bulunur.Eğer kendisi ile kardeşi
arasında rahim sılasından olanı (yani Önemli münasebeti) lâleydi, bu ilgiyi
bozmasına engel olurdu.»[144]
Hazreti O m e r e
isnad edilen bu eserde, nesebleri öğrenmemiz bize emredİlmektedir. Ana ve baba
cihetinden olan usul ve furu'a, hısımlara neseb adı verilir. Yani yakınlarınızı
öğreniniz demektir. Akrabaların bîr kısmım tanımak ve öğrenmek farz kısmına
girer. Çünkü her Müslüman yakınlarından ktmlerîn nikâhı kendine haram ve helâl
olur hususunu bilmek ve öğrenmek zorundadır. Aynı şekilde varislerini ve
murislerini bilmesi lâzımdır. Diğer taraftan silâsıni yapmak veya nafakasını
karşılamak mecburiyetinde olduğu akrabasını da öğrenmesi icab eder. Önemine
göre din büyüklerini de tanımak Müslümattın görevidir.
Bu eseri, Tirmizî, Ebu
Hüreyre 'nin hadîsinden ilaveli olarak tahric etmiştir.[145]
73— (24-s)
İbni Abbas'dan anlatıldığına göre, İbni Abbas şöyle demiştir:
«— Akraba ve
yakınlarınızı hatırınızda tutun ki, rahim sılası yapa-SÜ112.\Zira rahimîn uzağı
yoktur; -akrabalık iızak olsa bile- sıla yapılınca. Ekilimin de yakını yoktur
-akrabalık yakın olsa bile- sıla terk edilince... Her akrabalık bağı (rahim),
kıyamet günü sahibinin önüne gelir de lehine çahidlik eder, eğer silâ-i rahim
etmişse. Aleyhine de ilgiyi kesmekle şahidlik eder, eğer sılâ-i rahmi terk
etmiş ise...»[146]
İbni Abbas
hazretlerinin soydaş ve yakınları ezberleyip onlara iyilik ve yardımda
bulunmayı emretmesi, daha önce Hazreti Ömer 'den nakledilen manâya uygun
düşmekte ve sıla yapmak için akraba ve taal-lükatı bilmenin lüzumuna işaret
Duyurulmaktadır.[147]
74— (25-s)
Abdurrahman İbni Hubeyb anlatıp diyor ki:
— Abdullah îbni Ömer
bana sordu:,
— Kimlerdensin?»
Ben de:
«— Teym-1 Temîftı
kabilesinden,» dedim.
«— Kendilerinden mi,
yoksa azadhlarmdan mı?» dedi.
«—Azadlılarından!»
dedim.
«— Öyle ise, azadlüanndah
deseydin ya! 4edi.»[148]
Bu rivayetten
anlaşıldığına göre, bir kabilenin veya bir şahsın azadlısı olan kimse, azad
edildiği kabileye veya şahsa soy itibariyle nispet edilmemelidir. Neseb
yakınlığı, hiç bir zaman kölelik yolu Üe meydana gelen yakınlık gibi olamaz.
Ancak neseb yakınlığı bulunmadığı zaman, veto yolu İle, âzad edenin, azadlıya
yakınlığı olur. Neseb bakımından yakını,' 'ûkftt-bası bulunmayan azadlıya, onu
hürriyete kavuşturan eski efendisi varis olur.[149]
75— Rifa'a
îbni Râfi'den:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), Ömer'e —Allah ondan razı olsun — şöyle dedi:
— Bana kavmini topla.»
O da, onları topladı.
Vakta ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kapısında hazır duruma
geldiler, Ömer, Peygamberin huzuruna varıp:
— Sana kavmimi
topladım.» dedi.
Bünü Ensar duyunca, Şöyle
dediler:
«— Kureyş.hakkında
vahiy nazil oldu.»
Bunun üzerine ne
söylenecek diye, dinleyici ve görücü kimseler geldi. Derken Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) çıkageldi de onların ortasında durup dedi ki:
«— İçinizde, sizden
olmıyan var mı?» Onlar :
«— Evet, içimizde
anddaşımız, kız kardeşimizin oğlu ve azadlılarımız vardır.» dediler.
Peygamber (Sailalîahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Anddaşımız
bizdendir. Kız kardeşimizin oğlu bizdendir. Azadlılarımız da bizdendir. Siz
duyunuz ki, benim yardımcılarım, sizden, takva sahipleridir. Eğer siz
bunlarsaniE, ne güzel bu. Değilse, akıbete bakın: İnsanlar kıyamet günü salih
amellerle gelip de siz, günahlarınızla gelmiş olmiyasınız. Bu takdirde sizden
yüz çevrilir.»
Sonra Peygamber hitab
buyurup şöyle dedi: O-halde ki, ellerini Kureyş halkının başları üzerine
koyacak şekilde kaldırmıştı:
«-Ey nas! Muhakkak ki
Kureyş halkı emin kimselerdir. Onlara kim zulmederse, Allah onu yüz-üstü
sürdürür.»
Bunu üç defa
söylüyordu. Raviler'den Züheyr dedi ki:
— Zannımca Peygamber:
«Onlara kim tuzaklar kurarak zulmederse...» diye söyledi.[150]
Bundan önceki hadîs-i
şerifte bir azadlının: «Ben falanca oğullarından im» dememesi gerektiği beyan
buyurulmuştu. Böylece bir azadlının kendisini tanıtma.şeklî bildirilmişti.
Burada ise, birlik ve beraberlik mevzu bahis olduğu zaman, bir kavmin efradı
İle onların azadlıları arasında, umu-, mî manâda bir ayrılık düşünülmemektedir.
Birbirine bağlılık ve yardımlaşma bakımından kendileri İle sözleşme
yapılanlar, yeğen mevkiinde olanlar, çzadlılar ve o kavmin diğer ferdleri bir
aile topluluğu gibi sayılmıştır.
Bu hadîsi
Peygamber'den rivayet eden R i fa '
e i b.n.i Rafı" kimdir? :
R i f a ' e ,
Ensar'dan olup, künyesi E b M M u a z 'dır. Babası R a f i ' Ensar'dan ilk
İslâm'ı kabul edendir. Arnıesi, U b e y- İ b n i S e i ü I 'ün kızı Ü m m ü
Malik 'dİr. Bedir, Uhud ve diğer savaşlarda Hazredi Peygamber ile beraber
bulunmuştur. Ha I I a d ve Ma I v k adındaki iki kardeşi de kendisi İle Bedir
savaşjjıda bulunmuşlardı. Babaları R a f i 'in bu savaşta bulunması
ihtilaflıdır.
R i f a ' e , babası R
a f i ' ile Akabe biatında bulundu. Hazreli
A I i 'nin hilâfet devrinde, Hazreti
Air saflarında Cemel ve Sıffîn
vaka-lanna katılmıştı. Hicrî 41-42 yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[151]
70— Ukbe
îbni Âmir dedi ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dediğini işittim:
— Kim üç kızı olur da
bunlara sabrederse ve varlığından onlara gİydlrirse, ona, ateşten koruyucu bir
perde olurlar.»[152]
Erkek çocukların
dışında kız çocuklara bakmanın sevâb ve faziletine işaret buyurması, kızların
künye ve gelişme bakımından erkeklerden daha çok bakıma ve korunmaya muhtaç
olmalarındandır. Yine İslâm'dan önce mevcut kız Çocuklara hor bakma ve onları
hiçe sayma geleneği yıkılmış oluyor. Aksine kız çocukları yetiştirmek, giyim ve
iaşelerini temin etmek, erkeklere bakmaktan daha sevâb oluyor. Öyle ki,
kıyamette kendilerini gö-zetîp geçindirenler için Cehennem ateşine karşı birer
engel perde olacaklardır. Şüphe yok ki, bunların terbiye ve yetişmelerinde
islâm inanç ve ahlâkını esas tutmak şarttır. İslâm inacı olmadıktan sonra,
maddî yardımların âhirette bir faydası olmaz. O halde çocukları İslâm terbiyesi
altında büyütmek ve maddî ihtiyaçlarını, zenginlik durumuna göre karşılamak
gerektir.
Böyle hareket edildiği
takdirde, âhirette va'd buyurulan sevaba ancak ka-vusulabİlir. Evlenmek veya
başka bir sebeple ihtiyaçtan kurtuluncaya kadar kızlara yardımın devamı ve bu
bakımın elden geldiği kadar iyi olmasına çalışılması halinde Omid edilen
sevaba erişilir.
Ravİ Ukbe
ibni Âmir kimdir?:
Ashabı
kiramın-meşhurlarından plufi, pek çok hqdîs-İ ^erîf kendisinden rivayet
edilmiştir. Feraiz ilmini bilen fakiri, kâtip, şair, edib ve kurra idi. Hz.
Osman 'm Kur'ân tertibinden başka kendi eliyle toplayıp yazdığı Kur'an’ı
Kerîrn'in Mısır kütüphanesinde bulunduğu söylenir. İlk hicrete çıkanlarla
islâm'ı ilk kabul edenlerden biridir. Siffîn vak'asmda Hz. M u a v İ -ye ile
beraber bulunduğundan, doha sonraları Hz. M u a v i y e onu Mısır Emîr'lİğine
tayin etti ve bir müddet sonra 6a kendisini bu görevden ayırdı. Bu hadise
Hicretin 47. yılına tesadüf eder. Yine Hz, M u a v i y e 'nin hilâfeti
zamanında hicrî 58 tarihinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[153]
77— îbni
Abbas'dan işitildiğine göre, Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
dedi:
«— Herhangi bir
müslüman ki, ona bulûğ çağı ile iki kız yetişir de onları korumayı güıel
yaparsa, onu Cennete koyarlar. (Bu kızlara yapılan iyilik ve muhafazaya
karşılık, Allah onları vesile ederek iyilik sahibini Cennet'e koyar.)»[154]
Bu hadîs-i şerifte
özellikle bulûğ çağma ermiş kız çocuklara iyi-bakmak, onları gözetmek üzerinde
durulmuştur. Yetişkin çocukların korunması ve ihtiyaçlarının karşılanması
küçüklere nispet)© daha güç ve külfetli bulunduğundan, onların çilesini çekmek
ve sabırla hareket etmek karşılığında Allah Tealâ'nın Cennet'i mükâfat olarak
vereceğini Peygamberimiz haber vermektedir.
Bünye ve his
bakımından erkeklere nispetle daha zayıf bulunan kız çocukların bakıma ve
korunmaya ihtiyaçtan daha fazladır ve önemlidir. önemli hizmetlerin sevabı da
büyük olur. Onun için Cennet va'd buyurulmuştur. Bütün bunlar, İslâm iman ve
ahlâkı üzere yürötü I düğü zaman kıymet kazanır. Aksine bir yol bulursa ebedî
felâkete götürür.[155]
78— Cabir
îbni Abdullah, bazı zevata anlatıp demiştir ki: — ResûlvllatiİSallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle. buyurdu :
«— Kimin üç kızı olur
da onları barındırır, ihtiyaçlarım karşılar, kendilerine merhamet ederse,
elbette Cennet ona vacib olmuştur.»
Hazır bulunanlardan
biri:
«— İki kız olsa da mı?
ya Resûlallah!» dedi. Peygamber:
«— İki kız da (âym hükümdedir).» buyurdu.[156]
Burada her ne kadar üç
kızö' bakmanın sevabı üzerinde durülmuşsa da, sonra sorulan soruya Hdzreti
Peygamberin verdiği cevapta fkİ kıza bakmartın da aynı sevaba vesile olacağı
açıklanmıştır/ İki kız ile üç kıza bakmak sevâb bakımından farksızdır, aynı
hükmü taşımaktadırlar.
Ravi Cabir
ibnİ Abdullah kimdir? :
Ca b i r i'b n i
Abdullah adında ashab-ı kiramdan beş zat vardır. Bürcrdâ ismi geçen, C a b i r;
i b h i A b d: u I I a h' i b h i Amr'-dır. Ensar'dah olup, ikinci Akabe
biatmda çocuk olduğu halde babası A b -d uİta h ile birlikte bulunmuştur. Kendi
ifâdesine'göre, Bedir ve Uhud savaşlarında bulunamamış, daha sonraki1
savaşların on dokuzunda bulurtmuş-tur. Sıffîn vak'asında, Hz. A I i 'nin
maiyetinde harp etmiştir, ömrünün sonlarında gözlerine anz olan ilfet
sebebiyle görmez hale gelmişti. Akabe biatmda Bulunanların en son vefat
edenidir. Künyesi t b u Abdullah vdır.
İstanbul'un
muhasarasında kumandan Y e 2 i d 'in maiyetinde iken se-hid olduğuna veya eceli
ile vefat ettiğine dair bir rivayet vardır. Bu rivayete binaen Sadrazam Koca
Mustafa Paşa tarafından bunun adına bir cami ile bir türbe bina edilmiştir.
Halen bu cami Eyüp semtinde bulunmaktadır. Dİğer taraftan Medîne-İ Mönevvere'de
gömülmüş olduğuna dair kuvvetli rivayet vardır. Bu durum karşısında İstanbul
civarında vefat eden sahabinin, Cabiribni Abdullahibnİ Riyab olması
muhtemeldir.
'
Hicretin 74-77.
yılında' Medîne'de 94 yaşında olduğu halde vefat etti. Cenaze namazını Medine
valisi bulunan Hz. Osman'ın oğlu Ibb.an kıldı. Allah her ikisinden razı olsun.[157]
79— Ebû Saîd
El-HudrîJden rivayet edildiğine
göre, Resûlüllah şöyle dedi:
«— Kimin üç kızı,
yahut üç kız kardeşi olur da onlara iyi muamele ederse, muhakkak cennete
girer.»[158]
Daha Önceki hadîs-i
şeriflerde kız çocuklara bakmak ve onlara ihsan etmek karşılığında cennet va'd
buyurulmuş olduğu ve bu büyük mükâfatın sebebi görülmüştü. Bu hadîs-İ şerifte,
kız kardeşlere aynı güzel muamele yapılması halinde de yine mükâfat olarak
cennete girme olduğu beyan buyuru İm ustur. Zira kız kardeşlerin külfeti, krz
çocuklarınki gibidir.
Ravi E b, u
S a î d E I - H u d r î kimdir? :
Ashab-ı kiramdan ve
Ensar'dçm olup, ismi Sa'd ibniMalİk i b n i Sİnan 'dır. Fakat künyesi ile
meşhurdur. E b u S a î d E I -H u d r î diye yad edilir. Uhud savaşında yaşı
küçük görüldüğünden bu savaşa katılamadı. Fakat babası bu savaşta bulunarak
şehid edildi. Babası çok fakir olduğundan geriye mal bırakmamıştı. Bu sebeple
muhtaç duruma düştüğünden Hazreti Peygamber'den bir şey istemek için
huzurlarına vardıkları zaman, Peygamber ona şöyle buyurdu :
«— Kim ihtiyaç
göstermezse, Allah onu ihtiyaçtan beri kılar ve kim de fenalıktan korunmak
isterse, Allah onu korur, iffetli yapar.»
Sa'd bunu duyunca bir şey istemeden geri döndü.
Ashab-ı kiramın
gençleri arasında en fökihleri olup, ileri gelen fazilet erbabındandı. Çok
miktarda hadîs ezberledi ve rivayet etti. I b n i A b -bas, Ibnİ Ümer gibi
ashab-r kiramdan bazı zevat ve tabiinden Ibni Müseyyeb, Ebu Osman En-Nehdî gibi
büyük şahsiyetler de kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.
Hicrî 74 tarihinde
vefat etti. Allah ondan razı olsun.[159]
80— Musa,
babası Uleyy tbni Ribah'dan anlattığına göre, Peygamber Süraka îbni Cu'şüm'e
şöyle dedi:
«— Sana, sadakaların
en büyüğünü göstereyim mi?» Süraka:
«-— Evet, ya
Resûlallah,* dedi. Peygamber buyurdu: «— (Boşanmak veya kocası ölmek suretiyle)
Sana dönmüş olan, senden başka geçindiricisi olmıyan kızındır.»[160]
İster boşanmak sureti
ile olsun, ister kocasının ölümü sebebiyle olsun, babasına veya yakın
akrabasına dönmek zorunda kalan bir kadının durumu çok nazik ve müşkül
olduğundan bu mühim anlarında onu himayeye almak ve geçimini karşılamak büyük
bir hizmettir. İşte bu gibilere yapılacak harcamalar, sadakaların en büyüğünü
teşkil eder. En büyük sadakanın sevabı da en büyük sevâb olur.
S ü r a k a kimdir? :
S ü r a k a ashab-ı
kiramdan on üç kadar Zevatın ismidir. Burada ravi olarak adı geçen Süraka, C
ü.' ş ü m ' ü n o ğ I u M a I i k'in oğludur. Yani S $# q Ic a i b n i M a I i
k " i b n İ C ü ' s ü m "dur. Bazan doğrudan doğruya dedesine nispet
edilir ki, hadîs-i şerifteki nispeti de böyledir. Künyesi EbuSüfyan 'dir.
Peygamber Efendimizin,
Hazreti E b u B e k İ r ite Mekke den Medine'ye hicretlerinde arkalarına
düşmüş ve takibe koyulmuştu. Kendilerine kavuşacak kqdar yaklaştıkları esnada
bir mucize ile Süraka 'run bindiği at yere saplandı ve iîç defa atından yere
düştü. Hz. Peygamberden duâ istemesi üzşrine, arkadan takibe koyulmuş
bulunanları geri çevirmek şartı ile kurtulmuş ve geri dönmüştü. Peygamber'd en
de, kendisine Müslümanlar tarafından dokunulmasın diye bir «Emniyet» mektubu
almıştı. Sonra Mekke'nin fethinde, elinde bu mektubu tutarak Müslüman
askerleri arasına girmiş ve oklarla mızraklar arasında Hazreti Peygamberin
huzurlarına kadar İlerleyip İslâm'a girme şerefini kazanmıştı.
Hazreti Osman'ın
halifeliği zamanında ve hicretin 24. yılında vefat etmiştir. Allah ondan razı
olsun.[161]
81— Musa
diyor ki:
«— Babam Süraka
İbni Cü'şüm'den, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSellem)'in şöyle buyurduğunu işittim:
«— Ey Süraka...» diye,
geçen hadîs aynen rivayet edilmiştir.[162]
Bu ikinci rivayette
«Ey Süraka» hitabı ile söze başlanmış, önceki rivayette bu söz
zikredilmemiştir. Diğer lâfızlar aynıdır. Bir önceki hadîs-i şerifin okunması
kâfidir.[163]
82— El-Mikdam
îbni Ma'dî Kerib'den rivayet edildiğine göre Resûlüllah: (Satlatlahti A leyhi
ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işitmiştir :
«— Kendi nefsine
yedirdiğin sana bir sadakadır. Çocuğuna yedirdiğin Senin için bir sadakadır.
Zevcene yedirdiğin, senin için bir Sadakadır. Hizmetçine yedirdiğin de senin
için bir sadakadır.»[164]
Bu hadîs-i şerifte
şuna işaret olunuyor ki, bir insan üzerine vacib ofan nafakayı ödemesinden
dolayı, sadaka sevabı gibi mükâfat alır. Ancak bu harcamalarda Allah'a bir
ibadet olduğuna niyyet ederek sevab ummak lâzımdır. Aksi halde, üzerine farz
olan nafaka borcunu ödemiş olur.
Bir mümin, maksadında
Allah bu işi mubah kıldı veya bu iş yapılınca hayır olur ve bunda Allah'ın rızası
vardır diyerek onu yaparsa, yahut Allah'ın razı olmadığı bir İştir diye onu
terk ederse, bu hareketlerinden dolayı sevâb kazanır. İşte bu niyyetlerle hem
kendi nefsine, hem de diğer geçimini temine mecbur olduğu kimselere harcama
yapan, Allah'ın emrettiği vazifeyi yapıp haramdan kurtulmuş olup, üstelik
sadaka vermiş gibi sevâb alır.[165]
83— (26-s)
tbni .Öm e r 'den rivayet edildiğine göre, îbni Ömer'in yanında bir adam
bulunuyordu ve onun kız çocukları vardı. Sonra o kız çocukların ölümünü temenni
etti. Bunun üzerine İbni Ömer kızıp şöyle dedi:
«— Onların rızkını sen
mi veriyorsun!»[166]
Allah Tealâ yaratmış
olduğu bütün yaratıkların rıziklartm tekeffül etmiştir. Çeşitli sebep ve
yollarla nzıklannı kendilerine ulaştırır. Herkesclpn-yadaki nasibini alır.
Bunun için, rızık ve geçim endişesi yaparak çocukların ölümünü istemek asla
doğru değildir. Kız çocukların .durumları itibariyle çalışıp kazanmaları daha
müşkül olduğundan., bunların istikbali düşündürücü ise de, hiçbir zaman
ölümlerini arzu etmeğe götürmemelidir. Onlara İslâm inanç ve terbiyesini
vermeğe gayret sarfetmelidir.[167]
84— (27-s) Hazreti Aişe (Rûdiyaîiahü anha) 'dan rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir:
«— (Babam) Ebû Bekir
(Radtyallahu anh), bir gün dedi ki»: ( «-4 Allah'a yemin ederim! Yeryüzünde
bana Ömer'den daha sevgili kimse yoktur.»
(Babam evden) çıkıp
dönünce : .
«— Kızcağızım! Ben
nasıl yemin etmiştim.» dedi.
Ben de ona (daha önce
söylediği sözü tekrarlayıp) söyledim. Bunun üzerine:
— Ağınma giden iş
yaptım, çocuk ise kalbe daha yapışıktır (daha çok sevgilidir.» dedi.[168]
Insanoğlu çocuğuna
olan sevgisi yüzünden malını hayır yollarına, İnsanların ihtiyaçlarına
harcamaktan geri kalır. Çocuğuna mal kalsın diye cimrilik eder. Çocuğu babasız
kalmak korkusu ile savaştan geri kalır. Böylece insanın hem cimriliğine, hem
de korkaklığına vesile olur.
Sofilerden Abdurrahman
Es-Sülemî hakkında şöyle bir vak'a anlatılır: Bir çocuğu dünyaya geldiği zaman
malının hepsini sadaka olarak vermiş. Bu yaptığı işin sebebi kendisine
sorulunca, şu cevabı vermiş :
«— Bu çocuğum iyi bir
kimse olacaksa, ben Allah ile onun arasına girmem; çünkü Allah iyi kimseleri
korur ve onların yardımcısı dır. Eğer kötü ve hayırsız olacaksa, ben malımı,
fenalıkta kuvvet olarak yere bırakmam.»
İnsanın yaratılışında
her ne kadar çocuğa meyil varsa da, bu sevgi hayır işlemekten geri bırakmaya
sebep olmamalıdır. Hazreti Aişe 'nin fazilet ve üstünlüğü herkes tarafından
kabul edilen bir gerçek olmasına ilâveten çocuk sevgisi ile bir arada
düşünüldüğü zaman, Hazreti E b u B e k İ r 'in İfadesi bir kat daha değer
kazanmış olur. Yaraşan odur ki, tabiî meyil ve arzulara din emirlerini hakim
kılarak iş ve hareketlerde bulunmalı. Büyük muvaffakiyet ve mükâfat buradadır.[169]
85— îbni Ebî
Nû'in'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«— Bir adam İbni
Ömer'e sivrisinek öldürmekten sorarken şahit oldum.»
î b n i Ö m e r
(o adama) :
«— Kimlerdensin?»
dedi.
Adam: «Iraklılardan!»
dedi.
Bunun üzerine İbni
Ömer:
«— Şuna bakın; bana
sivrisineği öldürmekten (doğacak günahı) soruyor, halbufei bunlar Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Selîem) 'in oğluna (torunu Hüseyin'i) Öldürmüşlerdir.
Ben, Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve İy
şöyle buyurduğunu işitmiştim :
«— Onlar (Hazreti
Hasan ve Hüseyin), dünyada iki gülümdür (güzel kokulu çiçeklerimdir).»[170]
Sİvrisinek öldürmekten
sormak, biri geniş manâda ve bîri de dar manâda olmak üzere iki manâ
taşımaktadır. Geniş manâya göre, herhangi bir sineği öldürmenin günâh olup
olmadığı hususudur ki, zararlı olan ha-serâtın £Wü>ülmeşinde bir
beis,yoktur. Dar manâyg gelince, hac farizası yerine getirilirken ihrâm
esnasında canlıları öldürmek yasaklandığından, acaba sivrisinek öldürmek de
yasak mıdır? sorusu meydana çıkar ki, bundan dolayı da ihramda bulunana bîr
ceza gerekmez. Her iki Halde de sivrisinek öğürmek Önem taşıyan b:r mesele
değildir. Asıl büyük suç ve cinoyef adam öldürmektir, l.bni Ömer de buna İşaret
buyurmaktadır. Aynı zamanda çocukların gözbebeği ve gönül çiçeği olduklarına
dair hadîs-İ serîfi de anlatmış oluyor.[171]
86— Adiyyü'bnü
Sabit'den rivayet edildiğine göre, dedi ki:
«— Berâ'ın şöyle
söylediğini işittim» :
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i gördüm —Allah'ın salâ-vatı üzerine olsun—
(torunu) Hasan omuzu üzerinde idi ve Peygamber şöyle diyordu» :
«— Allah'ım! Ben bunu
seviyorum, sen de bunu sev.»[172]
Bü hadîs-î şeriften
iki şey öğrenmiş bulunuyoruz. Çocukları sevmek ve şefkat göstererek omuzda
tanımak bîr sünnettir. Bir de onlar için Allah'ın rızasını dilemek ve onlara
duâ etmek gerekir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) Efendimiz, böyle
hareket etmişlerdir.[173]
87— Cübeyr
îbni Nüfeyr'den rivayet, şöyle dedi:
«— Bir gün (ashabdan)
EI-Mıkdad İbni'l-Esved'in yanında oturuyorduk. Bir adam ona uğradı ve dedi ki:
«— Resûlüllah
(SaîUülahü Aleyhi ve Sellem)'i gören şu iki göze ne mutlu! Allah'a yemin
olsun, biz arzu ediyoruz ki, senin gördüklerini biz de gÖreydik, şahit
olduklarına şahit olaydık.»
«— (Mıkdad bu sözlerle
fazlaca) kızdırılmış oldu. Ben taaccüb etmeğe başladım, çünkü adam hayırlı
sözden başka bir şey demedi. Sonra (şahabı) El-Mıkdad adama dönüp şöyle dedi»
:
«— Bir insan ki, Allah
ondan bir huzuru (peygamberle karşılaşmayı) Jjaip kılmıştır, bu karşılaşmayı
(Resûlüllah huzurunda bulunmayı) temenniye onu götüren (cür'et) nedir?
Bilmiyor ki, Onu görse nasıl olacaktı? (Acaba iman mı edecekti, yoksa küfürde
mi kalacaktı?)
Vallahi, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda çok kimseler bulundu ki, Allah
onları yüzleri üstü Cehenneme yuvarladı. Peygambere icabet ,e^memiglerdi, onu
tasdik etmemişlerdi. Siz Azız ve Celîl oJatt^Ulah'a İıamd.efcinez misiniz ki,
sizi, Rabfcinizi bilir halde dünyaya getirdi de Peygamberiniz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellerriyin getirdiği (İslâmın hükümleri) ni tasdik ediyorsunuz..
Siz, kendinizden başkaları ile belâlardan kurtarılmış oklunuz.
Vallahi, cahiliyyet
devri ile fetret devrinde gönderilen Peygamberin d%rumurmh "en şiddetlisi
olan bir halde Peygamber (SalUâlahu Aleyhi ve Stilem) gönderildi. Putlara ibadet
etmekten daha faziletli bir din olduğuna -inanmıyorlaaiı, Sunun üzerine,
Peygamber-Kur'ân'tcgetirdi. ve onunla hak ile Jaâtılı ayırdı. Yine onunla, baba
ile çocuğu arasını ayırdı (biri- mümin, biri kâ£r oldu). ÖyH ki, adam babasını
yahut çocuğunu yahut kardeşini kâfir görüyordu. Böyle iken, Allah o adamın
kalbinin kilitlerini îman* ile açmıştı;, ve adam biliyordu Jri> yakın
akrabası (babası, çocuğu veya kardeşi, bu vaziyette îman .etrheeoVe'h)' ölse
cehenneme gire.çe&. Böyle sevdiği kimsenin (yakının) Cehennemde olduğunu
bildiği halde, adamın, göfcy. a£dın.qİur aıu? Nitekim bu Gevilen (yalanlar)
hakkında Allah şöyle buyurmuştur:
«O müminler ki, ey
Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin sürûru olacak
iyi kimseler ihsan et... derler.»
«— BÖylece göz
aydınlığı ve sevinci olan çocukların veya yakınların cehennemde bulunacaklarım
bihnek, hiç insanı sevinçirbir halde bırakır mı?>»[174]
Bu hadîs-i şeriften
alınacak öğütjer şunlardır:
1— Her
fnütnin, imân şerefine..kavuşmuş olmasından dolayı Allah Tealâya şükretmeli ve
bu büyü.k nimetin kıymetini bilmelidir. Bu imân saadetinin ışığı altında,
mükellef olduğu ibadet ve amelleri riyasız olarak, ihlâsla başarmaya
çalışmalıdır.
.
2— İnsan erişip
başaramadığı veya yaşayamadığı geçmişe ait bir hayati aramamalı, boş temennide
bulunmamalıdır. Bulunduğu halde!;i vazifeleri yaparak geleceğe
hazırlanmalıdır.
3— İnsanlar
içinde en büyük meşakkat ve musibetleri çeken Peygam-ber'lerdir. Peygamberîer içinde
de en şiddetli musibetlere ye' meşakkatlere katlanan son Peygamber'imiz
olmuştur. Onun beraberinde bulunan ashab-ı kiram da ikinci derecede çok ağır
yükler yüklenmişlerdir. Onların Feragatli çalışmaları sayesinde biz hazır bîr
dine sahip olduk. Bu nimetin şükrünü yapmalı ashab-ı kirama- son derece hürmet
etmek ve onların yolunda yürümek vazifemiz olmalıdır.
4— Kur'ân,
hak ile bâtrh ayırdığı gibi, baba ile evlâd arasını da ayırırtYanİ hakkı
seçerek iman eden Gennet'e, bâtılı seçerek kâfir olan Ce-hennem'e gider. Evlâd,
kardeş sevgisi kâr etmez:
5— Bir
mümin, evlâdım ve yakınlarını, AHah'a itaat eder durumda gpcürve.onlan kendi
hak yolunda bulursa, buna sevinir ve gözü aydın olur..Dinde kendisine yarchmot
okluklarını ve Cennette, beraberliği düşünmesinden doğan bir sevinç olur.
Bundan anlaşılıyor ki, salih ve iyi çocuk göz aydınlığıdır, her çocuk böyle
değildir.
E IM i k d a d i b n İ
' I E s v e d 'İn anlattığına uygun şu hadîs-İ şerifi Zeyd
tbni Eşlem rivayet etmiştir:
«Bir adam (ashabdan)
Huzeyfe'ye dedi ki:
«— Siz Resûlüllah
(Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)'e kavuştunuz, biz ise kavuşamadık (bu şerefe
nail olamadık);»
Bunun üzerine Huzeyfe (Radıyallahu
anh) ona şöyle dedi :
«Ey kardeşim oğlu,
Allah'a yemin ederim ki, sen ona kaşusayd-n nasıl olacaâ'nı bilemezsin. Hendek
savaşı peçesinde bizi bir görevdin! Bir gece ki, soğuk ve yaKımjrtu...
ResGİOllah (Sallallahü Ateyhi ve Seltem)
deot M:
«— Kim gide? de bize
düşmana ait haberleri getirip bildirir? Allah onu kıyamet gttnündd İbrahim (Aleyhİsselâmym arkadaşı yapsın.»
— Vallahi,
içimizden-kimse kalkmadı. İkinci defa olarak :
«— Allah dtın benim
arkadaşım kılsın.» dedi. .Yine-kimse kalkmadı. Ebu. Bekir fR.A.):
« Huzeyfe'yi gönder.»
dedi. Hazreti Peygamber (bana).: ."
«— Git,» de4i. Ben
de:
«—Esir otmdktan
korkuyorum.»
Dedim. Peygamber:
«gen asla esir
edilmezsin,» dedi.
Şpnfa H ü z e y f e . düşmana karşı gittiğini
anlattı.
El- Mikdam ib ri r' I-
E s v e d kimdir? :
Asıl babasının adı A m
r olduğu halde, E I - E s v e d 'e nispeT edHİr. Hadremutda dünyaya gelen
EN-Mik'dod gençliğinde yaptığı bir kavgadan dolayı Mekke'yekaçmış ve orada E I
-Esved ile söz-leşmişti. Sonra babası Amr'in muvafakati ile çocuğunu oğuf
edinmiş olduğundan E 1 - M i k d a d , babalığı olan E I-Esved 'e nispetle
şöh-ref bulmuştur, islâm'ı ilk kabul edenlerin dördüncüsüdür. Bedir savaşında
söVari olarak bulunmuş, ondan başka süvari bu savaşta görülmemiştir. İki
hicrette de bulunmuştur, yani hem Habeşistan'a, hem1 de Medine'ye hicret
edenlerdendir.
Abdullah ibni
Mes'ud 'dan rivayet edildiğine göre, ilk İslâm'ı açıklayan yedi kişiden
biri E I - M i k d a d ibni Esved dİr. At üzerinde ilk olarak savaşan
sahabîdir.
Uzun boylu ve göbeği
büyük olduğundan, Rum kölesi, karnını ameliyat etmekle fazla yağlan çıkarmak
ve kendisini hafifletmek dileği ile yaptığı ameliyat sonunda vefat etti.
Karnındaki ameliyat yerini bu kölenin dikmiş olduğu rivayet edilmektedir.
Başarılı bir ameliyat olamadığından vefat ettiği söylenir. Bu ölüm hadisesi
üzerine köle kaçmış ve kendini kurtarmıştır.
E I - M i k d a d
Hazret! Peygamber den hadîs-i şerifler rivayet etmiş, kendisinden de Hazreti
Ali, E n e s , Ubeydullah İbni Adiyy, Hümam ibni'l-Haris, Abdurrahman ibni E b
i Leylâ ve başkaları rivayet etmişlerdir. Hazreti O s m a n 'in hilâfeti
zamanında ve hicretin 33. yılında 70 yaşında olduğu halde Medine'de vefat
etmiştir. Allah ondan razı olsun.[175]
88— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Bir gün Peygamber
(Salhîlahü Aleyhi ve SeUem)'üı saadethanele-rine gittim. Yalnız ben, annem ve
teyzem Ümmü Haram bulunuyorduk. O esnada Hazreti Peygamber bize çıkageldi ve
bize»:
«— Size namaz
kıldırayım mı?» dedi.
O vakit farz namaz
vakti değildi, (Enes'den hâdiseyi
rivayet eden Sabit'e, dinleyicilerden biri sordu:
«— Peygamber, Enes'i
neresinde durdurdu?»
Sabit:
«— Peygamber onu,
sağında durdurdu,» dedi.) Sonra bize namaz kıldırdı. Sonunda bize — Ehl-i
Beyt'e^— dünya ve âhiret hayırlarının hepsi ile duâ etti. Annem şöyle dedi:
«— Ya Resûlallah! (Bu
oğlum Enes) Senin hizmetçiğindir. Allah'a bunun için dua et.»
Bunun üzerine
peygamber benim için her hayır .duayı yaptı..Duasının sonunda şunu demiş oldu:
— Allah'ım! Bunun
malını ve evlâdını çoğalt ve kendisine mal ve evlâdında bereket ver.»[176]
Bu hadîs-i şeriften
elde ediîen hükümler:
1— Farzın
dışındaki nafile namazların cemaatla kılınması hususunda fykahanın görüşleri
değişiktir. Çoğuna göre,
nafile namazları cemaatle kılmak mekruhtur. Ancak birbirini
çağırıp davet etmeksizin bir arada bulunmuş olanların cemaat olarak nafile
namaz kılmaları tecviz edilmiştir. İşte bu hadîs-i şerifte ifade edilen namaz
bu şekle girer ki, davet olmadığı itibarla nafilenin cemaatle kılınması
cevazına delil teşkil eder.
2— Cemaat
olarak bir erkek, yani Enes ve İki kadın : E n e s 'İn annesi ve teyzesi bulundukları
cihetle, bir erkek imamın sağında ve kadınlar arkada saf bağlarlar. İlci erkek
olsa imamın arkasında ve bu iki erkeğin arkasında da kadınlar saf bağlarlar.
3— Mal ve
evlâdda bereket olmak şartı ile bunların çok oluşu âhiret hayrına aykırı
düşmez. Çünkü yararlı mal ve yararlı çocuk, insanın âhireti için hayırlı olur.
İyi ve bereketli mal, Allah yolunda harcanır ve bunun sevabı âhirette mal
sahibine ait olur. İyi çocuk da böyledir. Çocuğun yapacak olduğu iyi amel ve
hareketlerden dolayı kazanılacak sevâb yine âhirette bu çocuğun babasına fayda
verir. O halde, hayırlı ye bereketli olmak şartı ile mümin kardeşler İçin bol
mal ve çok evlâd istemek sünneti şerife uygundur. .
(Enes ibnİ Malik'in
tercüme-i haline bak. Hadîs: 56)[177]
89— Enes
ibni Malik'den:
«— Bir kadın Aişe
(Rad'tyallahü anha) 'ya geldi. Âişe ona üç hurma verdi. Kadıncağız her (iki)
çocuğuna birer hurma verdi ve kendine de bir hurma alakoydu. İki çocuk
hurmaları yediler ve annelerine baktılar. Kadıncağız alakoyduğu hurmaya
dönerek onu böldü de her çocuğa yarım hurma verdi. Sonra Peygamber (SailallahüA
leyhi ve Sellem) gelince Âişe Peygambere (hâdiseyi) anlattı.» Peygamber şöyle
buyurdu:
— Bundan neden taaccüp
ediyorsun? O kadıncağızın, her iki çocuğuna ettiği iperhamet sebebiyle Allah
ona rahmet etmiştir.»[178]
Hadîs-i şerifin
delâlet ettiği manâlar:
1— ihtiyaç
içerisinde bulunan kimsenin dilenmesi caizdir. Çalışacak göçte olmayan veya
çalışma imkânı bulamayan muhtaçların dilenmesi yasak değildir. Fakat
İhtiyacını karşılayacak bir günlük nafakası bulunan ve çalınma imkânlarına
sahip olanların dilenmesi' hâramdm Her mökeHef içip, nafakayı temin için helâl
kazanç yollarına tevessül ederek çalışmak farzdır. Dinimiz, mazeretsiz olarak
başkalarına yük olmayı yasaklar.
2— Bu
hadîs-i şerîfin vürud şekli lâfzan değişik olup, Hazret! A İ ş e -hin evde
hurmadan başka verecek bir şey bulamadı^ ve bulduğunun hepsinifakir kadına
verdiği yolunda ifade edilir Burada Hazreti
Aişe'rtin cömertliğine ve tevekkülüne işaret vardır.
3— Karnı aç
olan bir annenin, iki çocuğuna birer
hurma verdikten sonra, kendisine ait diğer bir hurmayı da yemeyerek yine çocuklarına
bölüp vermesi, anne merhametinin ve çocuk sevgisinin açık bir örneğini teşkil
eder. İşte an nal erin çocuklara olan şefkat ve merhameti.böylece hu^Ms'uz
olduğundan anne hakkını korumak da çocuklar için,başta gelen bir vazife ve
sorumluluktur.
4— Az dahî
olsa, bîr miktar şeyin sadaka olarak Yerilmesinde cevaz olduğuna da işeret
vardır. Sadaka verenîn, az öisun- çok olsu)ı,imkânına göre vermesi uygun olur.
5— Ölünme
ve, gösteriş maksadı olmaksızın yapılan fyr iyiliği gnlaN manın cevazına da bu
hodîs-i ş«Fîf delâlet edör.[179]
90— Âişe
(Radiyallahü anha) 'dan rivayet
edildiğine, göre şöyle demiştir :
«— Bir A'rabî,
Peygamber (SalkülahüAleyhiveSellem)'e gelip dedi ki:
«— Çocuklarınızı öper
misiniz? Biz onları öpmeyiz.» Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve StUent) şöyle
buyurdu:
— Allah senin
kalbinden merhameti çıkarınca ben sana ne yapabilirim?»[180]
Hadîs-i şeriften alınacak
görev : Şefkat ve merhamet duyguları ile çocukları yanaklarından ve sqir
yerlerinden öpmek Müslümanlara gereken bir vazifedir ve sünnettir. Burada kız
ve erkek çocuk arasında fark yoktur. Ancak cinsî sapıklık dalayısı ile şehvet
duygularından,gelen sevme ve öpmeler haramdır.[181]
91— Rivayet
edildiğine göre, Ebû Hüreyre şöyle dedi:
«— Resûlüllah
(SallallafıÜ Aleyhi ve Sellem), Alî'nin oğlu Hasan'ı öptü, yanında da Temîm
kabilesinden Akra' îbni Habis oturuyordu.» Akra' dedi ki:
«— Benim on çocuğum
var, onlardan hiç birini öpmedim.» Resul üllajı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ona baktı, sonra şöyle dedi: «— Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.»[182]
Akra' zannetmiştir ki,
insanların öncüsü olan büyük şahsiyetler için, haya kaydına girmemekle beraber
bazı tabiî meyil ve arzularını İnsanlar içerisinde açığa vurmak iyi bir iş
değildir. A k r a in bu anlayışına karşı, bazı iyi ve hoş tabiî hasletlerin
insanlar arasında yerine getirilmesi, ayıplanır şey değildir. Yeter ki utanç
sebebi olacak bir iş olmasın, insanlar huzurunda çocukları öpmek, bu gibi hoş
olan tabiî meyillerdendir ve sevgi ile merhametin bir ifadesidir.
Akra' i b n i
Habis kimdir? :
Temim kabilesinin
ileri gelenlerinden otup, hem cahiliyet devrinde, hem de İslâm'ı kabulden sonra
sayılan ve sevilen kimse olmuştur. İslâm'ı kabulden önce «Mueflefe-i
Kulub'dendi = Kalpleri İslâm'a ısındırılmak İçin kendilerine yardım
edilenlerdendi.» Mekke'nin fethinden önce Temim kabilesinin bazı seçkinleri
İle bir heyet halinde Hazreti Peygambere gelmişlerdi. Bazı konuşmalardan
sonra, arkadaşlarının bir kısmı ile İslâm'ı kabul etmiş ve Mekke fethinde,
Huneyn ve Taif seferlerinde bulunmuştu. Hazretİ Halİd ibni Velîd'in maiyetinde
Irak ve An bar fetihlerinde bulunmuş ve daha sonra Hazretİ Osman devrinde baş
kumandan Abdullah ibni Amir tarafından bir ordu ile Horasan'a gönderilerek
Curcan'da şehid olmuştur. Allah ondan razı olsun.[183]
92— (28-s)
Rivayet edildiğine göre Velîd İbni Nümeyr, babasının şöyle dediğini işitmiştir:
«— (Bizden önceki
ashab) diyorlardı ki, olgunluk (salâh) Allah'dan-dır, edeb (terbiye) ise
babalardandır.»[184]
Insana fazilet
kazandıran her iyi alışkanlığa edeb denir. Ahlâkın iyi ve gözel taraflarını
alıp yaşamaktan ibarettir. Edeb bir de şöyle tarif edilir : İnsanı
ayıplamaktan koruyan melekeye edeb denir. Çoğulu «âdab» kelimesktir,k\,,
çeşitli çteyimlerde kuHaailır. ,Derejn âdabı, Şakimin gi^h.. fiir kimseyi
te'dib etmek,,ona edebi öğretmek demektir. Jçte-çocuklara: birinci derecede
edeb öğreticisi babqlardır. Bpt&n iyi -hal-Ve hareketleri babaların
çocuklara öğretmeleri gerektiğine ve bir vazifeleri olduğuna metindeki bu kısa
ifade befiğ şekilde işaret etmektedir.
Diğer taraftan Cenab-ı
Hak insanları ayrı ayrı güç ve kabiliyette, akıl v© İdrakleri birbirinden:farldı
olarak yaratmış olduğu cihetle, esasa taallûk eden ana hasletler, A|lah
fâdlâ'nın lütfü ve ihsanı olarak kabul "ediliV. Bû\ tün isieVİr-hayır ve
şef. yaratan Âilah'dir. Fal<at İnsahfdfın iradesi ile mey-dqna^4İ6n
işlerde'Icuıuh kesbi bulunduğundan sorumludur. Kulun iradesi dışıncfa yaratılan
işlerde, İculun bîr aahlİ. bulunmadığından;' buhjârdan kul sorumlu değildir. Bu
bbkıhıdan kulun iradesi dışında Aftaffın kullara ihsan buyurduğu ak'ıl've İdrak
gibi salâhı ^gerektiren yarlıklar 'doğrudan doğruya Allah'dahdir1 denir.[185]
93— Nu'man
îbni Beşir, ravi Â'mir'e anlattığına göre:
— Babası (Beşir),
keüdisini yüklenerek Resûlallahl (Saîlallahü Aleyhi ve Seltem) 'e götürüp dedi
ki:. «Ya Resûlallah!. Ben seni şahit tutuyorum, (oğlum) Nu'öıan'a şunuve şunu
bağışladım.»
Peygamber şöyle
buyurdu:
«— Her çocuğuna
bağışladın mı?»
Babam:
«— ,EEayir!» dedi.
Peygamber:
«— Çocuklarının
hepsinin iyilikte müsavi olmaları seni sevindirmez mi? »
Babam:
takdirde (bu ayırmayı) yapma!* buyurdu.
EbÛ Abdullaü Eİ^Buhart
dedi İd
«peygamber
-(Salkıİkthü'Aleyktve Seltemj'in :
«—O faalde benden
başkasını şbhit tut!» diye buyurduğu şahadet sözü, bir ruhsat değildir. (Yani
başkasının şahitliği ile çocukların acarında bu adaletsizliği yapabilirsin, manasını
taşımaz.)[186]
İslâm dinî, meşru
kazanç yollarına tevessül ederek mal kazanmayı ve mülk edinmeyi mubah
kılmıştır. Geçimi t^nÛP ed£CeK kgdpr. kozçinç edinmek her mv^ell^fç,farzdır.
Ancak ka^nlarm -geçim masrafları ve( bakımı; - varsa- koça1awno,vyoksa
velilerine .düşer, ihtiyaçtan fcızUı ka^drimak'mu-bah ise de, (?u fazla-
kaEanç;a^örlendirilmediği takdirde,4p5Ofla seVâb kazandırmaz. Kazanılan ve
ihtiyaçtan fazla olan mallar, Allah yölunda/hayır ve hasenatta,,4»nin
yükselmesi ve korunması uğruna harcandığı takdirde ve buniyeije çalışıldığı
müddet sevab elde edilir, Ahiret için ebedî kazanç olur. insanın yaratılış
hikmeti Allah'a kulluk etmek olduğuna göre, Allanan dinine mal ve canla yardım
etmek, q&4. .kulluk olur ve. böylece kulluk, va-. zİfesi yerine getirilmiş
olur. Bu gayenin dışındaki çalışmalar ve elde edilen servetler boşuna olur ve
belki de büyük azab vesilesi olur.
İnsan hayatta
bulupa'uğu sürece malrnıp jnutaySafrıfıdır, onu istediği şekilde kullanır ve
harcar. Yalnız ha?dm* ve isrbf yoIîaâjSda harcaması yasak olduğundan gürtâhtır.
Bu hadîi-i ş'erîfteri de anlıyoruz l<i bir kimse çocuklarından birine
frîalmın bir^ısriııni bağışlayıp/ dfğerlenhf'mahrum etmesi bir adaletsizlik
olacağından, uygun bir iş değildir. Çocukları tjirbiring>n ayırt etmeksizin
mütavî tutmak ve birine yapılan bağıjırraynmı diğerlerine de yapmak gerekir.
Hayatta yapılacak bağışlarda, erkek ile kıan arasını ayırmamak, hisşe)erinte^if
tutmalç:en doğru göfüşturrÂjiin^arin b.iriisıb, mirösta.erkeğe iki ktz hissesi
verildiği, gibi, hayattaki bağalarda da aynı ölçülü tutmak gerekHğin] ileri
^ürmS$Wse de, hggş-İ ^e.rîfin umumî de-Idtetî buna uyğ'ûfi-değildir.......
İnsanın ölümü ile
bütün tasarruf hakları kalkarak varislerine 0?Çer' Varisfer,.de Kur'ân-j
Kerîm'de Cenab-ı Hakkın tayin ve takdjr buyurduğu öl'çı/lereı Ööre:ıhakldbn,ı.
alırlar! Burada herkesinJhıssesi ne İse ons kavuşur. Kiz ve efkeİc'jîvlâcf
arpsYhdd.'eşitJİk düşur)ü!mez.
Bir kimse, hayatta
İken malının tamamını bir çocuğuna bağıslasa, hüküm bakımından geçerli olursa
da, bu kimse günâh istemiş olur. Çünkü bunda diğer varislerin mahrum olmalarını
kast etmiştir. Fakat birbirinden farklı olarak evlâdlarına bağışta bulunmuş
olursa, bu haram değilse de mekruhtur. Hoş olmayan şeydir, yapılmamalıdır.
Böyle yapılan bağış yine geçerli olur. Ancak sahih bazt sebepler dolayısı ile
bağışlarda fark yapılabilir.
Beşir ibni
Sa'd El-Hazr e c î kimdir? :
Ashab-ı kiramdan ve
Ensar'dan olan Beşir oğlu Numan'a izafe edilerek EbuNuman diye künyelenmiştİr.
İkinci Akabe biati nda bulunduğu gibi. Bedir, Uhud ve diğer savaşlara iştirak
etmiştir. Carı iliyet devrinde Afapça yazmayı biliyordu. Hazreti Peygamber
cihad için gönderdiği bazı birliklere onu komutan yapmış ve Medine'de ona bir
müddet görev vermişti. Ensardan Hazreti Ebu Bekİre ilk biat eden Beşir
olmuştu.
Hazreti Ebu B e k i r
'in hilâfeti zamanında baş komutan H a I i d ibni Velîd'in maiyetinde
savaşırken hicretin 13. yılında şehid edildi. Oğlu Numan ve Cabİr ibni
Abdurrahman kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Allah ondan razı olsun.[187]
94— (29-s)
ibni Ömer'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«— Allah Teâlâ,
Kur'ân-ı Kerîm'de o salih kimselere "Ebrâr" ismini vermiştir; çünkü
onlar, hem babalara» hem de çocuklara iyilik etmişlerdir. Senin babanın,
üzerinde hakkı olduğu gibi, yine çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.»[188]
El-Birru ( V )
mastarından türeyen Ebrar kelimesi, ismi foil oton Berr kelimesinin çoğuludur.
Mastar manâsı iyilik ve ihsan etmek, İtaat etmek, sadakat göstermek manâlarına
gelir. İsmi fail manâsı, iyilik ve ihsan eden sdlih kimse ve çoğul olduğu
takdirde kimseler demektir. Aria-babayâ itaat edenler, onlara iyilik ve
ihsanda bulunanlar demek olduğundan bunlara «Ebrâr» ismi verilmiş oluyor.
Çocukları korumak,
onlara iyilik etmek, din terbiyesi vermek, ve geçimlerini sağlamak ve onları
yetiştirmek, aynı şekilde bir vazife olduğundan bu hizmetlerde bulunanlar da
«Ebrâr» sınıfına giriyor.[189]
95— Ebû Saîd (RadlyaUahu anh) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ye Seîlemyden rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«— Merhamet etmiyene,
merhamet olunmaz.»[190]
Vacrb Tealâ
Hazretlerinin rahmeti dünyada mümin olsun, kâfir olsun bütün İrîsanlraı hattâ
bütün canlıları kaplamıştır. Hayatın devamı da ancak bu geniş ve sonsuz rahmeti
sayesindedir. O halde merhamet etmeyene, Allah merhamet etmez demek, insanlara
ve hayvanlara acımayarak iyilik ve İhsanda bulunmayana, Allah tarafından sevâb
verilmez demektir. İyiliğin karşılığı ve mükâfatı ancak iyiliktir. Yahut iman
rahmetine kavuşmayan, dünyada iman üzere yaşamayan kimse, âhtrette Allah Tealâ
mn bağışlamasına ve merhametine nail olamaz.
Hangİ manâ alınırsa
alınsın, bu hadîs-i şerifte insanları merhametli olmaya teşvik vardır. Burada
merhamet umumî bir manâ taşıdığından, mümin okun/kâfir olsun insanlara ve
hayvanlara merhamet edilmesine delâlet eder. Fflkaf dinin korunmasj ve
yücelmesi için hakkı gerçekleştirmek yolunda karşı çıkacak din düşmanlarına
gayet sert ve haşin davranmak da bir vazifedir. Allah için bu bir merhamet
olur. Hak yolunda olan çetin mücadele ve gayretler ibadet olduğundan Allah'ın
sevâb ve mükâfatına kavuşulur.[191]
96— Cerir
ibni AbduUaVdan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«— Resûlüllah
(Saltalİahû Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
«— Allah merhamet
etmez, insanlara merhamet etmiyene.»[192]
BüJıodîs-İ şerîfin
..lâfzı, bir önceki" hadıs-i 'şerîfin lâfzından farlclı tse de aynı manâyı
taşımaktadır. Müslüman olmayanlara merhamet, onların hak-lawnı çiğnememek,
dinin kendilerine tanıdığı hakları vermek ve onlara zulüm etmemekle olur.
Yoksa onlara sevgi beslemek ve kendilerini dost edinmek dernek değildir.
Cerîr ibni
Abdullah kimdir? :
Ashab-ı kiramın
meşhurlarından ve Becîle kabilesinin başlarından olan Cerîr (R.A.)'in künyesi E
b û A m r 'dır. Rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamberin hicretinden kırk
gün önce İslâm'ı kabul etmiştir. Pey-gamberin huzuruna varıp Müslüman olunca,
Hazreti Peygamber hırkasını ona hediye etmiş ve:' bıuyurmustur.
, C er i r (R.A.J gayet güzel bir kimse idi.
Hazreti Ömer (R.A.) onun hakkında :
«— O, bü ümmetin Yûsuf
ud ur.»
Demiştir. Hazreti Ömer
(R.A.), Irak savaşlarının hepsinde onu, Berile kabilesinin başına geçirmiş ve
bu kabile co!< büyük yararlıklar göstermiştir. Bunların bilhassa Ka d is
iye muharebesinde üstün başarıları olmuştur. Sonra Kûfe'de ikâmet etti. Bİr
aralık Hazreti A I İ (R.A.), onu elçi olarak Hazreti M u a v i y e (R.A.)'ye
gönderdi. Sonra her iki taifeden ayrılarak ölünceye kadar Karkısıyye (Arabistan)
de Fırat nehri sahilinde bulunan ve halen harabe halinde olan kasabada ikâmet
etti. Küfeden ayrılıp Karkısıyye'ye geçmesine sebep insanların fitnesi
olmuştur. Bu hususta şöyle demiştir:
«Hazreti Osman'a
sövülen bîr beldede oturmam.»
Ehl-İ beyte yakınlığı
ve hizmeti bakımından ehl-i beyt'den sayılır. Hz. A I i (R.A.) Peygamber
Efendimizden şöyle rivayet etmiştir: «Cerîr bizden, Ehl-i Beyt'dendir.»
C e r î r (R.A.) der ki:
«— İslâm'ı kabulümden
itibaren Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se.lem) beni her görünce tebessüm
eîmiş ve beni hiç bîr şeyden engellememiştir.»
Enes ibni
Malik şöyle demiştir:
«— Cerîr benden büyük
olduğu halde, bana hizmet ederdi.»
Cerîr 'den birkaç
hadîs-i şerîf r'rvâyet edilmiştir. Hicri 51 yılında Karkısıyye de vefat etti.
Allah ondan razı olsun.[193]
97— Cerîr
îbni Abdullah'dan, Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Se'.tem) şöyle dedi:
«— İnsanlara merhamet
etmiyene, Allah merhamet etmez.» Önceki hadîs-i şerîfe bakınız.[194]
98— Âişe
(RadiyallahÜ atıha) şöyle anlatmıştır :
«— Bedevilerden birkaç
kişi Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e geldi. İçlerinden bir adam:
Bunun üzerine Allah'ın
Resulü (Saîlalîahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu :
«— Ey Allah'ın Resulü!
Çocukları öper misiniz? Vallahi biz onları öpmeyiz,» dedi.
«— Aziz ve Yüce olan
Allah senin kalbinden merhameti çıkarınca, ben sana ne yapabilirim?»[195]
Bu hadîs-i serîf, aynı
lâfızla 90. sayıda geçti. Oraya bakılsın. Müsnedi Ahmed : 7121, 7287, 7636.[196]
99— (30-s)
Rivayet edildiğine göre Hazreti Ömer
(Radiyailahu anh) bir adamı memuriyette çalıştırdı. Memur dedi ki:
«— Benim evlâddan şu
ve şunlar var. Onlardan hiç birini Öpmedim.» Ömer (şöyle söyledi veya) dedi:
«— Aziz ve Yüce olan
Allah, kullarından ancak insanların hakkını en ziyade yerine getirene merhamet
eder.»[197]
Çocukları sevmek ve
onları öpmek şefkat ve merhamet sebebi olduğundan, bu merhamet karşılığında
Allah Teâlâ da sevab ikram eder. Onları sevmek ve onlara şefkat göstermek,
insanlara ödenmesi gerekli bir haktır, yerine getirilmesi İcab eder.[198]
100— Ebû
Hüreyre dedi ki:
«—Resûlüllah (9allallahü Aleyhi ve Sellemyin göyle
dediğini işittim»:
«— Aziz ve Yüce olan Allah merhameti yüz parça
etti de doksan dokuzunu kendine alıkoydu ve yeryüzüne bir tek parça İndirdi.
Bu bir parçadan yaratıklar birbirleriyle merhametleşirler, hatta at, yavrusuna
isabet etmek korkusundan ayağını yavrusundan kaldırır, onu korur.»[199]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşılan hükümler:
1— Allah
Tealâ hazretlerinin merhameti, sonsuz denecek kadar geniştir ve boldur.
2— İnsanların
tabiatinde ve bünyesinde merhamet duygusu vardır ve yaratılış mayasında
mevcuttur. Aynı zamanda bu merhamet çeşitli tesirlerin altında yok
edilmemelidir, fiilî olarak yaratıklar üzerinde varlığını göstermesi için
İnsanların daima bu iyi duygularını çalıştırmaları istenmektedir.
3— Akıl ve
muhakeme nimetinden mahrum
olan hayvanlarda bile merhamet hasleti vardır. Hayvanların
kendi yavrularını nasıl korudukları ve onları nefislerine tercih ederek nasıl
besledikleri görülen ve bilinen gerçeklerdendir. Cenab-ı Hak hayvanlarda da
merhamet hasletini yaratmıştır.
Merhameti çok bol ve
geniş olan Allah'ın bu güzel Rahîm ve Rahman sıfatlarından feyiz alarak
merhametli olmaya çalışmak insanlığa düşen bir vazifedir.[200]
101— Hazreti
Alşe (Radiyallahü anha), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyûen anlattığına
göre, Peygamber şöyle dedi:
«— Cibril (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), devamlı olarak bana komşuyu tavsiye ediyordu, hatta
zannettim ki, Cilbrîl komşuyu (komşuya) \-aris kılacak.»[201]
Komşuyu gözetmek ve
onu korumak, imanın kemalindendir. Komşuya vasiyyet demek, ona güç mİktarınca
iyilik etmek, hediye vermek, güler yüz göstermek, selâm vermek, halini sorup
araştırmak, muhtaç olduğu şeylerde ona yardımcı olmak ve ona eziyet verecek
maddî ve manevî işlerden sakınmak demektir. Komşu hakkını gözetlemek üzerinde
Cibril o kadar önemle durdu ki, Peygamber Efendimiz, komşunun aynen yakın
akrabalar gibi, insana malında ortak olacakları zannında bulunmuşlardır. Komşu
kim olursa olsun ve hangi halde bulunursa bulunsun, ona takat miktarı iyilik
ve ihsan etmek lâzımdır.[202]
102— Ebû
Şureyh El-Huza'î, Peygamber (Saİîallahü Aleyhi ve Seilem) den rivayet ettiğine
göre, Peygamber şöyle dedi:
«— Allah'a ve âhiret
gününe iman eden kimse, komşusuna iyilik etsin. Allah'a ve âhiret gününe iman
eden kimse, misafirine ikram etsin. Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse,
hayır söylesin yahut sussun.»[203]
Komşuya iyilik etmek,
misafire ikramda bulunmak ve hayırlı söz söylemek önemli isler olduğundan, bu
işlere Müslümanları teşvik için Peygamber Efendimiz :
«— Allah'a ve âhiret
gününe îman eden.»
Bu güzel şeyleri
yapsın dîye buyurmuştur. Ayrıca âhiret gününe îmanla tahsis buyurmaları şu
hikmete bağlıdır: Sevâb ve azabın hepsi âhiret gününe îman etmeğe bağlıdır.
Ahirete îman etmeyen kimse, fenalıktan çekinmez ve hayırlı iş arkasında
koşmaz. Ahirete îmanın tekrarlanması ela, her hasletin şanına itina göstermek
içindir.
Bazı âlimler, komşuya
ihsan etmeyi, ona yardım etmek, ödünç vermek, hastalığına gitmek, taziye etmek,
tebrik etmek, cenazesini takip etmek, ev inşaatını komşu inşaatından yüksek
yapmamak (ışığını ve rüzgârını kesmemek) şeklinde tefsir etmişlerdir.
Misafire ikram etmek,
insan kendi ailesine ettiği ikram ve harcamadan, fazla olarak ona ziyafet
etmesidir. Misafirin birinci gününde farklı olarak ziyade ilgi gösterilir, ona
lütufta bulunulur. İkinci ve üçüncü günlerde hazır bulunan peylerden mutad
harcamalarından ihsan edilir, üç günden fazlası sadaka mahiyetinde olur. İster
barındırır sevabını alır, ister gönül hoşluğu ile işine ve yerine gönderir. Bİr
günlük gidiş masrafını da vermek iyi olur. Bu mevzuda daha geniş hadîs-i şerîf
741 numarada gelecektir.
İnsan, konuşma ve söz
söyleme kabiliyeti ile diğer yaratıklara üstün kılınmıştır. Aklı ile düşündüğü
şeyleri konuşmakla ifade eder, din hükümlerini başkasından işitir ve anlatır.
Kelâmsız din ve diyanet olmaz. Kelâm iyi ve kötü sözlere tercüman olduğundan,
taşıdığı önem çok büyüktür. Onun bu kıymetini zayi etmemek gerekir. İmamı
Şafiî şöyle der:
«— Bir kimse söz
söyleyeceği zaman, Önce ne söyleyeceğini düşünsün. Eğer bir fayda görüyorsa
konuşsun, değilse konuşmasın.»
Söz söylemenin bir
takım şartlan vardır ki, onlara riayet etmeyen kayar, döşer:
1— Söz, bir
ihtiyaç karşılığında söylenmelidir. Ya bir fayda kazanmak içîn, ya da bir
fenalığı kaldırmak İçin olmalıdır. Çünkü sebepsiz konuşmak hezeyandır. Çok
konuşanlar vardır ki, cehaletleri konuşmalarından açığa çıkar.
2— Sözö
yerinde ve zamanında söylemelidir. Çünkü zamanında söylenmeyen sözden
faydalanılmaz.
3— İhtiyaç
miktannca söz söylemelidir. Çünkü ihtiyaçtan az olursa, maksadı karşılamaz.
İhtiyaçtan çok olursa, boşuna kelâm olur.
4— Söylenen
söz, açık ve özlü olmalı, çirkin ifade olmamalıdır. Manâ karıştırılmamalıdır.
İşte bir ihtiyacı
görmek veya bir zararı kaldırmak maksadı olmaksızın konuşmaktansa, susmak daha
hayırlıdır. Çünkü İnsanın çektiği zararların başında boş yere konuşmaları
gelmektedir. Bu zararlardan kurtulmanın çaresi de susmaktadır.
E b u Şureyh
El-Huzaî kimdir? :
İsmi Huveylid ibni Amr
'dır. Medine'nin akıllı zatlarından biri olup, Mekke'nin fethinden önce
Müslüman olmuştur. Mekke'nin fethi «sırasında Huza'a kabilesine ait sancağı
taşımıştır.
Yezîd tarafından
Medine emirliğine tayin edilen Amr İbni Sa'îd El-Eşdak, Mekke'ye göndermek üzre
bir ordu hazırladığı zaman bu emİre şu sözü meşhurdur:
«— Ey Emîr! Bana İzin
ver, sana bir hadîs anlatayım.» Sonra şu hadîs-i şerîfİ rivayet etmiştir: «—
Mekke'de kan akıtmak hiç kimseye helâl olmaz.» Hazreti Peygamber'den hadîs-İ
şerîfler naklettiği gibi, ibni M e s '-u d 'dan da rivayet etmiştir. Çok
kimseler de kendisinden rivayet etmişlerdir. Hicrî 68 yılında Medine'de vefat
etti. Allah ondan razı olsun.[204]
103— Mikdad
Îbni'l-Esved'den işitildiğine göre şöyle demiştir:
«— Resûlüllah
(SallallahüAîeyhiveSe!lem)s ashabına zinadan sordu.» Ashab:
«— Haramdır, Allah ve
onun peygamberi onu haram kılmıştır,» dediler.
Peygamber şöyle
buyurdu:
«— İnsanın, on
kadınla.zina etmesi, komşusunun karısı ile zina etmesinden, üzerine daha hafif
günâhtır.»
Yine ashaba
hırsızlıktan sordular. Ashab:
«— Haramdır, onu Azîz
ve Yüce olan Allah ile onun peygamberi haram kılmıştır,» dediler.
Bunun üzerine
Peygamber şöyle buyurdu :
«— On ev halkından
çalması da, komşusunun evinden çalmasından, üzerine daha hafif günahtır.»[205]
Zina, bir kimsenin
nikâhı veya mülkiyeti altında bulunmayan yabancı bir kadınla cinsî münasebette
bulunması demektrr. Zina bütün semavî dînlerde haram kılınmış olan bîr
günâhtır. Büyük günâhlardandır ve kesin deHllerle haram olduğundan onu helâl
benimsemek küfür olur. Fakat bu büyük günâh, komşunun karısı İle İrtikâp
edildiği zaman çok daha çirkin ve daka taşkın bir cürüm olur. Çünkü komşunun
komşuya emniyet ve güveni olur. Komşu hakkını gözetmek gerekirken ona ihanet
etmek cürümlerin en büyöğö olur. Nitekim bir kNnsenirr himayeci altında
bulunanlara yapılacak tecavüzler de böyledir. Günâhın şeklini değiştirir, daha
fahiş bir hale sokar.
Zinanın sübutu ve
.cezası hakkında tafsilât için «Hukuki Isla m iye Kamusu» adlı kitabın
(3/197-223) sayfasına bakılsın.
Htfsızlık da Karam
olan günâhlardandır. Yine komşu hakkına yapılacak tecavüz, uzak kimselerin
malına yapılacak tecavüzden daha kötü ve çirkindir. Bu demek değildir ^i, komşu
rçıalından çalınmasın da, komşu olmayanlardan çalınsın. Burada komşu haklarına
son derece riayet etmenin lüzumuna işaret vardır. Hırsızlık için yine ayni
kitabın' (3/260-286) sayfasına bakılsın.
Muhafazalı bir yerden başkasına ait kıymet İfade eden bir malı gizlice
almaya hırsızltk denir.[206]
104— îbni
Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi: — Reoûlüllah (Saltallahü Aleyhi
ve Sellem):
«— Cibril, bana
komşuyu tavsiye edip duruyordu. Öyle ki, onu mirasçı kılacak zannettim.» diye
buyurdu.[207]
Aynı lâfızla bu
hadîs-İ şerîf Hazreti A i ş e
(Radiyallahü anha) tarafından 101 numarada rivayet edilmiştir.[208]
105— Abdullah
İbni Amr (Radiyallahuanh)'dan rivayet edildiğine göre :
«Kendisi için bir
koyun kesildi de kölesine şöyle der oldu»: «— Yahudi komşumuza hediye verdin
mi? Yahudi komşumuza hediye verdin mi?»
Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem)'m şöyle dediğini işittim:
«— Cibril, komşuyu
tavsiye edip durdu. Öyle ki, onu mirasçı kılacağını zannettim.»[209]
Dîn ayırt etmeksizin,
milliyete bakılmaksızın hangi komşu olursa olsun ona önce ikramda bulunmak
gerektiğine bu hadîs-i şerif delâlet etmektedir. Fakır olan komşulara sadaka
vermek de yine böyledir. Hiç bir tefrik yapılmaz. Yalnız zekât Müslüman
fakirlere verilmesi gereken malî bir ibadettir. Zekât, Müslüman olmayanlara
verilmez. Kurban eti de sadaka veya hediye yerine geçeceği itibarla Müslüman
olmayan fakir ve zenginlere verilebilir. Adak mahiyetinde olan kurbanların eti
ise, yalnız fakirlere verilir.[210]
106— Hazreti
Âişe {Radiyaüahü arihd) 'dan şöyle dediği işitilmiştir:
— Resûlüllah
(Sallallahû Aleyhi ve Sellem)'m şöyle dediğini duydum:
«— Cibril, bana
komşuyu tavsiye edip durdu. Öyle ki, onu mirasçı kılacak zannettim.»[211]
101 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.[212]
107— Hazreti Âige'den (Radiyaüahü anha) rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir :
«— ya Resûlallah,
dedim. Benim iki komşum var. Bunlardan hangisine hediye edeyim?»
«— Sana kapısı en
yakın olana.» buyurdular.[213]
Bütün komşulara vermek
îmkânt olmadığı zaman, bunlar arasında en yakın kapı komşuyu seçmek gerektiğine
delâlet vardır. Daha fazla kimselere vermek gerektiği zaman, yine yakınlık
sırası gözetilerek vermelidir. En yakın komşu, en çok hak sahibi olandır. Çünkü
yakın olan, komşusu evine giren şeyi daha fazla görür ve onu arzulayabilir. Bİr
de yakın komşu, yardıma İlk koşandır, öncelik hakkı var.[214]
108— Âişe
(Radiyallahü anha) 'dan, şöyle demiştir: «— Dedim ki, ya Resûlallah! Benim iki
komşum var. Bunlardan hangisine hediye edeyim?»
«— Sana kapısı en
yakın olana.» buyurdu.[215]
107 sayılı hadîs-i
şerife bakınız.[216]
109— (31-s)
Rivayet edildiğine göre, Hasan B a s r î 'ye komşuluğun hududundan sorulmuş. O
da:
«— Ön tarafından kırk
ev, arka tarafından kırk ev, sağ tarafından kırk ev ve sol tarafından kırk
evdir.» dedi.[217]
Komşu itibarı, her
cihetten kırk eve kadardır. Bundan daha uzakta olanlar komşu sayılmazlar.
Herkesin iktidarına göre, yakınlık dereceleri göze^-tilerek, komşu hakkını
yerine getirmeye çalışmak İslâm edebinin güzel bir halidir. Bazı mühim sebepler
dolayısı ile, uzak komşuları yakın özerine tercih etmekte bir beis yoktur.[218]
110— (32-s) Ebû Hüreyre 'nin şöyle dediği işitilmiştir :
«— Yakın komşudan
Önce, daha uzak komşusu ile (insan vermeğe) bağlamamalıdır. Lâkin uzaktan önce,
yakından başlamalıdır.»[219]
Komşulukta sırayı
takip etmek, her ne kadar vacib derecesinde bir iş değilse de evlâ yerindedir.
Mevcut beyan, daha münasip ve İyi olan işi göstermek içindir.[220]
111— İbni Ömer 'den
(Radtyalîahu anh) :
«— Gerçekten üzerimize
bir zaman —yahut bir vakit— geldi ki, hiç kimseye altını ve gümüşü, rnüslüman
kardeşinden daha sevgili olmadı. Şimdiki halde ise, altın ve gümüş her birimize
müslüman kardeşinden daha sevgilidir. Peygamber (Saltaltahü Aleyhi ve Se/tem/in
şöyle dediğini işittim:
«— Kıyamet günü
komşusunu yakalayan nice komşu vardır ki, şöyle der: Ya Rab! Bu, yüzüme
kapısını kapatarak, iyiliğini esirgemiştir.»[221]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşıldığı üzere, ashab devrinde Müslümanların birbirlerine olan sevgi ve
bağlılığı, altın ve gümüşe olan muhabbetlerinden daha fazla İdi. Birlik ve
beraberliği temin eden bu Allah için sevgi sayesindedir ki, çok büyük
kuvvetlere ve topluluklara karşı zafer kazanmışlar ve hak dini koruyup her
tarafa yaymışlardır. Onların bu yaşayış ve çalışmalarını örnek edİnmedİkçe,
İslâm dinine hizmet diye bir şey düşünülemez.
Bir de yardıma muhtaç
olan komşuya, elden gelen yardım ve İyiliği esirgemek ve ona kapıyı kapamak,,
kıyamehgünü komşunun şikâyetine sebep olacaktır. Bir kimsenin Allah Tealâ ya
şikâyet edilmesi de ne kadar ağır bir durumdur? Buna sebebiyet vermemelidir.[222]
112— İbni
Abbas'dan (Radiyaîtahu anhj işitildiğine göre, tbni Zübeyre haber vererek şöyle
demiştir:
Peygamber (Salîal'.ahü
Aleyhi ve Se'.lemVm şöyle dediğini duydum:
— Komşusu aç olup da
karnını doyuran kimse, mümin değildir.»[223]
Bir kimse, komşusunun
muziar halini bildiği halde ona yedirmeksizin, sırf kendi karnını doyurursa
günahkâr olacağı muhakkaktır. Ancak hadîs-i şerifte mümin değildir, diye
buyurulması, böyle hareket edenlerin kâmil ve olgun bîr Müslüman olmadıkları ve
gerçek müminlerin bunu irtikap etmiye-cekleri hakikatini beyandır ve Müslümanları
böyle hareket etmemeye bir teşviktir.[224]
113— Ebû
Zer'den (Radiyallahu anh):
«— Dostum (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bana üç şeyi tavsiye etti:
1— Civar
azalan (organları) kesilmiş bir köle dahi olsa (başındaki müslüman idareciye)
itaat edip, onu dinle.
2— Et
pişirdiğin zaman suyunu çoğalt, sonra komşularından ev sahiplerine bak da,
onlara iyilik olarak kadar (bir miktar) ver.
3— Namazı
vaktinde kıl. (Sen namazı kıldıktan sonra) imamı namazı kılmış bulursan, zaten
sen farz namazını kılmış bulunursun. İmam kılmamış ise (ona uyarsın da, ikinci
defa kıldığın) bu namaz nafile olur.»[225]
1— Pişirilen
yemekten komşuya İkram etmekle ilgili olan bu hadîs-i şerifin manâsına uygun
hadîs-i şerifler geçti. Mümkün olduğu kadar örfe göre yakın komşuları nazar-ı
itibara alarak, onlara pişirilen yemekten vermek bir sünnettir. İslâm'da her
ne kadar bütün müminler kardeş ise de hepsine ikramda bulunmak mümkün değildir.
Ancak komşuluk hakkının başka bir meziyeti de var. Burada müslİm/ gayri müsfim
ayırt edilmez. Yakınlık ve ihtiyaç derecesine göre ihsana mazhar kılınır.
2— Kulağı ve
burnu, kolu ve ayağı kesilmiş bir köle dahi olsa, Müslümanların başına geçen
bir Müslüman idareciye itaat etmek ve dine aykırı olmayan emirlerini dinlemek
gerektiğini Peygamber Efendimiz tavsiye buyurdukları cihetle, idareciye
itaatin ne kadar önem taşıdığı anlaşılmış oluyor.
3— Namazları
kerahet vakti girmeden müstahab yakıtlarında kılmanın fazileti büyüktür.
Evinde durum icabı farz namazını kılmış olan kimse, mescide gidip de imamı
namaz kılmamış bulursa, onunla tekrar aynı namazı kılmalıdır. Bu ikinci defa
kıldığı namaz nafile namaz olur ve bundan fazilet kazanılmış olur. İmam namazı
kılmış ise, bu takdirde bir şey yapmaya lüzum kalmamıştır. Zaten vakit namazı
evde kılınmıştır.
Beş vaktin da ikinci
defa olarak imama uyarak cemaatla kılınıp kılınamayacağı hususunda mezhep
İmamlarının ayr: ayrı görüşleri vardır.
Şafiî'ye göre beş
vakit namazın da tekrarlanması caizdir. Yani tek başına evinde farz
namazlardan herhangi birini kılmış olan kimse, aynı namazı nafile olarak imama
uymak sureti İle kılabilir.
Hanefî mezhebine göre,
ancak öğle ve yatsı namazları İade edilir, İkinci defa nafile yerine geçmek
üzere kılınır. Çünkü ilk olarak tek başına kılınan namazla farz borcu edâ
edilmiştir. Sonra cemaatla kılınan namaz da nafile yerine geçmiş olur.
E b u Zer
kimdir? :
Ebu Zer El-Ğifarî ilk
Müslüman olan ashabdandır. Ismİ Cündüb İbni Cünade 'dir. Dördüncü veya beşinci
olarak Mekke'de İslâm'ı kabui ettiği söylenir.
Hazreti A I i 'nin
delâleti İle Peygamber (Aleyhissalâtü vesselam)'\n huzuruna varıp Müslüman
oldu, şehadet kelimesini getirdi. Kendisi hadiseyi şöyle anlatır:
— Şehadet kelimesini
getirdikten scnra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana dedi ki:
— Şimdi kavmin Ğıfar'a
dön ve onlara durumu bildir, fakat Mekke halkından İslâm'ı kabul ettiğini
gizle. Zira onların sana bir fenalık yapmasından korkarım.»
Ben dedim ki :
«— Nefsim kudret
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Mekke halkının ortasında olanca sesimle
İslâm'ı kabul ettiğimi açıklayacağım, Lâ ilahe İllallah Muhammedün Resûlüllah
diyeceğim.»
Sonra huzurdan çıkıp
Mescide gitti ve en yüksek sesi ile :
« EŞHEDU EN LÂ İLAHE
İLLALLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDEN RESÛLÜLLAH!»
Diye bağırdı.
Oradakiler üzerine çullandılar ve kendisini yere yatırıp doğ meye başladılar.
Haz r eti Abbas yetişerek üzerine kapandı ve oradakilere :
«— Siz bilmiyor
musunuz, bu adam Ğifar kabilesindendir. Sizin Şam'a giden ticaret yolunuz
üzerinde bulunuyorlar.»
Böylece
mütecavizlerden onu kurtardı. Sonra ertesi gün aynı hareketi yaptı. Yine
Mekkeliler onu yakalayıp düğerlerken Hazreti Abbas yetişti ve onu ikinci defa
kurtardı. Sonra kavmine döndü. İlk İslâm'ı kabul edişi böyle oldu, E b u Zer
den daha doğru sözlü kimse olmadığını Hazreti Peygamber haber vermiştir. İlim,
zühd ve takva bakımından emsali yoktu. Uzun boylu, esmer renkli ve nahif
vücutlu idi.
Müslüman olduktan
sonra kavmine döndüğünden Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında bulunamamıştı.
Sonra Medine'ye varıp Resûlüllah'dan ayrılmadı. Hz. E b u B e k i r 'in
vefatından sonra Şam'a gİttî ve Hz. O s m a n 'in hilâfet zamanına kadar orada
kaldı. Daha sonra Hz. Osman tarafından Rebeze'de ikâmet ettirilmiş ve orada
hicretin 32. yılında gayet fakir bir halde vefat etmiştir. Tesadüfen
arkadaşları ile buradan geçmekte olan Abdullah İbnİ Mes'ud tarafından teçhiz ve
tekfin edilerek namazı kılındı. Ailesi Medine'ye gönderildi. Hazreti
Peygamberden hadîs rivayet etti. Hazreti Ömer, Ibni Abbas ve diğer bazı ashab
kendisinden rivayet etmişlerdir. Allah ondan razı olsun.[226]
114— Ebû
Zer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) buyurdu ki:
«— Ey Ebû Zer! Et
pişirdiğin zaman, etin suyunu çoğalt ve komşularım gözet. Yahut komşularına
taksim et.»[227]
Komşularının hakkını
gözet yahut komşulara taksim et şeklindeki tereddüt ravinin lâfızdaki
tereddüdüdür. Her iki lâfız aynı manâyı ifade eder. Bundan önceki hadîs-i
şerîfin metnine göre ikinci tavsiyesi de aynı manâyı beyan etmişti.[228]
115— Abdullah
îbni Amr, Resûlüllah (Sallallahü ALyhi veSellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle dedi:
«— Allah Teâlâ
katında, arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına en hayırlı olanıdır. Komşuların
da en hayırlısı, komşusuna en hayırlı olanlarıdır.»[229]
Müslümanlar, komşuya
ve diğer kardeşlerine İyilik ve ihsan etmekle emrolundukları için, bunu yerine
getirmekte sevâb vardır. Bu vazifeyi en iyi bir şekilde yerine getiren de en
büyü!; sevaba nail olur. Bu bakımdan komşuya en çok hayır ve yardımı dokunan,
kazanacağı sevab bakımından en büyük dereceye yükselmiş olur. Arkadaşlara
yapılacak iyilik de böyledir. Bu kimseler, Allah katında en hayırlı kullar
olurlar. Komşunun güzeli, eziyeti kaldıran değil, eziyetlere katlanandır,
denmiştir.[230]
116— Nafi'
îbni Abdi'l-Hâris (Radiyallahu anh), Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve
Se/temJ'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle dedi:
«— Geniş ev, dürtist
komşu ve rahat binek, müslüman kişinin saade-tindcndir.»[231]
Bu hadîs-i şerifte üç
hususa işaret buyurulmuştur:
1— Geniş ev.
Bir insan darlığa ve sıkıntıya düşmeyecek şekilde, ihtiyaçlarını karşılayacak
derecede geniş bir evo sahip olunca büyük bir nimete kavuşmuş demektir. Ömrünü
geçireceği ve ailesini barındıracağı bir mesken, çalışması ve İbadeti, uykusu
ve istirahatı için kifayetli olduğu takdirde dünyada saadete kavuşmuş olur.
Allah'ın emirlerine uygun olan dünya saadeti, âhiret için de saadete vesile
olur.
2— Dürüst
komşu. Bir kimseye eziyet vermeyen, üstelik ona iyilik eden, ahlâkı güzel bir
komşuya sahip olmak da büyük bir nimettir, saadettir.
3— Rahat
binek. Yürümesinde ye koşmasında, binicisine eziyet vermeyen, onun zamanını
boşa çıkarmayan bir vasıta, hangi çeşitten olursa olsun, yine büyük bir
nimettir, insan için bir saadet vasıtasıdır. O halde meşru yollardan bunlara
kavuşmak için çalışmak da Müslümanlara mubahtır.
Nafi' ibni
Abdi'l-Harİs kimdir?:
Mekke'nin fethinde
İslâm'ı kabul eden Nafi', ashabın büyökle-rindendir. Hicret etmeksizin Mekke'de
kalmış ve bîr aralık halîfe Hazreti D m e r (R.A.) onu Mekke valiliğine tayin
etmişti. Bir müddet sonra yine halife Hz. Ömer (R.A.) tarafından, görülen lüzum
üzerine görevinden alınarak yerine Halid ibnİ'l-Âs (R,A.) tayin edildi. E b û
Seleme (R.A.) ve diğer bazı ashab kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Ölüm
tarihi bilinmemektedir. Allah ondan razı olsun.[232]
117— Ebû
Hüreyre'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
— Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Se'.Iemj'm dualarından biri şöyle idi:
«— Allah'ım! Devamlı
ikâmet edilen yerde kötü komşudan sana sığınırım. Çünkü muvakkat yerdeki komşu
değişir.»[233]
Hadîs-İ şerifte geçen «Darü'l-Mukam veya Darü'l-Mukame» Cennet man âsi nq geliyorsa
da, burada aynı manâyı kullanmak uygun düşmez. Zİra Cennette hiç bir keder ve
eziyet, meşakkat ve kötülük yoktur. Fatır sûresinin 35. âyet-i kerîmesi buna
delâlet etmektedir. Bunun için burada Darü'l-Mukam, devamlı olarak ikâmet
edilen yer, mesken olarak seçilen ev demektir. Böyle bir evden İnsan hayatı
boyunca ayrılmadığından kendisine isabet edecek kötü ahlâklı bir komşunun
eziyet ve fenalıklarını ömrü devam ettikçe çeker. Evinde huzur ve neş'e
bulamayacağı için, bu kötü durumdan Peygamber Efendimiz istİaze buyurmuşlardır.
Amma devamlı oturulmayan Sayfiye gibi muvakkat ikametgâhlarda karşılaşılacak
kotu komşudan istia-zeye lüzum yok. Çünkü onun bulunuşu az bir zaman olur. Yer
değiştirmek sureti ile komşu da değişmiş olur. Zaten muvakkat yer diye terceme
edilen Dünya, Hakîm'İn tahriçlerinde El-Badiye olarak geçer. Badiye (Çöl) gibi
yerlerde ikâmet kısa olur, göçebe hayatı sürülür.[234]
118— Ebû
Musa'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
$§y]& buyurdu:
«— İnsan, komşusunu,
kardeşini ve babasını öldürmedikçe kıyamet kopmaz.»[235]
Babayı ve kardeşi
öldürmek en büyük cinayet olduğu gibi, İnsanın emniyeti ve muhafazası altında
bulunan komşuyu öldürmek de aynı cinayetler arasında anıldığından, böyle kötü
komşunun zararından AMah Tealâ'ya sığınmak icab eder. öyle'ki, bu cinayetler,
azgınlığın had safhası olduğundan bu devrenin gelişinden sonra kıyametin
kopması beklenmelidir.
Ebu Musa
El-Eş' a r î kimdir? :
Ashab-ı Kiramdan olan
Ebû Musa 'nın adı Abdullah i b n i K a y s 'dır. Hem künyesi; hem de ismi Me
şöhret bulmuştur. Hz. Peygamber İn hicretlerinden önce, Yemen den Mekke'ye
gelerek Müslüman oldu. Eş'ar kabilesinden olup, kardeşleri ile Mekke'ye
gelmişti. Sonra Habeşistan a ve oradan da Medîne-i Münevvere ye hicret etti.
Peygamber Efendimiz
tarafından Aden ve Yemenin bazı sahH beldelerine vali olarak tayin edildi. Hz.
Ömer (R.A.) devrinde de KÛfe ve Basra valiliklerinde bulundu. Isfahan ve
Nusaybin gibi yerleri de fethet-mİştir. Siffîn vak'asında Hz. Ali (R.A.)
tarafından E bu Musa (R.A.) ve Hz. Muaviye (R.A.) tarafından da Amr ibni As
(R.A.) hakem tayin edilmişlerdi. Kendisi çok doğru bir kimse olduğundan Anir
tarafından aldatılmıştı. Bu hadiseden müteessir olarak Mekke'ye dönmüş ve
hicretin 42 veya 53. yıllarında burada vefat etmiştir. Küfe de vefat ettiği de
söylenir. Kısa boylu ve hafif vücutlu idi. Çok güzel sesi olup, Kur'ân-ı
Ke-rîm'i en güzel okuyanlardandı. Hz. Ömer (R.A.) onu her görünce, ona Kur'ân
okuturdu. Kendilerinden 360 hadîs-i şerîf nakledilmiştir. Vali bulunduğu
sırada halife Hz. Ömer (R.A.)'le olan mektuplaşmalarında, yazılara tarih
konmasını halifeye tavsiye etmiş ve ilk tarih kullanılmasına sebep olmuştur.
Zühd ve takvası yüksek bir şahsiyet idi. Allah ondan razı olsun.[236]
119— Rivayet edildiğine
göre, Ebû Hüreyre (Radryallahu anh) Jnin şöyle dediği
işitilmiştir:
— Peygamber
(Salîalîahü Aleyhi ve
«— Falanca kadın
geceyi ibadetle, geçirir, gündüzleri oruç tutar, çalışır ve sadaka verir, bir
de dili ile komşularına eziyet verir.» dendi. Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ;
— O kadında hayır
yoktur. O cehennemliktir.» dedi.Ashftb:
«— Falanca kadın ise,
farz namazları kılar, yağı alınmış peynirleri sadaka verir ve hiç kimseye
eziyet etmez,» dediler.
Resûlüllah (SaMlahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
«— Bu kadın Cennet ehlindendir.»[237]
Bir kimsenin arkasında
hoşlanmayacağı şeyleri söylemek, onun gıybetini yapmak haram bir is olduğu
halde, burada bir kadının gıyabında konuşulması nasıl izah edilir? Bir kısım
âlimler şöyle demiştir:
«Bîr kimsenin namazına
ve orucuna bakarak insanlar aldan mas» nlar ve onan fenalığından korunsunlar
diye, o kimsenin fenal klannı söylemek haram olmaz. Bir kimsenin lehinde veya
aleyhinde olan durumunu Peygamber beyan buyurmak maksadı İle ve verilecek
hükmü bilip ona göre hareket etmek niyeti ile gıyapta söylenenler g'ybet
sayılmaz,» denmiştir.
Btr adamda bir fenalık
görüldüoö zaman, eğer fayda umuluyorsa, önce göze! bîr ifade ile kendisi ikaz
edilir, yahut babası gîbi ona tasir edecek yakınına veya âmirine sözle, yazı
île haber verilir. Eğer alıkomak imkânsız ve yapılacak ikâz faydasız görülürse,
durumunu bildirmemek iyi olur. Çünkü baba Üe oğul arasında, memurla ânir
arasında bir düşmanca sebebiyet teşkil eder.
Farz olan ibâdetler
dışında, nafile olarak kılınacak namazlarla tutulacak oruçlarda muhakkak ki
fazilet ve sevâb vardır. Fakat insanı, bunları yapmaya mecbur kılan bir hüküm
olmadığı gibî, bunlar yapılmayınca da bir sorumluluk yoktur. Fakat komşuya ve
insanlara eziyet etmemek, dinimizin bir emridir ve başkalarına zulmetmek,
onlara zarar vermek haramdır. Harcımı, îrtîkâp eden, günahkâr olacağından
cehenneme gider ve nafile İbadetleri onu kurtaramaz. Halbuki farzları yerine
getirdikten sonra, haramlardan sakınan, her ne kadar nafile ibâdet etmese bile
cennete girer.
Zamanımızda bulunan
misalleri çoktur. Mal kazanırken helâl-haram bakmaksızın mal toplanmakta, sonra
da bu para ile cami, mektep ve Kur'ân kursları gibi hayır yerlerine
harcanabildiği ve bununla bir hayır elde edildiği kanaatları yo'c değildir.
Haksız mal iktisabı, gayri meşru yollardan mal toplanması haram olan bîr
iştir. Haramın cezası cehennemdir. Diğer taraftan helâldan hayır İşlemek yine
bir nafile İbadettir, fazilet ve sevabı büyüktür. Fakat yapılmadığı zaman, bir
farzı terk olmadığı İçin azabı gerektirmez. O halde, helâldan kazanmak ve
ondan sonra hayır hasenâîa harcamak lâzımdır ki, âhiret için bir hazırlık elde
edilmiş olsun. Haram para ile hayır yerlerine yapılacak yatırım, bir sevâb
temin eîmez. Haram malı, hak sahiplerine vermek ve onlarla helâllaşmak sureti
ile asıl borçtan kurtulmak icâb eder. Bir de hac esnasında Hacer-i Esved'i
öpmek sünnettir, onu öpmek için İnsanlara eziyet vermemek gerekir.[238]
120— Umare'ye
halası anlattığına göre, halası müminlerin annesi Âişe (Radiyallahü anha) 'ya
sorup, şöyle dedi:
«— Biz hanımlardan
birimizin kocası, hanımına yaklaşmak istiyor, fakat hanımı ya öfkesinden veya
neş'eli olmamasından ona mani oluyor, nefsini teslim etmiyor. Bize bunda bir
günah var mı?»
Hazreti Âişe:
«—- Evet, dedi.
Kocanın senin üzerinde haklarından biri şudur ki, bir hayvan semeri üzerinde
olsan bile, ona engel olmamalısın.»
Yine şöyle
anlatmıştır:
«— Hazreti Âişe'ye
sordum. Birimiz aded görüyor. Kendisi ile kocasının yalnız bir yatağı var,
yahut örtünecek bir örtüsü var. Bu hanım nasıl yapar?»
Hazreti Âişe dedi ki:
«— O hanım üzerine
izarını bağlasın (belden aşağı giyilen elbisesini takınsın). Sonra kocası ile
yatsın, uyusun. îzar üstünde kocanın hakkı vardır. Bununla beraber Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Selîem)'in ne yaptığını sana ben anlatacağım:
«— Hazreti Peygamberin
bana geliş gecesinin birinde idi. Arpadan bir miktar un Öğütülüştüm de, ona bir
çörek yaptım. Peygamber eve girip kapıyı kapadı ve mescide girdi. —Peygamber
uyuyacağı zaman, kapıyı kilitler, su kabının ağzını bağlar, bardakları tersine
çevirir ve lâmbayı söndürürdü.— Dönmesini bekledim ki, kendisine hazırladığım
çöreği yedireyim. Fakat dönmedi. Ne zamanki, uyku beni bastırdı ve soğuk da
onu üşüttü, bana geldi ve beni uyandırdı. Sonra bana:
— Beni ısıt, 6eni
ısıt.» dedi.
Ben de ona dedim ki:
«— Ben aded
görüyorum.»
Bunun üzerine:
«— O halde
oyluklarından aç.» dedi.
Ben de oyluklarımdan
ona bir kısım açtım. Başını ve yanağını oyluğuma koydu, ısımncaya kadar. Bir
de, komşumuzun evde beslenen (alışkın) koyunu baş verip içeri girdi. Sonra
çöreğe doğru yöneldi de onu aldı. Sonra çörekle geri döndü. Hazreti Âişe
dedi ki:
— Ben, ondan harekete
başladım. Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) uyandı. Ben de kapıya kadar
koyuna koştum. Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu» :
— Çöreğinden
yetiştiğin kısmı al ve komşuna, koyunundan sebep eziyet etme, (komşuna hoşlanmıyacağı
bir şey söyleme).»[239]
Bu hadîs-i şeriften
elde edilen hükümler:
1— İster
öfke ve kızgınlık sebebi ile olsun, İsler sebepsiz olsun, zevcenin kocasına
mani olmaya hakkı yoktur. Kocanın karısı üzerinde olan haklarından biri de
budur.
2— Aded
görme halinde olan zevceye, zevci göbekle diz kapaklan arasındaki jkısım dışında yaklaşabilir. Bir kısım
âlimlere göre bu hudut avrer
mahalleri dışına kadar genişletilmektedir. Hadîs-i rerîf bu ikinci manâya
delâlet etmektedir.
3— Koyun
gibi eti yenen hayvanların artığını yemekte bir beis yok? tur Artıkları
hetâfdir.
Komşudan bir zarar
çekilse dahi, onu incitmemek ve ona eziyet etmemek lâzımdır.[240]
121— Ebû
Hüreyre (Radiyallahü anh)''den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Kimin
kötülüklerinden komşusu emin olmaz ise, o Cennete girmez.»[241]
Daha öncaki hadîs-i
şeriflerde kötü komşunun Cehennemlik olduğu buyurulmuştu. Cehennemlik olan da
Cennete girmez. Ancak burada Cennete giremeyiş ebediyet ifade etmez. Yanİ hiç
bir zaman Cennete giremez, demek değildir. Ebediyyen Cennetten mahrumiyet
imansız göçenlere mahsustur. Haram olduğu kesinlikle bilinen bir şeyi helâl
kabul etmek, dinden çıkmayı gerektirir. Bu inançla ölen de ebedî cehennemlik
olur.[242]
122— Amr
îbni Muaz, büyük annesi Havva'dan rivayet ettiğine göre, büyük annesi şöyle
dedi:
— Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) bana dedi ki:
«— Ey mümin hanımlar!
Sizden hiç bir hanım, yanmış koyun paçasını bile komşusuna asla küçümseyip
azımsamasın.»[243]
Koyunun yenen
azalarından en kıymetsizi, sak kısımlarıdır ki, bunlara paça denir ve paça
çorbası yapılır. Tırnakların sökülmesi İçin, paçaların tırnak mahallen yakılır
ve temizlenir. Burada İki hususa işaret edilmektedir:
1— İnsan külfete
katlanmaksızın, az dahi olsa,
komşusuna hediye vermekten kaçınmamalı,
mevcuttan ve kolayından vermelidir. Yoksa ade-ten verilmeyen bir şeyi vermek
değildir.
2— Zengin
olmayan bir komşudan gelecek az bir hediyeyi küçümsememek ve onu kabul etmek
gerekir.
Bİr de aza çoğa
bakmaksızın Allah için, sevgi bağlarını kuvvetlendirmek için hediyeleşmeğe
teşvik vardır.
Burada hitap hanımlara
olmuştur. Çünkü hanımlar devamlı olarak evde bulunurlar ve komşu olarak
birbirlerinden yardımlaşırlar. Aynı zamanda, bu gibi hareketleri gurur ve
şeref meselesi haline getirirler. Erkeklere nazaran sabır ve tahammülleri daha
azdır. Bunun için, hadîs-i şerifteki hitap kadınlara tahsis edilmiştir. Yoksa
erkekler bu ölçüden dışarda kalmış değildir. Verilen az şeyi, hakaret saymak
düşmanlığa sebep olur. Böylece aradaki sevgi kalkar ve ahenk bozulur. Onun
için, az bile olsa, hediyeyi küçümsememelidir.
Havva Binti
Yezİd kimdir? :
Havva 'nin babası Y e
z i d ve Y e z i d 'in babası da Seken 'dır. Medine'Iİ olup, Ensardandır.
Yalnız bu hadîs-i şerifi rivayet etmiştir. Amr ibnİ Muaz El-Eşhelî 'nin büyük
annesidir. ölümü ve hayatı hakkında geniş bilgiye rastlanmamaktadır.[244]
123— Ebû
Hüreyre'den fRadtvatîahÜ anh) rivayet edildiğine göre. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Ey müslüman
hanımlar! Ey müslüman hanımlar! Bir koyun paçası dahi olsa, bir komşu hanım,
komşusu hanım için (hediyeyi) küçümsemesin.»[245]
Lâfızlar biraz değişik
olmakla beraber, Ebu Hureyre (R.A.) den gelen rivayet ile bir önceki hadîsi
rivayet eden Havva 'nin nakilleri arasında manâca bir fark yoktur.[246]
124— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, bir adam şöyle dedi:
«— Ey Allah'in,
Resulü!. Benim bir komşum var,.bana eziyet ediyor.»
Hazreti Peygamber
buyurdu ki :
«— Git, eşyam yola
çıkar.» Adam gidip eşyasını çıkardı. Bundan ötürü ahali çevresine toplandı.
Onlar
«—Senin halin nedir?»
dediler. * O da:
«— Benim bir komşum
var, bana eziyet ediyor. (Durumu) Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'e
anlattım.» (Bunun üzerine bana) :
«—Git de, eşyanı yola
çıkar,» dedi.
O bulunanlar şöyle
demeğe başladılar:
— Allah'ım! Ona lanet
et. Allah'ım! Onu perişan et.»
Bu (olup
bitenler) ona (kötü komşuya) ulaştı.
Tuttu bu (zavallı) âdâma geldi ve
şöyle dedi:
«— Evine dön, Allah'a
yemin ederim kif sana eziyet etmiyeceğim.»[247]
Bir kötü komşunun
eziyetlerine katlanılamayarak evini terke mecbur olanın acıklı durumuna bakarak
ona acıyanların bedduası derhal kabul edildiğine, bu hadfc-i şertf açık
fc>ir örnektir ve güzel bir ibret misalidir. Mazlumun edeceği duâ ve buna
ilâveten Müslümanların da yardımcı olmaları, musibetin kalkması içİn_fkısa ve
haklı bir yoldur.
Bu itibarla komşuyu
bıktırmanın ve.evinden çıkmasına sebep olmanın ne derece büyük bir günâh
olduğunu ve akıbetinin rüsvay edici bîr hal bulunduğunu bilip ona göre
Müslümanların komşuya güzel ve iyi muamele etmeleri gerekir.[248]
125— Ebû
Cuhayfe'den (Radiyallahtı anh) rivayet
edildiğine göre-şöyle demiştjr:
— Bir adam, komşusunu
Peygamber (Sallallahü Aîeyhi veSeHem)'e şikâyet etti. (Hazreti Peygamber ona)
:
«— Eşyanı taşıyıp yol
üzerine koy. Kim bu eşyaya uğrarsa, ona lanet eder.» buyurdu.
(Adam Peygamberin
tavsiyesini yerine getirdikten,sonra) bu eşyaya her uğrayan, o ..kötü komşuya
lanet etmeye başladı. Bunun üzerine kötü vkomşu, Peygamber JSâlUüUfhü Aleyfy
veSeUem)'Q gelip:
«— İnsanlardan
karşılaştığım ve gördüğüm (bu hakaret ve lanet) nedir?» dedi.
(Peygamber) :
«— Gerçekten Allah'ın
laneti, insanların lanetinin Üstündedir» buyurdu.
Sonra bu adam, şikâyet
edene:
— Korunmuş oldun!»
dedi. Veya buna benzer söz söyledi.[249]
Bir önceki hadîs-i
şerifle aynı manâda olan bu hadîs-i şerîf
E bu Ç u h a y f e tankı ile
rivayet edilmiştir.
E b u C u h a ;y f e kimdir? :
Künyesi ile şöhret
bulan Ebu Cuhayfe 'nin adı, V e h b İbni Abdullah 'dır. Hz. Ali
(R.A.) ona «V e h b u ' ! - H a y
adını vermiştir. Hz. A I İ 'nin hilâfeti zamanındaki bütün savaşlara İştirak
etmiştir. Hz. Peygamber in irtihallerinde, henüz bulûğ çağına ermemişti. Genç
yaşında Peygamberin sohbetinde bulunmuş ve Peygamber'den hadîs-i şerif
ezberlemiştir. Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ali 'nin sohbetinde bulunmuş ve Hz.
A I i onu KÛfe emirliğine tayin etmişti. Hicretin 64. yılında vefat etti. Allah
ondan razı olsun.[250]
126— Cabir'in
şöyle dediği işitilmiştir:
«— Komşusunun
düşmanlığım Peygambere şikâyet etmek için bir adam geldi. Bu adam bizimle,
Beytu'llahın rüknü ve Makam-ı îbrahim arasında oturduğu sırada Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) teveccüh edip çıka geldiler. Bu adam Peygamberi,
Makam'da cenaze namazı kılman yerde, beyaz elbiseli bir adamla karşılaşıp
görüştüğünü gördü. (Komşusundan şikâyet için gelen) Adam, Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e dönüp şöyle dedi:
«— Anam ve babam sana
feda olsun, ya Resûlallah! Seninle beraber durduğunu gördüğüm üzerinde beyaz
elbise bulunan adam kimdir?»
Peygamber:
— Onu sahiden gördün
mü? dedi.
Adam :
«— Evet!» dedi.
Hazreti Peygamber
şöyle buyurdu:
— Sen çok çok bir
hayır gördün. O, Hatibimin elçisi Cibril (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
'dir. Bana, komşuyu (korumayı ve ona
iyilik etmeyi) tavsiye ediyordu. O kadar ki, komşuya miras vereceğini
sanmıştım.»[251]
Bu hadîs-i şeriften şu
iki hüküm çıkmaktadır:
1— Komşusundan
şikâyet etmek için gelen bir mazlumun davasından dolayı Cebrail
(wrt3ssmt3iy)'ın gelmesi komşu hakkının önemine delildir.
2— Zalim
değil de mazlum durumda olan şikâyetçinin Cebrail (A.S.)'ı görebilmesi,
mazlumun manevî derecesine bir işaret sayılır. Bunun için, zalim mevkiine
düşmektense, mazlum durumda olmak daha hayırlıdır.[252]
127— (33-s)
Sevban'ın (Radiyailahü anha) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«— üç günden ziyade
dargınlıklarını devam ettiren iki adamdan biri helak olur;,eğer bu dargınlık
üzerine ikisi de ölürlerse, her ikisi toptan helak olmuşlardır. Komşusuna,
evinden çıkıncaya dek zulmeden ve onu bask? altında tutan kimse, muhakkak helak
olmuştur.»[253]
Hazreti Peygambere
kadar yükseltilmeyen bu haberin taşıdığı komşu hakkındaki manâ, 124 ve 125;
hadîs-i şerîflerinkine uygun düşmektedir. Müslümanların birbirlerine karşı
dargınlığı ile ilgili kısım, ileride 298. hadîs-i şerifle ilgili olduğundan
tafsilâtı orada bulunacaktır.
S e v b a n kimdir? :
Sahabeden ve
Resûlülîah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)"\n azadhlanndan-dır. Yemen deki
Himyer kavminden olup, esir düştüğü sırcda Hz. Peygamber tarafından satın
alınarak azad edildi. Hürriyete kavuştuktan sonra, Resûlüllah in hizmetinden ve
yanından hiç ayrılmadı, İrtihallerİne kadar ehl-i beytten sayılma şerefine nail
olarak beraberlerinde bulundu. Künyesi Ebu
Abdullah 'dır. Kendisinden birçok hadîs-i şerif nakledilmiştir.
Rivayet edildiğine
göre, bir gün Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Kim insanlardan bir
şey istemiyeceğini tekeffül eder bana söz verirse, ben de ona Cenneti tekeffül
ederim.»
Sevban :
«— Ben!» diye söz
verdi ve ölünceye kadar hiç kimseden bir şey istemedi.
Resûlüllah'ın İrtihalinden sonra Şam'a gidip'Remle[254]
denilen yerde ikâmet etti. Sonra Humus a geçti ve orada kendine bir ev edindi.
Hicretin 54. yılında Humus'da vefat etti. Allah ondan razı olsun.[255]
128— Mücahid'den
rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
«— Abdullah îbni
Amr'ın yanında idim, kölesi de bir koyun yüzüyordu.» Abdullah îbni Amr dedi
ki:
«— Ey genç! Bitirdiğin
zaman, Yahudi komşunla başla (hediye ver).»
Oradaki topluluktan
bir adam:
«— Yahudi'ye mi?
(vereceksin) Allah seni ıslâh etsin,dedi.
Abdullah Îbni Amr
şöyle cevap verdi:
«—Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Se.lemy'm komşuya iyiliği tavsiye ettiğini işittim; hattâ korktuk
—yahut zannettik— ki, komşuyu mirasçı kılacak.»[256]
Din ve ırk ayrılığına
bakılmaksızın komşu kim olursa olsun, oha iyi muamele etmek ve mevcut olan
şeylerden ona ikram etmek herkesin vazifesidir. Bu şekilde komşu hakları
gözetildiği müddet, cemiyetin bönyesr sağlam olur, ayrılık ve dargınlık
önlenir. Birbirinin haklarını gözefnte ve sevişme gibi güzel huylar doğar ve
böylece cemiyette huzur ve saadet olur. Ayrıca âhiret sevabı da kazanılır.[257]
129— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «— Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) soruldu ki:
«— İnsanların hangisi
en iyidir?» (Cevap vererek şöyle) buyurdular: «— İnsanların Allah katında en
iyisi, en çok takvası olanıdır.» Ashab dediler ki:
«— Biz sana bunu
sormuyoruz.»
Hazreti Peygamber:
— İnsanların en iyisi,
Allah'ın peygamberi Yûsuf'dur. Babası Allah'ın peygamberidir. Babasının babası
da Haliiu'llah = İbrahim'dir.» dedi.
Ashab:
— Biz sana bunu
sormuyoruz.» dediler.
«— O halde î>ana
Arab kavminin (madeninden) aslından mı soruyorsunuz?» dedi.
Ashab:
«— Evet!» dediler.
Peygamber şöyle dedi:
«— tslâmdan önce sizin
hayırlılarınız, İslâm ti a bilgin oldukları takdirde sizin hayırlı
olanlarınızda*.»[258]
Kerem İle ilgili
hadîs-i şeriflere ait olan bu bölümdeki kerem lâfzı, iyilik kelimesi ile
terceme edilmiştir. Kerem, hayır çeşitlerine, faziletlerine ve güzel iş ve
haröteetisre verilen isimdir. Manâsı geniştir. Türkçemizde kuîia-nılan iyilik,
buna en uygun bir İfadedir. Böylece keremin aslı, hayır çokluğu elemek olur.
Takva sahibi olan hayrı, çok kimse ölür. Dünyada dine ve- insanlara faydası
çok, âhirette de dereceleri yüksek bulunur. Zira takvanın manâsı, korkmak ve
sakınmakdır ki, Allah'ın yasak kıldığı şeyîcrden sakin-maR ve emrettiği* işleri
yerine getirmekle elde edilen en güzel bir sıfattır. Buna en çok riayet eden ve
Ijghî emir ve vezifeleri yerine getiren, şüphö-siz ki en çok İyilik-işleyen
olur." Bunun için Cenâb-ı Hak:
— Sizin en iyiniz,
takvası en çok ol ;uı in izdir.»
buyurmuştur (Hücurat
sûresi, âyet: 13)
Peygamber Efendimiz
geniş manâda, bütün İnsanlar içinde takvası çok olan müminlerinden iyi kimseler
olduğunu beyan buyurduktan sonra, geçmiş zamanlardaki insanlar içerisinde
Hz. Yûsuf 'un en İyi bir kul ve Peygamber
olduğunu açıkladı. Zira çektiği meşakkat ve karşılaştığı ağır imtihanlar
karşısında takvası ile üstün bir mertebe kazanmıştı. Ashabın Arab kavmi
içerisinde asıl itibariyle hayırlı kimler olduğunu sormaları üzerine de, baba
ve soy bakımından İyilik üzerinde durulmamış, yine cahilİ-yet zamanında güzel
iş ve hareketlerde bulunanların aynen İslâm'da da bilgin bulundukları müddet en
hayırlı kimseler oldukları ifade edilmiştir. Çünkü insanların yaratılışları icabı,
iyi sıfatlarda ve güzel ahlâkda istidatları ayrı ayrıdır. Aslında ve mayasında
iyi sıfatları bulunan, İslâm dininde ilim ve anlayış kazandıktan sonra, sahip
olduğu güzel meziyetlerle insanların en hayırlıları kısmından olur.
Kıymetli bir cevher
olan altın madeni, nasıl kİ muhtelif kıymetsiz maden ve topraklarla karışım
halinde iken, tasfiye edilerek pâk ve tertemiz olan saf altın madeni elde
ediliyorsa, insanlarda bulunan iyi ahlâk cevheri, İslâm'dan önce muhtelif
kirlerle karışım halindedir. İslâm dini bu cevheri kirlerden temizleyerek saf
ve temiz bir ahlâkı meydana çıkarır. İnsanın da kıymeti bu şekilde yükselir,
Allah katında makbul olur.[259]
130— (34-s)
Muhammed İbni Alî'den (İbnu'l-Hanefiyye'den, Hazreti Alî'nin oğlundan) rivayet
edildiğine göre :
«— İyiliğin karşılığı
ancak iyiliktir.»
Âyet-i kerîmesini
şöyle tefsir etmiştir: tyilik ve ihsanda bulunmak, herkese şamildir; iyi
insanlara da yapılır, kötülere de...
Ebû Abdullah dedi ki:
«— (Bu âyet-i kerîme
için) Ebû Ubeyd şöyle beyanda bulundu» :
«— Âyet-i kerîme
mutlaktır, herkese şamildir.» (Rahman Sûresi, âyet: 60)[260]
Hazreti Peygambere
kadar yükseltilmeyen bu haberden anlaşıldığına göre, İyilik ve ihsan, yalnız
iyi kimselere yapılması gerekli değildir. Kötü huylulara ve günahkârlara da
İyilik yap;t:r. Belki de bunlara yapılacak iyi-lifc sayesinde kalpleri
yumuşayabilir, zararları önlenebilir veya hafifletile-biMrPHer ne olursa olsun
yapılacak iyüiğin karşılığı maddî yönden olmasa bile, manevî sevabı olacaktır.
Yine mükâfat olarak bir iyiliğe kavuşulmuş olacaktır.
(Bu habere ait başka
bir kaynağa rastlanamamıştır.)[261]
131— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh) yolu ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
şu hadîs-i şerif rivayet edilmiştir:
«— Dul ve yetimlerin
ihtiyacına koşan, Allah yolunda cihad edenlerle, gündüzün oruç tutup, geceyi
ibadetle geçiren gibidir.»[262]
Dul ve yetimler, fakir
miskinler için geçimlerini sağlayan bir k'mse bulunmadığı zamo'n onların ihtiyaçlarını
karşılamak ve onlarla meşgul olup, dertlerine deva ve çareler aramak, en büyü1;
ibâdetlerin sevabını kazanmaya vesile olur. Allah yolunda savaşmak, gündüzleri
oruç tutup, geceleri ibâdetle geçirmek, sevabı büyük olan ibâdetlerdir. Bu
İbâdetlerle elde edilen sevâb, kimsesiz dullara ve yetimlere yapılacak yardım
ve muavenetle kazanılmış olur.[263]
132— Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Settem)'in zevcesi Âişe şöyle dedi:
«— Yanında iki kızı
bulunan bir kadın bana gelip, benden (dilenerek) istedi. Yanımda tek bir
hurmadan başka bir şey yoktu. Bu hurmayı ona verdim. O da bunu iki kızına
böldü. Sonra kalktı çıktı* Arkasından Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Selîem)
(eve) girdi. Ben de hâdiseyi ona anlattım. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Kim, böyle kızların
ihtiyacından bir şey karşılar ve onlara iyi-likde bulunursa, bu kızlar ona
ateşe karşı perde olurlar. (Cehennemden onu engellerler).»[264]
Hadîs-i şerifin bize
verdiği dersler:
1— Kâinatın
efendisi olan son Peygamberin saadet hanelerinde bir hurmadan başka, fakire
verilecek bir şey bulunmayışı, maddeye kıymet vermeyisin, sabır ve tevekkülün
açık bir örneğidir. Madde gerçek davaya harcandığı zaman yerini ve asıl
kıymetini bulur. Birikintisi kuru bir yığından ve ağır bir vebalden başka bir
şey değildir.
2— Evinde
verecek bir hurmadan başka bir şeyi bulunmayan Hazreîİ A i ş e (Radiyallahü
anha) Hazretlerinin, bu tek hurmayı fakire vermesi, cömertliğin ve merhametm,
Allah'a tevekkülün en güzel bir yaşantısıdır. Bize cömert olmayı, merhamet
etmeyi ve Allah'a güvenip dayanmayı öğretiyor.
3— Kapıya
gelen bir dilenciyi, efi boş çevirmemek ve ona iyi muamele etmek gerektiğini
de bize öğretiyor.
4— Yetim
çocukları olduğu anlaşılan kadıncağızın aldığı hurmayı ikiye bölerek
çocuklarına vermesi ve kendisinin bundan tatmamış olması, anne şefkatinin ve
çocuklara olan merhametinin büyüklüğünü göstermektedir.
5— Netice
olarak, bilhassa cahiliyette hor görülen kız çocuklara iyi bakmanın ve onların
ihtiyaçlarını karşılamanın büyük sevaba vesile olduğunu-, âhirette
Cehennem'den koruyucu perde vazifesi göreceklerini Peygamber Efendimiz
müjdelemektedir. B:ze düşen, bu sevaba kavuşmak için çocuklara İslâm terbiyesi
altında yardımcı olmak ve onların ihtiyaçlarını imkân dahilinde karşılamaktır.
Bu hadîs-i şerif,
biraz değişik olarak 89 numarada geçmiştir.[265]
133— Ümmü
Saîd'in (Radiyallahü anh) babası Mürretü'l-Fihrî'nîn Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)*den rivayetine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Ben ve yetimin
bakıcısı, Cennette (yakınlık bakımından) şu İki parmak gibiyiz.» Yahud «Şunun
şuna olan nispeti gibiyiz.»
Ravîlerden S ü f y a n
, Peygamber'in gösterdiği iki parmağın işaret parçağı ile orta parmak olduklarında
şüphe etmiştir.[266]
İster babanın vefatı
ile anne elinde, İster annenin vefatı ife baba elinde kalan yetim olsun ve
ister başkasrmn yetimi olsun, bunlara kefalette bulunan, ihtiyaçlarını
karşılayıp haklarını koruyanın derecesi çok büyüktür, öyle kî, Cennette
Peygamberle bir arada bulunmak şerefine kavuşmaktır. Bu âa en büyük saadettir.
Peygamber hak île batılı ayırt edemeyen, ahlâk ve faziletten mahrum bulunan bîr
kavmi karanlıklardan aydınlığa çıkardı, onlara ilim ve irfan verdi. İşte
yetime kefil olan da, anlamaz ve bilmez durumda olan çocuğa dinini öğretir,
dünya vazifelerim gösterirse,.Peygamber yolunda bulunmuş olur ve ona yakınlık
derecesini kazanır. Bundan daha büyOk mertebe olamaz. Bo hadîs-i şerifin ruhunu
anlayıp ona uymak, müminlere Allah'ın lütfü olsun.
M ö r.r e t ü ' \ - F
i h rî. kimdir? :
Babasının adı A m r
olan M ü r r e (R.Â.) Ashab-ı kiramdandır. ve Mekke'nin fethi gününde İslâm'ı
kabul etmiştir. Kızı 0 m m 8 S a î d , kendisinden yalnız yetim hakkındaki bu hadîs-i
şerîfi rivayet etmiştir. Hakkında geniş bilgi verilmemektedir. Medine ehlinden
sayılır. Allah ondan razı olsun.[267]
134— (35-s)
Hasan'dan rivayet edildiğine göre : «— Bir yetim, îbni Ömer'in yemeğinde hazır
bulunurdu. Bir gün İbni Ömer bir yemek isteyip getirtti de yetimini aradı;
fakat onu bulamadı. Nihayet tbni Ömer, yemeğini bitirdikten sonra, yetim geldi.
îbni Ömer, onun için bir yemek, getirilmesini istedi, fakat evlerinde yemek
yoktu. Bunun üzerine îbni Ömer, kavrulmuş un ve bal getirdi de (yetime şöyle)
dedi:
«— Bunu al! Vallahi
sen aldanmadın. (Benim yediğimden daha iyisine sahip oldun).»
Hasan şöyle demiştir :
«— Vallahi, îbni Ömer
de aldanmadı,» (çünkü büyük bir sevaba nail oldu).[268]
135— Sehl
îbni Sa'd'dan işitildiğine göre,
Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Seüemym şöyle dediğini rivayet etmiştir:
*— Ben ve yetimin bakıcısı, şöyleyiz.»
Peygamber, işaret ve
orta parmaklarını göstererek (bunu) buyurdu.[269]
Bu hadîs-İ şerîf
Mürretü'l-Fihrî tarîki ile, 133. sayıda rivayet edifmİştir.
Sehl i b n i
S a ' d .kimdir? :
Hazreç kabilesinden
olan S e h I 'in asıl adı Hazan 'd:r. Sonra Peyğatober (Saüalîahü Aleyhi ve
SeUem) ona Sehl adını vermiştir. En-sar'dancftr. Peygamber (SeUkdîahH Aleyhi
veSeHem)"\r) irfİhallerİnde on be* yaşlarında bulunuyordu. Kendisinden,
ashab-ı kiram ve tabiin birçok hadîs-İ şerîf rivayet etmişlerdir. Hazreti Osman
(R.A.)'a yardtm töhmeti ile Haccac İbni Yûsuf tarafından kendisine eziyet
edilmiştir. Hicretin 88. yılında 96 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etmiştir.
Medine'de vefat eden sahabenin sonuncusudur, Allah ondan razı olsun.[270]
136— (36-s)
Ebû Bekir îbni Hafs'dan (Radtyalkıhu anh) rivayet edildiğine göre:
«— Abdullah (Îbni Ömer), sofrasında bir yetim
bulunmaksızın yemek yemezdi. Muhakkak sofrasında bir yetim bulunurdu.»[271]
Buharı 'nin tahriç ettiği bu esere, başka kaynaklarda
tesadüf edilememiştir.[272]
137— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«— Müslümanlar
hakkında evlerin en hayırlısı, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin
bulunduğu evdir; ve müslümanlar hakkında evlerin en kötüsü, içinde kendisine
fenalık edilen bir yetimin bulunduğu evdir. Ben ve yetimin bakıcısı, Cennette
şu iki gibiyiz.» Peygamber iki parmağını gösteriyordu.[273]
Anlaşılıyor ki, yetime
yapıian İhsan ve iyiliğin sevabı ne kadar çoksa, aksine olarak ona yapılacak
fenalığın ve kötü muamelenin günâhı da çok ağırdır. Bunun İçin gerçek mümin
o!cn, yetimin hakkına tecavüz etmez, ona iyilikten başka bir şey düşünmez ve
yapmaz. Bu herkes için bir düstur olmalıdır.[274]
138— (37-s)
Abdurrahman İbni Ebzâ'dan işitildiğine göre, Davud 'm şöyle dediğini
anlatmıştır:
«— Yetim, için,
şefkatli baba gibi ol; ve bil ki, ektiğin gibi, öylece biçersin. Zenginlikten
sonra fakirlik ne çirkin! Bundan daha fenası veya daha çirkini de hidâyetten
sonra sapıklıktır.
Arkadaşına va'd
ettiğin zaman, ona va'd ettiğini yerine getir. Eğer bunu yapmazsan, seninle
arkadaşın arasına düşmanlık girer. Bir de, kendisi için hatırladığın bir işte
sana yardım etmiyen ve (kendin için'lüzum-lu bir işi) unuttuğun zaman onu sana
hatırlatmıyan bir arkadaştan Allah'a sığın.»[275]
Hazret! Davud Aleyhi s
selâm 'dan rivayet edilen bu haberde şu mühim hususlar göze çarpmaktadır :
1— Koruyucusu
ve yardımcısı olmadan mahrum bir yetime şefkâtiı bir baba gibi bakılmalıdır.
Eğer böyfe iyi hareke? edilirse, kendi çocuğuna da başkası tarafından öylece
güze! mücmele edilir. Fena muamele
edilirse, yine buna. karşılık bir fenalıkla karşılaşılır. Ekilen tohum
cinsinden mahsûl alınmış olur. Daima iyi tohum ekip, karşılığında iyi örün
beklemelidir. Yoksa kötülük eken, kötülük biçecektir.
2— Hakikaten
zengin durumda olan kimsenin fakir ve muhtaç duruma düşmesi ağırdır ve çok
izdıraplı bîr İştir. Fakat asıl yoklu'; ve ziyan, hak yolu kaybetmek ve
dafâlete, küfre düşmektir. Bundan daha büyük bir ziyan olamaz. Çünkü ebediyyen
mahrumiyyeti gerektirir. Tevbe ile hal dü-zeltümezse, artık kurtuluş çaresi
kalmaz.
3— Bir
hadîs-i şerifte, verilen sözü yerine getirmemek nifak clânet-lerinden
sayılmıştır. Onun İçin verilen sözü, va'd edilen b:r hayırlı isi yerine getirmek
vazifedir. Va'd edilen şey yerine getirilmediği takdirde, arada soğukluk baş
gösterir ve İşi düşmanlığa !<adar götürür.
4— İyi
arkadaş o kimsedir ki, yapmak istediğin hnyırli bir işte sana yardımcı olur ve
unuttuğun faydalı ve lüzumlu bir işi sana
hatırlatır. Bunun aksine hareket
eden arkadaş, kötü arkadaştır ki, onun fenalığından Allah'a sığınmak gerekir.
Abdurrahman ibni
Ebza kimdir? :
Yaş bakımından ashab-ı
kiramın küçüklerinden olan Abdurrahman, N af i ' ibni Abdu'l-Harİs'in azadlıstd:r.
Hazreti Peygamberin arkasında namaz kılmıştır. Rivayetlerinin çoğu Hz. ö m e
r'-den ve Ubeyy ibni Kâ'b 'dandır. Oğulları S a î d ve Abdullah, kendisinden
rivayet etmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'i güzel okuyan ve feraizi İyi bilen bir
âlimdi.
Kûfe'de ikâmet etmiş
ve Hazreti A ! i onu Horasan valiliğine tayin etmişti. Allah ondan razı olsun.[276]
139— (38-s)
Hasan'dan şöyle dediği işitilmiştir:
«— Müslümanların öyle
bir devrinde bulunmuştum ki, (o zaman) onlar şöyle derdi:
«— Ey hane halkını! Ey
hane halkım! Yetiminize bakın. (Ona hizmet edin.)
Ey hane halkım! Ey
hane halkını! Fakirinize bakın. Fakirinize bakın. (Onları yedirin ve koruyun.)
Ey hane halkım! Ey
hane halkım! Komşunuza bakın, komşunuza bakın, (onlara ikram edin, haklarını
koruyun.)
Hayırlılarınız çabuk
alındı, (öldürüldü). Siz ise, her gün aşağı düşüyorsunuz, dereceniz düşüyor.»
Ravi Ebû
Umara diyor ki:
— Hasan'm yine şöyle
dediğini işittim:
«— Şimdi dilersen bir
adamı fasık görürsün ki, otuz bin kişi ile Ce-hennem'e dalmıştır. Ona ne oluyor?
Allah onu kahretsn! Allah'dan gelen (güzel) ahlâkmı pek az bir menfaat
karşılığında satmıştır. İstersen o adamı, şeytan yolunu murad ederek ziyana
uğramış görürsün. Kendisine ne insanlardan, ne de nefsinden öğüd verecek vaiz
yoktur.»[277]
Ashab ve tabiîn
devirlerini yaşayan Hazretİ Hasan, her iki zamanı mukayese ederek aradaki büyük
farkı açıklamaktadır. Ashab-ı kiram devrinde yetime, fakire ve komşuya edilen
yardımın sonraki devirde aynen yapılmadığını, malın Allah yolunda değil, belki
şeytan yolunda harcanmakta olduğunu İfade etmiş ve insanları ikaz etmeye
çalışmıştır. Cimriliğin ve mal hırsının Cehenneme götüren hasletler olduğunu,
ashab devri yaşayışına dönmekle kurtuluşun olacağını beyan buyurmuştur.[278]
140— (39-s)
Esma îbni Ubeyd'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«— tbni Sîrîn'e dedim
ki, yanımda bir yetim var.»
(Îbni Şîrîn, cevaben
bana) :
«— Çocuğuna yaptığını
ona yap. Çocuğunu dövdüğün gibi onu döv.» dedi.[279]
Bu haberden de
anlaşılıyor ki, bir insanın eli altında buiunan bir yetime evlâd muamelesi
yapmak gerekir. Evlâda ne yedirîlip giydiriliyorsa, yetime de onu yapmak İcab
eder. Terbiye için evlâd dövüldüğü gibi, yetim de terbiye için dövülebilir.
I b n i Şîrîn
kimdir? :
Asıl ismi Muhammed
olup, tabiîn âlimlerİndendir. Künyesi E b u Bekir 'dir. Enes ibni Malik'in
azadlısıdır. Hazreti O s m a n 'in hilâfeti zamanında doğdu. Zamanının âlimi ve
imamı idi. Güvenilir yüksek bir mevkii vardı. 77 yaşında vefat etti. Allah
ondan razı olsun.[280]
141— Avf
ibni Malik, (Radiyallahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem/den rivayet
ettiğine göre, (Hazreti Peygamber şöyle) buyurdu:
«Ben ve (meşakkatten
ve darlıktan) yanakları moraran kadın. -Kocasından dul kalıp, çocuğuna sabreden
(evlenmiyen) kadın - Cennette şu iki (parmak) gibiyiz, birbirimize yakınız.»[281]
Bu hadîs-İ şerifte,
kocasının ölümü ile veya kocasından boşanmak suretiyle dul katan bir kadının,
nefsanî arzularını bir tarafa atarak yetim kalan çocuklarını sahipsiz bırakmaksızın
onları büyütmesi ve yetiştirmesi sonunda kazanacağı yüksek mertebe beyân
buyurulmaktadır.
Dul kalan bir çocuklu
kadının, hele şeref ve cemâli de varsc karşılaşacağı zorluklar ve çekeceği
meşakkat altında yüzünün rengi değişeceği muhakkak olduğundan, Peygamber
Efendimiz meşakkatlerden kinaye olarak halini yüz morartısı ile ifade
eimişlerdir. Fakat amellerin en hayırlısı, en şiddetli olanları olduğu itibaria
böyle bir zahmete katlanan annenin mükâfatı da .Cennette Hazreti Peygambere
yakınlık olur.
Avf ibni
Malik kimdir? :
Hayber savaşı yılında
Müslüman oldu. Mekke'nin fethinde bulundu ve fetih gününde Eşca' kabilesinin
sancağını taşıyordu. Şam'da ikâmet etti. Hz. Peygamber bununla E b u
D e r d â 'yi kardeşlik etmişti.
Hazreti Peygamberden,
Abdullah ibni Selâm 'dan hadfc rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebu Müslim
El-Havlanî, Ebu Idrîs El-Havfânî, Cübeyr ibni Nefîr, A b -durrahman ibni Aid,
Küseyr ibni Mürre, Ebu'l-Melîh ibni üsame
gibi zevat rivayet etmişlerdir.
Ebu Ubeyd, «Kitabu'l-Ercval»
adlı eserinde şu hâdiseyi anlatmaktadır :
«Hazreti Ömer, Şam'a
girdiği zaman, bir Yahudi yaralanmış ve berelenmiş olduğu hatde karşısına çıktı
ve ;
«— Müslümanlardan
birr, beni gördüğün şekilde dövdü.» dedi.
Hazreti Ömer
buna çok fazla kizdı ve S ü h e y
b 'e şu emri verdi;
«— Git, bu adamı
döveni bul ve bana getir»
S ü h e y b gitti,
gördü ki, Yahudîyi döven Avf ibni Malik... Süheyb, İbni
Malik'e şöyle dedi :
«—Müminlerin Emîri
Hazreîi Omsr sana çok fazla kızmıştır, Muaz ibni Cebel'e git de hâdiseyi ona
anlat, sana yardımcı olsun. Sana peşin bir iş yapmasından korkuyorum.»
Nihayet namaz kılmakta
olan Hazreti ö m e r 'e gittiler. Hz, Ömer namazı bitirince, S ü h e y b 'e sordu :
«— Adamı getirdin mi?»
Süheyb :
«— Evetl» dedi.
Muaz ayağa kalktı ve şöyle dedi :
«— Bu işi yapan Avf
ibni Malik'dir. Kendisinden dinle fakat aleyhine acele edip hüküm verme.»
Hazreti Ömer
ona sordu :
«— Bu Yahudîğe ettiğin
ne?»
Avf ibni
Malik anlattı :
«—Bu adamı gördüm ki,
bir eşeğe binmiş olan Müslüman birkadmı, yere düşsün diye, sopa îte düriükleyip
kovalıyor. Kadın hayvandan yere düşmeyince, onu iterek yere düşürdü ve
kadıncağızın üzerine abandı.»
Bunun üzerine
Hazreti Ömer:
«— Bana kadim getir,
söylediklerini tasdik edecek mi bakacın.» dedi.
Avf ibni Malik o
kadına gitti. Kadının babası ve kocası dediler ki :
«— Biz rüsvay oluruz,
bu hanımı nasıl götürürsün.»
Kadın İse :
«— Vallahi ben gider
anlatırım.» dedi.
Sonunda kadının babası
ile kocası birlikte Hazreti O m e r 'e gittiler ve aynen vak'ayı anlattılar.
Bunun üzerine Hazreti Ömer, Yahudi'nin idam edilmesini emretti ve idam edildi.
Rîvâyef edildiğine göre İslâm'da iik idam edilen Yahudi bu kimse olmuştur.
Avf ibni Malık hicrî
73. yılda vefat etti. Alla!; Ondan razı olsun.[282]
142— (40-s)
Şümeysetü'l-Antekiyye'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Âİşe (Radiyaüakü
anha) 'hin yanında yetimin terbiyesinden konuşuldu. Bunun üzerine Hazret! Âişe
buyurdu ki:
«Ben, yetimi,
uslanıncaya kadar döverim.»[283]
Hazreti  i ş e 'nin
bu ifadesinden anlaşılıyor ki, insan kendi evlâdını dövdüğü gibi, yaramazlık
eden yetim bir çocuğu da aynen kendi evlâdı gibi, acıtarak dövebilir.
Umumiyetle Hazreti  i ş e 'nin yanında kardeşi çocukları yetim durumunda
himaye edilmişlerdir. Bunlara karşı, Hazreti A i ş e 'nin merhamet ve sevgi
beslediği muhakkaktır. Bununla beraber, yetimleri dövmesi, kötü
alışkanlıklarını bırakmaları içindir. Onları dövmemek sureti ile terbiyelerini
ihmâl etmek, kendilerine fenalık olur. Ancak keyfî olarak ve lüzumsuz yere veya
kendi çocuklarından ayırt edecek şekilde yetimlere muamelede bulunmak, onlara
zulüm olur, günâh olur. Hazreti A i ş e 'nin beyanı, muhakkak surette yetim
çocukların dövülmesi manâsına gelmez ve böyle bir manâ çıkarmamalıdır. Ancak gerektiği
zaman, evlâd dövüldüğü gibi, bunların da dövülebileceğini bize anlatmaktadır.
Yetimin malını
korumayı ve onu gözetip terbiye etme işini üzerine alan kimse, israf yapmamak
şartı İle, örfe göre yetimin malından yiyebilir. Ye-tİm malını, kendi malına karıştırmamak
şarttır.[284]
143— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«Müslümanlardan bir
kimsenin üç çocuğu
ölürse, ona Tahilletü'l-Kasem = Çok az miktar Cehennem
ateşi dokunur.»[285]
Evlâd acısı çeken
ana-babanın üzüntü ve kederleri çok olduğundan, böyle bir imtihanda sabrederek
Allah'dan sevâb beklemeleri karşılığında Cennetle müjdelenmişlerdir. Zira
herkes Cehennemin ne olduğ-unu görecek ve oraycf üğrayacaktfr. Fakat "bir
kısmı azab çelcraeden geçip Cennete girecektir. Çünkü Cenab-i Haktfiieryem
Sûresinin 7^.-öyet-i Kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:
«İçinizden hiç
biriistisna ed?hnei»ek üzre, mutlaka Cebennem'e varacaktır. (Ancak
cennetlikler yanmadan geçecekler, cehennemlikler ise ariya düşeceklerdir.) Bu
Eabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.»
*şte hadfe-i şerifte «z miktar ceheh'nem
âteşine dokunuşun manâsı bu oisa gerektir. Herkes Cehenneme bu şekilde
varacaktır. Netice olarak, diğer hadîs-i şeriflerin de delâleti ile,
kendisinden önce üç çocuğu vefat edenin Cennete gireceği anlaşılmaktadır.
Tahillete'l-Kasem :
Lügat manâsı bakımından, yeminin çözülmesi ve helâl kılınması demektir. Bir
insan Allah Tealâ'nm qdını anarak bir işi yap-mıya yemin ederse, o işe
başlamakla yemini çözülmüş olur. Bir işe başlayış, zamas bakımından çok az bir
vakit olduğundan bundan kinaye olarak kısa müddet murad edilmiştir ve yukarda
sözü geçen âyet-i kerîmenin delâlet etti&i manyo uygun şekilde ifadesini
bulmuştur. {Yeminler hakkında tafsilât için, İslâm Fıkhı ve Hukuku, sayfa :
118).[286]
144— Ebû
Hüreyre'den (Radiyallahu anfah .
«Bir kadın Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e t>ir çocuk getirip:
«Buna dua et, (bundan
önce) füç çocuk gömmüşüm.» dedi.
Peygamber şöyle tfıfyurdu;
«Kuvvetli bir engelle
ateşten engellendin.»[287]
Burada da üç çocuğu
ölenin, Cehennem ateşinden korunmuş olacağı
Cennete girmeğe hak kazandığı anlaşılmaktadır.[288]
145— Halid
El-Absî'den rivayet edildiğine göre şöyle anlattı:
«Benim bir oğlum vefat
etti. Bundan dolayı çok duygulandım. (Ebû Hüreyre'ye) dedim ki, Ey Ebû Hüreyre!
Ölülerimizden ötürü, gönüllerimize kendisi ile ferahlık verebileceğin bir şey,
Peygamber (SültaUahü Aleyhive Se'/emJ'den işittin mi?»
EbÛ Hüreyre dedi ki:
«Peygamber (SalîaUahü
Aleyhi ve Se'lem) 'in şöyle buyurduğunu işit-tiftı»
«Sizin küçükleriniz,
Cennetin her tarafını dolaşan ve oradan aynimi yan varlıklarıdır.»[289]
Metinde geçeb
«De'ânrys» kelimesi, «Du'mûs» kelimesinin çoğuludur. Su birikintileri içinde
bulunup dolaşan ve sudan dışarı çıkmıyan küçük can-lilora a^ariir. Müminlerİa
henüz bulûğ çağına, ermeden ölen çocukları, işte bu canfıjar gibi, Cennetin her
tarafını serbestçe gezip dolaşırlar ve Cennetten .ayrılmazlar. Çocukları,böyle
vefat edenlerin teselli bulmaları, için bu hadîs-i şerif kendilerine şifâ
olmalıdır.[290]
146— Câbir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ye Seilem)'ifr şöyle buyurduğunu işittim: «Kimin üç çocuğu
vefat eder de, bunlara sabrederek Allah'dan se-vab beklerse, Cennet'e girer.»
Biz dedik ki:
«İki tane de mi
(ölürse, cennet sevabı vardır) ?» Buyurdular: «İki tane de...
(Hadîsi Câbir'den
rivayet eden Mahmud ibni Lebîd şöyle anlattı) : Ben Câbir'e dedim ki:
«Vallahi, zannediyorum
ki siz bir tane de Ölse (Cennet var mıdır?) demiş olsanız, yine Hazreti
Peygamber (Evet!) diyecekti.» Câbir:
«Vallahi, ben de öyle
zannediyorum.» dedi.[291]
Üç çocuğu ölenle, iki
çocuğu ölen arasında âhiret mükâfatı bakımından bir fark olmadığı açıkça
anlaşılmakta ise de, bir çocuğu Ölenin mükâfatı hususunda kesin bir ifade
yoktur. Ancak râvİlerin tahminine göre, bunda da aynı sevâb vardır.[292]
147— Ebû
Hüreyre'den:
Bir kadın, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir çocuk getirip şöyle dedi:
«Bunun (sıhhat ve
selâmeti) için Allah'a dua 'et. (Bundan önce vefat eden) üç çocuk gömdüm.»
Hazreti Peygamber :
«Çok kuvvetli bir
engelle, Cehennem ateşinden engellendin.» buyurdu.[293]
148— Ebû
Hüreyre'den:
«Bir kadın, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve 5'allem)'e gelip şöyle dedi» : «Eîî AHah'ua i Peygamberi!
Senin meclisinde, sana- <bir şey sorup söz söyl©n>eğie) g§ç
yetiremiyoruz. Bize bir günva'd buyur da, o günde sana getelira.»
Bunun üzerine
Peygamber buyurdu ki:
«Sizin toplantınız —
şu ve gu gün — falancanın evindedir.» Öulva'd eriten/
y^rde3tiöpianari'hahıinlara-Peygamber geldi.
Onlara anlattığı hadîsler arasında su vardı:
«SİMİeiı herhangi bir
kidının üç çocuğu vefat eder de, buna sabrederek AUah'dân sevab beklerse,
muhakkak o, Cennet'e girer.»
-.hazırvbuljunan
kad^laisdan)-bir kadiri;
Peyg£)mber : (ölürse, Cennet'e girmek vardır.)» buyurdu.[294]
(Havilerden Süheyl,
hadîs-i şerîf ezberlemekte aşırı bir titizlik gösteren ve kuvvetli hafızaya
sahip olan bir zattı1 ve bu titizliğinden dolayı yanm4a hiç kimse hadîs
yazamazdı.)[295]
Hanımların kendi
hallerine ait bazı dinî meseleleri serbestçe sorup öğrenebilmeleri
îçin,'Hüzreti Peygamberden muayyen h"\i gün ve yertansisinİ kendilerinden istemişlerdir.
Hanımların bu isteği Peygamber tanafİndatfuy* gun bulunarak, onlara toplantı
yer ve vakti gösterilmiş ve lüzumlu emirler bizzat" Peygamber tarafından
hanımlara/jeblfğ ediImTşHr. 6u arada çocuklarını, kaybeden annelere Kem bir
teselli, \\erh "c|e âhiret mükafatını muide-leyiş olarak yukardaki hddîsri
şeçîf de yarid olmuştur
Bundan anlıyo.rui kL
hanımlarırç a dinî bilgi almaları ve yetişmeleri ÎÇİn çQ.lışmqları gerekir. Tl
im sahiplerine düşen görev de onlara lüzumlu ojaR .bilgileri vermektir.[296]
149— Ümmü
Süleym {ftadiyalkhü anha) anlatıp şöyle
demiştir :
«Peygamber (Sailallahü Aleyhi ye Sellem) 'in yanında
bulunuyordun*. Peygamber (bana şöyle), buyurdu»:
«Ey Ümmü Süleym! İki müslüman ana-babanın üş çocuğu vefat
ederse, Allah o ikisini, çocuklara
olan rahmetinin ihsanı île, Çennet'e ar.»
Dedim ki:
«İki tane de mi.
(ölürse..öyle?..)»
Peygamber:
«İki tane de...»
buyurdu.[297]
Ü m m ü- S, ü ;l ş;y m
{Raûiyalhhüanha)'e hitaben varid plan bu ha-dîs-i şerîf, daha önce geçen
hadîs-i şeriflerin lâfzına.ye manâlarına uy-gundur. Bııpu,-, ima m A b tn e d
vö T.a b e,r â n î tahriçâtmişlerdir. ,
ö-m m^ü S ü I e. y rrv jkimdjr?
Ümmü Süleym-
(kââîyJîlâHü anhc\ kühyesi îte şöhret buftrtü'ştur. Ehsar hanıntl^rmdan olan^
bu şahabiyyehin ismi hakkında çeşitli rivayetler vardır. S ehle, Rümeyle,
Rümeyse ve Müleyke gibi değişik sözler vardır. Hz. Peygamberin hizmetçisi E n e
s Hazretlerinin annesidir. Kocasının adı Malik olduğundan, oğlunun nispeti de
En es i b n i Malik 'dir. Cahiliyet zamanında Malik İle evlenmiş ve yine
cahıliyette E n e s doğmuş oldu. Nihayet İlk Müslüman olan Ensarla beraber
İslâm'ı kabul etti. İslâm'ı kabul edişine kızan kocası M a I İ k , hanımını
bırakıp Şam'a geçti ve orada öldü. Sonra E b u T a I h a henöz Müslüman
olmamışken ümmü Süleym ile evlenmek istedi, ü m m ü S ö I ey m-'irv ona.cevab
şu olmuştu :
«— Nikâh bedeli
karşılığında İslâm'ı kabul etmen şartı ile seninle evlenirim. Yâni Müslüman
olursan, senden nikâh için mal ve para istemem.»
E b u , T a I h a bu
teklife uyarak Müslüman oldu ve evlendiler. Daha önce de :
«— Oğlum Ene» bulûğ
çağına ermeden "evlenmem.» derdi.
Evlenmesi E n e s 'in bulûğundan sonra oldu.
Oğlu E n e s 'İ on
yaşında iken Resûlütlah m hizmetine vakfetti ve İr-tİhallerine kadar yanından
ayrılmıyarak hizmetinde bulundu. Hz. Peygamber'den OmmüSüleym hadîs-i şerifler
rivayet etti. Kendisinden oğlu Enes, Ibni Abbas, Zeyd ibni Sabit ve Ebu Seleme
gibi zevat rivayet etmişlerdir, t b u T a I h a 'dan Ebu U m e y r adında bir
oğlu olmuştu. Babası buna çok sevinmişti, fakat küçük yaşında vefat etti.
Çocuğun kafeste bîr serçesi vardı. Serçenin ölmesi üzerine, Peygamber Efendimiz
çocuğa :
«Ey Ebû Ümeyr! Serçe
ne oldu?»
diye lâtife ettiği
varid olmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki, yırtıcı kuşların parçalayacağı
bülbül, kanarya ve serçe gibi kuşları salıvermeyip beslemekte bir beis yoktur.
Nitekim ileride bu hadîs-i şerif gelecektir.
ümmü Süleym, en
sevgili oğlunu Resûlüllah'ın hizmetine bağlamakla en büyük hizmeti yapmış ve
Peygamber'in dualarına mazhar olmuştur. Allah ondan razı olsun.[298]
150— Sa'sa'a
ibni Muaviye'den nakledildiğine göre, Sa*sa'a Wi Zer ile bir su tulumu omuzuna
takmış olduğu halde'karşılaştı ve oaâ;
«Evlâddan neyin var,
ey Ebû Zer?» dedi.
Ebû Zar:
«Sana bir hadîs
söyliyeyim mi?» dedi. Ben':
«Evet, anlatî» dedim.
Ebû Zer dedi ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in şöyle
buyurduğunu işittim:
«Bir müslüman yoktur
ki, onun henüz bulûğ çağına ermemiş üç çocuğu ölsün de Allah onu, bu çocuklara
olan rahmetinin fazlı ile Cennet'e koymasın, (Allah muhakkak surette onu
cennetine koyar.) Ve yine Müslüman bir köleyi azad eden bir adamın her uzvu
için, aza d ettiği kölenin her uzvunu ateşten kurtuluş sebebi kılar.»[299]
Bu hadîs-i şerifte,
ölen çocukların Cennöt vesilesi olmaları îç*p bulûğ çağına ermemiş bulunmaları
şart kılınmış ve daha önce geçen hadîs-t şeriflerin umumî manâsı
kayıtlanmıştır. Bu bakımdan hadîs-i şerifin umumî veya mukayyed manâ taşıdığı
hususunda hadîs âlimlerinin ihtilâfı vardır. Bir kısmına göre, küçök yaştaki
çocuklara karşı sevgi ve onlara düşkünlük, büyüklere nazaran çok daha fazla
olduğundan onların ölümü ile duyulan acı ve keder daha büyük olur. Onun için,
böyle bir musibete katlanmanın mükâfatı Cennet olur. Büyük çocukların ölümünden
bu mükâfat elde edilmez, mükâfat daha noksan olur.
Bir kısım âlimlere
göre de, her ne kadar bulûğa ermiyen çocuklar diye zİkredilmişse de, büyüklerin
bu hükme girmiyeceğî manâsı çıkmaz. Büyükler de bu kaydın İçine girerler diye
bir görüş vardır.[300]
151— Enes ibni
Malik'den rivayet edildiğine
göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«itimin henüz bulûğa
ermemiş üç çocuğu vefat ederse, Allah onu ve o çocukları rahmetinin fazlı ile
Cennet'e koyar.»[301]
Allah Tealâ'nın
rahmeti ve fazlı olmaksızın hiç kimse Cennete giremez, insan ne kadar ibâdet
ederse, etsin, Allah'ın verdiği sayısız ve,hesapsız nimetlerinin karşılığını
hakkıyle ödeyemez. İnsan dalma acziyette olduğunu itiraf etmelidir. Hak yoluna
koyulduktan sonra Allah'ın fazlı ve ihsanı beklenir ve o sayede Cennet'e
girilir. Hadîs-İ şerîf buna işaret buyurmaktadır.[302]
152— (41-s)
Sehi ibni'l-Hanzaliyye'den (Radiynllahu anh) —ki onun çocuğu olmuyordu— rivayet
edildiğine gört.. şöyle dedi:
«îslâmda benim cerım
halinde bir çor mun doğmasiyle ondan se-vab beklemem, bütün dünya içindekiler, beraber benim olmasından bana daha
sevgilidir.»
Îbnü'l-Hanzeli y-y e
-(reiih Sürer-i* Âyet: 18 de zikredilen) ağaç altında biat edenlerdendi.[303]
Gönü tamam oimadqn
önce, annesi karnından düşen çocuğa S:kt veya Cenîn eteptr. Ana-babası arasındo
yaşamadan, vaktinden önce ulen çocu-ğurt selsfep olacağı sevAbyaşayıpMc
sonradan ölen çocuklannkindcn daha fazladır anlaşılmomalidır; Bundan anlaşılan
şudur: En aşağı derecede olan çocuktan kazanılacak sevâb bu kadar kıymet
taşıdığına göre; tam te-şekltiH+t» çocukların yaşayrp Öldükten sonra
arta-babalartria kazandıracakları sevâb mukayese edilömiyecek kadar buyüfc
olur.
S e h I i b n i r I - H ü fi z e11 \ yy e "kimdir? :
Ensardan alup, ilk
Akabe'de ağaç altında Peygamber Efendimize biat edenlerdendir. Babasının adı R
eb İ ' veya A m r 'âjy. H a n z e I i y -y e annesidir. Uhud ve ondan sonraki
bütün savaşlarda bulunmuştur. Sonra Şam'a geçti ve orada İkâmet etti. Hz.
Peygamberden hadîs .rivayet etmiş, kendisinden ,p!e rivayet olunmuştur.
fi&'m ve fpzıl bir
zqt idi. ^i*öîılarlp oturup sohbet e^ez, ya/namaz krlar veya teşbihte
bulunurdu. Kjsır olduğundan geriye evlâd blrdkamafhış-ttr. Hi. ;M ıra v i y-e
'nin fıildlelinin bgsJarJndoL Şaın'da vefat elti. Allah ondan razı olsun.[304]
153— Abdujlah'dan
(Radiyaîlahu anh) rivayet edildiğine §öyle dedi:
Reşûlüljah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;
«Hanginizin
mirasçısının malı, kendisine kendi malından,daha sevgilidir?»
(Ashab) dediler ki:
«Ya Resftlaîlâh!
Bizden fyer bmmîzin ihal^,. pıirasçısının 'İnalından kendine daha sevgilidir.»
Btmun üzerine
9«sûlüHah?(ŞallalkthüAleyhiveSellem) şöyletbuyurdu:
«Biliniz ki, sizden
hiçbirinizin malî, mirasçısının malından kendine daha sevgili değildir. Senin
malın önceden (hayır yollarına) harcadığındır. Mirasçının malı da (harcayamayıp)
geriye bıraktığındır.»[305]
İnsan, kendinden önce
âhirete çocuk göndermekle nasıl sevap kazanıyorsa, yine ölümünden önce hayır
yollarına harcadığı mal sebebiyle kendinden önce âhiret sevabı hazırlamış
olur. Ahirette bu hayır yollarına harcadığı malların sevabını bulacağı için,
malı kendisi ile bulunmuş demektir. Fajcat hayır yollarına harcayamayıp geriye
bıraktığı maldan bir fayda gö-remiyeceğinden o mal veresenin olur, onlara
kalır. Buna rağmen insan yine cimri davranarak âhireti ve kendi malını ihmâl
eder de veresenin malını sever, korur ve onü harcayamaz. Bu bakımdan Peygamber
Efendimiz biz müminleri ikâz buyurmuşlar ve hayır yollarına harcamıya bizi
teşvik etmişlerdir.[306]
154— (Abdullah)
(Ra4tyallahu anh) dedi ki:
Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi \e Sellem) yine şöyle
buyurdu :
«Sizde kısır kimi
sayarsınız.»
(Ashab) dediler ki:
«Kısır, çocuğu
doğmıyan kimsedir.» Hazreti Peygamber:
«Hayır, asıl kısır,
kendinden önce âhirete çocuklarından birini gon-dermeyendir.» dedi.[307]
Rekûb, çocuğu
yaşamıyan, çocuğu ölen ve çocuksuz bulunan kimseye denir. Fakat Peygamber imiz,
Rekûb1 u sevaba nail olamıyan, sevâbdan mahrum kalan manâsında
değerlendirmiştir. Bir kimsenin çocuğu vefat ettiği zaman, Allah'ın bir emri
olarak buna katlanır, sabreder ve sevâb beklerse, karşılığında Cennete girme
mükâfatını kazanır. Böylece büyük bir ecir elde etmiş olur. Çocuğu vefat
etmiyen ise, böyle bir mükâfattan mahrum kalacağı için gerçekte semeresiz
kalmış demektir. Asıl Rekûb adını almayı da böyle kimse hak etmiştir.[308]
155— (Abdullah) (Radiyallahu anh) dedi ki:
Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine şöyle
buyurdu:
«Sizde başpehlivan
kimi sayarsınız?»
(Ashab) dediler ki:
«Erkeklerin yenemediği
kimsedir o.»
Peygamber:
«Hayır, gerçekte
başpehlivan, gazap (hiddet) anında nefsine sahip olandır.» buyurdu.[309]
İnsanlar arasında
takdir ve şöhret kazanan büyük pehlivanların, elde ettikleri başarılar
sebebiyle Allah katında mükâfatları yoktur. Bu bakımdan manevî değer
taşımamaktadır. Fakat nefsin azıp kabardığı ve düşünmeksizin her fenalığı
yapmaya azmettiği bir anda, Allah korkusu baskısı ile, sağduyunun hakimiyeti
ile nefsi frenlemek ve onun fenalığına meydan vermemek, işte asıl pehlivanlık
budur. Çünkü Allah katında bunun mükâfatı vardır. Bu ahlâkla ahlâklanmak dinin
emirleri arasındadır. Nitekim Cenab-ı Hak, Âl-i tmran Sûresinin 134. âyet-i
kerîmesinde :
«(Takva sahipleri),
bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yutanlar ve insanların
kusurlarını bağışlayanlardır.» buyurmaktadır. Öyle ise öfkeyi yenmek, asıl
pehlivanlıktır.[310]
156— Allah'ın
rahmeti üzerine olsun. Ebû Talih'îû- oğluvAK, anlatarak şöyle dedi:
Vakta ki, Peygamber
(Şallallahü Aleyhi yeSellem) hastalığı
SeBebiyle ağıflaştı, şöyle buyurdu:
«Ey Ali! Bana bir
kürek kemiği getir, oraya ümmetimin sapıtmıya-cağı şeyleri
Beni'bırakıp
gideceğinden korktum da dedim îti':'
Sahifenin (kemiğin)
iki tarafına yazılacak olanı ezberlerime (Bu sırada Peygamberin, mübarek) başı,
kolu ile benim p^azum abasında idi. Namazı, zekâtı ve sahip olduğunuz köleleri
tavsiye ediyprdu, (oûnîara riayeti emrediyordu). Ruhu boşanıp çıkıncaya kadar
böyle söyledi ve Allah'dan başka raç'bir, İlâh olmadığına ve Huhammed'in de Allah'ın
kulu ve peygajnberi olduğuna şahitlik etmeğe dair emri de suydu:
«Kim bu iki şehadet
kelimesini (kalbi ile iman ederek) söylerse, ce-benneme haram olur, (o kimsenin tfâhenneme girmesi haram olur).»[311]
Bu hadîs-i
serTftç/Peygamb^'imîiin 6mıMefinm"%on anlarında buyurdukları tavsiyeleri
öğrenmiş oluyoruz. Bedenî ibadetlerin başı namaz ve malî
ibodetleS4h^ecfe*meR-'2ekÖftır.<1riîa'rtfar arasında en aşağı-seviyede oton
kölelere iyKrrtuamele ödip, onların hakkını korumak da muamelât ve cemiyet
hayatr düzetnî ite- TTjğjîT hususftjr ki, bu aşağı seviyeden itibaren hâk
ve^gdâlet lıözetîlî^se^feV Ost makamlara kadar.daha itinalı bîr şekilde işler
düzeWn.İş olur. Haksızlıfcla^aşağı tabakadan başlarsa, kademe kademe yüksel/ri
nihayet büsbütün adaletsizlik hüköm sürer» Adaletin 010500*191 btr cemiyette de
huzur ve üzen kalmaz.
Bütün bu İbadetlerin
kabulü de, îmanın esâsı olan şehadet kelimelerine bağlıdır. Bu iki keljme
gjercek manâda tahakkuk etmedikçe, amellerin manevî bir değeri kalmaz.
Kelimeden biri : Allch dan başka hiç bir ilâh olmadığına (kalb ile inanıp)
şahitlik etmek — Eşhedü_En Lâ İlahe İllallah, de-m^k. , Diğerj de : Muhammedİn,
Allah'ın kulu ve Peygamberi, olduğuna, (kalp ile İnanıp Allah'dan
getirdiklerinin bütününün hak olduğuna) şahitlik etmek = Ve eşhedü enne'Muhammeden
abduhu-ve resûlühu, demek.Bu iki kelime îmanın özetidir. Bunfdr kalb i!e tasdîk
edfîip, dilife söyfehmedikçe îrridn husule" gelriieîfv
îman'blmayınod^dölîiç bir amel fayda vörmez.
İçin Peygamber Efendimte'm evvel olduğu gibi, son'kelâmları da; bu Aklrbdşıhda
ve tam bit ihtiyarla Örhrünun sonunda" bu şehadef kelU melerini söyliyen
kimse, daha önce günâh İşlemiş olsa bite Cennete gîrer, diye ;bç>zı
âlimlerin gorii.su,-yardır; Hadîs-i şerifte, b.u keiraıeİeçj. sayfiyene
Cehennem, .haram ojlu.r, ..beyanından bu ,mcınâ çıktığını söylemektedirler.
Çüpkjj bir jrap<id^t için, .mürnifilçrin, günahkârlarıjçtn Cehennem azabı
ol-duğupbqşka/v.de]ijjerl,e sabittir.
Ravi'Hz. \A\:\
(Radiyallahuahhb hakkında varid oları hadîsi eri on Ufl menakıbı burada yazılabilecek gibi
değikUr, «Peygamberin dilinden dört halifesi» adlı kitabın 240-327.
sayfalarına, tafsilât için bakılsın.[312]
157—
Abdullah (ibni Mes’ud) iRitdtyallahıl anhûma) Peygamberden. Kvâyet ettıgmij göre
Hazreti Peygamber şöyle dedi:
«îfâvet eftene icabet
edin, hediyeyi geri çevirmeyen ve msjsİumanları dövmeyin.»[313]
Peygamber'imiz,
b'u'"hadîs-i şerîffe Müsfümanlarâ üç'şeyî tcVsîye ediyor:
1— Dİnin
yasak etmediği İşler İçin bir kimsenin yapacağı daveti kabullenmek ve onu
yerine getirmek sünnettir. Müslümanm, Müslüman üzerine olan bir hakkıdır. Eğer
davet bir düğün içinse, ona icabet etmek yacib dere^cesİn^eyîr. ;Dî§er davetler
varb-olmöz. Ydprldtı' ddvete icabet "etme-mek İ^İn şu özürler vMir:
Davetçinın kâzancfhın haram öldüğünü bftmek, baş!<criSfHı
mutazarrır"etmiş'olmak, İçki ve kurna^îîSÇhcİftirn işler bulunmak, davef
z:engfh'İe'reihâs olmak ğîbi.
2— Gelen bir
hediyeyi kabullenmek ve geri
çevirmemek lâzımdır. Amma bir maksata
bağlı olarak getirilen hediyyeler, işîn durumuna göre rüşvet kısmına girebilir.
Hakimler bu hükmün dışında kalır. Çünkü onlar hediye kabul edemezler,
kendilerine haramdır. Fakat bunların dışında bulunan Müslümanların
birbirlerini sevmeleri nişanesi olan hediyeleşmeği tatbik etmeleri sünnettir.
Karşılıklı olarak yerine getirilmeli ve Müslümanlar birbirlerini sevmelidirler.
3— Sebepsiz
yere, bir ceza karşılığı olmaksızın, terbiye maksadı bulunmaksızın Müslümanlar
döğülmemelidir. İş ve hareketlerde, konuşmalarda lütufla muamele etmelidir.
Haksız yere Müslümanı döğmek haramdır, büyük günâhtır. İslâm dini bunu emreder.
Bu esasa binaen Müslüman ol-mıyan ekalliyetler de haksız yere döğülmez, aynı
zamanda sulh andlaş-ması olan devletler tebaası da döğülmez.
Köleler için olan bu
bölümde, Müslümanlara ait iş beyan edilmesiyle yine arada bir İlgi vardır.
Çünkü Müslümanların döğülmemesi ile ilgili hüküm, köleleri de İçine âiır.
Köleler de haksız yere döğülmemelidiHer.[314]
158— Allah'ın
rahmetleri üzerine olsun. Hz. Ali
(Radiyallahu anh) den rivayet edildiğine göre dedi ki:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in son sözü şu olmuştu:
«Namaza dikkat edin»
namaza!.. Sahip olduğunuz kölelerin hukukun -da Allah'dan korkun, (onlara iyi
muamele edin).»[315]
Bundan önceki 156
sayılı hadîs-i şerif, burada mevcut bulunan manâları ihtiva etmektedir, üstelik
orada zekât ve kelime-i şehadet tavsiyeleri vardır. Bununla beraber, P«ygamber
Efendimizin son kelâmlarını rivayet eden ra-vilerin ifadeleri birbirine yakınsa
da, 18 kadar değişik rivayet vardır.[316]
159— (42-s)
Ebû Derdâ'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Ebû Derdâ insanlara
şöyle derdi:
«Biz, hayvanların
hastalıklarım bilen baytarlardan daha iyi sizi tanırız. Kötü olanlarınızla iyi
olanlarınızı bilmişizdir. Sizin hayırlınız o kimsedir ki, hayrı beklenir,
fenalığından emin olunur. Kötü olanlarınıza gelince, o kimsedir ki, hayrı
beklenmez, fenalığından emin olunmaz ve kölesi de azad edilmez.»[317]
Burada, iyi insanlar
İçin İki vasıf ve kötü insanlar için ûç vasıf belirtilmekte İse de, esasen iki
vasıftan ikincisi olan kötülüğünden emin olunmamak, köleyi azad etmemek
insafsızlığını da içine alır. Açıklanırsa : İyi İnsan odur ki, daima iyiliği
umulur, kendisinden hiç fenalık ve ziyan beklenmez.
Kötü ve zararlı insan
da odur ki, ondan hiç bir zaman iyilik veya hayırlı bir İş beklenmez, fenalık
yapatağı beklenir/Pgima insanlara emniyet yerine endişe ve huzursuzluk verir.
Boyla, bir İnsanın zaten kölesi azad edilemez. İster kendi hayırsızlığından
olsun, ister insanların ondan kaçınmasından olsun... Onun için bu üçüncü
vasıf, İkinci vasfı izah mahiyetindedir. Bundan da anlaşılıyor kî, köleye
fena'muamele etmek, onu ozad etmeğe yanaşmamak huyunda.olan kimse, insanların
kötüsüdür. Bu duruma düşmekten kaçınılmalıdır.[318]
160— (43-s)
Ebû Ümame'nin (Radiyallahu ûnh) şöyle
dediğini, İbni Hânı (Radiyattahuanh)
igitmiştir:[319]
(Allah'ın nimetini
inkâr eden) nankör o kimsedir ki, iyiliğini engelle yalaiz başına *.k©nuklar ye
köjesini -döver.»[320]
Bu eserde «anfepr
iç-in uç haslet anılmıştır ı
1— Albh
Teal4 Meretlerinin verdüğ^.nBmetlâı^ <ktskaıup boşkasıaa İyilik etmiyen,
hgyir ye( ha^nâtını eogçlliyen .adgpo, içinde bulunduğu nİmet-ley göstermixen/
df^yyfB ye i^loâr;eç^( kitpse^r.
2— Bir
arkadaş^ eaThmeyip "yalnız tiaşına konukhyan, ekmeğini başkasından
esirgeyen adam cimri ve haris kimsedir. Bu da sahip olduğu nimetin kıymetini
bilmemekle nankördür.;
3— Daima
kölesini döven ve ona feno muamele eden kimse, bu hareketini titizlik
ve.ikıskançlığmdan, fazla randıman alma hırsından ötürü ya* pacağıî cihetle,
yine; elindeki Allah'ın nimetini inkâr eden bir nankör de-mektiıv&U' kötG
vasıfların;, karşılığı oian üç İyi vasıfla ahldklanmak gerektir. iyiliğe engel
çıkarmamak, iyiliğe devam etmek. Yalnız başına değil, arkadaşlarla birleşip
konuklamak ve onlara yedirmek. Lüzumsuz ve haksız yere köle dövmemek, ona
ihsanda bulunmak. İşte bu üç haslet üzere hareket eden, Allah'ın verdiği
nimetlere şükreden kimsedir.[321]
161— (44-s) Hasan'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre;
«Bir adam kendi
kölesine, kuyudan su çekip devesine yüklemesini emretti. Köle (bu işi
yapmıyarak) uyudu. Adam (bu hali görünce) bir ateş şulesi getirip kölenin
yüzüne bıraktı. (Bundan çırpınan) köle kendini kuyuya attı. Sabah olunca,
(şikâyet için) Hazreti Ömer (Radiyallahu anh) m yanma gitti de yüzünde olan
hali gördü. Hemen onu azad etti.»[322]
Köieye yapılan zulmü
en çabuk şekilde gidermek için, köleye mükâfat olarak ve ona en büyük bir
iyilik olarak Hz. Ömer Efendimizin yaptığı hareket, bize en güzel bir örnektir.
Suçluyu cezalandırmadan önce, mazlumu kurtarmak ve sevindirmek daha büyük bir
haslettir.[323]
162— (45-s)
Amre'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre: Âişe (Radiyallahu anha) kendi cariyesini müdebber kıldı (hürriyete
kavuşmasını kendi ölümüne bağladı).Sonra Âişe rahatsızlandı. Bunun üzerine
kardeşi oğullan, Hinci veya Sudanlılardan bir tabibe (deva için) sordu. Tabip
şöyle dedi:
«Siz, bana, büyülenmiş
bir hanımdan soruyorsunuz, onu kendi cariyesi büyülemiştir.»
(Doktorun söylediği
sözden) Âişe haberdar edildi. Âişe (cariyesine) sordu :
«Bana sihir mi ettin?»
Cariye:
«Evet!> dedi.
Âişe:
«Niçin yaptın? (Değil
benim ölümümden sonra, artık) ebediyyen (kölelikten) kurtulamıyacaksm!» dedi.
Sonra:
«Bu cariyeyi,
tasarrufu en kötü olan bir bedeviye satın!» dedi.[324]
Bir savaş sonunda,
Müslümanların düşman ordusundan almış oldukları esirleri, İslâm devlet reisi
dilediği şekilde tasarruf etmeğe yetkilidir. Göreceği lüzuma binaen, onları
serbest, bırakabilir, hapsedebilir, Müslüman esirleri kurtarmak için fidye
olarak verebilir, onları öldürebilir, köleleşti-rİlmelenne de hüküm verebilir.
Köleler"'dört kısma ayrılır:
1— K|nn
denilen köle : Hiç bir kayda bağlı olmayan, her zaman satı-labilen ve hürriyete
kavüşrurulabilen, hizmette çahştmlabilen ve insanın kendi mülkiyetinde olan
köledir.
2— Aödebber
köle : Bir insan, kölesinin hürriyetini kendi ölümüne bağlarsa, .yani kölesine
: Ben öldükten sonra sen hürsün, derse böyle bir köle müdebber olur. Hz. Âişe
de kendi cariyesini böyle müdebber kıldığından, cariyesi hanımefendisine
kızmış ve ondan bir an önce kurtulmak için onu böyülemif: olduğu
anlaşılmaktadır. Hakim, Müstedrek'inde, Hz. Âi şe'rifn son sözüne şunu da ilaVe
ederek tashih etmiştir: Bu cariyeyi kötü idareciye, satın, sonra onun parası
ile bir köle satın alarak onu azad edin. Bu durumda Hz. Aişe
yine bir köleyi hürriyete kavuşturmuş oluyor.
3— Mükâteb
köle: Efendisine bir miktar para kazanıp ödemek karşılığında,' hürriyetini
garantileyip efendisi ile sözleşme yapan köledir. Taah-hüd ettğİ parayı,
çalışıp kazanarak efendisine ödeyince hür olur.
4— Ummü
Veled : Efendisinden dünyaya çocuk getiren cariyeye denîr. Böyle bir cariye
satılamaz, başkasının mülkiyetine geçirilemez. Efendisi ölünce de hürriyete
kavuşur.[325]
163— Ebû
Ümame'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), yanında iki köle olduğu halde teveccüh ettiler (çıka
geldiler). Bunlardan bir tanesini, Allah'ın rahmetleri üzerine olsun, Hazreti
Ali'ye bağışladılar ve şöyle buyurdular:
«Bunu dövme; çünkü
ben, namaz kılan kimseyi düğmekten alıkondunı. Ben, bizimle karşılaşalı beri,
bunu namaz kılar gördüm.»
Bir köleyi de Ebû
Zerr'e verdiler ve şöyle buyurdular:
«Buna ihsana dair
tavsiyemi kabul et.»
Sonra Ebû Zer, o
köleyi azad etti. Hazreti Peygamber sordu:
«(Köleye) ne yapıldı?»
Ebû Zer dedi ki:
«Ona iyilik etmemi
emrettin, ben de onu azad ettim.»[326]
Peygamber Efendimiz bu
hadîs-i şeriflerinde de köleyi döğmemeyi, ona iyi ve güzel muamele etmeyi, en
büyük ihsan olarak onu azad etmeyi tavsiye etmektedirler. İnsanları
köleleştirmek bir ibadet değildir; fa!tat köleleri azad etmek sevâbdır ve bir
İbâdettir.
İnsan haklarını
gözetmek ve korumak bakımından kölelerin bile İslâm nazarında diğer
Müslümanlardan farkı yoktur. Mal ve can emniyeti, iş yaptırma ve yedirip
giydirme hususlarında, kölelerin diğer insanlardan bir farkı yoktur.
Ebû Ümame
kimdir? :
Ashab-ı kiramdan otup,
Ebû ümame künyesini taşıyan bu zatın ismi S u d e y y 'dir. Babasının adı
Aclân olup, Bahile kabilesine mensuptur. Kendilerinden yüz elli kadar hadîs-İ
şerîf rivayet edilmiştir. Bir müddet Mısır'da ikâmet ettikten sonra Humusa
geçti ve hicretin 81. yıhnda 106 yaşında olduğu halde orada vefat etti. Şam'da
vefat eden sahabenin sonuncusu olduğu söylenir. Allah ondan razı olsun.[327]
164— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Peygamber (SallallahüA
leyhi ve Sellem), Medine'ye şeref verip geldi. Onun bir hizmetçisi yoktu. Ebû Talha,
elimden tutup götürdü, tâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna
varıncaya kadar... Ebû Talha dedi ki:
«Allah'ın Peygamberi!
Enes, gerçekten terbiyeli bir çocuktur, zekidir, (Müsaade ederseniz) size
hizmet etsin.»
(Yine) Enes şöyle anlattı:
«Hazreti Peygamberin
Medine'ye gelişlerinden vefatlarına kadar seferinde ve hazarda, kendilerine
hizmet ettim. Yaptığım herhangi bir işten dolayı bana: Bunu, neden böyle
yapmadın? Veya yapmadığım bir 13 için de bana: Bunu böyle yapmış olsaydın? demedi.»[328]
E n e s Hazretlerinin
ifadeleri, Peygamber Efendimizin yüksek ahlâkına ve kemal mertebesine delâlet
eden hallerini canlandırmaktadır. Bu arada En es Hazretlerinin de tam bir
edeble hizmette bulundukları ve en İyi bir şekilde vazifelerini yapmış oldukları
manâsı da çıkar. Ancak En es Hazretleri kendini değil, (AleyhissalâtÛ
vesselam) Efendimizin örnek ahlâkını övme maksadı İie konuştukları aşikârdır.
En es, bir insan olarak kâinatın efendisine hizmet ettiği uzun bir süre
zarfında muhakkak !;i, hata işlemiştir, kusur da yapmış olabilir. Fakat bütün
bunları bağışlamak ve hoş görmek suretiyle ona en güzel şekilde muamelede
bulunulması, bize bir ders ve örnek olmalıdır.
E b u T a I h a
kimdir? :
E b u T a I h a
(Radiyallahu anh), E n e s i b n i M a I i k 'İn babalığıdır. E n e s
Cahîliyet zamanında annesi ümmü Süleym'-den doğmuş olup, babası Malik 'dir.
Annesi Müslüman olunca, buna kızan babası Malik Şam'a geçti ve orada öldü.
Sonra annesi ü m -mü S ü I e y m , Müslümanlığı kabul etmek şartı ile E b u T a
I h a '-nın evlenme teklifini kabul etti. Böylece E b u T a I h a 'nm Müslüman
oluşu, ümmü Süleym için mİhir karşılığı oldu. U m m ü S ö -I e y m ise,
Ensar'dan ve İlk Müslüman olanlardandı. Tercüme-i hali geçmişti.
E b u T a I h a
(Radiyallahu anh), Nece ar kabilesinden ve Enscrrdan-dır. Adı Zeyd ibni Sehi
'dir. Bedir ve diğer bütün savaşlarda bulunmuştur. Rivayet edildiğine göre.
kuvve!1 kazanmak ve savaşa hazırlanmak için, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem)"\r\ hayatı boyunca oruç tutmazdı. Hz. Peygamber'den sonra, Fıtır
ve Kurban Bayramı gönleri hariç olmak üzre kırk yıl fasılasız oruç tutmuştur.
Bir deniz savaşında denizdeki gemide vefat etti. Bir ada bulup, onu gömmek için
yedi gün dolaşılmış ve nihayet yedinci günde, cesedinde hiç bir değişiklik
meydana gelmediği bir halde gömüldü. Gömüldüğü yer bilinmemektedir. Bîr
rivayete göre de Medine'de vefat etmiştir. Yetmiş yaşında iken vefat etmiş ve
kendisinden 92 kadar hadîs-i şerif rivayet olunmuştur. Cesur ve kahraman bir
savaşçı olduğu için Hazreti Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur:
«Askerde Ebû Talha'mn
sesi, bir bölükten daha iyidir.»
Oğulluğu Enes, İbni
Abbas, Ebu'f-Habbab gibi zevat kendisinden rivayet etmişlerdir. Allah ondan
razı olsun.[329]
165— Ebû
Hüreyre'den (Radiyaîlahu anh)
rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu :
«Köle hırsızlık ettiği
zaman bir neşşe -yirmi dirheme - dahi olsa, onu (ucuz bir fiatla) sat.»
Ebû Abdullah
(Radiyaîlahu anh) demiştir ki:
«Neşş, yirmi dirhem
gümüş miktarıdır, Nevat, beş dirhemdir. Evkı-ye de kırk dirhemdir.»[330]
Hırsızlık eden
kölenin, yok pahasına dahi olsa satılması gerektiğini Peygamber Efendimiz
buyurmaktadır. Ancak satılan bîr malın kusur ve ayıbını söylemek dinimizde
şarttır. Satarken ve alırken hile yapmak hahamdır. Bu hadîs-İ şeriften başka
turlu bir manâ anlaşılmamalıdır.
Hırsızlık eden köle
satılırken, bu ayıbını müşteriye söylemek 'azimdir. Aksi halde haram olur,
çünkü müşteri aldatılmış demektir. Bir de hırsızlık edenin kolu kesilmez,
bağışlanır mpnâsı da hatıra gelmemelidir. Kol ke:-meyi gerektiren hırsızlık
için bir takım şartların bulunması lâz'mdu- ki, bunun tafsilâtı fıkıh
kitapları pda yazılıdır. Bilgi için «İslâm F:khj ve Hukuku» adlı eserin 129, 130.
sayfalarına bakılsın.[331]
166— Asım,
babasından rivayet ettiğine göre, babası Lakît ibni Sabra şöyle dedi:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e gittim. (Peygamberin koyunlarını gütmekte olan) çoban,
ağıla bir kuzu götürdü. (Peygamber bunu görünce, onun yerine bize bir koyun
kesiver diye çobana emrettikten sonra, bana hitaben) Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selİem) şöyle buyurdu:
«(Bu koyunu senin için
kesiyoruz) zannetme. —Zannetme manâsında olan kelimeyi, Tahsebenne şeklinde
değil de, Tahsibenne şeklinde telâffuz buyurdular. — Bizim yüz koyunumuz var,
yüzden çok olmasını istemiyoruz. Çoban, bir kuzu getirdiği zaman, onun yerine
bir koyun keseriz.»
Buyurduğu sözler
arasında, şunlar da vardı:
«Hizmetçini doğduğun
gibi, hanımını döğme. Abdest alırken burnuna, ağzına fazla su ver, ancak
oruçlu iken böyle yapma.»
«Hizmetçini doğduğun
gibi, zevceni döğme.»[332]
Bu hadîs-i şerifin
metni, Imam-ı Buharı tarafından kısaltılmış olarak burada rivayet edilmiştir.
Metne sadık kalarak doğrudan doğruya tercümesi mümkün olamıyacak şekilde
kapalıdır. Ebû D a v u d , birinci cild, Taharet bölümünde ve bab : 56 dakİ,
istinsar mevzuunda bu hadîs-i şerîfi daha geniş ve açık olarak rivayet
etmektedir. Oradan faydalanılarak tercümesi yapılmıştır. Bu hadîs-i şerifte şu
üç hususa işaret buyurulmaktadır:
1— Hz.
Peygamber in yüz koyunu vardı ve bunlar dünya İhtiyacını karşılayacak kâfi
miktar sayıda oldukları için, daha fazla çoğalıp birikmelerini murad
etmemişlerdi. Yüz adedini geçmemek İçin gelen bir kuzu yerine, bir koyun
fcgserlerdîy Kesilen koyun, eve, mispfîrlere, komşulara ve fakirlere harcanırdı.
Buradaki rivayetten anlaşıldığına göre, bir koyun kesilmesini emretmeleri,
gelen misafire İkram için hususî bir muamele değil, yüz adedini aşmamak için
ve fazlalığı gidermek İçindir. Daima kazanmak ve harcamamak, biriktirmek doğru
bir hareket değildir. Kazandıktan sonra, ihtiyaç fazlasını sarfetmek
lâzımdır.İçtimaî yardımlaşma böyle olur,
malî denge böyle kurulur.
2— La kî y
t, hanımının dilinden Hazreti
Peygamber'e şikâyette bulunması özerine ona :
Buyurdular. Zevce, hiç
bîr zaman bir hizmetçi seviyesinde tutulmamalıdır. Hizmetçi, bir iş yapmak
mükellefiyetinde bulunduğundan, onu terbiya maksadı ile döğmenin caiz olduğuna
dair hadîs-i şerifler geçmişti. Zevç ve zevcenin karşılıklı haklan, hizmetçi
ile kıyas cdilem'yeceğinden ve zc/cen'n hizmetçi gibi evde iş yapma
mükellefiyeti bf;h.:r:mad'5:ndcm onu cyn tutmak icab eder. Onu üst ve yüksek
seviyede idare etmeyi Peygamberiniz tavsiye buyurmuşlardır.
3— Abdest
alırken, tam bir fazilet elde edebilmek için, buruna ve ayıza bol su vermek
Sureti İle ağız ve burunu temizlemek lâzımdır:insanın vü"u-düna, zararlı
mikropların çoğu ağrz ve burun yoltarı i!e girer. Bunların :;'; sık iyi bir
şekilde temiz tutulmaları sağlığ'mizl ve temizliğimizi koruma bakımından da
çok lüzumludur. Bunun dışında manevî fazileti ve sevabı vardır. Yalnız oruçlu
bulunanlar/boğaza ve gen'zo su kaçırmama'; iç'n, İtina ile hareket
etmelidirler. Buruncf fazla su çökmeme!!, gargara yapmamalıdır. Çünkü boğazdan
su kaçması ve suyun genize gitmesi orucu bozar.
L â k î y t tfmdir? :
Lâkîyt ibni Sabire
(Radiyaltahu anh), ashab-ı kiramdan olup, Peygamber Efendimizden hadîs-i şerif
rivayet etmiştir. Oğlu Asım da kendisinden rivayet etmiştir. Ebû Asım künyesi
ile şöhret bulmuş-fur. Tercüme-i hali hakkında daha geniş bir malûmat
edİnüememiştir.[333]
167— (46-s)
Ebu'l-Aliyye'den rivayet edildiğine göre söyle dedi:
«Biz, hizmetçiye
(teslim edilen eşyayı, şüphelenmiyelim diye) mühürlemekle, ölçmekle ve
saymakla emrolunmuştuk. Bunu, kötü ahlâka alışmasınlar yahud bizden birimiz
(hizmetçi için) kötü zan beslemesin diye yapardık.»[334]
Bİr malı muhafaza
etmek veya bir tarafa göndermek için o mal hizmetçiye teslim edildiği zaman
onu bağlayıp mühürlemek, ölçmek veya saymak İhtiyatlı bir hareket olur. Bir
şeyin miktarını ve keyfiyetini bilmeden, onu başkasına teslim etmek İhtilâflara
yol açar ve çok kere de haksızlığa sebebiyet verir. Teslim edilen adam
hakkında, kaybetti veya çaldı diye kötü zan beslemeye sevkeder. Suçsuz kimseye
kötü zanda bulunmak ise günâhtır. Bu günâha düşmemek için, önceden tedbir
almalıdır.
Aynı zamanda bir
kutuyu lehimleyip sağlamlaştırmak ve eşyayı sarıp bağlamak ve ölçüsünü tesbit
etmek, hizmetçiyi kötü alışkanlıktan kurtarır. Çünkü ölçüsü ve miktarı
bilinmiyen açıktaki bir maldan almak kolaydır. Nasıl olsa bilinemiyecek
düşüncesi ile hareket edip böyle bir maldan alan bir hizmetçi, zamanla bu kötü
harekete alışır ve iş büyör. Bundan da kötü ahlâk doğar. Buna da mahal
bırakmamak lâzımdır.
Ebû'I-AIİyye kimdir? :
Adı Ruf ey ' ibni
Mihran olup, tabiîndendir ve sayılı imamlardandır. Hz. E b u B e k i r 'in
sohbetinde bulunmuş ve Hazretî O m e r 'in arkasında namaz kılmıştır.
Mavera'in-Nehir de İlk ezan okuyandır. Hicrî 90 tarihinde vefat etmiştir.
Allah ondan razı olsun.[335]
168— (47-s)
Selman'dan (Radiyallahu mh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«Ben kötü zan korkusu
ile, hizmetçime (teslim ederken) kaba eti alınmış kemikleri (bile) sayarım.»[336]
Teslim edilecek eşyayı
saymamn ve ölçüp muhafazaya almanın faydalan bundan önceki haberde
anlatılmıştı. Selman-İ Farisî 'nin ifadesi de aynı manâyı kuvvetlendirmektedir.
Yani kıymeti az dahi olsa, hizmetçi hakkında kötü zan beslemeye vesile olmasın
veya ona kötü bir huy aşılamıyayım diye, S e I m a n Hazretleri eşyayı sayarak
teslim ettiklerini açıklamışlardır.
S e I m a n kimdir? :
S e I m a n aslen
İranlıdır. Isfahan yakınlarında bir köyde doğmuştur. Gençliğinde Mecûs =
Ateşperest dinine bağlı iker^ Hıristiyanlığı buna tercih etti. Mecusîlerin eziyetinden
kurtulmak için Şam taraflarına kaçmıştı. Rivayet edildiğine göre, rahİblerden
biri, Hicaz tarafında bir Peygamberin zuhur edeceğini ona haber vermesi üzerine
S e I m a n bir kervana katılmış ve elden ele satılarak Medine'ye varmıştı.
Medine'ye gidişleri hicretten sonra olmuş ve doğruca Hazreti Peygamber'in
huzuruna vararak İslâm'ı kabul etmişti. O sırada bir Yahudi'nin kölesi
bulunuyordu. Hazreti Peygamber S e I m
a n 'ı satın alarak azad etti.
Sel man, âlim ve fazıl
bir zat olup, kendi el emeği ile geçinirdi ve kimseden bir şey almazdı.
Kazancının çoğunu sadaka olarak verirdi. Hurma yapraklarından zenbil dokuyup
satardı. Sahip bulunduğu ilim ve itilâsı sayesinde, ehli beyt arasına kabul
buyurulmuş olduğu rivayet edilir. Kemâl ve faziletine dair pek çok hadîs-i
şerif varid olmuştur.
İlk defa Hendek
savaşında bulunmuş ve Medine çevresine hendek kazılmasını Hazreti Peygambere o
tavsiye etmişti. Hendek savaşından sonra, diğer bütün savaşlarda bulunmuştur.
Hazreti Peygamber ona, Selmanü'I-Hayr adını vermişti.
Kanaatkar ve
ihtiyaçtan müstağni olduğundan giydiği abası'ntn bir tarafını kendine döşek
olarak kullanırdı. Rivayet edildiğine göre, bir adam Selman'a :
«— Sana oturacak
olduğun bir ev yapayım.» dedi.
Sel man :
«— Benim eve ihtiyacım
yoktur.» diye cevap verdi.
Adamın ısrar etmesi
sonunda, Selman'a dedi ki :
«— Ben senin nasıl bir
ev istediğini artık anladım. Sen öyle bir ev istiyorsun ki, ayağa kalktığın
zaman, başın tavana ve yattığın zaman da ayakların dıvara değsin.»
S el m an buna :
«— Evet!»
Dedi. Adam da ona
böyle bîr oda inşa etti. Peygamber Efendimiz onun hakkında şöyle buyurdu :
«Din, Süreyya
yıldızında olsa, S el man yine onu arar, buyurdu.»
Hazreti ö m e r 'in
hilâfeti zamanında Medaİn valiliğine tayin edilmişti. Hazreti O s m a n 'm
hilâfeti zamanında da hicrî 35 tarihinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[337]
169— (48-s)
Selman'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«Ben, zan korkusundan
dolayı, kaba eti alınmış kemikleri sayarım.»[338]
Yine S e I m a n 'dan
rivayet edilen bu haber, az bir değişiklikle daha önceki rivayeti teyid
etmektedir.[339]
170— (49-s)
Yezîd ibni Abdullah'dan işitildiğine göre şöyle anlattı: «Abdullah ibni Ömer,
kendi kölesine, bozdursun diye, altın veya gümüş para verip (çarşıya)
gönderdi. Köle, paranın karşılığını bir müddet sonra almak üzere parayı
bozdurup geri döndü. Bunun üzerine, Abdullah köleyi acıklı bir şekilde döğdü ve
(ona) şöyle dedi:[340]
«Git, bana ait olanı
getir ve onu değiştirme (bozdurma).»[341]
Altın ve gümüş kendi
cinsleri karşılığında satıldıklar! ve bozduruldukları zaman, peşin olarak
alınıp verilirler. Veresiye şekline dönünce, bu haram olur. İşte köle, haram
bir alış-verİş yaptığına kızan Abdullah ibni D m e r , onu acıtacak şekilde
kırbaçla doğmuştur. Terbiye için hizmetçiyi döğmenİn cevazına bir işaret ise
de, bundan sonra gelecek olan hadîs-İ şerîfte, köleyi döğmemek veya döğüldüğü
takdirde ileri gitmemek icab ettiği beyan buyurulmaktadir.[342]
171— Ebû
Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«Kendi kölemi
doğuyordum. Arkamdan şöyle bir «es duydum:
«Ey Ebû Mes'ud! Bil
ki, senin köleye güç yetirmenden daha çok, Allah'ın gücü sana yeter.»
Döndüm, bir de ne
göreyim O, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemp... Dedim ki:
«Ya Resûlallah! Artık
bu köle, Allah rızası için hürdür.»
Bunun üzerine :
«Eğer sen böyle
yapmamış olayCin, sana Cehennem ateşi dokunurdu.» Yahut: «Seni ateşin alevi
yalardı.» buyurdular.[343]
Anlaşılıyor ki, Ebu
Mes'ud (Radiyallahu anh) kızgınlığından ve köleyi döğmekle meşgul olmasından
ötürü, yanına kadar yaklaşan Peygamber Efendimizin farkına varamamışlardır.
Ebu Mes'ud'un kızgınlığını gidermek ve yaptığı işin çirkin bir İş olduğunu ona
bildirmek içinA Allah Tealâ'nın kudretini Peygamber'imİz kendilerine
hatırlatmıştır. Yaptığı günâhın keffareti de onu azad etmek olmuştur. Köleyi
azad etmemiş olsaydı, günâhtan kurtulamıyacaktı ve azabını çekecekti. Daha önce
köle ve hizmetçilerin döğülebileceğîne dair haberler geçmişti. Burçda ire
döğmenjn günâh olduğu bildirilmektedir. Her ikisinin arası şöyle telif
edilebilir: Lüzumsuz yere ve haddinden fazla döğmek günâhtır. Terbiye İçin
kâfi miktar döğmekte beis yoktur.
Ebû Mes'ud
kimdir? :
Ismİ U k b e 'dİr.
Babasının âdı A m r olup, Ebu Mes'ud E I - B e d r î künyesi İle meşhurdur.
Bedirde ikâmet ettiğinden ona, bulunduğu yere nisbeten B e d r î denmiştir.
Yoksa Bedir savaşında bulunduğu için bu vasfı almamıştır. Çünkü Bedir
savaşında bulunmadığı rivayet edilir. Uhud ve ondan sonraki savaşlarda
bulunmuştur. Bir rivayette Hz. A I i 'nİn hilâfeti zamanında ve diğer bir
rivayette de Hz. M u a v İ y e devrinde vefat etmiştir. Ensar'dan ve Hazreç
kabilesindendi. Allah ondan razı olsun.[344]
172— Ebû
Hüreyre'den (Radiycdlahu anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
«Allah, yüzünü kara.
etsin, demeyiniz.»[345]
Yüz, insanoğlunun en
kıymetli vasıflarını toplıyan bir kısmıdır. Başın en güzel ve önemli bir
tarafını teşkil eder. Konuşma, görme, tatma, işitme, koklama, bilme gibi en
önemli vasıflar burada toplanmış ve İnsanın güzelliği de burada tecelli
etmiştir. Bu bakımdan Cenab-ı Hakkın kudret ve azametine en büyük vasıfta
delâlet eden bu kısmı kötülememek ve ona saygı göstermek İcab eder. Bu bakımdan
yüz tahkir edilmemelidir.[346]
173— Ebû
Hüreyre'den (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«Allah senin yüzünü ve
yüzü senin yüzüne benziyenin yüzünü kara etsin, diye asla demeyiniz. Çünkü Azîz
ve Celîl olan Allah, Âdem (Aleyhîsselâm)
'ı kendi suretinde yarattı.»[347]
Yine yüzün önemli bir
organ olduğunu teyid eden »bu hadîs-i şerifteki, «Allah, Âdem'i kendi suretinde
yarattı.» cümlesi üzerinde âlimlerin çeşitli görüş ve tefsirleri olmuştur:
1— Bir kısım
âlimler, bunun manâsını Allah'a bırakmışlar ve bunu söz konusu etmemişlerdir.
2— Bazı
âlimler de bunun manâsını tevil etmişler ve Suret, s:fat manâ-sındadır,
demişlerdir. Yani Cenab-ı Hak, Âdem'i, kendi sıfatlarına maz-har kılarak
yaratmıştır. Allah Tealâ nın, ezelî ve kemal sıfatları olan kelâm, semi', basar,
ilim gibi, Â d e m 'de mahlûk ve
sonradan meydana gelme, kelâm, semi', basar ve ilim sıfatları vardır. Allah
insanı yarattığı gibi, insanda bu sıfatlan da yaratmıştır. Ancak Allah'ın
sıfatlan ezelî ve ebedîdir, noksanlıklardan bendir. İnsanların sıfatları İse
noksandır, geçicidir, değişkendir ve yok olmıya mahkûmdur.
3— Bîr kısım
âlimlere göre de, suretin Allah'a İzafe
edilmesi şeref içindir. Yani
insanoğlunun şerefini beyan manâsını taşır.
4— Bir
kısmına jgöre, suret kelimesine bitişik zamir, Allah'a değil, Âdem'e racidir.
Yani Allah Tealâ Âdem 'İ, âdem suretinde yarattı. Âdem yaratıldığı andaki
şekil, boy ve biçimini ömrünün sonuna kadar muhafaza etti. Çocuktan büyüme
şekli ile yaratılmadı, demektir. Bir de İnsan, başlangıçta da insan gibi
yaratıldı, başka bir hayvandan tekâmül ederek bugünkü şekli almadı manâsını
taşır. Böylece D a r w İ n nazariyesi red edilmiş oluyor. Ayrıca Allah Âdem 'i,
İnsan şeklinde yarattı. Bu suretine başka hiç kimseyi ortak kılmadı. Sureti,
kendisine ait bir surettir, denilmektedir.[348]
174— Ebû
Hüreyre (Radtyaliahu anh) tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'den rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«Sizden biriniz,
hizmetçisini dövdüğü zaman, yüze vurmaktan kaçınsın.»[349]
Yüz, hürmete değer bir
yer olduğundan, yüze vurmamak burada vücub ifade etmektedir. Aksine yüze vurmak
haram olur. Yukarda açıklandığı üzere bütün güzellikleri toplıyan yüzde ayrıca
bir nezâket ve letafet ve hassasiyet vardır. Bunun bozulmasına ve değişmesine
sebebiyet verecek olan dövme işinin kötülüğü de aşikârdır. Bu bakımdan
dövülmeyi hak eden cezalılar bile, baş hariç olmak üzere dövülürler.[350]
175— Câbir'den
(Radiyaîlahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle anlattı:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), kızgın demirle dağlanan bir hayvana rastgeldi. Öyle ki,
hayvanın burun deliklerinden duman çıkıyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«Bunu yapana Allah
lanet etsin. Hiç kimse yüzü dağlamasın ve asla yüze vurmasın.»[351]
Mutlak olarak
neresinden olursa olsun, insanı dağlamak haramdır. İnsandan başka, diğer
hayvanların yüzlerini hariç tutmak şartı iie onları nişanlamak için dağlamak
caizdir. Yine hayvanların besilerini artırmak ve etlerini kokudan kurtarmak
maksadı İle onları burmak caizdir. Bunlar sebepsiz yere yapılmamalıdır.[352]
176— Hilâl
ibni Ye saf m (Radiyallahu anh) şöyle anlattığı işitilmişür: «Biz, Süveyd ibni
Mukarrin'in evinde bez satıyorduk. Bir cariye çıkıp adamın birine bir şey
söyledi. Bunun üzerine bu adam ona bir tokat attı. (Hâdiseyi gören) Süveyd ibni
Mukarrm, (döğen) adama şöyle dedi: «Bu kadının yüzüne nasıl tokat vurdun? Ben,
biliyorum ki, ailemizde ben yedi kişinin yedincisi idim ve bizim ancak bir tane
hizmetçimiz vardı. Bizden birimiz onu dövmüştü de Peygamber (SalUUlahÜ Aleyhi
veSe'tem) döğene onu azad etmesini emretmişti.»[353]
Hadim, hizmetçi
manasınadır. Erkek ve kadın hizmetçiye hadim denir. Bu kelime möennes alâmeti
ite kullanılmaz ve köte olan hizmetçiler için de kutlanılır.
Yüze vurmak günâh
olduğu İçin, bu günâhın keffareti onu azad etmekle ödenir. Burada köleye
vurup, ©no zutOm yapmak sebebiyle insan muhakkak o köleyi azad etmekle mecbur
tutulmamıştır. Ancak böyle bir günâh işlendiği zaman, köleyi azad etmek iyi bir
iştir ve menduptur. Yoksa emir, vöcub için değildir, diye âlimler görüş
birliğine varmışlardır.[354]
177— İbni
Ömer'den- (Radiyaîlahu anh) rivayet
edildiğine göre, şöyle dedi:
Peygamber (Sallalfahü
Aleyhi ve Sellern)'den işittim, diyordu ki: «Kini kölesini tokatlarsa, yahut
işlemediği bir suç için onu cezalandırıp döverse, dövenin (işlemiş olduğu günaha karşılık)
kcftareti, onu azad etmektir.[355]
Bu hadîs-i şeriften de
anlaşılıyor kİ, halcsız yere köleyi dövmek veya ona zujüm etmek günâhtır. Bu
günâhı telâfi etmek için de haksız yere dövülen köleyi azad etmek icab eder.
Bu azad ediş, bir mecburiyet değilse de, İslâm'ın ulviyetine ye adaletine
yakışan ve insan haklarına değer veren bir hareket olur.[356]
178— Muaviye
ibni Süveyd dedi ki:
«Bize aid, köleye bir
tokat attım. Köle kaçtı. Babam, beni (ve onu) çağırdı. Sonra ,(köleye) dedi ki:
«Kısas yapE» (saaa
vurulan tokatm aynını, bu oğluma vur, köle kısas yapmadı, bağışladı).
Biz Mukarrin oğullan
yedi kişi idik. Bizim bir kölemiz vardı. Birimiz onu tokatlamıştı. Bu hadise,
Peygamber (SallallahüAleyhiveSellem)'e anlatıldı. Bunun üzerine Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu :
«OMukaerin oğullarına
enıret, o köleyi (cariyeyi) azad etsinler.»
Peygamber
(SallaUahüAle$jıiveSellem)'e dendi ki:
«Onların bu köleden
başka bir'hizmetçileri yoktur.»
Hazreti Peygamber
şöyle buyurdu:
«(öyle ise) Onu
hizmette kullansınlar, ona ihtiyaçları kalmayınca onu salıversinler (azad
etsinler).»[357]
179— Şu'be
(Radiyallahıı anh) anlatarak şöyle
dedi:
Muhammed ibni Münkedir
bana sordu ki:
«îsmin nedir?»
Ben:
«Şu'be!» dedim.
O da dedi ki:
«Ebû Şube bana, Süveyd
ibni Mukarrin El-Müzenî'den rivayet ederek anlattı. Süveyd, kendi kölesini
tokatlıyan bir adam görmesi üzerine (ona) şöyle demişti:
«Bilmiyor musun ki,
yüze vurmak haramdır? Biliyorum ki, ben, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) zamanında yedi kardeşten yedincisi idim. Bizim yalnız bir kölemiz
vardı. Birimiz onu dövmüştü. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem), onu azad etmemizi emretti.»[358]
Lâfızları biraz
değişik olmakla beraber, daha önce geçen hadîs-i şe-rlflerdeki hadisenin
tekrarı ve başka bir yoldan rivayetidir.[359]
180— Zâzâu
Ebû Ömer'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
., «Biz, îbni Ömer'in yanında idik. Pövmüş
olduğu kölesini çağırdı. Arkasını açarak (köleye) tiedi ki:
«Seni acıtıyor mu?»
Köle:
«Hayır!» dedi.
Bunun üzerine köleyi
azad etti. Sonra yerden bir çöp kaldırıp şöyle dedi;
«Benim bu köleyi azad
edişimde şu çöp ağırlığı kadar bir sevâb yoÂ-tur.» Ben ona (künyesi ile hitab
ederek) dedim ki:
— Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den duydum, dedi veya diyordu ki:
«Yapmadığı lair suçtan
dolayı kölesini döven yahut yüzüne tokat atan kimsenin keffareti, onu azad
etmesidir.»[360]
Bu rivayet 177 sayılı
hadîs-İ şerife uygundur. I b n i Ömer, kölesini terbiye için ve ona bilgi
vermek için dövdüğü ve sonradan kölen:n bir kusuru bulunmadığını anladığı
cihetle ona zulüm etmiş veya suçundan fazla dövdüğünü anlamış olmakla, günâhına
keffaret için kölesini azad et-mişli. Bundan da bir sevâb beklememişti.[361]
181— (50-s)
Ammar ibni Yasir'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«Hiç kimse, haksız
olarak, kölesini dövmesin. Eğer (böyle haksızca) döğerse, kıyamet günü dövene
kısas yapılır (yani cezaya uğratılır).»[362]
Kıyamet günü herkesin
hakkı ödenecek ve ilâhî adale! gerçekleşmiş olacaktır, öyle ki, boynuzsuz koyun
için boynuzlu koyuna kısas yapılacak ve bütün haklar ödenmiş olacaktır.
Mazlumun zalim üzerinde bir hakkı ol-duğu> dan, bu hak zalimden aynen
alınacaktır. Bu gibi haklardan kurtulmak İçin dünyada helâllaşmak icab eder.
Helâllik alındıktan sonra, âhi-rette ayrıca bir cezaya mahal kalmaz.
Ammar İbni
Yasir kimdir? :
Ashabdan İlk Müslüman
olanların otuzuncusudur. İslâm olduklarını ilk açığa vuran yedi kişiden de
birisidir. Babası Yasir ve annesi S ü-m e y y e ile birlikte ailece İslâm'ı
kabul etmişlerdi. Babası aslen Yemen i i olup, Mekke'yi ikâmet İçin seçmiş vs
oğfu Ammar da Mekke'de doğmuştu. İslâm dinini kabul ettiklerinden dolayı
ailece pek çok eziyet çekmişlerdir. Hatta annesi müşriklerin zulüm ve
işkenceleri tesiriyle şehid olmuştur.
Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Settem) onlara her
tesadüflerinde :
«Ey Yasir ailesi!
Sabırlı olsun, sizin va'd olunduğunuz yer Cennet'dir.» buyururdu.
Habeşistan'a hicret
edişinde ihtilâf vardır. Fakat Medîne-i Münevvere-ye Hz. Peygamberle hicret
etmiştir. Uhud savaşından itibaren bütün savaşlarda bulunmuştur. Medine'ye
vardıktan sonra ilk önce bir ibadet yerinin inşa edilmesine lüzum gösteren A m
m a r olmuş ve bizzat çalışarak Küba mescidini bina etmiştir.
Müseylemetü'l-Kezzab'a
— Yalancı Peygambere karşı Yemame vak'astnda bulunmuş ve muharebe esnasında bir
kulağını kaybetmiş olduğu halde, bir kaya parçası üzerine çıkarak Müslümanları
savaşa teşfik etmiş ve hücumdan geri kalmamıştı. Uzun boylu, geniş omuzlu ve
buğday renkli idi. Hz. Peygamber e yaş bakımından en yakın A m m d r 'in olduğu
rivayet edilir.
A m m a r hakkında
Peygamber Efendimiz şu hadîs-İ şerifleri buyurmuştur :
Anunar, köprücük
kemiklerine kadar imân doludur.»
Ammar, ayak
bileklerinden kulak yumuşaklarına kadar imânla doludur.»
«Ammar'a kim düşmanlık
ederse, Allah ona düşman olur ve kim Ammar'a kin beslerse, Allah da ons
buğzeder.»
Hz. Ömer'in hilâfeti
zamanında, halife tarafından Küfe valiliğine tayin edildi. Azlinden sonra Hz.
AIİ tarafına geçti. Cemel ve Sıffin savaşlarında Hz. AI i saflarında bulunarak
savaştı ve Sıffîn savaşında doksan küsur yaşında olduğu halde şehid edildi.
Hz. Ali, şehidlere ynpılan muamele gereğince, Ammar'ı gasİ etmeksİz;n
elbiseleri ile gömüp namazını bizzat kıldırdı.
Kendisinden fazla
miktarda hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir. Allah ondan razı olsun.[363]
182— (51-s)
Ebû Leylâ'dan işitildiğine göre şöyle dedi: «Selman, çıkıp gördü ki, ahırda
hayvanının yemi, yere düşüp duruyor, (zayi oluyor). Bunun üzerine
hizmetçisine:
«Ben, (âhirette) kısastan korkmıyaydım, seni acı
bir şekilde döverdim.»[364]
Selman, malının telef olup gitmesinden, boşuna
harcanmasından krzdığı için hizmetçisini böyle tehdit etmiştir. Allah
korkusunu; düşünerek haddi tecavüz etmemiş, ancak hizmetçiye bir göz dağı
vererek yetinmiştir.[365]
183— Ebû Hüreyre'den (Radfyaltahu anh) rivayet
edildiğine, Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu :
«Muhakkak surette
bütün haklar, hak sahiplerine ödenecektir, öyle ki, toynuzsuz koyun için,
boynuzlu koyundan kısas yapılacaktır.»[366]
Hayvanların kısas
edilişi, bir mükellefiyet ve sorumluluk kısası değildir. Tam bir adaletin
tecellisi için bir. karşılık kısasıdır.[367]
184— Ümmü
Seleme'den (Radiyaliahüanhç) rivayet ediliyor:
«Peygamber (Sallallahii A leyhi ve Sellem), Ümmü
Seleme'nin evinde idi. Kendi
hizmetçisini, yahut Ümmü Seleme'nin hizmetçisini çağırdı.
Hizmetçi gecikti.
Bundan dolayı Peygamberin yüzünde öfke alâmeti belirdi. Ümmü Seleme gidip kapı
perdesinde durdu da hizmetçiyi oynar vaziyette gördü. Hazreti Peygamberin
elinde (diş fırçası olarak kullanılan) ağaç dalı vardı. Şöyle buyurdu:
«Kıyamet günü kısas
korkusu olmıyaydı, bu ağaç dalı ile seni acı-taeak çekiIAe döverdim.»
Ravilerden Muhammed
ibni Heysem şunu ilâve etmiştir: «Hizmetçi, bir hayvanı okşayıp eğleniyordu.
(Ümmü Seleme'nin anlatışını şöyle)
rivayet etti: Hizmetçiyi
Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve SetiemYı
getirdiğim zaman dedim ki:
«Ey Allah'ın Resulü!
Bu hizmetçi yemin ediyor ki, senin çağrını işit-memiştir.»
Yine Ümmü Seleme dedi
ki: «Peygamber'in elinde misvak vardı.»[368]
Hizmet edebilecek bir
çağa eren erkek veya dişi hizmetçiye «Vasıf» denir. Ayrıca yalnız dişiler için
müennes alâmeti ile «vasîfe» şeklinde de
kullanılır. Metİncfe
möennes kelime kullanıldığından, hizmetçinin kız çocuğu olduğu anlaşılmaktadır.
Hizmetçinin, Peygamber Efendimize veya Ümmü S eleme validemize ait olduğunda
ravinin şüphesi vardır. Peygamber (Salkllahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendi
inancında, çağrısını duyduğu halde, hizmetçi ona koşmamıştır. Bu hareket ise
bir kabahattir. Bundan ötürü hizmetçinin terbiye için dövülmesi caiz iken,
Peygamber Efendimiz bunu yapmamışlar, yalnız, bir tehditle yetinmişler ve
âhirette vuku bulacak gerçek adaletin tecellisini hatırlatmışlardır.
Ommö Seleme
kimdir?:
Peygamber Efendimizin
zevcesi ve müminlerin annesidir. İsmi H i n d '-dir. İlk kocası, amcası o^lu
Ebû Seleme = Abdullah 'dır. Kocası öldükten sonra Hz. Peygamberle hicretin
dördüncü yılında evlendi. İzdivaç müddetleri yedi rene sürdü. Hz. Peygamber'in
İrtihallerinden sonra, 48 yıl yaşadılar. Hz. Peygamber'in zevcelerinden en son
vefat edendir.
O m m ü Seleme
validemiz ilk kocası İle birlikte ilk Müslüman olanlardandır ve Habeşistan'a
hicret edenlerdendir. Oğulları Seleme Habeşistan'da doğduktan sonra Mekke'ye
döndüler. Sonra yine kocası ile Medîneye hicret ettiler. Hanımlardan
Habeşistan'a ilk hicret eden olduğu gibi, Medine'ye de ilk hicret eden
hanımdır. Medine'de, Ömer, Dürre ve Z e y n e b adlarında üç çocuğu olmuştur.
Gayet isabetli görüşü, parlak zekâsı ye güzelliği vardı. 378 hadîs-i şerif
nakletmiştir. Hicretin 59 veya 6] yılında vefat etti. Allah ondan razı olsun.[369]
185— Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine
göre, şöyle dedi:
Resûlüllah (SaHallahü
Aleyhi ve Setlem) buyurdu ki:
«Her kim (diğerine)
bir vuruş vurursa, kıyamet günü ondan kısas alınır.»[370]
B ura d a fazla
dövmekten maksad, zulüm edecek şekilde taşkın bir dövmedir. Bİr fenalıktan
vazgeçirmek, terbiye etmek ve alıştırmak İçin kâfi miktar olan dayak
kasdedilmiş değildir. Haksızlığa kaçan dövmeler için kıyamette, dövenden kısas
yapılacaktır.[371]
186— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh) , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden rivayet
ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu: «Kim haksız yere döverse,
kıyamet gününde ona kısas yapılır.»[372]
Bundan önceki hadîs-i
şerife bakılsın.[373]
187— Ubade
ibni Samit şöyle anlattı:
«Ben ve babam,
Erisar'm bu cemaatinden — vefat edişlerinden Önce — ilim öğrenelim diye çıktık.
îlk karşılaştığımız (âlim), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîern) 'in
arkadaşı Ebu'l-Yeser oldu; ve yaninda kendi kölesi vardı. Ebu'l-Yeser'iri
sırtında bir hırka ve giydiği (Yemen kabilesinin dokuması)' bir 'Meafirî elbise
vardi. Kölesinin üzerinde de bir hırka ve bir Meafirî vardı. Ben,
Ebu'l-Yeser'e:
«Ey Amcam! Kölendeki
hırkayı alsan da, ona senin Meafirî'ni versen, (böylece senin iki hırkan ve
onun iki Meafirî olsa), yahut onun Meafirî'ni alsan da ona, senin hırkanı
versen, (böylece ikinizin üzerinde aynı cinsten iki parça elbisesi olsa),
dedim.»
Ebu'İ-Yeser başım
sıvayarak şöyle dedi;
«Allah'ım, buna
bereket ver. Ey kardeşimin oğlu! Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) in
şöyle buyurduğunu, şu iki gözüm gördü, şu iki kulağım işitti ve —kalbinin damarına
işaret ederek— kalbim ezberledi :
«Onlara (köle ve
hizmetçilere) yediğinizden yedirin ve giydiğinizden onlara giydirin.»
«Ona dünya malından
bir şey vermem, kıyamet gününde benim hasenatımdan bir miktar (benden) almasından
bana çok daha hafiftir.»[374]
Anlaşılıyor ki, U b a
d e , köle ile efendisi üzerinde ayrı ayrı kur maşlardan ikişer parça elbise
görünce, bunları birleştirmek sureti ile aynı cinsten birer takım elbise
yapmalarını hoş görmüştür. Halbuki E b u ' I -Y e s e r , adalete en uygun
şeklini seçtiğini ve bu husustaki hareketini anlattığı hadîs-i şerîfe
dayanarak, yaptığını ifade etmiştir. İşte İslam'da, efendi giydiği elbiseyi
kölesine ve hizmetçisine giydirecek ve yediği yemeği de ona yedirecektir.
Gerçek adalet budur
Ebu'l-Yeser kimdir? :
Ensar'dan olan
Ebu'l-Yeser'in jşmt Kâ'b ibni A m r'-dir. Isİm ve künyesi ile şöhret bulmuştur.
Annesinin adı N e s î b e 'dir. Akabe bi'atından sonra Bedir savaşında bulundu
ve bu savaşta Haireti Peygamber Efendimizin amcası Hz. Ab bas 'ı (henüz İslâm'ı
kabul etme-mişken)^esir aldı. Kendisi kısa boylu ve geniş karınlı idi. Halbuki
Hazreti A b b a s, uzun boylu, büyük yapılı ve güzel bîr adamdı. Bunun için Peygamber
Efendİmİ2, Ebu'l-Yeser'e: ;
«Muhakkak surette
Alibas'a karşı iyi bir melek sana yardım
etti, (de onu esirajdın).»
Yine Bedir savaşında
müşriklerden Ebu'l-Uzeyr elinde bulunan müşrHdere ait sancağı çekip alan yine
odur. Bedir'den sonraki savaşlarda da bulunmuştur. Hz. Ali'nin hilâfeti
zamanında Hz. Ali saflarında bulunmuş -ve Siffin muharebesine katılmıştır.
Medine'de ikâmet etmfş ve hicretin 55. yılında orada vefat etmiştir. Bedir
savaşında bulunanların en son vefat edenidir. Allah ondan razı olsun.[375]
188— Câbir
ibni Abdullah'ın (Radiyallahu anh) şöyle anlattığı işitilmiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kölelere iyi muamele etmesini emrederdi ve:
«Onlara, yediğinizden
yedirin ve elbiselerinizden onlara giydirin. İzzet ve Celâl sahibi olan
Allah'ın yaratığına eziyet etmeyin.» buyurdu.[376]
Köleye ve hizmetçiye,
yediğinden yedirmek, muhakkak surette onunla beraber oturup yemek değildir.
İnsan yediği yemekten ona vermesi ve tad-dırması demektir. Bu hadîs-i şerif 199
sayıda aynen gelecektir.[377]
189— Ma'rûr
ibni Suveyd anlatıyor:
«Ebû Zer'i gördüm»
üzerinde bir takım elbise, kölesinin üzerinde de bir takım elbise vardı.
(Kendisindeki eski elbiseyi kölesine verip, kölenin yeni elbisesini alıp
giyinsin diye) ondan bunu istedik. O şu cevabı verdi:
«Ben bir adamı
(Hazreti Bilâl'i) ayıpladım. (Ona: Ey siyah kadının oğlu, dedim). O adam beni
Peygamber (Scükıilahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamber
(Sailalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Sen onu, annesi ile
ayıpladın mı?»
Ben:
«Evet!» dedim. Sonra
Hazreti Peygamber:
«Sizin kardeşleriniz,
(köle olsun, olmasın dinde kardeşleriniz veya Hazreti Âdem'den gelme olarak
cins bakımından kardeşleriniz) sizin yar-dımcılarınızdır. Allah onları idareniz
altına verdi. Kimin kardeşi, eli altında bulunuyorsa, yediğinden ona ycdirsin
ve giydiğinden ona giydirsin. Güç yetiremiyecelderi şeyi onlara ytiklemeyiniz.
Etfer onları güçlerinin üstünde giSrevlendirirseniz, onlara yardım ediniz.»
dedi.[378]
Köle ve hizmetçileri
yedirme ve giydirme hakkında âlimlerin görüşü şudur. Hadîs-i şerifteki :
«Onlara yediğinizden yed irin ve giydiğinizden giydirin» emri, vücub İçin
değildir. Bu bir mendubdur ve fazilettir. Vacib olan, zamanın ve cemiyetin
örfüne göre onları yedirip giydirmektir. Bu harcama efendinin giyim ve
yemesinden aşağı ela olabilir, yukarı da çıkabilir. Ancak bir insan
cimriliğinden veya zühdünden kendisi giymez ve yemesinde noksanlık yaparsa,
kölesine aynı şekilde noksanlık yapması caiz olmaz. Bu hareketi ona helâl
olmaz.
Bir de hizmetçi ve
kölelere ağır iş ve başaramıyacaklan vazifeler vermemek icab eder. Bedenlerine
zarar vermiyecek şekilde onlan çalıştırmalı v© kendi başlarına başaramıyacaklan
işlerde onlara yardımcı olmalıdır.
Köleyi ayıplamak
mevzuu ile ilgili olarak getirilen bu hadîs-i şerifte, köleye kötü söz
söylemek, sövmek ve onu ayıplamak yasak edilmiştir. Onlara yumuşak davranıp
iyilik etmeğe bir teşvik vardır. Kölelere böyle dav-ranılırsa, hizmetçilere,
işçilere ve bunların dışındakilere aynı şekilde dav-ranılacağı evlâdır.
Rivayet edildiğine
göre, E b u Z e r 'in aaNnt vermediği zat Hazreti Bilâl Habeşî 'dir. Aralarında geçen bir hâdiseden
dolayı, E b u Zer: «Ey siyah kadının
oğlu!» diye B i I â l'ı ayıplamış. Hz. Bilâl bundan üzülerek Ebu Zer'i Hz.
Peygambere şikâyet etmiş. Bu vaka üzerine bu hadîs-i şerîf varid olmuştur. Ebu
Zer, ettiği hatadan af dilemek üzre yere yıkılıp yanağını toprak üzerine koydu
ve : Bilâl ayakları ile yüzümü çiğnemedİkçe başımı kaldırmam, dedi. İslâm'da
tevazuun ve yapılan kusurdan afv dilemenin ölmez bir örneğini Ebu Zer, henüz köle
olan" Hz. B i I â I 'a karşı
takındığı asîlâne bir tavırla vermiştir.[379]
190— Peygamber
(Saîlaüçhü Aleyhi ve Ssllem) 'in
ashabından birinin şöyle
anlattığı rivayet edilmiştir:«
Adam dedi ki:
Peygamber (SaikılUthü A'.eyhl re Sr .fe;
buyurdu: «Köleleriniz, sizin kardeşlerinizdir; onlara ihsan ediniz. Güç
yetiremediğiniz işlerde onlardan yardım isteyin ve onlar da güç ye lir
enledikleri işlerde onlara yardım ediniz.»[380]
Burada da kölelere ve
hizmetçilere İyi muamele edilmesi ve güç işlerde onlara yardımda bulunulması
emredilmektedir. Daha önceki hadîs-i şeriflerde bu hususlara işaret edilmişti.[381]
191— (52-s)
Ebû Hüreyre'den (Radiyalla.hu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«Yaptığı işten dolayı
işçiye yardım edin. Çünkü Allaiı'j.H. kendisine farz kıldığı bir hakkı ödemeğe
çalışan mahrum kalmaz.»
Bundan hizmet edeni
kasdetmiştir.[382]
Allah Tealâ
Hazretlerinin bîr kimse üzerine yüklediği vazifeyi yerine getirmek İstîyene
yardım etmek, sevâb olan ve manevî mükâfatı bulunan bir iştir. Esasen
İslâm'da.'karşılıklı yardımlaşma, hediyeleşme ve. sevişme bir vazifedir.[383]
192— Ebû
Hüreyre {Radiyalîahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'den rivayet
ettiğine göre; Peygamber şöyle buyurdu:
«Kölenin yemeği ve
giyimi, j(eien4isi üzerine örfe göre olan) hakkıdır. Güç yetiremiyeceği bir
işle yükümlü tutulmasın.»[384]
193— Ebû
Hüreyre'den (Radiyallahu anh) işitildiğine göre, Peygamber (Salkıllahü Aleyhi
ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu anlatıyor:
«Kölenin yemeği ve
giyimi, (efendisi üzerine örfe göre olan) hakkıdır. Köle ancak güç yetireceği
şeyle yükümlü tutulsun.»[385]
Bundan önceki hadîs-i
şerife bak.[386]
194— Ma'rûr
(RattiyaUahü cmfut) anlatmıştır:
— Ebû Zer'e uğradık, üzerinde bir elbise vardı.
Kölesinin üzerinde de başka bir elbise varda. Biz (ona) dedik:
«Köledeki bu elbiseyi
alaydın ve bu başka olan elbiseni vereydin takım elbise olurdu.»
Ebû Zer dedi ki:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «Köleleriniz, sizin
kardeşlerinizdir. Onları Allah idareniz altına vermiştir. Kimin kardeşi
idaresi altına verilmişse, yediğinden ona yedirsin, giydiğinden ona giydirsin.
Eğer güç yetiremİyeceği şeyi ona yüklerse, ona yardım etsin.»[387]
195— Mikdam
(Radiyallahu anh) , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemf'm şöyle dediğini
igitmiştir:
«Kendine yedirdiğin
bir sadakadır. Çocuğuna, zevcene, hizmetçine yedirdiğin şey de bir sadakadır.»[388]
İnsanın kendi geçimini
temin etmesi üzerine vacib olan bir iştir. Yine çalışamıyacak ve kazanamıyacak
durumda olan yakınlarının da geçimini sağlamak üzerine vaciptir. İşte bu
hizmetlerinin karşılığında bir sevap elde edildiğinden, yapılan harcamalar
sadaka ismi ile anılıyor, insan, yardım etmeğe mecbur olmadığı uzak akraba ve
yabancılara verir ve yedİrirse, bu nafile sayılan bir ibadet olur ve bundan da
sevâb kazanır. Fakat vacipten kazanılan sevâb, nafileden kazanılandan fazla
olur.
Bu harcamalar, ancak
helâl kazançtan yapılmış olduğu takdirde sevaba vesile olurlar. Aksi halde
haramdan kazanılan malın vebali olur, sevabı olmaz.[389]
196— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anhj'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«Sackkanın hayırlısı,
(fukaraya verildikten sonra, insanın ailesinin zarurî ihtiyacını karşüıyacak
kadar) bir zenginlik geriye bırakan miktardır. Veren üst el, dilenip alan alt
elden daha hayırlıdır. Verirken (harcayıp yedirirken) önce geçindirmeğe meclur
olduğun kimselerden başla. (Eğer ailene bakmaz ve onlara bir şey bırakmazsan),
hanımın: Bana nafaka ver, yoksa beni boşa, der. Kölen : Bana nafaka ver, yoksa
beni sat, der. Çocuğun : Beni kimin himayesine bırakıyorsun, der.»[390]
Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı
Kerîm'de, Isra Sûresinin 29. âyet-i kerîmesinde : «Elini boynuna bağlı kılma
(cimri olma). Büsbütün elini de açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve
eli boş kalırsın.»[391]
Buyurmaktadır. Bu
hadîs-i şerifte de sadakanın hayırlısı, o harcamadır ki, gerekli yerlere
harcadıktan sonra, insanın elinde ailesinin zaruri İhtiyaçlarını karşılayacak
kadar geriye mal bırakan bir miktardır.
Önce insan, nafakasını
temin etmeye mecbur olduğu kimselere harcama yapacak ve bunların hiç olmazsa
günlük ihtiyaçlarını karşılayacak ve ondan sonra arta kalan malından dışarıya
tasadduk edecektir. Ayet-İ kerîmede beyan buyurulduğu gibi, insan elinde
bulunan malının hepsini verirse, muhtaç duruma düşer, başkaları tarafından
kınanır ve hasretlik çeker. Onun için cimrilik yapmaksızın ve büsbütün de
saçmaksızın orta bir yol tutmak en hayırlı bir tutumdur. Peygamber Efendimiz
buna işaret buyurmuşlardır. İnsan kendi evine bakamıyacak duruma düşerse,
ailesi, kölesi ve çocukları kendisine nafaka davasında bulunur ve onu müşkül
duruma sokarlar.[392]
197— Ebû Hüreyre
(Radiyallahu anh) 'den rivayet
edildiğine göre şöyle dedi:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sadaka vermeyi emretti. Bir adam dedi ki:
«Bende bir altın var.»
Hazreti Peygamber:
«Onu kendine (ihtiyacına)
harca.» dedi.
Adam:
«Bende başka bir daha
var.> dedi.
Hazreti Peygamber.:
«Onu zevcene (ailene)
harca.» dedi.
Adam:
«Bende diğer bir tane
daha var.» dedi.
Hazreti Peygamber:
«Onu hizmetçine harca.
Sonra (yakınlarını ve muhtaçlarını) sen daha iyi bilirsin, (ona göre
harcarsın).» dedi.[393]
Her şahıs, kendi
nafakasını, zevcesinin ve ailesinin nafakasını, hizmetçisinin nafakasını temin
etmekle mükelleftir. Bu, üzerine bir farz olmakla beraber, harcadığı para,
verilen sadaka gibi ona sevâb kazandırır. Harcama da en yakından başlayıp uzak
akrabaya doğru yapılır.[394]
198— Ebû
Zübeyr'in (Radiyalîahu anh), insanın hizmetçisinden Câ-bir'e (Radiyalîahu anh)
şöyle sorduğu işitilmiştir:
«Sıcakh ve meşakkat,
hizmetçiyi işten alıkoyduğu zaman, (hizmetçi çalışıp işini gördüğü zaman)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) , onu yemeğe çağırmayı emretti mi?»
Câbir:
«Evet!> dedi.
Eğer sizden biriniz,
hizmetçi ile yemek istemez ve bundan hoşlanmazsa, elindeki yemekten bir miktar
ona yedirsin.»[395]
İnsanın kendi malında
ve hizmetçisinde hakkı olduğu gibi, gördüğü işler karşılığında hizmetçinin de
hakları vardır. Pişirdiği yemekte ve hazırladığı sofrada şeriatın ona tanıdığı
bir hak vardır. Hizmetçiyi, efendisi sofraya çağıracak veya herhangidir
sebeple aynı sofrada beraberce yemek yemesinden hoşlanmıyorsa, ona ayrıca aynı
yemekten yedirecektir. İslâm'ın İnsan haklarına vermiş olduğu bu değeri ve yüce
adaleti, hiç bir sosyal görüş vermemiştir ve veremez de...
Yemek hususunda
gözetilmesi lâzım gelen bu adalet, aynen giyim İşinde de caridir. Daha önceki
hadîs-i şeriflerde buna temas edilmişti.[396]
199— Câbir
ibni Abdullah'ın (Radiyallahu anh) şöyle dediği işitilmiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), kölelere iyilik edilmesini emrederdi ve şöyle derdi:
«Yediklerinizden
onlara yedirîn ve elbiselerinizden onlara giydirin. Allah'ın yarattığına azab
etmeyin.»[397]
188 sayılı hadîs-i
şerife bakınız.[398]
200— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh), Peygamber (Sallaltohü Aleyhi veSetlem)deh rivayet
ettiğine göre Hazreti Peygamber şöyle dedi:
«Sîzden bîrinize
hizmetçisi, yemeğini getirdiği zaman, hizmetçisini (beraberinde yemeğe)
oturtsun. Hizmetçi (oturmayı) kabul etmezse, o yemekten ona versin.»[399]
Peygamber Efendimizin
: «Hizmetçiyi, efendisi beraberinde yemeğe oturtsun.» emri, burada vücub İfade
edip etmediği hakkında görüşler vardır:
1— Imam-ı Şafiî
diyor ki, burada iki yön vardır:
a— Efendinin
hizmetçisini beraberinde oturtmasında fazilet vardır, bunu yapmak özere vacib
değildir. İsterse onu beraberinde yemeğe alıkor, isterse p yemekten
hizmetçisine verir.
b— Hangi
halde olursa olsun, buradaki emîr nedb İçindir. Yani emri yerine getirmek
mendubdur. Yapılmasında sevâb var, terkinde azab yoktur.
2— Fadlullah El-Ceylânî'ye göre, yemeği pişirip onu
hazırlıyan hizmetçiye, yemeğe otur, diye emretmek vacibdir. Ancak bunun iki
halde istisnası vardır:
a— Eğer
yemeği yiyecek kimseler kalabalık olur da yemek az ise, bu durymda hizmetçiye
oturmasını emretmek vacib değildir.
b— Hizmetçi,
edebinden veya edindiği bir huydan ötürü efendisi ile yemece ©turrnaktan
çekinirse, yine onu bizzat oturtmak icab etmez. Fakat bir iki'halde de,
hizmetçiye, hazır.ladığı yemekten bir miktar vermek ve taddırmak icab eder.[400]
201— (53-s)
Ebû Mahzüre şöyle dedi:
«Hazreti Ömer
(Radiyallahu anh)'m yanında oturuyordum. O sırada Safvan ibni Ümeyye bir tepsi
getirdi. Onu, bir örtü içerisinde birkaç kişi taşıyordu. Bu (büyükçe) tepsiyi
Ömer'in önüne koydular. Hz. Ömer çevresindeki insanların kölelerini ve fakir
kimseleri (yemeğe) çağırdı. Onlar (gelip) Hazreti Ömer'le yemek yediler. Sonra
bu manzara karşısında Hazreti Ömer şöyle dedi:
«Allah o topluma
kahretsin, yahut lanet etsin ki, onlar kölelerinin kendileriyle beraber
yemesinden yüz çeviriyorlar.»
Safvan dedi ki:
«Bize gelince, Allah'a
yemin ederim! Biz onlardan yüz çevirmiyoruz. Fakat kendimizi onlardan önde
tutuyoruz. Vallahi yiyeceğimiz ve onlara yedireceğimiz iyi yemek bulamıyoruz.»[401]
Safvan kimdir? :
EbÛ V e h b künyesi
İle tanınan Safvan İbni ümeyye, İbni Halef ashab-ı kiramdan olup, mü eli efe-i
kufub'dandır = İslâm'a ısındırılmak için kendilerine yardım edilenlerdendir.
Babası Bedir savaşında düşman saflarında İslâm'a karşı çarpışırken ölmüştür.
Kendisi Mekke'nin fethi gününde Cidde'ye kaçmış ve kardeşi aracılığı İle Hz.
Peygamberden İki aytık dokunulmazlık müsaadesi = Eman istemişti. Hz. Peygamber
tarafından ona dört aylık bir mühlet tanındı. Nihayet bu müddet sonunda İslâm'ı
kabul etti. Huneyn savaşında kâfirlerle bulunmuş ve kendisine ganimetten,
İslâm'a dönsün diye.bir hayli ganimet verilmişti. İslâm dinini kabul ettikten
sonra sadık olarak çalışmıştır. Bİr aralık Medine'ye hicret etti ise de, Hz.
Peygamber in :
«Mekke fethinden sonra
hicret yoktur.»
Beyanı üzere Mekke'ye
döndö. Amcası Ubeyy ibnİ Halefi, Uhud savaşında bizzat Hazreti Peygamber
öldürmüştü.
Güzel söz söyliyen,
iyiliksever ve cömert bîr kimse idi. Hicretin 41 veya 42. yılında Mekke'de
vefat etti. Allah ondan razı olsun.[402]
202— Abdullah
ibni Ömer'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seiîem) şöyle buyurdu:
«Köle, efendisine
itaatkâr olursa (dürüst hareket ederse) ve Rabbine de güzel ibadet ederse, onun
iki kat sevabı olur.»[403]
Köle ve hizmetçilerin
iki kısım vazifeleri vardır. Bunlardan biri, yapmakla mükellef oldukları
hizmetleri iyi bîr şekilde sadakat ve doğrulukla yapmak ve başarmak. Bu
hizmetlerinden dolayı, maddî kazançları dışında ayrıca manevî mükâfatlan ve
Allah katında sevâbiarı vardır. İkinci kısım vazifeleri de Allah'a karşı olan
ibâdet borçlarıdır. Kendilerini yaratan ve yaşatan varlığa karşı da
ibâdetlerini ihlâsla ve sahîh bir îmanla yerine getirmelerinde yine sevâb
vardır. Böylece her iki hizmetten iki mükâfat elde etmiş olurlar. Allah'ın
makbul kulları arasına girmiş olurlar.[404]
203— Rivayet
edildiğine göre bir adam, Âmir Eş-Şa'bî'ye dedi ki:
«Ey Ebû Am'rî Biz
(Horasanlılar) aramızda konuşuyoruz ve diyoruz ki, insan cariyesini azad eder
ve sonra onunla evlenirse, kendi kurbanlık devesine binen kimse gibi olur»
(bunun sevabı yoktur).
Bunun üzerine Âmir:
«Ebû Bürde babasından
bana naklederek şöyle söyledi.» dedi. Onlara Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in şöyle dediğini anlattı:
«Üç kimsenin
mükâfatlan iki kattır:
1— Ehli
kitaptan bir adam ki, kendi peygamberine îman eder de (ondan sonra) Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Je îman ederse, onun iki ecri (sevabı) vardır.
2— Köle
durumunda olan kul, Allah'ın hakkını ve efendilerinin hakkını yerine
getirirse, (bunlara karşı vazifelerini
yaparsa) bunun da iki kat sevabı vardır.
2— Bir
cariyeye sahip olup da, onunla münasebette bulunan kimse, onu güzel yetiştirir
ve terbiye ederse, onu öğretir ve öğrenimini güzel yaparsa, sonra onu azad edip
de onunla evlenirse, iki kat sevâb kazanır.»
Âmir:
«Bu hadîsi sana,
bir (dünyevî menfaat olmaksızın verdik.
Bundan daha hafif şeyleri öğrenmek için Medine'ye binilir, gidilirdi.» dedi.[405]
Hadîs-i şerifte öç
kimsenin iki kat mükâfat alacağı ve buna hdk kazanacağı açıklanmaktadır.
Peygamber Efendimizin gelişinden haberdar olmadan önce Hz. I s a dinine
sadakatla bağlrofup, sonra âhir zaman Peygamberine muttali olarak insan ona da
îman ederse, bunun İki kat sevabı olur. Çünkü evvel ve sonraki halde
sadakatından ayrılmamış, hak yolu seçmiştir. Bu iki halden dolayı da iki ecir
kazanmış olur.
Kölenin yüklendiği
işler, ağır ve meşakkatli olduğundan ve ayrıca hem efendisine, hem de Rab'bine
itaat ettiğinden iki ecir vardır.
Köleye İyİ bakmak ve
onu yetiştirip güzel terbiye etmek hayırlı bir hizmettir ve sevabı vardır. Bir
de onu.azad etmek ve onunla evlenmek ayrı bir hayır işidir, işte bunları yerine
getiren bir efendinin iki kat sevabı olur.[406]
204— Ebû
Musa'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resû-lüllah (Sallalhhü
Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
«Rabbine olan
ibadetini güzel yapan, .efendisinin üzerine yüklddiği vazifeleri dürüstlükle ve
itaatla yerine getiren kölenin iki kat mükâfatı vardır.»[407]
Bundan önceki hadîs-İ
şerîfe bakılsın.[408]
205— Ebû
Bürde'den (Radiyallahu anh) işitildiğine göre, babasının şöyle dediğini
anlatmıştır:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Kölenin iki mükâfatı
vardır; Allah'ın hakkını ona ibadet etmekte yerine getirirse, — yahud ibadetini
güzel eylerse, dedi. — Bir de kendisine sahip olan efendisinin hakkını
Öderse...»[409]
Bundan önceki 203 ile
204 No.lu hadîs-i şeriflere bakılsın.[410]
206— îbni
Ömer'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
«Hepiniz birer
çobansınız, (çoban gibi gözetici ve koruyucu birer bekçişiniz). Hepiniz de,
gözetlemeğe mecbur olduğu şeyden sorumludur. O insanların başında olan idareci
= kumandan, bir çobandır ve o, eli altın-dakilerden sorumludur. İnsan, ailesi
Üzerinde bir çobandır ve o, eli al-tındakilerden (karısından, çoluk -
çocuğundan) sorumludur. İnsanın kölesi = hizfnetçisi, efendisinin malı üzerinde
bir çobandır ve o, bundan sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz birer çobansınız ve
hepiniz, eli altında bulunanlardan sorumludur.»[411]
İnsanlar için genel ve
özel olmak üzere iki türlü sorumluluk vardır:
1— insan tek
başına ve yalnız olarak ele alındığı zaman, onun sorumluluğu, sahip bulunduğu
göç ve iktidarı emredildiğİ şeylere harcaması ve azalarını yasak işlerden
korumasıdır. Bu sorumluluk herkes için mevcut bulunan bir sorumluluk olduğundan
umumî adını alır. Hiç bir mükellef bu sorumluluktan uzak kalamaz. Göz, kulak,
dil, el ve ayak, akıl ve irade hep Allah'ın insanlara birer emanetidir. İnsan
bu emanetleri Allah'ın emir ve yasaklarına uygun bir şekilde gözetmez ve
kullanmazsa vazifesini yapmamış olur ve bu hareketinden mes'ul tutulur. Çünkü
emanete hiyanet etmiştir. Sorumlu olduğu işte görevini yapmamıştır.
2— Hayatta
ve cemiyet içinde her insanın üzerine aldığı bir özel görevi vardır. Bulunduğu
mevkî'e göre, büyük veya küçük sorumluluğu vardır. Bİr devlet başkanı veya bir
birlik komutanı, eli altında bulunan kimselerin durumundan sorumludur. Zulüm
görmsksizin adalet dairesinde, huzur ve emniyet İçerisinde yaşamalarını, İlim
ve İrfan öğrenmelerini sağlamak mecburiyetindedir. Görevini yapabilen,
sorumluluktan kurtulur, yapmıyan da
cezaya hak kazanır. Bu sorumluluk cemiyetin en yüksek kademesinden aile reisine
ve oradan da zevceye, köle ve hizmetçiye, bekçilere kadar iner. Diğer bir
hadîs-i şerîfte, zevce de kocasının evinde bir çobandır ve eli al-tındakilerden
sorumludur, dîye ilâve vardır. Zevce, ev İşlerini idare etmek, çocuHara bakmak
ve onları güzel yetiştirmek gibi hususlardan sorumludur. Köle de, kendisine
verilen İşleri yapmak ve efendisinin malını koruyup ona sadakat etmek işleri
ile sorumludur. Hizmetçi de aynı sorumluluğu taşır. Hulâsa herkes bir çobandır
ve kendisine verilen işlerderi.ve korumağa mecbur olduğu şeylerden sorumludur.
Özel ve genel
manâlariyle bu sorumlulukları idrak edip başarmakla cemiyette düzen olur, huzur
ve emniyet bulunur. Hikmet dolu bu hadîs-i şerîf, bizim cemiyet hayatımızda
esas kabul edilmedikçe hiç bir kanun ve nizam, arzu edilen düzen ve huzuru
getiremez.[412]
207— (54-ş)
Ebû Hüreyre'nin (Radiyallahn a?ıh) şöyle dediği igitil-nıiştir.
«Köle, efendisine
itaat edince, Allah (Azze ve ,€*lle)
'ye itaat etmiş olur. Efendisine isyan edince de, Azîz ve Çelü olan Allah'a
isyan etmiş olur.[413]
Bütün meşru işlerde
köle ye hizmetçilerin hatta bütün memurların efendilerine ve âmirlerine itaat
etmeleri Allah in bîr emri olduğundan, buna riayet etmek Allah'a ftaat olur.
Riayet etmemek de Allah'ın emrine aykırı düştüğünden Allah'a isyan olur.[414]
208— Ebü
Hüreyre'den (Radtyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Re-sûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Müslüman köle,
Allah'ın hakkım ve efendisinin hakkını yerine getirirse, onun iki mükâfatı
vardır.»
Ebû Hüîeyre *nin
nefsi, kudret elinde olan Allah'a yemin ede> rim ki, Allah yolunda. cihad,
hac ve anneme iyilik olmıyaydı, köle olarak ölmemi isterdim.[415]
Saclâkatla çalışan
kölenin iki mükâfatı olduğuna dair hadîs-i şerifler geçmişti. Burada Ebu
Hüreyre Hazretleri bazı ibadetlerdeki faziletler olmasa, elde edeceği jki kat
ecirden dolayı köle olarak ölmeyi tercih etmektedir. Bu tercih de kölelere
tanınan manevî ecir büyüklüğünden ileri gelmektedir.[416]
209— Ebû
Hüreyre'den (Radiyallakû anh) rivayet edildiğine' göre, Peygamber (SaîUıllahü
Aleyhi ve Selîem) şöyle dedi:
«Sizden hiç biriniz,
kölem = kulum, demesin. Hepiniz Allah'ın erkek kullarısınız ve sizin bütün
kadınlarınız da Allah'ın dişi kullarıdır. İnsan : Oğlum, cariyem, delikanlım
ve genç kızım desin.»[417]
Gerçek kulluk,
ubudiyyet Allah Tealâ'ya yapılır. Herkes Allah'ın kulu olmakla ve bunu itiraf
etmekle yaratanına tazim etmiş, onu yüceltmiş olur. Yaratıklardan hiç bir
varlık bu tazime hak kazanamıyacağından bu büyüklüğü ima edecek bir ifade
kullanmamalıdır.: Bunun için Peygamber Efendimiz, köleye : kölem ve kulum
manâlarına gelecek kelimeleri kullanmamayı emretmektedir. Bu kelimeleri
kullanmakta tekebbür var, böyüklenme var. Halbuki Müslüman büyüklük taslamaz,
mütevâzi olur, kibar otur.[418]
210— Ebû
Hüreyre (Radiyaltahu anh) Peygamber (Sallaliahü Aleyhi veSellem)'den rivayet
ettiğine göre, Peygamber şöyle dedi:
«Sizden hiç biriniz,
er kulum, dişi kulum, asla demesin. Köleler de (size), mürebbim ve mürebbiyem,
asla demesin. (Sizden her biriniz kölesine) şöyle desin: Delikanlım, genç
kızım. (Köleler de, efendilerine şöyle desin) : Efendim, hanımefendim. Hepiniz
kullarsınız; Rab ise, Aziz ve Celü olan Allah'dir.»[419]
Peygamber Efendimiz
burada bize konuşma ve hitab edebini öğretiyor. Mevkî ve durum bakımından en
aşağı seviyede olan köle ile efendi arasındaki hitab edebî, temel ölçü olarak
ele alınırsa, bunlar dışındaki konuşma ve karşılıklı hitapların daha büyük önem
ve ciddiyet kazanacağı şüphe götürmez bir gerçektir. Dinimiz bize nezaket ve
tevazuu, hoş ve tatlı söz söylemeyi emrediyor.
Azamet ve ululuk Allah
Tealâ ya mahsustur. Yetiştirici ve terbiye edip kemale erdirici manâsını
taşıyan Rab ismi, Allah Tealâ'nm isimlerinden olduğu cihetle, köle veya
hizmetçinin efendisine Rabbım, diye hitap etmesi caiz olmaz. Uygun düşen,
efendim diye çağırmasıdır. Efendisi de hizmetçi veya kölesine, kulum veya kölem
diye hitap etmiyecek, delikanlım, kızım ve oğlum diyecektir. Çünkü Allah'ın
yarattığı bütün insanlar, onun kulla-
ndır. Kul, kula
büyüklük taslıyarak, kibirlenerek kulum diyemez. Kibirlenmez ve büyüklenmek
haramdır.
İşte bu ölçü
dairesinde hareket ederek her kademedeki insanların karşılıklı olarak
birbirlerine hitapları nezaket ve itidal kıvamını açmamalıdır. Büyüklenme haram
olduğu gibi, büsbütün küçülüp başkasına kul olmak da haramdır. Saltanat ve
İzzet Allah'a mahsustur. Allah dan başkasına kulluk edilmez. Şahsa hitap şekli
ile, işçim, memurum, hizmetçim, aylıkçım, kiracım, hammalım denmesi edebe
aykırıdır, örfe göre en kibar kelimeleri kullanarak ne muhatap rencide
edilmeli, ne de hitap eden büyüklük tas-lamalıdır. Aşağı rütbe ve mevkide
bulunan şahıs âaf üstüne haddinden fazla tazim ifade edecek Mevlâm, velİyyi
nimetim gibi sözler kullanmamalıdır, Amma insanın yüzüne karşı hitap şekli ile
değil de, onun gıyabında başkasına hizmetçim şöyle yaptı, işçim böyle dedi
gibi ifadelerde bir beis yoktur.[420]
211— Mutarrif'den
(Radiyatlahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Babam (Abdullah) dedi
ki;
«Ben, Amri Oğulları
heyeti içinde bulunarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem)'e gittim. (Heyet, Peygambere hitab ederek) :
«Sen bizim
seyyidimizsin.» dediler.
Peygamber:
«Seyyid AlUh'dır,»
buyurdu.
Onlar:
«Fazilet yönünden en
ziyade faziletlimiz ve ihsan bakımından en büyüğümüz (sun).» dediler.
(Babam Abdullah) dedi
ki, Peygamber şöyle buyurdu: «Sözünüzü söyleyin, (ne diyecekseniz onu deyin).
Şeytan sizi vekil tutmasın (size lüzumsuz ve boşuna söz söyletmesin).»[421]
Büyüklük ve ululuk
manâsına gelen «Seyyid» kelimesi ile kendisine hitapta bulunulmasını Peygamber
Efendimiz istememişlerdir. Çünkü hakikatte ululuk Allah Tealâya mahsustur. Hz.
Peygamber edebe ve tevazua riayet buyurmuşlardır ve diğer kavimlerde âdet
halinde kullanılan dünyevî iltifatların terk edilmesini İstemişlerdir. Mecaz
olarak seyyİd lâfzının insanlar arasında kullanılmasında bir mahzur yoksa da
evlâ değildir. Peygamber Efendimizin;
«Ben, Âdem evlâdlarimn
seyyidiyim.»
(Bunda Öğünç yoktur.)
buyurması, manevî rütbe olan Peygamberlik rüt-besmİ beyandan ibarettir. Yoksa,
bu şekilde kendilerine hitab edilmesini istemeleri demek değildir. Fakat bize
düşen, gıyablarında hürmet ve tazim lâfızlarım kullanmaktır. Ashab-ı kiram
umumiyetle : Ya Nebiyye'llah, Ya Resûİallah, diye kendilerine hitab ederlerdi.[422]
212— îbni
Ömer'den (Radfyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi:
«Hepiniz birer
çobansınız (bekçisiniz) ve her biriniz eli altında bulunanlardan sorumludur:
İdare âmiri ve kumandan bir çobandır ve o sorumludur. İnsan, ailesi üzerinde
bir çobandır ve o sorumludur. Kadın, kocasının evi üzerinde bir çobandır ve o
sorumludur. Dikkat edin! Hepiniz birer çobansınız ve her biriniz, eli altında
bulunanlardan sorumludur.»[423]
206 sayılı hadîs-i
şerîfe bakılsın.[424]
213— Ebû
Süleyman Malik ibni'l-Huveyris'den (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre,
şöyle anlatmıştır:
(Bir heyet halinde)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in yanına vardık. Biz, yaşları
birbirine yakın gençlerdik. Peygamberin yanında yirmi gece kaldık.
Zevcelerimizi arzuladığımızı Peygamber anlamış olmakla, geride ailelerimizden
kimleri bıraktığımızı bize sordu. Biz de, ona, (durumumuzu) bildirdik.
—Peygamber gayet yumuşak ve merhametli idi.— Bize buyurdu:
«Ailelerinize dönün ve
(öğrendiklerinizi) onlara Öğretin ve onlara (vazifelerimi) emredin. Benim nasıl
namaz kıldığımı görmüşseniz, öylece namaz kılın. Namaz vakti geldiği zaman,
sizden Mriniz size ezan okusun ve büyüğünüz, size imam olsun.»[425]
Bu hadîs-i şeriften
çıkan hükümler:
1— insan,
işini bitirdikten sonra ailesine dönmeli ve çoluk-çocuğun başında bulunmalıdır.
Onlara ilim ve ahlâk öğretmeli, iyilikle emretmelİ, kötülükten alıkoymahdır.
Başlarında sorumlu bir çoban veya bekçi mevkiinde bulunmalıdır. Çünkü insan,
ailesinin ve çoluk-çocuğunun yaşayışından, hak ve vazifelerinden sorumludur.
Herkes bu vazifelerini yapıp yapmadığından sorumlu tutulacak, Allah'a hesap
verecektir. Vazifesini yapan sevâb alır, kurtulur. Yapmayan da günâh kazanıp
cezasını çeker.
2— Namaz
kılmak, akıl ve idrak ile bilinip yapılacak bir hareket olmadığından, Cebrail
(Aîeyhisseiâm) Peygamber'İmize nasıl
öğretti ise öylece yerine getirilmesi icab eder. Bu ibâdetin makbul olabilmesi
için, onu Peygamber Efendimiz nasıl kıimışlarsa, aynı şekilde kılmak
Müslümanlara düşen bir farzdır. Başka türlü yerine getirilmesi mümkün olmaz.
3— ister
yolculuk halinde, ister ikâmet halinde bulunulsun, namaz vakti girince, namaz
vaktini bildirmek İçin ezen okunması bîr sünnettir ve kifa-yedir. Bir yerde
okunduğu zaman, bir kısım insanlar duymasa bile, kâfi gelir. İkinci defa
okunmasına lüzum kalmaz.
4— Topluluk
halinde bulunanlara İçlerinden birinin imam olması icap eder. Burada en büyük
olanın imam olması emredİImektedir. Diğer hadîs-i şerif açıklamalarında, kıraat
ve ilim bakımından eh İyi olanın imam olması emredilmekte olduğundan, burada
büyükten maksadın bilgili olmak manâsını
taşıdığı anlaşılmaktadır. Bilgi ve
okuyuşta eşitlik olduğu takdirde yaşı büyük olanın tercih edilmesi uygun olur.
Yaş, ilim üzerine geçemez. Di-nİmiz, İlme en büyük değeri vermiştir. Ayrıca
yaşlılara hürmeti de emretmektedir.
Malik İbni'l-Huveyrİs kimdir? :
Ashab-ı kiramdan olan
M a 1 i k 'in künyesi Ebu Süleyman'dır. Kendisinden hadîs-i şerif rivayet
edilmiştir. Buharı ve Müslim'de bu hadîs mevcuttur. Basra'da ikâmet etmiştir.
Leys kabilesİndendir. Hicretin 74. yılında ve Istiab sahibine göre 94 yılında
Basra'da vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.[426]
214— îbni
Ömer'den (RadiycMahû anhümn) rivâyec edildiğine göre, o Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle dediğini işitmiştir :
«Hepiniz birer
çobansınız ve her biriniz, eli altında bulunanlardan sorumludur: Devlet reisi
bir çobandır ve o, eli altmdakilerden sorumludur. İnsan ailesi üzerinde bir
çobandır. Kadın, kocasının evinde bir çobandır ve hizmetçi de efendisinin
malında (bir çobandır)...»
Îbni Ömer demiştir ki:
— Ben bu kelimeleri
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim ve zannediyorum Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) : «Erkek, babasının üzerinde (bir çobandır)...» dedi.[427]
206 ve 212 sayılı
hadîslere bakılsın.[428]
215— Cabir
İbni Abdullah El-Ensarî'den (Radiyallahu
anh) rivayet edildiğine göre, şöyle
dedi:
— Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu:
«Kime bîr iyilik
edilirse, o iyiliğe mukabele etsin. Eğer mukabele edecek bir şey bulamazsa,
kendisine yapılan iyiliği övsün. Kendisine olan bu iyiliği Övdüğü zaman, insan
ona teşekkür etmiş olur. Eğer bu iyiliği gizler (övüp başkasına söylemezse),
onu inkâr etmiş olur. Kim, kendisine verilmemiş bir şeyle bezenirse, sanki o,
iki yalan elbisesi giymiştir (baştan aşağı yalancı olmuştur).»[429]
Bİr insan çeşitti
maksatlarla başkasına mal veya para verir. Verdiği şey de bu maksad ve
niyyetlere göre isim alır. Bunlar şu kısımlara ayrılır:
1— Bir malı,
bir mal veya değer karşılığında değiştirmek alış-veriş olur. Bir malın veya
vasıtanın menfaatini satmak icare olur.
2— Muayyen
bir zaman için, bir eşyayı kullanmak ve karşılığında bir hak talep etmemek
üzere başkasına vermek, ariyet olur, aynen o eşyanın geri verilmesi icab eder.
Helak olursa tazmini gerekir.
3— Bir
kimseye, aynını değil de, kıymetini veya mislini geri vermek üzere, Allah
rızası için verilen paraya veya mala ödünç denir. Karz denir.
4— Allah dan
mükâfat bekliyerek sevab için, muhtaçlara verilen şeylere sadaka denir. Eğer
Allah'ın farz kıldığı bir vazife ise ze!<ât adını alır.
5— Bir malı,
herhangi bir karşılık olmaksızın, karşılığında bir şey almayı şart koşmaksızın başkasına temlik etmek hibe
olur. Makbul olmamakla beraber hibaden dönmek caizdir. Fakat sadakadan
dönülmez; yani verilen sadaka geri alınmaz.
6— Başkasının
hakkını engellemek veya haksız oludğu halde kendini haklı çıkarmak veya
başkasına zulüm etmek maksadı İle verilen mal rüşvet olur ki, bu haramdır.
7— Sevişmek
ve sevgi kazanmak için başkasına ikram edilen şey de hediye o!ur. Hadîs-i
şerifte murad edilen bu türlü ikramdır. Durum ve niyete göre «Hibe» sadaka ile
hediyeyi içine alır.
Bir insana edilen
ikrama karşılıkta bulunulması gerekir. Mal, sevgi ve birbirine bağlılığı temin
eden bir vasıtadır. İnsan bir hediyeye nail olunca, ona karşılık olarak bir şey
ikram etmelidir. Bir ikramda bulunamıyaca!< durumda olan kimse de, hiç
olmazsa gördüğü iyiliği, yüzüne kcrşı olmaksızın, Övmeli ve söylemelidir.
Çünkü bir kimseyi yüzüne karşı övmek ve medihte bulunmak uygun bir hareket değildir.
Bu övgü, yapılan iyiliğe bir teşekkürle karşılıkta bulunmak yerine geçer. Bu
teşekkürü yapmıyan kimse, kazadığı nimeti inkâr etmiş bir nankör olur.
Aksine, bir kimse de
başkasından herhangi bir hediye almadığı halde, kendini almış gibi gösterir ve
bununla başkalarını kıztştırırsa, baştan aşağı yalancı hüviyetine bürünmüş
olur. Birİ yukardan ve diğeri aşağıdan olmak üzere iki parçadan ibaret yalancı
elbisesi i!o süslenmiş olur. Bir defa kendisinde olmiyan bir şeyle
vasıflanmış, bir de başkasında olmıyan ikram hasleti ile onu vasıflandtrmışhr.
Böylece katmerli yalancılardan olmuştur. Yalan ise haramdır.[430]
216— İbni
Ömer'den (Radiyallahû anhûma) rivayet edildiğine göre, dedi ki:
— Resûlüllah
(Salhllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «Çektiği eziyetten dolayı Allah'a
sığınanı koruyun, ona yardım edin. Allah adını anarak dilenene veriniz. Size
herhangi bir iyilikte bulunana mukabele ediniz. Verecek bir şey bulamazsanız,
ona duâ ediniz ki, kendisine bir mukabelede bulunduğunuz bilinmiş olsun.»[431]
İnsanlardan çektiği
sıkıntı ve eziyetten veya başka sebeplerden dolayı muztar duruma düşüp
Allah'dan yardım istiyen, lütuf bekliyen olursa, ona yardım etmek ve onu
korumak müminlerin vazifesidir. Müşkül durumda bulunan kardeşlere tercihen
yardım etmeyi, Peygamberimiz bize tavsiye buyurmaktadır.
Bir de Allah'ın adını
anarak «Allah rızası» için, dileneni boş çevîrme-yîp ona ihsan etmekte Allah
Tealâ'nin adına hem tazım var, hem de Allah'ın yaratıklarına merhamet etmek
vardır.
Söz veya İşle bir
kimseye iyilik edildiği zaman, mümkün İse daha iyisi ile ona mukabele
etmelidir. Edilen iyiliğe karşılık bir şey bulunamazsa, iyilik edene, hediye
verene dua etmelidir. Duq etmekle karşılıkta bulunulmuş sayılır. Nimete şükür
olur.[432]
217— Enes'den
(Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, Muhacirler dediler ki:
«Ey Allah'ın Resulü!
Ensar, sevâbm hepsini aldı götürdü» (bize bir şey kalmadı).
Peygamber şöyle dedi :
«Hayır, sîz onlar için
Allah'a duâ ettikçe ve size verdikleri şey sebebiyle onları övdükçe, (size sevâb vardır, mahrum kalmazsınız).»[433]
Mekke müşriklerinin
eziyet ve hakaretlerine dayanamıyarak doğmuş oldukları ana vatandan mallarını
bırakarak Habeşistan ve Medine g:bi beldelere hicret (göç) eden ashab-ı kirama
Muhacir denir. Özel olarak Medîne'ye hicret edenler «Muhacirin» adını alırlar.
Bütün maddî imkânlarından mahrum olarak Medine'ye ve oradaki Müslüman
kardeşleri yanına sığınan bu muhacirler, dünya tarihinde görülmemiş bir ikrama
ve yakınlığa kavuşmuşlardır. Medine'Iİ ashab tarafından kendilerine üstün bir
yardım yapıldığından bu yerli ashaba «Ensar» denir. Kendî evlerini misafirlere
terk etmişler, mallarını vermişler ve bu kıymetli misafirlerini öz
kardeşlerinden daha üstün tutmuşlardı.
İşte muhacirler
gördükleri bu İyilik ve ikrama karşı, verecek bir şeyleri o!madıqmdan ve onlara
bîr mukabelede bulunamadıklarından mahcub bir vaziyette :
«— Ey Allah'ın Resulü!
Ensar bütün sevâblan aldı götürdü. Bizim halimiz ne olacak.»
Diye üzüntüye
düştüler. Bunları teskin ve taltif için, muhacirlere bu müjdeyi verdiler: «Siz,
onlara duâ edersiniz, size ettikleri iyilikten ötürü onları översiniz, Allah'a
şükretmiş olursunuz. Böylece siz de sevâb kazanırsınız.»[434]
218— Ebû
Hüreyre, (Radiyaîİahu anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettiğine göre, Peygamber şöyle dedi:
«İnsanlara teşekkür
etmiyen, Allah'a şükretmiş olmaz.»[435]
Bundan önceki hadîs-i
şeriften anlaşıldığı üzre, yapılan bir iyiliğe karşılık aynı İle veya ziyadesi
İle bîr mukabelede bulunulamaz ise, iyilik edene duada bulunulur ve övülür. Bu
yapıldığı müddet sevabı vardır. Nimete şükür otur. Nimete vasıta olana
teşekkürde bulunmanın sevabı olunca, Allah'a şükür yerine geçer. Bu vazifeyi
yerine getİrmiyen, Allah'a şükretmiş olmaz. Sevâb elde edemez, nimeti inkâr
etmiş olur.[436]
219— Ebû
Hüreyre, (Radiyaîİahu anh)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)''den şöyle rivayet etti:
«Allah Tealâ nefse
şöyle hitab etti: Çık! Nefis : Ben ancak istemi-yerek (zorla) çıkarım, dedi.»[437]
Bu hadîs-i şerifin, bu
bab İçerisinde getirilişinde bir münasebet bulunamamıştır. Ancak ravİlerin
teselsülü bakımından iki hadîs arasında fark yoktur. Her İki hadîs de aynı
kanal ve senedlerclen gelmiş olmakla benzerlikleri vardır.
Nefis, ruh insanın
bedeni ile ünsİyet haiinde olduğu için, kendiliğinden onu bırakıp çıkmaz. Ruhu
almaya memur Azrail onu çekip çıkarmadıkça bedeni bırakmaz. Can çekişme hali,
bunun açtk'bir ifadesidir. Bir de insanların ihtiyar ve arzusuna bağ!ı olsa
hiç bir nefis ölmeyi istemez ve ölmez. Allah'ın emri gelince istemiyerek ölüm
olur.[438]
220— Ebû Zer
(Radiyattahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet
etmiştir. (Peygambere) soruldu:
«Amellerin hangisi
daha hayırlıdır?»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Allah'a îman etmek ve
Allah yolunda cihad etmektir.» dedi.
«(Azad etme
bakımından) kölelerin hangisi daha hayırlıdır?» soruldu:
«Kıymetçe en yükseği
ve sahipleri katında en iyisidir.» dedi.
(Bunları soran adam)
dedi ki:
«Bunlardan birini
yapmıya gücüm yetmezse, ne yapacağımı bildirir misiniz?»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Malı helak olana
yardım edersin, yahud kazanamıyan zavallıya iyilik edersin.» dedi.
(Adam yine sorup) dedi
ki:
«Biçare olursam, (ne
yapacağımı) bildirir misiniz?»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem);
«Kötülük etmeni
insanlardan kaldırırsın. Çünkü bu, bir sadakadır ki, onu kendin için sadaka
vermiş olursun.»[439]
Amellerin makbul ve
sahih olabilmesi için, îman esastır ve şarttır. Her insan îman etmekle
mükelleftir. îman olmaksızın hiç bir amel kurtuluşa vesile olamaz. Onun için
Peygamber Efendimiz, amellerin en hayırlısı Allah'a îmandır, buyurmuştur.
Allah'a îman, onun üstün varlığına ve Peygamberleri vasıtası ile gönderdiği
hükümlerin tümüne inanıp, kalb İle tasdik etmek, dil ile söylemek ve son
Peygamber'in gösterdiği hak yola koyulmaktır, onun izinde gitmektir. Saadetin
ve kurtuluşun temeli îman olduğu için bundan daha büyük ve daha hayırlı bir şey
olamaz.
Allah yolunda cihad,
Allah'ın emirlerini korumak ve yaymak olduğundan, îmandan sonra en kıymetli ve
faziletli ameldir. İnsanın sahip bulunduğu en büyük iki varlığı olan mal ve
can ile cihad yapılabildiğinden, bunların harcanmasına dayandığından, cihadın
önemi aşikârdır. Bunun üstünde başka bir amel düşünülemez.
Kölenin en
kıymetlisini azad etmek de büyük sevâblardandir. Bunda iki büyük haslet var:
insan sahibi bulunduğu en kıymetli kölesini mecca-nen bağışlıyor, bir taraftan
da hürriyeti kısıtlanmış bir insanı her hakka sahip kılacak şekilde hayata
kavuşturuyor. Bu iki yönden kıymetli köleyi azad etmenin sevabı büyük oluyor.
Bunlara gücü yetmiyen,
varlıktan darlığa düşerek muhtaç bulunanlara, yahut çalışmaya kabiliyeti
olmıyan zavallılara yardım etmek sureti İle hayırlı amelde bulunur. Bunlardan
herhangi birini İşlİyecek duru-mda olmıyan kimse de, insanlara fenalık etmez,
onlardan zararını kaldırır. Bu hareketinden de sevâb kazanır.[440]
221— Kabîsa
İbni Burme EI-Esedî'den (Radiyallahu cnft\ işitüdiğine göre, şöyle anlattı:
Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idim, şöyle buyurduğunu işittim :
«Dünyada iyilik
işliyenler, âhirette iyiliğe kavuşanlardır. Kimler de dünyada kötülük işlerse,
işte onlar âhirette kötülüğe kavuşanlardır.»[441]
Dünyada iken insanlara
iyilik ve yardım edenler, Allah'ın emirlerini yerine getirmiş olmakla sevâb
kazandıklarından, âhirette bu amellerinin mükâfatını görürler. Allah onlara
âhiret nimetlerini taddırır ve türlü ihsanlarda bulunur. Onlar âhirette iyi
kimseler arasında bulunurlar.
Dünyada Allah'ın yasak
ettiği işleri yapanlar, insanlara eziyet ve zarar verenler ise, yaptıkları bu
işlerin cezasını âhirette çekerler. Kötü muamele görürler ve kötüler arasında
bulunurlar.
Kabîsa kimdir? :
Babasının adı Burme
olup, Kûfe'lİler arasında sayılan ashab-ı ki-ramdandır. Abdullah ibni Mes'ud
'dan ve Peygamber Efendimizden hadîs rivayet etmiştir. Oğlu Y e z İ d
ve torunu Ömer, kardeşinin oğlu B ü r m e
kendisinden rivayet etmişlerdir. Tercüme-i haline dair geniş bilgiye
tesadüf edilememiştir. Allah ondan razı olsun.[442]
222— Harmele
İbni Abdullah'dan (Radiyallahu anh) haber verildiğine göre, Harmele çıkıp
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma vardı. Harmele, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in (daha önce) yanında bulunmuş olduğundan, onu Peygamber
tamdı. (Sonra Harmele şöyle anlatmıştı) :
Peygamber dönüp
gidince, kendi kendime dedim:
«Allah'a yemin ederim
ki, ilim artırayım diye muhakkak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
gideceğim.»
Yürüyerek gittim, öyle
ki önünde durdum da şöyle dedim:
«Ne iş yapmamı bana
emredersin?»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Harmele! İyilik
yap ve kötülükten sakın.» dedi.
Sonra geri döndüm,
kafileye gittim. Sonra döndüm, tâ Peygamber'e yakın yerimde durdum. Dedim ki:
«Ey Allah'ın Resulü!
Ne iş yapmamı bana emredersin?»
Peygamber (Saîlaîîahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Har mele! İyilik
yap ve kötülükten sakın. Bir de bak ki, insanların yanından kalktığın zaman,
insanlar senin hakkında kulağına hoş gidecek hangi şeyi sÖyliyecekler. İşte onu
yap ve insanların yanından kalktığın zaman, insanlar senin hakkında hoşuna
gitmiyecck hangi şeyi söyliyeceklerine bak da, onu yapmaktan sakın.» dedi.
Vakta ki ben
(Peygamberin yanından ayrılıp) geri döndüm. Bir de anladım ki, bu iki söz, hiç
bir şeyi açıkta bırakmamışlardır (her hikmeti toplamışlardır).[443]
Dinimizdeki hükümler,
emirler ve yasaklar olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Mükellefler tarafından
yapılması İstenen işler, emirler kısmına girer1 ki, farz, vacib ve müstahab
diye derecelere ayrılırlar.
Mükellefler tarafından
yapılması İstenmİyen işler, yasaklar kısmına girerler. Bunlar da, haram,
tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh kısımlarına ayrılırlar. Genel anlamda
birinci kısım hükümlere «Ma'ruf», ikinci kısım hükümlere de «Münker» denir.
İşte marufu benimseyip işlemek, münkeri bilip ondan sakınmak, dinin hükümlerini
tamamen yerine getirmek olacağından, Peygamber Efendimizin, bu iki sözü her
hikmeti kendinde toplamış oluyor. Bundan daha kısa ve manâsı geniş söz olamaz.
H a r m e I e düşünüp bu hikmeti takdir buyurmuştur.
Yine insanlar, bir
kimseyi, İyi hareketinden dolayı öveceklerinden ve bu övgü de kulağa hoş
geleceğinden, övgüye sebep olacak şeyi yapmak, marufu işlemek demektir. Kulağa
hoş gelmiyecek sözlere sebep olacak İş ve hareketler de münker şeylerdir.
Bunların yapılmaması icab eder. İslâm inanç ve ahlâkını yaşıyan insanlar biner
murakıp ve hakem şeklinde kabul edilirlerse, bunların görüşü nazar-ı itibâra
alınarak İnsanlar söz ve hareketlerine ceki-düzen verirler, iyi diyecekleri
şeyleri yaparlar, fena diyecekleri şeyleri yapmazlar.
H a r m e I e kimdir? :
Temîm kabilesinden
olan H a r m e I e 'nin babası Abdullah ve dedesi İ y a s 'dır.
Basra'lılardan sayılır. Oğlu U I e y b e ve bu oğlundan olma iki kız torunu
Safİyye İle Duhaybe kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir. Uzun okuyuş yaparak
çok namaz kıldığı, hatta devamlı namaz kıldığı bir yeri olup, orada ayaklarının
çukur açtığı ve çukura battıkları rivayet edilir. Ashab-ı kiram arasında uzun
namaz kılmakla şöhret bulmuştu. Allah ondan razı olsun.[444]
223— (55-s) Selman'dan (Rcutiyallahuanh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«Dünyada iyilik
işliyenler, âhirette iyiliklerinin mükâfatına kavuşanlardır onlar...
(Mu'temir) demiştir ki:
"Ben bu sözü Ebû
Osman'dan işittim, onu Selman'dan naklediyordu." Ben de anladım ki, bu iş
böyledir. Artık bunu, hiç kimseye anlatmadım.[445]
221 sayılı hadîs-i
şerîfe bakınız.[446]
224— Câbir
İbni Abdullah (Radiyallahu anh), Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Selîemfden rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle
buyurdu:
«Her iyilik bir
sadakadır.»[447]
Sevâb olduğunu niyyet
ederek ve Allah dan bir mükâfat beklİyerek edilecek her iyilik ve hayır bir
sadaka demektir. Verilen maldan sevâb ka-zamldığı gibi, her çeşit iyilikten de
sevâb kazanılır.
İnsan malından nafile
olarak çıkarıp verdiği şeye sadaka denir. Bazan zekât gibi farz olan vergilere
de sadaka denir.[448]
225— Ebû
Musa'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, dedi ki: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu: «Her müslümanın sadaka vermesi gerekir.» (Ashab) dediler ki: «Verecek
bir şey bulamazsa?»
«Elleri ile (san'atta
veya işte) çalışır. Böylece kendisi faydalanır ve (kazandığından) sadaka
verir.» dedi. (Ashab) dediler ki: «Gücü yetmez veya çalışamazsa?» Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yardım istiyen
ihtiyaç sahibine (sözle veya işle) yardım eder.» dedi. (Ashab) dediler ki:
«Bunu da yapamazsa?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «İyilik emreder,
yahut hayırlı şey emreder.» dedi. (Ashab)
dediler ki: «Bunu da yapamazsa?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
;
«Kötülük işlemekten kendini alıkor. Çünkü bu, onun için bir sadakadır.»
dedi.[449]
226— Ebû Zer
(Radiyallahu anh) haber verdiğine göre, kendisi Re-sûlüllah (SaUallahü Aleyhi
ve Sellem)'e sordu:
«Amellerin hangisi
daha faziletlidir?»
Peygamber (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) :
«Allah'a îman etmek ve
onun yolunda cihad etmektir.» dedi.
Ebû Zer sordu :
«Kölelerin hangisini
azad etmek daha faziletlidir?»
«Kıymeti en yüksek
olan ve sahiMeri katında en iyi olandır.» dedi.
Ebû Zer sordu :
«(Bunlardan birini)
yapamazsam, (hareketimi) bildirir misin?»
«Malsız fakire yardım
edersin, yahut çalışamıyan acize iş yaparsın.» dedi.
Ebû Zer sordu:
«(Bunu da) yapamazsam,
(başka ne yapacağımı) bildirir misin?» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«İnsanlara kötülük
etmeyi kaldırırsın. Çünkü kötülüğü terk etmek için bir sadakadır ki, onu kendin
için sadaka vermiş olursun.»[450] dedi.[451]
227— Ebû
Zer'den (Radiyalîahu anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki, (Peygambere)
soruldu:
«Ey Allah'ın Resulü!
Servet sahipleri sevâbları alıp götürdüler. Bizim namaz kılmamız gibi, namaz
kılıyorlar, oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Bir de mallarının fazlasını
sadaka olarak veriyorlar, (biz bunu yapamıyoruz ve onlar gibi sevâb
kazanamıyoruz).»
Peygamber (Sallauahü
Aleyhi ve Seiîem) :
«Allah sizin için
sadaka vereceğiniz şey yapmamış mıdır? Her teşbih ve her hamd ediş karşılığında
bir sadaka vardır. Sizin her birinizin zevcesi ile yetinip haramdan korunması
da bir sadakadır.» dedi.
Soruldu:
«İnsanın şehvetinde
sadaka var mı?»
Peygamber (Sallalîahü
A leyhi ve Sellem):
«İnsan harama harcamış
olsa, üzerine günâh yok mudur? İşte bunun gibi, şehvetini helâlda harcarsa,
onun için bir sevâb olur.» dedi.[452]
Ashab-ı kiramın malca
fakır olanları, zengin olan ashabın hayır ve hasenatını göz önünde
bulundurarak, zenginlerin bütün sevâbları alıp götürdüklerini, kendilerine bir
şey kalmadığını düşündükten sonra, bizim ha-lİmİz ne olacak? tarzında Hz.
Peygamber'den sormuşlardır. Çünkü zengin, fakir gibi namaz kılıyor, oruç
tutuyor ve diğer ibadetlerini yerine getiriyor.
Üstelik fakirin
yapamadığı hayır ve hasenatı da yapıyor. Bu bakımdan amelde üstün bir duruma
geçmiş oluyor. Burada bir sual ortaya çıkmaktadır. Acaba zengin olan Müslüman
mı daha faziletlidir, yoksa fakir olan mı?
Bu hususta çeşitli
görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar şöyle özetlenebilir: Allah katında fazilet
ve üstünlük ancak takva İledir. Zira Cenab-ı Hak, Kurân-ı Kerim'in Hücurat
Sûresi 13. âyetinde:
«Allah katında sizin
en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır.»
Buyuruyor. İster fakir
olsun, ister zengin bulunsun, Allah in emirlerini en İyi bir şekilde yerine
getiren ve yasaklarından en çok sakınan, kısacası iç ve dışı ile Peygamberin
yoluna tam bir ıhlâsla koyulan Allah Katında en iyi kimsedir. laKvada
beraberlik husule geldiği takdirde, zenginin hayır ve hasenatı bakımından daha
üstün bir mevkii olur.
Ancak mal çokluğu,
umumiyet itibariyle İnsanları çok meşgul edip kİ-bİr ve sefahata sevk
ettiğinden dolayı, çok kere zenginler fakirlerden daha müşKÜİ durumda
kaldıkları görülen hallerdendir. Büyük servetin hesabı ve sorumluluğu büyüktür.
Dinimiz istifçiliği yasaklamaktadır. Hayır yollarına harcanamıyacak bir
yığıntıya cevaz vermez. Para ve mal, nereden ve nasıl kazanılmış ve hangi
yollara harcanmış veya hangi hakla istif edilmiş sorularına, mal sahibi
muhatab tutulur. Bunların hesabını vermek ve kurtulmak zor bir İş olduğundan
zenginlerin durumu, fakirlere nispetle daha tehlikeli olur. Fakat istisnaî
durumlar olabilir. Herkes takva ölçüsünü kendine hedef edinmelidir. Yoksa
mutlak surette ne zenginlik, ne de fakirlik tercih sebebi olamaz. Yalnız
zenginlik halinde takva, fakirlik halindeki takvadan daha az bulunur. Çünkü mal
çokluğu insanı çok meşgul eder, dinî vazifeleri unutmaya sebep olur, nefsanî
arzulan kamçılar. İşte buna binaendir ki, Peygamber Efendimiz, durumlarının ne
olacağını soran fakirlere, sizin teşbihiniz var, hamd edişiniz var, helâl
zevcelerinizden faydalanmanız var, diye buyurmuştur. Bu sayılan işlerde
zenginlerin de iştirak payı varsa da, meşguliyet ve vazifeleri icabı teşbih,
tahmîd ve ailevî münasebetlerinin daha az olacağı aşikârdır. Bu nafile
ibadetferi daha fazla yapmıya vakit bulan fakirler, kazanacakları ecirle
zeng:nlerin sevâb mertebesine yükselmiş olurlar.
Haram olan bir işi
yapmak naşı! bir günâh İse, Allah'dan korkarak o haramı işlememek de sevabdır.
Hele helâl ve mubah olan bir işi haramdan korunmak için yapmak ve böyle bir
niyyet taşımak muhakkak ki, bir se-vâbdır. Böyle İşler, yapan için sadaka
yerine geçer. Sadakanın da sevabı olur. Ailevî helâl münasebetler bu kabil
işlerdir, üstelik israf olmamak şartı ile ruhî ve bedenî faydaları çoktur.
Maddî ve manevî inşirah ve İnkişafa yol açar, huzur ve sükûn temin eder.[453]
228— Ebû
Berze El-Eslemî'den (Raâiyallahu anh)
rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
Dedim ki; «Ey Allah'ın Resulü! Beni Cennete koyacak bir ameli bana
göster.»
Peygamber:
«İnsanların yolundan,
zarar veren şeyleri gider.» buyurdu.[454]
Insanların gelip
geçtiği yollar üzerinde bulunan ve geçenlere zarar veren taş, çalı., süpürüntü,
diken ve pislik gibi şeyleri gidermek ve geçenlere kolaylık sağlamak bir
hizmet olduğundan sevabı vardır. Bu şekilde insanlara hizmet edenler, sadaka
vermiş gibi sevâb kazanırlar. Sevâb kazananlar da cennetlik olurlar. Ancak
düşmanın, eşkiya ve yol kesicinin geçeceği yolları temizlemek sevâb olmaz.
Bunların fenalığına yardım edilmiş olur. Kötülüğe yardımcı olan ise, günâh
kazanır.
Ebû Berze
kimdir?
Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) ile yedi savaşta
bulunmuş olan bir sahabîdir. Adı Nadle ibni Ubeyd 'dır. Hz. Ali safında
Haricîlere karşı savaşmıştır. Basra'ya geçerek orada ev edinmişti. Son olarak
Horasan gazasına çıkmış ve orada hicretin 64. yılında vefat etmiştir. Kırk altı
hadîs rivayet etmiştir. Allah ondan razı olsun.[455]
229— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anlı), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*den rivayet
ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu :
«Bir adam, yolda bir
dikene tesadüf etti. Bunun üzerine (kendi kendine) dedi ki, muhakkak bu dikeni
gidereceğim, müslüman bir kimseye zarar vermesin. Bundan dolayı adamın
günâhları bağışlandı.»[456]
Bu hadîs-İ şerîfin
manâsı, daha öncekini teyid etmektedir. Yolda bulunan zararlı şeyleri
gidermek, bağışlanmıya sebep olduğundan, cennete gîr-miye hak kazanmak
demektir. Ancak sahih bir îmana sahip olduktan sonra, büyük günâhlardan ve kul
borçlarından beri bulunmak kaydı ile bu mükâfata kavuşulabilir. Yoksa her
kötülüğü yaptıktan sonra, sırf yollardan zararlı şeyleri kaldırmak kurtuluş
vesilesi olamaz.[457]
230— Ebû
Zer'den (Radiyallahu anhj rivayet
edildiğine göre, şöyle dedi:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn) buyurdu ki:
«Ümmetimin amelleri
—iyisi ve kötüsü— bana arz edildi. Onların amellerinin iyileri arasında,
yollardan zararlı şeylerin giderilmesini buldum. Amellerinin kötüleri arasında
da, yere gÖmülmiyen mescidlerdeki balgamı gördüm.»[458]
Daha önceki hadîs-i
şeriflerde yol üzerinde bulunan ve insanlarla vasıtaların geçişine zarar veren
şeylerin giderilmesinin sevâb olduğu, sadaka yerine geçtiği, cennete girmeye
vesile olduğu beyân ve İzah edilmişti.
Burada mescidler adabı
ile İlgili bir harekete ve onun kötülüğüne işaret edilmektedir. Mescidler,
ibadetlere tahsis edilmiş yerler olduğu için daima temiz tutulmaları İcab
eder. islâm'ın ilk devirlerinde bütün mescidler, hasır ve kilim döşenmeksizin,
yalnız etrafları çevrilmek suretiyle bina edilmişlerdi. Namaz kılınan yer,
toprak ve kumdan ibaretti. Camiye namaz kılmak için gelenler arasında uzak
yerlerden iştirak etmiş ve henüz İslâm'ın emrettiği temizlik kaidelerine
kendini alıştıramamış kimseler bulunduğundan, bunların toprak ve kum üzerine
tükürüp balgam atmaları vuku bulmuştur. Böyle bir hal meydana gelince,
tükörülenİn toprak İçine gömülerek yok edilmesi, onun temizlenmesi demektir. Bu
şekilde temizliği yapmamak günâhtır ve kötü bir davranıştır. Hem başkasının
nefretini kazanmamak, hem de mescidin temizliğini korumak bakımından
gözetilmesi gerekli bir husustur. Buna riayet etmiyenler günâh işlemiş olurlar.
Zamanınızda mescidler hah, kilim veya hasırlarla serili bulunduğundan,
camilere tükürmek diye bir şey düşünülemez. Bununla beraber cami içini
kirletecek veya pis koku neşredecek şeylerden camileri korumak veya içerde
temizliğe aykırı şeyler varsa onları gidermek her Müslüman için bir vazifedir.
Camilere temiz elbiselerle ve hoş kokularla girmeli, sarmısak ve soğan gibj
tiksindirici koku veren maddeleri yiyip girmemelidir.[459]
231— Abdullah
îbni Yezîd El-Hıtmî'den (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Resûlüllah (Salktllahü A leyhi ve Sellem):
«Her iyilik bir
sadakadır.» buyurdu.[460]
«Ma'ruf» kelimesinin
manâsı geniştir. Allah'a ibadet ve onun rahmetine yakınlık için söylenen
sözlerle yapılan işler, İnsanlara söz ve işlerle yapılan İhsan ve yardımlar hep
ma'ruftur.
«Ma'ruf» sözünün
zıddı, münker'dİr. Dinin emirlerine uygun olmıyan ve yasaklanmış bulunan söz ve
işlerin hepsine münker denir.
Maruf kısmına giren
söz ve hareketler, dinin hoş gördüğü şeyler olduğundan, bunların yapılması
sadaka yerine geçer, insana sevâb kazandırır. Aksine münker şeyleri işlemek,
günâha vesile olur.
A b d u IJah İbni
Yezid El-Hıtmî kimdir? :
Ensar'dan olan A b d u
I I a h 'in künyesi E b u Musa 'dır. On yedi yaşlarında İken Hudeybiye
vak'asmda bulundu. Küfe emirliği görevini yaptı ve Hz. Ali ile Sıffîn ve Cemel
olaylarına iştirak etti. Farz namazlar dışında en ziyade namaz kılandı. Kûfe'de
edinmiş olduğu bir evde ikâmet etti ve Ibni Zübeyr zamanında orada vefat etti.
Allah ondan razı olsun.[461]
232— Enes'den
(Radiyallahu anh) rivayet edildiğine
göre, şöyle dedi: Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e bir
şey (hediye) getirildiği zaman şöyle derdi :
«Bunu falan hanıma
götürün; çünkü o, (zevcem) Hatice'nin arkadaşı idi. Bunu (da) falan hanımın
evine götürün; çünkü o, Hatice'yi seviyordu.»[462]
Peygamber Efendimiz,
kendilerine getirilen bir hediyeyi vefat etmiş zevcesi Hatice'nin dostu veya
arkadaşı hanımlara göndermesi, bir maruftur, iyi bir söz ve harekettir. Bu
bakımdan hadîs-i şerîf maruf bölümünde zikredilmiştir.[463]
233— Huzeyfe'den
(Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre dedi ki: Peygamberiniz (Sallaliahü
Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu: «Her
ma'rııf = iyilik, bir sadakadır.»[464]
H u z e y f e hadîs-i
şerifi anlatırken, sizin Peygamber iniz, diye söze başlamıştır. Bunun sebebi,
Peygamber in sözüne önem ve İhtimam vermek ve ma'rufu işlemekte kusur etmemek
içindir.
H u z e y f e kimdir? :
Ebu Abdullah künyesi
ile tanınan Huzeyfe ibni'l-Y e m a n Ashab-ı kiramın büyükferindendir. Babası
ile beraber Medine'ye gelerek İslâm'ı kabul etmişlerdi. Ensar veya Muhacirin
arasına girmek hususunda Hz. Peygamber tarafından muhayyer bırakılmışlar ve
kendileri Ensar arasına girmeyi tercih etmişlerdi.
Huzeyfe, babası H usey
I, kardeşi S a f v a n , Uhud savaşında bulunmuşlar ye babası, Müslümanlar
tarafından yanlışlıkla şehîd edildi.
Hendek savaşında soğuk
ve karanlık bir gecede, Peygamber Efendimiz H u z e y f e V' düşmanın durumu
hakkında bilgi edinmek üzere, düşmana karşı göndermiş ve Huzeyfe de düşmanın
fırtına ve soğuktan perişan bir halde göç etmekte oldukları haberini
getirmişti. Peygamber Efendimiz, münafıkları yalnız Huzeyfe'ye tanıtmış ve onu
kendisine sırdaş edinmişti.
Hz. Ömer hilâfeti
zamanında memuriyetlerde kullandığı zevat arasında münafık bulunup
bulunmadığını Huzeyfe 'den sormuş ve münafık bulunduğunu söylemesine rağmen
kimliklerini açıklamaktan sakınmıştı. Hz. Ömer, ashabdan vefat eden birinin
cenazesinde Huzeyfe yi görmeyince, cenazede bulunmazdı.
Huzeyfe, İran
fetihlerinde bulunmuş ve Nihavend'de kumandan Nüman ibni Mukrin'in şehid
edilmesi üzerine sancağı ele geçirerek Hemedan, Rey ve Dînever beldelerini
fethetmişti. Daha sonra Nusaybin valiliğine tayin edildi. Çok emin bir kimse
olduğundan, Hz. Ömer:
«— Huzeyfe ne isterse
ona veriniz.»
Emrİnİ verdiği halde,
Huzeyfe kendi yiyeceği atının yemi ile yetinerek Medine ye dönüşünde Hz. Ömer
halinde bir değişiklik görmemesi üzerine, memnun kalmış ve boynuna sarılmış ve
şöyle demişti :
«— Sen, benim
kardeşimsın, ben de senin kardeşinim.»
Huzeyfe, Hz. Ömer'in
şehid edilmesinden 40 gün sonra hicretin 37. yılında vefat etti. Allah ondan
razı olsun.[465]
234— Amr
İbni Ebî Kurre El-Kindî (Radtyallahuanh)'den rivayet edildiğine göre, şöyle
dedi:
Babam (Ebû Kurre), kız
kardeşini Selman'a arz etti, (onunla evlenmesini teklif etti). Selman kabul
etmeyip kendi azadlı cariyesi ile evlendi. O kadına Bukayre denirdi. Ebû
Kurre'ye haber ulaştı ki, Huzeyfe ve Selman arasında (söz kırgınlığı) bir şey
var. Ebû Kurre, Selman'a varıp onu aramaya başladı. Selman'm, kendisine ait bir
sebze bahçesinde olduğu haberi Ebû Kurre'ye verildi. Ona gitmeye yöneldi de,
(yolda) Selman'-la karşılaştı. Selman'ın beraberinde, içinde sebze bulunan bir
zenbil vardı. Değneğini zenbilin kulpuna sokmuş olduğu halde onu omuzunda
taşıyordu. Ebû Kurre:
«Ey Ebu Abdullah
(Selman)! Seninle Huzeyfe arasında ne oldu?» dedi.
Ebû Kurre dedi ki,
Selman şöyle diyordu :
«İnsan acele huylu
yaratılmıştır.» (îsra Sûresi, Âyet: 11)
Bunun üzerine
yürüdüler, Seknan'ın evine kadar gittiler. Selman «ve girdi de şöyle dedi:
«Esselâmu aleyküm.»
Sonra Ebû Kurre'ye
müsaade etti de içeri giçdi. Orada kapı üzerine konmuş saçaklı ince bir yolluk
vardı. Baş yanında da kerpiçler vardı. Bir de eğer palanı bulunuyordu. Selman:
«Hanımefendinin
kendisi için serdiği döşek üzerine otur.» dedi.
Sonra Ebû Kurre'ye
anlatmıya başlayıp, şöyle dedi:
«Huzeyîe, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seİîem) 'in gazabı halinde bazı kimselere söyledikleri
sözleri (insanlara) anlatıyordu. (Halbuki bunları anlatmakta onlara bir fayda
yoktu, bilâkis fitneye sebep olabilirdi). Bu haber bana getirildi ve benden soruldu.
Ben diyordum ki, Huzeyfe, söylediğini daha iyi bilir; ve ben, insanlar
arasından kin doğmasından hoşlanmıyordum. Nihayet Huzeyfe'ye gidilip dendi ki,
Selman, senin söylediğin sözlerde seni tasdik etmiyor ve seni yalanlamıyor.
Bunun üzerine Huzeyfe bana gelip, şöyle dedi:
— Ey (Ümmü Selman oğlu) Selman! Ben de dedim
ki:
— (Ümmü Huzeyfe oğlu) Huzeyfe!
Ya bu tutumundan vazgeçersin, yahut senin hakkında (halife) Ömer'e
yazacağım. Ben onu, Ömer ile korkutunca, beni terk etti.
Gerçekten Resûlüllah (Sallalkhü
Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurmuştur: «Ben, Âdem oğlundan gelmeyim, (sizden gazap halinde çıkan bazı sözler
gibisi, benden de çıkar). Ümmetimden hangi bir kula müstahak olmadığı halde
bir lanet okursam, yahut ona fena bir söz söylersem, bu söz onun hakkında bir
rahmet olur.»[466]
Bu hadîs-İ şeriften
alınması gereken iki ders vardır:
1— Ashab-ı
kiramın âlimlerinden ve höyüklerinden olan S e I m a n - i Farisî, kendi
bahçesinde çalışmış ve yetiştirdiği sebzeleri sırtında taşıyarak evine
pÖtürmöştür. Çalışmak ve kibir etmiyerek eve yök taşımak bîr vazifedir.
Müslümanlar, S e I m a n 'in hareketini örnek alarak çalışmalarını
düzenlemelidirler.
2— Sel
man'in rivayet ettiği hadîs-i serîften anlaşıldığı üzere, dîn hükümlerinden
sayılmiyan ve insanların ihtiyaçları ile İlgili bulunmıyan hadîs-i şerifleri
halka anlatmakta bîr fayda yoktur ve bu gibileri, fitneye sebep olmamak için,
başkalarına nakledİlmemelidir.[467]
235— (56-s) îbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Ömer (Radiyallahuarihym şöyle dediğini tbni
Abbas anlatmıştır:
«Bizi, kavmimizin
arazisine çıkarın.»
Biz de çıktık. Ben ve
Ubeyy îbni Kâ'b (yola çıkan) insanların en gerisinde idik. Rüzgârla bir bulut
çıktı. Bunun üzerine Ubeyy:
«Allah'ım! Bizden
bunun zararını gider.> dedi.
Sonra (önümüzde
gitmekte olan) insanlara yetiştik. Onların yükleri (ve eşyaları) ıslanmıştı.
Onlar, bize:
«Bize isabet eden
(yağmur) size isabet etmedi,» dediler. Ben dedim ki:
«Bulutun zararını
bizden gidersin diye TJbey, Allah
(Azze ve Celîe) ye dua etti.»
Bunun üzerine
Ömer (Radiyallahu anh) :
«Sizinle beraber bize
de duâ etseydiniz ya...» buyurdu.[468]
Bahçeye, tarla ve
araziye çıkmak bölümünde bu hadîs-i şerif getirildiğinden anlaşılıyor ki,
ashab-ı kiram çalışmak için ziraat ve çiftlik yerlerine çıkarlardı.
İhtiyaçlarını karşılamak için çalışırlardı ve evlerine ihtiyaçlarını
taşırlardı.
Burada Ubeyy i b n } K
â b 'in duasının Allah tarafından kabul' edilerek yağmurdan korunmuş oldukları
da anlaşılıyor. Bir de duâ yapılırken, bütün Müslümanlar için edilmesi
gerektiğine, Hz. Dmer Efendimiz işaret buyurmuşlardır.[469]
236— (57-s)
Ebû Seleme'den (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi;
«Arkadaşım olan Ebû
Saîd El-Hudrî'ye gittim de, dedim ki»:
«Bizimle hurma
bahçesine çıkar mısın?»
O da çıktı, üzerinde
yünlü ve renkli elbise vardı.[470]
Bu rivayetten de
anlaşılıyor ki, ashab-ı kiram, hurmalık gibi bağlar yetiştirmişler ve
geçimlerini ziraat, ticaret ve san'at gibi işlerle temin etmişlerdir. Kimseye
yük olmamak için bizzat çalışarak geçimi sağlamak her Müslüman için farz olan
bir vazifedir. Yüce dinimizi bize intikal ettiren ashabın yolu, bizim izliyec«ğimİz
esas ,yol olmalıdir.[471]
237— Ümmü
Musa'dan (Radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
«Allah'ın rahmetleri
üzerine olsun», Hazreti Alî'nin şöyle söylediğini işittim:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Abdullah îbni Mes'ud'e, bir ağaca çıkıp, ondan
bir şey alarak kendisine getirmesini emretti. (Abdullah ağaca çıkarken) Beygamber'in
asîjabı, Abdullah'ın bacağına baktılar da, bacaklarının inceliğine güldüler.
Bunun üzerine Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ne gülüyorsunuz?
Abdullah'ın ayağı (kıyamet günü) tartıda, Uhud dağından daha ağır gelecektir.»
buyurdu.[472]
«Bağa Çıkmak»
bölümünde bu hadîs-İ şerîfin zikredilmesinden anlaşıldığına göre, Hz.
Peygamber Efendimiz şehir dışında bir çiftliğe veya bir bağ mahalline gitmişler
ve oradaki ağaçlardan birinden misvak edinmek için dal kesilmesini A b d u 11 a
h 'a emretmişler veya meyve koparmasını istemişlerdir. Böylece bizzat Peygamber
Efendimizin bağ yerine çıkmış oldukları gerçeği ortaya çıkmaktadır. Diğer
taraftan Abdullah ibni Mes'ud'un faziletine ve manevî değerine de işaret
buyurmuşlardır. Bacaklarının ince oluşu bir noksanlık değil, bilâkis bu
durumda olan bir kimsenin takvası sayesinde, manevî değerinin Uhud dağından
daha ağır olabileceği anlaşılmaktadır.[473]
238— (58-s)
Ebû Hüreyre'den (Radiyallahu anh) nakledildiğine göre, şöyle dedi:
«Mümin, kardeşinin
aynasıdır. Onda bir ayıp gördüğü zaman onu düzeltir.»[474]
Âynanın vazifesi,
kendisine bakanın durumunu olduğu gibi göstermek, mevcut kusur ve ayıplarını
hatırlatmaktır. Bir Müslüman da kardeşine ayna vazifesi görmelidir. Üzerinde gördüğü
kusur ve ayıpları hatırlatarak onun durumunu düzeltmiye çalışmalıdır. Diğer
taraftan herkes bir ayna yerinde olan kardeşinin karşısına çıkacağından,
önceden kendini kontrol etmeli ve ayıplardan annmıya çalışmalıdır. Bu tutumla
hata, kusur ve ayıplardan kurtulma mümkün olur.[475]
239— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«Mümin, kardeşinin
aynasıdır; ve mümin, müminin kardeşidir, onun ziya'ım ve helakini önler,
arkasında da onu çevreleyip korur ve ihtiyaçlarını görür.»[476]
Burada İslâm
kardeşliğinin önemi belirtilmekte ve Müslümanların birbirlerine karşı
vazifeleri gösterilmektedir. Müslüman kendi malını ve menfaatlerini koruduğu
gibi, mümin kardeşİninkiferini de aynen'koruyup gözetmelidir. Bu anlayışla
çalışıldığı takdirde, Müslümanlar tek vücud halinde parçalanmaz bir kuvvet
olurlar ve hiç bir kuvvete de yenilmezler.[477]
240— Müstevrid
(Radlycûlchu anh) , Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m şöyle buyurduğunu
rivayet etti:
«Bir müslümanı
çekiştirmek suretiyle (başkasından) bir lokma yiyene, muhakkak Allah Tealâ
cehennemde onun mislini yedirir. Yine bu sebepten ötürü müslüman kimseden
elbise giydirilene, muhakkak Allah (Azze
ve Ceile) cehennemden elbise giydirir (o çekiştiriciye azab eder). Kim de,
müslüman bir adamı gösteriş ve riya mevkiinde tutarsa (ona, sahip bulunmadığı
yüksek vasıfları verirse), muhakkak ki Allah, kıyamet gününde o kimseyi riya ve
gösteriş yerinde tutar (ona azab eder).»[478]
Müslüman, mümin
kardeşinin aynasıdır, belirtildikten sonra bu vazifeyi yerine getirmeyip de
aksine hareket edenlerin durumuna Peygamber Efendimiz işaret buyurmaktadır.
Şöyle ki :
Bir insan, mümin
kardeşinin kusur ve ayıplarını bizzat kendisine söyleyip düzeltme yolunu
tutmaz da, bu kardeşinin kusurlarını, düşmanı olan bîrine anlatır ve onu hoşnud
ederek karşılığında, yemek ve elbise gibi menfaat elde ederse, bunun cezasını
cehennem azabından görür.
Bir de bir insan, bir
kimsenin himayesinde ve şöhreti altında geçim sağlamak ve şeref kazanmak
maksadı ile, o kimseyi sahib bulunmadığı yüksek vasıflarla tanıtmıya çalışır ve
böylece gösteriş yaparsa, yine Allah böyle hareket eden adamın cezasını
Cehennem azabından verir.
İslâm dini,
riyakârlığı ve gösterişi yasakladığı gibi, bunlar sayesinde menfaat sağlıyanlar
için de Cehennem .azabı olduğunu haber vermektedir.
Müstevridibni Şeddad
kimdir? :
Müstevrİd ve babası
Şeddad ashabdandırlar. Aslen Mekke'li olup, Kûfe'de ikâmet etmişlerdir. Sonra
Mısır'ın fethine iştirak etmiş ve Mısır'da oturmuştur. Peygamber Efendimizden
ve babasından hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de Kays ibni Ebi Hazim, V a
k -kas ibni Rabi'a, Ebu Abdurrahman, Abdur-rahman ibnİ Cübeyr ve Ma'bed ibni Ha
I id gibi z<evaf rivayet etmişlerdir.
Hicretin 45. yılında İskenderiye'de vefat etti. Allah
ondan razı olsun.[479]
241— Abdullah
ibni Sâib'in dedesi Yezid Ibni Saîd'den(Radiyatlahu anh) rivayet edildiğine
göre, şöyle dedi:
ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim: «Sizden hiç biriniz, arkadaşının şyasını ne şakacıktan, ne de ciddî olarak
almasın. Sizden biriniz, arkadaşının değneğini aldığı zaman, onu kendisine geri
versin.»[480]
Bu hadîs-i şerîf
Hendek savaşı sırasında şu hâdise üzerine varid olmuştur: Zeyd ibni Sabit,
Medine etrafında düşman saldırısını önlemek için hendek kazılırken yorulmuş ve
bir kenarda uyumuştu. Bu halde iken, Umare ibni Hazm gelip silâhını aldı.
Böylece kendisine oyun yapmak istedi. Hz. Peygamber hâdiseye muttali olunca,
Müslümanın korkutul-mamasını ve ne şakacıktan, ne de ciddî olarak eşyanın
alınmamasını emrettiler.
Şakacıktan birinin
eşyasını alarak onu kederlendirmek ve sonra eşyasını geri vermek suretiyle onu
sevindirmek bir nevi eğlencedir. Müslüman kardeşi kederlendirmemek için böyle
eğlenceleri Hz. Peygamber yasaklamıştır. Eşya sahibinin haberi olmaksızın
eşyasını almak, ciddî bir harekettir. Bu harekette arkadaşına üzüntü vermek
vardır. Sonra alınan malı geri vermekte şakacılık hareketi vardır ki, bu da
boşuna bir sevinç verir. Onun için her iki hareket yasaklanmış oluyor.
Ciddiyetle almanın bir
manâsı da, doğrudan doğruya hırsızlık maksadıyla eşyanın alınmasıdır.
Hırsızlık da zaten haramdır.[481]
242— Ebû
Mes'ud El-Ensarî (Radiyailahu anh)
'den, şöyle demiştir: Bir adam Peygamber (Sallalİahü Aleyhi ve Seltem) 'e
gelip, dedi ki: «Bana bir hal oldu (yürüyemiyorum), beni bir hayvana yükle» (gideyim).
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem)
«(Seni üzerine
yükliyecek) Benim vasıtam yok; fakat falancaya git, olur ki o, seni bir
vasıtaya yükler.» dedi.
Bunun üzerine adam,
ona gitti ve kendisim vasıtaya bindirdi, (gideceği yere gönderdi). Sonra bu
adam Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)'e gelip hâdiseyi ona anlattı.
Bunun üzerine Hazreti Peygamber:
«Bir hayırlı işe
delâlet eden kimse için, o hayırlı işi işliyenin sevabı gibi mükâfat vardır.»
buyurdu.[482]
Hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, bîr insan herhangi hayırlı bir işi bizzat karşılıyamaz da, o
işi başarabilecek başkasını gösterirse ve böyle bir delâleti ile o hayırlı iş
çözümlenmiş olursa, bizzat hayırlı İşi gören gibi, mükâfat alır, sevâb
kazanır. Maksad hayırlı isin başarılması ve muhtaç durumda olanın işinin
görülmesidir. Bu gibi hayırlı işlere vasıta ve aracı olanların, bilfiil iş
görenler gibi ecirleri vardır. Fakat bir kimsenin irruânı varken, işi görmeyip
de başkasına havale etmesi, doğru olmaz. Bunun sevabı muhakkak ki azdır.[483]
243— Enes
(Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre:
Bir Yahudi kadın,
Peygamber (SallatlahüAleyhiveSellem)'e zehirlenmiş (ve pişirilmiş) bir koyun
getirdi. Peygamber ondan yedi. Sonra kadın yakalanıp getirilince:
«Bunu öldürelim mi?»
diye Peygambere soruldu.
Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem):
«Hayır!» dedi.
Enes demiştir ki:
«O zehirli etin
tesirini halâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyh! ve Selem) in küçük dilinde görür
dururum.»[484]
Hakim, Müsledrek'inde Ebu
Sa'îd El-Hudrî 'den bu hâdiseyi
şöyle anlatmaktadır:
Hayber'de bir Yahudi
kadını. Peygamber (Salltülahü Aleyhi ve Sellem)* pişirilmiş bir koyun kediye
etti. Bundan yemek için ashab ellerini uzatınca. Peygamber onlara :
«Ellerinizi çekin,
zira bu koyunun azalarından biri bana haber veriyor ki, koyun zehirlenmiştir.»
Bunun üzerine kadın
çağırtılıp kendisine soruldu :
«— Bu yemeğini
zehirledin mi?»
Kadın:
«— Evet, dedi. İstedim
ki, eğer yalancı Peygambersen, insanları kurtarayım. Eğer sadık Peygambersen,
Allah sana zehirli olduğunu bildirecektir.»
Sonra Hazreti
Peygamber :
«Besmele çekerek
yiyiniz.» dedi.
Biz de yedik. Hiç
birimize zarar vermedi.
Bir rivayete göre de,
Bişr ibni'l-Berrâ, Hazreti Peygamberle zehirli etten yiyerek onun tesiri ile
öldü. Bunun vefatına sebep olan Yahudi kadın da kısas cezası ile öldürüldü.
Bir rivayete göre de,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zaman zaman bu zehİrin tesirini
kendilerinde hissederlerdi. Bunun tesiri İle de, ayrıca sehadet mertebesine
nail olmuşlardır.
Hadîs-i şeriften şu
hükümler çıkmaktadır:
1— Müslüman
olmıyan bir kimseden (Ehl-i kitabdan} hediye kabul etmek caizdir. Ehl-i
kitabın kendi dinleri uyarınca kesmiş oldukları hayvanların etini yemekte beis
yoktur.
2— Bir kusur
veya günâh işliyenin kusurunu bağışlamak bir fazilettir. Ancak başkasının
ölümüne sebebiyet veren bir cinayet olursa, maktulün veresesinin talebi ile
kısas yapmak icab eder.[485]
244— (59-s)
Abdullah îbni Zübeyr (Radiyallahu anh)'den Minber üzerinde şöyle dediği
işitilmiştir;
«Bağışlama yolunu tut,
iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (A'raf Sûresi, Âyet: 190)
Âyeti okuduktan sonra
dedi ki;
«Allah'a yemin ederim!
Bu âyet-i kerîme ile, insanların ahlâkından en kolayını almaktan başka bir şey
ile emredilmemiştir. Allah'a yemin ederim ki, ben insanlarla arkadaşlık ettiğim
müddet bunu uygulayacağım, (insanlar için günah olmıyan kolay tarafı tutacağım,
onlara iyi muamele edip güçlük çıkarmıyacağım).[486]
A'raf sûresinin 199
uncu âyet-İ kerîmesinde üç hususa işaret buyurulmaktadır :
1— İnsanlara
afv ile muamele etmek. Afvın lügat manâsı, bağışlamak, silmek, yok etmektir.
Afv kelimesi Cenab-ı Hak'ka nispet edildiği zaman, kullarına azab etmeyişi,
onların günâhlarını mahvedişi ve silmesi manâsını taşır. Ayrıca bir şeyin en
iyisine, en seçkinine ve enfesine de afv denir. İnsanların afv ile muamele etmesi,
hem kendilerine edilen zulmü bağışlamaları, hem de ahlâkın iyi ve kolay
tarafını seçerek hemcinsleri ile geçinmeleri ve idare etmeleri demektir. İşte
Cenab-ı Hak bize bunu emretmektedir.
2— İkinci
husus olarak Allah Tealâ bize ma'rufu (iyilik etmeyi) emretmektedir. Allah
Tealânın ve Peygamberinin emirleri gereğince hareket etmek ve bu buyrukları
tavsiye edip öğretmek hep maruf olan işlerdir. Her mükellef elinden geldiği
kadar öğrenip yaşamak ve başkasına da öğretip tatbikine çalışmak
sorumluluğunu taşır. Bu,
müminlere dü^en önemli
bir vazifedir.
3— Cahillerden
yüz çevirmek. Gerçeği kabul etmiyen ve söz dinlsmi-yen inatçı cahillerden hoş
ve iyi bir hareketle yüz çevirmek gerekir. Çünkü cahiller sözlerini bilmezler,
fesad çıkarmtya sebep olurlar ve ahengi bozarlar. Buna meydan vermemek için
sabırla ve yumuşak bir huyla mücadeleyi terk etmek lâzımdır.
Abdullah ibni
Zübeyr kimdir? :
Hicret yılında
Medine'de doğmuştur. Künyesi Ebu Hubeyb ve E b u Bekir olup, annesi Esma, Hz.
Ebu Bekir (Radiyallahu anh)\n kızıdır. Hz. Â i ş e , A b d u I I a h 'm teyzesi
oluyor. Küçük yaşta Hz. Peygamber'den hadîs ezberlemiştir. A b d u II a h 'm büyük annesi S a f i y y
e de Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in halasıdır. Cesur, kahraman, güzel söz söyliyen bir hatip ve iyi bir
binici İdi.
Muaviye ibni Yezîd'in
vefatından sonra Hİcaz, Yemen, Mısır ve Irak dokuz yıl İdaresi altında
bulunmuştur. Nihayet H a c c a c 'la aralarında vuku bulan savaşta Abdullah,
Mekke'de muhasara edif-di ve H a c c a c tarafından hicretin 74. yılında şehid
edildi. Geceleri namazla geçirir ve gündüzleri de oruç tutardı. Allah ondan
razı olsun.[487]
245— İbni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, dedi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu: «İnsanlara (din
işlerini ve vazifelerini) öğretin, kolaylık gösterin ve gftçlük çıkarmayın.
Sizden biriniz hiddetlendiği zaman sükût etsin,
(konuşmasın).» (ı)[488]
Insanlara,
bulundukları durum İcabı, dinden muhtaç bulundukları hükümleri öğretmek ve
güçlük çıkarmadan kolaylık göstermek, nefret verecek tutum ve hareketlerden
sakınmak, ilim sahiplerine düşen en iyi ve faydalı bir hizmettir. Böyle
çalışmaların manevî mükâfatı da çok büyüktür.
Kızgınlık ve hiddet,
İnsanı kötülüğe sevk eden fena bir huydur. İntikam hırsı ile kalpteki kanın
feveran edişi veya şeytanın dürtmesi ile meydana gelen ve İnsanı sükûn
halinden çıkaran bir vasıftır. Bu durumda insan kötü söz söyler, fena iş
yapar, hatta cinayet işler. Bunların hepsi kötü ahlâklardır. Çok kere insan
istediği şeye kavuşamayınca, arzulan tatmin olmayınca hiddete gelir. Kendinde
duyduğu büyüklük onu kızgınlığa götürür. Fakat Allah'ın azamet ve kudretini
düşünen ve her an üzerinde olan hakimiyetini bilen bir adamdan nefsin izzeti
gider ve böylece hiddetin şerrinden selâmet bulur, önce hiddeti doğuran
sebepleri yok etmeğe çalışmalıdır. Yoksa hiddet geldikten sonra, onun zararını
önlemek için, konuşmamalıdır. Yine Peygamber Efendimizden varid olmuştur ki :
«Hiddetlenen kimse,
Allah'a sığınsın, abdest alsın veya hiddetlendiği çevreyi değiştirsin.»[489]
246— Atâ'
İbni Yesar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle anlattı: Abdullah İbni Amr
İbni'1-As'a yetiştim de, ona dedim ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Tevrat'da
bulunan sıfatından, (Tevrat kitabında Peygamber'in tarifine dair
âyetlerden) bana haber ver.»
O:
«Evet (anlatayım),
dedi. Allah'a yemin ederim, Peygamber, Kur'ân'da mevcut bazı sıfatlarla,
Tevrat'da da vasıflanmıştır.»
(Cenabı Hak) :
«Ey Peygamber! Seni, ümmetine
bir imam, bir müjdeci ve bir korkutucu gönderdik. (Ahzab Sûresi, Âyet: 45).
Bir de (seni) ümmetler için bir koruyucu (gönderdik). Sen benim kulumsım ve
Peygamber'imsin. Sana mütevekkil ismini verdim. Peygamber sert sözlü değildir,
şiddet sahibi değildir, çarşılarda bağırıp çağırmaz, kötülüğü kötülükle yok
etmez (kötülüğü iyilikle karşılar), ancak Tbağışlar ve affeder. Kendisinden
Önce gelen yoldan çıkmış ümmeti, Allah, kendisi ile doğrultmadıkça, Allah onun
ruhunu asla almıyacaktır. Ümmetin düzelmesi şöyle demeleri ile olacaktır : «Lâ
İlahe İllallah». Bu sözle, kör gezleri, sağır kulakları ve kilitli kalpleri
açacaklar.»[490]
Burada, varİd olan bir
soru üzerine Peygamber Efendimizin gerek Kur'ân'da, gerekse Tevrat'da mevcut
bazı vasıfları anlatılmaktadır. Buradaki vasıflar şüphesiz ki, Peygambere ait
vasıfların tümü değildir. Bazı mühim kısımları şöyle sıralanmaktadır:
Peygamber Şahid'dİr:
Bunun iki manâsı vardır. Ya ümmete İmam, önder olması demektir. Ya da'
ümmetinden îman edenlerle îman etmİyenler üzerine bir şahid olması demektir.
Peygamber Mübeşşirdir:
Kendisine îman edenleri, Allah'ın hak dinine bağlananları Cennetle
müjdeleyicidir.
Peygamber Nezirdir:
îman etmiyenleri, islâm'ı kabul etmiyenlerİ Cehennem ile korkutucudur.
Peygamber cahillere
Hirz'dir: Allah'ı tanımıyan, hak yolu bilmiyen cahil insanlar için Peygamber
bir koruyucudur. Onlara hak yolu göstermekle kendilerini felâketten, Cehennem
azabından korur.
Allah'ın Resulüdür:
İnsanlara dünya ve âhiret saadetini kazandırmak İçin, Allah tarafından
gönderilen bir elçidir. Allah'dan melek Cebre aracılığı ile ve vahy yolu İle
aldığı emir ve yasaklan insanlara tebliğ eder, onlara dinlerini Öğretir.
Mütevekkildir: İşini,
Allah'a güvenip bırakandır. Kul olarak gereken tedbîr ve sebeplere tevessül
ettikten sonra, Allah'ın va'dına güvenip kazasına inanmak ve böylece tam bir
teslimiyet göstermek tevekküldür. Böyle bîr tevekkülde bulunana da Mütevekkil
denir.
Peygamber kötü sözlü
(fezz) değildir: En güzel ahlâk ile vasıflanmış olup, kaba ve çirkin söz sahibi
değildir.
Peygamber galîz
değildir: Yumuşak ve tatlı huyludur, şiddet göstermez, sert davranmaz. Ancak
savaş ve mücadele zamanında düşmanlara karşı şiddetli olduğuna dair âyet-i
kerîme vardır. Sulh ve sükun zamanında kimseye karşı şiddetli değildir.
Müminlere karşı ise, daima merhametli ve şefkatlidir.
Peygamber avaz avaz
bağırmaz : Gerek evde, gerekse dışarda Peygamber İnsanlara kızıp çağırmaz,
sesini fazla yükseltmez ve bir münakaşa hali göstermez. Tatlı sözlüdür.
Peygamber kötülüğü,
kötülükle kaldırmaz : Yapılan kötülüğe aynı ile karşılıkta bulunmaz, bilâkis bu
kusur ve kabahati bağışlar ve affeder. Kötülüğe iyilikle mukabele eder.
Peygamber görevini
muhakkak yapar : Tevhid dinini terk etmiş cahil insanlara «Lâ ilahe İllallah»
kelimesini öğretmiş, Allah dan başka İbadet edecek bir varlık olmadığını tebliğ
etmiştir. Böylece görmez gözler, İşitmez kulaklar ve anlamaz kalbler açılmış ve
gerçek yolu görüp kabullenmişlerdir.[491]
247— (60-s)
Abdullah İbni Amr'dan (Radiyailahu anh) rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Kur'ân'da olan şu:
«Ey Pey ganiler! Seni
ümmetine bir imam, bfl* müjdeci ve bir korkutucu gönderdik (Ahzab: 45).»
âyetin benzeri Tevrat'da vardır.[492]
Bundan önceki 246
No.'lu hadîs-i şerife bakınız.[493]
248— Muaviye
(Radiyailahu anh) 'nin şöyle dediği
işitilmiştir: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den bir söz
işittim ki, Allah onunla bana
fayda ihsan etmiştir. (Ravi diyor ki)
Muaviye'yi dinledim,
şöyle diyordu :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i dinledim :
«İnsanlardaki ayıpları
araştırırsan, onları ifsad edersin.» buyuruyordu:
Ben, insanların
ayıplarım araştırmıyorum ki, onları bozmuş olmayayım.[494]
Allah Tealâ kullarıma
örtünmeyi emretmiş, ayıp yerlerini açmayı yasaklamıştır. İnsanlardan meydana
gelen kötü iş ve hareketler de bir nevi ayıp olan ve açılması yasaklanan azalar
gibidir. Bu gibi kusurları araştırmamak, derinleştırmemek ve görmemek bîr
vazifedir. Kötülük ve kusurların teşhir edilmesi, herkese İlân edilmesi
insanların ahlâkı üzerinde kötü izler bırakır, alışkanlık meydana getirir,
utanma hislerini körletİr. Bu hallere sebebiyet vermek, insanları bozmak ve
hallerini İfsad etmek olur. Böyle vahim bir neticeye varmamak İçin kusur ve
ayıplar örtüimeli, araştırma yapılmamalıdır. Mümkünse kusur ve ayıpların
giderilmesine, güze! ve tatlı bir nasihat yolu ile çalışmalıdır. Ayıp ve
kusurları görmemezlİkten gelmek, affetmek ve bağışlamak olduğundan, hadîs-i
şerîf bu bölümde zikredilmiştir.
Bu hadîs-i şeriften
alınacak hükümler:[495]
249— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh) 'nin şöyle dediği işitilmiştir : Şu iki kulağım duydu
ve şu iki gözüm gördü, Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Settem) , her iki eliyle Hasan'm yahut Hüseyin'in
iki avucundan tuttu. — Allah'ın rahmetleri üzerlerine olsun — Onun ayağı
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in (mübarek) ayağı üzerindeydi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
diyordu:
«Çık!»
Çocuk ayaklarını
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in göğsüne koyuncaya kadar çıktı.
Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ağzını aç!» dedi.
Sonra çocuğu Öptü ve
ondan sonra dedi ki:
«Allah'ım, bunu sev,
çünkü ben bunu seviyorum.»[496]
1— Çocuklarla
lâtife etmek ve onlara sevgi ve merhamet göstermek, Peygamber imiz tarafından
bizzat uygulanan ve bize örnek olan güzel ahlâklardandır.
2— Daha
önceki hadîs-i şeriflerde geçtiği gibi, çocukları öpmek, iyi bir harekettir,
çünkü bunda şefkat ve merhamet işareti vardır.
3— Çocuklara,
iyi ve hayırlı olmaları için duâ etmek,
büyükler İçin takıp edilecek bir yol olmalıdır.[497]
250— Kays'dan
rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
Cerîr'in şöyle
dediğini işittim:
Ben müslüman
olalıberi, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem), beni her gördükçe, yüzüme karşı tebessüm buyurmuşlardır; ve ResûlüIIah (Salîaîlahü
Aleyhi ve Selle/n) şöyle demiştir:
«Bu kapıdan,
Yemenlilerden hayırlı bir adam içeri girecektir, yüzünde de melek siması
vardır.»
(Bu sözün) arkasından
Cerîr içeriye girdi.[498]
Sevinçten yüzün hoş
bir duruma geçmesiyle dişlerin görünebilecek kadar gözükmesine «Tebessüm»
denir. Bu makbul olan bir harekettir. Müslüman, mümin kardeşi İle karşılaşınca
ona selâm verip tebessüm etmesi lâzımdır. Burada iki şey öğrenmiş oluyoruz.
Biri, tebessüm etmenin mubah ve iyi bir hareket oluşudur. Diğeri de Cerîr
(Radiyaîîahuanh)'m Hazreti Yusuf gibi melek sima oluşudur. Aşağıda kendisinden
yeteri kadar bilgi verilecektir.
Tebessümden başka,
sesle veya kahkaha ile gülmek vardır ki, bu makbul değildir, insanın vakar ve
şerefini giderir ve insanı normal durumundan çıkarır.
Cerîr kimdir? :
Babasının adı Abdullah
olup, künyesi E b u A m r 'dır ve Becîle kabilesinin ileri gelenlerindendir.
Hz. Peygamberin hicretlerinden 40 gün önce, huzura gelerek İslâm'ı kabul
etmiştir. Kavminin reislerinden olduğu için Hz. Peygamber onun hakkında :
«Size bir kavmin
büyüğü geldiği zaman, ona ikram ediniz.»
Buyurmuştur. Çok güzel
bir simaya sahip olduğundan Hz. Ömer de bunun hakkında :
«— Cerîr, bu ümmetin
Yûsuf'udur.» buyurdular.
Hz. Ömer, hilâfeti
zamanında dağınık bir halde bulunan Bectle kabilesini bir araya getirerek
başlarına Cerîr'i geçirmişti. İrak fethinde ve Kadisiye savaşlarında büyük
yararlıklar göstermiştir. Sonra KOfe'de ikâmet etti. Sonra Hz. A I i onu elçi
olarak Hz. M u a v İ y e 'ye gönderdi. Daha sonra her iki fırkadan ayrılarak
Karkısiyada İkâmet etmiş ve hicretin 51 veya 54. yılında burada vefat etti.
Allah ondan razı olsun.[499]
251— Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Hazreti Aişe (Radiyallahü anne) 'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'i hiç bir zaman küçük dili görünür şekilde güler görmedim.
Yalnız tebessüm ederdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir bulut veya
bir rüzgâr gördükleri zaman, yüzünde hoşnudsuzluk gelirirdi. (Bu halinden ötürü Hz. Âişe) sordu:
«Ey Allah'ın Resulü!
İnsanlar bulut gördükleri zaman sevinirler, olur ki, onda yağmur olur diye.
Halbuki sizi görüyorum ki, bulutu gördüğünüzde hoşnudsuzluk beliriyor?»
Hazreti Peygamber
buyurdu ki:
«Ey Âişe! O bulutta
azab bulunmasından beni selâmete çıkaracak (teminat) nedir? Bir kavim rüzgâr
sebebiyle azaUandirildi (helak edildi). Halbuki o kavim azabı görmüşlerdi de:
Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur, demişlerdi.»[500]
Bundan önceki hadîs-i
şerife bakınız.[501]
252— Ebû Hüreyre
(Radiyallahuanh)'den rivayet edildiğine
göre, demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «Gülmeyi azalt; çünkü çok
gülmek kalbi Öldürür.»[502]
Gülmek, îmana aykırı
düşen bir huy değildir. Zİra 1 b n
i Ömer: «— Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı
gülerlerdi. Böyle olmakla beraber
kalblerindekİ îman, dağdan daha büyüktü.»
Buyurmuştur. Ancak
daha önceki açıklamalarda belirtildiği gibi, fazla ve devamlı bir şekilde
gülmeye alışmak insanın vakar ve şerefini izale eder, kalbin hassasiyetini
gidererek âhireti unutturmaya, boşuna zaman geçirmeye sebep olur. Bu bakımdan
Peygamber Efendimiz buyurdukları şekilde az gülmiye gayret etmek ve buna
alışmıya çalışmak ve bunun yerine tebessümü çoğaltmak en güzel bir hareket tarzıdır.[503]
253— Ebû
Hüreyre (Radiyalkhuanh), Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle dediğini rivayet etti:
«Çok gülmeyiniz; çünkü
gülmenin çoğu kalbi öldürür.»[504]
254— Ebû
Hüreyre (Radiyatlahu anh)'den
rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
Peygamber (Sallallahü
A leyhi ve Seîlem), gülmekte ve konuşmakta olan bir topluluğun yanma varıp:
«Nefsim, kudret etinde
olana (Allah'a) yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi siz bileydiniz, az
gülerdiniz ve çok ağlardınız.» dedi.
Sonra Peygamber döndü (gitti)
de, o cemaat ağladı. Sonra Allah
(Azze ve Ceîle), Peygambere vahy etti ki:
«Ey Peygamber! Niçin kullarımı
ümidsizliğe düşürüyorsun?»
Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
geri dönüp, şöyle buyurdu:
«Müjdeleyiniz, doğruyu
söyleyiniz ve itidal üzre olunuz
(büsbütün sevinmeyiniz, tamamen ümidsizliğe düşmeyiniz).»[505]
255— Rivayet
edildiğine göre, Ebû Hüreyre (Radiyailahuanh) , çok kere Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyden hadîs anlatarak şöyle derdi:
«Bu hadîsi, bana,
kirpikleri ince ve uzun, tenleri beyaz olan (peygamber) söyledi. Teveccüh
ettiği zaman bütünü ile karşıya çıkardı ve geri döneceği zaman da bütünü ile
(vücudu ile) dönerdi. Onun mislini hiç bir göz görmemiştir, hiç bir zaman
göremiyecektir de...»[506]
Ebû Hüreyre'nin bu
tarifinden iki şey anlamaktayız :
1— Peygamber
Efendimizin yaratılışindaki güzellik,
hiç bir insanda yoktu ve ofmıyacaktır da. Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilen
ve Allah'ın yaratıkları içinde en üstün ve en mükemmel olan bir Peygamberin
şanına böyle bir vücud güzelliği uygun düşer. Manâda olan eşsizliği, maddesinde
de görülmüştür.
2— Hazretİ
Peygamber bir kimseye söz söyliyecekleri zaman veya birine dönmek istedikleri
zaman vücudlarının bütünü İle dönerlerdi, ister bu dönüş öne doğru olsun, ister
arkaya doğru olsun, aynı şekilde hareket
ederîerdi. Bu hareketleri İle bize muaşeret edebi vermektedirler. Bir insana yandan
bakmak, yan tarafı çevirmek, kibir ve beğenmemezlik hareketleridir. Adaba
aykırı hareketlerdir. İnsan, konuştuğu ve görüştüğü kardeşine ilgi göstermeli
ve ona hürmetsizlik etmemelidir.[507]
256— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebu'l-Heysem'e şöyle buyurdu :
«Senin hizmetçin var
mı?»
O:
«Hayır!» dedi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüemjî
«Bize esir geldiği
zaman, bize gel.» dedi.
Sonra Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e iki esir getirildi ki, bunlarla bir üçüncüsü
yoktu. Bunun üzerine Ebu'l-Heysem, Peygamber'in huzuruna vardı. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) şöyle buyurdu :
«Bu ikisinden birini
seç.»
Ebu'l-Heysem:
«Ey Allah'ın Resulü, sen
benim için seç!» dedi.
Peygamber (Satlatıahü
Aleyhi ve Setletn) de:
«Gerçekten bilgisi
sorulan (istişare olunan), güvenilir olmalıdır. Şunu al, çünkü ben onu namaz
kılıyor gördüm. Bir de ona iyilik etmeni sana tavsiye ediyorum,» buyurdu.
(Ebu'l-Heysem,
Peygamberin buyurduklarını zevcesine anlattı.) Bunun üzerine zevcesi,
(kocasına hitaben):
«Sen, bu köleyi azad
etmedikçe, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin buyurduğu tavsiyeyi yerine
getirmiş olmazsın.» dedi.
Ebu'l-Heysem de:
«O, azaddır.» dedi.
Bundan ötürü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selleml şöyle buyurdu:
«Allah'ın gönderdiği
herhangi bir Peygamber ve halifenin muhakkak iki sırdaşı vardır: Biri ona
iyiliği emreder ve onu hoş olmıyan şeylerden alıkor. Biri de, onu bozmakta
kusur etmez. Kötü sırdaştan sakındırılan kimse, muhakkak korunmuştur.»[508]
Hadîs-i şerîfin
vüruduna sebep olan hâdiseyi önemine binaen, Tİr-mizî'den kısaltarak anlatmayı
faydalı bulduk:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem), saadethanelerinden çıkmadıkları bir saatte çıktılar.
Kendilerine gelmekte olan Ebu Bekir Hazretleri ile karşılaştılar. Ebu
B e k İ r 'e sordular:
«Senin gelmene sebep
nedir?»
Ebu Bekir
şu cevabı verdi :
«— Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ile karşılaşayım, onun yüzüne bakayım ve kendisine
teslimiyet göstereyim diye geldim.»
Aradan zaman geçmedi,
Hz. Ömer geldi. Hz. Peygamber bu defa ona sordu :
«Ey Ömer! Senin
gelmene sebep nedir?»
Hazreti Ömer:
«— Açlıktır, ya
Resûlallah!» dedi.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)x
«Ben de açlık
hissediyorum.» buyurdu.
Sonra hep beraber
Ebu'l-Heysem b. Teyy i h a n'in evine gittiler. Ebu'l-Heysem'İn hurma
bahçeleri ve koyunları vardı, fakat hizmetçisi yoktu. Evinde kendisini
bulamadılar; hanımından sordular. Hanım İçme suyu almak üzere çıktığını
söyledi. Bu sırada Ebu'l-Heysem, güçlükle taşımakta olduğu su kırbası (su kabı)
ile çıkageldi. Su kabını yere koyduktan sonra, Hz. Peygambere iltifat edip
hürmet gösterdi. Sonra onları kendi bahçesine götürdü ve yere serdiği sergi
üzerine oturttu. Kendisi, yaş hurma toplamıya gitti. İstediklerinden yesinler
dîye kuru ve yaş hurmalar getirdi. Hurmalardan yediler ve getirmiş olduğu taze
sudan da içtiler.: Sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye
Sellem) şöyle buyurdu :
«Bu yeyip içtiğimiz
Öyle bir nimettir ki, kıyamet gününde ondan sorulursunuz, vallahi:
(Bulunduğunuz yer) serin bir gölgelik, yediğiniz tatlı ve hoş meyva, içtiğiniz
de tatlı ve soğuk su...»
Sonra Ebu'l-Heysem
misafirlerine yemek yapmak için ayrılırken, Hz. Peygamber ona :
«Sakın sağılır koyun
kesme.» dedi.
Ebu'l-Heysem de onlara
bir oğlak keserek etini pişirip getirdi ve beraberce yediler. Bu esnada
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebu'l-Heysem'e sordu :
«Senin hizmetçin var
mı?»
«— Hayır!»
Diye cevap vererek
metindeki hadts-i şerîf varİd oldu.
«İstişare olunan
kimse, emin, kendine güvenilir kimse olmalıdır.»
Demek, emanet hakkını
yerine getiren, doğruyu söyleyip hakka yardımcı olan kimse olmalıdır.
Kendisine danışılan adam, bu vasıflara sahip değilse, bununla yapılacak
istişare, insanı felâkete sürükler. Çünkü insana doğru yolu göstermez ve
bildiği gerçeği açıklamaz. Bu bakımdan istişare edilecek şahsı iyi tanımak ve
ehil olduğuna kanaat getirmek suretiyle ona müracaat etmek doğru hareket olur.
Aksi halde insan hüsrana düşebilir.
E b u ' I - H e y s e
m_ [ bj^JT e y y i h a n kimdir? :
Ensar'dan ve Evs
kabilesinden olup, Ebu'l-Heysem lâkabı ile şöhret bulmuştur. İsmi Malik 'dır.
Akabe biatında bulunmuş ve ilk biat eden olmuştur. Bedir savaşında ve ondan
sonraki bütün savaşlarda bulundu.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bununla Osman i b n i M e z ' u n 'u kardeş etmiştir.
Hazreti Peygamber için
mersiyesi vardır. Hicretin 20 veya 21. yılında vefat etti. Allah ondan razı
olsun.[509]
257— (61-s)
Anrr İbni Dinar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi: îbni Abbas:
«Bazı işlerde onlarla
(ashabınla) müşavere et.» şeklinde (âyet-i kerîmeyi tefsir edip) okudu. (Âl-i
İmran Sûresi, Âyet : 159).[510]
Bir işi yapıp yapmamak
hususunda veya keyfiyeti hakkında güvenilir kimselerin fikrine başvurup onlara
danışmaya «Meşveret» denir. Söz ve fikir sahibi arkadaşlar ve büyüklere
danışmak sureti ile iş yapmak sünnettir. Kur'ân-ı Kerîmde Cenab-ı Hale,
Peygamber Efendimize hitab ederek :
«Ashabınla istişare
et.»
Şeklinde emir
buyurmuştur. Buradaki emir, vücub manâsını taşımaz. Hz. Peygamber her şeyi en
iyi bilen olduğu halde, ona böyle emredilmişi, vücub manâsı taşımaz. Ancak
ashabın gönüllerini hoş tutmak ve ümmetine güzel bir usûl olmak için buyuru İm
ustur. Ebu Hüreyre'nin anlattığına göre, Peygamber Efendimiz, ashab-ı ile en
çok istişare edendi. Bîr kısım âlimler de Peygamberin ashabla meşverette
bulunması, harp işleriyle dünya işlerine ait hususlardaydı. İbni Abbas'in
metindeki «Bazı işlerde Meşveret» şeklindeki tefsiri de bu manâya uygun
düşmektedir.
Hz. Peygamberin
İrtihallerİnden sonra gelen onun ümmeti mubah idlerde daima İlim sahiplerinden
güvenilir şahsiyetlere danışmışlar ve istişare etmişlerdir, istişare eden
mahrum olmaz ve pişmanlık çekmez, istişare edip karar verdikten sonra da hemen
o işi yapmak gerekir.[511]
258— (62-s.)
Hasan (Basrî) den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«Vallahi! istişare
eden bir topluluk, muhakkak huzurlarında olan şeyin en iyisine iletilmiş
olurlar.»
Sonra:
«Ashabın işleri
aralarında danışıklıdır» âyetini okudu. (Şûra Sûresi, Âyet: 38)[512]
259— Ebû
Hüreyre (Radiyaltahu anh) demiştir ki:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: «Söylemediğim sözü bana
isnad edip uyduran, cehennemdeki yerine hazırlansın. Kime de mtislüman kardeşi
danışır da, bu danışılan adam o kardeşine yanlışı gösterirse, kardeşine hainlik
etmiş olur. Kime de yanlış fetva verilirse, onun günahı (işliyene değil) fetva
verenedir.»[513]
Hadîs-İ şerîfte üç
hususa işaret edilmektedir:
1— Ne
şekilde olursa olsun, söylemediği sözü Peygamber'e isnad etmek, yalan
uydurmak, İyİ bir söz dahi olsa, çok büyük bir günâhtır; ve bunun cezası
Cehennemdir. Hz. Peygamber Efendimiz değişmez İlâhî nizamı getirdiğinden bunu
bir takım uydurma sözlerle değiştirmeğe kalkışmak ve buna cür'et etmek en büyük
günâh olacağından cezası ancak cehennemdir.
2— Bir
kimseye, Müslüman kardeşi bir işini danıştığı zaman, bildiği en doğru yolu ona
göstermesi vazifesidir. Üzerine düşen kardeşlik ve insanlık borcudur. Bunu
yapmıyan, aksine yanlış yol gösteren, kardeşine hainlik etmiş olur. Hainlik
etmek ise, bir zulümdür ve günâhtır. Bundan sakınmak gerektir.
3— Fetva
makamında bulunanların verecek oldukları fetvayı bir delile bağlamaları ve
araştırma yapmaları icab eder. Din işlerini Önemsemiyerek rastgele yanlış fetva
vermekten dolayı işlenecek günâhların cezası, fetvayı verene ait olur. Onun
İçin ehliyet kazanmadan ve meseleyi araştırıp bir delile bağlamadan rastgele fetva
vermek insanı manevî helake kadar götürür. Allah Tealâ bize hak olanı
gösterip, ona uymak ve batılı da batıl olarak gösterip ondan sakınmak nasib
kılsın, amîn.[514]
260— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh)t Peygamber ISallallahü Aleyhi veSellemyin şöyle
buyurduğunu rivayet etti:
«Nefsim kudret elinde
olan Allah'a yemin ederim ki, siz müslüman olmadıkça cennete giremezsiniz ve
birbirinizi e sevişmedikçe de kâmil müslüman olamazsınız. Selâmı yayın ki,
birbirinize karşı sevgi kazana-smız. Kin beslemekten sakının; çünkü o traş edip
kazıyandır. Size saçları traş eder, demiyorum. Ancak o, dini kazıtır, siler.»[515]
Allah katında gerçek
ve makbul din, ötedenberi tevhid dini olan İslâm dinidir. Değişikliğe uğramıyan
ve Allah tarafından zaman zaman Peygamberlerle tebliğ edilen dinler îman
esaslarında hep bir olup, hak dindirler. Son Peygamber in gelişi ile de artık
eski dinlerin hükümleri kalkmıştır. İşte en son ve en mükemmel din geldikten
sonra başka dine bağlanmak ve onunla amel etmek caiz değildir. Daha önceki
Peygamber ve mukaddes kitaplara îmanla beraber son Peygambere ve onun Allah'dan
melek aracılığı ile getirdiği Kur'ân'a îman etmedikçe, kimse mümin ve Müslüman
sayılmaz. Bunlara îman eden Müslüman olur ve ancak Allah'ın Cennetine yol bulur,
oraya gider. Peygamber Efendimiz buna işaret buyurarak :
«Müslüman olmadıkça
siz cennete giremezsiniz» buyurmuştur,
Olgun ve tam Müslüman
olabilmek için de, birbirini sevmek, kardeşlerin sevinci ile sevinmek,
kederleri ile kederlenip yardımlaşmak ve yek vücud olmak şarttır. Çünkü bu
beraberlik ve bağlılık bulunmazsa, İslâm'ın hükümleri gerçekleştirilemez, İslâm
ahlâkı toplumda yaşanamaz. Yaşana-mayınca da İslâm fiilen mevcut sayılmaz.
Sevgİ ve bağlılığın en
açık bir alâmeti selâm verme ve güler yüz göstermedir, üstelik mümin kardeş
için Allah'ın rahmet ve selâmetini karşılıklı olarak dileme vardır selâmda.
Onun için sevgi alâmeti ve hayırlı duâ olan selâmı yaymalı ki, Allah'ın
rahmetine kavuşulsun. İleride selâm bahsinde daha geniş malûmat verilecektir.
Müslümanların
birbirine kin ve düşmanlık beslemelerini de Peygamber Efendimiz çok tehlikeli
ve zararlı bir hal olarak tavsif ederek :
«O, dini kazıtır, yok
eder.» buyurmuştur.
Gerçekten böyledir.
Bir toplumdaki insanları düşünelim : Ferdler arasında kin ve düşmanlık
duygulan gelişmekte ve birbirlerine zarar vermek için karşı karşıya
gelmektedirler. Böyle insanların hareketi kinlerinin kamçılayışı ile adalet ve
ahlâk sınırlan dışına çıkar. Adalet ve ahlâk kaideleri uygulanmıyan bir
toplumda da din var sayılmaz. Kin ve düşmanlık insanlara dînin asla tecviz
etmedifii her kötülüğü yaptırır. Dinde olmıyan kötülüklerin yapılması ve
bunların bir toplumda bulunması demek, oroda islâm ve dîn yaşantısı yok
demektir. Bu çok tehlikeli durumdan kurtulabilmek için Müslümanlar birbirlerine
kin ve adavet duygularını terk ederek birbirlerini sevmiye ve yardımlaşmıya
koşmaları başta gelen bir vazifedir ve dinin kıyamı için de şarttır.
B u h a r î demiştir
ki, bu hadîs, bize İbrahim ibni Ebi ösey-yîd
yolu İle de: «Aranızda selâmı yayın» kısmına kadar nakledilmiştir.[516]
261— Abdullah
İbni Amr İbni'1-As (Radiyaiîahu anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«İki müminin ruhları,
daha sahipleri birbirini görmeden bir günlük yol mesafesinde karşılaşırlar.»[517]
Başka bir hadîs-i
şerifte :
«Ruhlar, bir araya
toplanmış askerlerdir. Bunlardan yaratılış vasıfları birbirine uyanlar bir
araya gelir anlaşırlar. Ayrı yaratılışta olanlar da birbirinden uzaklaşırlar.»[518]
Buyurulduğu itibarla,
burada iki ruhun uzak mesafede karşılaşmış olması, yine ruhların yaratılış
mayasında olan huy ve vasıf yakınlığı bakımından birbiriyle anlaşması ve ülfet
etmesi demektir. Ruhlar daha önce birbirleriyle anlaşıp üffet edebilecek bir
tabiatte yaratılmışlardır. Yaratılıştaki vasıfları birbirine uymıyanlar İse,
anlaşamaz ve barışamazlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.[519]
262— (63-s.) İbni
Abbas (Radiyallahuanh)
'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
«Nimete nankörlük
edilir, rahim sılası kesilir. Biz, kalblerin birbirine yakınlığı gibi (sağlam
şey) görmedik.»[520]
Burada da, kalplerin
birbirine olan yakınlığından daha kuvvetli ve bağlantılı bir rabıta bulunmadığı
ifade edilerek, insanların birbirleriyle ün-sİyet ve ülfiyet edici olduklarına
işaret edilmiştir.[521]
263— (64-s.)
Umeyr îbni îshak'tan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«Biz konuşmamızda
diyorduk ki, insanlardan ilk kalkacak olan (haslet), ülfettir.»[522]
Hatıra gelir ki,
İnsanların yaratılışında ahlâk İstidatı bakımından benzerlik ve yakınlık
olduğu halde, bunun hayatta tatbikatı olan ülfet insanlardan nasıl
kalkacaktır? 8u, şuna benzer: Bir anlık bir arada bulunan kimselerin ceplerinde
paralan olduğunu kabul edelim. Bunların konuşma ve muhabbetleri esnasındaki
dalgınlıklan, kendilerinde mevcut maddeleri unutturur, yok halinde gösterir.
İşte zamanla insanların iş tarzlarının değişmesi ve çoğalması, maddeye ve
sefahata düşkün hale gelişleri, ruhlarında mevcut ülfet hasletlerini kaldırmış
olur, her ne kqçlar mayalarında bu haslet varsa da.[523]
264— Enes
tbni Malik (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) (bir yolculukları sırasında), hanımlarının hayvanlarının
sürücüsü Enceşe adında siyah tenli ve güzel sesli bir hizmetçileri vardı.
Hizmetçi güzel nağmesiyle develeri sürüyordu. Bir aralık, hanımlarının
beraberinde (annem) Ümmü Süleym olduğu halde, yanlarına varıp :
«Ey Enceşe! Şişeleri
yavaş sür, (incitip kırmıyasıtı).» buyurdu.[524]
Râviierden E b u
K i I â b e demiştir ki :
«— Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Öyle bir söz söyledi ki, sîzden biriniz eğer onu
söylemiş olsa, muhakkak onu (bu, şişeleri incitme sözünden ötürü)
ayıplardınız.»[525]
Başkasını İncitmeyecek
ve onu gücendirmeyecek şekilde şaka yollu söz söyiemiye «Mizah» denir ki, bu
şekilde konuşmalar mubahtır. Çünkü böyle İtidal özre yapılan mizahlar
sebebiyle, İnsanlar arasında ünsiyet ve ülfet meydana gelir. Yabancılık hisleri
silinir, vahşet ortadan kalkar. Ancak hududu aşacak şekilde ağır ve kırıcı
şakalar mubah değildir. Böyle söz ve hareketlerden kaçınmak gerekir. Çünkü
bunlar, İnsanı hakdan uzaklaştırır, çekişme ve isyana doğru iterler. Şakacının
heybet ve vakarını giderir ve onu hafif düşürürler. Diğer taraftan şaka edilene
eziyet edilerek küçük düşürülmesine sebebiyet verilmiş olur.
Peygamber Efendimiz
bir4ıadîs-i şeriflerinde:
«Ben şaka ederim,
fakat ancak doğru söz söylerim.»
Buyurmuşlardır, işte
doğruluktan ve haktan ayrılmamak ve haddi aşmamak şartı ile şaka yapılabilir.
Hadîs-i şerifin açıklamasına gelince :
Peygmber Efendimizin
hanımları ile bir yolculukları sırasında, E n e s I b n i M a I i k 'İn annesi
U m m ü S ü I e y m de, bu validelerimizle beraber bulunuyordu. Develerin
sürücüsü olan E n c e ş e adlı bir hizmetçi, hoş sesinden dolayı nağmeleri ile
develeri neşata getirip yolculuğa ahenk vermekteydi. Bu manzara İki şeye
sebebiyet verebilirdi : Biri develerin sür'atle yürümelerine ve sert
hareketlerinden doğaca1.; çalkantı ile binici hanımların incinmiş
olabileceklerine...
m Yahut hizmetçinin
güzel sesini dinlemekten kalplere rikkat gelerek hüzün doğması ve böylece
kalblerinin kırılmış olabileceğine...
Her iki ihtimale
binaen, Peygamber Efendimiz, develerin sürücüsü hizmetçi çocuğa :
«Ey Enceşe! Yavaş sür
şişeleri, (kırmıyasın).»
Buyurarak, hanımların
ya fazla sür'atte ötürü, cam gibi hassas olan bünyelerinin incitilmemesİni, ya
da cam gibi kolay müteessir olan kalplerinin hoş nağmelerle inkisara
uğratılmamasını murad etmişlerdir. Her iki halde de hanımlar, nazik bünyeleri
ve rakîk kalbleri bakımından kolay inkisara uğradıklarından camdan imâl edilen
şişelere benzetilerek bir lâtife ve şaka yapılmıştır.[526]
265— Ebû
Hüreyre (Radiyallahuanh)'den rivayet
edildiğine göre, ashab :
«Ya Resûlallah! Sen
bize şaka ediyorsun!» dediler. Peygamber
(Saİlallahü Aleyhi ve Selkm) «Ben, gerçekten başka bir şey söylemem.»
buyurdu.[527]
Peygamber Efendimiz
mizahta bulunurlarken dahi, asla aldatma şeklinde veya boşuna olarak kelâm
sarf etmemişlerdir. Her sözleri bir hakkın ve gerçeğin ifadesi olmuştur.
Nitekim bu hadîs-i şeriften de anlıyoruz ki, şakaları hakkı söylemekten başka
bir şey olmamıştır.[528]
266— (65-s.)
Bekir İtani Abdullah (Radiyallahu anft/dan rivayet edildiğine göre, şöyle
dedi:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'m ashabı, birbirlerine karpuz atarlardı, (birbirlerine şaka
edip eğlenirlerdi). Gerçek işler ortaya çıktığı zaman da, onlar erkekler
olurlardı, (o işlerin sahipleri olurlardı).[529]
Peygamber Efendimizin
ashabı da kendi aralarında ülfet ve ünsiyetî kuvvetlendirmek ve gönüllerini hoş
kılmak maksadıyle şakalaşmışlar, fakat asla birbirlerini incitmemişierdir.
Diğer taraftan bir vazife ve hizmet ortaya çıktığı zaman, onu en ciddî ve en
iyi bjr'fekilde başaran ve yerine getiren kimseler olmuşlardır. Şaka ve
ciddiyet ayrı şeylerdir. Bunlar birbirine karıştırılıp vazifeler
gevşetilmemelidir.[530]
267— İbni
Ebi Müleyke (Radiyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
Hazreti Âişe,
Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in. yanında şaka etti. Bunun üzerine
Hazreti Âişe'nin annesi:
«Ya Resûlallah! Bu
mahalle insanlarının şakalarından bazısı, ok tor-basındandır (ok gibi isabet
eder).» dedi.
Peygamber (Sallalbhü
Aleyhi ve SeHem) şöyle buyurdu: «Bilâkis bizim bazı şakalarımız bu mahalle
insanlarıdır.»[531]
Bu hadîs-İ şerîfin
metnine diğer hadîs kitaplarında rastgelİnememİş olduğu gibi, metinde kasd
edilen manâyı açıklar bîr şerh de yoktur. Sarih Fadtu'MahEI-Ceylân t diyor ki:
«— biz bu İbareden
kaydedilen manâyı anlıyamad;k. Gerçekten ifadede bir kapalılık vardır. Çeşitli
manâlara yorumlanabilirse de, gerçekten kasd olunan manâ üzerinde tereddüt
hasıl olabileceğinden, üzerinde bir fikir yürütmek faydalı olmaz.»
Konu şakaya ait bir
bölüm olduğundan, bu hadîs-i şerîfin de burada zikredilmiş olmasından ve zahirî
manâsı bakımından anlıyoruz ki. Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kiram
şakalaşmalardır.[532]
268— Enes
İbni Malik (Radtyallahu anh)'den rivayet
edildiğine'göre, şöyle dedi:
«(Safça) bir adam, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in yanına gidip, kendisini bir yük hayvanına bindirmesini istedi.»
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ona :
«Biz seni, bir dişi
deve yavrusuna yükliyeceğiz.» dedi.
(Saf adam) :
«Ey Allah'ın Resulü!
Ben dişi devenin yavrusunu ne yapayım?» dedi.
Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«Develeri, dişi develerden
başkası mı doğurur?»[533]
Peygamber Efendimizin
bu hadîs-İ şeriflerinde varid olan şakada ince bir nükte vardır. Arapçada
mutlak olarak develerin ismi «I bil»'d ir. Yani devenin erkeğine ve dişisine
de söylenir. İnsan lâfzı gibi... Dişi devenin adı «Nakcm'dır ki, çoğulu «Nûk»
gelir. İnsanların dişisine kadın dendiği gibi... Develerin erkeğine de «Cemel»
denir. İnsanların erkeğine «Er = Adam» dendiği gibi.
Bütün develer, dişi
develerden doğmuş oldukları için, her deve anasına nispetle onun yavrusu
demektir. Bu itibarla Peygamber Efendimiz, adama:
«Seni bir dişi deve
yavrusuna 'bindireceğiz.»
Diye buyurması ile
dişi deveden doğmuş olan bir deveyi murad etmişler ve diğer taraftan da
adamcağıza şaka etmişlerdir. Halbuki adam saflığından, dişi deve yavrusu
sözünden, yük taştyamıyacak küçücük hayvan yavrusunu hayalinde canlandırmış ve
bu manâyı anlamıştır. Bunun için, ben deve yavrusunu ne edeyim, benim işime
yaramaz şeklinde Hz. Peygambere cevap verdi. Peygamber Efendimiz de, bütün
develerin dişi develerden doğmuş olduklarını ve dişilerin yavruları
bulunduklarını açıklayarak adamı aydınlığa kavuşturdu. Bu misalden de anlıyoruz
ki, Peygamber'in şakaları hakkın ifadesini taşır.[534]
269— Enes
îbni Malik (Radiyallahu anh) 'den şöyle dediği işitilmiştir: Peygamber
(SallalUthü Aleyhi ve Sellem)
(şaka ve latifelerle) bizim aramızda bulunurdu. Hatta benim küçük
kardeşime, (daha önce kafeste sakladığı
kuştan ötürü) :
«Ey Ebû Ümeyr!
Serçecik ne oldu? (Artık onu görmüyorum.)» der idi.[535]
Küçük çocukların
kalblerini neşelendirmek ve onların sevgisini kazanmak için, onlarla
şakalaşmak müstahabdır. Zira bu hadîs-i şerif, bu hususta bize delil teşkil
etmektedir.
Enes ibni Malik'İn
sütten kesilmiş ana bir küçük kardeşi vardı. Künyesi Ebu Umeyr olup, ismi Zeyd
idi. Bu çocuğun kafeste bir kuşu vardı. Arabca «Nuğar» isminde olan bu kuş,
küçültme edatı ile «Nuğayr» olarak söylenir. Serçeye benziyen kırmızı gagalı
veya ince gagalı ve kırmızı başlı bir kuştur. Hindi iler buna «Lât»,
Medîne'liler «Bülbül» der. Bu hususta görüşler ayrı olup, kuş serçeye
müştereken benzetildiğin-den biz, Nuğayr'i serçecik diye terceme ettik.
İşte Peygamber Efendimiz
Enes ibni Malik'in evini her teşriflerinde Ebu Umeyr ile meşgul olur ve onu
severek eğlenirlerdi. Son teşriflerinde kafesteki kuş ölmüş olduğundan Hz.
Peygamber çocuğa sordu :
«Ey Ebu Ümeyr!
Serçecik ne oldu?»
Bu kelâmları ile
çocuğun hatırını sorarak onu sevdiler ve gönlünü aldılar. Böylece hem
büyüklerle olan münasebetlerde, hem de küçüklerle olan karşılaşmalarda üstün ve
eşsiz ahlâkı yaşıyarak insanlığa ötmez bir örnek oldular. Zira Hz. Peygamber'İn
ahlâkı, Kur'ân'dı ve Cenab-ı Hak da onun hakkında :
«Sen en büyük bir
ahlâk üzeresin.» buyurmuştur.
Bir hadîs-i
şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
«Ben, ancak ahlâkın
güzellerini tamamlamak için gönderildim.»
Her hususta
Peygamber'İn üstün ahlâkını öğrenip tatbik etmek suretiyle onun yolunda yürümek,
kurtuluşun ve faziletin yoludur.[536]
270— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem), Hasan'ın yahut Hüseyin'in —Allah her ikisinden razı olsun—
elinden tutar, sonra (çocuğun) ayağını kendi ayağı üzerine koyup:
«Yukarı çık,» dedi.
(Torunlarını eğlendirirdi.)[537]
249 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.[538]
270— (M) —
Ebu'd-Derdâ, Peygamber (Sallalkthü Aleyhi ve Selİem) 'den rivayet ettiğine
göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«Mizanda, güzel
ahlâkdan daha ağıi (gelecek) hiç bir şey
yoktur.» Kıyamet günü, amellerin tartılması hakdır, vuku bulacaktır. Buna İnan
mak vacİbdir. Zira Cenab-ı Hak:
«Kıyamet gününde,
amellerin tartılması hakdır. Kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse,
işte onlar, kurtulanlardır. (A'raf Sûresi, Âyet: 8)» ve yine:
«Biz, kıyamet günü
için (insanların amellerini tartmak üzere) adalet terazileri koyacağız. Artık
hiç kimse, en ulak bir zulme uğramıyacaktır. tşlenen amel bîr hardal danesi
ağırlığınca da olsa, onu getirir tartıya koyarız. Hesap görenler olarak da,
(yüce şan sahibi) biz kâriyiz.» (Enbiya Sûresi, Âyet: 47) buyurmaktadır.[539]
Müminlerin inancı
budur. Yalnız amellerin tartılış keyfiyeti ve nastllığı hakkında bir fikir
ileri sürülemez. Onun keyfiyetini Allah'dan başkası bilemez.
Dinî hükümlerin ve
emirlerin ferdler tarafından İhlâsla benimsenip uygulanması ve hayatta yaşantı
haline getirilmesi, İslâm ahlâkını doğurur. Ahlâkı en güzel olan kimse de, bu
uygulamayı nefsinde ve cemiyet içinde en İyi bir şekilde başaran örnek bir
Müslümandir. iç ve dışı ile, madde ve manâsı ile en iyi bir şekilde
Peygamber'e uyandır. Böyle ahlâkı üstün ve güzel olanın, kıyamet gönü
amellerinin ağır basacağı aşikârdır. Kurtuluşa erenler de bunlardır. Dînin ulvî
gayesi de bu güzel ahlâkı ferdlere ve cemiyetlere yaşatmak ve onların hem dünya,
hem de âhiret saadetlerini temin etmektir.[540]
271— Abdullah
îbni Amr (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Setfemjçirkin söz ve harekette bulunmazdı ve çirkinlik göstermezdi.
Şöyle buyururdu:
«Sizin en
seçkinleriniz, ahlâk bakımından en güzel olanlarınızdır.»[541]
Bundan önceki hadîs-İ
şerifin açıklamasında beyan edildiği gibi, en güzel ahlâk Hz. Peygamber'in
ahlâkıdır. Onun ahlâkına ahlâk uydurmak, İslâm'ın gayesidir. Bunu en güzel
şekilde başaran, en yüksek dereceye nail olur. Kısaca islâm, Peygamber ahlâkı ile
ahlâklanmaktan ibarettir.[542]
272— Amr
İbni Şuayb (Radiyailahu anh) babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine
göre, dedesi, Peygamber (SallaUfikii Aleyhi ve Seîtem) in şöyle buyurduğunu
i§itti:
«Bana en sevgili
olanınızı Ve kıyamet günü oturma bakımından bana en yakın olanınızı size haber
vereyim?»
(Hazır bulunan)
topluluk sükût etti. Peygamber iki veya üç defa bu sözü tekrarladı. Topluluk:
«Evet (haber ver), ey
Allah'ın Resulü!» dedi.
Hazreti Peygamber
(Sallallahii Aleyhi v!e Sellem):
«Ahlâk bakımından en
gtizelinizdir.» buyurdu.[543]
273— Ebû
Hüreyre (Radiyauanu ann) 'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Ben, ancak ahlâkın
güzellerini tamamlamak için gönderildim.»[544]
Hiç bir İlâhî din,
güzel ahlâktan hali değildir. Fakat bütün güzel ahlâklar toplu olarak geçen
eski dinlerde mevcut değildir. Toplu olarak ahlâkın bütün güzellikleri İslâm
dininde toplanmıştır ve bunları bir araya getirip yaşamak için de ahir zaman
peygamberi gönderilmiştir. Hadîs-i şerif bu manâyı belirtmektedir. Peygamberin
ahlâkı, Kur'ân ahlâkı, Kur'ân da Allah kelâmı olduğuna göre, onun üstünde hiç
bir ahlâk düşünülemez ve olamaz, islâm'ın bu yüce ahlâkını ed/nebilmek için
Peygamberin gerçek hayatını öğrenmek, söz ve işlerini kavrıyarak benimsemek
icab eder. İnsan çok kısa oîan dünya hayatı için yüzbinler ve milyonlar harcar,
gece gündüz demeden madde için çalışır da, ebedî hayat ve saadet için hiç
kıpırdamazsa, bunun manevî, değeri ne olur? Âhiret için ne beklİyebİlİr? Ölüm,
hayatın sonu olan bir gerçektir ve herkes İçin çok yakındır. Bu yakın mesafe
ötesinde bir sonsuzluk vardır, oraya hazırlık endişesi nerede? Bu gafletten
uyanmanın tek çaresi, düşünmek ve düşünmek...[545]
274— Hazreti
Âişe (Radiyatlahü anha) 'den rivayet edildiğine göre o, şöyle buyurdu:
Resûlüllah (Sallatlahü
Aleyhi ve Sellem), muhayyer kılındığı iki iş arasında, günah olmadıkça, bu iki
işten en kolay olanını seçerdi. Kolay olan iş günah olduğu zaman da, ondan
insanların en çok uzak kalanı olurdu. Allah Tealâ'nın emir ve yasakları
çiğnenmedikçe de, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi nefsi için
intikam almış değildir. Ancak Allah (Azze ve Celle) 'nin emir ve yasakları çiğnendiği
zaman intikam alır.»[546]
Allah Tealâ'nın emir
ve yasaklan açıktır; emirlerini İşlemekte kullar için sevab vardır. Yasaklarını
işlemekte ise, günah ve azab vardır. İşlenmelerinde günah bulunmadığı zaman,
iki işten hangisi daha kolay ve külfetsiz ise, onu seçerek uygulamak Peygamber
Efendimizin takip ettikleri yoldur. Bu da:
«Kolaylaştırmız,
güçlük çıkarmayınız.» emirlerinin tatbikî şekilde ifadesidir.
Bir de Hz. Peygamber,
şahıslarına karşı edilen hürmetsizlik veya edebe aykırı bir işten dolayı hiç
kimseye ceza vermiş ve intikam almış değildir. Ancak Allah'ın emirleri ve
hükümleri çiğnendiği zaman, Allah'ın ve İnsanların hakkını koruyup yerine
getirmek için ceza vermişlerdir. Bulunulan iş ve mevki1 ne olursa olsun, bu
esasa uygun hareket edilirse, gerçe': adalet temin edilmiş olur. Beşeriyet
huzur ve sükûn bulur.[547]
275— (66-s.)
Abdullah (Radiyallahuanh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«Allah Tealâ, aranızda
rızıkları böldüğü gibi, ahlâklarınızı da aranızda bölmüştür, (ahlâklarınız
birbirinizinkinden farklıdır). Yine Allah Tealâ, malı, sevdiğine ve sevmediğine
verir. Fakat îmanı ancak sevdiğine verir. Kim malı harcamakta cimrilik ederse,
düşmanla mücahededen kor-karsa ve gecenin uykusuzluk gibi, kendisine meşakkat
vermesinden kor-karsa:Lâ İlahe İllallah, SübhanaUah, Elhamdü Lillah, Allahu
Ekber,
sözünü çok söylesin.
(Allah'dan başka hiç bir İlâh yoktur, Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir.
Her türlü hamd ve övgü Allah'a mahsustur, Allah her şeyden yücedir.)»[548]
Malı harcamakta cimri
olmak, düşmanla mücahededen korkmak ve gece rneşakkatından sakınmak iyi
hasletler değildir. Bu vasıflara sahip olanlar kınanır ve makbul kimseler
sayılmazlar, bir nevi za'f ve manevî hastalık İçinde sayılırlar. Bu hallerini
terk edemiyenler için bir deva olarak şu teşbihler gösterilmiştir ki, bunlara
ihlâsla devam ederlerse bu çirkin huylardan kurtulabilirler:
Lâ İlahe İllallah :
Allah'dan başka ibadet edilecek hiç bir İlâh yoktur. Ancak Allah'a ibadet
edilir ve ondan yardım istenir. Dünyada ve âhirette sığınlacak yegâne varlık
O'dur, akıbet dönüşte O'nadır. Bu manâyı düşünüp canlandırmak ve Allah'ın
azametini hatırlamak, insana tevekkül bahşeder, güven verir.
Sübhanellah : Allah,
noksan sıfatlardan beri ve yücedir. Hep kemal sıfatları ile vasıflanmıştır. Eşi
ve benzeri yoktur. Her şey onun kudret ve iradesiyle meydana gelir. Öldürür ve
diriltir, mülk ve tasarrufunda ortağı yoktur. Bu mânaya teslimiyet gösterenden
korku zail olur.
Elhamdü LİUâh : Her
türlü nimet ve erzakı yaratıklara ihsan eden AllaEı Tealâ'ya, bu tÜKenmez
ikramına karşılık şükürde bulunmak bir vecibedir. İşte her mükeleften çıkacak
olan türlü türlü nimetler karşılığında!:! övgü, hamd ve şükürler ancak Allah'a
mahsustur. Malı ve mülkü veren do odur, alan da. Bu nimetlere karşı şükür
yalnız dille karşılanamaz. İbadet etmekle ve var olan maldan hayır yollarına ve
fakirlere harcamakla ifa edilir, Bu sorumluluğu düşünenden de cimrilik ve
meşakkaHere tahammülsüzlük kalkar.
Allahu Ekber: Allah
her şeyden büyüktür. Hİç bir varlık onun dengi olamaz. Hududu ve nihayeti
yoktur. Onun azameti karşısında her şey küçüktür ve yokluğa mahkûmdur. Bu
teşbihe ihlâs ve anlayışla devam etme!;, İnsandan kibir ve gururu, benlik ve
azameti yok eder.
Metinde adı geçen bu
teşbihlerin tavsiye edilmesi, mevcut hastalıkların giderilmesi içindir. Yoksa,
iyi hasletlere malik bulunmayanlar, yalnz lâfız olarak bu teşbihleri vird
edinsinler ve böylece selâmet bulsunlar demek değildir.[549]
276— Ebû
Hüreyre (RadiyaUahuanh), Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
— Zenginlik, mal
çokluğundan değildir. Gerçek zenginlik ancak nefsin (kalbin)
zengin olmasıdır.»[550]
Gina = zenginlik,
muhtaç olmamak ve ihtiyaç göstermemek demektir. Bu İtibarla dünya malını
topladığı ve yüzbinler veya milyonlar biriktirdiği halde, yine huzur ve sükûna
kavuşamıyacak madde peşinde koşanlar, maddeye ihtiyaç gösterenler elbette
gerçek manada gani ve zengin değillerdir. Bunlar bir nevi doymak bilmeyen madde
dilencileri ve madde hastalarıdır. Tedavisi mümkün olmayan bir illete müptelâ
olmuşlardır.
Diğer taraftan
kimsenin malında ve mülkünde gözü olmayan, Allah'ın kendisine takdir buyurduğu
rızıklarla yetinen ve şükürde bulunanlar, kendi el emeği İle idare edip kendi
yağı ile kavrulanlar, işte asıl zenginler bunlardır. Makbul olan ve Allah'ın
rızasına uygun düşen zenginlik budur. İnsan kendi gücü ve İmkânları ile meşru
yollardan geçimini temin eder de başkasının minneti altında kalmaz ve kimseden
de hak etmediği bîr şeyi İstemezse ve böylece elde ettiğine kanaat getirirse,
hem dünyasını huzur ve saadet içerisinde geçirir, hem de sevap kazanır.[551]
277— Enes
(Radiyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e on yıl hizmet ettim, ba- jbir zaman «Öf»
dem&di; ve yapmadığım bir iş için de bana: Onu olaydın? demediği gibi, yaptığım bir iş için
de: Bunu niçin demedi.»[552]
Enes ibni Malik'in
zekâ ve dirayet üstünlüğü, Resûlül-$a J&arşı hata ve kusur işlemekten
kendisini korumaya kâfi idi. Fakat insanlık icabı, tenkide mahal bırakacak söz
ve hareketlerin asla kendisinden sadır olamıyacağı iddiasında da bulunulamaz.
Gerçek şudur ki, Hz. Peygamber, kemal üzere kendilerini idare etmişler ve
ondan sadır olan ufak tefek kusurları bağışlamışlar ve böylece bulundukları
hale rıza göstererek Allah'ın emirlerine İcabet etmişlerdir. Bir işin
yapılmasını istemek ve yapılmadığına hoşlanmayarak öfkelenmek gına değildir,
bir nevi ihtiyaçtır. İşte Peygamber Efendimiz bu türlü ihtiyaçtan da müstağni
bulunduğunu, Enes in rivayeti ile bize ispat etmişlerdir. Ayrıca bunda güzel
ahlâkın ve insanları İyi idare etmenin her örneği mevcuttur.[553]
278— Enes
îbni Malik (RadiyaHahu cmh) 'in şöyle dediği işitilmiştir: «— Peygamber
(Sallalkhü Aleyhi ve Sellem)
merhametli idi. Kendine her kim gelirse, ona va'dda bulunur
ve eğer (istenen şey) yanında bulunursa
onu yerine getirirdi. Namaz için ikâmet getirildi. Peygamber'e bir Bedevî gelip
elbisesinden tutarak:
"Görülecek işimden
az bir şey kaldı. Korkuyorum onu (namazdan sonra) unuturum," dedi. Bunun
üzerine Peygamber, işini görüp bitirinceye kadar onunla ayakta durdu. Sonra
döndü namaz kıldı.»[554]
Hz. Peygamber sulh ve
sükûn zamanlarında bütün insanlara şefkatli ve merhametli oldukları gibi,
hayvanlara karşı da merhametli idiler. Savaş halinde ise düşmana karşı şiddetli
ve cesur idiler. Bu itibarla kendilerinden bir şey istemek veya bir
ihtiyaçlarını temin etmek üzere ona baş vuranların işini, eğer o anda mevcutsa
ve görülme İmkânı varsa, hemen dileği yerine getirirlerdi ve şayet o anda
mevcut bulunmaz veya görülme imkânı olmazsa, va'd etmek suretiyle yine
işlerini görürlerdi. Hz. Peygamber'İn bu hareketlerinde hem cömertlik, hem de
merhamet vasıflarının üstün mertebesini görüyoruz.
Dİğer taraftan görgüsü
az bir Bedevi'nin, namaza durulma anında Hz. Peygamberi, şahsî bir işi İçin
meşgul edip namaz arasına girmeleri karşısında, Hz. Peygamber ona kızmamış ve
bu durumda dahi onun dileğini güzel bir şekilde yerine getirmiştir. Bu hareketlerinde
de bize şu dersi vermektedirler :
İnsanları anlayış ve
durumlarına göre iyi idare etmeli, görülecek işlerini ertelemeden bir an önce
yerine getirmelidir.[555]
279— Cabir
(Radiyallahu anhyden rivayet edildiğine göre, şöyle dedi;
«— Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den istenmiş de, "Hayır!" demiştir, vakî değil.»[556]
280— (67-s.)
Abdullah ibni Zübeyr (Radiyaîlahu ank)'den rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
«— Hazreü Âişe ve
Hazreti Esma hanımlardan daha cömert bir kimse görmedim. İkisinin cömertlikleri
başka başka idi.
Hazreti Aişe'ye
gelince : Eşyayı biriktirir, ne zaman ki, yanında toplu haje gelirse onu
(ihtiyaç sahiplerine) bölerdi.
Esma ise: Yarın için
hiç bir şey tutmazdı (dağıtırdı).»[557]
lslâmda her mükellef
geçimini temin etmek için çalışmak zorundadır. Geçimle yükümlü olan şahıslar
gelir durumlarına göre, bir aylık veya bir yıllık zarurî ihtiyaçlarını
karşılayabilecek miktarda para ve erzak gibi maddeleri biriktirmek hakkına
sahiptirler. Hanımların bütün geçim masrafları varsa kocalarına, kocaları yoksa
nafakaları üzerlerine vacib bulunan yakınlarına düşer. Muztar durumda
olanların da meşru işlerde çalışmasında bir beis yoktur.
Kifayet miktarından
fazla kazanç peşinde olmak, ancak hayır yollarında Irarcanmak niyeti ile mubah
olur. Kötülüğe ve küfre medar olacak, islâm düşmanlarını takviye edecek
kazançlar, âhîrette büyük bir vebaldir. Velevki bu kazançlar helâl yoldan elde
edilmiş olsun. Islâmda her şey ölçü ve itidal üzeredir. Madde, manada ve yüce
mefhumlarda kullanılıp harcandığı zaman kıymet ifade eder. Aksi halde en büyük
bir yük olur, Cehennem azabma vesile olur. İşte bu gerçek manayı idrak edip
hayatları boyunca uypulamasını yapan Ashab-i Kiram'dan iki validemiz bunun
canlı birer misalini teşkil etmektedirler.
Hz. A ise (Radiyallahü
anha) validemiz, bir miktar toplamış olduğu yiyecek ve eşyayı, ihtiyaç
sahiplerine bölmek suretiyle bu cömertlik hareketini kendilerine huy
edinmişlerdi.
Hz. Esma
(Radiyallahüanha) validemiz de eline geçeni ertesi güne bırakmaksızın muhtaçlara
dağıtırlardı. Gerçek iman askının verdiği Allah'a tevekkül ve teslimiyetin
zirvesi budur.
Toplanan ve bir yekûn
teşkil eden, maddî plânda fazla değer taşıyan malların tamamını mı vermek daha
kolaydır, yoksa ele geçen ne olursa, onu vermek mi daha kolaydır? şeklînde bir
soru hatıra gelir. Tecrübeler gösteriyor ki, fazla malın tamamını vermek, sahip
olunan az malın tamamını vermekten daha güçtür. Amellerin makbulü de zahmetli
ve güç olandır. Bu bakımdan Hz. Â i s e 'nin tutumu ile eld& ettikleri
fazilet Allah bilir ki.. Esma validemizden üstündür. Allah Tealâ her
İkisinden razı olsun.
Ümmü Zerre
şöyle anlatmıştır:
«— Ibni Zöbeyr, iki
çuval dolusu mal ve yüz seksen bin dirhem parayı Hz. Âişe'ye gönderdi. O gün
Hz. Âİşe oruçlu idî. Hemen bu malı ve parayı insanlara tevzi etmeye başladı.
Akşam olunca, yanında bir dirhem dahi kalmamıştı, bu maldan. Güneş batınca,
iftar İçin yemek hazırlasın diye hizmetçisini çağırdı. Hizmetçi iftar yemeği
olarak ona ekmek ve zeytinyağı getirip dedi ki, bugün taksim ettinin maldan bir
dirhem ayırsaydın da onunla et satın alarak iftar etseydik? Hz. Aişe ona
cevaben :
— Bana zorluk çıkarma,
bana hatırlataydın dediğini yapardım, dedi.
Urve de şöyle
nakletmiştîr:
«— Hz. Aişe'yi gördüm,
baş örtüsüne bürünmüş olarak (yetmiş bin dirhem dağıtıyordu.»
Bütün bu misaller,
onun ne derece cömert ve fedakâr olduğunun deü-lidtr. Az malın muhtelif
kimselere bölünmesi mümkün olmadığı gibi, bir kişiye az miktar mal vermek de
ihtiyacını çok kere karşılayamaz. Bu bakımdan Hz. Aişe üstün zekâsını
kullanarak mal toplamayı ve ondan sonra muhtaçlara bol miktarda bölmeyi daha
faydalı bulmuştur.
Resulü 11 ah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Hazreti E s m a 'ya hitaben :
«Fakirlere infak et,
hesap etme. Yoksa Allah aleyhine olarak hesabını görür; depo etme, yoksa
aleyhine günah birikir.»
buyurdukları
için, Esma validemiz de eline geçen malı, ertesi güne
bırakmaksızın muhtaçlara verirlerdi.[558]
281— Ebû
Hüreyre (Radtya'tlahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Allah yolundaki
(cihad esnasında çiğnenen) toz-toprak ile Cehennem dumanı bir kulun ciğerine
ebediyyen toplanmaz. Cimrilikle îman da hiç bir zaman bir kulun kalbinde
toplanmaz.»[559]
ibadetlerin en
faziletlisi ve en hayırlısı Allah yolunda yapılan cihattır. Bunun faziletine
binaen kazanıfan malların en hatalı ve en makbulü de cihaddan elde edilen
ganimet mallandır. Cihadın bu yüksek faziletinin sevabı ve mükâfatı Cennet
olduğundan, Cehennem ateşinin dumanı, savaşan ve ayakları toz-toprağa bulaşan
bir kulun göğüs boşluğuna giremez. İkisi bir araya asla gelemez.
Cimrilik, kötü
hasletlerin başıdır. Cimriliği ifrat'a varan kimse, helâl -haram ayırt etmez
zekât vermez, hayır ve hasenata koşmaz, aç ve çıplakları gözetmez. Bütün derdi
ve düşüncesi para ve madde olur. Bu duruma düşenin yeri de Cehennem olur.
Cehennem'e de ebedî olarak girecek olanlar/ imansızlar olduğundan;
«Cimrilikle îman, bir
müminin kalbinde asla toplanmaz.» buyrulmuştur.[560]
282— Ebu Saîd
El-Hudrî (Radiyattahuanh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den rivayet
ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— İki huy vardır ki,
bir müminde bulunmazlar: Biri cimrilik, diğeri de kötü ahlâktır.»[561]
Bundan önceki hadîs-İ
şerif münasebeti ile cimriliğin sebep olduğu zararlar ve doğurduğu felâket
izah edilmişti. Gerçek bir müminde bu hasletin bulunamayacağı tabiîdir.
Cimrilik insanı kötü ahlâka iter ve çeker, onu haris ve dar kalbli yapar.
Halbuki müminin kalbi geniş ve rahat olur. Yani bu iki haslet birbirine
bağlıdır. Biri, diğerinin neticesidir. Bu İtibarla her iki huy ihlâsı yerinde
gerçek bir müminde bulunamazlar.[562]
283— (68-s)
Abdullah ibni Rabî'a (Radiyaitanu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle
dedi:
«— Biz, Abdullah ibni
Mes'ud'un yanında oturuyorduk; (Orada bulunanlar) bir adamı andılar da,
ahlâkından bahsettiler. Abdullah dedi ki:
— Bana söyleyin, eğer o adamın başını kesmiş
olsanız, onu tekrar yerine getirebilir misiniz? Onlar:
— Hayır! dediler. Abdullah:
— Elini kesseniz? dedi. Onlar:
— Hayır! dediler. Abdullah:
^ Ayağını kesseniz?
dedi. Onlar:
— Hayır! dediler. Abdullah:
— O halde siz, onun tabiatını değiştirmedikçe,
ahlâkını değiştiremezsiniz. Nutfe (yumurta), rahimde kırk gün kalır, sonra
katılaşarak kan olur. Sonra pıhtı haline
döner. Sonra et parçası olur. Sonra Allah bir melek gönderip onun rızkını,
ahlâkını, bedbaht veya bahtiyar olduğunu yazar, (Allah bunları takdir buyurur)
dedi.»[563]
Kader meselesi ile İlgili
olan bu haberin kısaca izahı şöyle yapılabilir: Allah Tealâ, yaratıkları daha
yücut sahasına çıkarmadan önce, onların hayatta vuku bulacak hal ve
hareketlerini, kendilerine vereceği irade tasarrufu ile, ezelî ilmi sayesinde
bilir. Bütün olmuş ve olacak haller hep Allah'ın İlmîne uygun olarak kudret ve
iradesiyle vücui bulur. Bu ölçüler dairesinde hâdiselerin oluş manzumesine
Allah'ın takdiri ve kazası denir. Bunun değişmesi olamaz.
Kulların mükellefiyet
durumu ise, kadere bağlanmaz. Zira kaderin ne olduğunu kul bilmez, ancak
Allah'ın emirlerine uyarak hareket etmek sorumluluğu altındadır. Çünkü İnsan,
ağaçlar ve taşlar gibi, yahut hayvanat gîbi İstediğini yapmaya gücü yetmeyen
bir varlık değildir. Allah'ın kendisine verdiği irade ile, bazı işleri yapmaya
veya yapmamaya yetkisi vardır. Zaten bu irade yetkîsinî0,İyiye mi, yoksa kötüye
mİ kullanacağını Allah'ın ezelden bilmesi, onun kaderini tesbit demektir. İşte
bu tesbİt, haberde de izah edildiği üzere asla değişmez. Ancak kulların
sorumluluğu başka şeydir. Herkes İyi şeyleri yapmaya, kötü huylardan sakınmaya
İradesini kullanabilir ve kullanmakla yükümlüdür. Bunu yapmayanlar Allah
katında sorumlu olurlar, iradelerini kötüye kullandıklarından cezalarını
çekerler. Dinin hükümlerine uygun olarak hareket -edip yaşıyanlar da sevab kazanırlar,
azab çekmekten kurtulurlar.[564]
284— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh), Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi veSellem)'m şöyle
buyurduğunu anlattı:
«— İnsan, güzel ahlâkı
ile, geceyi ibadetle geçirenin derecesine ula-9«[565]
Dinin emirleri, iman
ve itikad, ibadetler, muamelât, ceza ve edebler diye kısımlara ayrılır. Bütün
bu kısımlara ait hükümleri tafsilâtı ile öğrenip de onları uygulayan kimse,
salih bir âlim olur ve buna fakîh denir. Böyle kimselerin ahlâkı, Peygamber
ahlâkına yakın olacağı için fazilet ve dereceleri yüksek olur. Bilgisi noksan
olarak gece boyunca ibadetle meşgul olanların faziletini kazanırlar.[566]
285— Ebû
Hüreyre (Radiyallahu anh)'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Ebu'l-Kasım (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle
buyurduğunu işittim:
«— İslâm bakımından
sizin en hayırlınız, bilgili oldukları takdirde, ahlâk yönünden en güzel
olanlarınızdır.»[567]
286— (69-s.)
Sabit ibni Ubeyd (Radiyallahu anh) anlatarak şöyle demiştir:
«— İnsanlarla
oturduğum zaman, Zeyd ibni Sabit'den daha vakarlısını (hürmetkarını) ve evinde
de, ondan daha hoşsohbet bir kimseyi görmedim.»[568]
Sabit İbni Ubeyd, Zeyd
İbni Sabit'in azadlısı bulunduğundan onun güzel ahlâkını yakından bilmekteydi.
Gerek evindeki tutum ve hareketlerine, gerekse dışardaki hareketlerine vakıftı.
Bu itibarla gördüğü ve şahidi bulunduğu yüksek meziyetlerini ve güzel ahlâkını
bize nakletmiş oluyor.[569]
287— îbni
Abbas (Radiyalîahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den, Allah (Azze ve Celle) katında dinlerin
hangisi daha sevgilidir? diye soruldu.
— Kolay olan dosdoğru
Hazreti İbrahim'den gelme = Hanîf dindir.»[570]
Hanîf in lügat manası,
meyleden demektir. Hz. İbrahim'e Hanîf denmesi, zamanında putlara tapan
insanların yolundan ayrılarak imana ve tevhid dinine meyletmesİndendîr. Bunun
için Hz. ibrahim 'in dinine «Hanîf» dini denir ki, son peygamber Hz. Muhammed
ve ona bağlı olanlar bu dinin inancı üzeredirler. Tevhîd bakımından arada fark
yoktur. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerîmde şöyle buyuruyor:
1— «İyilik
eden bir kinı<e olarak, kendini tam bir ihlâsla Allah'a teslim eden ve
İbrahim'in tevhîd dinine uymuş olan kimseden daha güzel din sahibi kimdir?
Allah Hz. İbrahim'i dost edinmiştir.» (Nisa Sûresi, âyet: 125)
2— «Hazreti
İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat Allah'ı bir tanıyan gerçek
bir müslümandı; ve müşriklerden de değildi.»
(Âl-i îmrân Sûresi,
âyet: 67)
3— «Gerçekten
Hazreti İbrahim'e insanların en yakını, zamanında ona bağlı olanlarla, şu
Peygamber (Aleyhisselâm) ve ona îman edenlerdir. Allah müminlerin
yardımcisıdır.» (Âl-i îmrân Sûresi,
âyet: 68)
4— «Yahudilerle
Hıristiyanlar, Müslümanlara şöyle dediler: Bizim dinimize girip Yahudi veya
Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız. (Ey Resulüm, sen onlara) söyle: Hayır, biz hak yol üzerinde bulunan
İbrahim'in dinindeyiz; o hiç bir zaman müşriklerden olmadı.» (Bakara Sûresi,
âyet: 135)
Bu âyet-İ kerîmelerden
anlaşılıyor ki, AMah katında gerçek din, tevhîd dinidir. Bütün İlâhî = Semavî
dinler esasta aynı tevhid dinine bağlıdır. Ancak zamanla insanların müdahalesi
İle değişiklikler ve reformlar yapılarak gayeden uzaklaşılmıştır. Gerçek dinler
arasında ancak ibadet ve muamelât hususlarında fark vardır. İnançta yoktur.
Yahudî ve Hıristiyanlar Hanîf dinin esasından ayrıldıkları için, Cenab-ı Hak,
onlara hitaben yukarda meali son olarak verilen Âyet-i Kerîme ile hitab
etmektedir. «Allah katında gerçek din, İslâm'dır» âyet-i kerîmesiyle, yine bu
Hanîf din, tevhid dini murad edilmektedir.
İslâm dini, her
mükellefin kolayca başarabileceği hükümleri getirdiğinden, kolay dindir,
uygulanması her zaman ve her asırda benimseyenler için mümkündür. En son hak
dindir. Bu bakımdan Allah katında en sevgili din İslâm dinidir, Hanîf dindir.[571]
288— (70-s.)
Abdullah ibni Amr 'Radiyallahu anh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«— Dört haslet vardır
ki, sana bunlar verildiği zaman, dünyadan (sahip olmadığın,) senden ayrılan
şeyler, sana zarar vermez:
1— Güzel
ahlâk,
2— Harama
götürmiyen helâl lokma,
3— (Yalan
karışmıyan) doğru söz,
4— Emaneti
korumak (ve gözetmek).»[572]
1— Güzel
ahlâkın manevî değeri hakkında yukarda geçen hadîs-İ şe-rîfler münasebetiyle
açıkfamada bulunulmuştu.
2— İnsanın
hayatını devam ettirebilecek ve vazifelerini yerine getirebilecek kadar
lokmaya ve geçim imkânlarına sahip olması, onun yaşama hakkıdır ve bunları
kazanmak için çalışmak zorundadır. Meşru yollardan kazanılan bu geçim
vasıtaları, insanı azgınlığa veya büsbütün cimriliğe sevketmez de vasat bir
hayat yolunu tutar ve haramlardan sakınırsa, bu en güzel hasletlerden biri
olur. Fazlasına, azgınlığa ve günaha götüren imkânların bulunmayışı insana
zarar vermez, fayda kazandırır.
3— Doğru söz
söylemek, yalandan sakınmak yine güzel
huylardan biridir. İnsanı bu hareket selâmete ve kurtuluşa çıkarır. Bu
haslete sahip bulunan, diğer bazı hasletlerden mahrum da olsa, zararı mühim
olmaz.
4— Emaneti
korumak ve gözetmek. Her hak sahibine hakkını vermek ve her şeyi yerli yerine
koymak, emaneti gözetmektir. Bu geniş manaya göre, emaneti İki kısma
ayırabiliriz :
a— Allah'ın
emaneti ki, onun emirlerini gözeterek icablannı yerine getirmek demektir. Bunu
yerine getirmİyen Allah'ın emaneti olan yüce dine ihanet etmiş olur. Allah'ın,
emaneti olan ve bu dini kabul edib tahriften ve taarruzdan korumak ve onu üstün
kılmak için çalışmak, yaymak ve uygulamak, bu emaneti gözetmek olur.
b— İnsanların
emaneti : Herkesi ehliyet ve kabiliyetlerine göre görevlendirmek, insanlara ait
hakları yerine getirmek ve emanet bırakılan mal ve söz gibi şeyleri koruyup
zarar vermeden muhafaza etmek, İnsanlar arasında gözetilmesi icab eden emanet
işlemleridir. Bunları en güzel şekilde ifa eden kimse, büyük haslete, malik
demektir. Ona başka şeylerin noksanlığından zarar gelse, büyük haslete malik
demektir. Ona başka şeylerin noksanlığından zarar gelmez. İnsanın bütün azalan
da, kendisine tevdi edilen emanetlerdir. Bunların hepsini yerli yerinde, hayır
işlerinde ve helâl yollarda kullanmak sorumluluğu altındadır. Azalarını meşru
ve mubah yol-lardc kullanmayanlar da emanete hİyanet etmiş olurlar. Bu
«emanetlerin hakkını verenler de kurtulurlar.[573]
289— Ebû
Hüreyre (Radtyallahu anft/nin çöyle dediği işitilmiştir:
— Peygamber (Salla! fohü Aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki: «— Cehenneme sokan şeyin en çoğu nedir?» Ashab ;
— Allah ve O'nun Resulü bilir, dediler.
Peygamber (SallaÜahü Aleyhi ve Sellem) :
«— tki boşluktur:
Bunlardan biri ağızdır, diğeri de ferc'dir. Cennet'e sokan şeyin de en çoğu
nedir? Bu da Allah'dan korkmaktır, takva sahili olmaktır ve güzel ahlâktır. (En
çok cennete vesile olan bu iki haslettir).»[574]
Allah tarafından
insanlara emanet edilen iki orgar> vardır kî, Ikmîar gözetilmedikleri,
Allah'ın emrine uygun kullanılmadıkları zaman insanı felâkete götürürler.
Umumiyetle insanların hem dünyada, hem de âhirette helakleri bu ikisi yüzünden
olur. Bu iki boşluktan biri ağızdır, yani dildir, sözdür. İnsanlar arasında
fesadı doğuran, yeryüzündeki ahlâkı bozan, birbirine düşüren hep bu dildir.
Zamanımızda iyiye kullanılmayan bütün neşir organları bunun ifadesidir.
İkinci boşluk, fere'd
ir, tenasül uzvudur. Bunu korumamak, şunun bunun namusuna yeltenmek,
yabancıların şehvet duygularını tahrik ederek cinayetlere ve haramlara sebep
olmak günahın en büyüğüdür. Böyle haramları irtikâp etmek, aile düzenini bozar,
cemiyet hayatı süflilesir, neseb ortadan kalkar, hayvanı hisler hâkim olur.
işte nefislerine ve şehvetlerine, bir de dillerine hâkim olamayanlar her zaman
ve her devirde diğer günahkârlardan fazla bulunacaklarından Cehennemliklerin
ekserisini bunlar teşkil ederler.
İnsanların çoğu da
takvaları yüzünden, güzel ahlâka sahip olmalarından dolayı girerler. Allah'ın
emirlerini yerine getiren, yasaklarından korunup kaçınan, Allah dan korkan
kimsedir, takva sahibidir. Güzel ahlâk da bu takvanın meyvesidir, bir
neticesidir. Bu iki haslet en makbul ve en yüksek hasletlerdir. İşte insanların
çoğu bu iki haslet yüzünden cennete gireceklerdir.[575]
290— (71-s.)
Ümmü'd-Derdâ (Radiyalhhuanh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Bir gece (kocam)
Ebu'd-Derdâ kalktı namaz kılıyordu. Sonra ağlamiya başladı ve sabah oluncaya
dek şöyle diyordu:
— Allah'ım! Benim
yaratılışımı güzel yaptın, ahlâkımı da güzel yap.
(Ben, kocam)
Ebu'd-Derdâ'ya dedim ki, geceden beri senin duan yalnız güzel ahlâk için oldu?
(Bana) cevaben :
— Ey
Ümmü'd-Derda! Müslüman kul, ahlâkını
güzelleştirirse, bu güzel ahlâkı onu Cennet'e koyar. Ahlâkı kötü olursa, bu
kötü ahlâkı onu Cehennem'e koyar, Müslüman kul da, uyku halinde iken bağışlanır
(mağfiret olunur), dedi.
Bunun üzerine ben de
dedim ki:
— Ey Ebu'd-Derdâ! Kul uykuda iken nasıl
bağışlanır? O şöyle dedi:
— Onun kardeşi gece kalkar, teheccüd ibadetinde
bulunur; Azız ve Celîl olan Allah'a duâ eder, Allah da duasını kendisi için
kabul eder. (Uykuda Olan) kardeşine de duâ eder de, Allah, duâ ettiği şeyi,
kardeşi için kabul eder. (Böylece uykudaki kardeş bağışlanmış olur.)»[576]
Bir müslümanın,
müslüman kardeşi gıyabında edeceği duanın makbul olduğuna dair hadîs-i şerifler
vardır. Ebu'd-Derdâ 'nın İfadesi, bu manayı teyid etmektedir.
Güzel ahlâkın Cennet'e
vesile olacağına dair hadts-İ şeriflerle açıklamaları, bundan önceki
sayfalarda görülebilir.[577]
291— Üsame
îbni Şerîk (Radiyalîahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:
(Hac esnasında)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idim. Öteden beriden
kalabalık insanlar, Bedeviler geldi. (Daha önce mevcut) insanlar sustu, (bu
gelenlerden) başkası konuşmuyordu. Onlar şöyle dediler:
— Ey Allah'ın Resulü! Kendilerinde bir beis
olmayan insanların işlerinden ibaret şu ve şu işlerde bize güçlük var mı,
(bunlar bizi günaha götürür mü)?
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Ey Allah'ın
kullan! Allah güçlüğü kaldırdı; ancak bir insana gıybet suretiyle tecavüz
eden kimse müstesnadır, (bunun hareketinde günah vardır). İşte bu
kimse, mahrum olup helak olandır.» Sordular:
— Ey Allah'ın Resulü! Tedavi olalım mı?
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Evet, ey Allah'ın
kulları! Tedavi olun. Çünkü Allah yarattığı her hastalık için bir ilâç
halketmiştîr; ancak bir hastalık müstesnadır, (onun devası yoktur),» dedi.
Sordular:
— Nedir o? Ey Allah'ın Resulü! Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«t— İhtiyarlıktır,»
dedi. Sordular :
— Ey Allah'ın Resulü! İnsana ihsan edilen
şeylerin hayırlısı hangisidir?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«— Güzel ahlâktır,»
dedi.[578]
Bir hac mevsiminde,
Hz. Peygamber in huzuruna loplu bîr halc'e ge!en sahra müslümantarından ibaret
şahısların sorularından şu hükümler çıkmaktadır :
1— İnsanlar,
aralarında şundan ve bundan, günlük işlerinden ve çalışmalarından bahsederek
aralarındaki konuşmalarda ve sohbetlerinde günah yoktur. Ancak bir müslüman
kardeşinin arkasında, hoşlanmayacağı bîr takım sözler söylemek, onu
çekiştirmek haramdır ve bu bir hakka tecavüz ve zulümdür. Bunun günahı büyük
olması itibariyle insanı helake götürür. Ancak bir kimsenin fesadından ve
zararından insanlar: korumak için, kötü
hareketi söylenebilir.
2— Hastalıklardan
dolayı doktora müracaat etmek, ilâç kullanmak gerektiğini Peygamberimiz beyan
buyurmaktadır. Her hastalığa, Allah
bir şifa ve ilâç yarattığına göre, onu arayıp bulmak ve kullanmak mubah olan
çalışmalardır. Yalnız şunu bilmek lâzımdır ki, ilâç ve vasıtalar bizatihi, kendiliklerinden
şifa veremez. Tesiri yaratacak, şifayı verecek Allah dır. Bunlar birer
vasıtadır. Esbaba tevessül eimek de tevekküle mani1 değildir. Tedavi daima
Allah'ın helâl kıldığı gıda ve maddelerle yapılmalıdır. Haram şeylerle tedavi
caiz değildir. Zira Peygamber Efendimiz : Haramı kullanmak ancak şu durumda
caiz olur:
«— Allah sizin
şifanızı haram şeylerde yaratmadı,» buyurmuştur.
a— Ölüm
tehlikesi ile karşı karşıya gelen aç veya susamış bir Kimse, şaraptan veya
domuz etinden başka yiyecek ve içecek bulamazsa, hayatını kurtaracak kadar
bunlardan yiyip içebilir. Bu kimseye hayatını kurtarmak için, haram şeyleri
yemek ve içmek mubahtır. Ancak hududu geçmemek şarttır.
b— Bir
hastalığın tedavisi temiz ve helâl maddelerden karşılanamıyor da, mütehassıs
inanç sahibi doktor bu hastalığın ancak haram veya temiz olmayan bir madde ile
tedavi edilebileceğini iddia ediyorsa, bu takdirde o ilâç kullanılabilir. Bazı
fakîhlere göre ise, haram ve pis şeylerle asla tedavi caiz değildir.
3— Tedavisi
mümkün olmayan hastalık İhtiyarlıktır. Bundan da anlaşılıyor ki, zamanımızda
henüz devası bulunmamış olan kanser hastalığının da bir ilâcı vardır. Onu
arayıp bulmak İçin, zamana ve çalışmaya ihtiyaç vardır. Keşfedilmiş veya
keşfedilmemiş hastalıklar hakkında deva araştırmaya, hadîs-i şerîf bizi sevk
ediyor ve tababetin inkişafına yol açıyor. İhtiyarlıktan başka her hastalık
için ilâç arama, imal etme kapıları açıktır. Bu çalışmaları iktisadî baskı İçin
değil, insanlığın sıhhatine fayda temin etmek için yapmalıdır.
4— İnsana
verilen şeylerin hayırlısı güzel
ahlâktır. Zira daha önceki hadîs-i şeriflerde buyurulduğu g'bi, güze! ahlâk,
sahibini Cennete götürür. Ona ebedî kurtuluşu sağladığı için, ondan daha
hayırlı ne olabilir? Allah güzel ahlâkla ahlâklanmayı bütün beşeriyete müyesser
kılsın.[579]
292— îbni
Abbas (Radiyallahu anh) şöyle dedi:
«— Resûlüliah
(üallallahü Aleyhi ve Sellem), hayır işlemekte insanların en cömerti idi. En
cömertli bulunduğu hali de Ramazanda, Cebrail (Aleyhissetâm) 'le karşılaştığı
vakıtta idi. Cibril, Ramazan'da her gece onunla karşılaşırdı. Resûlüliah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Kur'ân'ı arz ederdi. Peygamber'e Cebrail
mülâki olduğu zaman, Resûlüliah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) hayır işlemekte,
devamlı rahmet döken rüzgâr gibiydi.»[580]
Güzel ahlâkın her
çeşit vasıflarını kemal üzere kendisinde toplayan Hz. Peygamber in, I b n i
Abbas hazretleri bu hadîslerinde onun yalnız cömertlik hasletini
anlatmaktadır, öyle ki :
a) Peygamber
Efendimiz, insanların en cömerdi idi.
b) Her zaman
için sahip bulundukları bu üstün cömertlik hasletleri, diğer aylara nispetle
Ramazan ayında daha çok olurdu. Ramazan ayının berekti ve bu aydaki feyzin ve
manevî inşirahın tesiriyle farklı bir durum arzederlerdi.
c) Her
Ramazan gecesinde, Cebrâîl
(Aleyhisselâm) ile
karşılaşırlar ve Kur'ân-ı Kerim i ona arz ederlerdi. Bu arz ediş, Kur'ân-ı
Kerîm in hem lâfızlarını, hem manasını tesbİt için olurdu. Bİr nevi hatadan
salim olmak için ders görme kabİlİndendi. Allah Tealâ Kuran ı böyle tesbit
buyurdu ve kıyamete kadar da tahriften, değişiklikten onu koruyacağını va'd
buyurdu. Bugün dünyanın her tarafına aynı şekilde yayılması, bunun açık
delilidir.
d) Cebrâîl
İle karşılaşmak ve İlâhî kelâmı mukabele etmek, manevî zevkin ve Allah'ın
rahmetine yakınlığın zirvesini teşkil ettiğinden, bu karşılaşmalarda Hz.
Peygamber, devamlı rahmet döken bereketli rüzgâr gibi, cömertliğin en bol ve
geniş halini yaşarlardı. I b n i Abbas
hazretleri, Peygamber Efendimizin cömertliğini, bu mülakatları
zamanında devamlı esen rahmet rüzgârlarına benzetmesiyle onun kenem ve ihsanının bolluğunu ve genişliğini
hatta rüzgârın bereketinden daha ileri olduğunu anlatmış oluyor. Devamlı
hareket halinde olan rüzgârın muhtelif ve geniş sahalara bereket nakletmesi,
her tarafı kısa zamanda faydalandırması, rüzgârsız bulutların yağmurundan çok
daha bereketlidir. Onun için Hazretİ Peygamberin mülakat esnasındaki
cömertliği, bu geniş ve bol rahmete vesile olan devamlı rüzgâra
benzetilmiştir.[581]
293— Kbu
Mes'ûd El-Ensarî (Radîyallahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Sizden önce bir
adam hesafca çekildi de, onun hayırlı bir şeyi bulunamadı. Ancak o adam,
insanlara karışırdı (alış-veriş ederdi) ve zengin bir kimse idi. Çalıştırdığı
hizmetçilerine, fakirlerden vazgeçmelerini, (alacaklarını bağışlamalarını)
emrederdi. (Onun hakkında) Azîz ve Celîl olan Allah (meleklerine) şöyle
buyurdu:
— Şam yüce biz, o zengin kuldan, bağış etmeye
daha lâyıkız; ondan vaz geçin, (onu cezalandırmayın).»[582]
Bu hadîs-i şeriften
cömerdliğin ne kadar büyük bir haslet olduğunu, Allah'ın geniş rahmetine naşı!
bîr vesile teşkil ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Tartıya konabilecek
hiç bir hayırlı amelî bulunmayan bir varlıklı adamın, sırf dar geçimlilere
tazyik etmeyerek onlardaki haklardan vaz geçmesi sebebiyle, Allah tarafından
kurtuluşa erdirilmiştir. Allah Tealâ'nın ihsan ve ikramı, bütün yaratıklara
hesapsız rızık göndermesi ve bunca nimetlere kulların nankörlük etmesi
karşılığında yine İhsanını esirgememesi, onun kerem ve ihsanının sonsuzluğuna
delildir. İşte kullar da kendi çaplarında bu ihsan ve cömertlik vasfı ile
sıfatlanarak hareket ederse, Allah'ın bağışlamasına ve rahmetine nail olur.[583]
294— Ebû
Hüreyre (Radiyaîlahu anh)'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SallallaJıü
Aleyhi ve Setlem)'den soruldu ki, Cennet'e koyan şeyin en çoğu hangisidir?
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Allah korkusu
(takva) ve güzel ahlâkvır,» buyurdu.
Yine soruldu :
— Cehennem'e koyan
şeyin çoğu nedir? Peygamber:
«— İki boşluktur: Ağız
ve fere.» buyurdu.[584]
295— Nevvas
İbni Sem'ân El-Ensarî (Radiyaîîahu anh) 'den rivayet edildiğine göre, kendisi
Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'e iyilikten ve günahtan sordu. Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu :
«— İyilik, güzel
ahlâktır. Günah da, nefsini gıcıklayan ve insanların farkına varmasından
hoşlanmadığın şeydir.»[585]
İyilik kelimesi,
ahlâkın her çeşit güzelliklerini içine alan bir mana ifade eder. Arabca «Birr»
kelimesinin karşılığı olarak terceme edilmiştir. Sıla, ihsan ve ikram,
mürüvvet, itaat, hoş sohbet ve güzel geçim gibi hasletler hep «birr = iyilik»
manası içine girerler. Bunların bütünü, güzel ahlâkın vücudunu teşkil ederler.
Onun için Hz. Peygamber «Birr = iyilik» güzel ahlâktır, buyurmuştur.
Günah ise, iki şekilde
Peygamber tarafından nitelenmiştir: a) Bunlardan biri, nefsi tahrik eden,
gıcıklayan ve bir şeyi işleyip işlememekte tereddüt uyandıran şüpheli
şeylerdir. Nefis daima geçici zevk ve şehevî arzular peşinde olduğundan onun
tahrikleri ile işlenecek işler akl-ı selimin tecviz etmediği işler olacağından
günah kısmına girerler. Nefsin bu tahriklerinden kurtulmak için, daima aklı
hakem tutup onun kararını gerçekleştirmek icab eder; şüpheli şeylerden, kötü
zan doğuracak tutumlardan da kaçınmak gerekir.
b} İnsanların farkına
varmasından hoşlanılmayan işler de ikinci niteliği taşıyan günahlardır. Allah
Tealânın yasaklan, açık olup herkes tarafından bilindiğinden ve bu gibi kötü
işleri yapanlar da insanlar tarafından ayıplanacağından, bunlar sakıncalı
İşlerdir. O halde, bir ölçü ve tarif olarak, insanların farkına varmasından
korkulan İşler günahtır, ifadesi her çeşit yasağı içine alırsa da, insanın
kendi nefsi ile başbaşa hareketlerini kapsamadığından, bu çeşit günahlar da
birinci kısımdaki tarifin içine girerler. Böylece her iki tarif ile, her çeşit
günah kısa bir ifade ile beyan buyurulmuş oluyor.[586]
296— Cabir
(Radiyaüahu anh) anlatıp demiştir ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Ey Seleme oğullan!
Sizin (kabile reisiniz), büyüğünüz kimdir?
Biz dedik ki :
— Cüdd İbni Kays'dır;
bununla beraber onu (mal istifcisi olarak) bahillikle itham ederiz. Hazreti
Peygamber:
«— Bahülikten daha
zararlı (manevî) bir hastalık hangisidir? Bilâkis şirin (kabile reisiniz)
büyüğünüz, Amr İbni'l-Cemûh'dur,» buyurdu.
Amr Îbni'l-Cemûh (daha
İslâm'ı kabul etmeden) cahiliyet zamanında putlara tapmırdı ve Resûlüllah
(Salialîahü Aleyhi ve Sellem) evlendiği zaman, ondan dolayı ziyafet verirdi.[587]
Malını kıskanan ve onu
harcamayan kimse, ne kadar fazla mala sahip olsa da bir kabilenin veya
topluluğun büyüğü, önderi ve ulusu olamaz. Cömertliği, kerem ve fazileti
yüksek olan kimse, bulunduğu toplum içinde baş ve önder olmaya hak kazantr.
Bunun için Peygamber Efendimiz, ileride hal tercümesi bildirilecek olan Cüdd İbni
Kays'i malının çokluğuna rağmen bahilliğinden ötürü kabile başı ve büyüğü kabul
etmemişler, kerem ve cömertliği ile şöhret bulan Amr ibni'l-Cemûh'u Seleme O ğ
u I I a r ı 'na reis tayin etmişlerdir. Bu münasebetle de, mal kıskanmanın en
zararlı bir hastalık olduğunu beyan buyurmuşlardır.
Cüdd İbni
Kays kimdir? :
Hz. C a b i r 'in
dayısı olup, cahiliyet zamanında Seleme Oğulla rı'nın büyüğü idi. Sonra bu
kabilenin reisliğini Hz. Peygamber Amr ibni'l-Cemûh'a verdi. Cüdd, Tebük
savaşına katılmayıp geri kaldığından nifakla ithamlanmış olup, nihayet güze!
bir şekilde tevbe ederek Hz. Osman devrinde vefat ettiği söylenir. Allah ondan
razı olsun.
Amr I b nİ'l-Cemuh kimdir? :
Ensar'dan olup, Benî
Seleme kabitesindendir. Akabe biatında bulunduktan sonra Bedir ve Uhud
savaşlarına katılmış, ancak Uhud savaşında şehid düşerek vefat etmiştir.
Eniştesi Abdullah İbni Amr ile bîr mezara gömülmüşlerdir.
Kendisi topal olduğu
için, Uhud savaşı gününde ona, bir güçlük yok, sen özürlüsün, savaştan geri kal
dendiği zaman, o şöyle cevap verdi :
«— Allah'a yemin
ederim ki, ben bu topal ayağımla Cennet'e basmak istiyorum.» Sonra kıbleye
dönerek şöyle dua etti :
«— Allah'ım! Bana
şehİdliği nasîb et, beni evime boş çevirme.»
Savaş esnasında şehid
edilince zevcesi H i n d gelerek kocasını ve yine şehid düşen kardeşi
Abdullah ibni Amr'ıbir deveye yükleyerek onları defin yerine götürdü ve her
ikisi bir kabre defnedildi. Onun hakkında Resûlüllah şöyle buyurdu :
«— Nefsim kudret
elinde olan Allah'a yemin ederim, içinizden öyle er kimseler vardır ki, eğer
Allah'a söz verip ahd etseler, Allah onları sözlerinde doğrular. Amr
tbnil-Cemûh bunlardan biridir. Gerçekten onu, topal ayağı ile Cennet'e basıyor
görüyorum.»
İbni I s h a k 'in
anlattığına göre, Amr ibni'l-Cemûh Seleme oğullarının İleri gelenlerinden şeref
sahibi bir zat idi. Islâmı kabulünden önce ağaçtan edinmiş olduğu bir putu
evinde saklayarak ona tapınırdı. Kendi kabilesi olan Benî Seleme 'den iki genç
Islâmı kabul edince —ki, bu iki gençden biri kendi oğlu M u a z ve diğeri de
Muaz ibni Cebel idî— bu gençler tapındığı putu aşırıp gece bir çukura
atarlardı, Amr sabahleyin onu bulunca yıkar ve temizler, yine yerine koyardı.
Bu birkaç defa tekrarlanınca, kılıcını putun boynuna asarak :
«— Eğer sende bir
kuvvet varsa, mütecavizlerin hakkından gelirsin,» dedi ve uykuya yattı. Bu defa
gençler ölü bir kelb bularak bunu putun boynuna bağlamışlar ve kılıcı
almışlar. Sabahleyin putunu bu durumda görünce, hidayete geldi, Islâmı kabul
etti ve şu beyti söyledi :
«Allah'a yemin ederim,
ey put! Eğer sen İlâh olsaydın, Kelb ile beraber bir çukur ortasında
bulunmazdın.»
işte Islâmi kabulünden
sonra, kendisinde olan kerem ve cömertlik hasletlerine binaen Hz. Peygamber
Cüdd ibni Kays yerine Amr ibni'l-Cemûh'u Seleme oğullarına reis ve seyyid tayin
buyurdu. Böylece bahİNİk hastalığının ne kadar zararlı olduğu bir kere daha anlaşılmış
oldu. Allah her ikisinden de razı olsun.[588]
297— Rivayet
edildiğine göre Muaviye, Muğîre îbni Şu'be'ye bir mektup yazarak Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den duymuş olduğu bir şeyi kendisine
bildirmesini istedi. Muğîre de ona şunu yazdı:
«— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dedi-kodudan, mal israfından, (lüzumsuz) çok
soru sormaktan, hayra engel olup, hakkı olmayan şeyi istemekten, annelere isyan
etmekten, kızları diri diri gömmekten men' ederlerdi.»[589]
Bu badîs-i şerifle beş
şey yasaklanmış bulunmaktadır:
1— Dedİkodu
ki, boşuna ve lüzumsuz söz konuşmaktır. Eğer müslü-manları çekiştirmek ve
aleyhlerinde konuşmak tarzında olursa, bunun günahı daha büyüktür ve haramdır.
Her ne olursa olsun, boşuna ve faydasız konuşmaları Hz, Peygamber
yasaklamıştır. Ya hayırlı şey konuşmalı, yahut susmalıdır. Dedi-koduya alışmak,
tenbeiliğe ve laubaliliğe sebebiyet verdiği gibi, cemiyetin ahlâkını bozar,
fitne ve fesada götürür.
2— Malı
Allah yolu dışında harcamak, haram işlerde kullanmak, ölçüsüz harcamak, saçıp
savurmak hepsi malı zayi' etmektir. Hatta aklı başında olmayan ve malı
kullanamayan birine mal vermek,
koruyamayacak bir kimseye emanet etmek yine israftır ve malı zayi1 etmek
demektir. Islâmın hak ölçülerine
bağlı olarak yerli yerinde malı
esirgemeyip harcamak, Allah'ın
emirlerine itaat olur ve bundan sevab kazanılır. Bunun aksine hareket vebali
mucib olur, azaba sebep olur. Zamanımızda zarurî ihtiyaçların dışında
alabildiğine lüks hayat peşine koşmalar, Allah yolunda harcamaları unutarak
veya bunları benimsemeyerek sırf nefsanî arzularını tatmin için yüzbinler ve
milyonlar harcayanlar, elbette israfın ve mal ziya'ının en açık bir örneğini
vermektedirler. Böyle hareketler cemiyeti felâkete sürükler, anarşi doğurur,
ferdler arasındaki kardeşfik bağlarını koparır. Bunun ilâcı, Allah'ın
hükümlerine bağlanıp onları yerine getirmektir.
3— Çok soru
sormak, yasaklanan şeylerdendir. Bir şeyi zarurî hal olmadıkça fazla irdeleyip
derinleştirmeye gitmek güçlük doğurur. Bazan da ihtimallere ve şüphelere
sebebiyet verir. Islâmda her şeyi açık ve kesin olmakla beraber, daima kolay
tarafı tercih etmek vardır. Güçlüğe ve şüphelere düşürücü sebeplerden biri
olan çok sual sormak yasaklanmıştır. Ayrıca boşuna vakit kaybına da sebep
olur.
4— Annelere
itaat etmemek günahtır. Onlara âsi olmaktan Hz. Peygamber men' etmişlerdir.
Kitabın başında, anne ve babaya itaatin ne kadar önemli bîr İş olduğu birçok
hadîs-i şeriflerde beyan buyurulmuştu. Burada yalnız annelerin sözü geçmesi,
onların durumunun nezaketinden ileri gelmektedir. Anneler çabuk kırılır, çabuk
hiddetlenir ve onların çocuk üzerindeki ihtimam halleri sebebiyle hadîs-İ
şerîfte münferiden zikredilmişlerdir. Gerçekte bu hükme babalar da dahildir.
Aynı şekilde babalara da itaat vacîbdir. Nitekim âyeî-i kerime ve diğer
hadîslerle bu husus ifade buyu-rulmaktadır.
5— Cahiliyet
âdetlerinden biri olan kız çocukları diri halleri ile gömmek yasaklanmıştır. O
zamandaki kötü anlayışa göre, kız çocuklarda uğursuzluk vardı. Bu uğursuzluğu
yok etmek için doğan kız çocuklarını öldürmek gerekirdi. İslâm dini, bu kötü
âdeti yıkmış ve kızların erkeklerden daha çok korunmaya muhtaç olduklarını ve
bunlara iyi ba!<ıp yetiştirenlerin Cennete girmeye hak kazandıklarını
müjdelemiştir.
Ne yazık ki,
zamanımızda muhtelif şekillerle bu diri diri çocuk öldürmenin örnekleri,
medeniyet vasıtaları ışığı altında icra edilmektedir. Zaman zaman sokaklara ve
çöp tenekelerine atılıp terk edilen yavrular, bütün azaları teşekkül etmiş ve
hayata kavuşmuş bir devrede kürtajlarla yok edilen ceninler hep bu cahÜiyet
devrinin birer misalidirler. Üstelik bunlar zevk uğruna, maddî menfaat uğruna
ve sırf tecavüz uğruna yapılmaktadır. Asıl diri diri vahşice insan gömmek
budur. Bu haramı işlememek, Allah dan korkmak ve onun yasaklarından kaçınmakla
mümkün olur. Gafil insanları Allah Islâmın nuru ile aydınlatsın.[590]
298—Cabir
(İbni Abdullah) dan işitildiğine göre, şöyle dedi:
«— Peygamber
(Süllallahü Aleyhi ve Sellem)'den bir şey istenilmiş de, yok dediği asla
olmamıştır.»[591]
299— Amr
ibni'1-As şöyle dedi:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana
(haber) gönderip elbisemi ve
silâhımı kuşanmamı, sonra ona gitmemi bana emretti. Ben de emrini yaptım da ona
vardım ki, abdest alıyordu. Gözünü bana kaldırdı, sonra aşağı indirdi, sonra
şöyle buyurdu:
«— Ya Amr! Ben seni
savaş için askere göndermek istiyorum. Böylece Allah sana ganimet ihsan eder.
Ben de sana topluca hayırlı mal veririm,» Ben dedim ki:
— Ben mala rağbet
ederek müslüman olmadım. Ben ancak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
beraber olayım diye İslama rağbet ederek müslüman oldum. Hazreti Peygamber :
«— Ey Amr! Salih = iyi
kimse için, hayırlı mal ne güzeldir,» buyurdu.[592]
Meşru ve mubah
yollardan kazanılan mal, salih ve hayırlı mal olur. Cİhad farz ve çok güç bir
ibadet olduğundan sevabı büyük olmakla beraber, savaşta elde edilen ganimet
mallan da helâl kazançların en temizidir. O halde bu yoldan kazanılan mallar
salih ve hayırlı mallardır. Bu hayırlı mal, iyi kimseler eline geçerse değeri
bir kat daha artmış olur. Çünkü iyi kimseler, malı değerlendirerek Allah
yolunda harcarlar. Islâmın yararına olarak kullanırlar ve onu haram yerlere
israf etmezler. İşte Amr I b n i ' I - A s ashab-ı kiramın büyüklerinden ve
salihterinden biri olduğu için, bunun eline geçecek ganimet malı gibi en
hayırlı bîr malın kazanacağı manevî değeri Peygamber Efendimiz övmüşler ve :
«— Salih kimsede,
hayırlı mal ne güzeldir!» buyurmuşlardır.[593]
300— Seleme,
babası Ubeydullah îbni Mıhsan El-Ensarî'den, o da Peygamber (Sallaüahü Aleyhi
ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Malı (ve nefsi)
hakkında emniyet içinde olan, günlük yiyeceği yanında olduğu halde vücudu
sıhhatli bulunan, dünyayı (bütün menfaatlerini) kazanmış gibidir.»[594]
«Sİrb» hayvan sürüsüne
ve hususîyle deve topluluğuna denir. En kıymetli mallardan sayılmaları
itibariyle, her çeşit diğer mallar da bu «Sirb» manası şünnutti-ne girerler.
Hatta lügat âlimlerinden bir kısmı^Sirb'e nefis ve zat manasını vermektedir. Bu
manalora göre, mal ve can emniyeti için-dfe bulunmak-murcki ectflmiş olur. O
halde dünya saadetini ve onun menfaatini kazanmak için şu hususlara sahip
olmak lâzımdır:
1— Mal ve
can emniyeti: Bu emniyet içinde olmak, malının yağma edilmesinden korkmamak,
hırsızın tecavüzünden emin bulunmak ve eşkiya ve zorbaların tasofllut
endişesini duymamak maddî ve-raanevî huzurun te-melİdİr. Mal ve £an güvenliği
her şeyin başında gelir. Bir cemiyette bu güvenlik kurylamozsa, anarşi hüküm
sürer, hak ve adalet mefhumları yok olur. Zorbalar ¥e zalimler zayıflan ezer.
Hür insan hakları çiğnenerek bir nevi esaret hayatı baş gösterir. Onun için mal
ve can emniyeti çok büyük önem +aşır ve dünya nizamının kurulması ve huzurla
sükûnun temini için bu emniyeti sağlamak şarttır.
2— Vücud
sağlığı: İnsanın iki mühim vazifesi
vardır ki, bunlardan biri hem kendî nafakasını, hem de bakmaya mecbur olduğu
kimselerin nafakasını temin etmek. Diğeri de Allah'a ibadet etmek ve onun
emirlerine uygun olarak cemiyet içinde, ailede ve ferdî hayatta hareket etmek.
Bütün bu vazifeler ve işler vücud sağlığına bağlıdır. Sıhhat olmadan hiç bir iş
yapılamaz ve başarı sağlanamaz. Bu bakımdan sıhhatin önemi de temel
varlıklardandır.
3— Günlük
yiyeceğin hazır bulunması : Her günü günlerden bir gün kabul ederek, yaşanılan
günde insanın kâfi miktar yiyeceğe ve geçime sahip-bulunması, yaşantı halinde
ihtiyacının olmaması demektir. Yarın için çalışma ve kazanma imkânı var, Allah
sağlık verdikten sonra yaşanılan günde olduğu gibi, gelecek günlerde de
kazanılabilir diye tevekkül en rahat yaşayışın husulüne sebeptir.
İşte bu üç maddede
belirtilen hususlara malik bulunan ferd ve cemiyetler, dünyanın menfaatlerine
kavuşmuş olurlar.[595]
301— Abdullah
ibni Hubeyb amcasından (Ubeyde'den), anlatıyor:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se'lem),
üzerinde yıkanma eseri (ıslaklık)
olduğu halde (mevcut insanların) yanlarına geldi. Kendileri hoş ve neş'eli
durumda idiler. Biz zannettik ki, ailesini ziyaret etti. Dedik ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Halinizi hoş durumda
görüyoruz. Peygamber:
«— Evet, Allah'a hamd
olsun,» dedi. Sonra zenginlikten konuşuldu. Bunun üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— Allah'dan korkan
(takva sahibi) kimse için zenginlikte beis yoktur. Fakat Allah'dan korkan
(takva sahibi) için sıhhat, zenginlikten daha hayırlıdır. Nefsin hoşluğu da
nimetlerden sayılır.»[596]
«Tayyibu'n-Nefs», his
organlarının ve nefsin zevk ve sürür içinde olmasıdır ki, insanda, cehalet ve
düşük hareketlerden arınarak ilim ve güzel ahlâk vasıflarına bürünerek tecelli
eder. Manevî olgunluğun görüntüsü olur. Ashab-ı kiramın, Hz. Peygamberdeki bu
hali sezişlerini, Peygamberimiz doğrulamışlar ve bundan dolayı Allah'a hamd
etmişlerdir.
Allah'ın ihsan
buyurduğu nimetlere karşı hamd etmek ve şükürde bulunmak bir ibadettir ve
nimetin çoğalmasına vesiledir. Zira Cenab-ı Hak :
— And olsun, eğer şükrederseniz,
elbette size nimetimi artırırım.» {ibrahim Sûresi, Âyet: 7) buyuruyor. Allah
Tealâ İhlâsla edilen hamd ve şükre razı olup, onun mükâfatını verir.
Servet çokluğu ve mal
bolluğu, takva sahiplerinde olursa zararı yoktur. Çünkü takva sahibi^ Allah'ın
emirlerine göre imkânlarını kullanan ve yasaklarından sakınan kimsedir. Böyle
bir kimse, Allah'ın dinine" ve müslü-manlara en fazla yardım edebilen
olur. Peygamber Efendimizin bu hadîs-i şeriflerinden anlıyoruz ki, takva sahibi
olmayan kötü ruhlu ve azgın kimseler elinde servet ve mal çokluğu zararlıdır.
Çünkü bu gibi insanlar ellerindeki kuvveti fenalığa ve ahlâksızlık yollarına
harcamak sureliyle insan* lığa zarar verirler, cemiyeti bozarlar ve türlü türlü
fesada yol açarlar. Bu gibileri kontrol altında bulundurmak idare adamlarının
görevi olrçıalıdır.
Dİğer taraftan
zenginliğin saadet vesilesi olmadığını da Peygamber Efendimiz son cümleleriyle
ifade buyurmuşlardır:
«— Takva sahibi
kimseler için vücut sağlığı, zenginlikten daha hayırlıdır.» diye beyan
etmişlerdir.
Daha önce de
belirtildiği gibi vücucl sağlığı olmadan İnsan, ne kendi ihtiyacını görebilir,
ne de ibadet edebilir, yemek ve içmek zevkini duyabilir. Daima hastalığı
sebebiyle acziyet içinde kalır. Onu, sahip olduğu servet ve altınlar kurtaramaz,
huzura kavuşamaz. Bu itibarla sıhhatini ve sağlam vücud yapısını Allah yolunda
kullanan ve çalışan takva sahibi bir kimsenin durumu, bu sağlığa sahip
bulunmayan zengınlerinkinden çok daha iyidir ve hayırlıdır.
Kederden ve elemden
beri bulunarak Allah'ın emirlerini yerine getirmiş olmaktan mütevellid
insandaki tatlı ve hoş manzara da Allah'ın nimet-lerindendir. Çünkü bu, manevî
bir huzur ve sürürdür.[597]
302— Nevvas
ibni Sem'an El-Ensarî'den rivayet edildiğine göre, kendisi Resûlüllah
(Sallallahü:Aleyhi ve S.ellem)'e iyilikten ve günahtan sordu. Hazreti Peygamber
şöyle buyurdu:
«— İyilik, güzel
ahlâktır. Günah da, nefsini gıcıklayan ve insanların farkına varmasından
hoşlanmadığın şeydir.»[598]
303— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
— Peygamber (Saüaliahü
Aleyhi ve Sellem), (ahlâkta ve görünüşünde) insanların en güzeli, insanların en
cömerdi ve insanların en cesuru idi. Bir gece Medîneliler korkmuşlardı.
İnsanlar sesin geldiği tarafa, gittiler. Daha önce insanları geçip ses
tarafına giden Peygamber (SalUtllahü Aleyhi ve Stillem) (geri dönerek) insanları karşıladı. O, şöyle
diyordu:
«— (Bir şey yok),
korkmuş ol mı ya sın iz, korkmuş olmıy asınız.» Peygamber, Ebu Talha'ya ait
üzerinde eğer bulunmayan çıplak bir ata binmişti ve boynunda da kılıç vardı.
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Ben (aslında ağır yürüyüşlü olan) bu atı, geniş menzili koşar buldum, (yahut bu
at geniş menzilli koşar.)»[599]
Bu hadts-İ şerîfte Hz.
Peygamberin şu yüksek vasıflarına işaret edilmektedir ;
1— Hazreti
Peygamber hem vücud yapısı bakımından, hem de ahlâk bakımından İnsanların en
güzeli idiler.
2— Karşılıksız
olarak ihsan ve ikramda bulunmakla insanların en cömerdi idiler.
3— İnsanların
en cesuru idiler. Nitekim En es hazretlerinin anlattıkları olay buna
şahiddir. Bir gece Medine'de düşman sesleri ihtimali ile dehşete kapılan
müslümanlar, hazırlanıp sesin geldiği tarafa toplu bir halde giderlerken, daha
önce sese doğru tek başına gidip de geri dönen Hz. Pey-gamber'le silâhını kuşanmış olduğu halde karşılaşmışlardır. Hz.
Peygamberin bu hareketi, onun ne kadar büyük bir cesarete sahip olduğuna kâfi
delildir.[600]
304— Cabir'den
rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
— Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve SeJiem) buyurdu ki: «Her iyilik bir sadakadır. Senin
tatlı bir yüzle kardeşinle karşılaşman ve senin (varlık) kabından onun
çanağına boraltman da ma'rufdan = iyiliktendir.»[601]
Hadîs-i şerîfte önce
her iyiliğin bir sadaka yerine geçtiği, yani sadaka sevabına sebebiyet verdiği
beyan buyuruîduktan sonra, mâna daha genişletilip inceltilerek güler ve tatlı
bir yüzle din kardeşini karşılamanın da bir maruf *= iyilik olduğu ifade
edilmiştir. İnsan sahip bulunduğu maddî ve manevî imkânlardan kardeşine de
aktarmalıdır. Kardeşin ve arkadaşın böyle istifadelendirİlmesi de iyiliktir.
Ona neş'e ve sürür vermek, ihtiyacı varsa onu görmek, yani kendi kabından onun
çanağına bir şeyler aktarma1: hep iyilik sayılır ve sadaka sevabını kazandırır.[602]
305— Ebû
Zer'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
soruldu ki, amellerin hangisi daha hayırlıdır? Peygamber :
«— Allah'a iman etmek
ve onun yolunda cihad etmektir.» buyurdu. (Azad etme bakımından) kölelerin
hangisi daha hayırlıdır? diye soruldu.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«— Kıymetçe en yükseği
ve sahipleri katında en makbulüdür.» buyurdu. (Bunları soran adam yine)' dedi
ki, bunlardan birini yapmaya gü-. cüm yetmezse, ne yapacağımı bildirir misiniz?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem);
«— Malı helak olana
yardım edersin, yahud kazanamayan zavallıya iyilik edersin.» buyurdu. (Adam
yine sorup) dedi ki, biçare olursam (ne yapmam gerektiğini) bildirir misiniz?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem);
Kötülüğünü insanlardan
kaldırırsın, çünkü bu bir sadakadır ki, onu kendin için sadaka vermiş olursun.»
buyurdu.[603]
306— Ebu
Musa'dan rivayet edildiğine göre, dedi ki, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Her müslümanın
sadaka vermesi gerekir.» (Ashabdan biri) dedi ki, verecek bir şey bulamazsa (ne
yapacağını) bildirir misiniz?
Peygamber (Saİlallahü
Aleyhi ve Seilem):
«— Çalışsın da kendine
fayda temin etsin, bir de sadaka versin.» buyurdu. (Adam yine) dedi ki, gücü
yetmezse, yahud çalışamazsa (ne yapması gerektiğini) bildirir misiniz?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem):
«— Çaresiz muhtaca
yardım etsin.» buyurdu. (Adam tekrar) dedi ki, gücü yetmezse, yahud
çalışamazsa?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) :
«— İyiliği emretsin,
(tavsiye etsin).» buyurdu. (Adam tekrar) dedi ki, buna da gücü yetmezse, yahud
(dedi ki,) bunu da yapamazsa, (başka ne yapması gerektiğini) bildirir misiniz?
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem):
«— Kötülük işlemekten
kendini korur, çünkü bu hareket onun için bir sadakadır.» buyurdu.[604]
225 sayılı metindeki
hadîs-i şerifin lâfzına uygun olan bu hadîs-i şerîfle çaresiz kalan ihtiyaç
sahiplerine yardım etmenin lüzumuna işaret edilmektedir. Gerçİ iyiliğin her
çeşitinde bir sevab vardır ve bunları İşleyen kimse kendi nefsi için sadaka
vermiş hükmündedir. Fakat çaresiz kalan, mazlum ve muhtaç duruma düşen kimseye
yardım etmek daha önce gelen bir vazifedir. Meselâ; bir zelzele felâketine
uğrayanlara, yangın ve su baskını veya trafik kazaları gibi acil vak'alarda
İmdat İsteyenlere koşmak, gücü yetenler üzerine borçtur. Her gücü yeten sahip
bulunduğu imkânlarla muzlar kardeşlerine yardım etmekle yükümlüdür. Bu yardımı
esirgeyenler, islâm'ın nurundan aydınlanmamışlar demektir. Lâkin güçsüz
bulunanlar hiç olmazsa iyi şeyler tavsiye ederler ve fenalığa yardımcı
olmazlar. Böylece yine iyilik etmiş olacakları için, yine sadaka sevabı
kazanırlar.[605]
307— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre.Resûlüllah şu duayı çok ederlerdi:
«— Ey Allah'ım! Senden
sıhhat, iffet, emanet, güzel ahlâk ve kadere rıza isterim.»[606]
Hazretİ Peygamber'in
Allah Tealâ'ya olan duaları içerisinde
fazlaca tekrar ettikleri rivayet olunan bu dua İle Allah'dan şu beş şeyi
isterlerdi :
1— Sıhhat:
Bundan önceki hadîs-i şeriflerde sıhhatin ne derece önemli olduğu
bildirilmişti. öy!«ki sıhhat olmayınca acziyet ve zafiyet olur. Aczİ-yetle ne
Allah'a ibadet edilebilir, ne de cemiyet içinde gerekli şahsî veya umumî işler
görülebilir. Üstelik ızdırapla yaşama olur. Onun İçin sıhhat, her şeyin başında
gelen önemli bir nimettir ve bunu Allah dan istemek her kulun başlıca dileği
olmalıdır. Zaten Peygamberin ibadetlerinin iki yönü vardır: Birisi Allah'a
karşı olan kulluk vazifesidir, diğeri de ümmete örnek olmaları ve ümmete nasıl
ibadet edecek'erinî öğretmeleridir.
2— İffet:
Allah'dan iffet istemek, yasak şeylerden ve hoşlanılmayar şeylerden korunmuş
olmayı dilemektir. Her iş ve harekette günaha ve hataya düşmemek için Allah'ın
yardım ve muhafazasını istemek
demektir. Allah'ın koruduğunu da kimse sapıtamaz. Haktan sapmayıp hak üzere yaşayan
ise selâmet bulmuştur. Bu bakımdan Allah'dan iffet istemenin manası büyüktür.
3— Emanet:
Allah'dan emanet istemek, Allah'ın vermiş olduğu mukaddes vazifeleri hakkıyle
yerine getirmek, onları koruyup tebliğ
etmek demektir. Bunları yapmamak hainlik olur. Hz. Peygamber ve diğer bütün
peygamberler «Emanet» sıfatı İle vasıflanmış oldukları halde yine emaneti
istemeleri, kulluk ifadesidir ve ümmete dua şeklini öğretiştir. Zİra peygamberlerde
bulunması şart kılman sıfatlardan biri de «Emanet» sıfatıdır. Bu sıfata mazhar
olmayan peygamber olamaz.
4— Güzel
ahlâk : Güzel ah!â'<m fazilet ve kıymetine dair daha önce hadîs-i şerîfler
gösterilmiş ve açıklamaları da yapılmıştı.
Esasen İslâm'ın gayesi de bu güzel ahlâkı gerçekleştirmek ve yaşatmaktan
ibarettir. İslâm'ın güzel ahlâkının cemiyetçe yaşantı haline gelmesiyle yalnız
dünya saadeti değil, aynı zamanda ebedî olan âhiret saadeti de kazanılmış olur.
5— Kadere
rıza : Allah'dan kadere rıza istemenin manası şudur: Dünyada yaşamakta
olan insanlardan hiç birinin durumu,
diğerinin
aynı değildir. Allah
Tealâ herkese ayrı ayrı şekil, rızk, kuvvet, sıhhat veya hastalık vermiştir.
İnsan hayatı için çok şeyler isteyebilir, niçin ve neden olsun suallerini
sorabilir. Bunlar insanın huzurunu kaçırmakla beraber fayda doğurmayan, aksine
çok zararlar getirebilen sonuçlara düşürebilirler. Bövle endişelerden kurtulup
güven ve itminan içinde yaşayabilmek için Allah'ın kaderine razı olmak
gerektir. Allah Tealâ ne takdir etti ise, ona rıza gösterip kulluk vazifelerini
yerine getirmek ve meşru çalışmalarda bulunmak huzur yoludur. Geçmişten üzüntü
duymak ve hasret çekmek, gelecekten endişe ve korku içinde olmak, bulunulan ve
yaşanılan anın bereketini giderir; o an, bir nevi zindan olur. İşte bunun
çaresi ve devası, Allah'ın kaderine razı olmaktır ve bunu Allah'dan istemek de
kulun vazifesidir. Peygamberimiz de bize bunu öğretiyor.[607]
308— Yezîd
ibni Babenûs'dan rivayet edildiğine göre şöyle anlatmıştır :
— Hazreti Âişe'nin yanına varıp dedik ki :
— Ey müminlerin
annesi! Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahlâkı ne
idi?
Hazreti Âişe şöyle
dedi:
— Onun ahlâkı Kur'ân idi. Müminûn Sûresini okur
musunuz? (Müminler gerçekten kurtuldu) dan itibaren oku, dedi. Yezİd demiştir
ki:
— Ben de (Müminler gerçekten kurtuldu) dan itibaren,
(... onlar ki, ırzlarını korurlar) a kadar okudum. (Müminûn Sûresi, âyet: 1-5). Hazreti Âişe
buyurdu ki:
— îşte
bu vasıflar Resûlüllah
(Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ahlâkı idi.[608]
Peygamber (SalUülahü
Aleyhi ve Sellem)"m ahlâkı Kur'ân idi, demek, Kur'ân'ın emirlerine tamamen
bağlı olup, onları yerine getiren ve yaşayan, yasaklarından berî olandı
demektir. Allah Tetriâ'nın İnzal buyurduğu yüce dînin bütün güzelliklerini
yaşayan ve bu dinin çirkin gösterdiği her hareketten münezzeh bulunandı. Bu
İtibarla Cenab-ı Hak, Peygambere hitaben:
«— Muhakkak ki, sen en
büyük bir ahlâk üzeresin.» buyurmuştur. (Kalem Sûresi, âyet: 4)
Hz. Aişe validemiz,
Peygamber Efendimizin ahlâkı Kur'ân olduğuna işaret ettikten sonra. «Mü'mînûn»
sûresini göstermiş ve onu okuyup da bir netice çıkarılmasını istemiştir. Çünkü
bu sûrenin başından itibaren müminlerde bulunması gereken vasıfları Allah
Tealâ şöyle beyan buyuruyor :
1— Kurtulan
ve zafere eren müminler, o kimselerdir ki, namazlarında korku ve tevazu içindedirler,
2— Boş
sözden ve faydasız işten yüz çevirirler,
3— Zekâtlarını
verirler,
4— Irzlarını
korurlar, helâlin dışına çıkmazlar,
5— Emanetleri
korurlar, verdikleri sözü tutarlar,
6— Namazlarını
şart ve erkânlarına uygun olarak devamlı kılarlar. İşte böyle müminler,
Allah'ın rahmetine erenlerdir, Cennetle mükâfat-
lananlardır. Hz.
Peygamber in bu vasıfları kemal üzere kendilerinde toplamış olduklarını, Hz. A
işe validemiz haber verirken, müslümanların da elden geldiği kadar aynı
vasıflara bürünmelerİnİ bize öğretmiş bulunmaktadır. Zİra Cenab-ı Hak,
müminlere şöyle buyuruyor:
«— Gerçekten Allah'ı
ve âhiret gününü arzulayanlar ve Allah'ı çok zikredenler için, Allah'ın
Resulünde (izliyeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır size.
Kısacası Peygamberin
ahlâkını örnek ve önder edinmek, kurtuluşun yoludur.[609]
309— Salim
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre şöyle anlatmıştır :
— (Hz. Ömer'in oğlu babam) Abdullah'ın asla bir
kimseye lanet ettiğini işitmedim. Lanet ettiği bir insan yoktur.
Yine Salim şöyle
derdi:
— (Babam)
Abdullah ibni Ömer,
ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem/in şöyle buyurduğunu söylemiştir :
«Lanet edici olmak,
mümine yaraşmaz.»[610]
«Ta'n etmek»,
ayıplamak manasına geür. İnsanların şerefi ile oynayan, insanları kötüleyip
gıybet eden kimseye de «Ta'ân» denir.
«Lanet etmek»/
Allah'ın yardımından ve rahmetinden uzaklaştırmak demektir. Yani bir kimsenin
Allah'ın rahmet ve yardımından uzak kalmasını istemektir. Mümine lanet etmek,
onun Cennet'ten uzak kalmasını İstemektir. Kâfire lanet de, Allah'ın
rahmetinden büsbütün uzak düşmesini istemektir.
Ta'n etmekle lanet
etmek, taşıdıkları mana bakımından kötülük İfade ettikleri için, bunları
kullanmak mümine yakışmaz ve uygun düşmez. Çünkü mümin, islâm'ın getirdiği
güzel ahlâklarla vasıflanması gerekir. Başkasında fenalık istemek, onun perişan
olmasını dilemek ve buna rıza göstermek İslâm ahlâkı ile bağdaşmaz. Onun için
dili bu gibi sözlerden korumak ve yalnız hayırlı söz söylemek icab eder. İşte
Ashab-ı Kİram'dan A b d u I I a h i b n İ
D m e r (Radiyallahu anh),
Hazreti Peygamber'in :
«— Lânetd olmak,
mümine yaraşmaz.» emrini kendilerine düstur edinmişler ve hayatları boyunca
hiç kimseye lanet etmemişlerdir. Bize de düşen böyle hareket etmektir.[611]
310— (Cabir
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallal'ahU A leyhi ve
Sellem)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır :
«— Kötü söz ve
harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere zorlayanı ve çarşılarda
bağırıp çağıranı Allah sevmez.»[612]
insanın şeref ve
vakarını bozan kötü ve çirkin söz ve hareketlerle sokak ve çarşılarda çağırıp
bağırmalar ahlâk düşüklüğünü ifade ettiklerinden Allah Tealâ bu gibi
hareketlerde bulunanları sevmez. Allah'ın sevmediği işleri yapmamak da kullara
düşen vazifedir.[613]
311— Hazreti
Âişe'den rivayet edilmiştir:
— Yahudiler
(bir gurup halinde)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve gelip:
— Essâmü Aleyküm =
ölüm üzerinize olsun» dediler. Hazreti Âişe (cevab olarak) :
— Sizin üzerinize olsun, Allah size lanet etsin,
Allah size gazap etsin, dedi. Hazreti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :
«— Yavaş ol, ya Âişe!
Yumuşak hareket et. Sert hareketten ve çirkin sözden sakın.» dedi.
Hazreti Âişe (Peygamber (Sallatkthü A leyhi ve Selîem) 'e
hitaben):
— (Yahudilerin) söylediklerini işitmedin mi?
dedi. Hazreti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«— Sen de benim
(onlara) dediğimi işitmedin mi? Sözlerini kendilerine çevirdim. Benim onlar
hakkındaki sözüm kaîml olunur; fakat onların benim hakkımdaki sözleri kabul
olunmaz.» buyurdu.[614]
Bundan önceki hadîs-i
şeriflerde olduğu gibi, Peygamber Efendimiz çirkin ve hoş olmayan sözlerin,
hakarette bulunan Yahudilere dahi sarf edilmemesini istemişlerdir. Ancak
onların kötü sözlerini kendilerine çevirmekle yetinmişler ve Hz. Âişe 'nin
söylediklerine rıza göstermemişlerdir. Her ne kadar Yahudiler, Hz. A i ş e 'nin
sözlerini hak etmişlerse de, İmana gelmeleri ihtimalinden veya bu sözlere
alışkanlık olmamasından ötürü, Hz. Aişe'nin sözleri tasvib görmemiştir.[615]
312— Abdullah
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Mümin, dil uzatan
değildir, lanet edici değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen
değildir.»[616]
Bu hadîs-i şerifte,
müminde bulunmaması gerekli dört çirkin vasıf beyan buyurulmuştur. Bunlar,
mümine yakışmayan ve İslâm ahlâkında yeri olmayan söz ye hareketlerdir. Olgun
ve ahlâkı dürüst bir müslüman ta'n etmez, lanet okumaz, kötü harekette bulunmaz
ve kötü söz söylemez.[617]
313— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
şöyle buyurdu:
«— İki yüzlü kimseye,
güvenilir olmak uygun değildir.»[618]
İki yüzlü
kimdir?: İnsanın yüzüne karşı medih ve övgüde bulunup, arkasından
aleyhinde bulunarak kötüleyen adama İkİ yüzlü denir ki, bu ço!c fena bir
harekettir. Bunun şekilleri vardır. Herkesin içini ve maksadını anlamak için,
hoşa gidecek söz ve hareketlerde bulunarak bir nevi casusluk etmek veya güven
ve menfaat temini İçin böyle hareketlerde bulunmak veyahut ona tuzak kurmak,
niyetini taşımak gibi şekilleri vardır. T i r m i z î 'nin rivayet ettiği bu
husustaki hadîs-i şerîf şöyle :
«— Kıyamet gününde,
Allah katında insanların en kötüsü İki yüzlü olandır.»
İki yüzlülüğün ne
kadar fena bir hareket olduğu bir kere daha bu hadîs-i şerifle anlaşılmış
oluyor. Ikİ yüzlü hareket etmek, ancak şu iyi niyetle caiz olabilir:
Uzlaştırılmalan
istenen İki grup- veya iki müslüman arasında elçilik ederken, yüze
söylenmesinde fayda görülmeyen iş ve sözleri saklamak sureti İle daima övücü
ve güzel sözleri kullanmak; ye böylece barıştırma gayretinde bulunmak. Bu
güzel maksad dışında iki yüzlü hareket tecviz edilmez. Bİr de düşmana harp
halinde hile için yapılabilir.
Bu haber de', bundan
önceki hadîs-i şerîflerı teyid ediyor ve lânefçilerîn kötü hareketleri
sebebiyle asıl lanete hak kazanmış olduklarını bildiriyor.[619]
314— (72-s.)
Abdullahdan rivayet edildiğine göre, şöyle dedi:
«— Müminin en düşük ahlâkı,
kötü sözlü olmaktır.»[620]
315— (73-s.)
Ebu Talib'in oğlu Hazreti Alî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :
«— Lanet edenlere
lanet olunmuştur.»[621]
Kavilerden Mervan
demiştir ki:
— Bu lanet olunmuşlar,
insanlara lanet okuyanlardır.[622]
Insanları ayıplayıp
lanet okuyanlar ve böylece dillerini kötü sözlere alıştıranlar, şehîd
olamazlar. Şehîd olamamanın öç türlü manası var.[623]
316— Ebu'd-Derda'nın
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu :
«— Lânetçiler, kıyamet
gününde şehidler olamazlar, şefaatçiler
de olamazlar.»[624]
1— Peygamberlerin insanlara tebliğ vazifelerini yerine
getirdiklerine sahid olamazlar.
2— Şunlar
fasık olduklarından şahidliklerİ makbul olmaz.
3— Herhangi
bir savaşta öldürülmekle şehîdlik mertebesini kazanamazlar. Kelimenin bu üç
tefsire İhtimaİiyeti varsa da, birinci şık âlimler tarafından daha kuvvetli
bulunmaktadır.
Bir de bu
lânetleyiciler kıyamette şefaatçi olamazlar. Din kardeşlerinden ve
yakınlarından olanlara şefaat etme ihsanını Allah bu kimselerden kaldırmıştır.
Allah onları şefaat etme nimetinden mahrum etmiştir demek olur.[625]
317— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Hn ş&yie buyurduğunu
anlattı:
— Doğruluğu tam
kimseye, lanet yağdırıcı olmak uygun değildir.»[626]
İnsanları çok çok kötü
sözlerle ayıplayıp tel'in edenlerin, çok dürüst ve sadık kimse olamayacaklarına
bu hadîs-i şerîf işaret buyurmaktadır. Sadakati tam ve doğru sözlü kimselerin
bu çirkin vasıftan uzak kalacakları tabiîdir. Çünkü gelişi güzel söz sarfedenin
hezeyanı ve saçmalaması, laubaliliği çok olur. Bu hareketler de, dürüstlüğü ve
sadık olmayı kaldıran sebeplerdir.[627]
318— (74-s.)
Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Karşılıklı olarak
Iânetleşen asla bir toplum yoktur ki, onlar üzerine lanet gerçekleşmiş
olmasın.»[628]
Bu haberden
anlaşılryor ki, karşılıklı olarak lânetleşenlertn her iki tarafı da günah
işlemiş olur. Birbirinden Allah'ın rahmetini kaldırmak İstediklerinden, Allah
da ceza olarak onlardan bu rahmetini kaldırır.[629]
319— Hazreti
Âişe haber vermiştir ki, (babası) Ebû Bekir, bir kölesine lanet etti. Bunun
üzerine Peygamber (Salkıllahü Aleyhi ve Sellern) şöyle buyurdu:
«—Ey Ebû Bekir, çok
lanet edenler ve çok sadık olanlar (nasıl bir-leşebilir?) Hayır, Kabe'nin Babbi
hakkı için olamaz.»
Peygamber bu sözü iki
defa, yahud üç defa söyledi. Hazreti Ebû Bekir de o gün, bir kölesini azad
etti; sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelip dedi ki:
— Artık bir daha lanet
sözüne dönmeyeceğim.[630]
Hz. Ebu Bekir
(Radiyallahuanh), en küçük duraklama ve tered-düd göstermeksizin Hz. Peygamber
Efendimizden ne sadır olmuşsa derhal onu kabul etmişler ve tasdik
buyurmuşlardır. Bu yüksek teslimiyet vasıflarına binaen, Peygamber Efendimiz
ele kendilerine «Şıddîk» lâkabını vermişlerdi. Böyle üstün bir niteliğe sahip
olandan, beşeriyet icabı bir defa çıkan, lanet olsun, sözünün asla kendilerine
yakışmadığını Peygamberimiz ihtar etmişlerdir. O da yaptığı kusura keffaret
olmak üzere hemen kölesini azad etmiş ve bir daha böyle: bir söz
söylemeyeceğini Peygamber Efendimize bildirmiştir. Hata şekli ile dahî olsa,
ashab-ı kiramdan buna benzer hareketlerin sudur etmesi, hadîslerin vuruduna
sebep teşkil ederek bize ders olmaktadır. Bize yol gösterme bakımından birer
lütuf vesilesi oluyorlar.[631]
320— Semure'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— Allah'ın laneti
ile, Allah'ın gazabı ile ve Ateş ile lânetleşmeyiniz.»[632]
Müminler birbirleri
hakkında merhametli olurlar ve birbirlerine ancak hayır isterler. Allah'ın
rahmetinden uzaklığı ve felâketi İstemezler. Onun için bir mümin hakkında;
Allah'ın laneti üzerine olsun, Allah'ın gazcSı üzerine olsun, Cehenneme düşsün
veya ateşte yansın, diye beddua edii-mez. Peygamber Efendimiz bunu bize
yasaklamışlardır.[633]
321— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre} demiştir ki: Soruldu: Ey Allah'ın Resulü!
Müşrikler aleyhine, Allah'a duâ et. Haz-reti Peygamber (Sallallahü A leyhi ve
Sellem):
«— Ben, lanet edici
olarak gön deri İme dim, ancak rahmet olarak gönderildim.» buyurdu.[634]
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem), bütün âleme rahmet olarak gönderildiğinden, möşrik dahi
olsalar, bir kısım günahkârlara lanet etmesini uygun bulmamışlardır, Burtfann
da hidayetini istemek, felâketlerini istemekten datıa hayırlıdır. Peygamberin
yüksek şanına lâyık olan da budur.[635]
322— Hemmam
anlatmıştır :
— Hüzeyfe ile beraberdik. Huzeyfe'ye denildi
ki:
— Bir adam Hazreti Osman'a söz taşıyor.
Bunun üzerine Hüzeyfe,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu işittim, dedi:
«— Koğucu Cennet'e
girmez.»[636]
Koğucu = Nemmam :
Şahid olunan bir olayı veya sözü, kötülük ve fesad maksadı ile başka yerlere
yaymaya ve nakletmeye koğuculuk denir. Bu işi yapana da Koğucu veya Nemmam =
Katta* adı verilir. Fakat bir kimsenin kurduğu tuzak ve hileden insanları
kurtarmak, zulme engel olmak için haber vermek ve tedbir almaya sebep olmak
koğuculuk sayılmaz. Böyle hareketler güzel olan ve sevab kazandıran İşlerdir.
Peygamber Efendimizin,
«Koğucu Cennet'e girmez.» buyurmalarının manası şöyle izah edilmektedir:
Koğuculuk haram olan
bir harekettir. Müslümanlar haram işlemekle, ebedî olarak Cennet'ten mahrum
olmazlar. Ancak bu haramı helâl sayarak, Peygamberin bu yasağını küçümseyip
tanımayarak hareket edenler, inkarcı zalimler olacaklarından, bu gibiler
Cennet'e giremezler. Bunu müminlerin bir günahı olarak kabul ettiğimiz
takdirde de : Cehennem azabı çekmeden, bu müminler Cennet'e giremezler,
manasını taşır şeklinde izah edilmektedir.
Diğer bir hadîs-i
şerifte de şöyle buyurulmuştur:
— Size, kötü olanlarınızı haber vereyim mi?
Ashab:
— Koğuculukla
dolaşıp insanlar arasını bozan
ve temiz kimselere ayıp isnad edenlerdir, buyurdu.[637]
Anlaşılıyor ki, aile
ve cemiyet içerisinde fesad ve felâketlere yol açması bakımından koğuculuğun
zararı çok büyüktür. Böyle zarariı şeylerin cezası da büyük olur.
Cenab-ı Hak, Nun =
Kalem Sûresi 11. âyetinde. Peygamber Efendimize şöyle hitab ediyor:
«— Çok ayıpla yanı,
koğuculukla gezeni (tanıma).»
Hz. Peygamberin
tanımayacağı ve kıymet vermeyeceği kimseler sınıfına girmek ne kadar ağır bir
haldir? Hak Tealâ bu duruma düşme':ten bütün müminleri korusun.[638]
323— Esma
binti Yezîd demiştir ki, Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:
— En hayırlı
olanlarınızı size bildireyim mi?» (Ashab) :
— Evet, dediler. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem):
«— O kimselerdir ki,
görüldükleri zaman, Allah (onlar sebebi
ile) anılır.» buyurdu.
— En kötülerinizi de
size haber vereyim mi?» (Ashab) :
— Evet, dediler. Peygamber (Sallalkthü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Koğuculukla
dolaşanlar, dostların arasını bozanlar, birbirlerinden ayrı kalmakla fesadı
isteyenlerdir.»[639]
Peygamber Efendimiz,
bu hadîs-i şerifleri ile bize iyi kimselerle kötülerin hallerini beyan
etmektedirler. İyi ve hayırlı olanların vasıflan şunlardır:
1— İyiler ve
hayırlı kimseler onlardır ki, görüldükleri zaman, kendileriyle buluşulduğu
zaman Allah anılır. Onların sohbeti insanlara fayda verir, Allah'ı ve âhiretİ
hatırlatır. Bu kimseler, Allah'ın emirlerine bağlanıp yasaklarından sakınan
velilerdir Bİr de şöyle durumları vardır; yüzlerinde ve hareketlerinde
ibadetten doğan nur izleri görülür. Bu da Allah'ı anmanın ve ona ibadetin bir
görüntüsü olur. Görenlere de, bu halleri, Allah'ı hatırlatır, ona ibadeti
telkin eder. İşte bu hali arz edenler, Allah'ın velileridir ve en hayırlı
kullardır.
2— İnsanların
en kötüsü olanlar da:
a) Koğuculuk
ederek gezip dolaşanlar,
b) Dostlar arasını
bozanlar,
c) İnsanların
helakini ve fesadını isteyenler, insanları birbirinden ayrı düşürme peşinde
olanlar.
Bugün içinde
bulunduğumuz toplumda böyle fesad peşinde koşup millî ve dinî birliğimizi
parçalama gayretinde bulunanların cemiyete ve millete verdikleri iktisadî ve
ahlâkî zararın büyüklüğü, hadîs-i şerifin manasını açıkça izah etmektedir.
Böyle fesadlar yalnız birkaç kişinin zarar görmesiyle kalmayıp, bir memleketi,
bir cemiyeti, bir devleti yok etmeğe kadar götürebîlîr.[640]
324— (75-s.)
Rivayete göre, Alî ibni Ebu Talib şöyle dedi:
— Çirkin lâf edenle
onu yayan, günah işlemekte eşittir.[641]
Edeb dışı söz
konuşmak/ ahlâka aykırı hareketlerde bulunmak he kadar çirkinse, böyle söz ve
hareketleri insanlar arasında yaymak ve, nakletmek de aynı derecede çirkindir.
Zira kötülük bir mikroba benzer". Onu vuku bulduğu yerde gömmeyip de başka
yerlere İletmek, bu mikrobu üretmek demektir, üretilen mikrop da girdiği yere
zarar verir. İşte kötülüğü yayan kimse, bu mikrobu ürettiğinden aynen onu
doğuran kimse gibi suç işlemiş olur. Onun için Peygamber Efendimiz, fuhşiyat
konuşan kimse ile Onu insanlar arasında yayanı günah işleme bakımından eşit
tutmuştur.
Günümüzde neşriyat
organlarının ilk sayfalarında ve büyük haberler şeklinde teşhir edilen edeb
dışı yazı ve resimlerin, cemiyet içindeki tahribatı gün gibi aşikârdır. İlim,
fazilet ve ahlâk örnekleri verecek yerde, rezalet pazarları kurmak
heveslilerinin ahlâksızlığı istismar ile milyonlar kazanmaları ve bu kazanılan
maddî gücü de bir taraftan ahlâkı ifsad yolunda kullanmaları tasavvurun üstünde
bîr felâkettir, iyilikleri ve faziletleri yaymalı, kötülükleri sarıp
gömmelidir. Böyle hareket edilirse, cemiyete hizmet edilmiş olur. Aksi halde
cemiyetin bünyesi tahrip edilmiş olur.[642]
325— (76-s.)
Şubeyi ibni Avf rivayetinde demiştir ki:
— (Ashab arasında) şöyle denirdi:
— Ahlâk dışı bir sözü işitip de onu yayan
kimse, günahında onu icad eden gibidir.[643]
Bundan önceki haberin
aynı manasını taşıyan bu haberde küçük lâfız değişikliği vardır. Yani fuhşiyat
işitip de onu yayan, ilk söyleyen gibidir. Onun gibi günah kazanır. Suç
ortağıdırlar.[644]
326— (77-ş.)
Ata'dan rivayet edildiğine göre, kendisi zinayı ifşa eden üzerinde günah
görmekle şöyle derdi:
— Fuhuşu yaydı.[645]
Burada Ata'nın
sözünden anlaşılıyor ki, işitilen bir zina fiilini yaymaktan doğan günah,
fuhuş işlemek günahı gibi olur; ve onun cezasını gerektirir. Bundan önceki
rivayetlere uygun bir mana taşımaktadır.[646]
327— (78-s.)
Hazreti Alî'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Esrar tutamayıp da
acele haber yayanlar olmayınız. Zira arkanızda (gelecek zaman), sıkıntıya
düşürücü şiddetli bir belâ vardır. Bir de uzunboylu devam edip çökekalan
fitneler vardır.[647]
Hazreti Ali'den
rivayet edilen bu haberde, daha önceki hadîs-i şe-rîflerin ruhuna uygun anlam
vardır. Şöyle ki :
Duyulan ve konuşulan
sözleri hemen yaymak ve bunları insanlara nakletmek, ancak hayırlı ve faydalı
işlerde tecviz edilir. Gizli kalması gereken esrar mahiyetindekileri veya
insanları ayıplayıcı ve fitneye sebep verici nitelikte olanları yaymak, cemiyet
içinde daha önce açıklandığı gibi, büyük zararlar doğuracağından günahtır. Bu
zararları, Hz. Ali Efendimiz, sıkıntı ve belâ olarak vasıflamışlar ve
düştükleri yerde de çöreklenip uzun müddet kalacaklarını beyan etmişlerdir. Bu
büyük belâdan kurtulmak için, şunun bunun esrarını ve ayıplarını yaymamayı
tavsiye buyurmuşlardır.[648]
328— (79-s.)
Rivayet edildiğine göre İbni Abbas şöyle dedi:
— Arkadaşının
ayıplarını düşünüp anlatmak istediğin
zaman, sen kendi ayıplarını hatırla.[649]
Bu kısa İfadeden
anlaşılıyor ki, insan kendi kusur ve ayıplqrım düşünüp hatırladıktan sonra,
onları başkasına anlatmak istemez. Kimsenin ayıplarını bilmesini istemez ve
buna gönlü razı olmaz. Bu duruma gelen kimse de, kendisi için uygun
bulmadığı-bir hareketi kardeşine de reva görmez. Böylece başkasının kusur ve
ayıplarını aktarmaktan kendini sakındırmış olur.[650]
329— (80-s.)
İbni Abbas, Allah (Azzeve Celle)'mn: «— Birbirinizi ayıplamayın, (Üücurat: 11)»
kelâmı hakkında:
— Bir kısmınız bir
kısmınıza dil uzatmasın, demiştir. (Âyeti
böyle tefsir etmiştir).[651]
330— Ebu
Cübeyre ibni'd-Dahhak anlatıp şöyle demiştir:
— (Hucurat Sûresinin
11. Âyeti olan) Birbirinize lâkab takmayınız, âyeti.bizim hakkımızda —Seleme
oğulları hakkında— nazil oldu. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize
geldi. Bizde her adamın iki ismi vardı. Peygamber (SalkıUahii Aleyhi ve Sellem)
, «Yâ falan!» diye hitap et-miye başladı- (Ashab) şöyle diyorlardı:
— Ey Allah'ın Resulü! Bu
adam, bu isimden kızıyor.[652]
Hicretten önce ve
cahılİyet devrinde insanlar arasında lâkablaşma bir âdet halindeydi, öyle ki,
bir insanın iki ve üç lâkabı bulunurdu.(Ateyhissalâtü vesselam) 'm Medine'ye
hicretleri zamanında Ben! Seleme = Seleme oğullan kabilesine uğramışlar ve
aralarında bulunan ashabdan bir kısmını, duydukları lâkablariyle çağtrmaya
başlamışlar. Daha önce isimlerin bu şahıslar üzerindeki tesirini ashab
bildikleri için :
«— Ya Resûlallah, bu
adam, bu isimden hoşlanmaz. Diğer ismi ile çağirsanız. .» diye durumu
aydınlatmaları özerine Hücurat SOresİ'nin 11. âyeti nazil; bu âyet-İ kerîme ile
birbirine lâkab takmak yasaklanmış oldu. Bu yasak mutlak olarak her çeşit İsim
takılmasını yasaklamaz. Ancak müslüman kardeşin hoşlanmayacağı bîr İsım olursa
bu haram veya mekruh olur. Kötü bir mana taşımayan ve lâkab sahibinin de hoşuna
giden isimlen kullanmakta bir mahzur yoktur.
Bir de zaruret hasıl
olunca, bir kimseyi başka bir isimle tanıtmak mümkün olmayınca onu lâkabİyle
söylemek de caiz olur. Bu hallerin dışında müslümanlar birbirlerine hoşa
gitmeyecek isimler uyduramazlar. Âyet-i kerîme ile bu yasaklanmıştır.[653]
331— (81-s.)
îkrime'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Bilmiyorum, îbni Abbas mı, yoksa İbni Ömer
mi? Bunlardan biri (diğer) arkadaşına yemek hazırlamıştı. Biz de orada iken,
hizmetçi kadın (köle) yanlarında iş görüyordu. O sırada ikisinden biri
hizmetçiye:
— Ya zaniye! diye hitab etti. Diğer arkadaş:
— Sus, (bu kadın) dünyada sana iftira cezası
vermezse, âhirette ceza verir, dedi. Beriki:
— Durum dediğim gibi ise ne olur, bana bildirir
misiniz? dedi. Arkadaşı şöyle cevab verdi:
— Muhakkak ki Allah, çirkin söz kaçıranı,
kasden çirkin söz söylemeye yelteneni sevmez.
«Muhakkak ki Allah,
çirkin söz kaçıranı, kasden çirkin söz söylemiye yelteneni sevmez,» sözünü
—kendinin diğer rivayetlerinden anlaşıldığına göre — söyliyen İbni Abbas idi.[654]
Bİr kimse, mükellef
çağında olan İffet sahibi kimseye zina suçunu isnat ederse, yanı ona :
— Ey zam veya Ey zanîye! diye hitab ederse, suç
İşlemiş olur. Bu kötü fiil ile itham edilen şahıs dava eder de iftiraya
uğradığını isbat ederse, mütecaviz seksen kırbaç ile cezalandırılır. Dünyadaki
cezası budur. Dünyada bu ceza ikame edilmezse, itham edilen de hakkını helâl
etmezse, müfteri âhirette cezasını çeker.
Söylenen söz iftira
olmayıp da gerçek olsa bile, bu gibi ayıplayıcı ve çirkin sözleri yine
kullanmamak gerekir. Nitekim ibni Abbas hazretleri de buna işaret
buyurmuşlardır.[655]
332— Abdullah,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir
:
«— Mümin dil uzatıcı
değildir, lanet okuyucu değildir, kötü iş yapan değildir, kötü söz söyleyen
değildir.»[656]
333— Ebû
Bekre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sehem) 'in
yanında bir adam anıldı. Bir kişi de tuttu o adamı hayırlarla çok övdü. Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) şöyle buyurdu:
«— Yazık sana,
arkadaşının boynunu kestin, (onun helakine sebep oldun).»
Bu sözü birkaç defa
tekrar ediyordu. Yine devamla:
«__Eğer sizden biriniz
muhakkak arkadaşım övecekse desin ki, ben
onu şöyle ve böyle
zannediyorum; eğer onu, dediği gibi biliyorsa... Allah o kimseye kâfidir,
hesabını görücüdür. (Sizden biriniz) kesinlikle Allah katında hiç kimseyi
temize çıkarmasın.» buyurdu.[657]
Bir kımse arkasında
hoşlanılmayacak sözler söylemenin veya yüzüne karşı çirkin lâf etmenin günah
olduğuna dair hadîs-i şerifler daha önceki mevzularda geçmiş bulunmaktadır.
Islâmda her şey ölçülü olduğundan övmenin de bir şekli bulunmaktadır. Hangi
mevki ve derecede olursa olsun, insanların manevî olgunluğunu ve gerçek
değerini ancak Allah Tealâ bilir. İnsanlar görünüşe bakarak çok aldanabîlirler.
Onun içîn bir arkadaşın övülmesi icab ettiği zaman, ben onu şu veya bu işinden
ve halinden dolayı iyi biliyorum, zannımca iyi kimsedir, şeklinde övmek
gerektir. Kemal iman sahibidir, muhakkak Cennetliktir, gerçek müttakî'dİr,
şeklinde kesinlikle övmek uygun değildir. Bu gibi övmeler riyakârlığa sebep
olduğu gibi, övülenİn de kibirlenmesine ve kendini beğenmesine vesile teşkil
eder. Ya-nilmayan ve her şeyi olduğu gibi kemaliyle bilen Allah Tealâ
olduğundan, hiç kimseyi yalan veya yanlış bir şekilde mübalâğa ile Allah'a
karşı tezkiye etmek, kula yaraşmayan aşırı bir hareket olur. Bu duruma
düşmemek için çok ihtiyatlı hareket etmek, uygun bir iş olur.[658]
334— Ebu
Musa'dan rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir adamın, bir adamı övdüğünü ve onu övmekte
mübalâğa ettiğini işitti. Bunun üzerine:
Adamın belini
kırdınız.» Yahud «Helak ettiniz.» buyurdu.[659]
Burada da, bir kimseyi
aşırı derecede övmenin, ona iyilik olmayacağı, aksine gurur ve kİbire
düşmesiyle felâketine sebebiyet verilmiş olacağına işaret buyurulmuştur. Bundan
önceki hadîs-İ şerîf ve açıklamasına bakılsın.[660]
335— (82-s.)
İbrahim ibni Teymî, babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle dedi:
— Hazreti Ömer'in yanında oturuyorduk; bir adam
bir adamı yüzüne karşı övdü. Bunun üzerine Hazreti Ömer:
— Adamı öldürdün, Allah seni öldürsün, dedi.[661]
Burada şu soru hatıra
gelebilir: Hz. Dm er, bir kimsenin aleyhine olarak nasıl dua etmiştir? Bunun
cevabında, bir kimsenin âhiretinin helâkİ-ne sebep olacak şekilde harekette
bulunmanın cezası büyüktür. Dünyadan göçmek cezası ise çok daha hafiftir. Bu
adamı yüzüne karşı fazla övmek, övDlenin âhİretini yıkmak demektir. İşte bunu
yapana, ölüm İstemek daha hafif bir ceza olur. Çünkü Dünyadan nasıl olsa göçüp
gidilecektir. Önemli olan âhiret azabından kurtulmaktır.[662]
336— (83-s.)
Zeyd ibni Eşlem babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle dedi:
— Hazreti Ömer'in şöyle buyurduğunu işittim: «—
Övmek, öldürmektir.»
Muharnmed demiştir ki:
— Bu sözün gerçekleşmesi, övülenin söylenenleri
aynen kabul edip de onlara inanması ile olur.
(Bu takdirde övülen, kendisinde varlık görür, gurur ve kibire kapılır
ve böylece âhiretini harap etmiş olur.)[663]
337— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— Ebû Bekir ne güzel
adamdır, Ömer ne güzel adamdır, Ebû Ubeyde ne güzel adamdır, Üseyd ifcni Hudayr
ne güzel adamdır, Sabit ibni Kays ihni Şemmas ne güzel adamdır, Muaz ibni Amr
ibni'l-Cemûh ne güzel adamdır, Muaz ibni Cebel ne güzel adamdır!» (Sonra
Peygamber) buyurdu:
— Falanca ne kötü
adamdır, falanca ne kötü adamdır!» yedi kişiye kadar saydı.[664]
Bir kimsenin Cennet'e
müstahak bulunduğunu İfade edecek şekilde onu, kesinlikle iman, takva ve ihsan
sahibi vasıflarla övmek yasaklanmıştır. Ancak Hz. Peygamberin müjdelemesi veya
haber vermesi gibi kat'î delillere dayanarak övmek mubahtır. Genel olarak,
zannımca ve kanaatimce şöyle iyidir, demek sureti ile övmenin bir sakıncası
yoktur. Arkadaşını kibre götürecek veya kendini beğenmeye sevk edecek övmeler
de yasaklar arasına girer. Zuime uğrayan bir insanı kurtarmak veya ölüm halinde
muztar durumda olanın maneviyatını kuvvetlendirmek gîbi sebeplerle bunlar
Övülebilir.
Bu hadîs-i şerifte
Peygamber Efendimizden çıkan medihlerle zemmedİşler, ashabın gerçek
durumlarının aynını ifade olduğundan ve bu hükümlerde yanılma bulunmadığından
bu gibi övmeler hakkın bir açıklanırdır. Diğer insanların övgüleri buna kıyas
edilmez.[665]
338— Hazreti
Âişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir :
— Bir adam, Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in huzuruna varmak için. izin istedi. Bunun
(arzusunun Peyganiher'e iletilmesi) üzerine, Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve
Sellem):
Ne kötü aşiret
çocuğudur!» buyurdu. Adam içeri girince, Peygamber ona güler yüz gösterdi ve
ona yumuşak davrandı. Adam (evden) çıkınca, başka biri (içeri girmek için)
izin istedi. Hazreti Peygamber bunun hakkında:
«— Ne güzel aşiret
çocuğudur!» buyurdu. (Bu adam) içeri girince, Peygamber ötekine gösterdiği
yumuşak davranışı ve güler yüzlülüğü buna göstermedi. (Bu ikinci) adam
çıkınca, dedim ki :
— Ey Allah'ın Resulü!
Falan kimse için (kötü) söyledin, sonra ona güler yüz gösterdin. Falan kimse
için de (iyi) söyledin; halbuki buna, ötekine davrandığın gibi davrandığını
görmedim?
Hazreti Peygamber
şöyle buyurdu:
«— Ya Âişe!
İnsanların en kötüsü, fenalığından
korkulan kimsedir.»[666]
Bu hadis-i şeriften
çıkarılan hükümler:
1— Fasık
olduğu aşikâr bulunan kimse aleyhine söz konuşmak ve gıybetinde bulunmak
caizdir. Böyfe kimselerin fenalığını söylemekle, insanlar onun şerrinden
korunmuş olurlar. Nitekim Hz. Peygamber'in köiü diye vasıflandırdıkları şahıs,
hadîs âlimlerinçe ismi bilinen ve gerçekte müstüman olmayan biri idi.
2— Kötü
insanları yola getirmek ve onların şerrinden korunmak İçin böylelerine yumuşak
davranmak ve tatlı sözle gönüllerini almak caizdir. Bununla beraber,
fenalığından korkutarak kendisine böyle yumuşak dav-ramları kimse de insanların
en kötüsüdür.[667]
339— Ebu
Ma'mer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
— Bir adam kalktı,
kumandanlardan bir kumandanı övmeğe durdu. Bunun üzerine Mikdad, adamın yüzüne
toprak saçmaya başladı ve dedi ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), övücülerin yüzlerine toprak saçmamızı bize
emretti.[668]
Övücülerin yüzlerine
toprak serpmenin manası üzerinde âlimlerin birbirinden farklı beş görüşü
vardır:
1— Mikdad
hazretlerinin anladıkları gibi, övücünün yüzüne toprak serpmek gerekir. Lâfzın
delâlet ettiği açık mana budur.
2— Övücünün
bir şey eide edemediğine ve mahrum kaldığına delâlet eder. Nitekim Arablar, bir
kimse murad ettiği şeye nail olamaz ve bir menfaat temin edemezse, onun
hakkında :
«— EH toprak dolu
olarak döndü.» derler. İşte Peygamber Efendimiz de, övücünün maksadından bir
şey kazanamadığını ve sevabdan mahrum olduğunu ifade etmiş oluyorlar.
3— «övücünün
yüzüne toprak saçın...» sözü, bu kimsenin davranışına rıza göstermeyin, ondan
hoşnud olmayın manasını taşır. Nitekim Arablar, bîr kimsenin sözünden
hoşlanmadıkları zaman; «Ağzına toprak dolsun.» derler.
4— Bu söz,
medhedil-ene, övülene mahsustur. Övülen kimse eline toprak alıp önüne serpmeli
ve onun kendisine ne kazandırabileceğini düşünmelidir. Bundan bir fayda temin
edilemeyeceğini anlamakla artık övülmeden dolayı gurur ve taşkınlığı zail
olmuş olur.
5— övücünün
maksadını anlamak sureti İle onu tatmin için kendisine az bir şey vermekle
övmesine engel olmak manasını taşır. Yani, övücünün yüzüne toprak serpin, ona
toprak gibi kıymetsiz bîr şey verin ve onu susturun demektir.
Övmenin hangi
şartlarla mubah olabileceği, daha önceki hadîs-i şerifler münasebeti ile
açıklanmıştı.[669]
340— Ata
ibni Ebi Rebah'dan:
— (Abdullah) İbni Ömer'in yanında bir adam, bir
adamı övüyordu. Bunun üzerine İbni Ömer, o adama doğru toprak serpmeğe başladı
ve dedi ki:
— Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— övücüleri
gördüğünüz zaman, yüzlerine toprak serpin.»[670]
341— Recâ
ibni Ebu Reca, Mihcen El-Eslemî'den rivayet ederek şöyle demiştir :
— Bir gün Mihcen'le beraber bulundum da ikimiz
Basra'lıların Mescidine kadar gittik. O anda, mescidin kapılarından bir kapı
üzerinde Bü-reydetü'l-Eslemî oturuyordu. (Yine Reca) dedi ki:
— Mescid içerisinde namazı uzatan, (çok namaz
kılan) Sekbe adında bir adam vardı. Biz mescidin kapısına kadar girince, aslen
şakacı olan ve sırtında bir hırkası bulunan Büreyde (arkadaşıma hitaben) şöyle dedi:
— Ey Mihcen! Sen, (içerde namaz kılmakta
olan) Sekbe'nin namaz kıldığı gibi namaz
kılar mısın? Mihcen, Büreyde'ye cevap vermedi ve geri döndü. (Sonra) Mihcen'in şöyle dediğini Reca
anlattı:
— Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) elimden
tuttu ve birlikte yürümeğe başladık, tâ Uhud'a
çıktık, Hazreti Peygamber yukardan Medine'ye bakıp şöyle buyurdu :
«— Vay yazık, şehirler
anası şehir! Ahalisi bu şehri bulunduğundan daha mamur bir şekilde
bırakacaktır. Deccal buraya gelecek de, her kapısında (kılıçlı) bir melek
bulacak; Deccali (melek) şehire sokmayacak.»
(Sonra Peygamber Uhud
dağından) aşağı indi. Ne zaman ki Mescide vardık, Resûlüllah (SallalSahü Aleyhi
ve Sellem) gördü ki, bir adam namaz kılıyor, secde.ediyor ve rükûa varıyor.
Resûlüllah (SallallahüAleyhlve Setlem) bana:
«— Bu kimdir?» dedi.
Ben de onu övmeye başladım ve dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Bu falandır, bu
ialancadır (diyerek övdüm). Hazreti Peygamber, (bana) :
«.— Dur, ona
işittirme, yoksa onu helak edersin.» buyurdu.
Mihcen dedi ki,
Peygamber yürümpğe başladı. Saadethanelerinin yanına varınca, (topraklı olan)
ellerini silkti, sonra şöyle dedi:
«— Dininizin en
hayırlısı, kolay olanıdır. Dininizin en hayırlısı, kolay olanıdır.» Bunu üç
defa buyurdular.[671]
Bu hadîs-i şeriften
çıkarılan hükümler:
1— Küfür
öncüsü Deccal, Medîne-i Münevvere'ye gitmek isteyecek, fakat Allah Tealâ'nın
koruması ile, eskisinden daha çok İmar edilmiş olacak bu şehre giremiyecektİr.
2— Bir
kimseyi işitecek şeklldo övmek, onun helakine sebep olmaktır. Bunu yapmamak
icab eder. Çünkü böyle övmelerden, övülen gurur duyar, kibirlenir, bulunduğu
halde kalır ve ilerlemez. Akıbetinden emin olur da helake düşer.
3— Dinin
hayırlısı, kolay olanıdır. İbadetler böyle olduğu gibi, İnsanlar arasındaki
münasebetler de böyledir. Ne kadar çok İbadet edilirse edilsin, din daima
üstün gelir. Usanacak ve bıkacak şekilde ibadetler makbul değildir. İnsanlar
arasındaki işlemlerde kolaylık göstermek de Peygamberimizin emirlerindendİr.
Mal alırken kolaylık göstermek, satarken kolaylık göstermek, borcu vermekte
kolaylık yapmak, alacağı İsterken sıkıştırmak-sızın müsamaha etmek müslümanlara
tavsiye edilen vazifelerdir. Bunlarda hep kolaylık vardır. Güçlüğü terk etmek
icab eder.[672]
342 — Esved
ibni Sürey'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Peygamber (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'e gittim de dedim ki,
Allah'ı hamd ve senalarla çok övdüm, seni de övdüm. Hazreti Peygamber:
Elbette, senin Rabbin
hamdı sever,» buyurdu. Bunun üzerine ben, ona, şiir okumaya başladım. Sonra
(içeri girmek için) dazlak ve uzun boylu bir adam izin istedi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana: «— Sus!» dedi. Adam içeri girdi ve bir
müddet konuştu, sonra çıktı gitti. Ben yine Peygamber'e şiir okudum. Sonra adam
(tekrar) geldi. Peygamber beni susturdu. Adam sonra çıktı. Adam bu gelişini
iki veya üç kere tekrarladı. (Ben Hazreti Peygambere sorup) dedim ki:
— Kendisinden ötürü beni susturduğun bu adam
kimdir? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
— Bu bir adamdır ki,
boş şeyi sevmez.»
Esved ibni Sürey'den
başka bir yoldan edilen rivayete göre Esved şöyle dedi:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
'e dedim ki: Seni
övdüm, Allah (Azze ve Celle) 'yi
de Övdüm.[673]
Hz. Peygamberin huzuruna
birkaç defa girip çıkan şahsın Hz. Ömer olduğuna dair hadîs âlimlerinin
açıklaması vardır. Peygamber Efendimiz, şür hakkında, batıl = boş şey
buyurması, âhiret için bir sevab temin etmediğine bİnaendir. Överek veya
yererek şiir san'atı ile kazanç temin etmenin boş şey olduğunu, şair E s v e d
'e, bir vesile ile Peygamberimiz ifade buyurmuşlardır. Her lezzet ki, âhİrette
bir lezzet kazandırmaz, o lezzet hoş ve batıl sayılır. Hoşa giden ve âhiret
İçin bir sevab kazandırmayan şiirler de böyledir.
Buradan anlaşılıyor
ki, Esved'in gönlünü almak ve onu meyus bırakmamak ve ona ihsanda bulunmak
için şiir okumasına Hz. Peygamber müsaade etmiş ve buna ihtiyacı bulunmayan Hz.
Ömer Efendimize şiir dinletmemişlerdir.[674]
343— (84-s.)
Yusuf ibni Nüceyd rivayet ederek diyor ki:
— Babam Nüceyd bana şöyle anlatmıştır:
— Bir şair (büyük dedem) İmran ibni Husayn'e
geldi. îmran bana (bahşiş) verdi. İmran'a sordu:
— Şaire (bahşiş) veriyorsun? Şöyle cevap verdi:
— Şerefimi (şerrinden) koruyorum.[675]
Bu eserden anlaşılıyor
ki, bir insan ırzını ve şerefini korumak için ihsan ve ikramda bulunabilir,
insan malı ile, kendi şeref ve şahsiyyetini, başkalarının dilinden veya
elinden gelebilecek zararlardan koruması gerekir. Mal ve para, kötülükleri
kaldırmaya ve menfaat temin etmeye bir vasıta olmalıdır. Hayır getirmeyen malın
insana ancak zararı dokunur. İbret gözü ile bakılınca, cemiyet içerisinde bunun
misalleri çok olarak görülebilir.[676]
344— (85-s.) Muhammed'den rivayet edildiğine göre demiştir
ki:
— Ashab şöyle
derlerdi:
«— Arkadaşına ağır gelecek
şeyi ona ikrara etme.»[677]
Bir müminin, mümin
kardeşine, onu incitmeden şerefini rencide etmeden iyilikte ve ihsanda
bulunmalıdır. Başa kakacak şekilde veya tahkîr ifade edecek tarzda yapılacak
ikramın manevî bir değeri olmadığı gibi, Islâmm emrettiği kardeş olma ve
sevişme bağlarını koparır. Onun için insanlara durumlarına göre ikramda
bulunurken, onlara ağır gelecek davranışlardan sakınmalıdır.[678]
345— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— İnsan, hasta
kardeşini görmeğe gittiği zaman yahut sıhhatteki kardeşini ziyaret ettiği zaman,
Allah o ziyaretçiye şöyle buyurur: (Yaşayışında) hoş olasın, (âhiret yolunda)
yürüyüşün de hoş olsun ve Cennette bir konak edinesin.»[679]
Allah rızasını
gözeterek mümin kardeşi, ister hasta bulunsun ve ister sıhhatte olsun, ziyaret
etmek sünnettir. Peygamberin sünnetini İhya etmek ise bir ibadettir. Bunun
karşılığında Allah Tealâ müminlere mükâfat va'd buyurmuştur. Bu hadîs-i şerif,
va'd buyurulan mükâfatları bildirmektedir. Ziyaretçiye hitaben dua şeklî İle
Allah Tealâ hazretlerinin bizzat ifade buyurması, fiilin gerçek faile isnadı
dolayısiyledir. Nitekim Ibni Mace'-nİn tahriç ettiği hadîste :
«— Gökten Inr melek,
ziyaretçiye hitab eder.»
Şeklinde rivayet
vardır kî, burada dua işi, Allah Tealâ hazretlerine değil de Meleke isnad
edilmiştir. Yani Melek, ziyaretçinin işinden hoşnud kalarak ona, dünyada iyî
bir yaşayış ile Cennet'te ikâmet niyaz eder, Me-lek'lerİn duası ise, makbuldür.
Bazt âlimler de
lâfızlara dua manası yerine haber manası vermektedirler kİ, doğrudan doğruya
ziyaretçi dünyada hoşluk içindedir, âhirette ise, Cennet'te bir konak
edinmiştir, demek olur. Her İki manası İle anlaşılıyor ki, bir menfaat
karşılığı olmaksızın müminleri ziyaret etmenin sevabı büyüktür. Hem dünyada,
hem de âhirette refah vesilesidir.[680]
346— (86-s.)
Ümmü Derda'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir;
— Selman, Meda'in şehrinden Şam'a kadar yaya
yürüyerek bizi ziyaret etti. Üzerinde bir elbise ve kısa bir şalvar vardı.
(Yani paçaları kıvrılmış şalvarı vardı, demiştir râvi.) İbni Şevzeb de (rivayetinde) demiştir ki:
— Selman başı kırkılmış olduğu halde üzerinde
bir elbise ile görüldü. Kulakları düşüktü. Yani (kulakları) uzun ve genişti.
Selman'a şöyle dendi:
— Biçimini ve kılığını çirkinleştirdin. O cevab
verdi ;
— Gerçek hayır, âhiret hayrıdır.[681]
Hazreti S e I m a n'dan rivayet edilen ve S e I m a n'm şahsiyeti ile ilgili bulunan
bu haberde iki önemli nokta vardır:
1— S e I m
an - i Farisî, dostlarını sırf ziyaret İçin Meda'in şehrinden
Şam'a kadar yaya yürümüştür. Meda'in, Bağdad'ın 26 Km. güney doğusunda ve
Dicle nehri sahilinde eski bir şehrin adıdır. Hicretin 16. yılında Hz. Ö m e r rin hilâfeti zamanında Sa'd
ibni Ebİ Vakkas tarafından feth olunmuştu. Şimdi
harabe halindedir, işte Selman Allah rızasını kazanmak için Meda'in'den
Şam'a kadar yürümek külfet ve zahmetine katlanmıştır. Selman'in bu hareketi,
bize kardeş ziyaretinin ne kadar büyük bir önem taşıdığını göstermekte ve bize
örnek teşkil etmektedir.
2— Kılık-kıyafet
düzgünlüğü dış görünüşten ibaret bîr haldir. İnsanı İnsan eden ulvî gayeler,
düşünce, niyyet ve hareketler bulunmadıkça, şekilden ibaret kıyafetin hiç bir
değeri olmaz ve İnsanı kurtarmaz. S e I m a n 'in dediği gibi, insanı
kurtaracak olan kıyafet değil, âhiret için değeri olan hayırlı amellerdir.
Nitekim bunu kendisi ispat etmiştir, öyle kİ, kilometrelerce yaya yürümek
suretiyle dostlarını ve din kardeşlerini ziyaret etmiş ve böylece hayırlı amel
işlemiştir. Allah rızası için ihtiyar ettiği bu zahmet uğruna kılık-kıyafetinin
düzgünlüğüne özenmerntştir; veya buna türlü mahrumiyetlerle imkân
bulamamıştır. Bu demek değildir kİ, dinîmizde kıyafet düzgünlüğü yoktur.
Dinimiz daima iyiyi ve güzeli emreder; temizliği de ibadetin başı sayar. Ancak
bütün bunlar, iman ve ihlâs bütünlüğü mevcut olmak suretiyle kıymet kazanırlar.
Onun için iman ve ihlâslı amel olmaksızın kıyafet düzgünlüğünün bulunması
şekilden ibaret kaltr ve âhiret için hiç bir değeri kalmaz. Önce âhiret için
geçerli amel, sonra kıyafet düzgünlüğü gelir. Sırf hayırlı amel İnsanı
kurtarır, fakat sırf kıyafet güzelliği İnsanı kurtarmaz. Ikİsİ bir arada
bulununca, da kemal hasıl olur.[682]
347— Enes
ibni Malik'den rivayet edildiğine göre:
«— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSeîlem), Ensar'dan bir ev halkını ziyaret etti de onlar
yanında yemek yedi. (Evden) çıkacağı, zaman, evin bir tarafında namaz kılmak
için bir yer (hazırlanmasını) emretti. Peygamber için bir yaygı üzerine su
serpildikten (ve temizlendikten) sonra, üzerinde namaz kıld: ve onlara dua
etti.»[683]
Bu hadîs-i şeriften şu
hükümler çıkar:
a) Ziyaretine
gidilen bir arkadaşın evinde yemek yenebilir. Bu, Peygamber Efendimizin bir
sünnetidir.
b) Yemek
yenilen evde, vakit harici olduğu zaman teberrüken namaz kılmak ve namaz
sonunda hane sahiblerine dua etmek yine sünnettir.[684]
348— Anlatıldığına
göte Abdülkerim Ebu Ümeyye, üzerinde sof bir elbise olduğu halde Ebu'UÂliye'nin
yanına geldi. Ebul-Âliye (ona hitaben):
«— Gerçekten bu,
Allah'dan korkanların elbisesidir. Müslümanlar birbirlerini ziyaret edecek
olurlarsa, güzel giyinsinler, dedi.»[685]
Müslümanlar
birbirlerini ziyaret edecekleri zaman, kıhk-kıyafetlerini düzeltmeleri ve güzel
bir şekle bürünmelerİ gerektiğine bu haber işaret etmektedir. Hem ziyaretle,
hem de güzel ve temiz elbise giyme'de İlgiü olan bu haber, bîr de bundan sonra
gelen hadîs-İ şerif ve babına ait olduğu mevzua biraz uzak görülüyorlarsa da,
yine ziyaretle ilgilidirler.[686]
348— (M.)
Hazreti Esma'nm azadlısı Abdullah şöyle anlattı:
— Esma Hazretleri,
bana kaim yünden örülü bir cübbe çıkardı, üzerinde ipekten oluklanmış bir bez
vardı. Elbisenin (ön ve arka) yırtmaçları, bu ipekle dikilip çevrelenmişti.
Esma şöyle dedi:
«— Bu, Resûlüllah (Salkılîahü Aleyhi ve Sellem)
'in cübbesidir; bunu (gelen misafir ve) elçiler için ve cuma
gününde giyerlerdi.»[687]
İpekli elbise giymek
ve süs olarak altın takınmak erkekler için haranı olduğuna dair hadîs-i şerif
vardır. Burada ise, elbisenin tümü ipekten mamul olmayıp, yalnız yaka ve
yırtmaç kısımlarının dibaç denilen bir nevi ipekle çevrelİ bulunduğu cihetle
bir alâmet yerinde bulunduğundan bu şekilde elbise giymenin haram olmadığı
anlaşılmış oluyor.
Bundan önce geçen 26
ve 71 sayılı hadîs-i şeriflerde Peygamber Efendimizin giyilmesini
yasakladıkları elbise ise, büsbütün İbrişim!! ve nakışlı olan ve İpekten mamul
bulunan elbise idi. Anlaşılıyor ki, elbisenin cüz'i bir kısmında ipekli yama
bulunması, yasak kısmına girmemektedir. Böyle bir elbiseyi, cuma günlerinde ve
elçilerin ziyaretleri zamanında Peygamber Efendimizin giymiş bulunduklarını,
Hz. Ebu Bekir (Radiyallahu anh) hazretlerinin kerîmesi ve Hazretİ Âişe
validemizin kız kardeşi Esma (iZacüyallahü anha) haber vermektedir.
O halde müslümanlar,
cuma ve bayram günlerinde, özel ziyaretçilerini kabulleri sırasında, en temiz
ve en güzel elbiselerini giymeleri sünnete uygun bir hareket olur.[688]
349— Abdullah
ibni Ömer'in şöyle dediği işitilmiştir :
— (Babam) Ömer, (istebrak adında) bir ipek
elbise buldu. Onu Pey-gamber(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e getirip şöyle dedi:
— Bunu satın al ve cuma zamanında yahud sana
ziyaretçiler geldiğinde bunu giy. Aleyhisselâm buyurdu ki:
«— Bunu, ancak
âhirette nasibi olmayan giyer.»
Sonra Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'e elbiseler getirildi. (Hazreti Peygamber
bunlardan) bir elbise Ömer'e, bir elbise Üsame'ye, bir elbise de Ali'ye
gönderdi. Ömer şöyle dedi:
— Ey Allah'ın Resulü! Bu elbiseyi bana
gönderdin, halbuki bunun hakkında gerekli sözü söylediğini işitmiştim, (bunu yasaklamıştın). Bunun üzerine
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu:
«— Onu satarsın,
yahut (giymeyip) ihtiyacında
kullanırsın.»[689]
Gerekli açıklama için
26 ve 71 sayılı hadîs-i şeriflere bakılsın.[690]
350— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Saîlaüahü Aleyhi ve Selîem)
şöyle buyurdu :
«— Bir adam, (başka)
bir şehirde olan kardeşini ziyaret etmişti. Allah, o adamın geçeceği yol
üzerine bir Melek'i gözcü göndermiş ve Melek ona şöyle demişti:
— Nereye gitmek istiyorsun? Adam:
— Şu şehirdeki kardeşime, dedi. Melek:
— Onun, senin üzerinde ödemekle yükümlü olduğun
bir iyiliği var mı? dedi. Adam:
— Hayır, dedi. Ben, onu (bir menfaat için
değil), Allah için seviyorum. Melek şöyle dedi:
— Ben, Allah'ın sana gönderdiği elçiyim. Sen o
kardeşini sevdiğin gibi, Allah da seni sevmiştir.»[691]
Bir menfaat
gözetmeksizin veya bir minnet altında kalmaksızın bir din kardeşini ziyaret
etmenin fazileti ve mükâfatı Allah sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Allah
rızasını kazanmak da âhiretin ebedî saadet ve nimetini elde etmek demektir. Bu
bakımdan kardeş ziyaretinin önemi çok büyüktür. Birbirine bağlılığı temin
eder, karşılıklı fedakârlığı sağlar ve müs-lümanlar arasında ahenk kurulmasına
sebep olur.[692]
351— Ebu
Zer'den (rivayet edilmiştir. O diyor,) dedim ki :
— Ey Allah'ın Resulü! İnsan, bir topluluğu
sever de onların ameline erişmeye güç yetiremezse (durumu ne olur?) Peygamber:
«— Ya Ebu Zer, sen
sevdiğinle berabersin,» buyurdu. Dedim ki:
— Ben, Allah'ı ve onun Peygamberini seviyorum.
Peygamber:
«— Sen, sevdiğinle
berabersin, ey Ebu Zer!» buyurdu.[693]
İnsan sevdiği
kimselerin, ilim ve amellerinde eşiti olamaz. Onların erişmiş oldukları manevî
derecelere de ulaşmış bulunamaz. Bununla beraber insan, âhirette sevdiği kimselerle
beraber olur. Âhİrette beraber olmak demek, aynı makamda bulunmak demek
değildir.
Hazreti Peygamber'i en
çok seven, ona en yakın olan olur. Böylece insanlar sevgileri nispetinde,
sevdiklerine yakın bulunurlar.[694]
352— Enes'den
rivayet edilmiştir:
— Bir
adam. Peygamber
(SallallahüAleyhiveSellem)'e sorup şöyle dedi:
— Ey Allah'ın Peygamberi, kıyamet ne, zamandır?
Peygamber ona: «— Sen kıyamet için ne hazırladın,» buyurdu. Adam dedi ki:
— Büyük bir şey hazırlamadım, ancak Allah'ı ve
onun peygamberini seviyorum. Bunun üzerine Hazreti Peygamber :
«— Kişi sevdiği ile
beraberdir.» buyurdu.
Enes demiştir ki:
— Müslümanların îslâmı kabullerinden sonra, bu
günde sevindiklerinden daha çok sevindiklerini görmedim.[695]
353— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Küçüğümüze acımayan
ve büyüğümüzün hakkını tanımayan, tizden değildir.»[696]
İslâmda her şey bir
ölçü ve disipline bağlıdır. İnsanlar arasında mevcut hak ve vazifeler tayin ve
tespit edilmiştir. Allah'ın ve Peygctmber'in emir ve yasaklarını çiğnememek
şartı ile İnsanlara merhamer etmek, İslâm ahlâkının yüksek vasıflarından
biridir. Müdafaadan âciz bulunan ve haklarını koruyamayan çocuklarla zavallılara
vg muhtaçlara acımak ve onlara şefkat göstererek elden gelen hoş muamelede
bulunmak, Allah'ın rızasına uygun bir harekettir ve sevabdır. Zİra Allah Tealâ
merhamet edenlerin en merhametlisidİr.
Yalnız kalbin
duygulanması ile acınmak, merhamet sayılmaz. Bir kimsenin durumu icabı, ona
açındığı zaman, elden gelen yardımı da esirgememek icab eder. Hiç olmazsa onu
incİtmeksİzin tatlı ve hoş sözlerle gönlü alınmalıdır. İnsanların bilhassa
küçüklerine ve biçarelerine merhamet gerekli olduğu gibi, halini açıklayamayan
zavallı hayvanlara da merhamet etmek lâzımdır. Hatta bir hadîs-i şerifte,
susayan ve su içmeğe imkân bulc-mıyan bir köpeğe, merhamet ederek su çekip
İçiren bir İnsanın bu ameli, onun cennete girmesine vesile olduğu beyan
buyurulmuştur. Merhamet aynı zamanda sevgi bağlarını kuvvetlendirir, insanları
birbirine yaklaştırır.
Büyüklerin hakkını
bilmek ve tanımak, onlara saygı beslemek ve hürmet etmek demektir. Büyüklerin
ilminden, tecrübe ve görgülerinden faydalanmak, ancak onlara saygı beslemekle
mümkün olur. Büyüklere danışarak iş yapan, büyüklerin tecrübelerine kıymet
verip onların yolundan yürüyen hiç bir zaman pişmanlık çekmez. İşlerinde
başarılı olur ve büyüklerinin de takdir ve sevgilerine mazhar olarak onlardan
daima yardım görür. Böylece cemiyet içinde intizamlı bir hareket husule gelir
ve anarşi kalkar.
Her şahıs için,
kendinden küçük ve kendinden büyük insanlar bulunacağından, herkes küçüğüne
hürmet eder ve büyüğüne saygı beslerse, böyle bir cemiyetle İslâm ahlâkı
kemaline ermiş olur. Bu düzen İçine girmeyip de dişarda kalan, Peygamber
Efendimizin buyurduğu gibi, Islâmdan sayılmaz. Yanİ İslâm ahlâkının kemal
vasfından hariçle kalır. Islâmın manevî feyiz ve bereketinden mahrum olur.[697]
354— Abdullah
ibni Amr ibni'1-As, hadîsi Peygamber (Saîlallahü Aleyhi veSellem)e ulaştırarak
Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etti:
«— Küçüğümüze merhamet
etmiyen ve büyüğümüzün hakkını tam-mıyan bizden değildir.»
Yine Abdullah ibni Amr
ibni'l-As'dan Hazreti Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Seîlem) 'e ulaştırarak
bazı sened değişiklikleri ile bu hadîsin aynı rivayet edilmiştir.[698]
355— Amr ibni Şuayb babasından, o da dedesinden,
rivayetinde demiştir ki, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle
buyurdu :
«— Büyüğümüzün hakkım
tanımıyan ve küçüğümüze merhamet etmiyen bizden değildir.»[699]
356— Ebu
Ümame'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (SalîallahU Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— Küçüğümüze merhamet
etmeyen ve büyüğümüze tazim etmeyen bizden değildir.»[700]
357— (88-s.)
Eş'arî'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
— Ak saçlı (ihtiyar)
müslümana ve ezberlediği Kur'ân'ın manasiyle lâfzında taşkınlık etmeyen ve
ezberlediğini unutmayıp manası ile amel etmeyi bırakmayan hafıza ikram etmek,
Allah'a tazimden sayılır. Adalet sahibi sultana ikram da böyledir, (Allah'a
tazimden sayılır.)[701]
Tazim ve ikrama hak
kazananlardan üç kimseye işaret etmekte olan bu haberi inceliyelim :
1— Bundan
Önceki hadîs-i şeriflerde büyüklere hürmet eîmek ve onların hakkını tanımak
gerektiği beyan buyurulmuştu. Büyüklükten maksad, esas itibariyle yaş ve
tecrübe büyüklüğü ise de, buna ilimde büyüklük de dahildir. Her halde
büyüklere, ak saçlı ihtiyarlara ve ilim sahiplerine hürmet etmek bir
vecibedir. Öyle ki, buna riayet etmiyenler,«Bizden değildir.» kelâmı ile
Hazreti Peygamberin ağır İthamına maruz kalmışlardır.
2— Allah
kelâmı olan Kur'ân-ı
Kerîmi ezberlemek, onun manasını
Öğrenip onunla amel etmek, tecvid kaidelerine riayet ederek onu düzgün okumak
ve taşkınlık etmemek, bir de okuduğu ve ezberlediği KıYân'ı unutmamak çok
büyük bir fazilet ve mertebe ifade eder. Böyle kimseler, İlim ve takva sahibi
olacaklarından bunlara İhsan ve ikramda bulunmak, Allah'ın rızasına uygun
düşeceğinden, bunlara ikramda bulunmak,
Allah'a tazim sayılmaktadır.
3— Hak
ölçülere bağlı olup, adaletten ayrılmayan bir idareciye veya devlet reisine
ikram ve hürmette bulunmak, yine Allah'ın rızasına uygun bir harekettir. Zira
Cenab-ı Hak, müsîümanlara hitaben :
«— Sizden olan
idarecilere itaat edin.» buyurmaktadır. Cemiyetin düzeni, huzur ve selâmetin
kazanılması hep hak ölçülere bağlı olan idarecilere karşı yapılacak itaatla
husule gelir. İşte böyle idarecilere itaat ve ikramda bulunanlar, Allah'a tazim
etmiş sevabını alırlar.[702]
358— Abdullah
ibni Amr ibni'l-As'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah
(Sallaîlahü A leyhi ve Seilem) şöyle buyurdu :
«— Küçüğümüze merhamet
etmeyen ve büyüğümüze tazim etmeyen bizden değildir.»[703]
359— Rivayete
göre, Abdullah ibni Sehl ve Muhayyisa ibni Mes'ud Hayber'e geldiler. Sonra
(işlerini görmek için) hurma bahçesinde birbirlerinden ayrıldılar. Sonra
(kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından) Abdullah ibni Sehl öldürüldü.
Haberin duyulması üzerine İbni Mes'ud'un iki oğlu Huveyyisa ve Muhayyisa ile
(maktulün kardeşi) Abdurrahman ibni Sehl,
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e gelip
(maktul) arkadaşlarının igi
hakkında konuştular. Cemaatın en küçüğü olan Abdurrahman söze başladı» Bunun
üzerine Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu;
«— (Senden) daha büyük
olanlara, konuşmak için öncelik ver.»
Yahya, bu sözün
tefsirinde :
— Yaşça en büyük olan söze devam etsin,
şeklinde açıklamada bulunmuştur.
Nihayet arkadaşlarının
(Öldürülme) işi hakkında konuştular. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seilem) (maktulün kardeşine hitaben) şöyle buyurdu:
«— Maktulünüzün, yahud
arkadaşınızın (Yahudiler tarafından öldürüldüğü iddianıza binaen) davasına
elli kişinin yemini ile hak iddia eder misiniz?
Onlar dediler ki, bu
görmediğimiz bir iştir, (buna elli kişi ile nasıl yemin edebiliriz.) Hazreti
Peygamber (Saîîallahü Aleyhi ve Seilem)
— O halde Yahudilerden
elli kişi yemin ederek sizin ithamınızdan kurtulsunlar?» buyurdu. Onlar dediler
ki:
— Ya Resûlallah! (Yahudiler)
kâfirler topluluğudur, (biz
bunların yeminlerine güvenenleyiz). Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) kendi tarafından onlara ölümün diyetini verdi.
Sehl demiştir ki, bu
(diyet olarak verilen yüz adet) develerden bir dişi deve yetişip ağıllarına
girdi ve ayağı ile beni tepti.[704]
Bu hadîs-i şerif iki
bölümü teşkil eder ki, biri terbiye ve adabla ilgilidir; diğeri ise İslâm
hukukunda cinayetlerle ilgili olan hukukî bir meseledir.
1— Edeble
İlgili kısmını teşkil eden husus, büyüklere söz hakkımn verilmesidir. Bir
toplumda, bir mesele müştereken görüşüleceği zaman, orada bulunanların en
yaşlısı söze başlamalıdır. Ona bu hakkı vermek İslâm terbiyesi İcabıdır. Ancak
kendisi konuşma hakkından feragat ederse, onun yerine daha küçüğü konuşmalıdır.
Büyüklere söze başlama hakkının verilmesi, onlara hürmet ifadesidir. Küçükler
bu saygıyı, daima büyüklere gac-termelidirler.
2— Bir
beldede, kimler tarafından öldürüldüğü bilinmeyen ve ölenin üzerinde öldürme
izleri bulunan kimsenin katilini bulmak için, o yer sakinlerinden elli kişiye
yemin verdirilir ki, bundan ötürü edilen yemine «Ka-same» denir.
Ölünün velisi, beldede
mevcut kişilerden elli kişiyi seçerek onlara yemin verdirilir ve onlar
yeminlerinde şöyle derler:
«— Vallahi, onu ben
öldürmedim ve kim öldürdüğünü de bilmiyorum.»
Bu arada suçu ikrar
eden olursa, cezasını çeker. Hepsi öldürmediklerine dair yemin ederlerse, hakim
bütün belde sakinlerine ölünün diyetini ödetir. Eğer belde sakinleri elli
kişiden az iseler, mevcut olanlara elli sayısı doluncaya kadar tekrar tekrar
yemin verdirilir. Ondan sonra diyet ödettirilir. Meskûn olmayan sahra gibi boş
arazilerde bulunan ölüler için «Kasame» yapılmaz. Faili bilinmeyen böyle
cinayetlerin kurbanları heder olur. Büyük caddelerde ve kalabalık sokaklarda
ölü bulunanlar için kasame yapılmayıp, bu gibilerin diyeti hazine tarafından
ödenir.[705]
İşte Hayber deki bir
hurmalıkta öldürülen Abdullah ibnİ M e s -u d[706]
için, yukarda izah edilen «Kasame» ikame edilemediği için ölünün diyeti,
Peygamber Efendimiz tarafından (yani hazine tarafından) yüz deve olarak
ödenmiştir.[707]
360— İbni
Ömer'den rivayet edildiğine göre demiştir ki:
— Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
— Bana bir ağaç
gösterin ki, onun hali müslümanm hali gibi olsun. Bu öyle bir ağaçtır ki, her
vakit Kabhisinm izin ile meyvasmı verir, yapraklarını da düşürmez.
Benim kalbime hurma
ağacı doğdu, (kendi kendime bu hurma ağacıdır, dedim.) Konuşmayı hoş görmedim.
Orada Ebu Bekir ve (babam) Ömer vardı, Allah her ikisinden razı olsun. Bu ikisi
(yani babam ve Ebu Bekir) konuşmayınca, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki:
— Bu, hurma ağacıdır.»
Ben, babamla beraber
dışarı çıktığım zaman dedim ki:
— Ey babacığım! Benim kalbime hurma ağacı
doğdu. Babam (bana) şöyle dedi:
— Bunu söylemekten seni engelleyen ne oldu?
Eğer bunu söylemiş olsaydın, bana şundan ve şundan daha sevgili olurdu. Hazreti
Ömer'in oğlu şu cevabı verdi:
— Beni konuşmaktan alıkoyan, seni ve Ebu
Bekir'i konuşmuyor görmüş olmamdır. Bunun için konuşmayı hoş görmedim.[708]
Bu hadîs-i şerîfte iki
mesele mevcuttur. Biri, müslümanm hurma ağacına benzemesi, diğeri de büyükler
konuşmadığı zaman, küçüklerin konuşabilecekleridir.
1— Hurmadaki
bazı özellikler bilinmelidir ki, müslümana benzeyiş cihetleri anlaşılsın. Hurma
sıcak memleketlerde ve kavurucu güneş altında yetişen ve yapraklarını dökmeyen
bir ağaçtır. Yaprakları ile insanları gölgelendirir ve onları güneş
çarpmasından, sıcağın zararından korur.
Yetiştirdiği meyvesi
de hem lezzet, hem de gıda bakımından diğer meyvelerden daha faydalı ve
devamlıdır. Her mevsimde ve her zamanda bulunması mümkündür, çürümez. Katıksız
olarak yendiğinde de yemek yerine geçer. Yapraklan hasır, örgü ve çardak
İşlerinde kullanıldığı gibi, diğer bütün cüzlerinden de faydalanılabilir.
Bir de baş tarafı
kesilince, artık yaşamaz. Nitekim İnsanın da başsız yaşaması mümkün değildir.
İşte gerçek bir
müslüman nasıl kî, çevresine ve bütün insanlığa faydali oluyorsa, hurma ağacı
da böyledir. Her bakımdan yaratıklara faydası vardır. Bu çeşitli yönleri
itibariyle faydalı olmada birbirlerine benzemektedirler.
2— Hazreti
Ömer'in kendi oğluna ifadesinden anlıyoruz kî, bir mecliste herhangi bir
sebeple büyükler konuşmayınca, küçük yaşta olanların konuşmalarında bir beis
yoktur. Zira oğlu konuşup da Hz. Peygamberin sormuş oldukları ağacın «Hurma
ağacı» olduğunu haber verseydi, buna çok sevineceklerdi. Bu gibi hallerde
küçüklerin mevzua uygun söz söylemeleri edebe aykırı değildir.[709]
361— Hakîm'den
rivayet edildiğine göre, babası Kays Ibni Asım, ölümü zamanında oğullarına
vasıyyet edip, şöyle dedi:
— Allah'dan korkunuz,
(takva sahibi kimseler olunuz) ve büyük olanınızı yüceltiniz. Çünkü bir
toplum, büyüğünü yüceltince, babaları yerine geçer, (onlar da hürmete lâyık
olurlar). Küçüklerini de yüceltince, bu hareket, onları, emsalleri arasında
hakarete düşürür. Siz iyilik yapmak için mal kazanın. Çünkü mal, iyi kimse için
şeref sebebidir ve onun sayesinde şerefsizlerden müstağni kalınır. İnsanlardan
istemekten sakının; çünkü istemek, insanın en son kazancıdır, (çaresiz kalan
insan ancak dilenir ve insanlardan ister ki, bu şekildeki kazanç en son baş
vurulacak bir geçim yoludur). Ben öldüğüm zaman avazla ağlamayınız; çünkü
Resûlüllah (Salîaîîahü Aleyhi ve Selîem) üzerine bağıra çağıra ağlanmamıştır.
Ben ölünce de beni bir yere gömün ki, Bekir İbni Vâil gömüldüğüm yeri bümeşin;
çünkü ben, cahiliyet zamanında, onlar habersizken onlara saldırıp zarar
veriyordum.»[710]
Ashab-ı kiramdan olup,
ileride hal tercemesi verilecek Kay s ibnİ Ası m 'in oğullarına
vasiyeti münasebeti ile
Peygamber Efendimizin :
«Ölülere avazla
ağlamayınız».
Hadîs-i şeriflerini
nakletmişlerdîr. Kay s hazretlerinin oğullarına vasiyetini madde madde ele
alalım :
1— Allah'dan
korkunuz ve büyüklerinizi yüceltiniz, onlara saygı gösteriniz : Allah Tealâ
hazretlerinden korkmak, onun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından
sakınmak manasını taşıdığından takvanın
karşılığı olarak ifade edilmiştir ki, Islâmda takva esastır ve manevî
derece bununla ölçülür. Zira Cenab-i Hak :
«— Allah katında sizin
en iyiniz, en ziyade takvası olandır.» Buyu-ruyOr. Bu bakımdan vasiyetin
başında zikredilmesi, önemine binaendir.
Büyüklere saygı
beslemek ve onları üstün tutmak bir edeb İşi olmakla beraber, cemiyet içinde
disiplinin kurulması ve bir otorite etrafında birle-şilmesİ bakımından da
önemlidir. Büyüklerine hürmet edenler, onların yerine geçerler ve kendileri de
aynı şekilde hürmet görürler.
Küçüklerine saygı
gösterip onları yüceltenler İse, aksine olarak emsalleri yanında, hakarete
uğrarlar ve alay mevzuu olurlar. Böylece ahlâk dü-şöklüğü baş gösterir.
2— Mal
kazalımız ve onunla hayır işleyiniz, iyilik ediniz : Ahlâkı düzgün ve iyî
kimseler elinde mal, insana şeref kazandırır; çünkü iyi kimseler sahibi
bulundukları malı hayır işlerinde harcarlar, haramda İsraf etmezler. Kendİ
şeref ve vakarlarını korudukları gibi, başkalarının da hizmetinde bulunarak,
onların da takdir ve hürmetlerini elde ederler. Böylece şerefleriyle yaşarlar.
Kötü ruhlu ve bayağı kimselerin saldırılarından da mal sayesinde korunulur.
Onlara yapılacak ikram, kötülüklerine engel teşkil eder.
3— İnsanlardan
istemeyiniz ve dilenmeyiniz : Muztar duruma düşmeden İstemek ve ihtiyaç göstermek,,
Islâmda yasaktır, haram kısmına girer. Mükellef olan her erkek hem kendi
nafakasını, hem de geçimi ile yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını kazanmak
zorundadır. Çalışıp da idaresini temin yolunu tutmayan günah işlemiş olur.
Bununla beraber başkalarından istemek, onların minneti altına girmek demektir.
Şerefli insanlar için bu bir züldür, insanı küçük düşürür. Bu duruma düşmemek
İçin çalışıp kazanmak ve ihtiyaçları giderecek kadar mal sahibi olmak bir
vazifedir.
Hastalık ve sakatlık
gibi çaresiz durumlarda dilenmenin cevazı vardır. İşte en son baş vurulacak hal
budur.
4— Dlünce,
bağıra çağıra arkamdan ağlamayınız : Islâmdan önce cahiliyet devrinde ölüler
arkasında ağlamak için özel kadınlar temin edilir ve kiralanırdı. Ölü arkasında
bağıra çağıra mersiyeler okunur, elbise ve yakalar yırtılır, yüzlere vurulurdu.
Peygamber Efendimiz bütün bu hareketleri yasaklamış olduğundan Kay s
hazretleri de ölümünden sonra arkasından bağıra çağıra ağlanmamasını vasiyet
etmiştir. Buna da delil, Peygamber Efendimizin hadîslerini göstermişlerdir.
Şüphesiz ki ölüm,
İnsanlara üzüntü ve keder veren bir dehşet halidir. Bu üzüntü ağlamayı
gerektirir. Ancak hududu aşmamak, çırpınıp döğünmemek, elbise ve yaka
yırtmamak, elleri ve yüzü çırpmamak icab eder.
Kays ibni
Âsim kimdir?:
Künyesi Ebû AIİ olup
Temîm kabilesindendir ve güzel ahlâkı İle şöhret bulan ashab-ı kiramın
büyüklerindendir. Daha cahiliyet zamanında şarabın kendisine verdiği
sarhoşluktan ötürü içine düştüğü zararı anlayarak onu kendine haram kılmıştı.
Hicretin dokuzuncu
yılında kendi kabilesinden bir heyetle Hz. Pey-gamber'in huzuruna gelerek
İslâm'ı kabul etmiş ve Peygamber'in irtihalin-den sonra uzun zaman yaşamıştır.
Hem cahiliyet zamanında, hem de İslâm devrinde cesur, cömert, halım, vakur ve
şerîf durumunu devam ettirmiş, savaşlarında hep başarı sağlamıştır. Oğlu
Ahnef, yumuşak huyluluğu Üe soğukkanlılığını şöyle anlatmıştır:
«Bir gün Kays'ı gördüm
ki, evinin bahçesinde kılıcını kuşanmış oturuyor ve etrafındaki insanlara söz
söylüyor. O sırada elleri arkasına bağlanmış bîr adamla bir ölü getirildi.
Kays'a dendi ki:
— Şu gördüğün kardeşinin oğlu, senin oğlunu
öldürdü.
Hâdiseyi anlatan diyor
ki:
— Vallahi Kays ne oturuş halini değiştirdi, ne
de sözünü kesti. Sözünü tamamaldıktan sonra, diğer oğluna döndü ve ona şöyle
dedi :
— Yavrum kalk, kardeşini göm ve amcanın oğlunun
ellerini çoz. Annene de diyet olarak yüz deve götür; çünkü o garip bir
kadındır.
Kardeşinin oğluna da
şöyle hİtab etti:
— Kardeşimin oğlu, ne kötü iş yaptın! Rabbine
âsi oldun, akrnbalık bağlarını kopardın, amcanın oğlunu öldürdün, fakat kendi
nefsini helak etmiş oldun.
Rivayete göre otuz iki
kişiden ibaret olan çocuklarını ölümünden önce toplamış ve onlara şu nasihatte
bulunmuştur:
— «Şu birbirine bağlı otuz oku kırınız.
Evlâtları toplu halde
bunları kıramayınca, onları çözüp dağıtrvş ve :
— Teker teker bunları kırın, demiş.
Çocukları da bu okları
teker teker kırmışlar. Bunun üzerine çocuklarına hitaben :
— Siz de böylesiniz, toplu olursanız kırılmaz
ve yıkılmazsınız. Ayrı ayrı parçalara bölünürdeniz, kırılır ve yok olursunuz.»
dedi.
Basra'da bir ev edindi ve hicretin 42. yılında orada vefat etti. Allah
ondan razı olsun.[711]
362— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Resûlüllah
(SaUattahüAleyhiveSellem)'e turfanda bir meyva getirildiği zaman şöyle derdi:
«— Allah'ım! Şu
şehrimizde bize bereket ver. Ölçeğimizde ve ölçümüzde bereket üstüne bereket
ver.»
Sonra o meyvayı, yanında
bulunan çocukların en
küçüğüne verirdi.[712]
Hadîs-i şerif bize iki
şeyi öğretmektedir:
1— Allah'ın
nimetlerinden birine turfanda olarak
kavuşulunca, Peygamber Efendimizin ettikleri dua gibi duada bulunmak ve
Allah'dan bereket istemek sünnetttr ve şükür ifadesidir. Bereketi bulunmayan,
yanı İnsanların sağlığına ve selâmetine yararlı olmayan nimet ne kadar bol
olursa olsun, o bereketli sayılmaz. Bereket yararlı olmaktadır. Onun için
Allah'dan bereket istemek ve verdiği nimete şükretmek kulluk borcudur.
2— Takva sahibi
kimseler dünya malına meyletmediklerinden, turfanda olarak getirilen az şeyi
yemezler, arzu ve heveslen çok olan çocuklara verirler. Ahlâkın kemal
mertebesinde olan Peygamber Efendimiz böyle bir meyveyi yemeden hazır bulunan
çocukların en küçüğüne verirdi. Fazla miktar olunca hepsinin tatması uygun bir
hareket olur.
Çocukların yemeğe ve
meyveye meyilleri fazla olduğundan, onların arzusuna uymak gerekir.[713]
363— Amr
ibni Şuayb babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre, Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Küçüğümüze merhamet
etmeyen ve büyüğümüzün hakkını tanımayan bizden değildir.»[714]
353 sayılı hadîs-i
şerîf ve açıklamasına bakınız.[715]
364— Ya'lâ
îbni Mürre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle anlatmıştır :
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ile çıktık ve bir vemeğe davet edildik. O esnada
(Peygamberin torunu) Hüseyin yol üzerinde oynuyordu. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) topluluğun önüne koştu, sonra iki elini açtı. Çocuk Öteye
beriye koşmaya başladı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona gülüyordu.
Nihayet onu yakalayınca, iki elinden birini çocuğun çenesine ve diğerini de
bağına koydu. Sonra onu kucakladı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Hüseyin bendendir,
ben de Hüseyin'denim. Hüseyin'i seveni Allah sever. Hüseyin, torunlardan bir
torundur.»[716]
Bu rivayet, Peygamber
Efendimizin hareketine ait olan takrîrî sünnet ile sözüne ait olan kavlî
sünneti ihtiva etmektedir.
1— Peygamber
Efendimizin, torunu Hüseyin'i küçük
yaşında nasıl karşıladığını ve onu nasıl sevdiğini anlatan birinci kısım,
Peygamberimizin çocuğa karşı olan sevgi ve hareketini İfade ettiğinden takrîrî
sünnet kısmına girmekte ve bize çocuklara merhameti ve onları sevip kucaklamayı
öğretmektedir.
2— Hazreti Hüseyin
hakkında Peygamber Efendimizin bizzat:
«— Hüseyin bendendir,
ben de Hüseyin'denim. Hüseyin'i seveni Allah sever. Hüseyin torunlardan bir
torundur.»
Buyurması da kavlî
hadîstir ve sünnettir.
Bunun manası : İkimiz
bir vücud gibiyiz. Her İkimiz: sevmek ümmete gereklidir. Bu bakımdan H ü s e y
i n 'i seveni Allah sever; çünkü beni sevmiş sayılır. Ayrıca neseb bakımından
da Peygamber torunlarından bir torundur. Burada hem Peygamber ailesine bir
sevgi taşımanın lüzumuna, hem de çocukları sevmenin icabına işaret vardır.
Ya'lâ ibni
Mürre kimdir?:
Ashab-ı Kiramın ileri
gelenlerinden olup, annesinin ismi Siyabe'dir. Annesine de nispet edilerek yad
edilir. Künyesi de Ebu'l-Merazim'-dİr. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)
ile Hudeybiye, Hayber ve Mekke fethi, Huneyn ve Taif seferlerinde bulunmuştur.
Kendisi Peygamber Efendimizden ve Hz. Ali'den hadîs rivayet etmiş, oğullan
Abdullah ve Osman da ondan rivayet etmişlerdir. Ayrıca Rasid ibni Sa'd,
Abdullah ibni Hafs ve daha başka zevat Ya'lâ 'dan rivayet etmişlerdir. Kendisi
Kûfe'lilerden sayılır. Basra'da ev edindiği de söylenir. Allah ondan razı
olsun.[717]
365— (89-s.)
Mahreme'nin babası Bükeyr görcUi ki, Abdullah ibni Cafer, Ömer ibni Ebu
Seleme'nin kızı Zeyneb'i öpüyor. Kızcağız iki yaşında veya bunun gibi bir
yaşta bulunuyordu.[718]
Bu haberden anlıyoruz
ki, şefkat hissi ile küçük yaşta o!an kız çocukları öpmekte bîr beîs yoktur.
Burada adı geçen kız çocuğu Zeyneb, Hz. Peygamber in üvey kızıdır. Annesi ümmü
Seleme hazretleri olup, kocası Ebu Seleme öldürüldükten sonra onu Peygamber
Efendimiz nikahlamıştı.
Halbuki metinde
Zeyneb, Ebu Seleme 'nin oğlu O m e r 'in kızı olarak gösterilmektedir. Bu
İfadeye göre Zeyneb, Ebu Seleme'den olma Zey n e b'den başka Ömer ve Dürre
adında İki çocuğu daha vardı. Bunların en büyüğü de Ömer idi. Ömer ibni Ebu
Seleme 'nin hal tercemesinde Muhammed adında bir çocuğuna ras-gelİndi İse de
Zeyneb adında çocuğu söylenmemiştir. Bununla beraber Zeyneb adında çocuğu
olmass da uzak değildir. Bu çocuğu öptüğü rivayet olunan Abdullah ibni Cafer
de Ömer gibi Habeşistan'da doğmuştur. Her ikisi yaşıt olduklarına göre,
arkadaşı Ömer'in çocuğu kendisinden çok küçük olacağı muhakkaktır. Bu itibarla
Abdullah'ın Medine'de ö m e r 'in iki yaşındaki kızını sevip öpmesi gerçek bir
ifade olur.
Abdullah, Peygamber
Efendimizin amcası Ebu T a I i b 'İn torunudur. Abdullah'ın babası Cafer olup,
Habeşistan'a hicreti zamanında doğmuştur. Habeşistan'da İlk müslüman olarak
doğan çocuk Abdullah 'dır. Ebu Seleme 'nîn oğlu Abdullah da Habeşistan'da
doğmuş ise de, bunun doğumu daha sonradır.
Ahlâkta ve yaratılışta
Hz. Peygamber'e en ziyade benzeyen bu hal tercemesi geçen Abdullah idi.
Hicretin 84 veya 85 yılında, 80 yaşında olduğu halde vefat etti. Allah onlardan
razı olsun.[719]
366— (90-s.)
Hz. Hasan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Aile efradından
birinin saçına bakman gerektiği zaman, bakacağın kimse ya ailen olsun, yahud küçük
yaşta kız çocuğu olsun.»[720]
İslâm fıkhında
insanların birbirlerine bakması ve dokunması mevzuu dört kısımda mütalâa
edilir:
1— Erkeğin
emeğe bakması : Bir erkek mükellef çağındaki diğer bir erkeğin göbeği ite diz
kapaklan altı arasındaki kısım hariç olmak üzere diğer büiün organlarına
bakabilir ve dokunabilir. Kötü bir niyet olmaksızın bunda yasaklık yoktur.
Muayene ve tedavî gibi zarurî hallerde bakılması haram kısımlara, ihtiyaç
miktarı bakmak ve dokunmak mubah olur.
2— Kadınların
kadınlara bakması: Aynen erkekler gibi, kadınlar da göbekten diz kapağı altına
kadar olan kısmın dışındaki azalarına bakabilir ve dokunabilirler.
3— Kadınların
yabancı erkeğe bakması : Kadınlar erkeklerin göbekle diz kapağı altına kadar
olan kısmın dışındaki azalarına bakabilirler, ancak zaruret olmadıkça bu
kısımlarına dokunamazlar.
4— Erkeğin
kadına bakması : Bu kısım üçe ayrılır. Erkeğin zevcesine bakması, mahremine
bakması, yabancılara bakması.
a) Erkeğin
kendi zevcesine bakması : İster şehvetle olsun, isterse şeh-vetsiz olsun
erkekler zevcelerinin baştan ayağa kadar bütün azalarına bakabilirler. Kadınlar da
bu şekilde kocalarına
bakabilirler ve birbirlerine şehvetle ve şehvetsiz dokunabilirler.
b) Erkeğin
kendi mahremlerine bakması : Bir kimseye nikâhı caiz olmayan yakın akrabaya «Mahrem»
denir. Anne, kız kardeş, hala, teyze ve büyük anneler gibi... Böyle mahrem
olanların bütün baş kısımlarına, omuzdan itibaren bütün kollarına, boyun ve
göğüs kısımlarına, dizden aşağı bacaklarına şehvetsiz olarak bakabilirler ve
dokunabilirler. Şehvetle bakmak ve dokunmak haramdır.
c) Erkeğin
yabancı kadınlara bakmass : Şehvet hissi olmamak şartı ile erkekler, yabancı
kadınların yalnız e!, yüz ve ayak kısımlarına bakabilirler. Erke!<
şehvetten emin olsa bile, yabancı kadınların hiç bir azasına dokunamaz. Ancak
tıbbî müdahale gibi zaruret hallerinde İhtiyaç miktarı dokunabilir.
Bulûğ çağına yakın
olmayan küçük yaştaki kız çocukann, şehvet hissi olmaksızın galiz yerlerinden
başka azalarına erkeklerin bakmasında beis yoktur. Nİtekİm metinde icasdedil-en
kız çocukları bu hükme girmektedir. Saçlarına bakılabildiği gibi, diğer
azalarına da bakılabilir. Yaş hududu, şehveti celb etmİyecek şekilde gelişmemiş
olmakla tayin edilmiştir. Gelişmiş ve gösterişli çocuklar, bulûğa ermişler gibi
hüküm taşırlar.[721]
367— Abdullah
ibni Selâm'm oğlu Yûsuf şöyle demiştir :
«— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana Yûsuf adını verdi ve beni kucağına oturtarak
başımı okşadı.»[722]
Bu rivayetin
delâletinden anlaşılıyor ki, doğan çocuklara güzei is;m vermek ve onları sevip
okşamak sünnettir. Çocuklara merhametle ilgili hadîs-i şeriflerle ilgili mana
taşımaktadır.
Hadîs-i şerifi rivayet
eden Yûsuf, ashabı kiramdan Abdullah İbni Selâm'm oğludur. Aslen Yahudî olup,
İslâm'ı kabulden sonra sadakati ile şöhret bulmuştur. Oğlu Yûsuf küçük yaşta
iken Hz. Peygam-ber'i görme şerefine nail olmuş ve ondan hadîs-i şerîf rivayet
etmiştir. Rİ-vayet ettiği hadîsler, Sünen-i Ebi Davud ile Tsrmizî'de mevcuttur.
Ayrıca Yûsuf, babasından, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer ashabdan
rivayetleri vardır. Ömer ibni Abdülazİz devrinde vefat etti. Allah ondan razı
olsun.
Abdullah ibni
Selâm kimdir? :
İsrail neslinden olup
Medîne'li ashabdandır. İslâm'dan önce adı H u -sayn idi. Hz. Peygamber ona,
İslâm'ı kabul edişinde Abdullah is-mİnİ vermişti. Künyesi de E b u Y ûs u f
dur. Soyu Peygamber Hazreîi Yûsuf'a ulaşır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellcm)"\n Medine'yi teşriflerinde müslüman oldu. Kendisi şöyle anlatır:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'ye girdiği zaman, toplu bir cemaat halinde onu
görmeye gittik. Ben ona baktım ve yüzünü düşündüm ve bildim ki, bu yüz yalancı
yüzü değildir. Kendisinden İlk işittiğim söz şu olmuştur:
«— Ey nas! Selâmı
yayınız, yemek yediriniz, akrabanıza iyilik ediniz ve insanlar uykuda iken
geceleyin namaz kılınız. Böylece selâmetle Cen-net'e girersiniz.»
Abdullah ibni Selâm'in
cennet ehlinden olduğuna dair ha-dîs-i şerifler rivayet edilmiştir. Ayrıca
hakkında da âyet-i kerime nazil olmuştur, islâm'ı kabulü sırasında Yahudilerin
kendisi hakkında takındıkları tavrın hikâyesi meşhurdur.
Hazreti M u a v İ y e
'nİn hilâfeti zamanında hicretin 43 yılında Medine'de vefaı etti. Allah ondan
razı olsun.[723]
368— Hazreti
Aişe'fceA rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında oyuncak bebeklerle oynardım. Benimle
oynıyan kız arkadaşlarım da vardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
içeri girdiği zaman, arkadaşlarım ondan utanarak köşelere kaçar,
saklanırlardı. Peygamber onları okşıyarak bana gönderirdi ve onlar benimle
oynarlardı.»[724]
Bu hadîs-İ şerifin
delâleti ile kız çocukların oyuncak bebeklerle oynamaları caiz oluyor. Küçük
yaştaki çocukları eğlendirmek ve gönüllerini hoş tutmak İçin bebek oyuncaklarla
oynamaları hoş görülen hallerdendir. Bu çocuklara mahsus istisnaî bir haldır.
Genel manada olan yasaklara aykırı düşmez.[725]
369— (91-s.) Ebu'l-Aclân El-Muharibî'den rivayet
edildiğine göre, şöyle demiştir :
— İbni Zübeyr'in ordusunda idim de, benim
amcamın oğlu vefat etti ve kendisine ait bir devesini Allah yolunda
(kullanılmak üzere) vasıyyet etti. Ben (vefat eden bu amcamın oğlunun) oğluna
dedim ki, deveyi bana ver; çünkü ben îbni Zübeyr'in ordusundayım, (Allah
yolunda savaşıyorum). (Ölünün varisi) bana:
— Beraberce İbni Ömer'e gidelim de ona soralım,
dedi. Bunun üzerine îbni Ömer'e gittik de (ona) şöyle dedi:
— Ya Abdurrahman (İbni Ömer) : Benim babam
vefat etti ve kendisine ait bir deveyi Allah yolunda (kullanılmak üzere)
vasıyyet etti. 3u (Ebu'l-Aclân) da amcamın oğlu olup, İbni Zübeyr'in ordusunda
bulunuyor. Deveyi buna vereyim mi? İbni Ömer şöyle dedi:
— Yavrum! Her salih amel, Allah yolunda
çalışmadır. Gerçekten senin baban devesini Allah (Azze ve Ceîle) yolunda
(kullanılmak üzere) vasıyyet etti. Ben müslüman bir topluluğun müşrik bir
toplulukla savaştığını gördüm. Sen deveyi onlara ver, (çünkü müşriklerle
çarpışan müs-lümanlar Allah yolundadır). Bu (Ebu'l-Aclân) ve arkadaşları, bir
gencin (îbni Zübeyr'in) yolundadır. Bunlar öyle bir toplumdur ki, hangisi riyaset
mühürünü elde edecektir diye uğraşıyor.»[726]
Abdullah Îbni
Zübeyr'inhal tercemesi 244 sayılı hadîs-i şerif münasebeti ile geçmişti. Hz.
Muaviye vefat edip de, oğlu Yezid iktidara geçince, Abdullah ibni Zübeyr ona
biat etmedi. Hilâfetini tanımadı. Kendisi Hicaz'da halifeliğini İlân etti.
Bunun üzerine Yezid bir ordu hazırlayarak Medine'ye doğru yolladı. Abdullah
ibni Zübeyr ile aralarında Harre vak'ası denilen savaş cereyan ottİ ve
ashabdan çok kimseler şehid düştü. Savaş burada kapanmayıp Mekke'ye doğru genişledi
ve Mekke'nin muhasarası sırasında Yezid 'in ölümü ile son buldu. Bundan sonra
Abdullah İbni Zübeyr dokuz yıl Hicaz, Yemen, İrak, Horasan gibi beldeleri
kendine bağlayarak hilâfet sürdürdü. Yalnız Şam ve Mıssr, Emevî'lerin elinde
kalmıştı. Nihayet EmevMerin başına geçen Abdülmelik ibni Mervan, Haccac
kumandasındaki orduyu Hicaz'a göndermiş ve Mekke'yi kuşatmıştı. Kuşatma
esnasında Abdullah Ibnİ Zübeyr
yaralanmış ve sonunda şehid edilmişti.
İşte iki İslâm ordusu
arasında cereyan eden bu savaşlar, bir hilâfet ve riyaset davası olduğundan
bunların savaşını Abdurrahman İbni Ömer Allah yolunda savaş kabul etmemiştir
Bunun için Allah yolunda kullanılmak üzere vasıyyet edilen atın İbni Zübeyr saflarında
çarpışan savaşçıya verilmesini uygun bulmayıp, Müşriklerle savaşanlara verilmesini
tavsiye etmiştir.
Esasen hadîs-i şerifin
mevzu ile ilgisi, İbni Ömer'in kendinden küçük olan mirasçıya «Yavrum» diye
hitap etmesi yönündendİr Küçüklere ve çocuklara böyle hitapta bulunmanın cevazı
anlaşılmış oluyor.[727]
370— Cerîr'den işitildiğine göre, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemyin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«— İnsanlara acımıyana
Azız ve Celîl olan Allah merhamet etmez.»[728]
Bu hadîs-İ şerîf ve benzerleri
95-99. sayılarda geçmişti. Burada tekrar getirilişinin sebebi, ravilerden
birinin dinleyiciye «Yavrum», diye hitap et-mesindendir. Buradaki metinde bu
hitap zikredilmemiştir.[729]
371— (92-s.)
Hazreti Ömer'in şöyle dediği işitilmiştir:
— Merhamet etmiyene
merhamet olunmaz, bağışlamayan- bağışlanmaz, affetmiyen kimse affolunmaz ve
takva sahibi olmayan da korunmaz.[730]
Insanlar amellerine
göre ceza ve mükâfat göreceklerinden dünyada işledikleri ameller esastır.
Dünyada merhametli bulunan, insanlara ve hayvanlara acıyarak onlara iyi
muamele eden, kusurları örtüp bağışlayan ve şunu bunu çekiştirmeyip
ayıplamayan, kendi iradesi ile Allah'dan korkarak yasaklarından sakınan ve
emirlerine bağlanan kimseler bu hareketlerinin karşılığını âhirette
göreceklerdir.
Çocuklara merhamet
manasını taşıyan bu haber, mevzu ile ilgili bulunduğundan bu kısımda
zikredilmiştir.[731]
372— (93-s.)
Hazreti Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«— Merhamet etmeyen
kimseye merhamet edilmez, bağışlamayan kimse bağışlanmaz, tevbe etmeyenden
tevbe kabul olunmaz ve takva sahibi olmayan da korunmaz.»[732]
373— Rivayet
edildiğine göre bir adam (Peygamber'e) şöyle:
— Ey Allah'ın Resulü!
Ben koyun kesiyorum, fakat ona acıyorum.
— Yahut adam şöyle
dedi: Ben koyuna acıyorum, eğer onu boğazlarsam.
— Peygamber
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) iki defa şöyle buyurdu:
«— Sen koyuna acırsan,
Allah sana acır.»[733]
Burada hayvanlara
acımanın ve onlara merhametli davranmanın se-vab olduğuna işaret edilmektedir.
Nitekim hayvanlar boğazlanırken onlara eziyet etmemek ve lüzumsuz acı vermemek
için bıçağı iyi bileylemek ve hayvanı
itip kakmamak sünnettir. Böyle hareket ise merhametin eseridir.[734]
374— Ebû
Hüreyre'nin şöyle dediği işiülmiştir:
— Doğru söyleyen ve
doğruluğu tasdik edilen Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Se!lem)'in şöyle
buyurduğunu işittim:
«— Rahmet, ancak şakî'den
çıkarılır (alınır).»[735]
Şekavet sahibi
kimselerden, zalimlerden şefkat ve merhamet duygulan sıyrılıp çıktığı gibi, bu
hallerinin cezası olarak da Allah Tealâ onlara gerek dünyada, gerekse âhirette
merhamet etmez. Cezalarını çekerler. Çünkü Allah, acıyıp merhamet edenlere
rahmetini indirir.[736]
375— Cerîr,
Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellemj'den haber verdiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— İnsanlara merhamet
etmeyen kimseye, Allah merhamet etmez.»[737]
376— Enes
İbni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellent) ailesine insanların en merhametlisi idi.
Medine'nin bir tarafında süt annede bulunan oğlu (İbrahim) vardı. Çocuğun süt
babası demirci idi ve biz ona gitmiştik — ev Mekke samanından, (bu kuru otun
yanmasından) tütüyordu— de Peygamber oğlunu öpüyor ve kokluyordu.»[738]
Peygamber Efendimizin
üçü erkek ve dördü kız olmak üzere yedî çocuğu olmuştu. Erkekler doğum
sırasına göre Kasım, Abdullah ve İbrahim 'dİr. Kıllar: Zeyneb, R u k a y y e,
Fatma ve ömmü Gülsüm olup, bunlardan yalnız İbrahim, Hazretİ M a r i y e
'dendir. Diğerlerinin hepsi Hazreti
Hatice validemizden doğmuşlardır.
Kasım iki yaşında İken
Mekke'de İlk ölen çocuk olmuştur. Abdullah, Tayyıb ve Tahir lâkablarını
taşımakla yine Mekke'de küçük yaşta vefat etmiştir Metinde bahis konusu olan
çocuk, hicretin sekizinci yılında Medine'de doğan İbrahim'dir. İbrahim de on
altı aylık iken vefat etmiştir. İbrahim'in doğum müjdesini Hazreti Peygambere
veren E b u R a f i' a Peygamberimiz bir köle hediye etmiş ve yedinci gün
olunca şükür ifadesi olarak bir koç kurban etmişti. Böyle çocukların doğumu
münasebetiyle kesilen kurbanlara «Akîka» kurbanı denir ki, bu sünnettir.
Bu yedinci günde de
başını traş ettirmiş ve bu günde ismini vererek saçları ağırlığınca parayı
fakirlere dağıtmıştı.
Hazreti Peygamber
Medine civarında demirci olan Ebu Yusuf un hanımı ümmü Seyf'i süt anne seçerek
çocuğu ona teslim etmişti. Bu münasebetle Hazreti En es
şöyle anlatıyor:
«— Süt annesi yanında
olan küçük I b ra h i m 'i görmek için Peygamber (Sallallahü ALyhi ve Selletn)
ile yola çıktık. Eve gidince Ebu Yusuf'i körüğüne üflüyor bulduk. Ev duman
dolmuş haldeydi. Ben Ebu Yusuf a:
«— Dur, Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi,» dedim. O da durdu. Peygamber çocuğa dua
edip, onu kucakladı ve öptü. Nihayet on altı veya on sekiz aylık iken İbrahim
vefat etti. Hz. Peygamber namazını kıldı. Ölümü güneşin tutulma hâdisesine
uygun düştüğünden ashab :
«— Güneş İbrahim'in
ölümünden dolayı tutuldu.» demeye başladı. Bunun özerine Hazreti Peygamber bir
hutbe okuyarak şöyle buyurdu :
*— Güneş ve ay,
Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden büyük alâmetlerin dendir. Hîç
kimsenin ölümünden dolayı tutulmadıkları gibi, hayatlarından dolayı da
tutulmazlar. Bunların tutulduğunu gördüğünüz zaman Allah'ın azametinden korkup
onu anın ve namaz kılın.»
Rivayet edildiğine
göre Hazreti Peygamber 1 b ra h i m 'İn ölümünden mahzun olmuşlar ve sessiz
ağlayarak gözlerinden yaş akıtmışlardır.
İbrahim'in annesi
Marİye-İ Kıptıyye'yi İskenderiye ve Mısır Meliki M u k a v k i s,
Peygamberimize kız kardeşi S i r î n İle beraber hibe etmişti. Hz. Peygamber
de S i r î n 'i Şair Hassan ibnİ Sa-b İ t 'e bağışladı. Ondan Abdurrahman
isminde bir oğlu oldu. Allah hepsinden razı olsun.»[739]
377— Ebu
Hüreyre (Radiyallahu atth)'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— Peygamber (Salîallahü
Aleyhi ve SeSlem')'e bir adam geldi. Beraberinde bir çocuk vardı. Adam çocuğu
bağrına basmaya başladı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama
hitaben):
«— Çocuğa merhamet
ediyor musun?» dedi. Adam, evet diye cevap verdi. Peygamber:
«— Senin çocuğa
merhametinden daha çok Allah sana merhametlidir. Çünkü o, merhamet edenlerin en
merhameti isidir.» buyurdu.[740]
378— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîlem)
şöyle buyurdu :
«— Bir adam yolda
yürüdüğü sırada ona şiddetli bir susuzluk arız oldu. Nihayet bir kuyu buldu ve
oraya indi. Su içtikten sonra kuyudan çıktı. Bir de gördü ki, susuzluktan
dilini çıkararak soluyan bir köpek rutubetli toprak yiyor. Bunu gören adam (kendi
kendine) dedi ki:
— Bana isabet eden susuzluğun aynısı bu köpeğe
de isabet etti. Sonra kuyuya inip ayakkabısını su doldurdu. Sonra onu ağzı ile
tuttu (ve elleri ile kuyu duvarlarına
tutunarak yukarı çıktı) da köpeğe su verdi. Bundan dolayı Allah onun amelini
kabul etti ve onu mağfiret buyurdu.»
Ashab dediler ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Hayvanlara iyilik
etmekte, bize mükâfat var mı? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Canlı her hayvan
için bir mükâfat vardır.»[741]
Allah Tealâ'nın bütün
yaratıklarına karşı şefkat ve merhamet göstermek esas olmakla beraber, dinin
emirlerini yerine getirmek ve Allah'ın kanunlarını çiğnetmemek ve emanetlerini
korumak İçin tayin edilen ölçüler çerçevesinde ceza uygulamakta merhamet bahis
konusu değildir. Nitekim zina edenlere tatbik edilecek dayak cezasının.yerine
getirilmesi halinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
«— (Bekâr olup da)
zina eden kadınla, zina eden erkeğin her Mrine yüz kırbaç vurun. Allah'a ve
âîiiret gününe inanıyorsanız, bunlara Allah'ın dini hususunda (emirlerini
uygulamakta) merhametiniz tutmasın,» (Nûr Sûresi, âyet.- 2}
İşte Allah'ın
emirlerini uygulamak gerektiği zaman merhamet göstermemek ve gevşek
davranmamak lâzımdır. Hak ve hukukun çiğnenmediği yerlerde ise daima merhametli
davranmak, Allah'ın rahmetini kazanmaya vesile teşkil eder. Hayvanlara
merhametli davranmak, yine dinin zararlı saymadığı hayvanlara merhamet etmeyi
kapspr. Yılan, Akrep ve Kuduz Köpek gibi zararlı hayvanlara merhamet
düşünülemez. Bunları öldürmek ve yok etmek de dinin bir emridir.
O halde dinin
yasaklamadığı hallerde insanlara ve hayvanlara ac;y;p merhamet etmek
gereklidir.[742]
379— Abdullah
İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, Redilüllah şöyle buyurdu:
«— Bir kediden dolayı
bir kadına azab edildi: Kediyi açlıktan Ölünceye kadar onu hapsetmişti. Bunun
yüzünden kadın cehenneme girdi. Ona (Melek tarafından) §Öyle denir:
— Sen o kediyi
hapsettiğin zaman ona yemek vermedin, su içirmedin, bir de yeryüzünün
haşaratından yesin diye onu salıvermedin.»[743]
Kedi yüzünden tazib
edilen kadının Israîl oğullarından bir kadın olduğu, yani mümin olmadığı
söyleniyorsa da, küçük günahlar yüzünden müminlere azabın da caiz olduğunu
sarih AIİyyu'1-Karî ifade etmektedir.
Bir kimse büyük
günahlardan sakınmış olsa bile, küçük günahlar yüzünden ona azab edilebilir,
diyor. Halbuki Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
«— Eğer siz,
yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, sizden küçük günahlarınızı
örteriz.»[744]
Esasta bir hayvan
öldürmek büyük günahlar arasına girmiyorsa da, küçük günahlar üzerinde İsrar
bulunduğundan böyle günahlar kebire sayılmaktadır. Kedinin hapsedilişi, ona
yemek ve su verilmeyişi, haşarat yemek için salıverilmeyişi ve nihayet ölümüne
sebebiyet verilisi ayrı ayrı günahlardır. Bunların bir araya gelişi ve ısralı
günah işlemesi büyük günah mahiyetindedir. Böyle olunca, hadîs-i çerîfin manâsı
âyet-i kerîmeye uygun olur.
Şöyle bir tevcih de
yapılmaktadır: Büyük günahlardan sakınmamış olan bu kadın, küçük günah yüzünden
azab edilmiştir. Eğer büyük günahlardan saknmış olsaydı, bu günahından ötürü
azab çekmeyecekti.[745]
380— Abdullah
İbni Amr ibni'1-As, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)den rivayet ettiğine
göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Merhamet edin ki,
merhamet olunasmız. Bağışlayın ki, Allah sizi bağışlasın. Yazıklar olsun söz
hunilerine, (huni" gibi, sıvıları akıtıp da kendine bir şey bırakmayan söz
dinleyicilerine) ve yazıklar olsun bile bile (kötü) işleri üzerine ısrar eden
kimselere!»[746]
Metinde mutlak olarak
merhamet etmek tavsiye edildiğinden hadîs-i şerîfin hayvanlara da şumûliyeti
vardır. Bu bakımdan hadîs-i şerif hayvanlara merhamet mevzuuna girmiştir.
Kıma' kelimesinin
çoğulu olan Akmam manâsı huniler demektir. Şişelere ve kaplara sıvıları
aktarma vazifesi gören huni, nasıl ki kendine aktardığı sıvıdan bir şey
alıkoymaz ve ondan faydalnamazsa, insanlar da böyle olmamalıdır. İşittiği hak
sözü başkasına aktarıp da kendine bir şey bırakmayan, yani o sözü kendinde
uygulamayan huni gibi sırf aktarma vazifesi görmüş olur. Kendisi aktardığı
şeyden faydalanmaz. Faydalanmayınca da kendine yazık etmiş olur. Azab çekmeğe
hak kazanır. Başkalarına iyilik tavsiye edip de kendilerini unutanlar,
gerçekleri kendilerinde uygulamayanlar ziyana düşmüş kimselerdir. Bunlar
cemiyet içinde huni görevinde bulunmuş olurlar.
İşledikleri işin kötü
olduğunu bildikleri halde, ısrarla o iş üzerinde duranlar ve nedamet
çekmeyenler, yine ziyana düşen ve azaba hak kazanan kimselerdir. Çünkü küçük
günah dahi olsa, üzerinde ısrarla durulduğu ve o işe devam edildiği takdirde,
bu günah büyük günahlardan sayılır. Büyük günahlar kısmına girdikten sonra,
tevbe de bulunmadığına göre azabı gerektirir. Onun için bile bile günahlara
devam edip, ısrar etmemek lâzımdır.[747]
381— Ebu
Ümame demiştir ki, Resûlüllah (Sallalkhü Aleyhi veSeikm) şöyle buyurdu :
«— Boğazlanacak
hayvana bile olsa, merhamet edene kıyamet gü-nÜnde Allah merhamet eder.»[748]
382— Abdullah
(îbni Mes'ud) dan rivayet edildiğine'göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir yerde konukladı. Adamın biri de Kaya kuşunun yumurtasını aldı.
Bunun üzerine kuş Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in başı üzerinde
çırpınmaya başladı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— Bu kuşa yumurtası
sebebiyle hanginiz rahatsızlık vermiştir?»
Adamın biri dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Onun yumurtasını ben aldım. Buna karşılık Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«— Kuşa merhamet için,
o yumurtayı yerine bırak.»[749]
Ebu Davud'un tahricîne
göre hâdise Peygamber Efendimizin seferlerinden birinde vuku bulmuştur. Yine
Abdullah ibni Mes'ud'un rivayeti özre, adı geçen kuşun İki yavrusunu almışlar.
Bundan dolayı kuş gelip çırpınmaya başlamış. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:
*— Bu kuşa yavrusu
sebebiyle kim rahatsızlık vermiştir?»
Diye sormuş ve :
«— Yavrusunu kendine
geri verin.»
Diye emretmiş. Bîr de
ashabın yaknvR oldukları bV karınca yuvasını Peygamber görmüş ve :
«— Bunu kim yaptı?»
Diye sormuş. Ashab :
«— Biz yaktık.»
demişler. Hazreti Peygamber şöyle buyurmuş t
«— Ateşin Rahhinden
başka kimsenin ateşle azal) etmesi uygun değildir.»
Hayvanları ateşle
yakmak caiz olmadıkı gibi, sebepsiz olarak hayvanların yumurta ve yavrularını
alarak-onları rahatsız1 etmek de doğru değildir. Onlara şefkat göstermek ve
eziyet vermemek lâzım gelir.[750]
383— (94-s.)
Hişam İbni Urve Abdullah ibni Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir :
«— İbni Zübeyr
Mekke'de idi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı kafeslerde
kuş taşırlardı.»[751]
Bu rivayetten anlaşılıyor
ki, kuşların suyunu ve yemini vermek suretiyle onları kafeslerde beslemek,
onlara merhamet etmeye aykırı değildir. Hayvanların ihtiyaçlarını karşılamak
şartı ile onları kafeslerde beslemekte bir beis yoktur.[752]
384— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eve girdi
de (beni manadan kardeşim olan) Ebu
Talha'nın oğlunu gördü. Bu çocuğa Ebu Ümeyr denirdi. Bu çocuğun (daha önce) bir
serçeciği vardı ki, onunla oynardı. (Sonra bu serçe ölmüştü). Peygamber çocuğa
şöyle dedi:
Ey Ebu Ümeyr! Serçecik
ne oldu, yahud serçecik nerede?»[753]
Bu hadîs-i şerîf,
çocuklarla lâtife etmek mevzuu dolayisiyle 269 sayıda geçmişti. Tafsilât için
oraya müracaat edilsin. Burada tekrar edilişi, kafeste kuş beslemenin yasak olmadığını
beyan içindir. Kuş kafeste canlı bulunduğu zamanlarda Hz. Peygamber çocuğa
iltifat eder ve onu okşardı. Böyle kuşun kafeste bulunmasına rıza göstermeleri,
işin mubah olmasına delâlet eder.
Ebu Davud ise bu
hadîs-i şerifi, çocuğu olmayan kimsenin çocuğu varmış gibi künyel-enebileceğine
şahid göstermektedir. Zira Ebu Umeyr bir künyedir, ö m e r c i ğ i n babası
demektir. Süt çağında olan ve çocuğu bulunamayacak olan bir kimseye böyle bir
künye ile hitap etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ebu Umeyr künyesindeki
çocuğun adı Zeyd'-dir. O halde bu hadîs-i şeriften şu hükümler çıkmaktadır:
1— Çocuklarla
lâtife etmek sünnettir.
2— Kuşları
kafeste beslemek mubahtır.
3— Çocuğu
olmayanın künyelendirilmesİ caizdir.[754]
385— Ibni
Şihab'dan, Humeyd ibni Abdurrahman bana haber vermiştir ki, Akabe ibni Ebu
Muayt'ın kızı olan annesi Ümmü Gülsüm, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
'in şöyle buyurduğunu kendisine nakletmiştir:
«— Hayırlı söz
söyleyip de insanlar arasını düzelten, yahut hayır ileten, yalancı değildir.»[755]
Clmmü Gülsüm
demiştir ki :
«— Uç şeyden başka,
insanların söyledikleri yalanlardan hiç bir şeye müsaade ettiğini Peygamber'den
duymadım. Bu üç şey de şunlardır:
1— İnsanların
arasını düzeltmek (için yalan söylemek),
2— (Geçimsizliğe
yol açmamak için yalan yere) adamın karısına söz söylemesi,
3— (Aynı
sebeple) kadının, kocasına söz söylemesi.[756]
Bîr hâdiseyi vuku
bulduğu şekilde haber vermeğe doğru haber denir. Aksine hâdiseyi, vukuuno
aykırı olarak haber vermeğe de yalan haber denir. Mutlak surette yalan
islâm'da haramdır. Ancak bazı istisnaî hallerde yalan söylemek mubahtır, yani
günah değüdİr. İnsanlar arasını düzeltmek ve dargınları barıştırmak için söz
uydurmak ve olmayan bir sözü anlatmak yalan ise de, bu gibi yalanın günahı
yoktur. Bunun için hadîs-i şerîfte :
«— Hayırlı söz
söyleyip de insanlar arasını düzelten yalancı değildir.»
Buyurulmuştur. Yani
söylenmemiş ve vuku bulmamış herhangi bir iyi sözü ıslâh maksadı ile söylemek,
esasta yalan ise de, günahı bulunmadığından yalan sayılmaz, yalanın
gerektirdiği cezayı taşımaz.
Kasden veya
bilmeyerek, vuku bufan bir şeyi olduğundan baş!;a kalıba sokmak ve hilafım
haber vermenin her ikisi yalan ise de,._bilçneyerek ve yanılarak yalan söylemenin
güngjıı yoktur.
«— SÖz bir maksada
bağlıdır ve bir,gayeye götürür. Herhangi bir yararlı maksat ki, ona doğru ve
yalan sözlerin her ikisi ile ulaş!ab!liyor, bunda yalan haramdır. Çünkü yalana
ihtiyaç yoktur, doğru sözle maksada ulaşılabiliyor.»
Yararlı bir maksada
yalanla ulaşmak mümkün olur da, doğru sözle ulaşmak mümkün olmazsa burada yalan
söylemek mubah olur. Maksadın önemine ve gereklilik derecesine göre yalanın
yeri olur.
Meselâ : Bir zalimin
zulmünden kurtulmak için gizlenen bir müslümanı ele vermemek maksadıyie yalan
söyleyerek onu gizlemek, icab eder. Yine bir kimse yanında emanet olarak
bulunan malı, gasp etmek isteyen bir zalimden onu kurtarmak için yaian
söyleyerek onu gizlemek icab eder. Bir de söylenecek doğru sözden dolayı büyük
bîr zarar ve fesad doğacaksa, orada yalan söylenir. İslâm'ın ve devletin
menfaatini korumak ve düşmanın zararını önlemek İçin yalan söylemek aynı
şekilde gereklidir.
Karı-koca arasında
bağlılığı ve muhabbeti artırıp devam ettirmek mak-sadıyle iyiliğe matuf yalan
söz söylemek, hadîs-i şerifte beyan olunduğu şekilde mubahtır, ihtiyaç
duyulmadıkça da bu gibi mubahlardan sakınmak takvaya uygun hareket olur.[757]
386— Abdullah
(İbni Mes'ud) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğine
göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Doğruluktan
ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de Cennet'e iletir.
Gerçekten insan doğrulukla hareket eder de Allah katında en doğru kimse
yazılır.
Yalandan sakınınız;
çünkü yalan fenalığa götürür. Fenalık ise Ce-hennem'e iletir. Gerçekten insan
yalan söyler de Allah katında çok yalancı yazılır.»[758]
Sıdk = Doğruluk attı
şeyde aranır ve bunlarda bulunduğu takdirde sıdkın kemal mertebesi husule
gelmiş olur. Bu üstün dereceye sahib olan kimseye de «Sıddîk» denir. Sıdkın
altı kısmı şöyledir:
1— Sözde
doğruluk: Söylenen sözün gerçeğe uyması, vak'aya aykırı düşmemesi.
2— Niyyette
doğruluk : Bunun manâsı İhlâstır ki, hayırlı bir işe kalb ile niyyet edip, gafil
olmaksızın Allah'a yönelmekle olur.
3— Azimde
Nİyyet: Hayırlı olduğuna inanılan bir şeyi yapmaya koyulmak ve bunda
güçlenmek.
4— Vefa
göstermekte doğruluk : İşlemeye koyulduğu ve azmettiği hayırlı bir işi
başarmakta sebat gösterip, onu tamamiyle yerine getirmek.
5— Amellerde
doğruluk : Gizli ve aşikâr yapılan bütün amelleri eşit tutup, amellere riya
karıştırmaksızın hareket etmek.
6— Ma kam
att a doğruluk: Korku halinde ve emniyet halinde fark gözetmeksizin doğruluğa
devam edip, ondan ayrılmamak, işte bu altı vasıfia vasıflanan «Sıddîk» olur.
Bunlardan bir kısmı İle vasıflanan da «Sadık» İsmini alır. Doğruluktaki
özellik insanı İyi amellere = Bİrre götürür. Esasen birrin manâsı, Allah
katında makbul olan ve kendine günah karışmayan ameller ve İbadetlerdir. Böyle
makbul ve İyi ameller de insanı Cennete götürür. Bu iyi ve güzel vasıfların
zıddı olan yalan ise, insanı kötü amellere ve günah işlere götürür. Günahlar
da büyüdükçe, İnsanı, bunlar Ce-hennem'e iletir. Yalanın her çeşİtini
işleyip de, büyük günahlara düşen
kimseye «Kezzab = Büyük yalana» denir. Bu mertebeye düşenler, yalancıların
cezasını çekerler.[759]
387— (95-s.)
Abdullah'dan:
«— Ne ciddî yerde, ne
de şaka olarak yalan uygun düşmez. Sizden biriniz çocuğuna bir şey va'd edip de
sonra onu yerine getirmemeziik etmesin.»[760]
İster ciddî
hareketlerde olsun, ister şaka olsun yalan söylemenin uygun olmadığı bu haberde
ifade edilmekte ve va'd edilen bir şeyin yerine getirilmesi istenmektedir.
Va'd ettiği şeyi yerine getirmeyen yalancı sayılır. Çünkü bu kimse dediğinin
hilafını yapıştır. Sözü vakıaya uymadığından yalancıdır. Bu gibi hallerden
kaçsnmak lâzımdır. Müminin vasıflarından biri de, va'd ettiği şeyi yerine
getirmektir.
Bir de kötülüğe sebep
olmayan ve mübalâğa ifade etmek üzere âdet halinde söylenen yalan sözler vardır
kİ, bunlar günah sayılmaz. Meselâ, yüz defa değil de, birçok defa bir kimseden
bir şey istenmiş olduğu halde ona: «— Senden falan şeyi yüz defa istedim,
vermedin.» denmesi mübalâğa için bir sözdür. Gerçekte yüz defa söylenmemiştir,
müteaddit defa söylenmiştir. Bu gibi sözler mübalâğa için olduklarından yalan
kısmına girmezler. Fakat bir defa dahi istenmeksizin böyle bir söz söylenmiş
olursa yalan olur. Çünkü bunun gerçek tarafı yoktur. Daha önceki açıklamalarda
belirtildiği gibi, istisnaî durumlar dışında asla yalan söylememelidİr.
Ebu Davud bu haberi
Abdullah İbni Âmir yolu ile Hz. Peygamber'e kadar yükseltiyor ve Abdullah ibni
Amir in şöyle anlattığını kaydediyor:
«— Annem beni bir gün
çağırdı. Resûlüîîah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) de evimizde oturuyordu. Annem
bana;
«— Gel, sana bir şey
vereyim.» dedi.
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) anneme dedi ki:
«— Ona ne vermek
istedin?» Annem :
«— Ona bir hurma
vereceğim.» dedi.
Bunun üzerine
ResGlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) anneme şöyle buyurdu :
«— Dikkat et! Eğer sen
tu çocuğuna bir şey vermeyecek olsaydın, senin üzerine bir yalan (günahı)
yazılmış olurdu.»[761]
388— İbni Ömer,
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)''den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :
«— İnsanlar arasına
karışıp da onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlara karışmayan ve
eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayırlıdır.[762]
İnsanlara karışmak ve
onların ihtiyaçlarını karşılamaya koşmak, düşkünlere ve acizlere yardım edip,
hayır İşlerinde bulunmak, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamak bakımından
çok önemli bir görevdir. Diğer bir hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi, insanların
hayırlısı insanlara faydası dokunandır. İnsanlara faydalı olmak da, ancak
onların arasına girmek ve sıkıntılarına, eziyetlerine katlanmak sureti ile
olur. Cemiyetin kalkınması ve yükselmesi de ancak böyle bir hareketle olur. Her
Müslüman bu gaye ile hareket edip çalıştığı takdirde, bunların teşkil ettiği
bir toplum asla yıkıla-maz. Milletçe kalkınma olur ve millet bölünmez bir bütün
olur. Bunun aksi düşünülecek olursa, gerileme ve yıkım o derece çabuk ve
kuvvetli olur.
Ahlâkın yok olduğu bir
cemiyet içinde bulunup da kendini koruyamayacak ve cemiyeti düzeltmeye gücü
yetmeyecek olanların da cemiyetin ah-lâkjrözucu hareketlerine katılmamaları
selâmet yolu olur. Zira başkalarının fenalığına katılmak, aynı uygunsuz
hareketleri İrtikâp etmek sayılacağından, sakınmış olmak kurtuluş çaresidır.
Bu da İmkân dahilinde sağlanabilir. Her mükellef geçimini temin etmek
zorundadır. Helâl ve meşru yollardan gelirini kazanırken muhakkak ki,
insanlarla münasebeti olacak ve eziyetleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu
durumda en selâmetti yolu seçerek ve eziyetlere katlanarak çalışacak ve
elinden geldiği kadar kötü hareketlere katılmayacaktır, kendini yasaklardan
uzak tutacaktır.[763]
389— Ebu
Musa El-Eş'arî, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
«— İşittiği eziyete,
(uygunsuz söze) Allah (Azze ve Celle) 'den daha Çok sabreden bir kimse, yahut
bir şey yoktur. Müşrikler ona çocuk nispet ederler, halbuki o, onlara afiyet
verir ve onları yedirir.»[764]
Güçlüklere ve
sıkıntılara göğüs gerip de tepki göstermemem ve nefsi durdurmak sabırdır. Allah
Tealâ hazretlerinin sabretmesi ise, razı olmadığı söz ve hareketlerden dolayı
kullarının cezasını aceleye getirmemesi ve kullara mühlet tanımasıdır.
Kulların bütün İşlerine vakıf olduğu halde, İşlenen büyük ve küçük günahlardan
dolayı onların azabını hemen vermeyip geciktirir. Yİne küfür ve şîrk'te
bulunanlara sıhhat ve afiyet, rızk ve bolluk dünyada verir. Asıl cezalarını
âhirete bırakır. Bunun için Allah'dan daha sabırlı hiç bîr varlık olamaz.
İnsanlar da mümkün
olduğu kadar güçlüklere ve eziyet verici sözlere tahammül göstererek
sabretmelidİrler. Nefsin kabarmasını ve şahlanışını engellemelidirler. Bu
yapılmadığı takdirde büyük zararlar doğabilir. Her işi akıl ve şuurla, sükûnet
ve sabırla karşılamak en uygun bir yoldur.[765]
390— Abdullah
(İbni Mes'ud) şöyle demiştir:
— Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem), daha önce ettiği ganimet taksimi gibi, bir
taksim yaptı. Bunun üzerine Ensar'dan bir adam dedi ki, Allah'a yemin ederim!
Bu bir taksimdir ki, Aziz ve Celü olan Allah'ın rızası bununla murad
edilmemiştir. Ben, (o adama) :
— Muhakkak Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e söyleyeceğim (senin dil uzatmam), dedim.
Böylece Peygamber'e gittim, o ashabı ile bulunuyordu. Ona gizlice söyledim. Bu
verdiğim haber ona çok ağır geldi ve yüzü değişti, hiddetlendi. Hatta ona
haber vermemiş olaydım diye arzu ettim. Sonra Peygamber şöyle buyurdu:
«— Gerçekten Musa,
bundan daha büyük musibete eziyet edildi de sabrefC»[766]
Hadîs-i şerîfte üç
mühim nokta mevcuttur:
Birincisi; ashab-ı
kiram içinde nifak sahibi kimselerin bulunduğu;
İkincisi; bir kimsenin
kötü hareketini haber vermenin cevazı;
Üçüncüsü de
Peygamberin eziyete katlanıp sabretmesi d ir.
1— Peygamberin
söz ve hareketlerine, insanlar arasındaki muamelâtına rıza göstermemek nifak
alâmetidir ve imansızlıktır. Böyle bir harekete tevessül eden İslâm kardeşliği
ve birliği arasında büyük bir fesada yol açmış olur. Böyle bir suç 6a
bağışlanmaz. Bu gibi davranışlar en zararlı ve tehlikeli hallerdir. Her devirde
böyle hareketlere rastlandığı gibi, Peygamber Efendimizin devrinde de bunlara
tesadüf edilmişiir. En büyük eziyetler de bunlardan dolayı çekilmiştir.
2— Abdullah İbni
Mes'ud, Peygamber'e kötü zan
beslemenin ne kadar büyük bir fesad taşıdığını idrak ettiğinden adamın bu
sözünü saklamayıp hemen Peygamber'e haber vermiştir. Çünkü bir şeyi haber verip
vermemekte neticenin fayda ve zararlarını
Abdullah ibni Mes'ud
çok iyi bildiğinden sağlam yolu tutmuş ve böyle yapmıştır. Cemiyete
sirayet etmeyen şahsî kabahat ve günahlar böyle ifşa edilmez. Bunların gizli
tutulması gerekir. Hz. Peygamber'in,
İbni Mes'ud'un hareketini nahoş
karştlomayışı da, böyle ihbarların cevazına delil teşkil etmektedir.
Hiddetlenmeleri İbni Mes'ud'a değii, kötü zan besleyene oîmuşiur.
3— Belâ ve
meşakkatlerin en büyüğü peygamberlere, Allah'ın velilerine derece sırasına
göre geldiğine dair hadîs-i şerif varid olduğu cihetle, burada Hz. Peygamber'e
isnad edilen üzücü söze karşı sabretmişler ve H:. Musa'nın bundan daha çok
eziyete duçar olup, ona sabrettiğini ifade buyurm uslardır.
Halbuki Hz. E n e s 'den rivayet edilen diğer bir
hadîs-i şerîfte:
«— Ben Allah yolunda
hiç kimsenin eziyet edilmediği şeyle eziyet edildim.»
Buyurulmuştur. Her iki
hadîs-i şerîf arasmda bir tearuz görülüyorsa da, şu şekilde muvafakat
belirtilmektedir: Nitelik bakımından, yani eziyetin keyfiyet yönü itibariyle
şiddeti Hz. Peygamberimize olmuş, sayı ve tehrar bakımından da fazla eziyet Hz.
Musa'ya karşı olmuştur. Bu manâ İtibariyle hadîs-i şerifler arasındaki zahiri
çatışma kaikmış oluyor. Eziyetlere katlanıp sabretmenin hem manevî mükâfatı
var, hem de muvaffakiyete vesile oluşu var.[767]
391— Ebu'd-Derdâ,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Size namazdan,
oruçtan ve sadakadan daha faziletli bir dereceyi haber vereyim mi?»
Ashab:
— Evet, dediler.
Peygamber buyurdu ki:
«— Dargınların arasını
düzeltmektir. İnsanların arasını bozmak ise, o kökü kazıtandır.»[768]
Müslümanlar arasında sevgi
ve muhabbet duygularını geliştirmek ve onları birbirine yaklaştırmak,
aralarında ünsiyet teşkil etmek, dargın olanların dargınlıklarını gidererek
aralarını bulmak ve birbirlerine bağlamak, hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi,
namaz, oruç ve sadaka ibadetlerinden daha faziletlidir. Bazı âlimler, nafile
ibadetlerden daha faziletlidir yolunda açıklama yapmışlarsa da, mutlak manâya
hamledilmesi de mümkün görülmüştür. Çünkü birçok dargınlıklar ve kinler,
insanları kan dökmeye ve iç savaşlara götürmüştür. Bu fesad ve bozuk ahvale
enge! olacak düzeltmeler ve barıştırmalar şüphesiz ki, çok büyük fazilet
taşırlar Bir işin vukuu halinde meydana gelecek felâketlerin zararı ne kadar
büyük ise, bu gibi felâketleri önlemenin de sevabı ve fazileti o nispette
büyük olur. Bu bakımdan cemiyetin ve İslâm'ın kıyam ve idamesi için birlik ve
sevgi, ferdler arasında şarttır. Bunu temine çalışmanın ve bu uğurda gayret
sarfetmenin faziletini her Müslüman İdrak etmelidir. Bu da ancak İslâm'ı
öğrenmek ve Peygamberimizin ahlâkını tanımakla mümkün olur. Sırf kendini
düşünüp bir kenarda namaz, oruç ve sadaka İle uğraşanın kazanacağı sevaptan
çok, insanlar arasında sevgi ve muhabbet bağlarını kuran ve dargınları
barıştıran sevap alır. Bunu yaparken de diğer farz ibadetlerini terk etmiş
olmaması şarttır.[769]
392— (96-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre :
«— Allah'dan korkun ve
aralarınızdaki dargınlıkları düzeltin.» (En-fal Sûresinin birinci âyetinin)
tefsirinde şöyle demiştir:
«— Bu âyet-i kerîme,
müminler Allah'dan korksun (emirlerine bağlanıp yasaklarından sakınsın) ve
aralarındaki dargınlıkları düzeltsin diye Allah'dan müminlere karşı bir
tazyiktir, müminler için başka kurtuluş çaresi olmadığını bir beyandır.»[770]
Kitabın başlarında 58
sayılı hadîs-i şerif münasebeti ile takva konusu açıklanmış olduğundan, burada
tekrar edilmesine lüzum görülmemiştir. Bilgi için oraya müracaat edilsin.
Dargınların ve insanların arasını düzeltmekle ilgili açıklama da bundan önce
verilmiştir.[771]
393— Süfyan
İbni Useyd anlattığına göre, Peygamber (Sallalİahü Aleyhi veSellem)'in şöyle
buyurduğunu işitmiştir :
«— Kardeşine bir söz
anlatıp da o seni tasdik ederken, senin ona yalan söylemen, hıyanet bakımından
çok büyüktür.»[772]
Bir insana din kardeşi
İtimat ederek ondan herhangi bîr mevzuda bilgi edinmek istediği zaman, böyle
kimseye karşı doğru hareket etmek bir vazifedir ve emaneti korumaktır. Çünkü
bir kimseye güvenip, ona İtimat ederek teslim olmak, kendini emniyete almak
demektir. Emniyet altına girene yalan söylemekle güven ve İtimat yıkılmış
olacağından, emanete ihanet edilmiş sayılır, Allah ise hainleri sevmez. Din
kardeşin sana güveniyor, itimat ediyor, söylediğin sözde seni tasdîk ediyor;
sen İse bile bile ona yalan söylüyorsun ve onu aldatıyorsun. Bundan büyük
hiyanet olur mu? Şüphe yok ki, Allah böyle hainleri sevmez ve hak kazandıkları
cezayı kendilerine verir.[773]
394— İbni
Abbas demiştir ki, Resûlüllah (Salîallahü Aleyh! ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Kardeşinle mücadele
etme, onunla (aşırı) şaka etme ve yerine getirmeyeceğin bir şeyi ona va'd
etme.»[774]
Peygamber Efendimiz bu
hadîs-i şeriflerinde üç şeyi yasaklamışlardır :
1— Din
kardeşiyle münakaşa ve mücadele etmek : İslâm dininin cemiyete getirmiş olduğu
yapıcı unsurların başında kardeşlik ve birlik geiir. Cemiyetin bünyesini teşkil
eden ferdlerin birbirlerine yakınlığı ve bağlılığı kuvvetli olduğu ölçüde
cemiyet binası sağlam olur ve çökmek, yıkılmak tehlikesinden kurtulur. İslâm'ın
yaşaması da, ancak böyle sağlam bir bünyenin kurulması ile mümkündür. Bunun
için, böyle mühim olan birlik ve beraberlik çatısını kemirecek veya yıkmıya vesile olacak her
türlü hareketler yasaklanmıştır.
İşte hadîs-i şerifte
yasaklanan mücadele ve münakaşa hali bu hikmete bİnoendir; zira din kardeşi ile
yapılacak münakaşa ve mücadele çok kere dargınlığa, kırgınlığa ve birbirinden
nefrete sebep olur. Bu gibi haller çoğaldıkça ferdler arasındaki kardeşlik
bağlan çözülür,- birbirlerine karşı düşmanlık duyguları beslenmeye başlar.
Bunlar çoğaldığı nispette de cemiyet zayıflar ve nihayet çökmeye kadar gider.
Bu bakımdan kırıcı ve soğutucu münakaşalara girmek, din kardeşi ile mücadele
etmek yasaklanmıştır.
2— Aşırı
derecede şaka etmek : Taşkınlığa varmıyacak ve incitmeyecek şekilde Şaka yapmak
mubahtır; çünkü şaka, insanlar arasında ünsıyei ve yakınlık doğurur. Hiç şaka
yapmayanlarda yabancılık, soğukluk hissedilir. Nitekim Peygamber Efendimizin
şaka ettiklerine dair 264, 265 sayılı hadîs-i şerîfler ve buna ait açıklama
geçmiş ve Peygamber Efendimizin :
«— Ben şaka ederim;
ancak doğru söylerim.»
Buyurdukları da ifade
edilmişti.
Burada caiz görülmeyen
şaka, şaka edilene eziyet veren ve onu aldatan hareketlerdir. Çünkü bunda
haktan uzaklaşma ile çekişme ve isyana doğru gidiş vardır. Böyle şakaların her
iki tarafa da zararı vardır. Bir defa taşkınlık derecesinde ve sık sık şaka
edenin vakar ve heybeti kalkar, insanlar arasında bayağı duruma döşer. Çok
kere kendisi ala* mevzuu olur. Şaka edilenin zarar görmesi de, onun ağır
şakadan eziyet çekmesi ve kırılmasıdır. Her İki tarafa zarar veren bu gibi
şakalardan sakınmak gerekir. Hİç bir zaman ölçü kaçırılmamalıdır.
3— Va'd
edilen şeyden caymak : İslâm dini doğruluk ve ciddiyet dinidir. Verilen sözü veya
va'd edilen bir isi yerine getirmemek, karşı tarafı aldatmak veya ona yalancı
olmak demektir. Bir Müslüman! aldatmak ve ona yalan sövlemek en büvök
günahlardandır. Peygamber Efendimiz :
«— Müslüman yalan
söylemez.» Ve «Aldatan bizden değildir.» Buyurmuşlardır. Diğer bîr hadîs-i
şerifte de. va'dînden cayanda nifak alâmetlerinden bir mevcut olduğu ifade
buyurulmustur. Va'd edilen şeyi yerine
getirmek vacîb derecesinde müekked sünnettir.[775]
395— Peygamber
(SaîlaUahii A leyhi ve Selîem) 'in şöyle buyurduğu, Ebû Hüreyre'den rivayet
edilmiştir:
«— İki haslet vardır
ki, ümmetim onları terk etmiyecektir: Bunlardan biri, ölü arkasında
iyiliklerini sayarak yüksek sesle ağlamak; diğeri de neseblere dil uzatmaktır.»[776]
Hadîs-i şerifte anılan
her iki hareket, cahiliyet devrinin kötü âdetlerinden olmakla beraber,
bunların büsbütün Müslümanlar içinden kalkamayacağı beyan buyurulmaktadır.
ölümü her nefis
tadacaktır ve bundan kimse kurtulamayacaktır. Bu gerçeği bilmeyen ve kabul
etmeyen yoktur. Böyle olduğu halde, insanlar sanki kendileri ölmeyecek gibi
davranır ve ölümü hiç de kendilerine yaklaştırmazlar. Ancak kendilerini
devamlı murakabe altında tutanlar ve her an Allah Tealâ'nın kudret ve
müşahadesi altında kendilerini görenler, ölümü her zaman hatırlarlar ve ona
göre hazırlanmaya çalışırlar. İnsanların çoğu gaflet içinde olup, ölüme
kendilerini yakın görmediklerinden, bir yakınları vefat edince feryadı
basarlar, bağırır-çağırırlar. Bu gaflet kıyamete kadar devam edeceğinden,
insanların da ölü arkasında, onun İyiliklerini anarak feryad etmeleri de devam
edecektir.
İnsanlar çeşitli
görüşlere sahİptirker; Öyle kİ, birinin ak dediğine diğerinin kara demesi
kadar... Bir kısım Müslymanların âlim ve velî diye tanıyıp hürmet ettiklerine,
diğer bazı MüeliimaSlar cahil ve zındık diyebiliyor. Hal böyle olunca,
başkalarının soyuna ve ırzına dil uzatmalar, ayıplamalar devam eder. Nitekim
tarih boyunca bunlara şahit olunmaktadır; ve Peygamberimizin haberleriyle de
ümmet içinde bu hal devam edecektir.[777]
396— Füseyle
demiştir ki, babamın şöyle dediğini işittim:
— Dedim ki, ey
Allah'ın Resulü! Bir zulüm üzerine, kişinin keridi kavmine yardım etmesi
ırkçılıktan mıdır? Hazreti Peygamber :
«— Evet!» buyurdu.[778]
I b n i M a c e ,
bu hadîs-i şerîfi ziyadesiyle şöyle tahriç etmiştir: «Peygamber (SallalkthüAleyhiveSellemi'e sordum ve dedim
ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Kişinin kendi kavmini sevmesi asabiyetten (ırkçılıktan) mıdır?» Peygamber
şöyle buyurdu :
«— Hayır; ancak
kişinin kendi kavmine zulüm üzerine yardım etmesi asabiyettir (ırkçılıktır).»[779]
Baba tarafından gelen
akrabaya asabe denir. Herhangi bir haksızlık bahis konusu olmadığı hallerde
akraba ve yakınları sevmekte beis yoktur; bilâkis sevmek ve onlara İyilik etmek
sılâ'dır. Fakat sırf akraba oldukları için haksız davalarında onlara yardımcı
olmak asabiyettir, ırkçılıktır ve İslâm dîninin yasak ettiği cahiliyet
devrinin kötü âdetlerinden biridir.
İşte mutlak surette
akrabaya = asabeye yardımcı olmak, hak ve adalet gözetmeksizin onlara taraftar
olmak asabiyyettir. Böyle hareketler İslâm'ı parçalar ve kabileleri birbirine
düşürür. Dış düşmanlara ihtiyaç kalmaksızın cemiyet içten yıkılır. Bir milletin
bütünlüğünü ve birliğini kavmiyyet davalarından daha çabuk bölen fesad
düşünülemez. Gerek İslâm'dan önce, gerekse İslâm birliğini terkten sonra tarih
boyunca-sürüp gelen olaylarda bunun örnekleri pek çoktur. Bu hususla geniş
bilgi için Ahmed Naim Bey'in «İslâm'da Kavmiyyet Davası» adlı eserinin ilk
tab'ına müracaat edilmelidir.[780]
397— Hazreti
Âişe'nin anadan kardeşinin oğlu olan Avf ibni'1-Ha-ris'den rivayet ediliyor:
— Âİge (Radiyailahü
ar.ha) 'ya haber verildi ki, Abdullah ibni Zübeyr. Hazreti Âişe'nin bir
satışına — yahut bir bağışına — «Allah'a yemin ederim ya Âişe bundan vazgeçer
yahut onun tasarrufuna engel olurum.» dedi, Hazreti Âişe :
« Bu sözü o mu
söyledi?» dedi. Ashab: «— Evet!» dediler. Hazreti Âişe dedi ki:
«—Onun bu hareketinden
dolayı Allah için büyük adak olsun; ebe-diyyen İbni Zübeyir'le kelime
konuşmayacağım.»
üzerine Hazreti
Âişe'nin İbni Zübeyr'e dargınlığı uzayınca, îbni Zübeyr (dargınlığı gidermek için) Muhacirlerle
(Medine'ye hicret etmiş olan ashabla) şefaat diledi. Hazreti Âişe:
«— Vallahi bunun
hakkında asla kimseyi şefaatçi kabul etmem ve ebedî şekilde adamış olduğum
adağımı da bozmam.» dedi.
Bu olay Hazreti îbni
Zübeyr üzerine uzayıp devam edince, îbni Zübeyr, (Hazreti Âişe'nin ana
tarafından akrabaları olan) Benî Zühre kabilesinde Misver ibni Mahreme ve Abdurrahman
ibni'l-Esved ibni Yeğu^ ile konuşup, bu ikisine şöyle dedi:
«— Allah aşkına!
Muhakkak Hazreti Âişe'nin evine gireceksiniz; çünkü onun bana dargınlığına
adağı, kendisine helâl olmaz.» Bunun üzerine Misver ve Abdurrahman, hırkalarını
İbni Zübeyr'e sararak İbni Zübeyr'le (Hazreti Âişe'nin evine doğru) yöneldiler.
Nihayet Hazreti Âişe'den izin isteyip şöyle dediler:
«— Selâm üzerine
olsun; Allah'ın rahmeti ve bereketleri de... Girelim mi?» Hazreti Âişe:
«— Giriniz!» dedi.
Onlar dediler ki:
«— Hepimiz mi girelim,
ey müminlerin annesi?» Hazreti Âişe:
«— Evet, hepiniz
giriniz!» dedi. Hazret Âişe, beraberlerinde İbni Zü-beyr'in bulunduğunu
bilmiyordu. İçeri girdiklerinde, İbni Zübeyr hareme girip (teyzesi) Âişe'yi
kucakladı ve ağlayarak ondan Allah aşkına barış dilemeğe koyuldu. Misver ile
Abdurrahman da Hazreti Âişe'den Allah aşkına îbni Zübeyr ile konuşmasını ve
itirazını kabul etmesini dilemeye başladılar. Bunlar şöyle diyorlardı:
«— Gerçekten sen
biliyorsun, Peygamber (Saflallahü Aleyhi ve Sellem) dargınlıktan neyi
yasakladığını ve bir müslümana, üç günden ziyade kardeşine dargın kalmasının
helâl olmadığını...»
Ravi şöyle demiştir :
«— Misver ile
Abdurrahman vakta ki, uj armayı çok yapıp işin günah olduğu üzerinde durdular,
Hazreti Âişe, onlara adağını hatırlatmaya başladı ve ağlayarak şöyle diyordu:
«— Ben adak yaptım;
adak ağırdır.» Onlar Hazreti Âişe'ye İsrara devam edince, İbni Zübeyr ile
konuştu; sonra adağından ötürü kırk köle azad etti. Kırk köleyi azad ettikten
sonra, geçmiş olayı hatırlar ve ağlardı, o kadar ki, göz yaşları baş örtüsünü
ıslatırdı.»[781]
Hazreti Âişe ile
Hazreti Abdullah İbni Zübeyr arasında geçen hâdisenin ebedî bir dargınlığa
götürecek kadar büyümesi şu sebeple izah edilebilir:
Abdullah İbni
Zübeyr, Hz. Âişe'nin yeğenidir. Yani, kız kardeşi Hz.
Esmâ'nın oğlu ve Hz. Ebu Bekir'in torunudur. Hz. A i ş e 'nin, Peygamber'den ve
babası Ebu Bekir 'den sonra en çok sevdiği kimse yeğeni Abdullah Ibni Zübeyr
İdi. Bu kadar sevilen bir kimseden edebe aykırı düşecek bir hareket beklenemezdi.
Hz. Âişe -nİn cömertliği 280 sayılı hadîsle beyan edildiği gibi, ele geçirdiği
şeyleri biriktirip İhtiyaç sahiplerine dağıtmaktan ibaretti, öyle ki kendisine
bir şey ayırmadığı olurdu. İşte böyle aşırı derecede bağtşta bulunan teyzesinin
hareketini Abdullah İbni Zübeyr kendince uygun bulmadığından ona yakışacak
sözde bulunmamış ve ağır konuşunuş : «Ya bu bağıştan vazgeçer, yoksa onun
tasarrufuna engel olurum.» diye söz sarf etmişti.
Bir rivayette de, Hz.
Âişe, kendine ait olan bir yeri satmıştı, Hz. Abdullah buna razı olmayıp, bu
sözü kullanmıştı. İşte A b d u 11 a h 'in bu sözünü duyan Hz. Âişe haklı olarak
hiddetlenmiş ve tam bu hiddeti üzerine büyük bir adakta bulunmuş. Hadîs-i
şerifin başında adağın cinsi açıklanmamakla beraber, sonunda kırk köle azad
etmesiyle keffaret ödediği bu adağın önemini göstermektedir.
Abdullah ibni
Zübeyr'in haksız davranışından dolayı onu te'dib için Hz. Âişe büyük yeminde
bulunmuştu. Üç günden ziyade bir Müslümanın din kardeşine dargın kalmasının
helâl olmadığını Hz. Âişe biliyordu. Sonunda şefaatçilerin İsrarları üzerine
yeğeni ile konuşmuş ve hemen arkasından, yeminini bozduğundan keffaret olarak
kırk kölo azad etmişti. Buna rağmen yeminin ağırlığını hatırladıkça ağlar,
Allah Tealâ'dan merhamet dilerdi.
Hayırlı bir işi
engelleyen yeminleri bozmak, yerine göre vacİb, müs-tahab ve mubah olur.
Anlaşılıyor kî, Hz. Âişe'yi yeminini bozmaktan kaçındıran husus, adağının ağır
oluşu İdi.
Bir taraftan barış
için devamlı İsrar, diğer taraftan adak ve yemine sadakat, her ikisinin samimî
ve yüksek hislere sahip bulunuşlarının ifadesidir. Allah her ikisinden razı
olsun.[782]
398— Enes îbni
Malik'den rivayet edildiğine
göre, Resûlüllah şöyle buyurdu:
— Birbirinize karşı
kin doğuracak hareketlerde bulunmayın, birbirinize hased etmeyin, birbirinize
darıhp arka çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümana, üç
günden ziyade kardeşiyle küs kalması helâl olmaz.»[783]
Bu hadîs-i şerifte şu
beş hususa işaret edilmekte ve hükümlerin yerine getirilmesi istenmektedir:
1— Sevmek ve
sevmeyip kin beslemek insanlarda yaratılmış tabiî hasletlerdir. Bunları
doğuran sebepler vardır. İnsanlar arasında sevgi ve bağlılık esas olduğuna
göre, bu sevgiyi bozacak her türlü hareketten sakınmak gerekir. Müslümanlar
birbirlerine kin beslememeleri için, daha önceden kin ve düşmanlığı, hiddet ve
kırgınlığı meydana getirebilecek olan söz ve hareketlerden kaçınmaları icab eder. Bunun için Müslümanlar kendi aralarında edeble,
ölçü ve hesapla hareket etmelidirler. Birbirini kırıcı davranışlardan
kaçınmalıdırlar. Bunlar gözetildiği takdirde, karşılıklı sevgi meydana gelir
ve kinleşmek ortadan kalkar.
2— Hased, bîr
kimsenin başkasında bulunan
nimetin yok olmasını arzu etmesine denir. Bİr adamın
haklı olarak elinde bulundurduğu nimetin ortadan kalkmasını dilemekten ibaret
kötü bir huy olan bu hasedden Müslümanlar yasaklanmışlardır. Çünkü Müslüman,
kendisine lâyık gördüğü bir şeyi Müslüman kardeşine de lâyık görür. Kendine hoş
görmediğini de başkasına hoş görmez.
Hased, ister niyet
olarak taşınsın ve ister hasedin gayesine ulaşmak için çalışılsın, her iki
halde de günah ise de, hased uğrunda çalışmak daha zararlı ve günah bir iş
olur. Ancak bir kimsenin niyyetinden hased geçer de, o adamın takvası kendini
bu kötü halden alıkorsa, bu günah olmaz. Fa!<at acziyetİnden dolayı hased
uğruna çalışamıyor da hased niyetini taşıyorsa, bu yine günahtır.
3— Birbirine
arka çevirmek, yardımlaşmamak ve soğuk durmak, icabında dargın olmak demektir.
Bu hareket de İslâm'ın emrettiği kardeşlik esasına aykırıdır. Müslümanlar
birbirlerine tebessüm ederler, musafaha edip kucaklaşırlar ve yardımlaşırlar.
Bunun aksi yapılınca, kardeşlik bağlan çözülür, soğukluk baş gösterir.
4— Hazreti
Peygamber:
«— Birbirinizle kardeş
olun!»
Buyuruyor. Eğer yukarda
üç maddede sıralanan yasaklardan
kaçınılırsa, bunların neticesi kardeşlik doğar demektir. İşte
kardeşliğin gerçekleşebilmesi için yukarda anılan üç yasağı öğrenip bu
yasanlara düşmemek şarttır. Kardeşlik meydana gelince de, gaye tahakkuk etmiş
öiur; zira Cenab-ı Hak : «Müminler birbirleriyle kardeştir.»
buyuruyor.
5— Üç günden
fazla dargın kalmak helâl değildir. Konuşmamak müddeti çoğaldıkça, aradaki
soğukluk ve kırgınlık da çoğalır. Bazı söz taşımalarla dargınlık adavete kadar
gider ve her iki taraf için vahim neticelere sebep olabilir. Bu bakımdan
beşeriyet icabı müminler arasında dargınlık olunca, üç gün içinde tefekkür edip
barışma çarelerini aramalıdırlar. İlk selâm verip konuşan büyük mükâfatı almış
olur. İki kimse arasındaki dargınlığı gidermek için diğer kardeşlerin elden
gelen gayreti sarf edip barışı temin etmeleri bir vazifedir. Hadîs-i şerifte
görüldüğü gibi, Hz. Abdullah Ibni Zübeyr ile Hz. Âise validemizin aralarını
düzeltmek için Misver ve Abdurrrahman çok gayret harcamışlardır. Müslümanlar
birbirinden dargın bulunduğu müddet Allah onlardan razı olmaz. Müslümanların
arası düzeltilmekle de büyük sevab kazanılır. Bir kimse dargın bulunduğu kimse
ile konuştuğu takdirde maddî ve manevî bir zarara düşmek ve hile ve fesadına
kapılmak korkusunu taşıyorsa, bunun barışmasında bir fayda umulmaz. Bu takdirde
uzak kalmakta beis yoktur.[784]
399— Ebu
Eyyûb (El-Encarî) demiştir ki, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem) şöyle
buyurdu :
«— Hiç kimseye, üç
günden ziyade dargın durması helâl olmaz. Karşılaşınca biri öteye döner, biri
beriye döner. Bunların hayırlısı selâm ile ilk söze başlıyandır.»[785]
400— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
«— Birbirinize karşı
kin doğuracak hareketlerde bulunmayın, dünya menfaatine rağbet edip de aranızda
fesad çıkarmayın; ey Allah'ın kulları kardeş olunuz.»[786]
Manevî değer ve
rabıtaları unutup maddeye kıymet vermelc ve maddeyi her şeyin üstünde tutacak
kadar dünyaya sarılmak, felâket sebeplerinin baldır. Bir çlefa madde, manevî
değerlerin üstünde tutulunca, şahsî menfaatleri, koruma ve egoizm hastalığı baş
gösterir. Merhamet duyguları silinir, vurgunculuk ve istifçilik zihniyeti hakim
oiur. Fırsatı ele geçiren, zavallıyı ve zayıfı ezebüen ve bunları sömürmeye
gücü yeten sözde kahramanlar türer. Sınıf ayrılıkları ve zümre saltanatları
baş gösterir. Nihayet cemiyet/İçinde meydana gelen birbirinden çok uzak s;hıf
farklarının madde mücadelesi doğar. İhtilâller birbirini kovalar ve kuvveti
eline geçiren mad-de,gücü ile cemiyet ferdlerini robot makineler haline
getirir. Âhiret hayah ve hesabı unutulur ve unutturulur; dünyanın geçici
zevkleri ebedîleştfrilir. Bunun sonucu da ebedî hüsran ve boşuna nedamet olur.
Böyle b;r felâketten kurtulmak, Hz. Peygamberin hikmetli sözlerine eğilmek ve
onlara topluca sanlmdkla ancak mömkün olur. Cenab-ı Hak bu gibi felâketlere
gö-töre.n- sebepleri giderme hususunda kalblerirhize anlayış ve hakka yörteiiş
ihsan buyursun.[787]
401— Eries'den
rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Salİaîlahü Aleyhi <t£SelleM) şöyle
buyurmuştur:
«— îki kimseden
birinin ilk işlediği günah, bunların arasını ayirmışsa, bu ikisi Allah (Azze ve Çelle) için yahut
İslâm için sevişmiş değildir.»[788]
İki müminden birinin
ilk işlemiş olduğu hata veya günahı bağışlamak ve onu örtmek İcab eder. İkinci
defa vuku bulursa, bunu neden yaptığı sorulur ve kendisinden tekerrür etmemesi
istenir. Bundan sonra aynı suç üzerinde ısrar ettiğini, vazgeçmediğini görürse
onu muahezeye koyulur ve işin ciddiyet ve ağırlığına göre dargınlığa sebep
olabilir. Yoksa iki kimseden birinin işlediği bir suç, onların darılıp
ayrılmalarına sebep oluyorsa, böyle kimseler Allah için, İslâm için sevişmiş
değillerdir. Sevgileri basit menfaatlere dayanmış demektir. Allah için
sevişenler, ancak Allah rızası bahis konusu olunca ayrı ve dargın kalabilirler.[789]
402— Hişam
îbni Âmir El-Ensarî'den —Enes İbni Malik'in amcası oğlu olup, babası Uhud
savaşında öldürülmüştü— rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Setlemi'in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
«— Bir müslümanın bir
müslümanla üç günden ziyade dargın kalıp konuşmaması helâl olmaz; çünkü bunlar,
dargınlıkları üzere devam ettikçe haktan meyletmişlerdir. Bunlardan ilk şefkat
gösterip dönenin diğerini geçmek suretiyle dönüşü, kendisine (günahına)
keffaret olur. Eğer dargınlıkları üzere ölürlerse, ebedî olarak (uzun müddet)
topu birden Cennet'e girmezler. Eğer biri diğerine selâm verir de bunun
teslimiyet ve selâmını kabul etmezse, selâm verene Melek mukabele eder, (onun
selâmını alır); diğerine ise Şeytan mukabele eder.»[790]
403— Hazreti
Âişe'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlemfm.
şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
— (Ey Âişe!) Senin
öfke ve rıza halini ben bilirim.»
Âişe demiştir ki, ben
ona:
«— Bunu nasıl
bilirsin, ya Resûlüllah?» dedim. Hazreti Peygamber:
— Sen memnun ve razı
olduğun «aman şöyle dersin: Evet, Muham-med'in Rabbİ hakkı için. Öfkeli olduğun
zaman da şöyle dersin: Hayır, İbrahim'in Rabbi hakkı için.» dedi. Hazreti Âişe
demiştir ki, ben de: «Evet!» dedim. Ben (öfkeli halimde) ancak ismini söylemem.[791]
Hz. A i ş e 'nin ahlâk
ve ilim üstünlüğü çok yüksek olmakla beraber kadınlara has olan bazı,
kıskançlıklar İcabı öfkelenip dargınlık alâmetleri gösterdiği diğer hadîs-i
şeriflerde de beyan edilmektedir. Kadınların tabiî hallerinden sayılan bu
hareketine karşı Resûlüllah Efendimiz ya sükût ederler, ya da hoş bir mukabele
ile teskinde bulunurlardı. Bu da müminlere bir edeb dersidif.[792]
404— E&y
Hy:aş EliEslemî*.. Re^ülla^5£^teWL^taj*t vs» &//emf; 'in joyle buyurduğunu
işitnjİştir:
— Kardeşi ile îjir yit
konuşmayan, onuij kamm akıtmış (onu öldürmüş) gibidir.>>[793]
Bir yıl kadar uzun
müddet ısrar ederek kardeşi, ile ko.nuşmpyan.-ye ona dargın kalan kimsenin
işlediği günah, o muinin karatesini lalıç ile öldürmesi hükmündedir.
Jslâm.kardeşlerinin ne kadar _büyük, önem taşıdığı bu ağır hükümle açıklanmış
bulunuyor. Dargınlığın ne kadar büypk bir zararı ve mes'uliyeti olduğu,meydana
çıkıyor. Bu hadîs-i şeriften mecaz manası da aİınabîtîr:
"Kıhç/iki
kimseden birini'yok etrriekfe aralarını âyırçfı'ği glbı/^yrİ kal-mök'tîa 'hhç
ğibî iki kimsenin1 arasını ayırır ve münasebetfenni keser. Bunlar birbirlerine
kiyasla yok hükmünde oluclar. Buna sebebiyef'ver'.enler de şüphesiz günahkâr
olurlar.[794]
405— îmran
ibni Ebi Enes anlatmıştır ki, Eşlem kabilesinden, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlemyin .ashabından bir adam
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi veSelferrirden kendisine rivayet edip,'
şöyle demiştir: «— Mümin kardeşle bir
yıl konuşmayip dargın kalmak, onu öldürmek gibidir.[795]
Ulıammed;ibn 'lrMünkedir
ve Abdullah ribni:febi Attab meclislerinde şöyle demişlerdir: Biz de bu hadîsi
îmran'dan duyduk.[796]
406— Ebu
Eyyûb El-Erisarî'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Seit0m:) şöyle buyurdu:
«— Bir müslUnjana üç
günden ziyade kardeşi ile darılıp konuşmaması helâl olmai; karşılaşırlar da
fciri öteye döner, biri beriye döner. Bunların hayırlısı, selâm ile ilk söze
başlayandır.»[797]
407— Hişam
ibni Âmir'in şöyle dediği işitilmiştir:
— Resûlüllah (SallaUohü Aleyhi ve Seitem)'in şöyle
buyurduğunu dinledim:
«— Bir müslüman, üç günden
ziyade bir müslüman kardeşine dargınlık edip konuzmaması helâl olmaz; çünkü
bunlar üç günden çok dargın kaldıkları müddet, üç günün ziyadesinde haktan
meyletmişlerdir. Bunlardan merhamet edip ilk dönenin öne geçerek geçişi,
kendisine (günahına) keffaret olur. Eğer bu dargınlıkları üzere ölürlerse, her
ikisi de Cennet'e girmezler.»[798]
408— Ebû
Hüreyre, Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Birbirinize karşı kin
ve düşmanlık doğuracak hareketlerde bulunmayın, hasedleşmeyin; ey Allah'ın
kulları kardeş olunuz.»[799]
409— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dQn rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— İki yüzlüyü,
kıyamet günü, Allah katında insanların en kötüsü bulursun : Bu öyle bir
kimsedir ki, şunlara bir yüzle ve bunlara bir yüzle gelir.»[800]
İki yüzlü olmak en
kötü hallerdendir; çünkü bir kısım İnsanlara bir yüzle ve bir kısım insanlara
başka bir yüzle gelip İş ve hareketlere yalan ve riya karıştırmak Müslümanları
aldatmaktır. Böyle hareketler insanlar arasına fesad sokar. Bunun için iki
yüzlülük eden insan, insanların en kötüsü olarak vasıflanmıştır.[801]
410— Ebû
Hüreyre demiştir ki, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Selîem) şöyle
buyurdu:
«— Zandan sakınınız;
çünkü zan sözün en yalanıdır. Alış-verişleri-nizle birbirinizi aldatıcı
hareketlerde bulunmayınız, birbirinizi çekeme-mezlik etmeyiniz. Birtirinize
karşı kin doyuracak işleri yapmayınız. 0ün-ya menfaatine rağbet edip de
aranızda fesad çıkarmayın. Birbirinize (dâ-rılıp) arkanızı çevirmeyiniz. Ey
Allah'ın kulları, kardeş olunuz.»[802]
Bir gerçeğe ve deüte
dayanmaksızın kalbe geien kuruntu ve İhtimallere zan denir. Meselâ; bir kimse
hakkında elde mevcut kesin bir delil olmaksızın onun hırsız olduğuna hüküm
vermek veya onu böyle bir hareketle itham etmek. İnsanın hatırına çok şeyler
gelebilir. Bu hatıra gelenlerden hiç kimse sorumlu olmaz. Ancak hatıra gelen ve
bir delile dayanmayan hükümler üzerinde durarak onları açığa vurmak ve
uygulamaya çalışmak, işte bu büyük günahtır. Çünkü bu gîbi halleri terk etmek
kulun ihtiyarı dahilindedir; fakat kalbe gelen hatıratı yok etme1; insanın
elinde değrkJİr: Bunun için böyle hatırdan gelip geçen şeyler kötü dahi olsa
İnsan onlardan sorumlu tutulmaz. Başkasına eziyet ve zarar verecek kötü
zanlardan kaçınmak lâzımdır.
Herkese iyi zan
besliyerek teslimiyet göstermek de iyi bir tutum deöii-dir. Başkasının
fenalığından ve tasallutundan korunmak için ihtiyat olarak kötü zan
beslenebilir ve beslenmelidir. Aksı halde çok zarar ve hüsran çekmek mukadder
olur. .
Bir kimse hakkında
zanna dayanarak amel etmenin zararını beyan eden Peygamber Efendimiz, zan için
«Sözün en yalanı» dîye buyurmuştur; çünkü yalancı söylediği sözün derecesini
bildiğinden onunla uğraşmaz ve kuruntular yapmaz ve boşuna vehimler arkasına
takılıp, aldnnmaz. fakat zan sahibi, vehim ve kuruntularını kuvvetlendirmek
için delil uydurmaya çalışır; böylece vakitlerini ve zekasını harcayarak
zannıni ispata çalışır. Şeytan da, onun tehlikeli vehimlerini süsleyerek
kuvvetli deliller halinde ona gösterir. Netice olarak evham hastalısına düşmeğe
kadar'götürür. İste bu kötü akıbetten tiksindirmek ve kaçındırmak içindir ki,
Peygamber Efendimiz zan hakkında : «Sözlerin en yalanı.» Diye buyurmuştur.
Neceş'den de Peygamber
Efendimiz menetmîşlerdir. Mala rağbet kazandırmak ve onu geçerli kılmak için
medihte bulunmak ve övmek Ne-ceş'dir. Böyle bir hareket ticarette mubah değildir.
Malın vasıflarını, iyi ve kötü taraflarını olduğu gibi söylemek icab eder.
Bunun dışında sırf övgüde budunmalc:ve mübalâğalı hareket etmek
yasaklanmıştır,.Çünkü-.buncta bir nevi aldatma vardır:
Hasedlesmek ve
birbirini- kıskanmak yine haram olan haHerdehdir. Başkasının elindeki nimetin
yak olmasinr isteme hastalığıdır. Halfouki Müs* tuman kendisine yapılmasını
istemediği bîr şeyi1,-ı kardeşi için de istemez. Yalnız zalim bir kimsenin
zulmünden ve eziyetihdetv kurtulmak' için böyle bir zalİıtt'eliridek'î.İmkânların
zevali jstdnebilhv
Başkası elinde bulunan
hSmeî gibi, kendisi, için de istemek ve bâşka-srnın'.nimetinin zevalini .arzu
etmemek mubahtır; buna gıbîa'ıiemr, hased denmez.
Tenafüs ise, dünya
menfaatlerine dalarak birbirine düşmek ve çekişmek düşmektir»'..Böyle;
menfaat5 üğ,rund birbirine'g[!|erv(erin kuyyetljleri ;daİma zayıflara zulmeder
ve onların hakkını çiğneyerek yer. Adalef kaybolur ve sevgilerine düşmanlıjç
hüküm sürer. Amma'rTaaskasına tjîarpr yermeybcek çeküle; manevî deqerjer
arkasında" kosma!< ve yarışmak yasak değil, bir fazilettir.[803]
411— Ebû
Hüreyre'den rivayet' edildiğine^ ğore, Kesûİüllah Aleyhi veSellem) şöyle buyurdu :
«—-Pazartesi ye
perşembe gülleri Cennet'jn kapıları açılır fre Allah'a hiç bir. şey ortak
ko^jmafyan Tıer kul'fcağışlantr, kncaM Jtaî-ffeşi \\$\ kendisi arasında
düşmanlık olan, kimse ' bağışlanmaz.
(Onlar için) şöyle denir:
Birbirleriyle barışın caya kadar İm ikisini bekletin.[804]
Müslim
BiJin^riyûyetinfİB sofi'cümle uç defa tekrar .eclifraek sureti i|e
zaptedilmiştir.. Diğer lâfızlarda "değişiklik yoktur. :
-' Erjl-i; Sünnet
qkîdesindş Cennet ye Cehennem el'ân yaratılmış varlıklardır. BöyJe olunca
lıaftada iki defa kapılarının açılması mecaz değil, gerçek manâ taşır. Ayrıca
bu Pazartesi ve Perşembe gpplerİnde mağfiretin çokluğg, bol sevab verilmesi ve
mertebelerin yükseltilmesi manâları da alınabilir. Şirkten başka günahların
bağışlanmasından maksad küçük günahlar olduğu görüsü hakimdir, Küçük güntah
işlememiş olanlardan, büyük günahların bağışlanabileceği de söylenmektedir.
Aralarında adavet
bulunan kimselerden günah bağışlanmaz, tâ ki bardırlar. Cenabı Hak Meleklere :
«— Bu kin besliyenleri
birbirleriyle barışıncaya kadar bekletin.» Diye buyurur. Eğer barışmazlarsa,
günahları bağışlanmaz, yalnız biri barışır da öteki kabul etmezse, barışçı
bağışlanmış olur, diğerinin günahları bağışlanmaz.[805]
412— (97-s.)
Ebu'd-Derda'nın şöyle dediği işitilmiştır:
«— Size, sadakadan ve
oruçtan daha hayırlı olan şeyi söyleyeyim mi?
(Bu), iki dargının
arasını düzeltmektir. Dikkat edin! Kin, kökten (sevabı) yok eder.»[806]
Burada da kin
beslemenin büyük zararından ve dargınları barıştırmanın büyük sevabından ve
büyük bir hayır olduğundan haber verilmektedir. Böylece daha Önceki hadîs-i
şerifler teyİd edilmiş oluyor.[807]
413— lbni Peyg&mlber^SaltaUah^ÂleytitveSeîlemyûen
rivayet ettiğine göre, Hasreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Üç şey kimde varsa,
Allah Teâlâ dilediği kimseden, bunlardan başka günahları bağışlar: Allah'a
ortak koşmayarak Ölen, sihirbazların arkasına düşmeyip de sihirbaz olmayan ve
kardeşine kin beslemeyen kimse...»[808]
Allah'a ortak koşmak,
sihir yapmak ve Müslöman kardeşine kin beslemek büyük günahlardan sayıldığı
için, bu günahları işlemeyerek ölenden diğer işlemiş olduğu günahlar
bağışlanacağını Peygamber Efendimiz haber vermektedirler. Müslümanlar arasında
düşmanlığın ve birbirine karşı kin beslemenin ne kadar zararlı ve büyük günah
olduğu bu hadîs-i şeriften de anlaşılmaktadır. Bundan önceki hadîs-i şeriflere
müracaat edilsin.[809]
414— Ebû
Hüreyre demiştir ki, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu
işittim :
«— Bir adama, üç
günden ziyade bir müminle dargın durması helâl olmaz. Üç gün geçince mümin
kardeşine gidip onunla karşılaşilaşarak selâm versin. Eğer (ikinci şahıs)
«elamı alıp mukabele ederse, her ikisi de sevabda ortak olurlar. Eğer selâmı almazsa,
selâm veren, dargınlık günahından kurtulur, (beriki günahı yüklenir).»[810]
Üç güne kadar
Müslümanların birbiı*Teriyle-«kirgıh kolmdarma müsaa-Üç^gürv doluricay hemen'
a'argınhğrgiü'ermek için daha öncdden
ilgisini "kestiği kaı'deşine uğramalc veömınld karşılaşarak selâm
vermek icab eder. Selâm vermek dargınlığı gidermek için kâfi gelen bîr
konuşmadır. Eğer bu verilen selâm, aynen geri-çevrilir ve kabullenilirse,
dargınlık kalkmtş::olur,-ve^W İkisi de dargınlığı terk .etme
,sevabvnq-kavu-şunlar. Şayet selâm geri;çevrilmez ve kabulhepifmezse, seldıry
venen günaha tpn kurtulur. SeJârorfllm^ayan üzerinde: de;gürjah kalır.[811]
415— (98.s.)
Saİjm/JlMii ÂbâuUakİâiı^o'da faâWsındaîı.rivayet-.ettiğine göre, "Hazrefr
Ömer oğullarına şöyle buyururdu:
«Sabahleyin
kalktığınız zaman (iş icabı) öteye beriye dağılıniz; bir evdectoplatmlayınız.
Ç&ıkü ben, birbirinize darılmanızdan yahut aranızda bir fenalık
çıkmasından korkarım.»[812]
Hz. öm'er'
iRadfydilahuvmh) 'dan rivayet-edilen bo'hbber bize şunu öğretiyor:
Sabah öb'nta,Therk'ös
bir'rş ve-vazife için evden ayrılıp çalışmalı ve möşgut blmölfdtr. Böyle
çalışmaya ve'ise g'Srheyİp' de bîr arada 'bulunan gençler, ya aralarında
münakcı'şü ederek birbirlerine köserler; yâ der < bir fenalık düşünürler.
Müştereken bir fenalık İşleyebilirler. Bu gibi kötü ihtimalleri ortadan
kaldırmak için Hz. Ömer Efendimizin tavsiyeleri ne güzel bir hareket yoludur.
Hem zaman değerlendirilmiş olur; hefn.de fenalıklar önlenmiş olur.[813]
416— Abdullah
îbni Ömer'in; haltına ;kavuşaa Veh£ ibm . dan rivayet edilmiştir ki:
— Abdullah İbni Ömer,
suyu- az bir yerde bir çobanla bir miktar koyun gördü; bir de bu yerden daha
(suyu bol olma bakımından) güzel bir yer gördü. Bunda**.dolayı çobana şöyle
dedi
—Vay yazik sâna, ey
çoban! Koyunları çevir (şu suyu bol taraftı).Zira ben ResÜlullah (Salhlktkü-Aleyhi Sellerhyin '
şöyle 'buyurduğunu İşittim:
«—Her çoban,
sürüsünden sorumludur.» [814]
Yamlış yolda bulunan veya'çaresiz
bir halde görülen bir kardeşin danışması olmasa bile, onun haline va!<ıf
olanın ikdz'eaTp/önû'ydr-djmda. bulunması.gerejcir. İşte. l;b-.n i Ömer/,
çobanın şu ihjiyücı içinde bulunduğunu görmesi üzerine; rŞng daha elverişli,
ve.;$uyu .bpl^bıCtskd; bir yer göstererek delâlette bulunmuş ve çobanın
sorumluluğunu da hatırlatmıştır. Müslümanlar daima',iİÖğYu ve iyi yoları
btrbırİe'nne gösterip delâlette büfunrnalidırka'r. Ö'anışrtıa drniaİcsızın da
bu yapılmalıdır.[815]
417— îbni
Abbas, Peygamber (Sallaiiahü A leyhi ve Seilem) 'den rivayet ettiğüıe göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Kötü hal ile
vasıflanmak bize uygun düşmez: Hibesinden geri dönen, kusmuğuna dönen köpek
gibidir.»[816]
Hİbe, bir karşılık
olmaksızın, bir malı başkasına bağışlamaya denir. Hibe karşılıksız bir bağış
olduğundan, başkasına yapılan bu bağışı geri almak tahrimen rrfekrûhtur;^çünkü
bunda' hasislik vd'lslâm vakarına yakışmayan davranış vardır. Olgun insanlar
buna tenezzül etmezler. Zaten yedi şey vardır ki, bunlar hibeden dönmeye ve
yapılan bağışı geri almaya mani olurlar. Engel teşkil eden bu hususlar
şunlardır:
1— Bir
kimseye herhangi bir mal hibe edildikten sonra, hibe edilenin elinde kıymeti
artmış olursa, bu mal geri alınamaz. Hibe edilen bir binaya ilâve yapılması,
sıvanıp boyanması; veya hibe edilen kumaşın dikilip elbise haline getirilmesi
gibi...
2— Hibe
edilen mal teslim edildikten sonra taraflardan birinin vefat etmiş olması, o
malın geri alınmasına engel teşkil eder.
3— Bir ivaz
karşılığında yapılan hibeden de dönülmez. Meselâ; kendisini ölünceye kadar
bakıp beslemek üzere akarını başkasına hibe eden, bu hibesinden dönemez.
Bir kimseye hibe
edilen malın, hibe edilenin elinden çıkmış olması, hibeden dönmeye engel olur.
5— Zevci yy
et hibeden dönmeye engel teşkil eder: Kocanın karısına ve karının kocasına
yapmış oldukları hibeden dönmeleri caiz olmaz.
6— Bir
kimsenin neseben mahremleri olan akrabalarına yapacağı hibeden dönmesi olamaz.
Böyle bir yakınlık hibeden dönüşe engeldir. Amca oğluna yapılan hibeden
dönülebilir; çünkü amca oğlu mahrem değ i İdi f, yalnız neseben akrabadır. Amca
oğlu ile evlenmek caiz ve mubahtır, yani arada mahremiyet yoktur. Yine süt
kardeşe veya kayın valideye yapılan hibelerden dönülebilir; çünkü bunlar neseben
akraba değillerdir.
7— Hibe
edilen bir malın helak olması da, hibeden dönmeye engel olur. Meselâ; hibe
edilen bir mal, hibe edilenin elinde yansa, kaybolsa veya herhangi bir şekilde
mahvolsa, bu malın kıymeti geri alınamaz.
işte bu yedi halin
dışında hibe edilen bir mal geri alınabilirse de, Hanefî mezhebine göre
tahrimen mekruhtur. Hz. Peygamber Efendimizin buyurdukları gibi :
«— Hibesinden dönen,
kusmuğuna dönen kelp gibidir.» Bu ağır itham karşısında mecburiyet halleri
olmadıkça, hibeden dönülmemelidir.[817]
418— Ebû
Hüreyre demiştir ki:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Mümin sal iyi
kimsedir; münafık (kâfir) ise, hilekâr kötü kimsedir.»[818]
Gerçek mümin dünya
menfaatine önem vermediği ve hırs peşinde olmadığı için tecrübesi az olur ve
herkesi de kendi gibi; zannederek hareket eder. Bunun için saf ve hilesiz
hareket.eder. Bunun neticesi olarak da daima aldanır.'- Daho.-ziyade âhirete
taallûk eden işlerde ve Allah'ın rızası gözetilmesi jcab eden yerlerde
ihtiyatlı ve sağlam hareket eder. Halbuki samimiyeti olmayan,.Allahdan
korkmayan kötü ruhlu nsanlar dünya menfaatine kıymet verirler ve
.karşılarındaki saf müminleri iki yüzlülükleri ije, çeşitli yalan ve fitnelerle
aklatırlar, kendi hasis gayelerine hizmet.ettirirler.
Ğırr, iki yüzlü
Qtmayqn, hilesi bulunmayan, saf kimseye denir. İşte mümin böyle olur.
Habb, hHekâr>-
dubaracı, oynak kimseye denir. Bu vasıf da münafık, facir ve kâfirlerin
vasfıdır.[819]
419— İbni
Abfe^cl^n rivayet edildiğime gÖres şöyle, deapiştir :
— Resûlüllah
(SaUatlahü Aleyhi ve SeÛemyin zamanında iki adam ara-sınçla sövme bldıj.
Btınlardan biri sövdü, diğeri sustu; Peygamber (Sallallahü Âleyhkpe Se2tem); de
oturuyordu. Sonra diğeri (sövülen adam) aynı sözü geri çevirdi (sövene iade etti). Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı
(meclisten gitti), Hazreti Peygamber'e, niçin kalktın? diye 3orul,d«. Peygamber
şöyle buyurdu :
«— Melekler kalktı,
ten de onlarla beraber kalktım. Bu sövülen, sükût ettiği müddet, melekler tuna
sövene, sözünü geri çeviriyorlardı. Ne zaman ki bu adam, şovenin sözünü geri
çevirdi, melekler kalktı (gitti).»[820]
Sibab : Bir kimseyi
ayıplamaya, ırzına tecavüz etmeye ve kötü söylemeye denir. Bir Müslümanın din
kardeşine böyle tecavüzde bulunması ona zulmetmektir, onu incitmektir. Bir
kimseyi incitmek ise yasaktır. Böyle bir harekete muhatab olan, aynı sözü geri
çevirmek hakkına sahiptir; bununla beraber susar ve mukabele etmezse daha
büyüklük göstermiş olur ve derecesi yükselir. Sustuğu müddet melekler onun
yardımcısı olur; fakat mukabele edince melekler aradan çıkar, yardımcı
olmazlar. Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
«KötUlUğün cezası, ona
denk bir kötülüktür; fakat kim bağışlar ve (kendisi ile hasmı arasını)
düzeltirse, onun mükâfatı Allah'a aittir. Elbette Mı»h halimleri sevmeze»
(Şûra Sûresi, Âyet: 40)
Âyet-i kerîmeden de
anlaşılıyor ki, bir fenalığa ancak misli ile mukabele edilir. Bununla beraber
kim mukabele etmez ve bağışlarsa, hasmı İle arasını düzeltirse, Allah katında
İiüyük sevaba nail olur. Birinci hareket avam tabakasının hareketi ve İkincisi
de seçkinlerin hareketi olur.
Ebu Davud bu hadîs-İ
şerifi daha geniş olarak ve Hz. E b u Bekir
üzerine cereyan etmiş bir vak'a olarak tesbit etmiştir.[821]
420— (99-s.>
ÜmrmVd-Derdâ'dan rivayet edildiğine göre, bir adam kendisine gelip şöyle dedi:
— Bir adam,
Abdülmelik'in yanında sana dil uzatmıştır. Ümmü'd -Derdâ şöyle cevab verdi:
«— Bizde olmayan bir
şeyle ayıplanmamız mı, bizde olmayan şeyle ne kadar övüldük...»[822]
Ömmö'd-Derda, ashabı
kiramın hanımlarından olup, takva ve fazileti ile şöhret bulmuştur. Kocası
Ebu'd-Derda 'dan daha önce, Hz. O s m
a n 'm hilâfeti zamanında Şam'da vefat
etmiştir. İsmi Hayre 'dir. Ümmü'd-Derda
E! Kübra diye-maruftur. Peygamberimizden ve kocasından hadîsler ezberlemiş ve
kendisinden de, tabiîn'den Meymûn ibni Mihran, Safvarr ibni Abdullah ve Zeyd
ibni Eşlem gibi şahsiyetler rivayet etmişlerdir.
Ümmü'd-Derda
hazretlerini ayıplayan ve onu küçük düşüren adamın sözlerine, Ümmü'd-Derda 'nın
önem vermeyip geçmesi ve herhangi kötü bir mukabelede bulunmayışı, derecesinin
büyüklüğüne ve olgunluğuna delâlet eder. Bu sabrının mükâfatını Cenab-ı Hak
verecektir.[823]
421— Kays'dan
rivayet edildiğine göre, Kay s demiştir ki:
—
Abdullah (İbni Med'ud) şöyle buyurdu:
— Bir adam arkadaşına,
sen benim düşmanimsm, dediği zaman;(bı lardan biri İslâm'dan çıkmıştır; yahut
arkadaşından beri kalmıştır. Kays demiştir ki:
— Bundan sonra Ebu Cuheyfe, Abdullah'ın şöyle
dediğini bana haber verdi:
— (Bu dargınlardan) tevbe eden müstesnadır, (o
kurtulmuştur).[824]
Bİr kimseye
düşmanımsın demek, çok ağır bir ithamdır. Bir Müslümana düşman ancak kâfirler
olur. Böyle bir niyyetle söylendiği zaman, eğer mu-hatab olan kâfir durumunda
değilse, söyleyen kâfir olur; yani küfür işlemiş kadar günahkâr olur. Bunların
kurtuluşu ancak tevbe etmeleriyle mümkündür.[825]
422— (101-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, îbni Abbas şöyle demiştir:
— (Ravilerden Leys şüpheye
düşerek: «Zannediyorum ki, İbni Abbas bunu Peygambere kadar yükseltmiştir»,
der.) :
«— İnsanoğlunda üçyüz
altmış organ, yahut kemik, yahut mafsal vardır. Bunlardan her biri için her
gün bir sadaka var: Her iyi söz bir sadakadır; insanın kardeşine yardım etmesi
:bir "sadakadır; su verdiği bir içim su sadakadır; yoldan eziyet veren şeyi
gidermek bir sadakadır.»[826]
İnsan bir günah
İşlediği zaman onun cezasını ve azabını organların hepsi birlikte çeker ve elem
duyarlar. Buna karşılık da yapılan en küçük sevab ve iyiliğin mükâfatını yine
azaların hepsi müşterek olarak kapanırlar ve bundan manevî haz alırlar. İyi ve
hoş bir kelimeden tutun da bir yudum su vermeye kadar her hareketin bir sevabı
olmakla, insan vücudunun bütün organlarına intikal eder. Burada ravİ şüphe
etmektedir:
«— Ya üçyüz almış
organ, ya kemik veya mafsal...» demektedir. Sayı verilmesi, insandaki cüzlerin
ve kemiklerin fazla olmasına ve sevabın hepsine geçeceğine işaret içindir. Tıb
ilmi bakımından tam üçyüz kemiğin olması icab etmez. Sonra kemik ve aza
sayıları itibarî olduğu için, değişik sayılar elde edilebilir. Meselâ; kafa
kemikleri, kafatası ve çene kemikleri diye kısımlara^ aynlabıldiği gibi, çene
kemiklerindeki dişler de ayrı parçalar olarak sayılabilir. Böyle itibarlara
göre de sayılar değişik olur.[827]
423— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Se/temj'deıı rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Sövüşen iki
kimsenin söyledikleri sözün günahı, sövülen (mazlum) hududu aşmadıkça, ilk
söze başlayan üzerinedir.[828]
İlci kişi arasuida
meydana gelen s-öş/üşmeden doğacak olan söze başlayan üzerine vaki olur;
sövülen kimse, sövene fazlasiyle iade etmediği ve yalnız kendine söyleneni
geri çevirdiği takdirde... Şayer ikinci şahıs ziyade ederse, günahta ortak
olurlar, her ikisi de aynı günahı işlemiş olurlar; fakat İkinci şahıs affeder
ve bağışlar, susarsa bunun ayrıca sevabı olur, Allah Tealâ mükâfatını verir.[829]
424— Enes,
Hazreti Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellemyden rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
— Sövüşen iki kimsenin
söyledikleri sözün günahı, mdttlunv durumdaki sövülen tecavüz edinceye kadar,
ilk söze başlayan üzerinedir.»[830]
425— Yine
Peygamber (Salîallafıü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: «— Bühtan nedir, bilir misiniz?» (Ashab) dediler ki:
— Allah ve onun Resulü
daha iyi bilir. Peygamber: «— İnsanların arasını bozmak için, bir kısım
insanlardan bir kısmına sözü nakletmektir.» buyurdu.[831]
426— Ve yine
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem} şöyle buyurdu:
«— Allah (Azze ve
Celle), l.irHrinize tevazu edesiniz ve birbirinize tecavüz etmeyesiniz diye
bana vahyetti.»[832]
Tevazu : Hiç kimse
özerine kendini üstün görmemek, başkanı katında kendinde bir hak bilmemek ve Allah'ın
kullarına merhametli olup, Cenab-i Hakkın emirlerine daima boyun eğmek
tevazudur. Buna alçak gönüllülük de denir. Tevazu, kibrin karşılığıdır.
Büyüklenmek ve kendinden üstün kimseyi görmemek ve beğenmemek, daima kendine
hürmet edilmesini istemek çok kötü bir ahlâktır. İnsanı Allah'a İsyana ve küfre
kadar götürür tehlikeli bîr hastalıktır. İnsanlar arasında da şerefi düşürür,
hoş karşılanmaz, nffret kazandırır/Tevazu ise,insanı
yüj(^BJ^4*^^rhürmet-kazarfdırır. Allah katında da tevazu sahibi makbul
olur.
Bir de horluk ve
dalkavukluk vardır ki, bu bayağı ve adi bir harekettir. Bazı nefsanî arzulara
ve menfaatlere kavuşmak İçin şahsiyeti yok ederek başkasına yaltaklanmak ve ona
boyun eğmek, yapmacık sadakat hareketlerinde bulunmak hastalığıdır. Bu kötü
huy, insanın şahsiyet ve vakarını yok eder, insanı bayağılaştınr ve hasîs
duruma sokar.
İyi ve makbul olan
tevazu şudur: Allah'ın emirleri bahis konusu olduğu zaman onlara sarılmak ve
onları yerine getirmek, yasaklan ile karşılaşıldığı zaman da onlardan
sakınmak. Allah'ın emir ve yasaklarına böyle riayet etmeyen, Allah'a kulluktan
kaçmış olacağı için, kendinde bir nevi kibir var demektir. Allah'ın emirlerini
yerine getirmemek, ona boyun eğmemektir. Bu bakımdan kibir alâmeti vardır.
Allah'ın emir ve yasaklan çerçevesinde kullarla münasebette bulunmak, kullara
karşı da tevazuun ifadesi olur. Nefsanî his ve arzular kabarıp da insan
kendinde bir azamet ve varlık duyunca, Allah'ın kudret ve azametini
jdüşüfterefc "kendi mevkiini tayin etmeli ve tevazu yolunu tu+maJithr.
Bir hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi :
«— Mütevazı olanı
Allah yükseltir ve büyüklenenİ de Allah küçültür.»
İşte Allah katında
derece kazanmak ve insanlar arasında makbul olmak için tevazu yolunu seçmelidir.[833]
427— İyaz'dan
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Dedim ki, ey
Allah'ın Resulü! Adam bana sövüyor. Peygamber (Salîalîahü A leyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: Sövüşenler şeytandırlar,
saçmalarlar, ve birbirlerine yalan söylerler.»[834]
İki kişi arasında
kızgınlık ve öfke meydana gelir de karşılıklı olarak sövülmeye başlarlarsa,
itidal ve irade ortadan kalkar; insana aklı değii, nefsi hakim olur. Nefis
şeytanın emrinde hareket ettiğinden^ artık bu iki kimse şeytanlık yaparlar.
Yani birbirlerine fenalık ve kötülük işlerler, söyledikleri sözün farkında
olmazlar, birbirlerine iftira eder ve yalan söylerler. Bu duruma düşmemek için
kötü söylemekten daima kaçınmak ve kötü söyleyenlere mukabelede bulunmamak,
hiç olmazsa söylenenden ziyade etmemek gerekir.[835]
428— İyaz îbni
Hımâr'dan rivayet edildiğine
göre, Resûlüllah şöyle buyurdu :
«— Allah, bana, tevazu
edesiniz diye vahy etti; öyle ki biriniz diğerine tecavüz etmesin ve hiç kimse
de diğeri üzerine öğünmesin.»
Ben de dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Bana bildirir misiniz, benden daha noksan olan bir topluluk içerisinde eğer bir
adam bana sövse de ben ona sözünü geri çevirsem, bunda bana günah var mı?
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Sövüşenlerin her
ikisi şeytandır, saçmalarlar ve birbirlerine yalan söylerler.»[836]
428— (Mükerrer)
Iyaz şöyfe deniştir:
— Mekke'de (Haremde)
Resûlüllah (Sallaliakü Aleyhi ve Sellem) arkadaşı idim. Sen henüz Müslüman
olmadan Önce ona bir dişi deve-hediye ettim de, onu kabul etmedi ve şö'^le
buyurdu:
«— Ben müşriklerin
bağışından hoşlanmam.»[837]
Müşriklerden hediye
kabul edip etmemek hususunda ayrı ayrı hadîs-İ şerîfler vardır. Bunlar şu
şekilde izah edilmektedir:
Bir dostluk ve sevgi
kazanmak maksadıyle müşrikler tarafından verilecek hediyeleri Hz. Peygamber
kabul etmemişler; fakat bir ünsiyet kurma!; mafcsodı ile veya bir maslahat
gözetilmek kaydı ile kabuT etmişlerdir. Yahut putlara tapan müşriklecçlen
katml- cimememİşler; ehl-i kitabdan kabul buyurmuşlardrr diye Wvefh
yapılmaktadır.[838]
429— Sa'd
İbni Malik'den; o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet
ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Müslümana sövmek
fâsıklıktır.»[839]
Ftsk, iyi halden çıkıp
kötü duruma düşmeye denir. ster insanda bulunan bîr ayıpla olsun ve ister
ondlr bulunmoyan bir ayıpla olsun, onu kötülemek ve ayıplamak, ona dövmektir.
Böyle çirkin bir hareketin doğurduğu 'rafite de fasıkltktır, bayağı ve günahkâr
duruma düşmektir. İslâm'ın ahlâk çerçevesini kırmak ve dışarı çıkmak olur.
Tevbekâr olup helâllaşmayanlar âhirette cezalarını çekerler.[840]
430— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Resûlüllah (Satİailahü Aleyhi ve Selle/h)
kötü söz söylemezdi, lanet okumazdı ve sövü-cü de değildi. Öfkeli zamanında
şöyle derdi:
«— Ona ne oluyor? Alnı
yete sürünsün.»[841]
Metinde geçen «Tdribe
cebîmjhu» Arapçada bir deyimdir. Lügat bakımından, dini topraklansın demek İse
de, yüzükoyun yere düşsün manâsına gelir. Hoşlanılmayan kimse aleyhine
kullanılan bir sözdür. İşle Hz. En es'in rivayetlerinden anlaşılıyor kİ,
Resûlüllah Efendimiz hiddetli anlarında dahi yüksek ahlâk ve meziyetlerini
korurlar ve ancak bu deyimi kullanırlardı, Bir hadîs-i şeriflerinde
buyurdukları gibi :
— Babayiğit, insanları
yenen değil, öfkesini yenendir.»
Olgunluk ve kemal
buradadır.[842]
431— AbduIIah'dan,
o da Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etmiştir:
«— Müslümana sövmek fa
sıklıktır ve onu öldürmek küfürdür.»[843]
Möslümana sövmenin fasıklik
olduğuna dair hadîs-i şerif 429 sayıda geçmişti. Burada Müslümanı öldürmenin
küfür olduğu beyan buyuruluyor.
Bir Müslümanı öldürmek
haramdır. Böyle kesinlikle haram olan bir işi helâl kabul ederek işlemek küfür
olur, İslâm dininden çıkmayı gerektirir. Bir de bir Müslümanı, mümin vasfından
dolayı, yani Müslüman inancında bulunduğu gerekçesiyle öldürmek yine küfürdür;
çünkü bir mümini ancak kâfir öldürür. Bu gibi maksatlar dışında bir Müslümanı
öldürmek haram fiil olur, böyük günahlardan sayılır; fakat küfür olmaz. İşin
manevî sorumluluğunun büyüklüğünden ve böyle hareketlerden sakınmaya teşvik
bakımından küfür lâfzı İle ifade edilmiştir.[844]
432— Ebu
Zer'den işitildiğine göre, şöyle demiştir: — Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem)'in şöyle buyurduğunu dinledim :
«— Bir adam, bir adama
(taşkınlık yaparak) söa atmasın; ona küfür sözü atmasın (kâfir demesin). Böyle
yaparsa, arkadaşında küfür bulunmadığı takdirde, küfür kendisine döner.»[845]
Allah'ın emrinden
dışarı çıkarak bir kimseye ağır ve kötü lâflar söylemek -ve atmaktan Hî.
Peygamber müminleri alıkoyuyor. Buna dili alıştırmamak ve daima tatlı söz
söylemek yolunu seçmelidir. Sözlerin en ağırı, başkasını küfürle itham
etmektir. Bundan son derece kaçınmak icab eder,-öyle kİ, küfür isnad edilen
şahısta bu vasıf yoksa, o küfür vasfı söyleyene döner de onun vasfı olur.
Bir kimse gerçekten
kâfir bile olsa, ona böyle bir isnad yapıldığı zaman, söyleyene bu sözün
vasfından bir şey dönmez; fakat günahkâr olur. Çünkü bunu söylemekle
karşısındakine eziyet vermiş;'OffCf'töhkîr''etrtt'fş, insanlar arasındaki
mevkiini ayak altına almıştır. Böyle bir hareket kâfiri, küfrü üzerinde ısrara,
kızgınlığa ve sertliğe götürür. Halbuki Müslüman, tatlı ve yumuşak söz ve
hareketlerle, örnek olacak davranışlarla küfür yolunda bulunanların kalblerİnİ
çevirmek görevi altındadır, irşat yolu budur. Nefret kazandıracak tutumlara
asla baş vurmamalı, şuna buna sövüp sayma suretiyle sokak ve kürsü
kahramanlıkları yapılmamlıdır. Hele cemiyet İçinde mevkii düşük olanın yüksek
mevkİdekilere pervasızca saldırması, hiç bir zaman fayda sağlamaz, zarar
getirir. Her şeyden önce insanlara örnek olacak ahlâka sahip olmalıdır. Buna
muvaffak olunduğu gün cemiyet kurtulur. "Aksi halde anarşi ve nifak olur.[846]
433— Ebu
Zer'den aynı senedle rivayet edildiğine göre, Ebu Zer Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) *in şöyle buyurduğunu dinlemiştir:
«— Bir kimse 'bilerek
babasından başkasına intisabı iddia ederse, küfretmiş olur. Kim de mensubu
bulunmadığı bir kavme intisabı iddia ederse, Cehennemdeki yerine hazırlansın;
ve bir kimse bir adama küfür isnad eder yahut:
— Ey Allah'ın düşmanı,
der de onda bu hal yoksa, söylediği söz kendine döner.»[847]
Bu hadîs-i şerifle üç
fiilin vahim neticeleri beyan buyurulmuştur:
1— Bildiği
halde, babasından başkasını baba kabul
etmek ve onu baba edinmek : Burada yalana baş vurarak faydalanmak vardır ki, bu
haramdır. Bir kimsenin malına, şerefine ve ilmine rağbet gösterip, ondan menfaat
temin etmek maksadı ile başvurulacak bir sahtekârlık yoludur. Allah Tealâ'nın verdiği
meşru bir babayı ve böyle şerefli bir nimeti inkâr olur. Yahut yalanı helâl
kabul ederek başkasını baba edinmek niyyetİni taşıyorsa kâfir olur. Her halde
böyle kötü davalarda bulunmak günahtır, tevessülü dahi düşünülmemelidir.
2— Mensub
olmadığı,bir kavme intisabı iddia etmek: Bu da aynen babastndan başkasına
intîsab iddiası maksat ve neticelerini taşır. Böyle bir fülİ işleyen tevbe
etmeksizin ölürse, Cehenneme girmeden Cennet'e giremez.
3— Adam
kâfir veya Allah'ın düşmanı olmadığı halde ona, kâfir veya Allah'ın düşmanı
diyene, söylediği söz avdet eder: Buna dair açıklama 432 nolu. hadîs münasebetiyle
geçmişti.[848]
434— Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından biri olan Süleyman tbni Sured'den
işitilmiştir; adam şöyle anlattı :
— Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında iki adam sövüştü. Bunlardan
biri hiddetlendi. Hiddeti o kadar taştı ki, yüzü şişti ve şekli değişti. Bunun
üzerine Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
*— Ben bir söz
biliyorum ki, eğer onu, (bu hiddetlenen adam) deseydi, içinde bulunduğu hal
kendisinden giderdi.» buyurdu. (Peygamberin yanında bu sözü duyan) adam, o
hiddetlenene gidip Peygamber (Sallatttöıü Aleyhi ve Sellem)'in sözünü haber
verdi ve şöyle dedi:
— Allah'ın rahmetinden kovulmuş Şeytan'dan
Allah'a sığın = Eûzü Billahi Mineş'Şeytani'r-Racîm, diyerek Allah'a sığın.
Öfkeli adam:
— Bende hiddet mi zannediyorsun, ben deli
miyim? git, dedi.[849]
Öfke, kalbten
kaynayarak vücut dışına sıçrayan bir haldir ki, bunun zıddı hilimdir = yumuşak
huyluluktur. öfke makbul olmayan bir haldir; hilim İse güzel ahlâktır.
öfkenin sebebi,
kenatnden'*âsa$ mayaçak bir hareketin ortaya çıkışıdır. Öfke tesirini dışarda
gösterir, zarar» çok kere başkasına ve kendine olur. Bir de hüzün vardır ki, kendinden
üstün gördüğü adamdan, kendine reva görmediği kötü bir hareketin vukuundan
meydana gelir. Hüzün vücut dahilinde kalır, dışarı sirayet etmez. Onun için
zararı içedir, hüzün sahibini öldüren bir zehirdir.
öfke ve hüznün
zararından korunmak için, daha doğrusu bunları engellemek için, bazı tedavi
usulleri vardır. Bunların başında, Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınmak gelir.
Peygamber Efendimiz bunu tavsiye buyurmuşlardır. Zİra öfke, Şeytan'ın dürtüşü
ile meydana gelen ve her iki tarafa zarar veren bir haldir. Bundan korunmak
ise, ancak Allah'a sığınmakla olur. Allah Tealâ hatırlanınca, ona itaat husule
gelir, nefsin ve Şeytanın arzuları yenilir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
«— Eğer seni şeytan
tarafından bir dürtüş Öfkelendirirse (haktan çevirirse) Allah'a sığın,
(istiaze getir).»[850]
Öfkelenen kimse,
öfkesini yenmek İçin, bir halden başka bir hale dönmelidir. İş yapıyorsa
bırakmalı, boş duruyorsa çalışmalıdır, öfkenin doğuracağı zarararı
hatırlamalıdır. Kusurluyu bağışlamanın sevabını düşünerek sevaba rağbet
etmelidir. Kazanılan teveccühün öfke sebebiyle nefrete döneceğini
hatırlamalıdır. Bu tedavi usullerine baş vurulduğu takdirde öfke önlenmiş olur.
Hadîs-i şerifte zikri
geçen adamın Hz. Peygamber in tavsiyesini kabul etmeyişi İki sebebe bağlanabilir:
1— Kendi
zannınca Ntifgejmcdk cinnet derece£İnc|i8jı;i taşkınlıklara karşı yapılır.
Kendisjj}#İ3 ^öyjjejjir .taşkınlık hissetmemistİr^y^bunun için de istiazeye
lüzum görmemiir.
2— Adamda
nifak alâmeti bulunduğundan, öfkeli halinde :Hz. Peygamberin tavsiyelerini
kabul etmemiş olmak ihtimali vardır. İnanç yönünden Peygamberin sözünü kabul
etmemek küfürdür.[851]
435— (102-s.)
Abdullah'dan :
— İki müslüman yoktur
ki, bunlarla Allah arasında bir perde (muhafaza) olmasın. Bunlardan biri,
arkadaşına dargınlık sözü söyleyince, Allah'ın perdesini yırtmış olur, (artık
korunmaz). Bunlardan biri diğerine":
«— Sen kâfirsin!»
derse, ikisinden biri kâfir olur, (muhatab gerçekten kâfir değilse, söyliyen
kâfir olur).[852]
Bu haberden
anlaşılıyor ki, birbirine sadık kalan ve birbirini incitmeyen iki Müslümanın,
bu hal üzere bulundukları müddet koruyucuları Altâh Tealâdır. Eğer bunlardan
biri hududu aşar ve arkadaşını gücendirecek sözde bulunursa, Allah
muhafazasından d işarda kalırlar ve birbirleriyle uğraşarak cezalarını
çekerler.[853]
436— Mesrûk'dan
rivayet edildiğine göre, Hazreti Âişe'nin şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
— Peygamber
(Sallallahü A'.cyhi ve Selle m) bir iş yaptı ve o işin işlenmesine ruhsat
verdi. Bundan bir kısım müslümanlar kaçındılar, (onu yapmadılar, zanlarınca
takva yolunu seçtiler). Bunların tutumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Selletnje ulaştı. Bunun üzerine, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
hitabette bulunup Allah'a hamd etti; sonra şöyle buyurdu :
«— Bazı kimselere ne
oluyor, benim yaptığım şeyden kaçınıyorlar, (onu yapmıyorlar)? Allah'a yemin ederim, ben
Allah'ı o kimselerden daha iyi bilirim ve onlardan daha çok Allah'dan
korkarım.»[854]
Peygamber in
yapılmasına izin verdiği bir işi, ashabdan bîr kısmı yapmaktan sakındılar ve
zannettiler ki, onu işlemek kemal derecesine aykırıdır. Ramazan gecelerinde
hanımlariyle buluşma ruhsatını, kemale uygun bulmadılar. Bunu öğrenen Hz.
Peygamber metindeki hutbeyi İrad etmişler ve zevcelerinden ayrı kalanların
kişiliklerini belirtmeyerek konuşmuşlardır. Yüksek ahlâkları icabı, kendilerine
ulaştırılan bîr haber dolayısiyle ilgili şahsı hiç bir zaman karşılarına alıp
konuşmadıklarını, tariz yolu ile İfade ettiklerini Hz. Âişe haber vermektedir.
Şahısların ismini vererek ikazda ve İhtarda bulunmak, ilgiü şahısların
kırılmasına ve incinmesine yol açacağı İçin, Peygamberimiz, böyle bir
harekette bulunmazlardı; insanları yüzlerine karşı ayıplamazlardi. Allah'a
ibadet ve İtaat gibi, dinî mevzulardaki noksanlıkları ikaz ederek
düzeltirlerdi.[855]
437— Enes'deiTrivayet
edildiğine göre» şöyle demiştir: — Peygamber (Saltaliahü Aleyhi ve Seltem),
insanda hoşlanmadıkları bir şeyi görünce onu karşılarına almazlardı, (ona hitap
ederek mahcup bırakmazlardı). Bir gün bir adam Peygamberin yanına girdi,
üzerinde za-feran sanlığı izi vardı. Adam kalkınca, (işine gidince) Peygamber
ashabına şöyle dedi:
«— Keski bu sarılığı
ve kokusunu gidereydi, yahut izini çıkara ydi.»[856]
Peygamber Efendimiz,
huzurlarına gelen adamın özerinde bulunan zaferan lekesiyle kokusundan
hoşlanmadıkları halde ona, yüzüne karşı git, temizlendikten sonra gel,
dememişler; ancak adam ayrıldıktan sonra haÜnden hoşlanmadıklarını ifade
buyurmuşlardır. Bununla beraber, E bu D a v u d 'un rivayetinde, adamo :
«— Git, temizlendikten
sonra gel.»
Şeklinde tesbit
edilmiştir. Böyle olunca, yüze karşı söyleyişleri nadir olan hallerden biri
sayılır.[857]
438— Ebu
Abdurrahman Es-Sülemî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Hazreti Ali (Radiyallahu anh) 'in şöyle
dediğini dinledim:
— Ben ve Zübeyr: İbnu'l-Avvam ikimiz de atlı
olduğumuz halde, Peygamber (SallaliahüAleyhi ve Sefam),, bizi (Mekke'ye
doğru) gönderip dedi ki:
— Gidin, tâ falan bahçeye
ulaşıncaya kadar... Orada bir kadın vardır ki, kendisinde Hatıb İbni Ebi
Belta'a tarafından Mekke müşriklerine yazılmış bir mektup var. (O mektupla
Mekke'yi feth edeceğimizi müşriklere haber vermektedir.) Onu bana getirin.»
Ona, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vasfettiği şekilde bir deve üzerinde giderken
kavuştuk. O kadına dedik ki:
— Beraberindeki mektubu ver. O :
— Bende mektup yoktur, dedi. Biz, kadını ve
devesini aradık, (bulamadık). Arkadaşım dedi ki:
— Bilemiyorum, (ne yapalım). Ben dedim ki:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hata. etmemiştir^ Nefsim kudret elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, muhakkak surette (ey hanım), senin elbiselerini
çıkaracağım, yahut mektubu çıkarırsın.
Bunun üzerine kadın,
giydiği yün şalvarının kemerine eliyle abanarak mektubu çıkardı. Biz de
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e döndük. Hazreti Ömer şöyle dedi: (Bu
adam = Hatıb îbni Ebi Balta'a).
— Allah'a ve
onun Peygamberine ve müminlere hıyanet etmiştir, (bu münafıktır), bırak beni,
boynunu vurayım.
Peygamber, Hatıb'a
sordu:
«— Bu işi yapmaya seni
sevk eden ne?» Adam dedi ki:
— Bende nifak yok, ben ancak Allah'a imân eden bir kimseyim.
Mekke'deki akrabalarım yanında
taraftarım olsun, kasdmda bulundum.
Peygamber;
«— Doğru söylemiştir
ey Ömer! Bu adam Bedir savaşında bulunmadı mı? Allah o savaşta bulunanların
haline muttali olması gereği Ue olur ki şöyle buyurur: İstediğinizi yapın, size
Cennet vacib olmuştur.»
Bunun üzerine Hazreti
Ömer'in gözleri yaşardı ve:
— Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedi.[858]
Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sell&m) hicretin sekizinci yılında Mekke'yi fethetmeye karar
verip savaş hazırlıklarına girişince, harekâtın gayet gizli cereyan etmesini ve
Kureyş'in bundan haberdar olmamasını temin için tedbirler almıştı. Bu hususta
Allah'a dua etmişti. İşte bu esnada ashabdan Hâttb Ibni Ebi Belta'a, Mekke'de
bulunan Müslüman akrabası müşriklerden zarar görmesinler diye müşriklere bir
taviz olarak savaş hazırlığını bildiren bir mektup yazdı ve S a re adındaki bir
kadınla Mekke'ye göndermeye koyuldu.
Nihayet mektup ele
geçirilip Hz. Peygamberin huzuruna getirilince, Hazreti Ömer:
«— Ya Resûlâllah! İzin
ver, şu münafıkın boynunu vurayım!» demişse de, Bedir savaşında bulunmasına
hürmet olarak bu kabahatini Peygamber bağışlamıştı. Bu hâdise üzerine şu âyet-i
kerîme nazil oldu :
*— Ey imân edenler!
Düşmanlarımı ve düşmanlarımızı dostlar edinmeyin. Siz, onlara (mektupla
bağlılık ve) sevgi yo llu yorsun uz; halbuki onlar, Kur'ân'dan sise geleni
inkâr ettiler. Kabbiniz olan Allah'a imân ediyorsunuz diye, sizi ve Peygamberi
(Mekke'den) çıkarıyorlardı. Eğer sizler benim yolumda ve rızam uğrunda cihad
için (Mekke'den Medine'ye) çıktı-mzsa, (düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost
edinmeyin). Siz sevgi göstererek onlara sır veriyorsunuz; halbuki ben, sizin
gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da hep bilirim. Sizden kim bunu yaparsa,
artık hak yolun ortasında sapıtmıştır.»
Bu âyet-i kerîme, H â
11 b 'in iman ehlinden olduğunu böylece ispat etmiştir.
Hâtıb, daha önce
hicretin alttncı yılında Hz. Peygamber tarafından İskenderiye'deki Rum Meliki
Mukavkıs'e elçi gönderilmişti. M u k a v -k ı s'in takdim ettiği Mariye-i
Kıptıyye İle diğer hediyeleri Hz. Peygambere getirmişti. Hicretin 30. yılında
altmış beş yaşında olduğu haİ-de vefat etti ve cenazesi Hz. Osman tarafından
kılındı. Allah ondan razı olsun. Netice olarak, herhangi bir tevile saparak bir
kimseye «Münafık» diye hitab etmek doğru değildir, hatalıdır.[859]
439— Abdullah
İbni Ömer'den; Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— Hangi adam,
kardeşine kâfir derse, bu söz ikisinden lirini küfre götürmüştür.»[860]
440— Resûlüllah
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu Abdullah îbni Ömer haber
vermiştir:
«— Bir kimse diğerine,
kâfir dediği zaman, bu ikisinden biri kâfir olur : Eğer dediği kimse kâfir ise,
adam doğru söylemiştir; yok eğer ona dediği gibi değilse, ona söylediği küfür
sözü kendine döner, (söyleyen kâfir olur).»[861]
441— Ebû Hüreyre,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ediyor ki, Hazreti
Peygamber kötü kazadan ve düşmanların sevinmesinden Allah'a sığınırdı.[862]
Kaza ve kadere İman
etmek İmanın şartlarından biri olduğu gibi, kötü akıbetlerden ve vuku bulacak
belâlardan Allah'a sığınmak da meşrudur. Çünkü yapılan dua da kadere girer.
Mukadder olan dua sebebiyle belânın kalkması da yine netice itibariyle kaderin
tahakkuku olur.
Meselâ; bir kimse
hakkında bir belâ mukadder olur ve yine bu belâ için o kimse dua ederse ondan
kurtulacağı da takdir edilmiş olur. Onun için belâların vukuundan ve kötü
akıbetlerden Allah'a sığınmak ve ona dua etmek kullara düşen İbadef
vazifesidir.
Düşmanların
sevinmesini gerektirecek hallerin zuhurundan da Peygam-beî Efendimiz Allah'a
sığınrriışbrdır. Çünkü düşmanların sevinip galeyana gelmesi, insanların
nefsinde kuvvetli tesir bırakır ve insanlar bundan son derece nefret duyörlar.
Bunun doğuracağı düşmanlık karşılıklı haldarın çiğnenmesine sebep olur, haram
şeyler helâl diye kabul edilir. Ümmet bu kötö akıbete düşmesin diye, Peygamber
Efendimiz düşmanların sevinmesinden Allah'a sığınarak bize örnek yol
göstermişlerdir.[863]
442— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
şöyle buyurdu:
«— Allah sizin üç
şeyinize razı olur ve üç şeyinize razı olmaz. Sizin O'na ibadet edip de
kendisine ortak koşmamanıza, topluca Allah'ın dinine sarılmanıza ve Allah'ın
işleriniz için idareci tayin ettiği kimselerle iyi idare etmenize razı olur.
Sizin dedikodu etmenizi, çok soru sormanızı ve malı israf etmenizi kerih
görür, (bu üç şeyden de hoşnud olmaz).»[864]
Allah Tealâ'nın razı
olduğu işler yalnız öç şeyden ibaret olmayıp, sayısız denecek kadar fazladır.
Ancak bu zikredilen üç şey dinin ve dindeki gayenin esasını teşkil ederler
Bunların önemine ve esas oluşlarına binaen açıklanmışlardır.
1— Allah'a
ibadet etmek ve ona hiç bir şeyi ortak koşmamak imanın esası* ve tevhidin
bİnasıdır. Böyle bir inanç olmaksızın yapılan ibadetler makbul olmaz ve iman da
sahih olmaz.
2— Topluca
Allah'ın dinine sarılmak, dinin yaşamasını sağlamak ve saadet nimetlerinden
faydalanmak nimetini kazandırır. Allah'ın emirleri ve nizamı, ancak toplu
olarak dînine bağlanmak ve ona sarılmak sureti ile uygulanır. Bu birlik ve
beraberlik kurulmadıkça İslâm dini yaşamış olmaz ve müslömanlar da ondan
faydalanamaz.
3— Müslümanların
işlerini görmek ve onları idare etmek
için Allah Tealâ'nın başa geçirdiği âmirlere ve idarecilere itaat etmek ve
onlara yardımcı olup İyi geçinmek, devlet idaresinin ve millet asayişinin en
önemli rüknüdür. İdareciler İslâm dininden çıkmadıkça ve Allah'ın emirleri
dışına taşmadıkça, onlara itaat etmek şarttır. Bu yapılmadığı takdirde, o memlekette
anarşi ve isyanlar daima mevcut olur. Huzur ve güven kalkarak onun yerini
dehşet ve vahşet kaplar. İnsanca yaşama, hayvanı yaşama haline döner. Onun İcm
müslümnlartn, müslüman idarecilerine bağlanıp onlara itaat etmeleri, Allah'ın
emrettiği büyük bir vazifedir.
Allah'ın razı olmadığı
ve kerih gördüğü şeyler de çoktur. Bununla beraber, önemlerine binoen hadîs-i
şerifte üç şey olarak gösterilmişlerdir:
1— Dedi-kodu,
Allah'ın razı olmadığı şeylerden biridir. Müslümanları birbirine düşürmeye ve
kardeşlik bağlarını koparmaya sebep olan en korkunç bir hastalıktır. Cemiyeti
kemirir ve ferdleri birbirine düşürerek yıkar. Manen yıkılan cemiyette de din
kalmaz.
2— Lüzum
olmaksızın fazla soru sorup irdelemek yine zararlı bir hastalıktır. İnsanı
şüpheye ve şüphe de imansızlığa götürür. Boşuna zaman kaybettirir, münakaşa ve
mücadelelere yol açar. Bunların sonucu da ayrılıklara, ihtilâflara varır.
3— Malı
israf etmek, zayi etmek yine yıkıcı bir davranıştır. Bir milletin ayakta
durması için iki unsura ihtiyacı vardır. Bunlardan bîri manevîdir, diğeri de
maddîdir. Manevî olan, sahih imanın getireceği güzel ahlâktır. Maddî unsur ise,
malî kuvvettir. Malî ve iktisadî güce ulaşabilmek için israf kapılarını kapamak
şarttır. Malı zayi etmeksizin tasarruf edenler, iktisadî güce sahip olurlar. Bu
güce sahip olanlar da esaretten ve kölelikten, sömürülmekten kurtulurlar.
İsrafa ve rasgele harcamalara gidildiği zaman da boıç altına girilir. Borçlanan
milletler de, alacaklı devletlere karşı ikti-saden ve kültür yönünden esir
olurlar, benliklerini kaybederler.[865]
443— (103-s.)
îbni Abbas, Aziz ve Yüce olan Allah'ın: «— Her neyi hayra harcarsanız, Allah onun arkasından karşılığını
(mükâfatını) verir; O rızık verenlerin en hayırlısıdır.» âyet-i kerîmesin-deki
harcamayı, israf etmeksizin ve büsbütün kıcmaksızm diye tefsir etmiştir. (Sebe'e Sûresi, Âyet: 39)[866]
Yemede ve giymede, ev
ihtiyaçlarında ve bütün harcamalarda ihtiyaç miktarını aşmayacak şekilde malı
ve parayı kullanmak mubahfsr. Zaruret ve İhtiyaç miktarından fazla olarak
lükse, tezyinata ve gösterişe kaçmak israftır. Böyle harcamalar yasak kısmına
girerler.
Hayır yollarına
yapılan harcamalar ne kadar fazla olursa olsun, israf sayılmaz; ancak kenefi
ihtiyacını karşılayacak kadar mal ayırmak ve bulundurmak İcab eder, başkasına
ihtiyaç duyulmasın diye...
Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
«— Elini boynuna bağlı
kılma (cimir olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış
olursun, eli boş açıkta kalırsın.» (İsra Sûresi, Âyet: 22)[867]
444— (104-s.)
Ubey'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Abdullah'a (İbni Mes'ud'a) saçıp savuranlardan sordum. Şöyle cevap verdi :
— Hak olmayan (meşru bulunmayan) yere harcayanlardır.»[868]
Allah'ın haram, ve
yasak kıldığı yerlere yapılan bütün harcamalar meşru olmadığı için, bu gibi
yerlere sarf edilen paralar ve yapılan yatırımlar İsrafın en kötüsüdür. Çünkü
hem haram şeyler ihya edilerek takviye edilmiş olur, hem de mal elden çıkararak
asıl ihtiyaçlar yüz üstü kalmış olur. Ferdlerdeki israf hastalığı cemiyete
sirayet eder ve sefahat baş göstererek iktisadî çöküntü meydana gelir.[869]
445— (105-s.)
tbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre:
«— Saçıp savunanlardan
murad, hak olmayan yere harcama yapanlardır, dedi.»[870]
446— (106-s.)
Hazret! Ömer'in minberde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
«— Sizi barındıran
evlerinizi düzgün yapınız ve şu (zararlı) yılanları korkutunuz, (onlarla
mücadele ediniz, evlerinize girebilecek bir kapı bulmasınlar). Bu hareketiniz
onların sizi korkutmasından (ve size zarar vermesinden) önce olsun. Bu
yılanların size selâmet vereni asla ortada yoktur. Allah'a yemin olsun ki, biz
onlara düşmanlık edeliden beri onlarla arayı düzeltmiş değiliz. (Öteden beri
onların insanlara düşmanlığı mevcuttur, zararları devamlı, olacaktır).»[871]
Yılan öldürme konusunda
merfu olarak Ebu Davud şu hadîs-i şerifi tespit etmiştir:
«— Biz yılanlarla
savasah beri aramızda anlaşma olmamıştır. Onlardan korkarak herhangi birisi
öldurmeyip terk eden bizim yolumuzda gidenlerden değildir.»[872]
İnsanlarla yılanlar
arasında savaş ezelden beri mevcut olan tabiî bir haldir. Düşmanlık devamlı
olduğu için onlara güvenmek ve emin olmak yoktur; mücadele ederek onları
öldürmek ve zararlarından korunmak icab eder. Bu mücadeleyi yapmayan veya
yılandan korkarak onu ke'ndr haline bırakan, Hz. Peygamber'in takip ettiği yolu
terk etmiş sayılır. Bu ifadeden zararlarının büyüklüğü anlaşılmaktadır.
Yılanların çoğalması, insanların zehirlenmelerine ve ölümlerine sebep teşkil
edeceğinden buna meydan bırakılmamalıdır. İşte bu mücadelenin başında da evleri
düzgün yapmak geliyor. Yılanların ve haşaratın evlere girememeleri için hiç
bir delik ve gedik bırakmamayı ve binaları düzgün yapmayı Hz. Peygamber
Efendimiz emretmektedirler, ilk korunma çaresine baş vurulduktan sonra meydana
çıkacak yılanların öldürülmesi suretiyle de onların zararından kurtulma yolunu
göstermişlerdir.[873]
447— Habbab'dan,
şöyle dediği rivayet edilmiştir :
«— İnsana her yaptığı
şeyden mükâfat (sevab) verilir; ancak binadan dolayı verilmez.»[874]
Ebu Davud, Enes İbni
Malik'ten merfu'an naklettiği ha-dîs-i şerîfte Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
«— Her yapılan bina
sahibine bir vebaldir; ancak muhtaç olduğu müstesnadır.»
İhtiyaç kadar bina
inşaatı yapılmalıdır.
Bu hadîs-i şeriflerin
-taşıdığı büyük hikmetler bugün bir mucize olarak önümüzde müşahade
edilmektedir. Bilhassa büyük şehirlerde ellerine çeşitli yollarla büyük
imkânlar geçirenlerin ihtiyaçlarından kat kat üstün lüks ve konforu
ölçülemeyecek şekilde milyonlar değerinde daire ve apartmanları işgal etmeleri,
iktisadî düzenin bozulmasına, sınıf farklarının doğmasına amil olmaktadır.
Yeryüzündeki çekişmeler ve düşmanlıklar hep bu anlayış ve uygulamalardan ileri
gelmektedir. İslâm'ın ruhuna ve ahlâkına dönmedikçe önü alınamayacak büyük
felâketler daima mukadderdir. Komünizmin gelişme istîdatı gösterdiği bölgeler,
bu maddî farkların en ziyade çoğaldığı memleketlerdir; saten maddenin hâkim
olmaya başladığv yerlerde de maneviyat ve ahlâk azalmış ve mahkûm olmuş olur.
Mâriâ maddeye hakimiyetini yitirince, madde maneviyatı esareti altına alır.
Böylece sırf maddeciliğin hâkim olduğv diktai rejim ve idareler kurulur; dünya
zindana dönüp âhiret hüsran olur.
Böyle vahim durumlara
düşmemek için, Müslümanlaradüsen vazife mana ve maneviyat hakimiyeti kurma
yolunda çalışmaktır. Camilerin bite sade bir şekilde yapılmasını, tezyinattan
kaçınılmasını ve ihtiyaçları karşılayabilecek şekilde inşa edilmelerini
dinimiz bize emrediyor. Binalarda yarışma-mayı, birbirinden yüksele apartmanlar
kuryimamasinı ve böylece komşunun ışığına ve rüzgârına engel verilmemesini
tavsiye ediyor. Yalnız kendi menfaatini ve yaşayışını düşünenlerin çoğaldığı
beldeler, her türlü fenalığa kapılarını açmış bulunurlar. Bugün memleketimizde
zarurî ihtiyacın dışında gösterişle tezyinata kaçarak çift çift minareler,
kubbeler ye işlemeler, çeşitli boyaVr ve renklerle înşâ tedilen camilerin
maddî değerleri milyarları aşarken, İslâm kültürüne ve,ahlâkî kalkınmaya, ilim
v^ fikir adaniı yetiştirmeye gayret sarfedilmeyîşi, yatırım yapılmayışı ve bu
ihtiyacın duyulmaması en büyük kayıbımızdır. Bu hal de maddenin manaya
hakimiyetidir. Millete ve dine hizmet aşkı ile çırpınan nice fakir ve muhtaç
talebeler vardır ki, kendilerine bir yardımcı bulamıyorlar, kendilerini
yükseltecek imkânlara Taslamıyorlar. Her zengin kendi imkânlarına göre
İlkokuldan itibaren İhtisasına kadar üç beş fakir ve dirayetli çocuğun
eğitimini üzerine almış bulunsa, en büyük hizmeti işlemiş olacağından, en
büyük âhiret sevabını da kazanmış olur. Yeterki niyet islâm'a ve mîllete hizmet
olsun; İslâm ahlâkını gerçekleştirme gayesini taşısın.
H a b b a b kimdir? :
Ebu Abdullah künyesi
ile tanınan H a b ba b'm babası Erett1-dir. Habbab ibni Erett diye şöhret
bulmuştur. Cahİliyyet devrinde esir edilerek Mekke'de satılmış ve Om mü En m ar
adındaki bir kadın tarafından satın alınarak azad edîlmfşti. Kılıç İmal eden
ünlü bİr usta idi. Huza'a kabilesinden olduğu söylenir. İlk İslâm'ı kabul eden
altı kişinin altıncısı olmuştb. İslâm dinine girdiğini ilk açıklayan Habbab
olmuştur. Mekke de müşrikler tarafından çok acıklı bir şekilde azab edilenler
arasında bulunuyordu. Bir gün Hz.
Ömer, Habbab'a sordu:
«— Allah yolunda nasıl
bîr güçlükle karşılaştın?»
O şöyle cevap verdi:
«— Ey mühimlerin
Emîri! Benîm için ateş yakıldı. Oyleki bu yatölüh ateşi vücudumdaki yağlar
söndürmüştü.»
Allah yolunda ilk
hicret eden Müslümanlardan (Müstaz'afîn'den) dır.
Bedir savaşında ve
ondan sonraki diğer bütün savaşlarda bulunmuş; ve sonra Küfeye geçerek orada 63
yaşında olduğu halde hicretin 37. yılında vefat etmiştir. Rivayete göre
hastalığı çok şiddetli olmuştu. Bu tzdı-rabını ifade için şöyle demişti :
«— Eğer Resûlüllcıh
(SaUallahü Aleyhi ve Sellem) bize, ölümü istemeyi yasaklamıyaydı, ben Ölümü
isteyecektim.»
Hazreti A I i (Radiyalîahu
anh) Sıffîn savaşından dönüşünde kabrine uğramış ve şöyle demişti :
— Allah Habbab'a
rahmet etsin! Gönlü ile Müslüman oldu, istiyerek hicret etti, mü carı İd olarak
yaşads ve muhtelif belâlarla karşılaştı. Elbette Aİİah onun mükâfaîtn: zayi
etmİyecektir.
.
Peygamber Efendimizden
hadîsler rivayet etti. Kendisinden de Ebu U m a m e, kendi oğlu Abdullah, Ebu
Ma'mer, Kaysibni Ebu Haz,i m ve Mesrûk gibi zevat rivayet etmişlerdir. Allah
ondan ve butun ashabdan razı olsun.[875]
448—
(108-s.) Abdullah ibni Amr'in,
(Tâifde)Veht mevkiinden çıkıp gelen kendi kardeşine şöyle dediği işitilmiştir :
«îşçilerin çalışıyor
mu? O, bilmiyorum, dedi. Abdullah ibni Amr:
— Eğer Sakıf kabilesinden olaydın, işçilerinin
ne yaptığını bilirdin, dedi. Sonra Abdullah ibni Amr bize döndü ve şöyle dedi:
— însan kendi yerinde (Ebu Asım da bir
defasında: Malında, dedi) işçileriyle beraber çalıştığı zaman, Azîz ve Celîl
olan Allah'ın işçilerinden bir işçi olur, Allah'ın rızasını kazanır.»[876]
Burada hadîs, Hazretİ
Peygambere kadar yökseltilmiyorsa da kendisinden rivayet edilen zat ashab-ı
kiramdan en çok hadîs rivayeti İle meşhur bulunan Abdullah
İbni Amr 'dır.
A b d u I I a h 'in
künyesi Ebu Muhammed olup, Kureyş'lİdır ve babası Amr Ibnİ'l-As 'dan önce
İslâm'ı kabul etmiştir. Hazreti Peygamberin mübarek ağızlarından işittiğini
yazmak özere Peygamberden izin istemiş ve kendisine izin verildikten sonra pek
çok hadîs-İ şerîf yazmıştır. Ebu Hüreyre hazretleri, Abdullah ibni Amr'-in
kendisinden daha fazla hadîs ezberlediğini itiraf etmiş ve bunun sebebini de,
hadîsleri yazmış olmasına bağlamıştır.
Abdullah, Şam fethine
babası Üe katılmış ve Yermük seferinde de babasının (Amr ibni'l-As'ın) sancaktarlığını
yapmıştır. Sıffîn vak'asma yine babası ile katılmışsa da, Hz. Alî 'ye karşı
silâh kullanmamıştı. 63 hicret yılında vefat etmiştir. Vefat yeri
ihtilaflıdır. Mısır, Mekke ve Taif olarak gösterilir. Burada gecen hâdise
Taifle ilgili olduğu için Taifte ölmüş olması İhtimali daha kuvvetlidir. Zira
«Veht» denilen yer, Taif civarındadır ki, Taif baö ve bahçeleriyle, akar
sufariyfe ön salmış havası gayet mutedil bîr yerdir. Sakîf kabilesi de bu
bölgenin yerlilerini teşkil eder. Bahçe ve ziraat işleriyle meşgul oldukları
için, Abdullah îbni
Amr kardeşine:
«— Eğer Sakîf
kabilesinden olaydın, işçilerinin ne yaptığını bilirdin, fonlarla çalışır,
durumlarına vakıf olurdun)» demiştir. Bundan anlaşılıyor ki, Sakîf kabilesi
işçileriyle beraber çalışan gayretli kimselerdi.
Hadîs-i şerîfîn ruhunu
teşkil eden :
«— İnsan işçileriyle
beraber kendi arazisinde veya malmcfa çaKşttğı zaman, Allah'ın işçilerinden bîr
işçi olur...» sözünde şu hikmetler vardır:
1— Patron-işçi
münasebetlerinde beraberlik ve işte ortaklık husule gelmekle İşte eşitlik
olur.
2— İşçileriyle
işi başında bulunan kimsenin is randımanı yöksek olur.
3— İş sonucu
elde edilecek mamullerde kalite üstünlüğü bulunur.
4— Patron ve
işçi arasındaki yakınlıktan sevgi ve
kardeşlik bağları kuvvetlenmiş olur ve
topyekûn çalışma husule gelir.
İşte bu faydalarından
dolayıdır ki, işçisi ile çalışan kimse, Allah'ın işçilerinden biri gibi olur.
Allah'ın rızası yolunda çalışmış bulunur ve bundan da sevab kazanır.[877]
449— Ebû
Hüreyre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— İnsanlar bina
inşaatında birbirleriyle yükseklik yarışında bulunmadıkça kıyamet kopmaz.»[878]
Kıyametin kopacağı anı
Cenab-ı Hak hiç kimse/e bildirmemiştir. Habersiz olarak ansızın gelecektir.
Ancak yaklaştığına delâlet edecek alâmetler Hz. Peygamber tarafından varid
olmuştur. Bu alâmetler de büyük ve küçük olraafc özere İki kısma ayrılır.
Büyük alametlerle küçük alâmetler arasında ne kadar bir zaman geçeceği de
bilinen şey değildir. Küçük alâmetlerden zuhur edenleri vardır. Bu hadîs-i
şerifte buyurulan bina yarışmaları 20. asrın özelliklerinden biri olmuştur. Bu
halin ortaya çıkacağını, 14 asır önce haber vermek bir peygamberlik mucizesidir
ve kıyametin yakın bir gelecekte kopmayacağtnı da bir açıklamadır. Bina
yarışmalarında buIimtH-duktan sonra hemen kıyametin kopacağı manası
anlaşılmamalıdır. Bu devreye kadar kıyametin kopmayacağı garantisi oluyor,
bundan sonra ne kadar devam edeceği yine bilinemiyor. Gelecek zamanlarda vuku
bulacak cemiyet hayatı ile yaşayışlarını bildiren mucizeler arasında ayrı bir
mucize oluyor.
Her yapılacak binanın
Allah katında makbul olmayacağı manası da çıkarılmamalıdır. Allah rızasına
uygun, ihtiyaç1 ve öiçü dairesinde yapılacak İnşaatlar daima makbuldür.
Allah'ın dinine hizmet ve onu yüceltmek gayesi hakim olmalıdır. İslâm dini İçin
çalışmak ve Müslümanca yaşamak niyeti ile çalışılırsa/ ahlâk düzelir, fakirlik
kaikar, adalet ve güven doğar, cemiyet selâmet bulur. Bu niyet terk edilince
bütün yatırımlar vebal ofur.[879]
450— Hazretf
HaSan'm şöyle" dediği rivayet edilmiştir :
«— Hazreti Osman
İbni Affan'm hilâfeti
zamanında, Peygamber
(S&llcUîahti Aleyhi ve Se Hem /in zevcelerinin evlerine girerdim de evlerin
tavanlarına elimle kavuşurdum.»[880]
'Hazreti Hasan
(Radiyallahu anh) Efendimizin ifadelerinden anlaşılıyor ki. Peygamber
Efendimizin zevcelerine ait evlerin yüksekliği eüe kavuşulacak ve erişilecek
kadardı. Bu yükseklik, orta boylu insanlar nazarı İtibara alınacak olursa
2.10-2.20 Cm. civarında olur. Bundan evlerin mütevazı olduğu manası
çıkmaktadır. Ihîişam ve debdebeye kaçılmadığını, basit Ve sade bir tarzda
evlerin yapılmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.[881]
451— Davud
ibni Kays anlatarak şöyle demiştir::
«— (Peygambere ait)
hücreleri, kıllarla" örülmüş çullarla dıştan kaplanmış halde, hurma
dallarından yapılmış gördüm. Zannediyorum ki, evin genişliği, hücre kapısından
evin kapısına kadar altı veya yedi zira' (4,5-5 metre) vardı. Evin iç kısmım da
on,.zira* (6-6,5 m.) tahmin şdiyorum. Tavanı ise, yedi ve sekiz zira' arasında,
buna yakın zannediyorum. Hz. Âişe'nin kapısında durdum. O kapı, batıya
dönüktü.»[882]
Peygamber Efendimizin
zevcelerine ait evceğizlerin ne kadar sade ve basit bir şekilde yapılmış olduğunu
Dav u a1 İbni Kays'in rivayetinden de öğrenmiş bulunuyoruz. Bundan önceki
hadîsi teyid etmektedir.[883]
452— (109-s.)
Abdullah El-Rûmî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Ümmü Talak'ın evine
vardım da dedim ki, bu evinin tavanları ne kadar alçak! Kadıncağız şöyle cevap
verdi:
— Yavrum! Müminlerin
Emîri Ömer ibni Hatiab (Radiyallahu anh) binalarınızı yüksek yapmayınız diye
idarecilerine mektup yazdı; çünkü bu (yüksek bina yapışı) kötü günlerinizden
olacaktır.»[884]
Kendisinden haber
nakledilen Abdullah El-Rumî'nin
kim olduğu hakkında bilgi verilmemekte olduğu gibi, ümmü
Talak'ın da hali bilinmemektedir. Ancak Ali İbni Müs'ide, Abdullah El-R
û m î "den rivayet etmiştir. Alî İbni Müs'ide nin güvenilir mutemed bîr
ravi olduğu söylenmekte ise de, aksini iddia edenler de vardır.
Daha önceki hadîs-i
şeriflerle bir arada mütalâa edildiği zaman, mana bakımından aralarında bir
mubayenet görülmediği anlaşılır. Yine evlerin sade ve İhtişamsız bir şekilde
yapılmış olduklarına ve buna riayetin lüzumuna İşaret vardır.[885]
453— Habbe
îbni Halid ve Sevâ İbni Halid'den rivayet edildiğine göre, her ikisi Peygamber
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) kendine ait bir duvarı yahut bir binayı
onarırken ona geldiler ve yardım ettiler.»[886]
Peygomber Efendimizin
kendilerine ait bir duvar veya bir bina onarımı veya İnşası için bizzat meşgul
olduklarını ashabı kiramdan iki zat olan ve kardeş bulundukları anlaşılan Habbe
ile Sevâ rivayet etmişler ve bu işte Hz. Peygambere yardımcı olduklarını da
söylemişlerdir. İhtiyaç ve zaruret halinde bu gibi inşaatların yapılmasında bir
sakınca bulunmadığına bu rivayet açık bir delil teşkil etmektedir. Mubah
görülmeyen inşaatlar, ihtiyaç dışı olup, konfor ve tezyinata kaçanlardır.[887]
454— Kays
İbni Hazim'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Habbab'm yedi
yerinde ateşle dağlanma yarası
olduğu halde, hastalık ziyaretine
vardık. O şöyle dedi:
— Bizden önceki
ashabımız, gelip geçtiler de dünya, onların âhiret mükâfatından bir §ey
no&sania§tırmadı. üız ise, elde euıgırnız imkânları toprağa harcamaKtan
başka. bir yer bulamıyoruz. Kger Peygamber (öauatuıhu Aleyhi ve beiıetn) dize
ölümü istemeyi yaşanamamış olsayuı, ben onu isterdim; ölmeme duâ ederdim.» [888]
Habbab'm tercüme-i
haline ait bilgi 447 sayılı hadîs-i şerîf münasebeti ile verilmişti. Ateşle
dağlanmak suretiyle Meıctce müşriklerinden çek-tîği eziyetler ve işkencelerden
ötürü şöyle demiştir:
«— Benim çektiğim
musibet ve belaları, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seilem/'m ashabından hiç
kimse çekmemiştir.»
H a b b a b hicretin
37. yılında vefat ettiğine göre, Hz. Peygamber'den 25 yıl sonra meydana gelen
değişikliği ve ashab-ı kiramın hayat anlayışı arasındaki farkları açıklamışlardır.
Öncekiler ele geçirdikleri maddî imkânların hemen hepsini din uğruna
harcarken, sonrakiler toprağa ve bina İnşasına harcama yolunu tutmuşlardı.
Aradaki bu büyük farkı hissedip üzüntü duyan H a b b a b hazretleri, ölümü
istemek mubah olaydı, Ölümü isierdim diye halini beyan etmiştir.[889]
455— (Devamla)
Sonra başka bir defa Peygatnber'e gittik ki, kendine ait bir duvar yapıyordu.
O şöyle buyurdu :
«— Müslüman harcadığı
her şeyden sevab kazanır; ancak inşaata harcadığı şeyden değil.»[890]
Toprağa, yani bina
inşaatına harcanan paralar ve bedenî çalışmalar, hayır İşlerinden olduğu veya
ihtiyaç karşılığı yapıldığı takdirde makbuldür, öğönmek için, ihtiyacın üstünde
olarak yapılanlar, tezyinat ve lüks kısmına kaçanlar karşılığında hiç bir sevab
elde edilemez; aksine böyle yatırımlar vebal olur.[891]
456— Abdullah
ibni Amr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ben, kendimize ait bir barakayı onarırken,
Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) uğrayıp şöyle dedi:
<— Bu nedir?» Ben
dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Barakamızı onarıyorum.
Bunun üzerine Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem/:
— Ecelin gelişi, bunun
yıkılmasından daha çabuktur.» buyurdu.[892]
İnsanın ömrü kısa bir
müddet olup, ecel ansızın gelir. Nice insanlar vardır ki, inşa etmekte
oldukları evlere daha giremeden veya girdikten az bir müddet sonra ölmüşlerdir.
Binalar hep geride kalmış, sahipleri göçüp gitmiştir. İşte bu gerçeği
hatırlatmak için Hz. Peygamber, Abdullah ibni Amr'o ihtarda bulunmuşlarda.
Yoksa başladığı onarım işinden onu alıkoymamışlardır. Başlanılan iş hangi
çeşitten olursa olsun, onu yaparken her an ölümün gelebileceği hususunu
düşünmek ve ona göre manevî yönden hazırlanmak icab eder. Ölümü ve âhireti
unutarak veya düşünmek İstemeyerek yapılacak işler, Allah'ın rızasına uygun
düşmez; çünkü bunlarda nefsanî arzuların hakimiyeti bulunur. Her işte ölçülü
hareket etmek en se-lâmetli bir yoldur.[893]
457— Nafi'
ibni Abdüİ-Haris, Peygamber (Sailallahü A hyhi.ye Sellem) den rivayet ettiğine
göre, Peygamber şöyle buyurdu :
«— Geniş mesken,
dürüst komşu ve rahat binek, kişinin saadetindendir.»[894]
Her insan dünyada bir
meskene muhtaçtır. Mesken, insanın zarurî ihtiyaçlarının başında gelir. Onun
için oturulacak bir eve sahip o!ma!< geçimin yarısını teşkil eder. Bir de oturulan
ev, İhtiyaçları karşılıyacak kadar geniş bulunursa, gerçekten saadet olur.
Gerek evdekîlerin oturup yatmalarını, gerekse misafirlerin ağırlanmasını
karşılayacak şekilde müsait bulunan evler, sahipleri için birer saadet vesilesi
olurlar. İç ve dışa karşı mahcubiyet ve sıkıntı duymadan gerekli hizmetler
yapmak ve yüz aklığı ile çıkmak büyük bahtiyarlıktır.
İyi ve dürüst komşu da
İnsan İçin bir saadet sebebidir. Hiç kimse tek başına yaşayamadığından ve daima
en yakın komşusu ite ilgisi bulunacağından, huzur ve selâmetin temini, ancak
ahlâkı ve geçimi güzel komşuya sahip olmakla mümkündür. Kötü komşuya sahip
olmak huzursuzluğun baş sebebidir. Bu bakımdan, iyi ve dürüst komşu insanın
dünya saadetlerinden biridir.
insanoğlunun hayatı
evde ve dışarda olmak üzere iki bölüm arz edsr. Evdeki saadet yolları, geniş ve
ev iyi komşunun bulunması ile meydana gelir. Dışardaki çalışmalar için de iyi
ve rahat, afiyetti bir bineğe sahip olunduğu takdirde yine insan için bunda da
saadet vardır. Her asırda ve her bölge için muteber olan binek vasıtaları göz
önüne alınırsa, bunlar içinde en kullanışlı ve en rahat olanı, insanın
ihtiyaçlarını en güzel bir şekilde karşılayacağından, bu da bir saadet
vesilesidir. Allah'ın ve Peygamberin emirlerine uygun hareket etmek şartı ile
bu üç imkâna sahip olmak gerçekten dünya saadetidir. Böyle nimetlere
kavuşmanın hamd ve şükrünü yapmak kulluk vazifesidir.[895]
458— Enes'e
ait cumba üzerindeki köşede Enes'le Jberaber bulunan Sabit (ibni Kays ibni Şemmas)
şöyle anlatmıştır:
— Enes ezam işitti de evden aşağı indi, ben de
indim. Adımları kısa atmaya başladı ve dedi ki, ben Zeyd ibni Sabit ile
beraberdim. O, benimle bu şekilde yürüdü ve şöyle dedi:
— Biliyor musun, niçin seninle böyle yürüdüm?
Çünkü Peygambei1 (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) benimle bu şekilde yürüdü ve
şöyle buyurdu1:
«— Biliyor musun,
seninle niçin böyle yürüdüm?» Ben :
— Allah ve onun Resulü daha iyi bilir, dedim.
Buyurdu ki:
«— Böyle kısa
adımlarla yürümemin sebebi namaza gidişte, adımlarımızın sayısı çok olsun
diyedir.»[896]
Bu hadîs-İ şerifte iki
meseleye işaret edilmektedir:
1— Evlerin
üst veya yan kısımlarında çıkıntı, balkon ve cumba gibi bölme ve ilâvelerin
yapılmasında din yönünden bîr engel yoktur. Hazreti Enesin böyle bir yere sahip
bulunması işin cevazına delil teşkil etmektedir. Zaten İmam Buharî
hazretleri de bu noktaya işaret için bu hadîs-i şe-rîfe özel bir bölüm
ayırmıştır.
2— Namaz
kılmak için cami veya
mescİdlere gfderken fazta adrnı yapmak ve çok mesafe almak, İbadete
ayrıca bir fazilet kazandmr. Bundan anlaşılıyor ki, evi uzak mesafede bulunan
kimsenin normal adım sayısı ile, evi yakın bulunanın kısa adımları sayısı
birbirlerine müsavi olursa, aynı fazileti alırlar. Bununla beraber kolay
adımlarla kazanılacak sevab, güçlük ve meşakkatle kazanılacak sevaba ulaşamaz
diye yorum da yapılmaktadır.
Bid'at sahibi olmayan
mahalle imamım bırakıp daha uzak bir mescide gitmek, fazilet değildir. Yakın
mahalle mescidini, Allah'ı zikir ve ibadetle ihya etmek evlâdır. Sünnete bağlı
bulunmayan bid'at sahibi yakın manalle imamını bırakıp, wzakta olan takva
sahibi İmama uyulursa, bunda bir mahzur yoktur.
Zeyd Ibni
Sabit kimdir? :
Zeyd, finscsr'dan
olup, künyesi E b u Sa İd 'dır. Hz. Peygamber, Medine'ye şeref verişlerinde
Zeyd on bir yaşında bulunuyordu. Kendisi şöyle anlatır:
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemj Medine'ye ilk şeref verdikleri zaman, ben onun
huzuruna getirirdim ve benim için :
— Bu Neccar
oğullarınddndır, dendi. Peygamber on yedi sûre okudu. Ben de onları ezberleyip
Peygamber e karşı okudum. Bu, Peygamber in hoşuna gitti ve bana dedi ki :
«— Yahudi lisanı üzere
yazmayı öğren; çünkti ben onlara güvenemiyorum.»
On beş gün geçmemişti
ki, ben Yahudice yazmayı öğrendim. Böylece Peygamber'İn mektuplarını onlara
yazıyordum ve onların mektuplarını da Peygambere okuyordum.
Diğer bîr rivayete
göre Hz. Peygamber, Z e y d 'e Süryanİce öğrenmesini emrettiler; o da on yedi
günde öğrenmiş oldu.
Zeyd Ibnİ Sabit,
Peygamber'in Vahy kâtibliğİni de yapmıştır. Becjir savaşma katılmak İstemişse
de, Peygamber onu küçük gördüğünden bu savaşa katılamadı. Uhud ve ondan
sonraki savaşlara katılmıştır. Bir rivayete göre de İlk katıldığı savaş Hendek
savaşıdır. Hendek kazılması sırasında Müslümanlarla beraber toprak taşırdı.
Peygamber'in :
— Bu ne güzel
gençtir.»
Şeklinde iltifatlarına
bu çalışması sırasında nail olmuştu.
Hendek savaşı
hazırlıklarında çalışırken Zeyd bir ara uykuya dalmış. Ashabdan Ummare ibni
Hazm gelip, Zeyd'in haberi olmadan silâhını almış ve saklamış. Bu hadise
özerine Hz. Peygamber ister ciddî olsun, ister şakacıktan olsun, hiç bir
Müslümanın korkutulmamasını ve eşyasının saklanmamasını emrettiler. Böyle
eziyet verici hareketleri yasakladılar.
Tebük savaşında Neccar
oğullarının sancağı Ummare ibni H az m 'in elinde idi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onu alıp Zeyd
ibni Sabit'e verdi. Bunun
özerine Ummare:
— Ey Allah'ın Resulü!
Benim hakkımda size bir şey mi söylendi de böyle yaptınız?» dedi. Hazreti'
Peygamber:
«—Havır, böyle bir şey
yoktur. Ancak Kur'ân önde gelir; Zeyd KUr'ân'ı öğrenip alma bakımından senden
önde gelir.» buyurdu.
Kür'ân-ı Kerîm'e olan
vukuf ve ehlîyet-nden ötürü, Yemame vak'asında hafızların çonu sehid düşmekle
halife Hz. E b u Bekir Kur'ân'm zayi o'masmdan korkarak bir araya toplanıp
yazılmasını kendisine emretmişti. Zeyd de bu görevi yerine getirmişti. S a ' b
î diyor ki, Zeyd in-sonlara iki şeyde üstün gelmişti : Feraiz ilmi İle Kur'ân
ilminde... Hazreti Ömer sefere aktıfiı zaman yerine Z e y d 'i bırakırdı. Hz.
Peygamber Zeyd icın sövle buyurmuştur:
«— Ümmetimin en İvi
feraiz Mleni Zevd ibni S&MtMir.» ibni
S a ' d , sah'h b>r isnndla
söyle rivavet ediyor: «—Fetva ehli o'an altı kişiden biri Z e v d
idi. Onlar su kimselerdir: Ömer,
Ali, İbni Mes'ud, Öbeyy,
Ebu Musa, Zeyd ibni
Sabib Bİr rivayet de şöyledir:
Zeyd Medine'de kaza,
fetva, k-raat ve feraizde baş İdi. Hicretin 45 yılında vefat etti. Vefat
ettifii zaman Ebu Hureyre dedi ki, bu ümmetin hayırlısı vefat etti. Ola ki Allah
Tealâ bunun yerine İbni Abbasi geçirsin. İbni A b b a s hazretleri de ölümünden
duyduğu acıvı söyle belirtmiştir:
«— İlmin nasıl göçüp
gittiğini bilmek isteyen baksın, işte böyle göçer pMer. Allah'a yemin ederim
ki, bugün çok büyük bir ilim gömülmüştür.» Allah hepsinden razı olsun.[897]
459— Ebû
Hüreyre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Peygamber şöyle buyurdu :
«— İnsanlar evler bina
edip de, onları kumaşlara benzetmedikçe, kıyamet kopmaz.»
îbrahim demiştir ki:
— Kumaştan maksad, çizgili
allı pullu elbisedir.[898]
Anlaşılıyor ki, saadet
devrinden sonra bir zaman gelecektir. Bu devirde insanların inşa edecekleri
evler gayet süslü ve rengârenk olacak. Binaların durumu çeşitli kumaş
desenlerine benziyecektir. Binaların iç veya dış kısmı diye bir ayırma
olmadığından her iki kısım İçin de aynı hüküm geçerlidir. Nitekim bugün
bilhassa binaların iç kısımları çeşitli motiflerle süslenip bezenmektedir.
Manzara, Peygamberin mucizesi olarak ibret gözleri önüne serili bulunmaktadır.
Bu ha!, îöks ve israfın, dünyadan ayrılmayacak gibi dünyaya bağlanmanın
eseridir. Tezyinatın daha ne kadar inkî-, şaf edeceği şimdiden tahmin edilemez.[899]
460— Muğîre'nin
kâtibi Verrad'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Muaviye,
Resûîüllah (SalfaVahü Aleyhi ve
Se!.îem)'âen duyduklarını bana yaz diye,
Muğîre'ye mektup yazdı. Muğîre de ona şunu yazdı:
— Allah'ın Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem), her namazın,
arkasında şöyle derdi:
«— Allah'dan başka hiç
bir İlâh yoktur; yalnız o vardır, ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd ona
mahsustur ve o her şeye kadirdir. Allah'ım! Senin verdiğim engelleyen bir
kuvvet yoktur; engellediğini de verecek yoktur. Zenginin zenginliği fayda
vermez; zenginlik ancak sendendir.»
Yine Muğîre,
Muaviye'ye şöyle yazdı:
— Peygamber dedikoduyu, lüzumsuz çok sormayı,
malı israf etmeyi yasaklardı. Yine annelere asi olmayı, kızları öldürmeyi,
hayrı engelleyip dilenmeyi yasaklardı.[900]
Hadîs-i şerifin bu
bölümde getirilmesine sebep, mal İsrafından yasak-layıştir. Binaların
tezyinatı, lüks ve konforu bu israf kısmına girdiğinden, böyle harcamaların
yapılmamasını Peygamberimiz emretmişlerdir. İsrafa giren her çeşit harcamayı
yasaklamışlardır.
Ayrrccr her namaz
arkasında,'metinde geçen duayı okumakta çok fazilet vardır ve bunu okumak
müstahabdır.
Ana-babaya asi olmak,
kız çocukları diri diri gömmek, dedikodu etmek, gerekli haklan vermeyip daima
istemek ve almak hususundaki açıklamalar, özel bahislerinde geçmiş olduğundan
tekrar üzerlerinde durulmamıştır.[901]
461— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir:
«— Sizden hiç
birinizi, asla ameli kurtaramaz.»
Ashab:
— Sizi de mi
kurtaramaz, ey Allah'ın Resulü? dediler.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu :
«— Beni de kurtaramaz;
ancak Allah kendinden Lir rahmetle beni örtuıesiyle kurtulurum. Doğruyu
söyleyiniz ve itidal üzere olunuz, (büsbütün sevinmeyiniz ve tamamen
ümitsizliğe düşmeyiniz), îıer işte mutedil olunuz, (ifrad ve tefride
kaçmayınız). Sat ahin ilk valelerinde ? Öğleden sonra ve gecenin ilk
sp.atlor'ndon bir kısırmdj i'mefote koşunuz, çalışınız. Daima orta yolu
tutunuz; hedefe ulaşırsınız.»[902]
Cennet'e girmek, hiç
kimsenin ameli karşılığında olmaz; çünkü insan, kibir ve riyadan arınarak Allah
İçin halis amel işlemiş olsa bile, bu şekildeki amellerinin bütünü Allah
Tealâ'nın İnsanlara İhsan ettiği bir tek nimetin karşılığını frutamaz. Ameller
böyle tek bir nimete mukabil olamayınca, Allah'ın sayısız nimetlerine karşı
kulların hiç bir hak İddiası bulunamaz. Bunun için kullar, taşıdıkları halis
niyet ve amelleri itibariyle Allah'ın rah-mstihe mazhar olarak Cennefe girerler
ve kurtulurlar.
Bir de azamet ve kemal
sahibi bulunan Cenab-ı Hakkın şanına yaraşır şekilde, kulların noksan ve aciz
halleriyle, İbadet etmeleri mümkün olamayacağından kulların amellerinin makbul
oluşu da ancak Allah'ın bir lütfü ile husule gelir. Allah Tealâ'nın lütfü ve
ihsanı ile makbul olan ibadetler sebebiyle Cennet'e girmek yine insanlara
Allah'ın rahmetidir. Böylece Cen-net'e girmeleri Allah'ın fazlı ve keremi ile
olur.
İbadetlerde itidal:
Ameller, niyetlere göre kıymet kazanır. Allah rızasına uygun, maddî menfaat ve
gösterişten uzak olarak ihlâsla yapılan ameller makbul olur. Ameller az dahi
olsa, devamlı olursa daha hayırlıdır. Usanacak ve bitkin hale gelecek şekilde
yapılacak ameller ve ibadetler makbul olmadığı gibi, ara sıra yapılanlar da
makbul değildir. Ifrad ve tefride kaçmaksızın, gönül neş'esi ile, istekle ve
devamlı olarak yapılan ibadetler en makbul İbadetlerdir. Hedefe, kurtuluşa
erdiren ameller, işte böyle olanlardır. Peygamberimiz ümmetini buna teşvik
etmektedir. Orta yolu tutmak, en doğru bir gidiştir. Geçim ve kazanç yollarında
çalışmak da böyledir. İfrata kaçarak çalışan yorulur ve yolda kalır. Ara sıra
çalışan kaybeder. Devamlı ve plânlı, hesaplı ve ölçülü çalışan da kazanır. Bu
itibarla gayeye ulaşmak için ölçülü ve mutedil olmak icab eder.[903]
462— Peygamber'in
zevcesi Hazreti Âişe'den rivayet edildiğine göre, Âişe şöyle demiştir :
— Yahudilerden
beş-on kişilik bir
erkek topluluğu Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'in
yanma vardılar da:
— Essamü Aleyküm = Ölüm üzerinize olsun,
dediler. Âişe demiştir ki:
— Ben bunu anladım ve; ölüm sizin üzerinize
olsun, Allah'ın laneti de... dedim. Bunun üzerine Kesûlüllah (SaltoUahü Aleyhi
ve Selîem) şöyle buyurdu:
«— Yavaş ol, ey Âişe!
Allah Î3Ütün işlerde yumuşaklığı sever!» Ben dedim ki:
— Ey Allah'ın
Resulü! Onların dediğini işitmedin
mi? Resûlülîah şöyle cevap verdi;
(Ben onlara) ve
Aleyküm = sîzin üzerinize olsun, demiştim.»[904]
Bu hadîs-İ şerîf 311
numarada ve 145 sayılı bölümde daha geniş ve biraz değişik lâfızlarla geçmişti.
Bİlgİ İçin karşılaştırılsın.
Fazilet sahiplerinin,
düşük seviyeli kimselerin sözlerini anlamamazhktan gelmeleri en güzel bir
harekettir. Yahudilerin «Selâm» kelimesinden «L» harfini kaldırarak Essamü
Aleyküm demelerinin manasını Hz. Peygamber anlayarak,'İsin farkında-olmamış
gibi, «Ve Aleyküm = Sizin üzerinize olsun.» buyurmuştur. Işİ açıklamamış ve
daha sert ve ağır mukabelede bu-lunmarnıftı. Öyleki Hz. Airşe'rîln mukabelesine
rıza göstermemişlerdi. Her işte yurhuşak hareketin hayırlı olacağını ve
Allah'ın rızasına uygun düşeceğini ifade etmişlerdi. Selâm, kederlerden
kurtulmak, selâmet ve saadete ermek manalarını taşır. Sâm ise, aksine olarak
helak oîmak, felâkete düşmek ve ölmek manalarını ihtiva eder. Telâffuzları
birbirine yakın olduğundan maksadı ve ifadeyi anlamamış gibi hareket etmek en
isabetli bir yoldur. Hz. Peygamber böyle hareket etmekte bize izleyeceğimiz
yolu göstermiş bulunuyorlar.[905]
463— Cerîr
ibni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, şöyle buyurdu:
«— Yumuşaklıktan
mahrum olan kimse, hayırdan mahrum olur.»
Muhammed ibni Kesir
bize anlatarak demiştir ki:
— Bu hadîsin aynını
Şu'be, A'meg'den bize nakletmiştir.[906]
Bu hadîs-i şeriften
anlaşılıyor ki, yumuşak hareket etmekte hayır vardır, iyilik ve tatlılıkla
güçiükler yenilir ve netice hayırla başarılmış olur. Şiddetle ve sertlikle
hareketler kırıcı ve yıkıcı olur. Başarılı bir sonuca kavuşulamaz. Şiddet,
ancak islâm'ın üstünlüğünü ve zaferini kazanmak İçin düşmanla savaş halinde
makbuldür. Düşmana boyun eğmemek ve onu yenmek işin her türlü şiddet
tedbirlerine baş vurmak bir vazife olur; fakat sulh ve sükûn zamanı ile savaş
anını ve imkânları birbirine karıştırmamatidır. İrşad ve Islâm'-a davet de en
tatlı ve yumuşak ifadelerle olmalıdır. Nefret ettirmemek, benimsetmek ve
sevdirmek gaye olmalıdır.[907]
464— Ebu'd-Derdâ,
Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Kime, yumuşak
huyluluktan nasibi verilmişse, ona hayırdan na-sîbi verilmiştir. Kİm de yumuşak
huyluluk nasibinden mahrum kılınmış-sa, hayır nasibinden mahrum olmuştur.
Kıyamet günü, müminin tartıda en ağır gelen şeyi (iyi ameli) güzel ahlâktır.
Gerçekten Allah, kötü iş işleyen kötü sözlüye buğzeder.»[908]
465— Hazreti
Âişe demiştir ki, Peygamber (Saltaliahü Aleyh! ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— İyiliksever olanların
hatalarım bağışlayınız.»[909]
Bundan önceki hadîs-i
şeriflerle 332 ve 312 sayılı hadîslere bakılsın.
Bu hadîs-i şerifin
yumuşak huylu olmak bölümünde getirilmiş olmasının sebebi, hataların tatlılıkla
bağışlanmasını, şiddet gösterilmemesini ifade içindir. Başkasının hakkını
çiğnememek ve başkasına zulüm olmamak şartı ile insanlar arasında beşeriyet
icabı meydana gelen günah ve hataları örtmek ve arkasına düşmeden terk etmek
ve böylece müminlerin şerefini korumak selâmet yoludur. Böyle hareket
edilirse, ferdler arasında sevgi ve bağlılık meydana gelir.
iyiliksever olanlar,
hata ve günahlarından utanç duyarlar ve pişmanlık çekerler. Bunun için, onları
mahcub duruma düşürmeden ve kendilerine ezİ-yet vermeden hatalarını örtmek,
onlara büyük bir iyilik olur. Fakat daima kötülük yoiunda bulunanlar bağışlanır
ve cezalandırılmazlarsa, daha fazla kötülük etmeye imkân kazanırlar. Böyleco
zarar verme bakımından onlara yardım edilmiş olur.[910]
466— Enes,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Bir şeyde şiddet
olursa, muhakkak o şeyi çirkinleştirir. Allah yumuşaklık sıfatı ile vasıflanmıştır;
yumuşaklığı sever.»[911]
Allah Refîk'dir: Bunun
manası, Allah kullarına lütufia muamele eder; onlara kolaylık diler, güçlük
dilemez demektir. Burada Refîk ismi, Allah Tealâ'nın İsimlerinden bir isim
olarak getirilmemiş, yumuşaklığın ve kolaylığın en selâmeti! bir yol olduğunu
göstermek için getirilmiştir.[912]
467— Ebu
Saîd El-Hudrî'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayası,
hücresine çekilmiş bakireden
daha fazla idi. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman onu yüzünden anlardık.[913]
Bu hadîs-İ şerifte iki
noktaya işaret edilmektedir: Hz. Peygamber'in haya ve mahcubiyetinin çok fazla
oluşu ile hoşlanmadıkları bir şeyden dolayı muhatablarını incitmeyîp
yüzlerinde bu hoşnudsuzluğun belirmiş olması. Hadîs-i şerifin bu bölümünde
getirilmesine sebep de, bu İkinci halden ötürüdür. Yani, Hz. Peygamber
hoşlanmadıkları bir hareketten dolayı kimseyi incitmezler ve ağır bir tarizde
bulunmazlardı. Daima en yumuşak ve tatlı yolla İkaz ederler ve irşadda
bulunurlardı.[914]
468— îbni
Abbas, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seilem) 'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
«— Dürüst gidişat, güzel
görünüş ve bütün işlerde itidal Peygamberlik hasletlerinin yetmiş cüz'ünden
bir cüzdür.»[915]
Sayıtan üç hasletin
bir insanda bulunuşu ile o insanda peygamberlikten bir parça bulunur manası
anlaşılmamalıdır. Zira peygamberlik Allah vergisidir, çalışmakla kazanılmaz ve
esasen peygamberlik Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) 'in gelişi ile sona erdiğinden,
ondan sonra peygamberlik veya ondan bir cüz düşünülemez. Hadîs-i şerifin manası
şudur:
Dürüst ve doğru
gidişat, güzel bir görünüşte olmak ve her işte mutedil bulunmak peygamberlerin
güzel hasletleridir. Bu hasletleri kendilerinde bulunduranlar, peygamberlerin
izinde ve yolunda olurlar, onlara bağlı kalırlar. Mutedil olmak, taşkınlık
etmemek ve sertlik göstermeyip yumuşak hareket etmek manasını taşıdığından,
hadîs-i şerif bu bölümde zikredilmiştir.[916]
469— Hazreti
Aîşe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— Bir deve üzerinde
idim ki, onda serkeşlik vardı; (bundan dolayı onu dövüyordum). Bunun üzerine
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) şöyle buyurdu:
«— Yumuşaklıkla
hareket et; zira yumuşaklık, bulunduğu her şeyi güzelleştirir. Bir şeyden de
çıkarılınca muhakkak onu çirkinleştirir.»[917]
Hayvanlara dahi sert
davranmamayı ve onları dövmemeyi İhtar eden bu hadîs-i şerif iki mana
taşımaktadır:
1— Hayvanlar
sert huylu ve serkeş dahi olsa, onlara acımak ve şiddet kullanmamak İcab eder.
2— Her işte
yumuşaklığı ve orta yolu seçmek, güzel sonuca ulaştırır; aksine hareket İse,
çirkin ve noksan sonuca ulaştırır.
İnsanların arasını
düzeltmek ve insanları irşad etmek için, onları idare İçin ve hayvanları
terbiye edip, onlardan faydalanmak için yumuşaklıkla hareket etmek başarı
sağlayacağından, bu yolu izlemek müminlere tavsiye buyurulmuştur.[918]
470— Ebû
Hüreyre demiştir ki, Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Selleri) şöyle
buyurdu:
— Cimrilikten
sakınınız; çünkü o, sizden öncekileri Iıelâk etmiştir. Kanlarını akıttılar ve
akrabalık bağlarını kestüer. Zulüm, kıyamet günü karanlıklardır, (felâket
üstüne felâkettir).»[919]
Bu hadîs-i şerifin
«Yumuşaklık» bölümü ile İlgisi cimrilikten ötürüdür. Bir kimsede aşırı derecede
bahiilik ve cimrilik olursa, o kimse şiddetle menfaatine düşkün bulunur ve
menfaati uğruna sert ve haşin davranır. Herkesi küçük bir menfaati için veya az
bir zararı için incitir ve kırar. Kaba ve sert hareketi de mevkiini düşürür,
onu çirkin ve düşük bir duruma sokar. Hasis ve cimri olmayan kimse ise, geniş
yürekli ve tatlı dilli olur. Başkalarını
incitmez ve haşin davranmaz.[920]
471—
(110-s.) (Hazreti Ebû Bekir'in azadlısı ve Hazreti Âişe'nin sut kardeşi) Kesîr ibni Ubeyd şöyle anlatmıştır:
— Müminlerin annesi Ârşe'ye gittim — Allah
ondan razı olsun —, bana dedi ki:
— Elbisemi dikinceye kadar bekle (içeri girme).
Ben de bekledim. Sonra:
— Ey müminlerin annesi! Eğer dışarı çıkıp da
insanlara (senin eski elbiselerle uğraştığını) söyleyeydim, bunu senden bir
cimrilik sayarlardı, dedim. Hazreti Âişe şöyle dedi:
«— Vaziyeti anla! Eskiyi
giymeyenin yenisi olmaz.»[921]
Eskİ ve yamalı elbise
giymek hakkında Ebu Nuaym,
D m -m ü ' I - H u s.a y n 'in şöyleirivayet ettiğini anlatmaktadır:
Ummü'l-Husayn elemiştir ki :
— Ben Hz. Âişe'nin evinde idim. O, çeşitli
renkteki yamalarla gömleğini yamıyordu. Bu
sırada Resûlüİlah (Salîalîahü
Aleyhi ve SeUem) içeri girdi ve :
«— Bu yaptığın nedir,
ya Âişe?» Dedi. Hazreti Âİşe de :
— Gömleğimi yanvyorum, dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle
buyurdu :
«— Güzel yapıyorsun,
bir elbiseyi yamamadıkça bırakma; çünkü eskisi olmayanın yenisi bulunmaz.»
İsrafı önlemek ve
daima yeni bir elbise bulundurabilmek için eski elbiseleri temizleyip tamir
ederek kullanmak icab eder. Böyle hareket edilmeyince, insanın yenr elbisesi
bulunmaz veya geçimde sıkıntıdan kurtulmaz. Temiz olmak şartı ile yamalr elbise
giymek İslâm'da ayıp değildir. Şuna ihtiyaç göstermek ve el-avuç açmak ayıptır.
Rivayet edildiğine
göre, Hz. A i ş e fazla miktarda bir malı muhtaçlara sadaka olarak verdi.
Sonra, baş örtüsünü yumarken görüldü ve ona :
«— Ya Âişe! Sen çok
mal sadaka veriyorsun, sonra durup baş örtünü yamıyorsun?» dendi. O şöyle cevap
verdi :
«— Ben yeni elbiseyi
giydirip kendim eski giyiyorum; eskiyi giymeyen in yeni elbisesi olmaz.»
İktisadın, kolay ve
rahat yaşayışın düzeni İşte budur.[922]
472— Abdullah
ibni Muğfil,; Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Setlem) i^ ŞPJfJ-P ttuyjur^uğftinu,
riyâyet .letmişr :
«— Muhakkak ki Allah
lütuf sahibidir, (kullara kolaylık diler, güçlük dilemez), yumuşak hareket
etmeyi sever ve sertlikten dolayı vermediği kazancı, yumuşaklık sebebiyle
verir.»[923]
Yûnus, Humeyd'den bu
hadîsin aynını rivayet etmiştir.[924]
Geçim ve idareciliğini
yumuşak hareketlerle, kolaylıklar gösterip güçlükler çıkartmamakla yürütenler
dünya menfaatına ve kazancına fazla nail olurlar. Bunun aksine hareket edenler
ise ne dünyada böyle bir menfaati sağlıyabilİrler, ne de âhiret sevabını elde
ederler. Muvaffak olmanın, maddî ve manevî olarak fazla kazanç sağlamanın
yolu, güçlük çıkarmamak, haşin ve sert davranmayıp, kolay ve rahat imkânları
kullanmaktır. Baş vurulacak esbabın en kazançlısı budur.[925]
473— Enes
îbni Malik, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Se'lem)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
*— Kolaylaştırın iz,
güçlük çıkarmayınız. Huzura kavuşturunuz, nefret ettirmeyiniz.»[926]
Söz ve nasihatleri
kabul ettirmek, insanların kalblerini birleştirip birbirine ısındırmak için
daima en koiay usulü uygulamak ve kolaylık çarelerini aramak gerekir. Kolaylık,
ibadetlerin kabulüne ve İslerin benimsenmesine vesile olur. Güçlük çıkarmak ve
müşkülâta sokmak, rrtsanlari îşletcfent soğutur ve ibadetlerden uzaklaştırır.
Din ve dünya İşlerinin uygulanmasında, din emirlerine aykırı düşmeyecek
şekilde, mevcut kısa ve kolay yollardan faydalanmak lâzım gelir. Bundan meşru
hükümlerin değiştirilip yeni ve kolay hükümlerin saadetini temin için
gönderilmiştir. Dinde mevcut kolaylıkları bilip, onlardan faydalanma bize
tavsiye ediliyor.
İşlerde karışıklığa ve
şüphelere sebebiyet vermeyip, huzur ve itminan sağlamak, yine başarı ve ülfet
sebebi olur. Güçlük çıkarmak, huzursuzluğa ve itminansızlığa sebep olacak
davranışlarda bulunmak, insanları soğutur ve dinden uzaklaştırır. Birleştirmek
ve yapıcı olmak İçin, kolay yolları seçmek, güçlük çıkarmayıp teskin edici davranışlarda
bulunmak gaye edinilmelidir.[927]
474— (111-s.)
Abdullah îbni Amr'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— İsrail oğullarına
bir misafir konukladı; evde de onlann bir dişi köpeği vardı. (Ev sahipleri,
köpeklerine) :
«— Ey köpek!
Misafirimize havlama!» dediler, (o da havlamam, dedi). Bunun üzerine köpeğin
karnında bulunan yavrular bağırdılar. İsrail oğulları bu hâdiseyi
peygamberlerine anlattılar. Peygamber (onlara) dedi ki, bu hal, sizden sonra
gelecek bir ümmetin hali gibidir; o ümmetin düşükleri, âlimlerine üstün
gelecektir.[928]
İmam A lime d bu
hadîsi merfu olarak biraz değişik lâfızlarla tahriç etmiştir. Küfüb-i Sifte'de
mevcut değildir. Bir temsil ifade eden bu haberin «Teskîn = Huzur sağlamak»
konusu ile ilgisi şundan :
Bİr milletin cahilleri
ve küçükleri, maceraperest ve başıboşları, o milletin âlimlerine ve fazilet
sahibi şahsiyetlerine baş kaldırır ve onların gidişatına aykırı davranışlarda
bulunurlarsa, böyle bir toplumda huzur ve sükûnet olmaz, güven ve emniyet
kalmaz. Köpeğin havlamama kararına, yavrularının karşı çilcıp havlamalar» ve
huzursuzluk çıkarmaları gibi...
Bu hadîs-i şerif,
gelecekte vuku bulacak hadiseleri açıklamakla beraber, böyle bir huzursuzluğa
sebebiyet verecek faktörlerin giderilme çarelerine de baş vurulmasına İşaret
etmektedir.[929]
475— Hazreti
Âişe'nin şöyle dediği işitilmiştir:
— Ben bir deveye
binmiştim ki, onda serkeşlik vardı. Bundan Ötürü onu dövmeye başlamıştım. Bunun
üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurdu :
«— Yumuşak hareket et;
çünkü yumuşaklık bulunduğu herhangi bir şeyi muhakkak güzelleştirir ve
çıkarıldığı şeyi de muhakkak çirkfc'eştirir.[930]
476— (112-s.)
Ebû Nadre'den rivayet edilmiştir:
— Bizden Cabir veya Cüveybir adında bir adam
şöyle anlattı:
— Hazreti Ömer'in hilâfetinde bir işi ona
iletmek istedim ve gece Medine'ye ulaştım. Sabahleyin halifeye gittim.
Gerçekten bana bir anlayış ve bir lisan —yahut demişti ki, mantık— verilmişti.
Bu halimle dünya mevzuunda konuşmaya başladım da onu küçülttüm. Onu hiç bir
şeye eşit olmaz hale getirdim. Hazreti Ömer'in yanında, beyaz saçlı ve beyaz
elbiseli bir adam vardı. Ben sözümü bitirince bu adam şöyle dedi: .
— Bütün söylediklerin uygun olmuştur; ancak
dünya hakkındaki kötülemen uygun olmamıştır.1 Sen dünyanın ne olduğunu biliyor
musun? Dünya öyle bir yerdir ki, orada bizim âhirete götüreceğimiz tedarükü-müz
—yahud demiştir ki, azıkımız— vardır. Yine orada, âhirette mükâfatlan dır
ıhacağımız amellerimiz vardır.
(Cabir) dedi ki:
— Dünya hakkında benden daha bilgili olan bir
adam konuşmaya başladı. Ben:
— Ey müminlerin Emîri! Bu yanındaki adam
kimdir? dedim. (Hazreti Ömer) dedi ki:
— Bu, müslümanlann efendisi Übeyy İbni
Kâ'b'dir.[931]
Dünya, İnsanların
âhiret yurduna geçişlerini sağlayan bir konaklama yeridir. İnsanlar ebedî bir
yolculuğa çıkacakları İçin, bu muvakkat konuklama yerinde yolculuk
hazırlıklarında bulunmak zorundadırlar. Âhiret için manevî azık ve tedarikini
temin edenler, bu ebedî yolculukta sık'nt'ya dpş-mezler. insanlar âhiret
saadetine dünyadaki gözel amelleri sayesinde kavuşurlar. Dünya böyle bîr
saadete vesile olması bakımından büyük kıymet taşır, insan taşıdığı iyi
niyetlerle, salih amellerle sevab kazanır. Kazanılan bu mükâfatların elde
ediliş yeri dünyadır. Bu bakımdan dünya küçümsenemez Fakat gerçek vazifeler
unutulur da dünya ebedî bir karargâh olarak kabul edilirse, âhiret için hiç bir
hazırlık ve azık edİnilmezse, böyle kimselerin dünyası fe'âket sebebi olur.
Buna sebebiyet verenler de insanlar olur; dünya yine dünyadır. Tabiî
manzarasını değişmiş olmaz, insanlar ve onların inançları değişir.
Hadîs-i şerifin
«Sertlik ve Kabalık» mevzuu ile İlgili olarak getirilmiş olması, C a b i r 'in
dünyayı fazla ve şiddetle tahkir etmiş olması yüzündendir.
Ubeyy, Medine'I i
ashabdan olup, Neccar kabİlesindendir. Künyesi Ebu'l-Münzir ve Ebu't-Tufeyl
'dir. İkinci «Akabe» biatında bulunanlardan bîridir. Akabe, Mekke ile Mina
arasında bir yerin adı olup, Mekke'den iki mil mesafededir, Mina'ya yakındır.
Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret etmeden birkaç yıl önce Medîne'li ashabla
burada buluşmuş, birer yıl aralıkla Akabe'de iki sözleşme yapmışlardı;
peygamberi koruyacaklarına ve İslâm dinine bağlı kalacaklarına söz vermişler,
Peygam-ber'e biat etmişlerdi. Birinci «Akabe Biati»nda bulunanlar on iki kişi
ve «İkinci Akabe Biatr»nda bulunanlar, ikisi kadın olmak üzere yetmiş kişi idi.
İşte Ubeyy bu yetmiş kişi arasında bulunanlardan
birisiydi.
Übeyy, Bedir savaşında
ve ondan sonraki bütün savaşlarda bulunmuş ve Hz. Peygamber'in vahy
kâtipliğini yapmıştır. Sayılı hafızların başında gelenlerdendi.
«Seyyidü'l-Kurra» diye adlanmıştı. Hz. Ömer ona, Sey-yidü'l-Müslimîn =
Müslümanların efendisi adını vermişti. Ashab-ı kiramın fakîhlerinden biri
olduğundan, Hz. Ömer kendisinden istişare eder ve faydalanırdı.
Übeyy ibnİ Kâb'ın ölüm
tarihinde ayrı iki görüş vardır. Bir kısım tarihçiler Hz. Ömer zamanında ve
hicretin 22. yılında ve.diğer bir kısım tarihçiler ise, Hz. Osman'ın hilâfeti
devrinde hicretin 30. yılında vefat ettiğini kayd ediyorlar. Kendisinden
hadîs-i şerifler rivayet edilmiş ve peygamberimizin methiyelerine nail olmuş
büyük bir şahsiyetti. Allah ondan razı olsun.[932]
477— Berâ
îbni Âzib demiştir ki, Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Nimeti tepmek
kötülüktür.»[933]
Nimetİ küçümsemek ve
büyüklük taslayarak onu tepmek her toplumda makbul görülmeyen kötü bir
harekettir. Bu harekette sertlik ve kabalık bulunması hasebiyle, kaba ve sert
davranışlar bölümünde sayılan hadîs-i şerifler arasında getirilmiştir. Nimete
şükretmek ve onu büyük görmek, nimetin devamına ve onu inkâr ve istihkar etmek
zevaline sebeptir.[934]
478— (113-s.)
Haris İbni Lakît şöyle anlatmıştır :
— Bizden (şöyle bir zaman geçmişti ki,) adamın
atı doğururdu da, onu boğazlardı. Sonra şöyle derdi:
— Buna binecek kadar yaşar mıyım? Bu hususta
bize Hz. Ömer'in mektubu geldi ki, Allah'ın size verdiği rızkı ıslâh ediniz;
çünkü kıyametin gelişi geniş zamana bağlıdır.[935]
Anlaşılıyor ki, bazı
devirlerde hemen kıyamet kopacakmış gibi, işlerini ayarlayanlar olmuştur. Bir
hayvan kâfi geür diye İkincisini beslemeye lüzum göstermemişlerdi. Allah'ın
ihsan ettiği nimetleri değerlendirememişlerdi. Bu yanlış görüşü düzeltmek için,
Hz. Ömer me'ctupİanyle ikazda bulunmuşlar ve kıyamet için daha geniş vakit
bulunduğunu ve Allah'ın vermiş olduğu nimetleri ıslâh edip, değerlendirmek
gerektiğini bildirmişlerdi. Nitekim bundan sonra gelecek olan hadîs-i şerif,
yarın için çalışmanın ne kadar lüzumlu olduğunu açıkça İfade etmektedir.[936]
479— Enes
İbni Malik, Peygamber (Sallallahü.
Aleyhi veSellem)''den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Kıyamet kopar da
sizden birinizin elinde bir hurma fidanı bulunur su, eğer helakten önce onu
dikmeğe güç yetirebilecekse, onu diksin.»[937]
Peygamber Efendimiz
çalışmaya teşvik ettikleri bu hadîs-i şeriflerinde hurma ağacını misa! olarak
göstermişlerdir. Hurma, meyve veren ve meyve vermesi içîn de uzun yıllara
muhtaç olan bir ağaçtır. Bunda iki hikmet vardır : Yatırımların semeresi uzun
yılfara bağlı olsa büe, insanlığa faydalı olacak İşlere girişmek ve sonradan
gelecek nesillere eser bırakmak lâzımdır. En müşkül şartlar altında bile bu
gayeyi bırakmamak ve faydalı işler için çalışmak, İslâm'ın emrettiği bir
vazifedir.
İkİncİ hikmet İse; ağaç
yetiştirmenin önemine ve hususiyle meyveciliğe, boğ-bahçe edinmeye işaret
edilmektedir^ Orman ve ağaçların ne kadar bü> yük kıymet taşıdığı, asrımızda
bütün devletlerce takdir edilmiş bir husustur.
Netice olara!;
denebilir ki, işlerin sonuçlar: ağır ve geç meydana gelecek bile ofsa, işe ve
çalışmaya tt>$vî!c vardır. Bu niyetle çalışılırsa, memleket mamur olur;
bundan gelecek r.f sfller de faydalanır. Bizler, öncekilerin çalışmalarından
faydalandığımız gibi…[938]
480— (114-s.)
Abdullah îbni Selâm .şöyle demiştir:
«— Eğer (kıyamet alâmetlerinden olan) Deccal'm çıktığını işitirsen ve elinde de
dikmekte olduğun bir hurin2 fidanı bulunuyorsa, onu ıslâh etmek için acele
etme; çünkü bvjıda^a sonra insanlar için epeyce bir müddet yaşayış vardır.»[939]
Kıyametin kopmasına
alâmet*sayılan Deccal'm gelişi zamanında, uzun yıllar sonra meyve verecek bir
ağacı dikmekten vaz geçme olmayıp, onu alelacele dikmek de doğru dcğifdir. Daha
uzun yıllar insanlar yaşıyacağı için, ağaçlan usulüne göre itina ile dikmek ve
bütün hayırlı yatırımları ona göre yapmak gerekir. Hiç bir zaman acele edip,
işleri noksan ve sakat bırakmamalıdır. Burada da işleri sağlam yapmaya ve
çalışmanın lüzumuna işaret vardır.[940]
481— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Saîlallahîi Aleyhi ve Selem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Üç dua vardır ki,
onlar kabul olunurlar: Mazlumun duası, misafirin (yolcunun) duası, babanın
çoğuna duası...»[941]
Kitabın başında ve 32
sayıda geçen hadîs-İ şerifte, makbul olan duaların üçüncüsü «Ana-babanin
çocuklarına duası» şeklinde varid olmuştur. Diğer manalarda fark yoktur. 32
sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakılsın.[942]
482— Cabir,
Peygamber (SaHaîlahii Aleyhi ve SeUem) 'in minberde şöyle söylediğini
işitmiştir:
— Peygamber Yemen
tarafına bakıp:
«— Allah'ım!
Kalblerini (hakka) yönelt!» dedi. Irak tarafına baktı ve bunun aynını söyledi.
Bütün ufuk tarafına baktı, yine böyle söyledi. Sonra:
«— Ey Allah'ım! Bize arzın servetinden rızık ver, ölçeğimizde
ve kilemizde bize bereket ver.» dedi.[943]
Rızk : Allah Tealâ'nın
İnsan ve hayvanlara gönderip de bunların yemiş olduğu şeyenztk denir. Yenen
şeyler bazan helâl, bazan 6a haram olur. Bunun İçin haram da nzık sayılır.
Ancak insanlar, harama mübaşeret ettikleri takdirde bu kesiblerinin cezasını
çekerler, sorumlu olurlar. Herkes dünyada rızkı ne ise ona kavuşur ve kimse
onun rızkına engel olamaz. Allah Tealâ yaratmış olduğu bütün canlıların rızkını
verir. İster yerin derinliklerinde, ister deniz diplerinde olsunlar, muhakkak
nzıklanna kavuşup nasib-lerinİ alırlar. Cenab-ı Hak, Hud sûresinin 8. âyet-i
kerîmesinde şöyle buyuruyor :
«— Yeryüzünde ne kadar
canlı varsa, hepsinin rızkı Allah Tealâ üzerinedir.»
Nice mHyon ve
milyarlara sahip olanlar, bu varlıklarının pek cüz'İ bir kjsmmiyiyebilmişler,
sonradan gelenler daha bol vedaha kolay onlardan m'metfenmişlerdir. Çalışmak
ve-kazanmak başka şeydir, rızık olarak istîfa-delenmek başka şeydir. Önemli
olan Allah'ın meşru kıldığı yollardan kazanıp İsraf ve kısıntı yapmaksızın fa
ya" a lan m ak ve dirie, hayır İşlerine harcamaktır.[944]
483— Cabir
lbnir Abdullah'dan işitildiğine göre, diyordu ki : — Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi
ve Seltem) şöyle buyurdu:
— Zulümden sakınınız;
çünkü zulüm kıyamet günü karanlıklardır, (felâketlere sebep olur). Bahillikten
de sakınınız; çünkü kahillik sizden öncekileri helak etmiş ve onları, kanlarını
akıtmaya götürmüş ve haram şeylerini helâl kabul etmişlerdir.»[945]
Zulüm, hududu aşmak ve
başkalarına tecavüz etmektir. Başka bir deyimle, bir şeyi kendi yerine
koymayıp başka yere koymaktır. İnsanlar ara-srnda yaygın olan mana İse,
insanların birbirleri ırzına, mal ve canlarına tecavüz etmeleridir.
Başkasının ırzına,
matına ve canına saldırmak haram olduğu için bunun gönahı feüyüktör. Böyle
günahları isleyenler hidayet nurundan mahrum olurlar ve kıyamet günü
karanlıklar İçinde kalırlar. Kendilerini aydınlıca ve kurtuluşa çıkaracak bir
imkân bulamazlar. Yahut çeşitli engel ve azab şekilleri İle karşılaşırlar.
Böyle korkunç felâketlere düşmemek İçin zulümden kaçınmak selâmet yoludur.
Zulmön en büyüöü Allah'a ortak koşmak, şirke varmaktır. Birçok âyet-i
kerîmelerde kâfirler, zalimler dîye vasıflanmışlardır. Biz'rm konumuz, müminler
arasındaki tecavüzlerden doğan zulüm hareVet-Tendir.
Banîllİk de
kaçınılması ve sakınılması gereken tehlikeli bir hastalıktır.
İnsan hırs sahibi
olup, maddeye taparcasına bağlı olursa, yapmayacağı bir fenalık yoktuk Madde
için adam öldürür, başkasının matını yer, ırza tecavüz eder, haramı helâl
sayar. Dinden çıkmaya sebep teşkil eden en büyük felâket meydana gelir.
Allah'dan başka koruyucusu olmayan bir kimseye zulmetmek, zulmün en
çirkinidir. Bu durumda olan bir mazlumun duası, Allah tarafından hemen kabul
edilir ve zalim dünyada cezasını çeker. Bundan daha çabuk dünyada ceza İnfaz
edilmez.[946]
484— Cabir
demiştir ki:
— Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Selkm) şöyle buyurdu:
— Ümmetimin sonunda
çirkin şekil alma, atma ve yere batma alacaktır. (Bu felâketlerin uygulanmasına) Önce «uhnedenlerle
başlanacaktır.»[947]
Peygamber en son ümmet
olarak gelecekler arasında çirkin şekillere bürünmeler, atılmalar ve yere
geçmeler olacaktır. Bu felâketler ilk önce zulmeden zalimlerin başına
gelecektir. -
Çirkin şekil almalar,
kıyafet değişiklikleri İle olabileceği gibi,,ilâhî nurun yüzlerden silinmesi
ile de olur. Atma ve atılmalar çeşitli sifonlarla vuku bulabilir ve trafik
kaaafarı da olabilir. Yere batıp göçmeler ise, zelzele ve seylâb musibetleri
sayılabilir. Zulüm günahı başta gelen günah olduğu için, bu korkunç felâketler
önce zalimin başına gelecektir.[948]
485— îbni
Ömer'den, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi
ve Selîem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Zulüm, kıyamet günü
karanlıklardır.»[949]
486— Ebû Saîd, Resûlüllah (SailallohÜ Aleyhi ve
Sellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hazret! Peygamber şöyle buyurdu :
— Müminler ateşten
kurtuldukları zaman, Cennet'le Cehennem arasındaki bir köprüde tutuklanırlar
da, dünyada aralarında geçen zulümlerden Ötürü birbirlerinden hak alırlar,
(aralarında kısasîaşırlar). Ne zaman ki, (günahlarından ödeşerek) temizlenir ve
pâklaşırlarsa, ceunet'e girmelerine izin verilir. Muhammed'in nefsi kudret
elinde olan Allah'a yemin ederim! Onlardan her biri, Cennet'deki yerinde,
dünyadaki yerinden daha selâmettedir.»[950]
Zalim ile mazlum,
dünyada helâllaşrnadan âMrete göçerlerse, dünyada geçen haksızlıkların
hesabına,,fca^yşgcaklardır. Orada mazlumun hakjq zp-limden alınacak ve
aralarında ödeşme yapılarak gerçek adalet tecelli edecektir. Birbirlerine
karşı hakların ödenmesi ve kalberden kinin silinmesi keyfiyeti özerinde
çeşitli görüşler varsa da, kesinlik ifade etmediklerinden keyfiyeti Allah
Tealâ'nın ilmine bırakmak en doğrusudur.
Bu hadîs-i şerîften de
anlaşılıyor ki, zulüm büyük bir haksızlıktır ve onun hesabı verilmeksizin
Cennet'e girmek olamaz.[951]
487— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Zulümden sakınınız;
çünkü zulüm, kıyamet günü karanlıklardır. Kötü şeylerden de sakınınız; çünkü
Allah kötü söyleyeni ve kötülüğe teşvik edeni sevmez. Bahillikten de
sakınınız; çünkü o, sizden öncekileri sürükledi de akrabalık bağlarını
kestiler ve onları, haram olan şeylerini helâl kabul etmeye götürdü.»[952]
488— Câbir,
PeygambeT (Sallalkıhü Aleyhi ve Üeilem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Zulümden sakınınız;
çünkü zulüm, kıyamet günü karanlıklardır, (felâketlere sebeptir). Bahillikten
de sakınınız; çünkü o, sizden öncekileri helak etmiştir ve onları, kanlarını
akıtmaya, haramlarını helâl kabul etmeye götürmüştür.»[953]
489— (115-s.) Ebu'd-Duha şöyle anlatmıştır:
— Mesrûk ile Şuteyr îbni Şekil Mescid'de
birleştiler. Mescidin çevrelerinde bulunanlar,,dağılıp &u ikisi etrafında
toplandılar. Mesrûk dedi ki:
— Görüyorum, fşü etrafımızda toplananlar
;bizden hayırlı söz dinlemek istiyorlar; ya sen Abdullah'dan hadîs rivayet' et
de beri seni tasdik edeyim, ya ben Abdullah'dan rivayet edeyim de sen beni
tasdik et. Şuteyr İbni Şekil:
— Sen anlat, ey'Ebû Âişe (Mesrûk)! dedi.
Mesrûk:
— Abdullah'ın : «Gözler zina eder, eller zina
eder, ayaklar zina ederler; fere, ya bu hareketi tasdik eder, ya tekzîb eder.»
dediğini işittin mi? dedi. Şuteyr:
.
— Evet, dedi. Mesrûk, ben de ondan işittim,
dedi. Mesrûk:
— Abdullah'ın: «Kur'ân'da helâl ile haramı,
emirle yasağı bir arada tophyan şu — Gerçekten Allah adaletle, ihsanla ve
yakınlara vermekle emreder = âyetinden daha toplu bir âyet yoktur.» dediğini
işittin mi? dedi.
Şuteyr :
— Evet, dedi. Mesrûk, ben de ondan işittim,
dedi. Mesrûk:
— Abdullah'ın şöyle dediğini işittin mi :
«Kur'ân'da = AUah'dan korkan kimse için, Allah çıkış ve kurtuluş yolu yaratır —
sözünden daha çaouK ieranıiK veren Kurtıaug âyeti yoktur.» £uıeyr:
— Evet, dedi. Mesrûk, ben de ondan işittim,
dedi. Mesrûk:
— Abüuiıan'ın şöyıe dediğini işittin mı.': «=
fcy nensıerıne kargı, (günah işlemekle) üactai ağmış Kullarım! Alian'ın
raumeıınaen umıdı *ea-meyinız = âyetinden dana çolt teveKKÜl iiaae eaer Dır
ayet
yoktur.» Şuteyr:
— Evet, üedi. Mesrûk, ben de ondan işittim,
dedi.[954]
Gözler bakmakla, eller
dokunmakla ve ayaklar kötülüğe yürümekle haram işlerler, zina ederler. Bunlar
zinanın başlangıcı sayılırlar, zinayı hazırlayan sebepler olurlar. Fenalığı
hazırlayıcı olan bu vasıtalara ya, ti len (fercın) iştîrai olur, ya da Allah
Korkusundan fi lî tecavüz olmaz. Allah korkusu ile geri çetcilen kimse, küçük
günah işlemiş olur ve tevbe ile mağfireti umulur. Fakat Allah korkusu ile
sakınma olmazsa, hem zinayı hazırlayıcı sebepler, hem de fiil büyük günah,
kebîre olurlar. Fiilden aciz kalıp da, yani imkân bulamayıp da hazırlayıcı
sebeplerle yetinen ve zevKİenen yine büyÜK günah İşlemiş sayılır.
Nahl sûresi 90. âyet-i
kerîmenin delâlet ettiği mana, kısa ve özlü olarak helâl ile haramı, emirle
yasağı ihtiva etmektedir. Çünkü adalet, başkasına tecavüz etmemek, haramdan
sakınmak ve helâl şeyleri, kendi yerlerine koymaktır. İhsan da, bir şeyi güzel
yapmak, onu yerli yerine koymak demektir. O halde adalet ve ihsan ile
emretmek, helâl şeyleri emretmek ve haram olan şeyleri yasaklamak olur.
Dünya ve âhiret
kederlerinden kurtulmaya vesile olan hal, takva halidir. Takva sahibi kimse,
ihlâs sahibi olup, Allah'ın emirlerine bağlı kalan ve yasaklarından sakınandır.
Böyle kimseyi Allah, hem dünyada, hem de âhİ-rette korur ve kurtarır. Talâk
sûresinin 2. âyet-i kerimesi bunu ifade etmektedir.
Beşerî imkânları
kullandıktan sonra işleri Allah'a bırakmak ve Allah -dan ümid kesmemek
hususunda kullara en ziyade tevekkülü müjdeleyici âyet-İ kerîme, Zümer
sûresinin metinde geçen 53. âyetidir.
Metin, taşıdığı mana
itibariyle haksızlık ve zulümle ilgili bulunduğundan «Zulüm» bölümünde zikredilmiştir.[955]
490— Ebû
Zer, Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve SeJlem)'den, Peygamber de Allah (Tebareke
ve Teâlâ)'dan aldığına göre, Allah şöyle buyurdu :
«— Ey kullarım! Ben
zulmü kendimden kaldırdım ve sizin aranızda da onu haram kıldım; artık
birbirinize zulmetmeyiniz.
— Ey kullarım! Siz gece ve gündüz günah
işlersiniz; ben ise günahları bağışlarım ve beis görmem. O halde benden
mağfiret dileyin, sizi bağışlıyayım.
— Ey kullarım! Ben doyurmazsam, hepiniz
açsınız, O halde benden rızık isteyin, sizi doyurayım. Ben giydirmezsem,
hepiniz çıplaksınız. O halde benden
giyim isteyin, sizi giydireym.
— Ey kullarım! Eğer sizden öncekiler ve
sonrakiler, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takva sahibi bir kulun
kalbinde bulunsalar, bu benim mülkümde bir şey çoğaltmaz ve eğer en facir bir
adamın kalbinde bulunsalar, bu da benim mülkümden bir şey azaltmaz. Eğer bir
arazi üzerinde toplanıp da benden isteseler, ben de onlardan her insana
istediğini versem, bu benim mülkümden bir şey azaltmaz; ancak denize bir defa batırılan
iğnenin denizi azaltması kadar azaltır.
— Ey kullarım! İşte tu
ameiierinizdir ki, onları size karşı tespit ederim, hesaba geçiririm. O halde
kim amellerinde hayır bulursa, Allah'a hamd etsin. Kim de bundan başkasını k
ulursa, neuinden îıaşkasuu kötülemesin, (suç nefsinindir).»
Ebu İdris, bu kudsî
hadîsi anlattığı zaman, dizleri üzere çökerek otururdu.[956]
Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi veSetle/n)'\n Allah Tealâya nispet ederek buyurdukları Kur'ân'dan ve
daha önceki kitaplardan olmayan kelâma «Kudsî Hadîs» denir. Bir de kudsî hadîs
şöyle tarif edilir: Peygamber (Sailattahü Aıeyhi ve Setlem) "\n manasını
Allah Katından alıp da, lâfızlarını kendisi ifadelendirdiği kelâma «Kudsi
Hadîs» denir. Fakat bu ikinci tarif hadîs âlîmîerince muteber sayılmamaktadır;
Çünkü Peygamber kendiliğinden hiç bir dinî hüküm söylemez, ancak Allah'dan
vahy edileni bildirir. Böyle olunca diğer bütün hadîsler de bu tarifin İçine
girmiş olurlar.
Kur'ân'la Kudsî
hadîsin arası şöyle ayrılır: Melek Cebrail tarafından tilâvet edilerek
(okunarak) Peygambere gelen vahy ki, bunlar Kur'ân âyetleridir. Tilâvet
edilmeyerek (okunmayarak) kalbe vahyedilerek bırakılan manalar ki, bunlar da
kudsî hadîslerdir. (Kale Allahu) ve (Yekûlü Allahu) kelâmı ile Peygamber in
kelâma başladığı hadîslerdir. Bunların sayısı yüzden fazladır. Ebu Zer
hazretlerinden rivayet edilen bu kudsî hadîs en meşhurlarıdır.
Allah Tealâ
Hazretlerine nispet edilen kelâmlar üç kısma ayrılır:
1— Kur'ân :
İlâhî kelâmların en şereflisi Kur'ân'dır; çünkü lâfız ve ma-nasİyle kıyamete
kadar bâkİ kalacak olan ve insanları her devirde acziyete düşüren icazkâr
kelâmdır. Tahrif ve tebdilden korunmuştur. Abdestsİzlerin ona dokunması ve
cünub olanların onu okuması haramdır. Namaz, ancak ondan bir kısım okumakla
sıhhat bulur. Şüphe ve tereddüde yer vermeyecek bir nakil olan tevatür yolu ile
gelmiştir.
2— Daha
önceki Peygamberlere gelen ve değişikliğe uğramadan önce olan kitaplar.
3— Ahad yolu
ile bize kadar nakledilen Kudsî hadîsler.
Bu Kudsî Hadîs, zulüm
bölümünde getirilmiştir; çünkü baş tarafında zulmün haram olduğuna işaret
vardır. Zulüm iki nevidir; biri, insanın kendi nefsine zulmetmesi ki, bunun en
büyüğü şirk ve küfür haline düşmesidir.
Sonra bunu takiben
gelen diğer günahları işlemesidir. İkincisi, insanın başkasına zulüm etmesidir
ki, burada bahis konusu olan zulüm bu ikinci nevidir. Kimse kimseye zulüm
etmesin, haksızlık ve tecavüzde bulunmasın. Zulüm günahı hem Peygamberlik, hem
de velîlik rütbesine engeldir.
Kudsî hadîsin 2.
bölümü, istiğfar ve dua ile ilgilidir. Beşeriyet İcabı, İnsanlar gece ve gündüz
çeşitli günah İşlemekten kurtulamazlar. Bundan kurtuluş çaresi, kulun kendini
muhasebe ederek günah ve sevabların düşünüp Allah'dan mağfiret dilemesi ve bir
daha o günaha dönmemeye azmetmesidİr.
Duaya gelince : Allah
Tealâ bütün İhtiyaçlar için kulların kendisinden talepte bulunmalarını ve
istemelerini sever, buna rıza gösterir. İhtiyaçların dünya ve âhiret işlerine
ait olmalarında bir ayrılık yoktur; her ikisi İçin dua edilir. Allah'dan
hidayet, mağfiret dilendiği gibi, yemek, içmek ve ıgiymek gibi ihtiyaçlar için
dua edilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi vs Selltm) bir hadîs-i şeriflerinde
şöyle buyurdular:
«— Sizden her biriniz,
Rabbinden bütün ihtiyaçlarım istesin; ayakkabınızın kesilen kayışına varmaya
kadar...»
Ashabı kiramdan bir
kısmı, hayvanlarının yemine ve yemeklerinin tuzuna varıncaya kadar
ihtiyaçlarını Allah'dan İsterlerdi, (Fadlu'llah: C. 1, s. 575)
Allah Tealâ nin
hazineleri sonsuz ve tükenmez olduğu için, insanların bütününe vereceği şeyler,
onun mülkünden hiç bir şey eksiltmez. Bunun için denize batırılan iğnenin,
deniz suyundan azaltması gibi bir benzerlik yapılmıştır.[957]
491— (116-s.) Ğutayf Îbnü'l-Haris anlattığına göre, Ebû
Ubeyde İbnü'l-Cerrah hasta iken, ona bir adam şöyle dedi:
— Kumandan nasıl geceleyip ecir aldı? Ebû
Ubeyde dedi ki:
— Size hangi şeyden mükâfat = ecir verildiğini
biliyor musunuz? Adam:
— Hoşumuza gitmeyen musibetlerimizden, dedi.
Ebû Ubeyde şöyle dedi:
— Allah yolunda harcadıklarınızdan
mükâfatlandırılırsınız. Ben (bir ordu kumandanı olmam hasebiyle) sizin için
harcarım. Sonra Ebû Ubeyde bütün hayvanlara ait nakliye alet ve malzemelerini
saydı; atın yularına varıncaya kadar...
(Bunların hepsinde, Allah yolunda harcama oldukları için ecir = sevab
vardır). Fakat bu bedenlerinize isabet eden meşakkat sebebiyle Allah
günahlarınızı örter.[958]
Ebû Ubeyde'nîn
ifadesinden anlaşılıyor ki, rıza ve sabır gösteril-meksizin sırf musibetin
gelmesinden insan ecir kazanmaz, ancak günahlarından bir kısmını düşürür ve günahları
örter. Buna hastantn keffareti denir. Halbuki bazı hadîs-i şerifler açık olarak
hastalık gibi musibetlerden sabır olsun veya olmasın, ecir kazanılacağını beyan
etmektedirler. Şu muhakkak ki, sabır ve rıza olduğu takdirde, sevab ve mükâfat
daha fazla olur. Nitekim merfu olarak rivayet edilen bir hadîs-i şerîf
şöyledir:
«— Mümine İsabet eden
bir belâ ve ağrıdan dolayı Allah ondan bir derece yükseltir ve bir günahını
düşürür.»
Mutlak olarak bu
hadîs-i şerîf müminden bir derece yükseltip günahlarından düşüreceğini ispat
etmektedir.
(Bu esen İmam Ahmed
tahriç etmiştir. Fadlu'llah: C. 1, s. 579-582)
Ubeyde Ibnö'I-Cerrah kimdir?:
Ashabı Kiramdan ve
İslâm'ın cesur mücahidlerinden olup, nesebi yedi batın yukarda «Fihr»de Hz.
Peygamber'in nesebi ile birleşir. Adı Amir1-dİr, fakat Ebû Ubeyde künyesi ile
şöhret bulmuştur. Annesinin adı D m ey m e olup, islâm'ı kabul etmiş; ancak
babası Abdullah İslâm'ı kabul etmemiş ve Bedir savaşında müşrikler safında
bulunarak oğlu Ebû Ubeyde tarafından öldürülmüştü. Ebû
Ubeyde, babasına değil de dedesi
Cerrah'a nispet edİür; yani Cerrah'in oğlu olarak söylenir. İlk İslâm'a giren
on kişiden biri olup, Habeşistan'a iki defa hicret etmiş, Bedir ve ondan
sonraki bütün savaşlarda bulunmuştur.
Uhud savaşında Hz.
Peygamber'in yüzüne isabet eden çelik zırh gömleğin İki halkasını dişleriyle
çekip çıkaran ve iki dişini düşüren . Ebû Ubeyde'dİr. Ayrıca Cennet'le Hz.
Peygamber'in müjdelediği on kişiden biridir. Hz. Peygamber onun hakkında şöyle
buyurmuştur:
«— Her ümmetin bir emîni
vardır; bu ümmetin emîni de Ebû Ubeyde İbnu'I-Cerrah'dir.»
Ebû Ubeyde'yi ordu
kumandanı olarak Şam'a göndermiş ve Şam'ın büyük bîr kismı onun kumandanlığında
fethedilmişti. Mühim savaşlarda bulunmuş, bazan Baş Kumandan ve bazan da Hz. H
a I i d I b n i V e ! i d 'in maiyetinde olarak
savaşmış, büyük boşarHarda bulunmuştu. Adalet ve hakseverliği ile Rumları dahi
hayrete düşürmüştü.
Şam'ın fethi
sıralarında Ta'un hastalığı çıktığından, Hz. Dm er askerleri geri çekmeyi
emredince; Ebû Ubeyde:
«— Allah'ın kaderinden
mi kaçıyoruz?» diye halifeye hitap etmiş ve Hz.
Ömer ona şu hakimane cevabı vermişti.
«— Ey Ebû Ubeyde! Bu
sözü senden başkası soyliyeydi!.. Evet, Allah'en kaderinden yine Allah'ın
kaderine kaçıyoruz.»
Ebû Ubeyde 'nİn Hz.
Ömer gibi bir halifeye bu şekilde bir ifadede bulunması da onun cesaretine
delil teşkil eder. Ebû Ubeyde nahif vücutlu, uzunca boylu, seyrek sakallı, yüzü
kemikli ve ön dişleri düşük İdİ.
Hicretin 18. yılında
58 yaşında olduğu halde Ürdün arazisinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.[959]
492— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
«— Bir müslümani
iğneleyen dikene varıncaya kadar, ona isabet eden bir meşakkat, bir keder, bir
üzüntü, bir eziyet, bir tasa sebebiyle muhakkak Allah onun günahlarından
örter.»[960]
493— (117-s.)
Abdurrahman İbni Saîd, babası Saîd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir :
— Selman, Kinde
kabüesindeki hasta bir dostunu ziyaret ettiği zaman onunla beraberdim.
Hastanın yanına girdiği zaman :
«— Sana müjde olsun;
çünkü müminin hastalığını Allah ona keffaret yapar ve kusurlarını bağışlayıcı
sebep kılar. Facirin hastalığı ise, sahibi tarafından bağlanan devenin hali
gibidir. Sonra onu salıverirler de, niçin bağlandığını ve neden salıverildiğini
bilmez.»[961]
Insan müptelâ olduğu
hastalıktan iyileşir ve şifa bulrsa, o hastalık geçen günahlarına keffaret
olur, gelecek zaman İçin bir İbret ve öğüte vesile teşkil eder. Allah Tealâ
hazretlerinin mümin kula dünyada hastalık gibi musîbet vermesi, onu böyle bîr
meşakkatle müptelâ kılması, ona buğzun-dan ötürü değildir. Ya mümin kuldan bir
fenalığı kaldırmak, ya günahlarını örtmeye vesile olmak, ya da derecesini
yükseltmek içindir.[962]
494— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Mümin erkekle mümin
kadının bedeninde, ehlinde ve malında belâ bulundukça, günahsız olarak
Allah (Azze ve Celle)'ye kavuşur.»[963]
Muhammed Ibnİ
Amr'dan da bu hadîsin aynı rivayet edilmiş, yalnız «çocuğunda»
kelimesini ziyade etmiştir.[964]
495— Ebû
Hüreyre demiştir ki, bir Bedevi geldi. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
ona şöyle buyurdu:
«— Ümmü Mildem
hastalığına yakalandın mı?»
Bedevi:
— Ümmü Mildem nedir? dedi. Hazreti Peygamber:
«— Et ile deri
arasında bir hararettir, ateşli bir hastalıktır.» buyurdu.
Adam;
— Hayır, dedi. Peygamber sordu : «— Başın
ağrıdı mı?»
Adam:
— Baş ağrısı nedir? dedi. Hazreti Peygamber:
— Başa arız olan bir
hastalıktır ki, damarları çarpar.» buyurdu. Adam:
— Hayır, dedi. Ebû Hüreyre demiştir ki:
— Adam kalkınca, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Ateş ehlinden bir
adama bakmayı kim severse, buna baksın.»[965]
UmumiyeHe insanlar
büyük ve küçük günahlardan beri olamayacaklarından, hastalık ve emsali
musibetler günahlarını örtmeye vesile olurlar ve böylece ateş azabından
kurtulurlar. Hayatında hiç bir hastalık geçirmeyen insan, günahlarından
keffaret yolu ile bir şey kurtaramadığı cihetle günahlarının cezasını âhirette
çeker ve ateşe girmiş olur.[966]
496— (118-<ş.)
.Halid İbni Rabi'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— Huzeyfe'nin hastalığı, ağırlaşınca, bunu
kendi yakınları ve Ensar duyup gece ortasında, yahut sabah vakti kendisine
geldiler. Huzeyfe sordu:
— Hangi vakittir, bu? Şiz:
— Gece yarısı, yahut sabah vakti, dedik.
Huzeyfe :
— Ateşin sabahından Allah'a sığınırım, dedi.
Sonra:
— Kefenleneceğim şeyi getirdiniz mi? dedi. Biz:
— Evet, dedik.
— Kefenlerde aşırı gitmeyin, israf etmeyin,
çünkü Allah katında benim bir hayrım olursa, ondan daîıa hayırlısına çevrilir.
Eğer başka türlüsü olursa, benden çabuk soyulur ve çürür, dedi.
îbnü îdrîs,
rivayetinde:
— Gecenin bir kısmında kendisine geldik,
demiştir.[967]
Fevkalâde hallerde,
gece yarısı veya sabah erken hasta ziyaretine gitmede bir beis olmadığını bu
eserden öğreniyoruz. Normal haller nazarı itibara alındığı zaman hasta
ziyaretinde şu hususlara riayet edebden sayılır:
1— İzin
isteyip içeri girmek istendiği zaman kapının karşısında durmamak, kenara
çekilmek,
2— Kapıyı
yavaşça çalmak,
3— Kimliğini
gizlememek,
4— Hastayı
yemek-içrnek vakitleri dışında ziyaret etmek,
5— Hastanın
yanında az beklemek, hastanın ihtiyaç ve rızası varsa veya hastalığa bir zarar
olmayacaksa fazla kalınabilir,
6— Gözü
koruyup öfeye beriye bakmamak,
7— Hastaya
az soru sormak,
8— Hastaya
şefkat ve rikkat hafi göstermek,
9— Hastaya
ihlâsla dua etmek,
10— Hastaya
maneviyatını yükseltici ve ömtd verici telkinde bulunmak.
Huzeyfe hazretleri bir
de kefenlenmode israf edilmemesine işaret etmektedir. Kefen, insanın hayatında
giydiği iç elbiseler kıymetinden yüksek vasıfta olmamalıdır. Beyaz bezden
erkekler için üç, kadınlar için beş parça olması sünnettir. Zaruret halinde i)u
miktar azaltılır. Huzeyfe'-nin hal tercemesi İçin 233 sayılı hadîsin
açıklamasına bakılsın.[968]
497— Hasreti
Âişe(Radiyaltahüanha), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selİemyden rivayet
ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu :
— Mümin hasta olduğu
zaman, Allah onun günah kirlerini temizler; maden eritme ocağı, demirin pasını
giderdiği gibi...»[969]
Bundan önceki hadîs-i
şeriflerle eserlerin delâletine uygun olarak bu hadîs-i şerîf de hastalıkların
günahlara !;efrâret olduğunu ve günahları temizlemeye vesile olduklarını beyan
etmektedir. Ateşte körüklenen demir madeni, nasıl ki üzerinde bulunan pas ve
kirleri ateş sebebiyle döküp safİle-sîyorsa, hastalanan mümini de hastalık
aynen günah kirl-erinden temizler.[970]
498— Hazreti
Âişe/KRad':y&lı;huanha), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem/den rivayet
ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu;
«— Herhangi bir
müslümana l>ir musibet —bir ağrı veya bir hastalık— isabet ederse, muhakkak
onun günahlarına keffaret olur; kendisine batan dikene veya meşakkate varıncaya
kadar...»[971]
499— Sa'd'ın
kızı Âişe, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
— Mekke'de şiddetli bir hastalığa tutuldum. Peygamber
(SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) beni ziyarete geldi. Ben dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Ben geriye mal
bırakıyorum; bir kızdan başka da geriye (varis) bırakmıyorum. Malımın üçte
ikisini (bir hayır yoluna) vasıyyet edeyim de üçte birini (varise) bırakayım
mı?
Hazreti Peygamber:
«— Hayır!» buyurdu.
— Yarısını vasiyyet
edeyim ve yansını kızıma bırakayım?
Hazreti Peygamber:
«— Hayır!» buyurdu.
Ben :
— Üçte bir vasiyyet edeyim ve ona üçte ikiyi
bırakayım, dedim. Hazreti Peygamber:
«— Üçte biri vasiyyet
et; üçte bir çoktur.» buyurdu. Sonra elini alnıma koydu; sonra yüzümü ve
karnımı sıvadı, sonra şöyle buyurdu:
«— Allah'ım! Sa'd'a
şifa ver ve onun hicretini tamamla, (hicret sevabını noksan etme).»
Ben, Peygamberin
elinin soğukluğunu, bu ana kadar ciğerimde duyuyorum zannındayım.[972]
Bu hadîs-i şerif hasta
ziyareti ile ilgili olmakla beraber, İslâm hukukunda vasiyyet miktarını da
tayin etmektedir. Bir kimse, malının üçte birinden fazlasını hayır yollarına
vasiyyet edemez, üçte bir veya daha az yapılan vasiyyetler muteberdir, varisler
bu miktar üzerinde hiç bir hak iddia edemezler. Vasiyyet üçte birden fazla
olduğu zaman, üçte birden fazlası varislerin müsaadesine bağlıdır. Muvafakat
ederlerse, üçte birden fazla vasiyyet yerine getirilir; muvafakat etmezlerse,
üçte birini öderler ve geri kalan mal varisler arasında bölünür. Vasiyyetlerde
malın tamamı şöyle hesap edilir: ölünün teçhiz ve tekfin masrafları İle varsa
ölünün borçlan çıktıktan sonra geri kalan malın bütünü vasiyyet İçin esastır.
Cenaze masrafları İle ölünün borçlan çıktıktan sonra geriye kalan mafın
tümünden üçte bire kadar olan vasiyyetler yerine getirilir. Bir de hisse sahibi
olan varislere mal verilmesine dair yapılacak vasiyyetler geçerli olmazlar.
Varisler ancak kendi meşru haklarını alabilirler.
Hastalığı ölüm
derecesine varan Sa'd ibni Ebi Vakkas, daha önce hicret etmiş olduğu Mekke'de
vefat etmeyi sevmemiş ve Hz. Peygamberin arkadaşları ile Medine'ye dönmelerine
katılamayandan müteessir olmuştu. Bu teessürlerini gidermek için Hz. Peygamber
ona dua etmişler ve İslâm'a daha çok yararlı hizmetlerde bulunacağını ve
müşriklerin kendinden zarar göreceğini müjdelemişlerdi.
Sa'd İbni Ebi
Vakkas'in hal tercemesi hakkında bilgi edinmek için 24 sayılı hadîsin
açıklamasına müracaat edilsin.[973]
500— Abdullah
İbni Amr, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu:
«— Hasta olan hiç
kimse yoktur ki, sağlık halinde yapmış olduğu ibadetin (sevabı), ona yazılmış
olmasın.»[974]
Sağlık halinde insanın
devam ettiği ibadet ve hayır işlerine hastalık gibi özürlerle devam edemez ve
bunları yerine getiremezse, Allah Tealâ özürlü hastalık halinde yerine
getiremediği bu İşleri işlemiş kabul ederek sevablarından eksiltmeksİzin amel
defterine yazdırır. Bu bakımdan devamlı İbadetlerin hayır ve bereketi çoktur.
Hasta olanlar, yerine getiremedikleri mutad amellerinden ötürü
üzülmemelİdirler; çünkü onları işlemiş gibi sevab kazanacaklardır. Ayrıca
hastalık, günahlara da keffaret olacaktır. Bundan önceki hadîs-i şeriflerde
ifade buyurulmuştu. İnsan iyi bir işe niyyet eder de, bir özür sebebiyle onu
yerine getiremezse yine sevab kazanır.[975]
501— Enes
îbni Malik, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet
ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
— Allah Teâlâ,
bedeninde müptelâ kıldığı hiç bir müslüman yoktur ki, hasta bulunduğu müddet,
sağlığında yapmış olduğu amellerin sevabı ona yazılmasın. Eğer Allah ona
hastalıktan afiyet verirse, —zannediyorum ki, Peygamber şöyle dedi— Onu
(günahdan) yıka yi verir; ve eğer ruhunu alırsa onu bağışlar.»
Hammad îbni Seleme
yolu ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem} den hadîsin aynı rivayet edilmiş olup, şu ilâve yapılmıştır:
«— Eğer ona şifa verirse,
hastayı günahtan yıkar.»[976]
Burada, daha önceki
hadîs-İ şerife ilâveten hasta olan Müslümanın ölümü halinde mağfiret
buyurulacağı hususu vardır. Zaten geçen diğer hadîslerde, hastalıkların
günahlara keffaret olacağı beycin buyurulmuştu. Bu hadîs-i şerif, her iki
manayı taşımaktadır.[977]
502— Ebû1
Hüreyre şöyle anlatmıştır:
— Peygamber
(SailallahüAleykiveSetlem)'e ateşli hastalık (Humma) geldi. Humma dedi ki,
senin katında en seçkin ehline beni gönder. Bunun üzerine Peygamber onu Ensar'a
gönderdi de altı gün ve altı gece onlar üzerinde kaldı. Bu hastalık onlara
ağır geldi. Peygamber onların evlerine gitti de, durumu ;©na şikâyet ettiler.
Peygamber (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) ev ev ve kapı kapı girip onlara afiyet
duasında bulunmaya başladı. Peygamber geri dönünce, onlardan bir kadın
Peygamberi takip etti ve dedi ki:
— Seni hak din üzere
gönderen Allah'a yemin ederim! Ben, Ensar'da-nım. Gerçekten babam da Ensar'dandır;
o halde Ensar için ettiğin dua gibi, bana da duâ et. Hazreti Peygamber ona:
«— Ne istiyorsun;
dilersen Allah'a duâ edeyim de sana afiyet versin, dilersen sabredersin de
Cennet senin olur?» dedi.
Kadın dedi ki, öyle
ise sabrederim de Cennet'i tehlike etmem, (onu garantilerim).[978]
Burada da iki hususa
işaret edilmektedir:
Hastalıktan insan şifa
bulursa, hastalık günahlara keffaret olur. Şayet hastalık özere ölürse, ömrün
sonuna kadar işlenmiş günahlar bağışlanmış olacağından Cennete girer. Her iki
halde de hastalığın manevî bakımdan faydalan vardır. Bununla beraber tedavi
imkânlarını araştırmak, tabiblere müracaat etmek bir vazifedir. Hastalıkların
seyri ve akıbetleri önceden kestirilemez. Sebeplere baş vurup afiyet dilemek
ve korunmak ayrıca kullara düşen görevlerdir.[979]
503— (119-s.)
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
— Bana isabet eden
hastalıktan, Hummadan bana daha sevgili bir hastalık yoktur; çünkü benim her
azama girer. Azîz ve yüce olan Allah da her uzva, mükafattan hissesini verir.[980]
Ebû Hüreyre hazretleri
humma hastalığı karşılığında verilen sevabı bildiği için, bunun gelişinden
endişe duymamakta ve bu hastalığa yakalananları da teselli etmektedir. Bugünkü
tıp âleminde manevî yönden tedavinin büyük bir önem taşıdığı kabul edilen
gerçeklerdendir.[981]
504— (120-s.)
Rivayet edildiğine göre, Ebu Nuhayle'ye şöyle dendi: «— Allah'a dua eU O da:
— Allah'ım! Hastalığı azalt; fakat mükâfatı
(sevabı) azaltma, diye dtıâ etti. Ona:
«— Duâ et, dua et!»
dendi. Bunun üzerine şöyle duâ etti:
— Allah'ım! Beni rahmetine yakın olanlardan
kıl, annemi de güzel yüzlü Cennet hurilerinden eyle.
Ashab-ı Kiramdan
olduğu söylenen Ebu Nuhayle, tutulduğu hastalıktan şifa İstemiş, fakat
mükâfatının azaltılmamasını dilemiştir. Bu arada, ana hakkının büyük olması
hasebiyle annesi için de dua ederek Cennet hurilerinden olmasını temin için
Allah'a yalvarmıştır.[982]
505— Ata
İbni Ebi Rebah anlatarak demiştir ki:
— İbni Abbas bana şöyle dedi:
«— Cennet ehlinden
sana bir kadın göstereyim mi?» Ben:
— Evet, dedim. O şöyle buyurdu;
«— Şu siyah kadındır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelip dedi ki:
— Ben sar'alamyorum (düşüp bayılıyorum),
böylece (kendime hâkim olamayıp) açılıyorum; benim için Allah'a duâ et.»
Hazreti Peygamber ona:
«— İstersen sabret,
cennet senindir. İstersen, sana afiyet versin diye Allah'a duâ edeyim.»
buyurdu. Kadıncağız:
— Sabrederim, dedi. sonra: Ben açılıyorum,
(avret yerlerim gözükür diye korkuyorum), benim için Allah'a duâ et
açılmayayım, dedi. Peygamber de ona duâ etti.[983]
Tedavi, hiç bir zaman
tevekküle aykırı değildir; çünkü Hz. Peygamber tedavi yollarına baş vurmuş ve
tedavi olunmayı emretmiştir. Hastalıklardan* tedavi hususunda mevcut
delillerden şu neticeler çıkarılmaktadır:
1— Bir
hastalığa müptelâ olanın bizzat kurtulmak için kendine dua etmesi makbul
harekettir.
2— Hastanın
talebi olmaksızın, başkasının ona dua etmesi de yerinde bir harekettir; ancak
şifa, hasta hakkında hayırlı görülrnüyorsa dua edilmemelidir.
3— Başkasından
dünya işleri İçin dua istemek makbul bir hareket değildir; çünkü bunda
insanlara karşı zillete katlanma var>
4— Tedavi
İçin tabİblere müracaat etmek ve İlâç kullanmak meşrudur. Bir kimse
Peygamber'in sünnetine uymak ve Allah'ın izni bulunmak ntyeîî ile tedavi
çarelerine baş vurursa, bu İbadet sayılır. Tevekküle de aykırı düşmez;
yemek-içmek ve giymek için esbaba mübaşeret tevekküle aykırı olmadığı gibi...[984]
506— (121-s.)
Ata anlattığına göre, kendisi o sar'alı kadın olan Ümmü Züfer'i Kabe'nin
merdivenlerinde uzun boylu siyah bir kadın olarak gördü.
İbni Cüreyc demiştir
ki:
— Abdullah İbni Ebi Müleyke bana haber
verdiğine göre, Kasım kendisine, Hazreti Âişe'nin şöyle haber verdiğini
nakletmiştir:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Mümine diken ve daha
İüyük musîtet isabet ederse, o keffarettir.» buyurdu.[985]
Bu bölüm, hastanın
sağlık halinde İşlediği amellerin sevabına, aynen onları işliyormuş gibi
kavuşacağına ait olduğu halde, keffaretle ilgili olan bu haclîs-i şerîf bu
bölümde gösterilmiştir. Mevzu bakımından aralarında bir münasebet yoktur. Daha
önceki hadîslerde geçtiği gibi, musibetlere uğrayan müminler İçin büyük müjde
ifade etmektedir. Esasen istisnasız her Müslüman için bir sevinç ve müjde
habercisidir; çünkü eziyete ve meşakkata duçar olmayan insan yok gibidir.
Hadîslerin zahir manasına bakılırsa, musibetlerin bütün günahlara keffaret
olabileceğini ifade etmektedirler. Fakat sarihlerin çoğu, keffaretin küçük
günahlara qit olduğunu beyan ediyorlar. Daha doğrusu, musibetlerin büyüklüğüne,
insanların sabır ve ihlâsına göre, büyük ve küçük günahlara keffaret olurlar.
Kul hakları bunun dışında kalır. Bunları Ödemek veya hak sahipleri İİe
heiâllaşmak İcab eder.
Gelen musibetler
sabırla karşılanınca, hem keffaret olurlar hem de derece yükselmesine vesile
teşkil ederler. Sabır bulunmadığı takdirde, herkesin hal ve tutumuna göre
birbirinden farklı sevab ve keffareîler kazanılır.[986]
507— Ebû
Hüreyre'nin şöyle dediği işitilmiştir : — Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) buyurdu:
«— Dünyada kendisine
bir diken isabet edip de, ondan sevap uman hiç bir müslüman yoktur ki, o diken
sebebiyle kıyamette günahlarından bağışlanmasın.»[987]
508— Cabir
demiştir ki:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle
buyurduğunu işit-
«— Herhangi bir mümin
erkek ile mümin bir kadın ve müslüman bir erkekle müslüman bir kadın, bîr
hastalığa yakalanırsa, muhakkak Allah o hastalık sebebiyle onu günahlarından
kurtarır.»[988]
509— (122-s.)
Hişam babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır:
— Ben ve Abdullah îbni Zübeyr, (hasta olan
Abdullah îbni Zübeyr'in annesi) Esmâ'nın ziyaretine gittik; bu gidişimiz
Abdullah İbni Zübeyr'in şehid edilişinden on gün önce idi. Esma ağrılı idi.
Abdullah ona:
— Kendini nasıl buluyorsun? dedi. O: «— Ağrılı
(buluyorum)!» dedi. Abdullah:
— (Düşmanlarımın beni çembere almasından
anlıyorum ki,) ben ölüme gidiyorum, dedi. Bunun üzerine annesi:
— Herhalde sen benim ölümümü istiyorsun da,
bundan ötürü ölümü temenni ediyorsun; böyle etme, Allah'a yemin ederim ki,
senin iki halinden birine ait haber bana gelmedikçe ölmemi arzu etmem: Ya
öldürülürsün de, senin acına katlanarak sevabı kazanırım, yahut muzaffer
olursun da gözüm aydın olur. Sana uygun düşmeyecek bir işin sana arzedilip de
onu, ölüm korkusu ile kabul etmekten sakın, (şerefle ölmek, düşman eline geçip
eziyet çekmekten çok daha iyidir).
Abdullah Îbni Zübeyr,
(Annesine, ben ölüme gidiyorum diye hitap etmesinden) Öldürülüşünden annesinin
kederleneceğini sanmıştı.[989]
Abdullah ibni
Zübeyr'in başından geçenleri öğrenmek lan 244 sayılı hadîs-i şerifin
açıklamasındaki ha! tercemesine bakılsın. Burada bahis konusu olan, hastanın
«Ağrım var» demesi, şikâyet olmayacağı hususudur.
Hasta, dua, tedavî,
ilâç ve danışma gibi İhtiyaçlar dolayısı ile hastalığını, ağrı ve şiddetini
bildirirse, şikâyet kısm-na girmez. Hasta durumunu gizlemeyerek, sayılan
ihtiyaçlar için, açıklamalıdır. Buna hali açıklama denir, şikâyet denmez.
Yasak olan şikâyet, kendisini hastalığa müptelâ kılana karşı çıkmak ve ona
itiraz etmektir.[990]
510— Rivayet
edildiğine göre, Ebu Saîd El-Hudrî, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
ziyaretine gitti. Peygamber ateşli hasta idi, üzerinde kadife (kumaş örtü)
vardı. Elini üzerine koydu, hastalığın ateşini kadîfe üzerinden hissetti. Ebu
Saîd:
— Ateşin ne kadar yüksek, ey Allah'ın Resulü!
dedi. Hz. Peygamber: «— Biz böyleyiz, belâ bize şiddetli gelir ve sevab bize
kat kat olur.»
buyurdu. Ebu Saîd
sordu:
— Ey Allah'ın Resulü! İnsanların hangisi en
şiddetli belâ çeker? Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Peygamberler, sonra
salih kullar. Onlardan öyle kimse vardi ki, fakirliğe müptelâ olmuştu; Öyleki
bir hırkadan başka bir şey bulamamış, onu kesip giyinmişti. Onlardan kene İle müptelâ
olan vardı da, onu Öldürmi ye kadar gidiyordu. Onlardan öylesi de vardı ki,
sizden birinin bahşişe sevinmesinden daha çok belâya sevinirdi, ferah duyardı.»[991]
Peygamber hastalığın
şiddetini ifade buyurarak bu gibi ağır musibetlerin peygamberlere ve derece
sırasiyle salih kullara geldiğini bildirmişlerdir. Peygamberler ümmetlerinin
öncüleri oldukları için, en ağır yük ve meşakkatleri çekmelerinde hikmetler
vardır. Her halleriyle insanlara örnek olduklarından, bunların haline bakarak
azim ve sabtr sahibi olmak, zorluklara tahammül etmek, Allah'ın kudretine
boyun eğmek ve teslimiyet göstermek suretiyle insanlar doğru yolu bulur,
teselliye kavuşurlar. Peygamberin günahları olmadığından, çektikleri musibetler
karşılığında daha yüksek manevî dereceler kazanırlar. Musîbetİ çok olanın
yalvarıp yakarışı da çok olur, Allah'a iltica edişi fazla olur ve yalvarışından
derecesi yükselir. Bir an bile Allah'ı anmaktan gafil kalmaz.
Ebu Saîd
El-Hudrî kimdir? :
Adı S a ' d olup,
babası M a I İ k , dedesi Sinan 'dır. E b 0 Saîd künyesi ile şöhret bulmuştur.
Uhud savaşında yaşı küçük bulunduğundan savaşa katılamadı; fakat babası Uhud
savaşında şehid edildi. Kendisi Uhud savaşından sonraki bütün savaşlarda
bulundu. Hz. Peygamberden 1170 kadar hadîs-İ şerîf nakletmiştir. Kendisinden
Ibni Ab bas, Ibni Ömer, Cabir, Ebû Umame ve Ebu't-Tufeyl gibi, ashabdan büyük
zevat ve Tabiîn büyüklerinden Ibni Müseyyeb, Ebû Osman, Tarık, Ubeyd ibni Umeyr
ve daha başkaları rivayet etmişlerdir.
Genç ashab arasında en
fakîh olandı. Ensarın necib ve fazıl ve âlim şahsiyetlerinden biri İdi. 74
hicret tarihinde vefat ettî. Vefat yeri hakkında kesin bir delil yoksa da,
İstanbul'da Kariye camii avlusunda medfûn olduğu söylenir. Allah ondan razı
olsun.[992]
511— Cabir
İbni Abdullah'ın şöyle anlattığı işitilmiştir: «— Bir hastalığa yakalandım da
Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seîîem) Ebû Bekir ile—ikisi de yaya olarak—
beni ziyarete geldi. Beni baygın halde buldular. Peygamber (Saliallahü A leyhi
ve Seîlem) abdest aldı; sonra abdest suyunu üzerime döktü, ben de ayıldım.
Baktım ki, Peygamber (Saliallahü A leyhi ve Seüem). Dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü,
malım hakkında nasıl hareket edeyim, malım hakkında hüküm ver? Peygamber bana
cevap vermedi, tâ ki, miras âyeti nazil oldu.[993]
Baygın halde olan
hastalar, şuurlarını kaybetmiş oldukları halde onları ziyaret etmek, diğer aklı
başındaki hastaları ziyaret etmek gibi sünnettir ve sevabdır. Baygın hastanın
gönlünü memnun etmek, bahis konusu olmamakla beraber, hasta için bazı
tavsiyelerde bulunmak ve yakınlarını teselli edip, gönüllerini almak bakımından
faydalıdır. Böyle hastalar için istişare edilir, tabip tavsiye edilir, duada
bulunulur. Soğuk suyun baygınları uyardığı da bir gerçektir. Buna Peygamber'in
duası da katılarak hasta üzerine dökülünce, Allah hastaya şifa vermişti.[994]
512— Üsame
İbni Zeyd şöyle anlatmıştır:
— Resûlüllah (tollallahü Aleyhi ve Selîem)'m
kızının (Zeyneb'in) çocuğu ağır hasta
oldu. Bundan dolayı çocuğun annesi (Zeyneb), Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve
Seliem)'e haber gönderdi ki, çocuğum
ölüm üzeredir. Peygamber haberciye dedi ki:
«— Git ona şöyle
söyle:
— Allah'ın aldığı da kendinindir, verdiği de...
Her şeyin onun katında muayyen bir vakti vardır. Sabretsin ve Allah'dan sevab
beklesin.»
Haberci geri dönüp
çocuğun annesine (Zeyneb'e) haber verdi. Bunun üzerine (Zeyneb), Peygamber
muhakkak gelsin diye yemin ederek Peygambere haber gönderdi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kalkıp ashabından bir gurupla gitti;
aralarında Sa'd îbni Ubade de vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
çocuğu alıp iki göğsü arasına ve bağrına koydu. Çocuk kuru ve boş su kabının
ses çıkarışı gibi can çekişiyordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
gözleri yaşardı, Sa'd dedi ki:
— Ağlıyor musun,
halbuki sen Allah'ın peygamberisin? Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: «— Ben ona şefkat duyduğumdan ağlıyorum. Allah, ancak kullarından
merhametli olanlara merhamet eder.»[995]
Hadîs-i şerîften şu
faydalar elde edilir:
1— Fazilet
ve mevki sahibi kimselerin, ölüm döşeğinde bulunanların çocuk dahi olsalar,
yanlarına gitmeleri iyi bir harekettir.
2— Böyle
hasta ziyaretlerine davet İçin yemin etmek caizdir.
3— Yaya
olarak hasta ziyaretine ve taziyeye gitmek bîr fazilettir.
4— Yemin
eden bîr. kimsenin, yeminini bozmamak ve ona icabet etmek lâzım gelir.
5— O'üm
gelmeden önce, hasta sahibine sabır îelkîn etmek ve onu teselli etmek iqab
eder.
Ölüm gelmeden önce,
geride kalacaklara edilen sabır tavsiyeleri, kedere karşf mukavemet
kazandırır, Allah'ın kazasına rıza temin eder.
6— Hadîs-i
şerifte, Allah'ın yaratıklarına şefkat
göstermeye teşvik, katı
kalpliiıkten sakındırma vardır. Göz yaşarmasında merhamet vardır.[996]
513— (123-s.)
İbrahim İbni Able'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Karım hasta oldu;
bundan dolayı Ümmü'd-Derdâ'ya gidiyordum. O bana soruyordu:
— Ailen nasıl? Ben de:
— Hastadırlar, diyordum. Bana yemek ısmarlıyor,
ben de yiyordum. Sonra dönüyordum, kadıncağız yine böyle yapıyordu. Bir defa
ona gittiğimde dedi ki:
— Nasıllar? Ben:
— îyiye döndüler, dedim. O, bunun üzerine şöyle
dedi:
— Sen, bize ailenin hastalığını haber verdikçe,
ben sana yemek ısmarlıyordum. Şimdi ise, iyiye döndüler, artık sana bir şey
ısmarlamayız.»[997]
Bu bölüme bir isim
konmamıştır. İhtiva ettiği mana bakımından «Hastası olana yardım etmek» konusu
adı verilebilir. Evinde ailesi ve çoluk çocuğu hasfa bulunanların zor
durumları olur. Çok kere yemek yemeye İmkân ve fırsat bulamazlar. Böylf
hallerde komşuların onlara yardfm etmesi ve onları yedirmesi komşuluk hakkıdır.
Hastalar iyileştikten sonra da böyle bîr yedirme işine hacet kalmaz.[998]
514— îbni
Abbas anlatıyordu :
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasta bir Bedevi'yi ziyaret için yanına
varıp şöyle dedi:
«— Ağır durumun
yoktur, inşallah Allah günahlarını temizleyici olur.» Ravi dedi ki:
— Bedevi şöyle cevap verdi:
— Bilâkis ateş gibi yanan humma var, yaşlı bir
ihtiyar üzerinde; onu, mezarlar ziyaret etsin... Hazreti Peygamber:
«— O takdirde,
evet; (kabul etmiyorsan, temizleyici
değildir.)[999]
Hadîs-i şeriften şu
hüküm çıkmaktadır: Bir milletin başında bulunan idarecinin, tebaasından cahil
bir kimsenin ziyaretine gitmesi noksanlık değildir. Büyüklere düşen, cahilleri
uyarmak ve onlara hayırlı tavsiyelerde bulunmak ve mümkün olan yardımı
yapmaktır.
Hastaya düşen vazife
de, öğütleri kabullenmek ve güzel şekilde karşılık vermektir. Bedevî
cahilliğinden yakışır cevap vermemiştir.[1000]
515— Ebû
Hüreyre anlattığına göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Sizden bugün kim
oruçlu bulunuyor?» Ebû Bekir:
— Ben, dedi. Peygamber sordu:
«— Sizden bugün kim
hasta ziyaretinde bulundu?» Ebû Bekir :
— Ben, dedi. Peygamber sordu:
*— Sizden kim bugün
bir cenaze namazında bulundu?» Ebû Bekir :
— Ben, dedi. Peygamber sordu:
«— Bugün kim bir fakir
doyurdu?» Ebû Bekir:
— Ben, dedi.
Kavilerden Mervan
demiştir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu haberi
bana ulaşmıştır :
«— Şu hasletler:
(Oruçlu olmak, hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze namazında hazır olmak, fakir
doyurmak) bir gün içinde bir adamda toplanırsa, muhakkak o Cennet'e girer.»[1001]
Bu hadîs-i şerîf Hz. E
b û B e k İ r 'in faziletlerini ifade etmekte ve hasta ziyaretinin de makbul
bir İbadet olduğunu göstermektedir. Allah için oruç tutmak, Müslüman bir
kardeşin cenazesinde bulunmak, hoşta ziyaret etmek, fakir doyurmak hasletleri
bir araya gelip de bir şahısta toplanınca insanda manevî bir kemal derecesi
meydana gelir. Böylece Cennetliklerden olma lûtfuna kavuşur.[1002]
516— Cabir'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Seilem), Ümmü's-Sâib adlı (hasta) kadının ziyaretine girdi, kadın
titriyordu. Peygamber:
«— Neyin var?» diye
sordu. O:
— Sıtma = humma, Allah onu perişan etsin,
dedi. Bunun üzerine Peygamber
(batlallahü Aleyhi ve Sellem):
«— Sus, ona kötü
söyleme; çünkü o hastalık, demirci ocağı ateşinin demir pasını gidermesi gibi,
müminin günahlarını giderir.» buyurdu.[1003]
Her nefis acı duymak
ve sızlanmak hasleti üzere yaratılmıştır. Hiç kimse acı duymayı kendinden
kaldıramaz. Bu durum karşısında insana düşen, ah ve vahi çok etmeyip çığlık
koparmamak, mümkün olduğu kadar kendine hakim olmaktır. Hele sövmek ve köîü
söylemek yaraşmaz. Bu hususta önemli olan kalbin niyyetidir. Dİlin hareketi
kalbe uygun olmayabilir. Onun için daima kalbin niyeti halis olmalıdır.[1004]
517— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :
«— Allah, (kıyamet
günü kuluna) buyurur:
— Senden yemek istedim de bana yedirmedin. (Kul) :
— Ey Kabbimî Sen benden nasıl yemek istersin de
ben sana yedirmem, sen âlemlerin Rabbi olduğun halde? der.
Allah buyuruyor :
— Bilmiyor musun ki, falan kulum senden yemek
istedi de, ona yedirmedin? Bilmiyor muydun ki, eğer ona yedireydin, onun
mükâfat m: katımda bulacaktın? İnsanoğlu! Senden su istedim de bana su
vermedin. Kul der ki:
— Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken, ben sana
nasıl su verebilirim? Allah şöyle buyurur:
— Falan kulum senden su istedi de, ona su
vermedin. Biliyor muydun ki, eğer sen ona su vereydin, onun mükâfatını katımda
bulacaktın.' Ey insanoğlu! Ben hasta oldum da beni ziyaret etmedin. Kul, der
kî:
— Ey Rabbim! Ben seni nasıl ziyaret ederim, sen
ise âlemlerin Rab-bisin, (hasta olmazsın, hiç bir şeye ihtiyacın yoktur?)
Allah:
— Bilmiyor muydun kî, falan kulum hastalandı.
Eğer onu ziyaret edeydin, onun mükâfatını katımda bulacaktın, yahut beni (rıza
ve rahmetimi) onun yanında bulacaktın? buyurur.[1005]
Fakirleri yedirmekte,
susuzlara su vermekte, hastaları ziyaret etmekte Allah'ın rızası bulunduğundan
bu gibi hayırlı işleri İşleyenler Cenab-ı Hakka karşı vazifelerini yapmış
sayıldıklarından Allah için amel etmiş olurlar. Hak Tealâ hazreflerinin rızası
bulunduğu işleri yapmak, Allah içindir. Onun emrine uygun hareket
edildiğinden, bu amellerin karşılığında mükâfata kavuşulur. İşte Allah rızası
için hasta ziyareti de, böyle AElah katında sevab kazandıran amellerdendir.[1006]
518— Ebu
Saîd'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seitem) şöyle
buyurdu:
«— Hastaları ziyaret
ediniz, cenazeleri de takip ediniz. Bu, size âhi-reti hatırlatır.»[1007]
İnsana en iyi öğüd
tefen vaiz, ölüm ve hastalıktır. Hastalık halini yaşayan ve başkasını hastalık
durumunda gören, hayatın ve sağlığın kıymetini anlar. Üzerine düşen vazifeleri
daha iyi yapmaya gayret eder. öiümü düşünüp ölülerin halini gören de, kendi
akibetinİn aynı olacağını anlayarak bundan ibret alır. Kötü alışkanlıkları
varsa, onlardan ievbe eder, Allah'ın emirlerine ciddiyetle sarılır ve kendini
hesaba çeker. Bu şekildeki davranışlar hakka yöneliştir.. Böyle hayırlı
sonuçlara erişmek için hasta ziyaretlerinde bulunmalı, Müslüman cenazeleri
teşyi edip namazlarını kılmalıdır.[1008]
519— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (Şallallahü Aleyhi ve Seilem)
şöyle buyurdu:
«— Üç şey vardır ki,
bunların hepsi her mÜslüman üzerine bir haktır (vazifedir) :
1— Hastaları
ziyaret etmek,
2— Cenazelerde
bulunmak,
3— Aksıran
kimse, Aziz ve Celîl olan Allah'a hamd ederse, ona = Yerhamuke Allah = demek.»[1009]
Bundan önceki hadîs-i
şerife ilâve olarak aksırana karşı, eğer Allah c hamd etmişse,
«— Allah sana merhamet
eder = Yerhamuke Allah» demek, bu hadîste zikredilmiştir. Akstran Allah'a hamd
etmezse, karşıda-kine böyle «Teşmît» vazifesi düşmez. Akstranın aksırma sonunda
hamd etmesi = Elhamdü Lillâh demesi ve yanında işitenin de Yerhamuke Allah
de-mesİ sünnet olan görevlerdir. Sünnetlere uymak da sevab kazandırır.[1010]
520 — Sa'd'ın
oğullarından üçü de babalarından rivayet ettiklerine göre, Resûlüllah
(SaÜaliahü Aleyhi ve Sellenı), Mekke'de hasta olan Sa'd'ın ziyaretine vardı.
Sa'd (Peygamberi görünce) ağladı. Peygamber ona sordu:
*— Neden ağlıyorsun?»
Sa'd:
— Hicret etmiş olduğum yerde ölmekten
korkuyorum. Nitekim Sa'd İbni Havle böyle olmuştu, (Medine'ye hicretinden sonra Mekke'de vefat
etmişti.) dedi. Peygamber üç defa:
«— Allah'ım! Sa'd'a
şifa ver!» diye dua etti. Sa'd dedi ki:
— Benim çok malım var; bana bir kızım varis
oluyor. Malımın tamamını vasiyyet edeyim mi? Peygamber:
«— Hayır!» dedi. Sa'd
:
— Üçte ikisini edeyim mi? dedi. Peygamber: «—
Hayır!» dedi. Sa'd :
— Yarısını? dedi. Peygamber: «— Hayır!»
buyurdu. Sa'd :
— Üçte birini? dedi. Peygamber :
«— Üçte biri (vasiyyet
et), üçte bir çoktur. Malından verdiğin (fakirlere) sadakan bir sadakadır.
Çoluk çocuğuna yedirdiğin tir sadakadır. Zevcenin, senin yemeğinden yediği de
senin için hır sadakadır. Senin çoluk çocuğunu mal ile bırakman (yahut geçimle,
dedi), onları insanlara avuç açıp dilenir bırakmandan daha hayırlıdır.»
buyurdu.
Ravi demiştir ki:
— Peygamber eli ile (işaret ederek) söyledi.[1011]
Bu hadîs-i şerifi, Hz.
Sa'd ibni E b i V a k k a s 'in üç oğlu babalarından
rivayet etmişlerdir. Bu çocukları adları, Âmir, Mus'ab ve M u h a m m e d 'dir.
Şimdi hatıra gelir ki, Sa'd hastalığında varis olarak geriye bir kız çocuğun
bırakmak üzere olduğunu hastalık halinde Hz.
Peygamber'e ifade
ettiğinde bu üç çocuklardan neden
bahsedilmemişti?
Peygamber Efendimizin
S a ' d hazretlerini ziyaret etmeleri. Veda Haccı ve bir rivayete göre de Mekke
fethi zamanlarına tesadüf etmektedir. Peygamberimizin şifa ve bereket duaları
makbul olmuş ve S a ' d bu hastalıktan kurtularak 45 yıl daha yaşamıştır. Bu
müddet içerisinde hal terceme-sinde anlatıldığı gibi, İslâm'a pek çok yararları
dokunmuş ve müşrikler kendisinden zarar görmüştür. İşte bu hastalığından sonra
geçen 45 yıl içinde doğup yetişen çocukları, yukarda adları geçen oğulları
oluyor.
Bilgi için ve 499
ve Sa'd İbni
Ebi Vakkas'ın hal tercemesi için
24 sayılı hadîslere ve açıklamalarına bakılsın.
Sonuç olarak, hastaya
şifa bulması İçin dua etmek sünnettir.[1012]
521— Asım,
Ebu Kılâbe'den; Ebu Kılâbe, Ebu'l-Eş'as San'anî'den; o da Ebu Esmâ'dan rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir:
«— Kim hasta kardeşini
ziyaret ederse, Cennet'in Hurfe'sinde (toplanmış meyvaları arasında) bulunur.
Ben, Ebu Kılâbe'ye
dedim ki:
— Cennet'in Hurfe'si nedir? O dedi ki:
— Cennet'in toplanmış meyvalandir.
— Ebu Kılâbe'ye yine sordum:
— Ebu Esma bu hadîsi kimden nakletmiştir?
— Şu cevabı verdi:
— Sevban'dan; o da Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den...» Bu hadisin aynım bize İbni Hubeyb İbni Ebi Sabit
anlatarak demiştir ki, bize Ebu Üsame, Müsenna'dan (zannediyorum bu İbni
Saîd'dir) rivayet etmiştir. Müsenna dedi ki:
— Bize Ebu Kılâbe, Ebu'l-Eş'as'dan, o da Ebu
Esma El-Rehabî'den, o da Sevban'dan, Sevban ise Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem)'den rivayet etti.[1013]
Bu hadîs-i şerifi Müslim
biraz değişik lâfızla şöyle tahriç etmiştir:
«— Kim bir hastayı
ziyaret ederse, dön üne e.ve kadar Cennet meyva-ları arasında bulunur.»
Hadîs âlimleri buna şu
manayı vermektedirler:
İnsan hasta kardeşini
ziyaret edip yanında bulunduğu müddet, bahçeden bir kimsenin meyve toplayışı
gibi, sevab meyveleri toplamaya devam eder. Burada sevab, ağaçlardan devşirilen
meyvelere benzetilmiştir. İnsan hasta yanından dönünceye kadar manevî meyvelerden,
yani sevablardan toplar.
Hurfe'ye yof manası da
verenler vardır. Bu manaya göre, ziyaretçi Cennet yolunda bulunur, hayır
işlemiş olur, demektir.[1014]
522— Anlatıldığına
göre, Ebu Bekir îbni Hazım ve Muhammed İbni'I- Münkedir, Mescid cemaatından bir
kısım insanlarla hasta bulunan Ömer İbni'l-Hakem İbni Rafi' El-Ensarî'yi
ziyaret ettiler. Ona şöyle dediler :
— Ey Ebu Hafs! Bize hadîs anlat. O dedi ki:
— Cabir İbni Abdullah'ın şöyle dediğini
işittim:
— Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seılem) 'in
şöyle buyurduğunu işittim:
«— Kim bir hastayı
ziyaret ederse, rahmete dalmıştır; oturunca rahmet içinde kararlaşmış olur.»[1015]
Burada rahmet suya
benzetilmiştir. Su kirleri temizlediği gibi, hasta ziyaretinden gelen Allah'ın
rahmeti de, ziyaretçiyi günahlarından öyle temizler. Hastanın yanında
ziyaretçi oturunca da rahmet onu her taraftan kaplar.[1016]
523— (12-s.)
Atâ'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«— îbni Ömer, îbni
Safvan'm hastalık ziyaretine gitti de namaz vakti geldi. îbni Ömer oradakilere
iki rekât namaz kıldırıp: Biz misafiriz, dedi.»[1017]
Ziyaret edilen
hastanın durumu ve ev hali nazarı itibara alınara': rv'i-said bulunduğu
takdirde onun yanında namaz kılmanın caiz bulunduğuna bu haber delil teşkil
etmektedir. Anlaşıldığına göre, Ibnİ Ömer en az üç günlük bir mesafe almış
bulunduğundan dört rekâtlı namazı iki kıldırıp, arkasındaki cemaatı ikaz ederek
onlar kendi namazlarını dört rekât olarak tamamlamışlardı.[1018]
554— Enes'den
rivayet edildiğine göre, Yahudilerden bir erkek çocuk Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellern)'e hizmet ederdi. Sonra çocuk hasta oldu da, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun ziyaretine gitti. Başucunda oturup (çocuğa)
:
Müslüman ol!» dedi.
Çocuk, başucunda olan babasına baktı. Bunun üzerine babası çocuğa:
— Kasım'ın babasına
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e itaat et, dedi. Çocuk da müslüman
oldu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıktı, şöyle diyordu:
«— Çocuğu ateşten kurtaran
Allah'a hamd olsun...»[1019]
Hadîs-i şerîften
çıkarılan hükümler:
1— Yahudî ve
Hıristiyan gibi gayri müslim hastaları ziyaret etmek caizdir; çünkü bu ziyaret
onlara bir iyilik yerine geçer. Hele İslâm'ı kabulleri umuluyorsa veya bir
maslahat düşünülüyorsa, bu ziyareti yapmak yerinde bir iş olur. ölüsü olan
komşu gayri müslİmleri taziye maksadı ile ziyaret etmek yine caizdir. Bu
ziyarette :
«— Allah sana daha
hayırlı halef versin, Allah durumunuzu düzeltsin.» gibî temennilerde bulunulur.
2— Çocuğun İslâm dinini kabul edişi sahihtir. Ancak sıhhatin tahakkuku için çocuğun mümeyyiz olması şarttır. İyiyi ve kötüyü, kâr ve zararı ayırt edebilecek durumda olan çocuklara mümeyyiz denir. Hz. Peygamber'İn bu ziyaret etmiş olduğu çocuğun yaşı kesinlikle bilinmemektedir. Mümeyyiz veya bulûğ çağlarında olduğu görüşleri üzerinde ayrılık vardır. Her iki halde de İslâm'a geçişi makbuldür.
3— İslâm'ı sahih olan çocuğun namaz ve oruç gibi ibadetleri sahih olur; fakat nikâh, talâk, adak ve köle azad etme gibi tasarrufları geçerli olamaz.
4— Bulûğ çağına girmeyen gayri müslim çocuğun ölümü halinde azab çekip çekmeyeceği hakkında iki görüş vardır:
1) Eğer çocuk mümeyyiz durumunda olur da küfür halini biliyorsa, bu vaziyette ölümünden sonra azab çeker.
2) Bu görüş de «Bulûğa varıncaya kadar çocuktan kalem kaldırılmıştır.» deliline dayanarak azab çekmeyeceği merkezindedir.
Hadîs-İ şerîfte bahis konusu olan çocuk, buluğ çağında olması itibariyle İslâm'a geçişinden ötürü ateşten kurtulmuştur hükmü üzerinde bir İtiraz va-rid olmaz. Bulûğ çağından küçük olduğu halde, hadîs-i şerîf varid olmuştur diye düşünülürse, izahı şöyle :
Kâfir olarak ölen çocuklar hakkında ne azab görme, ne de kurtulma dîye kesin bir hüküm yoktur. Bunlar Mahşerde güçlerine göre İmtihana tâbi tutulurlar. Bunlardan emirlere uyanlar kurtulur, isyan edenler azab çeker. İşte bu çocuk da İslâm'ı kabul etmeden Öleydi, tehlikeli bir durumda olacaktı, ateş kenarında olacaktı. Fakat islâm'ı kabul edince kurtuluşu kesin olarak meydana çıkmıştır. Hz. Peygamber'in :
«— Çocuğu ateşten kurtaran Allah'a hamd olsun!»
Sözünün manası bu olsa gerektir.[1020]
525— Hazreti
Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Resûlüllah (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem) (hicret yılında) Medine'ye gelince, (babam) Ebû Bekir ve Bilâl
Humma'ya tutuldular. Âişe demiştir ki:
— Ben onları ziyarete gittim de çöyle söyledim:
Babacığım! Kendini nasıl buluyorsun? Ey Bilâl! Sen de kendini nasıl buluyorsun?
Âişe şöyle demiştir:
— Ebû Bekir'i Humma yakaladığı zaman derdi ki:
— Herkes evinde çoluk çocuğuyla sabahlar durur.
ölümse, ona, takunyası bağından daha yakın durur. Bilâl'dan hastalık kalkınca,
sesini yükselterek şöyle diyordu:
— Ne olur, hileydim : Mekke vadisinde bir gece
geceleyecek miyim; etrafımda İzhir ve Celîl bitkileri olduğu halde?..
Bir gün Mecenne
mevkiinin sularına kavuşacak mıyım; Şame ile Ta-fıl dağları bana gözükecekler
mi?[1021]
Hazreti Âişe — Allah
ondan razı olsun — dedi ki, ben Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem l'e
gidip, ona haber verdim. O şöyle buyurdu:
«— Allah'ım! Bize
Medine'yi sevdir, Mekke'yi sevdiğimiz gibi, yahut daha çok... Hastalıklardan da
onu kurtar. Bize, ölçeğimizde ve kilemizde bereket ver. Medine'nin Humma
hastalığını, (İslâm'ı kabul etmemiş) Cuh-fe arazisine nakledip ver.»[1022]
Hadîs-i şerîf bize,
hastaya sıhhatini soruş şeklîni öğretmektedir. Bir de uzun ve yorucu bir
yolculuktan, açlık ve susuzluk gibi mahrumiyetlere katlandıktan sonra
Mekke'den Medine'ye gelen ashab'ın iç duygularını ve ana vatana hasretliklerini
yansıtıyor. Hz. Peygamber de makbul duaİariyle onları teselli ediyor. Nihayet
hastalık Medine'den kalkıyor, bereket yağıyor ve Medine ana vatandan sevgili
oluyor.
Hz. Peygamber ve
Ashabı, müşriklerin işkence ve tazyikleri sonunda hicret ettiklerinden, bu
hicretin başlangıcında Medine'de arız olan hastalığın Cuhfe arazisine, yani
müşriklerin beldesine geçmesini dua etmişler, böylece onları hastalıkla meşgul
kılıp Müslümanların nefes almalarına zemin hazırlamışlardı.[1023]
526— İbni Abbas'dan
rivayet edildiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , hasta bir
Bedevi'nin ziyaretine girdi. İbni Abbas demiştir ki:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hastayı ziyaret için yanma vardığı
zaman:
«— Beis yoktur;
(günahları) temizleyici olur İnşa Allah!» derdi, Be-devî (Buna cevap olarak)
şunu söyledi:
— (Bu hastalık) temizleyici! Hayır aksine yaşlı
bir ihtiyar üzerinde kaynayan (yahut
alevlenen) bir Hummadır; onu mezarlar ziyaret ediyor... Peygamber:
«— (Benim öğüdümü
kabul etmeyince, senin için temizleyici değildir.) Bu takdirde evet.» buyurdu.[1024]
527— (125-s.)
Nafi' demiştir ki, «İbni Ömer bir
hastayı ziyarete gidince:
«— Nasılsın?» diye
halini sorardı. Yanından kalkınca da:
«— Allah, hakkında
hayırlısını versin!» derdi ve buna ilâve
(söz) etmezdi.»[1025]
Ashab-ı kiram Hz.
Peygamber'den aldıkları yüksek edeb uyarınca, hastanın halini sorup, onun
hakkında hayır dua ediyor ve hasta yanında fazla söz söylemiyorlardı. Lüzumlu
bir ihtiyaç olmaksızın hasta yanında fazla beklememe; ve çok konuşmamak icab
eder.[1026]
528— (126-s.)
Saîd Ibni Amr anlatarak demiştir ki; Haccac, (yaralı bulunan) İbni Ömer'in
yanma vardı, ben de yanında idim. Haccac :
Nasılsın? dedi. O:
— îyiyim, dedi. Haccac:
— Seni kim süngüledi? dedi. O şöyle cevap
verdi;
— Silâh taşımak helâl olmayan bir günde, silâh
taşımayı emreden kimse beni süngüledi. îbni Ömer bu sözü ile Haccac'ı
kasdediyordu.[1027]
Haccac'in babası Yûsuf
olup, Sakaf kabilesindendir. Hicretin 41. yılında Taîfde doğmuştur. Emevî
devletinin meşhur kumandanlarından biri olmuş ve zulmü ile ün salmıştı. Emevî
halifelerinden Abdülmelik Ibni Mervan'ın maiyetinde bir müddet bulunduktan
sonra Hicaz'da hilâfet İlân eden Abdullah Ibnİ Zübeyr'iele geçirmek ve
taraftarlarını dağıtmak İçin vazifelendirilmişti. Haccac bu maksatla Mekke'yi
kuşatmış ve Abdullah îbni Zöbeyr'i zalimane bir şekilde şehid etmişti. Bundan
üç ay sonra (Abdullah Ibni Ömer'in öldürülmesi için zehirli bir süngü
hazırlatıp onu ayağından vurdurmuştu. İşte bu yaranın tesirinden Ibni Dm er
hasta İken, Haccac ziyaretine gidip :
«— Seni kim
süngüledi?» diye sorunca, 1 b n İ Ömer ima yolu ile faili hatırlatmıştı. Hâdise
hac mevsimine tesadüf ettiğinden, bu mevsimde silâh kullanmanın haram olduğunu
da hatırlatmış oldu. Sonunda bu zehirli yaranın tesiriyle Hicretin 73. yılında
84 yaşında iken, Ibni Ömer Mekke'de vefat etti. Allah ondan razı olsun. Hal
tercemesi için kitabın başında 2 sayılı hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.
Haccac'm Ibnİ Ömer'i
öldürtmesinin sebebi şu : Emevî halifesi Abdülmelik, Ibnİ Ömer'e muhalefet
etmesin diye H a c c a c 'a bir mektup göndermiş. Bu emir Haccac'a geldiğinden
başkasına öldürtmüş olduğu rivayet edilmektedir. Nihayet Haccac Hicretin 95.
yılında 54 yaşında olduğu halde feci bir hastalığa tutularak ölmüştür. S a î d
i b -ni Cübeyr gibi tabiîn âlimlerinin en büyüğünü de haksız yereöldürmüş;
fakat onu öldürdükten sonra aklî muvazenesi bozulmuştu. Her gece Saîd İbni Cübeyr
onun rüyasına girer ve :
«— Ey Allah'ın
düşmanı!» dîye kendisine hitap ederdi, şeklinde rivayet vardır. Bu hâdiseden
sonra çok yaşamamıştı. Yüz yirmi bin kişiyi öldürdüğü ve ölümünde elli bin
kişinin hapiste olduğu söylenir.
Burada mazlum olduğu
halde hasta Ibni Ömer, kendisini ziyarete gelen Haccac'a nazikâne cevap
vermiştir. Bununla beraber suçlu ve caninin kim olduğunu da ona bildirmiş oldu.[1028]
529—
(127-s.) Abdullah ibni Amr İbnil-Asdan şöyle rivayet edlişmiştir:
Şarap içip de, hasta
olanları ziyaret etmeyiniz.[1029]
Allahu Teala’nın haram
kıldığı şeyleri alenen işleyen ve farzlarını terk edenlere fasıkk denir.Fasık
olanlar kesin delillerle sabit haramları
helal kabul etmezler ve farzkarı da inkar etmezlerse, mümin hükmünden
çıkmazlar;büyük günah işlemiş olurlar.
İşte büyük günahları
alenen işlemekte olanların kötülüğü
başkalarına sirayet etmesin ve onlara tevbe etmeleri için bir ibret dersi olsun diye, burada
ziyaretlerine gidilmemesi tavsiye edilmektedir.Esasen ziyaret fazilet ve sevabı
büyük olan bir sünnettir.Onun filini iştirak ve yaınlık veya onun kötü
alışkanlığı yayma olmadıkça bunlara
sebebiyet vermedikçe bir mahzur olmaz;bilakis onun hidayet ve selametine
yardımcı olmak gayesi taşınırsa sevap olur.[1030]
530— (128-s.)
El-Haris İbni Ubeydullah El-Ensarî'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«— Ümmü'd-Derda'yı
gördüm ki, (bindiği devenin) eğerinin ağaçlan çıplak, Mescid ehlinden bir
Medîne'li erkek hastayı ziyarete gidiyor.»[1031]
Mahrem değil de yabana
bir erkek dahi olsa, İyi ve temiz niyetle, İslâm muaşeret şartlarına uygun
olarak kadınların hasta erkekleri ziyaret etmelerinde beis yoktur. Erkeklerin
de aynen hasta kadınları ziyaret etmeleri caizdir. Peygamber Efendimizin hasta
hanımları ziyaret ettiğine dair ha-dîs-İ şerifler vardır.
Ömmü'd-Derdâ kimdir? :
Ashab'dan
Ebu'd-Derdâ'mn hanımı olup, ismi «Hayre»dir. Ömmö'd-Derdâ adında iki hanım
vardır. Bunlar Suğra ve Kobra diye ayrılır. Buradaki Köbrâ olup, kadın
sahabilerin faziletlilerinden, ilim ve görüş sahiplerinden idi. İbadet ve
takvası çoktu. Kocasından iki yıl kadar önce Şam'da Hz. Osman'ın hilâfeti
zamanında vefat etti. Hz. Peygamber'den ve kocasından hadîs ezberlemişti.
Tabiîn âlimlerinin çokları kendisinden rivayet etmişlerdir. Kendisine sorulmuş:
«— Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) 'den bir şey işittin mi?»
O cevap olarak :
«— Peygamber Mescid'de
otururken yanma vardım, şöyle buyurduğunu işittim» :
«— Amellerin
tartılacağı kıyamet günü, teraziye, güzel ahlâkdan daha ağır bir şey
konmayacaktır.» demiştir.
Allah ondan razı
olsun.[1032]
531— (129-s.)
Abdullah îbni Ebi Hüzeyl'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«— Abdullah îbni
Mes'ud, bir hastayı ziyaret* etmek üzere yanma girdi, yanında bir takım insan
vardı. Evde de bir hanım vardı. Adamlardan biri kadına bakmaya başladı. Bunun
üzerine Abdullah ona:
— Gözün çıkaydı, senin
için daha hayırlı olurdu, dedi.»[1033]
Mİsafİr olarak gidilen
bir evde adaba riayet etmek gere';ir. Her yerde harama bakmak, yasak olduğu
gibi, misafir evinde buna daha çok önem vermek lâzımdır. Hattâ evin eşya ve
levazımatma dahi göz gezdirmemek, nazarı dikkati celbedecek hareketlerde
bulunmamak, ziyaret edeblerindendİr.[1034]
532— Ebu
îshak demiştir ki, Zeyd İbni Erkam'ın şöyle anlattığını işittim:
— Gözüm ağrılandı da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni ziyarete geldi. Sonra:
«— Ya Zeyd! Şayet
gözün tamamen kaybolsa ne yaparsın?» buyurdu. Ben de, sabrederim ve Allah'dan
sevab beklerim, dedim. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
«— Eğer gözün kaybolur
da, sonra sabredersen ve Allah'dan sevab umarsan, senin sevabın Cennet olur.»[1035]
Hadîs-i şerîf, göz
ağrısından ötürü hasta ziyareti yapılmasına ve gözü kaybolanın sabrettiği
takdirde Cennet mükâfatı kazanacağına delil olmaktadır.
Zeyd İbni
Erkam kimdir?:
Zeyd, Hazrec
kabilesinden olup, Uhud savaşına yaşı küçük görüldüğünden katılamamış, İlk
olarak Hendek savaşında bulunmuştur. Bundan sonra Hz. Peygamberle 17 savaşta
bulunmuş ve birçok hadîs nakletmiştir.
Sıffîn vak'asında Hz.
Ali ile bulunmuş ve hicretin 66. yılında Küfede vefat etmiştir. Allah ondan
razı olsun. Zeyd, münafıklardan Abdullah ibni Ubeyy 'in, Müslümanlar
aleyhindeki bir sözünü işitip Hazrefi Peygamber'e haber vermesi üzerine
Abdullah inkârda bulunmuş, sonra âyet nazil olarak Allah Tealâ Zeyd'i doğrulamıştır.[1036]
533— Kasım
îbni Muhammed'den rivayet edildiğine göre, Muhammed'in arkadaşlarından bir
adamın, gözleri söndü, sonra onu ziyarete gittiler. Adam şöyle dedi:
— Ben, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'i görmek için onları istiyordum; fakat şimdi
Peygamber (Saİtalîahü Aleyhi ve Sellem) irtihal etti. Allah'a yemin ederim!
Eğer (Yemen'deki) Tübale beldesinin geyiklerinin bir geyiğindeki gözler bende
olsa, artık buna sevinmem.[1037]
Bu hadîs-i şerîf de
göz hastalarını ziyaretin meşruiyetini göstermekte, bir de ashab-ı kiramın Hz.
Peygamberi görmekten duydukları manevî haz ve sürürün enginliğini İfade
etmektedir.[1038]
534— Enes'den,
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim :
«— Allah (Azze ve
Celle) buyurdu : (Kulumu) iki sevgiliyle (gözlerini murad ediyor) müptelâ
ettiğim zaman (gözlerinin nurunu aldığım zaman) sonra sabrederse, ona Cennet'i
karşılık olarak veririm.»[1039]
İnsan azalarının en
hassas ve sevimli azalan gözler olduğu İçin «iki sevgili» diye tâbir
edilmiştir. Bu hadîs, kudsî hadîstir. Buna dair bilgi (490) sayılı hadîs
münasebetiyle verilmişti.
önemi büyük olan bu
azaların alınması karşılığında, Allah mümin kullarına Cenneti va'd buyuruyor;
sabırlı olmak şartiyle...[1040]
535— Ebû
Ümame, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet etmiştir:
«— Allah buyuruyor :
— Ey insanoğlu! Senin
iki (sevgili) gözünü aldığım zaman, ilk anda sabredersen ve (benden) sevab
beklersen, sana, Cennet'den başka bir sevaba razı olmam.»[1041]
Musîbetin ilk geliş
anı, en dehşetli ve acıklı bîr haldir. Bu anda gelen musibetin Allah'dan
olduğuna teslimiyet gösterip sabreden ve Allah'dan buna karşılık mükâfat bekliyen,
Cehennem e hiç uğramadan Cennete gireceğini Allah Tealâ bu kudsî hadîste
buyurmakta ve bu hadîs daha öncekileri teyid etmektedir.
Hadîs-i Kudsîyi Hz.
Peygamber'den rivayet eden Ebû Ümame 'nin hal tercemesi için (163) sayılı
hadîsin açıklamasına müracaat edilsin.[1042]
536— İbni
Abbas'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir :
— Pygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) bir hastayı ziyaret ettiği zaman, bâşucunda otururdu, sonra
şöyle derdi:
«— Büyük Arg'ın Rabbi
olan büyük Allah'dan dilerim ki, sana şiia versin.»
Eğer hastanın ecelinde
bir gecikme var idiyse, ağrısından kurtulurdu.[1043]
Bu hadîs-i şerif bize,
Peygamberin hastaya şifa dileme şeklini ve hastanın eceli dolmamışsa, hastanın
hemen ağrıdan kurtulacak vaziyette dualarının makbul oluşunu, bir de hastayı
ziyaret edenin bâşucunda oturması gerektiğini öğretmektedir.[1044]
537— (130-s.)
Rabi' îbni Abdullah'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«— Hasta bulunan
Katade'yi ziyaret edelim diye, Hazreti Hasanla birlikte gittim. Hasan, hastanın
başucunda oturup ona sordu (nasılsın?).
Sonra ona dua edip,
dedi ki:
— Allah'ım, kalbine
şifa ver, hastalığına da şifa ver.»[1045]
Bu haber de, bundan
önceki hadîs-i şerifin hastanın başucunda oturma adabını teyid etmektedir.[1046]
538— El-EsvedJden,
şöyle dediği rivayet olunmuştur:
— Hazreti Âişe
(Radiyallahü an/w)'ya sordum ki, Peygamber(Setllallahü Aleyhi ve Sellem) evinde
ne iş yapardı? Hazreti Âişe şöyle buyurdu:
Evinin hizmetinde
bulunurdu; namaz vakti gelince de (namaza) çıkardı.»[1047]
El-Esved İbni Yezid,
tabiîn âlimlerinin ileri gelenlerinden olup; zühd ve takvası ile meşhurdu.
Muhaddis ve fakıh idi. Hicretin 74 yılında vefat etti. Hz. A işe devrine
yetişmiş ve ona, Peygamberimizin evinde ne iş yaptığını sormuştu. Hz. Â İ ş e
validemiz de, diğer insanlar gibi evin iç hizmetleri ile meşgul bulunduğunu ve
namaz vakti gelince de namaza çıktığını bildirmişti.[1048]
539— Urve'den,
şöyle dediği rivayet edilmiştir: — Hazreti Âişe'ye sordum ki, Peygamber
(Sailallahü\ Aleyhi ve Sellem) evinde ne iş yapardı? O, şöyle buyurdu:
«— Ayakkabısını diker
ve insanın evinde yaptığı işi yapardı.»[1049]
540— Hişam,
babası Urve'den rivayet ettiğine göre, babası şöyle demiştir:
— Hazreti Âişe'ye sordum ki:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evinde ne iş yapardı? O, şöyle buyurdu:
«— Sizden herhangi
birinizin evinde yaptığım; ayakkabı diker, elbise yamar ve dikerdi.»[1050]
541— Ömer'den
rivayet edildiğine göre, Âişe (Kaâiyallahü anha) 'ya sorulmuş ki:
— Resûlüllah
(SalîallahU Aleyhi ve Sellem) evinde ne iş yapardı? O, şöyle buyurdu :
— O da insanoğlundan
bir insandı: Elbisesini temizler ve koyununu sağardı.»[1051]
542— (Ashabdan)
Mikdam îbni Ma'dî Kerib'e kavuşan Tabiî'den rivayet edildiğine göre, Mikdam
dedi ki:
— Peygamber (SalîallahU Aleyhi ve Sellem):
«— Sizden biriniz
kardeşini sevdiği zaman, onu sevdiğini ona bildirsin.» diye buyurdu.[1052]
Bir insan Allah rızası
için mümin kardeşini sevdiği zaman ona, bu sevgisini bildirmelidir. Böyle
hareket etmek, onun da kalbini kendine meylettirir ve daha çok muhabbet
kazandırır. Her iki taraf da birbirine kaynaşır. Böyle tanışıp sevişmelerde
kardeşin adı, babasının adı ve kimlerden olduğu sorulup öğrenilir.[1053]
543— «Mücahid'den,
şöyle anlattığı rivayet edilmiştir:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ashabından bir adam bana yetişip, arkamdan omuzumu tuttu. Dedi ki:
— Haberin olsun, seni seviyorum. Ben:
— Beni kim için (kimin rızası için) sevdinse,
seni de o sevsin, dedim. Sonra dedi ki:
— Eğer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«— insan, insanı sevdiği zaman, onu sevdiğini ona haber versin.» diye
buyurmayaydı, ben sana bildirmezdim. Mücahid dedi ki:
— Sonra adam beni karşısına alıp anlattı:
Yanımızda bir cariye var; öyleki ahlâkı düşüktür, dedi.»[1054]
544— Enes'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Peygamber şöyle buyurdu :
«— (Allah için)
Sevişen iki adamın en faziletlisi, muhakkak ki arkadaşına sevgisi daha çok
olandır.»[1055]
Bu hadîs-i şerîf de,
müminleri birbirlerini sevmeye teşvik etmekte ve sevgisi :fçzla olanın daha
faziletli olduğunu bildirmektedir.[1056]
545— (131-s.)
Muaz îbni Cebel'den, şöyle dediği rivayet olunmuştur: «— Bir kardeşi sevdiğin
zaman, onunla münakaşa etme; ona fena harekette bulunma ve ondan (başkasına,
nasıl adamdır diye) sorma; olur ki, onun bir düşmanı ile karşılaşırsan da, onda
olmayan bir şeyi sana bildirir, böylece seninle onun arasını açmış olur.»[1057]
İnsan îlk olarak bîr
müminle karşılaşır da onda hoşa gitmeyecek bir hal görmezse ve haliyle onu
severse, onunla mücadele durumuna düşmemeli, nasıl bîr insan olduğunu
başkasına .sormamalıdir. Şayet rasgele sorarsa, bîr düşmanına sormuş olabilir.
Bu takdirde düşmanı hakkında, yalan yanlış bilgi verebilir. Hakkında kötü haber
alınınca da aralar; açılmış olur ve bu sevgi ortadan kalkar. Müminlerin
birbirini sevmesi esas olduğuna göre, bu esası zedelîyecek veya bozacak
şeylerden de kaçınmak gerekir.
Bir rivayette de, ilk
karşılaşıp sevdiği kimse ile insan alış-veriş ve komşuluk etmemelidir; zira
ileride dargın düşmelerine sebep olabilir. Onun için bu gibilerle ihtiyatlı
hareket etmelidir.[1058]
546— Abdullah
îbni Amr'dan, Peygamber (Sallallahü AleyhiveSellem) in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
«— Allah için bir
kardeşi seven, Allah yolunda olur. Kardeşi de ona: — Ben, Allah için seni
seviyorum derse, ikisi de Cennet'e girerler; Allah yolunda seven kimsenin
sevgisinden ötürü derecesi, kendisini Allah için sevenden daha yüksek olur.»[1059]
Müminleri sevmek dinin
bîr emri olduğuna inanarak bir Müslüman kardeşini seven ve ona sevgisini
bildiren Allah yolunda yürümüş olur. Bu hayırlı yolu açmış olduğundan,
kendisini de sevecek olan kardeşi Allah rızasını gözetiyorsa, her ikisi
Cennet'e girerler. Ancak bu hayırlı çığırı açan, derece bakımından öteki
kardeşinden daha yüksek olur.[1060]
457— (132-s.)
Sıffîn'de Hazreti Ali (Radiyallahu anh) 'm şöyle dediği işitilmiştir:
«— Akıl kalbdedir;
merhamet kara ciğerdedir, esirgeyiş (şefkat) talakdadır, nefes de akciğerdedir.»[1061]
Her fazilet için bir
esas ve her edeb için de bir kaynak vardır. Fazüet-lerin esası ve edeblerin
kaynağı akıldır. Allah, dîni onun kemaline vacib kılmış, dünyayı da onun
tedbirine bağlamıştır. İnsanın aklı kemal çağına erince, sorumluluk başİGr ve
dünya işleri de böyle bir aklın idaresinde gelişir. İnsanların birbirinden
farklı ve değişik gaye ve düşünceleri olmakla beraber, onları akıl sebebiyle birbirlerine
yaklaştırıp birleştirmiştir. Öyle İse akıl, sorumluluğun başı ve faziletlerin
en üstünüdür. Akıl, din ve dünya için esastır.
Hz. Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) şöyle
buyurdular:
«— Her şeyin bir
temeli vardır; insanın işlerinin temeli de akıldır. İnsanın aklı miktarınca
Rabbine ibadeti olur. Siz kâfirlerin: (Eğer biz işiteydik yahut bileydik,
cehennem ehlinden olmazdık) sözünü duymadınız mı?» Ve yine:
«— İnsan, kendini
hidayete iletecek yahut kötülükten çevirecek akla denk bir şeye sahip
olmamıştır.» buyurmuştur.
Hâdiselerin gerçekleri
akıl ile bilinir, iyi İle kötü arası da onun saye: sinde ayırt edilir.
Aklı tarif hususunda
âlimler birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı aklı şöyle
tarif etmiştir:
Akıl, lâtif bir
cevherdir; onunla görünüşteki gerçekler ayırt edilir. Bu tarifi esas kabul
edenler, aklın mahalli hususunda ayrılığa düşmüşlerdir. Bir grup, akıl
dimağdadır; çünkü dİmaq his merkezidir, demiştir.
Dİğer bîr grup ise,
aklın yeri kalbdir; çünkü kalb hayatın kaynağı ve duygunun maddesidir,
demiştir. Bu ikinci görüş, metindeki Hz. Ali 'nİn ifadesine uygun düşmektedir.
Daha çok rağbet gören
diğer âlimlerin tarifi şu :
.Akıl, zarurî
mefhumları kavrayan bir sıfattır. Bu tarifi ileri sürenler, akıl İçin bîr mahal
tayin etmemişlerdir.
Akıl iki kısma
ayrılır:
1— Doğuştan
gelen akıl, tabiî akıl ki, insanın kendi varlığın bilmesi, iki zıddın aynı anda
bir arada olamayışını kavrayışı gibi...
2— Sonradan
kazanılan akıl, mükteseb akıl kî, bu çeşit akıl beş duygu sayesinde elde
edilir: Görmekle, İşitmekle, tadmakla, koklamakla ve dokunmakla. Her iki kısım
aklın birleşmesiyle çeşitli bilgiler kazanılmış olur.
Merhametin
karaciğerde, şefkatin talâkta bulunduğu görüşü üzerinde başka bir yoruma
raslanmamıştir. Teneffüs cihazlarının akciğerler olduğu ise, herkesçe bilinen
bir gerçektir.[1062]
548— Abdullah
tbni Amr'dan, şöyle dediği rivayet
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
yanında oturuyorduk da çöl halkından bir adam geldi; üzerinde dibada örülü cübbe vardı. Tâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'m
başucunda durup, şöyle dedi:
— Sizin arkadaşınız her babayiğiti aşağı
yıkmıştır (yahut demiştir ki, her babayiğiti aşağı yıkmak istiyor) ve çobanı
(zavallıyı) da yukarı
kaldırıyor.
Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem), onun cübbesini eteklerinden tutup,
şöyle buyurdu :
«— Senin üzerinde
anlamaz kimsenin elbisesi görülmüyor mu?»
Sonra Hz. Peygamber
şöyle buyurdu:
— Allah'ın Peygamberi
Nuh (Aleyhisselâm)'m vefatı yaklaşınca, oğluna dedi ki:
— Ben sana vasıyyetlmi söylüyorum: Sana iki
şeyi emrediyorum ve sana iki şeyi yasaklıyorum. Sana, = Lâ İlahe İllallah = i
emrediyorum; çünkü yedi kat göklerle yedi kat arz eğer bir terazi kefesine ve
Lâ İlahe İllallah da diğer bir kefeye konsa, bu tevhit onlara daha ağır
basardı. Eğer yedi kat göklerle yedi kat arz, uçsuz bucaksız bir çember
olsalar, onları Lâ İlahe İllallah ve Sübhanellahi ve bihamdihi kelimeleri
kırardı; çünkü bu kelimeler her yaratığın duâsıdır; ve bunlarla her şey
nziklamr. (Lâ İlahe İllallah ile Sübhanellahi ve Bihamdihi kelimelerini söyle,
bu ikisini bırakma).
Bir de Allah'a ortak
koşmaktan ve kibirlenmekten seni men' ediyorum.»
Peygambere soruldu ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Bu Allah'a ortak koşmayı
bildik; ancak kibirlenmek nedir, birimizin güzel elbisesi olup onu giymesi
midir? Peygamber:
— Hayır!» dedi. Adam
sordu:
— Bizden birimizin güzel iki kayışlı iki güzel
ayakkabısı olması mıdır? Peygamber:
«— Hayır!» dedi. Adam
sordu:
— Birimizin binecek hayvana sahip olması mıdır?
Peygamber: «— Hayır!» dedi. Adam yine sordu:
— Kibir, birimizin arkadaşları olup, kendisiyle
oturmaları mıdır? Peygamber:
«— Hayır!» dedi. Adam,
o halde kibir nedir, ey Allah'ın Resulü? dedi. Peygamber şöyle buyurdu :
«— Hakkı çiğnemektir ve
insanları küçük görmektir.»[1063]
Kibir, insanın kendi
nefsini başkalarından üstün görmesine ve onları hakir saymasına elenir. Hadîs-i
şeriften anlıyoruz ki, güzel ve temiz elbise giymek ve bunlara sahip olmak
kibir değildir. Eğer bunlar, başkalarına üstünlük ve onları küçümsemek niyeti
ile giyilirlerse, o zaman kibir olur. Kendini başkalarından büyük gören İnsan,
herkesi kendine hizmetçi ve bir nevi köle sayar; böylece haklarını çiğner,
onlara zulmeder. İşte böyle hareketleri bulunanlar, asıl kibir sahibi
olanlardır. Peygamber Efendimiz de buna işaret buyurmuşlardır.
Yüksek mevkide
bulunmak, geniş imkânlara sahip olmak, sözü geçerli olmak ve akranlarla
birteşmemek hep kibri doğuran sebeplerdir. İnsan, ilk mayasının ne olduğunu,
ölünce bîr cîfeye döneceğini ve halen bağırsaklarının ne taşıdığını düşünür de
ibret alırsa, hiç bir zaman büyüklenmez, kibirli olmaz. İnsanların kendini
övmesinden de bir gurur duymaz. Zaten yüze karşı başkasını öğmeyi peygamberimiz
yasaklamışlardır; ve şöyle buyurmuşlardır:
«— Birbirinizi
övmekten sakınınız; çünkü o, (arkadaşı bir nevi) boğazlamaktır. Eğer sizden
biriniz kardeşini övmek zorunda kalırsa, zan-nımca iyidir, ben Allah'a karşı
hiç kimseyi temize çıkaramam, desin.»
Rivayet edildiğine
göre, Hz. E b û Bekir (Radiyallahu anh) medhedildiği zaman şöyle derdi:
«— Allah'ım! Sen beni,
kendimden daha iyi bilirsin. Ben de kendimi insanlardan daha iyi bilirim.
Allah'ım! Beni,
onların zan ettiklerinden daha hayırlı kıl ve bende bilmedikleri günahları da
bağışla; onların söyledikleri şeyle beni hesaba çekme.»
İnsanın bizzot kendini
övmesi ve Övülmeyi sevmesi de kibir sayılan çirkin hareketlerdir. Kesin
ifadelerle ne başkasını övmeli, ne de övülmeyi İstemelidir. Kİbİr, İnsanı
Allah Tealâ hazretlerine isyana sevk eden, Firavunlaşmaya kadar iten çok kötü
bir hastalıktır. İblisin de isyanına sebep kibir olmuştur.
Hz. Nuh (Aleyhisselâm)
oğluna .vasiyetleri arasında söylemiş: Lâ İlahe İllallah ile Sübhanellahİ ve
Bİhamdihi'den ibaret iki kelime yardı ki, bunlar bütün kâinatın kıymetinden
daha üstön geliyorlar. Zİra Allah Tealâ kâinat içinde en şerefli mahluk olan
inşan ve cinleri, ancak kendisine ibadet etsinler diye yaratmıştır. Ubudiyetin
esası da Allah'ı eşsiz ve ortaksız bir varlık bilmek ve ona inanmaktır, onu her
türlü noksanlıklardan da tenzih edip ona hamd etmektir, işte bu iki kelime, bu
manaları toplamakta, olduğundan bunlara denk hiç bir kıymet olamaz. Tevhid ne
kadar büyük bir kıymet İse, aksine şirk de o kadar büyük bir günahtır. Onun
için şirkten, Allah'a ortak koşmaktan sakınmak ve tevhide sarılmak tavsiyeleri
her şeyin ûstöridedir.
Bize Abdullah b.
Mesleme anlatmış, şöyle demiştir:
— Bize Abdülaziz Zeyd'den, o da Abdullah b.
Amr'dan anlattığına göre, Abdullah dedi ki:
— Ya Resûlallah! Şu ve şu... işler kibirden
midir? şekliyle aynını anlattı.[1064]
549— İbni
Ömer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'den şöyle buyurduğunu
anlatmıştır :
«— Kim kendi nefsini
büyük görürse, yahut yürüyüşünde kibir hareketleri yaparsa, Allah ona gazab
eder olduğu halde Azîz ve Celîl olan Allah'a kavuşur.»[1065]
Kendi nefsini büyük
zannedip de elinde bulundurduğu maddî ve manevî nimetleri Aüah'dan bilmeyen,
Allah'ın üzerindeki İhsan ve rahmetini inkâr eden, her şeye kendi ilim ve çalışmasıyla
sahip olduğunu sanan, AttaK Tealâ'mn gazabınû uğrar, kıyamette Allah ondan razı
olmaz. Bir kimseden Allah razı olmayınca, felâket olur. Ancak Allah'a İman edip
de kottu* \fc her nimetin Allah'dan olduğuna inanan ve Allah dan gelen nimetle
ferahlanan bu hükmön dışında kalır. Bunun haline kibir ve riya karışmış
olmazı.
İnsan yürüyüşünde
tabiî hareketlerin dışında çalımlı ve yapmacık raketlerde bulunursa, bunlar da
kibir alâmetleri sayılır. İtminan ve d lılıkla yürümek, tevazu yolunu tutmak
Müslümanın yürüyüşüdür.[1066]
550— Ebû
Hüreyre demiştir ki, Resûlüllah (SallalUzhfiAleyhi ve Seltem):
«— Hizmetçisi yle
beraber yemek yiyen, çarşılarda merkebe binen ve koyunu bağışlayıp da onu
sağan, kibirlenmemiştir.»[1067]
Nefislerinde azamet
taşıyanlar ve kendilerini diğer insanlardan büyük görenler, işçi ve
hizmetçileriyle oturup yemeğe tenezzül etmezler, merkebe binmeği küçüklük
sayarlar, hayvanların sütünü sağmayı bir zül telâkki ederler. Bu bakımdan bu
üç işi yapanlar mütevazı kimseler sayılırlar ve kibirden arınmış olurlar. Dİğer
bazı rivayetlerde, kendi eşyasını taşıyan ve önoe selâmla söze başlayan
kimselerde kibir yoktur, şeklinde ziyadelik vardır.[1068]
551— (133-s.)
Salih'ül Bezzaz'ın büyük annesinden rivayet ettiğine göre, büyük annesi şöyle
demiştir:
— Hz. Ali'yi (Allah
ondan razı olsun) gördüm, bir dirhem para karşılığında hurma satın aldı da onu
bohçasında taşıyordu. Ben ona dediği ki, (yahut bir adam ona dedi ki,) senin
yükünü ben taşıyayım, ey müminlerin Emîri! O şöyle cevab verdi: «Hayır, aile
sahibi olan taşımaya daha lâyıktır.»[1069]
Hz. AIİ 'den rivayet
edilen bu haberden de anlaşılıyor'ki, bir insanın kendi ev eşyasını taşıması
hem bir vazifedir, hem de bunu yapmak tevazu alâmetidir. Ancak kibir
sahipleridir ki, eşyalarını taşımazlar, yarrldrrnda gezdirdikleri kimselere
taşıtırlar, cemaatın önünde yürürler ve etrafında bulunanlarla gurur duyarlar.
Kendİ eşyasını
taşıyamayacak olanın yükünü başkasına taşıtmasında veya issizler ve muhtaçlar
faydalansın diye ücret karşılığında eşyalarını taşıtanlar kibir etmiş olmazlar.
Ibni Hibban, Ebû Hü
rey re 'den tahriç ettiğine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
elbise aldı. Bİr adam onu kendisinden alıp taşımak istedi. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Eşyanın sahibi, onu taşımaya
daha lâyıktır. Ancak zayıf ve takatsiz olursa, ona, müslüman kardeşi yardım
eder.»
İşte Hz. Peygamber ve
onun halifeleri, kendi eşyalarım bizzat böylece taşımışlar ve tevazuun en güzel
örneğini vermişlerdir.[1070]
552— Ebû
Saîd El-Hudrî ve Ebû Hüreyre rivayet ettiklerine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
«— (Allah buyurdu ki)
: İzzet ve Ululuk sıfatları benim güzel vasıf-larnndir. Kim bu vasıflarda bana
ortak olmaya çalışırsa, ona azab ederim.»[1071]
Metinde İzzet İzar'Ia
ve Kibriya (ululuk) da rida İle tâbir edilmişlerdi'^ Izar, belden aşağı giyilen
elbise ve rida da belden yukarı giyilen elbisedir ki, bunlarla güzel kıyafete
bürünülür. Burada mecaz manası taşımaktaaVf* lar; yani İzzet ve Kibriya,
Allah'ın vasıflanmış bulunduğu iki güzel sıfatlarıdır ki, bunlara bürünmek
istiyen azaba müstahak olur. Kullara büyüklenmek ve üstünlük taslamak, kibir ve
azamet yaraşmaz. Bu yolu tutanlar Allah'ın azabına uğrarlar.[1072]
553— (134-s.)
Numan Ibni Beşîr'in minberde şöyle dediği işitilmiştir:
«— Gerçekten Şeytanın
tuzakları ve ağlan vardır. Şeytanın tuzakları ile ağlan: Allah'ın nimetleriyle
azgınlık etmek, Allah'ın verdiği şeyle Öğiînüp büyüklük iddia etmek, Allah'ın
kullarına ululuk ve üstünlük taslamak ve Allah'ın nzası dışında nefis arzusuna
uymak işleridir.»[1073]
Dünyanın süs ve
nimetlerine aldanarak kibirlenenler Şeytanın tuzağına düşmüş olurlar. Şeytan
insanları nefis arzularİyle, öğünme ve büyüklenme hareketleriyle tuzağına
düşürür. Daha doğrusu bu gibi işler, Şeytanın arzusuna uygun olduklarından
Şeytanın tuzağı sayılırlar. Kim bu fiilleri işlemek suretiyle bu ağların içine
düşerse, Şeytan'a teslim olmuş olur. Şey-tan'ın emrine girenler de hak yolu
sapıtmış olacaklarından kötü akibete düşerler.[1074]
554— Ebû
Hüreyre'den, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«— Cennet ile Cehennem
tartıştılar, (Süfyan da, geçen ifade gibi, Cennet ile Cehennem muhasemede
bulundular, dedi.) : Cehennem dedi ki:
— Bana azılı kimselerle büyüklenenler girer.
Cennet de dedi ki:
— Bana zayıflarla fakirler girer.
Yüce ve ulu olan Allah
Cennet'e şöyle buyurdu:
— Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğime merhamet ederim. Sonra Cehennem'e de şöyle
buyurdu:
Sen benim azabımsın,
seninle dilediğim kimseye azab ederim. İkinizden her biri için dolusu (kadar
insan) vardır.»[1075]
Cennet ehlinin zayıf
ve mütevazı kimselerden ibaret bulunacağına, Cehennemi de zorba ve mütekebbîr
olanların dolduracağına işaret eden bu hadîs-İ şerifle Peygamber Efendimiz,
kibirden kaçınmayı ve tevazu yolunu tutmayı bize emrediyorlar.[1076]
555— (135-s.)
Ebu Seleme, Abdurrahman'dan rivayet ettiğine eire, şöyle demiştir :
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı, çekingen değillerdi, uyuşuk
değillerdi. Onlar toplantılarında birbirlerine (neş'e ile) şiir okurlardı ve
İslâmdan önceki işlerini anarlardı. Fakat Allah'ın emrinden herhangi bir işte
onlardan birine dokunulduğu zaman, sanki deli imiş gibi, göz kapaklarının içi
(hiddetinden dışarı) dönerdi.»[1077]
imam Ahmed ve
Tirmİzî'nin Ca bir i bin i Sem öre'den tahrîç ettikleri bir hadîs-i şerifte :
«— Peygamber
(Sailallahu Aleyhi ve Sellemy'ın ashabı Peygamberin yanında şiir okurlar ve
cahiliyyet sözlerini anlatırlardı; Hz. Peygamber de onları yasaklamazdı, bazan
da onlarla tebessüm ederdi.» buyuruirnaktadır.
Hz. örn e r(RadİyaÜahıı anh), başı eğik bir adam
gördü. Ona:
«— Başım kaldır, islâm
hasta değildir.» dedi.
Hz. Âişe
(Radiyallahiianha), uyuşukluğundan nerde ise ölecek bir adam gördü :
«— Buna ne oluyor?»
diye sordu. «Bu Kurra'dan (kıraat üstodlanrîdan) biridir.» cevabı verildi.
Bunun üzerine Hz. Âişe şöyle buyurdu :
«— Hz. Ömer kıraat
üstadlannın başı idi, yürüdüğü zaman hszh giderdi, konuştuğu zaman duyururdu,
döğdüğü zaman da acirtfdı.»
Anlaşılıyor ki, ashaba
kiram bir araya geldikleri zaman tevazu .göstererek cahiliyet devrindeki
işlerini anarlar ve şiirler okurlardı, öyle ki, dışardan onları gören, takva
sahibi olmadıklarını sanırdı. Halbuki Allah'ın emri bahis konusu olunca,
dinlerine zarar verecek bir hal olunca büsbütün değişirler ve ciddileşirlerdi,
üzerlerine düşen vazifeyi hemen yerine getirirlerdi.[1078]
556— Ebû
Hüreyre'den rivayet edilmiştir:
— Yakışıklı olan bir adam, Peygamber
{Sailallahu Aleyhi ve Sellem) 'ie gelip, dedi ki:
— Güzellik bana sevdirildi, gördüğün gibi de
(güzellik) bana verildi. öyle ki, benden kimsenin üstün olmasını istemiyorum.
(Ya, bir ayakkabı kayışında dedi, ya da kırmızı tasmada dedi.) Bu kibir midir?
Hz. Peygamber
(Sailallahu Aleyhi ve Sellem).
Hayır! Kibirli,
hakkı çiğneyendir; insanları
küçük görendir.» buyurdu.[1079]
Güzellik hem ahlâkta,
hem de kılıkta olur. Ahlâk güzelliği her zaman sevilen ve istenen şeydir.
İnsanın kemalini ifade eder. Kılık ve şekit güzelliği de, sahibini azamete
götürmedikçe iyi şeydir. Başkasına karşı büyüklük taslamamak ve Allah'ın
nimetlerini inkâr edip çiğnememek şartı ile güzel ve iyi elbise giymek ve iyi
bir kılığa bürünmek mubahtır. Temizlik İse esastır. Allah Tealâ'nın verdiği
nimetle ferahlanmak olur ki, bunda bir beis yoktur. Bîr hadîs-İ şerifte :
«— Allah nimetinin
eserini, kulu üzerinde görmeyi sever.» buyurulmuştur. israfa kaçmaksızın herkes
hal ve vaktine göre iyi ve temiz elbise giymelidir. Hele imkânları olanların
pejmürde ve perişan kılıklara bürünmeleri asla doğru değildir.[1080]
557— Şuayb'ın
babası, Peygamber (Saîîaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Kibir taslayanlar,
kıyamet günü insanlar biçiminde küçük karıncalar gibi neşrolunacaklardır.
Onları her taraftan zillet (bayağılık ve küçüklük) kaplayacaktır; Cehennem'de
Boles adındaki bir cezaevine götürüleceklerdir. Onları ateşlerin alevleri
saracak ve onlara, şaşkınlık halinde Cehennem ehlinin irinlerinden
içirilecektir.»[1081]
Bu bölümdeki hadîs-i
şeriflerin açıklamalarına bakılsın. Burada, büyüklük taslayanlann ve insanları
küçük görerek zorbalık edenlerin çekecekleri azab şekli beyan Duyurulmaktadır.[1082]
558— Hz.
Âişe (Radiyallahüankai'dan,
Peygamber (SallaiiahUAleyhi ve Sellem)
kendisine şöyle demiştir:
«— İşte önünde,
intikam al.»[1083]
Burada hadîs-i şerifin
hangi hâdise üzerine var i d olduğuna dair bir açıklama bulunmadığından,
hadîsin tamamından bir kısım olduğu ihtimali düşünülebilir. Bir haksızlığa ve
zulme uğrayan, taşkınlık etmeyerek uğradığı hareketle karşısındakine mukabele
edebilir; bu onun hakkıdır. Ancak intikam almayıp da haksızlık edeni
bağışlamak daha iyi bîr harekettir ve bunda eziyete katlanma sevabı vardır.[1084]
559— Hz,
Âişe şöyle demiştir:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (bir kısım) hanımları, (kızı) Fatıme'yi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye gönderdiler. Fa-tıme (içeri girmek
için babasından) izin istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) , Hz.
Âişe (Radiyallah'ü anha) 'nin yanında abası üzerinde (yaslanmış) idi. Peygamber
Fatıme'ye izin verdi; o da içeri girip şöyle dedi: Senin hanımların, Ebu
Kuhafe'nin kızı (torunu ve Ebû Bekir'in kızı) hakkında adalet edesin diye beni
gönderdiler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
«— Yavrucuğum, (kızım)! Benim sevdiğimi sen sevmez misin?»
Fatıme:
— Evet, severim, dedi. Hz. Peygamber: «— O
halele Ibunu (Âişe'yi) sev!» dedi.
Bunun üzerine Hz.
Fatıme kalkıp gitti de, diğer hanımlara (durumu ve olanı) anlattı. Hanımlar,
Fatıme'ye dediler ki:
— Sen bizim hesabımıza bir iş göremedin. Bunun
için Hz. Peygam-ber'e tekrar git.Hz. Fatıme:
— Vallahi bu iş hakkında asla bir daha gitmem,
dedi. Sonra (Peygamberin diğer hanımı) Zeyneb'i gönderdiler. O da (içeri
girmek için) izin istedi. Hz. Peygamber ona izin verdi. O da aynı şeyi
Peygamber'e söyledi. Zeyneb bana saldırıp kötü söylemeye durdu. Ben de,
Peygamber bana (ona cevap vermek için) izin verir mi, diye bakmadurdum.
Bekledim, nihayet anladım ki, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Senem) intikam
almamı kerîh görmeyecek. Ben de Zeyneb'e söylenmeye durdum. Öyle kî; ona fırsat
vermeyip üstünlükle onu bastırdım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) âe
gülümsedi. Sonra dedi ki:
«— Dikkat edilsin, bu
Ebû Bekir'in Hızıdır.»[1085]
İlk bakışta, Hz.
Peygamberin hanımları arasında adaletsizlik gibi bir durum mevcut olduğu şaibesi
göze çarpıyorsa da hal böyle değildir. Her .yönden adaleti kemal mertebesine
varan bir Peygamberin zevceleri arasında bir adaletsizlik İhtimali
düşünülemez. Zevceler arasında adalet maddî yönden aranır ve bunu temin
etmekle adalet yerine getirilmiş olur. Zevcelerin geçim ve geceleme işlerinde
eşitliğin kurulmasiyle bu adalet meydana gelmiş olur. Bu, maddede olan
eşitliktir. Kalb sevgisi İse, manevî bir haldir. Bunda eşitlik olamayacağından,
sevgide adalet bahis konusu değildir. İşte Hz. Peygamberin bir kısım
hanımlarının istedikleri adalet, bu sevgi yönünden olgn farkı sezmelerinden
doğan bir harekettir. Bu durumu Buhar! hazretleri Sahihinde şöyle anlatır:
«Hz. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in hanımları İki gruba ayrılmışlardı. Bir grupta
Hz. Aişe, Hz. Hafsa ve Hz. Şevde validelerimiz vardı. Diğer grupta da Hz. Ummü
Seleme ile diğer hanımları vardı. Müslümanlar, Peygamber (Salfallahü Aleyhi ve
Sellem)'\n Hz. Âişe'ye olan sevgisini biliyorlardı; Yanlarında Peygamber'e
hediye edecek bîr şeyleri olduğu zaman onu ellerinde bekletirler ve Hz.
Aişe'nin nöbetine raslatarak Peygamber'e hediye ederlerdi. Bu halden ötürü
diğer hanımlar kendi aralarında hâdiseyi söz ederek Peygamber'e kadar
ulaştırmaya karar verdiler. Sonunda Hz. Zey-neb'le Hz. Aişe arasında karşılıklı
tartışma oldu ve Hz. Âİşe maruz kaldığı ithamlara cevap vererek üstünlük temin
etti ve böylece intikam aldı. Haksızlığa uğrayanın, hakkını koruması için
böyle intikam alması caiz oldu. Bu arada, Hz. Ebû Bekir'in kızı ile başa
çkılamayacağını da Peygamberimiz anlatmış oldular; çünkü onda babamdan gelme
bir hilim ve dirayet vardı.»[1086]
560— (136-s.)
Ebû Hüreyre'den, şöyle demiştir:
«— Ahir zamanda bir
açlık olacaktır. Kim bu açlık devrine yetişirse, aç karınlılardan asla yüz
çevirmesin, (onlara yardım etsin).»[1087]
Karnı aç olanları
doyurmak, iyiliğin en büyüğü ve sevabın en makbulüdür. Hele şiddetli
ihtiyaçlar anında yapılan yardım fedakârlıklarının ecri kat kat olur. Ebû
Hüreyre hazretlerinden rivayet edilen ve Peygamber Efendimize kadar
yükseltilmeyen bu habere göre, ahır zamanda kıtlık yıllan ve açlık olacaktır.
Bugün yeryüzünde istihsale nispetle nüfusun artmakta oluşu böyle bir geleceğin
habercisi sayılabilir.[1088]
561— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine; göre, Ensar,
(Medîneli ashab), Peygamber (SalîallahU Aleyhi ve Sellem)'e şöyle
dediler:
— Bizimle
(Muhacir) kardeşlerimiz arasında
hurma bahçesini böl. Hz. Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«— Hayır!» buyurdu.
Ensar, (Muhacirlere) dediler ki:
— O halde bizi işçilikten kurtarın, (siz
çalışın da) meyvalarda sizi ortak edelim. Onlar da :
— Peki, kabul ettik, dediler.[1089]
Mekke müşriklerinin
Müslümanlara ettikleri eziyetler son haddine ulaştıktan sonra hicret izni
çıktığı zaman, Müslümanlardan dileyenler bütün eşya ve arazilerini bırakarak
Mekke'den çıkmışlardı! Medine'ye malsız ve mülksüz misafir olan ve «Muhacirin»
adını alan ashab-ı kiramı Medîne li ashab (Ensar) üstün bîr sevgi ve bağlılıkla
karşıladılar. Öyle ki, arazî ve mallarına onları ortak etmek istemişlerdi. Hz.
Peygamber Efendimiz ilerideki fetihlerle elde edilecek ganimet ve genişlik
halini önceden bildiğinden böyle bir ortaklığa rıza göstermemişlerdi. Ancak
bağ ve bahçelerin bakım ve İşçiliği Muhacirlere ait olmak üzere elde edilecek
mahsulün yarı yarıya paylaşılması, Ensar tarafından teklif edilmiş ve bu teklif
memnuniyetle Muhacirler tarafından kabul edilmişti. Böylece İslâm'da
muhtaçlara yardım işi tahakkuk ederek ortaklık meşruiyet! doğdu.[1090]
562— (137-s.)
Abdullah îbni Ömer haber vermiştir ki, şiddetli bir felâket senesi olmuştu;
buna «Kıtlık Yılı» denmişti. (Babam) Hz. Ömer (Radtyalîahu anh) , bütün verimli
arazilerden deve, buğday ve zeytin yağı ile (felâketzede) Arablara yardım
hususunda büyük gayret harcamıştı. Öyle ki, bu kıtlığın zorlamasiyle bütün
yeşillikler kurumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer duaya durup şöyle dedi:
«— Allah'ım! Bu
canlıların rızkını dağların başında yarat.»
Allah da onun ve
müslümanlarm duasını kabul etti. Hz, Ömer, duâ sebebiyle yağmur yağınca şöyle
dedi:
«— Allah'a hamd olsun!
Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah bu felâketi gidermemiş olaydı, hali vakti
yerinde olan bir müslüman evi bırakmazdım; muhakkak o aile sayısınca bu eve
fakirleri sokardım da, bir kişinin idare ettiği şeyden iki kişi faydalanarak
açlıktan helak olmazlardı.»[1091]
Hicretin 18. yılında
ve Hz. Ömer'in hilâfeti devrinde büyük bîr kıtltk felâketi olmuştu. Bütün arazi
kurumuş ve rüzgâr toprağı kül gibi savurmuştu. Bundan dolayı bu yıla «Kül
senesi» veya «Kıtlık senesi» denmişti. İnsanlardan pek çok kimselerle ehli ve
vahşi hayvanlar aç kalmışlar ve açlıktan telef olmuşlardı. Hz. Ömer, İnsanlar
bu felâketten kurtulmadıkça yağ tadmıyacağına, süt içmeyeceğine ve et
yemeyeceğine yemin etmişti.
Bu felâket yılında Hz,
Ömer, münbit ve sulak arazilerden,hurma, zeytinyağı ve deve gibi mallar temin
ederek ve büyük bir gayret sar'ederek fakır ve muhtaçlara yardımda bulunmuş ye
bu felâketten kurfu)fliqk;4çüı AUaha dua etmişti. Şayet Allah Tealâ bir
genişlik vermemiş oldydı/tiutu-mu müsait ojanlgrın evlerine, nüfusları
sayısınca fakir sokmak suretiyle,son çareye baş vuracak ve felâketi önlemeye
çalışacaktı. Hz. ömer%.bu davranışından anlaşılıyor ki, felâket anında durumun
önem ve ciddiyeti göz önüne alınarak devlet başkanı felâketi önleme tedbirleri
almaya yetkilidir. Geçimi yerinde olanlar, fakirleri bakmaya mecbur
tutulabilirler. Esasen böyle bir anda, zengin Müslümanların felâketzedelere
yardımda bulunmaları dinî vazifeleridir.[1092]
563— Seleme
îbni Ekva'dan; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Kurbanlarınıza
dikkat edin; hiç biriniz üç günden sonra kurban etinden hiç bir şey evinde
bırakmış bulunmasın, (fakirlere
dağıtılsın).»
Ertesi yıl olunca,
ashab dediler ki:
— Ey Allah'ın Resulü!
Geçen yıl yaptığımız gibi yapalım mı? (Üç günden sonra kurban etlerimizin
hepsini fakirlere dağıtalım mı?)
Hz. Peygamber
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Şimdi yiyiniz ve
erzak edininiz. Çünkü o yıl, insanlar sıkıntıda idi. Ben onlara yardım etmenizi
istemiştim.»[1093]
Müslümanların ihtiyaç
içinde bulunup geçim sıkıntısı çektikleri bir yılda, Peygamberimiz kurban kesen
zenginlere üç günden sonra, evlerinde kurban eti bulundurmamalarını, artah
etlerin hepsini fakirlere dağıtmalarını emretmişti. Ertesi yıl, sıkıntı devri
olmadığından kurban kesenlerin böyle bir tutumla hareket etmelerine lüzum
kalmadığını, isterlerse üç günden sonra da yiyebileceklerini, hatta gelecek
aylar için bİrîktirebileceklerini ve istedikleri miktar fakirlere vermelerini
bildirmişlerdi. Buradan da anlıyoruz kİ, İhtiyaç zamanında Müslümanların
yardımlaşma görevleri değişmektedir. İhtiyaç şiddetlendikçe, zenginlere düşen
yardim vazifesi de o. nispette büyümektedir. Bu anlayış ve tutumla hareket
edildiği takdirde cemiyetin içtimaî meseleleri ve bütün ihtiyaçları giderilmiş
olur. Allah Tealâ bütün Müslümanlara bu inancı ve ahlâkî hareketi İhsan
buyursun...[1094]
564— (138-s.)
Hişam, babası Ürve'deh rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır:
«— Muaviye'nin yanında
oturuyordum. O kendi kendine söylendi; sonra kendine gelerek dedi ki, insan
düşüp de tecrübe almadıkça güzel huylu olamaz. Bu sözü üç defa tekrar etmişti.»[1095]
Insan hatalara
düşmekle, bazı İşlerde yanılmakla ve fırsatları kaçırmakla birçok ibretler
alır; bir daha bu durumlara düşmemek için kendini hazırlar ve hâdiselerden
imtihan geçirerek tecrübe kazanır. Kendilerini böyle kontrol altına alıp
hallerini düzeltenler güzel ve yumuşak ahlâka sahip olurlar. İşte bu ahlâk
ancak ibretli tecrübelerle husule gelir. Hz. Muavi-y e bu gerçeğe işaret etmektedir.[1096]
565— (139-s.)
Ebu Saîd'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Sürçen kimse ancak
güzel ahlâk sahibi olur; hikmet sahibi de ancak tecrübe gören olur.»
Bize Kuteybe anlatarak
demiştir ki, bize îbni Vehb, Amr Îbni'1-Ha-rig'den, o da Derrac'dan; Derrac,
Ebu'l-Heysem'den, o da Ebu Saîd'den, Ebu Saîd de Peygamber (SallalUthü A teyhi
ve Settem) 'den bunun benzerini rivayet etmiştir.[1097]
Uyanık ye tedbirli
İnsana, «Hakîm» denir. Hikmet sahibi kimse denir. İşte, işleri ve hâdiseleri
tecrübe edip de onların fayda ve zararlarını bilen kimse, gelişi güzel hareket
etmez; yaptığı işlerde bir hikmet ve isabet, ince bir taraf bulunur. Bundan
önceki hadîs-i şerife bakılsın.[1098]
566— (140-s.)
Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: «— Kardeşlerimden birkaç
kişiyi toplayıp da, onları bir veya iki ölçek kıymetinde bir yemek üzerinde
toplamam, çarşınıza çıkıp da bir köle azad etmemden bana daha sevgilidir.»[1099]
Şüphesİz ki, bir köle
satın alarak onu hürriyete kavuşturmak büyük bir sevaptır; fakat karnı aç
olanları yedirip doyurmak ve onların bu zarurî ihtiyaçlarını gidermek daha
önemli bir iştir. İnsan ancak yemek ve içmekle ayakta durabilir; ailesine,
cemiyete ve Allah'a karşı olan vazifelerini başarabilir. Hayat bunlarla
kaimdir. Böyle hayatî ihtiyaçları karşılamanın mükâfatı da ona göre önemli
olur.[1100]
567— Abdurrauman
îbni Ayf'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: .
— Amcalarımla,
birlikte = Mutayyibîn = andlaşmâsında bulundum. Benim kırmızı,develere sahip
olmam karşılığında bile ontt bozmak istemem.»[1101]
Fil vak'asından bir
müddet önce, Kureyş'ten dokuz kabile toplanarak zulme uğrayan AbdVd-Dar oğullarını korumaya and
içmişlerdi. Sonra içinde «Tlb
— Güzel koku» bulunan bîr kaba ellerini daldırmışlar'SAı ellerini böylece Kabe
duvarına vurmuşlardı. Bu hareketlerinden ötürü, bu and-laşmaya
«HÜfu'l-Mutayyİbİn t= Koku sürünenler andlaşmasi» denmişti. Ca-hiliyye
devrinden gelme dahi olsa, böyle hayır üzere olan andlaşmalara sadakat
göstermek İslâm anlayışı ile bağdaşan bir hareket olduğundan, Abdurrahman İbn'ı
Avf, büyük dünya menfaatleri karşılığında dahi bu andlaşmayı bozmak
istemediğini açıklamıştır.
Hak üzere yapılan
andlaşma ve sözleşmelere riayet etmek, caymamak İslâm'ın emridir. Bunu bozmak
ise nifak alâmetlerindendir.[1102]
568— Enes
tbni Malik'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Saîîallahü Akyhi ve Üeltem), îbni
Mes'ud ile Zübeyr arasında kardeşlik kurmuştur.»[1103]
İslâm'da, birbirine
iyilik etmek ve öğüt vermek gibi ulvî duygularla birbirine yaklaşmayı ve
sevişmeyi temin maksadıyla kardeş edinmek vardır. Peygamber Efendimiz buna
teşvîk etmişler Ve ashabı kiram arasında böyle kardeşlik sözleşmeleri
akdetmişlerdi. Muhacirlerle Ensar arasında kurulan böyle kardeşlik böğlöh,
İslâm'ın ilk devirlerinde birbirine varis olacak ka-dör bir yakınlık
kazandırmıştı. Sonra miras âyetlerinin gelmesiyle iyilik ve takva üzerine
kurulan kardeşlik bağlarından ötürü miras alınamayacağı tahakkuk etmiş, sırf
bir fazilet ve sevab vesilesi olarak devam edegelmîştir.[1104]
569— Enes
İbni Malik'den; şöyle demiştir:
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem), Medine'deki evimde Ku-reyş'le Ensar arasında
kardeşlik sözleşmesi etti.»[1105]
Süheyl) ş£yle demiştir:
«— Peygamber
(Sallallahü Aleyhiye Seilem), Medine'ye hicret ettikleri zaman ashabı üzerinden
gurbet hasretini gidermek ve yabancılığı kaldırmak için aralarında kardeşlik
sözleşmeleri kurdu. Böylece Mekke'deki yurdların-dan ve ailelerinden ayrılan
muhacirler, kendi evlerinden farksız buldukları kardeşleri evlerinde barındılar,
yabancılık çekmediler, seviştiler ve birbirlerine kuvvet oldular, islâm
hakimiyet ve otoritesini kurduktan sonra nazil olan âyet-i kerîme ile miras,
yakınlık derecelerine göre akrabalar arasında meşru kılındı. Bütün iman
edenlerin de dinde kardeş oldukları beyan buyuruldu.»[1106]
570— Şuayb
babasından rivayet ettiğine göre, babası şöyle anlatmıştır :
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selİem) Fetih yılında Kabe'nin merdivenleri üzerine
oturup Allah'a hamd etti ve onu övdü; sonra şöyle buyurdu:
«— Kimin cahiliyet
devrinden kalma bir andlaşması varsa, (bilsin ki,) İslâm ona kuvvetten başka
bir şey ilâve etmez. Mekke'nin fethinden sonra da (Mekke'den) hicret yoktur.»[1107]
Hilf'in aslı, birlik
ve beraberlik üzerine sözleşmede bulunmak ve akid yapmaktır. Cahİlİyet devrinde
kabileler arasında savaş yapmak, yağmacılık hareketlerine girişmek ve fesad
çıkarmak üzere yapılan ahdlöşma ve sözleşmeler İslâm'da yasaktır ve olamaz.
Ancak cahiliyet zamanında hayırlı İş ve ihtiyaçları karşılamak için yapılan
andlaşmaları yenilemek İslâm'da yoktur. Buhârî hazretleri bu konuda bunu murad
etmiştir, söylenebilir. İslâm bu gibi hayırlı andlaşmalara kuvvet verir ve
onları takviye eder, demektir.
Hadîs-i şerîfte
Mekke'nin fethinden sonra hicret olmadığı bildirilmektedir. Bu hüküm yalnız
Mekke'ye ait değildir. Fethedilip İslâm hakimiyeti altına giren veya girecek
olan bütün,şehirler için de hüküm yine böyledir. Böyle islâm hakimiyetine geçen
beldelerden hicret etmenin bir sevabı yoktur. Bir belde Müslümanlar tarafından
fethedilmeden önce orada bulunan Müslümanların durumu üç şekil arzeder:
1— Dininin
gerektirdiği emirleri yerine getiremeyen veya dinini açıklama imkânını
bulamayan kimsenin, hicret etmeye gücü yetiyorsa, hicret etmesi vaciptir.
2— Göç
etmeye gücü yetip de dininin gerçeklerini yerine getirebilme imkânlarına sahip
olanın İslâm beldesine hicreti müstahabtır. Çünkü bunda Müslümanların sayısını
çoğaltmak ve onlara yardım etmek vardır. Bir de kâfirlerle savaşabilme
fırsatını kazanma ve kâfirler arasında vuku bulabilecek ihanetlerden korunma
vardır.
3— Hastalık
ve esaret gibi sebeplerle göç etme imkânını bulamayanların orada ikâmet
etmeleri caizdir. Eğer çare bulamayanlar, hicrete kendini zorlar ve meşakkat
çekerlerse sevab kazanırlar.[1108]
571— Enes'deh
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Peygamber
(SallallahüAleyhi'veSellem)'le
beraber bize yağmur isabet etti de, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kendisine yağmur
isabet etsin diye üzerinden elbiselerini açtı. Biz (ona) dedik ki, niçin yaptın?
O şöyle buyurdu:
«— Çünkü bu yağmur,
Kabbinin Henüz yeni yarattığı bir rahmetidir.»[1109]
Bütün canlılar
yağmurla hayat bulur. Hayvanlarla bitkileri yaşatan yağmur Allah'ın rahmetidir.
Böyle bir rahmete ilk kavuşulunca, drtunla vücudu ıslatmak, bir nevi Allah'ın
rahmetine sükördür. Böyle hareket ederek Allah'dan bereket ummak sünnettir.[1110]
572— (141-s.)
Humeyd İbni Malik'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir:
«— H)aû Hüreyre ile
beraber, Akîk mevkiinde olan arazisinde oturuyorduk. . Medine hacından bir
topluluk hayvanları üzerinde ona gelip, hayvanlarından indiler. Bunun üzerine
Ebû Hüreyre, Humeyd'e dedi ki:
— Anneme git ve ona söyle: Oğlun sana selâm
ediyor ve diyor ki: Bize bir şey yedirsin. Humeyd demiştir ki, hanımcağız
arpadan yapılmış üç çörek, zeytin yağından bir miktar ve tuz--bir tepsiye
koydu. Ben de onu başıma koyarak (başımda taşıyarak) ohlat'a götürdüm. Tepsiyi
Önlerine koyduğum zaman Ebû Hüreyre tekbir getirdi (Allah'u Ekber dedi) ve şöyle dedi:
— îki siyandan, hurma ve sudan, başka yemeğimiz
yokken bizi ekmekteri doyâran Allah'a hamd olsun.
Yemekten topluluğa bir
şey artıp kalmadı.
Onlar dönüp
gittiklerinde, Ebû Hüreyre bana dedî ki:
— Koyunlarına güzel bak, onların toz-toprağmı
sil ve ağıllarını hoş tut ve onların (münasip) bir tarafında namazını kıl;
çünkü onlar Cennet hayvanlarındandır. Nefsim kudret elinde olana (Allah'a) yemin ederim ki, insanlar üzerine
bir zaman gelmesi yakındı^- o zamanda koyunun bulunması, koyunlar sahibine,
Mervan'm arazisinden daha sevgili olacaktır.»[1111]
Ebû Hüreyre'den
nakledilen bu hadîs-i şerifte koyunların bereketi üzerinde durulmakla beraber,
hayvancılığa teşvÎK vardır. Gerek koyunlardan çeşitli yönlerden faydalanma
bakımından, gerek çok ve çabuK üreme yönünden koyunlardaki bereket diğer
hayvanlara göre fazladır. Yününden, sütünden, etinden, bağırsak ve derisinden,
tersine varıncaya kadar faydalanılan kısımları vardır. İktisadî yönden, millî
gelir bakımından önemi büyüktür. Koyunlara sahip olanların rızkı bol ve geniş
olur. Sıkıntı çekmezler, saadet içinde yaşarlar. Bu arada hayvanlara iyi
baKmaya, onların bedenleri ile yatacak yerlerini temiz tutmaya da işaret
vardır. Koyunların bu hizmetinde bulunanların, ağılın temiz bir köşesinde veya
bir yerinde namaz kılmaları da caizdir.
Diğer bîr hadîs-i
şerifte yedi yerde namaz kılmak yasaklanmıştır:
1— Kabe'nin
üzerinde,
2— Mezar
üzerinde,
3— Mezbelelikte,
4— Hayvan
boğazlanan yerde,
5— Yol
ortasında,
6— Hamam
içinde,
7— Deve gibi
hayvanların ahırında...
Bu hadîsin tümü diğer
kaynaklarda bulunmadığından açıklaması yoktur. Metnin sonunda geçen M e r v a
n , hicretin ikinci yılında ve Peygamber Efendimizin zamanında doğmuş bulunan
Ha kem'in oğlu olmak ihtimali vardır. Zira Hz. Osman devrinde mevki sahibi
olmuş ve bilâhare mühim işlerde dahli bulunmuş olan ve Emevî devletinin
Meiiklİğine kadar yükselen bir şahsiyettir. Ebû H ürey re'nin eriştiği
devresinde, mal ve mölke sahip bulunmuş olması da muhtemeldir. Bu itibarla onun
ma! ve arazisine sahip olmaktansa, koyunlara sahip olmak daha sevgilidir,
buyurulmuştur.[1112]
573— Ali
(Radiyallahu anAJ'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
— Evde koyun
berekettir. İki koyun iki berekettir ve Üç koyun bereketlerdir.»[1113]
Anlaşılıyor ki,
koyunlar çoğaldıkça, onların bırakacağı bereket ve kazandıracağı saadet o
nispette fazla olur. Onun İçin koyunları çoğaltma yolunu tutup, hayvancılığa
önem vermelidir. Bundan önceki hadîs-İ şerife bakılsın.[1114]
574— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
«— Küfrün başı doğu
tarafındadır. Övünmekle kibir, Bedevilerden sürülerle develere ve atlara sahip
olanlardadır. Vakar ve tevazu, koyun sahiplerin dedir.»[1115]
Metindekİ küfür
kelimesi iki manada kullanılabilir:
1— Nimeti
inkâr etmek ve azgınlıkta bulunmak manasına alındığı zaman fitnelerin Medine
doğusundan çıkacağını gösterir ki, Cemel ve Sıffîn vak'alan doğuda olmuş,
ashabı kiramdan çok kimseler ve Hz.
Hüseyin doğu tarafında şehit edilmişlerdir.
2— Küfür
şirk ve dinsizlik manasında olduğu takdirde de, ateşpenest-Irk, putperestlik ve
maddecilik kaynağı olarak da doğu taraf gösterilmiştir. Deccal'in de doğudan
çıkacağı rivayeti vardır.
Develerle atlara sahip
bulunan Bedevi'ler, çift ve çiftlik sahibi olanlar kibir ve azametli olurlar,
yüksek sesle konuşup kaba hareket ederler. İşte kibir ve azamet bu
kimselerdedir.
Tevazu ile vakar da
koyunlara malik bulunanlarda olur ki, bu mal edinmek ve bunların barındığı
yerlerde ikâmet edip çalışmak daha doğru ve uygun bir yol olur.[1116]
575— (142-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğne göre, şöyle demiştir:
«— Köpeklerle
koyunların haline şaştım: Koyunlardan senede şu ve şu kadarı boğazlanır ve şu
kadar da kurban edilir. Köpeklere gelince; bir dişi köpek (bir batında) şu
kadar yavru doğurur. Böyle iken koyunlar köpeklerden daha çoktur.»[1117]
Gerçekten köpeklerle
koyunlar mukayese edildiği 2aman taaccüb edilecek bir durum hasıl olmaktadır.
Her dişi köpek bir bâtında dokuz taneye kadar yavru doğurduğu halde, bir veya
iki yavru doğuran koyunun üreme nispetleri ters orantılıdır. Sonuç itibariyle,
koyunlardaki istihlâk çokluğu bir yana, daima koyunların sayısı köpeklerden kat
kat fazladır. Bu hal de koyunlarda olan bereketi ifade eder.[1118]
576— (143-s.)
Ebu Zebyan demiştir ki:
— Ömer İbni'l-Hattab bana sordu:
«— Ey Ebu Zebyan!
Senin maaşın ne kadar?» Ben de :
— İki bin beşyüz
(dirhem) dedim.: Hz. Ömer, Ebu Zebyan'a şöyle dedi.
«— Ey Ebu Zebyan!
Çiftlik edinip ziraat ile uğraş ve hayvan üret;bunu, Kureyş'in nefsine
düşkünleri sizin başınıza geçmeden önce yap ki, onlarda maaş maldan sayılmaz.»[1119]
Hz. Ö m e r muayyen
gelirin ileride bir kıymet ifade etmiyeceğini bildirerek ziraata ve
hayvancılığa önem verilmesini istemektedir. Ziraatın geliştirilmesiyle hayvan
üretiminin çoğaltılması geçimi sağlama bakımından daha garantili ve memleketin
kalkınması İçin çok lüzumlu olan çalışma sahalarıdır. Gün geçtikçe bunların
önemli mevkileri daha fazla takdir edilmektedir. Bunun için hayvanlarda ve
ziraatte hem bereket, hem de saadet vardır.[1120]
577— Abede
îbni Hazin'in şöyle dediği işitilmiştir: — Koyunlar sahibi ile develer sahibi
karşılıklı öğündüler. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu:
«— Musa, koyun çobanı
iken Peygamber olarak gönderildi, Davud koyun çobanı iken Peygamber olarak
gönderildi. Ben de Ecyad'da ailem için koyun güdüyordum.»[1121]
Burada koyunlara sahip
olmanın, deve gibi sair hayvanlara sahip olmaktan daha faziletli olduğu beyan
buyurulmaktadır. Buna delil olarak da Peygamberlerin koyun gütmüş olmaları
gösterilmektedir. Nübüvvetten önce peygamberlere koyun gütme İşinin ilham
edilişinde birtakım hikmetler vardır:
1— Koyunları
gözetip ontara çobanlık ederek meşakkatlerine katlanmak, ümmetin İdaresi için
bir alışkanlık teşkil eder.
2— Koyunlar
mazlum ve masum hayvanlar olduklarından onlarla uğraşmak İnsana merhamet ve
şefkat kazandırır.
3— Koyunlar
öteye beriye çok dağılan ve yayılan hayvanlar olduğu için onları bir araya
toplamak ve onları yırtıcı hayvanlardan, hırsızlardan korumak gibi idarî
tasarrufa İhtiyaç gösterirler. Bir nevi insanların idaresine kıyas
edilebilirler.
4— Sürü
içinde tabiatı değişik koyunlar, zayıf ve biçareler olduğundan bunları
durumlarına göre ayrı ayrı idare edip korumak ve bunlara sabretmek,
İnsanların ihtiyaçlarını karşılayıp, onlara sabretmeye benzer. Diğer
hayvanların durumu böyle değildir.
Peygamber Efendimiz de
bu hikmetlerine binaen Mekke civarında bîr mahalle olan «Eeyad»da ailesine ait
koyunları nübüvvetten önce gütmüş olduğunu bildirmektedir.[1122]
578— (144-s.)
Ebû Hüreyred'en rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«— Büyük günahlar yedi
tane olup, onların birincisi Allah'a şirk koşmaktır. (İkincisi haksız yere)
adam öldürmektir. (Üçüncüsü) iffetli kadınlara zina isnat etmektir.
(Dördüncüsü) hicretten sonra (sahralara çekilip) bedevîleşmektir; (ve saire...)[1123]
Dokuz veya yedi olarak
sayılan büyük günahların hangi şeyler olduğunu öğrenmek için 8 sayılı hadîs-i
şerîfe bakınız. Burada hicretten sonra bedevîleşmenin de büyük günah olduğu
bildirilmektedir.
Şehir ve kasaba emsali
beldelerde ikâmet etmeyip çölde yaşayan ve şehirlere inmek ihtiyacını duymayıp
bir nevi göçebe hayatı sürenlere Bedevi = A'rabî denir. Bunlar şehir
medeniyetini almadıkları için yalnız başına asude yaşayan, içtimaî meselelerle
uğraşmayan kimselerdir. Böyle bir hayat içinden hicret ederek cemiyet hayatına
intikal edenlerin tekrar eski hayatlarına dönmeleri günah sayılmıştır. Çünkü
bu harekette, İçtimaî vazifeleri bırakıp tenhaya ve inzivaya çekilme vardır.
Cemiyet içinde vazife almak, savaşlara katılmak, birbirine yardımcı olup,
ihtiyaçlarını karşılamak Müslümanlara düşen vazifedir. Böyle mühim vazifeleri
bırakıp da kenara çekilmek günahtır, hatta büyük günahlardandır,
Fitne ve fesada
karışmamak ve bir haksızlığa karışmamak maksadı ile böyle münzevî hayata
geçmenin caiz olduğu görüşü ve rivayetleri vardır. Fakat bu cevaz herkese
uygulanabilecek bir şumül taşımaz, istisnaî haller karşısında uygulanması
caizdir.[1124]
579— Sevbân'ın
şöyle dediğini işittim:— Resûlüllah
(SallaîlahÜ Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu:
«— Köylerde oturma;
çünkü köylerde oturan, mezarlarda oturan
gibidir,»
Ravilerden Ahmed îbni
Asım demiştir ki:
«— Küfür, köyler
demektir.»
Başka bir yoldan gelen
rivayete göre, Sevbân'ın şöyle dediği işitilmiştir;
— Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve SeWem] bana
şöyle buyurdu:
«— Ey Sevbân! Köylerde
oturma; çünkü köylerde oturan, mezarlarda oturan gibidir.»[1125]
Şehirlerden ve ilim
merkezlerinden uzak köylerde yaşamak, bîr nevi ölöler arasında yaşamaya benzer,
ilim ve faziletle olgunlaşmayan, terbiye ve edebden mahrum olan kimseler mana
bakımından ölü sayılırlar. Bu gibi manevî ölOler de İlmin ve âlimlerin
uğramadığı köylerde bulunurlar, iste böyle ilim ve faziletten mahrum bulunanlar
arasında oturmak ve yaşamak, hissiz ve duygusuz Ölöler arasında yaşamak olur
ki, bu yaşayışı Peygamber Efendimiz Sevbân hazretlerine ve dolayısiyle ümmete
yasaklamışlardır. İlim ve irfan yuvası haline gelen veya ilim ışığı altında
gelişen köyler bu hükmün dışında kalır. Hatıra gelir kî, böyle ilim ve irfandan
mahrum olan köyleri ilim sahiplerinin aydınlatması ve onları cehaletten
kurtarması bir vazife değil midir?
Tek başına olarak bir
kimsenin koyu geleneklerine bağlı bir köy halkını uyarması mümkün olmadığı
takdirde aralarında bulunması, ölüler arasında bulunması sayılır. Eğer bu
cahilleri selâmete çıkarma imkânı varsa, bunu yapmak bir hizmettir ve büyük bir
vazifedir. Bu takdirde ölüler arasında yaşama diye bîr şey kalmaz. Hepsi ilim
ve fazilet sahibi kimseler olurlar.[1126]
580— Şurayh
demiştir ki:
— Hz, Âişe'ye sahraya çıkmaktan sordum ve dedim
ki:
— Peygamber (SallaliahÜ
Aleyhi ve Seilem) sahraya çıkıp oturur muydu? Hz. Âişe şöyle dedi :
— Evet, şu akar su
vadisine çıkıp ikâmet ederdi.»[1127]
Büdüvv ve Bedavet,
sahraya çıkıp oturmak manasınadır. Tilö1 da, dağ başından itibaren vadiye kadar
uzanan akar suların yatağına denir. Bundan anlaşılıyor ki, bazı zamanlarda
hava değişikliği İçin Peygamber Efendimiz sahradaki vadilere çekilmişler ve
bir müddet ikâmet etmişlerdir. Bizim memleketimizde sahra olmadığından, bunun
yerine yayla tâbiri kullanılmıştır. Nitekim bizde de senenin birkaç ayında
şehir ve kasabalardan hava değişikliği için asude ve temiz havalı yerlere
çıkılır ki, bu yüksek yerlere yayla denir. Bu ikâmetler geçici olduğu için,
bundan önceki iki bölümle aykırı düşecek bir mana düşünülemez.[1128]
581— (145-s.)
Amr îbni Vehb'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
«— Muhammed îbni
Abdullah b. Üseyd'i gördüm, ihramda iken hayvana bindiği zaman omuzlarından
elbisesini (ihramını) alıp, onu oylukları üzerine koymuştu. Dedim ki:
— Bu (yaptığın) ne? Şöyle cevap verdi:
— (Babam) Abdullah'ı gördüm, böyle yapıyordu.»[1129]
Bu haberin, sahraya
çıkmak bölümü ile olan ilgisi anlaşılamamaktadır. Ancak Muhammed ibni
Abdullah'ın hac etmek üzere ihrama girmiş olması, onun yolculuğuna ve sahraya
çıkmış olmasına deiâet eder. Bu yolculuk esnasında akarsu vadilerinde ikâmet
etmiş olması da düşünülebilir.
İnsan ihramlı iken,
yani belden aşağı bir parça ve yukarı kısım için bir parça olmak üzere
büründüğü iki elbise ile hayvana binince, bacak kısımları açılır, ön ve ayak
kısımlarını örtmek için, omuzlar üzerindeki elbise oyluk ve bacaklar üzerine
konduğu anlaşılmaktadır, örtünmeye riayet için yapılan bir harekettir.
Erkeklerde bakılması haram olan kısım, göbekten diz kapakları altına kadar
olan yerlerdir. İşte bu kısımları örtmek farzdır.[1130]
582— (146-s.)
Abdullah îbni Abdurrahman İbni Abdi'1-Karî anlattığına göre, Ömer
Îbni'l-Hattab ve Ensar'dan bir adam (beraberce) oturuyorlardı. O esnada
(babam) Abdurrahman îbni Abdi'1-Karî gelip onların yanına oturdu. Bunun üzerine
Hz. Ömer:
«— Biz, sözümüzü
kaldıranı, (buradan alıp öteye beriye götüreni) sevmeyiz.» dedi.
Abdurrahman ona şöyle
cevap verdi:
— Ben şunlara haber
götürmek için oturmuyorum, ey müminlerin emîri!..
Hz. Ömer:
«— Pekiyi, öyle ise şu
ve şu kimselerle otur ve bizim sözümüzü onlara nakletme!» dedi. Sonra
Ensar'dan olan arkadaşına şöyle dedi:
— İnsanlar, benden
sonra kimin halife olacağını söylüyorlar, kimi uygun görüyorlar?»
Ensar'dan olan bu adam
da, Muhacirlerden bir takım erkekler saydı, Ali'nin ismini söylemedi. Hz. Ömer
:
«— Ebu'l-Hasan'dan
(Ali'den) onlara ne oluyor, (onu istemiyorlar)? Allah'a yemin ederim ki, o,
aleyhlerine olsa bile, onları hak yol üzere durdurmakta, onların en elverişlisidir.»
dedi.[1131]
Kalpte bulunan bir
niyyeti, bir söz veya haberi insanlara açıklamayıp içinde tutmaya «Sır
saklamak» denir. Muvaffakiyet sebeplerinin en kuvvetlisi ve düzen halinin
sağlanması çaresinin başı sır saklamaktır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)''den rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
«— îşte ve
ihtiyaçlarınızın başarıya ulaşması için gizlilikten faydalanınız; çünkü her
nimete hased edilir.»
Hz. Alî (Radtyaîlahuanh) da şöyle demiştir:
«.-Senin sırrın
esirindir; eğer onu söylersen, sen onun esiri olursun.»
İnsan esrarını İçinde
sakladıkça, onlara sahip demektir. Fakat bunları dışarıya ifşa ettiği zaman, bu
hakimiyeti kaybeder ve onların dış tesirleri altına girerek bir nevi esrarın
esiri olur. İnsan kendi esrarını ifşa etmekten kaçınması gereklidir. Bundan
daha önemlisi, başkasına ait esrarı yaymaktır; çünkö bunda emanete hİyanet
vardır. Bir de kötü niyetle olursa koğu-culuk vasfını taşır. Bu iki yönden
haram kısmına girer. O halde insan hem kendine ait olan esrarı, hem de kendine
emanet edilen başkasına ait esrarı gizli tutmalı, başkasına yaymamalıdır.
İşte Hz. Ömer de,
yanında bulunan dinleyiciye, konuşulan siyasî ve ciddî meseleleri başkalarına
gidip anlatmamayı, fakat meclislerinde bulunmayı tavsiye etmişler, bize de bu mevzuda
takip edilecek doğru yolu göstermişlerdir.[1132]
583— (147-s.)
Hasan bize şöyle anlatmıştu :
«— Bir adam vefat edip
geriye bir oğlu ile bir azadlısını bıraktı. (Ölürken) oğluna bakmasını,
azadlısına vasiyyet etti. Azadlısı da oğlunu yetiştirmekte, bulûğ çağına kadar
kusur etmedi ve onu evlendirdi. Çocuk azadlıya dedi ki:
— Beni hazırla, ilim tahsil edeceğim.
O da onu hazırladı.
Bunun üzerine çocuk bir âlime gidip, ondan ilim öğrenmek istedi. Âlim ona şöyle
dedi:
— (Evine) gitmek istediğin zaman bana söyle,
sana öğretirim. Çocuk:
— Çıkıp gitmeye hazırlandım, bana öğret, dedi.
Âlim :
— Allah'dan kork, sabırlı ol ve acele etme,
dedi. Hasan demiştir ki:
— İşte bütün hayır buradadır.
Nihayet çocuk dönüp
geldi, nerde ise üç şeyden ibaret olan tavsiyeleri unutacaktı. Memleketine
geldiği zaman hayvanından indi. Evine varınca, orada karısından ayrı bir yerde
uyumakta olan bir adam buldu. Kendi karısı da uyuyordu. Kendi kendine dedi ki:
— Allah hakkı için bunu ne bekliyorum, ne
istiyorum.
Sonra hayvanına döndü.
Kılıcını almak (ve onunla uyumakta olan adamı öldürmek) isteyince, dedi ki:
— Allah'dan kork, sabırlı ol ve acele etme.
— Bununla hangi şeyi bekliyorum, dedi.
Sonra hayvanına döndü.
Kılıcını almak istediği zaman, tavsiyeleri hatırladı. Tekrar adama dönüp baş
ucunda durunca, adam uyandı. (Yakını olduğunu anlayıp) adamı görünce üzerine
atılıp onu kucakladı, onu Öptü ve ona olan kötü zannını giderdi. Adam tahsilden
dönen çocuğa sordu:
— Benden sonra ne ile karşılaştın? Çocuk;
— Vallahi, senden sonra büyük hayır elde ettim;
vallahi, senden sonra büyük hayır kazandım: Ben, bu gece, senin başınla kılıç
arasında üç defa gezindim (ve seni Öldürmek istedim) de, kazandığım ilim, seni
öldürmekten beni engelledi, dedi.»[1133]
Dünya İşlerinde teenni
ve sabırla hareket etmenin insana ne büyük faydalar sağlıyabileceğİni bu
haberde anlatılan vak'a bize açıkça göstermektedir. Bir rivayette de Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) -.
«— Sabır ve teenni île
hareket etmek, âhiret işinden başka her şeyde hayırlıdır.»
Buyurmuştur. Çünkü
dünya işlerinde, kesin ve peşin olarak hangi yönün hayırlı olduğu
kestirilemez, inceleme ve araştırma sonunda gerçek anlaşılabilir. Bunun İçin
tahmin ve zanla hareket etmeyip işleri tahkîkden sonra karar vermek ve İcraata
geçmek icab eder. Böyle hareket edilirse, iş sonunda pişmanlık çekilmez,
isabetli iş görülmüş olur.[1134]
584— Abdülkays
Eşec'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bana şöyle buyurdu:
«— Gerçekten sende iki
huy vardır ki» Allah onları sever.»
Ben dedim ki:
— Ey Allah'ın Resûliv bunlar hangi şeylerdir?
Peygamber:
«— (Bunlar) Yumuşak
huyluluk c= müsamahakârlık ve hayadır.» buyurdu.
Dedim ki:
— (Bunlar bende) Eskidenberi mi, yoksa yeni mi
bulunuyor? Peygamber (Sallalhhü Aleyhi ve Setlem) :
«— Eskidenberi...»
buyurdu. Ben de:
— Beni iki ahlâk üzere yaratıp da onları seven
Allah'a hamd olsun, dedim.[1135]
Haya = utanma hakkında
özel bir bahis gelecektir. Burada yumuşak huylu ve müsamahakâr olmanın
faziletini Peygamber Efendimiz bize öğretr mekîedir. Hilm, aslen zulme
karşılıkta bulunmayıp sabretmek ise de, daha çok yapılan hata ve günahları
görmeyip bağışlama hasletine isim olarak kullanılmaktadır. Sabır ve merhameti
geniş olanlarda bulunan güzel bir ahlâktır. Böyle dinin emrettiği güzel ahlâk
sahiplerini de Allah sever ve onların işlerinden razı olur.[1136]
585— Katade'den
rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
— Abdülkays kabilesinden Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e giden heyetle karşılaşan bize anlattı. (Katade, Ebû
Nadra'yi zikretti). O da Ebû Sâîd El-Hudrî'den rivayet etti. Dedi ki:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Eşecc-i
Abdilkays'a şöyle buyurdu:
«— Sende iki ahlâk
vardır ki, Allah onları sever: Bunlar, hilim ve teennidir.»[1137]
Bu hadîsi İmam Müslim
uzunca bir vak'a olarak rivayet etmiştir. Kitd-bu'l-iman 26 sayılı hadîse ve
bundan öncekine bakılsın.[1138]
586— Ibni
Abbas'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Peygamber (Salîallahü Aleyhi
ve Sellem) Eşecc'e —Eşecc-i
Abdil-kayş'a — §Öyle buyurdu :
«— Gerçekten sende iki
haslet vardır ki, Allah onları sever: (Bunlar) hilim ve teennidir.»[1139]
587— Mezîde
El-Abdî'den işitildiğine göre, şöyle demiştir:
— Eşecc yürüyerek Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'e kadar
gelip elini tuttu ve onu öptü. Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ona
şöyle dedi:
«— Gerçekten sende iki
huy vardır ki, Allah ve onun Resulü onları sever.»
Eşecc dedi ki:
— Yaratıldığım bir tabiat mı (bu), yoksa benim
ahlâkım mı? Hz. Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«— Hayır, doğrusu
yaratılışında vardır.» buyurdu. Eşecc dedi ki:
— Allah'ın ve
Resulünün sevdiği bir ahlâk üzere beni yaratan Allah'a hamd olsun.[1140]
Lâfızlarda bazı
değişikliklerle rivayet edilen bu hadîs-i şerifin taşıdığı mana ile daha önceki
hadîslerin manası arasında ayrılık yoktur. Hepsinde Eş ece-i Abilkays'ın
yaratılıştan İki güzel huya sahip bulunduğu beyan buyurulmaktadır.
Ejec kimdir? :
Eşecc-i Abilkays diye
tanınan ve Mekke fethinden önce İslâm'ı kabul eden ve kavminin ulularından bir
şahabıdır ki, Hz. Peygambere Bahreyn'den gelen Abdülkays heyetinde bulunmuştu.
İşte bu ziyaretleri münasebetiyle geçen hadîsler varid olmuştur. Asıl adı M ü
n z i r İ b n İ Â i z '-dir. Hz. Peygamber in kendilerine olan iltifatı, onun
şeref ve faziletini ispata kâfidir. Hayatı hakkında geniş bilgiye
raslanmamıştır. Bilgi için 1193 sayılı hadîse bakılsın. Allah ondan razı olsun.[1141]
588— (148-s.)
İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
«— Eğer bir dağ, bir
dağa azgınlık ve zulüm edeydi, azgınlık eden parça parça edilirdi.»[1142]
Hudodu aşmanın ve
başkasına tecavüz etmenin dehşetinr" beyan için dağlar misal' olarak
verilmiştir. Bİr dağ diğer bir dağa haksızlık eder ve ona tecavüzde bulunursa,
İlâhî adalet tecavüzde bulunan azgını yer ile bir eder. Bu vahim akıbetten
insanoğlu ibret alarak hiç bir zaman tecavüze yeltenmemeli ve adaleti
çiğneyerek başkalarına zulmetmemelİdir.[1143]
589— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
— Ceilnet'le Cehennem
tartıştılar: Cehennem dedi ki:
— Zorbalarla azamet
sahipleri benim içime girerler.
Cennet de dedi ki:
— Beu^m içime ancak biçarelerle fakirler
girer. (Allah Tealâ) Cehennem'e:
— Sen benim azabımsın, seninle dilediğime azab
ederim, buyurdu. Cennet'e de:
— Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğime
merhamet ederim, buyurdu.»[1144]
590— Fudale
İbni Ubeyd, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Üç kimse vardır ki,
onların günahları sorulmaz. (Ateşe atılırlar):
1— İslâm
topluluğundan ayrılıp da idarecisine asi olan ve isyanı üzere ölen kimse; işte
bundan günahı sorulmaz.
2— Efendisinden
kaçan erkek veya kadın köle.
3— Bir kadın
ki, kocası gurbete çıkmış ve kendisine dünya geçimini sağlamıştır; böyle iken
onun arkasında süslenip dışarı çıkmış ve dolaşmıştır.
Yine üç kimse vardır
ki, onların günahı sorulmaz :
1— Allah'a
azamet ve izzet sıfatlarında ortaklık iddi* eden.
2— Allah'ın
işinde şüphe eden.
3— Allah'ın
rahmetinden ümidini kesen...»[1145]
Bu hadîs-i şerîfte 6
çeşit günahın ağır sorumluluğu belirtilmektedir. Bunlar arasında isyan ve
zulüm günahı da vardır. Konu zaten bununla ilgilidir.
İlk bakışta, günahdan
sorulmamak, sorumlu olmamak ve cezaya çarpılmamak gibi bir manayı hatıra
getiriyorsa da mana tam aksine olarak hiç hesaba çekilmeden doğrudan doğruya
Cehennem'e atılmayı gerektirmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, Kasas Sûresi'nin
78. âyeti sonunda :
— Mücrimler
günahlarından sorulmaz!» buyurmaktadır.
Bunun manası şu :
Allah böyle mücrimlerin günahlarını bilir de hemen onlar Cehennem'e atılırlar.
İşte bu hadîs-i
şerîfte sayılan 6 çeşit günahı İşleyenlerin suçları ağır olduğundan, haklarında
bir soruşturma yapılmadan ve onlara sorgu açılmadan hemen Cehennem'e
atılırlar. Bu günahları ayrı ayrı ele alalım :
1— İslâm
topluluğunu parçalamak ve dağıtmak, Müslümanları birbirine düşürmek olacağından
en büyük yıkımı doğurur ve düşmanların hakimiyetini sağlar. Müslüman devlet
reisine ve idareciye de isyan edip karşı çıkmak aynı neticeyi doğurur. Büyük
felâket getiren günahın azabı da büyük olur.
2— Erkek
olsun, kadın olsun efendisinden kaçan
köleler de günah işlemiş olurlar; çünkü
kendilerine sahip olan efendiye
isyan etmişlerdir. Hak olan şeye itaat
İslâm'da esastır.
3— Bir kadın
ki, kocası herhangi bir İhtiyaç için evinden ayrılmış ve kendisine evini
barkını emanet etmiştir, geçimini sağlayarak levazımatı da bırakmıştır, onun
süslenip dolaşması ve fenalıklara sebebiyet verecek ta^ vırlar takınması
bağışlanacak günah değildir. Böyleleri de soruşuz Cehennem'e girerler.
4— Allah
Tealâ'mn Ululuk ve üstünlük sıfatları vardır. Bunlara Kibriya = Azamet ve
İzzet sıfatları denir. Bu sıfatlarda Allah a eş olurcasına büyüklü taslamak ve
kibirlenmek, insanlara karşı üstünlük iddia eîme.< yine büyük günahtır,
insanı sinte doğru götürür. İnsan halini düzeltmediKçe kurtuluşa eremez.
5— Allah'ın
hikmetlerinde, kaza ve kaderinde şüpheye düşmek, iman zafiyetine ve imansızlığa
delâlet eder. Bu itibarla sorumluluğu ağırdır. Allah in emirlerine ve
yasaklarına kesin olara* inanmak ve iman etmek şarttır. Şüphe içinde iman
muteber olmaz. İman olmayınca kütür taha^Kuk eder.
6— Allah'ın
rahmeti çok geniştir. En büyük günah olan Şirk günahını İşleyen kimse senelerce
bu İnançla yaşadıktan sonra tevbe edip
gerçek imana sahip olursa, yine Allah onu bağışlar. Onun için Allah m rahmetinden
daima ümitvar olmak ve ümitsizliğe düşmemek icab eder. Nasıl olursa olsun Allah
beni artık bağışlamaz diye bir inanç taşımamalıdır. Tevbe edip halimi
düzelttiğim takdirde Allah beni bağışlayacaktır demelidir.
Fudale Ibnİ
Ubeyd kimdir?:
Medîneli ashabdan
olup, künyesi Ebû M u h a m m e d 'dir. İslâm'a geçişi kadîm olmakla beraber
Bedir savaşına katılamamış, fakat ondan sonra Uhud ve diğer savaşlarda
bulunmuştur. Şam ve Mısır fetihlerinde bulunmuş, sonra Şam'da ikâmet etmiştir.
Hz. M u a v i ye kendisini Dimaşk kadılığına tayin etmiştir.
Hz. Peygamber den ve E
b u D e r d â 'dan hadîs rivayet etmiş, kendisinden de Sümame ibni Şefî,
Hubeyş İbni Abdullah, Alî İbni R i b a h , Ebû Alî El-Cinnî, Muhammed İbni Kâ '
b ve başka zevat rivayet etmişlerdir. Atları geçecek kadar koşucu idi. Seferde
taşlan birbirine çarparak ateş çıkarıp yakardı. Vefatı Hz. Mua-viye devrinde hicretin 53 yılındadır. Allah ondan
razı olsun.[1146]
591—
Abdülaziz babasından, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber
şöyle buyurdu :
— Allah her günahdan dilediği
cezayı kıyamete kadar geciktirir; ancak azgınlık etmek ve ebeveyne asi olmak
yahut akrabalık bağlarını kesmek günahları müstesnadır. Bu günahların
sahiplerine ölümden imce ceza hemen verilir.»[1147]
15, 25, 26 ve 27
sayılı bölümlerde ana-babaya asî olmak, akrabalık bağlarını kesmek günahları
üzerinde durulmuştu. Bilgi İçin bu bölümlere müracaat edilsin. Burada azgınlık
ve hududu aşma, başkasının hakkına tecavüz etme günahı münasebetiyle diğer
anct-babaya asî olmak ve akrabalık bağlarını kesmek günahları da
zikredilmiştir.[1148]
592— (149-s.)
Yezîd İbni'l-Esam'dan rivayet edildiğine göre, demiştir ki, Ebû Hüreyre'nin
şöyle söylediğini işittim:
«— Sizden biriniz,
kardeşinin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki kirişi —veya kütüğü—
unutur.»
Ebû Ubeyd demiştir ki:
— «Cezel» büyük ve
yüksek ağaca denir.[1149]
Devamlı olarak nefsini
murakabe etmeyen ve kontrol altında bulundurmayan kimse, karşısındaki
kardeşinin kusur ve ayıplan ile meşgul olur. Böylece kendinde bulunan büyük
kusurları unutur da kardeşinin önemsiz kusurları dolayısiyle ona tecavüze kadar
gider ve onu incitir. Bu,şekildeki hareket de bir qzgınlık ye taşkınlık işidir,
bir haksızlıktır. Böyle bir tutumdan kurtulup selâmete çıkmak iÇİn, önce vnsan
kendi hareketlerini kontrol altına almalı ve nefsini düzeltmelidir. Aksi halde
zulmetmiş olur.[1150]
593— Muayiye
îbni Kurre7şöyle anlatmıştır:
— Ma'kal El-Müzenî ile beraberdim de o, yoldan
bir engel giderdi. Ben de, (yolcuya zarar veren) bir şey gördüm ve ona koşup
giderdim. Ma'kal dedi ki:
— Ey kardeşim oğlu!
Benim yaptığım işi yapmaya seni götüren şey ne? , Muaviye cevap verdi:
— Senin yaptığın şeyi gördüm de ben onu yaptım.
Ma'kal dedi ki:
— Güzel ettin, ey
kardeşim oğlu... Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem)'in şöyle
buyurduğunu işittim:
«— Müslümanların
yolundan kim bir engeli kal d ir ir sa, ona bir sevab yazılır. Kimin de sevabı
kabul olunursa Cennet'e girer.»[1151]
însan ve hayvanların
geçtiği bir yol özerinde görülecek engelleri kaldırmak ve yolu düzeltmek sevab
olan işlerdendir. Çünkü bunda, İnsanlara ve hayvanlara eziyet verecek şeylerin
yok edilişi vardır. Dolayısİyle insan ve hayvanlara eziyet vermemek vardır.
İnsan gördüğü ve gücü yettiği bîr iyiliği yapmaz da onu terk ederse ve böylece
başkasının eziyet çekmesine razı veya sebep olursa, bu bîr tecavüz hareketi
olur. Bu gibi dolaylı azgınlık ve tecavüzlerden de kaçınmak Müslümana düşen
bîr vazifedir, üstelik karşrlığında da Cennet'e götürecek bir mükâfat vardır.
Ma'kal El-Müzenî
kimdir? :
Babasının adı Yesar
olup, künyesi Ebû A I i 'dir, bu künyede başka sahabî olmadığı söylenir.
Hudeybiye vak'asından önce Müslüman oldu
ve «Rıdvan B;atı»nda
bulundu. Hz. Ömer'in emri İle Basra'da
Ma'kal kanalını kazmış olduğundan, bu kanal kendi adı ile yad edilmektedir.
Kendisi Hz.
Peygamber'd en ve Numan ibni Mukrin 'den hadîs rivayet etmiş, ondan da Imran
ibni Husayn, Amr ibni Mey-mun, Ebû Osman El-Nehdî, Hasan El-Basrî ve başkaları
rivayet etmişlerdir. Rivayet ettiği hadîsler Kütüb-i Sitte'de vardır. Basra'ya
geçip orada İkâmet ederek Hz. M u a v i y e 'nİn hilâfeti zamanında 60-70
yaşlan arasında vefat etti. Allah ondan razı olsun...[1152]
594— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve SellemVâen şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
«— Hediyeleşiniz ki,
sevişmiş olursunuz.»[1153]
Bir Müslüman kardeşin
gönlünü almak ve sevgisini kazanmak için ona verilen şeye hediye denir kî, bu
sünnettir. Peygamber Efendimiz hediyeyi kabul etmişler ve yenecek kısımdan
olanı da yemişlerdir. Ancak bir hikmet ve sebebe bağlı olarak hediye kabul etmedikleri
de vakidir. Hediye kalplerdeki soğukluğu giderir, kardeşler arasında sevgi ve
yakınlık doğurur. Hediye verişte, önce hediye verilen kimseyi razı etmek, sonra
sevab kazanmak niyeti bulunur. Sadaka ise böyle değildir.
Sadaka, önce Allah
rızası için bir İbadet olarak verilir. Sadaka verilen razı olsa bile, onun
rızasını kazanmak maksadı taşınmaz.[1154]
595— (150-s.)
Enes îbni Malik şöyle derdi:
— Yavrularım! Aranızda
harcama yapın, (hediyeleşin); çünkü bu
aranızdaki ilgilerin en sıcağıdır.»[1155]
596— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Fezare oğullarından
bir adam Peygamber (SailaİiahÜ Aleyhi ve Selîem)'e bir deve hediye etti.
Peygamber de buna karşılık ona hediye verdi. (Adam umduğuna kavuşamayınca) bu
onu kızdırdı. Bunun üzerine Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m minberde
şöyle buyurduğunu işittim:
«— İnsanlardan biri
hediye veriyor, ben de ona yanımda olan şey miktarmca mukabele ediyorum da,
sonra (bu hediyem) kızdırıyor. Allah'a yemin ederim! Bu yılımdan sonra
Arablardan hediye kabul etmiyeceğim; ancak Ktıreyş kabilesine mensub
olanlardan, Ensar'dan, Sakaf yahud Devs kabilesinden kabul edeceğim.»[1156]
Bu hadîs-i şerîfi
manaca açıklar şekilde Tirmizî Menakıb bahsinde 3940 ve 3941 sayılı hadîsleri
tahrİç etmiştir ki, birincisinin manası şöyledir:
«— Ebû Hüreyre'den
rivayet edildiğine göre bir bedevi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
genç bir dişi deve hediye etti. Peygamber de ona böyle develerden altı tane
vererek ona mukabelede bulundu. (Adam azımsayarak) bunlardan kızdı. Bu hal
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Se/femJ'e ulaştı. Peygamber Allah'a hamd edip
onu övdükten sonra buyurdu:
«— Falan kimse bana
bir dişi deve hediye etti; ben de bu cinsten ona altı tane vererek hediyesine
karşılıkta bulundum. Böylece adam (razı olmayıp) kızgınlığa düştü. Artık karar
verdim ki, Kureyş'den, Ensar'dan, yahud Devs kabilesinden olanlardan başka
kimseden hediye kabul etmî-yeceğim.»
Peygamber Efendimiz
Kureyş kabilesi, Medîne'lt ashab ve Devs kabi-les'nîn cömertliklerini bildiği
için bunlardan hediye kabulünü uygun bulmuşlardı. Hediye, hediye verilen
kimseyi memnun etmek için verilen ve karşılığında gönül rızasından başka bir
şey beklenmiyen bir cömertliktir. Hediye karşıtlında daha fazla bir şey
beklemek veya buria nail olmayınca kızrnak kardeşlik duygusu dışında bîr çıkar
yolu aramak olur ki, bu makbul değildir. Bu şekilde hareket edenlerin
hediyesini kabul etmemek yerinde olur. Hele görgü ve edebden mahrum bulunan
bedevî'ler ayarındaki kimselerden kabul edilecek hediyelerin sebebiyet vereceği
nahoş haller karşısında bu gibilerden hediye kabul etmemek selâmet yoludur.
Hedîye kabul edip de
ona mukabele etmemek, cömertlere yakışmayan ve cimrilik ifade eden bîr haldir.
Sevgi bağlarının her İki taraftan kuvvetlendirilmesi için bunun karşılıktı
olması lâzımdır. Peygamber Efendimiz faz-lasiyle hediyelere mukabele etmişler
ve cömertlikte de örnek olmuşlardır.[1157]
597— Ebu
Meş'ud Akabe demiştir ki, Peygamber (Salhîlahii Aleyhi ve Sellem) şöyle
.buyurdu :
«— tik peygamberlik
kelâmından (zamanımıza kadar gelip) insanların ulaştığı söz, utanmadığın zaman
dilediğini yap, sözüdür.»[1158]
Haya, bir değişiklik
ve inkisar halidir ki, insana kınandığt-ve ayıplandığı çirkin bir İşten dolayı
arız olur. insanlarda haya büyük ve muteberdir vasıftır. Hayası ,tam olanlar,
çirkin ve hoşa gitmeyen her iş ve hareketten, bayağı.ye adi sözden kaçınırlar.
Haya, fenalıklardan insanı alıkoyan bîr haslettir, İnsandan bu güzel haslet
kalktığı zaman insan her fenalığı yapabilecek kıyama,gelir ve kimseden
çekinmeden pervasızca çeşitli rezaletler iş.ler. Hadîs-İ şerîf bunu ifade
etmektedir. Bundan başka bir takım değişik görüşlerle manası açıklanmaktadır.
Bu görüşler şunlardır:
1— Geçen
peygamberlerin şeriatından olup, hükmü kafkmıyan, doğruluğu, güzelliği
üzerinde ittifak olunan ve bu ümmete varıncaya kadar tevarüs edilen bir
huydur, İnsan utanmadığı zaman; bu hayasızlık hali onu dilediği işi
yapmayasevk eder, vicdanında engelleyici bir engel bulamaz. Bunun için İnsan
haya etmelidir kî, hava onu kötü şeylerden engellesin. Hadîste :
«—Utanmadığın zaman
dilediğini yan!»
Demek, insanı kötü isi
yapmaya teşvik delildir. Utanmayan kimse, dİ-ledrğîrn yapar, de,m6ktir. Dahd
doğrusu, fenalıklardan seni engellenecek bir utanman ypksa,'nefis arzularının
sana emrettiği şeyleri yap; çünkü Allah senî görüyor, cezanı verecektir,
manasım taşır. Nitekim Cenab-ı Hak:
«— Dilediğinizi yapın;
zira Allah işlediklerinizi hep
görüyor (Amellerinize göre size ceza verecektir.) Fussilet Sûresi>
âyet: 40»
2— Ayıptan
utanmazsan, yüzün kızarmazsa iyi, kötü nefsin neyi emrediyorsa onu yap, yani
bunları yaparsan cezanı çekersin diye bîr azarlama manası taşır.
3— Yapacağın
bir iş sonunda utanma halinden emin isen, utanılacak bir iş değilse, bu gibi
İşlerden dilediğini yap, demektir.
4— İstediğini
yap, cezasını çekeceksin, diye bir korkutma manası taşır.
5— Hadîs-i şerîf
ibahe manasını İfade eder. Bir şeyi yapmak istediğim zaman, eğer o iş Allah dan
ve insanlardan utanmayı gerektirecek bîr şek değilse onu yap, İstersen de
yapma.
Haram ve mekruh olan
şeyleri işlemek utanmayı gerektirir. Böyle işlerden kaçınmanın bir ilâcı da
hayadır. Haya bulununca haram ve mekruh İşlerden kaçınılmış olur. Allah'dan ve
insanlardan utanmak en iyi bir haslet ohjp, fenalıklara engel olduğundan
hadîs-İ şerîf müminleri utanmaya teşvik etmekte ve böylece hakdan ayrılmamayı
beyan etmektedir.
İnsanın utanması şu üç
şeye karşı olur:
1— İnsanın
Allah'dan utanması ki, Allah'ın emirlerine sarılması ve yasaklarından
kaçınmasıdır. Allah dan haya etmeyen yasaklan çiğner, emirlere karşı laubali
olur.
2— Bir
kimsenin diğer insanlardan haya etmesi: İnsanlardan utanmayan, insanların ayıp
ve çirkin gördüğü şeyleri de yapar, aldırış etmez. İnsanlardan da utanmalıdır
ki, fena söz ve hareketlerde bulunmasın.
3— İnsanın
kendi nefsinden utanması: İnsanın kendi yaşına ve haline bakarak yalnız başına
bulunduğu zaman kötülüklerden sakınmasıdır. Bu olgun kimselerde bulunan bir
haldır. Bir kimsede bu üç şekil özere haya bulununca, işte o kemale ermiş
demektir.[1159]
598— Ebû
Hüreyre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
«— İman, altmış birkaç
— (yahut yetmiş birkaç — daldır. Bu kısım hasletlerin en faziletlisi LÂ İLAHE
İULALLAH'dır. Faziletçe en dtişüğü de, yoldan engeli (eziyet veren şeyi)
gidermektir. Haya da imandan bir daldır.»[1160]
Haya da İmandan bir
daldır; çünkü hayanın kemali Allah'dan korkan ve ondan utananlarda olur.
Allah'ı tanımak ve onun buyruklarına saygılı olmak iman esaslanndandır. Bu
bakımdan haya imanın bir dalıdır.
Dinin bir emridir diye
inanıp insanlara eziyet veren tas, toprak, diken, pislik, çöfi gibi şeyleri
yollardan kaldırmak da imandan bir dal sayılmıştır ve faziletçe en düşüğü
olmuştur. Böylece iman dallan içinde en faziletlisi fevhİd kelimesi, en aşağısı
da yoldan engeli kaldırmak olmuştur. Haya, bu iki mertebe arasında bir yer
işgal eder. islâm dininin Allah tarafından gönderilen ve Peygamber elçiliği
İle İnsanlara tebliğ edilen hak din olduğuna İnanıp da onun yasaklarını
işlemekten utanç duymak, muhakkak ki, iman eseridir ve imanla ilgilidir. Bu
emir ve yasakların hak olduğuna İnanmayanlar din işlerinde haya etmezler. Onun
için insanın iradesiyle kazanılan haya, imandan bîr daldır, İmanla ilgilidir.
Haya hakkında bilgi
için daha önceki hadîsin açıklamasına bakılsın.[1161]
599— Ebû
Saîd El-Hudrî'den şöyle dediği işitilmiştir: «— Peygamber (Salîalkthü Aleyhi ve
Sellem), haya bakımından kendi köşesine çekilmiş bakireden daha ilerde
idi ve bir şeyden hoşlanmadığı eaınan onu yüzühdeft tanırdık, (hoşlanmadığı,
şeyi yüze karşı söylemezdi, fakat hoşnudsuzluğunu yüzündeki halden anlardık).»[1162]
Peyaamberljğİn kemal
sıfatlarını kendinde toplayan ahir zaman Peygamberinin1 Kdya bakımından da
ah'tâkı belirtilmekte ve ziyadeliğİne bu had^s-i 'şerifle işaret edilmektedir.[1163]
600— Hz.
Osman ve Hz. Âişe anlatmışlardır ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'H.z, Âişe'nin yatağında, Âişe'nin hırkasını giyiniş olduğu halde
yatarken, o sırada Ebû Bekir içeri girmek için Resûlüllah'dan izin istşdi.
Peygamber bulunduğu vaziyette ona izin verdi ve işini gördü, sonra Ebû Bekir dönüp
gitti. Sonra Hz. Ömer (Radiyallahu anh) (içeri girmek için) izin istedi.
Peygamber o vaziyette iken ona izin Verdi de, ihtiyacını karşıladı. Sonra Hz.
Ömer '(İşine) döndü. Hz. Osman demiştir ki:
— Sonra ben (içeri girmek için) Peygamberden
izin istedim de (Peygamber yatmışken doğrulup) oturdu ve ÂiŞe'ye şöyle
buyurdu.
«Elbiselerini topla,
üzerini toparla.» Hz, Osman anlattı:
— Ben deremi Peygambere anlatıp, işimi
gördüm;,: sonra ayrıldım. HzVOsman (yine şöyle) demiştir.:
— Hz.Âişe (Peygambere) sordu:
— -Ey Allah'ın Resulü! Hz.
Osman (Radiyallahu anh) 'dan sakındığın gibi, Ebû Bekir ile Ömer'den
—Allah her ikisinden razı olsun— sakınır sizi görmedim? Resûlüllah
(SallalicihüAkyhiveSelletn) şöyle
buyurdu;
«— Osman utangaç bir
adamdır; korktum ki, bulunduğum o halde (yatarken) ona izin.verirsem, dileğini
baha iletmez.[1164]
Haya bakımından
Peygamberden sonra en ileri derecede bulunan Hz. O s m a ni'dır. Buna dair pek
çok hadîs-i şerif varid olmuştur. Burada anla-tılan hâdise de buna açık bir delildir.
Hz. O s m a n in faziletine îsfihyasina. dair hadîsler İçin Mustafa
El-Bekrî'nin «Es-Salâvatü'l-Hamia» adlı eserinin terce m es i olan «Peygamberin
Dilinden 4 Halifesi» kitabının, 201-231. sayfalarına, hal tevcemesİ için de
198-200. sayfalara möracâat'edİlsin.[1165]
601— Enes
îbni Malik, Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu
anlatmıştır:
— Haya, bulunduğu bir
şeyi süsler; kötü söz de bulunduğu bir şeyi ayıp lalar.»[1166]
Burada da,hayanın
fazileti ve bulunduğu varlık üzerinde, muhakkak bir güzellik bırakacağı ifade
buyurulmaktadır. Buna karşılık hayadan uzak çirkin ve kaba sözlerin,
söyleyiciye ayıp bir manzara bırakacağı da açıklanmakta daima İstİhya tarafını
tutmanın faydası belirtilmektedir.[1167]
602— Salim
babasından rivayet ettiğine göre, Resûlüllah (Sallallofoü Aleyhi \e Sellem),
hayadan dolayı (hakkını koruyamıyan) kardeşine öğüt veren bir adama rasgeldi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
«— Onu bırak, çünkü
haya imandan bir daldır.» buyurdu.
îbni Ömer'den rivayet
edildiğine göre de, şöyle demiştir : — Peygamber (Saîîaîlahü Aleyhi ve
Sellem), hayadan dolayı kardeşini azarlıyan bir adama
rasgeldi. Öyle ki, adam, (kardeşine) seni döverim (bir daha böyle yaparsan)
diyor gibiydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
— Onu bırak,
(azarlama); çünkü haya imandan (bir dal) dır.»[1168]
Hakkım koruyamayacak
kadar haya sahibi olan bir kimseyi dahi hayadan arınmaya teşvîk yoktur. Haya
baki kalmak suretiyle meşru yoldan hak aramalıdır. Utanma sebebiyle mahrumiyet
çekenlerin manevî mükâfatları büyüktür. Bununla beraber dinin helâl veya mubah
saydığı yollardan hareket etmemek ve bunlarda bile utangaç olmak makbul
hareket değildir. Din adabına uygun olan utanma gözel haslettir.[1169]
603— Hz.
Âişe şöyle anlatmıştır:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ,
baldırından yahut bacaklarının
bir kısmı açık
olduğu halde yanı üstü yatıyordu.
Ebû Bekir (Radiyallahu anh) (içeri girmek için) izin istedi. Peygamber
bu halde iken ona izin verdi. O da konuştu (derdini anlattı). Sonra Ömer (Radiyallahu anh) izin istedi; ona da bu
halde iken izin verdi. (îçeri girip) konuştu. Sonra Osman (Radiyallahu anh)
izin istedi. Bunun üzerine Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(doğrulup) oturdu ve
elbiselerini düzeltti.
(Kavilerden Muhammed, bunlar bir gün içinde olmuştur demiyorum, dedi.) Sonra
Osman girdi de (işini) anlattı. Hz. Osman çıkınca, ravi demiştir ki:
— Hz. Âişe şöyle anlattı:
— Dedim ki, ey Allah'ın Resulü! Ebû Bekir
girdi, kıpırdamadın vg ona beis görmedin.
Sonra Ömer girdi, yine kıpırdamadın ve ona beis görmedin. Sonra Osman
girdi; doğrulup oturdun ve elbiselerini düzelttin? Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
«— Meleklerin
istihya ettiği bir adamdan, ben
istihya etmez miyim?[1170]
604— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir.: — Peygamber, (Saİlaltahü
Aleyhi ve Sellem) sabah kalktığı zaman :
«— Sabaha girmiş
olduk, bütün mülk de Allah'ın bulunuyor. Bütün hamd ortağı olmıyan Allah'a
mahsustur. Allah'dan başka hiç bir ilah yoktu; ve öldükten sonra diriliş
O'nadır.» derdi. Gecelediği zaman da :
«— Geceye girmiş
olduk, bütün mülk de Allah'ın bulunuyor. Bütün hamd, ortağı olmayan Allah'a
mahsustur. Allah'dan başka hiç bir İlâh yoktur ve akıbet dönüş de onadır.»
derdi.[1171]
Peygamber Efendimizden
sâdır olan duaların manasını öğrenip metinlerini, ezberlemek ve onları aslî
lâfızları ile huzur ve tefekküre bağlı bir inançla söylemekte fazilet vardır.
Bununla beraber samimiyet ve güvenle herkes düşünebildiği ve dilinin döndüğü
kadar bir ifade ile dua etmesinde herhangi bir mahzur yoktur. Ancak Peygamber
Efendimizin duaları en güzel ve makbul dualar olduğundan, onları öğrenip
söylemekte başka bir bereket ve sevab vardır.
Dua, davet gibi, çağırma
manasınadır. Sonra küçükten büyüğe, aşağı rütbeden büyük rütbeye iletilen istek
ve yalvarışa bir isim olmuştur. Dua ettim, dua okudum ve dua işittim şeklinde
kullanılır. Duanın hakîkafr, kulun Allah'dan yardım ve inayet istemesidir.
Mülkünde ortağı olmayan,
dilediği gibİt asarruf eden ve her şey kendine muhtaç olan Allah Teald nın
lütuf ve yardımlarına kullan her an muhtaçtır. Ona yalvarıp dua etmek, hem bir
tazim ifadesi, hem de kulluk borcudur. İnsan mükellef bulunduğu vazifeleri
yerine getirip zahirî sebeplere baş vurduktan sonra ihlâsla Allah'a dua ederse,
böyle dualar makbul oıur. Bakara Sûresi 186. âyetinde Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
— Kullarım sana benden
(dualarımızı işitir mi diye) sorarlarsa (bil-sinler ki,) ben (onlara) çok
yakınım, (onların şikâyet ve fısıltılarım işitirim ve) bana duâ ettiği zaman
duacının duasını ka^ul ederim. O halde, kullar da benim emirlerime koşsunlar ve
bana iman etsinler ki, zafere ulaşsınlar.»
Bu âyet-i kerîme ile
Cenab-ı Hak, önce bize, kulluk vazifelerimiz olan sahih iman ve salih amelde
bulunmayı, ondan sonra kendisine dua etmemizi ve böylece yapılacak duaların
makbul olacağını beyan buyuruyor. Bu asıl şartlar yanında duanın bir takım
edebleri vardır kİ, şunlardır:
1— Hayırlı
ve bereketli zaman oldukları bildirilen arefe günlerinde, ramazan aylarında,
mübarek gecelerde, haftanın cuma günlerinde, gecelerin sahur vaktinde tercihan
dua etmek,
2— Kıbleye
yönelip eller açık ve omuz hizasında yüze doğru dönük oldukları halde, yahut kolları koltuk altlan
görülebilecek şekilde yu'ıarı doğru kaldırarak veya elleri birbirine
bitiştirerek dua etmek.
3— Duayı
kesin bir inançla yapmak ve kabul olunacağına şüphesiz inanmak,
4— Vezin ve
kafiye uygunluğuna kendini zorlamadan tabiî bir yalvarış içinde huzurla dua
etmek,
5— Allah dan
umarak ve ondan korkarak ihlâsla dua etmek,
6— Dua
üzerinde ısrar edip üç defa tekrarlamak,
7— Allah'a
hamd ederek veya teşbihte bulunarak duaya başlamak,
8— Bağırıp
çağırmakstzın hafif bir yalvarışla, gizli ve aşikâr arasında bir sesle dua
etmek,
9— Günahlardan
tevbe etmiş olmak, zulüm ve haksızlık gibi şeyleri terk etmiş bulunmak. Bu
durumda bütün varlığı ile Hakka yönelip tam bir teslimiyet içinde dua edenin
er geç muhakkak Allah Tealâ duasını kabul eder.
Hadîs kitaplarında dua
ve ezkâr'a dair özel bölümler vardır. Hangi zamanlarda ve yerlerde ne g:bi
dualarda bulunacağı tesbit edilmiştir.[1172]
605— Ebû
Hüreyre demiştir ki. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
— Şanı yüce ve yüksek
olan Rahman'ın Halil'i İbrahim'in oğlu İs-hak, onun oğlu Yakub, Yakub'un oğlu
Yûsuf, kerîm oğlu kerîm oğlu kerîm oğlu Kerîm'dir, (yüksek haslet sahibidir).
Havi demiştir ki:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu:
«— Eğer Yûsuf'un
kaldığı kadar, ben hapishanede kalaydım, sonra bana (artık çık diye) davetçi
gelse icabet ederdim, (çıkardım). Halbuki ona (Hükümdar tarafından onu çıkarıp
bana getirin diye) elçi geldiği zaman (elçiye) şöyle demişti:
— Efendine dön de, o ellerini kesen hanımların
hali neydi? diye kendisinden sor. (Böylece suçsuzluğunu itiraf ettirinceye
kadar hapishanede kalmış olup, hemen dışarı çıkmamıştı).» (Yûsuf Sûresi, âyet:
50)
«— Allah'ın rahmeti de
Lût (Peygamber) üzerine olsun; o kuvvetli bir esasa (Allah'a)
dayanmışken, iman etmiyen kavmine:
— Keşke size karşı bir
kuvvetim olsa yahut sağlam bir topluluğa dayan sam, (böylece sizin
eziyetinizden ve fenalığınızdan korunsam) demişti. (Hud Sûresi, âyet: 80)
«AJİah Teâlâ Lût'dan sonra gönderdiği her peygamberi muhakkak kavminden bir
kuvvet ve topluluk içinde gönderdi.»
Ravilerden Muhanamed
demiştir ki:
«— Servet» çokluk ve koruyucu
kuvvet manasınadır.[1173]
Bu hadîs-i şerifte Hz.
Y û s u f 'un kerem ve sabır sahibi olduğuna, Hz. Lût Peygamberin İse, tahammül
za'fına işaret edilmekte ve ona dua edilerek Allah dan rahmet istenmektedir.
Hz. Yûsuf ve Hz. Lût
hakkında geniş bilgi için Yûsuf sûresi ile Hûd sûresini incelemek kâfidir. Hz.
Yûsuf uğradığı iftira sebebiyle yedi yıl hapishanede kalmış ve nihayet
Hükümdarın gördüğü bir rüyayı tâbir etmesi mükâfatı olarak hapishaneden
çıkarılmasını hükümdar istemiş ve bu emri tebliğ için Hz. Yûsuf'a bir elçi
göndermişti. Hz. Yûsuf elçinin tebliğini kabul etmemiş ve masum bulunduğunun
tahakkukunu istemişti. Bunun için elçiye :
«— Efendine dön de, o
ellerini kesen hanımların hali neydi? diye kendisinden sor.»
Demişti. Nihayet
hanımlar Hz. Yûsuf'un suçsuz olduğunu itiraf ettikten sonra Hz. Yûsuf
hapishaneden çıkmış oldu. İşte Peygamber Efendimiz Hz. Yûsuf'un sabır ve tahammülünü göstererek:
«— Ben onun yerinde
hapishanede kalmış olsaydım, beni çıkarimya gelen davet çinin davetini kabul
edip çıkardım, daha fazla beklemezdim.»
Buyurmuşlardır. Bir
vasıfta olan üstünlüğünü belirtmekle Hz. Yûsuf 'un ahir zaman peygamberinden
daha üstün olması lâzım gelmez ve böyle bir düşünce ileri sürülemez.
Hz. Lût Peygambere
genç delikanlılar kıyafetinde gelen Allah'ın meleklerine, kavminin kötü
ahlâklı insanları tecavüz etmeye yeltendikleri zaman, onların şerrinden
kurtulmak İçin :
«— Keşke size karşı
bir kuvvetim olsa, yahut sağlam bir topluluğa dayansam.» demişti.
Halbuki kendisinin
güveneceği en kuvvetli varlık Allah bulunuyordu ve nitekim onun melekleri
vasıtasiyle bu ahlâkı bozuk kavmi helak etmişti. Burada da Hz. L û t 'un za'fı belirtilmektedir.[1174]
606— (151-s.)
Abdurrahman İbni Yezîd'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
— Rebî' cuma günleri Alkame'ye gelirdi. Ben
orada bulunmadığım zaman bana haber gönderirlerdi (ve beni isterlerdi). Bir
defa Rebî' geldi, ben orada yoktum. Alkame benimle karşılaştı ve bana dedi ki:
— Rebî'in getirdiği haberi biliyor musun? O
şöyle dedi:
— İnsanların ne kadar çok duâ ettiklerini ve
(buna karşılık) dualarının ne kadar az kabul edildiğini görmez misin! Bunun
sebebi şu; çünkü Azız ve Celîl olan Allah, ancak duanın halis ve özlü olanını
kabul eder. Ben dedim ki:
— Abdullah (İbni Mes'ud) bunu söylemedi mi?
Alkame dedi ki:
— Abdullah ne demişti? Abdurrahman dedi ki:
— Abdullah şöyle demişti:
— Allah Teâlâ (şöhret ve menfaat için duasını
insanlara) duyuran bir duâ ediciden, gösteriş yapandan ve maskaracıdan duâ
kabul etmez; ancak kalbinden ihlâsla
duâ edenin duasını kabul
eder. Abdurrahman dedi ki:
— Alkame hatırladı da,
evet, dedi.[1175]
Sahih iman ve salih
amelden uzak olarak şöhret kazanmak ve menfaat elde etmek için, iyi hocadır
veya güzel duacıdır desinler için gösteriş yaparak edilen duaların hiç biri
makbul değildir. Allah katında bunların yeri olmaz. Kalb samimiyeti ile Allah'a
İltica etmek lâzımdır. Bu hususta bilgi için 604 sayılı hadîsin açıklamasına
bakılsın.[1176]
607— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü A ieyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur :
— Sizden biriniz duâ
ettiği zaman, dilersen (ya Rab, bana şunu ver), demesin; isteğini kesin yapsın
ve büyük rağbet göstersin. Çünkü verdiği şey, Allah'a büyük gelmez.»[1177]
Bir nevi istiğna
göstererek insanın :
«— Allah'ım! dilersen
beni bağışla, dilersen bana merhamet et, dilersen bana rızık ver,» şeklinde
dua etmemesini, bir şeyi kesinlik ve istekle İstemesini Peygamberimiz tavsiye
buyuruyorlar. Çünkü istenen biı şeyi vermek Allah'a güç gelmez ve büyük bir
mesele olmaz. Kul, aczİyetİ ve ihlâsı ile Allah'a tam yönelmelidir.[1178]
608— Enes'den
rivayet edildiğine göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) şöyle
buyurmuştur:
«— Sizden biriniz duâ
ettiği zaman duayı kesin yapsın ve Allah'ım dilersen bana yer, demesin; çünkü
Allah'ı zorlayıcı ve engelleyici yoktur.»[1179]
Ravi değişikliği ile
beraber bundan önceki hadîs-i şerifin manasını aynen teyid etmektedir.[1180]
609— (152-s.)
Ebû Nuaym Vehb'den rivayet edildiğine göre, §öyle demiştir:
«— İbni Ömer ve îbni
Zübeyr'i gördüm, avuçlarını yüze döndürerek duâ ediyorlardı.»[1181]
Ebû D a v u d,
Tirmizî, Ibni Mace, Ibni Hibban ve Hâkim,
hadîsi Peygambere kadar yükseltip şöyle rivayet etmişlerdir:
«— Allah'dan
dilediğiniz vaki? avuçlarınızın içi ile isteyin, arkalarıyle ondan istemeyin.
Duayı bitirince de avuçlarınızla yüzünüzü siliniz.»
Gerek müştereken
rivayet edilen bu hadîsten ve gerekse metindeki haberden dua ediş şeklini
öğrenmiş bulunuyoruz. Taassuba kapılarak bîr takım şekiller üzerinde ısrar
etmek cehaletten başka bir şey değildir.[1182]
610— îkrirne,
Hz. Aişe (Radiyalîahü anha) 'dan işittiğini sandığına göre, Hz. Aişe, Peygamber
(SaUaüahü Aleyh: ve Seliem) 'in kollarını kaldırarak duâ edip, şöyle dediğini
gördü:
«Ben, ancak bir
insanım, bana azab etme. Mü'minlerden hangi adama eziyet verdimse, yahut ona
kötü söyledîmse, onun hakkında da bana azab etme.»[1183]
Nübüvvetten sonra
peygamberler günah işlemezler, masumdurlar. Ancak kendilerinden beşeriyet
icabı zelle tâbir edilen küçük hatalar sadır olabilir. İşte bu gibi hatalar
şayet sadır olmuşsa,, onların bağışlanmasını, Cg-nab-ı Hak'dan diliyor
peygamberimiz. Bize de dua şeklini öğretiyorlar. Peygamberlik vazifesi
verilmeden önce, peygamberlerin günah İşlemeleri hakkında değişik görüşler
vardır. Âlimlerin çoğu bunun caiz olduğunu kaydetmişlerdir Nübüvvetten önce
peygamberlerin günah işlemelerini caiz görmek, her peygamberin muhakkak daha
önce günah İşlediği manasını taşımaz. Bazı peygamberler hakkında vâki olmuştur
ve olması da nübüvvetin gelmesine engel değildir,, şeklînde izah edilir. Bir
de Peygamberliğin şanına yakışmayacak şeyler, küçük dahi olsalar, onlara nispet
edilmezler.
Peygamber Efendimiz bu
dualarında da ellerini yukarı kaldırarak Allah'a yalvarmışlardır.[1184]
611— Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Devs kabilesinden Tufeyl îbni Arar, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'Q gelip dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Devs kabilesi isyan
etmiştir ve îslâmdan yüz çevirmiştir. Onların aleyhine duâ et. Kesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) de kıbleye döndü ve ellerini kaldırdı. însanlar
zannetti ki, Peygamber onlara beddua edecek. Peygamber şöyle dedi:
«— Allah'ım! Devs
kabilesine hidayet ver ve onları (hak
din olan îsîâma) getir.»[1185]
Peygamber Efendimiz
hak yoldan ayrılanları hiç bir zaman lanetlememiş, onların hidayete ermelerine
daima dua etmiştir. Gaye beşeriyeti saadet ve selâmete çıkarmaktır, yoksa
helaklerini istemek değildir. Bu dualarında da ellerini kaldırdıkları sabit
olmuştur.
Tufeyl Ibni
Amr kimdir? :
ZG'n-Nûr lâkabı ile
meşhur olup, Devs kabilesindendir. İslâm'ı kabul edişini şöyle anlatır:
«— Ben kavmimin
ulularından şair bir adamdım. Mekke'ye gittim. Orada Kureyş kabilesinden bir
takım erkeklerle görüştüm. Bana dediler ki:
— Sen kavmin içinde
itaat olunan şair bîr efendisin. Biz senin bu adamla (Peygamberle!
karşılaşmandan korkuyoruz. Sana bazı sözler söyliyebİlir. Onun sözleri sihir
gibi tesir eder-, onun için kendisinden sakın kir ne seninle ne de kavminle
karşılaşmasın. Bİzim içimize ve kavmimiz arasına soktuğu ayrılığı sokmasın.
Çünkü o, baba r!e evlâd arasını, kan İle koca arasını, oğulla baba arasını
ayırır.
— Vallahi, bana o kadar söylediler ki, artık
peygamberin sözünü işitmemek için kulaklarımı tıkamaya ve ondan sonra Mescid'e
girmeye karar verdim. Her iki kulağımı pamukla tıkayıp sabahleyin Mescid'e
gittim. Baktım ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mescid'de ayakta duruyor. Ben ona yakın
durdum. Ben ne kadar işitmemek istiyordu m sa da o, bazı sözlerini bana
duyuruyordu. Kendi kendime dedim ki, bu bir mucizedir. Ben sağlam görüşlü bir
adamım. İşlerin iyisini ve kötüsünü ayrıt edebilirim. Vallahi onun sözlerini
dinleyeceğim. Eğer doğru bulursam onu kabul edeceğim, değilse kendisinden
uzaklaşacağım. Bunun üzerine kulaklarımdan pamukları çıkarıp yere attım; sonra
onu dinledim. Onun konuştuğu kelâmdan daha güzel bir kelâm asla işîtmemiştİm.
Kendi kendime diyordum ki, Allah'ım! Bugün işittiğim sözden daha iyi ve daha
güzel bir söz işitmiş değilim. Sonra Peygamber ayrılıncaya kadar bekledim.
Ayrılınca ben onu takip ettim ve onunla beraber evine girdim. Kendisine dedim ki
:
— Senin kavminden bir takım kimseler bana gelip
senin için şunu ve şunu söylediler. Böylece dediklerini Peygambere anlattım; ve
dedim ki:
— Bununla beraber senin sözlerini bana Allah
duyurdu ve kalbime bunlarrn gerçek olduğu fikri düştü, bana dinini arz et, emir
ve yasaklarını bildir. Bunun üzerine Hz. Peygamber bana İslâm'ı arz etti, ben
de kabul ettim. Sonra şöyle dedim :
— Ey Allah'ın Resûlül Ben kavmi içinde hürmet
gören ve itaat olunan bir kimseyim. Ben, Devs kabilemi İslâm'a davet edeceğim,
olur kİ Allah onlara hidayet verir. Benim için Allah'a dua et ki, onlar üzerine
bana yardımcı olacak bir alâmet bana versin. Böylece davetimde basan sağlayayım.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu :
«— Allah'ım! Buna bir
âyet (nişan) ver ki, niyet ettiği hayırlı işte
ona yardımcı olsun.»
— Bundan sonra memleketime dönmek üzere
ayrıldım. Evime yaklaştığım zaman kamçımın ucunda ışık veren bir nur peyda
oldu. Evde yaşlı anne ve babamla bir hanımım vardı. Hayvanımın üzerinde onlara
doğru yürüyordum, kamçımın ucunda da sanki bir kandil yanıyordu. Eve varınca
babam yanıma geldi. Ben dedim ki :
— Artık uzak ol, ben senden değilim ve sen de
benden değilsin. Babam:
— Yavrum, bu neden icab ediyor? dedi. Dedim ki:
— Ben Müslüman oldum ve Hz. Muhammed'in dinine
tâbi oldum. Babam şöyle cevap verdi:
— Benim dinim senin dinindir. Böylece babam
İslâm'ı kabul etti ve Müslümanlığı güzel oldu. Sonra zevcem bana geldi, ona da
aynı şeyi söyledim :
— Artık birbirimize helâl değiliz, dedim. O da
:
— Senin dinin benim de dinİmdir, dedi ve
yıkanıp temizlenerek İslâm'ı kabul etti.
Sonra Devs kabilesini
İslâm'a çağırdım. Bunlar yüz çevirip isyan ettiler. Bundan dolayı tekrar
Mekke'ye döndüm ve Hz. Peygamberin huzuruna vardım. Dedim kî:
— Ey Allah'ın Resulü! Devs kabilesinde faiz ve
zina taşkınlıkları aldı yürüdü, İslâm'a yüz çeviriyorlar; bunlara beddua et.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu :
«— Allah'ım! Devs
kabilesine hidayet et ve onları İslâm'a getir.» Sonra ben kabileme döndüm,
Peygamber de Medine'ye hicret etti. Ben kavmim içinde kalıp onları İslâm'a
davet ettim ve onların çoğu Müslüman oldu. Bu meşguliyetimden dolayı Bedir,
Uhud ve Hendek savaşlarında Peygamberle bulunamadım. Sonra 80 veya 90 kişilik
Devs kabilesinden bîr heyetle birlikte Medine'ye hareket ederek Peygamberin
huzuruna vard'k. Ben Mekke'nin fethine kadar orada kaldım. Peygamberin emri ile
Zi'l-Keffeyn putunu yaktım. Sonra Peygamberin yanından vefatlarına kadar
ayrılmadım.»[1186]
612— Enes'den
rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır: — Bir yıl, yağmur noksan oldu.
Müslümanlardan biri, cuma günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e ayağa
kalkıp dedi ki:
Ey Allah'ın Resulü!
Kuraklık oldu, arazi çatladı ve mâllar helak oldu. Bunun üzerine Peygamber
ellerini (dua için) kaldırdı. Gökte bulut-i tan bir şey gözükmüyordu, Peygamber
h^r İki koltuğunun' beyanları gözükünceye kadar ellerini uzattı, Allah'dan
yağmur istedi. Henüz cuma namazını .kılmıştık ki, evleri yakın olan gençlere,
(yağmurdan ıslanmak endişesiyle) evine dönmek gayreti geldi. (Yağmur ilerki)
cumaya kadar devam etti. Ertesi cuma olunca, ashabdan biri şöyle dedi:
— Ey Allah'ın Resulü!
Evler yıkıldı, yolcular yoldan alıkondu. (Halimiz perişan, bize dua et).
İnsanoğlunun çabuk usanmasından ötürü Hz. Peygamber tebessüm etti; ve eliyle
(işaret ederek) şöyle buyurdu:
«— Allah'ım! (Yağmuru)
etrafımıza ver, üzerimize değil...» Bunun üzerine Medine şehri üzerinden yağmur
sıyrılıp gitti.[1187]
Burada, dua ederken
kolları kaldırmanın da sünnet olduğu bildirilirken, kuraklık zamanlarda yağmur
duasında bulunmanın da bir sünnet olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız. Fikıh
kitaplarında yağmur duasının keyfiyeti tafsilâtı ile mevcuttur. Yağmur talebi
için toplu olarak yüksek yere veya şehir dışı araziye çıkılıp, namaz kılınıp,
duada bulunulduğu gibi, yalnız başına da düa edilir ve Allah'dan yağmur
bereketi istenir.[1188]
613— Hz.
Âişe, Peygamber (Saltattahü Aleyhi ve Sellem)'i ellerini kaldırarak duâ.
ediyor gördü, (duasında) şöyle diyordu;
«— Allah'ım! Ben ancak
bir insanım; bana azab etme. Mü'minlerden hangi adama eziyet verdimse, yahut
ona kötü sÖyledimse, onun hakkında da bana azab etme.»[1189]
614— Cabir
İbni Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, şöyle" demiştir :
— Tufeyl îbni Amr,
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e dedi ki: (Düşman saldırısından seni
koruyacak) bir kalen ve bir kuvvetin
olsa; Devs kabilesinin
(cahiliyetteki) kalesi gibi? Cabir dedi ki:
— Allah, Ensar'a hicreti hazırladığı için,
Peygamber bu teklifi kabul etmedi.
(Çünkü Mekke'deki müslümanların Medine'ye hicretlerine müsaade çıkmıştı.
Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye hicretinden sonra) Tufeyl de hicret etti
ve beraberinde kavminden bir adam vardı. Adam hasta oldu ve çok darlandı,
(yahut ravi buna benzer bir kelime kullandı). Adam ok torbasına doğru emekledi
de ucu keskin bir ok aldı ve bununla bilek damarlarını kesti; sonra öldü.
Tufeyl onu rüyasında gördü ve (ona) sordu:
— (ölümünden sonra) sana ne yapıldı? Adam dedi
ki:
— Peygambere (Sallalîahü Aleyhi ve Seliem) hicretimden dolayı bağışlandım. Tufeyl
sordu:
— îki elinin hali ne, (neden bunlar sarılmış
bulunuyor)? Adam dedi ki:
— Bana, ellerinle bozduğun şeyi düzeltmeyiz,
dendi, (onun için böyle sakat duruyorlar).
Ravi demiştir ki:
— Tufeyl bu rüyayı
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattı. Bunun üzerine Peygamber
ellerini kaldırdı ve şöyle dedi:
«— Allah'ım, ellerini de bağışla!..»[1190]
Bu hadîs-i şerif eh!-İ
sünnet inancı için büyük bir delildir: İntihar eden kimse, yahut büyük günah
işleyen kimse tevbe etmeksizin bu cinayeti üzere Ölürse kâfir değildir ve onun
için muhakkak cehennemliktir hükmü verilemez. Böyle kimseler Allah'ın dileğine
tâbi olurlar. Allah dilerse onları cezalan miktarınca Cehennem e kor, dilerse
bağışlar. Küfre varmadıkça mümin olanlar ebedî olarak da Cehennem de kalmazlar.
Peygamber Efendimizin
bu intihar eden saha biye duaları bize bu gerçeği ispat etmektedir. Zira
kebire sebebi Cehennemlik olsaydı, bunun bağışlanması için Peygamber Efendimiz
dua etmezlerdi.[1191]
615— Enes
İbni Mâlik'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki: — Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Allah'a sığınarak
şöyle buyururdu :
— Allah'ım!
Tenbellikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım, ihtiyarlık
zafiyetinden sana sığınırım, cimrilikten sana sığınırım.»[1192]
Bu hadîs-i şerîf, dua
ederken elleri kaldırmak bölümünde getirildiği halde, burada Peygamberimiz
ellerini kaldırdıklarına dair bir ifade bulunmamaktadır. Fi'len el
kaldırıldığından bunu ifadeye lüzum görülmediği anlaşılmaktadır.
Peygamber Efendimiz bu
dualarında 4 şeyin şerrinden Allah'a sığınıyorlar ve bunlardan son derece
kaçınıyorlar:
1— Tenbellik:
Tenbellik her kötülüğün başıdır. Tenbel insan Allah'a karşı olan ibadet
mükellefiyetini yerine getiremediği gibi, cemiyeti ve ailesi için de faydalı
olamaz. Önce kendine, sonra en yakın ailesinden cemiyetine kadar zararlı olur
ve ağır bir yük teşkil eder. Tenbellik hem maddî, hem de manevî büyük kayıplara
sebebiyet verdiği için bundan silkinip meşru yollarda çalışmak her mükellefe
farzdır. Ancak çalışmayı manevî şuur altında değerlendirmek, dine ve cemiyete
hizmet etmek gayesini taşımalıdır. Yoksa sırf maddecilik ve madde hakimiyeti
zihniyeti ile yapılacak çalışmalar insanın manevî kurtuluşunu sağlayamaz.
Böyle maddeciliğin hesabı ve vebaü çok ağır olur.
2— Korkaklık:
Düşmana karşı savaşmak ve yüce dini korumak için insanın cesur olması şarttır.
Korkak olanlar hiç bir hakkı müdafaa edemezler, insanlara emanet edilen hak
dinin korunması ancak cesaret ve. çalışma ile mümkündür. Korkaklık ise
yıkıntının baş sebebidir. Böyle bir hastalıktan müminlerin Allah'a sığınmaları
gerekir.
3— Cimrilik
: İnsan kazandığı mal üzerine terettüp eden ze!<ât ve sadaka verme
vazifelerini cömertliği ile yerine getirebilir. Sırf dine hizmet olsun diye
hayır yollarına harcayacağı mallar da ancak cömertlikle verilebilir. Cimri
olanın dine ve cemiyete maddî bir hizmeti olamaz, üstelik kıskanç da olursa,
bazı manevî hizmetleri de yerine getiremez. Cimrinin topladığı mal, dünyada ne
kendine yarar, ne de bir hayır işine geçer, üstelik âhirette cefasını çeker, varisleri de onunla dünya safası sürer. Onun için
böyle korkunç bir hastalıktan kurtulmak için dua edip Allah'a
sığınmalıdır.
4— İhtiyarlık
: İnsan eli ve kolu tutmayacak kadar ihtiyarlarsa, bunun tedavisi yoktur. Böyle
İhtiyar düşenler, kendi ihtiyaçlarını göremezler ve devamlı olarak başkalarının
hizmetine muhtaç olurlar. Hem kendileri ızdı-rap çekerler, hem de başkalarına
yük olurlar, üstelik vazifelerini de yapamazlar, işte böyle acıklı hale
düşmemek için Allah'a sığınmak ve sürünmeden imanla göçmeği dilemek gerekir.[1193]
616— Ebû
Hüreyre'den, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«— Azîz ve Celîl olan
Allah buyurmuştur ki, ben kulumun (bana olan) zannı üzereyim ve bana duâ ettiği
zaman onunla beraberim.»[1194]
Bu hadîs-i kudsî, dua
ile ilgili İse de, bu bölümle bir ilgisi yoktur. Çünkü bu bölüm duada elleri
kaldırmaya mahsustur. Bu bölümde getirilmesinde bir sebep bulunamamıştır.
«— Ben, kulumun tana
olan zannı üzereyim.»
Demek, kulun Allah'a
oian kesin inancına göre Allah'ın ona lûtufia veya kahırda bulunacağı demektir.
Allah bana muhakkak başarı verecektir, bana şifa verecektir; Allah Tealâ'nın
bunlara gücü yeter diye inanarak iltica edilirse, Allah bu zannı
gerçekleştirir, aksine bir inanç taşırsa, buna da bu İnanca göre muamele eder.
Onun için Allah'a daima güzel zanda bulunmak ve kesin İnançla ondan istemek
lâzım gelir. İnsan ecelinin geldiğini hissettiği zaman, Allah'ın rahmetinin
muhakkak erişeceğine inanç beslemelidir. Dünyada iken rahmet ve azab arasında
bulunduğunu, bilerek ikisi arasında bir inanç beslemek ehl-i sünnet akidesidİr.
Allah'ın kul ile
beraber olması, kulun yardımında bulunması ve ona rahmet etmesi, kulundan razı
olması demektir.[1195]
617— Şeddad
İbni Evs, Peygamber (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) 'der. rivayet ettiğine göre,
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
«— İstiğfar'ın en
faziletlisi:
— Allah'ım! Sen
Rabbimsin, senden başka İlâh yoktur. Beni yarattın; ve ben senin kulunum.
Gücümün yettiği kadar Rububiyetine iman ve sana ibadette, ihlâs andım ve sözüm
üzereyim. Bana olan nimetini sana itiraf ediyorum, günahımı da sana itiraf
ediyorum, beni bağışla; çünkü günahları ancak sen bağışlarsın. İşlediğim şeyin
kötülüğünden sana sığınırım, — sözleridir. İnsan akşamleyin bunu (tam inançla)
okuyup da ölürse, Cennete girer; — yahut Cennet ehlinden olur —. Sabahleyin
aynı şekilde söyler de o gün ölürse, Cennet'e girer, — yahut Cennet ehlinden
olur —.»[1196]
İstiğfarın başı ve
önde geleni diye tâbir edilen bu sözleri söylemekte diğer mağfiret dilemelerden
daha çok fazilet vardır ve böyle istiğfarda bulunana daha fazla faydalıdır. Bu
sözleri yalnız telâffuz edip manalarına nüfuz etmekle istiğfar tamamlanmış
olmaz ve geçerli olmaz.
İstiğfarın makbul
olması için, geçen günahlardan tam bir pişmanlık duymak, günahtan tamamen
sıyrılmak ve gelecekte bu günaha bir daha dönmemeye azmetmiş olmak şarttır.
Tevbe ile istiğfarın
arasında şu farklar vardır:
1— Tevbe
yalnız insanın nefsi için olur; istiğfar ise, hem kendi nefsi için, hem de
başkası için olur.
Tevbe, geçmişte olan
günahtan nadim olup, gelecekte ondan sakınmaya azmetmektir. İstiğfar ise,
çıkan günahlardan bağışlama dilemektir, gelecek zaman için azim şart değildir.
__Şeddad İbni
E vs kimdir?:
Medine I i ashabdan
olup, künyesi Ebû Ya'lâ'dır. İlmi ve yumuşak huyluluğu ile şöhret bulmuştu. Şam
vilâyetine geçip Filistin yakınlarında İkâmet ettiğinden Şam'lılar kendisinden
hadîs rivayet etmişlerdir. Ayrıca kendisinden iki oğlu Ya'lâ ve Muhammed ile
Mahmud ibni Rebi', Mahmud ibni Lebîd, Abdurrahman ibni Ga-nem, Beşir
ibni Kâ'b ve daha başkaları rivayet etmişlerdir.
Hicretin 58. yılında
ikâmet etmekte olduğu Filistin'e yakın arazide 75 yaşında olduğu halde vefat
etmiştir. Allah ondan razı olsun.[1197]
618— İbni
Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Gerçekten biz,
oturduğu yerde yüz defa
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'ın şöyle dediğini saymıştık:
«— Rabhim, beni
bağışla ve tevbemi kabul et; çünkü sen tevkeleri çok çok kabul eden merhamet
sahibisin.»[1198]
Bu hadîs-i şerif
münasebetiyle şu soru sorulabilir: Peygamberler masumdurlar ve Peygamber
Efendimizin geçmiş ve gelecek günahları bağ:ş-lanmiştır; o halde istiğfar
etmesi neden? Buna İkİ yönlü cevap verilir:
1— Peygamberler
Allah'ın büyük lütuf ve nimetlerine mazhar olmuşlardır; bu itibarla onlara
gereken şükür ve hamd etme, diğer insanlannkin-deh daha fazla olması İcab eder.
Çünkü şükür, nimet miktarına göne olunca hikmete uygun düşer. Bir de
peygamberlere olan teklif, bize edilen tekliften ziyadedir. Allah'ın emirlerini
bitip tam uyguladıklarından, Allah'ın sayısız nimetlerini diğer kullardan daha
çok takdir ettiklerinden, kulluğa gereken istiğfar ve şükrü fazla yapmaları
şanlarına uygun düşer.
2— Peygamberlerin
istiğfarında, insanların halini düzeltme ve İhtiyaçlarını karşılama
maksadı vardır. Onların
istiğfarı aynı zamanda ümmet içindir. Bİr de peygamberlerin
istiğfarı ümmete örnektir ve onlara yol göstermedir.[1199]
619— Hz.
Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: — Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazı kıldı, sonra şöyle dedi:
«— Allah'ım, beni
bağışla ve tevbemi kabul et; çünkü sen tevbeleri çok çok ka^ul eden merhamet
sahibisin.» Yüz defaya kadar bunu söylemişti.[1200]
620— Şeddad
tbni Evs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir:
— İstiğfarın en
faziletlisi şöyle demektir : Allah'ım, sen benim Rabbimsin, senden başka İlâh
yoktur. Beni yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadar sana iman ve
ihlâs andım ve ahdim üzereyim. İşlediğim şeyin kötülüğünden sana sığınırım,
üzerimdeki nimetini itiraf ederim ve sana karşı işlediğim günahı da itiraf
ederim. Beni bağışla; çünkü günahları ancak sen bağışlarsın.»
Peygamber buyurdu ki:
«— Kim buna tam bir
inançla bu istiğfarı okuyup da okuduğu gün gecelemeden ölürse, o kimse Cennet
ehlindendir. Bu istiğfarı geceden okuyup da buna tam inanç besleyen kimse,
sabaha girmeden Ölürse o, Cennet ehlindendir.»[1201]
621— Abdullah
îbni Ömer demiştir ki:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim :
«— (Günahlarınısdany Allah'a tevbe ediniz; ben ise her gün O'na yüz defa tevbe ederim.»[1202]
Bu hadîs-i şerîfîn
manası, 618 sayılı hadîs münasebetiyle izah edilen hikmetleri kendinde
toplamaktadır. Oraya müracaat edilsin.[1203]
622— (153-s.)
Kâ'b îbni Ucre'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir :
— Namaz bitiminde
söylenecekler vardır ki, bunları okuyan mahrum olmaz.
«— Sübhanellah =
Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, Elhamdu L>llâh = Hamd Allah'a
mahsustur. Lâ İlahe İllallah = Allah'dan başka hiç bir îlâh yoktur, Allahu
Ekber = Allah her şeyden büyüktür. Yüz kere söylenmelidir.»[1204]
Ibni Ebi Üneyse ve Amr
ibni Kays bunu Peygambere kadar yükseltmişlerdir.
Muakkıb, bir şeyin
arkasında gelene denir. Bu teşbihler de birbirleri arkasından,geldikleri için
çoğul manasında «Muakkıbat» adını almışlardır. Bir de namazların arkasında
söylendiklerinden bu ismi aldıkları ileri sürülmektedir.
Bu dört teşbihin yüz
defa söyleniş şekli üzerindeki görüşler:
1— Ayrı ayrı
değil de, hepsini birden yüz kere okumalıdır.
2— Sübhanellah,
Elhamdu Lillah, Allahu Ekber diye üçe bölerek her teşbihi 33 er kere söyleyip
«Lâ İlahe İllallah» ile yüze tamamlamalıdır.
3— Bu
teşbihleri dörde bölüp her birini yirmi beş defa söylemekle yüze tamamlamalıdır.
Bizde usul kabul
edilen ikinci şekildeki söyleyiş tarzıdır.
M ü s I i m 'in
rivayetinde, 33 teşbih, 33 tahmîd, 34 tekbîr söylemek sureti ile yüze
tamamlamak vardır. N e v e v î diyor ki
:
«— En ihtiyatlı yol 33
teşbih, 33 tahmîd, 34 tekbîr ve bunlarla beraber: «— Lâ İlahe tllallahu vahdehu
Lâ şerîke lehu, Lehu'I-Mülkü ve Lehu'l-hamdü biyedihil-hayr ve buve alâ külli
şey'in kadir» demektir.
K â ' b 1 bni
Ucre kimdir?^
E b û M u h a m m e d
künyesi ile anılır. Medine'I i ashabdan olduğu ihtilaflıdır. Kûfe'de ikâmet
etmiş, fakat Medîne'li vefat eylemiştir.
. Hac için ihramda
iken baş ağrısına yakalandığından saçlarını traş etmiş ve bunun cezasını Hz.
Peygamberden sormuştu. Bu hâdise üzerine, Bakara sûresinin 196. âyeti nazil
olmuştur. Başın traş edilmesi ile İlgili kısmın meali şöyle :
«— İçinizden hasta
veya başından eziyeti olup da bundan dolayı traş olan kimseye üç gün oruç, ya
altı fakire birer fitre miktarı sadaka, yahut bir kurban keserek fidye vermek
vacib olur.»
Medine'Iİterle
Kûfe'liler K â ' b 'dan hadîs rivayet etmişlerdir. Ayrıca oğulları Muhammed,
Ishak, Abdülmelik ve Rebi' rivayet etmişlerdir. Savaşların birinde kolunu
kaybetmişti. Hicretin 51. yılında 77 yaşında olduğu halde Medine'de vefat etti;
Allah ondan razı olsun.[1205]
623— Abdullah
îbni Amr'dan; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir:
«— Duaların en çabuk
kabul edileni, gaibin gaibe duâ etmesidir.»[1206]
Birbirinden habersiz
olup, uzak düşen mümin kardeşlerden herhangi biri, diğeri hakkında Allah'a dua
ederse, bu dua diğer dualara nazaran daha çabuk kabul olunur. Çünkü böyle
dualarda gösteriş, menfaat veya yapmacık bir hareket bulunmaz; ihlâs bulunur.
Bu dualar kalb ile lisan arasında kalmalı, gazete gibi neşir organları ile ilân
edilmemelidir.[1207]
624— (154-s.)
Ebû Bekir Es-SıddîkMan —Allah ondan razı olsun — işitilmiştir:
— Allah rızası için,
mü'min kardeşin (ettiği)-duası kabul olunur.»[1208]
Hz. Ebû Bekir 'den
rivayet edilip de Peygamber Efendimize kadar yükseltilmeyen bu haberin taşıdığı
mana, daha önceki hadîs-i şerîfin manasını taşımaktadır. Kardeşin, Allah için
kardeşine duası makbuldür. Mümirilerin birbirlerinin arkasında duada
bulunmaları kardeşlik bağlarını da kuvvetlendirir, birbirlerine manen yardımcı
olurlar.[1209]
625— Ebû'd-Derdâ'nın
kızı Derdâ, Safvan İbni Abdullah îbni Saf-van'm nikâhında iken Safvan şöyle
anlatmıştır:
— Şam'da (olan) kısımlarıma gittim. Evde (Kayın
validem) Ümmü'd-Derdâ'yı buldum, (Kayın pederim) Ebû'd-Derdâ'yı bulamadım.
Ümmü'd-Derdâ (bana) dedi ki, bu yıl hacca niyyet ediyor musun? Ben:
— Evet, dedim. O dedi ki:
— öyle ise bizim için hayır duada bulun; çünkü
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyururdu:
«— Müslüman kişinin,
gıyapta kardeşi için ettiği duâ makbuldür. Duâ edenin başı ucunda
vazifelendirilmiş bir melek vardır. Her ne zaman kardeşi için hayır duâ
ederse, o melek, âmîn der ve senin için bu hayrın aynen misli vardır.»
Safvan demiştir ki:
— Sonra çarşıda (kayın pederim) Ebu'd-Derdâ'ya
rasladım; o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)''den getirerek bu hadîsin aynını söyledi.[1210]
626— Abdullah
îbni Amr'dan, demiştir ki :
— Bir adam (duasında) şöyle söylemişti:
— Allah'ım! Yalnız bizi; beni ve Muhammed'i
bağışla... Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu:
«— Çok insanlardan
mağfireti engellemiş oldun.»[1211]
Duanın muayyen bir
şahsa hasredİlmesinin meşru olmadığını bu ha-dîs-i şeriften anlıyoruz. Yalnız
bana veya yalnız bize mağfiret buyur şeklinde Allah'a dua edilmemeli bütön
müminleri duaya ortak etmelidir. Hele metinde geçen hâdise gibi, özel olarak
kendini Peygamberin yanında bulundurup dua etmek edebe aykırıdır. Yalnız bir
veya birkaç kardeş içîn dua edilmesinde mahzurlu taraf yoktur; mahzurlu olan
duada istenilen şeyi yalnız böyle muayyen kimselere mahsus kılmaktır. Yani
yalnız bu kardeşime veya bu isimlerini andığım kardeşlerime ver, diğer
Müslümanlara verme şeklinde olan ve bu manayı taşıyan dualar İslâm ahlâkına
uymayan dileklerdir. Peygamber Efendimiz buna dikkati çekmişlerdir.[1212]
627— îbni
Ömer demiştir ki:
— Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in oturduğu yerde yüz ker-re Allah'dan şöyle
mağfiret dilediğini işittim :
«— Rabbim, bana
mağfiret et, tevbemi kabul et ve bana merhamet et. Muhakkak ki sen, tevbelcri çok
çok kabul eden merhamet sahibisin.»[1213]
Bu hadîs-i şerifin, bu
bölümle bir ilgisi yoktur. Daha önce geçen 618 sayılı hadîse bakılsın. Neseî,
başka bir tarikle bunu tahriç etmiştir.[1214]
628— (155-s.)
îbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— İşimin her çeşidinde
duâ ederim, hayvanımın yürüyüşüne Allah'ın genişlik vermesine kadar... Öyle ki,
bunun bana sevinçlik verdiğini görürüm.»[1215]
Her işin yaratıcısı
Allah Tealâ olduğundan, onun izni olmaksızın hiç bir şey meydana gelemez. Bunun
için her ihtiyaç için Allah'a dua etmek gereklidir. Nitekim E n e s 'den rivayet edilen bir hadîs-i
şerifin meali şöyle:
«— Sizden her biriniz,
ihtiyacının bütününü Rabbinden istesin, hatta kopan nalınının tasmasına ve (evinin) tuzuna varıncaya kadar istesin.»
Ayrıca Hazreti  i ş e 'den şöyle bir hadîs-i şerif rivayet
edilmiştir: «— Nalının tasmasına varıncaya kadar her şeyi Allah'dan duâ edip
isteyiniz; çünkü Allah o işe imkân vermezse, meydana gelmez.»
Kul, her işte Allah'ın
yardım ve kudretine muhtaç olduğundan her işi İçin ona dua etmesi, hem
acziyetinin itirafı, hem de ubudiyetinin ifadesidir.[1216]
629— (156-s.)
Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömerin ettiği dualardan biri şuydu:
— Allah'ım! Benî iyi
kimselerle beraber Öldür; ve beni kötü kimse-ler arasında bırakma ve beni
hayırlı kimselere kavuştur.»[1217]
Insan salih ve makbul
ameller işlemek suretiyle hayırlı kimselere kavuşacağından, Hz. Ömer'in
duasından, Allah'ım, beni böyle salih amel işlemeye muvaffak kıl, manası
çıkmaktadır. Bir dua çeşidi olarak söylenmesinde fazilet vardır. Bu haber için
başka bir kaynak gösterilmemiştir.[1218]
630— (157-s.)
Şakîk demiştir ki:
— Abdullah (İbni Mes'ud) şu duaları çok
okurlardı:
— Rabbimiz, aramızı düzelt, (kardeşlik ve sevgi
bağlarımızı kuvvetlendir) ve bizi İslâm yoluna ilet, bizi karanlıklardan
(cehalet, küfür ve günahlardan) nura (iman ve güzel amellere) götürüp kurtar.
Açığa çıkan ve gizli kalan kötü söz ve hareketleri bizden uzaklaştır. Bizim
kulaklarımıza, gözlerimize, kalblerimize, zevcelerimize ve gelecek
nesillerimize bereket ver. Tevbemizi kabul et; muhakkak ki sen tevbeleri çok
çok kabul eden merhamet sahibisin. Bizi, nimetlerine şükredenler, onları
Övenler ve onlara hak kazananlar yap ve nimetlerini üzerimize tamamla.[1219]
Bu duayı, Ebû Davud,
Ibni Hibban ve Taberanî, I b n İ M e s' u d 'dan merfû olarak, yani Peygambere
kadar yükseltilmiş bir hadîs olarak tahriç etmişlerdir.[1220]
631— (158-s.)
Rivayet edildiğine göre, Enes kardeşine duâ ettiği zaman şöyle derdi:
«— Zalimlerden ve
tacirlerden olmayıp, geceleri ibadet edenlerle, gündüzleri oruç tutanlar
topluluğundan ibaret iyi hamselerin duasını Allah onun (kardeşin)
üzerine versin.»[1221]
İyi ve salih
kimselerin duası Allah katında makbul olacağından Enes hazretleri bu gibilerin
duasını kasdederek onların dualarından Müslüman kardeşini faydalandırma yolunu
tutmuştu.[1222]
632— Amr
Ibni Harîs'in şöyle dediği işitilmiştir:
«— An»em beni - Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem)'ş götürdü. Peygamber başımı
okşadı ve bana rızık duasında bulundu.»[1223]
Amr Ibni Harîs
kimdir?;
Mekke li ve Kureyş
kabilesinden olan Amr ibni Harîs'İn künyesi Ebû Sa'îd olup, hicretten iki yıl
önce doğmuştur. Hz. Peygömber'in irtihallerinde on iki yaşındaydı. Metinden de
anlaşıldığına göre, küçük yaşta olması hasebiyle annesi tarafından
Resûlüllah'ın yanına götürülmüştü. Bu arada Hz. Peygamber onun başını okşamış
ve kendisine rızık ve bereket vermesi için, Allah'a dua etmişti. Sonra Küfeye
giderek orada kendine bir ev edindi. Kureyş kabilesinden Küfe de ilk yerleşen
bu olmuştur. Hz. Pey-gamber'in ona ettikleri rızık ve bereket duası sayesinde
çok mal kazandı. Böylece Küfe halkının en zengini olmuş ve orada şeref ve
kıymet sahihi olarak tanınmıştı. Küfe de bir müddet emirlik yapmış ve hicretin
85 yılında 87 yaşında olduğu halde orada vefat etmiş bir sahabidir. Allah ondan
razj olsun.[1224]
633— (159-s.)
Enes îbni Maîik'den rivayet edildiğine göre, denmiştir ki:
Enes'e şöyle söylendi:
— Basra'dan sana kardeşlerin geldi, onlar için
Allah'a dua edesin diye... Enes de o gün,
(ibadet ettiği zaviyede) kulübede idi. Enes şöyle dua etti:
— Allah'ım, bizi bağışla, bize merhamet et ve
bize hem dünyada iyilik ver, hem âhirette iyilik ver; Bizi Cehennem azabından
koru. Basra'lı kardeşler ondan daha ziyade duâ istediler. Bunun üzerine aynı
duayı söyledi ve şöyle dedi:
— Eğer bu duâ ile istenenler size verilirse,
muhakkak dünya ve âhi-retin hayrı size verilmiş demektir.[1225]
Hz. E n e s 'in
şahsını ve kardeşlerini içine alacak şekilde Allah'a ettikleri duada dünya ve
âhiret saadetini kazanmak dileği bulunduğundan bu duanın fazileti büyüktür.
Namazların son oturuşlarında, salâvatlardan sonra okunmakta oluşu da buna
delildir.[1226]
634— Enes
îbni Malik'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: — Peygamber (Sallallakli
Aleyhi ve Sellem) bir ağaç dalı alıp da onu
silkti, yaprakları
düşmedi. Sonra silkti, yine düşmedi. Tekrar silkti, yine düşmedi. Hz. Peygamber
şöyle buyurdu:
«— Allah
noksanlıklardan beridir, hamd Allah'a mahsustur ve Allah'dan başka bir İlâh
yoktur (sözleri), ağaç yapraklarını düşürdüğü
gibi, günahları düşürürler.»[1227]
Bu hddîs-i şerifin
manasına uygun olarak İmam Tirmizî, yine Enes
ibni Malik 'den başka bir yolla
şu hadîsi tahriç etmiştir:
«— Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem), yaprakları kurumuş olan bir ağaca rasgeldi de değneği
ile ona vurdu. Ağacın yaprakları dökülüp saçıldı. Bunun üzerine buyurdu kî:
«— Elhamdu Lillâh,
Sübhanellah, La İlahe İllallah ve Allahu Ekber (sözleri), bu ağaç yapraklarını
döktüğü gibi, kulun günahlarından düşürür.[1228]
635— Enes'in
şöyle dediği işitümiştir:
— Bir kadın işini veya
bir işinden şikâyet etmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e geld.
Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu :
— Bundan daha
hayırlısını sana göstereyim mi? Uykuya yatarken otuz üç defa Lâ İlahe İllallah,
otuz defa Sübhanellah ve otuz dört defa Elhamdu Iillâh dersin. Böylece bunlar
yüz eder ki, dünyadan ve dünya-dakilerden daha hayırlıdır.»[1229]
Hadîs-i şerifte üç
zikir adı geçmektedir ki, bunlar:
Tehlîl = Lâ İlahe
İllallah,
Tesbîh = Sübhanellah,
Tahmîd = Elhamdu Lillâh
sözleridir. Peygamber Efendimiz bunlardan Tehlîl ile Tesbîhi otuz üçer defa
Tahmîdi ise otuz dört defa getirmek suretiyle yüze tamamlamayı tavsiye
buyurmuşlardır.
Maddî hastalıkların
tedavisinde nasıl ki, ilâcın muayyen bir miktar ve ölçüsü vardır ve bu ölçü de
bünye ile hastalık seyrine göre değişmektedir; işte manevî hastalıkların
giderilmesi ve ruh sağlığının kazanrlmasi için de böyle bir ölçünün
verilmesinde muhakkak ki hikmetler vardır. Bu bakımdan muayyen olan sayılar
üzerinde durmak ve tavsiye edifen miktarlara uyarak ezkârda bulunmak, manevî
faziletin kazanılması için esastır. Bununla beraber muayyen sayıyı
tamamladıktan sonra daha fazla zikirde bulunmanın ayrıca fazileti olur. Noksan
yapıldığı takdirde ise, murad edilen fazilet tam olarak kazanılamaz.
Bir de teşbihleri bir
oturuşta ve arka arkaya getirerek söylemekte ve gösterilen vakitleri gözeterek
ihlâsla o muayyen vakitlerde ifa etmekte daha çok manevî fazilet vardır.
Bunlara riayet edilmeyerek söylenmelerinde de cevaz vardır.[1230]
636— Yine Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«— Bir kimsenin yüz
defa Tehlîl = Lâ İlahe İllallah, yüz defa tesHh Sübhanellah ve yüz defa Tekbîr
= Allahu Ekber getirmesi, onun on köleyi azad etmesiyle yedi deveyi kurban
etmesinden kendisi için daha hayırlıdır.»[1231]
Bundan önceki hadîs-i
şerîf münasebeti ile ifade edildiği gibi, bu faziletlerin değeri, insanların
haline ve ihtiyaç durumlarına, ihiâs ölçülerine göre değişir. Her ne şekilde
olursa olsun Allah'ı anmak ve ona şükrederek onu yüceltmek kulluk vazifesidir.[1232]
637— Peygamber
(Salkllahü Aleyhi ve Sellem) 'e bir adam gelip dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü, hangi duâ daha
faziletlidir? Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
«— AUah'dan dünya ve
âhirette af ve afiyet dile.» Sonra ertesi gün Peygambere gelip:
— Ey Allah'ın Peygamberi, hangi duâ daha
faziletlidir? dedi. Hz. Peygamber:
«— AUah'dan dünya ve
âhirette af ve afiyet dile. Sana dünya ve. âhirette afiyet verildiği zaman
muhakkak kurtulmuşsundur.»[1233]
Allah dan afiyet
İstemekte her faydalı şeyi kazanmak ve her zararı kaldırmak manası
bulunduğundan diğer dualardan daha faziletlidir. Söz kısa olup, manası
geniştir. Böyle olunca, dünya ve âhirette müminin gayesi olan zararlardan
kurtuluş ve iyiliklere eriş, müminin dileği haline geliyor. Dilek Allah tarafından
kabul edilince de gaye gerçekleşmiş oluyor, yani ebedî kurtuluşa eriliyor.
Günahlar bağışlanmış ve cezalar kaldırılmış oluyor ki, en yüksek maksad ve
gaye budur.[1234]
638— Ebû
Zer, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
«— Allah'a en sevgili
söz: Allah'ı noksanlıklardan tenzih ederim, onun ortağı yoktur. Bütün mülk
onundur, hamd da ona mahsustur. O* her şeye kadirdir. Kudret ve kuvvet sahibi
ancak Allah'dir. Allah'a hamd eder olduğum halde onu noksanlıklardan tenzih
ederim, kelimeleridir.»[1235]
Müslim 'İn yine E b
u Zer yolu ile tahriç ettiği hadîs-i
şerif şöyle :
«—Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e, sözlerin en faziletlisi hangisidir? diye
sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır:
«— Allah'ın, melekleri
için yahut kulları için seçtiği SÜBHANELLAHİ VE BİHAMDİHİ = Allah'a hamdeder
olduğum halde onu tenzih ederim, sözüdür.»
Bu hadîs-i şerif B u h
â rî 'nİn rivayetinden bir cüz olabileceği gibi, ayrıca müstgkil bir hadîs de
sayılabilir. Başka bir hâdise üzerine varid olması muhtemeldir. Şüphe yok ki,
Allah'ı bütün noksan sıfatlardan tenzih edip, ona ortalc koşmamak ve ona hamdİ
eksik etmemek manalarını taşıyan ke-lânvşözierjn., en. faziletlisidir. Bunda
Allah'ın azametini tanımak ve onun kudret ve emirlerine boyun eğmek hikmeti
vardır. Kula düşen İlk vazife, bu sözlerin delâlet ettiği manaya iman etmek
olup, kendi gcziyetini kabullenmektir» İşte Allah'ın kemal sıfatlarla
varlığını yüceltmek yanında, Allah'ın sayısız nimetlerinden dolayı ona hamd
ederek kulluk vazifesini yerine getirmek, faziletin en büyüğüdür.[1236]
639— Hz.
Âişe'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
— Ben namaz kılarken, Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) yanıma geldi, görülecek bir işi vardı. Ben, ona karşı
gecikmiş oldum. O şöyle buyurdu:
«— Ya Aişe! Duanın
özlü ve şümullüsünü yap.»
Ben namazdan ayrılınca
dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Duanın özlü ve şümullüsü
hangisidir? O, şöyle buyurdu:
«— De ki: Allah'ım!
Hayırların hepsini senden isterim, dünyadakini de âhirettekini de; onlardan bildiğimi
de, bilmediğimi de... Bütün'kötülükten de sana sığınırım, dünyadakinden de,
âhirettekinden de; bildiğimden ve bilmediğimden... Senden Cenneti ve ona
yaklaştıracak söz veya amelden ibaret şeyi isterim. Cehennemden ve ona
yaklaştıracak söz veya amelden ibaret şeylerden de sana sığınırım. Hz. Muhammed
(Saliallahü Aleyhi ve Selem) senden neyi istedi ise, ben de senden isterim; ve
Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hangi şeyden sığındı ise, ben de
ondan sana sığınırım. Benim için kazadan ne takdir ettinse, onun sonucu sevab
kıl.»[1237]
Bu hadîs-i şerif,
bütün hayır ve saadet yollarını toplamakta, kötülük yollarını kapamakta ve
akıbet selâmetine ermeği de ifade etmektedir. Çünkü bu dua İle hem insanın
hayatına, hem de ölümünden sonraki saadetine ait şu hayırlar İstenmektedir:
1— Bilinen
ve bilinmeyen dünya hayatı ile âhİret hayatına ait bütün hayırlar, İnsanoğlunun
menfaatine ve huzuruna bağlı şeyler.
2— Dünyada
ve âhirette insana zarar veren, bilinen ve bilinmeyen her çeşit kötülüklerden
uzak kalmak.
3— Cennete
yaklaştıracak söz ve hareketlerle Cennet'i istemek.
4— Cehennem
den ve ona yaklaştıracak söz ve hareketlerden Allah'a sığınmak. Nihayet bunları
daha da özleştirerek :
a— Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) in
Allahdan istediğini istemek, sığındığı
şeylerden Allah'a sığınmak.
b— Kul için
takdir edilmiş olan şeylerin akıbetinde selâmet dilemek. İşte bu dilekler, en
kısa ifade ile en geniş ve en faydalı manaları taşıdıklarından Peygamber
Efendimiz bu şekilde dua etmeyi Hz. Â i ş e validemize ve dolayısiyle bize
tavsiye buyurmuşlardır.
Birinci citdi
tamamlarken biz de aynı duayı okuyor ve yüce Allah'dan bu dileklerimizin
kabulünü niyaz ediyoruz.[1238]
[1] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/III.
[2] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/V-VIII.
[3] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/IX-XVI.
[4] Buhari:Kttab-ı Mevakitu's-Salât, Bab : Fadlu's-Salâti
Li Vaktiha.
>>
:Kitab'ül Cİhad ve's-Sîyer, Bab :
Padlu'l Cihad.
>>
:Kitab'ül Edeb, Bab : BIrru
ve's-Sıla.
Müslim: Kitab'ül tman,
Hadîs No : 13, 138, 139, 140.
Nesai: Kitab'üs Salât.
Nesaî: Kitab'üs Salât.
Tîrmizî: Kitab'üs Salât, Bab : El-Blrru ve's-Sıla.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/1.
[5] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/2-3
[6] Hakim, Tirmizî ve Taberani rivayet etmiştir. Bir kavle
göre eser, bir diğerine göre ise hadîsdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/4.
[7] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/4-5.
[8] Tirmizî: Kitab'ül Birri ve's-Sılâ, Bab : Ma câ'e fi
Birri'l-Valideyni.
Ebu Davud: Kitab'ül
Edeb, Bab ; Birrü'l Valideyni.
Hakîm: «Bu hadîs
sahihdir.» demiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/5-6.
[9] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/6.
[10] Buhari: Kitab'ül Edeb, Bab: Men Ahakku'n-Nas Bi
HusnÜs-Sohbett.
Müslim: Kitab'ül Birrt
Ve's-Sıleti Ve'1-Adab, Hadîs No : 1, 2,
3.
İbni Mace: Kitab'ül
Vasava, Bab'ün Nehyi Anl'l-îmsaki Fi'1-Hayat.
Müsned-î Ahmed:
(Halebi) C. 5, S. 3. 5. (Muavlye b. Hayde).
Şerh-i Fadlillah:
Tahavî de tahrlc etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/7.
[11] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/7-8.
[12] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/8-9.
[13] Beyhakî: Şuabü'l îman.
Mişkâtü'l MesabiH: C, 2, S. 603. Hadîs No: 4943. Kitabü'l Adab.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/9-10.
[14] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/10.
[15] Metinde geçen
NECEDAT İsmi, Necdetgiller diye tercüme edilmiştir ki, Necdet ashabı demektir.
Haricîlerden Necdet ibni Amir'e mensub olanlardır.
[16] Bu eseri, Taberî, Tefsirinde, Abdurrezzak El Haraitî ise «MesavH Ahlâk» adlı kitabında tesbit
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/11-12.
[17] Bu eseri Taberî, Tefsirinin (C. 15, S. 66) da îsra
sûresinin 24. âyet-i kerîmesinin tefsirinde biraz değişik bir lâfızla
zikretmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/12-13.
[18] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/13.
[19] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/13-14.
[20] Müslim: (20)
Kitabü'I Itk, Hadîs No : 25, 26.
Ebu Davud: (40) Kttabü'l Edeb, Bab : Fi Birri'l Valideyn. Ayrıca Tirmizî
«Birr» bahsinde, İbnl Hibban, Tahavî, tbnü'l Carûd ise «Itk> bahsinde bu
hadts-i şerifi tesbit etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/14.
[21] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/14-15.
[22] Beyhakî: Şuab'ül îman, S. 55.
Müntehabu Kenzİ'l-Ummal: C.
2, S. 356.
Halebî baskısı Müsned-i Afcmed'in hamişi.
Îbnû'l-Mübarek: El-Birru vp's-Sıla.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/15.
[23] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/16.
[24] Müsned-i Ahmed : C. 4, S. 409, 429, 430, 527.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/16-17.
[25] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/17.
[26] Ebu Davud : (15) Kitabü'l-Cikad. (31) Bab Fi'r-Resuli
Yagzu ve Ebe-vahu Karihan.
Nese'î: (39)
Kitabü'l-Bey'at Ale'l-Cihad. (10) Bab El-Bey'atü Ale'l Hicreti.
İbni Mace: (24) Kitabü'l-Cihad. (12)
Bab Er-Resûlü yagzu ve-lehu Ebevahu.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/17.
[27] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/18.
[28] Kaynaklan için 12- (7-S) No.lu esere müracaat ediniz.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/18-19.
[29] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/19.
[30] Buhari: (78) Kitab'ül Edeb. (8.) Bab :
Ukuku'l-Valideyn Mİnol Kebair.
Müslim: (1) Kitab'ül
îman. Hadîs No: 143.
Tirmizî: Babu El-Birru
Ve'ş-Şehade.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/19-20.
[31] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/20-21.
[32] Buharî: (81) Kitabü'r-Rikak. (22.) Bab Ma Yukrehu Mİn
Kîylin ve Kal.
Müslim: (30) Kitabü'l-Akziyye. Hadis No : 12, 13, 14.
» : (5) Kitabü'l-Mesacid. Hadis No : 137.
Bu hadîs 139. ile 216 No.lu bablarda tekrar zikredilecektir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/21.
[33] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/21-22.
[34] Müslim:(35) Kitabü'l-Edahî. Hadîs No: 44, 45. Nes&î: Ed-Dahaya. İmam Âhmed:
Ed-Dahaya.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/23.
[35] Başkasına edilen lanetin, eğer o müstahak değilse
lanet edenin kendine döneceği hadîs-i şeriflerle bildirilmiştir.
[36] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/23-25.
[37] İbni Mace; (36) Kitabu'l-fiten, (23.) Bab BB-Sabru
ale'I-Bela-i. Hadis No : 4034.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/25-26.
[38] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/26-27.
[39] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/28.
[40] Buhari: (56)
Kitabu'l-Cihad (138.) Bab : El Cİhadu bi'iznil valideyn.
Müslim: (45) Kitabu'1-Birr. Hadîs No : 5, 6.
Ebu Davud: (15) Kitabu'l-Cihad.
Bab: Fi'r-Reculi yağzû ve Ebevahu Kariheyn.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/28.
[41] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/28-29.
[42] Müslim: (45)
Kitabu'1-Birr. Hadîs No : 9, 10.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/29.
[43] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/29-30.
[44] Münzirî: Et-Terğîb ve't-Terhîb. K. birri ve's-Sıleti.
C. 3, S. 317. Hadîs No : 17.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/30.
[45] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/30-31.
[46] Taberî; Tefsir'de; Suyûtî: Ed-Dürrü'1-Mensûr'da tesbit
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/31.
[47] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/31-32.
[48] Müslim: (44)
Kitabu Fedaili's-Sahabe. Hadis No : 43, 44.
Ebu Davud: (15)
Kitabu'l-Cihad. Yalnız İkinci bölüm.
(Nafile babı) Bab : Fi'n-Nefl.
Müsned-i Ahmed: Cild : 1, Sayfa :
185, Sayı : 1614.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/32-33.
[49] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/33-34.
[50] Buhari: (51)
KItabu'1-Hibe, (29) Müşriklere hediye babı.
Müslim: (12) Kit^bu'z-Zekât. Hadîs No : 49, 50.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/35.
[51] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/35-36.
[52] Buhari (11)
Kitabu'1-Cuma, Elbisenin iyisini giymek babı (7).
Müslim: (37) Kitabu'l-Libac ve'z-Zîneti. Hadîs No :
6, 7, 8, 9.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/36-37.
[53] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/37.
[54] Buhari: (78) Kitabu'1-Bdeb, (4.) Bab : La yesubbu'r
Raculu valideyhi.
Müslim: (1) Kitabu'1-îman, Hadîs No: 146.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/37-38.
[55] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/38.
[56] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/38.
[57] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/38.
[58] Ebu
Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (43)
Babun-Nehyi ara'l Bağyi. (Bağy'in yasaklığı babı.)
Tirmtzi:. (35)
Kitabu'l-Kıyamet, Bab : 57.
İbni Mace: (37) Kitabu'z-Zühcl, Bab : 23, Hadîs No : 4211.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/39.
[59] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/39-40.
[60] Tâberi ve Beyhakî bu hadîs-İ şerifi tahriç
etmişlerdir.
Hafız ibni Hacer Fethü'l-Bari'de (K. El Hudud. Bab :
Ramyi'l-Muhsanât)'da senedi hasendir demiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/40.
[61] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/40-41.
[62] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/41.
[63] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/41.
[64] Ebu Davud; C. 8, S. 195. (8) Kitabu's-Salât, (29) Din
kardeşinin ardından dua etmek babı.
Tirmizi: (25) Kitabu'l-Birri, (7) Ana-baba duası babı.
İbni Mace: (34) Kitabu'd^Dua, (11) Baba duası, Hadîs No : 3862.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/41-42.
[65] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/42.
[66] Buharî; (60) Kitabu'l-Enbiya, Bab : 48.
Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadis No : 7, 8.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/42-44.
[67] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/44-45.
[68] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/45-46.
[69] Bu hadisi, hadis imamlarından Müslisa ve Ahmet tahrîç
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/46.
[70] Bu hadîsi, hadîs imamlarından Müslim ve Ahmed tahriç
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/46-47.
[71] Ebu Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, Bab : Fi
Birri'I-Valideyn.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/47.
[72] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/47-48.
[73] İbni Mace: (33) Sünen. Kitabu'1-Edeb. (1) Babu
Birri'l-Valideyn. Hadis: 3660.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48.
[74] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48.
[75] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48.
[76] Müslim: (25) Kitabu'l-Vesaya. Hadîs No : 14.
Ebu Davud: (18)
Kitabu'l-Vesaya. Bab:.Maca'e fi's-Sadakati ani'l-Meyyit.
Tîrmizî: El-Ahkâm.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/48-49.
[77] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/49.
[78] Buhari: (55) Kitabu'l-Vesayâ. Tirmizî: (5)
Kitabu'z-Zekât. Ebu Davud: (18)
Kitabu'l-Vesayâ. Nese'i: (30)
Kitabu'l-Vesayâ.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/50.
[79] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/50.
[80] Müslim: (45)
Kİtabu'l-Birri ve's-SUâ. Hadîs No : 11,
12, 13.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/50-51.
[81] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/51.
[82] Müslim: (45)
Kitabu'l-Birri ve's-Sılâ. Hadîs No : 11,
12, 13.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/51.
[83] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/51.
[84] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/52.
[85] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/52-53.
[86] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/53.
[87] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/53-54.
[88] Abdurrezzak: Musannefinde, Beyhakl de ilâve ederek
tahric etmişlerdir. Îbni's-Sünnî ise, merfu' hadîs olarak tahriç etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/54.
[89] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/54.
[90] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.
[91] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.
[92] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.
[93] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/55.
[94] Bu hadîs-i şerifi, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizl tahriç
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/56.
[95] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/56.
[96] Buhari: (55)
Kitabu'l-Vesayâ, (11.) Bab: Hel Yedhulü'n-Nisau ve'l-Veledu fi'î-Akarİb.
Müslim; (1) Kitabu'l-îman. Hadîs No : 348.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/56-57.
[97] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/57.
[98] Buharı: (24)
Kitabu'z-Zekât. (1.) Bab : Vucubu'z-Zekât. Müslim: (1) Kitabu'1-Iman. Hadîs No:
12.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/57-58.
[99] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/58-59.
[100] Buharı: (65)
Kitabu't-Tefsîr. (47.) Bab : Muhammed
sûresi Müslim: (45) Kitabu'l-Birri. Hadîs No : 16.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/59-60.
[101] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/60-61.
[102] Buharî: Tarih-İ Kebîr.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/61-62.
[103] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/62.
[104] Müslim:
(45) Kitabu'l-Birri, Hadis
No: 22. Müsned-i Ahmed: Cild : 2, Sayfa
: 300, Sayı : 7979.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/62-63.
[105] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/63.
[106] Ebu Davud: (9) Kitabu'z-Zekât, (45) Sılâi Rahim babı.
Tirmizi:(25) Kitabu'l-BIrri, Katî'atü'r-Rahim. Müsnedi Ahmed: Hadîs : 1680,
1681, 1686.El-İsabe; Cilt : 2, Sayfa : 408. El-îstiab: Cilt: 2, Sayfa : 385.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/63.
[107] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/64-65.
[108] Tirmizî: (25)
Kitabu'1-Bir, Bab : 16.Müsned-i Ahmed:
Cild : 2, Sayfa : 295, Hadîs No : 7918. Bu eserin 65 İle 55 No.lu Hadîsine
müracaat ediniz.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/65.
[109] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/65.
[110] Müslim: Kİtabu'1-Bir, Hadîs: 17. El-İsabe: Cild : 4, Sayfa : 347. El-İstiab : Cild : 4, Sayfa : 345.
Kamusu'l-Alâm; Cild : 4, Sayfa : 3055. Bu eserde geçen 54. hadîsle, ileride
geçeoek 65 nolu hadîse bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/66.
[111] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/66-67.
[112] Buharî: (78)
Kitabu'1-Edeb, (12.) Bab:
Men busite lehu
fi-rızki bi-siletir-Rehimi.
Müslim: (45) Kitabu'1-Bir, Hadîs : 20.
Ebu Davud : (9)
Kitabü'z-Zekât, (45) Bab : Pi siletir-Rahim.
El-İsabe: Cild : 1, Sayfa : 84.
Kamus'ul-Alâm: Cild :
2, Sayfa : 1048.
El-İstiab: Cild : 1, Sayfa : 44.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/67.
[113] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/67-69.
[114] Buhari: (78)
K. El-Edeb, (12.) Bab: Men
Busite Lehu Fi'r-Rızki bi-siletir-Rahmi.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69.
[115] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69.
[116] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69.
[117] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/69-70.
[118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/70.
[119] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/70.
[120] İbni Mace:
(33) Kitabu'1-Edeb. (1.) Bab:
BIrrül Valldeyn. H. 3661. Müsned-i Ahmed: Mikdam hadîsleri: 4/132.
El-İsabe : Cild : 3, Sayfa : 434.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/70-71.
[121] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/71.
[122] Müsned-î Ahmed; Hadîs: 7627.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/71-72.
[123] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/72.
[124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/72.
[125] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/72-73.
[126] Fazlul’l-lahi’s-samed: Cild:1, sayfa : 145.El-İsabe:
cild:2, sayfa:271.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/73.
[127] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/73.
[128] Buhari:
(78) Kİtabu'1-Eaeb, (11.) Bab:
Îsmü'l-Kali'. Müslim: (45)
Kitabu'1-Bir, Hadîs : 18, 19.
Eİ3U Davud : (9)
Kttabu'z-Zekât, (45.) Bab ; Fi-Sılattr
Rahmi. El-İsabe: "Cild : 1, Sayfa:
227.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/74.
[129] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/74.
[130] Buharî: (78)
Kitabu'MMdb, Bab : 13.
Ayrıca bu hadts-i şerîfi tbni HiŞban ve Hâkim tahriç etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/74-75.
[131] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/75.
[132] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/75-76.
[133] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/76.
[134] ebu Davud:
(40) Kitabu'1-Edeb, (43.)
Bab : Fi'n-Nehyi anİ'I-Bağyl. Tirmizî: (35) Kitabu'l-Kıyr-met,
(57.) Bab : Haddesena Aliyibni Hacer. İpni Mace: (37) Kitabu'z-Züha, (13.) Bab:
El-Bağyi, Hadîs: 4211.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/76-77.
[135] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/77.
[136] Buharı: (78)
PZitabu'1-Edeb, (15.) Bab : Leyse'l-Vas:lu bi'1-Mukafi. Ebu Davud: (9) Kitabu'z-Zefcât, Bab : 45.Müsned-i Ahmed
: Hadîs Nu : 6524, 6817, 6785.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/77.
[137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/78.
[138] İbni Hibban bu hadîsi, Sahîh'inde ve Beyhakî de İman
bölümünde tahriç etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/78-79.
[139] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/79-80.
[140] Buhari: (24) Kitabu'z-Zekât, (24.) Bab: Men tasaddaka
fl's-ŞlrB Sümme eşlem.
Müslim: (1) Kİtabu'1-lman, Hadîs
: 194, 195, 196. El-tsabe: Cild : 1,
Sayfa : 348, Kamusu'l-A'lâm; Cild : 3, Sayfa :
1969.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/80-81.
[141] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/81-82.
[142] Bu hadîs-i şerîf 13. babın 26 numarasında geçmiştir.
Buharî: (11) K. El-Cumua, (7.)
Bab i Yelbesu Ahsane ma Yecidu. Müslim:
(37) K. El-Libasu ve'z-Ziyne, Hadis Nu :
6, 7, 8, 9.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/82-83.
[143] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/83.
[144] Şerhi Facüullah : S. 155.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/83-84.
[145] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/84.
[146] Hâkim; Kitabü'l Birr ve's-Sılâ : C. 4, S. 161.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/84.
[147] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/84-85.
[148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/85.
[149] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/85.
[150] Müsned-i Ahmed : Gild : 4, Sayfa : 340. El-îstiab :
Cild : 1, Sayfa : 489.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/86-87.
[151] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/87-88.
[152] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (3.) Bab :
Birrü'l-Validi ve'1-lhsanu lle'l-Benati. Hadis: 3669.
Müsned-t Ahmed: Cild : 4, Sayfa :
154. Eî-tsabe: Cild: 2, Sayfa: 482, Sayı: 5603.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/88.
[153] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/88-89.
[154] İbni Mace:
(33) Kitabul-Edeb, (3.)
Bab: Birrü'l-VaUdi ve'1-İhsani
ila'l-Benat. Hadis: 3670.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/89.
[155] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/89-90.
[156] İmam Ahmed bu hadîsi tahriç etmiştir: Kamüsu't-A'ldm;
Clld : 3, Sayfa: 1746. El-İsabe: Cild : 1, Sayfa: 214, Sayı: 1026.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/90.
[157] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/90-91.
[158] Ebu Davud; (40) Kitabu'1-Edeb, (121.) Bab: Padlu men
Âle yetimen. Ttrmizl: (28) Kitabu'l-Birri, (13.)
Bab:Fi'rı Nafakati Ale'l-Benati ve'1-Ahavat.
El-îsdbe: Clld : 2,
Sayfa : 32-33, Sayı : 3196.
Kamusu'l-Alâm: Cİld; 4, Sayfa; 2567.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/91.
[159] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/91-92.
[160] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (3.) Bab:
Birrü'l-Validt ve'1-lhsani İlel-Benat. Hadis : 3667.
§erhu Fadlillah: îmam
Ahmed : Müsned'de, Nesaî: İşretü'n-Nisa'da tahriç ettiklerini nakletmişlerdlr.
El-İsobe: Cild : 2,
Sayfa : 18, Sayı: 3115.Kamusu'l-A'lâm: Cild : 4, Sayfa : 2544.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/92-93.
[161] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/93.
[162] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/93-94.
[163] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/94.
[164] Müsned-i İmam Ahmed : Cild : 4, Sayfa: 131 (Birinci baskı). Feyzu'l-KadîT: Cild: 5,
Sayfa: 423, Sayı: 7824. Sîracü'î-MünîT; Cild : 3, Sayfa : 260.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/94.
[165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/94.
[166] Buhari'nin «Edebü'l-Müfredsdeki rivayetinden başka
kaynak görülememiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/95.
[167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/95.
[168] Fadlu'llahi's-Samed: Cİld : 1, Sayfa : 167.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/95-96.
[169] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/96.
[170] Fazlu'llahi's-Samed : Cud : 1, Sayfa : 167-168.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/97.
[171] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/97.
[172] Buharî: (62) Kitabu fedaü, (22.) Bab :
Menâkibü'l-Haseni ve'1-Hüseyn. Müslim:
(44) Kitabu fedail, Hadîs : 58, 59.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/98.
[173] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/98.
[174] MÜsnedü'İ-İmâm Ahmed : Cild : 6, Sayfa: 2-3 (Birinci İDastı). El-t$tiab ; Cild : 3, Sayfa
: 451.
El-tedbe: Cild : 3, Sayfa: 433-434, Bayı: 8185.Kamusu'l-A'lâm: Cild: 6,
Sayfa: 4362.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/98-100.
[175] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/100-102.
[176] Buhari: (80) Kltabu'd-Deavat, (19.) Bab: Kavlini Tealâ
(ve Selli aleyhim).
Buhari: (80)
Kitaba'd-Deavat, (47.) Bab: Bddua-i Bi-kesretl'I-Mali ve'1-Veledi
ma'aî-Bereketİ.
Müslim: (5) Kitabu'l-Mesacid, Hadîs: 268.
Müslim; (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadis : 141, 142.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/102-103.
[177] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/103.
[178] Buhari: (24) Kİtabu'z-Zekât, (10,) Bab : ltteku*n-Nara
ve-lev bi Şikkı temretin.
Buharl: (78) Kİtabu'1-Edeb, (18.) Bab : Rahmetfl-Veledl ve takbİyUbJ.
Müslim: (45) Kitabu'l-Birrl, Hadis: 148. Tirmtel: Ebvabu'1-Bİni, Hadîs : 1980.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 1/104.
[179] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/104-105.
[180] Buhori: (78) KİtabÜ'1-Edeb, (18.) Bab :
Rahmeti'l-Veledi ve Takbiliht ye muanekatihl.
Müslim: (43) Kitabu'l-Fezail,
Hadis : 64. Mümed-i Ahmed: Hadîs: 7121,
7287, 7636. Bu eserdeki 98 inci hadise bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/105-106.
[181] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/106.
[182] Buharl: (78) Kitabu'1-Edeb, (18.) Bab:
Rahmeti'l-Veledi ve takbilihi. Müslim: <43) Kitabu'l-Fezaİl, Hadîs: 65.TirmüA: Ebvabul Bİrr, Hadîs : 1976.
Eî-İsabe: Çlld ; 1, Sayfa : 72, Sayı: 231; Kamus'ul-a'îam: Clld : 2, Sayfa :
1007. m-tstiaTie: Clld : 2, Sayfa : 78.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/106.
[183] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/106-107.
[184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/107.
[185] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/107-108.
[186] Buharî; (51)
Kitabu'1-Hİbe, (12.) Bab : E Müslim:
(24) Kitabu!l~Hibat, Hadîs: 17.
El-İsdbe: Cild : 1, Sayfa : 162, Sayı: 694. Kamusu'î-A'lâm: Cild:
2, Sayfa: 1313. Fadîu'îîah:
Cild: 1, Sayfa : 180.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/108-109.
[187] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/109-110.
[188] Bu haberi Taberi tahriç etmiştir.Fadîu'îlah: CİM
: 1, Sayfa : 181,
182.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/110.
[189] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/111.
[190] Feyzu'l-Kadlr: Cild :
6, Sayfa.: 239, Sayı: 9090. Tirmizl: Cild: 6, Sayfa: 171, Sayı:
1923.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/111.
[191] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/111-112.
[192] Buhari: (97)
Kitabu't-Tevhîd, (2.) Bab :
Kul'idu'llaha. MÛitlm: (43)
Kitabu'l-Fezail, Hadîs : 96. Bİ-îstİap : Clld :1, Sayfa: 155. El-Uabe: Cild: 1,
Sayfa: 233-234, Sayı:1136. Eî-tstiab : Cild :
1, Sayfa ; 234-237. Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3, Sayfa : 1782.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/112.
[193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/112-113.
[194] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/113.
[195] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/113-114.
[196] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/114.
[197] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/114.
[198] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/114.
[199] Buhari (78) K. Edeb, (19.) Bab: Ceale'llahu'r-Rîîhmete
mie'te cuz'in. Müslim: (49)
Kitabu't-Tevbe, Hadîs: 17.İbnî Mace:
(37) Kitabu'z-Zühd, (35.) Bab : Ma yurcamin rahmeti'llahi yevme'l kıyameti.
Hadîs : 4293.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/115.
[200] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/115-116.
[201] Buhari: (78)
Kitabu'1-Edeb, (28.) Bab:
(Komşuya vsslyyet). Müslim: (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 140. Müsned-i
Ahmed : Sayı: 8032.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/116.
[202] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/116.
[203] Buharî:
(78) Kitabu'I-Edeb, (31.)
Bab : Men kahe yü'minu bi'llahi
ve'1-Ahiri Fe'la yu'zi carehu.
Müslim; (31) Kitabu'l-Lukata,
Hadis: 14. Müsned-i Ahmed: Sayı: 7615
ve 7633. El-İsabe: Cild : 4, Sayfa :
102, Sayı : 613, El-îstiab: Cild : 4, Sayfa : 102, 103. Faülu'llah: Cild
: 1, Sayfa : 191. 192.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/117.
[204] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/117-118.
[205] Müsned-i Ahmed: Cild : 6, Sayfa : 8. Faâlu'llah; Cild
: 1, Sayfa : 194, 195.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/119.
[206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/119-120.
[207] Buharl: (78)
Kitabu'1-Edeb, (28.) Bab. Müslim: (45)
Kİtabu'l-BIrri, Hadîs : 141. Müsned-i
Ahmed: Sayı: 5577. Bbu Hüreyre'den naklen: No:
(8032).
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/120.
[208] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/120.
[209] Ebu Davud: (40)
Kitabu'1-Edeb, (123.) Bab.
Tirmizl: (25)
Kitabu'l-Birri, (28.) Bab ; Ma cae li Hakki'l-civar. Milsned-i Ahmed; Sayı;
6496.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/121.
[210] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/121.
[211] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/121-122.
[212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/122.
[213] Buharl: (78) Kitabu'1-Edeb, (32.) Bab : Hakki'l-civar
fi Kurbi'l-Ebvab. Ebu Davud: (40)
Kitabu'1-Edeb, (123.) Bab ; Fi
Hakki'l-Civar. Fadlu'llah; CUd ; 1, Sayfa :
197, 198.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/122.
[214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/122-123.
[215] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123.
[216] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123.
[217] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123. A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123.
[218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/123-124.
[219] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/124.
[220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/124.
[221] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/124-125.
[222] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/125.
[223] Bu hadîs-i şerîü, Tahavî taharet bahsinde, Hâkim, Birr
bahclnde (C. 4, S. 167) ve Beyhakî de Şu'abü'l-îman'da (îman'ın Şubeleri bahsi)
taîıriç etmişlerdir.
Fadlu'îîah: Cild : 1, Sayfa : 201
not kısmı.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/125.
[224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/125-126.
[225] Kütüb-i Sitte'de rivayet edilmemiştir.
Müslim: (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs: 142,
143. Müslim: (5)
Kitabu'l-Mesacid, Hadîs : 239. Bî-İsdbe: Cild : 4, Sayfa : 63, Sayı : 384.
El-İstiab : Cild : 4, Sayfa : 62. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 202, 203.
Kamusu'î-A'lâm: Cild: 1, Sayfa: 716.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/126.
[226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/127-128.
[227] Müslim: (45)
Kitabu'l-Birri, Hadîs: 142, 143.
Müsned-i Ahmed : Cild : 5, Sayfa: 149 (I. baskı). Faâlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 205.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/128-129.
[228] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/129.
[229] Tirmizî: (25) Kitabu'l-Birri, (28.) Bab: Ma cae fi
Hakki'l-civar. Müsned-i Ahmed: Sayı : 6566.
Hâkim'in MüstedreK'i: Cild : 4, Sayfa : 164. Et-Terğîb ve't-Terhîb: Cild
: 3, Sayfa : 237. Fadlu'îlah : Cild :
1, Sayfa : 206.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/129.
[230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/130.
[231] Müsned-i Ahmed : Cild: 3 (tik baskı). El-Müstedrek:
Cild : 3, Sayfa : 407. El-tsabe: Cild : 3, Sayfa : 516, Sayı :
8659. El-İstidb : Cild : 3, Sayfa :
510. Kamusu'î-A'lâm: Cild : 6,
Sayfa : 4551.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/130.
[232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/130-131.
[233] Nese'l: (50)
KitabÜ'l-İstiaze, (44.) Bab: El-îstiazetu Mİn Carİ's-Sû-i. Fadîu'llah: Cild :
1, Sayfa : 209.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/131.
[234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/131-132.
[235] El-îsabe: Cild : 2, Sayfa: 351-352, Sayı: 4899.
El-htldb: Cild : 2, Sayfa: 363. Kamusu'l'A'îâm: Cild : 1, Sayfa : 764.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/132.
[236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/132-133.
[237] Faâlu'ttah: CUd :
1, Sayfa : 211, 212. Hâkim: MÜstedrek : K. El-Birru ve's-sıle, C. 4, S.
166. Keza: îmanı Ahmed, Bezzar, İbni Bibban ve Ebu Davud tahriç etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/133-134.
[238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/134-135.
[239] Fadlu'llah: Cİld ;
1, Sayfa: 213, 214.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/135-136.
[240] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/137.
[241] Müslim: Cild :
1, Kitabu'1-îman (1), Hadis: 73.
Müsned-i Ahmed : Sayı: 3672.
» : Sayı : 7865.
Fethü'î-Bari: C. 10. (78) K,
El-Edeb, (29.) Bab ; îsmu melaye'menu çare bevalkehu.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/137.
[242] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/137.
[243] Buharî: (78) Kitabu'1-Edeb, (30.) Bab : La tahûnu
caretun İİ caretiha. Müslim: (12) Kttabu'z-Zekât, Hadîs : 90. El-tstiab: Cild : 4, Sayfa : 263. .
Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 215.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/138.
[244] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/138-139.
[245] Buhari: (78) Kitabu'1-Bdeb, (30.) Bab: La tahûnu
caretün Li-Caretiha. Müslim: Kitabu'z-Zekât, Hadîs : 90. Mümed-i Ahmed: Sayı:
7581, 8052.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/139.
[246] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/139.
[247] Ebu Davud: (40)
K. El-Edeb, (123.) Bab : Fİ Hakki'l-Civar. Hâkim: El-Birri ve's-Sİleti, C. 4,
S. 165. İbni Hibban Sahîh'inde tahriç etmişlerdir. Fadîu'Uah : Clld ; 1, Sayfa
: 217.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/139-140.
[248] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/140.
[249] El-Müstedrek: K. El-Birru ve's-Sileti, C. 4, S. 166.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 218, 219. El-İstiab: Cild : 3, Sayfa : 591.
El-İsabe: Cild: 3, Sayfa: 606, Sayı
: 9168.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/141.
[250] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/141-142.
[251] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 219.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/142-143.
[252] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/143.
[253] Fadlü'llah: Cild :
1, Sayfa : 220. El-İsdbe: Cild :
1, Sayfa : 205, Sayı: 967. El-İstiab : Cild : 1, Sayfa :
210. Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3,
Sayfa : 1744.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/143.
[254] O zamanlar :
Suriye, Lübnan, Ürdün ve
Filistin'i kapsayan bölgeye ŞAM denirdi. Söz konusu Remle şehri Filistin
kısmındadır. Humus da Suriye'dedir.
[255] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/144.
[256] Ebu Davud: (40)
Kitabu'1-Edeb, (123.) Bab: Fi Hafcki'l-Civar. Tirmizl: (25) Kitabu'l-Birri, (28.) Bab :
Ma cae Fi Hakfci'l-Civar.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/144-145.
[257] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/145.
[258] Büharî: (60)
Kitabu'l-Enbiya, (8.) Bab. Müslim: (43) Kitabu'l-Fezail, Hadis: 168. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 222-224.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/145-146.
[259] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/146-147.
[260] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/147.
[261] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/148.
[262] Buharı: (69) K. Nafakat, (1.) Bab : Fi
Fadlu'n-Nafakati ale'1-Ehli. Müslim:
(53) Kitabu'z-Zühd, Hadîs : 41. Neseî: (23) Zekât bahsi. C. 5, S. 86-87.
Tirmizî: (25) Birr bahsi,
(44.) Bab. Hadîs No : 2035. İbnl Mace: (12) Ticarat, (1.) Bab. Hadîs No: 2140.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 226.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/148.
[263] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/148.
[264] Buhari: (24) K.
Zekât, (10.) Bab: İttekû'n-Nara bi-şıkkı
temretin. Müslim: (45) Kitabu'l-Birri,
Hadîs : 147. Bu hactîs-i şerif, biraz derişik olarak 89 nuinaracla geçmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/149.
[265] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/149-150.
[266] Fazlu'llah:
Cild : 1, Sayfa : 228. El-îstiab: Cild : 3, Sayfa : 388.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/150-151.
[267] Arar b. Mürre'nin tercüme-i hali için îbni
Haceri'l-Askalanî, Bl-İsabe, C. 3, S. 382, No: 7902 ve Ümmü Saîd için aynı
eser, C. 4, S. 438 ve No: 1298'e bakılmalıdır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/151.
[268] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/151-152.
[269] Buhari: (78).
Kitabu'1-Edeb. (24.) Bab. El-İsttab:
Cild : 2, Sayfa : 94. Kamusu'l-A'lâm; Cild : 4, Sayfa : 2704.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/152.
[270] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/152.
[271] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/153.
[272] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/153.
[273] İbni Mace: (33) Kitabu'1-Edeb, (6.) Bat? :
Hafcfei'i-Yetim, Hadîs: 3679, Faülu'llah : Cild : 1, Sayfa : 231.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/153.
[274] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/154.
[275] El-İsabe; Cild :
2, Sayfr. : 381. Sayı: 5076. El-İstidb : Cild : 2. Sayfa :
409, 410. Fadlu'llah ; Cild
: 1, Sayfa ; 232, 233.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/154.
[276] Faaiu'llah; Cüd ; 1, Sayfa; 233, 234.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/154-155.
[277] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/155-156.
[278] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/156.
[279] Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa: 234.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/156-157.
[280] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/157.
[281] Ebu Davud: (40)
K. Edeb, (121.) Bab: Pi Fadli Men Â'le yetiymen. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 235, 236. El-îsabe: Cild:
3, Sayfa: 43, 44, Sayı: 6103.
El-İstiab: Cild : 3, Sayfa :
131.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/157.
[282] Es-Sünenii'l-Ktibrâ-Beyhakî: Jîitabu'I-Vesaya, Cild :
6, Sayfa: 285 Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 230.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/158-159.
[283] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/159.
[284] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/160.
[285] Buharî: (23) Kitabu'l-Cenaiz, (6.) Bab : Fadlu Men
Mate lehu veled. Müslim: (45) Kitabu'l-Birri, Hadîs : 150. Fadlu'llah ; Cild
: 1, Sayfa : 237.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/160.
[286] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/160-161.
[287] Müslim: (45)
Kitabu'l-Birri, Hadîs: 155. Fadlullah :
Cİld : 1, Sayfa : 238.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/161.
[288] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/161.
[289] Müslim: (45)
Kitabu'l-Birri, Hadîs: 154. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 238, 239.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/162.
[290] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/162.
[291] Bu hadis-i şerifi, İmam Ahmed tahriç etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/162-163.
[292] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/163.
[293] Bundan önceki 144 sayılı hadîa-i şerife bak. Müslim:
(45) Kitabü'l-Bİrrl, Hadîs No : 155.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/163.
[294] Buharı: (3) KitabÜ'1-îlm, (36> BabrHel yüc'alu li'n
Nisa-i yevmün alâ hldetin.
[295] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/164.
[296] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/164-165.
[297] Müslim,.: (45) fKitabtî'l^irçi, Hadis : 152. El-Utiab:
Cild : 4, Sayfa : 437, 438. FttdUt'îlah:
Cild : 1, Sayfa : 241, 242. "
Mecma'uz-Zevaid: K, Bl-Cenaiz, CiW : 3, Sayfa :8.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/165.
[298] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/165-166.
[299] Nese'î; (21)
Kitabü'l-Cenaiz, (25.) Bab ; Men vütevaffa lehu selâse. Fadîu'llah; CUd : 1,
Sayfa : 242, 243.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/166-167.
[300] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/167.
[301] Buharl; (23) Kitabü'I-Cenaiz, (92.) Bab : Ma Kıyle fi
evladi'l-Müslimin. tbnl Mace: (6) KİtabÜ'l- Cenaiz, (57.)
Bab: Ma cae fi sevabi Men usıybe
biveledihi. Hadîs : .605.
Nesal: (25) Kitabti'l-Cenaia, Men yüteveffa lehu selâsetün. C. 4, Sf.
24.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/167-168.
[302] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/168.
[303] El-İsabe: C'ld : 2, Sayfa: 8-", Öayı: 3525,
El-tstiab : Cild : 2, Sayfa : 9-' Fadlu'îlah: CUd: 1, Sayfa : , M. 245.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/168.
[304] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/168-169.
[305] Buharl;
(81) KttabÜT^Rlkak, (12.)
Bab : Ma Kaddeme Min Malihi fehüve Lehu. Fadlu'llah: Cild: 1, sayfa:
246.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/169.
[306] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170.
[307] Müslim; (45) Kitabü'l-Birri, (30.) Bab: Men yemliku
nefsehu Inde'l-ğadabi. Hadîs : 106.
Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa; 247.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170.
[308] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170.
[309] Müslim: (45)
Kİtabü'l-Bİrrİ, (30.) Bab : Fadlu men
yemliku nefsehu inde'l-fcadab. Hadis : 106.
Abdullah ibnl Mes'ud (R.A.) tariki ile rivayet edilen bu hadîs-i sertf
Ebu Hüreyre (R.A.) tariki ile de rivayet edilmiştir:Ebu Davud:
Kitabu'1-Edeb, (3.) Bab :
Kazeme ğayzen, C. 2, Sf. 548. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, (30.) Bab :
Fadlu men yemliku nefsehu inde'l-gadab. Hadis :
107, 108. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayta ; 247.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/170-171.
[310] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/171.
[311] El-Müsned: tmam Ahmed, Sat:: 693. Famu'llah: Cild : 1,
Sayfa : 247-253.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/171-172.
[312] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/172-173.
[313] El-Müsned : İmam Aîuoâd,.:Sayı1: 3838.Fadlu'lîah: Cİld
: 1, Sayla : $53-255.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/173.
[314] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/173-174.
[315] Ebu Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, (124.) Bab : Fİ
hakki'l-Memlûk. tbnt Mace: (22) Kltabu'l-Vesaya, Hadis : 2696. Fadlu'îîah :
Cild : 1, Sayfa : 255-257.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/174.
[316] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/174.
[317] Bu esere diğer kitaplarda rastlanmamıştır. Fadîu'lîah
: Cild : 1, Sayfa ; 258.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/175.
[318] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/175.
[319] Adiyat süresindeki Kenûd kelimesinin manâsıdır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176.
[320] Bu esere diğer kitaplarda rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176.
[321] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176.
[322] Bu habere diğer kitaplarda tesadüf edilememiştir.
Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 258.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/176-177.
[323] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/177.
[324] Bu haberi îmam Ahmed, Müsned'inin 6. cild ve 40.
sayfasında tahriç etmiştir. Hakim de, MÜstedrek'inin 4. cildinde K. Et-Tıb,
Sayfa : 219-220 tashih etmiştir.Fadlu'îîah : Cild : 1, Sayfa : 260.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/177-178.
[325] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/178.
[326] İmam Ahmed, bu hadîsi (Cild : 5, Sayfa : 250. I.
baskı) tahriç etmiştir. El-İsabe: Cild :
2, Sayfa : 175, Sayı : 4059. El-İstiab:
Cild : 4, Sayfa : 4. Kamusu'l-A'îâm, Cild :
1, Sayfa : 686.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/179.
[327] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/179-180.
[328] Buharl: C55) Kitabu'l-Vesaya, Bab : 25. Müslim: (43) Kİtabu'l-Fezail, Hadîs : 52. Tirmtzî
(Sünen) : (25) K. Ebvabü'1-Birr, (68.) Bab : Ma cae fi huluki'n-Nebiyyt
(S.A.V.) Ctld : 3, Sayfa : 248. Hadîs : 2084. Tirmîzî: Şemailu'n-Nebi
Şerhu'1-Kar! : Sayfa : 492. Hadîs : 2084. (1290 H. baskısı, tst.)
El-îstiâb : Cild : 1, Sayfa : 530. El-îsabe: Cild : 1, Sayfa : 549, Sayı: 2905. Kamusu'l-A'lâm:
Cild: 1, Sayfa: 731.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/180.
[329] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/181.
[330] Ebu ûavud:
(37) Kltabü'l-Hudud, Bab :
Fi's-Sarıkı tu'laku yeduhu fi
unukihi.
ffese'î: (46) Kitabü
Kafi-Sarık, (16.) Bab : El-Kat'u
fi's-Sefer. İbni Mace: (20) K. Hudud, (25.) Bab : El-Abdu Yesruku. Hadîs :
2589, Fadlu'llah: Cİlct; 1, Sayfa ; 262, 263.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/182.
[331] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/182.
[332] Ebu Davud; (1)
Kitabu't-Taharet, (56.) Bab: Fi'l İstinsar. MÜsned-i Ahmed: Cild : 3, Sayfa :
33 ve 211. El-lsabe: Cild : 3, Sayfa : 113, Sayı : 7556. Fadlu'lîah: Cild : 1,
Sayfa : 263, 264.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/183.
[333] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/184.
[334] Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa ; 265.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/185.
[335] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/185.
[336] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 265, 266. Kamusu'UA'lâm:
Cild : 4, Sayfa : 2606. El-İstiab ; Cild :
2, Sayfa : 53. El-îmfa: Çild : 2,
Sayfa ; 60, Sayı: 3357.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/186.
[337] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/186-187.
[338] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/187.
[339] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/187.
[340] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayla ; 266, 267.
[341] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/188.
[342] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/188.
[343] Müslim: (27)
Kitabü'KEyman, Hadîs: 34, 35.Ebû Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, Bab : Fi
Hakki'1-Memluk. El-İstiab : Cild : 3, Sayfa : 105. Fadlu'îlah : Cild : 1, Sayfa : 267, 268.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/188-189.
[344] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/189.
[345] Bu hadîs-i şerifi, îbni Huzeyme ve İbni Hibban tahriç
etmişlerdir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 268.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/190.
[346] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/190.
[347] Müslim: (27) Kitabu'l-Eyisen,
Hadîs : 33. Müslim: Kitabu'l-Cenneti, Hadîs : 28.Ebû Davud: Kitabu'1-Edeb, Cild
: 2, Sayfa : 634.Tirmizî: Kitabu'l-Birri.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 268,
269.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/190.
[348] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/191.
[349] Buharı: (49),
Kitabü'l-i'tk, Bab: 20. Müslim: (45)
Kitâbü'l-Birri, Hadîs: 112-116.
Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 269, 270.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/191-192.
[350] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/192.
[351] Müslim: (37)
Kitabu'l-Libas, Bab: 29, Hadîs: 107.Ebu
Davud: (15) Kitabu'l-Cihad, Bab: Hayvanların dağı. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
270.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/192.
[352] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/192.
[353] Müslim; (27)
Kİtabü'l-Eyman, Hadis : 31-33. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 271.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/193.
[354] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/193.
[355] Müslim:
(27) Kitabu'l-Eyman, Hadîs: 30.Ebu Davud: El-Edeb. Bab : Fi Hakkı'
1-Memlûk, Cild : 2, Sayfa : 634 Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 271.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/194.
[356] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/194.
[357] Müslim: (27)
Kitabu'l-Eyman, Hadîs :,31.Ehu Davud: Kitabü'1-Edeb, Bab : Hakki'l-Memlûk, Cild
: 2, Sayfa : 634. Fadîu'lîah: Cild : 1,
Sayfa : 272.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/194-195.
[358] Müslim: (27)
Kitabu'l-Eyman, Hadîs : 33. Ebu Davud: Kitabu'1-Edeb, Köle hakkı babı.
Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 273.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/195.
[359] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/196.
[360] Müslim: (27) Klt&bul-Eyman, Hadis; 30. Fadlu'îlah
: Cild : 1, Sayfa : 274.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/196.
[361] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/196.
[362] El-fstidb : Cüd : 2, Sayfa : 469.El-tsabe: Cüd : 2,
Sayfa : 505, Sayı : 5706. Kamusu'l-A'lâm : Cild : 5, Sayfa : 3207.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/197.
[363] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/197-198.
[364] Fadlu'Uah : Cild : 1, Sayfa : 275.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/198.
[365] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/198-199.
[366] Fadlu'lîah: Cild :
1, Sayfa: 275.Müslim: (45) Kitabü'l-Birri ve's aleti. (15.) Bab;:
TanrimÜ'z-Zulm.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/199.
[367] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/199.
[368] FadluVah: Clld : î, Sayfa : 275-277.El-tsabe: Clld :
4, Sayfa : 439, Sayı : 1309. El-îstidb :
Clld : 4, Sayfa : 436. Kamusu'l-A'tem: CÜd : 2, Sayfa : 1036.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/199-200.
[369] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/200-201.
[370] Bu nadis-i şerifi, Beyhaki, Bezzar ve Taberant tahriç
etmişlerdir. Fadlu'llah: CİM : 1, Sayfa ; 278.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.
[371] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.
[372] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.
[373] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/201.
[374] Müslim: (53)
Kitabü'z-Zühd, Bab : 18, Hadîs : 74. El-îstiab: Cild : 4, Sayfa : 215.
El-îsâbe: Cild : 4, Sayfa : 217, Sayı: 1254, Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 279,
280.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/202-203.
[375] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/203.
[376] Diğer hadîs kltablarmda bu fıadîs-i şerife
rastlanamanuştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/204.
[377] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/204.
[378] Buharl: Muhtasar Tecrîd-i Sarih tere : Cild : 1, îman
babı, Hadîs : 28. Müslim : (27) Kitabü'1-îman, Hadîs : 38-46. Ebu Davud:
Kitabü'l-Edeb, Köle hakkı babı. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 281-283.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/204-205.
[379] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/205-206.
[380] Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'llah : Cüd
: 1, Sayfa : 284.
[381] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/206.
[382] Bu haberi, İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadîu'îîah :
Cild : 1, Sayfa : 285.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/206-207.
[383] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/207.
[384] Feysu'l-KadiT: Cild : 1, Sayfa : 292, Sayı : 7350.
Müslim: (27) Kitabü'1-îman, Hadîs : 41. Muvatta: (54)
Kitabü'l-İstîzan, (16.) Bab :El-Emru
bi'1-Marûf, Cild : 2, Sayfa
: 980, Hadis : 40. Fadlu'ltah; Clîd
: 1, Sayfa: 285.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 1/207.
[385] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/208.
[386] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/208.
[387] Bu hadls-i şerif için 189 sayılı hadise müracaat
edilsin.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/208.
[388] Müsned-i Ahmed: CUd : 4, Sayfa : 132, Birinci baskı.
Fadlu'llah: CUd : 1, Sayfa : 286.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/209.
[389] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/209.
[390] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/209-210.
[391] Buharı:
(96) Kitabü'n-Nafakat, (8.)
Bab : Vusûbü'n-Nefakati
Alel-Ehli ve'l-u Iyal. Fadlu'lîah : Cild :
1, Sayfa : 287.
[392] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/210.
[393] Ebu Davud : (9) K. Zekât Babti'n fi Sileti'r-Rahmi,
Cild : 1, Sayfa : 393. Nese'î: (23)
Kitabü'z-Zekât, Bab: 53, 54. El-Müstedrek:
Kitabü'z-Zekât, Babü'l îfa-t
11'1-Akriba'i Azamü li'l-Ecri, Cild : 1, Sayfa :
415.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/210-211.
[394] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/211.
[395] Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 288, 289.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/211-212.
[396] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/212.
[397] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/212.
[398] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/212.
[399] Buharî: (49) Kİtabü'I-Itk, (18.) Bab: İzâ etâhu
hadimuhu bita'amihi. Müslim: (27) KİtabÜ'l-Eyman, (10.) Bab : It'amü'l-Memlûki
mimma ye'fculu. Hadîs : 42.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/213.
[400] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/213.
[401] Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 291, 292. Kamusu'l-
A'lâm : CÜd : 4, Sayfa : 2957.
Eî-tstidb: Cild : 2, Sayfa : 176, 177. El-İsabe: Cild : 2, Sayfa : 181, Sayı: 4073.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/214.
[402] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/214-215.
[403] Buhari: (49)
Kltabü'1-Itk, Bab: 16. MÜilim: (27) Kitabü'l-Eyman, Bab : 11, Hadîs : 43. Ebu Davud: (40) Kitabu'1-Edeb, Memlûl babı. Fadîu'lîah:
Cild : 1, Sayfa : 293.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/215.
[404] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/215.
[405] Buharî: (56) Kitabü'l-Cihad, Bab : 145.Müslim: (1) Kitabül-îman, Bab; 68, Hadîs ; 241.îbnî
Mace: (9-) KitabÜ'n-Nikâh, Bab : 42, Hadîs : 1956. Fadlu'llah : Cild : .1,
Sa;yfa : 294, 295. Tirmizî: KitabÜ'n-Nikâh, (23.) Bab : Fi Fadlı Îtaki'l-Emeti
Ve tezevvuciha, Hadîs: 1124.Nesat:
KîtabÜ'n-Nikâh, Bab : Atki'r-Resuli
Cariyetebu Sümme yetezevvecuha, Cild : 6, Sayfa : 115.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/216-217.
[406] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/217.
[407] Buharl: (49) Kİtabü'1-Itki, (17.) Bab:
Karahlyetl'l-Tetavüli Alfi'^-Rakik.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/217.
[408] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/217.
[409] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/218.
[410] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/218.
[411] Buharî: (11) Kitabü'1-Cuma, (11.) Bab:Babü'l-Cumuati
fi'1-Kura ve'1-Muduni. Müslim: (33) Kitabü'l-tmare. (5.) Bab. Hadîs; 20.
Fadîu'îlah; Cild : 1, Sayfa : 296, 297.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/218-219.
[412] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/219.
[413] Fadîu'llah: Cild: 1, Sayfa: 296, 297.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/220.
[414] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/220.
[415] Buharî: (49) Kitabü'1-Itk, (16.) Bab: Babü'1-Abdi iza
Ahsene ibadete Rabbihi ve Nasaha Seyyidehu. Müslim: (27) KItabü'l-Eyman, (11.) Bab, Hadîs: 44. Fadlu'ltah
: Cild : İ, Sayfa : 298.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/220-221.
[416] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/221.
[417] Buharl: (49) K. Itk,
(17.) Bab : Kerahiyetİ't-Tetarull Ale'r-Rakiki. Müslim: (40)
Kitabü'I-EIfaz : (3.) Bab, Hadîs :
17-15.Fadlu'llah: Clld : 1, Sayfa: 299. (Bu hadîsi ayrıca Nese'î ve İbni Hibban
tahriç etmişlerdir.)
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/221.
[418] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/221-222.
[419] Fadlu'llah-is-Samed: Cild : 1. Sayfa: 300, 301. (209 sayılı hadîs-i
şerife bakılsın.)
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/222.
[420] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/222-223.
[421] Ebu Davud: (40) Kitabti'1-Edeb. Bab: 9. Müsned-i Ahmed
: Cild : 4, Sayfa: 23-25 (tik baskı). Fadîu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 301, 302.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/223.
[422] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/224.
[423] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/224.
[424] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/224.
[425] Buharî:
(10) Kitabü'1-Ezan. (18.)
Bab: Babu'l-Ezani
li'1-Müsafiri İzakanû cema'aten. Müslim:
(5) Kitabü'l-Mesacid, (53.) Bab,
Hadîs : 292. Eî-lsabe: Cild : 3, Sayfa : 322, Sayı : 7619. El~İsttab : Cild
: 3, Sayfa : 354. Fadlu'lîah: Cild r 1,
Sayfa: 303, 304.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/225.
[426] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/225-226.
[427] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/226-227.
[428] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/227.
[429] Ebu Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, Babün fi Şükri'l-Marûfi.Tirmizî: (25) Kitabü'l-Birri, (87.) Bab
: Ma cae ü'1-Muteşebbi'i bi-ma lem yutahu. Hadîs No. 2-103. Fadlu'llah: Cild
: 1, Sayfa : 306-308.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/227-228.
[430] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/228-229.
[431] Ebu Davud : (9) Kitabü'z-Zekât, (38.) Bab : Atiyyetü
Men Se'ele bi-llah. Fadîu'llah: CilcL :
1, Sayfa : 308, 369.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/229.
[432] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/229.
[433] Ebû Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, (11.) Bab : Fi Şükril-Maruf. Fadîu'llah: Cild : 1. Sayfa : 309.
Nese'î: KitabÜ'1-Edeb.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/230.
[434] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/230-231.
[435] Ebu Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, (11.) Bab: Fi Şükri'l-Ma'rufi. Tirmizî: (25) Kitabü'l-Birri, Bab
: 35.
Miisned-i Ahmed: Hadîs : 7495, 7926, 8C06 ve ilk baskı C : 2, Sayı: 388.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/231.
[436] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/231.
[437] Faâlu'llah: Cild :
1, Sayfa : 310, 311.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/231.
[438] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/232.
[439] Buharl; (49) KltabÜ'1-Itk, (2.) Bab : Eyu'r-Rikabi
Afdal. Buharl, Tecrid-i Sarih tercemesi: Cild : 7, Sayfa : 444, Hadîs : 1112. Nese'î: Itk ve Cihad babı, Cild : 6,
Sayfa : 19. Müslim: Kitabul-îman, (1.)
Bab: 34. Hadîs: 136. Müsned-i Ahmed: Itk
babı, Cild; 5, Sayfa: 150 (ilk baskı). Darimi: (20) Kitabü'r-Rikak, (28.) Bab.
Hadîs: 2741.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/232-233.
[440] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/233.
[441] Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa: 313, 314. El-İ$abe: Cüd :
3, Sayfa : 214, Sayı : 7061. El-îstiab: Cild : 3, Sayfa : 244. ÜsdÜ'l-ĞaVe;
Cild; 4, Sayfa: 191.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/234.
[442] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/234-235.
[443] Fadîu'îlah: Cild :
1. Sayfa : 214, 215.El-tsabe: Cild :
I, Sayfa : 319, Sayı: 1666.El-îstiab: Cild : 1, Sayfa :
360.Ebu Davudi Tayalisi: Sünen'de;Abdu'1-Ğani b. Said :
Edebü'l-Muhaddis'de tahriç etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/235-236.
[444] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/236-237.
[445] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/237.
[446] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/237.
[447] Buharl: (78) Kitabü'1-Edeb, (33.) Bab : Küllü Ma'rûfin
Sadaka. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
316.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/237-238.
[448] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/238.
[449] Buharı: (78)
Kitabü'1-Edeb, (33.) Bab: Küllü Marûfin
Sadaka. Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, (16.)
Bab. Hadîs: 55. Fadîu'llah: Cild
: 1, Sayfa : 317, 318.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/238-239.
[450] 220 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
[451] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/239.
[452] Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, Bab : 16, Hadîs: 53.
Fadlullah: Cilt: 1, Sayfa: 319, 324.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/240.
[453] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/240-241.
[454] Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, (36.) Bab, Hadîs :
131.İbni Mace: (33)
Kitabü'1-Edeb, (7.) Bab : Îmatatu'1-Eza
Ani't-Tarik,Hadîs : 3681.Fadlu'llah:
Cild : 1, Sayfa : 324, 325.El-İstiab : Cild : 4, Sayfa : 25.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/242.
[455] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/242-243.
[456] Buharî: (10)
Kitabü'1-Ezan, (32.) Bab: Padlu't Tebcir
İla'z-Zahr. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, (36.) Bab, Hadîs : 127. Fadlu'llah:
Cild : 1, Sayfa : 325.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/243.
[457] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/243.
[458] Buharî: K. Ezan'ın sonu.Müslim: (5) K. Mesacld, (14.)
Bab : En Nahyu ani'l-busakifi'l Mescid, Hadîs : 57. İbni Mace: (33) K. Edeb,
(7.) Bab ( Îmatatu'1-Ezâ ani't-Tariki, Hadîs : 3683. MÜsnedi Ahmed:
Cild : 5, Sayfa : 178, 180 (1. basiti).
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/243-244.
[459] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/244.
[460] Bu hadîs-i şerifi İmam Ahmed tahriç etmiştir.
El-İsabe: Cild : 2, Sayfa : 375, Sayı: 5034. El-lstiab : Cild : 2, Sayfa : 373.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/245.
[461] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/245.
[462] Bu hadîs-i şerifi Hâkim. Bezzar ve İbni Hibban tahriç
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/245-246.
[463] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/246.
[464] Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, (16.) Bab : Beyan
Enne's-me's sadakati yeka-u, Hadîs : 52. Ebu Davud : (40) Kitabü'z-Zekât, (60.)
Bab : Fi'1-Maûneti Li'1-Müslim.El-İstiab : Cild : 2, Sayfa : 276.El-İsabe: Cild
: 2, Sayfa : 306, Sayı : 1647.Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3, Sayfa : 1935. 231 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/246.
[465] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/246-247.
[466] Ebu Davud:
(39) Kitabü's-Sünnet, (10.)
Bab: En-Nehyu An Sebbl Ashabı
ResulİIlah.Müsnedi îmam Ahmed: Cild : 5, Sayfa: 437, 439 (1. baskı),
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa; 328-330.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/247-249.
[467] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/249.
[468] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 331.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/250.
[469] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/250.
[470] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/251.
[471] Bu rivayete, diğer hadîsti şerif kaynaklarında tesadüf
edilememiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/251.
[472] Bu hadîs-i şerîf diğer meşhur altı hadîs kitabında
mevcut değildir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/251-252.
[473] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/252.
[474] Kaynak İçin 239 No.lu hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/252.
[475] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/252-253.
[476] Ebu Davud :
(40) Kitabti'1-Edeb, (49,) Bab :
Babun fi'n-Nasihati. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 333, 334.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/253.
[477] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/253.
[478] Ebu Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, (35.) Bab : Fl'1-Gaybetİ. Fadîu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 334-336. El-İsabe: Cild : 3, Sayfa
: 240, Sayı: 7930.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/253-254.
[479] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/254.
[480] Ebu Davud : (40) K. Edeb, (85.) Bab: Men
Ye'huzu'ş-şey'e Ale'l-Mizahİ. Tirmizl: (31) Kitabü'l-Fiten, Bab : 3. Fadîu'üah:
Cild : 1, Sayfa : 336, 337.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/255.
[481] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/255-256.
[482] Müslim: (33) Kitabü'l-İmare, (38) Babü Fadl
İ'aneti'1-Gazi Pi sebi'lil-lab, Hadîs : 133. Elm Davud: (40) KitatoTl-Edeb, (115.) Bab : Fi'd Dâlli
Ale'l-Hayri. TirmîsA: (39) KitabÜ'I-îlm,
Bab : 14. Fadlu'llah: Clld : 1, Sayfa : 337, 338.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/256.
[483] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/256-257.
[484] Buharı: (51) K. Hibe,
(28.) Bab: Kabûli'l-Hedlyyeti Minc'i-Mügrikin. Müslim: (39) Kitabü's-Selâm, Bab : 17, Hadîs : 45. Ebu Davud: (38) K. Diyat,
(S.) Bab : Pi'men Sekiye Rccülen Sümmen. Fadlu'llah: Cild : 1, Ssyfa : 338, 339. Müsnedi'î İmam Ahmed:
Sayı : 2785.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/257.
[485] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/257-258.
[486] Ebu Davud: (40)
K. Cild : 2, Sayfa : 550,
(4.) Babü'n Pi't Tecavüz. Buharİ:
(65) KitaM't-Tefsir, (7.) Bata : Sûreti'1-Araf. Taberi Tefsiri: Eser
numarası : 15538, 1554İ (K. baskı: El-Babi, 1373) Cild : 9, Sayfa : 154. El-tstidb : Cild : 2, Sayfa : 291-298. El-îsabe: Cild: 2, Sayfa: 301, Sayı:
4682. Fadlu'lîah: Cild: 1, Sayfa: 340, 341. Kamusu'l-A'lâm: Cild: 4, Sayfa:
3101.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/258-259.
[487] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/259-260.
[488] Müsned-i İmam Ahmed: Nu. 2136 — 2556. Fadlu'llah: Cild
: 1, Sayfa : 342, 343.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/260.
[489] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/260.
[490] Buharı: (65)
Kitabü't-Tefsîs, Fetih Sûresi, (3.) Bab : İnnâ Erselnake Sahiden ve...
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/261-262.
[491] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/262-263.
[492] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/263.
[493] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/263.
[494] Fadlu'îlah : Cild : 1, Sayfa : 343-346. Ebu Davud:
(40) K. Edeb, (37) Babü'n ü'n Nehyi Ani't Tecessüsi. Eî-Müstedrek:
Kitabü'l-Hudud, Cild : 4, Sayfa : 378.
Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 347, 348.
İbni Hibban da Sahih'inde tesbit etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/263-264.
[495] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/264.
[496] Bu hadîs Küttib-i Sitte'de mevcut değildir. Ancak bunu
Taberanî tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 248, 249.Taberanî: Mecma'uz-Zevaid : Kitabü'i-Menakıfc, Babu
Ma Cae fi:i Hasen (R.A.) Cild : 9, Sayfa : 176.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/264-265.
[497] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/265.
[498] Buharı (78) Kitabü'1-Edeb, (68.) Bab : Et-Tebeosümti
ve'd-Dahik. Müslim: (44) Kitabü Fezaili's-Sahabe, (29.) Bab, Hadîs : 135. El-İsabe: Cild : 1, Sayfa : 234, Sayı :
1137. El-îstiab: Cild : 1, Sayfa : 234.
Kamusu'l-A'lâm: Cild : 3, Sayfa : 1782. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 349. Bundan önceki hadîs-i şerife
bakınız.Buharlı (65), K. Tefsir, Ahkâf sûresi (46/2) Felemma Re'evhu Arifan.
Müslim: Kitabti'l-İstiska, (3.) Bab : Hadîs : 16. Ebu Davud; (40) K. Edeb,
(104) Babu ma yekûlü iza haceti'r-Rih. Fadlu'llah ; Cild. ; 1, Sayfa : 350.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/265-266.
[499] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/266.
[500] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/267.
[501] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/267.
[502] Tirmîzi: (34)
Kitabü'z-Zühd, (2.) Bab : Meni't Teka'l Maharim... İbnî Mace: (37) K. Zühti,
(24) Babü'l Vera-i ve't Takva, Hadîs : 4217. Fadlu'llafr ; ÇiîĞ; 1, Sayfa :
351, 352.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/268.
[503] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/268.
[504] İbni Mace:
(37) Kitabü'z-Zühd, (19) Babü'l
Hüzni ve'l Buka-I, Hadîs : 4193. 252 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/268-269.
[505] 252 ve 253 sayılı hadîslere bakınız. Sahih-i Buharî'de
de (Lâ Tes'elû an eşyae) Âyetinin tefsirinde bu hadîsin bir kısmı tesbit
edilmiştir. İmam Ahmed, Müsned'inde ve İbni Hibban Sa-hih'inde tamamını tesbit
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/269.
[506] Bu hadîsi İbni Hibban ve îmam Ahmed tahriç
etmişlerdir. Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 354.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/270.
[507] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/270.
[508] Tirmizi: (34) Kitabü'z-Zühd, (39.) Bata : Ma cae fi
Maişeti's Sahabeti, Hadîs : 2370.
Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (114.) Bab : Pi'l Meşvereti. İbni Mace:
(33) K. Edeb, (37.) Bab : El-MÜsteşaru Mütemen, H. 3745. El-îstiab: Cild : 4,
Sayfa : 199. El-İsabe: Cild : 4, Sayfa :
209, Sayı : 1199. Hakim MÜstedrek'te: İbni Hibban : Sahih'de tesbit
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/271-272.
[509] Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 357.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/272-273.
[510] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/274.
[511] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/274.
[512] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/274-275.
[513] Hadîsin 1. bölümü : İbni Mace: Mukaddime, Bab : 4,
Hadis : 34. Hadîsin 3. bölümü : İbni Mace: Mukaddime, Bab : 8, Hadîs : 53.
Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa : 358.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/275.
[514] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/275-276.
[515] (Aranızda selâmı yayın) kısmına kadar: Müslim: (1)
Kitabü'1-îman, (22.) Bab. Hadîs : 93. Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (131.)
Bab: îfşai's-Selâm. Fadlu'llah: Cild : I, Sayfa : 359, 360.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/276.
[516] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/277.
[517] A. Fikri YAVUZ,
İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/278.
[518] Bu hadîs-i şerif Kütübi Sitte'de yoktur. Fadlu'lîah: Cild
: 1, Sayfa : 360, 361.
[519] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/278.
[520] Bu eseri, tbni Hibban «Ravzatu'l-Ukalâ»'da tahriç
etmiştir.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
361.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/278-279.
[521] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/279.
[522] Bu eser için başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/279.
[523] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/279.
[524] Buhari: (78)
Kitabü'1-Edeb, (90.) Bab : Ma Yecûzu
Mine'ş ŞiTi ve... Müslim: (43) Kitabü'I-Fezail, (18.) Bab: Hadîs: 70-73.
Fadlu'llah: Cild : X, Sayla : 363-365.
[525] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/280.
[526] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/280-281.
[527] Tirmizi: (25) Kitabü'l-Birri, (57.) BaiJ; Ma Cae fil
Mizahi. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
365.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/281.
[528] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282.
[529] Kütüb-i Sitte'de bu eserç rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282.
[530] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/282.
[531] Fadlu'llah: Cild:
1, Sayfa: 366.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/282-283.
[532] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/283.
[533] Ebu Davud: (40) Kitabtt'1-Edeb, (84.) Bab : Ma Cae
fi'l Mizah, Cild: 2. Sayfa : 596 (I. baskı, 1952). Tirmizi: (25) K. Birri,
(57.) Bab : Ma Çae fi'l Mizah, Hadîs : 1992. Fadlu'llah: Cild : 1. Sayfa ;
366, 367.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/283.
[534] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/283-284.
[535] Buharî: (78)
KitabÜ'1-Edeb, (18) BabÜ'l inblsatJ lla'n Nas. Müslim: (38) Kitabü'1-Adab, Bab (5), Hadîs: 30. tbni Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (24) Babü'n fi'l Mizah.
Fadlu'llah; Cüd : 1, Sayfa : 367, 368.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/284.
[536] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/285.
[537] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/285.
[538] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/285.
[539] Tirmizî: Ebvabü'l-Birri Ve's Sıleti, (63.) Bab. Hadîs:
2070.
[540] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/286.
[541] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/287.
[542] Buharî: (78) K. Edeb, (39) Babu Hüsnİ'l Huluki Ve's
Scha-i ve Ma... Müslim: (43) Kttabü'l-Fezail, Bab: (16), Hadîs:
68.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/287.
[543] 270 ve 271 sayılı hadîs-i şeriflere bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/287.
[544] Bu hadis Kütüb-i Sİtte'de mevcut değildir.MÜsnedl îmam
Ahmed; CHd : 2, Sayfa: 381. (I. baskı).
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/288.
[545] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/288.
[546] Buharî: (61) Kitabü'l-Menakıb, (23.)
Bab : Sifatü'n-Nebî (S.A.V.) Müslim: (45) Kitabü'l-Pezail, Bab: (20), Hadîs: 77. Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa :
372.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/288-289.
[547] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/289.
[548] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/289-290.
[549] Bu eseri îman bahsinde îmam Ahmed ve Hâkim tahriç
etmişlerdir. Fadlu'îlah: C. 1, S. 373.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/290.
[550] Buhari: (81)
Kitabü'r-Rikak, (15.) Bab: El-Ginâ,
Gina'n-Nefsi. Feyzül-Kadîr : Cild : 5, Sayfa:
358, Sayı: 7579 (Buharı hadîsi). Müslim: (12) Kitabu'z-Zekât, (40.) Bab, Hadîs: 120. Müsned-i İmam Ahmed: Cild: 2, Sayfa: 390
(I. baskı). Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 374.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/291.
[551] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/291.
[552] Buhari:
(78) Kitabü'1-Edeb, (39.)
Bab : HÜsnü'l-Huluki Ve's-Seha-i
Ve Ma Yukrehu.
Müslim, (43) Kitabu'l-Fezail, (13.) Bab, Hadîs: 51. Tirmm:
Şemaîlü'r-Resûl (S.A.V.) eserinde. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 374.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/292.
[553] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/292.
[554] Bu hadîs-1 şerif Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir.
Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 375-376.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/292-293.
[555] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/293.
[556] Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 377, 379. 278 sayılı
hadîse bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/293.
[557] 278 sayılı hadîse bakınız.Buharî: (78) Kitabü'1-Edeb,
(39.) Bab : Hüsnü'1-Huluk-i Ve... Müslim:
(43) Kitabü'l-Fezail, (14.) Bab, Hadîs : 56. Fadîu'llah : Cİld : 1, Sayfa : 377.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/294.
[558] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/294-295.
[559] Nesaî: (25) KîtabÜ"l-Cihad. (8.) Bab : Fadlu Men
amile Pi SebUİ-Uahi Alâ Kademini. tbni Mace: (24) Kİtabü'l-Cihad, (9.) Bab,
Hadis : 2774. Müsned-i İmam Ahmed: Cild : 2, Sayfa : 342 (I. baskı). Fadîu'Uah: Cild : 1, Sayfa : 379.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/296.
[560] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/296-297.
[561] Tirmizi: (25)
Kitabü'l-Birri ve's-Sılât (41,) Bab : Ma Cae Fi-1 Bahîl. Fadlu'llah; Cild : 1,
Sayfa : 380.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/297.
[562] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/297.
[563] Bu haber için başka kaynağa rastlanamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/297-298.
[564] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/298-299.
[565] Bu hadis, Kütüb-ü sitte’den yalnız Ebu Davud’un
Sünen’inde vardır.ravisi Ebu hüreyre değil, Hz.Aişe (r.a.) dır.Fadlu’llah:Cild:1.Sayfa:381-384. Ebu
Davud: (40) Kitabü’l Edeb, (7). Bab: Fi-Hüsnü’l-Huluk-i.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/299.
[566] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/299.
[567] Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'îlah: Cild
: 1, Sayfa : 384. Bak. 284 No.Iu hadîs).
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/299-300.
[568] Bu haberi, Hafız îbnî Hacer tsabe'sinde : (Cild : 1, Sayfa : 543-544) tahriç etmiştir.
Fadlu'îlah; Cild ; 1, Sayfa : 384-385.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/300.
[569] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/300.
[570] Bu hadîsi imam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'îîah: Cild
: 1, Sayfa : 385-386.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/300-301.
[571] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/301.
[572] Bu haberi îmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlu'lîah: Cild
: 1, Sayla : 387.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/302.
[573] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/302-303.
[574] İbni Mace: (37)
K. Zühd, (29.) Bab: Zikri'z-Zünûb, Hadîs:. 4246. Tirmizî; (61)
Ebvabü'1-Birr; Ve's-Sıleti, Bab:
Ma Câe Fi Hüsni'l-Hulki, Hadîs No. 2072. El-Müstedrek:
Kitabü'r-Rikak, Cild : 4, Sayfa : 324. Fadlu'llah: Cild: 1, Sayfa: 387-388.
Ayrıca bunu İmam Ahmed tahriç etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/303.
[575] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/303-304.
[576] Başka kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/304-305.
[577] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/305.
[578] İl)ni Mace:
(31) Kİtabü't-Tıbb, (1.) Bab : Ma Enzellellahu Dacn îliı Enzele Devaen,
Hadîs : 3436. Tırmizî: Ebvabü't-Tıb. (3.) Bab : Ma Câe Fi'd-Devai
Ve'1-Hassialeyhi. Hadîs : 2109. tCild : 3, Sayfıt : 1U9) Ebu Davud: (27) Kitabü't-Tib, (1.) Bab : Babü'r-RecÜIi
Yetedava. El-Müstedrek: Kitabü't-Tıb Hayrü Ma Ûtiye'l-Müslimü Hulûkün Ha-sen.
(Cild : 4, Sayfa : 199)
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/305-306.
[579] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/306-307.
[580] Buharî: (1)
Kitabti Bedi'l-Vahyi, (5.) Bab : Haddese Sena Abdan. Müslim: (43)
Kitabü'l-Fezail, (12.) Bab, Hadîs; 50. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 391-392.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/307-308.
[581] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/308.
[582] Müslim: (22) Kitabü'l-Müsakat,
Hadîs: 30.Tirmizî; (65) K. Buyu, Bab : Ma Câe Fi İnzari'l-Mu'siri Ve'r-Rifki
Bini. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 392-393.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/308-309.
[583] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/309.
[584] İzahat için, 289 sayılı hadîs-i şerife bakınız. İbni
Mace: (37) Kitafcu'?-2ü!ıcl, (29.) Bab :
Hadîs : 4246. Ttrmizî: (28)
Kitabü'l-BirrJ, (6?.) B^b, Hadîs : 2005. El-Müstedrek: Kitabü'r-Rikak. Ciîd : 4,
Sayfa : 324. Fadlu'llah: CJld : 1, Sayfa : 393.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/309-310.
[585] Müslim :
(45) Kitabü'l-Birri, Hadîs : 14-15. Tirmizi: (37) Kitabti'z-Zühd, (52.)
Bab, Hadîs : 2390.Darimî: (20) Kitabü'r-Rikak, (73.) Bab : Fi'1-Birri Ve'1-îsmi, Hadis
;2792-2793. (Cild : 2, Sayfa :
230)
Hakim: Kltafcü'I-Buyû',
Cild : 2, Sayfa : 14.Ayrıca İmam Ahmed ile Ebu Avane Birr babında, bu hadîsi
tabriç
etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/310.
[586] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/310-311.
[587] Fadlu'îlah: Cİld : 1, Sayfa: 395-397. El-İsabe: Cild :
1, Sayfa: 230, Sayı: 1110 ve Cild: 2, Sayfa:
522, Sayı : 5799. El-îsttdb:
Cild: 1, Sayfa: 254 ve Cild: 2, Sayfa: 496. KÜtüb-l Sitte'de bu hadîs mevcut
değildir. TcLberani'nin Kebir ve
Evsat'da isbat ettiğim Heysemi
«Mec'mau'z-Zevaid» (C. 9, Sayfa ; 314-315) de tesbit etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/311-312.
[588] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/312-313.
[589] Buharî: (81) K. Rikak, (32.) Bab : Ma Yukrehu Mİn
Kıylin ve Kal. Müslim: (30) Kitabü'I-Ekdiye, Hadis : 12-14. Bu rivayet; Bu eserin 16 ve 460 No.lu
hadîslerinde isbat edilmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/313-314.
[590] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/314-315.
[591] Bu hadîs-I şerif için 279 sayılı hadîsin açıklamasına
bakınız. Buhari: (78) Kitabü'l
Gdeb, (39.) Bab : Htisnül Huluk
Ve's-Seha-i. Müslim: (43)
Kİtabü'l-Fezail, Hadîs : 56.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/315.
[592] Bu hadîs-i şerif Küttib-i Sitte'de yoktur. Ancak bunu
İmam Ahmed ve Ebu Avane Zekât bahsinde, İbni HiWan ye Hâkim Diyat bahsinde
tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah; Çüd ; 1, Sayfa : 400.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/315-316.
[593] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/316.
[594] Tirmizî: (34)
Kitabü'z-Zühd, (21.) Bab: Ma Cae
Fl'z-Zehadetİ Pl'd-Dünya. Hadîs : 2449. (Cild : 4, Sayfa : 5) İlmi Mace: (37)
Kitabü'z-Zühd, (9.)" Bab, Hadîs : 4141. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
400-401.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/317.
[595] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/317-318.
[596] İbni Mace: (12) K. Ticarat, (1.) Bab : Hassi
Ale'l-Mekasib, Hadîs: 2141. Fadlu'llah : Cİld : 1, Sayfa : 301-302.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/318-319.
[597] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/319.
[598] Daha önce geçen 295 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/320.
[599] Buhârî: (56) KitabÜ'l-Cihad, (24.) Bab : Şecaati
Fi'1-Harbi ve'1-Cubni. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs : 48. Fadlu'llah :
Cild : 1, Sayfa : 403-404.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/320-321.
[600] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/321.
[601] Tirmizl: (27)
Kitabü'l-Bİrri, (45.) Bab : Ma Cae Fi
Talâkati'l-VechL Hadîs : 1971.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/321.
[602] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/321-322.
[603] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 404.Buhârî: (49)
Kitabü'1-Itk, (2.) Bab : Eyyü'r-Rikabı Afdal. Müslim: (1) Kitabü'1-îman,
Hadîs: 136. Müsnedi İmam Ahmed: Cild :
5, Sayfa : 150. (I. Baskı) Tafsilât için 220 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/322-323.
[604] Buhârî: (24) Kitabü'z-Zekât, (30.) Bab : Ala Külli
Müslimin Sadakatin. (78) Kitabü'1-Edeb, (33.) Bab. Her ma'ruf sadakadır.
Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, (16.) Bab, Hadîs: 55.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/323.
[605] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/324.
[606] Tabureni ve Bezzar : H. Kcysemî: Mecmau'z-Zevaid Kİtabü'l-Ed'iye, Cild : 10,
Sayfa : 173-174. Mişkatü'l-Mesabih: Cild : 2, Sayfa : 765, Hadis : 2500.
Feyzu'l-Kadîr: Cild : 2, Sayfa : 139, Sayı: 1519. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 405-407.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/324.
[607] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/324-325.
[608] El-MÜstedrek : Kitabti't-Tefsir, Sûretü'l-Mü'minûn,
Cild : 2, Sayfa : 392. Tabakat-ü îbni Sa'd: Cild : 1-2, Sayfa : 89. Nesaî:
Tefsir'de. Bu hadîs-İ şerîf KütÜb-i Sitte'de mevcut değildir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/326.
[609] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/326-327.
[610] Tirmizl: Cild : 6, Sayfa : 224, Hadîs : 2020.
El-Müstedrek : Kitabü'l-îraan, Cild : 1,
Sayfa : 47. Fadlu'llah : Cild ; 1, Sayfa : 408.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/327-328.
[611] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/328.
[612] Bu hadîs-i şerif Kütüb-i Sltte'âe mevcut değildir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/328.
[613] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/328.
[614] Buharl: (78) Kitabü'1-Edeb, (38.) Bab. (Peygamber fahiş değildi.) Müslim:
(39) Kitabü's-Selâm, Hadîs : 10.İbni Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (13.) Bab:
Reddi's-Selâml Ala Ehli'z-Zimmeti. Hadis :
3698. Fadîu'llah; Cild : 1, Sayfa : 409, 410.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/329.
[615] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/329.
[616] Tirmizî: (28)
Kitabü'l-Birri, Cild : 6, Sayfa: 199,
Hadîs: 1978. Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa
: 312-313.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330.
[617] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330.
[618] Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, (26.) Bab, Hadîs :
98-100. (Bu rivayetin manasına
yakındır.)Tirmizî: (28) Kitabti'l-Birri, (78.)
Bab, Hadîs: 2026. (Bu rivayetin manasına yakındır.)
Fadîu'llah; Cild: 1, Sayfa; 411-412.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330.
[619] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/330-331.
[620] Bundan önceki hadîs-i şeriflere bakınız. Bu haberi,
İbni Hibban «Rav-zatü'l-Ukalâ» kitabında tahriç etmiştir. Fadlu'llah : Cild :
1, Sayfa ; 412.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/331.
[621] Bu haberin kaynağına diğer hadîs kitaplarında
rastlanamamıştır.
[622] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/331-332.
[623] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/332.
[624] Müslim: (45)
Kitabü'l- Birri, Hadîs : 85-86. Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (45.) Bab :
Pl'1-Lâln, Cild : 2, Sayfa:575/1952 Mısır. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
413.Müsned-i İmam Ahmed: Cild ; 6r Sayfa : 448. (I. Baskı)
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/332.
[625] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/332-333.
[626] Müslim: (45) Kitabü'l-BJrri, Hadîs: 84. El-Müstedrek:
Kitabü'1-îman, Cild : 1, Sayfa : 47. (Mana bakımından bu rivayete yatındır.)
Fadlu'llah : Cild : I, Sayfa : 414.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.
[627] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.
[628] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.
[629] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/333.
[630] Bu hadîs-i şerifi Beyhakî Şu'abü'l-îman'da tahriç
etmiştir, Kütüb-i Sitte'âe yoktur. Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 415, dip not.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/334.
[631] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/334.
[632] Ebu Davud : (40) Kitabü'1-Edeb, (45.) Bab: Fi'1-La'in.
Tirmizî: (25) K. Birri, (48.) Bab: Ma Cae Fi'1-La'in. Hadîs : 1977.
El-Müstedrek: Kitabü'1-îman, Cild : 1, Sayfa : 48. Feyzu'l-Kadir: Cild : 6,
Sayfa : 420, Hadîs : 9863. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 415.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/335.
[633] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/335.
[634] Müslim: (45)
Kitabü'KBirri, Hadîs; 87. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 415.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/335-336.
[635] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/336.
[636] Buhârî: (78) Kitabü'1-Edeb, (50.) Bab : (Nemime). Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadîs : 168-170, Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (33.)
Bab : Fi'1-Kattat. Ttrmizi: Ebvabü'l-Birri, Babü Ma Cae Fi'n-Nemmam.
Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 416-417.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/336.
[637] İhya-i Ulûm, Cüz : 3, Sayfa : 135.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/336-337.
[638] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/337.
[639] Müsned-î İmam Ahmed: Cild : 6, Sayfa : 459. (I. Baskı)
Kısaltılmış olarak : İbni Mace : Hadîs: 4119. Beyhâkî tahrlç etmişlerdir.
Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 419, dip not.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/337-338.
[640] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/338.
[641] Bunu Bey haki: Şu'abü'1-îman adlı eserde tahriç
etmiştif. Fadlu'lîah : Cild : 1, Sayfa : 420.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/339.
[642] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/339.
[643] Hadîs hafızı: Mİzzî, Tehzibu'l-Kemal adlı eserde nakl
etmiştir. Baca kaynaklarda bu habere rastlanamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.
[644] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.
[645] Bu haber İçin başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.
[646] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/340.
[647] Diğer kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/341.
[648] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/341.
[649] Diğer kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/341-342.
[650] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/342.
[651] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/342.
[652] Ebu Davud: (40) K. Edeb, (63.) Bab: Fi'1-Elkab, Cild:
2, Sayfa: 587. Tirmizî: (44)
Kitabü't-Tefsîr, Hücurat Sûresi, Hadîs : 3264.
timi Mace: (33) Kitabü'1-Edeb, (35.) Bab, Hadîs: 3741. Müsned-î İmam
Ahmed : Cild : 4, Sayfa : 69. (I. Baskı) El-Müstedrek: Kitabü't-Tefsir, Cild :
2, Sayfa : 463. Fadîu'îlah : Cild : 1, Sayfa : 422-423.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/342-343.
[653] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/343.
[654] Başka kaynaklarda bu habere rastlanamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/343-344.
[655] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/344.
[656] 312 sayılı hadîs-i şerife bakılsın. Tirmizî, Hadîs:
1978.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/344-345.
[657] Buhârî: (52) Kitabü'g-Şehadat, (16.) Bab: îza Zekkâ
Recülen. Müslim: (53) Kltabü'z-Zühd, (14.) Bab, Hadîs : 65-66. Ebu Davud: K.
Edeb, (10.) Bab, Cild : 2, Sayfa : 553 (Mısır bas.) Cild : 1, Sayfa ; 425-426.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/345.
[658] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/346.
[659] Buhârî: (78) K. Edeb, (54.) Bab : Ma Yükrehu
Mine't-Teraadühi. Müslim: (53) Kitabti'z-ZÜhd, Hadîs : 67, CİM : 1, Sayfa ; 426-427.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/346.
[660] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/346.
[661] Başka kaynaklarda bu habere rastlanamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/347.
[662] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/347.
[663] Bu haberi, Beyhakî ve İbni Mace Hz. Muaviye'den başka
bir rivayetle aynı manada tahriç etmişlerdir. (Hadîs : 3743) Fudlu'llah; Cild :
1, Sayfa ; 427.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/347.
[664] Tirmizî: (50) K. Menakiü, Cüz : 9, Sayfa : 346, Hadîs
: 3797-3882. El-Müstedrek: Marifetü's-Sahabeti, Cild : 3, Sayfa : 233.
Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 427-428.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/348.
[665] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/348-349.
[666] Buhârî: (78) Kİtabü'1-Edeb, (38.) Bab : Lem Yefcun-İ
Nebiyyü CS.A.V.) Fahişen ve-la Mütefahiıisen. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri,
Hadîs : 73. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 429-430.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/349-350.
[667] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/350.
[668] Müslim: (53)
Kitabü'z-Zühd, Hadîs: 68. Tirmİzî: Ebvabü'z-Zülıd, Babu Kerahiyeti'l-Midhati Ve'1-Meddahin, Hadîs : 2504. Ebu Davud : K.
Edeb, Babü'n Fİ Kerahiyeti't-Temaduh-i, C. 2, Sf. 553. Feyzuî'kadlr: Cild : 1,
Sayfa : 362, Hadîs : 646. Fadlu'îlah : Cild :
1, Sayfa : 431-432.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/350-351.
[669] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/351.
[670] Bundan önceki hadîs-1 şeriflerin açıklanmasına
bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/351-352.
[671] Bu hadîs-i şerifi İmam Ahmed, Cild : 5, Sayfa: 32.
(I. Baskı). Ebu Davud, Nesaî tahriç etmişlerdir. Fadîu'lîah : Cild : 1,
Sayfa : 435.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/352-353.
[672] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/353-354.
[673] Bu hadîs-İ şerifi İmam Ahmcd, Hâkim, İbni Hîbban
tahriç etmişlerdir. Fadlu'lîah: Cild :
1, Sayfa : 427.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/354-355.
[674] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/355.
[675] Bu haber için başka bir kaynağa rastlanamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/355-356.
[676] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/356.
[677] Diğer kaynaklarda bu esere rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/356.
[678] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/356.
[679] Tirmizî: (28) Kitabü'l-Birri, (64.) Bab, Hadîs: 2009.
timi Mace: (6) Kitabü'l-Cenaiz, (2.)
Bab, Hadis : 1443. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 438-439.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/357.
[680] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/357.
[681] Bu habere diğer kaynaklarda rastlanamannştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/358.
[682] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/358-359.
[683] Buharı: Kitabü'l-Ecleb, Ziyaret Babı, Fadlu'îlah :
Cild : 1, Sayfa ; 440-441.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/359.
[684] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.
[685] Diğer kaynaklarda bu habere rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.
[686] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.
[687] Müslim: (37) Kitabü'l-Libas, Hadîs : 10.Ebu Davud: Cild : 2, Sayfa : 372, 1952/Mısır
bask. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
441-443.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/360.
[688] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/361.
[689] Buhârî: (11) Kitabü'1-Cuma, Bab : 7. Müslim: (37) KItabü'l-Libas, Hadîs : 6-9.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/361-362.
[690] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/362.
[691] Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, Hadîs: 38. Fadlu'Uah : Cild ; I, Sayfa ; 444.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/362.
[692] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/363.
[693] Ebu Davud: K. Edeb, Cild : 2, Sayfa : 626, 1952/Mısır
bask. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa ;
444-445.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/363.
[694] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/363.
[695] Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız.
Tirmizî, Kitabti'z-Zühd, Hadîs : 2386.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/364.
[696] Hâkim: Kitabü'l-Birri Ve's-Sılâ. Fadlu'llah: Cild
: 1, Sayfa : 446-447.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/364-365.
[697] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/365.
[698] Ebu Davud; (40) Kitabü'1-Edeb, (58.) Bab :
Er-Rahme.Tirmizl: (25) Kitabü'l-Birri, (15.) Bab: (Çocuklara merhamet) 353 ve
354 sayılı hadîslere bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/366.
[699] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/366.
[700] Mana bakımından bu hadis-i şerifin bundan önceki
hadîslerden farkı yoksa da, lâfız ve sened değişikliği itibariyle Kütüb-i
Sitte'do mevcut değildir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/367.
[701] Ebu Davud: Kitabü'1-Edeb. Fadlu'îîah: Cild : 1, Sayfa: 449.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/367.
[702] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/367-368.
[703] 354 sayılı hadîs-i şerîfe müracaat ediniz.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/368.
[704] Bk : İslâm Fıkht ve Hukuku, Sayfa : 281-282.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/369-370.
[705] Buharı:
(78) Kitabü'1-Edeb, (89.)
Bab : IkramÜ'l-Kebîri. Müslim:
(28) Kitabü'l-Kasame, Hadîs: 1-6.
Ebu Davud: Kitabü'd-Diyat, Cild : 2, Sayfa : 484-485. Tirmtâ: (14) Kitabü'd-Diyat,
(23.) Bab, Hadîs: 1422. Sünen-i Nesaî: Kitabü'd-Diyat, Cild ; 8, Sayfa : 6-12.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 450-452.
[706] Bu zat ilmi ve kıraati ile meşhur Abdullah ibni Mesud
değildir.
[707] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/370-371.
[708] Buhârî: (65)
Kitabü't-Tefsir. Sûre-i İbrahim (14). Müslim:
(50) Kitabu Sıîati'l-Münafikîn, Hadîs : 63-64. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 452-453.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/371-372.
[709] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/372-373.
[710] Nesaî: Cild : 4, Sayfa : 14, En-NiyahatÜ Ale'l-Meyyit
(kısaltılmış olarak). 1964 Mısır, ilk baskı. Fadlu'Uah: Cild : 1, Sayfa :
453-458. Et-lstiab : Cild : 3, Sayfa : 224. Eî-tsabe: Cild : 3, Sayfa : 242.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/373-374.
[711] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/374-376.
[712] Müslim: (15) Kitabü'1-Hacc, Hadîs: (413-415), Bab : (85). îbni Mace: (39) Kitabü'l-Et'ime, Hadîs: (3329). Tirmizl: (49) Kitabü'd-Daavat,
Hadîs: (3450). Fadlu'llah: Cild : 1,
Sayfa : 458-459.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/376.
[713] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/376-377.
[714] 353 sayılı haçüş-i şerîfç yç açıklamasına.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/377.
[715] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/377.
[716] İbni Mace: El-Mukaddime, Bab : Fezaili Sahabe, Hadîs
: 142-144. Tirmizl: Menakıb-ı Hasan ve
Hüseyin, Hadîs : 3777. El-İstiab: Cild : 3, Sayfa : 627. El-İsabe: Cild : 3,
Sayfa : 630, Sayı : 9363, Faölu'Uah; Cild : 1, Sayfa ; 459-460.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/378.
[717] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/378-379.
[718] El-İstiab: Cild : 2, Sayfa: 2G6 ve Cild : 4, Sayla:
436. El-İsabe: Cild : 2, Sayfa : 280, Sayı : 365 ve Çiid : 4, Sf : 439, Sy :
1309, OM : X, Sayfa : 460-461.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/379-380.
[719] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/380.
[720] Bu haber için herhangi bir kaynağa rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/380-381.
[721] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/381.
[722] El-lsabe: Cild : 1. Sayfa: 312, Sayı: 4725.
El-l&tiab: Cİld : 1, Sayfa : 374.
Kamusu'l-A'lâm: Cild : 4, Sayfa : 3094. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
461-462.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/382.
[723] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/382-383.
[724] Buharı: (78) Kitabü'1-Edeb,
Bab: (81). Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs: 81. İbni
Mace: Kitabü'n-Nikâh, CÜd : 1, Sayfa :
637, Hadîs : 1982. Ebu Davud :
Kitabu'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa :
580-581, Mısır/1952. Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa : 462.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/383.
[725] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/383.
[726] Fadlu'llah:
Cild : 1, Sayfa: 463-464. Kamusu'l-A'lâm: Cild: 4, Sayfa:
3101-3102.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/384-385.
[727] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/385.
[728] Buhârî: (97)
Kitabü't-Tevhid, Bab :(2). Müslim: (43) Kitabü'l-Fesail, Hadîs : 66.
Fadlu'llah: Cİld : 1, Sayfa : 464.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/386.
[729] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/386.
[730] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.
[731] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/386.
[732] Bundan önceki habere bakılsın. Bunu İbni Huzeyme
tahriç etmiştir. Fadîu'îîah: Cild : 1, Sayfa : 465.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/387.
[733] Bu hadîs-i şerifi
Taberanî, Ziyad ibni
Mİftrafc'dan Malik yolu
ile zMu'cemü's-Sağîr'inde tahriç etmiştir.Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 466.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/387.
[734] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.
[735] Tirmizl: (25) Kitabü'l-Bîrri, Bab : (16), Hadîs: 1924.
Ebu Davud: Kitabü'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa: 583, Mısır bask./1952. Fadîu'îlah:
Cild : 1, Sayfa : 466.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.
[736] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.
[737] 370 sayılı hadîs-i şerîfe bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/388.
[738] Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs: 63, El-İstiab:
Cild : 1, Sayfa : 23. Fadîu'îlah; Cild : 1, Sayfa : 467.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/389.
[739] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/389-390.
[740] Çoluk-çocuğa şefkat ve merhamet etmekle İlgili olan bu
hadîs-i şerifi Nesaî tahriç etmiştir.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa ; 467.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/390-391.
[741] Buhârl: (42) Kitabü'l-Müsakat, (9.) Bab. Müslim: (39)
Kitabü's-Selâm, Hadîs : 153. Ebu Davuâ: Kitabü'l-Cihad, Cild : 1, Sayfa : 22,
Mısır bask. 1952. Fadîu'llah: Cild ; 1,
Sayfa : 468, 469.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/391-392.
[742] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/392.
[743] Buhârî:
(42) KitabÜ'l-Müsakat, (9.)
Şab. Müslim; (39) Kitabü's-Selâm, Hadîs : 151. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 469, 470.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/392-393.
[744] Nisa Sûresi, Âyet: 31.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/393.
[745] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/393.
[746] Bu hadis Kütüb-i Sİite'de yoktur. Bunu İmam Ahmed de
tahriç etmiştir. Fadlu'llah: Cild : I, Sayfa ; 471.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/393.
[747] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/394.
[748] Merhametle İlgili bundan önceki hadîslere ve
açıklamalarına bakılsın. Bunu İmam Ahmed tahriç etmiştir. Kütüb-i Sitte'ûe
yoktur.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/394.
[749] Ebu Davud : (15) Kitabü'l-Cihad, (112.) Bab ve Çiltf ;
2, Sayfa : 51 ve Cild : 2, Sayfa : 656. 1952 bask. Fadîu'lîah; Cild; 1, Sayfa:
471, 472.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/394-395.
[750] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/395.
[751] Mizanü'l-İtidal, Cild : 4, Sayfa: 301-302. No: 9233.
Fadîu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 472.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/396.
[752] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/396.
[753] Buhârî: (78) KitabÜ'1-Edeb, Bab: (18, 112). Müslim: (38) Kitabü'1-Adab, Hadîs
: 30.Et>u Davud: Kitabü'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa : 589, 1952/Mısır bask.
Tirmizî: (28) Kitabü'l-Birri, (57.)
Bab, Hadîs : 1990, İbni Mace:
(33) Kitafcü'I-Edeb, (24.) Bab, Hadîs : 3720.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/396.
[754] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/397.
[755] Buhârî: (35)
Kitabü's-Sulh, (2.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Bîrrl, Hadîs : 101. Fadlu'llah :
Cild : 1, Sayfa : 472-476.
[756] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/397-398.
[757] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/398-399.
[758] Buhârl: (78) Kitabü'1-Edeb, (69.) Bab.Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, Hadîs: 103-105.Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa : 476-478. Ebu
Davud: Kitabü'1-Edeb, Cild : 2, Sayfa : 593, Mısır bask. 1952.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/399.
[759] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/399-400.
[760] Ebu Davud: Kitabü'l-Edab, Cild : 2, Sayfa : 594, Mısır
fcask. 1952. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa
: 478.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/400.
[761] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/400-401.
[762] Tirmizî: (35)
Kitabü'l-Kıyamet, (55.) Bab. tbni Mace: (36) Kitabü'l-Fiten, (23.) Bab, Hadis:
4032. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 478, 479.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/401-402.
[763] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/402.
[764] Buharı: (97) Kitabü't-Tevhid, (3.) Bab. Müslim: (50) Kitabu Sıfatı11-Münafıkîn, Hadîs : 49,
50.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/402-403.
[765] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/403.
[766] Buhârî: (60)
Kitabü'l-Enbiya, (28.) Bab.
Müslim: (12) Kitabü'z-Zekât, Hadîs : 141, 142.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/403-404.
[767] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/404-405.
[768] Ebu Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, (50.) Bab. Tirmizl: (35) Kitabü'l-Kıyamet, (56.) Bab. Fadlv'llah:
Cild : 2, Sayfa : 482, 483.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/405.
[769] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/405-406.
[770] Bu haberi aynı isnadla Taberânî tahriç etmiştir.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 484.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/406.
[771] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/406.
[772] Feyzü'l-Kadîr: Cild : 4, Sayfa: 546, Hadîs: 6215. Ebu Davud : (40) Kitabü'1-Edeb, (71.) Bab. Fadlu'ttah; CUd : 1, Sayfa : 484,
485.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/407.
[773] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/407.
[774] Tîrmîzî: (25)
Kitabü'l-Birri, (58.) Bab. Feyzu'l-Kadir: Cild : 4, Sayfa : 421, Sayı: 9865.
Fadlu'llah: Cild : 1. Sayfa ; 485, 486.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/408.
[775] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/408-409.
[776] Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadîu No: 121. Feyzu'l-Kadîr: Cild : 1. Sayfa : 192,
Sayı: 4890, . Fadîu'llah; Cild : 1,
Sayfa ; 486.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/409.
[777] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/410.
[778] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/410.
[779] İbni Mace: (36)
Kitabü'l-Fiten, (7.) Bab, Hadîs: 3949. Fadlu'llah; dW ; i, Sayfa : 4Ş6, 437.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/410-411.
[780] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/411.
[781] Buhârî: (78)
Kitabü'1-Edeb, C62.) Bab. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 480-491.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/411-413.
[782] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/413-414.
[783] Buhûrl: (78) Kitabü'1-Edeb, (57.) Bab. Müslim: (45)
Kltabü'l-Birrl, Hadîs No : 23. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 491, 492.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/414-415.
[784] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/415-416.
[785] 388 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız.
Buhârî: (78) Kitabü'1-Edeb, (62.) Bab.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/416.
[786] Müslim: (45);
Kitabü'l.Birri, Hadîs No : 25. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 492, 49.3..
(1) Buharı i (78) Kitabü'l-Birri,
Hadîs No: 31. Fadlu'llah: Cild : 1,
Sayfa : 493.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/416-417.
[787] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/417.
[788] Bu hadis-I şerif Kütûb-i Sitte'de yoktur. Bunu îmanı
Ahmed tahriç etmiştir. Fadîu'lîah: Cİld : 1, Sayfa : 494 dip not.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/417-418.
[789] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/418.
[790] Bundan önceki hadîs-İ şeriflere bakınız. Bu hadîs-İ
şerîf Kütüb-i Sitte'-de yoktur. Bunu tmam Ahmed tahriç etmiştir. Cild : 4,
Sayfa : 20.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/418-419.
[791] Buhârî: (78)
Kltabü'1-Edeb, (63.) Bab.Müslim: (44)
Kitabu Pezaİlİ's-Sahabe, Hadîs No : 80. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 496, 497.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/419.
[792] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/419.
[793] Ebu Davud: (40)
Kitabü'l-lîdeb,; (47.) Bab. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa ; 498.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/420.
[794] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/420.
[795] Bundan önceki 404 sayılı hadîs-i şerife ve
açıklamasına bakınız.
[796] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/420-421.
[797] 399 sayılı hadîs-i şerife ve kaynaklarına bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/421.
[798] 402 sayılı hadis-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/422.
[799] 398 ve 400 sayılı hadîs-i şeriflere bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/422-423.
[800] Buftdrî; (93) KitabüU-Ahkftm, (27.) Bab. Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 98. TirmiZl: (28) Kitabü'l-Birri, (78.) Bab, Hadîs
No: 2026. Ebu Davud: Cild : 2, Sayfa : 566, 567, 1952 Mısır bask. Fadlu'llah ;
Cild ; 1, Sayfa : 500.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/423.
[801] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/423.
[802] Buhârî: (78) Kitabti'1-Edeb, (57.) Bab. Müslim: (45)
KitabÜ'l-Birri, Hadîs No : 28. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 501-504.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/423-424.
[803] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/424-425.
[804] Müslim: (45)
KitabÜ'r-Birri, Hadîs No : 35.
Feyzü'l-Kadîr: CUd : 3, Sayfa : 259, Hadîs No : 3341. Fadlu'llah; Cild;
I,.Sayfa; 501.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/425.
[805] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/425-426.
[806] Bu haberin kaynağına rastlanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/426.
[807] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/426.
[808] Bu hadis Kütüb-i Sitte'de ^mevcut değildir. İmam
Şuyutl biraz değişik lâfızla bunu Taberantden nakletmiştir. Feyzu'l-Kadir: Cild
: 3, Sayfa: 289, Hadîs: 3421.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/426-427.
[809] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/427.
[810] Ebu Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (47.) Bab. Fadlu'llah:
Cild : 1, Sayfa ; 506.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/427.
[811] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/428.
[812] Bu haber için
başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/428.
[813] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/428.
[814] Buhârî: (43) Kitabü^tstikraz, (20.) Bab.1 ' Müslim:
(33) Kitabü'l4inaret, Hadis No : 20. Fadlu'ttah : Cild : li' Ba^fa : S07.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/429.
[815] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/429.
[816] BuMrt; (51)
Kitabü'1-HIbe, (30.) Bab.Müslim: (24)
Kitabü'l-Hİbat, Hadîs No : 5.
Fadiu'îîah: Cİld : 1, Sayfa :
507, 508.İslâm Ftkht ve Hukuku ; Sayfa ; 208, Hibe bahsi — A. F. Y.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/430.
[817] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/430-431.
[818] Ebu Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, (5.) Bab. Tirmizî: (25)
Kitabü'l-Birri, (41.) Bab : Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 508, 509.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/431.
[819] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/432.
[820] Ebu Davud: K. Edeb, tntisar babı, CilÖ : 2, Sayfa:
673/ Mısır/1952.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/432.
[821] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/433.
[822] El-İsabe: Cild : 4, Sayfa : 238, Sayı : 386.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/433.
[823] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/433-434.
[824] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/434.
[825] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/434.
[826] Bu haber Kütüb-i Sttte'de yoktur. Bunu Bezzar ve îbni
Hlbban tahrlç etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/435.
[827] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/435-436.
[828] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 512. (1) Müslim:
(45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 68. Ebu Davud : Cild :
2, Sayfa : 573, Kitabü'1-Adab,
1952 Mısır bask. Tirmizî: K. Birri, Babü'ş-Şetmi, Cild : 6, Sayfa :
201, Hadîs : 1982. Fadlu'llah :
Cild : 1, Sayfa : 513.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/436.
[829] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/436.
[830] Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/436-437.
[831] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/437.
[832] Bu hadîsler için başka kaynak bulunamamıştır.
Fadlu'llah: Cild : I, Sayfa : 514.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/437.
[833] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/437-438.
[834] Bu hadîs-i şerîf Kütmi Sitte'de yoktur.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/438.
[835] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/439.
[836] Bundan önceki hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız.
Bu hadîs-i şerifi Müslim rivayet etmiştir: KitabÜ'l-Cenne (51), Hadîs No: 64.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/439.
[837] Ebu Davud: (19)
Kitabü'l-Harac, (35.) B*b. TirmİH: (19) Kitabü's-Siyer. (24.) BabrHadîs No:
1577. Feyzü'l-Kadlr: Cild : 3, Sayfa :
16, Hadîs No : 2634, 2635. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 515, 516.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/439-440.
[838] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/440.
[839] Vese-î; (37) Kitabü Tahrîmi'd-Dem, (27.) Bab.İbni
Mace: (36) Kitabü'I-Fiten, (4.) Bab,
Hadîs No: 3941, Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 517.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/440.
[840] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.
[841] Buhârî (78) Kitabü'1-Edeb, (38.) Bab. Fadlu'llah: Cild
: 1, Sayfa : 518.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.
[842] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.
[843] Buharı: (2)
Kitabü'1-İman, (36.) Bab. Müslim: (1)
Kitabü'l-İman, Hadis No; 116, Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa : 518.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/441.
[844] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/442.
[845] Buhârl: (78)
KitabÜ'1-Edeb, (44.) Bab.Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadîs No; Ul, Fadlu'llah:
CHd ; 1, Şayja : 519.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/442.
[846] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/442-443.
[847] Buhârî:
(61) Kttabü'l-Menaklb, (5.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-lman, Hadîs No : 112. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa ; 520.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/443.
[848] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/443-444.
[849] Buhârî: (78)
Kitabü'1-Edeb, (44.) Bab. Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, (109.) Bab. Famu'Ucth; ÇUÜ ; 1, Sayfa : $21, 522.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/444.
[850] A'raf Sûresi, Âyet: 200.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/444-445.
[851] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/445.
[852] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/445-446.
[853] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/446.
[854] Buhâri: (78)
Kitabü'l-Edeb, (72.) Bab. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No : 127.
Fadîu'îîah: Cild : 1, Sayfa : 523, 524.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/446-447.
[855] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/447.
[856] Ebu Davud : (32) Kitabü't-Tereccül, (8.) Bab.
FadUu'llah: Cild : 1, Sayfa : 524.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/447.
[857] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/447-448.
[858] Buhârî: (56)
Kitabü'l-Cihad, (141.) Bab. Müslim: (44) Kitabu Fezaili's-Sahabe, Hadîs.No:
161. Fadlu'îlah: Cild : 1, Sayfa : 525-528. Âk
T: 3, Sayfa: 1912.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/448-449.
[859] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/450.
[860] 432 sayılı hadîs-i şerifin açıklamasına bakınız.
Buharı: (78) Kitabü'1-Edeb, (Ti.)
Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-İman, Eadis No: 111.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/450-451.
[861] Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/451.
[862] Buharı: (80)
Kitabü'd-Da'avat, (28.) Bab. Müslim:
(48) Kitabü'z-Zikri, Hadîs No : 53. Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa :
529-531.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred),
Sönmez Neşriyat: 1/451-452.
[863] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/452.
[864] Müslim: (30) Kİtabü'l-Akziye, Hadîs No: 10.
Fadîu'llah: Cild : 1, Sayfa : 531, 532.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/452-453.
[865] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/453-454.
[866] îbni Abbas'dSLn rivayet edilen bu haber için başka
kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/454.
[867] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/454-455.
[868] Bu hadisi Beyhakî tahrlç etmiştir. Fadtu'llah : Cild :
I, Sayfa : 534.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/455.
[869] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/455.
[870] Bundan önceki hadis-i şeriflere bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/455.
[871] Ebu Davud: Cild : 2, KitabÜ'1-Edeb, Sayfa : 653,
1952/Mısir bask.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/456.
[872] Ebu Davud: K. Edeb, Katlü'l-Hayyat, Cild : 2, Sayla :
652, Mısır/1952, Fadîu'îlah: Cild: 1, Sayfa: 534, 535.
[873] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/456-457.
[874] Etu Davud: Kitabü'1-Edeb, Bab: El-Bina, Cİld : 2,
Sayfa: 649-650. Tirmizt: Sıfatü'l-Kıyamet, (41.) Bab, Hadîs No: 2484, 2485.
Fadlu'llah: Cild : jf Sayfa: 535, 536.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/457.
[875] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/457-459.
[876] Fadlu'lîah: Cild : 1, Sayfa: 536, 537.
Kamusll'l-A'lûm; CUd ; 4, sayfa : 3096.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/459-460.
[877] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/460-461.
[878] Buhâri: (92)
Kitabü'l-Plten, (25.) Bab. Fadlu'îlah: Cİld : 1, Sayfa : 537, 538.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/461.
[879] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/461-462.
[880] Bu hadîs-i şerif Kütüb-ü Sittâ'de yoktur.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/462.
[881] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/462.
[882] Fadlu'llah El-Ceylânî, «.Tuhîetu-l-Eşrafı» adlı eseri
feaynak göstererek bu ve bundan önceki hadîsin rivayeti hakkında bilgi
vermektedir.Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa
: 539.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/462-463.
[883] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/463.
[884] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 539, 540 Dip not.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/463.
[885] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/463-464.
[886] Fadlu'llah'm verdiği dip not İzahatında, bu hadls-i
şerifi îmam Ahmed, İbni Hİtiban ve İbni Mace tahriç etmişlerdir. Cİld : 1,
Sayfa : 540.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/464.
[887] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/464.
[888] Buhârl: Kitabü'l-Merdâ, (19.) Bab. Müslim :
Kitabü'z-Zikri, Hadîs No : 12. Tirmizı:
Kitabü'l-Cenaiz, (3.) Bab, Hadis No : 970. Nese'ı: Kitabü'l-Cenaiz, Güz : 4,
Sayfa : 4. İbni Mace: Kitabü'z-Zühd, Cad: 2, Sayfa: 1394, Hadîs No: 4163.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/465.
[889] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/465.
[890] Buhârî: Kitabti'l-Merda, (19.) Bab. Müslim: (48) Kitabü'z-Zikri, Hadîs No : 19. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 541.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466.
[891] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466.
[892] Ebu Davud: (40)
Kitabü'1-Edeb, (157.) Bab. Tirmizî: (34) Kitabü'z-ZÜhd, (25.) Bab. Fadlu'llah:
Cild : 1, Sayfa : 542.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466.
[893] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/466-467.
[894] Bu hadîs-i şerif îyi Komşu» bahsinde 116 sayıda
geçmiştir. Kûtüb-i Sitte'de yoktur.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/467.
[895] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/467-468.
[896] Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa : 542, 543, 544. El-İstidb: Cild : 1, Sayfa : 532. El-îsabe:
Cild : 1, Sayfa : 543, 544, Sayı: 2880.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/468-469.
[897] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/469-470.
[898] Bu hadîs Kütüb-i Süte'de mevcut değildir. Fadlu'llah;
Cild ; 1, Sayfa; 545.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/471.
[899] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/471.
[900] Buhârî: (81)
Kitabti'r-Rikak, (22.) Bab.Müslim: (5) Kitabü'l-Mesacid, Hadîs No : 137. Müslim:
(30) Kitabü'l-Akdıyye, Hadîs No:
12-14. Fadîu'îlah : Cild ; 1, Sayfa : 546-547.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/471-472.
[901] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/472-473.
[902] Buhârî:
(81) KItabÜ'r-Rikak, (18.)
Bab. Müslim: (50) Kitabu
Sıfatı'l-MünafİIn, Hadîs No: 71-76. îbni Mace: (37) Kitabti'z-Zühd, (20.) Bî*b,
Hadîs No : 4201. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 547-550.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/473.
[903] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/473-474.
[904] Buhâri:
(78) Kitabü'1-Edeb, (35.) Bab. Müslim: (39) Kitabü's-Selâm, Hadîs
No ; 10, 11, Fadlu'llah: CUd ; 1, Sayfa: 550, 551.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/474-475.
[905] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/475.
[906] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 74. Ebu Davud
: Ciid : 2, Sayla : G43, Bab : Selâm, 1952 Mısır bask. Fadîu'llah : Cild : 1,
Sayfa : 551.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/475-476.
[907] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/476.
[908] Tirmizî:
(25) Kitabü'l-Birri, (67.)
Bab. Fadlu'îîah: Cild : 1, Sayfa. ; 552.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/476.
[909] Ehu Davud: (37)
Kitabü'l-Hudûd, (5.) Bab. Feyzü'l-Kadîr: Cild : 2, Sayfa : 74, Hadîs No : 1363.
Faûlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 552, 553.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/477.
[910] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/477.
[911] Tirmizî: (25)
Kitabü'l-Birri, (47.) Bab, Hadis No : 1975. İlmi Mace: (37) Kİtatü'z-Zühd,
(17.) Bab, Hadîs No : 4185. Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa : 554.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/477-478.
[912] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478.
[913] Bühârî: (78)
Kitabü'1-Edeb, (72.) Bab. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No: 67.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 554.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478.
[914] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/478.
[915] Etrn Davud:
(40) Kitabü'I-Edeb, (2.) Bab. Fadlu'llah : Clld : 1, Sayfa : 555.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/478-479.
[916] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/479.
[917] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 79.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 556.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/479.
[918] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/479-480.
[919] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 56.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 556.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/480.
[920] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/480.
[921] İbni Sa'd: Tabakat, Bab : Siretü Aişe, C. 8, Sayfa:
50, Leyden basb. Fadlu'llah: Cild,: 1, Sayfa : 557, 558.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/480-481.
[922] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/481-482.
[923] Ebu Davud: (40) KitabÜ'1-Edeb. (50.) Bab. Müslim: (45)
Kitabü'l-Btrri, Hadîs No : 77. Fadîu'lîah: Cİld : 1, Sayfa : 559.
[924] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/482.
[925] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/482.
[926] Buhârî: (78)
Kitabü'1-Edeb, (80.) Bab. Müslim: (32)
Kitabü'l-Cihad, Hadîs No : 8. Fadlu'lîah; Cİld : 1, Sayfa : 560.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/483.
[927] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/483.
[928] Müsned't İmam Ahmed : Cild : 2, Sayfa : 170.
Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa : 560.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/484.
[929] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/484.
[930] 469 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/484-485.
[931] Fadlu'llah: Cila: 1, Sayfa: 561.m-tstiab : Cild : 1,
Sayfa : 27. El-İsabe: Cild : 1, Sayfa : 31, Sayı : 32. Kamusu'l-A'lâm; Cild ;
1, Sayfa : 770; Cild :. 4, Sayfft : 3162.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/485-486.
[932] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/486-487.
[933] Müsned-i İmam Ahmed: Cild : 4, Sayfa : 286.
Feyzü'l-Kadîr: Cild : 3, Sayfa : 180, Sayı : 3066. Fadlu'llah; Cild : 1, Sayfa
; 562.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/487.
[934] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/487.
[935] Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa:-562, 563.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/488.
[936] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/488.
[937] Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa: 563, 564.Bu hadîs Kütüb-i Sitte'âe yoktur. Bunu İmam Ahmcd
tahriç etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/488-489.
[938] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/489.
[939] Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 564. Diğer kaynaklarda bu
habere Taşlanma mistir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/489.
[940] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/489-490.
[941] îbnl Mace: (34) Kİtabü'd-Dua, (11.) Bab, Hftdîs No:
3862, Fadlu'llah ; ÇİM ; 1, 3ayfa : 564.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/490.
[942] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/490.
[943] Ttfmtzî: (49) Kitabü'd-Daavat, (55.) Bab, Hadîs Nç ;
3450. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa; 565.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/490-491.
[944] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/491.
[945] Müslim: (45) Kİtabtri-Birri, Hadîs No : 56.
Feyzü'l-Kadlr: Clld : 1, Sayfa : 134, Hadîs No ; 135, 136. Fadlv'llah: CJW : 1,
Sayfa ; 565, 566.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/492.
[946] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/492-493.
[947] Bu hadls-i şerif Kütüb-i Sitte'de yoktur.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/493.
[948] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/493.
[949] 483 sayılı hadîs-i şerîfe ve açıklamasına bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/493.
[950] Buhârî: (46) Kitabü'l-Mezalim, (1.) Bab. Tîrmizl:
Kitabü't-Tefsir. İmam Ahmed: Cİİd : 3, Sayfa : 9-13.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/494.
[951] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/494.
[952] 470 sayılı hadîs-1 serîfe bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/494-495.
[953] 483 sayılı hadîs-i serîfe bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/495.
[954] Diğer kaynaklarda bu habere raslanmamıştır.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa: 570, 571.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/495-497.
[955] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/497.
[956] Müslim: (45) Kitabü'l-Birrl, Hadis No : 55. Tirmizî:
Sıfatü'l-Kıyamet. İbni Mace: Kitabü'l-Birri. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 571-579.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/498-499.
[957] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/499-500.
[958] Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 579-582. El-tsdbe: Cild
: 2, Sayfa : 243, Sayı : 4400. El-îstiab : Cild : 4, Sayfa : 120-122. Kamusu'l-A'lâm : Cild : 1, Sayfa :
738.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/500-501.
[959] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/501-502.
[960] Bundan önceki hadls-i şerifin açıklamasına bakınız.
Buhârî: (75) Kitabü'l-Merza, (1.) Bab.
Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 52. Tirmizl: Kitabti'l-Cenaiz. İmam Ahmed:
Cİld : 3, Sayfa : 18, 24r 48. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa :
582.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/502-503.
[961] Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa ; 583.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/503.
[962] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/503.
[963] Tirmizi: (34) Kitabü'z-Zühd, (57.) Bab. İmam Ahmed:
Cild : 2, Sayfa : 287.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/504.
[964] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/504.
[965] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de mevcut değildir. Fadîu'üah :
CİM : 1, Sayfa : 585.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/504-505.
[966] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/505.
[967] Bu eseri Hâkim, Cenaiz bölümünde tahriç etmiştir,
Fadlu'Uah: CUd : 1, Sayfa; 585.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/505-506.
[968] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/506-507.
[969] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'âe yoktur. Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa ; 587.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/507.
[970] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/507.
[971] Bundan önceki Hadîs-i şeriflere ve açıklamalarına
bakınız. Buhârî: (75) KitabÜ'l-Merza, (1.) Bab. Müslim: (45) Kitabü'l-Birri,
Hadîs No : 49. Nese'İ: Kitabü't-Tıb. Fadîu'lîah; C114 : 1, Sayfa ; 588, 589.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/507-508.
[972] Buhûrl: (55) Kitabü'I-Vesaya, (2.) Bab. Müslim: (25)
Kitabü'1-Hac, Hadîs No : 5-9. İbni Mace: (22) Kitabü'l-Vesaya, (5.) Bab, Hadîs
No : 2708. Ebu Davud: KitabÜ'l-Cenaİz. Nese'î: Kitabü'l-Feraiz Ve'1-Vesaya.
Tirmizî: (31) Kitabü'l-Vesaya, (1.) Bab : Hadîs No : 2117. El-tstiab:
Cİld : 2, Sayfa : 18 (Sa'd ibni Ebi Vakkas için) El-lsabe: Cİld : 2, Sayfa :
30, Sayı: 3194 (Sa'd ibni Ebi Vakkas için) Kamusu'î-A'lâm: C. 4, Sayfa : 2570,
2571 (Sa'd İbni Ebi Vakkas İçin)
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/508-509.
[973] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/509.
[974] Abdullah İbni Amr için 448 sayılı hadîsin açıklamasına
bakılsın. Bu hadîsi tmam Ahmed tahriç etmiştir; Kütilb-i Sitte'&e yoktur.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 590, 591.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/510.
[975] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/510.
[976] Bu hadîs-i İmam Ahmed tahriç etmigtir, Cild : 3, Sayfa
: 148 Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 592.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/510-511.
[977] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/511.
[978] Bu hadîs-i şerîf KütÜb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'îlah:
Cild : 1, Sayfa : 593, 594.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/511-512.
[979] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/512.
[980] Diğer kaynaklarda bu esere raslanmamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/512.
[981] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/513.
[982] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/513.
[983] Buhârî: (75) Kitabü'l-Merza, (6.) Bab. Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, Hadîs No : 54. Nese'i: Kİtabü't-Tıb. Fadîu'lîah: Cİld : 1, Sayfa : 595, 596.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/513-514.
[984] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/514.
[985] Buharı: Kitabü'l-Merza. Müslim : (45) Kitafcü'l-Birri, Hadîs No : 46-48.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 597.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/514-515.
[986] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/515.
[987] Daha evvelki hadîslere bakınız. Bu hadîsi îmam Ahmed
ve Tahavî tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa :
598.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/516.
[988] Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa : 598.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/516.
[989] Diğer kaynaklarda bu esere raslanmamıştır. Fadlu'llah:
Cild : 1, Sayfa : 599, 600.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/517.
[990] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/518.
[991] İbni Mace: (36) Kitabü'l-Fiten, Hadîs No : 4024.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 601, 602. El-îsabe: Cild : 2, Sayfa : 32, Sayı :
3196. El-tstidb: Cild : 2, Sayfa : 44. Kamusu'l-A'lâm; Cild : 1, Sayfa ; 724.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/518-519.
[992] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/519.
[993] Buhârî: (75)
Kitabü'l-Merza, (21.) Bab. Müslim: (23)
KitabÜ'l-Feraiz. Hadis No : 5-8. Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa ; 603.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/520.
[994] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/520.
[995] Buharı: (23) KitabÜ'l-Cenaiz, (33.) Bab. Müslim: (11)
Kitabü'l-Cenaiz, Hadîs No: 11. Ebu Davud: K. Cenaiz, Babü'1-BÜkâ, Cild : 2,
Sayfa : 172, 1952/Mısir. İbni Mace: (6) KitabÜ'l-Cenaiz, (53.) Bab, Hadîs No :
1588, Fadlu'llah; CUd : 1, Sayfa ; 605, 609.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/521-522.
[996] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/522.
[997] Diğer kaynaklarda bu esere raşlanmanı* ştır,
Fadlu'llah : Cild : J, Sayfa ; 606.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/522-523.
[998] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/523.
[999] Buhârî: (61)
Kitabü'l-Menakib, (25.) Bab. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 607, 608.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/523-524.
[1000] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/524.
[1001] Müslim: (44)
Kitabu Fezaill's-Sahabe, (12.) Bab.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 608.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/524-525.
[1002] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/525.
[1003] Müslim: (45)
Kİtabü'l-Birri, Hadis No: 53. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 609.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/525.
[1004] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/525.
[1005] Müslim: (45)
Kitafcü'l-Birri, Hadîs No: 43.Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 610.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/526-527.
[1006] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/527.
[1007] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İmam Ahmed ve
İbni Hİbban tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 611.
[1008] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/527.
[1009] Bu hadîs-i şerîf Kütüb-i Sitte'de yoktur. Bunu İbni
Hibban bu senedle tahrlç etmiştir. Fadlu'llah : CİM : 1, Sayfa : 611.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/527-528.
[1010] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/528.
[1011] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/528-529.
[1012] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/529-530.
[1013] Müslim: (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 40-42.
Feyzü'hKadîr: Cild : 6, Sayfa: 177, Sayı: 8843. Fadlu'llah: Cild: 1, Sayfa:
614.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/530-531.
[1014] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/531.
[1015] Bu hadîs-i şerîf Kütüb-i Sitte'ûe yoktur. Fadlu'llah :
Cild : 1, Sayfa : 616. Bunu İmam Malik,
İmam Ahmed, İlmi Htbban, Hakim ve Bezzar tahriç etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/531-532.
[1016] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/532.
[1017] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
Fadlu'llah: Cild: 1, Sayfa: 616.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/532.
[1018] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/532.
[1019] Buhârî: (23) KitabÜ'l-Cenaiz, (80.) Bab. Ebû Davud:
Kitabü'l-Cenaiz. Neseî: Kitabü'l-Cenaiz.
cıid ; h Sayfa ; 617-619.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/533.
[1020] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/533-534.
[1021] İzhir : Boya otu, Celîl: Yaban dansı, Mecenne ve
Tafîl; Mekke yakınında birer dağ adı, Cuhfe: Mısır ve Şamlıların hac için
İhrama girdikleri yerin adı, Mîkat.
[1022] Buhârî: (29)
Kitabü Fezaili'l-Medine, (12.) Bab.
Müslim: (15) Kitabü'1-Hac, Hadîs No : 480. Nese'İ: Kitabü't-Tıb. Fadlu'llah: Cild ; 1, Sayfa :
619-621.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/534-536.
[1023] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/536.
[1024] 514 sayılı hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/536-537.
[1025] Bu haber İçin başka bir kaynak gösterilmemiştir,
Fadlu'lUttı: CUd : 1, Sayfa ; 612.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/537.
[1026] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/537.
[1027] Buhârî: (13)
Kitabü'l-İdeyn, (9.) Bab. İbni Hallikân : Cild : 1, Sayfa : 204. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa:
623-626. Kamusu'l-A'lâm; Cild ; 3f Sayfa ; 1929, 1929 ve CİM ; 4, Sayfa : 3104.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/537-538.
[1028] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/538.
[1029] Bu eser için başka bir kaynak verilmemiştir.
Fadlu'llah: Cild:1;sayfa:626.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/539.
[1030] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/539.
[1031] Fadlu'lîah : Cild : 1, Sayfa : 627. El~îsdbe: Cild: IV, Sayfa : 288, Sayı: 386. El-ttfüto: Cüd ; IV, Sayfa :
429.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/539-540.
[1032] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/540.
[1033] Bu haber için başka bir kaynak gösterilmemiştir.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 628.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/541.
[1034] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/541.
[1035] Ebû Davud: (20) Kitabü'l-Cenaiz, (5.) Bab. El-İstiab:
Cild : 1, Sayfa : 537. Eî-îsabe: Cild : 1, Sayfa : 542, Sayı: 2873. Müsned-i
tmam Ahmed: Kitabü'l-Cenaiz, Cild : 4, Sayfa : 375.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/541-542.
[1036] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/542.
[1037] Bu hadîs için başka kaynak bulunamamıştır. Fadlu'llah:
Cüd : 1, Sayfa : 630.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/543.
[1038] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/543.
[1039] Buhârl: (75)
Kitabü'l-Merza, (7.) Bab. Fadlu'llah : Cild : 1, Sayfa : 630.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/543.
[1040] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/544.
[1041] İbnt Mace; (6)
Kltabü'l-Cenaiz, (55.) Bab, Hadîs No : 1597. TirmiZl: (37) Kitabü'z-Zühd, (58.)
Bab, Hadîs No: 2403. Fadîu'llah : Cild : 1, Sayfa : 631.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/544.
[1042] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/544.
[1043] Ebû Davud: (20)
Kitabü'l-Cenaiz, (8.) Bab. Tirmizî: (26) Kitafcü't-Tib, (32.) Bab, Hadîs No :
2084. Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 633.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/545.
[1044] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/545.
[1045] Bu haber İçin başka kaynak bulunamamıştır.
Buhârî: (78) KitabÜ'1-Edeb, (40.) Bab.
Fadlu'lîah : Cüd : 1, Sayfa : 634.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/545-546.
[1046] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/546.
[1047] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/546.
[1048] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/546.
[1049] Bu hadîs-i şerifi îmam Ahmed tahriç etmiştir.
Fadlu'llah: Cild : 1, Sayfa : 634.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/547.
[1050] Bu hadîsi İmam Ahmed tahriç etmiş, tbni Hibban da
sahih görmüştür. Fadlu'llah : Cild : 1,
Sayfa : 634.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/547.
[1051] Tirmizî, Şemail bahsinde bu hadîsi tâhriç etmiştir.
Fadîu'llah; Clld : 1, Sayfa : 635.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/547-548.
[1052] Ebû Davud: (40) Kitabü'1-Edeb, (113.) Bab.
TirttüZÎ; (34) Kitabü'z-Zühd, (54.) Bab,
Hadis No : 2393. Fadlu'lîah ; Cild : 1, Sayfa : 635.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/548.
[1053] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/548.
[1054] Bu rivayete yakın bir manâ ile Ebû
Davud ,tam*içte, bulunmuştur. Cİld : 2, Sayfa : 626, Kitabü'l-Edeb, 1952
Mısır bask. Burada da sevginin kardeşe bildirilmesi gerekli olduğuna İşaret
edilmektedir.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/549.
[1055] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'&e yoktur; bunu İbni Hİbban
ve Hâkim tahriç etmişlerdir.Fadlu'üah: CUd ; 1, Sayfa ; 637.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/549.
[1056] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/550.
[1057] Bu hadis Kütüb-i Sittetde yoktur. Bunu Ebû Ntıaym
Lfftye'sinde tahrlç etmiştir. Feyzü'l-Kadtr: Clld: 1, Sayfa: 248, Hadîs; 361,
Camiu's-Sağîr jerfti.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/550.
[1058] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/550.
[1059] Bu hadis Kütilb-i Sİtte'de yoktur; başka toir kaynak
da bulunamamıştır, Fadîu'llah; CUd ; i, Sayfa ; 638.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/551.
[1060] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/551.
[1061] Edebü'd-Dünya ve'd-Dtn: Akim Fazileti, Sayfa: 4.Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 3, 4.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/551-552.
[1062] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/552-553.
[1063] Müsned-i İmam Ahmed: Cild : 2, Sayfa : 170 ve 225, Sayı : 6583. Fadlu'llah; Cild :
2, Sayfa : 4-7. Edebu'd-DÜnya ved-Din; Sayfa ; 233-239, 1911 Mısır bask.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/553-555.
[1064] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/555-556.
[1065] Bu hadîs-i şerif Kiitüb-i Sitte'âv yoktur. Bunu îmam
Ahmed Müsned'ln-de îman bahsinde tahriç etmiştir.
fadlu'lîah; Cild : 2, Sayfa: 7, 8.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/556.
[1066] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/556.
[1067] Bu hadîs-i şerir Kütüb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah:
Cild : 2, Sayfa : 8.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557.
[1068] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557.
[1069] Bu haberi îbni Esir, Kâmil adlı tarihinde tahriç
etmjştir. O. 3, Sf. 120. Fadlu'llah : Cild :
2, Sayfa : 9.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557.
[1070] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/557-558.
[1071] Müslim; (45) Kitabü'l-Birri, Hadîs No: 136. Fadlu'llah
: Cild : 2, Sayfa : 9-12.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/558.
[1072] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/558.
[1073] Camiu's-Sağîr Şerhi Fethti'l-Kadtr: Cild : 2, Sayfa :
499, Sayı: 2383. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 13.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/559.
[1074] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/559.
[1075] BuhÛrl: (65)
Kİtabü't-Tefsîr, (50.) Bab, Kaf sûresi. Müslim: (51) Kitabtl'l-Cennet, Hadîs No
: 34-36. Fadlu'llah: Cild: 2, Sayfa: 14.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/559-560.
[1076] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/560.
[1077] Fadlu'llah ; Cild : 2, Sayfa : 14-16.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/560.
[1078] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/561.
[1079] Ebû Davud: iÜ) Kitabü'l-Libas, (26.) Bab. Tirmizl: (25) Kitabü'l-Birri, (60.) Bab. Fadlu'lîah: Cilct : 2, Sayfa : 16,
17.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/561-562.
[1080] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/562.
[1081] Tirmtzt: (35)
Kltabü Srfatü'l-Kıyamet, Hadîs No : 2494. Fadlu'lîah: Cilcl : 2, Sayfa : 17,
18.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/562.
[1082] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/562.
[1083] Bu hadîs için, İbni Mace: K. Nikâh, 198i sayılı
hadîs-i şerife bakılsın.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/563.
[1084] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/563.
[1085] Müslim: (44)
Kltabü'l-Pezaiî, (83.) Bab. tbnî Mace: (9) Kitabü'n-Nikâh, Sayı: 1981.Nese'i:
Kitabü Îşreti'n-Nisa, Cüz : 7, Sayfa :
61-63, 1964 Mısır bask. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 19-22.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/563-564.
[1086] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/565.
[1087] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/565.
[1088] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/566.
[1089] Buhûrî: (45) Kİtabü'ş-Şurût, (5.) Bab. Müslim : (32) Kitabü'l-Cihad,. Sayı : 70. Fadîu'llah;
CUd : 2, Sayfa ; 23, 24.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/566.
[1090] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/566.
[1091] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır, Fadlu'llah;
Cild : 2, Sayfa : 24, 25.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/567.
[1092] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/567-568.
[1093] Buhârî: (73) Kİtabü'l-Edabî, (16.) Bab. Müslim: (35) Kİtabü'l-Edahî, Hadîs No : 34. Fadlu'lîah: Cild : 2, Sayfa : 25, 26.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/568.
[1094] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/568-569.
[1095] Bu haberi EUU Bekir İtmi Şeybe ve İlmi Hibban tahriç
etmişlerdir, KütUb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah; CHd ; 2, Sayfa : 26.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/569.
[1096] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/569.
[1097] Tirmizl: Kİtabü'l-Birri, Cüz : 6, Hadis No : 2034.
Buhârl; Kitabü'1-Edeb. Fadlu'llah: Cild ; 2, Sayfa ; 26, 27.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/570.
[1098] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/570.
[1099] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/570-571.
[1100] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/571.
[1101] Mûsned-i İmam Ahmed ; Cild : 1, Sayfa ; 190. Fadlu'llah:
Cila; 2, Sayfa; 38.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/571.
[1102] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/571-572.
[1103] Bu hadîsi tmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadlv'liah; CUd
; 2, Sayfa : 29.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/572.
[1104] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/572.
[1105] Buhârl: (69)
Kitabü'l-İ'tisam, (16.) Bab. Müslim:
(44) Kitabü Fezaili's-Sahabe, Hadîs No : 205. Siretü'n-Nebeviyye: Cild :
1, Sayfa : 505, İbni Nişam/Hagiye. EbÛ Davud: Cild : 2, Babü'l-HİlJi, Sayfa
:< 117, 1952 Kahire basfc. Fadlu'llah: Cild: 2, Sayfa: 29.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/573.
[1106] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/573.
[1107] Tlrmizt: Kİtabu's-Siyer, Cüz : 5, Sayı: 1585, 1590. Fadîu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 29,
30.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/573-574.
[1108] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/574.
[1109] Müslim: (9)
Kİtaftü Salâtı'Vtstiskâ, Hadis No:
13. FadMltoh: Cild : 2, Sayfa : 31.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/575.
[1110] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/575.
[1111] Ebû Davud: Kitabü's-Salât, Cild : 1, Sayfa :
115, 1952 Mısır bask. Fadlu'llah:
Cild : 2, Sayfa : 31, 32.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/575-577.
[1112] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/577.
[1113] Bu hadîs KÜtÜb-i Sitte'de yoktur. Fadlu'llah: Cild :
1, Sayfa : 32.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/577-578.
[1114] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/578.
[1115] Buhârl: (59) Kitabü Bed'i-1-Halki, (15.) Bab. Müslim:
(1) Kitabü'1-İman, Hadîs No : 89. Feyssü'l-Kadir; Cild : 4, Sayfa : 4, Hadîs No
: 4372. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 33, 34.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/578.
[1116] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/578-579.
[1117] Bu habere başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/579.
[1118] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/579.
[1119] Bu haber için basta bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/580.
[1120] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/580.
[1121] Fadîu'lîah El-CllânVyz göre Nese'i Tefsir bahsinde,
Buharî Sahîh'in İcare bahsinde bu hadîsi tahriç ettikleri gibi, İlmi Mace de
tahriç etmiştir, Cild: II, s. 36/Haşiye).
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/580-581.
[1122] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/581.
[1123] Bu haber için başka kaynak bulunamamıştır. Fadlu'îlah:
Cild : 2, Sayfa : 37.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/581-582.
[1124] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/582.
[1125] Bu hadîs-i şerîf için başka bir kaynak bulunamamıştır.
Faaiu'llah: Cild : 2, Sayfa : 38.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/582-583.
[1126] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/583.
[1127] Ebu Davud: (15)
Kitabü'l-Cihad, 1. Bab. Müsned-i tmam Ahmed; Cild : 6, Sayfa : 58 ve 322/İlk
baskı. Fadîu'îlah : Cilü : 2, Sayfa : 39.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/584.
[1128] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/584.
[1129] Bu haber için başka bir Kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/584-585.
[1130] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/585.
[1131] Fadlu'llah ; Cild : 2, Sayfa : 40. Edebii'û-DUnya
v##-Dİn; Kİtmanü's-Slrri, Sayfa: 310.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/585-586.
[1132] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/586-587.
[1133] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/587-589.
[1134] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/589.
[1135] Bu hadîsi Nese'î ve Ebû Ya'lâ ve başkaları tahriç
etmiştir. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 44/Haşiye.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/589-590.
[1136] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/590.
[1137] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/590.
[1138] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/591.
[1139] Bundan önceki hadîs-i şeriflere bakınız. Bunu Müslim
Kitabu'1-îman bölümünde 25 numarada rivayet etmiştir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/591.
[1140] Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 43-45 ve 606-607.
El-îstiab: Cild : 1, Sayfa : 123 ve Cild : 3, Sayfa : 441. m-îsdbe: Cild : 1,
Sayfa : 66, Sayı: 201 ve Cild : 3, Sf. 438, Sy. 8220.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/591-592.
[1141] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/592.
[1142] Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 46. Fethü'l-Kadtr : Cild
: 5, Sayfa : 314, Sayı: 7430.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/592.
[1143] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/592.
[1144] Geçen 554 sayılı hadîs-i şerîfe bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/593.
[1145] Fadlu'llah: Cild: 2, Sayfa: 47. El-İstiab : Cild : 3,
Sayfa : 192. El-habe: Cild : 3, Sayfa :
201, Sayı; 6994. Bu hadîsi îmam Ahmed tahriç etmiştir, Kütüb-i Sitte'de yoktur.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/593-594.
[1146] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/594-595.
[1147] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/595-596.
[1148] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/596.
[1149] EbûDavud: (40) KitabÜ'I-Edeb, (43.) Bab. Tirmizî: (35) Kitabu sıfatı'l-Kiyamet, (57.) Bab.
Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 48.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/596.
[1150] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/596.
[1151] Fadlu'îîah: Cild : 2. Sayfa: 49-50. El-lstiab : Cild :
3, Sayfa : 389. El-İsabe; Cild : 3, Sayfa : 427, Sayı: 8144.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/597.
[1152] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/597-598.
[1153] Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 50-51. Fethü'l-Kadîr:
Ctld ; 3, Sayfa : 271, Sayı: 3373-3375.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/598.
[1154] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri
(Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/598.
[1155] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır. Bundan
önceki hadîs-j şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/599.
[1156] Tirmizî: (50) Kitabü'l-Menakıb, Sayı; 39$0-3941.
Fadlu'lîah: Cild : 2, Sayfa: 51-52.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/599-600.
[1157] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/600.
[1158] Bühârt: (60) KitabÜ'l-Enbiya, (54.) Bab. d: Cild : 2, Kitabü'1-Ede e: (37) Cild : .2,
KitabÜ'2 : Cild ; 2, Sayfa ; 52-54, Ebû Davud: Cild: 2, Kitabü'1-Edeb, Bab:
?îaya, 1952/Mısır bask.' itinİ'Mace: (37) Cild : .2, KitabÜ'z-ZüRd, Hadîs : 4183,
Bab: Haya.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/601.
[1159] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/601-602.
[1160] Buhârî: (2) Kitabü'1-îman, (3.) Bab.Müslim: (1)
Kitabü'1-îman, Hadis No ; (57-58).
Fadlu'llah; Cild : 2, Sayfa : 54-Ş7.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/602-603.
[1161] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/603.
[1162] Buhârî: (61)
Kitabü'l-Menakıb, (23.) Bab. Müslim: (43) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No: (67). . İbni Mace: (37) Kitabü'z-Zühd, Hadîö
No; (4180). Fadlu'llah ; CUd : 2, Sayfa
: 57-58.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/603-604.
[1163] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/604.
[1164] Müslim: (44) Kitabü'l-Fezail, Hadîs No.
(26-27).Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 58-60.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/604-605.
[1165] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/605.
[1166] Tîrmizt: (25) Kîtabü'l-Birri, (47.) Bab, Hadîs No.
(1975). Îbni Mace: (37) KitabÜ'z-Zühd,
(17.) Bab, Hadîs No. (4185).
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/605.
[1167] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/605.
[1168] Buhûrt: (2)
KitabÜ'1-İman, (16.) Bab. Müslim: (1) Kitabü'1-îman, Hadis No. (59). Fadîu'llah
: Cild ; 2, Sayfa : 61-82.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/606.
[1169] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/606.
[1170] Bundan önceki hadîslerle 600 sayılı hadise bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/607.
[1171] Bu hadîs Kütüb-i Sitte'de yoktur; bunu İmam Ahmed ve
İbni Hibban tahriç etmişlerdir. Fadlu'llah : Çild : 2, Sayfa : 63/Dipnot.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/608.
[1172] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/608-609.
[1173] Buhârî: (65)
Kitabü't-Tefsîr, Yûsuf Sûresi, (5.) Bab. Müslim: (43) Kltabü'I-Fezaİl, Hadîs No. (152).
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/610-611.
[1174] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/611.
[1175] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 65-66.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/612-613.
[1176] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/613.
[1177] Buhârİ: (80)
KitabÜ'd-Daavat, (21.) Bab. Müslim: (48) KitabÜ'z-Zikri ved-Dua, Hadîs No.
(8-9) Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 66-67. Ebu Davud, Tirmîzl ve İtini Mace de
bunu tahriç etmişlerdir.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/613.
[1178] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/613-614.
[1179] Buhûri: (80) Kitabü'd-Daavat, (21.) Bab. Müslim: (48)
Kitabü'z-Zikri ve'd~Dua, Hadîs No, 7. Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 67. Ebu
Davud: Cild: 1, Sayfa: 341, Bab : Dua, 1952/Mısır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/614.
[1180] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/614.
[1181] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/614.
[1182] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/615.
[1183] Müslim: (45)
Kitabü'l-Birri, Hadîs No. (88). Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 68. MUsned-i
imam Ahmeü; ÇM ; 6, Sayfa : 107/İlk bask.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/615.
[1184] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/615.
[1185] Buhûrî: (56) KitabÜ'l-Cihad, (100.) Bab. Müslim: (44)
KİtabÜ Fezaili's-Sahabe, Hadîs No. (197). Fadlu'Hah: Cild : 2, Sayfa : 69.
Eî-îsabe : Cild : 2, Sayfa : 216, Bayı; 4254. El-İstiab : Cild : 2, Sayfa :
221.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/616.
[1186] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/616-618.
[1187] Buhârî: (15)
Kitabü'l-İstiska, (6.), Bab. Müslim: (9) Kltabti'l-İstiska, (2.) Bab.Ebû Davud:
(3) Salatti'l-İstiska, (2.) Bab. Nese'l: (15) KitabtTl-İstiska, (1.) Bab.
El-Muvatta': (13) Kitabü'l-îstiska, (2.)
Bab, Hadîs No. (3).İbnl_Mac&: (5)
Kitabü İkameti's-Salât, (154.) Bab.
Hadîs No. (1269). Fadlu'lİah : Cild : 2, Sayfa : 70.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/618-619.
[1188] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/619.
[1189] Bu hadîs-i şerîf bazı ravi değişikliği ile 610 sayıda
geçmişti, Hadîs-1 şerifin kaynakları için oraya müracaat edilsin.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/619.
[1190] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/620-621.
[1191] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/621.
[1192] Müslim: (1)
Kitabü'l-lman, Hadîs No. (184). Fadîu'llah: Cild : 2, Sayfa: 70-71.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/621.
[1193] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/621-622.
[1194] Buhârî: (97)
Kitabü't-Tevhîd, (15.) Bab. Müslim: (48)
Kitabü'z-Zikri, Hadîs No. (2, 19). Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 72-74.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/622.
[1195] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/623.
[1196] Buhârî: (80)
Kitabü'd-Daavet, (16.) Bab. Nese'î: (51)
Kitabü'l-îstia2e, Hadîs No. (5524). Eî-îstiab : Cild : 2, Sayfa : 134.
El-îscfoe: Cild : 2, Sayfa : 138, Sayı: 3847. Fadîu'lîah : Cild : 2, Sayfa :
75-78.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/623-624.
[1197] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/624.
[1198] Ebû Davud: (8)
Kitabü'1-Vitr, (26.) Bab. Tirmizî: (45) Kitabti'd-Daavat, (38.) Bab. İmam Ahmed
: Sayı: 4726. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 78-79.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/625.
[1199] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/625.
[1200] Bundan önceki hadîs-i şerife bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat:
1/625-626.
[1201] 617 sayılı hadîs-i şerife ve açıklamasına bakınız.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/626.
[1202] Bu hadîs için başka kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/627.
[1203] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/627.
[1204] Müslim: (5) KitabÜ'l-Mesacid, Hadîs No. (144-145).
El-lstlab: Cüd ; 3, Sayfa : 275. El-İsabe: Cild : 3, Sayfa: 281, Sayı: 7421.
Fadlu'îlah: Cild : 2, Sayfa : 81-82. Tirmizİ: (49) Kitabü'd-Daavat. Hadis No.
(3409-3410). Ebu Davud: Cild : 2, Sayfa : 345, 1932 Mısır bask., dua babı.
A. Fikri YAVUZ, İmam
Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/627.
[1205] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/628.
[1206] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629.
[1207] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629.
[1208] Bu haber için başka bir kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629.
[1209] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/629-630.
[1210] 623 ve 624 sayılı hadîslere bakınız. Müslim: (48) Kitabü'z-Eikri, Hadis No. 88. Ebû Davud:
K. Salât, Bab : Gıyapta dua, C. 1, Sf. 352, 1952/MıSir bsk, Fadlu'llah: Cild :
2, Sayfa : 84-85.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/630.
[1211] BuhâH: (78)
KitabÜ'1-Edeb, (27.) Bab. MÜsned-i imam Ahmed: Hadîs No. (6849 ve 6490). İbni
Hibban : cild : 2, Sayfa : 206. Mecme'u'z-Zevaid: Cild : 10, Sayfa : 150.
Fadlu'Hah; Cild ; 2, Sayfa : 85.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/631.
[1212] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/631.
[1213] Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 86/Dipnot.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/631-632.
[1214] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/632.
[1215] Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 87.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/632.
[1216] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/632.
[1217] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/633.
[1218] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/633.
[1219] Fadlu'llah : Cİld : 2, Sayfa : 89/Dipnot.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/633-634.
[1220] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.
[1221] Bu haber için başka bir Kaynak bulunamamıştır.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.
[1222] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.
[1223] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/634.
[1224] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/635.
[1225] El-îstİab : Cild :
2, Sayfa : 508. Eî-îsabe: Cild :
2, Sayfa : 524, Sayı: 5810. Fadlu'llah: Cild : 2, Sayfa : 89, 90.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/635.
[1226] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636.
[1227] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636.
[1228] Tirmizî: Cüz : 9, Bab : IQI, Hadîs No. 3527,
Kitabü'd-Daavat.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636.
[1229] Bu hadîs Kütüb-t Süte'de yoktur. Bunu İbni Hiiban ve
bir kısmım da îmam Ahmed tahriç etmiştir. Fadîu'lîah: Cild : 2, Sayfa: ai-92.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/636-637.
[1230] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/637.
[1231] Bu hadîs de KÜtüb-l Sitte'de yoktur. Bunun râvileri,
bir önceki hadîsi rivayet edenlerdir. Fadîu'llah : Cİld : 2, Sayfa : 92-93.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/637-638.
[1232] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/638.
[1233] Tirmizi: KitabÜ'd-Daavat, (89.) Bab, Hadîs No. (3507).
îbnt Mace: (34) Kitabü'd-Dua, (5.) Bab,
Hadîs No. (3848). Fadlu'llah : Cild : 2, Sayfa : 93-94.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/638.
[1234] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/638.
[1235] KitabÜ'z-Zikri, Hadis No. (84-85). Fadlu'llah : Cild :
2, Sayfa : 94.
A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak Hadisleri (Edeb-ül
Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/639.
[1236] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/639.
[1237] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/639-640.
[1238] A. Fikri YAVUZ, İmam Buhari’nin Derlediği Ahlak
Hadisleri (Edeb-ül Müfred), Sönmez Neşriyat: 1/640-641.