5. BÖLÜM: GUSÜL. 6

1. Gusülden Önce Abdest Almak. 6

2. Kişinin Eşiyle Birlikte Gusül Abdesti Alması 8

3. Sa' Ve Benzeri Ölçülerdeki Su İle Gusül Abdesti Alma. 9

4.  Başa Üç Defa Su Dökmek. 9

5. Bedeni Bir Defa Yıkıyarak Gusül Abdesti Almak. 10

6. Gusül Abdestine Önce Süt Kabına Benzer Bir Kaptan Su Alarak Veya Koku Sürünerek Başlamak. 10

7.  Cünüplükten Temizlenmek İçin Alınan Gusül Abdestinde Ağzı Çalkalamak Ve Burna Su Vermek. 11

8. Daha Temiz Olması İçin Eli Toprakla Silmek. 11

9. Elinde Cünüplükten Dolayı Olandan Başka Pislik Bulunmayan Cünüp Kimsenin Elini Yıkamadan Kaba Batırıp Batıramayacağı Konusu. 11

10. Gusül Abdesti İle Abdest Alırken Ara Vermek. 12

11. Gusül Abdesti Alırken Sağ El İle Sol El Üzerine Su Dökmek. 13

12. Hanımıyla Cinsel İlişkide Bulunduktan Sonra Tekrar Onunla Birlikte Olan Kimse İle Tüm Eşleriyle Beraber Olduktan Sonra Bir Tek Gusül İle Yetinen Kimselerin Durumu. 13

13. Mezinin Yıkanması Ve Meziden Dolayı Abdest Almak. 15

14. Koku Sürünüp Guslettikten Sonra Güzel Kokmaya Devam Eden Kimse. 15

15. Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla Ovulması; Gusleden Kişi Başını Ovmak Suretiyle Deriyi Islattığına Kanaat Getirirse Başından Aşağı Su Döker 16

16. Cünüplükten Dolayı Guslederken Abdest Alan, Sonra Vücudunun Diğer Bölgelerini Yıkayıp Abdest Yerlerini Tekrar Yıkamayan Kimse. 16

17. Camide Cünüp Olduğunu Hatırlayıp Teyemmüm Almak Yerine Cünüp Olarak Camiden Çıkmak. 16

18. Cünüplükten Dolayı Alınan Gusül Abdestinden Sonra Ellerin Silkelenmesi 17

19. Gusle Başın Sağ Tarafı İle Başlamak. 17

20. Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak. 17

21. İnsanların Yanında Gusül Abdesti Alırken Örtünmek. 18

22. Kadının İhtilam Olması 18

23. Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması 19

Açıklama. 19

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar 19

24. Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir 20

25. Cünüp Birinin Gusül Abdestinden Önce Abdest Aldığı Zaman Evde Bulunması 20

26. Cünübün Uyuması 20

27. Cünüp Birinin Abdest Alıp Uyuması 20

28. Sünnetli Kısımların Buluşması 20

29. Kadının Cinsel Organından Bulaşan Şeylerin Yıkanması 21

    Uyan. 21

6. BÖLÜM HAYIZ.. 22

1. Hayızın Başlangıcı 22

    Hayız Olan Kadının Durumu. 23

2. Hayızlı Kadının Kocasının Başını Yıkaması Ve Taraması 23

3. Kocanın Hayızlı Eşinin Kucağına Yaslanarak Kuran Okuması 23

4. Hayıza Nifas Denmesi 24

5. Hayızlı Kadına Dokunmak. 24

6. Hayızlı Kadının Oruç Tutmaması 25

7. Hayızlı Kadın Tavaf Hariç Bütün Hac Menasikini Yerine Getirir 26

8. Özür Kanı (İstihâze) 28

9. Hayız Kanının Yıkanması 28

10. Özür Kanı Gören Kadının İtikafa Girmesi 28

11. Kadınlar Hayız Döneminde Kullandığı Elbise İle Namaz Kılabilir Mi?. 29

12. Hayızdan Dçlayı Gusül Abdesti Alan Kadının Güzel Koku Sürünmesi 29

13. Hayızdan Temizlenen Kadının Kendini Ovması 29

14. Hayızdan Dolayı Gusül Abdesti Almak. 30

15. Hayızdan Dolayı Gusül Abdesti Alan Kadının Saçlarını Taraması 31

16. Hayızdan Çıkmak İçin Gusül Abdesti Alan Kadının Saçlarının Örgüsünü Çözmesi 31

17. Belirli Belirsiz Et Parçası 32

18. Hayızlı Kadın Hac Ve Umre İçin Nasıl İhrama Girer?. 32

19. Hayızın Başlaması Ve Sona Ermesi 33

20. Hayızlı Kadın Namazlarını Kaza Etmez. 33

21. Giyinik Haldeki Hayızlı Kadınla Birlikte Uyumak. 34

22. Hayız Günlerine Mahsus Elbise Giymek. 34

23. Hayızlı Kadının Bayramlara Ve Toplu Dualara Katılıp Namazgahlardan Uzak  Durması 34

24. Bir Ayda Üç Kez Hayız Olmak. 35

25. Hayız Günleri Dışında Sarı Ve Bulanık Akıntı Görmek. 36

26. Özür Kanı 36

27. İfâda Tavafından Sonra Kadının Hayız Olması 37

28. Özür Kanı Gören Kadının Temizlik Dönemine Girmesi 37

29. Lohusa Kadının Cenaze Namazı Ve Bunun Sünnetleri 37

30. Bâb. 38

7. BÖLÜM TEYEMMÜM... 38

Açıklama. 38

Açıklama. 40

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar 42

2. Su Ve Toprak Bulamayan Kimse. 42

3. Mukîm Birinin Su Bulamadığı Ve Namaz Vaktinin Çıkmasından Endişe Ettiği Durum Larda Teyemmüm Alması 43

4. Teyemmüm Alan Eline Üfler Mi?. 44

5. Yüz Ve Elin Teyemmüm Edilmesi 45

    (Yüz ve Elin Teyemmüm Edilmesi) 45

6. Temiz Toprak Müslümanın Abdest Suyudur, Su Olmasa Da Ona Yeter 46

7. Hastalanmaktan, Ölmekten Veya Susuz Kalmaktan Korkan Biri Teyemmüm Alır 49

8. Teyemmüm Bir Defa Toprağa Dokunarak Alınır 50

8. BÖLÜM NAMAZ.. 51

1. İsrâ Gecesi Namaz Nasıl Farz Kılındı?. 51

2. Elbise İle Namaz Kılmanın Farz Oluşu. 53

3.  İzarı Ense Üzerinde Bağlayarak Namaz Kılmak. 54

4. Bir Elbise İle Örtünerek Namaz Kılmak. 54

5. Bir Elbise İle Namaz Kılanlar Onu Omuzlarına Örtsün. 55

6. Dar Elbise İle Namaz Kılmak. 56

7. Şam Cübbesiyle Namaz Kılmak. 56

8. Namaz Ve Namaz Dışında Çıplaklığın Hoş Karşılanmaması 57

9. Gömlek, Uzun Don, Kısa Don Ve Kaftan İle Namaz Kılmak. 57

10. Avret Mahallinin Örtülmesi 57

11. Ridasız Namaz Kılmak. 58

12. Uyluk Hakkında Söylenenler 58

13. Kadınlar Kaç Elbise İle Namaz Kılar?. 59

14. Nakışlarına Bakıp Durarak Nakışlı Elbise İle Namaz Kılmak. 59

15. Çapraz Çizgili  Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?. 60

16. İpek Kaftan İle Namaz Kılmak. 60

17. Kırmızı Elbise İle Namaz Kılmak. 61

18. Terasta, Minberde Ve Tahta Üstünde Namaz Kılmak. 61

19. Namaz Kılanın Secde Ederken Elbisesinin Bir Ucunun Hanımına Değmesi 62

20. Hasır Üzerinde Namaz Kılmak. 62

21. Seccade Üstünde Namaz Kılmak. 63

22. Döşek Üzerinde Namaz Kılmak Ve Enes İn Döşek Üzerinde Namaz Kılması 63

23. Aşırı Sıcakta Elbise Üzerine Secde Etmek. 63

24. Ayakkabı İle Namaz Kılmak. 64

25. Mest İle Namaz Kılmak. 65

26. Secdenin Tamamlanmaması 65

27. Secdede İken Pazuları Bedenden Ayrı Tutmak. 65

28. Kıbleye Yönelmenin Fazileti 65

29. Medine, Şam Ve Doğuda Yaşayan İnsanların Kıblesi 66

30. Makam-I İbrahim'de Namaz Kılmak. 66

31. Her Taraftan Kıbleye Yönelmek. 67

 


5. BÖLÜM: GUSÜL

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın. Has­ta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara yaklaşmış da su bulamamışsarnz temiz toprakla teyemmüm edin, yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nime­tini tamamlamak ister, umulur ki, şükredersiniz.[1] "Ey iman edenler! Sarhoş iken - ne söylediğinizi bilinceye kadar - ve cünüp iken de - yolcu olmanız müs­tesna  gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolcu­lukta iseniz yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara doku­nup da (bu durumlarda) su buiamarmşsanız o zaman temiz bir toprakla teyem­müm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağış­layıcıdır.[2]

Gusül, yıkanmanın adıdır. Hatta tam olarak suyun abdest organları üzerine dökülmesi anlamına gelir.

Gusül abdesti alırken, vücudun ovulmasının farz olup olmadığı hakkında âlimler arasında görüş farkları vardır. Ancak İlim adamlarının çoğunluğuna göre ovmak farz değildir. İmam Malik ve el-Müzenî'nin ovmanın farz olduğu kanaa­tinde oldukları anlatılmaktadır.

Kirmanı şöyle demiştir: "İmam Buhârî 'Eğer cünüp iseniz, boy abdesti alın' ayetini burada zikretmekle, cünüp olan kimsenin gusül abdesti alması gerektiği­nin Kur'an'ı Kerim'e dayandığını açıklamak istemiştir. Bâbda zikredilen Nisa süresindeki ayet İse, cünüp birinin namaz kılabümesinin ve camiye girebilmesi­nin gusül abdesti almasına bağlı olduğunu gösterir. Gusül abdesti, bütün bedeni yıkamakla alınır. Ancak ibadet olan yıkanma İle sıradan yıkanmayı birbirinden ayıran bir niyetin bulunması şarttır."

 

1. Gusülden Önce Abdest Almak

 

248- Rasûiullah'm eşi Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cünüplükten dolayı gusül abdesti aldığı zaman önce ellerini yıkardı. Sonra namaz için abdest alır gibi, abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya batırıp, onlarla saç diplerine suyun gitmesini sağlardı. Daha sonra başına üç avuç su dökerdi. En sonunda ise, bütün bedenine su tutardı.[3]

 

Açıklama

 

(Gusüiden Önce Abdest Almak) ifadesiyle İmam Buharı, gusülden önce ab­dest almanın müstehab olduğunu ifade etmiştir. İmam Şafiî ei-Ümm'de şöyle demiştir: "Allah Teâlâ gusül abdestini tek başına farz kılmıştır. Bu konuda, gusle başlamadan önce yapılması gereken herhangi bir şeyden bahsetmemiştir. O halde, bir kimse bütün bedenini yıkamak suretiyle gusül abdesti alırsa, bu yeter­lidir. Guslün nasıl alınacağı konusunda, Hz. Âişe'nin anlattıkları tercih edilir.

Gusül abdesti aldığı zaman ifadesi, gusül abdesti almaya başladığı zaman anlamına gelir. Hadiste geçen (cenabetten dolayı) ifadesindeki,  harf-i cerri ise, yıkanmanın sebebini anlatır.

Önce ellerini yıkardı. Gusül abdestine başlamadan önce ellerin yıkanması birkaç nedenden dolayı olabilir: Belki ele bulaşan ve pis kabul edilen şeyleri temizlemek gayesiyle yıkanmış olabilir. Ya da uykudan uyanınca, tabii olarak ellerin yıkanması gerektiğinden dolayı yıkamıştır. Bu durumda gusülden önce abdestin olmadığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Ayrıca gusülden önce abdest almanın başlı başına müstakil bir sünnet olma ihtimali vardır. Buna göre gusül abdesti alınca, abdestten sonra bedenin tamamının yıkanması gerekir. Ancak abdest alırken yıkanan organların, gusül sırasında tekrar yıkanmama ihtimali de söz konusudur. Buna göre yıkanan ilk organla birlikte cünüplükten temizlenmek için alınan gusül abdestine niyet etmek gerekir. Abdest organlarının ilk önce yıkanması, onlara verilen Önemden kaynaklanmaktadır. Ayrıca küçük ve büyük tahareti birlikte gerçekleştirme amacı da söz konusudur. Nitekim Şafiiler'den el-Muhtasar adlı eserin şârihi Dâvûdî bu görüştedir. O bu konuda şunları söylemiş­tir: "Gusleden ilk önce sırasına göre, abdest organlarını yıkar. Ancak bunu yaparken, cünüplükten temizlenmek İçin alınan gusül abdestine niyet eder." İbn Battal ise, gusül abdesti alan birinin ayrıca abdest alması gerekmediği konu­sunda İcma olduğunu nakletmiştir. Ancak bu kabul görmemiştir. Çünkü arala­rında Ebu Sevr, Davud ve daha başkalarının da bulunduğu bir grup âlime göre gusül abdesti, hadesten kurtulmak için alınan abdest yerine geçmez.

Onlarh Yani suya batırdığı parmaklanyla. Saç diplerini hilallerdi. Hz. Peygamber gusül abdesti alırken parmaklarıyla başının sağ tarafını ovar ve saç diplerine ininceye kadar buna devam ederdi. Daha sonra aynı şekilde başının sol tarafını parmaklarıyla ovardı.

Kadı İyâz şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in bu uygulama­sına dayanarak, bazıları gusül abdesti alırken vücuttaki diğer kılların da diplerine su gitsin diye ovulması gerekir kanaatindedir."

Parmaklarla saçı ovma suyun, bütün saçları ıslatmasını ve deriye ulaşmasını sağlar. Suyun başın derisine kadar ulaşmasının ovmakla sağlanması, saçiarın ta­mamının ıslanmasına ve derinin yavaş yavaş suya alışmasına vesile olur. Böy­lece birden su dökünce, meydana gelecek yanma ve üşümelerin önüne geçilmiş olur. Suyun, saç diplerine ulaşmasına mani olacak şekilde keçeleşmiş saçlar hariç, âlimlerin ittifakıyla hilalleme/parmaklarla saçı ovma farz değildir.

(Üç avuç) Hadiste geçen kelimesinin çoğuludur. Bu ifadeden, gusül abdesti alırken, yapılması gereken fiilleri, üç defa yapmanın müstehap olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Nevevî şöyle der: "Bu konuda, Mâverdî hariç diğer âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Zira sadece Mâverdî, gusülde organları birkaç kez yıkamanın müstehap olmadığı kanaatindedir."

Sonra suyu bütün vücuduna dökerdi Gusül abdesti alırken vücudun ovulmasını şart görmeyenler hadisin bu kısmını delil olarak kullanmışlardır. Ni­tekim bu durum gayet açıktır.

Kadı İyâd, gusülden önce alman abdest, yıkanması gereken azaların birden fazla yıkanmasının gerekliliğiyle ilgili olarak her hangi bir rivayetin olmadığını söylemiştir. Halbuki bu konuda, Nesâi ve Beyhakî'nin Ebu Seleme kanalıyla Hz. Âişe'den naklettikleri ve sahih bir senetle bize ulaşan bir hadis vardır. Hz. Âişe Peygamber Efendimiz'in nasıl gusüi abdesti aldığını tarif ederken şöyle de­miştir: Sonra üç defa ağzım çalkaladı, yine üç defa burnuna su verdi, yüzünü ve ellerini de üç kez yıkadı. Daha sonra başından aşağı üç kere su döktü."

{Bütün bedenine) İfadedeki (45) lafzı ile yapılan pekiştirme Hz. Peygamber'in hadiste geçen hususları yaptıktan sonra bütün bedenini yıkadığını gösterir. Bu da, yukarıda ilk ihtimal olarak belirttiğimiz, gusül abdes-tinden önce abdest almanın başlı başına bir sünnet olduğu görüşünü destekler. Buna göre, gusül abdesti alan, eğer abdesti yok ise abdeste niyet eder. Yoksa alacağı abdest, guslün bir sünneti olur. Bu hadis, gusül abdesti alırken vücudun geri kalan kısmını yıkamadan önce tam olarak abdest almanın müstehap olduğu görüşüne delil kabul edilmiştir. Buna göre ayakların yıkanması, guslün sonuna bırakılmaz. Bu husus, hadisin namaz için abdest alır gibi kısmında gayet açık olarak görülmektedir.

249- Hz. Peygamber'in eşi Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Rasûlullah namaz için abdest alır gibi abdest aldı. Ama ayak-iarını yıkamadı. Avret mahallini ve bu bölgede kalmış olabilen meni kalıntılarını yıkadı. Sonra üzerine su döktü. Daha sonra gusül abdesti aldığı yerden biraz kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. İşte Hz. Peygamber cünüplükten dolayı bu şekilde gusül abdesti alırdı.[4]

 

Açıklama

 

Namaz için abdest alır gibi abdest aldı Ama ayaklarını yıkamadı) Bu ifade açık bir şekilde gusül abdesti alırken ayakların sona bırakılacağını göstermek­tedir. Bu da yukarıda Hz. Âişe'den nakledilen  hadisten ilk etapta anlaşılan manaya aykırı düşer. Ancak bu iki rivayet arasını şu şekilde bulabiliriz: Hz. Âişe'den nakledilen rivayet mecaz olarak değerlendirilebilir. Nitekim yukarıda bundan söz edildi.

Rivayetlerde beliren iki farklı durumdan dolayı ilim adamları arasında görüş farklılıkları olmuştur, şöyle ki: Çoğunluğa göre gusül abdesti alırken ayakların sonra yıkanması müstehaptır. İmam Malik İse meseleye ayrıntılı biçimde yak­laşmıştır. Ona göre abdest alınan yer temiz değilse, ayakların sonra, eğer temiz ise önce yıkanması müstehaptır. Şafiî ekolünde önce mi, yoksa sonra mı yıka­manın daha uygun ve makbul olduğu konusunda İki görüş vardır. Bu hususta İmam Nevevî şöyle demiştir: "En güvenilir, yaygın ve tercih edilen görüşe göre, abdestin tamamlanması gerekir. Zira Hz. Âişe ve Meymûne'den nakledilen riva­yetlerin çoğu bu doğrultudadır." Ayrıca onun şu görüşü nakledilir: "Hz. Âişe ve Meymûne'den nakledilen rivayetlerde bu konuya açıklık getiren her hangi bir bilgi yoktur. Bu husustaki rivayetler 'Namaz için abdest alır gibi abdest aldı' ifa­desinde olduğu gibi ya meseleye muhtemelen delalet etmekte veya biraz Önce geçen Ebu Muâviye hadisinde olduğu gibi ayakların sona bırakıldığına zahiren delalet etmektedir." Bu konuda Kurtubî ise şunları kaydeder: "Ayakların yıkan­masının sona bırakılmasmdaki hikmet, gusüî abdestine abdest organlarıyla baş­layıp abdest organlarıyla bitirme düşüncesidir."

Avret mahallini yıkadı. Hadiste takdim ve tehir vardır. Çünkü avret ma­halli, abdesten önce yıkanır. Bu iki durum hadiste (j ) harfi ile birbirlerine atfe-dilmiştir. Malum olduğu üzere bu harf, tertibi gerektirmez.

(İşte bu şekilde gusül abdesti alırdı) Hadiste geçen bu şekilde ifadesi ile, söz konusu fiillere işaret edilmiştir. Ya da, Hz. Peygamber'in gusül abdestinin tasviri kasdedilmiş olabilir.

İmam Buhârî, Hz. Meymûne validemizden nakledilen bu hadisi, abdeste ara verilebileceğine ve avucuyla (veya maşrabayla) su alan birinin sağ eli İle sol eline su dökmesinin müstehap olduğuna delil getirmiştir. Ayrıca önceki hadiste geçen "ağzını çalkaladı ve burnuna su verdi" ifadesinden hareketle, gusül abdesti alan kimsenin ağzını çalkalayıp burnuna su vermesinin dinî bir temeli olduğu sonucuna varmıştır. Hanefîler söz konusu İfadeye dayanarak, ağza-burna su vermenin farz olduğu görüşüne varmışlardır. "Mücerred amel, ancak bir şeyin farz olması kendisine bağlı olan mücmel bir ifadeyi açıklarsa farza delalet eder. Burada ise böyle bir durum söz konusu değildir.[5] gerekçesi ile onlara İtiraz edilmiştir. Bu itiraz İbn Dakîk el-îd'den gelmiştir. İmam Buhârî, yukarıda işaret edilen hadisin, "elini yere veya duvara sürdü" ifadesine dayanarak gusül abdesti alınırken eli, duvardaki veya yerdeki toprağa sürmenin müstehap olduğu sonu­cuna ulaşmıştır. İbn Dakîk el-Id şöyle demiştir: "Bu hadise göre, necaseti gider-, mek ve gusül abdesti almak için bir kez yıkama ile yetinilebileceği anlaşılır. Zaten asıl olan bir şeyin tekrarlanmamasıdır. Birden fazla yıkama hususunda ise, farklı yorum ve yaklaşımlar vardır." İmam Nevevî ve daha başkalarına göre bir kez yıkamak yeterlidir. Ancak bu hadiste, söz konusu yıkamanın necaseti gidermek için olduğu belirtilmemiştir. Aksine temizlik endişesinden de kaynaklanabilir. Bu durumda bir defa ile yetinilemez.

Elin yere sürülmesi ise, hassasiyetten ileri gelir. Bununla, Buhârî'nin de ifa­de ettiği gibi, ellerin daha da temiz olması hedeflenmiştir.

Bu; hadisi, meninin veya avret mahallindeki ıslaklığın necis olduğuna deli! getirenlerin iddia ve görüşlerinde haklı olduklarını göstermez. Çünkü gusül ab­desti, sadece necaseti gidermek için alınmaz. Ayrıca bu bâbda zikredilen hadiste yer alan rahatsızlık veren kalıntıları ifadesi, meninin necis olduğunu gösterme hususunda yeterli değildir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Gusül abdesti alırken farz olan, yıkanması gereken yerlerin bir kez yıka­ması

2- Gusül abdesti alırken normal abdest alıp daha sonra vücudunun geri ka­lan kısmını yıkayanların, abdesti bozan bir durumun gerçekleşmesi hariç dinen abdest alması gerekmez.

3- Güsül abdesti aldıktan sonra ellerdeki sular silkelenir.

4- Aynı şekilde, abdest aldıktan sonra da ellerde kalan su silkelenir.

5-  Bîr insanın evinde bile olsa, gusül abdesti alırken avret mahallini kapat­ması müstehaptır.

Bu hadiste bazı faydalı bilgiler tespit edilmiştir. Bunları da, şu şekilde sıra­lamak mümkündür:

1- Gusül ve abdest suyunu hazırlamada başkasından yardım istenebilir. Çünkü Hafs ve diğerlerinin rivayetine göre Hz. Peygamberin eşi "Rasûluüah için gusül abdesti suyu koydum" demiştir.

2- Yine bu ifadeden eşlerin kocalarına hizmet etmesi sonucuna varılır.

3- Sol el ile avret mahallini yıkamak için sağ el ile sol ele su dökülür.

4- Suyu avucuyla almak İsteyenler, avret mahallerinden önce, ellerini yıkamalıdır. Bu şekilde, kirli olma ihtimali bulunan ellerini suya batırmaktan koru­nurlar. Eğer su ibrik gibi bir kapta ise, bu durumda daha uygun olan önce avret mahallinin yıkanmasıdır. Bu sayede, abdest alırken araya fasıla girmesine engel olunur.

Bu hadisin hiçbir rivayetinde, gusülden önce alınacak abdestte, açıkça başın meshedilmesini gösteren herhangi bir ifade yoktur. Malikiler, "gusül sırasında alman abdestte baş meshedilmez, bunun yerine yıkamakla yetinilir" derken buna dayanmışlardır.

Bazıları Ebu Hamza ve başkalarının rivayetine göre, hadiste yer alan Hz. Peygamber'in eşinin "Ona havlu uzattım, fakat almadı" ifadesine dayanarak, gusülden sonra kurulanmanın mekruh olduğu sonucuna varmıştır. Ancak hadis, bu görüş ve iddiaya delil olmaz. Çünkü bu hususta birkaç ihtimal söz konusu olabilir. Mesela mekruh olduğu için değil de, başka bir nedenden dolayı havluyu almamış olabilir. Belki de uzatılan havluyla ilgili bir engel olmuş olabilir. Ya da, Hz. Peygamber acelesi olduğu için kurulanmak istememiştir. Yahut başka bir neden de söz konusu olabilir.

Mühelleb şöyle demiştir: "Muhtemelen Hz. Peygamber suyun bereketi kalsın diye, kendisine uzatılan havluyu reddetmiş olabilir. Teva-zudan dolayı veya havlunun kirli olduğunu, belki de ipekten yapıldığını fark ettiği için kurulanmamış olması da muhtemeldir.."

Bu hadisin Ahmed b. Hanbel ve İsmâilî rivayetinde Ebu Avâne kanalıyla A'meş'ten şöyle nakledilmiştir: "Kurulanma meselesini İbrahim en-Nehâî'ye sor­dum. O da, 'Bunda bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber, bunun adet olmasından endişe ettiği için kendisine uzatılan havluyu reddetmiştir.' şeklinde cevap verdi."

Bu rivayetin açıklanması konusunda et-Teymî şöyle demiştir: "Bu hadis, Hz. Peygamber'in, kurulandığını gösterir. Eğer kurulanmasaydı eşi, ona havlu getirmezdi." İbn Dakîk el-Id de şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in eliyle suyu silkmesi, kurulanmanın mekruh olmadığını gösterir. Çünkü her ikisi de, suyu gidermeye yönelik bir faaliyettir." Nevevî ise şöyle de­miştir: "Bu konuda bizim mezhebimizde beş görüş vardır. Bunların en meşhu­runa göre, kurulanmayı terk etmek müstehaptır. Ancak kurulanmanın mekruh, mubah, müstehap ve yazın mekruh, kışın müstehap olduğuna dair görüşler de vardır." Ayrıca Nevevî bu hadisi, hükmî necasetten temizlenen kimsenin organ­larından dökülen suyun temiz olduğuna delil kabul etmiştir. Bu görüşüyle, bu konuda aşın gidip söz konusu suyun necasetine hükmeden Hanefiler'e muhale­fet etmektedir.

 

2. Kişinin Eşiyle Birlikte Gusül Abdesti Alması

 

250- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ben ve Hz. Peygamber farak adı ve­rilen bir kaptan su alarak guslederdik.[6]

 

Açıklama

 

(Farak adı verilen) İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Öy kelimesi  harfinin sükûnu ile şeklinde okunur." Ancak biz  harfinin fethası ile naklettik. Bazı­ları iki şekilde okumanın da doğru olduğunu ifade etmişlerdir.

Süfyân İbn Uyeyne farakın üç sa' olduğunu ifade etmiştir. İmam Nevevî ise cumhurun da, bu görüşte olduğunu kaydetmektedir

Davud ez-Zâhirî, bu hadise dayanarak, karı-kocanın birbirinin avret yerine bakmasının caiz olduğu sonucuna varmıştır.

 

3. Sa' Ve Benzeri Ölçülerdeki Su İle Gusül Abdesti Alma

 

251- Ebu Bekr İbn Hafs'ın Ebu Seleme'nin şöyle dediğini işittiği nakledilmistir: "Hz. Aişe'nin kardeşi ile birlikte onun yanma gittik. Kardeşi ona Hz. Peygamber'in ahu akyhi nasıl gusül abdesti aldığını sordu. Bunun üzerine

Hz. Aişe, bir sa' miktarında bir kap getirtti ve gusletti. Başından aşağı su döktü.

Onunla aramıza bir perde vardı."

 

Açıklama

 

(Bir sa' miktarı su ile gusletme) Bu ifade ile bir sa' dolusu su kasdedilmiştir. Benzeri ifadesi ile ise, buna yakın ölçekler kasdedümektedir .

Bir sa1 beş rıtıldır. Bağdat rıtlı ile üç rıtıldır. Râfiî ve başkalarının söylediğine göre bir sa1, 130 dirhemdir.

[Onunla aramıza bir perde vardı.) Kadı lyâz şöyle demiştir: "Hadisten ilk etapta akla gelen manaya göre, râvîler Hz. Aişe'nin gusül abdesti alışını ve mah­rem birinin bakması caiz olan yerlerini, yani vücudunun üst kısımlarını görmüş­lerdir. Çünkü Hz. Aişe, Ebu Seleme'nin süt teyzesi idi. Hz. Aişe'nin kız kardeşi Ümmü Gülsüm tarafından emzirilmişti.

Hz. Aişe gusül abdesti alınca mahrem için bile bakılması caiz olmayan be­deninin alt kısımlarını kapatmıştır. Aksi takdirde onların yanında gusletmesi an­lamsız olurdu. Hz. Aişe'nin bu şekilde bir yol benimsemesi, bir şeyi yaparak Öğ­retmenin güzel olduğunu gösterir. Çünkü bu şekilde öğretme, karşı taraf üze­rinde daha etkili olur. "

Hz. Aişe'ye yöneltilen soru, hem guslün nasıl alındığına, hem de ne kadar su ile alındığına yönelik olabilir. Bu yüzden cevap da, her İki ihtimale uygun şekilde gelmiştir. Guslün nasıl yapıldığı, suyun baştan aşağı dökülmesi; ne kadar su ile yapıldığı ise sa' miktarı su ile gusledilmesiyle açıklığa kavuşturulmuştur.

252- Ebu Ca'fer'den nakledildiğine göre kendisi, babası ve bir kaç kişi ile birlikte Câbir İbn Abdullah'ın yanında bulunurken orada bulunanlardan biri, ona gusül abdestinin ne kadar su ile alınabileceğini sordu. O da 'sana bir sa' yeter' diye cevap verince; adam 'Bu bana' yetmez dedi. Cabir ise; 'Senden daha fazla saçı bulunan ve senden daha hayırlı birine yetiyordu.' dedi ve sonra bir parça bezden oluşan elbisesi ile bize namaz kıldırdı.[7]

 

Açıklama

 

(Saçı senden daha fazla) Hadisteki bu ifade ile hem saçın miktarı hem de sı­fatı, uzunluğu veya sıklığı kasdedilmiş olabilir. Ayrıca bu hadis, selefin Hz. Pey­gamber'in fiillerini delil gösterip çıkan sonucu kabul ettiğini ortaya koymaktadır.

Bu hadis, bilgisizce tartışan birine, sert bir şekilde cevap vermenin caiz ol­duğunu gösterir. Ancak cevap verenin, hakkı açıklama ve dinleyenleri bu tür cahilane davranışlardan sakındırma niyeti taşıması gerekir.

Yine bu hadis, suyu aşırı kullanmanın ve israf etmenin mekruh olduğuna dair bir delil teşkil eder.

253- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber sauna  ibm ile Meymûne validemiz bir kaptan birlikte gusül abdesti alırlardı." Yezid b. Ha­run, Behz ve Cuddiy, Şu'be'ye göre söz konusu kabın bir sa1 ölçüsünde oldu­ğunu söylemişlerdir.

 

4.  Başa Üç Defa Su Dökmek

 

254- Cübeyr İbn Mut'ım'den Hz. Peygamber'in iki elini İşaret ederek şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Ben, başıma üç kez su dökü­yorum."

 

Açıklama

 

(Ben, başıma döküyorum) Bir başka senetle İmam Müslim'in naklettiği riva­yete göre Hz. Peygamber'e gusül konusunda soru soranlar Sakîfoğuüarından gelen heyettir. Hadisin akışı, Hz. Peygamber'in  sadece üç kez başına su döktüğünü yansıtmaktadır. Ancak bunu, başını tekrar yıkamak İstediği için veya bütün bedenine suyu ulaştırmak endişesiyle yapmış olabilir. Şu kadarı var ki, babın sonunda Câbir'den nakledilen hadis birinci ihtimali güçlendirmektedir.

255- Câbir İbn Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber üç kez başına su dökerdi."

256- Ebu Ca'fer'den şöyle nakledilmiştir: "Câ'bir bana şöyle anlattı: Amcan oğlu (Hüseyin İbn Muhammed İbn. el-Hanefiyye) bana geldi ve 'Cünüplükten kurtulmak için nasıl gusül abdesti alınır?' diye sordu. Ben de ona, şöyle cevap verdim: 'Hz. Peygamber üç avuç su alır, başından aşağı dökerdi. Daha sonra vücudunun geri kalan kısımlarını yıkardı.

Hasan bana, 'Ben saçı sık biriyim' dedi.

Bunun üzerine ona şöyle dedim: "Hz. Peygamberin saçı, seninkinden çok daha fazlaydı!"

 

Açıklama

 

(Amcanoğtu) ifadesinde mecaz vardır. Zira hakikatte Hasan, Ebu Ca'fer'in babası Ali İbn Hüseyin İbn Ali İbn Ebî Tâlib'in amcasının oğludur. Hanefiyye ise, Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma'nın vefatından sonra evlendiği hanımının Hanifoğullarına mensup olduğu için nisbetidir. Bu hanımdan Muhammed adında bir oğlu ol­muştu. Bu çocuğun annesine nispet edilmesi ise, pek meşhur olmuştur.

Hasan İbn Muhammed İki meselede tamamen Cabir'e muhaliftir. Bu yüz­den ne kadar su ile gusül abdesti alındığını belirtince "Bana bir sa' yetmez" diye karşılık vermiş, fakat gerekçesini açıklamamıştır. Nasıl gusül abdesti alındığı an­latılınca İse, "Ben sık saçlı biriyim" demiştir. Yani üç avuçtan daha fazlasına ihti­yaç duyduğunu belirtmiştir.

Câ'bir guslün nasıl alınacağı konusunda "Rasulullah'ın senden daha çok saçı vardı. Saçları da seninkinden daha temizdi." demiştir. Bununla Hz. Peygamber'in üç avuç su ile yetindiğini ve temiz­lik için bu kadarının yeterli olduğunu ifade etmiştir. Ne kadar su ile gusül ahdesti alındığı hususunda ise, yukarıda geçtiği gibi cevap vermiştir.

Burada kimin daha hayırlı olduğunu belirtmek yerinde oldu. Çünkü daha fazla su kullanma İsteği, suyun bütün bedene ulaşmasını sağlama endişesine dayanır. Hz. Peygamber muttakilerin önderi idi, insanlar için­de Allah Teâlâ'dan en fazla sakınan ve O'nu en iyi bilen kimse idi. Buna rağmen bir sa1 ile yetinmişti. Bundan dolayı Câbir, Hz. Peygamber'in yetindiği ölçüyü aşmanın, aşırıya kaçmak olduğuna işaret etti. Ona göre vesvese buna neden olmuş olabilir. Halbuki vesveseye itibar edilmez.

 

5. Bedeni Bir Defa Yıkıyarak Gusül Abdesti Almak

 

257- İbn Abbas'tan Meymûne validemizin şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasû-îuîhh'm gusüî abdesti alması için su hazırladım. İki veya üç kere ellerini yıkadı. Sonra sol eline su döküp avret mahallini yıkadı. Sonra elini yere sürdü. Daha sonra ağzını çalkalayıp burnuna su verdi. Yüzünü ve ellerini yıkadı. Sonra vü­cuduna su döktü. Nihayet bulunduğu yerden uzaklaştı ve ayaklarını yıkadı."

 

6. Gusül Abdestine Önce Süt Kabına Benzer Bir Kaptan Su Alarak Veya Koku Sürünerek Başlamak

 

258- Hz. Âişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cünüplükten dolayı gusül abdesti almak istediği zaman, süt sağılan kaba benzer bir kap dolusu su isterdi. Sonra avucuyla su alıp başının sağ tarafını yı­kamaya başlardı. Daha sonra ise sol tarafını yıkardı. Başının her iki tarafını bu şekilde yıkardı."

 

Açıklama

 

(Gusül Abdestine Süt Kabına Benzer Bir Kaptan Su Alarak veya Koku Sü­rünerek Başlamak) İbn Battal şöyle demiştir: "Bu babta zikredilen hadiste, Hz. Peygamber'in yolundan gitmek gayesiyle gusül abdesti alırken güzel koku sürünme teşvik edilmiştir."

Şu an ismini hatırlayamadığım birinin, bab başlığında geçen güzel koku ile ihramdan önce Peygamber'e güzel koku sürdüğünü belirten Hz. Âişe hadisinin kasdedildiğini ifade ettiğine şahit oldum. Ayrıca o kimse şöyle demişti: "Gusül abdesti almak, ihramın sünnetlerindendir." Buna göre sanki koku sürme olayı gusüî sırasında meydana gelmiştir. İmam Buhârî burada gusül sırasında güzel koku kullanmanın, Hz. Peygamber'in sürekli bir âdeti olmadığına İşaret etmiştir. Nitekim bundan yedi bâb sonra gelen bab için "Güzel Koku Sü­rüp, Sonra Gusül Abdesti Alan ve Kokunun Etkisi Devam Eden Kimse" ismini seçip, Hz. Âişe'den nakledilen "Ben Rasûlullah'a  güzel koku sürdüm. Sonra o, diğer eşlerinin yanına gitti. Daha sonra ise ihrama girdi" hadisi ile bundan sonra gelen "Hz. Peygamber ihramh iken saçlarını ayırdığı yere sü­rülen kokunun parlaklığını görüyordum" hadisini zikretmesi de, bu bab için ter­cih ettiği başlığı destekler. Ayrıca söz konusu bâbdan biraz önce zikredilen "Hz. Peygamber ihrama girerdi. Ondan güzel koku yayılırd." hadisi de bunu güçlendirir.

Hz. Peygamber'in güzel koku süründükten sonra gusül abdesti aldığı sonucu, Hz. Âişe'nin "sonra diğer eş/erinin yanma gitti" ifadesinden çıkarılmıştır. Zira bu ifade, eşlerle birlikte olmaktan ve guslü gerektiren hallerden kinayeli bir şekilde bahsetmek için kullanılır. Durum böyle olunca Hz. Peygam­ber'in koku sürdükten sonra gusül abdesti aldığı, çok koku süründüğü için de kokunun etkisinin gusülden sonra da devam ettiği anlaşılır. Bilindiği üzere Hz. Peygamber, güzel kokuyu severdi ve çok kullanırdı.

Bütün bu anlattıklarımıza göre, İmam Buhârî'nin Hz. Peygamber gusül abdesti için hazırlanmasını istediği "süt kabına benzer bir kaptan su alarak başladı" ifadesinden, Hz. Peygamber'in önce gusül ab­desti alıp sonra koku süründüğü anlaşılabileceği gibi, "koku sürünmeye başladı" İfadesinden gusül abdesti almak istediği zaman güzel koku kullanırdı, manası da anlaşılabilir. Bab başlığı ile her iki anlam uygunluk arzeder. Ancak hadis, Hz. Peygamber'in âdeti gereği önce gusül ab­desti aldığını gösterir. Koku sürünmesi ise gusül abdestinden sonradır. Nitekim onun bu uygulaması malumdur. Gusülden önce koku kullandığı, yukarıda yer verdiğimiz hadisin işareti ile anlaşılır. Kanaatime göre bu şekildeki izah, bu ko­nuda yöneltilebilecek itirazlara verilmiş en güzel cevap ve Buhârî'nin hadisler üzerindeki tasarruflarına en uygun yorumdur.

Bu hadisten temizlik yaparken sağ taraftan başlamanın müstehap olduğu sonucu çıkar.

 

7.  Cünüplükten Temizlenmek İçin Alınan Gusül Abdestinde Ağzı Çalkalamak Ve Burna Su Vermek

 

259- Hz. Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in gusletmesi için suyunu doldurdum. Suyu sağ eline alıp sol eline akıttı ve ellerini, yıkadı. Sonra avret mahallini yıkadı. Sonra elini yere vurup toprağa sürdükten sonra tekrar yıkadı. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su verdi. Sonra yüzünü yıkadı ve başından aşağı su döktü. Sonra yıkandığı yerden biraz kenara çekilip ayaklarını yıkadı. Daha sonra kendisine bir havlu takdim edildi. Ama onunla ku­rulanmadı."

 

Açıklama

 

(Cünüplükten Temizlenmek İçin alınan Gusül Abdesünde Ağzı Çalkalamak ve Buma Su Vermek) Bu ifade, söz konusu fiillerin farz olup olmadığını tespite yöneliktir. İbn Battal ve daha başkaları, Buhârî'nin yukarıdaki hadise dayanarak bunların farz olmadığı hükmüne vardığını belirtmiştir. Çünkü bundan sonraki bâbda yer alan hadiste "sonra namaz için abdest alır gibi abdest aldı" ifadesi bulunmaktadır. Bu da, ağzı çalkalama ve burna su vermenin abdestin bir par­çası olduğunu gösterir. Gusletmeye başlarken alman abdestin farz olmadığı ko­nusunda ise zaten icma' vardır. Ağzı çalkalama ve buma su verme, abdestin bir parçasıdır. Abdestin farziyeti ortadan kalkınca, bölümlerinin de farziyeti ortadan kalkar. Bu yüzden Hz. Peygamber'in nasıl gusül abdesti aldığı anlatılırken akta­rılan bilgilerin, daha mükemmel ve daha üstün bir fazilete sahip bir abdestin olması için aktarıldığı kanaati belirtilir.

Sonra elini yere vurup şeklinde bab başlığında zikrettiğimiz ifadede yer alan ve "dedi" anlamına gelen lafzı, söz yerine değil de fiil anlamına kulla­nılmıştır. Nitekim "Şu iki şeyin dışında kıskançlık sözkonusu değildir " hadisinde fiil, söz yerine kullanılmıştır. Mesela Kur'an okuyan hakkında "Ona verilen bana verilseydi ben de onun gibi yapardım" denir. Burada da, yapmak fiili ile okumak kasdedilir.

Bu hadiste geçen "dedi" anlamına gelen lafzı, vurmak manasına kulla­nılmıştır.

 

8. Daha Temiz Olması İçin Eli Toprakla Silmek

 

260- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cünüplükten dolayı gusül abdesti aldı. Şöyle ki; eliyle avret mahallini yıkadı. Sonra ellerini duvara silip yıkadı. Sonra namaz için abdest alır gibi ab­dest aldı. Gusül abdestini tamamlayınca ayaklarını yıkadı."

 

9. Elinde Cünüplükten Dolayı Olandan Başka Pislik Bulunmayan Cünüp Kimsenin Elini Yıka­madan Kaba Batırıp Batıramayacağı Konusu

 

İbn Ömer ve Berâ İbn Âzib ellerini yıkamadan temiz suya batınp daha son­ra da o suyla abdest almışlardı.

İbn Ömer ile İbn Abbâs cünüplükten dolayı gusül abdesti alınırken suyun sağa sola sıçramasında bir sakınca görmezdi.

 

Açıklama

 

İmam Buhârî bab başlığında geçen bazı ifadelerle şunları kasdetmiştir:

(Cünüp Kimsenin Elini Yıkamadan Kaba Batınp Batıramayacağına) ifadesi ile içinde gusül abdestinde kullanılacak su bulunan kabı, [Yıkamadan) ifadesi ile ellerin kap dışında yıkanmasını, {Elinde başka pislik bulunmayan) ifadesi ile necaseti ve diğer şeyleri, {Cünüplükten başka) ifadesi ile cünüpîüğün hükmü dışında kalan temiz olmayan şeyleri kasdetmiştir. Bunların hükmü hakkında farkiı görüşler vardır. Bu yüzden bunlar, pislik tabirinin içine girer.

Cünüp kimsenin ellerinin durumu hakkında Mühelleb şöyle demiştir: "İmam Buhârîye göre cünüp kimsenin elleri temiz ise yıkamadan gusül suyunun bu­lunduğu kaba sokabilir. Çünkü cünüp olan kimsenin, cünüplükten dolayı organ­larından herhangi biri necis olmaz."

(Temiz su) şeklinde bab başlığında zikrettiğimiz kelimesi gusül abdes-ti için hazırlanan su anlamına gelir.

Saîd İbn Mansûr, İbn Ömer'den gelen rivayeti mana bakımından muttasıl senetle nakletmiştir. Abdurrezzak ise, İbn Ömer'in gusül abdestine başlamadan önce ellerini yıkadığını nakletmiştir. Bâbdaki rivayetle bu haber, söz konusu farklı durumların farklı hallerde meydana geldiği söylenerek telif edilebilir. Şöyle ki, İbn Ömer, elinde pislik olmadığından kesin emin olduğu zaman ellerini yıka-mamıştır. Elinde pislik olduğundan şüphelendiği veya bundan emin olduğu za­man ise ellerini yıkamıştır. Ya da, elleri güzel bir davranış olduğu için yıkamış, veya yıkanmamasında bir mahzur olmadığı için de yıkamamış olabilir.

Berâ b. Azib'den nakledilen rivayeti ise, İbn Ebi Şeybe, "Ellerini yıkamadan temizleyici vasfa sahip suya batırdı11 şeklinde muttasıl bir senetle nakletmiştir. Yine İbn Ebî Şeybe, Şa'bî'den şöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamberin ashabı cü­nüp oldukları halde ellerini yıkamadan suya batırıyorlardı."

(İbn Ömer ile İbn Abbâs sakınca görmezdi) İbn Ömer'den nakledilen haberi Abdurrezzak mana bakımından muttasıl senetle nakletmiştir. İbn Abbâs'tan nak­ledilen haberi İse, İbn Ebi Şeybe kendisine senetle nispet etmişti. Aynı şekilde başka senetle Abdurrezzak da bu haberi ondan nakletmiştir. Bunu burada delil göstermek bâb başlığıyla uygunluk arzetmesİ içindir. "Hükmî necaset olan cü-nüplük, eğer suya tesir etseydi, gusül abdesti alan kimsenin vücudundan sıç­rayan suların düştüğü kovadaki su İle gusletmek caiz olmazdı."

Burada şöyle denilebilir: Sahabe vücuttan sıçrayan suların gusül abdestinde kullanılan kaba damlamasında bir sakınca görmemekteydi. Çünkü bundan ko­runmak çok zordur. Dolayısıyla bu, mazur görülecek bir durumdur. Nitekim bu hususta İbn Ebî Şeybe Hasan-ı Basri'den şu bilgileri aktarmaktadır: "Suyu sıç-ratmamayı kim başarabilir. Kaldı ki bizler bundan daha büyük konularda bile Allah'ın rahmetine nail olmayı umuyoruz."

261- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'le birlikte bir kaptaki sudan gusül abdesti alırdık. Birbiri ardına ellerimiz kaba da­lardı."

 

Açıklama

 

Bu hadisten, cünüp birinin bir kabta bulunan az miktardaki sudan avucuyla almasının caiz olduğu anlaşılır. Bu durum, içine el batırslan su ile temizlenmeye engel değildir. Aynı şekilde geriye kalan suyla da temizlenmeye enge! yoktur. Durgun suya cünüp birinin el batırmasının yasaklanması, suyun kirlenmesinden endişe duyulduğu içindir. Yoksa cünüp birinin elinin suya batmasıyla su, necis olmaz. Çünkü bu hususta cünüp birinin bütün bedeni ile herhangi bir organı arasında fark yoktur.

Bu hadisin bâb başlığı ile ilişkisi şöyle kurulabilir. Bâbdaki hadiste de görül­düğü gibi, gusül abdestini tamamlayarak arınmadan önce insan, su almak için eiini kaba daldırabilir. Bu durum, eilerin kaba sokulmadan önce yıkanmasının cünüplükle ilgisinin olmadığını gösterir. Belki de elde bir kirliliğin varlığının kesin olması veya varolduğu zannedilen bir kirden dolayı olabilir.

262- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cünüplükten dolayı gusüî abdesti alacağı zaman, elini yıkardı."

 

Açıklama

 

Mühelieb şöyle demiştir: "İmam Buhârî ellerin kaptaki suya batırılmadan önce yıkandığının anlatılmadığı hadisleri, ellerin temiz olduğunun kesin olarak bilindiğine bağlı kabul edilmiştir. Hişam hadisini, yani şu an yorumlamaya çalış­tığımız hadisi ise, ellerin kirli olmasından endişe edildiği durumlara hamletmiştir. Böylece iki hadis arasındaki ihtilafı kaldırma yoluna gitmiş ve aralarındaki çeliş­kiyi gidermiştir." Ancak burada bir ihtimal daha söz konusudur. Buna göre, elle­rin yıkanması mendup olduğu veya yıkanmaması ise caiz olduğu için olabilir. Bir de ellerin yıkanmaması; mutlak, yıkanması ise mukayyeddir. Bu durumda mut­lak mukayyede hamledilir. Çünkü ellerin yıkandığını gösteren rivayette diğerle­rinde olmayan bir ilave vardır.

263- Hz. Âişe'nin şöyle söylediği nakledilmiştir: "Ben ve Hz. Peygamber (s.a.v), cünüplükten arınmak için bir kaptaki su ile gusül abdesti alırdık." Abdur-rahman İbn Kasım da, babası kanalıyla Hz. Âişe'den buna benzer bir rivayet nakletmiştir.

264- Abdullah İbn Abdillah İbn Cebr'den şöyle nakledilmiştir: Enes İbn Mâlik'i şöyle derken işittim: "Hz. Peygamber (s.a.v) ve hanımlarından biri, bir kap­tan su alarak gusül abdesti alırdı."

İmam Müslim ve Vehb, Şu'be kanalıyla aktardıkları bu rivayeti "cünüplükten dolayı" fazlahğıyla birlikte nakletmişlerdir.

 

10. Gusül Abdesti İle Abdest Alırken Ara Vermek

 

Anlatıldığına göre İbn Ömer, abdest alırken yıkadığı organları kuruduktan sonra ayaklarını yıkamıştır.

265- İbn Abbâs Hz. Meymûne validemizin şöyle dediğini nakletmiştir: "Ra-sulullah için gusül abdesti alacağı suyu hazırladım. Suyu elle­rine döküp iki ya da üç kez yıkadı. Daha sonra sağ eli ile sol eline su döküp av­ret mahallini yıkadı. Sonra elini yere sildi.. Sonra ağzını çalkalayıp burnuna su verdi. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı. Başını üç kez yıkayıp vücuduna su döktü. Daha sonra bulunduğu yerden biraz kenara çekilip orada ayaklarını yıkadı."

 

Açıklama

 

(Gusi Abdestine ue Abdeste Ara Verme) ifadesi bunun caiz olduğu anla­mına gelir. İmam Şafiî'nin son görüşü de, bu doğrultudadır. Allah Teâlâ abdest organlarının yıkanmasını farz kılmıştır. Her kim bunları yıkarsa farzı yerine ge­tirmiş olur. Bu konuda peşpeşe yapılması ile araya fasıla girmesi arasında bir fark yoktur. İmam Şafiî bu şekilde kendi görüşünü delillendirmiştir. Ayrıca İbn Ömer'in fiiliyle de bu görüşünü desteklemiştir. İbnü'l-Müseyyeb, Ata vb. daha bir çok ilim adamı da bu görüşü benimsemiştir. Rabîa ve İmam Mâlik'e göre, bile bile abdeste ara verenlerin yeniden abdest almaları gerekir. Unutanların ise, yeniden almalarına gerek yoktur. İmam Malİk'e göre abdeste verilen ara kısa ise kişi kaldığı yerden devam eder, eğer uzun ise abdeste yeniden başlar. Katade ve Evzâî İse, önce yıkanan organların kuruması durumunda yeniden abdest alın­ması gerektiği kanaatindedirîer. en-Nehâî abdeste ara verilmesini caiz görmez­ken. gusüİ abdesti için bunu caiz görmüştür. İbn Münzir, bu konudaki görüşlerin tamamını zikretmiş ve şöyle demiştir: "Hüküm verirken organların kurumasını esas alanların bir delili yoktur." Tahâvî ise şöyle demiştir: "Organların kuruması hades olmadığı için abdesti bozmaz. Tıpkı bütün abdest âzalarının kurumasının hükmî temizliği ortadan kaldırmadığı gibi."

 

11. Gusül Abdesti Alırken Sağ El İle Sol El Üzerine Su Dökmek

 

266- Hz. Meymûne validemizin şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz. Peygamber için gusüî suyu hazırladım ue onun için bir örtü gerdim. Eline su döktü bir ya da iki kez elini yıkadı. (Süleyman kendisinden önceki ravinin üç kez lafzını zikredip zikretmediğini hatırlamadığını söylemiştir.) Sonra sağ eli ile sol eline su döküp avret mahallini yıkadı. Sonra elini yere veya duvara sildi. Sonra ağzını çalkalayıp burnuna su verdi. Yüzünü, ellerini ve başını yıkadı. Vü­cuduna su döktü. Sonra bulunduğu yerden kenara çekilip ayaklarını yıkadı. Bitirdikten sonra ona kurulanması için bir bez uzattım. Eliyle işaret ederek iste­mediğini gösterdi."

 

12. Hanımıyla Cinsel İlişkide Bulunduktan Sonra Tekrar Onunla Birlikte Olan Kimse İle Tüm Eşleriyle Beraber Olduktan Sonra Bir Tek Gusül İle Yetinen Kimselerin Durumu

 

267- İbrahim İbn Muhammed İbn Münteşir babasının şöyle dediğini nak-letmiştir: "Ben bu konuyu Hz. Aişe'ye sordum. Bana şöyle cevap verdi: Allah Abdurrahman'ın babasına merhametîyle muamele etsin! Halbuki ben Hz. Peygamber'e  koku sürerdim. Sonra o, diğer hanımlarını dolaşırdı.

Sabah olunca kendisinden güzel koku yayıldığı halde ihrama girerdi.[8]

 

Açıklama

 

(Hanımıyla Cinsel İlişkide Bulunduktan Sonra Tekrar Onunla Birlikte Olan) Buhârî bu ifade ile bir defa birlikte olduktan sonra tekrar eşiyle beraber olmak isteyen kişinin hükmünü kasdetmiştir. Onun bu ifadesi, sarahaten cima ve bu anlama gelen başka lafızları kullanmasından daha kapsamlıdır.

İlim adamları iki birleşme arasında yeniden gusül almanın farz olmadığı hu­susunda görüş birliği içindedirler. Ancak, Ebu Dâvûd ve Nesâî'nin Ebu Râfi'den naklettikleri şu hadis bunun müstehap olduğunu gösterir: "Hz. Peygamber bir gün hanımlarını dolaştı. Kimin yanma gittiyse onun ya­nında gusül abdesti aldı. Kendisine 'Hepsi için bir tek gusül abdesti alsaydın ya!' dedim. Ancak Hz. Peygamber Bu daha temiz, daha güzel ve daha pak' buyurdu.

İki birleşme arasında abdestin gerekli olup olmadığı hususunda alimler farklı görüşler İleri sürmüşlerdir. Ebu Yûsuf, bunun müstehap olmadığını söylemiştir. Ancak cumhura göre müstehaptır. Malikilerden İbnu Habîb ile Zahiriler bunun farz olduğu görüşündedir. Ebu Saîd'den nakledilen şu hadisi, görüşlerine delil olarak getirmişlerdir: "Rasûlullah buyurdu ki: Sizden biri hammıyla bir­likte otur, sonra tekrar birlikte olmak isterse ikisi arasında bir abdest atsın." Bu hadisi İmam Müslim eserinde kaydetmektedir. İbn Huzeyme ise, İbn Uyeyne rivayetinde olduğu gibi yukarıda bahsi geçen Ebu Saîd hadisinin Asım ve Şu'be kanalıyla naklindeki "Bu, tekrar birlikte olmayı daha aktif hale getirir" ilavesine dayanarak, hadiste geçen emrin, farz değil de mendub olduğu sonu­cuna ulaşmıştır. Bu da göstermektedir ki, hadisteki emir, mendubiyet veya irşad içindir. Ayrıca İmam Buhârî'nin Hz. Âişe'den naklettiği şu hadis de, bahsi geçen emrin farza delalet etmediğini gösterir: "Hz. Peygamber cima eder, sonra abdest almadan tekrar cima ederdi"

(Ben bu konuyu Hz, Âişe'ye sordum.) İfadesinde geçen bu konudan mak­sat, bu bâbdan sonra zikredilecek olan İbn Ömer'in görüşüdür. Nitekim o şöyle demiştir: "Benden güzel kokular gelirken ihrama girmekten hoşlanmıyorum." İmam Müslim, Muhammed b. Münteşir'den naklettiği şu rivayet ile onun bu sözüne açıklık getirmiştir: "Abdullah b. Ömer'e koku sürünüp sonra ihrama giren kimsenin durumunu sordum." Daha sonra hadisin devamına yer verip sonunda şu ilaveyi zikretmiştir: "İbn Ömer dedi ki; katranla bezenmeyi böyle yapmaya yeğlerim.

(Abdurrahman'm babası) ifadesi İbn Ömer'i gösterir. Hz. Âİşe'nin merhamet istemesi, onun söylediği sözde yanıldığını hissettirmek içindir. Zira İbn Ömer, Hz. Peygamberin böyle yaptığını bilseydi asla bu şekilde konuşmazdı.

(Hanımlarını dolaşırdı) Bu ifade cimadan kinayedir. Böylece hadisin bâb başlığıyla olan ilişkisi anlaşılır.

(yayıldığı) ifadesi hakkında el-Asmaî şöyle demiştir: "Anlam bakımından noktalı ve noktasız kelimesi arasında bir fark yoktur. An­cak mana bakımında daha güçlüdür."

268- Enes b. Mâlikten şöyie nakledilmiştir: "Hz. Peygamber gecenin ve gündüzün bir vaktinde hanımlarını dolaşırdı. Onbir tane hanımı vardı." Onun bu sözü üzerine hadisin ravilerinden Katâde, Enes'e "Hz. Peygam-beı               buna güç yetirebihyor muydu?" diye sormuş. O da "Biz, ona otuz kişinin gücü verildiğinden bahsederdik." diye cevap vermiş. Saîd'in Katâde'den naklettiği bir rivayete göre Enes, Hz. Peygamber'in  hanımlarının sayısını dokuz olarak rivayet etmiştir.[9]

 

Açıklama

 

(Onbir tane hanımı vardı) Hz. Peygamber Medine'ye gel­diği vakit sadece Şevde validemizle evli idi. Daha sonra Hz. Âişe validemiz ile evlendi. Sonra hicretin üçüncü ve dördüncü yıllarında Ümmü Seleme, Hafsa, Zeynep bint Huzeyme'yle, beşinci yılında Zeynep bint Cahş'la, altıncı yılında Cüveyriye ile, yedinci yılında Safiye, Ümmü Habîbe ve Meymûne ile evlendi. Meşhur görüşe göre Hz. Peygamber'in Medine döneminde evlendiği hanımları bu kadardır. Beni Kurayza esirlerinden olan Rayhâne hak­kında ise farklı bilgiler kaydedilmiştir. İbn İshâk, kesin bir ifade ile Hz. Peygam­ber'in ona kendisiyle evlenmesini ve tesettüre girmesini teklif ettiğini, onun İse cariye olarak kalmayı tercih ettiğini kaydeder. Alimlerin ço­ğunluğuna göre Rayhâne, Hz. Peygamber'den önce hicretin 10. yılında vefat etmiştir. Zeynep bint Huzeyme de, Hz. Peygamberle evlendikten kısa süre sonra âhirete intikal etmiştir. Bu konuda Ibnu Abdilberr şöyle demiştir: "Zeynep validemiz, Hz. Peygamberle şer­iki ya da üç ay evli kalmıştır."

Bu bilgilere göre, Hz. Peygamber aynı zamanda dokuz kadından fazlasıyla evli değildi. Kaldı ki, Şevde validemiz de kendi sırasını Hz. Aİşe'ye hibe etmişti.

(Hz. Peygamber, buna güç yetirebihyor muydu?) İbnu'l-Münîr şöyle demiş­tir: "Hz. Peygamber'in hanımlarını dolaşmasını ifade eden hadis, bâb başlığına delil teşkil etmez. Olabilir ki, Hz. Peygamber hanımlarıyla birlikte olmuş ve her birlikteliğinden sonra gusül abdesti al­mıştır. Hadiste geçen, gece ifadesi, bir vakit ifadesine göre bu ihtimali daha da güçlendirir." Hz. Âişe hadisinde Hz. Peygamber'in hanımlanyla gece birlikte olduğu, açıkça belirtilmemiştir. Bu durumu açıkça belirten Enes hadisi ise, Hz. Peygamber'in aldığı guslü bir ile takyit eder. Şöyle ki, söz konusu takyit, hadiste geçen bir vakit ifadesinden anlaşılır. Dolayısıyla guslün bir lafzı ile sınırlandırılmasına ihtiyaç kalmaz. Çünkü bu kadar kısa zamanda her birliktelik için ayrı ayrı gusül abdesti almak zordur, hatta imkansızdır. Bu du­rumda her iki hadis arasında bir lafız farkının olmaması için, Hz. Âişe hadisinde yer alan mutlak hüküm, Enes hadisinde yer alan mukayyed hükme dayandırıla­rak anlaşılır. Bir vakitte veya bir gecede hanımlarla birlikte olmak, bir kaç defa ilişki kurmak anlamına gelir. Bu da, bâb başlığı ile bu hadisin alakasını ortaya koyar.

İmam Buharı bu hadisi Nikâh Bölümünde çok kadınla evlenmenin müs-tehap olduğuna delil getirmiştir. Yine burada, Hz. Peygamber'in  eşleri arasında nöbet yapması, onlara sırayla gitmesi hususuna riayet etme­sinin farz olmadığına işaret etmiştir. Bazı İlim adamları bu görüştedir. Şâfİîlerden İstahrî İse kesin bir dille bunu savunmuştur. Halbuki Şâfiîler'in meşhur olan görüşüne ve çoğunluğa göre eşler arasına nöbet yapmak Hz. Peygamber için de farzdır. Ancak növbet/sırayla eşlere gitme işinin farz olduğunu söyleyenler bu hadise uygun bir yorum getirmek zorunda kalmışlardır: Bir gö­rüşe göre Hz. Peygamber'in bir vakit hanımlanyla birlikte olması, sıra sahibi hanımının izni ile olmuştur. Nitekim Allah Resulü hastalandığı zaman, Hz, Aişe'nin yanında kalmak için öteki hanımlarından izin istemişti. Belki de bu durum, kasnım/ sırayla eşlere gitme işinin sona erdiği bir sırada meydana gelmişti. Hz. Peygamber de yeniden sıra yapmaya başlamış olabilir. Bir diğer görüşe göre ise, bu olay Hz. Peygamber'in sefer dönüşünde meydana gelmişti. Çünkü Hz. Peygamber sefere çıkacağı za­man, hanımları arasında kura çeker ve kurada kazananı yanında götürürdü. Seferden dönünce kasme sıra yapmaya yeniden başlardı. Bu görüş, ikinci ihti­male göre daha özel bir durumu ifade etmektedir. İlk görüş ile ikinci görüş Hz. Aişe'den nakledilen hadise daha uygundur. Bu olay, kasmın/sıra yapmanın farz kılmışından önce gerçekleşmiş olabilir. Hz. Peygamber farz kılınmasından sonra bu uygulamasını terk etmiş olabilir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

Hz. Peygamber'e yukarıda ifade edildiği üzere cima gücü verilmiştir. Bu durum, onun bünyesinin sağlıklı olduğunu ve ve erkekliğinin mü­kemmelliğini göstermektedir..

Hz. Peygamber'in çok evlenmesinin hikmetlerinden biri daha ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, çok evlilik sayesinde hanımları, herkesin kolay kolay öğrenemeyeceği hükümleri öğrenip insanlara nakletmişlerdir. Bu tür ko­nularda Hz. Aişe'den oldukça fazla ve yararlı bilgiler gelmiştir. Bunun için bazı ilim adamları onu, Hz. Peygamber'in diğer eşlerinden üstün tutmuştur.

 

13. Mezinin Yıkanması Ve Meziden Dolayı Abdest Almak

 

269- Hz. Ali'den şöyle nakledilmiştir: "Ben, mezisi çok gelen biriydim, Hz. Peygamber'e karşı konumumdan dolayı, birini ona gidip bu hususu sorması İçin görevlendirdim. O kişi, bu meseleyi Hz. Peygamber'e  sorunca şöyle buyurdu: Abdest al ve cinsel organını yıka![10]

 

Açıklama

 

(Mezinin yıkanması ve meziden dolayı abdest almak) Mezi, cinsel birleşme hayal edilirken veya kadın ile oynaşırken gelen yapışkan, ince beyaz suyun adı­dır.

(birini ona gidip bu hususu sorması için görevlendirdim) Hz. Ali'nin görev­lendirdiği kişi, Mikdâd b. el-Esved'dir.

İmam Buhârî, Hz. Peygamber'in "abdest ali" emrini, mezi gelmesi halinde gusül abdestinin gerekmediğine delil getirmiştir. Bu konuda icma'/üim adamları arasında görüş birliği vardır. İkinci olarak imam Buhârî bu hadisten, meziden dolayı abdest almanın, idrardan doiayi abdest almakla aynı olduğu sonucuna varmıştır.

İbn Dakîku'l-'îd, bu hadisi mezinin taş vs. ile değil de sadece su ile temizlen­mesine delil getirmiştir. Çünkü hadisin lafızları açıkça yıkamayı belirtmektedir. Zira dinen, sadece belirlenen şeylere uyulur. İmam Nevevî de Müslim şerhinde bunu doğru kabul etmiştir.

Bu hadis, mezinin necis olduğuna delil olarak kullanılmıştır. Nitekim bu du­rum gayet açıktır. Ayrıca bu rivayette, mübağala sigası ile çokça geldiği anlaşılan meziden dolayı abdest alınması emredildiği için bu hadis sızıntı şeklinde gelen hafif meziden dolayı da abdest almanın farz olduğuna delil olarak İleri sürül­müştür. Ancak İbn Dakîk buna itiraz etmiştir. Ona göre, hadiste konu edi­len mezinin çokluğu, bedenin sağlıklı olduğu dönemlerde aşırı şehvetten kay­naklanır. Sızıntı şeklinde gelen mezi ise, vücuttaki bir hastalıktan dolayıdır. Bu yüzden sızıntı şeklinde gelen mezi için abdest almak gerekmez. Onun bu itirazına şu şekilde cevap vermek mümkündür: Sâri' meziden dolayı abdest alınmasını emretmiştir. Bu konuda da, ayrıntıya girmemiştir. Bu da, hükmün umumîli­ğine/genel bir hüküm İfade ettiğine delalet eder.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar:

 

1- Bir konu hakkında soru sormak için başkasının temsilci olmasını istemek caiz ve mümkündür.,

 2- Vekil, müvekkil varken onu savunabilir,

3- Ashâb-ı kiram Hz. Peygamber'e son derece saygı göstermiştir,

4- Örften dolayı haya edilecek meselelerde edebe uygun hareket etmek,

5- Kadının akrabalarına güzel davranmak,

6- Kadının akrabaları yanında cinsel ilişki veya buna benzer konularla ala­kalı konuşmamak,

7- Utanan kimse, bir başkasına soru sordurabilir. Nitekim İmam Buhârî bu hadisi, Bölümünde bu husus için delil olarak kullanmıştır. Çünkü bu şekilde davranan biri iki maslahata birden riayet etmiş olur. Biri, hayalı davranmak, diğeri ise, bîr hükmü Öğrenmede geri durmamaktır.

 

14. Koku Sürünüp Guslettikten Sonra Güzel Kokmaya Devam Eden Kimse

 

270- İbrahim İbn Muhammed İbn el-Münteşir babasından şöyle nakletmiş-tir: "Hz. Âişe'ye İbn Ömer'in "Benden güzel koku yayıldığı halde ihrama girmeyi İstemem" dediğini hatırlatıp bu konuyu sordum. Hz. Aişe şöyle dedi; "Ben Allah Rasûlü'ne koku sürdüm. Sonra o, diğer hanımlarının yanma gidip (onlarla bir­likte oldu). Daha sonra ise, İhrama girdi."

271- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Rasûlü ihramlı iken, saçlarının ayrıldığı yere sürülmüş kokunun beyazlığına bakıyor­dum.[11]

 

Açıklama

 

(Saçlarının ayrıldığı yer) Bu metin iki şekilde bab başlığına uygun olabilir: Hz. Âişe'nin bu ifadesi önceki hadisin devamı niteliğinde olabilir.

Gusül abdesti ihramın sünnetlerinden biridir. Nitekim Hz. Peygamber ih­ramdan önce gusül abdesti almayı hiç terk etmemiştir.[12]

Bu hadise göre, ihramlı birinin sonradan güze! koku sürünmesinin aksine, önceden kullandığı bir kokunun bedeninde kalmasında bir sakınca yoktur.

 

15. Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla Ovulması; Gusleden Kişi Başını Ovmak Suretiyle Deriyi Islattığına Kanaat Getirirse Başından Aşağı Su Döker

 

272- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber gusüî abdesti aldığı zaman, namaz için abdest alır gibi abdest alırdı. Sonra gusle başlardı, sonra elleriyle saçlarını ouardı. Derisine kadar suyu ulaştırdığına kanaat getirince üç kez üzerine su döküp vücudunun geri kalan kısmını yıkadı."

 

Açıklama

 

(Saçların Hilallenmesi/Parmaklarla ovulması) ifadesi, cünüplükten dolayı gusül abdesti alırken saçların parmaklarla ovulması anlamına gelir.

273- Hz. Aişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'le beraber  aynı kaptan su alarak guslederdik."

 

16. Cünüplükten Dolayı Guslederken Abdest Alan, Sonra Vücudunun Diğer Bölgelerini Yıkayıp Abdest Yerlerini Tekrar Yıkamayan Kimse

 

274- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cenabetten dolayı abdest almak için abdest suyunu hazırladı. Sonra sağ eli ile sol eline iki ya da üç kez su döktü.  Sonra avret mahallini yıkadı, daha sonra iki ya da üç kez elini yere veya duvara sildi. Sonra ağzını çalkaladı, burnuna su verdi, yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başından aşağı su döküp bütün vücudunu yıkadı. Daha sonra bulunduğu yerden biraz kenara çekilerek ayakla­rını yıkadı. Ona (kurulanması için) bir bez getirdim. Fakat, almadı. Eliyle suyu silkelemeye başladı."

 

Açıklama

 

(Vücudunu yıkadı) İbn Battal Hz. Peygamberin gusül ab­desti esnasında namaz abdesti alırken yıkadığı organlarını tekrar yıkamamasın­dan hareketle, Cuma günü için gusül abdesti almanın aynı zamanda cünüplük-ten dolayı gusül abdesti almak anlamına geldiği ve abdesti olduğunu zannede­rek tekrardan nafile abdest alan kimsenin her ne kadar sonradan İlk abdestİnİ bozduğunu hatırlasa bile kıldığı namazın sahih olduğu sonucuna varmıştır. İbn Battâl'm vardığı bu sonuç, boy abdestinden Önce alman ve sünnet olan namaz abdesti esnasında yıkanan organların gusül sırasında tekrar yıkanmadan da gusül abdestinin tamamlanacağı esasına dayanır. Ancak bu iddia kabul edile­mez. Çünkü niyetin farklı olması durumunda hüküm değişir. Kim gusül abdestine niyet eder, faziletinden dolayı da önce abdest organlarını yıkarsa bu du­rumda, yeniden abdest organlarını yıkamasına gerek kalmaz. Aksi takdirde İbn Battâl'm dayandığı esas hükmünü yitirir.

 

17. Camide Cünüp Olduğunu Hatırlayıp Teyemmüm Almak Yerine Cünüp Olarak Camiden Çıkmak

 

275- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Namaz için kamet getirildi, ayağa kalkılarak saflar düzeltildi. Sonra Hz. Peygamber oda­sından çıkıp geldi. Namaz kıldıracağı yere geçtiği vakit cünüp olduğunu hatırladı. Bize, "Olduğunuz yerde bekleyin" dedi. Sonra geri dönüp gusül abdesti aldı. Daha sonra yanımıza geldi. Bu sırada başından su damlaları dökülüyordu. Son­ra tekbir getirdi. Biz de onun arkasında namaz kıldık.[13]

 

Açıklama

 

(Teyemmüm Almadan) Sevrî ve İshâk'a göre cünüp olduğunu unutup ca­miye giren kimse, çıkmadan önce teyemmüm almak zorundadır. Nitekim bazı Malikilere göre de, camide uyuyup ihtilam olan biri, çıkmadan Önce teyemmüm almak zorundadır. İşte bu ifade bu tür görüşleri red niteliğindedir.

(Saflar düzeltildi) Hz. Peygamber âdeti gereği saflar düz­gün hale gelmeden tekbir getirip namaza başlamazdı.

(başından su damlaları dökülüyordu) Yani gusül abdesti alırken kullandığı sular saçlarından damlıyordu. Sonra tekbir getirdi ifadesi Hz. Peygamber'in daha önce getirilen kamet ile yetindiğini gösterir. Bundan, kamet ile namaza başlama arasına uzun ara vermenin caiz olduğu sonucu or­taya çıkar.

 

18. Cünüplükten Dolayı Alınan Gusül Abdestinden Sonra Ellerin Silkelenmesi

 

276- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber için gusül suyu hazırladım. Bir örtü ile onu perdeledim. Ellerine su döküp onları yıkadı. Sonra sağ eli ile sol eline su döküp avret mahallini yıkadı. Sonra ellerini yere değdirip sildi. Sonra yıkadı. Daha sonra ağzını çalkalayıp burnuna su verdi. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başına su döktü ve suyu vücuduna akıttı. En sonunda bulunduğu yerden biraz kenara çekilerek ayakla­rını yıkadı. Ona bir bez getirdim, ama almadı. Elleriyle suyu silkeleyerek bulun­duğu kenara çekildi."

 

19. Gusle Başın Sağ Tarafı İle Başlamak

 

277- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizden biri cünüp olduğu zaman, üç defa basma su dökerdi, sonra eliyle sağ tarafına, daha sonra da diğer eliyle sol tarafına su dökerdi."

 

20. Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak

 

Kim örtünürse, bilsin ki, örtünme daha iyidir. Behz, babası ve dedesinden yaptığı nakille Hz. Peygamber'in  Allah, insanlardan daha fazla utanılmadı hak eder." buyurduğunu nakletmîştir.

278- Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in şöyle buyur­duğu nakledilmiştir: "İsrail-oğultan bir arada çıplak olarak gusül abdesti alırlar ve gusül sırasında birbirlerine bakarlardı. Hz. Musa ise, tek başına gusül abdesti alırdı. İnsanlar onun hakkında 'Allah'a and olsun ki, Musa'yı bizimle birlikte gusletmekten alıkoyan şey, ancak fıtık olmasıdır. diyorlardı. Bir defasında Hz. Musa gusül abdesti almaya gitti. Elbiselerini bîr taşın üzerine koydu. Taş Birden yuvarlandı Hz. Musa'­nın elbiseleri ondan uzağa düştü. 'Ey taş! Elbisemi geri ver' diye bağı­rarak taşın peşine düştü. Nihayet İsraİloğulları onu bu halde görünce 'Allah'a and olsun ki, Musa'da bir kusur yokmuş' dediler. Sonunda Hz. Musa taştan elbisesini aldı ve taşa vurmaya başladı." Ebu Hureyre şöyle demiştir; "Allah'a and olsun ki, Musa (as) taşa altı veya yedi defa vurmuştur.[14]

 

Açıklama

 

(Tek Basmayken Çıplak Gusül Abdesti Almak) Bu ifade insanların göreme­yeceği yerde gusül abdesti almak manasına gelir. (Daha iyidir) ifadesiyse, yalnız başına olan insanların çıplak gusül abdesti almasının caiz olduğunu gösterir. Nitekim âlimlerin çoğu bu görüştedir.

(Allah, insanlardan daha fazla utamlmayı hak eder.) Sünen musannifleri ile daha başka hadisçiler, Behz kanalıyla bu hadisi nakletmişlerdir. Tirmtzî bu hadi­sin hasen, Hâkim ise sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Ebi Şeybe ise şöyle demiş­tir: "Bize Yezid b. Harun nakletti. Ona da, Behz İbn Hakîm babası ve dedesin­den rivayetle şöyle nakletmiştir: Resulüllah'a Ey Allah'ın pey­gamberi! Avret yerlerimizi nerde açıp nerde kapatalım?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Avret yerlerini eşin ve cariyen hariç diğer insanların ya­nında ört!" Ben, "ey Allah'ın elçisi insan tek başına kalınca da mı?" diye sor­dum. Bu defa cevaben şöyle buyurdu: "Allah, insanlardan daha fazla uta­mlmayı hak eder."

Hadiste geçen eşin dışında ifadesinden, kadının kocasının avret mahalline bakmasının caiz olduğu anlaşılır. Kıyas yoluyla kocanın da karısının avret mahal­line bakmasının caiz olduğu sonucuna varılır. Aynı zamanda ifade, eşler ve ca­riyeler dışında başka birinin avret mahalline bakmanın caiz olmadığına delalet eder. Mesela avret mahalli hususunda erkeğin erkeğe, kadının da kadına bak­ması caiz değildir. Behz'den nakledilen hadisin zahiri, kişinin yalnız basmayken hiçbir şekilde çıplak bulunmasının caiz olmadığını gösterir. Ancak, İmam Buhârî Hz. Musa ve Eyyub Peygamber'in kıssalarını, gusül abdesti alırken çıplak bulu-nulabileceğine delil getirmiştir. İbn Battâl'm da ifade ettiği gibi söz konusu delil getirme şu şekilde gerçekleşmiştir: Bu iki peygamber, Allah Teâlâ'nm bize uy­mamızı emrettiği peygamberler zümresİndendir. Onların bu tür uygulamalarına tabi olmak, ancak "bizden öncekilerin şeriatı, bizim için de şeriattır" diyenlerin görüşüne göre mümkün olur. Anlaşıldığına göre Hz. Peygamber bu kıssaları anlatmış ve herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Bu durum, söz konusu uygulamaların bizim şeriatımıza da uygun olduğunu gösterir. Eğer bu kıssalarda bizim şeriatımıza uygun olmayan bir şey olsaydı, mutlaka Hz. Pey­gamber belirtirdi. (çıplak olarak gusül abdesti alırlardı.) Hadisin zahirinden, bu uygulamanın

İsrailoğullarınm şeriatına göre caiz olduğu anlaşılır. Aksi takdirde Hz. Musa, on­ların bu uygulamalarına sessiz kalmazdı. Kendisi ise, daha faziletli olanı tercih ettiği için tek başına gusül abdesti alıyordu. (fıtık) Bu kelime, testislerdeki şişkinliği ifade eder.

('Ey taş! Elbisemi geri ver') Hz. Musa taşa hitap etmiştir. Çünkü, elbisesini alıp kaçtığı için onu akıllı varlıklar gibi görmüştür. Ona göre taş, bu yaptığından dolayı cansız varlıklardan uzaklaşıp canlı varlıklar kategorisine yaklaşmıştır. Bu yüzden ona seslenmiştir.

{îsrailoğullan onu bu halde görünce) Bu ifadeden, İsrailoğullarınm Hz. Mu­sa'nın vücudunu çıplak olarak gördükleri anlaşılır. Bu durum, tedavi ve buna benzer zorunlu hallerde bir başkasının avret yerine bakmanın caiz olduğuna delil olarak kullanılmıştır.

Ancak İbnu'l-Cevzî, Hz. Musa'nın üzerinde bir örtü olabileceği ihtimalini dile getirmiştir. Çünkü örtü ıslanınca, altını gösterir. O, hocalarından birine ait olan bu görüşü nakletmeyi daha uygun görmüştür. Ancak, bu görüş tartışılabilir bir görüştür.

Bu hadis hakkında geri kalan yorumları, Peygamberler Bölümünde yapa­cağız.[15]

279- Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in şöyle buyur­duğu nakledilmiştir: "Hz. Eyyub çıplak olarak gusül abdesti alırken, üze­rine altın çekirgeler düşmeye başladı. Eyyub peygamber hemen onları elbisesine dolamaya koyuldu. Bunun üzerine Hak Teâlâ ona nida edip 'Ey Eyyub! Ben seni şu gördüklerinden müstağni kılmadım mı?' dedi. Eyyup Peygamber şöyle dedi: İzzetine and olsun ki, doğrudur. Ne var ki, senin bereketinden yoksun kalacak bir zenginliğim yok! [16]

 

Açıklama

 

İbn Battal bu hadisin bab başlığı ile olan ilişkisini şu şekilde açıklamıştır: "Al­lah Teâlâ Hz. Eyyub'a çıplak olarak yıkandığı için değil de, çekirgeleri topladığı için serzenişte bulunmuştur. Bu da çıplak olarak gusül abdesti almanın caiz ol­duğunu gösterir."

 

21. İnsanların Yanında Gusül Abdesti Alırken Örtünmek

 

280- Ebu Tâlib'in kızı Ümmü Hânîden şöyle nakledilmiştir: "Mekke'nin fet-hedildiği yıl, Allah Resûlü'nün yanına gittim. Vardığımda Fatima ona bir perde çekmiş o da gusül abdesti alıyordu. Bu sırada "gelen kim?" diye sordu. Ben de, "Benim, Ümmü Hânı" diye cevap verdim.[17]

 

Açıklama

 

Örtünme İmam Buhârî, yalnız başına iken gusül abdesti alan birinin du­rumuna ilişkin delilleri sıraladıktan sonra bunun zıddı olan başkalarının bulundu­ğu yerde gusül abdesti alanların durumunu deliİlendirmeye geçti.

Gelen kim? Bu ifade, kullanılan perdenin kalın olduğunu gösterir. Hz, Peygamber'İn gelenin kadın [18] olduğunu erkeklerin giremeyeceği bîr yerde yıkandığından dolayı anlamıştır.

281- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cünüplükten temizlenmek için gusül abdesti aldığı bir sırada onu perdeledim. Ellerini yıkadı, sağ eli ile sol etine su döktü, avret mahallini ve bu­raya bulaşan şeyleri yıkadı. Sonra elini duvara veya yere sildi. Sonra namaz için abdest alır gibi abdest aldı. Ancak ayaklarını yıkamadı. Sonra vücuduna su dök­tü. Nihayet bulunduğu yerden biraz kenara çekildi ve ayaklarını yıkadı."

 

22. Kadının İhtilam Olması

 

282- Ümmü Seleme validemizden şöyle nakledilmiştir: "Ebu Talha'nın eşi Ümmü Süleym Rasulullah'a  gelip 'ey Allah'ın elçisi! Allah Teâlâ haktan utanmaz. İhtilam olan kadına gusül abdesti gerekir mi?1 diye sordu. Hz. Peygamber, 'Su gördüğü zaman evet' cevabını verdi."

(Allah Teâlâ haktan utanmaz) Ümmü Süleym, utanılacak bir konuyu açma­dan önce mazur görülmesini sağlamak için bu ifadeyi kullanmıştır. Buradaki utanma, lügat anlamındaki utanmadır. Zira dinin ön gördüğü utanmanın tama­mı hayırlıdır. "İman Bölümünde" lügat bakımından hayanın (utanmanın), deği­şiklik ve pişmanlık olduğunu İfade etmiştik. Bu anlamıyla hayanın Allah Teâlâ için kullanılması imkansızdır. Bu durumda söz konusu ifade şu anlama gelir: ASlah Teâlâ hakkı öğrenmede hayalı olmayı emretmez, bir başka deyişle hakkın anlatılmasına engel olmaz.

Allah Teâlâ'ya sıfat İsnat edilirken tevile gerek olduğu söylenmiştir. [19] Nefye-derken ise nefyedilen şeyin mümkün olduğu şart konulmamıştır. Burada ortaya çıkan mana, Allah Teâlâ'nm hak dışındaki hususlarda haya duyduğunu gösteri­yor. Bu durumda O'na bir sıfat nispeti söz konusudur. Dolayısıyla bu durumda tevile ihtiyaç duyulur.

(Su gördüğü zaman) Yani uyandığı vakit, meni gördüğü zaman. Bir riva­yette hanımlara hitaben "Sizden biriniz su gördüğü zaman gusül abdesti aism" buyrulmuştur. Ayrıca söz konusu rivayette "Ümmü Seleme, 'kadın ihtihm olur mu?' diye sordu." ilavesi yer almıştır. İbn Battal, bu hadisin bütün kadınların ihtilam olduğuna delil teşkil ettiğini söylemiştir. Onun dışındakiler ise, tam aksine bu hadiste bazı kadınların İhtilam olmadığına dair delil bulunduğunu ifade et­mişlerdir. Görünen o ki, İbn Battal, bu sözüyle bütün kadınların ihtilam oldu­ğunu değil, ihtilam olabileceğini kasdetmiştir. Bir başka ifade ile bütün kadın­larda ihtilam olma kabiliyetinin bulunduğunu anlatmaya çalışmıştır.

Bu hadis, orgazm olan kadının gusül abdesti alması gerektiğine ve kadınla­rın kendileriyle ilgili meseleleri sorup öğrenmelerine delil teşkil eder. Meydana gelen şer'î olaylar ders çıkanlması hedeflendiği için, ayrıntılı olarak anlatılır.

Ayrıca bu hadiste hayrete düşen kimselerin tebessüm edebileceğine dair de­lil vardır.

 

23. Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması

 

283- Rivayete göre "Ebu Hureyre cünüp olduğu bir sırada Medine sokakla­rının birinde, Hz. Peygamber ile karşılaşmış. 'Beni görmemesi için ondan kaçtım' diyen Ebu Hureyre gidip gusül abdesti almış sonra çıkıp gel­miş. Allah Resulü Ebu Hureyre neredeydin?' diye sormuş. O da, 'Cünüp idim, temiz olmadan sizinle birlikte oturmak istemedim1 diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber Suphanallah! Müslü­man asla necis olmaz' diyerek karşılık vermiş.[20]

 

Açıklama

 

(Cünübün Teri ve Müslümanm Necis Olmaması) İmam Buharı bu ifade ile, kâfirin terinin temiz olup olmadığı hususunda var olan farklı görüş ve yorumlara dikkat çekmek istemiştir. Bazıları kâfirin bizzat kendisinin necis olduğu görüşüne dayanarak, terinin de necis olduğuna hükmetmiştir. Bu durumda gerekli takdir­ler yapılarak bab başlığı "cünübün terinin hükmü ve Müslümanm necis olmaya­cağının açıklanması" şeklinde anlaşılır. Müslüman necis olmadığı için, teri de necis değildir. Kâfir biri necis olduğu için onun teri de necistir.

Beni görmemesi için ondan kaçtım Yani gizlendim.

Müslüman necis olmaz Zahiriye mezhebinden bir grup bu hadisin anla­mına dayanarak kâfir birinin bizzat necis olduğuna hükmetmiştir. Bu görüşlerini de "Müşrikler gerçekten pisliktir [21] âyeti ile desteklemişlerdir.

Cumhur hadisin bu şekilde delil olarak kullanılmasına itiraz etmiştir. Onlara göre bu hadisle anlatılmak istenen, Müslümanm organlarının temiz olduğudur. Çünkü Müslüman, pisliklerden kaçınmayı alışkanlık haline getirmiştir. Oysa müş­rikler böyle değildir. Zira onlar, pisliklerden korunmazlar. Ayet-i kerimedeki pis­liği ise şu şekilde izah etmişlerdir: Buradaki pislikten kasıt, onların inançları ve pisliğe bulaşmış halleridir. Bu görüşlerini şöylece güçlendirmişlerdir: Allah Teâlâ, ehl-i kitabtan bayanlarla evlenmeyi mubah kıldı. Bilindiği üzere onlarla aynı yatağı paylaşanlara, mutlaka onların terinden bulaşır. Buna rağmen, ehl-i ki­taptan bir bayanla evlenen birine ancak Müslüman kadınla evli olan birine han­gi hallerde gusül abdesti alması gerekiyorsa, o hallerde gusül abdesti alması gerekir. O halde canlı insanın bizzat kendisi pis olmaz. Bu konuda kadın ile er­kek arasında bir fark yoktur.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Büyük işlere soyunan kimsenin temiz olması müstehaptır.

2- Faziletli kimselere saygı göstermek, onlarla en mükemmel şekilde bir ara­ya gelmek müstehaptır. Nesâî ve İbn Hibbân Huzeyfe'den yaptıkları rivayete göre Hz. Peygamber ashabından bîri ile karşılaşınca onları sıvazlar ve dua eder­di. Bundan dolayı Ebu Hureyre, cünüplü kimsenin necis olduğunu zannettiği

İçin Hz. Peygamber'in âdeti üzere kendisini sıvazlamasından korkmuş, hemen gusül abdesti almaya seğertmiştir.

3- Birine tâbi olan kimsenin, önder edindiği kişinin yanından ayrılmak iste­diği zaman ondan izin İstemesi müstehaptır. Çünkü Hz. Peygamber'in Neredeydin?" sözü, Ebu Hureyre'nin kendisine haber vermeden ayrılmaması gerektiğini gösterir.

4- Birine tabî olan kimse, önder kabul ettiği kişi kendisine sormasa bile doğ­ruyu ona bildirmelidir.

5- Gusül abdesti farz olduğu anda değil de, daha sonra da alınabilir.

6- İmam Buhârî bu hadisi, cünüp birinin terinin temiz olduğuna delil getir­miştir. Çünkü, cünüplük kişinin bedenini necis hale getirmez.

7- Cünüp bir kadının sütü temizdir.

İmam Buhârî, cünübün gusül abdesti almadan ihtiyaçlarını giderebileceğine dair ise, şöyle bir başlık açmıştır:

 

24. Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir

 

Atâ şöyle demiştir: "Cünüp biri abdest almasa bile, hacamat yaptırır, tırnağı­nı keser ve başını traş ettirir."

284- Enes b. Malik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber  bir gecede tüm hanımlarını gezerek (onlarla birlikte olurdu). O dönemde hanımlarının sayısı dokuz idi."

285- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Cünüp olduğum bir sırada Hz. Peygamber bana rastladı. Elimden tutu. Bir miktar beraber yürüdük nihayet bir yere oturdu. O esnada yanından sessizce ayrıldım. Eve vanp gusül abdesti aldım. Sonra tekrar Rasûlullah'm yanma geldim. Hâlâ oturuyordu. Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de, anlattım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Suphanallah! Yâ Ebâ Mümin asta pis ol­maz."

 

25. Cünüp Birinin Gusül Abdestinden Önce Abdest Aldığı Zaman Evde Bulunması

 

286- Ebu Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Aişe Hz. Peygamber'in cünüp iken uyuyup uyumadığını sordum. O da, 'abdest alarak uyurdu1 cevabını verdi.[22]

 

Açıklama

 

(Abdest aldığı zaman) Cünüp biri abdest aldığı zaman, sahih olan görüşe göre içinde bulunduğu hükmü necasetin bir kısmı ortadan kalkar.

 

26. Cünübün Uyuması

 

287- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e Bizden biri cünüp olduğu zaman uyuyabilir mi?' diye sormuş. Hz. Peygamber de şöyle cevap vermişti: Tabi sizden biri ab­dest aldıktan sonra cünüp iken uyuyabilir.[23]

 

27. Cünüp Birinin Abdest Alıp Uyuması

 

288- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cünüp iken uyumak istediği zaman, avret mahallini yıkar ve namaz abdesti alır­dı."

289- Nafi ve Abdullah kanalıyla şöyle nakledilmiştir: "Hz, Ömer Rasûlullah'a cünüp olanlar uyuyabilir mi?' diye sordu. Hz. Peygamber, 'Eğer abdest alırlarsa, tabi ki' diye cevap verdi."

290- Abdullah b. Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Ömer İbnü'l-Hattab Rasûlullah'a kendisinin geceleyin cünüp olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona, Abdest at, cinsel organım yıka sonra uyul dedi."

 

Açıklama

 

Ebu Nuh rivayetinde bu ifade "cinsel organını yıka, abdest al sonra uyu" şeklinde geçer.

İbn Abdilber bu şekilde yapmanın çoğunluğa göre müstehap olduğunu söy­lemiştir. Hadiste geçen abdesten maksat, dinin öngördüğü abdesttir. Hikmeti ise, hükmü necaseti azaltmaktır. Nitekim, İbn Ebî Şeybe'nin sika/güvenilir ravilerle sahâbî Şeddâd b. Evs'ten naklettiği şu hadis de bunu destekler; "Sizden biri gece vakti cünüp olur, sonra uyumak isterse, abdest atsın. Çünkü ab­dest, cünüplükten temizlenmek İçin alınan guslün yansıdır." Bir başka yoruma göre hikmeti, yeniden birlikte olmaya teşvik etmesi veya kalkıp gusül abdesti almaya yönelmesi olarak açıklanmıştır.

Bu hadise göre, cünüplükten dolayı hemen gusül abdesti almak gerekmez. Ancak namaza durmak lüzum ettiği zaman hemen gusül abdesti almak gerekir. Yine bu hadisten uykudan önce temizliğe riayet etmenin müstehap olduğu so­nucu çıkar. Nitekim İbnü'l-Cevzî bu konuda şöyle demiştir: "Cünüp birinin uyu­madan önce abdest almasının emredilmesindeki hikmet, meleklerin kir ve kötü kokudan uzaklaşması, şeytanların ise bunlara yaklaşmasıdır."

 

28. Sünnetli Kısımların Buluşması

 

291- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Erkek, kadının dört uz­vu/kot ve bacakları arasına çöker, sonra onunla birlikte olursa gusül gerekir."

 

Açıklama

 

(Sünnetli Kısımların Buluşması) Bu ifade ile, erkeğin ve kadının sünnet edi­len bölgeleri kasdediîmiştir.

(çöker) Bu ifade, cimadan kinayedir. Hz. Peygamber bu­nunla yetinerek açıkça cimayı zikretmemiştir. Bu hadisin yorumu hakkında Irnam Nevevî şöyle demiştir: "Hadis, guslün gerekli olmasının boşalmaya bağlı olmadığı anlamına gelir."

 

29. Kadının Cinsel Organından Bulaşan Şeylerin Yıkanması

 

292- Zeyd b. Halid el-Cüheni Hanımıyla birlikte olup ancak boşalmayan kimsenin hükmü hakkında ne düşünüyorsun?' diye Hz. Osman'a sormuş. O da 'Namaz için abdest aldığı gibi abdest alır ve cinsel organını yıkar" diye cevap vermiş ve bunu Hz. Peygamber'den işittiğini söylemiştir. Bu konuyu Ali İbn Ebu Talib'e, Zübeyr İbn Avvâm'a, Talha İbn Ubeydullah'a ve Übey İbn Ka'b'a sordum, hepsi de aynı şekilde cevap verdi."

 

Açıklama

 

(Kadının Cinsel Organından Bulaşan) Bununla ıslaklık vs. gibi şeyleri yıka­mak kasdedilmiştir. Çoğunluğa göre, baba konu olan hadisin delalet ettiği gibi cinsel ilişki sırasında boşalmayan birinin sadece abdestle yetinmesi, daha önceki bâbda zikredilen Ebu Hureyre ve Hz. Âişe'den [24] nakledilen hadisle neshedilmiştir. Söz konusu neshin delili ise, Ahmed b. Hanbel ile diğer hadis imamlarının Zührî kanalıyla Sehl b. Sa'd'tan naklettikleri şu hadistir: Übey İbn Ka'b bana şöyle nak­letti: "Su sudandır (Gusül abdesti meni gelince gerekir) şeklinde verilen fetva bir ruhsat idi. Hz. Peygamber İslâm'ın ilk yıllannda buna ruhsat olarak izin vermişti. Daha sonra ise gusül abdesti almayı emretti."

 

Uyan

 

"Su sudandır." Burada tam anlamıyla cinas sanatı vardır. İlk su ile gusül ab­desti, ikinci su ile meni kasdedilir. İmam Şafiî, Arap dilinde cünüpîük ile, boşalma gerçekleşmese bile cinsel ilişkinin kasdedildiğini ve bunun da hakikat anlamında bir kullanım olduğunu belirtmiştir. Mesela "falanca adam filanca ka­dınla cünüp oldu" denildiği zaman boşalmasa bile bahsi geçen adamın o kadınla birlikte olduğu anlaşılır. İmam Şafiî şöyle demiştir: "Haddi gerektiren zinanın, boşalma olmasa bile cima olduğu konusunda âlimler arasında görüş farklılığı yoktur"

293- Ebu Eyyûb'tan şöyle nakledilmiştir: "Übey b. Ka'b bana anlattığına gö­re Hz. Peygamber'e Ey Allah'ın elçisi! Hanımıyla ilişkiye giren, ama boşalmayan adam (ne yapar?)' diye sormuştu. Allah Resulü de  şöyle cevap vermişti: Vücudunu kadına temas eden kısmını yıkar, sonra abdest alır ve namaz kılar.

Ebu Abdullah şöyle demiştir: "Bu durumda gusül abdesti almak daha ihti­yatlıdır. Diğeri ise en son çaredir. Bu konuda farklı görüş ve yorumlar olduğu için bu şekilde açıklamada bulunduk."

Açıklama

 

Kadına temas eden kısmını Yani erkek, organlarından kadının cinsel orga­nına, değenleri yıkar.

Sonra abdest alır Burada açıkça görülmektedir ki, önce cinsel organ yıka­nır sonra abdest alınır.

Gusül abdesti almak daha ihtiyatlıdır Bu ifadeden önce şöyle bir takdir yapılır; "Nâsih sabit olmaz, tercih de yapılamazsa dinî bakımdan en ihtiyatlı olan gusül abdesti almaktır."

İbnü'l-Arabî Buhârî'nin bu sözünü problemli görmüş ve şöyle demiştir: "Bo­şalmanın olmadığı cinsel ilişkilerde guslün gerekli olduğu hususunda sahabe ve onlardan sonra gelen tabiun ittifak etmişlerdir. Bu konuda Zahirî mezhebinin kurucusu Davud dışında aykırı görüş beyan eden olmamıştır. Onun da, muha­lefeti önemsenmez. Burada asıl zor olan Buhârî gibi birinin muhalefet edip bo­şalmadan meydana gelen birleşmeler için gusül abdesti almanın müstehap ol­masına hükmetmesidir. Zira o, dinin önderlerinden ve Müslüman âlimlerin en büyüklerinden biridir." Daha sonra İbnü'l- Arabî bâbda zikredilen hadisin, ona yakışmayacak şekilde zayıf olduğunu açıklamaya başlamıştır. Bunlardan bir kısmına işaret ettik. İbnü'l-Arabî devamla şöyle demiştir: "Belki de İmam Buhârî bu sözüyle gusül abdesti almanın dinî bakımdan daha ihtiyatlı olduğunu belirt­mek istemiştir. Nitekim bu konu usulde oldukça meşhurdur." Onun bu görüşü, ilmine ve dinî önderliğine daha çok yakışır.

Kanaatimizce, bu ifadenin, İmam Buhârî'nin kendi tasarrufundan olduğu anlaşılmaktadır. Bâbdaki hadisten sonra gelen kendisine ait ifade ile gusül ab-destinin terk edileceğini İfade etmemiş, aksine bu konu dışında hadisten çıkarı­lan meselelerin bazılarına işaret etmiştir. Tıpkı daha önce bu hadisi abdestin farziyetine delil getirdiği gibi.

İbnü'l-Arabî'nin bu konuda görüş ayrılığının bulunmadığını ifade etmesi eleştiriye açıktır. Çünkü sahabe arasında bu konuda   farklı görüşlerin olduğu hususu meşhurdur. Bir çok sahâbîden bu hususta rivayet nakledilmiştir. Ancak İbnu'l-Kassâr, söz konusu görüş farklılığının tabiun döneminde ortadan kalktığını belirtmiştir. Abdürrezzak da İbn Cüreyc kanalıyla Atâ'nm şöyle dediğini naklet-miştir: "Cinsel ilişki sırasında boşalmasam bile, yine de gusül abdesti almadan içim rahat etmiyor. Çünkü insanlar, bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Biz ise, en sağlam kulpa tutunduk." İmam Şafiî ise, "İhtilâfu'1-hadîs"de şöyle demiştir: [25] Su sudandır' hadisi sahih bir şekilde nakledilmiştir. Ancak neshedilmiştir. Dolayı­sıyla biz, gusül abdestinin ancak boşalma gerçekleşince gerektiğini söyleyen bölgemizdeki insanlardan (yani Hicaz'lılardan) farklı düşünüyoruz."

Bu anlattıklarımızdan, tabi ve etbâuttâbiûn döneminde bu konuda görüş farklılığının yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Ancak çoğunluk, cinsel ilişkide boşal­ma gerçekleşmese bile, gusül abdestinin farz olduğu kanaatindedir. Doğru olan da budur.

 

6. BÖLÜM HAYIZ

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Şano kadınların hayız halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Onun için hayız halinde olan kadınlardan uzak durun. Te­mizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size em­rettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah teube edenleri de sever, temizlenenleri de sever.[26]

(Hayız Bölümü) Hayız, lügatte akmak anlamına gelir. Istılahta ise belirli za­manlarda kadının malum organından kanın gelmesine denir. Mahîd çoğunluğa göre hayız anlamına gelir. Hattâbî'ye göre ise, şiddetli olmayan fakat hoş karşılanmayan rahatsızlık manasına gelir. "Onlar (ehl-i kitap) sizi incitmekten başka zarar veremez [27] ayetindeki kelimesinin kullanımının incitmek gibi hafif rahatsızlık anlamına gelmesini, kendi görüşüne delil olarak getirmiştir. Buna göre mahîd, kadının belirli bölgesinde bulunan, ancak diğer organlarına sirayet etmeyen bir rahatsızlık anlamına gelir.

(Onun için hayız halinde olan kadınlardan uzak durun) İmam Müslim ve Ebu Dâvûd bu konuda Enes'ten şöyle nakletmisdir: "Yahudiler, kadın hayız olunca onu evden çıkarırlardı. Bu durum, Hz. Peygamber'e soruldu. Bunun üzerine sözkonusu âyet [28] nazil oldu ve Hz. Peygamber Cinsel ilişki dışında eşinizle her şeyi yapın' bu­yurdu. Yahudiler bu hükmü yadırgadılar. Bundan dolayı Üseyd İbn Hudayr ile Ubbâd İbn Bişr Hz. Peygamber'e gelip Yahudilere muhalefet gayesiyle 'Ey Al­lah'ın elçisi hayızh iken kadınlarla ilişkiye girelim mi?' diyerek izin istediler. Ancak Hz. Peygamber buna müsaade etmedi."

 

1. Hayızın Başlangıcı

 

Hz. Peygamber (hayzı kasdederek) şöyle buyurmuştur: "Bu, Allah'ın Âdem'in ktzları için takdir ettiği bir şeydir."

Bazıları, "İlk olarak hayız, îsraihğuHarında başladı." demiştir. Ancak Hz. Peygamber'in hadisi, bu görüşten daha (kapsamlıdır).[29]

 

Açıklama

 

(İlk olarak hayız,} Bu sözü söyleyenler, Abdürrezzâk'ın İbn Mes'ûd'dan sahih bir senetle naklettiği şu rivayeti referans olarak kullanmışlardır: "İsraitoğul-lannda kadınlarla erkekler birlikte namaz kılıyorlardı. Bundan dolayı, kadınlar erkeklere karşı üstünlük taslamaya başladı. Bunun üzerine Allah Teâtâ onları hayza düçâr kılıp mescidlerden atı koydu." Buhârî de, Hz. Aişe'den buna benzer bir rivayet nakletmiştir.

(Ancak Hz. Peygamber'in hadisi, bu görüşten daha (kap­samlıdır) Yani herkesi kapsar. İlk İnsandan itibaren herkesi içine alır. Dolayı­sıyla İsrailoğullan ve onlardan önceki kimseleri de kapsar. Ancak bu ifade daha kapsamlı yerine, ispatı daha kolay veya daha sağlam bir bilgi şeklinde de anla­şılmıştır. ed-Dâvûdî şöyle demiştir: "Bu iki rivayet aracında herhangi bir çelişki yoktur. Zira İsrailoğullarmın kadınları aynı zamanda Hz. Âdem'in neslinden ge­len kadınlardır. Buna göre, umûm ifade eden "Âdem'in kızları" ibaresi ile husus kasdedilmiştir." Bizce, ibare umum/genel anlam ifade ettiği için her iki rivayet şekli arasında bir uzlaştırma yapılabilir. Şöyle ki, İsrailoğulları'nın kadınlarında görülen hayız, onlara verilen ceza sırasında hayız müddetinin uzun sürmesiydi. Yoksa hayızın ilk defa onların arasında başladığı anlamına gelmez. Nitekim Taberî ve diğer tefsirciler, İbn Abbâs ve daha başka ilk dönem müfessirlerinden, Kur'an'da İbrahim kıssası anlatılırken geçen "O esnada hanımı ayakta idi ue (bu sözleri duyunca) ayetindeki [30]gülmeyi hayız oldu şeklinde tefsir ettiklerini nakletmişlerdir. Malum olduğu üzere İbrahim peygamberin İsrailoğullan'ndan önce yaşamış olduğunda zerre kadar şüphe yoktur. Hâkim ve İbn Münzir sahih bir senetle İbn Abbâs'tan şöyle nakletmiştir: "İlk olarak hayız, cennetten in­dikten sonra Hz. Havva'da görüldü." Bu durumda, Âdem'in kızları ifadesi Havva'nın kızları anlamına gelir. Doğrusunu eni iyi Allah bilir.

 

Hayız Olan Kadının Durumu

 

294- el-Kâsım'dan Hz. Âişe'nin şöyle dediğini işittiği nakledilmiştir: "Hacca gitmek üzere niyet ederek yola koyulduk. Şerife geldiğimiz zaman ay hâli oldum Hz. Peygamber yanıma geldiğinde ağlayıp duruyordum. Bana

Neyin var? Yoksa hayız mı oldun?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu. 'Bu, Allah'ın Âdem'in kızları için takdir ettiği bir şeydir, Beytullahı tavaf dışında hacıların yaptığı her şeyi yap.'

Hz. Âişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber hanımları için sı­ğır kurban etti.[31]

 

Açıklama

 

(Hayız Olan Kadının Durumu) Bu ifade ile, hayız olan kadınla ilgili durum­lar kasdedilmiştir.

Şeref Mekkeye yakın bir yerin adıdır. Mekke ile arasında yaklaşık olarak 10 millik bir mesafe vardır. yap Yani hac ile ilgili tavaf dışındaki ibadetleri yerine getir.

Beytuîlah'ı tavaf dışında Bu istisna sadece hac ibadetine mahsustur. Yani kadının diğer durumlarını kapsamaz. Bir başka ifade ile hayızlı kadın, hac iba­detini yaparken tavaf hariç diğer vazifeleri yerine getirebilir. Diğer durumlarda ise, normal hayızlı kadınların riayet etmesi gereken hallere riayet eder.

 

2. Hayızlı Kadının Kocasının Başını Yıkaması Ve Taraması

 

295- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ben hayızlı iken, Hz. Peygamber'in başını tarardım."

296- Hişâm İbn Yûsuf, Ibn Cüreyc'in kendilerine şöyle bildirdiğini naklet-miştir: "Hişom İbn. örve'nin bize haber verdiğine göre kendisine biri gelip 'Hayızlı kadın bana hizmet edebilir mi veya cünüp bir kadın bana yakın olabilir mi?' diye sordu. Urue 'Bunlar benim için normal şeyler. Hayızlı ve cünüp ka­dınlar bana hizmet eder. Hizmet konusunda bu iki durumun bir sakıncası yok­tur. Aişe'nin bana haber verdiğine göre kendisi, hayızlıyken mescitte itikafta bu­lunan Hz. Peygamber'in saçlarını tararmış. Allah Resulü ba­şını mescidden Aişe'nin odasına doğru uzatır ona yaklaştınrmış, o da hayız ol­masına rağmen odasından onun saçını tararmış' diye cevap verdi.[32]

 

Açıklama

 

(Hayızh Kadının Kocasının Saçını Yıkaması ve Taraması) Bu hadis tarama bakımından bab başlığına uygundur. Yıkama ise kıyas yoluyla veya "Hayızh Kadına Dokunma" babında zikredilecek rivayete işaretle başlığa dahil edilmiştir. Çünkü söz konusu babda gelecek hadis, açıkça bunu göstermektedir. Bütün bunlar hayızlı bir kadının zatının/bizzat kendisi ve vücudunun temiz olduğunu ve hayzın ona dokunmaya engel olmadığını gösterir.

(mescitte bulunan) Bu ifade Hz. Peygamber'in mescitte itikaf halinde olduğunu gösterir. Hz. Aişe'nin odası ise, mescide bitişik idi.

Urve kıyas yoluyla, cünüplüğü hayızla aynı kategoriye sokmuştur. Bu du­rum gayet açıktır. Çünkü hayız, cünüplükten daha pis kabul edilir. Hizmeti İse, taramayla aynı kefeye koymuştur.

Hadis, hayızh bir kadının bedeninin ve terinin temiz olduğuna delalet eder. İtikattaki biri İçin yasaklanan dokunmaların, cinsel ilişki ve cinsel ilişki Öncesi yapılan hazırlıklar olduğunu gösterir. Ayrıca hayızh birinin camiye giremeyece­ğine delil teşkil eder. İbn Battal "Bu hadiste, 'her hangi bir şekilde kadına do­kunmak, abdesti bozar' diyen İmam Şafiî aleyhine bir deli! vardır." demiştir. Ancak böyle bir delil söz konusu olamaz. Çünkü, itikafta abdestli olma şartı yok­tur. Kaldı ki, hadiste bu fiilden sonra namaz kılındığı da zikredilme mistir. Eğer namaz kılınmış olsa bile, kadının saçma dokunmakla abdest bozulmaz.

 

3. Kocanın Hayızlı Eşinin Kucağına Yaslanarak Kuran Okuması

 

Ebu Vâil hayızh hizmetçisini Ebu Razîn'e gönderirdi. Hizmetçi de mushafı kılıfıyla tutarak ona getirirdi.

297- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ben hayızh iken Rasûlullah kucağıma yaslanır sonra Kur'an okurdu."

 

Açıklama

 

(hizmetçisini) Hizmetçi ile cariye kasdedilmiştir.

(kılıfıyla) Bu ifade ile bir bağ ile ağzı kapanan bir kılıf kasdedilmiştir. Her iki rivayet de, hayızh kadının dokunmadan Mushafı taşıyabileceğini gösterir. Bâb başlığının Hz. Aişe hadisi ile İlişkisi şu şekildedir: İmam Buhârî, hayızh birinin İçinde Kur'an bulunan bir kılıf: taşımasını, yine hayızh birinin hafız birini taşıma­sına benzetmiştir. Çünkü hafız, içinde Kur'an olan kimse demektir. Bu yüzden söz konusu hadisi bu babda zikretmiştir. Bu durum, Ebu Hanife'nin mezhebine uygundur. Çoğunluk ise bunu yasaklamıştır. Onlara göre hayızh birinin Kur'an'ı taşıması, saygıyla bağdaşmaz. Yaslanmak ise örf bakımından taşımak olarak İsimlendirilmez. Buradaki yaslanmadan maksat da, Hz. Peygamber'İn başını Hz. Aişe'nin göğsüne yaslamasından ibarettir.

İbn Dakîku'l şöyle demiştir: Yaslanma ifadesi, hayızh kadının Kur'an okuyamayacağını gösterir. Eğer okuması caiz olsaydı, ona yaslanılmış halde Kur'an okumanın yasak olduğu vehmine kapmılmazdı. Dolayısıyla bunun caiz olduğunu açık bir şekilde ifade etmeye de gerek kalmazdı.

Bu hadiste, hayızlı kadına dokunmanın caiz olduğuna delil vardır. Çünkü, onun zatı ve elbisesi necasete bulaşmadığı sürece temizdir. Hayızh birinin Kur'an okuyamaması, pis yerlerde Kur'an okumanın caiz olmadığı hükmüne dayanır. Ayrıca hadiste, necaset yerlerine yakın mekanlarda Kur'an okunabileceğini gös­terir. Bu görüş Nevevî'ye aittir. Bir de, bu hadise dayanılarak hasta birinin, na­maz kılarken elbisesi temiz olmak şartıyla hayızh bir kadına yaslanabileceği so­nucuna varılmıştır. Bu görüş de Kurtubî'ye aittir.

 

4. Hayıza Nifas Denmesi

 

298- Ümmü Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberle 

ye ac'üu- bir abaya bürünmüş yatıyorduk. Derken âdet oldum. Hemen sessizce kalkıp hayız elbisemi giydim. Bunun üzerine Hz. Peygamber mı oldun?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim. Sonra beni yanına çağırdı ve kadife örtünün altında birlikte uyuduk.[33]

 

Açıklama

 

(abaya) kelimesi üzerinde işlemeler olan yünden ve daha başka mad­delerden dokunmuş siyah renkte bir tür örtünün adıdır.

(sessizce kalkıp) Nevevî şoy!e demiştir: "Ümmü Seleme hayız kanının Hz. Peygamber'e bulaşmasından korktuğu veya Allah Resûlü'nün kendisiyle birleşmek isteyeceğinden endişe ettiği İçin kalkıp hayız için gerekli önlemleri almış olabilir. Ya da bu halde Hz. Peygamberle yatmaya gönlü el-vermemiştir. Bundan dolayı Allah Resulü de ona, tekrar ya­tağa dönmesi için izin vermiş olabilir."

Hattâbî şöyle demiştir: "Bu kelimenin kökü, kan anlamına gelen poü'dir. Bu hadis, giyinik hayızlı bir kadınla birlikte uyumanın ve onunla bir örtü altında yatmanın caiz olduğunu gösterir. Aynca bu hadise göre, kadının hayız için normal elbiselerinin dışında bir elbise giymesinin müstehap olduğu sonucu ortaya çıkar."

 

5. Hayızlı Kadına Dokunmak

 

299- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "İkimiz de cünüp iken Hz. Peygam­berle birlikte bir kaptaki suyu kullanarak gusül abdesti alırdık."

300- Bana emrederdi, ben de izarımi bağlardım. Sonra hayızlı   olmama rağmen bana dokunurdu. [34]

301- Hz. Peygamber itikattayken başını bana uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum halde başını yıkardım."

302- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizden biri hayız olur, Hz. Peygam­ber de ona dokunmak isterse hayzm başlarında izarını bağla­masını emreder sonra dokunurdu." Hz. Aişe şöyle devam etmiştir: "İçinizden kim, Hz. Peygamber'in nefsine hakim olduğu kadar kendine hakim olabilir ki!"

 

Açıklama

 

(Hayızlı Kadına Dokunmak) Burada dokunmaktan maksat, cima değil tenle­rin birbirine değdirilmesidir.

izanmı bağlardım Bu ifadeyle, kadının vücudunun orta kısmını izar ile örtmesi kast edilmiştir. Fakihier, geçerli olan örfü dikkate alarak örtülmesi gere­ken yerleri göbek ile diz kapağı arası olarak tespit etmiştir.

Bizden biri Yani Hz. Peygamber'in eşlerinden biri. (hayzın başlarında) Hayzın başladığı ilk anlarda ve akıntının bol olduğu za­manlarda.

{Hz. Peygamber'in nefsine hakim olduğu) Bu İfade ile Hz. Peygamber'in kendisini tam olarak kontrol ettiği kastedilmiştir. Bir başka ifade ile, tehlikeli bölgelerde gezip tehlikeye bulaşmasından korkulan kimseler hakkında duyulan endişeler onun için geçersizdir. Buna rağmen yine de Hz. Peygamber günaha düşmekten korunmamış başkalarına dinî bir uygulamayı öğretmek için örtünün üzerinden mübaşerette bulunmuştur. Alimlerin çoğu bu kanaattedir. Bu hüküm, maliki mezhebinde "seddü'z-zerîa" bölümündeki esaslara uygundur.

Sevrî, Ahmed Ibn Hanbel ve İshâk gibi bir çok selef alimine göre hayızlı ka­dının sadece cinsel organından istifade edilemez. Hanefî'lerden İmam Muhammed de bu görüştedir. Tahâvî de bu görüşü tercih etmiştir. Mâlikiler'den Asbağ'ın tercihi de bu doğrultudadır. Şâfiîler'de bu konuda var olan iki görüşten biri böyledir. İbn Münzir de bu görüşü seçmiştir. İmam Nevevî ise şöyle demiştir: "Bu görüş daha çok tercihe şayandır. İmam Müslim'in Enes'ten naklettiği "On­larla cima hariç her şeyi yapın!" hadisi de, buna delildir." Delilleri uzlaştırmak için bâbda zikredilen hadis İle benzerlerinin müstehap bir hükme delalet ettiğini söylemişlerdir.

îbn Dakîku'I-'îyd şöyle demiştir: "Bâbta zikredilen hadiste izarın altından ya­rarlanmanın yasaklandığına dair bir delil yoktur. Çünkü, hadiste sadece Rasûlullah'ın saw:âhu aleyh; ve fiili söz konusudur." Nevevî de bu yorumu güzel bulmuştur.

303- Abdullah İbn Şeddâd, Meymûne validemizin şöyle dediğini nakletmiş-tir: "Hz. Peygamber hayızlı hanımlarından birine dokunmak istediği zaman ona izarını bağlamasını emrederdi."

 

6. Hayızlı Kadının Oruç Tutmaması

 

304- Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber kurban veya ramazan bayramı namazını kıldırmak üzere namazgaha yöneldi. Yolda kadınlara rastladı. Onlara '£y kadınlar topluluğu sadaka ve­rin! Zira cehennem ehlinin çoğunluğunun kadınlardan oluştuğu bana gösterildi' dedi. Kadınlar 'Neden ey Allah'ın elçisi?1 diye sordu. Hz. Peygamber de  lanet eder ve kocalarınızın iyiliğine nankörlük yaparsınız. Karartı ve basiretli bir adamın aklını sizden daha fazla çelen, dinî ve aklî bakımdan eksik birini görmedim.' diye cevap verdi. Bunun üzerine kadınlar 'Ey Allah'ın elçisi aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir?' diye sordular. Hz. Peygamber Bir kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısına denk değil midir?' diye sorunca, kadınlar 'Tabiî ki dediler. Hz. Peygamber İşte bu, onların akıllarının eksik olmasından ileri gelir.' dedi. Sonra kadınlar hayız ol­duğu zaman, namaz kılmazlar, oruç tutmazlar, değil mi?' diye sordu. Kadınlar Evet' deyince 'Bu da, onların dinî bakımdan eksik olduğundan ileri gelir.' buyurdu.[35]

 

Açıklama

 

(Hayızh Kadının Oruç Tutmaması) İbn Reşîd ve diğerleri şöyle demiştir: "İmam Buhârî adeti olduğu üzere, anlaşılması basit konulan bir kenara bırakıp problemli meseleleri izah eder. Bu bâbda da böyle yapmıştır. Şöyle ki, manevi necasetten arınmamış halde olan hayızh kadının namaz kılmaması gayet açıktır. Çünkü temizlik, namazın sıhhat şartlarından biridir. Oruçta ise, temizlik şartı yoktur. Dolayısıyla hayızh kadının oruç tutmaması, kolay kolay anlaşılmaz. Bu nedenle, namazın aksine bu durumu belirtme ihtiyacı duymuştur."

(bana gösterildi) Allah Teâlâ, isra gecesi cehennemdeki kadınları Hz. Peygamber'e göstermiştir.

(kocalarınızın iyiliğine nankörlük yaparsınız) Bu ifade, "Kocalarınızın hakkını inkar edersiniz" aniamma gelebileceği gibi daha geniş manalara da gelebilir.

(eksik) Bana göre bu, kadınların cehennem ehlinin çoğunluğunu oluşturma nedenlerinden biridir. Çünkü onlar, kararlı ve basiretli bir adamın aklını çelip o kimsenin kendisine yakışmayan sözler sarfedip yanlış işler yapmasına sebep olurlar. Dolayısıyla hem onların günahlarına ortak olurlar, hem de daha fazlasını işlerler.

daha fazla çelen [36] Burada kadınların ne kadar çok akıl çeldiğini belirtmek için mübalağa ifade eden lafızlar kullanılmıştır. Çünkü kararlı ve basiretli kimse, hanımlara boyun eğerse, onun gibi olmayanlar haydi haydi kadınlara boyun eğer.

('Ey Allah'ın elçisi aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir?' diye sordu.) Ka­dınlar, neden akıl ve din bakımından noksan olduklarını bilmedikleri için bu soruyu sormuştur. Aslında böyle bir soru sormaları, onların eksik akıllı oldukla­rını gösterir. Çünkü, daha başta çokça lanet etme, kocaların iyiliğini inkar, kararlı ve basiret sahibi kimselerin aklını çelme şeklinde kendilerine nispet edilen üç özelliği kabul etmişler, sonra da eksik olduklarını anlamakta güçlük çekmişlerdir. Hz. Peygamber onlann bu sorusuna, azarlamadan ve kınamadan ne kadar da yumuşak bir cevap vermiştir... Bir başka İfade İle onların anlayacağı seviyede konuşmuştur. Hz. Peygamber                              Bir kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısına denk değil midir?' sözüyle "erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile biri yanıîırsa diğerinin ona hatırlatması için - iki kadın olsun [37] âyetini kasdetmiştir. Kadınların birinin diğerine hatırlatmada yardımcı olması, onlann hafızada tutma yeteneklerinin zayıf olduğunu gösterir. Bu da, akıllarının eksik olduğuna delalet eder. (namaz kılmazlar, oruç tutmazlar,) Bu ifade, hayızh kadınların namaz kıl­maktan, oruç tutmaktan alıkonulduklarının, bu olaydan daha önce varid olan şer'î bir hüküm ile sabit olduğunu gösterir.

 

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

Bayram namazlarında imamın namazgaha (caminin avlusuna) geçmesi di­nî açıdan uygundur.

Namaz İçin toplanmış insanlara imam, sadaka vermelerini emredebilir. Ba­zı mutasavvıflar bu hadisten hareketle, zenginlerden fakirler için sadaka iste­menin caiz olduğu sonucuna varmıştır. Ancak bunun şartları vardır.

Kadınlar bayram namazına katılabilir. Ancak fitne endişesinden dolayı er­keklerden ayrı mekanda namaz kılarlar.

İmamın sadece kadınlara nasihat etmesi caizdir.

Nimeti inkar etmek haramdır.

Lanet, küfür gibi kötü sözlerin sıkça kullanılması haramdır. İmam Nevevî'ye göre bunlar büyük günahtır. Çünkü bunlara bulaşanlar, cehennemle tehdit edilmiştir.

İnsanların Allah'ın rahmetinden uzak olması için yapılan beddua demek olan lanet kötüdür.

Dinden çıkmaya neden olmayan günahları işlemek hakkında küfür (inkar) kavramı kullanılabilir. Bununla, günahkâr kimselere karşı katı bir tavır söz ko­nusudur. Çünkü bu hadisin bir başka rivayetine göre cehennemliklerin çoğunun kadınlardan olduğu bildirilirken gerekçe olarak "küfürleri yüzünden" ifadesi yer almaktadır.

Ayıplanan vasfın ortadan kalkmasına neden olacak şekilde nasihatte bulu­nurken katı davranmak caizdir. Ancak, belirli bir şahıs hedef alınmaz. Çünkü, genel ifadeler kullanmak, dinleyenlerin daha kolay istifade etmesini sağlar.

Sadaka belaları savar. Kulların birbirine karşı İşlediği günahlara keffaret olur.

Akıl, daha önce geçen iman örneğinde olduğu gibi, eksik ve fazla sıfatla­rıyla nitelenebilir. Kadınlar, eksik akıllı oldukları zikredildi diye kınanamaz. Çün­kü bu onların yaratılışların in bir özelliğidir. Ancak onların yüzünden fitneye düşmekten sakındırmak için bu özelliklerine dikkat çekilebilir. Bundan dolayı Hz. Peygamber cehennem azabını kadının eksik akıllı olmasına değil de, kendisine yapılan İyiliğin inkar edilmesi gibi başka nedenlere bağlamış­tır.

Din bakımından eksik olmak, sadece günahın meydana geldiği konularda olmaz. Aksine bundan daha geniş alana sahiptir. Bu görüş İmam Nevevî'ye aittir. Çünkü eksiklik, izafî bir kavramdır. Mesela kâmil bir kişi daha kâmil birine göre kemal bakımından eksiktir. Bundan dolayı, hayızlı bir kadm, hayız dönemi boyunca namaz kılmadığı için günahkâr olmaz. Ancak namaz kılan bir erkeğe nazaran din bakımından eksiktir.

Hastalık yüzünden sağlıklı iken kıldığı nafile namazları kılarnayan kimse, söz konusu namazların sevabını kılmış gibi alır. Peki, âdet döneminde namaz kıl­mamakla mükellef olan hayızlı kadm namaz kılmadığı için sevap alabilir mi? Bu hususta imam Nevevî şunu söylemiştir: "Ağır basan görüşe göre sevap alamaz. Hayızlı kadın ile hasta arasında fark vardır. Hasta kişi, ehliyeti olduğu sürece söz konusu nafile namazları sürekli kılma niyeti taşır. Hayızlı kadın ise, böyle değil­dir." Kanaatime göre bu farkın, kadının namazı terk etmesinden dolayı sevap alamamasını gerektirdiği tartışmaya açıktır.

Öğrenen konumunda olan öğretene, tâbi konumunda olan rehberine an­layamadığı meselelerde müracaat etmelidir.

Bu hadiste Allah Rasûlü'nün ne kadar yüce bir ahlaka sahip olduğu, merhamet ve hoşgörü peygamberi olduğu görülmektedir. Hak Teâlâ onun şanını, şerefini ve saygınlığını artırsın!

 

7. Hayızlı Kadın Tavaf Hariç Bütün Hac Menasikini Yerine Getirir

 

İbrahim şöyle demiştir: "Hayızlı kadının âyet okumasında bir sakınca yok­tur." İbn Abbâs da, cünüp kimsenin Kur'an okumasında bir mahzur görmezdi. Hz. Peygamber ise her durumda Allah'ı anardı. Ümmü Atiye şöyle demiştir: "Biz kadınlara, hayızlı iken de (Arafat ve Mina gibi yerlere) çık­mamız, erkekler gibi tekbîr getirip dua etmemiz emredildi." İbn Abbâs Ebu Süfyân'm şöyle dediğini nakletmiştir: "Herakleios Hz. Peygamberin mektubunu istedi. Sonra onu okudu. Bir de baktık ki mektup, 'Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye gelin.[38] şeklinde başlıyordu. Atâ, Câbir'den şöyle nak­letmiştir: "Hz. Âişe hayız oldu, Kabe'yi tavaf ve namaz hariç, hac ibadetinin bü­tün gereklerini yerine getirdi. "Hakem şöyle demiştir: "Ben cünüp iken hayvan oğazlanm." Allah Teâlâ şu şekilde buyurmuştur: "Üzerine Allah'ın adı anılmalan kesilen hayvanlardan yemeyin! [39]

305- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberle lirlikte yola çıktık. Sadece haccı düşünüyorduk. Şerife geldiğimiz zaman hayız jldum. Sonra Hz. Peygamber yanıma geldi. O esnada ağlı­yordum. 'Neden ağlıyorsun' diye sordu. Ben de, 'Allah'a and olsun ki, bu yıl ıac etmeyi istemiyorum' diye karşılık verdim. O da, 'Galiba hayız oldun' dedi. Sen 'Evet' deyince, şöyle buyurdu: 'Bu, Allah'ın Adem'in kızları için takdir ittiği bir şeydir. Hacıların yaptığı her şeyi yap! Yalnız temizleninceye iadar Ka'be'yi tavaf etme!"

 

Açıklama

 

(Hacıların yaptığı her şeyi yap! Yalnız temizleninceye kadar Ka'be'yi tavaf 'ime!) İmam Buhârî'nin bu babda zikrettiği hadis ve diğer rivayetlerle şunu kas-lettiği söylenmiştir: "Hayız ve onun hükmünde olan cünüplük gibi durumlar, )ütün ibadetlere engel olmaz. Aksine zikir gibi bir takım bedenî ibadetler, bu tür İurumlarda bile yapılabilir. Tavaf hariç hacda yapılması gereken diğer hususlar la, hayzın engel teşkil etmediği ibadetlerdendir." Ancak İmam Buhârî'nin bunları îasdetmiş olması tartışılır. Çünkü hacda yapılması gereken İbadetler nas ile santur. Dolayısıyla bu hususta, istidlale gerek yoktur. En güzeli, İbn Reşîd'in, İbn attâl ve daha başkalarına tabi olarak ileri sürdüğü şu görüştür: "İmam Buhârî  bâbda, Hz. Aişe hadisini zikrederek hayızh ve cünüp kimselerin Kur'an oku­nabileceğine delil getirmek istemiştir. Çünkü Hz. Peygamber tür özel namaz olduğu için hac ibadetlerinden sadece tavafı ayrı tutmuştur, 'ikir, telbiye ve dua, hac ibadetinin bir parçasıdır. Hayızh bir kadının bunları yapması yasaklanmamıştır. Aynı hüküm, cünüp biri için de geçerlidir. Çünkü hayızh kadının necaseti onunkinden daha ağırdır.

Kur'an okunması bir tür Allah'ı anmaksa, bu durumda zikir ile arasında her­hangi bir fark yoktur. Yok eğer başlı başına bir ibadetse, bu durumda özel bir delile İhtiyaç vardır. İmam Buhârîye göre de bu konuda sahih bir hadis yoktur. Bu hususta nakledilen rivayetlerin tamamı başkalarına göre delil olur. Ne var kî bunların çoğu, tevile açıktır. Nitekim ileride buna işaret edeceğiz. Bundan dolayı İmam Buhârî ve onun gibi hayız ve cünüp kimsenin Kur'an okuyacağını söyle­yen Taberi, İbnu'l-Münzir ve Dâvûd gibi alimler, "Her durumda Allah'ı anardı" hadisinin umum İfade eden ibaresine dayanmışlardır. Çünkü zikir, geniş bir kavramdır. Kur'an'Ia olabileceği gibi başka şeylerle de olabilir. Zikir ile Kur'an okumayı örf ayırır. İmam Buhârî İbrahim en-Nehâî'nİn görüşüne yer vermek suretiyle, hayızh kadının Kur'an okumasının yasaklandığı hususunda icmâ' bu­lunmadığını belirtmek istemiştir. İmam Maİik'ten İbrahim en-Nehâî'nin görüşüne benzer bir görüş nakledilmiştir. Yine ondan her koşulda Kur'an okunabileceği rivayet edilmiştir. Kendisinden yapılan bir başka rivayete göre İse, cünüp kimsenin aksine hayızh kadının Kur'an okuyacağını belirtmiştir. Bu son görüşün, İmam Şafiî'nin kaul-i kadîrril (eski ictihadları) olduğu söylenmiştir.

İmam Buhârî kendi görüşünü desteklemek için İbn Abbâs'tan gelen rivayeti nakletti. İbn Münzir, söz konusu rivayeti "İbn Abbâs cünüp iken virdini okurdu" şeklinde senetle birlikte rivayet etmiştir.

Daha sonra İmam Buhârî, Bizans İmparatoru Herakleios olayına dair Ebu Süfyan'dan gelen hadisin bir bölümünü zikretti. Bahsi geçen hadis, Buhârî'nin "Bedyu'1-vahy" bölümü ile diğer bölümlerde senetle birlikte geçmektedir. Bu hadis, babın konusuna şu şekilde delil teşkii eder: Hz. Peygamber. İslâm'a davet için Rumlara bir mektup yazmıştı. Malum olduğu üzere Rum­lar kâfirdi, kâfirler de cünüptür. Sanki Buhârî hadisin bu bölümünü zikretmekle cünüp birinin Kur'an'a dokunabileceğini ifade etmek istemiştir. Çünkü mektupta iki âyet vardı. O halde cünüp birinin Kur'an okuması da caizdir. Bu izah, İbn Reşîd'e aittir. Hadis şu şekilde delil olarak kullanılmıştır: Hz. Peygamber      :

Rumlara okumaları için âyet yazıp göndermiştir. Bu durum, boy abdesti yokken Kur'an okunabileceğinin istinbat ile değil nas ile sabit olduğunu gösterir. Boy abdesti olmayan kimselerin Kur'an okuyamayacağını söyleyen çoğunluk, bu iddiaya şu şekilde cevap vermiştir: "Mektup, söz konusu iki âyetten daha başka cümleleri de içermektedir. Bu durum, içerisinde ayet bulunan fıkıh ve tefsir kitaplarını okumaya benzer. Cumhura göre, boy abdesti olmayan kim­selerin bu kitaplara dokunması ve onları okuması yasaklanmamıştır. Çünkü söz konusu kimse, böyle yapmakla Kur'an okumayı hedeflemez."

Ahmed İbn Hanbel, tebliğ maslahatını göz önüne alarak mektuplaşmalara benzer konularda Kur'an âyeti kullanılmasının caiz olduğunu açıkça belirtmiştir. Şâfiîlerin çoğu bu görüştedir. Bazı âlimler ise bir ya da iki âyet gibi az miktarda Kur'anm kullanılmasını caiz görmüştür. Mesela Sevrî şöyie demiştir: "Hıristiyan birinin Kur'an'dan bazı harfleri öğrenmesinde bir sakınca yoktur. Belki bu sayede Allah Teâlâ ona hidayet nasip eder. Ancak bir âyet öğrenmesini hoş karşıla. Bu konuda o, cünüp kimse gibidir." Ahmed İbn Hanbel de şöyle demiştir: Kur'an'ı hak ettiği yere koymamalarını hoş görmem." Yine ondan şöyle dediği nakledilmiştir: "Gayr-i müslimin hidayete ermesi umuluyorsa, Kur'an okuyup öğrenmesi caizdir. Aksi takdirde caiz değildir." Boy abdesti olmayanların Kur'an okumasını caiz görmeyenlerden biri şöyle demiştir: "Herakleios kıssasında, cü­nüp birinin Kur'an okumasının caiz olduğunu gösteren bir deli! yoktur. Zira cü­nüp biri, okuduğu lafızlarla Kur'an tilavetini kasdeder ve okuduklarının da âyet olduğunu bilirse bu durum da Kur'an okuması caiz değildir. Bir rivayette Kur'an olduğunu bilmediği bir bölümü okursa bu durum, caizdir. İşte kâfirin durumu da böyledir." Çoğunluk "Cünüp dışında hiçbir şey, Hz. Peygamber'in Kur'an okumasına engel olmazdı." şeklinde Hz. Ali'den gelen hadise da­yanarak boy abdesti olmayan kimsenin Kur'an okumasını caiz görmez. Bu ha­disi, sünen musannifleri tahriç etmiştir. Tirmizi İle İbn Hibbân sahih olduğunu söylemiştir. Bazı alimler, bu hadisin senedinde bulunan ravilerden birinin zayıf olduğu kanaatindedir. Hakikatte bu rivayet hasen olup delil olarak kullanılmaya müsaittir. Ancak bu rivayet hakkında "delil olarak kullanılması tartışmaya açık­tır." denilmiştir. Çünkü, bu rivayet sadece Hz. Peygamberin fiiline delalet eder. Bu da, söz konusu fiilin dışındaki uygulamaların caiz olma­dığı anlamına gelmez. "Hayızlı ve cünüp kimse, Kur'an'dan hiçbir ayeti okuyamaz [40] şeklinde merfu olarak İbn Ömer'den nakledilen hadis ise, rivayet edildiği bütün senetlere göre zayıftır.

 

8. Özür Kanı (İstihâze)

 

306- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: Fâüma binti Hubeyş Hz. Peygamber'e "Ey Allah'ın elçisi, ben temizlenemiyorum. Namazı bıra­kayım mı?" diye sordu. Bunun üzerine Rasutuliah şöyle bu­yurdu: "Bahsettiğiniz şey, damar (kanamasıdır). Hayız değildir. Adetin başladığı zaman namazı bırak. Âdet müddetin dolunca, üzerindeki kanı yıka ve namaz kıl."

 

Açıklama

 

(Özür Kanı) Adet dönemi dışında kadının cinsel organından gelen kana özür kanı denir

(ben temizlenemiyorum.) Fâtıma'ya göre hayızlı kadının temizlenmesi, ka­nın kesilmesi ile anlaşılırdı. Bundan dolayı kinaye yoluyla temizlenemediğini belirterek kanın devamlı geldiğini ifade etmiştir. Hayızlı kadının namaz kılamayacağını biliyordu. Bu hükmün, kadının cinsel organından kan geldiği sürece geçerli olduğunu zannetmişti. Bu yüzden "namazı bırakayım mı?" diye sormuş­tur.

{üzerindeki kanı yıka ve namaz kıl.) Bu durumda olan bir kadın, gusül ab­desti aldıktan sonra üzerindeki kanı yıkar ve namaz kılar.

Bu hadis şuna delil teşkil eder: Kadın hayız kanı ile özür kanını birbirinden ayırt edebiliyorsa, hayız kanını esas alır ve onunun başlaması ile sona ermesine göre davranır. Hayız süresi sona erince, temizlenmek için gusül abdesti alır. özür kanının hükmü İse, abdesti bozan diğer şeylerin hükmü gibidir. Yani özür kanı gören kadın, bundan dolayı her namaz için abdest alır. Ancak aldığı abdest ile, ister zamanında kılman isterse kaza edilen olsun sadece bir farz namazı Çünkü Hz. Peygamber özür kanı gören kadın hakkında "Her namaz için abdest al!" buyurmuştur. Çoğunluk bu görüştedir. Hanefîlere göre ise abdest, namaz vaktiyle İlgilidir. Bundan dolayı özür kanı gören kadın, aldığı abdest İle zamanı girmiş farz namazı ve o namazın vakti çıkmadığı sürece dile­diği kadar kaza namazı kılabilir. Onlara göre "her namaz için abdest al!" hadisi her namaz vakti için abdest al! manasına gelir. Bu hadiste hazif şeklinde tezahür eden mecaz vardır. Ancak bunun böyle olduğunu gösteren delile ihtiyaç vardır.

Malikîler'e göre özür kanı gören kadının her namaz için abdest alması müstehaptır. Abdesti bozan başka bir durum meydana gelmediği sürece abdest alması farz değildir. Ahmed ve İshâk'a göre ise, özür kanı gören kadının her farz namaz için gusül abdesti alması daha ihtiyatlıdır.

Ayrıca bu hadis, kadının kendisiyle alakalı konularda fetva istemesinin, ka­dınlara özgü meselelerde erkeklerle karşılıklı konuşmasının ve ihtiyaç anında sesini duyurmasının caiz olduğunu gösterir.

 

9. Hayız Kanının Yıkanması

 

307- Hz. Ebu Bekr'in kızı Esmâ'dan şöyle nakledilmiştir: "Bir kadın Hz. Pey-gamber'e «ibi&hu ^yhi ve seu«n 'Ey Allah'ın elçisi, bizden birinin elbisesine hayız kanı bulaşırsa ne yapması gerekir? Bu konuda ne buyurursunuz? diye sordu. Rasûlullah da şöyle cevap verdi; 'Eğer sizin elbiselerinize hayız kant bula­şırsa, onu çitileyip üzerine su döküp yıkayın. Daha sonra o elbiseyle namaz kılın."

Bu hadise göre, hayız kanı diğer kanlar gibidir. Dolayısıyla yıkanması farz­dır. Ayrıca kurumuş kirlerin yıkanmasını kolaylaştırmak için önceden çitilemek müstehaptır.

308- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizden biri hayız olurdu, temizlen­dikten sonra elbisesine bulaşan kanı çîtilerdi. Daha sonra elbisenin kan bulaşan kısmını su ile yıkardı. Sonra elbisesinin geri kalan kısımlarına su döker ve onunla namaz kılardı."

 

10. Özür Kanı Gören Kadının İtikafa Girmesi

 

309- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberle birlikte özür kanı gören hanımlarından biri de itikafa girdi. Kanının akmasından dolayı altına bir leğen koyduğu da olurdu." Hatta hadisin ravilerinden İkrime.[41]

Hz. Âişe'nin usfuru gördüğünü söylemiştir. Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam etmiştir: "Bu, filanca kadının gördüğü bir şeydi.[42]

310- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'le  birlikte hanım arından biri de itifcaja girdi. O sırada hem kan  hem de sarı su görüyordu. Namaz kılarken altında bir leğen bulunurdu."

311- Hz. Âişe'den nakledildiğine göre, özür kam gören müminlerin annele­rinden biri itikafa girmiştir.

 

Açıklama

 

(Özür Kanı Gören Kadının İtikafa Girmesi) Bu başlık, özür kanı gören ka­dınların itikafa girmelerinin caiz olduğunu açıklamak için konulmuştur.

{hanımlarından biri) İbn Abdilberr, Cahş'm üç kızının özür kanı gördüğünü nakletmiştir. Bunlar, müminlerin annesi Zeynep, Talha'nın hanımı Hımne ve Abdurrahman b. Avf'm hanımı Ümmü Habîbe'dir. Özür kanı en fazla onlarda görünürdü. Ebu Dâvûd Hz. Âişe'den şöyle nakletmiştir: "Zeyneb bintü Cahş özür kam gördü. Hz. Peygamber ona, her namaz için gusül abdesti a/masını söyledi."

Bu hadise göre, özür kanı gören kadınların camilerde bulunması, İtikafa girmesi ve namaz kılması caizdir. Ayrıca etrafı kirletmelerinden emin oldukları sürece camilerde iken özür kanı görmelerinde bir sakınca yoktur. Sürekli olarak abdest tutamayan veya durmadan kanayan yarası bulunan kimse hakkında da aynı hükümler geçerlidir.

 

11. Kadınlar Hayız Döneminde Kullandığı Elbise İle Namaz Kılabilir Mi?

 

312- Mücahid'den Hz. Aişe'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Her birimizin sadece bir elbisesi vardı. Hayız döneminde de onu giyerdi. Eğer ona kan bulaşı­rsa tükürüğü ile ıslatır, sonra tırnakları ile kazırdı."

 

Açıklama

 

(Kadınlar Hayız Döneminde Kullandığı Elbise ile Namaz Kılabilir mi?) Bu hadisin bab başlığı ile alakası şu şekilde izah edilmiştir: Sadece bir elbisesi bulu­nan kadın, hayız döneminde de o elbiseyi giyer. Doğal olarak temizledikten sonra sahip olduğu bu tek elbise ile namaz kılar. Bununla birlikte hadiste, Hz. Peygamber'in ve hanımının bu elbiseyle namaz kıldığını gösteren bir bilgi yoktur.

Ayıca bu hadiste necasetin su dışında başka bir şey ile giderilebileceğini söyleyenler için delil yoktur. Çünkü müminlerin anneleri tükürükleri ile hayız ka­nını gidermişlerdir. Buradaki maksadları, elbiseyi temizlemek değildir.

 

12. Hayızdan Dçlayı Gusül Abdesti Alan Kadının Güzel Koku Sürünmesi

 

313- Ümmü Atiyye'den şöyle nakledilmiştir: "Bir ölü için üç günden fazla yas tutmamız yasaklandı. Ancak koca için dört ay on gün yas tutmamız emre­dildi. Yas tuttuğumuz süre içinde, sürme çekmez, koku sürünmez ve asab[43] dışında boyalı elbise giymezdik. Adetimiz sona erip hayızdan dolayı gusül ab-desti alınca azıcık küst-ı azfâr [44] kullanmamıza izin verildi. Bizim cenazelerin ardından gitmemiz de yasaklandı.[45]

 

Açıklama

 

(Kadının Güzel Koku Sürünmesi) Bu başlık ile, kadının hayızdan dolayı gu­sül abdesti alırken koku sürünmesinin kesinlikle caiz olduğu ifade edilmek is­tenmiştir. Çünkü, koku sürünmesi haram olan yaslı kadına hayızdan çıkınca belli bir oranda koku kullanmasına izin verilmiştir.

(küst-i azfâr) Kust adında bilinen bir buhurdur. Aynı şekilde azfâr da öyledir. Küst ile Kust aynıdır. Nevevî şöyle demiştir: "Koku sürünmekle sadece Kust ile zufrun kullanılması kasdedilmemişrJr. Yaslı kadına, hayızdan dolayı gusül abdesti aldığı sırada kendisindeki hoş olmayan kokuyu gidermesi için koku sürme izni verilmiştir." Mühelleb de şöyle demiştir: "Namaz kılacağı İçin yaslı ve hayızdan çıkmış kadının, kan kokusunu gidermesi için buhur kullanmasına İzin verilmiştir."

 

13. Hayızdan Temizlenen Kadının Kendini Ovması

 

Hayızlı kadın nasıl yıkanır, kokulu bîr bezi veya pamuğu alıp kanın izine sürer.

314- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bir kadın Hz. Peygamber'e gelip hayızdan dolayı nasıl gusü! abdesti alacağını sordu. Hz. Pey­gamber ona, nasıl gusül abdesti alacağını şu şekilde bildirdi: 'Bir parça kokulu bez ya da pamuk al, onunla temizlen!'

Kadın, 'nasıl temizleneyim?' diye sordu. Rasûlullah. Bu­nunla temizlen' dedi. Kadın 'Nasıl yani?' diye sorunca Hz. Peygamber Subhanallâh temizlen işte!' dedi. Bunun üzerine kadını yanırha çek­tim ve 'Bunu kanın izine sür' dedim.[46]

 

Açıklama

 

(Kadının Kendini Ovması) Nasıl gusül abdesti alınacağına ve ovmaya dair bir şey geçmediği için bu hadisin bab başlığına uygun olmadığı söylenmiştir. Kir­manı kendisinden önceki bazı âlimlerin yolundan giderek bu itiraza şu şekilde cevap vermiştir: "Hadiste kokulu bez veya pamuğun kanın izine sürülmesi geç­mektedir, bu da, ancak ovmakla mümkündür. Guslün nasıl alınacağından mak­sat ise hayızlı kimsenin boy abdestine mahsus özel durumdur. Yani koku sü­rünmektir. Yoksa bizzat yıkanma değildir." Her ne kadar zorlama olsa da, bu cevap güzeldir. Ancak bundan daha güzel cevap da verilebilir. Şöyle ki; âdeti gereği İmam Buhârî her ne kadar zikrettiği hadislerde bab başlığına delil teşkil eden bir durum olmasa da, eğer hadisin bir başka varyantında bab başlığına delil teşkil edecek bir durum varsa, o hadisi kullanmaktan çekinmemiştir. Konu­muzla ilgili olarak şu açıklamayı yaparız; İmam Müslim bu hadisi, İbn Mansûr'-dan İbn Uyeyne kanalıyla nakletmiştir. İmam Buhârî de, bu kanalla rivayette bulunmuştur. Söz konusu rivayette, "Nasıl yıkanır?" ifadesinden sonra "alıp ifadesinden önce atıf harflerinden vardır. Bu harf bilindiği üzere terâhi [47] için kullanılır. Bu da, önce yıkanmanın sonra kokulu bir bez veya pamuğun kullanılmasının öğretildiğini gösterir. İmam Müslim Safİyye ve Hz. Âişe kanalıyla bir rivayette daha bulunmuştur ki, bu rivayette Mansûr rivayetinde belirtilmeyen gusül abdestinin nasıl alınacağı konusu anlatılmıştır. Bahsi geçen rivayet şu şekildedir: "Sizden biri suyunu ve sidresini [48] alıp güzelce te­mizlenir, sonra başından aşağı su döker, saç diplerine varıncaya kadar eliyle başını iyice ovar, sonra üzerine su döker ve bir bez veya pamuk alır." Guslün nasıl alınacağını ve vücudun ovulmasını konu edinen bab başlığı ile işte bu kasdedilmiştir. Ancak İmam Buhârî kendi şartına uymayan İbrahim İbn Muhacir kanalıyla nakledildiği için bu hadisi tahriç etmemiştir.

{temizlen) Bu hadisten sonra gelen rivayette, "temizlen" yerine aynı anlama gelen ifadesi kullanılmıştır.

Nevevî şöyle demiştir: "Alimlere göre bu ifadeyle, kadının cinsel organı kasdedilmiştir." el-Muhâmilî ise şöyle demiştir: "Kadın için, hayız kanı vü­cudunun neresine bulaştı ise o bölgesine koku sürmesi müstehaptır." Bu görüşü ondan başkasının dile getirdiğini bilmiyorum. Ancak hadisin zahiri, onu destek­lemektedir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

Hayret verici olaylar karşısında Sübhanallah denir. Bu hadiste kafa yorma­dan idrak edilebilecek basit bir meselenin anlaşılmaması üzerine Rasûlullah Subhanolhh" demiştir.

Avret mahalli ile ilgili konularda kinayeli bir üslup kullanmak müstehapür.

Kadın, kendisiyle ilgili utanılacak meseleleri bilen bir erkeğe sorabilir. Nite­kim Hz. Âişe ensar'm kadınları için şöyle demiştir: "Haya, dinî bilgi öğrenme hususunda ensar'm kadınların engel olmazdı."

Açıkça konuşmanın uygun olmayacağı meselelerde üstü kapalı ifadeler ve bir takım İmalarla yetinilir.

Soru soranın anlaması için, cevap tekrarlanır. Hz. Peygamber ilk seferinde kadın arılamayınca cevabını tekrarlamıştı. Hz. Peygamberin bir sonraki hadiste temizle dedikten sonra yüzünü çevirmesi, cevabı tekrarladığını gösterir. Yani Allah Resulü  tekrardan kadına açıkça anlatılınca utanılacak durumda, yeniden söze başvurmak yerine lisân-ı hâl ile cevap vermiştir. Bu durumu fark eden Hz. Âişe devreye girerek meseleyi kadına öğretmeyi üstlenmiştir. İmam Buhârî İ'tisâm Bölümünde bu hadis için, "Delillerle Bilinen Hükümler" başlığını kullanmıştır.

Alimin huzurunda bulunan kişi, sözleri anlamazsa, orada bulunanlardan biri, âlimin hoşuna gideceğini bildiği takdirde ona açıklama yapabilir.

Daha üstün biri varken derece bakımından ondan daha aşağıda olan kim­seden ilim öğrenilebilir.

Muhaddis her ne kadar sonunda "evet" demese bile, ikrar ettiği takdirde kendisine yapılan arz sahih olur. Çünkü hadisi tahammül şartları arasında ravi-nin duyduğu her şeyi anlaması şartı yoktur.

Öğrenene karşı merhametli olunmalı, anlamadığı konularda mazur görül­melidir.

İnsanoğlu yaratılıştan da kaynaklansa ayiplanni kapatmalıdır. Mesela hayızdan dolayı kendisinden gelen kötü kokuyu, güzel koku kullanarak gidermelidir.

Bu hadiste Hz. Peygamberin güzel ahlakı, yumuşak huyluluğu ve eşsiz hayası bir kez daha ortaya çıkmıştır. Hak Teâlâ onun şanını artırsın.

 

14. Hayızdan Dolayı Gusül Abdesti Almak

 

315- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ensardan bir kadın Hz. Peygamber'e dolayı nasıl gusül abdesti alayım?' diye sordu.

O da, 'Güzel kokulu bir bez veya pamuk al! Üç kez temizletil diye cevap verdi. Daha sonra Hz. Peygamber  haya etti ve yüzünü çe­virdi. (Üç kez temizlen! yerine) Bununla temizlen! de demiş olabilir. (Baktım olacak gibi değil) kadını yanıma çektim ve Hz. Peygamber'in ne kasdettiğini ona anlattım."

 

15. Hayızdan Dolayı Gusül Abdesti Alan Kadının Saçlarını Taraması

 

316- Urve'den şöyle nakledildi: Hz. Âişe "Veda hacemda Hz. Peygamberle birlikte telbiye getirip İhrama girdim. Temettü haccina [49] niyet edip kurban götürmeyenler arasında yer alıyordum" dedi. Sonra hayız olduğunu. ve Arafat'a çıkılacağı geceye kadar âdetinin sürdüğünü söyledi. Hz. Peygamber'e gelip, "Allah'ın elçisi Arafat'a çıkacağımız gece geldi çattı. Ama ben, temettü haccina niyet etmiştim" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah . ona "Örgülerini çözüp saçını tara! Umre yapmaktan sakın!" dedi. Hz. Aişe kendisine söylenenleri yaptığını belirtti ve şöyle dedi: "Haccımı ta­mamladıktan sonra Hz. Peygamber Hasbe'de [50] gecelendiği zaman kardeşim Abdurrahman'a, beni Ten'ım'e [51] götürüp burada tamamlayamadığım umremin yerine umre için ihrama girmeme yardımcı olmasını em­retti."

 

Açıklama

 

(Örgülerini çözüp saçını tara!) Davûdî ve ona tabi olanlar bu hadiste bab başlığına delil olacak bir bilginin olmadığını iddia etmişlerdir. Aynca şunları söy­lemişlerdir: "Hz. Aişe'ye saçını taraması, gusü! abdesti alırken değil de, hayızlı iken telbiye getirip ihrama girdiği sırada emredilmiştir." Telbiye getirip ihrama girerken gusül abdesti almak gerektiği, ayrıca bunun, guslün bir sünneti olduğu belirtilerek bu iddiaya cevap verilmiştir. Nitekim bu olaya ilişkin İmam Müslim'in Câbir'den Ebu'z-Zübeyr kanalıyla tahriç ettiği hadiste açık bir şekilde gusül ab-destinin emredildiği görülmektedir. Söz konusu hadisteki ifade şu şekildedir: "Gusül abdesti al! Sonra hac için telbiye getirip ihrama gir!" Yine bu­rada da İmam Buhârî, her ne kadar kendisinin yer verdiği hadiste belirtiimese de, aynı hadisin diğer rivayetlerinde bulunan bilgilere işaret etme prensibine göre hareket etmiştir. Belki de Dâvûdî, bu sözüyle, her hangi bir gusül abdesti sırasında değil de hayızdan dolayı gusül abdesti alırken saçların çözülüp taran­masının emredilmediğini söylemeye çalışmış olabilir. Hz. Aişe'nin Kurban bay­ramında hayızdan çıktığı ve Arefe günü sadece ihram için gusül abdesti aldığını gösteren Sahİhayn'dakİ rivayet, onun bu şekilde düşünmesine neden olmuş olabilir.

Konuyla ilgili olarak Mücahid'den gelen bir rivayete göre ise, Hz. Âİşe Şe­rifte hayız olmuş, Arafat'ta temizlenmiştir. Buna göre onun Arafat'taki temizlen­mesi ihram için gusül abdesti alması şeklinde yorumlanır. Bu şekilde İki rivayet arası telif edilmiş olur.

O halde, Hz. Aişe'nin Arafat'ta aldığı gusül abdestinin, ihram için olduğu sabit olur. Dolayısıyla delil-i hitâb yöntemi ile bab başlığının manası anlaşılır. Şöyle ki, eğer ihram için mendup olan gusül abdestini alan hayızlı kadının saçla­rını taraması caiz ise, hayızdan kurtulmak için farz olan gusül abdestini alan ka­dına haydi haydi caiz olur.

(Hz, Peygamber Hasbe'de [52] gecelendiği zaman Abdurrahman'a, beni Terii-m'e götürüp burada tamamlanamadığım umremin yerine umre için ihrama gir­meme yardımcı olmasını emretti) Abdurrahman, Ebu Bekir'in oğludur. Yani Hz. Aişe'nin kardeşidir. Hasbe ise hacıların Mekke dışındaki Mina'dan gelirken konaklayıp geceyi geçirdikleri yerin adıdır.

 

16. Hayızdan Çıkmak İçin Gusül Abdesti Alan Kadının Saçlarının Örgüsünü Çözmesi

 

317- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Zilhicce ayının hilalinin görünme­sine yakın bir zaman kala Medine'den yola çıktık. Rasûlullah  Umre için telbiye getirip ihrama girmek isteyenler, bunu yapsın. Eğer ben hedy kurbanı sevk etmeseydim ben de umre niyetiyle telbiye geti­rip ihrama girerdim." buyurdu. Bunun üzerine, ashabın bir kısmı umre için, diğer bir kısmı da hac için yüksek sesle telbiye getirip ihrama girdi. Ben de um­reye niyet edenlerdendim. Derken Arafat'a çıkılacak gün gelip çattı. O esnada hayızlı idim. Bu durumumu Hz. Peygamber'e anlatıp halimden şikayette bulundum. Bana Umreden vazgeç! Örgülerini çözüp saçını tara ve hac için telbiye getirip ihrama girV dedi. Ben de öyle yaptım. Hasba'da gecelendiği zaman, benimle birlikte kardeşim Abdurrahman'ı Tenlm'e gönderdi. Burada yapamadığım umremin yerine telbiye getirip yeni bir umre için ihrama girdim." Hadisin ravilerinden Hişâm şöyİe dedi: "Bundan dolayı keffâret olarak, ne kurban, ne oruç, ne de sadaka gerekti."

 

Açıklama

 

(Hayızdan Çıkmak İçin Gusül Abdesti Alan Kadının Saçlarının Örgüsünü Çözmesi) Bu bâb, hayızdan çıkmak İçin alınan gusül abdestinde saçların çözül­mesinin farz olup olmamasıyla alakalıdır. Hadisten ilk etapta akla gelen manaya göre bu, farzdır. Hasan-ı Basrî ve Tavus'a göre hayızlı kadının saçlarını çözmesi farzdır. Ancak cünüp biri için bu, farz değildir. Ahmed İbn Hanbel de aynı gö­rüştedir. Ancak Hanbelİ mezhebinden bazılarına göre bu, hem>r hayızlı hem de cünüp için müstehaptır. Bu hususta İbn Kudâme şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer'den başka bunun, hayızlı ve cünüp kimseler için farz olduğunu söyleyen birini bilmiyorum." İbn Ömer'in bu görüşü, İmam Müslim tarafından nakledil­miştir. Ancak yine İmam Müslim'in rivayetine göre, Hz. Âişe, İbn Ömer'in bu görüşünü reddetmiştir. Gerçi onun açık bir şekilde örgünün çözülmesini farz kabul ettiğini gösteren bir ifade de yoktur. Bu konuda Nevevî şöyle demiştir: "Bizim mezhebimizden bazı âlimler bu görüşü Nehâî'den nakletmiştir. Ancak çoğunluk, Ümmü Seleme'den nakledilen şu hadise dayanarak bunun farz olma­dığını savunmuştur: "Ürnmü Seleme Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın elçisi! Saçla­rım çok örgülü, cünüplükten kurtulmak için gusül abdesti alırken onları çözeyim mi?' diye sordu. Hz. Peygamber, 'gerek yo/c.' diye cevap verdi." Bu hadisi İmam Müslim nakletmiştir. Yine onun rivayet ettiği bir hadiste "hayıztıktan ve cü­nüplükten temizlenirken" ilavesi vardır.

Her iki hadis arasındaki çelişkiyi gidermek için, Buhârî'nin bu bâbda zikret­tiği hadiste yer alan emrin, müstehap bir hüküm için olduğu söylenmiştir. Bazı­ları da suyun ulaşıp ulaşmamasına göre ayrıntıya gitmek suretiyle iki hadis ara­sında var gibi görünen çelişkiye son vermiştir. Onlara göre, saçlara su ulaşmı­yorsa örgünün çözülmesi gerekir. Ulaşıyorsa buna gerek yoktur.

 

17. Belirli Belirsiz Et Parçası [53]

 

318- Enes İbn Malik Hz. Peygamber'İn şöyle buyurdu­ğunu nakletmiştir: "Allah Teâlâ her rahim İçin bir melek görevlendirmiş­tir. Melek, 'Ya Rabbi bir nutfe yarattın. Ya Rabbi alaka yarattın. Ya Rabbi rnudğa yarattın1 der. Allah Teâlâ ana rahmindeki bebeğin yaşa­masını murad ettiği zaman Melek, onun erkek mi, kız mı; şakı mi saîd mi olacağını, ne kadar rtzıklandırılacağını ve ne kadar yaşayacağını sorar. Bütün bunlar, ana rahminde karara bağlanır."

 

Açıklama

 

(Belirli Belirsiz Et Parçası) İbn Batta! şöyle demiştir: "Buharı, hamile kadının âdet görmeyeceğine dair görüşü desteklemek için bu hadisi hayız bölümünde zikretti." Bu, Kufeliler (Hanefiler), Ahmed İbn Hanbel, Ebu Sevr, İbn Münzir ve daha bir çok kimseye ait bir görüştür. İmam Şafiî de kavl-i kadîminde (eski ictihadlannda) bu görüşü savunmuşken kavl-i cedidinde ise hamile kadının âdet görebileceğine meyletmiştir. İshak da bu görüştedir. Bu konuda İmam Malik'ten İse İki görüş de nakledilmiştir. Kanaatime göre, bu hadisi hamile kadının hayız görmeyeceğine delil olarak getirmek pek de İsabetli değildir. Çünkü, düşük yapan kadından çıkan, organları şekillenmemiş parça yüzünden meydana gelen kanama, hamileliği süren kadının gördüğü kanamanın hayız olmadığı anlamına gelmez. Bunun, çocuktan gelen akıntı veya gıdalardan artan fazlalık ya da bir hastalıktan dolayı gelen kan olduğunu iddia eden muhaliflerin delil göstermesi gerekir. Bu konuda nakledilen hadis ve rivayetler ise, sahih değildir. Söz konusu kan, hayız dönemindeki kanın bütün özelliklerini taşır. Zaman bakımından da, hayız kanının meydana gelmesinin mümkün olduğu dönemlerde olur. Ayrıca hayız için geçerli olan hükümler onun için de geçerlidir. O halde, bu kanın hayız kanı olmadığını iddia edenler, bir açıklama yapmak zorundadırlar. Onların en güçlü delili, bir cariyenin hamile olup olmadığını anlamak için hayız görüp gör­memesine bakılmasıdır. Eğer hamile kadın hayız olsaydı, hamile olup olmadığı hayız görüp gÖrmemesiyİe anlaşılmazdı.

İbnu'l-Müneyyir hamile kadının gördüğü kanın hayız kanı olmadığına, her rahim için bir melek görevlendirilmesini delil olarak getirmiştir. Zira ona göre melekler içinde necaset olan eve girmezler. Bu tür durumlar onlar için uygun değildir. Onun bu görüşüne şu şekilde cevap verilmiştir: Rahim için görevlendi­rilen melekler, orada değillerdir. Üstelik kanın tamamı necis olduğu için, İbnu'l-Müneyyir görüşü tutarsız hale gelir.

 

18. Hayızlı Kadın Hac Ve Umre İçin Nasıl İhrama Girer?

 

319- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberle birlikte veda haccı için yola çıktık, ramimiz umreye, kimimiz hacca niyet etmişti. Mekke'ye geldiğimiz vakit Rasulullah Kim umre için ih­rama girmiş, hedy kurbanı da sevk etmemişse ihramdan çıksın, kim umre için ihrama girmiş, beraberinde /ıedy kurbanını da getirmişse, kurbanlıklar kesileceği yere ulaşıncaya kadar ihramdan çıkmasın, kim de hac için ihrama girmişse haccını tamamlasın' buyurdu. Ben hayız ol­muştum. Arafat'a çıkılacağı gün geldiğinde âdetim sürüyordu. Halbuki ben, um­re için ihrama girmiştim. Bu durum karşısında Hz. Peygamber bana, örgülerimi çözüp saçımı taramamı, hac için telbiye getirip ihrama girmemi ve umreyi bırakmamı emretti. Ben de söylediklerini aynen yaptım. Haccırriı tamamlayınca yanıma kardeşim Abdurrahman'ı verip Ten'îm'e gidip burada yapamadığım umremin yerine yeniden umre için ihrama girmemi emretti."

 

Açıklama

 

(Hayızlı Kadının Hac ve Umre İçin Nasıl İhrama Girer) İmam Buhârî bu bab ile, hayızlı kadının telbiye getirip ihrama girmesinin caiz olduğunu ifade etmek İstemiştir.

 

19. Hayızın Başlaması Ve Sona Ermesi

 

Biz, Hz. Aişe'ye bir kap içinde üzerinde sarılık bulunan pamukları gönderen kadınlarız. O şöyle demişti: Pamuğu bembeyaz görünceye kadar acele etmeyin. Bu sözüyle Hz. Aişe, hayızdan çıkmak için temizlenmeyi kasdetmiştir.

Zeyd b. Sâbit'in kızı, kadınların gece vakti lamba isteyip hayızlarınm bitip bitmediğini kontrol ettiğini öğrenince 'ashabın kadınları böyle yapmazdı' deyip, bu şekilde yapanları ayıpladı.

320- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Fâtıma bintu Ebî Hubeyş özür kanı görürdü. Bu durumu Hz. Peygamber'e sordu. O da şöyle bu­yurdu: Bu damardan delen bir kanamadır. Hayız değildir. O halde, haytzm başladığı zaman namazı bırak, sona erince gusül abdesti al ve namaz kılmaya başla!"

 

Açıklama

 

(Hayızın Başlaması ve Sona Ermesi) Alimler, hayzm, âdetin görülebileceği günlerde birden kanın gelmesiyle başlayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. An­cak ne zaman sona erdiği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazılarına göre hayzm sona erdiğini kuruluk gösterir. Yani, kadının âdetinin bitip bitmediğini öğrenmek İçin kullandığı pamuğun kuru çıkması hayzın bittiğine delaiet eder. Bazılarına göre ise, söz konusu pamuğun beyaz çıkmasıyla hayzm bittiği anlaşılır. İleride açıklayacağımız üzere İmam Buhârî bu görüşe meyletmiştir.

 

Hadiste Geçen Bazı Kelimelerin İzahı

 

Bundan maksat, kadının hayzının bitip bitmediğini öğrenmek için rahim ağzına yerleştirdiği pamuk vs. gibi şeylerdir.[54] Pamuk demektir.

Parlaklık anlamına gelir. Rahmin ağzına yerleştirilen pamuğun, ken­disine sanlık bulaşmadan temiz ve beyaz olarak çıkmasını ifade eder. Buna göre, hayız günlerinde görülen sarı ve bulanık akıntı, âdetin bir parçasıdır. Ayrıca pa­muğun beyaz çıkması hayzın bittiği, temizlik döneminin başladığı anlamına gelir. Pamuğun kuru olmasıyla hayzın bittiğinin anlaşıldığını söyleyenlere şu şekilde itiraz edilmiştir: Bazen hayızlı iken de, pamuk kuru çıkabilir. Bu yüzden onun ku­ru çıkması hayzın sona erdiğini göstermez. Ancak pamuğun beyaz çıkması bun­dan farklıdır. Çünkü beyaz su sadece hayız sona erince rahimden gelir. İmam Malik, bu suyu kadınlara sorduğunu ve onların bu sayede temizlik dönemine girdiklerini öğrendiklerini söylemiştir.

Zeyd b. Sâbit'in kızının gece lamba İsteyip hayızlarınm bitip bitmediğini öğr­enmeye çalışan kadınları ayıplamasının nedeni, bunda, dinin hoş karşılamadığı zorluk ve aşırılığın olmasından ileri gelir. Bu görüş İbn Battâl'a aittir.

 

20. Hayızlı Kadın Namazlarını Kaza Etmez

 

Câbir ve Ebu Saîd Hz. Peygamber'in  hayızh kadın için) Namazı bırakır" dediğini nakîetmiştir.

321- Muâza'dan şöyle nakledilmiştir: "Bir kadın Hz. Âişe'ye, 'Hayızdan çı­kınca namazımızı kaza edelim mi?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Âişe şöyle cevap verdi: 'Yoksa sen, Harûriye fırkasından mısın? Biz Hz. Peygamber varken hayız oîurduk. O, bize böyle bir şey emretmedi.' Ya da Hz. Âişe ( son cümle yerine) 'biz kaza etmezdik' demiştir."

 

Açıklama

 

(kaza edelim mi?) Bu soruyu soran, temizlik döneminde kılman namazların kadın için yeterli olup olmadığını, âdet günlerinde geçen namazların kaza edilip edilmeyeceğini öğrenmek İçin sormuştur.

{Harûriye) Kufe'ye iki mi! uzaklıkta bulunan bir köy olan Harûrâ'ya mensup olanlara Harûrî denir. Ayrıca Haricilerin inanç ilkelerine sahip olanlara da Harûrî adı verilir. Çünkü Hz. Ali'ye karşı ayaklanan ilk haricî grup bu köyde isyan çıkarmıştır. Bundan böyle Haricîlerin bu köye nispet edilmesi meşhur ol­muştur. Bu mezhebin pek çok fırkası vardır. Ancak aralarında ittifak ettikleri bir takım esaslar vardır. Bunların başında, Kur'an'm delalet ettiği her şeyi kabul edip her ne surette olursa olsun hadislerde geçen ilave bilgileri reddetmek gelir. Bun­dan dolayı Hz. Aişe kadına[55] istifhâm-ı inkârı ile cevap vermiştir. İmam Müslim'in Muâza'dan Asım kanalıyla tahriç ettiği rivayette şu ilaveler vardır: "Kadın 'hayır, sadece soruyorum (yani sırf öğrenmek için soruyorum, muhalefet edip karşı gelmek için değil. dedi." Bunun üzerine Hz. Âişe, kadının durumundan konuyla ilgili delili öğrenmek istediğini anlamış ve buna göre cevap vermiştir. Dolayısıyla hükmün gerekçesini belirtmemiştir.

Alimler, hayızlı kadının namazı kaza etmeyip orucu kaza etmesinin bu iki ibadet arasındaki bir takım farklara dayandığını söylemişlerdir. Mesela, oruç yılda bir defa tutulurken, namaz günde beş kez tekrarlanır. Bu durum, hayız dö­neminde kılınmayan namazların kazasında zorluğa neden olur. İşte bundan dolayı kadınların, âdet döneminde kılamadığı namazları kaza etmesine gerek yoktur. Bazılarına göre ise, hayızlı kadın oruç tutma emrine muhatapken namaz kılma emrine hiç muhatap olmamıştır. Bu da bir başka farkı oluşturur.

İbn Dakîk el-lyd şöyle demiştir: "Hz. Âişe, hayızlı kadının namazını kılmakla yükümlü olmadığına delil getirirken, kendisinin namazı kaza etmekle emrolun-madığım belirtmekle yetinmiştir. Böyle davranması şu iki ihtimalden kaynakla­nabilir:

a) Hz. Âişe, hayızlı kadının namaz kilamayacağından, namazlarını kaza ede­meyeceği sonucunu çıkarmış ve bu çıkarımına göre amel etmiştir. Oruçta olduğu gibi kazayı emreden aksi bir hükmün sabit olmasını beklemiştir. (Ancak söz ko­nusu aksi hüküm gelmeyince, çıkarımına göre amel etmeye devam etmiştir.)

b) Hayızlı kadının adet döneminde kılamadığı namazları kaza etmesi gerek­tiğine dair hükmün açıklanması gerekiyordu. Çünkü Hz. Peygamber'in hanımları, onun yanında zaman zaman hayız oluyorlardı. Allah Re-sûlü'nün  namazların kaza edileceğini açıklamaması söz konusu kazanın farz olmadığını gösterir. Üstelik, hayızlı kadının namazları kaza edip etmemesi meselesi orucun kazasının emredildiği döneme rastlıyordu. Bu da, kazanın farz olması durumunda açıklanacağını gösterir. Kanaatimce doğru oîan ihtimal de budur."

{Bize böyle bir şey emretmedi, ya da Hz. Âişe (son cümle yerine) "biz kaza etmezdik demiştir.") İsmâilî nüshasında bir başka yoldan "biz namazları kaza etmezdik, zaten bununla da emrolunmadık" ifadesi yer alır. Biz namazları kaza etmezdik, ifadesini delil olarak kullanmak bununla emrolunmadık ifadesinden daha açıktır. Çünkü, kazanın emredilmemesi, farz olmadığına delil olarak kulla­nılınca tartışmaya açık hale gelir. Zira kazanın farz olduğunu gösteren genel delil İle yetinme ihtimali söz konusu olabilir.

 

21. Giyinik Haldeki Hayızlı Kadınla Birlikte Uyumak

 

322- Zeynep bintu Ebî Seleme Ümmü Seleme'den şöyle nakletmiştir: "Ka­dife bir örtünün altında Hz. Peygamberle nahu aleyhi ve senen birlikte yatarken hayız oldum. Sessizce yataktan kalkıp hayız elbisemi giydim. Hz. Peygamber bana, Hayız mı oldun?' diye sordu. Ben de, 'evet' dîye cevap verdim. Sonra beni çağırıp kadife örtünün altında yanma aldı." Zeynep ayrıca annesinden Hz. Peygamberin oruçlu iken kendisini Öptüğünü ve şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Peygamberle ben, aynı kaptaki suyu kullanarak cünüplükten dolayı gusül abdesti alırdık."

 

22. Hayız Günlerine Mahsus Elbise Giymek

 

323- Ümmü Seleme validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'le birlikte bir kadife örtünün altında yatıyordum. Derken hayız oldum. Sessizce yataktan kalktım ve hayız elbisemi giydim. Hz. Peygamber 'Ha­yız mı oldun?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim. Sonra beni çağırdı ve birlikte kadife örtünün altında uyuduk."

 

23. Hayızlı Kadının Bayramlara Ve Toplu Dualara Katılıp Namazgahlardan Uzak  Durması

 

324- Hafsa (bintu Sîrtn'den) şöyle nakledilmiştir: "Biz genç kızlarımıza, bay­ramlara katılmak için evden çıkmalarına izin vermezdik. Bir gün bir kadın geldi ve Kasr-ı Benî Halefe [56] yerleşti. Kocası Hz. Peygamberle birlikte on iki gazveye katılmış bacısından bahsetti: "Kız kardeşim, altı savaşta kocasının yanında [57] yer aldı. (Bize savaştaki vazifeleri hakkında) Yaralıları te­davi eder, hastalarla ilgilenirdik1 dedi."

Kız kardeşim Hz. Peygamber'e Cilbâbı olmadığı için (top­luca iştirak edilen bayramlar gibi hayrın bolca işlendiği günlerde) dışarı çı­kamayan kadınlara günah o!ur mu?' diye sordu. Allah Resulü Böylesi durumlarda arkadaşı, ona kendi cilbabmı versin. O da, bu sayede hayrın bulunduğu meclislere katılsın ve Müslümanlann topluca dua ettiği ortamlarda bulunsun' şeklinde cevap verdi.

Ümmü Atıyye (Basra'ya) [58] geldiği zaman ona Bu sözü Hz. Peygamber'den duydun mu?1 diye sordum. O da 'Babam ona feda olsun ki, evet. (Ümmü Atıyye Hz. Peygamber'den bahsederken mutlaka 'babam ona feda olsun ki' derdi.) Hz. Peygamberin şöyle de­diğini de işittim: "Genç kızlar ve perde arkasında bulunan kızlar (veya perde arkasında bulunan genç kızlar) ile hayızh kadmlar dışarı çıktp hayrın bulunduğu meclislere katılsınlar ve Müslümanların dualarına iştirak etsinler. Yalnız haytzlı kadınlar namazgahtan uzak dursunlar."

Hafsa, "hayızlı kadmlar da dışarı çıkıp bu meclislere katılır mı?" diye sorun­ca, Ümmü Atıyye "Onlar Arafat'a çıkıp, şuraya buraya gitmiyorlar mı?" demiştir.[59]

 

Açıklama

 

(genç kızlarımıza) Arapça'da bulûğ çağına gelen veya yaklaşan, evlenecek yaşa giren, ailesinin şerefine yakışır hareket eden, hizmet için dışarı çıkma husu­sunda denenip güven kazanan genç kızlara denir. Çoğulu ise şeklinde gelir. Bu hadisten Hafsa'nın bulunduğu dönemde yaşayan insanların asrı saa­detten sonra meydana gelen ahlâkî sapma yüzünden, genç kızların dışarı çıkma­sına izin vermedikleri anlaşılır. Oysa sahabe böyle bir çözümü uygun görmemiş­tir. Hatta hadiste bahsi geçen kadın sahâbî, Hz. Peygamberin dönemindeki hükmün aynen geçerli olduğu kanaatindedir.  (perde arkasında bulunan kızlar) kelimesinin çoğulu olup evin bir bö­lümüne konulan ve arkasında evlenmemiş kızlann oturduğu bir tür perdeye denir.

(Yalnız hayızh kadınlar namazgahtan uzak dursunlar.) Hz. Peygamberin bu emri, çoğunluk tarafından hayızh kadının namazgahlardan uzak durmasının müstehap olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Çünkü namazgahlar, cami olmadığı için hayızh kadınların buralara gitmesi yasaklanmamıştır. Ibnu'l-Müneyyir şöyle de­miştir: "Kadınların namazgahlardan uzak durmalarındaki hikmet şu şekilde açık­lanabilir: Kadınların namaz kılmadıkları halde namazgahlarda bulunmaları, tavır olarak bir bakıma küçümseme anlamına gelir. Bundan dolayı hayızh kadınların namazgahlardan uzak durması müstehap olmuştur."

(şuraya buraya) Bu ifade ile, Müzdelife, Minâ gibi yerler kasdedilmiştir. •

Bu hadise göre, hayızh kadınlar, Allah'ı anmayı bırakmazlar, camiler dışında ilim ve zikir meclislerine katılabilirler. Yine bu hadisten anlaşıldığına göre, cilbab-sız olarak kadınların dışarı çıkması yasaktır.

 

24. Bir Ayda Üç Kez Hayız Olmak

 

Hayız olma imkanının bulunduğu günlerde hayız olma İle hamilelik konu-I sunda kadınların ifadeleri tasdik edilir. Çünkü Allah TeâSâ şöyle buyurmuştur: "Rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz.[60]

Anlatıldığına göre Hz. Ali ve Şüreyh, ailesinden dini hassasiyetine itimad edilen birini şahit göstererek bir ayda üç defa hayız olduğunu beyan eden kadını tasdik etmiştir.

Ata, 'iddet bekleyen kadının üç kur'u, iddet öncesi zamana göredir1 demiştir. Bu görüş İbrahim en-Nehâî'den de nakledilmiştir. Ayrıca Atâ şöyle demiştir: 'Hayız bir gün İle, on beş gün arasında değişir.

Mu'temir babasından şöyle nakletmiştir: "İbn Sîrîn'e temizlik döneminden beş gün sonra kan gören kadının durumunu sordum. O da, 'bunu kadınlar daha iyi bilir' dîye cevap verdi."

 

Açıklama

 

(Hayız olma imkanının bulunduğu günlerde) Eğer hayız olma imkanının bu­lunmadığı günlere dair kadınlardan hayız olduklarına dair bir beyan sadır olursa, bu iddia kabul ediSmez.

(Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur) Bu İfadeyle İmam Buhârî, yukarı­daki âyetin tefsirine işaret etmiştir. Söz konusu âyetin tefsiri hakkında Taberî, Zühdî'den sahih bir senetle şunu nakletmiştir: "(Belâğ yoluyla) bize ulaştığına göre, Allah'ın rahimlerde yarattığından maksat, hamilelik veya hayızdır. Kadınla­rın bu halleri saklaması caiz olmaz. Zira ancak bu hallerin açıklanmasıyla iddet sona erer ve rac'at (geri dönme) hakkı bulunan kocanın bu hakkı düşer."

İbn Ömer'den sahih bir senetle şöyle nakledilmiştir: "Kadının, hayız olduğu zaman hayzını, hamile olduğu zamanda hamileliğini saklaması helal değildir."

Bâb başlığının âyetle uyumu şu şekilde izah edilebilir; Âyete göre kadın, kendi durumunu açıklamak zorundadır. Eğer kadının ifadeleri tasdîk edilmeye­cek olsaydı, bunun bir anlamı olmazdı.

[ailesinden dini hassasiyetine itimad edilen birini şahit) Yani kendisine yakın birini şahit olarak getirmiştir. İsmail el-Kâdî şöyle demiştir: "Bu ifadeyle, kadınla­rın rivayette bahsi geçen hanımın ayda üç kez hayız olduğuna şahitlik etmeleri kasdedilmemiştir. Kanaatime göre, kadınların bu tür durumların olabileceğine, bazen yakınlarındaki hanımlar için bu durumun meydana geldiğine dair tanıklık etmeleri kasdedilmiştir." Bizce bu yorum, kıssanın akışına aykırıdır. Nitekim Dârîmî şöyle bir rivayet aktarmıştır: "Ya'lâ b. Ubeyd, ismail b. Ebî Halid kana­lıyla Amir eş-Şâ'bî'den bize şöyle nakletti: "Hz. Ali'ye bir kadın geldi ve 'bir ay içinde üç kez hayız oldum' diyerek kendisini boşayan kocasını dava etti. (İddetİnin dolduğunu beyan edip kocasından tamamen ayrıldığını tescil etmek istedi.) Hz. Ali, Şüreyh'e 'Bunlar hakkında hükmü sen ver' dedi. Şüreyh, 'Ey mü-' minlerin emiri! Sen varken hüküm bize düşmez' diyerek tevazu gösterdi. Hz. Ali yine 'Bunlar hakkında hükmü sen ver' dedi. Bunun üzerine Şüreyh şu şekilde hüküm verdi: Eğer bu kadın, kendi ailesinden dini hassasiyetine güvenilen bi­rilerini şahit getirir, onlar da, kendisinin bir ayda üç kez hayız olduğunu, her temizlik döneminde gusül abdesti alıp namazı kıldığını ikrar ederse iddeti dolmuş demektir. Aksi takdirde, iddeti dolmamıştır.

Hz. Ali 'kâlûn' diyerek bu hükmü onayladı. Kâlûn Rumca 'bravo' manasına gelir."

Bu olay göstermektedir ki, şahitlerin söz konusu iddianın rivayette bahsi ge­çen kadın hakkında meydana geldiğine şahitlik etmeleri kasdedilmiştir. Nitekim Atâ da bu görüştedir. Çünkü o, kadının boşanmadan önceki adetini esas al­maktadır.

325- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Fâüma bintü Hubeyş Hz. Peygam-ber'e  ben istihaze kanı görüyorum, bir türlü temizlenemiyo­rum. Bundan dolayı namazı bırakayım mı?' diye sordu. O da şöyle buyurdu: Hayırl Zira bu, damardan kaynaklanan bir kanamadır. Ancak hayız olduğun günler kadar namaz kılma, sonra gusül abdesti al ve namaz kıl!"

 

Açıklama

 

Hadisin Bab Başlığı İle İlgisi

 

Hz. Peygamber hayız olduğun günler kadar buyurmakla, hayız süresinin ne kadar olduğunu kadının takdirine bırakmış ve bunun da âde­tin genel seyrine müracaatla öğrenilebileceğini belirtmiştir. Böylesi durumlarda âdet günlerinin tespiti, kişiden kişiye değişir.

Hayız ve temizlik günlerinin en azının ne kadar olduğu konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Anca Davûdî hayzın en fazla on beş gün sürebileceği konusunda alimlerin ittifak ettiğini söylemiştir. Ebu Hanife, en az hayız ile en az temizlik günlerinin bîrle seme ye ceğini belirtmiştir. Ona göre iddet süresi en erken altmış günde biter. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre ise, otuz dokuz günde sona erer. Çünkü onlara göre hayzın en azı üç gün, temizlik döneminin en azı ise on beş gün sürer. lafzı ile hayız kast edilmiştir. Sevrî de bu görüştedir. İmam Şafiî ise şöyle demiştir: temizlik anlamına gelir. En azı on beş gündür. Hayzın en azı ise, bir gün bîr geceden ibarettir." Ona göre iddet, otuz iki gün iki hayızdan sonra dolar. Bu da, otuz küsur günü bir ay olarak ele aldığımız zaman yukarıda bahsi geçen Hz. Ali ve Şüreyh kıssasına uygundur. Nitekim Heşîm'İn İsmail'den naklettiği şu rivayet de bunu gösterir: "Bir ayda veya otuz beş gün içinde hayız oldu."

 

25. Hayız Günleri Dışında Sarı Ve Bulanık Akıntı Görmek

 

326- Ummü Atıyye'den şöyle nakledilmiştir: "Biz, bulanık ve sarı akıntıyı as­la hayız olarak kabul etmezdik."

 

Açıklama

 

(Hayız Günleri Dışında San ue Bulanık Akıntı Görmek) İmam Buhârî bu başlıkla, daha önce Hz. Âişe'den nakledilen pamuğu bembeyaz görünceye kadar acele etmeyin hadisi ile burada Ümmü Atıyye'den naklettiği hadis arasındaki çelişkiyi gidermiştir. Şöyle ki, Hz. Aişe'nin söyledikleri hayız günlerinde görülen sarı ve bulanık akıntı hakkında geçerlidir. Ummü Atiyye'nin söyledikleri ise hayız günleri dışında geçerlidir.

(kabul etmezdik) Ümmü Atıyye, bu sözüyle Hz. Peygamber'in bilgisi dahilinde böyle yaptıklarını belirtmiştir. Böylece hadisi, hükmen merfû1 mertebesine ulaşmıştır.

(bulanık ve sarı) Bu sözcükler, kadının irin şeklinde gördüğü sarı rengin ağır bastığı suyu İfade eder.

 

26. Özür Kanı

 

327- Hz. Peygamber'in eşi Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ümmü Habibe yedi yıl özür kanı gördü. Bunun hükmünü Allah Resûlü'ne sordu. Hz. Peygamber de, ona gusül abdesti almasını emretti ve 'Bu, damardan gelen bir kandır' dedi. Ümmü Habibe, her namaz için, gusül abdesti alırdı."

 

Açıklama

 

(Ümmü Habibe) Mü'minlerin annesi Zeyneb bintü Cahş'm kız kardeşidir. {ona gusül abdesti almasını emretti) Buradaki emir, mutlak bir emirdir. Dolayısıyla emredilen şeyin tekrarlanmasına delalet etmez. Ancak Ümmü Habibe, belki bir karineye dayanarak kendisinden her namaz için gusül abdesti alması istendiği sonucuna varmıştır. Bu yüzden her namaz için gusül abdesti almıştır. Bu konuda İmam Şafiî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber ona gusledip namaz kılmasını emretti. Fakat o, her namaz için nafile olarak gu­sül abdesti olıyordu." Leys b. Sa'd da Müslim'deki rivayette aynı görüşü benim­semiştir: "İbn Şihâb, Hz. Peygamber'in ona, her namaz için gusül abdesti almasını emrettiğinden bahsetmedi. Bu, onun kendiliğinden yap­tığı bir şeydi." Çoğunluk da, bu görüştedir. Onlara göre, özür kanı gören bir kadının, her namaz için gusül abdesti almasına gerek yoktur. Ancak kendiliğin­den gusledebilir. Fakat her namaz için abdest alması farzdır. Bu konuda Tahâvî şöyle demiştir: "Ümmü Habîbe'den gelen hadis, Fâtıma bintü Ebî Hubeyş'ten gelen ve her namaz için guslü değil, abdesti farz kılan hadisle neshedilmiştir." Ancak, bu iki hadis arasını, Ümmü Habibe hadisindeki gusül abdesti alma emri­nin nedb İfade ettiğini belirterek cem etmek daha isabetlidir.

 

27. İfâda Tavafından Sonra Kadının Hayız Olması

 

328-Rivayete göre, Hz. Âişe Allah Resûlü'ne Safiye bintü Huyey hayız oldu' demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber

Belki de bizim yola çıkmamıza mani olacak. Peki, sizinle birlikte tavaf etmedi mi?' diye karşılık vermiş. Etrafındakiler 'Evet' deyince (Safiye'ye) [61]Yola koyul' buyurmuştur.

329- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Hayız olan kadının (tavaf etmeden Mekke'den) çıkmasına ruhsat verildi.[62]

330- (Tâvus'tan şöyie nakledilmiştir:) [63] İbn Ömer ilk önceleri hayızlı kadın­ların (veda tavafı yapmadan Mekke'den) çıkmaması gerektiğini söylerdi. Sonra şöyle söylediğini işittim: "Mekke'den ayrılabilirler. Çünkü Hz. Peygamber  onlara ruhsat vermiştir.[64]

 

Açıklama

 

(İfada Tavafından Sonra Kadının Hayız Olması) Bu bâb, hayız olan kadının veda tavafını yapıp yapamayacağına dairdir.

(Safiye) Hz. Peygamber'in  hanımlarından biridir.

(evet deyince) Hz. Peygamber'in eşlerinin yanında bulu­nan kendilerine nikah düşmeyen kimseler evet demiştir. Ayrıca bu hadis hayızlı kadının Ka'be'yi tavaf edemeyeceğini göstermektedir.

 

28. Özür Kanı Gören Kadının Temizlik Dönemine Girmesi

 

İbn Abbâs şöyle demiştir: "Temizlik dönemi bir an sürse dahi kadın gusül abdesti alır ve namaz kılar. Namaz kıldığı sürece kocasıyla birleşebilir. Çünkü namaz daha önemlidir."

331- Hz. Aişe'den Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu nakle­dilmiştir: "Hoyizm başladığı zaman namazı bırak. Sona erdiği zaman ise üzerindeki kant yıka ve namaz kıl"

 

Açıklama

 

(Özür Kanı Gören Kadının Temizlik Dönemine Girmesi) Bu, kadının hayız kanı ile damardan gelen kanı birbirinden ayırt etmesiyle o!ur. Özür kanının gö­rüldüğü zaman, temizlik döneminden sayılır. Bu hükme, hayız dönemine baka­rak varılmıştır.

Özür kanı gören kadının temizlik dönemine girmesi başlığı ile, kanın kesil­mesi de kasdedilmiş olabilir. Ancak birinci ihtimal daha doğrudur.

(İbn Abbâs şöyle demiştir: "Temizlik dönemi bir an sürse dahi gusül abdesti alır ve namaz kılar) Bu sözün yorumu hakkında Dâvûdî şöyle demiştir: "Kadın, bir an temizlik dönemine girdiğini anlar, sonra kan gelmeye devam ederse, bu durumda gusleder ve namaz kılmaya başlar."

(kocasıyla birleşebilir) Ebu Dâvûd İkrime'den başka bir senetle şunu nak-letmiştir: "Ümmü Habîbe özür kanı görürdü. Buna rağmen kocasıyla birlikte olurdu." Eğer İkrime bunu Ümmü Habîbe'den duymuşsa bu, sahih bir hadistir.

(namaz daha önemlidir) Yani namaz, cinsel ilişkiden daha önemlidir. Öyle ulaşılıyor ki bu, İmam Buhârî'nin araştırmasının bir sonucudur. Bununla namaz "e cinsel ilişki arasında bir bağ kurmuştur. Şöyle ki; bu durumdaki bir kadın  kılabiliyorsa, kocasıyla haydi haydi birlikte olabilir. Çünkü namaz, cinsel n daha mühimdir.

 

29. Lohusa Kadının Cenaze Namazı Ve Bunun Sünnetleri

 

332- Semura b. Cündüb'ten [65] şöyle nakledilmiştir: "Bir kadın doğum ya vefat etti. Cenaze namazını Hz. Peygamber kıldırdı,  kıldırırken cenazenin ortasında durdu.[66]

 

Açıklama

 

(Namaz kıldırırken cenazenin ortasında durdu.) Bu konuda İbn Battal şun-kn demiştir: "Muhtemelen İmam Buhârî bu başlık ile, lohusa kadınların namaz Yamamalarına rağmen diğer kadınlarla aynı hükümde olduklarını belirtmek istemiştir. Bir başka ifade ile, zât itibariyle onların da temiz olduğunu belirtmiştir. Çünkü Hz. Peygamber saitai lohusa bir kadının cenazesini kıldırmış Bu hadis aynı zamanda, Ölümden dolayı İnsanın necis olacağını iddia edenlere cevap niteliğindedir. Çünkü bahsi geçen lohusa kadın, hem ölmüş hem de loğusalardan eksik olmayan kan yüzünden nesacete buİaşmıştır. Onun bu hali, kadının temiz olmasına bir zarar vermiyorsa, kendisinden necaset sızmayan ölüler, hiç necis olmaz." İbnü'l-Müneyyir bunların İmam Buhârî'nin gayesinden uzak olduğunu belirterek bu görüşe itiraz edip şöyle demiştir: "Lohusa kadının şehitlerden olduğuna dair bir rivayet varsa, diğer şehitler gibi onun da namazı kılınır. İşte İmam Buhârî bunu kasdetmiştir." İbnu Reşîd de bunun, hayız bâbları arasında yeri olmadığını belirterek bu görüşü eleştirip şöyle demiştir: "İmam Buhârî, burada namazın farzlarından biriyle istidlalde bulunmuştur. Çünkü, ce­naze namazı kılman kişinin temiz olması gerekir. Hz. Peygamber'in . lohusa kadının cenaze namazını kıldırdığına bakılarak, bu kadının öz itiba­rıyla temiz olduğu sonucuna varılır. Bu konuda lohusa ile hayızlı kadının hükmü birdir."

 

30. Bâb

 

333- Abdullah İbn Şeddâd'dan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in ha­nımı teyzem Meymûne'den kendisinin hayız olduğunu, bu yüzden namaz kılma­dığını, Hz. Peygamber'in .*jiaiıa..; s^m «e sdiem secdeye gittiği yerin kenarında yattı­ğını ve seccade üzerinde namaz kılan Allah Resûlü'nün saiiaiiâhu ^-h w sei^n-. elbise­sinin bir tarafının kendisine değdiğim işittim.[67]

 

Açıklama

 

Hadisin Konuyla İlişkisi

Hayızlı ve lohusa kadının bizzat kendisi temizdir. Çünkü Hz. Peygamber'in kendi elbisesi hayızlı eşine değiyordu. Bu durum, onun nama­zına zarar vermemiştir.

Seccade Taberî'ye göre hurma dallarından yapılan ve üzerinde namaz kılman küçük bir seccadenin adıdır. Hattabî'ye göre ise, namaz kılanın secde esnasında başını koyduğu serginin adıdır.

 

7. BÖLÜM TEYEMMÜM

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o vakit temiz toprakla te­yemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle birlikte) ellerinizi meshedin.[68]

334- Hz. Peygamber'İn eşi Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Seferlerinin bi­rinde Allah Resulü ile birlikte biz de bulunduk. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş [69] denen yere geldiğimiz zaman, gerdanlığım düştü. Hz. Peygamber onu aramaya koyuldu.. Onunla birlikte sahabe de aramak için yollarından alokondular. Ordu su bulunan bir yerde konaklamamışiı. Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip 'Şu Âişe'nin ettiğine bak! Hz. Peygamber'i ve hepimizi susuz bir yerde, üstelik elimizde su olmadığı halde durmaya mecbur etti' dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir yanıma geldi. O esnada Allah Resulü başını dizime koy­muş uyuyordu. Bana, 'Rasulullah'ı ve insanları alıkoydun. Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında' diyerek çıkıştı." Hz. Âişe olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ebu Bekir beni azarladı ve bana ağzına geleni söyledi. Eİiyle böğ­rüme vurmaya başladı. Ama yerimden kımıldamadım. Çünkü Hz. Peygamber dizimde uyuyordu. Sabahleyin Rasûlullah uyandığı zaman elde hiç su yoktu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi. Useyd İbn Hudayr da şöyle dedi: Ey Ebu Bekir'in ailesi bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir." Hz. Aişe son olarak şunları dedi: "Üzerinde yolculuk yaptığım deveyi kaldırdığımız zaman, gerdanlığı altında bulduk.[70]

 

Açıklama

 

(Teyemmüm Bölümü) Teyemmüm sözlükte yönelmek anlamına gelir. Dinî terminolojide ise, namaz gibi ibadetleri mubah hale getirme niyetiyle yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek İçin temiz toprağa yönelmek manasında kul­lanılır.

Teyemmümün azimet mi, yoksa ruhsat mı olduğu konusunda âlimler ara­sında farklı görüşler vardır. Bazıları meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alarak, te­yemmümün suyun bulunmadığı yerlerde azimet, bir özrün bulunduğu yerlerde ise ruhsat olduğunu söylemiştir.

(Bulamamışsanız) Kanaatimce İmam Buhârî, yukarıdaki hadiste Hz. Âişe'-nin "Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi" sözünde hangisi olduğunu açıkla­madığı âyetle, Mâide süresindeki âyetin kasdedildiğini belirtmek istemiştir.

(Seferlerinin birinde) İbn Abdilberr "Temhîd" adlı eserinde söz konusu sefe­rin, Benî Mustalık gazvesi olduğunu söylemiştir. "el-İstizkâr" adlı eserinde ise, bunu, kesin bir dille ifade etmiştir. Ondan daha önce İbn Sa'd ile İbn Hibbân bu görüşü dile getirmişlerdir. Hz. Aişe'nin başına gelen ifk hadisesi de, bu sefer sıra­sında meydana gelmişti.

(Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında) [71] Hadisin bu kısmı ile, su bulunmayan yerde konaklamanın ve su bulunmayan güzergahı takip etmenin caiz olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak hadisteki ibarenin bu şekilde açıklan­ması tartışmaya açıktır. Çünkü bu olayda Müslümanlar Medine'ye yaklaşmış­lardı. Belki de Hz. Peygamber konakladığı yerde su olmadı­ğını bilse bile, kervanda suyun olmadığını bilmiyordu. "Yanlarında su yoktu" ifadesinin, abdest için su olmadığı anlamına gelme ihtimali de vardır. Belki de, ihtiyaçlan kadar içme suyuna sahiptiler. Ancak hadisten çıkarılan anlamın ilk açıklamasının da doğru olma ihtimali vardır. Zira, yağmur yağabilir veya Hz. Peygamber'in mübarek parmaklarından su akabilirdi. Nitekim bir çok yerde bu tür mucizeler gerçekleşmişti.

Hadisten çıkarılan bir başka sonuca göre ise, lider kimse önemsiz bir mesele dahi olsa Müslümanların haklarını korumaya özen göstermelidir. İbn Battal, bahsi geçen gerdanlığın 12 dirhem olduğunun rivayet edildiğini nakletmiştir. Geride kalanın yetişmesi, cenazeyi defnetmek gibi halkın menfaatine olan hu­suslar için konaklamak da, kaybolan şeyi bulmakla aynı hükme sahiptir. Ayrıca bu hadiste, malın kaybedilmemesi gerektiğine dair bir işaret vardır.

(Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip) Böyle bir durumda kadın, kocası hazır olsa bile babasına şikayet edilebilir. Gerçi ashâb-i kiram, Hz. Peygamber ve «iten uyuduğu için Ebu Bekir'e şikayette bulunmuştur. Zira Hz.Peygamber uyuduğu zaman (vahyin gelme ihtimalinden dolayı) uyandırılmazdı. ifadelerinden bir fiilin, ona neden olan kimseye nispet edi­lebileceği sonucuna varılmıştır.

Yine bu hadisten çıkan bir sonuca göre, kişi, eşinin yanında olan kızının ya­nma girebilir. Ancak damadının buna rıza gösterdiğini bilmesi gerekir. Bir de, onların birlikte olmadıklarını kesin olarak bilmesi şarttır.

(Eliyle böğrüme vurmaya başladı.) Buna göre baba, yaşı ilerlemiş, evli ve kendisinden ayrı bir evde otursa bile kızını tedip edebilir. Bunun gibi devlet baş­kanının izni olmasa bile insan, terbiye sorumluluğu kendisinde olan kimselerin terbiyesini verebilir.

(Ama yerimden kımıldamadım) Buna göre, kımıldamasını gerektirecek veya yanında uyuyan kimseyi rahatsız etmesine neden olacak şekilde rahatsız edilen kimsenin, kendisine reva görülene sabretmesi müstehaptır. Bunun gibi namaz kılan, Kur'an okuyan, ilim öğrenen veya zikreden kimsenin de, bu tür rahatsız­lıklara sabretmesi müstehaptır.

(Rasülullah uyandığı zaman su yoktu) Hz. Peygamber için teheccüd namazının farziyeti sabit olduğu halde, bu ifade sefer sırasında teheccüd namazını terk etmesi için ona ruhsat verildiğine dair delil olarak kulla­nılmıştır. Bir başka sonuca göre ise, namaz vakti girmeden abdest için su ara­mak farz değildir. Ayrıca bu hadis, abdestin, abdest âyetinden önce farz oldu­ğuna delil olarak kullanılmıştır. Çünkü ashâb-ı kiram, su bulunmayan bir yerde konaklamayı çok büyük bir olay olarak görmüştür. Yine bu yüzden Ebu Bekir, Hz. Âişe'ye karşı söz konusu tavrı sergilemiştir. Bu konuda İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Bütün meğâzî yazarlarına göre, namazın farz kılındığı ilk günden beri Hz.Peygamber namazını hep abdestle kılmıştır. Bu gerçeği ancak   cahil kimselerle bile bile küfürde inat eden kimseler inkar eder. Hadiste geçen "teyemmüm âyeti" ifadesi, ashâb-ı kiramın öğrendiği yeni bilginin abdestin hükmü değil de, teyemmümün hükmü olduğunu gösterir. Abdest ile daha önceden amel edilmesine rağmen söz konusu âyetin nazil olmasındaki hikmet, abdestin farzının Kur'an'da okunan bir âyete bağlı olmasına dayanır." Bir başkası da şöyle demiştir: "Muhtemelen âyetin abdestle ilgili kısmı daha önce nazil ol­muştur. İnsanlar o zaman abdestî ve hükmünü öğrenmişlerdir. Daha sonra da ayetin bu kıssaya konu olan teyemmüm meselesini içeren geri kalan kısmı in­miştir. (öseyd İbn Hudayr) Ensarın ileri gelenlerinden biridir.

(Bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir) Daha önce de Hz. Ebu Bekir'in ailesi bir çok iyiliğe sebep olmuştu. Ebu Bekir'in ailesinden maksat, kendisi, ha­nımı ve kendisine bağlı olan akrabalarıdır Bu hadis, Hz. Âİşe ile babasının fazi­letine ve bir çok güzelliğe ve iyiliğe sebep olmalarına işaret etmektedir. Nitekim Amr İbn Haris rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hak Teâlâ sizde, insanlar için bir çok bereket ihsan etmiştir." İbn Ebî Müleyke kanalıyla Hz. Âişe'den gelen ve İshâk el-Büstî'nin tefsirinde yer alan bîr rivayete göre Hz. Peygamber ona şöyle demiştir: "Gerdanlığın ne kadar da bereketiymiş.

Bu hadisten yukarıda işaret ettiğimiz sonuçlara ilaveten başka hükümler de çıkarılmıştır. Mesela kadınlarla birlikte yolculuğa çıkmak caizdir. Kadınlar, koca­larına güzel görünmek için ziynet eşyası kullanabilir. Ödünç alman bir eşya ile, sahibinin izni olması durumunda yolculuk edilebilir.

335- Câbir İbn Abdullah'tan Rasulullah şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi:

Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine girerse, namazım kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştt. Bana şefaat hakkı tanındı. Pey­gamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insan­lara gönderildim.[72]

 

Açıklama

 

Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz. Peygamber'den önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip olmadık­ları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un tufandan sonra yeryüzünde ya­şayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde, sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh da, elçi olarak onlara gönderilmişti. Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şe­kilde gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalan­lar o an var olanlardan ibaretti.

Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat gönderilişine da­yanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete mazhar olduğu kesinlik kazanır.

Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü hesabı bek­leyen insanların Hz. Nuh'a gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk resulüsün" deme­lerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un yeryüzüne gönderilen ilk resul olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un kendi kavmine gönderildiğini beyan eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.

Bazıları Hz. Nuh'un peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü Aİlah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz. [73] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.

Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un peygamberliği döne­minde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir. Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu. Bu ga­yet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber ola­rak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.

Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e ait olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.

Belki de, Hz. Nuh'un kavmine yaptığı tevhîd çağrısı, diğer insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya çarptırılmışlardır. Ni­tekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise bu konuya şu şekilde açıklık ge­tirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti, her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden olmayan müşrik toplumlara karşı savaş­mıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle savaşmazdı.

Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman onun kavminden başka, topluluk yoktu.[74] Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine yönelikti. Başkalan olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara gönderîlmezdi.

(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber dışında hiç kimse bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulu­nan düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık za­manla sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber ile düşmanları arasındaki mesafe en fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygam­ber'e           lutfedilmiştir. Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal dahilindedir.

(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer kılındı. Yer­yüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid ue temizleyici kûmdı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de ibadet edile­cek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici özelliğe sahip ol­masının sadece Hz. Peygamber'e ve nasip olduğudur. Çünkü İsa Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır: "Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli yerlerde namaz kılmalarına müsa­ade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin hususiyeti ortaya çıkmaktadır. {temizleyici) Bu hadisten yola çıkarak kelimesinin başkasını temizleyici anlamına kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Eğer bu kelime sadece "temiz" anla­mına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz. Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir. Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten şu rivayeti nak-letmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve temizleyici kı­lındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. Eğer Jy^ kelimesi de, sadece temiz anlamına gelseydi, var olan şeyi yeniden keşfetmek söz konusu olurdu.

Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir. Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır.

(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan fakat yeryü­zünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan kimseler, yeryü­züne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.

Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği söylenemez. Çün­kü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz kıldım."

Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam Müs­lim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün ta­mamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız za­man, bizim için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır). Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca, temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yer­yüzünün secdegâh olması tekit edilmiştir. Temi2İeyici özelliği ise tekit edilmemiş­tir. Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi tak­dirde burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atf-ı nesak ile bağlanırdı.

Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla alına­bileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle demişler­dir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: lafzının geçtiği hadiste bu durum açıkça belirtil­miştir. Bu hadisi de, İbn Huzeyme ve daha başka hadisçiler tahriç etmiştir. Ayrı­ca Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılın­dı." Bunu da, Ahmed İbn Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.

Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de teyemmü­mün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer toprak dı­şında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak belirtilmezdi.

{namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu ifade, te­yemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.

(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber'den ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır. Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen feyden almalarına izin verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise kazanılan ganimet­lerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan yemeleri helal de­ğildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma göre ise Hz. Peygamber ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur. Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz olmamıştı.

(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle demiştir: "ipiiJü! kelimesindeki harf-i tarif, ahd içindir. Bununla, hesaba çekilmeyi bekle­yen insanların rahatlatıl masın a yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun şefaat-i uzmâ oldu-ğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in isteği üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in dışındaki kim­selerin yapacağı şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre, şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Pey­gamber şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde dura­cağız.

Beyhakî "Şuabu'l-îmân [75] adlı kitabında şunları söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e bahşedilen şefaat, onun küçük ve büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük günah işle­yenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e özgü şefaatin, geri çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da şöyie bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâilâhe iltallâh'ı kabul eden herkesindir."

Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e özgü ola­rak geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri ce­hennemden çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sa­dece Hz. Peygamber'e mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata kavuşturur.

(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu kısmın­dan babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm insanlara gönderil­dim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve siyahlara gönderildim" şek­linde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar; kızıl ise, Arap olmayanlar şek­linde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar, siyah ile cinlerin kasdedildiği söy­lenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz. Peygamber ve seier,. herkese gönderil­miştir.

Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta gönderildim."

Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kıtındım." Bu rivayette, Câbir hadi­sinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyie ki; "Bana ceuâmiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle pey­gamberlik sona erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman, netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle in­sanlardan üstün kıtındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı." Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu rivayette açıklanma­yan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz. Peygamber Allah Teâlâ'mn ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç yetiremeyecek-lerİ yükümlülükleri yükİememesine, hata ve unutmadan dolayı onların sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.

Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları dokuza çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın peygamberle­rinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzü­nün anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber toprağın temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları on İkiye çıkar.

Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu hadisi nakletmiş­tir: "Şu altı özettik sayesinde diğer peygamberlerden üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı üm­met kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının) sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber, bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'm İbn Abbâs'tan merfû' olarak naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer peygamber­lerden üstün kıtındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.

Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in diğer pey­gamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler. Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de bulunan özelliklerin sayısını altmış olarak vermiştir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.

2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.

3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.

4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide kabul olur.[76]  hadi­si ise zayıftır.

5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı [77] bu hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: "İnsan, su ve top­raktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insa­nın şerefli bir varlık olduğunu gösterir."

 

2. Su Ve Toprak Bulamayan Kimse

 

336- Hz. Âişe, (kız kardeşi) Esmâ'dan bir gerdanlık ödünç almıştı. Ama ger­danlık kayboldu. Hz. Peygamber, onu araması için bir adam gönderdi. Adam gerdanlığı buldu. Bu esnada, namaz vakti girdi. İnsanların yanında su yoktu. Buna rağmen namaz kıldılar. Bu durumu Hz. Peygamber'e şikayet ettiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ teyemmüm âyetini indirdi.

Bu olaydan sonra Üseyd İbn Hudayr Hz. Aişe'ye 'Allah daima hayrını ver­sin. Allah'a and olsun ki, her ne seni üzen bir hadise meydana gelse, Hak Teâlâ onda, hem senin, hem de Müslümanlar için hayır kılıyor." dedi.

 

Açıklama

 

(Su ve Toprak Bulamayan Kimse) Bu başlık konusunda İbn Reşîd şöyle demiştir: "İmam Buhârî, teyemmümün şer! bir meşruluk kazanmadan önceki durumu, teyemmümün şer'î bir meşruluk kazandıktan son toprağın bulunmama­sı durumuna benzetti. Sanki şöyle demek istedi: Bu hadiste bahsi geçen toplulu­ğun temizleyici madde olan sudan yoksun bulundukları hale dair hüküm, bizim temizleyici olan su ve topraktan yoksun olduğumuz haldeki hükmümüzle aynı­dır." Bu şekilde hadisin bab başlığı ile olan ilişkisi de ortaya çıkar. Çünkü ha­diste, insanların topraktan yoksun oldukları belirtilmiyor. Onların sadece sudan yoksun oldukları ifade ediliyor.

Bu hadîs, temizleyici vasfa sahip su ve topraktan yoksun olan kimseler için de namazın, farz olduğuna delil teşkil eder. Çünkü hadiste bahsi geçen topluluk, farz olduğuna inandıkları için namaz kılmışlardı. Eğer o halde namaz kılmaları yasak olsaydı, kuşkusuz Hz. Peygamber yaptıklarının yanlış olduğunu belirtirdi. İmam Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, hadisçilerin çoğunluğu ve Malikilerin pek çoğu bu görüştedir. Ancak bu âlimler, bu şekilde namaz kılan birin, namazını tekrar kılmasının gerekip gerekmediği konusunda ihtilaf etmiş-erdir. imam Şafiî'den gelen yeniden nama2 kılması gerektiğine dair bir görüş belirtmemiştir. Şafiî âlimlerin çoğu bunu doğrulamıştır. Bunun pek nadir mey­dana gelen bir mazeret olduğunu, dolayısıyla yeniden kumayı düşürmeyeceğini ifade etmişlerdir. Ahmed İbn Hanbel'in meşhur olan görüşüne göre, tekrar kılması gerekmez. Müzenî, Sahnûn ve İbn Münzîr de bu görüştedir. Onlar da bu hadisi delil olarak kullanmıştır. Şöyle ki, eğer namazlarını tekrar etmeleri gere-kseydi, mutlaka Hz. Peygamber bu durumu onlara açıklardı. Çünkü onun, ihtiyaç anında açıklama yapmaması caiz değildir. Ancak bu iddi­aya "namazın tekrar kılınması hemen gerekmez, yani hemen yerine getirilmesi gereken bir farz değildir. Böyle olunca da, ihtiyaç anında yapılması gereken açıklamanın geciktiğinden bahsedilemez" denerek cevap verilmiştir.

O halde, bu tür durumlarda namazın yeniden kılınmasını gerektiren başka bir delilin olması gerekir. İmam Malik ve Ebu Hanife'nin meşhur olan görüşleri­ne göre, bu şekilde namaz kılan biri, namazını tekrar kılmaz. Ancak bir başka görüşle Ebu Hanife ve Hanefiler, namazın kaza edilmesi gerektiğini söylemişler­dir. Sevrî ve Evzâî de bu görüştedir. Medineliler'in kendisinden naklettiğine göre İmam Malik şöyle demiştir: "Böyle bir kimsenin namazını kaza etmesi gerekmez."

Bu dört görüş, bu konudaki en meşhur görüşlerdir. İmam Nevevî "Şerhu'l-Mühezzeb"de imam Şafiî'nin kadim görüşünü/eski içtihadını nakletmistir. Buna göre namazın o anda kılınması müstehap, tekrarlanması ise farzdır. Böylece konu hakkındaki görüşler beşe çıkmıştır.

 

3. Mukîm Birinin Su Bulamadığı Ve Namaz Vaktinin Çıkmasından Endişe Ettiği Durum Larda Teyemmüm Alması

 

Atâ'ya göre mukîm olan biri su bulamaz ve namaz vaktinin çıkmasından mdişe ederse teyemmüm edip namaz kılar.

Hasan-ı Basrî yanında su bulunan fakat kendisine abdest aldıracak birini julamayan hastanın teyemmüm edeceğini söylemiştir.

İbn Ömer, Cüruftaki bağından geliyordu. Merbedi'n-neam'da iken ikindi ıamazı oldu.   O da, namazını kıldı. Sonra Medine'ye gitti. Şehre girdiği zaman henüz batmamıştı. Ama o, namazını tekrar kılmadı.

337- İbn Abbâs'm azatlı kölesi Umeyr'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Meymûne validemizin azatlı kölesi Abdullah İbn Yesâr ile birlikte geliyorduk. Nihayet msardan Ebu Cüheym İbn Haris İbn Sımme'nin yanma vardık. Ebu Cüheym şöyle dedi: "Hz. Peygamber cemel denilen yerden geli­yordu. Adamın biri onu karşılayıp selam verdi. Ama Allah Resulü adamın selâ­mını almadı. Bir duvara yöneldi, yüzünü ve elini mesnetti. Daha sonra adamın selamına karşılık verdi."

 

Açıklama

 

(Mukîm Birinin, Su Bulamadığı ve Namaz Vaktinin Çıkmasından Endişe Et­tiği Durumlarda Teyemmüm Alması) Bu başlıkla İmam Buhârî, teyemmümü iki rta bağlamıştır. Biri namazın çıkma endişesi, diğeri ise suyun bulunmamasıdır. Suyu kullanamamak da, suyun bulunmamasıyla aynı hükümdedir.

Cüruf, Medine dışında kalan bir yerin adıdır. Sefere çıkılacağı zaman, as­kerler burada toplanırdı.

Merbed ise Medine'ye bir mil uzaklıkta bulunan bir yerin ismidir. Bu rivayet göstermektedir ki İbn Ömer, mukîm birinin teyemmüm yapabileceği görüşünde­dir. Çünkü, bu kadar uzaklıktaki bir yere gidip gelmek seferilik kategorisine girmez. Bu sayede söz konusu rivayet bâb başlığına uygun olur. Hadisten anlaşılan manaya göre İbn Ömer, vaktin çıkıp çıkmamasına bakmamıştır. Çünkü Medi­ne'ye girdiği vakit, güneş hâlâ batmamıştı. Ancak burada bazı ihtimaller söz ko­nusudur. Mesela ibn Ömer, Medine'ye varmadan vaktin çıkacağını düşünmüş olabilir. Belki de, abdestİ olmadığı için teyemmüm almamıştır. Zira o, müstehap kabul ettiğinden her namaz için abdest alıyordu. Burada da, abdestli olabilir. Namaz kılmak İsteyince âdeti gereği abdest almak istemiş, su bulamayınca da, abdest yerine teyemmümle yetinmiş olabilir. Buna göre bu rivayet bâb başlığı ile, ancak mukîm olan kimsenin teyemmüm almasının caiz olması uyum içinde olabilir.

İbn Ömer'in namazını tekrar kılmaması, mukîm iken teyemmüm alan kim­senin namazını iade etmemesi gerektiğini söyleyen kimseler İçin delil olmaz. Çünkü, bu ihtimaller bulunduğu için, İbn Ömer'e namazını yeniden kılmasının gerekmediği hususunda ittifak vardır.

Bu meselenin aslı hakkında selef arasında farklı görüşler vardır. Mesela İmam Mâlik, mukîm iken teyemmüm alıp namaz kılan kimsenin, namazını yeni­den kılmasının gerekmediği görüşünü benimsemiştir. İbnu Battal bu görüşü şu şekilde izah etmiştir: "Teyemmüm, namaz vakti girdiği zaman yolcu ve hastalar için getirilmiş bir uygulamadır. Su kullanamayacak durumda olan mukîm kim­seler İçin de, kıyas yoluyla geçerlidir."

İmam Şafiî ise, bu konuda şöyle söylemiştir: "Bu tür olaylar pek nadir ol­duğu için, kişinin namazını yeniden kılması gerekir."

Ebu Yûsuf ile Züfer ise şunu demiştir: "Böyle bir durumda olan kimse, vakit çıksa bile su buluncaya kadar namaz kılmaz."

(Bi'r-i cemel denilen yerden ) Burası, Medine'de bilinen bir yerin adıdır. Bu hadis, Hz. Peygamber teyemmüm alırken yanında suyun bu­lunmadığı şeklinde anlaşılır. Kanaatime göre bu, Buhârî'nin tasarrufunun bir gereğidir. Ancak bu hadisi mukim olan kimselerin teyemmüm alabileceğine delil getirmesi eleştirilmiştir. Gerekçe olarak da, teyemmümün Allah'ı anmak için alındığı gösterilmiştir. Çünkü "Seiâm" lafzı Allah'ın isimlerinden biridir. Burada namaz kılabilecek duruma gelmek kasdedilmemiştir. Bu eleştiriye şu şekilde cevap verilmiştir: "Hz. Peygamber abdestli olmadan selâma karşılık vermesi caiz iken, mukîm olduğu sırada teyemmüm alıp ondan sonra selâmı almıştır. O halde, her kim mukîm iken namaz vaktinin çıkmasından en­dişe ederse öncelikli olarak teyemmüm alabilir. Çünkü imkan varken abdestsiz namaz kılınamaz." Bir cevap da şu şekilde verilmiştir: "Hz. Peygamber, bu te­yemmüm ile abdestsizliğe son vermeyi veya yasak bir şeyi mubah hale getirmeyi kasdetmemistir. Bununla abdestli kimselere benzemek istemiştir. Bu durum, Ramazanda oruç tutmamaları caiz olan kimselerin oruç tutmaya devam etmele­rinin uygun olabileceğine benzer. Ya da bununla hadesi azaltmak istemiştir. Tıpkı daha önce geçtiği gibi, cünüp kimselerin abdest ile hadesi azaltması gibi.

İbn Battal, teyemmümün mutlaka topraktan alınması gerekmediğine bu ha­disi delil olarak getirmiştir. Bu hususta "malum olduğu üzere duvardan Hz. Pey­gamber'in eline toprak bulaşmamıştır" demiştir. Ancak bunun ihtimal dahilinde olduğu belirtilerek görüşü çürütülmüştür. Daha önce İmam Şafiî rivayetinde [78] geçtiği üzere, duvarda toprak yoktu. Bu yüzden Hz. Peygam­ber ve âsâsı ile duvarı kazımak ihtiyacı duymuştu.

 

4. Teyemmüm Alan Eline Üfler Mi?

 

338- Saîd İbn Abdirrahman İbn Ebzâ babasının şöyle dediğini nakletmiştir

"Adamın biri Hz. Ömer'e gelip 'Ben cünüp oldum, ama su bulamıyorum1 dedi. Bunun üzerine Ammâr İbn Yâsir Hz. Ömer'e şöyle dedi: Hatırlar mısın, bir defa­sında seninle birlikte bir seferdeydik. Sen namaz kılmamışım. Ben ise, toprak üstünde yuvarlanarak debelenip namaz kılmıştım. Sonra bu olayı Hz. Peygamber'e? anlatmıştım. O da 'Şöyle yapman yeterliydi1 buyurmuştu ve ellerini yere vurduktan sonra onlara üflemişti. Daha sonra ise elinin iç kıs­mıyla yüzünü ve tüm elini meshetmişti.[79]

 

Açıklama

 

(Teyemmüm Alan Eline Üfler mi?) İmam Buhârî'nin bâb başlığını soru cüm­lesi şeklinde koyması, bu konuda farklı ihtimallerin bulunduğuna dikkat çekmek istemesinden ileri gelir. Nitekim o, âdeti gereği ihtimalli konularda bu şekilde hareket eder.

Hz. Peygamber'in eline üflemesi, birkaç nedene dayana­bilir. Mesela eline bulaşan bir şeyin mübarek yüzüne temas etmesinden çekin­diği için üflemiş olabilir. Ya da, eline çok miktarda toprak bulaşmıştır, yüzünün toz-toprak içinde kalmaması için üflemiştir. Yahut teşrî' ile ilgili bir meseleyi açık­lamak için üflemiş olabilir. Nitekim toprak olmadan da teyemmüm yapıla­bileceği görüşünde olanlar bu hadise tutunmuştur. Onlara göre teyemmümde şart olan vurmaktır.   

Hz. Peygamber'in üflemesi, bütün bu anlatılan manalara gelme ihtimalini taşıdığı için İmam Buharı, araştırmacıların bu konunun geniş olduğunu bilmesi için soru cümlesi şeklinde bab başlığı koymayı tercih etmiştir.

(debelenip) Öyle görünüyor ki Ammâr, bu konuda kıyas yapmıştır. Şöyle ki, abdest yerine geçen teyemmümün abdest şeklinde alındığına bakarak, boy ab-destinin yerini alacak teyemmümün de gusül gibi olması gerektiğini düşünmüş­tür.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1-Sahabe Hz. Peygamber vesenr-.ı döneminde ictihad etmiştir.

2- Bütün gayretini sarfertikten sonra hata etse bile müctehid kınanamaz.

3- İçtihadına göre amel edenlerin, içtihadı hatalı çıkınca önceki amelini tek­rar yapmasına gerek yoktur.

4- Hz. Peygamber'in ve seiiem Hz. Ömer'e namazını kaza etmesini emretmemesi, su ve teyemmüm yapabileceği temiz toprak bulamayan kimsenin namaz kılmayacağı ve sonra namazını kaza etmeyeceğini savunanlar için bir delil teşkil eder.

(sana yeterdi) Bu lafız, teyemmümün farzlarının, bu hadiste açıklanan hu­suslar olduğunu gösterir. Eğer emir sigasıyla bu hususlara bir ilave olmuşsa, bu durumda nesih gerçekleşmiş demektir. Dolayısıyla yeni hükmün kabulü gerekir. Ancak fiil yoluyla bir ilave söz konusu olmuşsa, bu durumda yenilikler, teyem­mümün daha mükemmel yapılmasına yönelik olarak değerlendirilir. Delil bakı­mından ortaya çıkan en güçlü tablo budur.

(onlara üflemişti) Bu rivayette üflemenin hafif olduğuna bir işaret vardır. Hz. Peygamber'in tiem ellerine üflemesinden bir takım sonuçlar çıkarılmıştır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür;

1- Teyemmüm alırken az toprak kullanmak müstehaptır.

2- Teyemmümde organlar tekrar meshedilmez. Çünkü tekrarda toprağın az kullanımı söz konusu değildir.

3- Abdest alırken başını meshetmek yerine yıkayan kimse farzı yerine getir­miş demektir. Çünkü Ammar, teyemmüm almak için toprakta yuvarlanarak debelenmiş, bu fiili teyemmümün yerine geçmiştir. Ayrıca buradan hareketle teyemmüm alırken yere ikiden fazla vurmanın caiz olduğu sonucuna varılır.

4-  Cünüplükten dolayı teyemmüm alınınca, organları sırayla meshetmek gerekmez.

 

5. Yüz Ve Elin Teyemmüm Edilmesi

 

339- Saîd İbn Abdirrahman İbn Ebzâ babasından şunları nakletmiştir:

Ammâr böyle dedi." (Ravilerden Haccâc dedi ki:) Şu'be ellerini yere koydu, sonra onları ağzına yaklaştırdı. Sonra yüzünü ve ellerini mesnetti."

340- (Saîd) İbn Abdirrahman İbn Ebzâ'dan gelen rivayete göre babası, Hz. Ömer'in yanında bulunduğu bir sırada Ammar ona "biz bir seriyyedeyken cünup olduk" dedi. Sonra "avuçlarına tüh tüh! diyerek üfledi."

 

Açıklama

 

(Yüz ve Elin Teyemmüm Edilmesi)

 

Yani el ve yüzü meshetmek teyemmümün farzıdır. Bundan dolayı İmam Buharı, bu konuda farklı yorumlar olmasına rağmen delili güçlü olduğu için kesin bir dille bunu ifade etmiştir. Nasıl teyemmüm alınacağı konusunda Ebu Cüheym ve Ammâr hadisi dışında sahih bir rivayet yoktur. Bunların dışında kalan rivayetler, ya zayıftır, ya da, merfû' mu yoksa mevkuf mu olduğu ihtilaflı­dır. Ancak tercih edilen görüşe göre merfû' değillerdir.

Ebu Cüheym hadisinde eller mücmel olarak geçmiştir. Ammar hadi­sinde ise, Sahihayn'daki rivayetlerde iki avuç (oî53l), sünenlerde dirseklere ka­dar olan kısmının meshedüdiği şeklinde varid olmuştur. Bir rivayette kol kemiği­nin yarısına kadar, bir başka rivayette ise koltuk altlarına kadar meshedildiği nakledilmiştir.

Dirseklere kadar ve dirseğin yansına kadar meshedildiğini gösteren rivayet­ler eleştirilmiştir. Koltuk altma kadar meshedildiğine dair rivayet için imam Şafiî ve diğerleri şunu söylemiştir: "Eğer gerçekten bu Hz. Peygamber'in emri ile yapılmışsa, kendisinden önce yapılmış bütün teyemmüm şekillerini nesheder. Yok eğer, onun emri olmadan gerçekleşmişse, emrettiği husustan başka delil olmaz."

Hz. Peygamber'in   vefatından sonra Ammâr'm teyemmümün avuç ile yüzün meshedİlmesiyİe alınacağına dair fetva vermesi, Sahihayn'dö yer alan ve sadece avuç ile yüzün meshediİeceğini gösteren rivayeti destekleyen hususlardan biridir. Çünkü bir hadisten neyin kasdedildiğini en iyi, o hadisi rivayet eden bilir. Özellikle de ravi, müetehid bir sahâbî ise daha iyi bilir.

341- Abdurrahman İbn Ebzâ'nın oğlu Abdurrahman'dan şöyle nakledilmiş­tir: "Ammâr Hz. Ömer'e şöyle dedi: Debelendim, sonra Hz. Peygamber'e gittim ve O, şöyle buyurdu: "Yüzünü ve avuçlarını meshetmen, elbette senin için yeterlidir."

 

Açıklama

 

(Yüzünü ve avuçlarını meshetmen, elbette senin için yeterlidir) Bu lafızdan,

daha önce geçtiği gibi, sadece avuçların meshedilmesinin farz olduğu anlaşılır. Ahmed İbn Hanbel, İshâk, İbn Cerîr, İbn Münzir ve İbn Huzeyme bu görüşü benimsemiştir. İbn Cehm ve daha başkaları İmam Malik'in de bu görüşte oldu­ğunu nakletmiştir. Hattâbî de, hadisçilerin bu görüşü kabul ettiklerini aktarmıştır.

İmam Nevevî "Müslim Şerht'nde yukarıdaki hadisin böyle yorumlanmasına şu şekilde cevap vermiştir: "Hadisteki gaye, öğrenmek maksadıyla eilerin top­rağa nasıl vurulacağını göstermektir, teyemmümün nasıl tam olarak alınacağını değil." Ancak olayın akışının, teyemmümün nasıl tam olarak alındığını öğretmek olduğuna delalet ettiği belirtilerek ona itiraz edilmiştir. Zira, "Elbette senin için yeterlidir" ifadesinden bu, anlaşılmaktadır.

Abdest alırken ellerin vedirseklere kadar kolların yıkanmasını, meshin dir­seklere kadar yapılmasına delil olarak getirenlere şu şekilde cevap verilir: Bu­rada, nassa karşı bir kıyas yapılmıştır. Bu da, geçersizdir. Ayrıca teyemmüm alırken dirseklere kadar meshİ şart koşmayanlar başka bir kıyasla buna karşı çıkmışlardır. Şöyle ki, eller, hırsızlık âyetinde mutlak olarak zikredilmiştir. Kimse burada dirseklere kadar elin kesilmesi gerektiğini söylememiştir. O halde burada da, bu hadis bulunduğu için mutlak ifadeyi değiştirmeye gerek yoktur.

342- İbn Abdirrahman babasından "Hz. Ömer'in yarımda idim. Ammâr ona dedi ki: ..." şeklinde nakledip sonra da hadisi zikretmiştir.

343- İbn Abdirrahman İbn Ebzâ babasından şöyle nakletmiştir: "Ammâr şöyle anlattı: Hz. Peygamber saBaitehu aleyhi w seiiem elini yere vurdu, sonra yüzünü ve avuçlarını mesnetti."

 

6. Temiz Toprak Müslümanın Abdest Suyudur, Su Olmasa Da Ona Yeter

 

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "Abdesti bozan bir durum olmadığı sürece, te­yemmüm abdestin yerini alır." İbn Abbâs, teyemmümlü iken insanlara namaz kıldırmıştır.

Yahya İbn Saîd şöyle demiştir: "Çorak arazide namaz kılınmasında ve onunla teyemmüm alınmasında bir sakınca yoktur."

 

Açıklama

 

Bu şekilde İmam Buhârî, teyemmümün, abdestin yerine geçtiğine işaret et­miştir. Eğer teyemmümle sağlanan hadesten taharet zayıf olsaydı, teyemmüm etmiş olan İbn Abbâs, abdestli kimselere namaz kıldırmazdı.

Bu konuda İmam Buhârî, Kûfeliler ve âlimlerin çoğuyla aynı görüşü benim­semiştir. Ancak tâbiûn tabakasından bazı âlimler bu görüşün aksini kabul etmiş­lerdir. Delilleri ise şu şekildedir: "Teyemmüm, vakit çıkmadan önce namaz kılmanın mümkün olabilmesi için zaruretten kaynaklanan bir taharettir. Bundan dolayıdır kî, Hz. Peygamber cünüp olduğu için namaz kılma­yan birine 'Toprakla teyemmüm almalısın, bu sana yeter' dedikten sonra gusletmesi için bir kap su vermiştir. Çünkü su bulununca, bahsi geçen kişinin teyemmümü bozulmuştur."

Bu hadisi, bir teyemmüm ile birden fazla farz namazı kılınamayacağına delil getirmek pek de isabetli değildir. Çoğunluğa göre bir teyemmüm ile farz nama­zın yanı sıra nafile namazlar da kihnabilir. Ancak İmam Malik farz namazın Önce kılınmasını şart koşmuştur. Bir teyemmümle ister farz isterse nafile olsun birden fazla namazın kılınamayacağını söyleyen Kâdî Şüreyk ise şâz kalmıştır. Bu ko­nuda İbn Münzir şöyle demiştir: "Bir teyemmüm ile birden fazla nafile namaz kılınabiliyorsa, birden fazla farz namaz da kılınır. Çünkü farz namazlar için şart koşulan her şey, nafile namazlar için de şarttır. Ancak aksini gösteren bir deül varsa, bu durum değişir."

Her iki görüşü benimseyenleri destekleyen sahih bir hadisin olmadığını itiraf eden Beyhakî şöyle demiştir: "Ancak İbn Ömer'den nakledilen bir rivayet, her farz namaz için, teyemmüm alınmasının farz olduğunu gösterir. Bu konuda sa­habeden birinin ona muhalefet ettiği bilinmemektedir." İbn Münzir'in İbn Abbâs'-tan her farz namaz için teyemmümün gerekmediğine dair naklettiği rivayetle onun bu görüşüne itiraz edilmiştir.

İmam Buhân, bâbda zikrettiği hadisin "Bu sana yeter" kısmının, umum ifa­desine dayanarak her namaz İçin tekrar teyemmüm almanın farz olmadığı sonu­cunu çıkarmıştır. Bu ifadeyi "Su bulamadığın ve abdesti bozan bir duruma sebe­biyet vermediğin sürece bu sana yeter" şeklinde anlamıştır. Cumhur bu ifadenin, edası için teyemmüm alman farz namaz için geçerli olduğu kanaatindedir. On­lara göre bu şekilde teyemmüm alan biri dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Yeni bir namaz vakti girince, su araması gerekir. Eğer bulamazsa, teyemmüm eder.

(Çorak arazi) Tuz oranı yüksek toprağa denir. Böylesi yerlerde nere­deyse hiç bitki yeşermez.

344- İmrân'dan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberle birlikte bir seferdeydik. Geceleyin ilerlemeye devam ettik. Gecenin sonlarına geldiğimiz zaman düşüp uyuduk. Bir yolcu için bundan daha tatlı bir uyku ola­mazdı. Sabahleyin ancak güneşin sıcağı bastırınca uyanabildik. İlk önce falanca, sonra filanca, daha sonra ise öteki falanca uyandı. (Ebu'r-Racâ uyanan ilk üç kişinin isimlerini zikretmiştir Ancak Avf unutmuştur.} Dördüncü olarak ise, Hz. Ömer uyandı.

Hz. Peygamber  uyuduğu zaman uyandırılmazdı. Çünkü uyuduğu esnada ne olduğunu (vahyin gelip gelmediğini) bilmiyorduk. Ancak Hz. Ömer uyanınca insanların başına gelen durumu anladı. Kendisi sert tabiatlı biriydi. Bu yüzden tekbir getirdi. Tekbir getirirken sesini yükseltti. Yüksek sesle tekbir getirmeyi sürdürdü. Nihayet Ömer'in tekbir seslerini duyan Allah Resulü uyandı. Hz. Peygamber aleyhi ve uyanınca Hz. Ömer, ona gidip insanların başına gelen durumu anlattı. Allah Resulü 'Hiçbir zararı yok' veya 'Bir şey olmaz, haydi yola koyulun' dedi.

Bunun üzerine insanlar yola çıktı. Biraz yürüdükten sonra, Hz. Peygamber konakladı ve abdest suyu istedi. Sonra abdest aldı. Namaz İçin ezan okundu. Daha sonra Allah Resulü insanlara namaz kıldırdı. Namazı bitirip yönünü çevirince toplulukla birlikte namaz kılmayan bir adamın insanlardan ayrı durduğunu fark etti. Ona 'Ey falanca! Neden cema­atle birlikte namaz kılmadın?' diye sordu. Adam, Cünüp oldum, yanımda da su yok' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Toprakla teyemmüm al! Bu sana yeter' buyurdu.

Daha sonra Rasûlullah ilerlemeye devam etti. Bu defa insanlar ona gelip susuzluktan yakındı. Hz. Peygamber yine konakladı ve falan­cayı (Ebu Raca bu kişinin adını zikretmişti. Ama Avf unutmuştur.) ve Hz. Ali'yi yanına çağırdı. Onlara 'Gidip su arayın' dedi. Onlar da, yola çıktılar. Derken devesi üzerinde su dolu iki büyük kırba arasına oturmuş bir kadına rastladılar. Ona 'Suyu nerde buldun?' diye sordular. Kadın, 'dün bu vakitler su dolduruyor-dum. Adamlarımızı suyun başında bıraktık' diye cevap verdi. Bunun üzerine ona 'Haydi yürü bakalım' dediler. Kadın 'Nereye?' diye sorunca, 'Allah Resulü'nün yanına' diyerek karşılık verdiler. Bunun üzerine kadın 'şu kendisine sâbiî' denen adama mı?' diye sordu. 'Evet, işte o kast ettiğin kişiye doğru gidiyorsun, haydi kımılda' şeklinde karşılık verdiler. Nihayet kadını Hz. Peygamber'in yanma getir­diler ve aralarında geçen konuşmayı anlattılar. Bunun üzerine Allah Resulü Onu devesinden indirin' buyurdu. Sonra bir kap isteyip kırbaların ağzından, getirilen kaba su boşalttı. Sonra kırbaların ağzını bağladı. Daha sonra kırbaların altında bulunan kapakları açıp insanlara şöyle seslendi: 'Haydi hem siz için hem de (hayvanlarınızı) sulayın.1 Bunun üzerine dile­yenler su içti, dileyenler hayvanını suvardı. Sonunda, cünüp olan adama bir kap su verildi ve Hz. Peygamber ona, 'Git ve bu suyu başından aşağı dök' dedi.

Bu esnada kadın, ayakta durarak suyunun başına gelenleri izliyordu. Allah'a and olsun ki, kırbalardan su alma bitti. Yine de kırbalar bize, su alma işlemine başlamadan önceki halinden daha dolu görünüyordu.

Hz. Peygamber Onun için bir şeyler toplayın' buyurdu. Bunun üzerine ashâb-ı kiram, biraz has hurma, biraz un ve biraz da kavut topladılar. Sonra bunları bir çıkma koydular. Daha sonra kadını devesine bindirip çıkını eline verdiler. Hz. Peygamber de ona, Gördüğün gibi senin su­yundan bir şey eksiltmedik. Zira Hak Teâlâ, bizi suya kandırdı.' dedi.

Nihayet kadın gecikmiş olarak ailesinin yanma vardı. Ona 'Neden geciktin?' diye sordular. O da şöyle cevap verdi: 'Şaşılacak bir şey oldu. İki adam karşıma çıktı. Beni kendisine sâbiî denilen adamın yanına götürdüler. Şöyle şöyle oldu.

Allah'a and olsun ki, bu adam ya sununla bunun arasındaki (bu esnada orta parmağı ile şehadet parmağını göğe doğru kaldırmıştı. Bununla gök ile yeri kasdediyordu) en büyük sihirbazdır. Ya da, gerçekten Allah'ın elçisidir.'

Bu olaydan sonra Müslümanlar o kadının kabilesinin etrafında bulunan müşriklere baskın düzenliyorlardı. Fakat onun kabilesine ilişmiyorlardı.

Kadın bir gün kavmine, 'Eminim ki onlar, size bilinçli bir şekilde ilişmiyorlar. Müslüman olmak istemez misiniz?1 diyerek onları İslamiyet'e davet etti. Onlar da bu çağrısına uydular ve hep birden Müslüman oldular."

 

Açıklama

 

Ebu Abdullah şöyle dedi: fiili bir dini bırakıp diğerini kabul etmek anlamına gelir."

Ebu'l-Âliye şöyle dedi: kelimesi ehl-i kitaptan Zebur okuyan bir  fırkanın adıdır.[80]

(Geceleyin ilerlemeye devam ettik) Muhkem" adlı sözlüğün mü­ellifine göre, gece genelinde yürümeyi ifade eder. (düşüp uyuduk) Anlatıldığına göre kafile, ashâb-ı kiramdan bazılarının isteği üzerine konaklamıştı. Onların uyuma isteği hakkında Hz. Peygamber Ben sizin uyuyup namaza kal kam amanızdan endişe ediyorum'

buyurmuştu. Bunun üzerine Bilal, "ben onları uyandırırım" demişti.

(İlk önce falanca) İlk defa Hz. Ebu Bekir, ikinci olarak hadisi nakleden İm-ran, üçüncü olarak ise onunla birlikte bu olayı nakleden sahâbî uyanmıştır.

(Çünkü uyuduğu esnada ne olduğunu (vahiy alıp almadığını) bilmiyorduk.) Ashabı kiram vahiy geiip gelmediğini bilmiyordu. Bu yüzden onu uyandırıp vahyin gelişini kesmekten endişe ediyorlardı. Dolayısıyla uykuda iken vahiy gelme ihtimali bulunduğu için Hz. Peygamber'i aleyh. uyandırmaz­lardı.

(Kendisi sert tabiatlı biriydi) İmam Müslim'deki rivayette, yüksek sesli anla­mına gelen fazlalığı vardır. Hz. Ömer'in tekbir getirmesi, edebe uygun hareket etmenin bir neticesidir. Ayrıca iki maslahatı birden gerçekleştirmiştir. Tekbir namaza çağrının temel unsuru olduğu için sadece tekbir getirmiştir.

(insanların başına gelen durumu anladı) Yani insanların uyuya kaldığını, bu yüzden sabah namazına kalkamadıklarını fark etti.

(Hiçbir zararı yok') Bu ifade, sakıncası yok anlamına gelir. Bu sözüyle Hz. Peygamber kasten olmadığı sürece böylesi durumlarda bir mahzur bulunmadığını belirterek namazı kaçırdıkları için üzülen sahabeyi teskin etmek istemiştir.

(Hadi yola koyulun) Hadisin bu kısmı, geçirilen namazın kazasının, küçük görme ve basite alma olmadığı sürece hatırlandıktan sonra da yapılabileceğine delil olarak kullanılmıştır.

İmam Müslim Ebu Hureyre'den Ebu Hâzİm kanalıyla gelen rivayette Hz. Peygamber uyuya kaldıkları bu yerden hareket etmelerinin nedenini "Bu yerde, bize şeytan geldi." sözüyle açıklamıştır. Ebu Davud'un İbn Mes'ûd'tan naklettiği rivayette ise şu ifade geçmektedir: "Gaflete düştüğünüz bu yerden ayrılın!"

Bu rivayetler, Hz. Peygamberin ashabıyla birlikte bulun­dukları yeri terk etmeleri, uyandıkları zaman kerahet vaktinin girmesini gerekçegösteren kimselere red niteliğindedir. Zira, bâbda zikredilen hadiste gü­neşin sıcaklığını hissedinceye kadar uyanmadıkları belirtilmektedir. Bu da, kera­het vaktinin çıktığını gösterir.

Alimler, Hz. Peygamberin uyuduğunu gösteren bu hadis ile "Benim gözlerim uyur, ama kalbim uyumaz!" hadisini uzlaştırmak İçin çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu konuda İmam Nevevî şunları söylemiştir: "Söz konusu hadisler iki şekilde uzlaştırılabilir:

a) Kalp, ancak kendisiyle ilgili konuşmak, acı çekmek gibi hissedilebilir şey-ieri idrak eder. Gözle ilgili meseleleri ise idrak edemez. Çünkü kalp uyanıkken göz uyku halindedir.

b) Hz. Peygamberin iki durumu vardı. Bazen kalbi uyumazdı. Genellikle bu halde olurdu. Bazen de kalbi uyurdu. Bu da pek nadir meydana gelirdi. Uyuyup namazdan geri kaldığı olayda, işte bu nadir durum söz konusu olmuştur.

Bu uzlaştırmalardan ilki daha isabetlidir. İkincisi ise zayıftır."

Bu hadisten, bir yerde dalgınlık yüzünden bir ibadeti yerine getiremeyen kimsenin bulunduğu yeri değiştirmesinin müstehap olduğu sonucu çıkar. Yine buna dayanılarak, Cuma günü hutbe dinlerken uyuklayan kimsenin bulunduğu yeri değiştirilmesi emredilir sonucuna varılmıştır.

(Namaz için ezan okundu) Hadisin bu bölümü, kaza edilen namazlar için ezan okunması gerektiğine delil olarak kullanılmıştır.

(insanlara namaz kıldırdı) Bu ifade, kaza namazlarının cemaatle kılınabile­ceğini gösterir.

cünüp oldum, yanımda da su yok Bu şekilde cünüp olan sahâbî, en açık bir dille mazeretini beyan etmiştir. Bu olay, cünüp kimsenin teyemmüm alması­nın dini bakımdan uygun olduğunu gösterir. Ayrıca Hz. Peygamber'in huzurunda sahabenin ictihad yapmasının caiz olduğuna delalet eder. Şöyle ki, olayın anlatılış tarzı, teyemmümün bundan önce sahabe tarafından bilindiğini gösterir. Belki de cünüp olan sahâbî teyemmümün din tarafından meşru kılındığını bilmiyordu. Bu durumda su ve topraktan yoksun kişi ile aynı hükme sahip olmuştur.

Bu olaydan, âlim kişinin farklı ihtimallere açık olan bir davranış gördüğü zaman, söz konusu davranışı sergileyen kimseye bunun nedenini sorması gerek­tiği anlaşılır. Zira bu şekilde, onun hakkında doğru karar verebilir.

Bu hadiste cemaatle namaz kılmak da teşvik edilmiştir. Bir kimsenin maze­retsiz olarak cemaatle namaz kılanlara katılmaması ayıplanır. Ayrıca bu rivayet­ten bir şeyi kabul etmezken bile yumuşak huylu olmanın güzel olduğu sonucuna ulaşılır.

arayın Aramaktan maksat İstemektir. Zira ^-iJI «il dendiği zaman anlamına gelir. Bu olayda Hz. Peygamber'in mucize beklemeden su ve başka bir şey aramada âdetin gereğini yerine getirdiği anlaşılır.

(kırba) Deri vs. gibi malzemeden yapılan büyük kırba anlamına gelen kelimesi eşanlamlıdır.

(sabit) Bir dinden çıkıp bir başka dine giren kimse demektir.

(işte o kasdettiğin kişiye) Burada mükemmel bir siyaset örneği söz konusu­dur. Eğer kadına "hayır" deselerdi, maksatlarına erişemezlerdi. "Evet" deselerdi, bu söz onlara yakışmazdı. Çünkü, kadının söylediğini kabul etmiş olurlardı. Ama onlar, böyle demekle en güzel şekilde işin içinden çıkmayı başardılar.

Ayrıca bu hadis, bu gibi durumlarda, fitneden emin olmak şartı İle yabancı kadınlarla yalnız kalmanın caiz olduğuna delalet eder.

(onu devesinden indirin') İlk dönem hadis sarihlerinden biri şöyle demiştir: "Kadını beraberlerinde götürdüler. Kâfir ve Müslümanlarla savaş halinde olan bir kavimden olduğu için onun suyunu almayı caiz görmüşlerdi. Farz edelim ki ka­dın, Müslümanlarla aralarında bir sözleşme bulunan anlaşmalı bir kabileden olsun, bu durumda şöyle izah yapılır: Susuzluk bir zaruret hali olup Müslümanla­rın başkasına ait suyu, bedelini ödemek şartıyla kullanmasını mubah hale getirir.

Yoksa Allah Rasûlü için gerektiğinde bir canı feda etme hakkı varken böylesi bir suyun alınması haydi haydi mümkündür. boşalttı Rasulullah kadının kırbalarından kendi istettiği

kırbalara su boşalttırdı. Taberanî ve Beyhakî şu ilaveyle birlikte hadisi naklet-mişlerdir: "Ağzını çalkaladı ue ağzından çıkardığı suyu tekrar kadının kırbalarına boşalttı." Bu sayede kırbaların ağzı açıldıktan sonra tekrar kapanmasının hikmeti anlaşılır. Ayrıca, Hz. Peygamber'in mübarek ve pâk tükürüğü­nün suya karışması sayesinde bereketin hasıl olduğu anlaşılır. kelimesinin çoğuludur. Halil [81] bunun kırbadaki su olduğunu söylemiştir. Her kırbanın altında bulunan deliklere de bu ad verilmek­tedir.

(suladılar) Hayvanlarını vs. suvardılar. Ayrıca kendileri de içtiler. Bu kıssa, insan ve hayvanların su içmesinin, su ile temizlik yapmak gibi diğer hususlardan daha Önce geldiğine delil olarak kullanılmıştır. Çünkü temizlik yapmaya ihtiyacı olanlar, bu ihtiyaçlarını su içmeden veya hayvanları suvarmadan sonraya bıra­kırlar.

{'Onun için bir şeyler toplayın') Muhtaç olan kimse için, rızası bulunduğu takdirde başkalarının malından alınabilir. Eğer kişinin gerçekten muhtaç olduğu belli olursa, bu durumda rıza göstermeyen kimsenin de malından alınabilir.

Ayrıca bu hadis, bu gibi durumlarda veren ve alan kimsenin fıkhı bir sonuç doğuran bir lafız sarfetmeden hibe olarak da bir takım şeyleri verip alabilecekle­rine delil olur.

(Gördüğün gibi) Bu olay nübüvvetin alâmetlerinden büyük bir alâmeti içermektedir.

(eksiltmedik) Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Müslümanların kırbadan al­dıkları suyun tamamı, Allah Teâlâ'nm kırbada var ettiği sudandır. Her ne kadar görünüş itibariyle birbirine karışmış olsa da, gerçekte kadının suyundan bir dam­la bile, bu alınan suya karışmamıştı. Bu da, söz konusu mucizeyi daha mü­kemmel ve olağanüstü kılmaktadır.

(Zira Hak Teâlâ, bizi suya kandırdı.) Bu sözüyle Hz. Peygamber Biz senin suyundan bir damla bile eksiltmedik." demek istemiş olabilir.

Hadis, necasete bulaşmadıkları kesin olarak bilindikten sonra müşriklerin kaplarını kullanmanın caiz olduğuna delil olarak getirilmiştir. Bu ifade, Hz. Peygamber'in kadın için toplattığı yiyeceklerin suya karşılık olma­dığını, aksine onun cömertliğinden ve ikramından ileri geldiğini gösterir.

{Bir gün kavmine, 'eminim ki onlar, size bilinçli bir şekilde ilişmiyorlar. Müs­lüman olmak istemez misiniz?' diyerek) Burada geçen &J, plpî manasına gelir. Bu durumda bu ifade şu şekilde anlaşılır: "Eminim ki, bu insanlar unuttukları veya dalgınlığa uğradıkları için değil, bilinçli bir şekilde size ilişmiyorlar. Doğ­rusu, daha önce benimle onlar arasında geçen bir olaydan dolayı size dokun­muyorlar. Onların bu tavn, kısa zamanlı bir birlikteliğe saygı göstermelerinin bir sonucudur." Kadının bu sözü onların İslâm'a rağbet etmelerine vesile olmuştur.

Olaydan şu sonuç çıkmaktadır: Müslümanlar kadının kavmini islâm'a ısın­dırmak için onlara dokunmuyorlardı. Bu tavırları onların Müslüman olmalarına vesile olmuştu. Bu sayede bazı görüş sahiplerinin "Kâfirlere üstün gelmek, onla­rın kadınlarının ve çocuklarının köleleştirmesini zorunlu kılar. Hal böyleyken kadının, Müslümanların eline geçince cariye konumuna düşmesi gerekirdi. Buna rağmen neden serbest bırakıldı. Üstelik hadiste geçtiği üzere neden ona azık verildi?" şeklinde ileri sürebileceği itiraza cevap verilir. Şöyle ki, kadın, kavmini İslâm'a ısındırmak için serbest bırakılmıştır. Nitekim kavminin Müslüman olma­sına vesile olmuştur.

 

7. Hastalanmaktan, Ölmekten Veya Susuz Kalmaktan Korkan Biri Teyemmüm Alır

 

Anlatıldığına göre Amr İbn el-Âs soğuk bir gecede cünüp olmuştu. Bu ne­denle "Kendinizi öldürmeyin! Şüphesiz Allah sizi esirgeyecektir.[82] ayetini oku­yarak teyemmüm aldı. Bu durumu Hz. Peygamber'e anlattı. Allah Resulü ssiyiahu eieyhı w sdîem onun bu uygulamasını ayıplamadı.

 

Açıklama

 

(Hastalanmaktan, Ölmekten veya Susuz Kalmaktan Korkan Biri)

Hastalanmaktan korkan birinin teyemmüm alıp alamayacağı konusunda fa-kihler arasında farklı görüşler vardır. Susuzluk endişesi çekmekten korkan birinin teyemmüm alabileceği hususunda İse hiç İhtilaf yoktur.

(ayıplamadı) Rasûlullah bu uygulamasından dolayı Amr'ı kınamamıştı. Onun bu tavrı, bu uygulamanın caiz olduğuna delalet eden bir takrirdir. Bu hadise göre, ister soğuk yüzünden İsterse başka bir nedenden ol­sun, su kullandığı zaman öleceğini tahmin eden kimse yıkanmayıp teyemmüm edebilir. Yine bu hadisten anlaşıldığına göre, teyemmümlü olan biri abdestli birine namaz kıldırabilir. Ayrıca bu rivayet, Hz. Peygamber zamanında ictihad yapılabildiğini gösterir.

345- Ebû Vâil'den şöyle nakledilmiştir: Ebû Musa Abdullah İbn Mes'ûd'a "Su bulamayan cünüp kimse [83] namaz kılmaz (değil mi?)." diye sormuş. Bu­nun üzerine Abdullah şöyle karşılık vermiş: "Eğer onların namaz kılmalarına ruhsat verecek olsaydım, soğukta şöyle yapıp (yani teyemmüm alıp) namaz kılarlardı." Bu defa Ebu Musa "Ammar'ın Hz. Ömer'e söylediği söz hakkında ne dersin?" diye sormuş. O da "Ben Hz. Ömer'in, Ammar'ın sözüne ikna olduğunu zannetmiyorum" şeklinde cevap vermiş.

346- A'meş'ten Şakîk İbn Seleme'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Abdullah ile Ebu Musa'nın yanında idim. (Aralarında şöyle bir diyalog geçti):

Ebu Musa: - Ey Ebu Abdurrahman, sence cünüp olan fakat su bulamayan adamın ne yapması gerekir?

Abdullah: - Su buluncaya kadar namaz kılmaz.

Ebu Musa - O zaman, Hz. Peygamber'in aleyhi ve selem 'bu sana yeter' dediği zaman Ammar'ın söylediği sözü nasıl değerlendiriyorsun?

Abdullah: - Hz. Ömer'in Ammar'ın sözüne ikna olmadığını bilmiyor musun?

Ebu Musa: - Ammar'ın sözünü bir kenara bırak, peki bu konudaki âyet kar­şısında ne yapacaksın?

Abdullah onun âyet-İ kerimeyi nasıl yorumladığını anlayamadı. Bu yüzden şöyle devam etti: Eğer biz, cünüp olanların teyemmüm almalarına müsaade etsek, birazcık sular soğuyunca insanlar gusül abdesti almayı bırakıp teyemmüm alırlar.

Şakîk'a 'Abdullah bu gerekçeyle mi, cünüp birinin gusül abdesti almasına razı olmadı?' diye sordum. O da 'evet1 dedi.

 

Açıklama

 

Ammârın sözünü bir kenara bırak Bu hadise göre, bir delili bırakıp ondan daha açık olan delile yönelerek ihtilaflı olanı bırakıp herkesçe kabul edilene geçmenin caiz olduğu anlaşılır. Ayrıca bu rivayette, Hz. Ömer ile İbn Mes'ud'un hilafına cünüp kimsenin teyemmüm edebileceğine dair delil vardır.

 

8. Teyemmüm Bir Defa Toprağa Dokunarak Alınır

 

347- Şakîk'ten şöyle nakledilmiştir: "Abdullah İbn Mes'ud ve Ebu Musa ile birikte oturuyordum. (Aralarında şöyle bir diyalog geçti:)

Ebu Musa: -Bir adam cünüp olsa ve bir ay boyunca su bulamasa teyem­müm yapıp namaz kılabilir mi? Mâİde sûresinde yer alan 'eğer su buîmamışsamz temiz toprakla teyemmüm edin! [84] âyetini nasıl değerlendiriyorsun?

İbn Mes'ud: - Eğer cünüp olanların teyemmüm yapmasına izin verilse, sular soğuyunca hemen temiz toprakla teyemmüme yellenirler.

Ebu Musa: - Bu yüzden mi, buna cevaz vermiyorsunuz? İbn Mes'ud: - Evet.

Ebu Musa: - Ammar'ın Hz. Ömer'e "Rasûlullah seıieın bir ihtiyaç için bir yere gönderdi. Bu esnada cünüp oldum. Ama su bulamadım. Bunun üzerine temiz toprakta, hayvanların debelendiği gibi debelendim. Daha sonra bu olayı Hz. Peygamber'e anlattım. Bunun üzerine 'Şöyle yapman sana yeterdi' dedi ve avuç içini bir kez toprağa vurdu, sonra ellerini silkeledi. Daha sonra sol eliyle sağ elinin üst kısmını veya sağ eli ile sol elinin üst kısmını meshetti. En sonunda ise yüzünü meshetti" dediğini duymadın mı?

İbn Mes'ud: - Hz. Ömer'in onun sözüne ikna olmadığını bilmiyor musun?"

Ya'la, bu hadisi A'meş ve Şakîk kanalıyla şu İlaveyle birlikte rivayet etmiştir: 'Abdullah ve Ebu Musa ile birlikte idim. Ebu Musa ona şöyle sordu: Ammar'ın Hz. Ömer'e 'Rasûlullah beni ve seni bir sefere göndermişti. Ben cünüp olmuştum. Bunun üzerine toprakta debelenmiştim. Sonra Hz. Pey­gamber'e saLaîi&hu aieyr.i ve setiem gelip bunu haber vermiştik. O da 'Sana şu yeter' deyip yü2ünü ve ellerinin bilekten aşağı kısmını meshetmişti' dediğini bilmiyor musun?"

 

Açıklama

 

(Mâide sûresinde yer alan 'eğer su bulamamıştanız temiz toprakla teyemmüm edin! [85] âyetini nasıl değerlendiriyorsun?) Ebu Musa burada Mâide süre­sindeki âyeti zikretmiştir. Çünkü bu âyet cünüp kimsenin teyemmüm almasının dinen meşru kabul edildiği konusunda en-Nisa süresindeki âyetten daha açıktır. Çünkü bu âyette daha önce abdestin hükmü geçmektedir. Bu konuda eî-Hattâbî ve daha başkaları şöyle demiştir: "Bu hadise göre Abdullah İbn Mes'ud, el-Mâide süresindeki âyette geçen 'mülâmese'yİ 'cima' olarak anlamaktadır. Bundan dola­yı, Ebu Musa'nın deliline karşılık vermemiştir. Aksi takdirde 'burada mülameseden maksat, tenlerin birbirine dokunmasidır' diye cevap verirdi. Böy­lece teyemmümü abdestin alternatifi olarak kabul etti. Bu da, teyemmümün guslün yerine geçmesini gerektirmez."

(sonra sol eliyle sağ elinin üst kısmını veya sağ eli ile sol elinin üst kısmını meshetti) Bu hadis, teyemmümde toprağa bir defa dokunma ile yetinileceğine delil teşkil eder. İbnu'l-Münzir cumhurun bu görüşte olduğunu nakleder. Kendisi de, bunu tercih etmiştir. Aynı zamanda hadisin bu kısmı, teyemmümde sıraya riayetin şart olmadığını gösterir.

(Hz. Ömer'in onun sözüne ikna olmadığını bilmiyor musun?) Hz. Ömer, Ammar'ın sözüne ikna olmamıştı. Çünkü, Ammar, aynı olayda onunla birlikte olduğunu söylemişti. Oysa Hz. Ömer, böyle bir şey hatırlamıyordu. Bu yüzden İmam Müslim'in rivayetinde ona 'Allah'tan kork, Ey Ammârl' diyerek tepki gös­termişti. Bunun üzerine Ammar, 'İstersen bu olaydan bahsetmeyeyim' demişti. Hz. Ömer de, 'Seni kendi haline bırakıyorum' diye karşılık vermişti. İmam Ne-vevî bu konuda şunları söylemiştir: "Hz. Ömer Ammar'a Allah'tan kork, ey Ammar' demekle, aslında şunu kasdetmiştir: Anlattığın bu olay hakkında Allah'­tan korkup meseleyi iyice araştır. Belki de sen, bu olayı unuttun veya karıştırı­yorsun. Elbette ben seninle birlikteydim. Ama böyle bir şey hatıramıyorum. Ammar'ın sözü ise şu anlama gelir: 'Eğer maslahat gereği bu olayı anlatmamam anlatmamdan daha uygunsa, sana tabî olurum ve bu olayı anlatmaktan vazge­çerim. Zira ben tebliğ ettim. Artık üzerimde bir sorumluluk yok.' Hz. Ömer'in 'seni kendi haline bırakıyoruz' demesi ise şu manaya gelir: Benim bu olayı hatır­lamamam, bu olayın gerçekleşmediği anlamına gelmez. Dolayısıyla, senin bu olayı anlatmana engel olmaya hakkım yok."

348- İmrân İbn Husayn el-Huzâî'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber cemaatle birlikte namaz kılmayıp bir köşede yalnız başına olan bir adam gördü. Ona 'Cemaatle namaz kılmaktan seni alıkoyan nedir?' diye sordu. Adam, 'Ey Allah'ın elçisi, cünüp oldum, su da yok' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "O zaman toprakla teyem­müm al! Zira bu sana yeter."

 

8. BÖLÜM NAMAZ

 

Bu şerhin mukaddimesinde, Siracuddîn el-Bulkînî'nin görüşlerini özetleye­rek, sıralanış bakımından Sahih-i Buhârî'nin bölümleri arasındaki ilişkiyi anlat­mıştık. İlk olarak taharetle ilgili bölümlerden sonra namaz bölümünün ele alın­masını, şart koşulandan önce şartın, hedeften önce aracın gelmesi gibi bir ilkeye dayalı olduğunu belirtmiştik. Sonra Namaz Bölümünü inceledim. Yirmiden fazla alt başlıktan oluştuğunu gördüm. Bu münasebetle, şerhe başlamadan önce bu başlıkların tertibindekİ uyumdan bahsetmeyi gerekli görüyorum.

Buhârî kitabında ilk önce namazın dışındaki farzlara temas etti. Bu vesileyle taharet, setr-i avret, kıbleye yönelmek ve vaktin girmesi konularına yer verdi. Bunlar arasında çeşitli bölümlere ayrıldığı için taharet konusunu, müstakil baş­lıklarla ele aldı.

Namaz Bölümünü ise, İslâm'ın diğer şartlarının aksine ne zaman farz kılın­dığını belirterek başladı. Setr-i avret, sadece namaza özgü bir farz değildir. Bun­dan dolayı genel olarak örtünmeden bahsetti. Sonra farz ve nafile namazlarda gerekli olan kıbleye yönelmekten bahsetti. Korku halinde ve yolculuk esnasında binek üzerinde kılman nafile namazlarda kıbleye yönelmenin şart olmadığına işaret etti. Kıbleye yönelmek bir mekanı çağrıştırır. Bu nedenle camilerden mescidlerden bahsetti. Daha sonra kıbleye yönelmekle ilgili konulardan olan sütre meselesine geçti.

Kıbleye yönelmeden sonra, başka bir farz olan vaktin girmesini ele aldı. Va­kit şartı, sadece farz namazlarda aranır. Vaktin girdiği ancak yapılacak ilan Üe anlaşılır. Bu yüzden ezan bahsine yer verdi. Böylece ezanın vakitle ilgili oldu­ğuna işaret etti. Ezan, namaz için toplanmaya davet ilanı demektir. Bu yüzden cemaat konusunu ele aldı. Cemaatin en azı bir imam, bir de me'mûmdan olu­şur. Bu vesileyle imamlık konusunu zikretti.

Namazın farzları ve bunlarla ilgili konular sona erince, vasıflarıyla ilgi ilgili meselelere geçti. Farz namazların belli bir şekilde cemaatle kılındığından yola çıkarak Cuma ve korku namazını kaydetti. Sıkça kılındığı için Cuma namazını korku namazından önce anlattı. Daha sonra cemaatle kılman nafile namazlara yer verdi. Bu çerçevede bayram ve vitir ile yağmur duası ve ay tutulmasıyla ilgili namazlardan bahsetti. Ay tutulması ile ilgili namazı en sona bıraktı. Çünkü di­ğerlerinden biraz farklı kılınır. Zira bu namazda rükû sayısı fazladır. Daha sonra İse, secde sayısı fazla olan tilavet secdesinden bahsetti. Çünkü tilavet secdesi bazen namazda İken gerekir, bu da secde sayısını artırır.

Bunlardan sonra, adet bakımından eksik olanlara geçti. Bu çerçevede na­mazların kısaltılmasından bahsetti. Cemaatle kılınması gereken namazları bitir­dikten sonra, cemaatle namaz kılmanın müstehap olmadığı bilinen diğer nafile namazlara geçti. Ardından namaza başladıktan sonra şart olan şu üç hususa yöneldi. Bunlar, iftitah tekbirinden sonra konuşmamak, namaza ait olmayan davranışlardan sakınmak, yemeden uzak durmaktır. Daha sonra kasıtlı olarak yapılan fiillerle namazı bozan durumları ele aldı. Burada, yanılmalara değinmesi gerekti. Bundan dolayı sehiv secdesinin hükümlerinden bahsetti. Buraya kadar anlattıkları, rükû ve secdenin bulunduğu namazlara ilişkin hükümlerdi. Bundan sonra ise rükû ve secdenin bulunmadığı cenaze namazına geçti.

Buhârî'nin "el-Câmi'u's-Sahîh"inde yer alan "Namaz Bölümü"nün konuları arasındaki münasebetler bundan ibarettir. Diğer sarihler bu konuya hiç yer ver­memişlerdir. İlham ettiği ve öğrettiği bilgilerden dolayı Allah'a hamd olsun.

 

1. İsrâ Gecesi Namaz Nasıl Farz Kılındı?

 

İbn Abbâs şöyle demiştir: Ebu Süfyân, bana Herakleios ile olan konuşma­sını şu şekilde anlattı: "Hz. Peygamber bize namazı, doğru­luğu ve iffetli olmayı emretti."

349- Enes b. Mâlik, Ebu Zcrr'in Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu anlattığını nakletmiştir: "Ben Mekke'deyken evimin tavanı açıldı ve Cebrail indi. Göğsümü yardı, sonra (kalbimi) zemzem suyu ile yıkadı. Daha sonra, hikmet ve iman dolu altın bir kap getirip içinde­kileri göğsüme boşalttı. En sonunda göğsümü kapadı.

Daha sonra etimden tutup beni yakın semaya doğru çıkardı. Yakın semaya geldiğim zaman, Cebrail semanın bekçisine 'Aç' dedi. Bekçi 'Kim o?' diye sordu. Melek 'Cebrail diye cevap verdi. Bu defa bekçi, Yanında biri var mı?' diye sordu. Cebrail, 'Evet, yanımda Muhammed var' diye yanıt verdi. Bekçi, 'ona vahiy verildi mi?' diye sordu. Cebrail, 'Evet' dedi. Bekçi kapıyı açınca yakın semanın üzerine çıktık. Birden karşıma oturan bir adam çıktı. Sağ ve sol tarafında karaltılar vardı. Sağtna baktığı zaman gülümsüyor, soluna baktığı zaman ise ağlıyordu. (Bana) 'Hoş geldin salih Peygamber ve salih oğul' dedi. Cebrail'e 'Bu kim?' diye sordum. O da, 'Bu Adem'dir, sağındaki ve solundaki karal­tılar da, evlatlarının ruhudur. Sağında yer alanlar, cennet ehli, solunda yer alanlar ise, cehennem ehlidir. Sağına baktığı zaman gülümser, so­luna baktığı zaman ise ağlar' dedi. Sonra beni, ikinci semaya çıkardı. Bekçisine, 'Aç' dedi. O da, daha önceki bekçi gibi davrandı, sonra kapıyı açtı."

Enes bu olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: "Ebu Zerr şöyle dedi: Hz. Peygamber saitaüâhu aleyhi Adem, Idris, Musa, Isa ve ibrahim pey­gamberleri gördüğünden bahsetti. Ancak, onların derecelerinden söz etmedi. Sadece Hz. Adem'i yakın semada, Hz. ibrahim'i ise, altıncı semada gördüğünü belirtti. Cebrail, Hz. Peygamberi aleyhisselam'ın yanına getirdi. Idris Peygamber ona, 'hoş geldin salih Peygamber, salih kardeş' dedi. Cebrail'e 'bu kim?' diye sordum. O da, Bu Idris1 diye cevap verdi. Sonra Musa Peygamber'in yanına geldim. O da, 'Hoş geldin, salih Peygamber, salih kardeş1 dedi. Cebrail'e, 'Bu kim?' diye sordum, o da, 'Musa' dîye cevap verdi. Sonra Isa Peygamber'in yanına vardım. Bana, 'hoş geldin, salih Peygamber, salih kardeş' dedi. Cebrail'e 'Bu kim?' diye sordum, o da, 'İsa' diye ce­vap verdi. Nihayet ibrahim Peygamber'in yanına geldim. Bana, 'hoş geldin, satih Peygamber, salih oğul dedi. Cebrail e 'Bu kim?' diye sor­dum, o da İbrahim' diye cevap verdi"

İbn Şihâb, İbn Hazm kanalıyla îbn Abbâs ve Ebu Habbe'nin Hz. Peygamber'in Şöyle buyurduğunu söylediklerini nakletmiştir: "Sonra Cebrail, beni yukarı çıkardı. Nihayet öyle bir noktaya geldim ki, (kaza ve kaderi yazan) kalemlerin çıkardığı sesi duyuyordum."

İbn Hazm ile Enes b. Malik şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, ümmetime, na­mazı elli vakit olarak farz kıtdt. Bu farz ile dönerken Musa peygam­berle karşılaştım. Bana 'Hak Teâlâ ümmetine neyi farz kıldı?' diye sor­du. Ben de 'elli vakit namazı farz kıldı' dedim. Bunun üzerine 'Rabbine dön (ve bunu azaltmasını dile!) Zira, ümmetin buna güç yetiremez' dedi. Ben de gidip müracaatta bulundum. Bunun üzerine Rabbim yarı­sını indirdi. Tekrar Musa peygamber'e döndüm ve Yartsmt indirdi' de­dim. Yine bana Rabbine dön (ve bunun azaltılmasını dile!) Zira, ümmetin buna güç yetiremez' dedi. Ben de gidip müracaatta bulundum. Rabbim yansını daha indirdi. Tekrar Musa peygamber'e gittim. Yine Rabbine dön (ve bunun azaltılmasını dile!) Zira, ümmetin buna güç yetiremez' dedi. Bende Rabbim'e müracaatta bulundum. Nihayet Allah Teâlâ, 'Onlar beştir, aynı zaman da ellidir de. Benim katımda söz değişmez' buyurdu. Musa peygamber'e döndüm. Yine Rabbine dön (ve bunun azaltılmasını dile!) dedi. Ben de, 'Rabbimden utanır oldum' diye karşılık verdim.

Sonra Cebrail sidretü'l-müntehâ'ya kadar beni götürdü. Burayı bilmediğim renkler kaplamıştı. Daha sonra cennete girdirildim. Orada inciden gerdanlıklar vardı. Toprağı da misk idi."

 

Açıklama

 

(İsrâ Gecesi Namaz Naşı! Farz Kılındı?) İmam Buharı bu şekilde başlık at­mak suretiyle, miracın isrâ gecesinde gerçekleştiğini belirtmek istemiştir. Ancak bu konuda ihtilaf vardır. Anlatıldığına göre isrâ ile miraç, Hz. Peygamber'in uyanık olduğu bir sırada, aynı gecede gerçekleşmiştir. Ço­ğunluk nezdinde meşhur olan görüş de, budur. Beyt-i Makdis'e olan isrânın Hz. Peygamber'in uyanık halinde meydana geldiği konusunda İhtilaf olmaması gerekir. Çünkü Kur'an'ın zahiri bunu göstermektedir. Ayrıca Kureyş'liler bu oİayi yalanlamışlardı. Eğer isrâ, rüyada gerçekleşmiş olsaydı, bu durumu, hatta bundan daha olağanüstü durumları yalanlamazlardı.

Namazın neden miraç gecesi farz kılındığının hikmeti şu şekilde izah edilir: Hz. Peygamber Mahu inışn ve hikmet dolu zemzem suyuyla yıka­nınca hem zahiren hem de batmen arındırılmıştı. Namaz için de, mutlaka temiz­liğin olması gerekir. Hal böyle olunca Hz. Peygamber'in bu durumu, namazın farz kılınmasına uygun oldu. Ayrıca onun değerinin melei a'lâ'da ortaya çıkması ve burada bulunan melekler ile peygamberlere namaz kıldırması münasip oldu. Bir de Rabbine münacatta bulunması uygun oldu. Nitekim namaz kılan kişi Rabbine münacatta bulunuyor demektir.

İbn Abbâs'tan gelen hadisin bâb başlığı ile ilgisi: Hadise göre namaz, hic­retten önce Mekke döneminde farz kılınmıştır. Çünkü Ebu Süfyan Herakleios'la görüştüğü zamana kadar Hz. Peygamberle  hiç karşılaşmamıştı. Bu durumda, gerçekten Hz. Peygamber'in ona, bir takım hususları emreden konumunda olması mümkün değildir. İsrânın hicretten önce gerçekleştiği konusunda zaten ihtilaf yoktur. Dolayısıyla burada namazın ne zaman farz kılındığı belirtilmiştir. Bunun da, namazın ne şekilde farz kılındığı ile bir ilgisi yoktur. Fakat ondan önce meydana gelen hadiselerden biridir. Nitekim İmam Buhârî'nin buna benzer bir uygulaması "Vahiy Nasıl Başladı" başlığı al­tında geçmişti. Orada da, gayesiyle ilgili meseleleri zikretmişti. Bu şekilde, bu rivayetin bab başlığı ile uyumu ortaya çıkar.

"Evin tavanı açıldı" derken buradaki hikmet, meleğin gökyüzünden bir anda herhangi bir şeye iltifat etmeden aniden evin içine düşer gibi dalmasıdır. Böyle olmasının nedeni Cebrail'in Allah'a münacatta mübalağa etmek ve bu konudaki İsteğin daha önceden söz konusu olmayan bir şey olduğu hususunda bir uyarı olmasıydı. Bundaki sır ve hikmet İsraya bir giriş mahiyetinde olan Resûlullah'ın göğsünün yarılmasıyla yapılan hazırlık da olabilir. Sanki Me­lek, evin tavanının aniden açılması ve tekrar aniden kapanmasıyla, göğsünün yarılmasını gerçekleştirmeden önce Resulullah'a olan şefkati ve O'nu sakinleştir­meyi hedeflediğini göstermek istemişti.

(Göğsümü yardı); Kâdî Iyâz, burada bahsi geçen Hz. Peygamber'in göğsünün yarılma hadisesinin, küçükken süt annesi Halime'nin yanmda olduğu sırada gerçekleştiği şekilde ileri sürülen görüşü tercih etmiştir. An­cak Süheylî buna itiraz ederek, Hz. Peygamber'in göğsünün iki defa açıldığını ifade etmiştir. Doğru olan da budur. "Kitâbu't-tevhîd'V Tevhid Bölümünde Şüreyk'ten gelen hadisi açıklarken, bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Burada özetle ifade edelim ki, göğsün ilk kez yarılması, olay sıra­sında kendisine "Bu, şeytanın sendeki payı" denen parçanın alınması için Hz. Peygamber'in hazır hale getirilmesi gayesine yönelikti. İkinci kez yarılması ise, o gecede gerçekleşecek buluşmaya hazır hale gelmesi İçindi.

(iman ve hikmetle) Nevevî şöyle demiştir: "Hikmetin tarifi hakkında birbi­riyle çelişen pek çok görüş vardır. Bize göre en isabetlisi şudur: Hikmet, Allah'ı bilmeye dair ne varsa hepsini kapsayan ilimdir. Tabiî bu ilimle birlikte kişinin, hakkı İyice öğrenip onunla amel edip, onun dışındakilere bulaşmaması, nefsini güzel özelliklerle süslemesi ve basiretli davranması da gerekir. Hikmetli kişi ise, bu vasıfları taşıyan kimsedir." Kur'ân'a da, hikmet denir. Çünkü Kur'an, bu anla­tılanları tamamen içerir. Aynı şekilde peygamberliğe de, hikmet denir. Bazen sadece İlim için, bazen sadece marifet İçin ve bazen de bunlara benzer şeyler için, hikmet lafzı kullanılır.

(aç) Bu ifade kapının kapalı olduğunu gösterir. İbnü'l-Müneyyir şöyle de­miştir: "Kapının kapalı olmasındaki hikmet, semanın kapısının ancak Hz. Pey­gamber için açıldığının kesin olarak bilinmesidir. Eğer Allah Resulü      kapıyı açık bulsaydı, böyle bir mana ortaya çıkmazdı,"

(Cebrail' diye cevap verdi) Burada içeri girmek için izin isteyen kimsenin ne şekilde davranması gerektiğinin bir örneği vardır. Zira hadiste izin isteyen melek, başkalarıyla karıştırılmasın diye kendi ismini söylemiştir.

(kaza ve kaderi yazarı) kalemlerin çıkardığı sesi duyuyordum) Hz. Peygam­ber kalemlerin yazarken çıkardığı sesi itmiştir. Burada melek­lerin Allah Teâlâ'nm takdir ettiği kaza ve kaderi yazdıkları kasdedilmiştir.

İbnü'l-Müneyyir, Hz. Peygamber'in namaz beş vakte in­dikten sonra kendisinden tekrar Rabbi'ne müracaat etmesini isteyen Hz. Musa'ya 'Rabbimden utanır oİdum' demesi hakkında çok güzel bir açıklama yapmıştır: Muhtemelen Allah Resulü namaz vakitlerinin beşer beşer azaltılmasına bakarak, namazın beş vakit haline gelmesinden sonra yeni bir tahfif istemesi, namazın kalkması anlamına geldiği için utanmıştır."

(inciden gerdanlıklar) Bu ifade ile, cennette inciden yapılmış kolyeler ve gerdanlıkların bulunduğu kasdediimiştir.

350- Müminlerin annesi Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Teâlâ, hem ikamet halinde hem de seferîlikte, namazı ikişer rekat olarak farz kıldı. Seferilik-teki hali aynen korundu, ancak ikamet halinde kılınan namaza ilave yapıldı.[86]

 

Açıklama

 

(Allah Teâlâ, hem ikamet halinde hem de seferîlikte, namazı ikişer rekat ola­rak farz kıldı) Kanaatime göre akşam namazı hariç diğer namazlar isrâ gecesi, ikişer ikişer farz kılındı. Daha sonra hicretin akabinde sabah namazı hariç diğer namazlara ilave yapıldı. Nitekim bu hususta İbn Huzeyme, İbn Hibbân ve Bey-hakî Şa'bî ve Mesrûk kanalıyla Hz. Âişe'den şu hadisi nakletmişlerdir: "İkamet ve seferîükte kılınan namazlar ikişer rekat farz kılındı. Allah Resulü Medine'ye gelip rahat bir ortama kavuşunca, sabah ve akşam namazı hariç diğer namazlar ikişer rekat artırıldı. Sabah namazına, kıraatin uzun sürdüğü için, akşam namazına da, gündüzün vitri olduğu İçin ilave yapılmadı."

Sonra, namazların dört rekat farz oluşu yerleşince, daha önce nazil oîan "Namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur [87] âyetine binaen seferîlikte, na­mazlar kısaltılmaya başlandı. İbnu'l-Esîr'in "Müsned Şerhinde, namazların hicre­tin dördüncü yılında kısaltılmaya başlandığını belirtmesi de, bunu destekler.

Bir grup âlim, isrâdan önce hakkındaki emrin belirleyici olmadığı gece na­mazı dışında farz namazın bulunmadığı kanaatindedir. Harbî, sabah ve akşam­ları iki rekat namazın farz olduğu görüşünü benimsemiştir. İmam Şafiî ise, bazı ilim ehli kimselerden şöyle nakletmiştir: "Gece namazı, farzdı. Sonra "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun [88] âyeti iie neshedildi. Böylece gecenin bir bölümünü ihya etmek farz oldu. Daha sonra bu da, beş vakit namazla neshedildi." Mu-hammed b. Nasr el-Mervezî bu görüşü reddedip şunları söylemiştir: "Ayetin ta­mamı, 'Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!' kısmının Medine'de nazil olduğunu gösterir. Zira âyetin devamında 'diğer bir kısmınızda Allah yolunda çarpışır' bö­lümü yer alır. Savaş, Mekke'de değil, Medine'de farz kılınmıştır. İsra olayı da savaştan önce Mekke'de vuku bulmuştur." Mervezî'nin itirazı pek yerinde değil­dir. Zira ayette yer alan ifadesi gelecek zamana dair bir ifadedir.

Dolayısıyla Aîîah Teâlâ bu âyetle, Müslümanların gelecekte maruz kalacaklarını bildiği bir meşakkatten önce yüklerini hafifletmek suretiyle onlara iütufta bulun­muştur. Doğrusunu en iyi Allah biİir.

 

2. Elbise İle Namaz Kılmanın Farz Oluşu

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey Âdemoğullan! Her secde edişinizde (güzel) elbiselerinizi giyin.[89]

Bir elbiseye dolanarak namaz kılmak. Anlatıldığına göre Seleme b. el-Ekva' Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bir iğne ile de olsa izarını tutturur." Bu rivayetin senedi tenkide açıktır.

Necaset görmediği takdirde cima ettiği elbiseyle namaz kılan kimse. Hz. Peygamber Miiaiiâh çıplak kimsenin Kabe'yi tavaf etmesini yasakla­mıştır,

 

Açıklama

 

(tutturur) Yani izarını bağlar. Avret mahallinin görünmesini önlemek için iki ucunu birleştirir. Eğer izarm iki ucunu ancak iğne ile tutturabiliyorsa, bu du­rumda iğne kullanır. İmam Buhârî, Seleme hadisini zikretmek suretiyle yukarı­daki Ayette geçen ziynetten maksadın, güzel giyinmek değil de, elbise giymek olduğuna işaret etmiştir.

(yasaklamıştır); İmam Buhârî bu İfadeyle, Ebu Bekir'in liderlik ettiği hac ka­filesine sonradan Hz. Ali'nin gönderilmesini anlatan hadise işaret etmiştir. Söz konusu hadiste Hz. Peygamber hac kafilesine şu mesajı yolla­mıştı: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac edemeyecek. Bundan böyle Kabe'yi çıplaklar tavaf edemeyecek" Bu hadisin bâbla ilişkisi şu şekilde izah edilir: Ta­vafta çıplak olmak yasaklandığına göre, namazda haydi haydi yasaklanır. Zira namazda, tavafta şart koşulanların yanında ilave şartlarda aranır. Zaten çoğun­luğa göre setr-i avret, namazın farzlarından biridir.

351- Ümmü Atiyye'den şöyle nakledilmiştir: "Bayram günlerinde hayızlı ka­dınlarla, yeni ergenlik çağına girmiş kızları dışarı çıkarmamız emredildi. Onlar, Müslümanların cemaatine ve dualarına iştirak ederlerdi. Yalnız hayızlı kadınlar namazgahlardan uzak dururlardı. Bir kadın Hz. Peygamber'e  Ey Allah'ın elçisi! Bazılarımızın cilbabı yok' diyerek (bayramlara iştiraklerinin nasıl sağlanacağını) sordu. Bunun üzerine Allah Resulü  şöyle buyurdu: 'O zaman, arkadaşı ona kendi cilbabtm giydirsin."

 

Açıklama

 

Hadisin Bab Başlığı ile İlişkisi

 

Bu rivayette, bayram namazına katılmak için dışarı çıkmak isteyen fakat el­bisesi olmayan kimselerin örtünmesi pekiştirilerek emredilmiştir. O halde farz namazlarda örtünmek, daha evla olur.

 

3.  İzarı Ense Üzerinde Bağlayarak Namaz Kılmak

 

Ebu Hâzim, Sehl'den şöyle nakletmiştir: "(Ashâb-ı kiram) Hz. Peygamberle birlikte izarlarını enseleri üzerinde bağlayarak namaz kıldı."

352- Muhammed b. el-Münkedir'den şöyle nakledilmiştir; "Câbir, elbisesi askıda asılı durduğu halde, ensesi üzerinde bağladığı bir izar giyerek namaz kıldı. Bu durum karşısında biri çıkıp 'Bir izarla namaz mı kılıyorsun?' diye sordu. Bu­nun üzerine o, şöyle dedi: Senin gibi ahmaklar beni (bu halde) görsün diye bu­nu (bilerek) yaptım... Hz. Peygamber döneminde hangimizin iki parça elbisesi vardı! [90]

 

Açıklama

 

Hadiste geçen ahmak kelimesi, cahil anlamına gelir. Aslında ahmaklık, çir­kin olduğunu bile bile bir şeyi, yerinden başka yere koymaktır. "en-Ni/ıâye"de şöyle kaydedilmektedir: "Bu rivayetten maksat, her ne kadar iki parça elbise ile kılman namaz daha efdal olsa da, bir parça elbise ile de namazın kılınabileceğini açıklamaktır. Sanki Câbir şöyle demek istemiştir: "Bu şekilde namaz kılmanın caiz olduğunu açıklamak için bile bile böyle yaptım. Bilmeyen kimseler, ya bu konuda bana uyar ya da bu şekilde namaz kıldığım için bana itiraz eder, ben de, bunun caiz olduğunu onlara öğretirim." Câbir'in adama hitap ederken katı davranması, alimlere itiraz etmekten insanları alıkoymak ve dinî konularda araştır­mayı teşvik etmek içindir.

(hangimizin) Hz. Peygamber ^iiaiiâhu »m.i ve ^in- döneminde çoğumuz ancak bir elbiseye sahip idi. Buna rağmen, namaz kılmak için ikinci bir elbise edin­mekle sorumlu tutulmadık. Bu da, bir elbise ile namaz kılmanın caiz olduğunu gösterir.

 

Not:

 

Bir tek elbise ile namaz kılmanın caiz olup olmadığı konusundaki ihtilaf çok eskidir. İbn Ebi Şeybe, İbn Mes'ûd'dan şu rivayeti nakletmiştir: "Gök ile yer ara­sındaki mesafe kadar geniş olsa bile, tek elbise ile namaz kılmayın!" İbn Battal bu sözü İbn Ömer'e nispet edip şöyle demiştir: "Bu rivayeti destekleyen başka bir rivayet yoktur. Daha sonraları, tek elbise ile namaz kılmanın caiz olduğu hükmü yerleşmiştir."

353- Muhammed İbn Münkedir'den şöyle nakledilmiştir: "Câbir İbn Abdil-lah'ı bir parça bezden oluşan elbise ile namaz kılarken gördüm. O şöyle demişti: Hz. Peygamber'İ (s.a.v) bir parça bezden oluşan elbise ile namaz kılarken gör­düm.

 

4. Bir Elbise İle Örtünerek Namaz Kılmak

 

Zührî rivayet ettiği hadis [91] hakkında şöyle demiştir; anla­mındadır. Bir başka ifade ile, elbisenin iki ucunu omuzları üzerinde çaprazlama bağlayan kişi manasına gelir. Teveşşüh ise omuzlar üzerinde dolamak anlamını ifade eder."

 

Açıklama

 

(Bir Elbise İle Örtünerek Namaz Kılmak) Daha önce geçen hadisler, sadece mutlak olarak bir elbise ile namaz kılmaktan bahsedince musannif, bu durumun maddî sıkıntı çekilen dönemlere veya böyle de namazın kılınabileceğinin öğretil­diği durumlara mahsus olduğunu gösteren hadisleri zikretti.

354- Ömer b. Ebî Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber seitem, uçlarını çaprazlama bağladığı bir elbise ile namaz kıldı.[92]

355- Ömer b. Ebî Seleme'nin, Hz. Peygamberi Ümmü Seleme'nin evinde, elbisesinin uçlarını omuzlarına atarak bir elbiseyle namaz kıldığını gördüğü nakledilmiştir.

356- Ömer b.  Ebî Seleme'den şöyle nakledilmiştir:  "Hz.  Peygamber'in Ümmü Seleme'nin evinde uçlarını omzuna attığı bir elbise ile örtünmüşken namaz kıldığını gördüm."

İbn Battal şöyle demiştir: "Bu şekilde örtünmenin faydası şu noktada ortaya çıkar: Bu şekilde örtünerek namaz kılan kişi kendi avret mahallini görmez. Ay­rıca rükû'a ve secdeye giderken elbisesi düşmez."

357- Ümmü Hânî bintu Ebî Tâlib'in azatlı kölesi Ebû Mürre, Ümmü Hânî'-nin şöyle dediğini işittiğini nakletmiştir: "Mekke'nin fethedildiği sene Hz. Peygamber'e gittim. Yanına vardığımda yıkanıyordu. Hz. Fatıma onu perdelemişti. Ona selam verdim. Bunun üzerine 'Gelen kim?' diye sordu. Ben de 'Ebu Tâlib'in kızı Ümmü Hânî' diye cevap verdim. Bunun üzerine Hoş geldin Ümmü Hânî' diyerek karşılık verdi. Yıkanmasını bitirince kalkıp bir elbi­seye büründüğü haide sekiz rekat namaz kıldı. Namazını bitirince 'Ey Allah'ın elçisi! Kardeşim [93] benim eman verdiğim Hubeyra oğlu falancayı öldürmeye azmetti1 dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Ey Ümmü Hânî! Senin eman verdiğine biz de eman veririz'" Ümmü Hânî bu olayın kuşluk vakti gerçekleştiğini belirtmiştir.

358- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Bir adam Hz. Peygamber'e bir elbise ile kılınan namazın hükmünü sordu. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: Her birinizin iki elbisesi var mı?

 

Açıklama

 

(Her birinizin); Hattâbî şöyle demiştir: "Sanki Hz. Peygamber burada şöyle buyurmuştur: Setr-i avretin farz olduğunu, namazın da mut­laka kılınması gerektiğini biliyorsunuz. İçinizden birinin iki parçadan oluşan elbi­sesi de yok. O halde nasıl olurda bir elbise ile namaz kılınabileceğini anlamazsı­nız! Yani, bir elbise ile avret mahallini kapattıktan sonra neden namaz kılamayasmız ki!"

 

5. Bir Elbise İle Namaz Kılanlar Onu Omuzlarına Örtsün

 

359- Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Içinizden biri omuzları açtk bir halde, bir elbise ite namaz kılmasini.[94]

 

Açıklama

 

(Bir Elbise İle Namaz Kılanlar Onu Omuzlarına Örtsün) Yani bir kısmını omuzlan üzerine örtsün. Bu ifade ile, namaz kılan kimsenin izarını göbek hiza­sında kuşanıp uçlarını böğürde bağlaması değil, İzannı omuzlarının üzerine sal­ması kasdedilmiştir. Böylece her ne kadar avret mahallinden olmasa da,.bede­nin üst kısımlarından bir bölümün örtünmesi arzu edilmektedir. Ya da, setr-i avrete daha uygun olduğu için bu şekilde örtünme emredilmiştir.

360- Yahya b. Ebî Kesîr, İkrime'den şöyle nakletmiştir: Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini işittim: Şehadet ederim ki, Rasûlullah'm şu şe­kilde buyurduğunu duydum: 'Kim bir elbise ile namaz kılarsa, elbisenin iki ucunu birbirinin üstüne çaprazlama atsın!"

 

Açıklama

 

(Kim bir elbise ile namaz kılarsa) Çoğunluk buradaki emrin müstehap bir hükme, bir Önceki hadiste geçen nehyin ise tenzihen mekruh bir duruma delalet ettiği kanaatindedir. Bu konuda Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: "(İzarının iki ucunu çaprazlama bağlayabilecek) durumda olan kimse, bunu yapmadığı tak­dirde namazı kabul olmaz." Görüleceği üzere Ahmed b. Hanbel, elbisenin uçla­rının birbirinin üzerine atılmasını namazın şartlarından saymıştır. Bir başka nakle göre ise, bu şekilde namaz kılan kimsenin namazının sahih, ama kendisinin gü­nahkar olacağını söylemiştir. Buna göre, tek elbiseyle namaz kılan kimsenin elbisesinin uçlarını bağlamasını namazdan ayrı bir farz olarak telakki etmiştir.

Kirmânî şöyle demiştir: "Hadisteki nehiyden ilk akla gelen, bir parça elbise ile namaz kılan kimsenin, elbisesinin uçlarını bağlamamasının haram olduğudur. Ancak, elbisenin uçlarının bağlanmamasının caiz olduğuna dair icma gerçek­leşmiştir." Kirmânî'nin söyledikleri bundan İbarettir. Ancak mesele ayrıntılı bir şekilde ele alınmalıdır. Eğer elbise geniş ise, iki ucunun bağlanması gerekir. Yok eğer dar ise, omuza atılmasına gerek yoktur. İbnu Münzİr bu görüşü tercih et­miştir. Bu şekilde, bu babın kendisinden sonra gelen "Dar Elbise İle Namaz Kıl­mak" konusuyla münasebeti ortaya çıkar.

 

6. Dar Elbise İle Namaz Kılmak

 

361- Saîd b. Hâris'ten şöyle nakledilmiştir:

"Câbir b. Abdullah'a bir parçadan oluşan elbise ile namaz kılmanın hük­münü sorduk. O da şöyle cevap verdi; Hz. Peygamber'in dü­zenlediği bir seferde onunla birlikte yola çıkmıştım. Bir gece bir ihtiyacımdan dolayı onun yanma vardım. O sırada namaz kılıyordu. Üzerimde tek parçadan oluşan bir elbise vardı. Ona bürünüp yanı başında namaza durdum. Namazını bitirdikten sonra Ya Câbir, gece vakti buraya gelmenin sebebi ne?' diye sordu. Ben de ihtiyacımı söyledim. Sözümü bitirdikten sonra bana, 'Gördüğüm bu örtünme de ne?' diyerek (hoşnutsuzluğunu) ifade etti. Ben de elbisenin dar ve kısa olduğunu söyledim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Eğer elbisen geniş ise onunla omzundan öyle örtün, yok eğer dar ise, onu izar olarak kullan,"

 

Açıklama

 

(Bir seferinde) söz konusu sefer, Hz. Peygamber'in ilk se­ferleri arasında yer alan "Buvât Gazvesi"dir.

(Gördüğüm bu örtünme de ne?) Hattâbî şöyle demiştir: "Hz, Peygamber'in hoş karşılamadığı örtünme şekli, Câbir'İn elleri bile görünme-yecek şekilde örtünmesîdir." Bu yorumu yapmakla sammâ şeklinde örtünme hakkında söylenenlerden birini tercih etmiştir. Ancak Müslim, rivayet ettiği ha­diste, Hz. Peygamber'in bu şekilde örtünmeyi yasaklamasının nedeni, Câbir'in dar elbiseyi iki ucundan çaprazlama bağlayıp dizlerini kırarak eğilmesidir. Elbiseyi iki ucundan çaprazlama bağlayınca avret mahallini kapata-mamış, bunun üzerine dizlerini bükerek eğilmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber elbise uzun olduğu zaman bu şekilde bağlanacağını ona Öğretmiştir. Elbise kısa olduğu zaman ise, izar olarak bağlanması yeterlidir. Zira giyinmenin temel gayesi, avret mahallini örtmektir. Bu da izar ile mümkündür. Dolayısıyla emredilen dimdik durmaya aykırı olan eğilmeye gerek yoktur.

362- Sehl'den şöyle nakledilmiştir:

Erkekler çocukların bağladığı gibi izarlarını boyunlarına bağlayarak Hz. Peygamber ile birlikte namaz kılarlardı. Allah Resulü kadınlara şöyle buyurdu:

Erkekler tam olarak otıınmcaya kadar başınızı secdeden kaldırmayın.

 

Açıklama

 

(Allah Resulü kadınlara şöy/e buyurdu); Kirmanı şöyle demiştir: Bu hadiste fiilinin faili Hz. Peygamber'dir. Şerhte esas aldığımız Buhârî nüshasının ravisi kesin bir şekilde bu fiilin failinin Hz. Peygamber olduğunu belirtmiştir. Ancak hadisin bu kısmı Küşmîhenî rivayetinde "Kadınlara dendi", Vekî' rivayetinde İse, "Biri 'ey kadınlar topluluğu' dedi" şeklinde geçmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber bir sahabîye kadınlara böyle demesini emretmiştir. Kuvvetle muhtemel, o sahâbî de Bilal'dır. Hz. Pey­gamber secdeden başlarını kaldırınca kadınların, bu şekilde örtünen erkeklerin kalkarken avret mahallini görmemeleri için onlara bu emri vermiştir. Ayrıca bu hadise kişinin (dizinden) alt tarafının örtünmesinin zorunlu olmadığı anlaşılır.[95]

 

7. Şam Cübbesiyle Namaz Kılmak

 

Hasan-ı Basri Mecusî birinin diktiği elbise ile namaz kılmada bir sakınca görmediğini söylemiştir. Ma'mer de şöyle demiştir; "Zührî'yi idrarla boyanmış Yemen işi bir elbise ile namaz kılarken gördüm." Hz. Ali de yıkanmamış bir el­bise ile namaz kıldı.

363- Muğîre b, Şu'be'den şöyle nakledilmiştir: "Bir seferde Hz. Peygamber ile birlikteydik. 'Ey Muğîre! Matarayı tut' dedi. Ben de onu tuttum. Sonra Allah Resulü biraz ilerledi ve nihayet benden uzaklaştı. Sonra ihtiyacını giderdi. Bu esnada üzerinde Şam işi bir cübbe var­dı.Yeninden elini çıkarmaya çalıştı. Ne fayda ki cübbenin yenleri dardı. Bu yüz­den elini cübbenin altından çıkardı. Daha sonra eline su döktüm, Namaz için abdest aldı. Mestleri üzerine mesnetti, sonra namaz kıldı."

 

Açıklama

 

(Şam'da Dikilen Cübbe ile Namaz Kılmak) Bu başlık necasetin bulunmadığı kesin olarak bilindiği sürece kâfirlerin üretmiş olduğu elbiseyle namaz kılınabile­ceğini göstermek için konulmuştur. Çünkü o dönemde Şam, küfür diyarı (daru'l-küfr) İdi. Bu hadisin başka rivayetlerinde söz konusu cübbenin Rumlar'ın giydiği bir elbise olduğu ve yünden yapıldığı belirtilmiştir. Hz. Peygamber'in bu cübbeyİ giymesi, namaz kılarken onu çıkarmaması bu hadisin başlıkla olan ilişkisini açıklar. Rivayete göre Ebu Hanife yıkanmadığı sürece bu tür elbi­selerle namaz kılmayı mekruh kabul etmiştir. İmam Maiik'in ise, bu tür elbise ile namaz kılanların, vakit çıkmadığı takdirde namazlarını iade etmeleri gerektiği görüşünü benimsediği nakledilmiştir.

(Hz. Ali yıkanmamış bir elbise ile namaz kıldı); Yani yeni bir elbise ile na­maz kıldı.

 

8. Namaz Ve Namaz Dışında Çıplaklığın Hoş Karşılanmaması

 

364- Amr İbn Dinar'dan şöyle nakledilmiştir: Câbir İbn Abdullah'ı şunları anlatırken dinledim: "Hz. Peygamber saüâb; kavmi ile birlikte Kabe'­nin inşası İçin taş taşıyordu. Üzerinde izan vardı. Amcası Abbâs, Yeğenim! Taş­ların zarar vermesini önlemek için izannı çözüp omzuna koysan' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber saife^\s sev. İzannı çözüp omzuna koydu. Birden baygın şekilde yere düştü. O günden itibaren hiç çıplak görülmedi. [96] (Hz, Pey­gamber kavmi ile birlikte Kabe'nin İnşası İçin taş taşıyordu.) Nübüvvetten önce Kureyş'liler Kabe'yi bina ederken, Allah Rasûîü onlarla birlikte taş taşımıştır.

 

 

9. Gömlek, Uzun Don, Kısa Don Ve Kaftan İle Namaz Kılmak

 

365- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Adamın biri Hz. Peygamber'e gelip bir tek elbise ile namaz kılmanın hükmünü sordu. Allah Resulü 'Hanginiz iki elbise bulabiliyorsunuz' buyurdu. Sonra adam, Hz. Ömer'e aynı soruyu sordu. O da şöyle cevap verdi: Allah'ın size verdiği imkanlara göre hareket edin: Elbiselerinizi üzerinize alın. İzan ve ridası olan, bunlarla; izan ve gömleği olan bunlarla, izan ve kaftanı olan, bunlarla, uzun paçalı donu (sirval) ve ridası olan bunlarla, uzun paçalı donu ve gömleği olan bunlarla; uzun paçalı donu ve kaftanı olan bunlarla, paçasız donu ve uzun gömleği olan bunlarla na­maz kılsın. Ebu Hureyre demiştir ki: Zannımca Hz. Ömer, 'paçasız donu ve ridası olan bunlarla namaz kılsın' da dedi."

366- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Biri Hz. Peygamber'e seflpm ihramlı birinin ne giyeceğini sordu. Allah Resulü de Şöyle cevap verdi: Gömlek, iç çamaşırı, bornus [97] zaferan veya yemen zaferanı bulaş­mış elbiseleri giyemez. Terlik bulamayan kimse, mestini giysin ve topuklarının alt kısmına denk gelen yerden kessin."

 

10. Avret Mahallinin Örtülmesi

 

367- Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber insanın sammâ türü örtünme ile, , büründüğü kumaşın bir parçasını avret mahalli üzerinde bulundurmaksızın bir tek elbise ile kaba etini yere koyup dizlerini kırarak oturmasını yasaklamıştır.[98]

 

Açıklama

 

(Sammâ türü örtünme) İnsanın bir elbise ile vücudunu elini bile dışarı çıka­ramayacak şekilde kapatmasıdır. Bu hususta İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Bu tür örtünme, bütün menfezleri kapattığı için sammâ olarak isimlendirilmiştir. Çünkü bu haliyle insan, deliksiz sağlam kayaya benzemektedir." Fıkıh alimleri İse şöyle demiştir: "Sammâ şeklinde örtünme, kişinin bir parça beze bürünüp bezin bir ucunu omzuna atmasıyla gerçekleşir. Ancak bu durumda avret mahalli açıkta kalır."

368- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber limâs ve nibâz satışı ile sammâ şeklinde örtünmeyi ve insanların bir parça elbise içinde dizlerini kırarak kaba eti üzerine oturmasını yasakladı.[99]

369- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Ebu Bekir, o yılki hacda Kur­ban Bayramı günü Mina'da insanlara 'Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac edeme­yecek, hiçbir çıplak da Kabe'yi tavaf edemeyecek' şeklinde duyuru yapan tellal­larla birlikte beni de gönderdi. Humeyd İbn Abdurrahman dedi ki: Daha sonra Aİlah Rasûlü                 Hz. Ali'yi göndererek ona Tevbe suresini insanlara okumasını emretti. Ebu Hureyre olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Bizimle birlikte Hz. Ali, bayramın birinci günü Mina'da bulunanlara 'Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac edemeyecek, hiçbir çıplak da Kabe'yi tavaf edemeyecek' şeklinde duyuru yaptı.[100]

 

11. Ridasız Namaz Kılmak

 

370- Muhammed İbnü'l-Münkedir'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Câbir İbn Abdullah'ın yanına gittim. O esnada bir parçadan oluşan elbisesine dolanmış şekilde namaz kılıyordu. Ridası ise kenarda duruyordu. Namazını bitirince 'Ey Ebu Abdullah! Ridasız namaz mı kılıyorsun' dedik. O da şöyle karşılık verdi: Evet, sizin gibi cahiller beni bu şekilde görsün diye böyle namaz kıldım. Zira ben, Hz. Peygamber'i seller bu şekilde namaz kılarken gördüm."

 

12. Uyluk Hakkında Söylenenler

 

İbn Abbâs, Cerhed ve Muhammed b. Cahş'a nispet edilen bir hadiste Hz. Peygamber Uyluk avrettir" buyurmuştur. Enes b. Malik şöyle demiştir: Allah Rasûlü uyluğunu açtı. Enes'ten gelen hadis sened bakımından daha sağlamdır. Cerhed'den gelen hadis ise daha ihtiyatlıdır. Ancak bu şekilde, bu konuda ihtilaftan kurtulunur. Ebu Musa şöyle demiştir: "Hz. Osman içeri girince Hz. Peygamber dizlerini örttü." Zeyd b. Sabit de şöyle demiştir: "Allah Teâlâ Hz. Peygamber'e vahiy indirdiği zaman, uyluğu benim uyluğumun üstünde idi. Uyluğu o kadar ağırlaştı ki, o an baldırımın kırılacağından endişe ettim"

 

Açıklama

 

(Sened bakımından daha sağlamdır) Yani Enes hadisinin senedi daha sa­hihtir. Bu ifadeyle İmam Buhârî şöyle demek istemiştir: Her ne kadar sahih ol­duğunu kabul etsek bile, Cerhed kanalıyla gelen hadis, Enes hadisi varken tercih edilmez.

(Cerhed'den gelen hadis) İmam Buhârî bu ifade ile, Cerhed'Ie birlikte diğer ravileri de kasdetmiştir.

(Daha ihtiyatlıdır) Yani dinî bakımdan daha ihtiyatlı bir uygulamadır. İmam Buhârî ihtiyat ile, bunun farz olduğunu veya takvaya daha uygun bir davranış olduğunu kasdetmiş olabilir.

371- Enes b. Malik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Hayber'e sefer düzenledi. Orada gece karanlığının sonlarına doğru sabah namazını kıldık. Allah Resulü bir bineğe bindi. Peşi sıra Ebu Talha bindi. Onun terkine de ben bindim. Allah Resulü bine­ğini Hayber sokağında gezdiriyordu. Bu esnada dizim onun uyluğuna deği-yordu. Sonra Hz. Peygamber uyluğundan izannı kaldırdı. Uyluğunun beyazlığını görebiliyordum. Hayber'e girdiği zaman, üç defa 'Allahu Ekber! Bir toplumun yurduna girdiğimiz zaman, işte o an uyarılanların sabahı ne kötüdür!' dedi."

Enes olayı anlatmaya şöyle devam etti: "İnsanlar işlerine yöneldi. Bu esna­da Hz. Peygamber'i saiı&ıtshu ai«yw veseiUm: gören insanlar, 'Muhammed geldi' dediler.

 (Hadisin ravilerinden Abdülaziz hadisi şu şekilde ilaveli olarak nakletmiştir: As­habımızdan bazıları "Muhammed ve beşli ordusu" geldi dediler.)"

Enes olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Hayber'i savaşarak aldık. Sonra esirler, bir araya toplandı. Bu esnada Dihye gelerek 'Ey Allah'ın elçisi! Esirlerden bana bir cariye ver' dedi. Hz. Peygamber de, 'Git ve birini seç' buyurdu. Dihye Safiyye bintu Huyey'i aldı. Bunun üzerine biri Rasululiah'a gelip 'ey Allah'ın elçisi, Dihye'ye Kurayza ve Nadîr kabillerinin hanımefendisi Safiyye bintu Huyey'i verdin. Muhakkak ki, bu kadın ancaksana yakışır.' dedi.

Hz. Peygamber 'kadınla birlikte Dihye'yi çağırın' buyurdu. Allah Resulü Safiyye'yİ görünce Dihye'ye 'esirlerden bunun dışında bir cariye al' dedi. "Enes olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Hz. Peygamber Safiyye'yİ azat edip onunla evlendi."

Sabit Enes'e "Ey ebu Hamza onun mehri ne oldu?" diye sormuş. O da şöyle cevap vermiştir: "Mehri kendisi oldu. Allah Resulü mehir ola­rak onu azat edip sonra da onunla evlendi. Yolda iken Ümmü Süleym onu Hz. Peygamber için hazırladı ve geceleyin onun yanma yolladı, Böylece Allah Resulü güveyi oldu. Sabah olunca 'Kimin yanında ne varsa, getir­sin!' buyurdu ve deriden yapılma bir örtü açtı. Kimi hurma, kimi yağ, zannimca kimi de sevîk getirdi." Enes şöyle devam ederek: "İnsanlar hurmayı, yağ ve ku­rutulmuş yoğurtla karıştırdılar. İşte bu, Rasûlullah'ın ziyafeti oldu,[101] dedi.

 

Açıklama

 

(Onun terkine de ben bindim) Bu hadise göre, birinin terkine binmek caiz­dir. Bunun caiz olup olmaması, bineğin buna güç yetirip yetirmemesiyle ilgili bir konudur.

Kurtubİ şöyle demiştir: "Enes hadisi ve onunla aynı manayı ifade eden diğer rivayetler, belirli zamanlarda özel şartlarda meydana gelen bir durumu gösterir. Bu yüzden burada çeşitli ihtimaller söz konusudur. Mesela bu durum, sadece Hz. Peygamber'e özel olabilir veya 'eşyada aşlolan ibaha' kai­desine göre hüküm öncesi bir hali anlatabilir. Oysa Cerhed hadisi ve onunla aynı anlamı ifade eden diğer hadislerde bu tür ihtimaller söz konusu değildir. Çünkü küllî bir hüküm ve genel dinî bir prensibi açıklamaktadır. Dolayısıyla bununla amel etmek, daha uygundur. Muhtemelen İmam Buhârî ' Cerhed'den gelen hadis ise daha ihtiyatlıdır' derken bunu kasdetmiştir."

İmam Nevevî ise şöyle demiştir: "Alimlerin çoğuna göre uyluk, avret bölgesindendir. Ahmed İbn Hanbel ile İmam Malikten nakledilen bir görüşe göre erkeğin avret bölgesi, sadece ön ve arka taraftan (fere, zeker ve dübürden) iba­rettir. Zahirîler, İbn Cerîr ve İstahrî de bu görüşü benimsemiştir."

Kanaatime göre İbn Cerîr'in bu görüşte olması, tartışmaya açıktır. Zira o, "et-Tehzib" adlı eserinde konuyu ele almış ve uyluğun avret olmadığını söyle­yenlerin görüşünü reddetmiştir. Uyluğun avret mahallinden olmadığını savu­nanlar, Enes'in 'Dizim onun uyluğuna değiyordu' sözünü delil olarak kullanmış­lardır. Bu ifadeden ilk akla gelen manaya göre, Enes'in dizi doğrudan Hz. Pey-gamber'in adi  uyluğuna değmiştir. Oysa, arada bir elbise vs. ol­madan avret mahalline dokunmak caiz değildir. İmam Müslim'in rivayetine göre Hz. Peygamber kasten izarını açmış değildir. Bu rivayeti be­nimseyenlerin görüşüne göre de söz konusu hadis, uyluğun avret mahallinden olmadığına delil olarak kullanılabilir. Çünkü Hz. Peygamber sdwiâhu aleyhi w ^ıior.., uyluğu açık bir şekilde yoluna devam etmiştir. Onun farkında olmadan böyle bir durumun meydana gelmesi normaldir. Ancak Hz. Peygamber «jiciahu aleyhi ve seller ismet sıfatını taşıdığı için bu hal üzere devam etmesi düşünülemez.

(Esirlerden bunun dışında bir carîye al) Allah Resulünün Safiyye'yi geri al­ması şu şekilde İzah edilir: O, Dihye'ye esirler topluluğundan cariye olarak onla­rın en faziletlisini değil, birini alması için izin vermişti. Bu yüzden ondan geri alması normaldir. Böylece, onun Safiyye sayesinde ordunun geri kalan kısmına göre ayrıcalıklı bir konuma gelmesinede mani olunmuştur. Üstelik Müslüman ordusu içinde kendisinden daha faziletli biri vardı.

 

13. Kadınlar Kaç Elbise İle Namaz Kılar?

 

Ikrîme şöyle demiştir: "Eğer kadın bir parça kumaştan oluşan elbisesi ile vü­cudunu örtebiliyorsa, bu onun için yeterlidir."

372- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber saitaahr. aleyhi *> sei«n sabah namazı kılarken, onunla birlikte mırt [102] denen bir örtüye bürünerek-mü­min kadınlar da namaz kılardı. Namazdan sonra evlerine dönerken, kimse onları tanımazdı.[103]

 

Açıklama

 

(Kadınlar Kaç Elbise ile Namaz Kılar?) İbn Münzir çoğunluğun kadınların boydan bir elbise giyip baş örtüsü takmasının farz olduğu görüşünü benimsedi­ğini naklettikten sonra şöyle demiştir: "Bundan maksat, kadınların bedenini ve başını kapatmasıdır. Eğer elbise uzun olur bir ucuyla da kadın başını kapatırsa, bu caizdir. Atâ'dan naklettiğimiz, kadın 'dır' adı verilen elbise, başörtüsü ve izar ile namaz kılar' görüşü ile İbn Sîrîn'den naklettiğimiz ve kadının bunlara ilaveten 'çarşaf giyeceğini belirten görüş, kanaatimizce bunların müstehap olduğuna hamledilir."

(örtüye bürünerek) Yani bir elbise ile vücudunun tamamını örterek.

 

14. Nakışlarına Bakıp Durarak Nakışlı Elbise İle Namaz Kılmak

 

373- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir; "Allah Resulü üze­rinde motif bulunan hamîsa adlı bir elbise İle namaz kılarken bir an gözü, motif­lere daldı. Namazını bitirince Bu elbisemi Ebu Cehm'e götürün, bana da onun enbicâniyesini getirin! Çünkü biraz Önce bu elbise, namazda iken beni oyaladı' dedi."

Hz. Aişe'den Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakle­dilmiştir: "Namazda iken elbisenin nakışlarına bakıyordum. Beni ibade­timden alıkoymasından endişe ettim.[104]

 

Açıklama

 

(Hamîsa) Üzerinde iki çizgi bulunan kare şeklinde bir elbisenin adıdır. Enbi-caniye ise üzerinde motif olmayan kalın bir elbisedir.

(Ebu Cehm); asıl adı Ubeydullah b. Huzeyfe'dir. Âmir diye de çağrılırdı. Kureyş kabilesine bağlı Adiyyoğuüanna mensup meşhur bir sahâbîdir. Hz. Pey­gamber kendisine hamisayı Ebu Cehm hediye ettiği için ona göndermiştir. İbn Battal şöyle demiştir: "Ondan başka bir elbise isteyerek, hedi­yesini iade etmiştir.Çünkü iade sebebinin onu beğenmemek olmadığını bildir­mek istemiştir... Buna göre hediye eden vazgeçmemek suretiyle, hediyesi kendi­sine iade edilirse her hangi bir rahatsızlık duymadan kabul etmesi gerekir."

(namazda iken beni oyaladı); Bu ifade, tam olarak huşu içinde namaz kıl­mama mani oldu anlamına gelir. İbn Dakİku'î-'îyd şöyle demiştir: "Bu hadis, Hz. Peygamber'in namazın gereği gibi kılınmasına ne kadar önem verdiğini gösterir. Ayrıca namazdaki huşuya zarar verme ihtimali bulunan şey­lere karşı ne kadar temkinli olduğuna delalet eder. Hamisayı Ebu Cehm . gön­dermesi, onun namaz kılarken bu elbiseyi kullandığını göstermez. Hz. Peygam­ber'in Hz. Ömer'e gönderdiği ipek elbise olayında da benzer durum söz konusudur. Çünkü Allah Resulü Hz. Ömer'e 'Onu sana giymen için göndermedim' buyurmuştur."

Bu hadisten, namazda İnsanı meşgul eden, boya, nakış vs. gibi şeylerin kul­lanılmasının mekruh olduğu sonucuna varılmıştır. Yine bu hadise göre, arka­daşlardan hediye kabul etmek, hediyeyi iade etmek ve onlardan bir şeyler İste­mek caizdir. Ayrıca bu rivayet, diğer insanlar bîr yana, temiz kalpîi insanlar ile iç dünyaları pak kimselerin bile resim vs. gibi şeylerden etkilendiğini gösterir.

 

15. Çapraz Çizgili [105] Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?

 

Çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin bu namazına en­gel olunmaz.

374- Enes'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âişe'nin yünden yapılmış rengarenk ince bir perdesi vardı. Onunla evin bir tarafını örterdi. Bir gün Hz. Peygamber Şu perdeni gözümüzün önünden kaldır! Zira üzerin­deki şekiller, namaz kılarken gözüme takılıyor' dedi.[106]

(Namazı bozulur mu?); İmam Buhârî burada, ihtilaflı konulardaki tutumunu sürdürdü. Zira bu konu da ihtilaflı konulardan biridir. Buradaki ihtilaf, nehyin, fesada delalet edip etmeyeceği hususundadır. Çoğunluğa göre nehiy, kendi içinde bir manaya delalet ediyorsa fesadı gerektirir. Aksi takdirde fesadı gerek­tirmez.

(Haç şeklinde görünen çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kim­senin, bu namazına engel olunmaz) Hadisten ilk etapta akla gelen anlam, bütün yönleriyle konu başlığını karşılamamaktadır. Ancak biraz düşündükten sonra, konu başlığı ile ilgisinin ortaya çıktığı görülmektedir. Şöyle ki, örtü her ne kadar resimli olsa da, Hz. Peygamber onu ne giymiştir ne de onunla namaz kılmayı açıkça yasaklamıştır. Ayrıca üzerinde boydan ve çapraz çizgiler de yoktur. Bu durumda ortaya çıkan problem şu şekilde aşılır: Böyle bir örtünün elbise olarak kullanılmasının yasaklanması evleviyetîedir. Haç şeklinde çapraz çizgili elbiseler ve resimli elbiseler arasında ortak noktalar vardır. Çünkü Hıristi­yan ve müşrikler tarafından her ikisine de, yani haç'a da mücessem resimlere de ibadet edilmektedir. Bu da Allah'tan başkasına ibadet demektir. Örtünün kaldı­rılmasının emredilmesi, kullanılmasını gerektirir. Kanaatime göre musannif, "haç şeklinde" lafzı ile bu hadisin diğer rivayetlerinde nakledilen bilgilere işaret etmiş­tir. Nitekim "Libâs Bölümü"nde Hz. Âişe'den naklettiği hadis şu şekildedir: "Hz. Peygamber üzerinde haça benzer şekillerin bulunduğu eşya ve kumaşların evin­de kalmasına asla müsaade etmezdi."

Bu hadis, resimli elbiselerle kılman namazın bozulmayacağına delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber perdeyi parçalamamış namazını da yeniden kılmamıştır.

 

16. İpek Kaftan İle Namaz Kılmak

 

375- Ukbe b. Amir'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü'ne ipekten do­kunmuş bir kaftan hediye edildi. O da, onu giyerek namaz kıldı. Namazını bitir­dikten sonra hoşuna gitmemiş gibi ani bir hareketle kaftanı çıkardı ve Bunu kullanmak müttakilere yaraşmaz' buyurdu.[107] arkadan yırtmaçlı bir tür kaftandır. Bu hadisten ilk etapta

akla gelen manaya göre, Hz. Peygamberin bu elbise İle na­maz kılması, İpeğin erkeklere haram kılınmasından öncedir. İmam Müslim'in Câbir'den naklettiği hadis de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygamber ipek bir kaftanla namaz kıldı. Sonra onu çıkarıp 'Cebrail bunu giymemi yasakladı' buyurdu." Ayrıca "Bunu kullanmak müttakîlere yaraşmaz" sözü de bunu destekler niteliktedir. Çünkü müttakilerle diğerleri arasında bir şeyin haram olup olmaması hususunda bir fark yoktur. Bu hadisteki muttaki lafzı ile Müslüman, yani küfürden korunan kasdedilmiş olabilir. İpeğin erkeklere ya­saklanması, Hz. Peygamber'in kaftanı çıkarmasına neden ol­muştur. Bu olay, ipeğin haram kılınışının başlangıcını teşkil eder.

Buraya kadar anlattıklarımız kabul edildiği takdirde, Allah Resulünün namazını iade etmediğini göstererek ipek elbise ile namaz kılmanın caiz olduğunu söyleyenlerin tutunacakları bir delil kalmaz. Çünkü Hz. Peygam­ber ve İpeğin haram kılınmasından önce bu şekilde namaz kıldığı için, namazını tekrar kılmamıştır.

Çoğunluğa göre erkeklerin ipek elbise ile kıldığı namaz geçerlidir. Ancak bu şekilde namaz kılmak haramdır. İmam Malik'e göre, ipek elbise ile namaz kılan, henüz vakit çıkmamışsa namazını iade eder. Doğrusunu en iyi Allah bilir.

 

17. Kırmızı Elbise İle Namaz Kılmak

 

376- Avn b. Ebî Cuhayfe babasının şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Pey-gamber'i kırmızı deriden yapılmış bir çadırın altında otururken gördüm. Bilal abdest suyunu alıp getirdi. İnsanlar onun (kullandığı) abdest su­yuna hücum etti. Bir damla olsun alanlar onu yüzlerine sürdü. Almak nasip ol­mayanlar ise arkadaşının elindeki ıslaklıktan yararlandı. Daha sonra Bilal, mız­raktan küçük bir sopa alıp meydana dikti. Allah Resulü                 ı.         kırmızı bir elbise giyip bacaklarını sıvamış şekilde çadırın dışına çıkıp dikili sopaya doğru insanlara iki rekat namaz kıldırdı. Diğer insanlar ve hayvanlar, sopanın önünden geçiyordu."

 

Açıklama

 

(Kırmızı Elbise ile Namaz Kılmak); İmam Buhârî bu başlık ile, bunun caiz olduğuna işaret etmektedir. Bu konuda Hanefîler'le ihtilaf vardır. Onlara göre kırmızı elbise ile namaz kılmak mekruhtur. Bu başlık altında nakledilen hadisi ise tevil etmişlerdir. Onlara göre, buradaki elbise, tamamen kırmızı olmayıp üze­rinde kırmızı çizgileri bulunan bir elbisedir. Ebu Davud'un Abdullah İbn Amr'dan tahriç ettiği şu hadis de onların delilleri arasında yer alır: "Bir adam, Hz. Peygamber'in yanına geldi. Üzerinde iki parçadan oluşan kırmızı elbise vardı. Allah Resûlü'ne selam verdi. Ama Rasûlullah onun selamını almadı." Bu hadisin senedi zayıftır.

 

18. Terasta, Minberde Ve Tahta Üstünde Namaz Kılmak

 

Ebu Abdullah (İmam Buhârî) şöyle demiştir: Hasan-ı Basrî buz ve köprü üs­tünde namaz kılmada bir sakınca görmezdi. Ancak köprünün altında, üstünde veya önünde sidik varsa, onunla arasında bir sütre bulunması şartını arardı. Ebu Hureyre mescidin damında imama uyup namaz kılmıştır. Abdullah İbn Ömer kar üstünde namaz kılmıştır.

377- Ebu Hâzim'den şöyle nakledilmiştir: "Sehl b. Sa'd'a Hz. Peygamber'İn minberinin neden yapıldığı soruldu. O da şöyle cevap verdi: İnsanlar arasında bunu benden iyi bilen biri kalmadı. Söz konusu minber, or­mandan getirilen bir ağaçtan yapıldı. Onu Falanca kadının filanca kölesi Allah Resulü için yaptı. Yapılıp yerine konduktan sonra Rasûlullah onun üstüne çıkıp kıbleye yöneldi ve tekbir getirip namaza başladı, insanlar da onun arkasında namaza durdu. (Fatiha ve zammı sureden oluşan) Kur'ân'ı oku­duktan sonra rukûa gitti. Peşi sıra cemaat da rukûa eğildi. Sonra başını kaldırdı. Yönünü kıbleden çevirmeden minberden indi ve yere secde etti. Sonra tekrar minbere çıktı. Rukûa eğilip kalktı. Yine yönünü kıbleden çevirmeden indi ve yere secde etti." (Sehl) İşte minberin hikayesi böyle (dedi).

Ebu Abdullah (İmam Buhârî) şöyle dedi: Ali İbn Abdullah'dan şöyle dediği j nakledildi: Ahmed b. Hanbel bana bu hadisi sordu. Ben de, Hz. Peygamberin namaz kıldırırken insanlardan yukarıda olduğunu, bü hadise I göre imamın cemaatin bulunduğu yerden yüksek bir yerde bulunmasında bir sakınca olmadığını, Süfyan İbn Uyeyne'ye sıkça bu konunun sorulduğunu söy­ledim ve ona 'Bu husus hakkında ondan bir şey duymadın mı?1 diye sordum. O |da 'hayır1 cevabını verdi.[108]

 

Açıklama

 

(Terasta, Minberde ve Tahta Üstünde Namaz Kılmak); İmam Buhârî bu îaşlıkla, adı geçen yerlerde namaz kılmanın caiz olduğuna işaret etmektedir. Buz Eistünde namaz kılmak, konu başlığı altında zikredilen ve İbn Ömer'in kar üsünde namaz kıldığını gösteren rivayetle konu bakımından uyum içindedir. Bu >aşlık altında yukarıdaki hadise yer verilmesi, minberde namaz kılmanın caiz )Iduğunu göstermek içindir. Bu hadise göre imamın ve imama uyanların, yukarıda veya aşağıda olmaları gibi, farklı mekanlarda bulunmaları caizdir. İbn Dakiku'l-'îyd'in bu konuda bir araştırması vardır. Oşöyle der: "Namaz kılmayı öğretme kastı olmadan imamın yüksekte namaz kılmasının caiz olduğunu söyle­yenler hata etmişlerdir. Çünkü bu hadisin lafzı, buna delâlet etmez."

Bu hadise göre tahta üzerinde namaz kılmak caizdir.

378- Enes İbn Malik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber seller, attan düştü. Bacağı veya omuzu yaralandı. Bir ay boyunca hanımlarına îlâ yaptı. Dallardan yapılmış basamakları olan yüksekçe bir yerde İkamet etti. As­habı onu ziyarete geldiğinde kendisi oturduğu halde ayaktaki ashabına namaz kıldırırdi. Birgün selam verdikten sonra şöyle dedi: İmam uyulmak için vardır. O tekbir getirdiği zaman siz de tekbir getirin, o rükûa eğilince siz de eğilin, o secde edince siz de edin, o ayakta namaz kılınca siz de ayak­ta namaz kilini

Allah Resul Su aleyhi seiferr. yirmidokuzuncu gün yerinden indi. Ashabı Ey Allah'ın elçisi siz bir ay boyunca hanımlarınıza yaklaşmamak üzere îlâ yapmıştınız' dediler. Bunun üzerine Allah Resulü 'ay, yirmi dokuz çeker' bu­yurdu.[109] buradaki îlâdan maksat, fakihlerin terminolojisindeki değildir, ilâ burada, Hz. Peygamber'İn bir ay boyunca hanımlarının yanına gitmemeye yemin etmesini İfade eder.

(yüksekçe bir yerde) Bu yerin belirtilmesinde ki gaye, Allah Resûlü'nün burada namaz kılmasıdır. Bu yer, ahşaptan yapılmıştı. Bu yorum İbn Battâl'a aittir. Ancak, basamaklarının ahşaptan olması tamamının da ahşaptan yapıldığı anlamına gelmeyeceği belirtilerek ona itiraz edilmiştir. Bu lafızla, terasta namaz kılmanın caiz olduğunu ifade etmek de kasdedilmiş olabi­lir. Nitekim burası bir damdan ibaretti. Hadisten çıkan diğer sonuçlara ise, in­şallah "İmamet Bölümü"nde yer vereceğiz.

 

19. Namaz Kılanın Secde Ederken Elbisesinin Bir Ucunun Hanımına Değmesi

 

379- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Ben hayizlı ve yanı ba­şında dururken Hz. Peygamber  namaz kılardı. Secdeye vardığı zaman, elbisesi bana değerdi. O, hurma yapraklarından yapılmış küçük bir sec­cadede namaz kılardı."

 

Açıklama

 

(Namaz Kılanın Secde Ederken Elbisesinin Bir Ucunun hayızh Hanımına Değmesi); Bu durumda, kişinin namazı bozulur mu bozulmaz mı? Bu hadise göre böyle bir namaz sahihtir. Temizlik/taharet bölümünde bu hadisin yorumu geçti. İmam Buhârî, orada bu hadisi hayızh kadının bizzat kendisinin temiz oldu­ğuna delil olarak getirmişti. Burada ise, temiz olanın vücudu ve elbiselerinin namaz kılan kimseye değmesinin namazı bozmayacağına delil gösterdi. Kadının elbisesine hükmü necasetten bir parça bulaşsa bile, hüküm yine de aynıdır. Fakat bu hadiste, aynî necasetin ibadetlere zarar vereceğine işaret vardır. Yine bu hadisten çıkan sonuca göre, namaz kılanın yanı başında bir kadının bulunması da namazı bozmaz.

 

20. Hasır Üzerinde Namaz Kılmak

 

Câbir ve Ebu Saîd gemideyken ayakta namaz kıldılar. Hasan-ı Basrî de şöy­le dedi: "Diğer insanları rahatsız etmediğin sürece gemideyken ayakta namaz kılabilirsin. Geminin yön değiştirmesine tabî olursun. Eğer insanları rahatsız ediyorsan, oturarak namaz kılarsın."

380- Enes İbn Mâlik'ten leyke Hz. Peygamber'ı etmişti. Allah Resulü kıldırayım' dedi." Enes olayı maktan kararan bir hasırımız tim. Hz. Peygamber  şöyle nakledilmiştir: "Enes İbn Malik'in ninesi onun için pişirdiği bir yemeğe davet  yemeği yedikten sonra 'kalkın size namaz  anlatmaya şu şekilde devam etti: "Sıkça kullanıl­ vardı, ona doğru yöneldim. Üzerine biraz su serp­ kalkıp namaza başladı. Ben ve yetim bir çocuk arkasında saf tuttuk. İhtiyar ninem ise, bizim arkamızda namaza durdu. Allah Resulü aleyhi bize iki rekat namaz kıldırdı. Sonra yanımızdan ayrıldı.[110]

 

Açıklama

 

(Hasır Üzerinde Namaz Kılmak) Bu konuda İbn Battal şöyle demiştir: "Eğer üzerinde namaz kılman örtü, bir adam boyu veya daha uzunsa buna hasır denir, seccade denmez. Hem hasır, hem de seccade hurma yaprağından ve benzeri maddelerden örülür.

(Câbir namaz kıldı); İbn Ebi Şeybe, Enes'in kölesi Abdullah İbn Ebî Utbe kanalıyla bu hadisi senediyle birükte zikretmiştir. Şöyle ki; "Ebu'd-Derdâ, Ebu Saîd el-Hudrî, Câbir İbn Abdullah ve daha başkalarıyla birlikte yolculuğa çıktık, İmamımız gemideyken ayakta bize namaz kıldırıyordu. Biz de arkasında ayakta namaza dururduk. Dileseydİk gemiyi demirleyebilirdik, (ama bunu yapmadık)."

İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Gemide namaz kılmanın, hasır üstünde namaz kılma başlığı altında zikredilmesi, her ikisinin de toprağın üzerinde kılınan namaz olmamasından İleri gelir. Böylece, 'Ebu Davud ve diğer hadis imamları­nın tahriç ettiği Yüzünü toprağa sür' şeklindeki meşhur hadisten hareketle secde ederken toprağa temas etmenin şart olduğu görüşünün yanlış olduğu ifade edilmek İstenmiştir."

İmam Buhârî burada, gemide ayakta namaz kılma imkanı varken oturarak namaz kılmayı caiz gören Ebu Hanife ile diğer imamlar arasındaki ihtilafa işaret etmiştir. Bu hadise göre deniz taşıtlarına binmenin caiz olduğuna deiil vardır.

Bu ifade, Hz. Peygamber'in  gelme nedeninin yemek daveti olduğunu gösterir. Itbân hadisinde ise, namaz kıldığı yeri namaz­gah edinmelerini hedeflediği için ilk olarak namaz kılıp sonra yemek yemiştir. Hz. Peygamber                             her iki davette ne gayeyle gelmişse önce onu yapmıştır.

(Su serptim) Su serpme, hasırı yumuşatmak için olabileceği gibi temizle­mek için de olabilir. Ancak kesin bir dille Enes'in temizlemek gayesiyle su serpti­ğini söylemek doğru olmaz. Aksine akla ilk gelen mana bunun dışındadır. Çün­kü aslolan temizliktir.

 

Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

 

1- Düğün yemeği olmasa dahi, davet eden bir kadın olsa bile, eğer fitneye düşmekten emin olunmuşsa davete icabet edilmelidir.

2- Davet yemeğinden yenir.

3- Evde cemaatle nafile namaz kılınabilir. Bu olayda Hz. Peygamber hane halkına namazın nasıl kılınacağını göstererek öğretmiştir. Çürt-kü nine, mesdd-i nebeviden uzak bir yerde oturduğu için namazla İlgili bazı ayrıntıları bilmiyordu.

4- Namaz kılınacak yer -temizlenmelidir.

5- Çocuklar yetişkinlerle birlikte saf tutabilir.

6- Kadınlar erkeklerin arkasında saf tutar.

7- Kadın, kendisiyle birlikte saf tutacak başka bir kadın bulamazsa tek ba­şına saf tutar.

8- Bu hadis, safın gerisinde tek başına namaz kılmanın caiz olduğuna delii olarak kullanılmıştır. Ancak bu rivayet, buna hiçbir surette delil olmaz.

9- Gündüz kılınan nafile namazlar, dört rekat olması gerektiğini savunanla­rın aksine iki rekat kılınabilir.

10- Temyiz çağındaki çocuğun abdesti ve namazı sahihtir.

11- Nafile namazın tek başına kılınmasının daha faziletli olması, ortada öğ­retmek gibi başka bir maslahatın olmadığı durumlarda söz konusudur. Hatta, eğer maslahat cemaatle kılmayı gerektiriyorsa, özellikle de Hz. Peygamber'in şahsı söz konusu olunca cemaatle kılmak tek başına kılmaktan daha çok sevab kazanmaya sebep olur.

 

21. Seccade Üstünde Namaz Kılmak

 

381- Meymûne validemizden şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamb seccade üzerinde namaz kılardı."

 

22. Döşek Üzerinde Namaz Kılmak Ve Enes İn Döşek Üzerinde Namaz Kılması

 

Enes şöyle dedi: "Hz. Peygamber birlikte namaz kılar­dık. İçimizden bazıları elbisesi üzerine secde ederdi."

382- Hz. Peygamber'in eşi Hz. Aişe'den şöyle nakledil­miştir: "Ayaklarımı Allah Resûlü'nün secde edeceği yere uzat­mış uyuyordum. Secdeye varınca eliyle beni dürttü. Ben de ayaklarımı topla­dım. Ayağa kalkınca tekrar uzattım. O dönemde evlerde henüz lamba yoktu.[111]

 

Açıklama

 

Hz. Âişe'nin 'beni dürttü' sözü, kadına dokunmanın abdesti bozmayacağına delil olarak kullanılmıştır. Ancak, burada doğrudan bir temasın olmadığı veya bu durumun Hz. Peygamber'e özgü bir durum olduğu belirtilerek buna itiraz edilmiştir. Ayrıca bu hadis, namaz kılan erkeğin önünde bulunan kadının namazı bozmayacağına delil olarak getirilmiştir.

Hz. Âişe'nin 'o dönemde evlerde henüz lamba yoktu1 sözü, bu şekilde Hz. Peygamber'in önünde uyuduğu için bir nevi mazur görülmek istediğini gösterir.

İbn Battal bu hadiste, ashabın daha sonraları lamba kullandığına temas edildiğini söylemiştir. Bu hadisin konu başlığı ile olan münasebeti, Hz. Aişe'nin "uyuyordum" sözüyle sağlanır. Zaten bir sonraki hadiste Hz. Aişe, açık bir şekilde Aliah Resûlü'nün .». eşiyle birlikte uyuduğu döşek üzerinde na­maz kıldığını söylemiştir.

383- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Rasûlullah ben cenazenin imamın önünde durduğu şekilde onun önünde durduğum sırada, ailesiyle birlikte olduğu döşeğin üzerinde namaz kılardı."

384- (Jrve'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü Hz. Âişe kıble tarafında uzanmış bir halde iken, onunla birlikte uyuduğu döşeğin üzerinde namaz kılardı."

Bu hadise göre, uyuyan birine karşı namaz kılmak mekruh değildir.

 

23. Aşırı Sıcakta Elbise Üzerine Secde Etmek

 

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: "İnsanlar, ellerini yenlerinden çıkarmadan sarık ve takke üzerine secde ederlerdi."

385- Enes İbn Malik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. ile namaz kılıyorduk. Bazılarımız, aşırı sıcak yüzünden elbiselerinin bir ucu­nu secde ettiği yere koyardı.[112]

 

Açıklama

 

Aşırı sıcakta elbise üzerine secde etmek); İmam Buhârî'nin konu başlığına aşın sıcak kaydını koyması, hadisin lafzını koruma gayretinden ileri gelir. Yoksa soğukta da, aynı şekilde secde edilir. Hatta elbise üzerine secdenin caiz oldu­ğunu söyleyenler, bunu ihtiyaç ile takyit etmezler.

Bu hadise göre, namaz kılanın sıcağından veya soğuğundan korunmak İçin üzerinde namaz kıldığı toprağın üstüne elbise vs. gibi şeyleri koyması caizdir.

Ayrıca bu rivayette, secde sırasında yerle temasın asıl olduğuna işaret vardır. Çünkü bu hadiste, elbisenin yere serilmesi sıcaktan dolayı secde edememeye bağlanmıştır. Bu hadis aynı zamanda, namaz kılanın giydiği elbisesinin üstüne secde etmesinin caiz olduğuna delil olarak kullanılmıştır. Bu hususta İmam Nevevî şunları söylemiştir: "Ebu Hanife ve çoğunluk bu görüştedir. İmam Şafiî ise, buradaki elbiseyi giyilmeyen elbise olarak yorumlamıştır." Beyhaki ise, İsmâilî'nin bu konuda naklettiği hadîs ile onun bu yorumunu desteklemiştir. Söz konusu hadis şöyledir: "Bazılarımız, eline küçük taş alırdı. Yer soğuk olunca onu koyup üzerine secde ederdi." Beyhakî şöyle der. "Eğer giyüî elbise üzerine-secde etmek caiz olsaydı İnsanlar, zahmetli olmasına rağmen taşların serinliğinden istifade etmeye muhtaç olmazlardı." Ancak, soğutulmuş taşlarla yerin sıcaklığın­dan korunmaya çalışanların, elbiselerinin sadece avret mahallerini örtecek kadar olmasından dolayı olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu hususta İbn Dakîku'l-'îyd şöyle demiştir: "Bu hadisi, secdeye giderken giyîli olan elbisenin sıcak ve soğuk­tan korunmak için kullanılabileceğine delil olarak getirenler, iki şeyi tespit etmek zorundadırlar: İlki 'Elbisesi' lafzının giyilen elbise yani namaz kılanın o anda sır­tında bulunan elbise olduğuna delalet ettiği konusudur. Bu ya lafız bakımından olur, nitekim İmam Müslim'in rivayetinde secdenin elbisenin serilmesinden he­men sonra gerçekleşmesi bunu destekler ya da haricî bir delille mümkündür. O da, ashâb-ı kiramın çok az elbiseye sahip olmalarıdır. Bu da ispatı gereken ikinci husustur. Böyle olması durumunda elbisenin bu hususta, tartışma konusu olup olmadığını tespit etmek gerekir. Yani elbisenin, namaz kılanın hareketiyle hare­ket eden bir elbise olup olmadığını ortaya çıkarmak lazımdır. Hadiste ise, buna delalet eden bir bilgi yoktur. Allah her şeyi daha iyi bilir.

Hadisten, namazda amel-i katil ile huşuyu gözetmenin caiz olduğu anlaşılır. Çünkü ashabın bu şekilde davranması, toprağın sıcaklığı yüzünden meydana gelebilecek huşûu bozan durumu gidermeye yöneliktir. Ayrıca bu hadise göre, öğle namazı (sıcak günlerde bile) vaktin başlarında kılınır. Vakitler bölümünde geleceği üzere, öğle namazının hava serinlemeye başlayınca kılınmasını emre­den hadisler bu rivayetle çelişir. Ancak öğle namazının serinlikte kılınmasının ruhsat olduğunu söyleyenler vardır. Bu durumda ortada bir problem kalmaz. Öğle namazının serinlik vaktinde kılınmasının sünnet olduğunu söyleyenler de vardır. Buna göre, ya bu hadiste geçen vaktin ilk başlarında kılmak ruhsattır veya vaktin ilk başlarında kılma serinlikte kılma emri ile neshedilmiştir. Şu izah, bu iki uzlaştırmadan daha güzeldir: Havanın sıcak olması, bazen serinlik zama­nına kadar sürer. Bu durumda elbiseye veya soğuk taşlara secde etmeye İhtiyaç duyulur. Çünkü namaz serinliğe bırakılmasına rağmen, havanın sıcaklığı devam etmektedir. Bu durumda namazı serinlik vaktine bırakmanın faydası, camiye gölgeden gidebilme imkanının bulunmasında veya (üstü açık} mescidlerde göl­gede namaz kılmakta ortaya çıkar. Rivayetler arasını bu şekilde uzlaştırmaya

Kurtubî temas etmiştir. Ondan sonra da, İbn bu konuyu ele almıştır. Bu şekilde hadisleri uzlaştırmak, iki hadis arasında çelişki olduğunu iddia et­mekten daha iyidir.

 

24. Ayakkabı İle Namaz Kılmak

 

386- Ebu Mesleme Saîd b. Yezid el-Ezdî, Enes îbn Mâlik'e 'Hz. Peygamber ayakkabı ile namaz kılar mıydı?1 diye sormuş, o da, 'evet' cevabını vermiştir.[113]

 

Açıklama

 

(Ayakkabı ile Namaz Kılmak) Bu konuda İbn Batta! şöyle demiştir: "Ayak­kabılarla namaz kılmak, onlarda necaset bulunmamasına bağlıdır. Kaldı ki, ayakkabıyla namaz kılmak, İbn Dakîku'l-'îyd'in de ifade ettiği gibi ruhsattır, müs­tehap değildir. Çünkü namazdan hedeflenen gayeye dahil değildir. Ayakkabı ziynet olarak kullanılan eşyalardan kabul edilebilir. Ancak necasetin çok olduğu yer ile temas halinde bulunması onu, ziynet kategorisinden çıkarır. Tahsi-niyyattan olan bir maslahat ile necaseti giderme gayesi çatışırsa ikincisi tercih edilir. Ayakkabıyla namaz kılmamak, mefsedeti def etme bâbmdandir. Onunla namaz kılmak ise maslahatı celb babmdandır. Şu kadarı var ki, ayakkabı İle namaz kılmanın, ibadet esnasında güzel giyinmeye dahil olduğuna dair bir delil varsa, bu durumda buna uyulur ve yukarıdaki bakış açısı terk edilir."

Ebu Dâvûd ve Hâkim Şeddâd b. Evs'ten merfu olarak şu hadisi nakletmış-lerdir: 'Ayakkabı ve mestleri ile namaz kılmayan Yahudilere muhalefet edin!" Ayakkabıyla namaz kılmanın müstehap olması, söz konusu bu muhalefetten ileri gelir. Ayakkabı ile namaz kılmanın, âyette namaz kılarken kullanılması emre­dilen güzel eşyalardan olduğu konusunda son derece zayıf bir hadis nakledil­miştir.

 

25. Mest İle Namaz Kılmak

 

387- Hemmâm İbnü'l-Hâris'ten şöyle nakledilmiştir: "Cerîr İbn Abdullah'ın idrarını yaptıktan sonra abdest alıp mestleri üzerine meshettiğini ve ardından da kalkıp namaz kıldığını gördüm. Ona neden bu şekilde abdest aldığı soruldu. O da şöyle cevap verdi; Hz. Peygamber'in böyle yaptığını gördüm. İbrahim, Cerîr'in bu sözünün sahabenin hoşuna gittiğini söylemiştir. Çün­kü o, en son Müslüman olanlardandı.

 

Açıklama

 

(kalkıp namaz kıldı); Hadisten ilk bakışta akla gelen manaya göre Cerîr, mestleriyle namaz kılmıştır. Eğer meshettikten sonra onları çıkarmış olsaydı, ayaklarını yıkaması gerekirdi. Yıkamış olsaydı, elbette naklediürdi.

(Son Müslüman olanlardandı) Müslim'deki rivayet şöyledir: "Çünkü Cerîr'in

Müslüman olması, el-Mâide suresinin nüzulünden sonra olmuştur." Ebu Dâvûd ise, Ebu Zür'a İbn Amr İbn Cerîr kanalıyla bu olay hakkında şu rivayeti naklet-miştir: "Bazıları Hz. Peygamber'in el-Mâide suresinin nüzulün­den önce mest üzerine meshettigini iddia etmektedirler. Ancak Cerîr 'Ben ancak el-Mâide suresinin nüzulünden sonra Müslüman oldum' demiştir." Tirmizî, bu hadisin müfessir olduğunu kaydeder. Çünkü mest üzerine meshetmeyi İnkâr eden bazı kimseler, Hz. Peygamber'in mest üzerine meshet-mesini, bunun el-Mâide süresindeki abdest âyetinin nüzulünden önce olduğunu, dolayısıyla neshedildiğini ileri sürerek tevil etmişlerdir. Cerîr, bu hadiste Allah Resûlü'nü el-Mâide sûresinin nüzulünden sonra meshederken gördüğünü açıklamıştır. Bu yüzden İbn Mes'ûd'un arkadaşları, Cerîr hadisini duymaktan hoşlanırlardı. Çünkü bu hadis, yukarıdaki şekilde mest üzerine mes-hİ tevil edenlere cevap niteliğindedir.

388- Muğîre İbn Şu'be'nin şöyle dediği nakledilmiştir; "Hz. Peygamber'e abdest aldırdım (abdest alırken eline su döktüm),   Mesti üze­rine meshedip namaz kıldı."

 

26. Secdenin Tamamlanmaması

 

389- Ebu Vâü'den şöyle nakledilmiştir: "Huzeyfe, bir adamın rukûunu ve sücudunu eksik bıraktığını fark etti. Adam namazını bitirince ona, 'Namaz kılma­dın' dedi. Adam, 'Kanaatimce kıldım' diye karşılık verdi. Bunun üzerine ona şöyle dedi: 'Eğer ölürsen, Muhammed'in sünnetinden başka bir sünnet üzere ölürsün.'

 

27. Secdede İken Pazuları Bedenden Ayrı Tutmak

 

390- İbn Hürmüz, Abdullah İbn Mâlik İbn Buhayne'den şöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamber namaz kıldığı zaman, koltuklarının beyazlığı görünecek şekilde kollarını ayırarak (secde ederdi).[114]

 

28. Kıbleye Yönelmenin Fazileti

 

Namaz kılan parmak uçları kıbleye gelecek şekilde kıbleye yönelir. Ebu Humeyd, Hz. Peygamberin bu şekilde yöneldiğini nakletmiştir.

391- Enes İbn Mâlik'ten Allah Resûlü'nün Şöyle buyur­duğu nakledilmiştir: "Kim bizim gibi namaz kılar, kıblemize yönelir ve kestiğimizi yerse, Allah'ın ve Peygamberinin ema-nına kavuşan Müslüman odur. O halde ona verdiği emana zarar vere­rek Allah'a ihanet etmeyin!"

 

Açıklama

 

(Parmak uçtan); Parmak uçlarının belirtilmesi, mümkün olduğu kadar bütün organlarla kıbleye yönelmenin dinî bakımdan uygun görüldüğünü beyan etmek içindir. (O halde ona verdiği emana zarar vererek Allah'a ihanet etmeyin!); Bu­radaki nehiy, aynı zamanda Hz. Peygamber'in de verdiği eman için geçerlidir. Cümlenin gelişi buna delalet ettiği için hazfedilmiştir. Na­maz kılmayanların öldürüleceği görüşünü benimseyen kimseler, bu hadisin ma­nasını esas almışlardır. Bu konu, yeri gelince ele alınacaktır.

Bu hadiste kıbleye değer verilmiştir. Namazdan sonra kıbleye yönelmenin zikredilmesi, onun önemine işaret etmek içindir. Yoksa kıble, namazın şartların­dan biri olduğu için zaten namazın bir parçasıdır.

Bu hadis, İnsanların dışa yansıyan davranışlarına göre anlaşılacağını göste­rir, Bu yüzden kim dinî sembollere riayet ederse, aksine bir davranış sergileme­diği sürece Müslümanlar gibi muamele görür.

392- Enes îbn Mâlik'ten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"İnsanlarla lâ ilahe İllallah deyinceye kadar savaşmam emredildi. Eğer bunu söyler, bizim gibi namazı kılar, kıblemize yönelir ve bizim gibi hayvan boğazlarlarsa, dinin ön gördüğü durumlar dışında, onların kanlarını akıtmamız ve mallarına et koymamız haram kılındı. Onları hesaba çekmek ise, Allah'a aittir."

 

Açıklama

 

(Lâ ilahe illallah deyinceye kadar); Bu hadiste Allah Resulü »ıiaiiâhu i.,hi w. seivm kelime-i tevhidin ikinci kısmı olan nübüvveti zikretmeyip sadece tevhîd ilkesi ile yetinmiştir. Ancak burada, o da kasdedilmiştir. Şöyle ki; biri 'el-Hamd'ı okudum dediği zaman, Fatiha suresinin tamamını okuduğunu kast eder. Bir yoruma göre de, hadisin bu kısmı tevhidi inkar edenler hakkında varid olmuştur. İnkarcı biri, tevhidi kabul ederse, ehl-i kitabın muvahhidleri gibi olur. Yani, Hz. Peygamber'in saifau^hu aleyhi ve seiiem getirdiği diğer esaslara iman etmesi gerekir. Bundan dolayı yukarıda sayılan ameller tevhide atfedilmiştir. Allah Resulü seçkim tevhitten hemen sonra bizim gibi namazı kılar buyurmuştur. Dinin ön gördüğü namaz, peygamberliği kabul etmeyi de gerektirir.

Hz. Peygamber'in saiiaüshu sMii ve se:;«m yukarıda sayılan amellerle yetinmesinin hikmeti şuna dayanmaktadır: Ehl-i kitaptan tevhidi kabul edenler, her ne kadar namaz kılıp, kıbleye yönelip hayvan boğazlasalar da, bizim gibi namaz kılmazlar, bizim kıblemize yönelmezler. Bazıları Allah'tan başkası için kurban keser. Bazıları da, kestiğimizi yemez. Bundan dolayı bir başka rivayette Allah Resulü "Bizim boğazladığımızı yiyen" şeklinde buyurmuştur. İlk dönemlerde dinin alanına giren diğer konuların aksine, insanların namaz ve yeme konusunda nasıl bir yaşantı sürdüklerini anlamak kolaydı. Ondan dolayı bu hususlar esas alınmıştır.

393- Humeyd'den şöyle nakledilmiştir: Meymûn İbn Siyah, Enes İbn Mâlik'e 'Ey Ebu Hamza! Hangi şey, insanın canım ve malını dokunulmaz kılar?' diye sordu. O da şöyle cevap verdi: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına şehâdet eder, kıblemize yönelir, bizim gibi namaz kılar ve bizim gibi hayvan boğazlarsa, o Müslümandır. Müslümanların kazandığı hakları elde eder ve onlarla aynı so­rumlulukları paylaşır."

 

29. Medine, Şam Ve Doğuda Yaşayan İnsanların Kıblesi

 

Doğu ve batı tarafında kıble yoktur. Çünkü Allah Resulü şöyle buyurmuştur; "Büyük abdestinizi veya küçük abdestinizi yaparken kıbleye yönelmeyiniz! Bunun yerine doğuya ya da batıya dönünüz!"

394- Ebu Eyyûb el-Ensârî'den Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Tuvalete gittiğiniz zaman, ne önünüzü, ne de arkanızı kıbleye dönün! Bunun yerine doğuya veya batıya yönelin!"

Ebu Eyyûb şöyle devam etti: "Şam'a geldiğimizde, tuvaletlerin kıble istika­metine doğru yapıldığını gördük. İhtiyacımızı gidereceğimiz zaman, yan durur­duk ve bunları bu şekilde yapanlar için bağışlanma dilerdik."

 

Açıklama

 

(Doğu ue batı tarafında kıble yoktur); Bu ifade, İmam Buhârî'nin fıkhından ileri gelen, rivayetlerden ayrı bir ifadedir. Bu görüşü yüzünden Buhârî'ye eleştiri yöneltilmiştir. Çünkü o, Hz. Peygamber'in ve doğuya ya da batıya yönelin sözünü genel olarak anlamıştır. Oysa bu hüküm, muhataplar yani Medine halkı ile tahsis edilmiştir. Dolayısıyla doğuya ve batıya yöneldiği zaman kıble istikametine gelmeyen diğer insanlar da, onlarla aynı hükme tâbidir.

Kabe'nin doğusunda olan insanların kıblesi batı yönündedir. Kabe'nin batı­sında olan insanların kıblesi ise doğu yönündedir. Bu, son derece mantıklı bir çıkarımdır. Bu tür sonuçların, İmam Buhârî'ye uzak olması düşünülemez. Bu durumda onun bu görüşü tevil edilerek "Medine ve Şam halkı için doğu ve ba­tıda tarafında kıble yoktur" şeklinde anlaşılır. Muhtemelen bundan dolayı Me­dine ve Şam şehirlerini ismen zikretmiştir.

 

30. Makam-I İbrahim'de Namaz Kılmak

 

395- Amr İbn Dînâr'dan şöyle nakledilmiştir: "İbn Ömer'e, umre için Ka­be'yi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan bir kimsenin hanımıyla birlikte olup olamayacağını sorduk. O da şöyle cevap verdi: Hz. Peygamber saibiiâhtı afeyhi seiiem Kabe'yi yedi kez tavaf etti ve makam-ı İbrahim'in gerisinde iki rekat namaz kıldı. Sonra da Safa ile Merve arasında sa'y yaptı. Rasûlullah'ta aleyhi ve «ıiern sizin için güzel örnek vardır.[115]

396- (Aynı soruyu) Câbir İbn Abdullah'a sorduk. O da, şöyle cevap verdi: "Safa ile Merve arasında sa'y yapmadan, kesinlikle hanımıyla birlikte olma­sın! [116]

 

Açıklama

 

(İbrahim'in makamında bir namaz yeri edinin!); İbrahim'in makamından maksat, iki ayağının birden izinin bulunduğu taştır. Bu taş günümüze kadar gel­miştir. Ayette geçen al*u1l {namaz yeri) kelimesi, Hasan-ı Basri ve daha başka alimlere göre kıbie anlamında kullanılmıştır. Ancak bu şekilde âyet, delil olarak kullanılabilir. Bu lafzı, namaz yeri olarak anlamak doğru değildir. Çünkü İbrahim makamında namaz kılınamaz. Aksine onun etrafında kılınır. Hal böyle olunca serî manaya uygun olan Hasan-ı Basrî'nin görüşü tercih edilir.

İmam Buhârî bu rivayeti âyette bahsi geçen namazın, Hz. Peygamber'in saiia^Ahu dieyhi seiiem Kabe'nin içinde kıldığı namaz ile tahsis edilemeyeceğine delil olarak kullanmıştır. Çünkü, Kabe'nin içinde İbrahim makamına yönelmek im­kansızdır. Bu yüzden İmam Buhârî bu başlık altında Bilal'den gelen İbn Ömer hadisini nakletti.[117] el-Ezrakî "Ahbâru Mekke" adlı eserinde sahih senetlerle İbra­him makamın Hz. Peygamber saiuı?. Ebu Bekir ve Ömer dönemle­rinde bugünkü yerinde olduğunu nakletmiştir. Hz. Ömer döneminde yaşanan bir sel baskını, İbrahim makamının Mekke'nin aşağı kesimlerine sürükleyince tekrar yerine getirilip, Kabe'nin örtüsüne bağlanmış, hatta Hz. Ömer, onun asıl yerinin neresi olduğunu bizzat kendisi araştırarak tespit edince, bugünkü yerine yerleştirmiş ve tekrar yıkılmasın diye etrafını çevirmiştir. Bu, son hali ile de gü­nümüze kadar intikal etmiştir.

(Hanımıyla birlikte olup olamayacağını sorduk); Bu soru ile, ihramdan çıkı­lıp çıkılmadığını öğrenmeye çalışmışlardı. Böylece, cinsel ilişki ve diğer ihram yasaklarının bitip bitmediğini öğrenmek istemişlerdir. Kadına yaklaşmak, İhra­mın en büyük yasağı olduğu için burada ondan bahsedilmektedir.

ibn Ömer işaret yoluyla Hz. Peygamber'e uymanın zorunlu olduğunu belirterek soru soranlara cevap vermiş ve özellikle de haccın ne şekilde yapılacağı hususunda ona tabî olmak gerektiğini, dile getirip şöyle de­mişti: Çünkü Resûlullah sniintiâhu aleyhi «e «Hem: "Haccmızı ne şekilde yapacağınızı benden öğreniniz!" buyurmuştur. Câbir ise, açık bir şekilde cevap vermiştir. Fa-kihlerin çoğuna göre sa'y yapılmadığı sürece tavaftan sonra ihram yasaklan kalkmaz. İbn Abbâs ise, bu konuda muhalif kalmıştır. Ona göre, umre yapan kimse tavaftan sonra sa'y yapmasa bile ihramdan çıkar.

397- İbn Süleyman Mücahid'den şöyle işittiğini nakletmektedir: "İbn Ömer'e gelip 'İşte Allah'ın Peygamberi Kabe'ye girdi (ve tavaf nama­zını orada kıldı) dediler. O da şöyle karşılık verdi: 'Ben vardığım zaman, Allah Resulü saiiaiishu aleyhi w seiiem Kabe'den çıkmıştı. Kapı aralığında Bilal'le karşılaştım. Ona 'Hz. Peygamber ve seiiem Kabe'de namaz kıldı mı?' diye sordum. O da şöyle cevap verdi: Evet, içeri girerken sol tarafında bulunan iki sütunun arasında iki rekat namaz kıldı. Sonra dışarı çıkıp Kabe'ye yönelerek iki rekat namaz kıldı.[118]

 

Açıklama

 

(Kabe'ye yönelerek); Yani Kabe'nin kapısına doğru yöneldi. Kirmanı şöyle demiştir: "Konu başlığından anlaşıldığına göre Hz. Peygamber ibiiâhu aleyh: sdien

Kabe'nin kapısının yanında olan İbrahim makamına yönelmişti." Daha önce bunun, bu konuda ilim erbabı tarafından nakledilen gerçeğe aykırı olduğunu ve bu hadisin konu başlığı ile alâkasının bu açıdan olmadığını ifade etmiştik.-Yani İbrahim makamına yönelmek, farz değildir.

Taberânî ve diğer hadis âlimlerinin naklettiğine göre îbn Abbâs şöyle de­miştir: "Kabe'de namaz kılmak hoşuma gitmiyor, Çünkü orada namaz kılanlar Kabe'nin bir tarafını arkasında bırakır." Bundan dolayı aşağıda zikredilecek İbn Abbâs hadisinin bu başlık altına alınması uygun oldu.

398- Atâ, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Peygamber Kabe'ye girince her tarafında dua ederdi. Sonra namaz kılmadan oradan çıkardı. Çıktıktan sonra Kabe'nin ön tarafında iki rekat namaz kılardı. Bu, onun kıblesiydi.[119]

 

Açıklama

 

(Bu, onun kıblesiydi); Bu lafzıyla,- Kabe kast edilmiştir. Bununla kıblenin beyt-i makdis'ten kabeye çevrilmesinin kast edildiğini söyleyenler olduğu gibi, Kabe'yi görenlerin görmeyenlerden farklı olarak gözleriyle ona yönelmelerinin vacip olduğunu söyleyenler de vardır. Hatta bazıları bununla, Müslümanların yönelmelerinin emredildiği cihetin ne harem bölgesi, ne Mekke ne de Mescid-i haram olduğunun, aksine bizzat Kabe'nin kendisi olduğunun ifade edildiğini ileri sürmüşlerdir.

Bu lafızla, İmamın namaz kıldırırken durduğu yer olarak Kabe'nin ön tarafı da kasdedilmiş olabilir. Nitekim Bezzâr, Abdullah İbn Hebeşi el-Hasamî'den jöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamber'i saii&Bâhu aleyhi ve sdiem Kabe'nin kapısına doğru ıamaz kılarken gördüm. Etrafındakilere Ey insanlar! Kabe'nin kapısı, onun :ıbJesidir' diyordu. Allah Resûlü'nün saiiarshu aiayh: ve bu sözü, mendup bir ıükme hamledilmiştir. Çünkü her taraftan Kabe'ye yönelmenin caiz olduğuna iair icma' vardır.

 

31. Her Taraftan Kıbleye Yönelmek

 

Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in ve seikrr, şöyle buyurduğunu nak­letmiştir: "Kıbleye yönet ve tekbir getir!"

(Her Taraftan Kıbleye Yönelmek) Namaz kılan kişi, ister mukim olsun ister­se yolculuk halinde bulunsun her halükârda kıbleye yönelir. Bu durum farz na­mazlar için geçerlidir.

Berâ İbn Âzib'den şöyle nakledilmiştir:' "Hz. Peygamber seikm on altı veya on yedi ay kadar (Kudüs'teki) beytu'I-makdise doğru namaz kıldı. Ama Kabe'ye yönelmek onun hoşuna gidiyordu. Bu yüzden Allah Teâiâ şu ayeti indirdi: "(Ey Muhammed) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz.[120] Bundan böyle Allah Re­sulü Kabe'ye yöneldi. "Bu durum karşısında bir tahm beyinsiz insan/ar (Yahudi­ler) Yönelmekte oldukları kıblelerinden onlan çeuiren nedir?1 dediler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.[121] Hz. Peygamber ile birlikte bir adam namaz kıldı. Namazdan sonra çıktı ve ikindi namazını beyt-i makdise doğru kılan ensardan bir cemaatin yanına vardı. Onlara kendisinin Rasulullah saiyı&hu aleyhi ve senan ile birlikte namaz kıldığını Allah Resûlü'nün Kabe'ye yöneldiğini bildirdi. Bunun üzerine cema­at, yön değiştirip Kabe istikametine döndü."

Müslümanlar, beyt-i makdise doğru, Medine'de namaz kılmaya başlamışlardı.

400- Câbir'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber «diaiıshu aityhi ve seitm bi­neği ne tarafa dönerse dönsün onun üzerinde namaz kılardı. Farz namazı kıla­cağı zaman ise, bineğinden inip kıbleye yönelirdi.[122]

Bu hadis, farz namazlarda kıbleye yönelmenin terk edilemeyeceğine delil teşkil eder. Zaten bu konuda icmâ' gerçekleşmiştir. Ancak aşırı korkunun söz ko­nusu olduğu durumlarda binek üzerinde farz namaz kılmaya ruhsat verilmiştir.

 

Namaz Bölümü 2. Ciltte Devam Etmektedir.

 



[1] el-Mâide5/6. 

[2] en-Nîsâ4/43.

[3] Hadisin geçtiği diğer yerler: 262, 272.

[4] Hadisin geçtiği diğer yerler: 257, 259, 260, 265, 266, 274, 276, 271.

[5] Ancak bu itiraz yerinde değildir. Doğrusu ağza burna su vermenin farz olduğudur. Ayrıca bu da yukarıda zikredilen kurala uygundur. Çünkü Hz. Peygamber'in guslü, âyeti kerimede yer alan "Cünüp olduysanız, boy abdssti alın" mücmel ifadeyi açıklamaktadır.

[6] Hadisin geçtiği diğer yerler: 261, 263, 273, 299, 5956, 7339.

[7] geçtiği diğer yerler: 255, 256.

[8] Hadisin geçtiği diğer yer: 270.

 

[9] Hadisin geçtiği diğer yerler: 274, 5068, 5215.

İstahrî hakkında bk. Zehebî, Siyeru a'lami'n-nübelâ, XV, 250. [H. Aldemir]

[10] Hadisin bir rivayetinde ise cinsel organın yıkanması, abdestten önce zikredilmiştir, (j) harfinin tertibi gerektirmediği belirtilerek iki rivayetin de, aynı anlama geldiği ifade edilmiştir. îbn Hacer, önce cinsel organın yıkanıp sonra abdest alınmasının daha uygun olduğu kanaatindedir, bk. İbn Hacer, Feth, 1,452.   [H. Aldemir]

[11] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1538, 5918, 1923.

[12] Bab başlığı kokunun gusülden sonra etkisini sürdürdüğü durumları konu alan hadisler İçin konmuştur. Bu hadiste ise açıkça gusül abdestinden bahsedilmemiştir. Ancak Rasûlullah'm saçlarını ayırmasından onun guslettiği sonucu ortaya çıkar. Burada ne­den guslettiği sorusu gündeme gelir. Sarihin de ifade ettiği gibi, iki nedenden dolayı gusletmiş olabilir. [H. Aldemir]

[13] Hadisin geçtiği diğer yerler: 639, 640.

[14] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3404, 4799.

[15] Kitab ehâdîsi'l-enbiyâ' (Peygamberlerle ilgili hadisler Bölümü) bab :28 3404, III, 38

[16] Hadisin geçtiği diğer yerler 3391, 7493.

[17] Hadîsin geçtiği diğer yerler: 357, 3171, 6158.

[18] Hz. Peygamber, gelenin kirn olduğunu öğrenmek İçin ifadesini kullanıyor. Arapça'da  ism-i işareti kadınlar için kullanıldığından dolayı, Rasûluİlah'ın saüaüâhu aleyhi ve sellem gelenin bayan olduğunu anladığı sonucu ortaya çıkıyor. [H. Aidemir]

[19] Doğrusu, her halükârda tevile gerek yoktur. Çünkü Allah Teâlâ diğer sıfatlarında olduğu gibi şanına yakışır şekilde ve mahlukata benzemeksizin haya ile tavsif edilir. Bir çok dini metinde bu şekilde vasıflandırılmıştır. O halde, şanına yakışır bir şekilde haya sıfatını taşıdığını kabul etmek gerekir. Bu, ehl-i sünnetin kitap ve sahih sünnette varid olan sıfatların tamamına ilişkin görüşüdür. Kurtuluş yolu da budur. Hasılı okuyucu buna dikkat etmeli ve tevilden sakınma­lıdır. Allah her şeyin en iyisini bilir. (İbn Bâz)

[20] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 285.

[21] et-Tevbe 9/28.

[22] Hadisi geçtiği diğer bir yer: 288.

[23] Hadisin geçtiği diğsr yerler: 289, 290.

 

[24] Adavi, bir önceki babda geçen hadisi almamıştır. Bahsi geçen hadis şu şekildedir; "Erkeklik organının sünnetli kısmı kadının sünnetli kısmını geçerse gusül gerekir. Hz. Peygamberle ben, böyle yaptık sonra guslettik." Buhârî, Gusl 28; Müslim, Hayz 87; Muvatta' Taharet 71; Ebu Davud, taharet 84; Nesai, Taharet 129; İbn Mâce, Taharet 111. [H. Aldemir]

[25] Bu hadisin anlamı şu şekildedir: Gusüt abdesti meni gelince gerekir. [H. Aldemir]

[26] el-Bakara 2/222.

[27] Âl-İİmrân 3/111.

[28] el-Bakara 2/222

[29] tindeki  ism-i tafdilinin temyizi belirtilmemiştir. Bu durumda bir temyiz takdir etmek ge­rekir. Biz de, şerhde zikredilen temyizlerden en uygununu tercih etmeye çalıştık. Bundan dola­yı söz konusu ilaveyi [] arasında tercüme ettik. [H. Aldemİr]

[30] Hûd 11/71.

[31] Hadisin geçtiği diğer yerler: 305, 316, 317, 319, 328, 1016, 1018, 1556, 1560, 1561, 1562, 1638, 1650, 1709, 1720, 1733, 1757, 1762, 1771, 1772, 1783, 1786, 1787, 1788, 2952, 2984, 4395, 4401, 4408, 5329, 5548, 5559, 6157, 7229.

[32] Hadisin geçtiği diğer yerler: 296, 301, 2028, 2029, 2031, 2046, 2925.

[33] Hadisin geçtiği diğer yerler: 322, 323, 1929.

[34] Hadisin geçtiği diğer yerler: 302, 2030

[35] Hadisin geçtiği diğer yerler;1462, 1951, 2658.

[36] daha fazla çelen" şeklinde tercüme ettiğimiz ifadesi Arapça'da ism-i tafdîl sigası olup anlama ziyadelik katar. "Akıl" diye tercüme ettiğimiz kelimesi aklın özü anlamına gelir. Ka­rarlı ve basiretli şeklinde tercüme ettiğimiz »jU- kelimesi ise, kendi İşlerini kendisi kontrolünde tutan kimse anlamına gelir. İşte bütün bunlar, mübalağa ifade eder. (H. Aldemir)

[37] el-Bakara 2/282.

[38] Ali İmrân 3/64

[39] el-En'âm 6/121.

[40] Tirmizî, Taharet, 98. (131) [H. Aldemir]

[41] bk. Aynî, Umdetu'1-kârî, III, 182. [H. Aldemir]

[42] Hadisin geçtiği diğer yerler: 310, 311, 2037.

[43] Asb, Yemen'de örülürken boyanan bir tür elbisenin adıdır. (Ayrıntılı bilgi için bk. Aynî, Umde-tul-kârî, III, 185 [H. Aldemir])

[44] Küst (Kust) ve azfâr o dönemde güzel kokmak için kullanılırdı. (Ayrıntılı bilgi için bk. Aynî, Um-detu'1-kârî, III, 186.[H. Aldemir])

[45] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1278, 5340, 5341, 5342, 5343.

[46] Hadisin geçtiği diğer yerler: 315, 7357

[47] Terahî, matufun, matufun aleyhten bir müddet sonra gerçekleştiğini gösterir. Burada yıkanmak matufun aleyh, almak ise matuftur. [H. Aldemir]

[48] Kendisinden koku yapılan bir tür ağaçtır. [H. Aldemir]

[49] Temettü Haca ve Kurban için Hanefilerin görüşüne Bk. Vehbe Zuhaytî, İslâm Fıkıh Ansiklope­disi, IV, 89.

[50] Bu hadiste Hasbe diye geçen mekana, Hasbâ, Abtah, Bathâ, Muhassab ve Hayiu benî Kinâne de denir. Mekke ile Mîna arasında yer alır. Hacılar teşrik günlerinden sonra Mina'dan buraya gelip geceyi burada geçirirler. (Kirmanı, I, 183.) [H. Aldemir]

[51] Ten'îm, Harem sınırlarının başladığı noktalardan birinin adıdır. Ka'be'ye yaklaşık 8 km. uzak­lıkta yer alır. [H. Aldemir]

[52] Bu hadiste Hasbe diye geçen mekana, Hasbâ, Abtah, Bathâ, Muhassab ve Hayfu benî Kinâne de denir. Mekke ile Mina arasında yer alır. Hacılar teşrik günlerinden sonra Mina'dan buraya gelip geceyi burada geçirirler. (Kİrmânî, I, 183.) [H. Akdemir]

[53] Buhârî bu bab başlığını Hâc suresinin 5. ayetinden esinlenerek oluşturmuştur. Söz konusu âyette, insanın ana rahmine düştüğü andan ömrünün sonuna kadar geçtiği evrelerden bahse­dilerek yeniden dirilişe delil getirilmiştir. ifadesi de bu âyette yer almış olup insanın ana rahminde geçirdiği bir evreyi anlatır. Söz konusu lafızlarla hangi evrenin anlatıldığı hakkında farklı yorumlar olsa da, ile normal doğumla sonuçlanan durumları,  ile ise düşük hali olarak anlamak isabetli olabilir. Ayrıntılı bilgi için bk. Kur'ân Yolu, IV, 7-8. [H. Aldemir]

[54] kelimesi için farklı anlamlar verilmiştir. Mesela bir görüşe göre, kadınların hafif eşyalarını ve kokularını taşıdıkları küçük çantaya denir. Ayrıntılı bilgi için bk. İbnu'1-Esîr, en-Nihaye, II, 111-112; Bizim tercümemiz için bk. Kirmânî, I, 190. [H. Aldemir]

[55] Metinde kadına yerine Muâza geçmektedir. Ancak bu yanlıştır. [H. Aldemir]

[56] Basra yakınlarında bir yerin adı. bk. Kirmanı, III, 196. [H. Akdemir]

[57] Hadisin geçtiği diğer yerler: 351, 974, 980, 981, 1652.

[58] Hadisin bu bölümünü "Hz. Peygamberle birlikte" şeklinde çevirmek de mümkündür. (Kirmânî, III, 196.) Ancak biz yukarıdaki çevirinin daha uygun olduğu kanaatindeyiz. [H. Akdemir]

[59] bk. Kirmanı, III, 197 [H. Aldemir]

[60] el-Bakara 2/228 s

[61] Hadisin bu kısmı Allah Resûlü'nün Hz. Âişe'den Safiye'ye gidip "Yola koyul" demesini istemesi Şeklinde de anlaşılabilir: Ayrıntı için bk. Kirmanı, III, 203. [H. Aldemir]

[62] Hadisin diğer kısımları (etrafı) 1755, 1760 nolu hadislerde geçmektedir.

[63] bk. Kirmânî, III, 204. [H. Aldemir]

[64] Hadisin diğer kısımları (etrafı) 1761 nolu hadiste geçmektedir.

[65] Cündeb şeklinde de okunabilir, bk. Kirmânî, III, 206 [H. Aldemir]

[66] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1331, 1332.

[67] Hadîsin geçtiği diğer yerler; 379, 381, 517, 518.

[68] el-Mâide 5/6.

[69] Buradaki şek, Hz. Âîşe'den kaynaklanmaktadır. Beyda ve Zâtu'1-Ceyş ise Mekke ile Medine arasında yer alır. Ayrıntılı bilgi için bk. Kirmanı, III, 210. [H. Aldemir]

[70] Hadisin geçtiği diğer yerter:336, 3672, 3773, 4583, 4607, 4608, 5264, 5250, 5882, 6844, 6845.

[71] ibn Hacer hadisin bu bölümünü, daha evvel geçen Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip kısmından Önce zikretti.

[72] Hadisin geçtiği diğer yerler: 438, 3112.

[73] el-İsrâ 17/15.

[74] Bu son ihtimal öncekilere nazaran daha doğrudur. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık asla inanmayacak."[Hûd 11/36], "Nuh: Rabbim! dedi, yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma!"[Nûh 71/26.] İbn Bâz.

[75] Eserin adı için bk. İbn Hacer, Fethu'1-Bârî, I, 523 (Buradaki ilgili dipnot} [H. Aldemir]

 

[76] Bu hadis zayıftır. Ancak bu konuda mana bakımından ona İhtiyaç bırakmayacak hadisler de vardır. Mesela İbn Mâce, İbn Hıbbân ve Hâkimin hasen senetle İbn Abbâs'tan naklettikleri şu hadis gibi: "Ezanı işitip (cemaatle) namaza gelmeyen kimsenin, bir mazereti bulunması durumu hariç, kıldığı namaz kabul olmaz." İmam Müslim de, Ebu Hureyre'den şöyle nakletmiştir: "Âmâ bir adam Hz. Peygamber'den evinde namaz kılmasının hükmünü sordu. Hz. Peygamber Ezanı işitiyor musun?' diye sordu. Adam 'evet' deyince 'O halde çağrıya uy' buyurdu." Bu hadisler farz namazlar için geçerlidir. Nafile namazların camilerde kılınmasına gerek yoktur. Hatta evde kılmak daha efdaldir. Ancak dinin İstisna kıldığı durumlarda bu hü­kümler geçerli değildir. İbn Bâz.

[77] Serahsî. [H. Aldemir]

[78] Burada ihtisarda yer almayan bir rivayet kasdediliyor. Fethu'I-Bârî'nin aslına müracaat ettiği­miz zaman, babda zikredilen hadisin farklı rivayetlerini görmekteyiz. İmam Şafiî'nin rivayetinde Darakutnî'nin naklinde yer alan "elini duvara koydu" ifadesinden sonra "asayla onu kazıdı" faz­lalığı yer alır. İşte yukarıda referans gösterilen rivayet budur. bk. İbn Hacer, Fethu'1-Bârî, I, 527 [H. Aldemir]

[79] Hadisin geçtiği diğer yerler: 339, 340, 341, 342, 343, 345, 346, 347.

[80] Hadisin etrafı için bk. 348, 3571.

[81] Haül İbn Ahmed, İsİamî dönemin en eski dil âlimlerinden birisidir. (A.A)

[82] en-Nîsâ4/29.

[83] Burada cünübün kasdedildiği için bk. Kastalânî, İrşâdu's-sârî, I, 691; Suyûtî, et-Tevşîh, I, 445 [H. Akdemir]

[84] el-Mâids 5/6.

[85] el-Mâide 5/6.

[86] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1090, 3935.

[87] en-Nîsâ 4/101

[88] el-MüzzemmÜ 73/20.

[89] el-A'râf7/31.

[90] Hadisİn geçtiği diğer yerler. 353, 361, 370.

[91] Burada iltihâf (örtünme) konusunda İbn Ebî Şeybe'nin "Musannef'inde senediyle birlikte İbn Ömer'den naklettiği veya Ahmed İbn Hanbel'in yine senediyle birlikte Ebu Hureyre'den naklet^ tiği hadis kastedilmiştir, bk. Kastalânî, İrşâd, II, 15. [Mütercim]

[92] Hadisin geçtiği diğer yerler. 355, 356.

[93] Kimi rivayetlerde "anamın oğlu", kimi rivayetlerde "babamın oğlu" şeklinde bahsedilen ve bizim kardeşim şeklinde tercüme ettiğimiz kişi, Hz. Ali'dir. Ayrıntılı bilgi için bk. Kirmânî, IV, 16; Ayni, Umde, III, 299. [H. Aldemir]

[94] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 360.

[95] Etek, peştamal, İ2ar gibi altı açık elbise giyenler İçin geçerli bir hüküm. H.AIdemir

[96] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1582, 3829.

 

[97] Bir tür kollu elbise Bk. Kirmânî, İV, 25. [H.Aldemir]

[98] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1991, 2144, 2147, 5820, 5822, 6284.

[99] Hadisin geçtiği diğer yerler; 584, 588, 1992, 2145, 2146, 5819, 5821.

[100] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1622, 3177, 4363, 4655, 4656, 4657.

[101] Hadisin geçtiği diğer yerler: 610, 947, 2228, 2235, 2889, 2893, 2943, 2944, 2945, 2991, 3085, 3086, 3367, 3647, 4083, 4084, 4197, 4198 4199 4200 4201, 4211, 4212, 4213. 5085, 5159, 5387, 5425, 5528, 5968, 6185, 6363 6369 7333.

[102] Asr-ı saadette kullanılan bir tür örtüdür. Çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunlardan, başa örtülüp bütün vücudu saran yünden, tiftikten, ketenden ve kıldan yapılmış kadınlara mahsus bir örtü­nün adı olduğu anlaşılmaktadır, bk. Tecridi Sarih Tercemesi, II, 311-312 [H. Aldemir]

[103] Hadîsin geçtiği diğer yerler: 578, 867, 872.

[104] Hadisin geçtiği diğer yerler: 752, 5817.

[105] Kumaşın üzerindeki çapraz çizgiler dikkat çektiği veya Hıristiyanların haçına benzediği için böyle bir elbiseyle namaz kılmak istememiştir. (A.Ağırakça)

[106] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 5959.

[107] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 5801.

[108] Hadisin geçtiği diğer yerler: 448, 917, 2094, 2569.

[109] Hadisin geçtiği diğer yerler: 689, 732, 805, 1114, 1911, 2469, 5201, 5289, 6684.

[110] Hadisin geçtiği diğer yerler: 727, 860, 871, 874, 1164.

[111] Hadisin geçtiği diğer yerler: 383, 508, 511, 512, 513, 514, 515, 519, 997, 1209, 6276.

[112] Hadisin geçtiği diğer yerler: 542, 1208.

 

[113] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 585.

[114] Hadisin geçtiği diğer yerler: 807, 3564.

[115] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1623,1627,1645,1647,1793.

[116] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1624,1646, 1794.

[117] Müellif bir sonraki hadisi kasdediyor. [Halil Aldemİr]

[118] Hadisin geçtiği diğer yerler: 468, 504, 505, 506, 1167, 1598, 1599, 2988, 4289, 4400.

[119] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1601, 3351, 3352, 4288.

[120] el-Bakara 2/144.

[121] el-Bakara 2/142.

[122] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1094, 1099,4140.