32. Kıbleye İlişkin Diğer Hususlar, Yanlışlıkla Kıbleden
Farklı Yöne Namaz Kılmak
33. Camideki Tukurugun El İle Temizlenmesi
34. Camideki Sümüğün Taşla Temizlenmesi
35. Namazda Sağ Tarafa Tükürülmez
36. Sol Tarafa Veya Sol Ayağın Altına Tükürmek
37. Camiye Tükürmenin Keffâreti
39. Namazda Tükürüğüne Mani Olamayan Kimsenin Elbisesinin
Bir Ucunu Kullanması
41. Falancanın Camisi Denir Mi?
42. Camide Mal Paylaştırmak Ve Camiye Hurma Dalı Asmak
43. Camide Yemek Davetinde Bulunmak Ve Daveti Kabul Etmek
44. Camide Davaya Bakmak Ve Karı-Kocanın Lian Yapması
45. Başkasının Evinde İstenilen Veya Gösterilen Yerde
Namaz Kılmak
46. Evlerdeki Mescıdler (Namazgahlar)
47. Camiye Girerken Ve Diğer Hayırlı İşlerde Sağdan Başlamak
48. Cahiliye Müşriklerinin Kabirlerinin Başka Bir Yere
Nakledilip Yerlerine Cami Yapılması
49. Davar Ağıllarında Namaz Kılmak
50. Develerin Bulunduğu Yerlerde Namaz Kılmak
52. Mezarlıkta Namaz Kılmanın Mekruh Oluşu
53. Yere Batırma Cezası Ve Azabın Gerçekleştiği Yerlerde
Namaz Kılmak
54. Hıristiyanların Mabedinde Namaz Kılmak
56. Yeryüzünün Hz. Peygamber İçin Mescid Ve Temizleyici
Özelliğe Sahip Kılınması
57. Kadınların Mescidde/Camide Uyuması
58. Erkeklerin Mescidde/Camide Uyuması
59. Seferden Dönünce Namaz Kılmak
60. Camiye Girince İki Rekat Namaz Kılmak
63. Cami Yapımında Yardımlaşmak
64. Minber Ve Caminin Diğer Ahşap Malzemesi Hakkında
Marangozlardan Ve Sanatkarlardan Yardım İstemek
65. Mescid/Cami Yaptıran Kimse
66. Mescide Girince Okların Uçlarını Tutmak
69. Kısa Mızrakla Camiye Girmek
70. Camideki Minber Üzerinde Alışverişten Bahsetmek
71. Camide Borç İsteyip Borçluyu Sıkıştırmak
72. Caminin Temizliğini Yapmak, Camideki Çerçöpü Toplamak
73. Şarap Ticaretinin Camide Haram Kılınması
75. Esir Ve Borçluların Camide Bağlanması
76. Yeni Müslüman Olanın Gusül Abdesti Alması Ve
Esirlerin Camide Bağlanması
77. Hastalar Vb. Kimseler İçin Camide Çadır Kurmak
78. Bir Sebepten Dolayı Camiye Deve Sokmak
80. Camiye Küçük Kapı Ve Geçit Açmak
81. Kabe Ve Camilerin Kapısının Kapanması
82. Müşriklerin Camiye Girmesi
83. Camide Yüksek Sesle Konuşmak
84. Camide Oturmak Ve Halka Oluşturmak
85. Camide Sırt Üstü Yatıp Ayakları Uzatmak
86. İnsanlara Zarar Vermediği Sürece Yol Üzerinde Cami
İnşa Edilebilir
87. Pazardaki Camide Namaz Kılmak
88. Camide Ve Diğer Yerlerde Parmakları Kenetlemek
89. Medine Yollarındaki Mescidler Ve Hz. Peygamberin
Namaz Kıldığı Yerler
90. İmamın Sütresi, Cemaatin Sütresi Demektir
91. Namaz Kılan İle Sütre Arasındaki Mesafe
92. Mızrağa Doğru Namaz Kılmak
93. Küçük Mızrağa Doğru Namaz Kılmak
94. Mekke Ve Diğer Yerlerde Sütre Kullanmak
96. Cemaat Dışında Mescidin Direkleri/Sütunları Arasında
Namaz Kılmak
98. Yük Devesine, Beş Yaşındaki Deveye, Ağaca Ve Deve
Palanına Karşı Namaz Kılmak
100. Namaz Kılan Önünden Geçene Mani Olur
101. Namaz Kılanın Önünden Geçenin Günahı
102. Namaz Kılanın Namaz Kılan Başka Birine Doğru
Yönelmesi
103. Uyuyanın Arkasında Namaz Kılmak
104. Kadının Arkasında Nafile Namaz Kılmak
105. Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın
Namazını Bozmaz, Görüşünde Olanlar
106. Namazda Küçük Kız Çocuğunu Omuzda Taşımak
107. Hayızlı Kadının Bulunduğu Yatağa Doğru Namaz Kılmak
108. Secde Etmek İçin Yer Açmak Gayesiyle Namaz Kılanın
Hanımını Eliyle Dürtermesi Mümkün Mü?
109. Kadınların Namaz Kılanı Rahatsız Eden Bir Duruma Son
Vermesi
401- Alkame'den şöyle nakledilmiştir: Abdullah İbn Mes'ûd Hz. Peygamber-'in kendilerine namaz kıldırdığını anlattı. (Alkame'nin rivayet ettiği ravi İbrahim, fazla mı yoksa eksik mi kıldırdığını hatırlamıyorum demiştir.)
Allah Resulü selam verince ona, "Ey Allah'ın elçisi namazla ilgili yeni bir gelişme mi oldu?" diye sordular. O da, "Böyle bir şey olmadı" diye cevap verdi. Ashab~ı kiram "Şöyle şöyle namaz kıldırdın" deyince Hz. Peygamber ayaklarını büküp kıbleye yöneldi ve iki kez secdeye gitti, sonra selâm verdi. Yüzünü bize çevirdikten sonra ise şöyle buyurdu: Eğer namazda bir değişiklik olsaydı elbette size haber verirdim. Ancak ben de sizin gibi bir insanım. Nasıl ki siz unutuyorsanız, ben de unuturum. O halde unuttuğum zaman bana hatırlatın. İçinizden kim namazı konusunda şüpheye düşerse doğru olanı esas alıp ona göre namazını tamamlasın. Sonra selâm verip iki kez secde etsin.[1]
(yeni bir gelişme); Burada ashâb-ı kiram, alışageldikleri namazın değiştiğini gösteren bir vahyin gelip gelmediğini öğrenmek istemiştir. Onların bu hususta soru yöneltmeleri, neshi kabul ettiklerini ve neshin meydana geleceğini beklediklerini gösterir.
Bu hadiste, amel ederken peygamberlerin de yanılabileceğine dair delil vardır. Bu hususta İbn Dakîku şöyle demiştir: "Alimlerin çoğu ile en-Nazzâr bu görüştedir. Bazı gruplar Hz. Peygamber'in yamlmayacağını savunarak şaz kalmışlardır. Bu hadiste geçen "Nasıl ki siz unutuyorsanız, ben de unuturum", "O halde unuttuğum zaman bana hatırlatın" ifadeleri onlara cevap niteliğindedir.
Namazda yantlanı ikaz etmek "sübhânallâh" gibi çeşitli zikirlerle olur. Hz. Peygamber'in Eğer namazda bir değişiklik olsaydı elbette size haber verirdim " sözü, İhtiyaç anında açıklama yapmanın geciktirilmemesi gerektiğine bir delildir.
(kıbleye yöneldi); Hadisin bu kısmı, namaz kılarken bütün durumlarda kıbleye yönelmeyi terk etmenin caiz olmadığına delalet eder. Ayrıca bu rivayet, imamın kendisine uyanların sözüne tabî olması gerektiğine delil olarak kullanılmıştır.
(doğru olanı esas alıp); Burada yakine göre namazı devam ettirmek kasdedilmiştir.
Hz. Peygamber öğle namazının ikinci rekatında selam verdi ve yüzünü cemaate çevirdi. Daha sonra kalkıp namazın geri kalan kısmını tamamladı.
402- Humeyd, Enes İbn Mâlikten şöyle nakletmiştir: "Hz. Ömer şöyle dedi Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi; Hz. Peygamber'e ibrahim makamında bir namaz yeri edinelim dedim, Allah Teâlâ "Siz dt ibrahim'in makamında bir namaz yeri edinin! (orada namaz kılın) [2] âyetini in dirdi. Hicab âyetinde de Rabbim benim temennim doğrultusunda emir buyurdu
Allah Resûlü'ne Ey Allah'ın elçisi hanımlarına söylesen de örtünseler, zira hem iyi hem de kötü insanlar onlarla konuşuyor' dedim. Bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu. Rasûlullah'ın hanımları kıskançlık konusunda ona karşı birleşmişlerdi. Onlara, 'Belki de onun Rabbi, sizi bo-şarsa sizden daha hayırlı eşleri ona nasip eder' dedim bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[3]
(Yanlışlıkla Kıbleden Farklı Yöne Namaz Kılmak); Bu meselenin aslı, kıble konusunda ictihadda bulunup hata ettiğini anlayan kimseyle İlgilidir. İbn Ebî Şeybe Saîd İbn Müseyyeb, Atâ, Şa'bî ve daha başkalarının, böyle birinin namazını yeniden kılmasının gerekmediği görüşünde olduğunu nakletmiştir. Kûfelüer de bu görüştedir. Zührî, İmam Mâlik ve başka âlimlerden bir kısım ise, böyle bir kimsenin vakit çıkmadan önce hatasını fark ederse namazını yeniden kılması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. İmam Şafiî'ye göre ise ister vakit çıksın isterse çıkmasın mutlak surette namazını kaza eder.
Kıbleyi yanlış tayin edip namaz kılan kimsenin, Kabe'ye arkasını dönmesine rağmen namaz kılan hükmünde olması bu alt başlığın konu başlığı ile olan ilişkisini açıklar.
(Üç konuda Rabbim temennilerimi gerçekleştirdi) Bu ifade "Rabbim üç konuda benim temennim doğrultusunda emir buyurarak benim düşünceme uygun hüküm indirdi" anlamına gelir. Hz. Ömer edeb gereği böylesi bir muvafakati kendisine nispet etmiştir. Ya da, düşüncesinin sonradan meydana geldiğine, hükmün ise ezelde takdir edildiğine işaret buyurmuştur.
Burada Hz. Ömer'in muvafakati üç İle sınırlı tutması, bunun üçten fazla olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bunun dışında pek çok konuda muvafakati gerçekleşmiştir. En meşhuru ise, Bedir esirleri ile münafıkların cenaze namazı konusunda gerçekleşen muvafakattir. Bu iki olay, Buhârî ve Tirmizî'nin "Sahîh"lerinde mevcuttur. İbn Ömer'den kendisinden nakledilen hadiste şöyle demiştir: "İnsanların karşılaştıkları bir durumda, herkes bir şey söyler, Ömer de bir şey söylerse, vahiy onun görüşlerine uygun bir şekilde inerdi." Bu rivayet, onun muvafakatinin çok olduğunu gösterir.
Hadisin konu başlığı ile ilgisine gelince: Bu konuda Kirmânî şöyle demiştir: "Bu başlıktan maksat, kıble ve onunla ilgili nakledilen rivayetlerdir. Bu durumda.
İbrahim makamını Kabe ile tefsir edenlere göre bu hadis ile konu başlığı arasındaki münasebet açıktır.
İbrahim makamını, bütün harem bölgesi olarak tefsir edenlere göre, âyetinde geçen harf-i çeri teb'îd içindir. Şöyle ki, İbrahim makamının bir bölümü, kelimesi ise kıble anlamına gelir. Bu durumda âyet, İbrahim makamının bir bölümünü kıble edinin anlamını ifade eder.
İbrahim makamını, onun üzerine çıktığı taş olarak tefsir edenler de vardır. Bu görüş hepsinden daha isabetlidir. Bu durumda, kıble oiduğu için değil dek bu makamda namaz kılmanın Kabe'ye yönelmekle ilgili olmasından dolayı hadisin konu başlığı ile münasebeti ortaya çıkar.
İbn Reşıd de şöyle demiştir: "Kanaatime göre, kıblenin tayini meselesinin bir ictihad konusu olduğuna işaret etmek, bu hadisin konu başlığı ile ilgisini göstermektedir. Çünkü Hz. Ömer, Kabe'nin ön tarafında bulunan İbrahim makamına doğru, namaz kılınacak yerin tespiti için ictihad etmiştir. Bu içtihadıyla kıble yönlerinden birini tercih etmiştir. Burada da Rabbine muvafakati gerçekleşmiştir. Bu olay, gayretini sarfettikten sonra kıble tayini hususunda ictihad eden kimsenin doğru yaptığını gösterir. Bu durum gayet açıktır.
403- Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Müslümanlar Kubâ mescidinde sabah namazını kılarlarken ashaptan birisi çıkagelip, onlara: 'Bu gece inen âyetle Allah Resûlü'ne Kabe'ye yönelmesi emredildi, siz de o tarafa yönelin' deyince, yüzleri Şam'a dönük olan cemaat, hemen o anda Kabe'ye doğru döndü.[4]
(emredildi); Buna göre, Hz. Peygamber'e yapılan emir, ümmetini de bağlar. Kendisine özgü olduğuna dair bir delil bulunmadığı sürece onun, sözleri gibi davranışlarına da uyulur.
Rivayette bahsi geçen kıble değişikliği, İbn Ebî Hâtim'in Süveyle bintu Eslem'den naklettiği ve bizim de şu an bir bölümünü nakledeceğimiz şu hadiste anlatılmaktadır. "...Derken kadınlar erkeklerin, erkekler de kadınların yerine geçti. Geri kalan iki secdeyi Mescid-i Haram'a doğru yaptık." Olayı şu şekilde tasvir edebiliriz: İmam, mescidin Ön tarafında bulunan mihrabdan ayrılarak mescidin arkasına geçmiştir. Çünkü Kabe'ye yönelen beytu'l-makdise sırtını döner. Eğer İmam yerinden ayrılmadan donseydi arkasında cemaatin saf tutacağı genişlikte yer kalmazdı. İmam yerini değiştirince onunla birlikte erkekler de yerlerini değiştirip imamın arkasına geçmişlerdir. Keza kadınlar da hareket edip erkeklerin arkasında saf tutmuşlardır. Bütün bu yapılanlar, namazda amel-i kesîr kavramı içine girer. Muhtemelen bu olay, amel-i kestrin haram kılınmasından önce gerçekleşmiştir. Nitekim bu hadîse, namazda konuşmanın haram kılınmasından önce meydana gelmiştir. Belki de, bahsi geçen maslahattan dolayı yapılan amel-i kesîr mazur görülmüştür. Ya da, cemaat kıbleyi değiştirirken adımlarını peş peşe atmamıştır. Aksine ara ara atmıştır.
Bu hadise göre, nasih olan bir nassın hükmü, nesihten haberi olmayan kimseler hakkında geçerli değildir. Çünkü Kabe'ye yönelme emri, Kubâ sakinlerinin kıldıkları namazdan birkaç vakit önce gelmişti. Tahâvî buradan hareketle, Islâmî davetin kendisine ulaşmadığı ve başka yollardan İslâm'ı öğrenme imkanının bulunmadığı kimselerin farzlarla sorumlu tutulamayacağı hükmüne varmıştır.
Bu rivayet, Rasûlullah döneminde ictihad yapılabildiğine delil teşkil eder. Çünkü Kubâ'daki cemaat namazı bırakmamış, aksine namaza devam etmişlerdir. Onların bu davranışı, namaza devam ederek kıbleyi değiştirme düşüncesini, namazı bozarak yeniden kılma düşüncesine tercih ettiklerini gösterir. Bu da ancak, ictihadla mümkündür. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Çünkü, cemaat daha önceden haberdar oldukları bir nasa göre böyle davranmış olabilir. Zira Allah Resulü bu değişikliği beklemekte idi. Bu yüzden, namazı bozmadan kıble değiştirilmesi gerektiğini önceden onlara öğretmesinde herhangi bir engel yoktur.
Bu hadis, haber-i vahidin kabul edileceğine ve onunla amel etmenin farz olduğuna delil teşkil eder. Ayrıca haber-i vahidin, ilim ifade eden bir haberle sabit olan bir hükmü neshedebileceğini gösterir. Çünkü Kubâ halkının beytu'l-makdise doğru namaz kılmaları kesin bir bilgiye dayanmaktaydı. Zira Hz. Peygamber'in bu şekilde namaz kıldığını görüp duruyorlardı. Beytu'l-makdisi bırakıp Kabe'ye yönelmeleri, bir kişinin getirdiği haberle olmuştur. Ancak onların bu gerekçelerine şu şekilde itiraz edilmiştir: Kubâ halkına gelen söz konusu haber, bir çok karine ve ipuçlarıyla hissettirilmişti. Bütün bunlar onlar açısından, gelen haberin kesin bilgi içerdiğini gösterir nitelikteydi. Dolayısıyla onlara göre, ilim ifade eden bir husus, yine ilim ifade eden bir başka hususla neshedilmiştir.
Bu hadise göre, namazda olmayan kimse, namazdaki birine bir şeyler öğretebilir. Yine buna göre, namazdaki birinin, namaz kılmayan kimsenin sözünü dinlemesi namazını bozmaz.
İbn Ömer hadisinin konu başlığı İle münasebetine gelince; hadiste geçen "Kabe'ye yönelmesi emredildi" ifadesi, rivayetin konu başlığı ile ilgisini gösterir. Hadisin alt başlıkla uyumu ise şu şekildedir: Kubâ cemaati, namazın ilk rekatını kıblenin değiştiğini bilmedikleri için neshedilen kıbleye doğru kılmıştı. Buna rağmen namazları geçerli kabul edilmişti. Yeniden kılmaları emredilmemişti. Kıble hususunda yanılan kimse de, onlarla aynı durumdadır. Ancak aralarında şu şekilde bir ayırıma gitmek mümkündür: Yeni hükmü bilmeyen kimse, ilk hükme uyar. Bu durumda yanılan kimse için mazur görülmeyen hususlar onun için mazur görülür. Çünkü önceden bildiği hükme göre amel etmiştir.
404- Alkame Abdullah İbn Mes'ûd'un şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Peygamber öğle namazım beş rekat olarak kıldırdı. Cemaat 'Namaza ilave mi oldu?' diye sordu. Allah Resulü Böyle bir şey olmadı' buyurdu. Ashâb-ı kiram 'Beş rekat kıldınız' deyince Rasûlullah ayaklarını katladı ve iki kez secde etti."
405- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber mescidin kıble istikametindeki duvarında baigam gördü. Bundan dolayı rahatsız oldu. Hatta canının sıkıldığı, simasından belli oluyordu. Hemen kalktı eliyle onu kazıdı ve sonra şöyle buyurdu: "içinizden biri namaza durduğu zaman bilsin ki, Rabbine münacatta bulunuyor demektir (veya Rabbi kıble ile onun arasındadır). O halde, hiç kimse kıble istikametine tükürmesin. Mecbur kalırsa soluna veya ayaklarını bastığı yere tükür-sün." Sonra ridasınin bir ucunu tutup içine tükürüp katladı ve şöyle buyurdu: Ya da, böyle yapsın!"
(Camideki Tükürüğün E! ile Temizlenmesi); Camideki tükürük doğrudan el ile temizlenebileceği gibi bir Alet vasıtayla da temizlenebilir. Ancak İsmâîlî buna itiraz ederek hadiste geçen "eliyle onu kazıdı" ifadesinin, Hz. Peygamber'İn bizzat kendisinin balgamı temizlemeyi üstlendiği anlamına geldiğini belirtmiştir. Ona göre bu ifade Allah Resûlü'nün balgama eliyle temas ettiği şeklinde anlaşılamaz.
(Simasından belli oluyordu); Yani Rasûlullah'ın hoşnutsuzluğu yüzüne yansımıştı. Olayın bu kısmı, Nesâî'nin naklettiği hadiste şöyle anlatılmaktadır: "Allah Resulü kızdı. Hatta yüzü kıpkırmızı kesildi." İmam Buhârî'nin, "Edeb Bölümü"nde İbn Ömer'den naklettiği rivayette ise şu ifadeyle anlatılmıştır: "Bunun üzerine mesdddeki cemaate kızdı."
(Rabbi kıble ile onun arasındadır); Benzer bir ifade, bir sonraki hadiste de vardır. Şöyle ki; "Allah, namaz kılanın yüzünü çevirdiği taraftadır" Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Bu ifade, namaz kılanın yöneldiği kıblenin kişinin niyetine bağlı olarak onu Allah'a ulaştırdığı şeklinde anlaşılır. Bu durumda hadisin anlamı şöyle takdir edilir: Kişinin maksudu, kıble ile kendisi arasındadır." Bu ibarede mudafm hazfedildiği de söylenmiştir. Buna göre mana şöyledir: "Allah'ın azameti veya vereceği sevap kıble ile kişinin arasındadır." İbn Abdilber ise şöyie demiştir: "Bu söz, kıblenin önemini beyan etmek için söylenmiştir."
Hak Teâîâ'nın her yerde mevcut olduğunu söyleyen Mutezile mezhebine mensup bazı kimseler, iddialarını desteklemek için bu hadisi delil olarak kullanmıştır. Ne var ki bu, apaçık bir cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü hadise göre ayak basılan yere tükürmek, bir çözüm olarak sunulmuştur. Bu da, onların iddialarını çürütmeye yeterlidir. Ayrıca hadiste, Allah Teâlâ'nın arş'ta olduğunu iddia edenlere de, red söz konusudur.[5] Eğer bu hadis, bu görüşlerden birine delil olabiliyorsa diğerine de olabiliyor demektir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Bu hadis göstermektedir ki, ister camide olsun ister cami dışında, kıble istikametine doğru tükürmek, özellikle de namaz kılanların tükürmesi haramdır. Kıble istikameti dışında, camide tükürmenin tenzihen mi yoksa tahrimen mi mekruh olduğu konusunda İse ihtilaf vardır.
İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'm sahihlerinde merfû1 olarak nakledilen bir hadis şöyledir: "Her kim kıble istikametine tükürürse, kıyamet günü tükürüğü alnının çatma yapışmış olarak hasredilir." Ebu Dâvûd ve İbn Hibbân Sâib İbn Hallâd'dan şöyle nakletmişlerdir; "Adamın biri, bir cemaate namaz kıldırdı, sonra kıbleye doğru tükürdü. Tükürüğü bitince Hz. Peygamber 'Bu adam size namaz kıldırmadı!' buyurdu. Aynı hadiste Allah Resulü o şöyle buyurmuştur: "Çünkü siz, Allah'a ve peygamberine eziyet ettiniz."
(Ayaklannı bastığı yere); Yani sol ayağını bastığı yere tükürsün.
406- Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber kıble istikametinde bulunan duvarda tükürük gördü. Hemen onu kazıdı. Cemaate doğru yönelip şöyle buyurdu: Sizden biri namaz kıldığı zaman, yüzünü döndüğü tarafa tükürmesin. Çünkü Allah, namaz kılarken yöneldiği taraftadır.[6]
407- Müminlerin annesi Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü kıble yönündeki duvarda, sümük veya tükürük ya da balgam gördü ve hemen onu temizledi."
İbn Abbâs şöyle demiştir: "Yaş bir pisliğe basmışsan, ayaklannı yıka! Eğer kuruysa yıkamana gerek yok.
408-409- Humeyd İbn Abdurrahman.'dan şöyle nakledilmiştir: "Ebu Hureyre ve Ebu Saîd el-Hudrî'nin bana anlattıklarına göre Hz. Peygamber cami duvarında balgam gördü. Hemen bir taş alıp onu kazıyarak temizledi. Sonra da şöyle buyurdu: "Sizden biri balgamını çıkaracağı zaman, ön tarafına ve sağ tarafına tükürmesin. Ya sol tarafına ya da sol ayağını bastığı yere tükürsün.[7]
Hadisin konu başlığı ile ilişkisi: Kıble istikametine tükürmenin yasaklanması,
kıbleye saygıdan ileri gelir, tükürük ve benzeri şeylerin insanı rahatsız etmesinden değil. Az da olsa bunun, yasakta etkisi olsa da, esas olan kıbleye saygıdır. Bu yüzden kıble İstikametine çıkarılan balgamın, tükürüğün ve sümüğün kurusu ile yaşı arasında ayırım yapılmamıştır. Oysa pis olduğu için yasaklanan şeylerin, kurusuna basmanın herhangi bir sakıncası yoktur.
410-411- Humeyd İbn Abdurrahman'dan şöyle nakledilmiştir: "Ebu Hurey-re ve Ebu Saîd el-Hudrî'nin bana haber verdiklerine göre Hz. Peygamber cami duvarında balgam görmüş. Hemen bir taş alıp onu kazımış. Sonra da şöyle buyurmuştur: "Sizden biri balgamını çıkaracağı zaman, yüzünü çevirdiği yöne veya sağ tarafına çıkarmasın. Soluna veya sol ayağının altına tükürsün"
412- Enes İbn Mâlik Allah Resûlü'nün şöyle buyurduğun nakletti; "içinizden biri önüne veya sağma tükürmesin! Fakat soluna veya ayağının altına tükürsün!"
(Namazda Sağ Tarafa Tükürülrriez); İmam Nevevî kesin bir üslupla her halükârda sağ tarafa tükürmenin haram olduğunu belirtmiştir. Tükürmenin namazda veya namaz dışında, camide veya cami dışında olması arasında fark gözetmemiştir. İmam Mâlik'in de şöyle dediği nakledilir: "Namaz dışında sağ tarafa tükürmekte bir sakınca yoktur." İbn Mes'ûd'tun namaz dışında sağ tarafa tükürmeyi mekruh kabul ettiği nakledilmiştir. Muaz İbn Cebel'in ise "Müslüman olduktan sonra sağ tarafıma tükürmedim" dediği rivayet edilmiştir. Ömer İbn Abdilazîz de oğluna, her halükârda sağa tükürmesini yasaklamıştır.
Sağ tarafa tükürmenin yasaklanmasının illetini, Hemmâm'm Ebu Hureyre'den naklettiği hadiste geçen "zira sağ tarafında melek vardır" gerekçesi ile izah edenler, söz konusu yasağı namaz hali ile tahsis etmişlerdir.
Hattâbî şöyle demiştir: "Eğer solunda biri varsa, her iki tarafa da tükürmez. Ayağının altına veya elbisesine tükürür."
413- Enes İbn Mâlik Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmîştir:
"Müslüman namaz kılarken Rabbine münacatta bulunur. O halde Önünüze ve sağ tarafınıza tükürmeyin. Eğer mecbur kalırsanız solunuza veya ayağınızı bastığınız yere tükürsün.
414- Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü caminin kıble istikametinde balgam gördü. Hemen bir taş alıp onu kazıdı. Sonra insanların önüne ve sağma tükürmesini yasakladı. Soluna veya sol ayağının altına tükürmesine ise müsaade etti."
415- Enes İbn Mâlikten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Camiye tükürmek, bir günahtır. Keffâreti ise onu gömmektir."
Ahmed İbn Hanbel ile Taberânî, merfû' olarak Ebu Ümâme'den şu hadisi nakletmelerdir: "Camide balgam çıkarıp sonra onu gömmemek günahtır, onu gömmek ise sevaptır." Buna göre Allah Resulü balgamın gömülmemesini günah kabul etmiştir. Buna benzer bir hadis de, İmam Müslim tarafından merfû' olarak Ebu Zerr'den nakledilmiştir: 'Ümmetimin işlediği kötülükler arasında, camide çıkarılıp gömülmeyen balgamı da gördüm." Kurtubî şöyle demiştir: "Balgamın camide çıkarılması günah sayılmamıştır. Aksine çıkarıldıktan sonra gömülmeden bırakılması günah kabul edilmiştir.
Saîd İbn Mansur'un rivayetine göre Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrâh, bir gece camiye balgamını çıkarmış, ama gömmeyi unutmuştu. Evine gittikten sonra hatırlayınca eline bir meşale alarak gelip balgamını aramış, onu bulup gömmüş ve: "Bu gece bana günah yazmayan Allah'a hamd olsun" demişti..
Bu rivayet göstermektedir ki, günah olan davranış, camide balgamı gömmeden bırakan kimsenin yaptığıdır. Yoksa onu gömene bir günah yoktur. Camiye balgam çıkarmanın yasaklanma nedeni, Müslümanlara eziyet vermesidir. Bu illet, bahsettiğimiz sonucu gösterir.
Bazıları meseleyi ayrıntılı biçimde ele alarak bir Özür dolayısıyla camiden çıkamayan kimsenin camiye tükürüp onu gömmesinde bir sakınca görmezken, camiden çıkmasına bir mani bulunmayan kimselerin camiye tükürmesini yasaklamıştır. Gerçekten de bu, güzel bir ayırımdır.
416- Hemmâm, Ebu Hureyre kanalıyla Hz. Peygamber'in Şöyle buyurduğunu nakletmiştîr: "Sizden biri namaza durduğu zaman, önüne tükürmesin! Çünkü namaz kılarken Allah'a münacat etmektedir. Sağ tarafına da tükürmesin! Çünkü o tarafında bir melek vardır. Soluna ya da ayağını bastığı yere tükürsün. Sonra da onu gömsün!"
417- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü kıble tarafında balgam gördü. Eliyle onu temizledi. Bundan rahatsızlık duyduğu belli oluyordu (veya bundan dolayı aşırı derecede hoşnutsuz olduğu belliydi). Orada bulunanlara şöyle dedi: "Sizden biri namaza durduğu vakit, bilsin ki, Rabbine münacatta bulunur (veya Rabbi onunla kıble arasındadır). Öyleyse, kıbleye doğru tükürmesin. Soluna veya ayağını bastığı yere tükürsün." Daha sonra ridasının ucunu tuttu ve ona tükürdü. Sonra elbisesini katlayıp şöyle buyurdu: "Ya da böyle yapsm!"
Yukarıda yer verdiğimiz sonuçlara ilaveten hadisten çıkarılan hükümler ve faydalı bilgiler şunlardır:
1- Pis kabul edilen veya kendisinden kaçılan şeyler camilerden uzak tutulur.
2- İmam, caminin durumunu araştırır, ona gereken saygıyı gösterir ve onu her türlü kötü şeyden korur.
3- Kişi namaz kılarken tükürebilir. Bu, onun namazını bozmaz.
4- Namazda iken öksürmek ve üflemek caizdir. Çünkü balgam, üfleyerek veya öksürerek atılır. Tabi ki, aşırıya kaçmamak ve bunu bir oyun haline getirmemek şartı vardır. Ayrıca öksürüğün, en azı iki harf veya uzatılarak okunan tek harf olan bir söze dönüşmemesi de aranır.
5- İmam Buhârî bu hadisi, namazda İken üflemenin caiz olduğuna delil getirmiştir. Nitekim "Namaz Böiümü'nün sonlarına doğru bunu göreceğiz. Çoğunluk da, bu görüştedir. Ancak bir önceki maddede sayılan şartlar burada da geçerlidir.
6- Tükürük temizdir. Aynı şekilde balgam ve sümük de temizdir. "İnsan tabiatının pis gördüğü her şey haramdır" diyenler bu konuda farklı düşünmüşlerdir.
7- Huşun ve kubuh (iyi ve kötü) meselesi ancak nas ile bilinir.
8- Sağ taraf sol tarafa göre faziletlidir. Eller de, ayaklara göre üstündür.
9- Çok hayırlı kimselerin bile bolca iyilik yapması teşvik edilmiştir. Çünkü bizzat Hz. Peygamber'in kendisi, balgamı temizlemeyi üstlenmistir. Aynı zamanda bu olay, onun ne kadar alçakgönüllü olduğunu gösterir. Hak Teâîâ onun, şerefini ve şanını artırsın!
418- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu ve nakletmiştir:
"Siz benim kıblem yalnız şurasıdır, dolayısıyla önümden başka bir yeri görmem mi sanıyorsunuz? Allah'a and olsun ki, sizin ne huşunuz ne de rükûunuz bana gizli kalır. Elbette sizi arkamdan da görüyorum."
(Siz benim kıblem yalnız şurasıdır, dolayısıyla önümden başka bir yeri görmediğimi mi sanıyorsunuz?) Buradaki istifham, istifham-ı inkârîdin Bu durumda mana şu şekildedir: Siz, kıblem bu tarafta diye yaptıklarınızı görmediğimi zannetmeyin!
Bir yöne dönen, diğer tarafa sırtını döner. Allah Resulü görme duyusunun bir yöne bağlı olmadığını bildirmiştir. Bunun ne anlama geldiği konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Doğrusu, lafız neye delalet ediyorsa öyle anlaşılması gerekir. Yani buradaki görmeden maksat, gerçek görmedir. Bu durum Allah Resûlü'ne özel bir durumdu. Bir başka ifade ile bu, bir mucizedir. İmam Buhârî de bu görüştedir. Bundan dolayı bu hadisi, "Nübüvvetin Alâmetleri" bölümünde zikretmiştir. Ahmed İbn Hanbel ve diğer muhad-dislerin de bu görüşte olduğu nakledilmiştir.
419- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bize bir namaz kıldırdı. Sonra minbere çıktı ve 'Ben sizi şu an gördüğüm gibi namazda ve rukûdayken de görüyorum' buyurdu.[8]
(Şu an gördüğüm gibi); Tercih edilen görüşe göre bu rivayette, görmeden maksat göz ile görmektir. Hadîsin zahiri, bunun sadece namazlara özel bir durum olduğunu gösterir. Ayrıca bu hadiste, namazı huşu1 içinde kılmak ile tadîl-i erkâna riayet etmek teşvik edilmiştir. Yine bu hadisten çıkan bir başka sonuca göre ise, imam, insanların namazdaki durumları hakkında, özellikle de olmaması gereken aykırı bir durum gördüğü zaman oniara nasihat etmelidir. Huşunun hükmünü, imam Buhârî'nin namazın nasıl kılınacağını işlediği konu başlıklarının yer aldığı bölümde, diğer konularla birlikte ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.
420- Abdullah Hz. Ömer'den şöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamber yarışa hazırlanmış atlar arasında Hafyâ'dan Veda' tepesine kadar yarış yapmıştır. Yarışa hazırlanmamış atlar arasında Seniyye'den Zuraykoğu 1ları camisine kadar yarışmıştır. Abdullah İbn Ömer de yarışanlar arasında idi.[9]
(Zuraykoğullan camisi); Bu hadise göre camilere, onları yaptıranların veye orada namaz kılanların adı verilebilir. İyilikleri yapanlarla birlikte anmak da bu nunla aynı hükümdedir. Çoğunluk bu kanaattedir.
Ebu Abdullah (İmam Buhari) şöyle demiştir. Hurma salkımı anlamına gelir. Tesniyesi çoğulu ise örneğinde olduğu gibi şeklindedir.
421- Enes İbn Mâlikten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'e mısırı Bahreyn'den mal geldi. 'Bunu mescide yığın!' buyurdu. Bu, şimdiye kadar Allah Resûlü'ne gelen en fazla mal idi. Rasûlullah namaz için evinden çıktı, bu sırada gelen mala hiç bakmadı. Namazı bitirdikten sonra malın yanma geldi. Kimi gördüyse ona biraz verdi. Bu esnada amcası Abbâs çıkageldi ve 'Ey Allah'ın elçisi bana da ver. Zira (Bedir'de) hem kendim hem de Akîl için fidye verdim' dedi. Alİah Resulü dedi. Bunun üzerine Abbâs, yere serdiği beze doldurmaya başladı. Sonra bezi kaldırmayı denedi, ama başaramadı. 'Ey Allah'ın elçisi birine emret de, sırtıma kaldırsın' dedi. Rasûlullah saJalifihu aievhi ve senem 'Hayır, olmaz' buyurdu. Bu defa 'Bari sen sırtıma kaldır' dedi. Allah Resulü yine 'hayır, olmaz' dedi. Sonra Abbâs, aldıklarının bir kısmını dağıttı. Tekrar kaldırmayı denedi. Ama başaramadı. Yine Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın elçisi! Birine emret de sırtıma kaldırsın' dedi. Rasûlullah Hayır, olmaz' dedi. Abbâs 'O zaman sen kaldır1 dedi. Rasûlullah =aibiwhu aleyhi ve seik^ı yine 'Hayır, olmaz' dedi. Bunun üzerine Abbâs aldıklarının bir kısmını geri koydu. Sonra yükünü alıp omzuna koydu ve gitti. Hz. Peygamber onun hırsına hayret ettiği İçin gözümüzden kaybolana kadar arkasından baka kaldı. Son dirhem dağıtılana kadar da, meclisi terk etmedi.[10]
(Camide mal paylaştırmak); Bu başlık camide mal paylaşmanın caiz olduğunu gösterir. üzerinde hurma olan dala denir. Bu konuda Sâbit'in "Delâil" adlı eserinde tahriç ettiği bir başka hadis daha vardır. Şöyle ki; "Hz. Peygamber her bahçeden Mescid-i Nebevi'ye bir hurma dalı asılmasını emretti." Allah Resulü hurma dallarının asılmasını yoksullar için istemişti. Sâbit'in bir diğer rivayetinde ise bu olay şöyle anlatılmıştır: "Gelen malın başında Muâz İbn Cebel duruyordu." Muâz'ın gelen malın başında durması, ya ona bekçilik ettiği ya da dağıtımıyla görevlendirildiği içindir.
(Bahreyn'den mal geldi.) İbn EbîŞeybe, Humeyd İbn Hilâl kanalıyla mürsel bir rivayetle, gelen malın Bahreyn için Ön görülmüş haraç olarak Ala İbn el-Hadrami tarafından yollanan yüz bin dirhem olduğunu nakletmiştir. Bu haraç, Hz. Peygamber'e gönderilen ilk haraçtı.
(Hem de Akîl için fidye verdim.) Akîl Ebu Tâlib'in oğlu, Hz. Ali'nin de kardeşidir. Bedir'de amcasıyla birlikte esir edilmişti.
Bu fiil bir şeyi kaldırıp taşımayı ifade eder.
Bu hadiste Hz. Peygamber'in cömertliği bir kez daha ortaya çıkmıştır. O, az veya çok olsun malı hiç önemsemezdi, dönüp ona bakmazdı bile. Ayrıca bu hadis, devlet başkanının kamu yararına olan mallan, hak edenlere geciktirmeden dağıtması gerektiğini gösterir.
Bu hadisten çıkarılan sonuçlara, "Cihad Bölümü"nde "Müşriklerden Fidye Alınması" başlığı altında yer vereceğiz. Bu hadisi İmam Buhârî orada özet olarak zikre de çektir.
Burada bu hadise yer verilmesinin nedeni, Müslümanların ortak malı olan sadaka gibi şeylerin camiye konulabileceğini göstermek içindir. Ancak bunun bir şartı vardır. O da, konan eşyaların namaz gibi camilerin inşa gayesine uygun ibadetlere engel olmaması gerekir. Bahreyn'den gelen malın camiye konması gibi, fitır sadakası olan mallar da camiye konabilir. Ayrıca bu hadisten, insanlara faydalı olan şeylerin de camiye konabileceği anlaşılır. Mesela susayanların İçmesi için su gibi.
Camiye dağıtılmak üzere konan malzeme ile depolamak için konan mallar birbirinden ayırt edilebilir. Depolamak İçin konan mallar, dağıtılacak malların aksine korunur.
422- Ishak İbn Abdullah Enes İbn Mâlik'ten şöyle işittiğini nakletmiştir:
"Hz. Peygamber'i insanlarla birlikte camide otururken buldum. Bana 'Seni Ebu Talha mı gönderdi?' diye sordu. Ben 'Evet' deyince, Yemeğe davet etmen için mi?' diye sordu. Ben yine 'Evet' dedim. Bunun üzerine beraberindekilere 'Kalkın gidelim' dedi. Cemaat yürümeye başladı. Ben de önlerinde yürüdüm.[11]
(Camide Yemek Davetinde Bulunmak ve Daveti Kabul Etmek); Bu hadis, ziyafet olmasa bile yemeğe davet ile bir kaç kişiye yetecek yemeğe çok kişiyi çağırmanın caiz olduğunu gösterir. Ayrıca davet edilenin, davet sahibinin kızmayacağını bildiği takdirde beraberinde başkalarını da götürmesinde bir sakınca olmadığını İfâde eder.
423- Sehl İbn Sa'd'dan şöyle nakledilmiştir: "Biri Hz. Peygamber'e Ey Allah'ın elçisi! Adam, karısının yanında başka bir erkeği görürse, onu öldürebilir mi?' diye sordu. Sonra benim yanımda camide iken karı koca birbiriyle Han yaptı.[12]
424- İtbân İbn Mâlik'ten yapılan rivayete göre Hz. Peygamber onun evine gelmiş. Ona 'Evinin neresinde sana namaz kıldırmamı istersin?' diye sormuş. Itbân olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: "Ona bir yer gösterdim. Rasûlullah tekbir getirip namaza başladı. Biz de arkasında saf tuttuk. Bize, iki rekat namaz kıldırdı.[13]
Mühelleb şöyle demiştir: "Bu konuda zikredilen hadis, konu başlığının ilk bölümünde belirtilen hükmün ilga edildiğine delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber nerede namaz kılabileceği hususunda ev sahibinden izin istemiştir." Ibnu'l-Müneyyir de şunları söylemiştir; "İmam Buhârî meselenin araştırmaya açık bir konu olduğunu ifade etmek istemiştir. Şöyle ki; davet edilen kimse, gittiği evde dilediği yerde namaz kılabilir mi? Eve girmesi konusunda kendisine verilen izin, evin her tarafını kapsar mı? Nereye oturursa otursun, nerede namaz kılarsa kılsın bu umumi izne göre hareket etmiş olur mu? Yoksa nerede namaz kılacağı konusunda izin alması mı gerekir? Zira Allah Resulü izin istemişti. Bu iki İhtimalden ilki daha güçlü görünmektedir. Evet, Allah Resulü izin istemişti. Çünkü ev sahibi namaz kılacağı yeri mübarek kabul etmek için Onu davet etmişti. Bu yüzden namaz kılmak için ev sahibinden, bu amacına uygun yeri göstermesini talep etmişti. Kendisi için namaz kılacak olanlar, genel izne göre hareket ederler." Kanaatime göre ev sahibi, namaz kılacak yeri gösterirse, bu umumi izin tahsise uğramış demektir.
Berâ İbn Azib, evindeki mescidinde cemaatle namaz kılmıştır.
425- İbn Şihâb'dan şöyle nakledilmiştir: "Mahmud İbn er-Rabî' el-Ensârî bize şöyle anlattı: Ashâb-ı kiramın ensâr kolundan Bedir savaşına katılmış Itbân İbn Mâlik bir gün Rasûlullah'a gelerek Ey Allah'ın elçisi! Akrabalarıma namaz kıldırıyorum. Ama artık gözlerim fonksiyonunu yitirmeye başladı. Yağmur yağıp onlarla evim arasındaki vadiden seller akınca camilerine gidip onlara namaz kıldıramıyorum. Ey Allah'ın elçisi istedim ki, gelip evimde bana namaz kıldırasın. Sonra ben de orayı namazgah edineyim' dedi. Hz. Peygamber ve de ona İnşallah, gelirim' diyerek karşılık verdi."
Itbân olayın bundan sonraki kısmını şu şekilde anlatır: "Bir sabah güneş yükselince Allah Resulü Ebu Bekir ile birlikte çıkageldi. Rasûiullah eve girmek için izin istedi, ben de kabul ettim. Eve girince oturmadı. Sonra 'Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?' diye sordu. Ona evin bir köşesini gösterdim. Rasûiullah namaza durup tekbir aldı. Biz de arkasında durup saf tuttuk. İki rekat namaz kıldırıp selâm verdi."
Itbân daha sonra şöyle devam etti: "Onun için hazırladığımız hazire aşma kalması için gitmesine müsaade etmedik. (Rasûlullah'ın burada olduğunu duyan) çok sayıda mahalle sakini eve akın etti. Nihayet herkes evde toplandı. İçlerinden biri 'Mâlik İbn Duhşin veya İbn Duhayşun nerede?' diye sordu. Bir başkası 'O münafıktır. Allah'ı ve Peygamberi'ni sevmez' diyerek karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Böyle demeyin! Onun Allah rızasını gözeterek lâ ilahe illallah dediğini görmediniz mi?' şeklinde tepki gösterdi. Bu defa ona münafık diyen sahâbî 'Allah ve Peygamberi daha iyi bilir' dedi."
Itbân şöyle devam etti: "Hep Allah Resûlü'nün münafıklara karşı teveccüh gösterip onların iyiliğini istediğine şahit olduk. Hz. Peygamber Şüphesiz Allah, kendi rızasını gözeterek tâ ilahe illallah diyen kimseye ateşi haram kılmıştır' buyurdu.
İbn Şihâb şöyle dedi: "Ensârdan hayırda ön plana çıkan Salİm'in oğullarından biri olan Husayn İbn Muhammed'e Mahmud İbn Rabi' hadisinin sıhhatini sordum. O da, sahih olduğunu belirtti."
(Artık gözlerim fonksiyonunu yitirmeye başladı); Bir başka rivayette "Artık gözlerim yoruldu" şeklinde geçmektedir. Her iki rivayet de, o sırada Itbân'm henüz kör olmadığını gösterir. Ancak İmam Buharı, "Yağmurlu Zamanlarda Verilen İzin" konusunda şu haberi nakletmiştir: "Itbân, âmâ olduğu halde kavmine namaz kıidırırdı. Hz. Peygambere hava karanlık oluyor, yağmur yağıyor, ben ise gözleri görmeyen bir adamım' dedi."
İbn Huzeyme iki rivayeti şu şekilde uzlaştırmıştır: ifadesi henüz görme yeteneğini yitirmeyen ama iyi göremeyen kimseler için kullanıldığı gibi hiçbir şeyi göremeyen kimseler için de kullanılır. Burada en uygunu, şöyle demektir: Itbân gözleri git gide görmez hale geldiği, ayrıca bu tabir, sıhhat halinde gördüğü bazı şeyleri görme duyusunu yitirenler hakkında kullanıldığı için âmâ olduğunu söylemiştir. Böylece iki rivayet arasındaki çelişki giderilir.
(Hazire); Bir tür yemektir. İbn Kuteybe (Ö.276) bu yemeği şöyle tarif etmiştir: "Küçük küçük doğranmış etler, bol miktarda suya konur ve pişinceye kadar kaynatılır. Sonra üzerine un serpilir."
(Hayırda ön plana çıkan); "Nafile Namazları Cemaatle Kılmak" konusunda Ebu Eyyub el-Ensârî'nin Mahmud İbn Rabînin Itbân'dan naklettiği bu haberi, kelime-i tevhidi söyleyenlerin tamamının yanmayacağını ifade ettiği gerekçesiyle, inkar ettiğini gösteren rivayet aktarılacaktır. Nitekim şefaate ilişkin hadisler, kelime-İ tevhidi söyleyen bazı kimselerin de, azab göreceğini bildirir. Alimler bu itiraza şu şekilde cevap vermişlerdir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1- İmam Müslim'in naklettiği hadis. Bu hadise göre, İbn Şihâb bu konudaki rivayetten sonra "Bu olayın ardından farzlar ve diğer hususlara ilişkin vahiy geldi. Bize göre bundan böyle, cehennemde azap görmek, bunlara riayet edip etmemeye bağlıdır. Artık kendini aldatmamayı başaran, kendisini aldatmasın!" demiştir. Ancak onun bu sözü, pek de isabetli değildir. Çünkü beş vakit namaz, tartışmasız olarak bu olaydan çok önce farz kılınmıştı. Bu başlık altında verilen hadisten ilk akla gelen mana ise, beş vakit namazı terk eden muvahhidlerin azap görmeyeceğidir.
2- İhlaslı bir şekilde kelime-i tevhidi söyleyenler azap görmez. Çünkü her kim ihlash bir şekilde la ilahe illallah derse farzları terk etmez. İhlas, insanın ödevlerini yerine getirmesini sağlar. Bu cevap, İhlasın böyle bir sonuca götürmesinin kesin olmadığı belirtilerek eleştirilmiştir.
3- Burada muvahhidlerin ebedî olarak cehennemde kalmayacakları dilmiş-tir.
4- Burada muvahhidlerin Müslüman günahkârlar için hazırlanmış ateşe değil de, kafirler için hazırlanmış ateşe girmelerinin haram olduğu kasdedilmiştir.
5- Muvahhidlerin ateşe girmelerinin haram kılınması, salih amellerinin kabul edilip kötü amellerinin bağışlanmasına bağlanmıştır.
1- Âmâlar imam olabilir.
2- Bunaklık dahil insan kendisindeki bir takım kusurlardan bahsedebilir. Böyle yapması şikayet ettiği anlamına gelmez.
3- Medine'de Hz. Peygamber'in mescidinin dışında cemaatle namaz kılman başka camilerin de olduğu bu hadisten anlaşılır.
4- Yağmur ve karanlık gibi nedenlerden dolayı cemaate gidilmeyebilir.
5- Namaz için belli bir yer edinilebilir. Ebu Davud'un rivayet ettiği hadis ile yasaklanan, camide belli bir yeri işgal etmek, riya vs. gibi dinin hoş karşılamadığı sebeplerden ötürüdür.
6- Safların düzgün hale getirilmesi gerekir.
7- Misafirin ev sahibine namaz kıldırmasını yasaklayan genel hüküm, ziyareti gerçekleştirenin emiru'l-mü'minin/haîife olması veya ev sahibinin müsaade etmesi halinde geçerli değildir. Hatta bu durumda namaz kıldırmaları mekruh bile değildir. Yani bu umumi hüküm, böylesi durumlarda tahsise uğrar.
8- Hz. Peygamber'in namaz kıldığı veya bastığı yerler mübarek kabul edilir.
9- Salih kimseler, kendilerinin bereketinden istifade etmek üzere çağrıldıkları zaman fitneden emin oldukları sürece davete icabet eder.[14] Itbân, Hz. Peygamber'in namaz kıldırmasını, belki de kıbleyi tam olarak tespit etmek için istemiş olabilir.
10- Faziletli kimseler, kendilerinden aşağıda olan kimselerin davetine icabet eder.
11- Verilen sözü tutmak gerekir.
12- Davet sahibinin rahatsız olmayacağını bildiği takdirde, misafir arkadaşlarını da davete götürebilir.
13- Davet edenin evine girmek için ondan izin istenir.
14- Evin bir köşesinde edinilen namazgahlara her ne kadar mescid adı verilse de, buraların vakfedilmesi gerekmez.
15- Mahalle sakinleri komşularından birinin evine gelen imamdan veya âlim bir zattan istifade edip ondan feyz almak için o evde toplanabilir.
16- Dini bakımdan düzgün olmadığı zannedilen kimselerden devlet başkanı nezdinde uyarı şeklinde bahsedilmesi, gıybet sayılmaz. Hatta devlet başkanının bizzat kendisi bu durumu araştırabilir ve meseleyi güzel bir şekilde çözüme kavuşturur.
17- Herhangi mazeret olmadan cemaate gelmeyen kimselerin neden gelmedikleri araştırılır.
18- İnanç olmadan söz ile iman gerçekleşmez.
19- Tevhîd inancı üzere ölen kimse, ebedî olarak cehennemde kalmaz.
İmam Buhârî bu olayı, bu ve bundan önceki başlık dışında şu konularda da zikretmiştir:
Yağmur yağdığı zaman binek üzerinde namaz kılmaya izin verilmiştir
Nafile namazların cemaatle kılınması İmam ve me'mumun selamı
Devlet başkanı bir topluğu ziyaret ederse onlara namaz kıldırır.
Itbân'ın Bedir savaşma katılması ve domuz eti yemek.
Allah rızası için yapılan amel kabul edilirse sahibini kurtarır.
Bir delile dayanarak başkasının münafık olduğunu iddia eden kimsenin durumu
Ibn Ömer, sağ ayağı ile girer sol ayağı ile çıkardı.
426- Hz. Âişe validemizden şöyle nakledilmiştir: "Temizlik yaparken, taranırken, ayakkabısını giyerken, hasılı bütün işlerinde mümkün olduğu kadar sağdan başlamak, Hz. Peygamber'in hoşuna giderdi."
Hâkim'in "Müstedrek"inde Enes îbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Camiye girmeye niyet ettiğin zaman, sağ adımını atman sünnettir. Camiden çıkınca ise, sol ayağını atarsın." Sahabînin "Sünnet bu şekildedir " sözü, bu rivayetin merfû' şeklinde anlaşılması gerektiğini gösterir. Doğru olan da budur.
Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen Yahudilere Allah lanet etmiştir" Kabirlerde mekruh olan namazlar,
Hz. Ömer, Enes İbn Mâlik'i bir kabrin yanında namaz kılarken görünce "kabre dikkat et! Kabre dikkat et!" demiş, ama namazını iade etmesini emret-memişti.
427- Hz. Âişe validemizden şöyle nakledilmiştir: "Ümmü Habibe ile Ümmü Seleme Habeşistan'da gördükleri içinde resimler bulunan bir kiliseden bahsettiler. Bundan Hz. Peygamber'e de söz ettiler. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: Onlar, aralarından salih bir zât öldüğü zaman mezarının üstüne bir mescid yapıp içine de o görmüş olduğunuz resimleri çizerlerdi. İşte onlar kıyamet günü Allah katında mahlukatın en kötüsüdür.[15]
428- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledildi:
"Hz. Peygamber Medine'ye geldi. Şehrin yukarı kesimlerinde bulunan ve kendilerine Benû Amr İbn Avf denilen ailenin mahallesinde konakladı. Burada on dört gece kaldı. Sonra Neccaroğulları'na haber saldı. Onlar da kılıçlarını kuşanmış bir vaziyette geldiler. Hz. Peygamber bir binek üzerinde, Ebu Bekir İse onun terkinde İdi. Neccar oğullan nın ileri gelenleri ise, onun etrafındaydı. Bu tablo hâlâ gözümün önündedir.
Nihayet Allah Resulü Ebu Eyyub'un evinin Önündeki durdu. Nerede namaz vakti girerse oracıkta namazını kılmayı severdi. Koyun ağıllarında bile kıldığı olurdu. Nihayet mescidin yapılmasını emretti. Neccaroğu Uan'nın ileri gelenlerine (gelmeleri için) haber yolladı. (Gelince) onlara' Şu arsanız ve duvarınızın değerini bana söy/eyin1 buyurdu. Onlar da, 'Hayır Allah'a yemin ederiz ki bunun bedelini istemiyoruz. Biz, onu Allah için bağışlamak istiyoruz' diye karşılık verdiler."
Enes şöyle dedi: "O arsada, şu an size anlattığım gibi, müşriklerin kabirleri, harabeler, duvarlar ve hurma ağaçları vardı. Allah Resulü müşriklerin kabirlerinin çıkarılıp başka bir yere nakledilmesini emretti. Harabeler düzlendi. Hurma ağaçlan ise söküldü. Hurma ağaçlarının gövdeleri, kıble istikametine dizildi. Kapının etrafı taşlarla örüldü. Ashâb-ı kiram, recez vezninden beyitler söyleyerek taş taşımaya başladı. Allah Resulü de, onlarla birlikte çalışıyordu. Bir yandan da şu beyti söylüyordu:
Allah'ım! Yoktur hayır âhiret hayrından başka Ensâr ve muhacirleri sen bağışla"
(Cahiliyye müşriklerinin kabirlerinin başka bir yere nakledilmesi mümkün mü?); Peygamberler ile onlara tabî olan insanların kabirleri başka bir yere taşınmaz. Çünkü, kabirlerin açılıp taşınması, onlara karşı yapılmış saygısızlık anlamına gelir. Müşrikler için İse, böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü onlara Wşı saygı gösterme zorunluluğu yoktur.
İmam Buharı, Hz. Peygamberin bhiwicnr. "Peygamberlerinin kabir-terini mescid edinen Yahudilere Allah lanet etmiştir" sözü ile şu sonuca ulaşmak istemiştir: Kabirlerin ibadethaneye dönüştürülmesine yönelik tehdit, peygamberlerin veya salih kulların kabirlerini, onlara gösterdikleri aşırı saygıdan dolayı cami olarak kullananları da kapsar. Nitekim cahiliye dönemi İnsanları da, kabir-krebu şekiîde saygı gösteriyordu. Bu davranışları daha sonraları, kabirlere etmelerine neden olmuştu. Aynı şekilde bu tehdit, onların kabirlerini açıp, Kemiklerini bir başka yere naklederek mezar yerlerine cami yapanları da kapsar. hüküm, aslında peygamberlere özeldir. Ancak onlara tabi olanlar hakkında da aynı hüküm geçerlidir. Kâfirlerin ise, kabirlerini açmakta ve onları küçük davranışta bulunmada bir sakınca yoktur. Mezar yerlerine cami yaptırmak, onlara yönelik aşırı saygı anlamına gelmez. Böylece, Allah Resûlü'nün müşriklerin kabirlerinin açılmasına yönelik davranışı ve onların mezar yerlerine mescidini yaptırması ile peygamberlerin kabirlerini mescid edinenlere lanet okuması arasında yukarıda işaret ettiğimiz farktan dolayı bir çelişki olmadığı anlaşılır.
(Kabirlerde mekruh olan namazlar); Kabrin üzerinde, kabre karşı, veya İki kabir arasında kılman namazlar mekruhtur. Bu konuda İmam Müslim, Ebu Mer-sed el-Ganevî kanalıyla merfû' olarak şu hadisi nakletmiştir: "Kabirlerin üzerine oturmayın, onlara doğru veya onların üzerinde namaz da kılmayın!" Bu hadis Buhârî'nin şartlarına uygun değildir. Bu yüzden o, konu başlığında ona temas etti. Akabinde de, Hz. Ömer'den gelen ve bu rivayetteki yasağın namazın fasit olduğuna delalet etmediğini gösteren rivayeti nakletti. Söz konusu rivayetin metni şöyledir: "Hz. Ömer, Enes Ibn Mâlik'i bir kabrin yanında namaz kılarken görünce "kabre dikkat et! Kabre dikkat et!" demişti." Enes onun kabir yerine kameray dediğini zannetmişti. Onun kabir dediğini anlayınca kabrin kenarına geçip orada namaz kılmıştı."
(Namazını iade etmesini emretmemişti) Bu sonuç, Enes'İn namaza devam etmesinden çıkarılmıştır. Eğer burada namaz kılmak, namazı bozacak olsaydı, şüphesiz o, namazını bozar ve uygun bir yerde yeniden kılardı.
(Ümmü Habîbe ve Ümmü Seleme); Her ikisi de Hz. Peygamberin hanımlarıdır. Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar arasında idiler.
İmam Müslim'in Cündüb'den naklettiği rivayete göre Hz. Peygamber bu hadisi vefatından beş gün önce söylemiştir. Rivayette şu şekilde bir de, ilave vardır; "Kabirleri mescide dönüştürmeyin. Ben, size bunu yasaklıyorum!" Burada hadisin ne zaman söylendiğinin belirtilmesi, bu hükmün neshedilmemiş muhkem bir hüküm olduğunu gösterir. Çünkü Allah Resû-lü'nün hayatının son demlerinde söylenmiştir.
(İçine de o görmüş olduğunuz resimlen çizerlerdi); İlk Hıristiyanlar, salih kulların resimlerini ibadethanelerine yaparak, onların resimlerine bakıp motive olmayı, onların iyi hallerinden ders almayı ve onlar gibi çalışmayı hedeflemişlerdi. Daha sonra arkalarından pek çok nesil gelip geçti. Onların gayelerinin ne olduğunu bilemez hale geldiler. Şeytan da onlara 'Sizden önceki nesiller, bu resimlere İbadet edip gerekli saygıyı gösteriyordu' diyerek vesvese verdi. Nihayet, o muttaki ve salih atalarının resimlerine ibadet etmeye başladılar. Bundan dolayı Hz. Peygamber bu sonuca götürecek bir aracın önüne geçmek İçin bu tür davranışları yasaklamıştır. Ayrıca hadiste, resim yapmanın hararn olduğuna dair bir delil vardır.
Beydâvî şöyle demiştir; "Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberlerini yüceltmek maksadıyla onların kabirlerine secde edip, onları namazlarında yöneldikleri kıbleler haline getirmiş ve bu kabirleri put edinmişlerdi. Bu yüzden Allah Resulü onları lanetlemiş, Müslümanlara da onlar gibi olmalarını yasaklamıştır. Kabre doğru yönelmeden, bir de tazim için değil de, hayır ummak gayesiyle salih bir kulun kabrinin yanında cami yapmak, bu tehdidin kapsamına girmez.[16]
(Ebu Bekir onun terkindeydi); Hz. Peygamber Ebu Bekir'i onurlandırmak ve ona verdiği değeri göstermek için onu terkine bindirmişti. Yoksa Ebu Bekir'in de hicret sırasında bindiği bir devesi vardı.
(Değerini bana söyleyin); Allah Resûlü'nün bu sözü şu manaya gelir: "Arsanızın fiyatını söyleyin ki, ben de onun için takdir ettiğim bedeli söyleyeyim." Hz. Peygamber? pazarlık için böyle konuşmuştu.
(Biz, onu Allah için bağışlamak istiyoruz') İsmâîlî nüshasında bu ifade yerine "biz onun bedelini ancak Allah'tan umarız" ibaresi yer almıştır.
1- Müslümanın gördüğü ilginç şeyleri anlatması caizdir. Bunların hükmünü açıklamak ise âlimlere düşer.
2- Haram işleyenler kınanır.
3- Hükümler konusunda akıl değil, dinin söylemleri esastır.
4- Kabristanda namaz kılmak mekruhtur. İster kabrin üstünde, ister yanında isterse ona karşı olsun bu hüküm değişmez.
5- Kişi mülkiyetini elinde bulundurduğu mezarlıkları hibe edebilir ve satabilir.
6- Saygı duyulması gereken kimselere ait olmamak kaydıyla belirsiz hale gelmiş mezarlar başka bir yere nakledilebilir.
7- İçindeki mezar kalıntıları çıkartılıp başka yere nakledildikten sonra müşriklerin kabirlerinin bulunduğu yerde namaz kılınabilîr.
8- Müşriklerin kabirlerinin yerine cami yapılabilir.
429- Enes İbn Mâlikten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber davar ağıllarında namaz kılardı." Bu hadisi Enes'ten nakleden ravi "daha sonraları Enes'in, 'Mescid inşa edilmeden davar ağıllarında namaz kılardı' dediğini işittim" demiştir.
(Davar Ağıllarında Namaz Kılmak); Enes'in naklettiği bu hadis de bir önceki hadisin bir bölümüdür. Önceki hadiste Allah Resûlü'nün namaz vakti nerede girerse, davar ağılında olsa bile oracıkta namaz kılmayı sevdiği belirtilmişti. Burada ise, mescid inşa edilmeden önce böyle yaptığından bahsedilmiştir. Mescid inşa edildikten sonra Hz. Peygamber mescid dışında, bir zaruret bulunması durumu hariç, namaz kılmayı sevmezdi.
ibn Battal şöyle demiştir: "Bu hadis koyun sidiği ve pisliğinin pis olduğunu söyleyen İmam Şafiî'ye karşı bir delildir. Çünkü davar ağıllarında bunların bulunmadığı bir yer yoktur." Ancak "Asıl olan temizliktir. Genellikle buralarda necasetten kurtulmak mümkün değildir. Asıl ile genel çeliştiği zaman asıl tercih edilir" denerek ona da itiraz edilmiştir. "Temizlik Bölümü"nde "Deve Bevli" konusunda bu mesele ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.
Hadisin devamı, Hz. Peygamber'in mescidin inşasından sonra koyun ağıllarında namaz kılmadığını gösterir. Ancak "Temizlik Bölümü"nde geçtiği üzere, buralarda namaz kılınmasına müsaade etmiştir.
430- Nâfi'den şöyle dediği nakledilmiştir: "İbn Ömer'i devesine doğru namaz kılarken gördüm. Onun da Hz. Peygamber'in de bu şekilde namaz kıldığını gördüğünü söyledi.[17]
(Develerin Bulunduğu Yerlerde Namaz Kılmak); Bu başlık ile, koyun ile deve arasında fark gözeten hadislere İşaret edilmiştir. Ancak bu hadisler İmam Buhârî'nin şartlarını taşımaz. Fakat yine de güçlü senetlerle nakledilmiştir. Rivayetlerin çoğunda, "deve yatakları" tabiri geçmektedir. Câbir Ibn Semura ile el-Berâ'dan nakledilen hadiste "develerin çöktüğü yerler", "deve barınağı", "develerin çökertildiği yer", "deve ağılı" ifadeleri kullanılmıştır. İmam Buhârî ise, "develerin bulunduğu yerler" tabirini kullanmayı tercih etmiştir. Çünkü bu ifade, hepsini içine alacak kapsamdadır. "Deve yatakları" ifadesi "develerin bulunduğu yer" tabirinden daha dar anlamlıdır. Çünkü yatak diye tabir olunan yer, develerin sadece su kenarında bulundukları mekanlar İçin kullanılır. Bazı âlimlere göre, develerin bulunduğu diğer yerlerin aksine yalnızca buralarda namaz kılmak yasaklanmıştır. Yatak diye tabir olunan yerlerin develer için tahsis edilen her türlü mekanı kapsadığı da belirtilmiştir. "el-Muğnf adlı eserin müellifi bu görüşü, Ahmed îbn Hanbel'den nakletmiştir.
İsmâîlî, İmam Buhârî'nin, İbn Ömer hadisini delil olarak kullanmasına "Deveye doğru namaz kılmak ve onu sütre olarak kabul etmek, develerin bulunduğu yerlerde namaz kılmanın mekruh olmadığı anlamına gelmez" diyerek itiraz etmiştir. Ancak onun bu itirazına şu şekilde cevap verilmiştir: İmam Buhârî, burada develerin bulunduğu yerlerde namaz kılmanın yasaklanmasının illeti olarak, onların şeytandan yaratılması inancına itiraz etmiştir. Abdulah İbnü'l-Muğaffel hadisinde develerin şeytandan yaratıldığı belirtilmiştir. Benzer bir ifade de el-Berâ hadisinde mevcuttur. Hasılı İmam Buhârî burada şunu söylemek istemiştir: Eğer develerin bu halleri, onîarın bulundukları yerlerde namaz kılmaya mani olsaydı, namaz kılanın önünde durmaları da uygun olmazdı. Aynı şekilde üzerlerinde namaz da kılınmazdı. Oysa, sahih yollarla nakledildiğine göre Hz. Peygamber devesinin üstünde iken nafile namaz kılardı. Nitekim "Vitir" konusunda bu meseleyi yeniden ele alacağız.
Bazı âlimler de, bir deve ile sürü halinde bulunan develer arasında ayırıma gitmişlerdir. Onlara göre sürü halinde bulunan develer, tabiatları gereği kaçmaya meyyaldirler. Bu da, namaz kılanın zihnini dağıtır. Deve üzerinde namaz kılınca veya bağlı bir deveye doğru namaz kılınca böyle bir sakınca yoktur. Bu konudaki nehyin İlletini, develerin bir arada bulunup bulunmamasına bağlayanlar da olmuştur.
Bazı âlimler, 'Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici özelliğe sahip kılındı" hadisinin genel manası ile, bu başlık altında zikredilen hadisleri, develerin bulunduğu yerlerde namaz kılmanın tenzihen mekruh olduğunu söyleyerek uz-laşürmışlardır. En uygun olan da, budur.
Enes İbn Mâlik'in şöyle dediği nakledilmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Namaz kıldığım sırada, cehennem bana gösterildi."
431- Abdullah İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Güneş tutuldu. Bunun üzerine Allah Resulü namaz kıldı ve şöyle buyurdu: Cehennem bana gösterildi. Bugün gördüğümden daha korkunç bir manzarayla karşılaşmadım"
(Tandır); Ekmek pişirmek ve daha başka amaçları gerçekleştirmek üzere içinde ateş yakılan oyuğa denir. Bu başlıkta ateş zikredilmesine rağmen, tandırın ayrıca adının geçmesi öneminden ileri gelir. Çünkü ateşe tapan Mecusiler sadece, tandır ateşine benzer kor ateşe ibadet ederlerdi.
İmam Buhârî bu lafzı kullanmakla, tandıra karşı namaz kılmayı mekruh gören ibn Sîrîn'den nakledilen rivayete işaret etmiştir. Söz konusu rivayete göre o tandır için "ateşin evi" demiştir.
(Şey); Özel bir ifadeden sonra gelen genel bir ifadedir. Dolayısıyla güneş, putlar, heykeller vs. bu lafeın delalet ettiği manaya dahildir.
Bu başlık ile, zikredilen nesnelerin namaz kılan ile kıble arasında olması kasdedilmiştir. Ismâîlî, "Allah Teâlâ'nm peygamberine gösterdiği ateş, namaz kılanın yöneldiği ve bazı toplumların mabud olarak kabul ettikleri ateşle bir değildir" diyerek konu başlığına itiraz etmiştir.
Ibnü't-Tîn de şöyle demiştir: "Bu rivayet, konu başlığına delil olmaz. Çünkü Hz. Peygamber k;-; kendi isteği ile ateşe doğru namaz kılmamıştır. Zira cehennem, Allah Teâlâ'nm kullarını uyarmak için hedeflediği bir gayeden dolayı sonradan kendisine gösterilmiştir." Onun bu görüşü, Hz. Peygamber'in sdem kendi iradesine göre hareket edip etmemesinin aynı olduğu söylenerek eleştirilmiştir. Çünkü Allah Resulü batıl olan bir şeyi asla kabul etmezdi. Dolayısıyla bu durum, bu şekilde namaz kılmanın caiz olduğunu gösterir.
İsmâîlî'nin iradeden yola çıkarak, kasten yapılan ile kasten yapılmayanı birbirinden ayırması doğru olsa bile, hadis ile konu başlığı arasındaki ilişki, bir şekilde namaz kılan ile kıble arasında ateşin bulunmasıdır.
Kanaatime göre bunlardan daha güzel olan yorum şöyledir: İmam Buharı konu başlığında bu nesnelere doğru namaz kılmanın mekruh olduğunu açıklamadı. Hatta bunun hükmünü belirtmedi. Muhtemelen kıble ile kendisi arasında bu nesnelerden biri bulunan, ancak yerini değiştirmeye veya onların yerini değiştirmeye muktedir olan ile bunu yapamayanları birbirinden ayırt etmek istemiş olabilir. Bu durumda ikinci gruba giren insanlar için, bu şekilde namaz kılmak mekruh değildir. Bu da konu başlığı altında yer verilen hadise uygundur. İlk gruba giren insanlar için ise, bu şekilde namaz kılmak mekruhtur. İbn Abbâs'ın heykeller hakkındaki görüşünü açıklarken bu konuyu ayrıntılı bir biçimde yeniden eİe alacağız. Konuyla ilgiîi olarak İbn Ebî Şeybe, İbn Sîrîn'in tandıra veya içinde ateş bulunan bir yere karşı namaz kılmayı mekruh kabul ettiğine dair bir rivayet nakletmiştir.
Ateşe doğru namaz kılmayı mekruh kabul etmeyenlere son devir âlimlerinden Kâdî es-Serûcî Hidâye şerhinde İtiraz ederek şöyle demiştir: "Bu hadiste, bu şekilde namaz kılmanın mekruh olmadığına dair bir delil yoktur. Çünkü Allah Resûlü Ateş bana gösterildi" buyurmuştur. Bu ifade, ateşin onun önünde gösterildiği anlamına gelmez. Sağında, solunda veya başka bir yerde gösterilmiş olabilir. Belki de henüz namaza başlamadan önce ona gösterilmiştir."
Sanki İmam Buhârî böyle bir İtirazın yapılacağını görmüş ve çok daha önceden ona cevap hazırlamıştır. Bu yüzden konu başlığından hemen sonra Enes'-ten nakledilen "Namaz kıldığım sırada, cehennem bana gösterildi." hadisini nakletmiştir. Hz. Peygamberin ateşi önünde görmesi İse, İbn Abbâs hadisinden anlaşılmaktadır. Bu hadiste Rasulullah namazını bitirince ashabı ona, "Ey Allah'ın elçisi! Bulunduğun yerden biraz geriye çekildiğini ve sanki bir şeyden uzak durmaya çalıştığını gördük" demiştir. Hz. Peygamber de, kendisine cehennem gösterildiği için böyle yaptığını söylemiştir.
Burada muallak olarak zikredilen Enes hadisi, "Tevhîd Bölümü"nde şu şekilde muttasıl olarak zikredilecektir: "Biraz önce namaz kıldığım esnada, şu duvarın üstünde cennet ve cehennem bana gösterildi." Bu rivayet, bu tür nesnelerin namaz kılana yakın ve uzak olmasına göre hükmün farklılık arz edeceğini söyleyenlere bir cevap niteliğindedir.
432- İbn Ömer Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Bazı namazlarınızı evinizde kılın! Evlerinizi kabirlere çevirmeyin! [18]
(Mezarlıkta Namaz Kılmanın Mekruh Oluşu); İmam Buhârî Hz. Peygamber'in Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!" sözünden hareketle mezarlıkların ibadet yeri olmadığı, buralarda kılınacak namazın da mekruh olduğu sonucuna varmıştır.
Ebu Saîd el-Hudrî'den merfû' olarak şu hadis nakledilmiştir: "Tuvalet ve mezarlık dışında bütün yeryüzü mestid kılınmıştır" Bu rivayetin ravileri güvenilirsika olmalarına rağmen, bunun merfû1 mu yoksa mürsel mi olduğu konusunda farklı yorumlar yapılmıştır. Buna rağmen Hâkim ile İbn Hibbân bu hadisin sahih olduğuna hükmetmişlerdir.
Hadiste geçen namaz lafzından maksat, nafile namazlardır. İmam Müslim'in Câbir'den merfû' olarak naklettiği şu hadis bunu göstermektedir: 'Sizden biri camide namaz kıldığı zaman, bir kısım namazlarını da evinde kılmaya bıraksın!" Kanaatime göre bu hadis de, yukarıdaki hadis de farz namazların da kasdedilebileceği ihtimalini bertaraf etmez. Nitekim Kadı lyâz bazı âlimlerden bu hadisin şu manaya geldiğini nakletmiştir: "Camiye gidemeyen kadınlar ile daha başka kimselerin sizin arkanızda namaz kılmaları için bazı farz namazları evinizde kılın." Her ne kadar bu mananın doğru olma ihtimali olsa da, ilk mana daha tercihe şayandır. Şeyh Muhyiddin bu konuda katı davranarak, buradaki namaz lafzı ile farz namazların kasdedilemeyeceğini ifade etmiştir.
İbnü't-Tîn ise şöyle demiştir: "İmam Buhârî bu hadisi tevil ederek, mezarlıklarda namaz kılmanın mekruh olduğu sonucuna varmıştır. Bazı âlimler ise, bu hadisin evlerde namaz kılmayı teşvik için söylendiği görüşündedir. Çünkü ölüler, namaz kılmaz. Bu durumda hadisin anlamı şu şekilde olur; 'Evlerinde, yani kabirlerinde namaz kılmayan ölüler gibi olmayın!' Mezarlıklarda namaz kılınmasının caiz ya da haram olması konusunda bu hadisin delil olacak bir yönü yoktur." Kanaatime göre, İbnü't-Tîn eğer lafız açısından böyle söylemişse, söyledikleri kabul edilir. Yok eğer mutlak manada bunu söylemişse, asla kabul edilmez. Çünkü İmam Buhârî'nin ne şekilde bu hükme ulaştığını yukarıda ifade ettik. İbnu'l-Münzir bir çok ilim ehlinin bu hadisi delil göstererek mezarlıkların namaz kılınacak yer olmadığını ifade ettiklerini söylemiştir. Hattâbî ve "Şerhu's-sünne" adlı eserinde el-Beğavî de bu kanaatte olduklarını kaydetmektedirler.
Turbeştî ise "Bu hadis dört manaya gelebilir" deyip yukarıda bahsettiğimiz üç manayı zikrettikten sonra dördüncüyü şu şekilde açıklamıştır; "Bu hadis ile, evinde namaz kılmayanın, kendisini bir nevi ölü, evini de bir tür mezar haline getirdiği kasdedilmiş olabilir." Kanaatime göre İmam Müslim'in naklettiği şu hadis de bu görüşü desteklemektedir: "içinde Allah'ın anıldığı ev ile Allattın anılmadığt ev, diri ile ölüye benzer."
Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadisi, ölülerin eve gömülmesinin yasakîanma-sıyla tevil edenler, hiç İsabetli bir görüşe sahip değillerdir. Zira Allah Resulü yaşadığı sürece ikamet ettiği evine defnedilmiştir." Ancak burada İddia edilen şey, hadisin lafzına uygun bir tevildir. Özellikle de, hadisin ikinci kısmında yer alan nehy, ilk kısmında yer alan emirden ayrı düşünüldüğü zaman bu durum daha belirgin hale gelir. Bu yorumu reddedenlere, Kirmanı "Eve defnedilme, sadece Allah Resûlü'ne mahsus olabilir" diyerek İtiraz etmiştir.
Hz. Peygamber'in evine defnedilmesi, sadece ona özgü bir durum olarak yorumlandığı takdirde, başkalarının bu şekilde defnedilmesinin yasaklanması yadırganamaz. Aksine bunu, bu şekilde anlamak gerekir. Çünkü, evlere defnetmeye devam etmek, bir müddet sonra evleri kabristana çevirir. Buralarda namaz kılmak da, mekruh olur. İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği hadis, konu başlığı altında yer verilen hadisten daha açıktır: "Evlerinizi, mezarlık yapmayın!" Bu hadisin lafzı, evlere defnedilmenin mutlak olarak yasaklandığını gösterir.
Anlatıldığına göre Hz. Ali, Babîl'in yere batırıldığı bölgelerde namaz kılmayı mekruh kabul ederdi.
433- Abdullah İbn Ömer Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Azaba uğramış kavimlerin yurdundan ancak ağlayarak geçiniz! Eğer ağlamıyorsanız oradan geçmeyin ki, onların başına gelenler sizin âe başınıza gelmesin.[19]
(Yere Batırma Cezası ve Azabın Gerçekleştiği Yerlerde Namaz Kılmak) Bu ifadeyle bu mekanlarda kılınacak namazın hükmünün ne olduğu kasdedilmiştir. Azabın, yere batırmadan sonra zikredilmesi, umumi bir mananın hususi bir manaya atfedilmesinden dolayıdır. Çünkü, yere batırma da azabın bir parçasıdır.
Hattâbî şöyle demiştir: "İlim adamlarından Babil'de namaz kılmayı yasaklayan kimsenin olduğunu bilmiyorum. Eğer gerçekten Hz. Ali böyle bir şey söylemişse, bu bölgede yerleşmeyi kendisi için uygun görmemiş olabilir. Çünkü bizzat o, Babil'de kaldığı zaman içinde, namazlarını kılmıştır. O bu ifadesi ile, meteûmu (namaz kılmayı) söyleyip lâzımı (burada ikamet etmeyi) kasdetmiştir. Belki buraya yerleşme ve bölgeyi vatan edinme yasağı, sadece Hz. Ali'nin şahsına ait olabilir. Bununla kendisini, Irak'ta karşı karşıya kaldığı fitneden sakındırmak istemiştir." Olayın akışı ilk ihtimaie daha uygundur. İkinci tevilin ise uzak bir ihtimal olduğunu gösterir.
(Geçmeyin) Bu yasak, ashâb-ı kiram Rasûlullah ile birlikte Tebük'e giderken, Semud kavminin yurdu el-Hıcr bölgesinden geçerken söylenmiştir.
(ancak ağlayarak geçiniz!) Bu ifade ile ağlamanın, sadece bu bölgelerden geçmeye başlarken olduğu kasdedilmemiştir. Aksine geçişin sürdüğü bütün zaman dilimlerinde olması gerektiği bildirilmiştir. Buralarda durulduğu zaman, yine öncelikle geçiş sırasında istenen bu durumun sağlanması gerekir. Allah Resûlü'nün buradan geçerken kesinlikle durmadığı konusu ileride gelecektir.
İbn Battal şöyle demiştir: "Bu hadis, bu tür yerlerde namaz kılmanın mubah olduğuna delalet eder. Çünkü namaz, ağlama ve tazarru yeridir." Öyle anlaşılıyor ki o bu ifadeleriyle hadisin Hz. Ali'den nakledilen rivayete uygun olmadığına işaret etmiştir. Kanaatime göre, her iki rivayet de, buralarda durulmaması ifade ediyor. Nitekim "Meğâzî Bölümü"nde İmam Buhârî'nin de nakledeceği gibi bu hadisin sonunda şu ifade yer alır: "Sonra Resûluliah başını eğdi ve vadiyi geçinceye kadar yürüyüşünü hızlandırdı." Allah Resûlü'nün bu şekilde hareket etmesi, onun bu bölgede namaz kılmadığım gösterir, Hz. Ali'nin Bâbil'in yere batırılan bölgesinde böyle yapmıştır.
(Sizin de başınıza gelmesin!) İmam Buhârî "Peygamberler Bölümü"nde bu hadisi şeklinde rivayet etmiştir. Cümle nahiye/yasak cümlesi olduğundan meczum okunması daha uygundur. Haber anlamında nehiydir. Bu durumda bir mudâf takdir edilir. O zaman "başınıza gelmesinden korktuğunuz için" şeklinde bir anlam olur. Söz konusu korku şu şekilde izah edilir: Ağlamak kişiyi düşünmeye ve ibret almaya sevk eder. Bundan dolayı Allah Resulü ashabına, Allah'ın o kafirler hakkında takdir ettiği hususlardan ağlamayı gerektiren halleri tefekkür etmelerini emretmiştir. Allah Teâlâ kendilerini yeryüzünde hakim kılmasına ve uzun süre onlara imkan tanımasına rağmen Semud kavmi, Allah'ı inkar etmişti. Daha sonra Allah Teâlâ da, onlardan intikamını alıp üzerlerine şiddetli bir azab göndermişti. Hak Teâlâ kalpleri çevirendir. Bu yüzden mü'min kişi, akıbetinin o inançsızlar gibi olmayacağından emin olamaz. Ayrıca Hz. Peygamber ashabına Semud kavminin Allah'ın verdiği nimetlere karşı nankörlük etmesi ve O'na iman ve itaati gerektirecek hususlarda akıllarını kullanmama sonucunda başına gelenleri düşünmelerini emretmiştir. Kim helak olmuş insanların yurdundan geçer ve onların durumlarına bakarak ağlamayı gerektiren hallerini düşünmezse, aklını kullanmama konusunda onlara benzer. Böyle davrananların bu hali, kalplerinin katı olduğuna ve huşûdan yoksun olduklarına delalet eder. Bu durumun onları, helak olan kavimlerin amelini işlemeye sevk etmesinden ve onlarla aynı akıbeti paylaşmalarından emin olunmaz
İşte bu yorumla, "zalimler için takdir edilen azap, nasıl olur da böylesi -bir zulme bulaşmamış kimselerin başına gelir" şeklinde itiraz edenlere cevap verilmiş olur. Zira biraz önce yaptığımız açıklamaya göre zalim olmadığı halde zalim kimselerin yaptığı yanlışlıkları idrak etmeyen ve bunlar üzerinde düşünmeyen'kimsenin farkında olmadan zalim olup da onlar gibi azap görmesinden emin olunmaz.
Bu hadiste, kulun daima Allah'ın murakabesi altında bulunduğu bilincinde olması teşvik edilmiş, azaba uğramışların yurdunda oturmak ise yasaklanmıştır. Ayrıca onların mekanlarından geçerken hızlı hareket etmek teşvik edilmiştir. Nitekim şu âyet-i kerime de buna işaret etmektedir: "(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu.[20]
Hz. Ömer şöyle demiştir; "İkonlar yüzünden içinde resim bulunan kiliselerinizde namaz kılmayız."
İbn Abbâs içinde ikon bulunmayan manastırlarda namaz kılardı.
434- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir:
Ümmü Seleme Hz. Peygamber'e Habeşistan'da gördüğü Mâriya kilisesinden bahsetti. Ona orada gördüğü resimleri anlattı. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: Onlar Öyle bir toplum ki, aralarından salih bir kul (veya salih bir adam) öldüğü zaman mezannm üzerine bir mesdd yaparlar. Sonra da onun içine o resimleri yaparlar, işte onlar, Allah katında mahlukatın en kötüsüdür."
(İkonlar yüzünden) kelimesinin çoğuludur. Resim ile ikon arasında tam girişimlilik ilişkisi vardır. Resim, ikondan daha kapsamlıdır.
Buradaki zamiri kiliseye işaret eder. Asîlî rivayetinde ise atıf harfi, ilavesi ile kelimesi geçmektedir. (Bu durumda rivayetin anlamı şu şekilde olur: ikonlar ve resimler yüzünden kiliselerinizde namaz kılmayız.)
Bu rivayet Abdürrezzak İbn Hemmâm tarafından, Hz. Ömer'in kölesi Eşlem kanalıyla senedle birlikte zikredilmiştir. O, olayı şöyle anlatmıştır; "Hz. Ömer Şam'a geldiğinde, Hıristiyanlann ileri gelenlerinden biri onun için yemek hazırlattı. Ona: 'Davetimi kabul edip beni onurlandırman, beni memnun eder' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer ikonları kasdederek, İçindeki resimlerden dolayı kiliselerinize girmeyiz' dedi.
Bu rivayetin konu başlığı İle ilişkisi ise, yukarıdaki hadiste geçen "Mezarının üzerine bir mesdd yaparlar" ifadesi üzerine kurulmuştur. Çünkü bu ifadede, müslümanın kilisede namazı kılmak suretiyle burayı mesdd haline getirmesinin yasaklandığına işaret edilmiştir.
435-436- Ubeydullah İbn Abdullah İbn Utbe Hz. Âişe ile İbn Abbâs'm şöyle dediğini nakletmiştir: "Allah Resulü son rahatsızlığı esnasında kendisine ait kadife bir örtü ile yüzünü örtmeye başladı. Örtüden bunaldıkça yüzünü açardı. Bu haldeyken şöyle buyurdu: Yahudi ve Hıristiyanlara Allah lanet etsin! Zira onlar Peygamberlerinin kabirlerini mesdd edindiler. Böylece ümmetini onların yaptıklarından sakındırıyordu.[21]
437- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Allah Yahudilerin canım alsın! Çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mesdd edindiler."
Bu konu, bir önceki konu ile ilintilidir. Aralarındaki ortak payda ise, kabirlerin mescid haline dönüştürülmesinin yasakİanmasidır. İmam Buhârî burada böyle bir şey yapmanın, İster resim ve heykel bulunsun isterse bulunmasın her halükârda yerildiğini açıklamak istemiştir.
(Son rahatsızlığı esnasında) yani vefatına yakın bir sırada..
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, üzerinde şekiller bulunan örtüye denir.
(Bu haldeyken şöyle buyurdu) Bu ifade, Hz. Peygamber'in bu hastalık yüzünden vefat edeceğini bildiğini, bunun için de önceki milletler gibi Müslümanların da O'nun kabrini yüceltip Yahudi ve Hıristiyanlar gibi lanete uğrayacağından endişe ettiğini gösterir. Onun için kendisinden sonra islâm ümmeti de aynı hataya düşmesinler diye Yahudi ve Hıristiyanlara lanet okuyarak, böyle yapacak herkesin de lanete uğrayacağını anlatmak istenmiştir.
(Edindiler) Bu, lanetin neden gerekîi olduğunu açıklayan cümle-i müstenefe (başlangıç cümlesi)dir.[22]
Burada Hıristiyanlardan bahsedilmesi problemli görülmüştür. Çünkü kendilerine bir çok peygamber gönderilen Yahudilerin aksine onlara sadece Hz. İsa gönderilmiştir. Hz. İsa ile Peygamberimiz arasında başka bir peygamber gelme-mistir. Hz. İsa'nın da kabri yoktur.
Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Hıristiyanların da nebileri vardır. Ancak onlar resul değildir. Bir görüşe göre havariler ile Hz. Meryem resul olmayan nebilerdendir. Şöyle de cevap vermek mümkündür: "Peygamberler" lafzı Yahudi ve Hıristiyanlar ile birlikte zikredilmiştir. Peygamberlerden maksat, onlara tabî olan büyük zatlardır. Ancak burada peygamberlerden bahsetmekle yetinilmiştir. Nitekim imam Müslim'in Cündüb'den naklettiği şu hadis de bunu destekler niteliktedir: "Onlar, peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini mescid edinirlerdi." Bu sebepten dolayı bundan önceki hadiste sadece Hıristiyanlar hakkında "Onlardan salih bir zat vefat edince" ifadesi yer almıştır. Bir cevap da şu şekilde verilebilir: Edinme, kabirleri ilk defa ibadethaneye çevirmeyi ve ilk defa ibadethaneye çevirenlere tabî olmayı içine alan bir kavramdır. Yahudiler bu işi başlatmış, Hıristiyanlar da onlara tâbi olmuştur. Hiç kuşkusuz Hıristiyanlar, Yahudilerin tazimde bulunduğu bir çok peygambere tazim gösterir.
438- Câbir İbn Abdillah Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Benden önce peygamberlerin hiçbirine verilmeyen şu beş özellik bana bahşedildi:
Yürüyerek bir ayda aşılacak mesafede bulunan düşmanlara korku salmakta ilahi yardıma tnazhar oldum.
Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici vasfa sahip kılındı. Ümmetimden her kim, bir yerde namaz vaktine girerse namazını kılsın.
Ganimetler bana helal kılındı.
Peygamberler kendi kavmine gönderildi, ben ise tüm insanlara gönderildim.
Bana şefaat etme hakkı verildi."
(Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici vasfa sahip kılındı) İmam Buhârî bu hadisi bu başlık altında zikretmek suretiyle, önceki başlıklarda geçen ve kilise vs. gibi yerlerde namaz kılmanın mekruh olduğuna dair görüşlerin harama delalet etmediğini İfade etmek İstemiştir. Zira bu hadisteki "yeryüzü benim için mescid kılındı" buyruğu genel bir ifadedir. Buna göre, yeryüzünün her tarafı namaz veya namaz kılınacak yer yapılması için uygundur.
Önceki başlıklarda geçen mekruh terimi, tahrim manasına da gelebilir. Bu durumda Câbir hadisi önceki hadislerle tahsis edilmiş olur. Ancak tercihe şayan olan, ilk görüştür. Çünkü bu hadiste Allah Resulü kendisine verilen nimetleri saymaktadır. Dolayısıyla bu hadisin tahsis edilmesine, yani manasının husûsîleştiri İme sine gerek yoktur. Burada, pis yerde namaz kılmanın caiz olmadığı söylenerek bir itiraz yöneltilemez. Çünkü necispis olma, olağanüstü bir durumdur. Bu yüzden bir şeyin necis/pis olmadan önceki haline bakılır. Asıl itibar ilk haledir.
439- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir:
Arap bir kabilenin zenci bir cariyesi vardı. Onu azat etmişlerdi. Buna rağmen cariye, onlardan ayrılmamıştı.
Cariye şöyle anlattı: 'Bir defasında kabileye mensup gelin olacak genç bir kız yıkanacağı yere gitmek üzere evden çıktı. Bu esnada üzerinde kırmızı meşinden yapılmış bir kuşak (kemer) vardı. Onu çıkarmış veya düşürmüştü. Bir küçük çaylak gelerek yerdeki ziynet eşyasını et sanıp kapmış. İnsanlar o kuşağı arayıp durdular, ama bulamadılar. Bunun üzerine bu kuşağı benim aldığımı zannedip beni hırsızlıkla itham ettiler.'
Dedi ki: 'Her tarafı aramaya koyuldular. Hatta onun ön tarafına bile bakmışlar.'
Kadıncağız olayı anlatmaya şöyle devam etti: 'Allah'a and oİsun ki, ben gözlerinin önünde ayakta dururken, çaylak geldi ve o kuşağı yere bıraktı. Söz konusu kuşak tam kalabalığın ortasına düştü. Bunun üzerine dedim ki: İşte bu, sizin beni itham ettiğiniz şey! Oysa ben, böyle bir suçu işlemekten beriyim. İşte aradığınız kuşak!'
Hz. Aişe validemiz olayı anlatmaya şöyle devam etti: Daha sonra kadın RasuluIIah'a gelip Müslüman oldu. Mescidin bir köşesinde ona ait bir çerge, kıl kilim veya keçeden yapılmış bir çadır vardı. Ara sıra yanıma gelir benimle konuşurdu. Ne vakit, yanıma otursa şu beyti okurdu:
Rabbimin bir cüvesidir kuşak günü Küfür diyarından kurtardı aldı beni.
Hz. Aişe son olarak şunu dedi: 'Ne zaman yanıma otursan hep bu beyti söylersin, neden acaba?' diye ona sordum. Bunun üzerine bana, bu olayı anlattı.[23] (Kadınların mescidde/camide uyuması) Bu ifade kadınların camide kalması anlamında kullanılmıştır.
(Vişâh) Kadınların süs olarak bir omuza takıp bele doğru çaprazlama bir şekilde bağlayarak kullandıkları inci ile süslenmiş bir ziynet eşyasıdır. Vişahın, inci ile süslenmiş genişçe deriden yapılmış ve kadınların omuzlan ile böğürleri arasına taktıkları bir takı olduğu da söylenmiştir. kelimesinin ismi tasgiridir. Hem harem bölgesinde hem de dışında öldürülmesine müsaade edilen malum kuşun adıdır.
(Dedi ki: Her tarafı aramaya koyuldular. Hatta onun ön tarafına bile bakmışlar.) Hadisten ilk akla gelen manaya göre bu söz, cariye tarafından söylenmiştir. [24] Gaybet sigasiyla söylenmesi ise, ya iltifat sanatından ya da cariyenin kendisini onlardan tecrid etmesinden ileri gelir. Nitekim Sabit rivayetinde hadisin bu kısmı şu şekilde anlatılmıştır: "Beni aklaması için Allah'a dua ettim. Derken onların bakışları arasında çaylak geldi."
Kıldan örülmüş
kilimden yapılan çadır demektir.
1- Evi barkı olmayan müslüman kadın veya erkeklerin fitneden emin olunduğu ve çadır vs. gibi şeylerle diğer insanlarla irtibatlarını kestikleri takdirde, geceleri mescidde/camide kalmalarında ve konuşmalarında bir sakınca yoktur.
2- Kişi, sıkıntılı anlar yaşadığı ülkeden ayrılabilir. Bu kadının yaptığı gibi kendisi için daha hayırlı bir bölgeye geçebilir.
3- Küfür diyarından hicret etmek faziletli bir davranıştır.
4-Kafir bile olsa mazlumun çağrısına karşılık verilir. Hadisin akışına baktığımız zaman, zenci kadının Müslüman oluşu Medine'ye gelmesinden sonra gerçekleşmiştir.
Ebu Kılâbe Enes'ten şöyle nakletmiştir:
Ukl kabilesinden bir grup Hz. Peygamber'in yanma geldi ve Suffe'ye yerleştiler. Abdurrahman İbn Ebî Bekir şöyle demiştir: "Suffe'de kalanlar fakirdi.
440- Abdullah'tan nakledildiğine göre o, ailesi yokken bekar olduğu gençlik yıllarında Mescid-i Nebevî'de uyurmuş.[25]
441- Sehl İbn Sa'd'dan şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber Hz. Fatıma'nm evine gitti. O esnada Hz. Ali'yi evde bulamadı. Fatıma'ya 'Amcanın oğlu nerede?' diye sordu. O da 'O-nunla aramda bir tartışma oldu, bunun üzerine bana kızdı ve evden çıkıp gitti. Yanımda kayiule yapmadı' dedi. Allah Rasulü birine 'Bak bakalım Ali nereye gitmiş' diye talimat verdi. Bir müddet sonra adam çıkageldi ve 'Ey Allah'ın elçisi ve setler şu anda Ali mescidde uyuyor dedi.
Hz. Peygamber mescide geldi. Bu esnada Ali uyuyordu. Ridasının bir kısmı açılmıştı. Bu yüzden vücudunun bir bölümü toprağa bulaşmıştı. Rasûlullah bir yandan toprağı temizliyor bir yandan da 'Kalk Ebu turâb! Kalk Ebu turâb1 diyordu.[26]
(Erkeklerin Mescidde/Camide Uyuması) Bu başlık erkeklerin mesidde cami-de uyumasının caiz olduğunu gösterir. Çoğunluk bu görüştedir. İbn Abbâs'ın, namaz kılmak İçin camiye gelip bu sırada uyuklayanların dışında camide uyunmasını mekruh gördüğü nakledilmiştir. İbn Mes'ûd'a göre her ne şekilde olursa olsun camide uyumak mekruhtur. İmam Mâlik ise meseleye ayrıntılı bir biçimde yaklaşmıştır. Ona göre evi barkı olan kimselerin camide uyuması mekruhtur. Evi barkı olmayanların uyuması İse, mubahtır.
(Suffe) Mescidi Nebevi'de bulunan üstü örtülü bir yerin adıdır. Yoksul Müslümanlar buraya sığınırdı.
{'Amcanın oğlu nerede?') Bu ifadeye göre, akrabalara amcaoğlu denebilir. Zira Hz. Ali, Hz. Fatıma'nm amcası oğlu değil, babasının amcasının oğludur. Allah Resulü böyle demekle, Hz. Fatma'ya kocasına bu şekilde hitap etmesini işaret buyurmuştur. Çünkü akrabalık bağlarının anılması aradaki buzların erimesine yardımcı olur. Öyle anlaşılıyor ki, Allah Resulü onların arasında meydana gelen tatsızlığı sezmiş, bunun için kızından, aralarındaki akrabalık bağını da anarak ona karşı şefkatle davranmasını istemiştir.
(Bu esnada o, uyuyordu.) Hadisin konu başlığıyla alakalı bölümü, burasıdır. Çünkü İbn Ömer'den nakledilen rivayet, evi barkı olmayan yoksul kimselerin mescidde/camide uyumasının mubah olduğunu gösterir. Bu konudaki diğer
rivayetler de bu doğrultudadır. Sadece Hz. Ali'nin bu olayını anlatan rivayet, herkesin camide uyuyabileceğine delalet eder. Ancak gece uykusu ile gündüz yapılan kayiule uykusunu birbirinden ayrı değerlendirmek de mümkündür.
1- Camide kayiule yapılabilir.
2- Öfkeli birine sinirlendirmeyecek şekilde şaka yapılabilir. Bu şekilde öfkesinin dinmesine yardımcı olunur.
3- Bir kimseyi babasından başka bir şeye nispet ederek ona künye verilebilir. Ayrıca künyesi olan birine başka bir künye daha verilebilir.
4- Sinirlenmediği takdirde birine künye ile lakap takılabilir. Nitekim "Edeb Bölümü"nde bu lakap ile (Ebu Turâb) çağrılmanın Hz. Ali'nin hoşuna gittiğine dair rivayetlere yer vereceğiz.
5- Damadın öfkesini dindirmek ve ona güzel söz söylemek caizdir.
6- Bir baba, kızının evine kocasının kızmayacağını bildiği zaman, onun iznini almadan girebilir.
7- Namaz dışında omuzların açılmasında hiçbir sakınca yoktur.
442- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir:
"Eh!-i Suffe'den yetmiş kişi gördüm. Hiçbirinin ridası yoktu. Ya İzarları ya da boyunlarına bağlayıp aşağı doğru saldıkları örtüleri vardı. Bunların da bazısı, diz kapakları ile topuklarının arasına, bazısı ise topuklarına kadar uzanırdı. (Namazda iken) [27] Avret mahallinin görüneceğinden korktukları için elleriyle onu toplarlardı."
(Ehl-i Suffe'den yetmiş kişi gördüm) Bu İfade, ehl-İ suffe'nin yetmiş kişiden fazla olduğunu gösterir. Ebu Hureyre'nin görmüş olduğu yetmiş kişi, Hz. Peygamberin maûne gazvesine gönderdiği yetmiş kişinin dışında kalan kimselerdi. Bi'r-i maûne gazvesine gönderilenler de, Suffe'de kalan sahabîlerdi. Ancak hepsi Ebu Hureyre'nin Müslüman olmasından önce orada şehit düşmüştü.
Ka'b İbn Mâlik şöyle demiştir: "Rasulullah bir seferden döndüğü zaman ilk önce mescide gider ve orda namaz kılardı."
443- (Hallâd İbn Yahya, Mis'ar ve Muharib İbn Disâr kanalıyla) [28] Câbir İbn Abdillah'tan şöyİe nakledilmiştir:
Allah Resûlü'nün mescidde olduğu bir sırada onun yanma vardım. (Ravilerden Mis'ar, 'zannımca Muharib, Câbir'in kuşluk vakti geldiğini belirtti' demiştir.) Bana 'iki rekat namaz kıl' diye emretti. Ondan alacağım vardı. Borcunu ödedi, bir miktar da fazla verdi.[29]
(Seferden Dönünce Namaz Kılmak) Bu ifade bir seferden dönünce camide namaz kılmak anlamında kullanılmıştır. İmam Buhârî Ka'b'dan nakledilen rivayetin akabinde Câbir'den gelen hadisi zikretmek suretiyle Hz. Peygarnber'in fiili ile emrini birleştirmiştir. Böylece seferden sonra namaz kılmanın Allah Resûlü'ne özgü özel bir durum olarak anlaşılmaması gerektiğini ifade etmiştir.
(Borcunu ödedi) Söz konusu borç, Câbir'in devesinin 1/8'i idi.
Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadiste bahsi geçen namaz, seferden döndükten sonra kılman "kudüm namazı"dır. Camiye giren kimsenin oturmadan önce kılması emredilen tahiyyetu'l-mescid namazı değildir. Ancak bu namaz, tahiyyetü'l-mescid namazının yerine de geçer.
Bir sebebe dayalı olarak da olsa, yasaklanan vakitlerde namaz kılmayı haram kabul çden bazı kimseler, hadiste geçen "kuşluk vakti" İfadesini delil olarak kullanmışlardır. Ancak burada onlar için bir delil söz konusu değildir. Çünkü söz konusu olay, herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir."
444- Ebu Katâde es-Selemî'den Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: İçinizden biri camiye girdiği zaman oturmadan önce iki rekat namaz kilsini.[30]
(iki rekat) Bu ifade, ittifakla hadisin iki rekattan fazla namaz kılmaya delalet etmediğini gösterir. Söz konusu namazın iki rekattan az olup olmayacağı konusunda ise ihtilaf vardır. Doğrusu bu hadise uymaktır. Allah Resûlü'nün bu sünneti iki rekattan az bir namazla gerçekleşmez. Fetva ehli, bu hadisteki emrin, mendup bir hükme delalet ettiği kanaatindedir. İbn Battal, Zâ-hîri mezhebine mensup kimselerin buradaki emri, farz olarak telakki ettiğini nakletmiştir. İbn Hazm ise, bunun farz olmadığını sarih bir şekilde ifade etmiştir.
Hz. Peygamber'in ön safa doğru ilerlemeye çalışan bir adama, "Cemaate eziyet ediyorsun, otur!" demesi, tahiyyetu'l-mescid namazının farz olmadığını gösterir. Çünkü Allah Resulü o adama, bu namazı kılmasını emretmemiştir. Tahâvî ve daha başkaları bu rivayeti, tahiyyetü'l-mescid namazının farz olmadığına delil olarak kullanmışlardır. Ayrıca Tahâvî şöyle demiştir: "Hadisteki emir, namaz kılınmasının yasaklandığı vakitler için geçerli değildir." Bana göre, ortada iki tane umum ifade eden nas vardır. Bunlardan biri, herhangi bir ayrıntıya girmeden camiye giren herkesin namaz kılmasını emreden hadis, diğeri ise belirli vakitlerde namaz kılmayı yasaklayan nastır. O halde, ikisinden birisinin tahsise uğraması gerekir. Bazıları, yasağı tahsis edip emri umumiliği üzerine bırakmıştır. Şafiler'e göre bu görüş, daha doğrudur. Bazıları da bunun tam tersini yapmıştır. Bu da, Hanefilerle Malikiler'in görüşüdür.
(oturmadan önce) Bir grup ilim adamı, mescide girdikten sonra iki rek'at namaz kılmadan oturan kimsenin tekrar ayağa kalkıp bu namazı telafi etme şansının olmadığını açık bir dille beyan etmişlerdir. Ancak bu görüş eleştiriye açıktır. Çünkü İbn Hibbân'ın "Sahfh"inde naklettiği rivayete göre Ebu Zerr mescide girdiği zaman Allah Resulü ona İki rekat namaz kıldın mı?' diye sormuş. Ebu Zerr 'hayır' diye cevap verince 'Kalk ve iki rekat namaz kıl' buyurmuştur. İbn Hibbân kitabında bu hadise "Tahiyyetü'l-mescid Namazı Oturmakla Geçmez" şeklinde bir başlık koymuştur. "Cuma Bölümü"nde geleceği gibi Süİeyk kıssası da bu kabildendir.
el-Muhib et-Taberî şöyle demiştir: "Tahiyyetü'l-mescid namazının oturmadan önceki vakti, faziletli bir vakit, oturduktan sonra ayağa kalkıp da kılındığı vakti ise, bu namazın kılınabileceği caiz olan bir vakittir denebilir. Ya da, oturmadan önce kılınması eda, oturduktan sonra kılınması ise. kazadır. Hatta oturduktan sonra da dini açıdan bu namazın kılınabilmesi, oturmanın uzun sürmediği zamanlarda mümkündür denebilir."
Ebu Katâde'den
nakledilen bu hadisin bir vürûd sebebi vardır. Şöyle ki; "Ebu Katâde bir
gün mescide girdiğinde Hz. Peygamber'i ashabının arasında otururken gördü. O
da, onların yanma oturdu. Bunun üzerine Allah Resulü Namaz kılmaktan seni ne
alıkoydu?' diye sordu. Ebu Katâde, 'Seni ve ashabını otururken gördüm (bu
yüzden ben de oturdum) diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah şöyle
buyurdu: "İçinizden biri camiye girdiği zaman iki rekat namaz kılmadan
oturmasın!" Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. İbn Ebî Şeybe başka bir
kanalla Ebu Katâde'den şöyle nakletmiştik "Hz. Peygamber Camilere hakkını
verin! buyurdu. Orada bulunan ashab, Camilerin
hakkı nedir?' diye sorunca şöyle buyurdu: Oturmadan önce iki rekat namaz
kılmaktır."
445- Ebu Hureyre'den Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "İçinizden biri ahdestini bozmadın namaz kıldığı yerde sürece melekler onun için bağışlanma diter: Allah'ım onu ığışla! Allah'ım ona merhamet et! derler."
(Camide Abdest Bozmak) el-Mâzirî şöyle demiştir: "İmam Buhârî, abdestsiz mseleri cünüp kimseler gibi görüp, onların camiye girmesini ve camide otur-
asını haram kabul edenlere itiraz edildiğine bu başlık ile işaret etmiştir." Bu rivayette bahsi geçen abdestsizlik hali, yellenme vs. gibi durumlarla zkonusu olur. Ancak bunun diğer hades türlerini de kapsayacağı söylenmiştir, abi ki, kötü karşılanacak bir şey yapılmaması gerekir. Nitekim İmam Müslim'in aklettiği şu rivayette geçen "abdestini bozmadığı ve cemaate eziyet vermediği İrece" ifadesi de bunu desteklemektedir.
(Melekler onun için bağışlanma diler) Buradaki meleklerden maksat, hafaza eya gezici meleklerdir. Ya da bu lafız, bütün melekleri içine alacak kadar kapımlıdır.
[namaz kıldığı yerde durduğu sürece) Bu ifadeden, söz konusu kişinin bumduğu yeri terk ettiği zaman, meleklerin bağışlanma dilemesinin de sona eresği anlaşılır.
"Camide Oturup Namazı Beklemek" konusu işlenince, namazı beklemenin e kadar faziletli bir amel olduğu anlatılacaktır. Kişi camide ister oturduğu yeren ayrılmasın isterse yerini değiştirsin, alacağı sevap değişmez. Hadise göre ülah Resulü şöyle buyurmuştur: "Namazı beklediği sürece amaz sevabı almaya devam eder." Buna göre Hz. Peygamber Fıaz için hazırlanmış her yer manasına hamledilebilir. Böylece iki hadis arasında erhangi bir çelişkiden söz edilemez. (abdestini bozmadan) Bu ifade, kişi camide kalsa bile, abdestini bozmasının neleklerin bağışlanma dilemesine son vereceği anlamına gelir. Bu hadise göre amide abdest bozmak, daha önceki bölümlerin birinde ifade edilen ve keffâreti ilan balgam çıkarmaktan daha çirkin bir davranıştır. Ancak bunun için bir îeffâret belirtilmemiştir. Aksine bu işi yapan, meleklerin bağışlama dilemesinden hıahrum bırakılmıştır. Malum olduğu üzere meleklerin dualarının kabul olunması umulur. Çünkü Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Ancak Allah'ın hoşnut olduğu kimselere şefaat ederler.[31]
Ebu Saîd şöyle demiştir: "Mescidin tavanı hurma yaprakları ve soyulmuş hurma dallarıyla örtülüydü."
Hz. Ömer mescidin yapılmasını emretti ve (yapı ustasına) şöyle dedi: İnsanları yağmurdan koru! Kırmızı ve san renkleri kullanmaktan kaçın! Aksi takdirde insanları fitneye sürüklersin!" Enes İbn Mâlik şöyle dedi: "Yapılan camilerle övünürler, ama onları çok az ihya ederler." İbn Abbâs da şöyle demiştir: "Yahudi ve Hıristiyanların (mabedlerini) süslediği gibi siz de camilerinizi süsleyeceksiniz."
(Mescidin Yapılması) Bu başlıktaki mescid ile Mesdd-i Nebevi kasdediL mistir.
(Aksi takdirde insanları fitneye sürüklersin) İbn Battal şöyle demiştir: "Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in aleyhi üzerindeki şekillerden dolayı hamîsa denen örtüyü Ebu Cehrn'e geri göndermesine ve ona 'Bu, beni namazda oyaladı' demesine bakarak bu kanaate ulaşmıştır."
Hz. Ömer'in bu konuya ilişkin özel bir bilgiye sahip olma ihtimali de vardır.
(Yapılan camilerle övünürler) Burada muallak olarak zikredilen bu rivayet, Ebu Ya'lâ'nm "MüsnecTinde ve İbn Huzeyme'nin Ebu Kılâbe kanalıyla, senedi kaydedilerek zikredilmiştir. Buna göre Enes şöyle demiştir; "Rasûluliah'ı şöyle derken işittim: Öyle bir zaman gelecek ki, ümmetimin fertleri cami yaptırmakla birbirine karşı övünecekler ama onhnpek az ihya(imar) edecekler."
(ama onlan pek az ihya(imar) edecekler) Camilerin ihyası (İmarı), binayı dikmekle değil, namaz kılmak ve Allah'ı anmakla olur. Bağavî şöyle demiştir: "Teşyîd, yüksek binalar yapmak demektir. Yahudi ve Hıristiyanlar kitaplarını tahrif edip değiştirdikten sonra mabedlerini süslemişlerdir."
446- Salih İbn Keysân, Nâfi'Yıin Abdullah'ın kendisine şöyle bildirdiğini nak-letmiştir:
"Rasulullah'ın saiiaihhu deyhi w sfeUnr döneminde Mescid-i Nebevi kerpiçle bina edilmişti. Tavanı hurma yapraklarından, direkleri ise hurma ağaçlarının gövde kısımlarından oluşuyordu. Ebu Bekir, mescidin bu yapısına, herhangi bir ilavede bulunmadı. Hz. Ömer mescidi genişletti. Ancak Hz. Peygamber dönemindeki gibi kerpiç ve hurma dalı ile yeniden inşa etti. Direklerini ise odundan yaptı. Daha sonra Hz. Osman mescidin yapı tarzını değiştirdi. Mescidi çok genişletti. Duvarlarını nakışlı taşlar ve kireçle ördü. Sütunlarını, nakışlı taşlarla yükseltti. Tavanını İse sac adı verilen bir ağaçtan yaptı."
(sac) Hindistan'dan gelen malum ağacın adıdır. İbn Battal ve diğerleri şöyle demiştir: "Cami yapımında sünnet olan, itidalli olmak ve caminin tezyininde aşırıya kaçmamaktır." Zira Hz. Ömer, kendi döneminde fetihlerin çoğalıp maddi refahın artmasına rağmen Mescid-i Nebevî'nin şeklini değiştirmemiştir. Sadece onu yeniden inşa etmeye ihtiyaç duymuştu. Çünkü hurma dallarından oluşan tavanı, haşereler tarafından yendiği için delik deşik hale gelmişti.
Daha sonra Hz. Osman dönemi geldi. Onun zamanında mâlî İmkanlar daha da arttı. Buna rağmen o, aşırı süse kaçmadan mescidin genel görünümünü güzelleştirdi. Yine de bazı sahabiler onu eleştirmekten geri durmadı. Nitekim ilende bu konu ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. İlk defa camileri aşırı biçimde süsleyen Velid İbn Abdİlmelik İbn Mervân olmuştur. Bu hâdise, sahabe döneminin sonlarında vuku bulmuştu. Fitne çıkmasından endişe ettiği için bir çok ilim adamı bu uygulama karşısında tepki göstermeyip sessiz kalmıştır. Bazıları ise buna ruhsat vermiştir. Mesela Ebu Hanîfe bu kanaattedir. Ancak bunun, camilere saygı göstermek düşüncesi İle ve hazineden gelen ödeneklerle yapılmamasını şart koşmuşlardır.
İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "İnsanlar yüksek binalar yapıp evlerini süslemeye başlayınca, camilerin basit konuma düşmemesi için süslenmesi daha uygun oldu." Fakat şu şekilde ona itiraz edilmiştir: "Eğer camilerin süslenmesinin yasaklanması, şaşaalı bir yaşamı terk etme konusunda selefe uymaktan ileri geliyorsa, onun söyledikleri doğrudur. Yok eğer süslerin namaz kılanın zihnini dağıtmasından endişe duyulduğu için yasaklanmışsa söyledikleri geçersizdir. Çünkü yasağın illeti devam etmektedir."
Enes'ten nakledilen bu hadis, meydana gelecek bir olayı haber verdiği için peygamberliğin ispatında kullanılan mucizelerden biridir. Nitekim, önceden bildirilen bu durum, haber verildiği gibi meydana gelmiştir.
"Allah'a ortak koşanlar, kendilerinin kafirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah'ın mescitlerini imar etme yetkileri yoktur. Onlann bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklardır. Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.[32]
447- İkrime'den şöyle nakledilmiştir: İbn Abbâs bana ve oğlu Ali'ye "Ebu Saîd'e gidip ne dediğini dinleyin" dedi. Biz de kalkıp gittik. Bir de baktık ki, o bir bahçeyi suluyordu. Sonra ridasmı tuttu ve ayaklarını elbisesinin içine sokarak oturdu. Sonra da konuşmaya başladı. Derken lafı, cami yapımına getirdi ve şöyle dedi: "Biz kerpiçleri birer birer, Ammâr ise, ikişer ikişer taşıyordu. Allah
Resulü onu böyle görünce üzerine bulaşan tozu temizlemeye başladı. Bir yandan da, şöyle buyurdu: "Vâh Ammâr'a!.. Onu azgın bir grup öldürecek... Ammâr onîan cennete, onlar da kendisini cehenneme davet edecek...'
Bunun üzerine Ammâr 'Fitnelerden Allah'a sığınırım!' dedi.[33]
(Allah'ın mescitlerini) Bu ifade ile secde yapılan veya namaz kılmak için tahsis edilen yerler kasdedilmiş olabilir, ikinci ihtimale göre, imardan maksat, caminin İnşası olabileceği gibi camilerde Allah'ı anmak için bulunmak da olabilir.
(Suluyordu) Bu hadiste, bütün ilmi bir tek kişinin öğrenemeyeceğine işaret vardır. Çünkü İbn Abbâs, ilminin genişliğine rağmen, oğluna gidip Ebu Saîd'den bir şeyler öğrenmesini emretmiştir. Belki de onun, kendisinin bilmediği bir-şeyi bildiğinden haberdardı. Ya da, âli isnada ulaşması için oğlunu ona göndermiş de olabilir. Zira Ebu Saîd çok önceden sahâbî olma şerefine nail olmuş ve Hz. Peygamber'den İbn Abbâs'a göre daha fazla hadis işitmişti.
1- Tevazu sahibi idiler.
2- Kibirden uzak dururlardı.
3- Birbirlerinin yaşam standartlarına muttali idiler.
4- Faziletli kimselerin üstün yönlerini kabul ederlerdi.
5- İlim öğrencisine lütufkâr davranırlardı.
6- ilim talebesinin ihtiyaçlarını karşılamayı kendi ihtiyaçlarını karşılamaya tercih ederlerdi.
(Sonra ridasını tuttu ve ayaklarını elbisesinin içine sokarak oturdu.) Bu hadise göre ilim öğretmek için gerekli hazırlıklar yapılır, fitne ve baskının olduğu dönemlerde hadise saygıdan dolayı hadis rivayet edilmez.
(Ammâr ise, İkişer İkişer taşıyordu) Ammâr kerpicin birini kendi yerine, ötekini Allah Resûlü'nün yerine taşıyordu, Buna göre hayır işlerinde meşakkate girmek caizdir. Ayrıca, maslahatların gerektirdiği ölçüde ve cami yapmanın fazileti sebebi ile Öndere saygı gösterip onun yerine iş yapılır.
(Üzerine bulaşan tozu) Burada, Allah yolunda çalışan birine fiilî ve sözlü olarak iyilikte bulunup ona karşı onur verici davranış sergilemek söz konusudur.
Burada Ammâr'ı öldürenler kasdedilmiştir. Nitekim hadisin bu kısmı başka bir senetle "Onu kendisinin cennete davet edeceği azgın bir kitle/ bir grup öldürecek..." şeklinde nakledilmiştir.
Ammâr Sıffin savaşında Hz. Ali'nin yanında yer almıştı. Onu öldürenler ise Muâviye'nin yanında Hz. Ali'ye karşı savaşıyorlardı. Malum olduğu üzere Muâvİye'nin de yanında bazı sahâbîler bulunuyordu. Onların cehenneme davet etmesi nasıl mümkündür?" şeklinde bir itiraz yöneltilecek olursa şu şekilde cevap verilir: "Bazı sahâbîler, cennete davet ettiklerini zannediyorlardı. Onların her biri müctehiddi. Dolayısıyla onlar zanlarına tabi olduklarından dolayı kınanamaz. Buradaki cennete davet etmekten maksat, cennete ulaştıracak vasıtaya davet etmektir. O da, devlet başkanına İtaat etmektir. Benzer şekilde Ammâr da onları, Hz. Ali'ye itaate çağırıyordu. Çünkü o dönemde itaat edilmesi gereken devlet başkanı oydu. Kısacası her iki taraf birbirinin aksine çağrıda bulunuyordu. Ancak onların bu şekilde davranmaları mazur görülür. Çünkü kanaatleri doğrultusundaki tevillerine göre böyle davranmışlardı."
İbn Battal Mühelleb'e tabi olarak şöyle demiştir: "Azgın bir grup ifadesi Haricîler hakkında kullanıldığı zaman yerinde bir ifade olur. Nitekim Hz. Ali, kendilerini cemaate çağıran Ammâr'ı onlara elçi olarak göndermişti. Ancak bu ifade, ashâb-ı kiramdan herhangi biri için kullanılamaz." Bir çok sarih de bu konuda ona tabî olmuştur. Ancak birkaç açıdan bu görüş tenkit edilir:
1- Haricîler Ammâr'm öldürülmesinden sonra Hz. Ali'ye baş kaldırmışlardır. Bu konuda ilim ehli arasında bir görüş farklılığı sözkonusu değildir. Çünkü hâricîlik, tahkim olayından sonra başlamıştır. Tahkim ise, Sıffîn savaşının sona ermesinin akabinde gerçekleşmişti. Ammâr ise kesinlikle bu hadiseden önce öldürülmüştü. Ölümünden sonra Hz. Ali'nin onu, Haricîlere elçi olarak göndermesi düşünülemez.
2- Hz. Ali'nin Ammâr'ı elçi olarak gönderdiği toplum, Küfe halkıdır. Cemel vakasından önce onu Kufe'ye göndererek Kufelilerden Hz. Âişe ve onunla birlikte hareket edenlere karşı kendi yanında savaşa girmelerini istemişti. Hz. Âişe ile birlikte hareket eden sahâbîler vardı. Hatta Muâviye'nin yanında yer alan sahâbîlerden daha faziletli olanlar vardı. Dolayısıyla Mühelleb yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştur. Ayrıca onlara Haricîler demek, son derece yanlıştır.
3- O, eksik olan bu rivayette geçtiği üzere hadisi lafzî olarak anlayıp açıklamıştır.
1- Hz. Peygamber'İn nübüvvetinin alametlerinden biri dadey. ha ortaya çıkmıştır.
2- Hz. Ali ve Ammâr'ın faziletleri belli olmuştur.
3- Bu rivayet, savaşa girmekle hata ettiğini, isabetli bir karar veremediğini iddia ederek Hz. Ali'ye düşmanca tavır alanlara cevap niteliğindedir.
448- Sehl'den şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber bir kadına haber gönderip 'Marangoz kölene emret de benim için üzerine oturacağım bir minber yapsın' buyurdu."
449. Câbir'den şöyle nakledildi; "Kadının biri 'Ey Allah'ın elçisi sizin mescitte üzerine oturacağınız bir şey yaptırayım mı? Zira benim marangoz bir kölem var.' dedi. Hz. Peygamber de 'Eğer istiyorsan bir minber yaptır buyurdu.[34]
1- İstemeden yapılan çalışmalar (yardım ve İyilikler) kabul edilir.
2- Yerine getireceği bilinen birinin yerine vaatte bulunulabilir.
3- Hayır işleri yaparak, iyi insanlara yaklaşılabilir.
450- Ömer İbn Katâde'den şöyle nakledilmiştir: "Ubeydullah el-Havlânî, Mescid-i Nebevî'yi yeniden inşa ettiği zaman, İnsanların kendisi hakkında ileri geri konuşmaya başladığı bir sırada Hz. Osman'ın şöyle dediğini nakletmiştir: 'Hakkımda çok ileri gittiniz. Oysa ben, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu İşittim: Her kim bir mescid/camt yaptırırsa (Ravilerden Bukeyr kendisinden önceki raviyi kasdederek zannımca Allah rızasını gözeterek kaydını da zikretmişti' demiştir.) Hak Teâtâ da onun için cennette onun bir benzerini inşa eder."
(Mescid/cami Yaptıran Kimse) Bu başlık, mescid/cami yaptıran kimselerin faziletine ilişkindir.
(insanlar kendisi hakkında ileri geri konuşmaya başladığı bîr sırada) Bu olayın açıklaması İmam Müslim'in naklettiği şu rivayette mevcuttur: "Hz. Osman Mescid-i Nebevt'yi yeniden inşa etmeyi düşününce, diğer sahâbîler bunu yadırgadı ve mescidin eski halinde kalmasını istediler." Sahabe mescidin, Allah Resûlü'nün aleyhi ve dönemindeki haliyle kalmasını arzuluyordu.
Beğavî "Şerhu's-sünne" adlı eserinde şöyle demiştir: "Sahabe, Hz. Osman'a, mescidi genişleteceği için itiraz etmemiştir. Aksine mescidi nakışlı taşlarla yeniden yapacağı için karşı çıkmışlardır."
(Hakkımda çok ileri gittiniz.) Bu ifadeyle, sahabenin Hz. Osman'a itiraz ederken söyledikleri sözler kasdedilmiştir.
Hz. Osman'ın Mescid-i Nebevî'yi yeniden inşa etmesi, meşhur olan görüşe göre h.30'da gerçekleşmiştir. Bir başka görüşe göre de, hilafetinin son senesinde meydana gelmiştir.
(Her kim bir mescid/cami yaptırırsa) Bu ifadede mescid lafzı, umum ifade etmesi için nekira olarak kullanılmıştır. Bu sayede hem büyük, hem de küçük mescidleri/camileri kapsar. Nitekim bu hadis, Tirmizî'nin Enes İbn Mâ-lik'ten naklettiği rivayette "küçük veya büyük bir mescid' şeklinde geçmektedir. İbn Ebî Şeybe ise bu konuda zikredilen hadisi başka bir senetle nakletmiştir. Söz konusu rivayette hadiste şu ilave mevcuttur: "bağırtlak kuşunun yumurtlamak için yaptığı yuva kadar olsa bile"
Alimlerin çoğu bu ifadeyi, mübalağalı kabul etmiştir. Çünkü bağırtlak kuşunun yumurtasını bırakıp üzerinde uyumak için yaptığı yuva, namaz kılacak kadar geniş olamaz. O halde bu ifade, her kim ihtiyaç miktarı kadar mescide/camiye ilavede bulunursa, yaptığı ilave miktarı kadar sevap kazanır. Ya da camiyi inşa edenlerin alacağı sevaba ortak olur. Herkes yaptığı miktar kadar sevap kazanır. Bütün bu yorumlar, mescid/cami ile akla ilk gelen mana, yani namaz için tahsis edilen mekan kasdedildiği zaman geçerlidir. Eğer mescid ile secde yapılan yer, yani namaz kılanın alnını koyduğu yer kasdediliyorsa bu anlatılan yorumlarda hiç birine gerek kalmaz. Ancak yaptırmak ifadesi gerçekten bir bina inşa etmek manasını akla getirmektedir.
(Allah'ın rızasını
gözeterek) Yani ihlaslı bir şekilde mescid/cami yaptırırsa.
İbnu'İ-Cevzî şöyle demiştir: "Her kim yaptırdığı camiye kendi adını verirse, ihlastan uzaklaşır. Kim de ücret mukabili mescid/cami yaparsa, ihlastan yoksun olduğu için bu hadiste belirtilen va'dden nasibini alamaz. Ancak genel olarak sevap kazanabilir."
Sünen musannıfları ile İbn Huyezme ve Hâkim Ukbe İbn Amir'den merfû1 olarak şu hadisi nakletmelerdir: 'Allah Teâlâ bir ok ile üç kişiyi cennete sokar: Sevabını Allah'tan umarak yapanı, onu atanı ve atmada yardımcı olanı.' Bu hadiste geçen 'Sevabım Allah'tan umarak' ifadesi, yaptığı iş ile mücahidlere yardımcı olmayı hedefleyen kimseleri içine alır. Bu ifade, hem gönüllü çalışan, hem de ücret mukabili çalışan ok ustalarını kapsar. Ancak ihlas sadece gönüllü kimselerde görülür.
Hadiste geçen sevap, yeryüzünün belli bir parçasını, üzerine bir bina kurmadan etrafını duvarla çevirerek mescide/camiye tahsis eden kimse için de geçerli midir? Ya da sahip olduğu binayı mescid/cami olarak vakfeden kimseler bu sevaba nail olabilir mi? Eğer hadisin lafzını esas alırsak bu sorulara olumsuz cevap veririz. Yok eğer hadisin manasını esas alırsak olumlu cevap veririz. Bu görüş tercihe biraz daha yakındır. ^ (yaptı [yukarıda "yaptırdı" şeklinde tercüme etmeyi tercih ettik) fiili, bilfiil yapmanın gereklerini yerine getirmeye denir. Ancak hadisin manası mescid/cami yaptırmayı emreden kimselerin de bu sevaba ortak olduğunu gösterir. Nitekim Hz. Osman'ın da bu hadisi delil olarak kullanması bu yorum İle örtüşür. Çünkü o, hadisi kendi talimatlarına delil olarak kullanmıştır. Malum olduğu üzere o, bizzat mescidin inşasına soyunmamıştır.
Hak Teâlâ da onun için cennette onun bir benzerini inşa eder) İnşa etmenin Allah'a nispet edilmesi, mecazîdir. Burada inşa etmenin öznesinin zikredilmesi, Hak Teâlâ'yı tazim içindir. Ancak, dinleyenlerin gönüllerini yumuşatmak veya söz konusu inşanın dünyada iken mescid/cami yapan kimseler tarafından gerçekleştiği vehmine sed çekmek için zikredildiği de söylenmiştir.
onun bir benzerini mahzuf bir masdarın sıfatıdır. Takdiri ise şöyledir: kelimesinin İki türlü kullanımı vardır:
a) Mutlak olarak müfred sıyğasiyla kullanılır: Mesela şu âyet-i kerîmede böyle bir kullanıma sahiptir Bu yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik edip bize taparken, bizim gibi olan bu iki adama inanır mıyız?")
b) Müfret, tesniye ve cem' bakımından kendinden öncekine tabi olur. Mesela şu âyette böyle bir kullanım söz konusudur: Sizin gibi topluluklardır:[35]
Birinci kullanıma göre, mescid/cami yaptıranların alacakları karşılık, çeşitli binalar olur. Böylece iyiliklerin on misli ile karşılanacağından hareketle hadisteki kaydını problemli görenlere cevap verilmiş olur. Çünkü burada, Allah Teâlâ'nın cami yaptıranı, onun benzeri on bina ile ödüllendirme ihtimali vardır. Bu soruna, Allah Resûlü'nün bu hadisi "Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır [36] ayetinin nüzulünden Önce söylediğini belirterek cevap vermek ise pek isabetli değildir. Aynı şekilde bir ile takyidin, birden fazlaya delalet edebileceğini belirterek verilen cevap da uygun değildir. İnsanın aklına ve gönlüne yatan cevaplardan biri de şudur: Buradaki benzerlik kemiyet bakımındandır. Fazla sevap ise, keyfiyet bakımındandır. Şöyle ki, nice bir ev vardır ki, on evden, hatta yüz evden daha üstündür.
Burada benzerlikten maksat, söz konusu iyiliğin başka bir şeyden değil de sadece bina cinsinden karşılığının verilmesidir. Bunu söylerken de diğer hususlar dikkate alınmamıştır. Ancak burada, dünyanın darlığı ve cennetin genişliğine bakınca iki dünya arasında kesinlikle fark olduğu ortaya çıkar. Çünkü Buhârî'de geçtiği üzere bir karış cennet, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlıdır. Ahmed İbn Hanbel de Vasile hadisinde şu ifadeleri nakletmiştir: "Allah ona, cennette dünyadakinden daha hayırlı bir bina dikti." Bu hadis de göstermektedir ki; benzerlik ile bütün yönlerden birbirine denk olma kasdedilmemiştir. Bu konuda Nevevî de şöyle demiştir: "Belki de burada şu kasdedilmiştir: Dünyada cami yaptırana cennette verilecek binanın üstünlüğü, dünyada camilerin evlere olan üstünlüğü gibidir."
(cennette) bu câr ve mecrûr, fiiline mutallıktır. Ya da «di-'den hâldir. Bu hadiste, cami yaptıranlann cennete gireceğine İşaret edilmiştir. Çünkü, ona ödül olarak yapılacak bina, oturması içindir. Cennete girmeden de, binasında oturması düşünülemez.
451- Süfyan'dan şöyle nakledilmiştir: Amr'a tâbir İbn Abdullah'ın "Bir adam Mescid-i Nebevî'ye geldi, yanında oklar taşıyordu. Allah Resulü ona, demir sahip buyurdu" dediğini işitip işitmediğini sordum.[37]
(Tutmak) Bu ifadenin, "camiye oklarla giren kimsenin oklarına sahip çıkması müstehapür" şeklinde anlaşılması mümkündür. Buhârî ve Müslim Hammad İbn Zeyd kanalıyla şu rivayeti nakletmişlerdir: 'Adamın biri, yanında taşıdığı oklarla camiye girdi. Okların demir ucu (torbasının dışına taşmış) görünüyordu. Bunun üzerine herhangi bir Müslümana zarar vermemesi için okların ucuna sahip çıkması emredildi."
İbn Battal Hadisten çıkan sonuçlan şöyle sıralamıştır:
1- Kanın, azına da çoğuna da saygı gösterilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.
2- Müslümanın dokunulmazlığı bir kez daha te'kid edilmiştir.
3- Camiye silah sokulması caizdir.
452- Ebu Bürde babasından Hz. Peygamber'in öyle buyurduğunu nakletmişür:
"Camimizin veya pazarımızın bîr bölümünden okla geçen herkes, okunun ucuna sahip olsun! Okun ucunu tutmayarak bir müslümanı yaralamasın! [38]
(Caminin İçinden Geçmek) Bu başlık, caminin içinden geçmenin caiz oidu-ğunu gösterir.
453- Ebu Seleme İbn Abdurrahman İbn Avf, Hasan İbn Sâbit'in Ebu Hureyre'den "Allah adına söyle! Allah Resulünün 'Ey Hassan, Rasûlullah adına cevap ver! Allah'ım! Onu ruhu'l-kudüsle destekle' dediğini duymadın mı?! diyerek şahitliğine müracaat ettiğini, onun da 'evet' dediğini nakletmiştir."
(Camide Şiir Okumak) Bu başlık camide şiir okumanın hükmünü araştırmak için konmuştur.
(Onu ruhu'l-kudüsle destekle') Ruhu'l-kudüs'ten maksat, Cebrail'dir Hassân'm Hz. Peygamber'in yerine cevap vermesinden maksat ise, Rasûlullah'i ve ashabını hicveden kâfirlere karşılık vermesidir. Nitekim Tirmizî Hz. Aişe'den şöyle nakletmiştir: "Allah Resulü Mescid-i Nebevî'de Hassan için bir minber koydurmuştu. Hassan oraya çıkıp kâfirleri hicvederdi." İbn Battal şöyle demiştir; "Bu konuda zikredilen hadise göre Hassan, Hz. Peygamber'in huzurunda camide şür söylememiştir. Ancak İmam Buhârî'nin "Vahyin Başlangıcı Bölümünde" Saîd kanalıyla naklettiği rivayete göre Hassân'a "Benim adıma onlara cevap ver!" demesi Mescid-i Nebevî'de gerçekleşmiştir. Bunun üzerine Hassan da, müşriklere karşı cevap olarak söylediği beyitleri okumuştu." İbn Battal dışında kalan sarihler ise şöyle demiştir; "Buhârî, Hz. Peygamber'in Has-sân'dan şiir okumasını istemesinden hareketle burada, içeriği hak olan şiirlerin hak olduğunu ifade etmek istemiştir. Eğer şiir hak olursa, diğer sözler gibi camide söylenmesinde bir sakınca yoktur. Aksi takdirde boş ve çirkin söz örneklerinde olduğu gibi yasaklanır.
Bu konuda İbn Huzeyme'nin "Sahfh"inde, Tirmizî'nin de "Sünen"inde nakledip hasen kabul ettiği bir hadis vardır. Şöyle ki; "Hz. Peygamber camide şiir okunmasını yasakladı." Bu doğrultuda birkaç hadis daha vardır. Ancak hepsinin senedleri tenkide uğramıştır. Bu hadis Üe konu başlığı altında zikredilen hadis şu şekilde uzlaştınlır: "Okunması yasaklanan şiirler, cahiliye dönemine ve batıl ehline ait şiirlerdir. Okunmasına izin verilen şiirler ise bunların dışında kalan şiirlerdir." Bir uzlaştırma da şu şekilde yapılmıştır: "Camilerde sürekli olarak şiir okunması, camiye gelen cemaati meşgul eder. İşte bu durumlarda camide şiir okumak yasaklanmıştır."
454- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bir gün Allah Resûlü'nün odamın kapısının önüne geldiğini gördüm. O esnada Habeşliler Mescİd-i Nebevî'de oyun oynuyorlardı. Bu sırada Allah Resulü oyunlarını izlemem için ridasıyla beni perdeliyordu.[39]
455- İbn Şîhab Urve kanalıyla Hz. Aişe'den şöyle nakletmiştir: "Habeşliler kısa mizraklarıyla oynarken Allah Resûlü'nün onları İzlediğini-gördüm."
(Pvisa Mızrakla Camiye Girmek) Bu başlık, kısa mızrak taşıyan kimselerin camiye girebileceklerini gösterir. Habeşlilerin mızraklarının ucunun ne kadar sivri olduğu meşhurdu. Kanaatime göre İmam Buhârî, 452. hadisi kınına sokulmamış mızrak uçlarıyla camiden geçmenin yasaklanmasıyla tahsis etmiştir. Mızrakla ile camiden geçme ile oynama arasındaki fark şöyle izah edilir: Mızraklarla sergilenen oyun sırasında ondan korunmak kolaydır. Diğer durumlarda ise sakınmak zordur. Birden insanı yaralayabilir. Bundan da korunulamaz.
(Bir gün Allah Resûlü'nün odamın kapısının önüne geldiğini gördüm. O esnada Habeşliler Mescid-i Nebevî'de oyun oynuyorlardı). Bu ifade camide mızrak İle oyun sergilemenin caiz olduğunu gösterir. Ibnut-Tîn, Ebu'l-Hasan el-Lahmî'den şu görüşü nakletmiştir: "Mızrakla camide oyun sergilemek, Kur'an ve sünnet ile neshedilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'den 'Allah o evlerin yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir [40] âyeti, sünnetten ise 'Çocuklarınızı ve mecnunlarınızı camilerden uzak tutun!' hadisi bu hükmü neshetmiştir."
Ancak bu görüşe şu şekilde itiraz edilmiştir: Söz konusu hadis zayıftır. Ne bu hadiste ne de âyette iddia edilen görüşü destekler mahiyette bir bilgi vardır. Tarih de buna tanıklık etmemektedir. Dolayısıyla burada zikredilen delililerle neshin gerçekleştiği söylenemez.
Bu rivayette bahsedilen mızrak oyunu, sıradan bir oyun değildi. Aksine cesaretli kimseleri savaş meydanlarına hazırlamak ve düşmana karşı mücadele İçin yetiştirmeyi hedefleyen bir eğitimdi. Mühelleb şöyle demiştir: "Cami, Müslüman toplumun genel işlerini görüşmek için ihdas edilmiştir. Bu yüzden din ile dine bağlı insanların menfaatine gelen işlerin camide görüşülmesi caizdir."
Bu hadise göre mubah olan oyunları seyretmek caizdir. Ayrıca bu rivayet, Allah Resûlü'nün s^hiiâk: deyni w sdi™- eşine karşı güzel davrandığını ve ona iyi muamelede bulunduğunu gösterir. Bir de Hz. Aişe'nin onun yanında ne kadar değerli olduğuna delalet eder.
(ridasıyla beni perdeliyordu) Bu ifade, bahsi geçen olayın hicab âyetinin inmesinden sonra gerçekleştiğini gösterir. Ayrıca kadınların erkeklere bakmasının caiz olduğuna delalet eder. Kadının erkeğe bakmasını haram kabul edenler, o sırada Hz. Aişe'nin küçük olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak bu görüşün, biraz önce verdiğimiz malumattan dolayı isabetli olmadığı anlaşılır.
456- Berîre Hz. Aişe'ye gelip ondan mükatebesi hakkında yardım istedi. Hz. Aişe "Eğer dilersen efendine (geri kalan borcunu) öder senin velayetini ben üstlenirim" dedi.
Berire'nin efendisi (Hz. Âişe'ye), "Eğer dilersen ona geri kalan borçlarını ödemesi için gerekli bedeli verirsin" dedi.
Ravilerden Süfyân bir keresinde olayın bundan sonraki kısmını şöyle anlattı: "Dilersen onu âzad edersin, ancak velayeti bizim olur." Rasûlullah saviâhu alevi gelince, Hz. Aişe, ona bu olayı haber verdi. Bunun üzerine Allah Resulü ve seiiem şöyle buyurdu: "Onu al ve âzad eti Vetâ hakkı ise, âzad edenindir." buyurdu: "Bazı kimselere ne oluyor ki Allah'ın kitabında olmayan alışveriş şartları ileri sürüyorlar. Allah'ın kitabında olmayan bir şartı Heri süren, bilsin ki o konuda böyle bir hakkı yoktur. Yüz kere şart koşsa da yine durum değişmez.[41]
(Camideki Minber Üzerinde Alışverişten Bahsetmek) Bu hadisin konu başlığı ile münasebeti, "Bazı kimselere ne oluyor ki! Allah'ın kitabında olmayan şartlar ileri sürüyorlar" ifadesi ile sağlanmıştır. Çünkü bu söz, rivayette bahsedilen olaya işaret etmektedir. Bu olayda da, alışveriş, âzad etme ve velayet konulan geçmektedir.
Bu kitabı eleştiren bazt kimseler vehme kapılarak "Bu rivayete göre, alışveriş camide gerçekleşmemiştir" demişlerdir. Çünkü onlar, konu başlığının minber üzerinde alışveriş yapmanın caiz olduğu anlamına geldiğini zannetmişlerdir. Oysa olay, zannettikleri gibi değildir. Çünkü bir şeyden bahsedip o şeyin hükmünü açıklamak ile doğrudan akit yapmak birbirinden farklıdır. Meydana gelen bir şeyin hükmünü açıklamak, doğru ve hayırlı bir iştir. Doğrudan akit yapmak İse cami içinde, yasaklanan gürültüye yol açar. Mâzirî şöyle demiştir: "Fakihler, gerçekleştiği takdirde camide yapılan akdin geçerli olduğu konusunda ittifak etmelerine rağmen, bunun caiz olup olmadığı konusunda ihtilafa düşmüşlerdir."
{Allah'ın kitabında olmayan şartlar ileri sürüyorlar) Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadisle, Allah'ın kitabında belirtilmeyen bütün şartların batıl olduğu kasdedilmemiştir. Çünkü ' Ve/â hakkı ise, âzad edenindir ' cümlesi Hz. Peygamber'e aittir. Ancak Allah Teâlâ kitabında ona itaati emretmiştir. Dolayısıyla bu hükmün kitaba nispeti mümkün hale gelmiştir." Fakat ona şu şekilde itiraz edilmiştir: "Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, Hz. Peygamber'in sözlerinin gerektirdikleri de ona nispet edilirdi." Ancak bu itiraza da şu şekilde cevap verilmiştir: "Hattâbî'nin böyle bir nispette bulunması umum yoluyla mümkündür. Yoksa belli bir mesele hakkında değildir." Hattâbî bu görüşüyle hadiste geçen Allah'ın kitabı ifadesiyle Kur'an'm kasdedildiğini ifade etmiştir. Ibn Mes'üd'un Vâşime/dövme yaptırma olayında Ümmü Ya'kub'a söylediği. şu söz de, onun meylettiği bu görüşe benzer: "Neden Rasûlullah'm lanet ettiğine lanet etmeyeyim ki! Zaten bu, Allah'ın kitabında da var!" Daha sonra İbn Mes'ûd, bu şekilde hareket etmenin Allah'ın kitabında olduğuna dair "Peygamber size neyi verdiyse onu alın! [42] ayetini delil olarak getirmiştir.
Bu hadisteki "Allah'ın kitabı" ifadesinden maksat, O'nun Kur'an'da veya sünnette belirtilmiş hükmü de olabilir. Kitap'tan maksat Ievh-i mahfuzda yazılı bilgiler de olabilir.
457- "Mescid-i Nebevî'de Ka'b İbn Mâlik, İbn Ebî Hadrad'den, borcunu ödemesini istemişti. Bu esnada birbirlerine karşı seslerini yükseltmişlerdi. O sırada evinde olan Hz. Peygamber seslerini işitmiş ve onlara doğru yönelip odasının perdesini aralayarak 'Ey Ka'b!' diye seslenmişti. Ka'b 'Buyur ey Allah'ın elçisi!' diye karşılık verince Rasûlullah eliyle yarısını işaret ederek alacağının bir kısmından vaz geç' buyurmuştur. Ka'b Vazgeçtim bile' deyince bu defa İbn Ebû Hadrad'e 'Kalk ve borcunu öde' diye emretmiştir."
(Camide) Bu konuyla ilgili iki mesele vardır: Birincisi, konu hadisinden de anlaşılacağı gibi borçlunun borcunu ödemesini istemektir. Diğeri ise, hadiste açıkça geçmeyen borçlunun borcunu ödemesi için sıkıştırılmasıdır. Son dönem âlimlerinden biri, başlıkta borçlunun sıkıştırılmasına yer verilmesiyle İlgili olarak şunları demiştir: "Muhtemelen İmam Buhârî bunu, Ka'b'ın İbn Ebi Hadrad'den borcunu isterken onun yakasına yapışmasından çıkarmıştır. Sanki iki taraf da Hz. Peygamberin çıkıp aralarında hükmetmesini bekliyordu... Tartışma anında borçluyu bırakmamak caiz ise, hakim nezdinde haklı olduğu ortaya çıkınca, onu bırakmamak haydi haydi caiz olur." Kanaatime göre, başlığın bu şekilde olması İmam Buhârî'nin kendine özgü tasarrufundan ileri gelir. Nitekim o, bu şekilde başlık atmak suretiyle "Sulh" konusu ve daha başka başlıklar altında zikrettiği rivayete işaret etmiştir. Söz konusu rivayete göre "Ka'b'm Abdullah İbn Ebî Hadrad el-Eslemî'den alacağı vardı. Bir gün onunla karşılaştı ve onu bırakmadı. Tartışmaya başladılar. Bu esnada sesleri yükselmişti."
(Vazgeçtim bile) Bu söz, Ka'b'm Hz. Peygamber'in sniuu.hu aleyhi emrini yerine getirmedeki hassasiyetinden ileri gelir. Rasûlullah'ın saibDâhu aisvfo w. taifem "Kalk" emri, İbn Ebî Hadrad'e yöneliktir.
1-Bu hadiste borçta yapılan indirim ile borcun ertelenmesinin birlikte olmasının caiz olmadığına işaret edilmiştir.
2-Kişi çirkin söz sarfetmediği sürece camide sesini yükseltebilir, Ancak bir rivayete göre İmam Mâlik, ne surette olursa olsun camide yüksek sesle konuşmayı haram kabul etmiştir. Bir başka rivayete göre İse sesin niçin yükseltildiğine bakarak hüküm vermiştir. Mesela ilim, hayır ve mutlaka yüksek sesi gerektiren meselelerde yüksek sesle konuşmayı caiz görmüştür. Gürültü patırtı gibi meselelerde ise bunu caiz görmemiştir. Mühelleb ise şöyle demiştir: "Eğer camide yüksek sesle konuşmak caiz olmasaydı, Hz. Peygamber onların bu şekilde davranmalara mani olup, bunun caiz olmadığını açıklardı." Ancak camide konuşmanın haram olduğunu söyleyenler bu izah karşısında, şunları söyleyebilir: Hz. Peygamber bunun yasak olduğunu daha önce belirtmişti. Burada yasağı yenilemeye gerek görmedi. Bundan dolayıdır ki, yüksek sesle konuşmayı sona erdirecek çözüme başvurdu. Yüksek sesle konuşmaya neden olan sorunu çözerek iki taraf arasında sulh yaptı.
3- Anlaşıldığı takdirde işarete itibar edilir.
4- Hak sahibine karşı aracı olunur.
5- Hakim iki tarafın anlaşmasını önerebilir.
6- Aracılık teklifi kabul edilebilir.
7- Kapının üstüne perde çekilebilir.
458- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir:
"Zenci bir adam veya zenci bir kadın, Mescid-i Nebevî'yi süpürürdü. Derken vefat etti. Bir gün Hz. Peygamber onu sordu. Etrafındakiler Vefat etti' diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Resulü 'Onun vefatım bana haber vermeniz gerekmiyor muydu?! Bana kabrini gösterin? buyurdu. Sonra mezanna gelip onun için namaz kıldı.[43]
1- Camileri temizlemek faziletli bir ameldir.
2- Ortadan kaybolan hizmetçi ve eş dost sorulur.
3- Kişi dua ile ödüllendirilebilir.
4- Hayırlı kimselerin cenaze namazına katılmak teşvik edilmiştir.
5-Cenaze namazına yetişemeyen kimselerin, daha sonra ölünün kabrine gelerek onun için namaz kılması menduptur.
6- Vefat ilan edilir.
459- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Faiz konusunda el-Bakara süresindeki âyetler nazil olduktan sonra Hz. Peygamber Mescİd-İ Nebevî'ye çıkıp hemen bu ayetleri ashabına okudu. Sonra da şarap ticaretini haram kıldı.[44]
(Şarap Ticaretinin Camide Haram Kılınması) Bu başlık, camide şarap ticaretinin camide haram kılınıp hükümlerinin açıklanmasının uygun olduğunu İfade eder. Yoksa İmam Buhârî şarap ticaretinin sadece camide haram olduğunu kasdetmemistir. Bu başlığın amacı, camileri kötü söz ve davranışlardan korumak gerektiğini, ancak sakındırmak için bunlardan bahsedilebileceğini anlatmaktır. Nitekim Kadı yâz şöyle demiştir: "Şarabın haram kılınması, faiz âyetinin nüzulünden çok önce olmuştu. Muhtemelen Hz. Peygamber şarabın haram kılındığını tekit etmek için bir kez daha söylemiştir." Belki de, şarap ticaretinin haram kılınması, şarabın kendisinin haram kılınmasından sonra gerçekleşmiştir.
İbn Abbâs "Robbim! Karnımdakini azadh bir kul olarak sırf sana adadım [45] âyetini "Hizmet etmesi için mabede adadım" şeklinde yorumlanmıştır.
460- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Bir adam veya bir kadın Mescid-i Nebevî'yi süpürüyordu. Rivayetin ravilerinden Ebu Râfi' 'zannımca temizleyen kişi bir hanımdı1 demiş, sonra yukarıdaki hadisi anlatıp Hz. Peygamber'in onun kabrine giderek namazını kıldığını bildirmiştir."
(azadh) Bu ayetin zahirinde İmran ailesinin o gün için sorumlu olduğu şeriata göre çocukları bir hizmete adamanın bu ayetin zahirinden caiz olduğu anlaşılır. İmam Buhârî bu olayı anlatmak suretiyle, hizmetini görmek suretiyle mabede saygı göstermenin önceki ümmetlerde de dinen kabul gören bir uygulama olduğunu belirtmek istemiştir. Hatta önceki ümmetlere mensup biri, karnındaki yavrusunu mabedin hizmetine adamıştır.
Bu hadisin konu başlığı ile ilişkisi, kadının kendisini Mescid-i Nebevî'nin hizmetine adamasıyla kurulur. Nitekim onun bu davranışını Hz. Peygamber sessiz kalarak onaylamıştır.
461- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Dün gece cinlerden bir ifrit (veya buna benzer bir ifade kutlandı), namazımı bozmak için aniden bana saldırdı. Fakat Rabbim ona karşı beni galip getirdi. Sabahlayınca hepiniz onu göresiniz diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Sonra kardeşim Süleyman ıtı "Rabbim! Beni bağışla, bana, benden başka hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver [46] dediğini hatırladım (ve onu tutup bağlamaktan vazgeçtim)." Hadisin ravilerinden Ravh dedi ki: "Sonra Hz. Peygamber spJbMhu hv^h ye sd^n onu kovdu.[47]
(aniden bana saldırdı) ansızın saldırmak manasına gelir.
Nesâî Hz. Aişe'den Allah Resûlü'nün şöyle buyurduğunu nakletmiştir; "Onu yakaladım, sonra yere serdim. Nihayet onu boğdum. Dilinin soğukluğunu elimle hissedebiliyordum."
Ibn Battal ve diğerleri bu hadise dayanarak, cinin Rasûlullah'a asli suretinin dışında çıkmadan göründüğünü iddia etmişlerdir. Bu konuda şunları söylemişlerdir: "Şeytanın yaratıldığı şekilde görünmesi, sadece Hz. Peygamber için söz konusudur. Onun dışındaki insanlar için İse mümkün değildir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "O ve yandaşları, sizin onlan göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.[48] Bu konuyla ilgili ortaya konan sonuçlara, İmam Buhârî'nin bu hadisi zikrettiği "Yaratılışın Başlangıcı" Bölümünde yer alan "Cin" konusunda ayrıntılı bir biçimde temas edeceğiz.
Şüreyh borçlunun mescidin direklerine bağlanarak ahkonmasını emrederdi.
462- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Necd taraflarına bir süvari birliği gönderdi. Birlik, Hanifeoğullanndan Sümâme İbn Osâl adında birini esir alarak döndü. Ashâb-ı kiram onu Mescid-i Nebevî'nin direklerinden birine bağladılar. Derken Allah Resulü sai'anaim mescide geldi ve 'Sümâme'yi serbest bırakın dedi. Sümâme mescidin yakınlarındaki bir hurma ağacının yanına gidip gusül abdesti aldı. Daha sonra mescide geldi ve 'Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in onun elçisi olduğuna şehadet ederim' dedi.[49]
(Müslüman Olanın Gusül Abdesti Alması ve Esirlerin Camide Bağlanması) Müslüman olanın gusül abdesti almasının, camilerle ilgili hükümlerle çok uzaktan ilişkisi vardır. Şöyle ki; kâfirler genellikle cünüp olur. Cünüp birinin de, zaruret dışında camiye girmesi haramdır. Kâfir Müslüman olunca, cünüp olarak camide kalmasını gerektiren zaruret hali de ortadan kalkar. Camide kalmasının mümkün olabilmesi için de gusül abdesti alır.
İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Sümâme hadisinin 'Esir ve Borçluların Camide Bağlanması' başlığı altında zikredilmesi daha uygundur şeklinde, İmam Buhârî'ye bir itiraz yöneltilmiştir. Ancak buna şu şekilde cevap verilmiştir: "İmam Buhârî, ifrit kıssasını delil olarak kullanmayı Sümâme kıssasını delil olarak kullanmaya tercih etmiş olabilir. Çünkü ifrit olayında, onu bağlamaya yeltenen Hz. Peygamber'in bizzat kendisi idi. Sümâme'yi ise başkaları bağlamıştır. Allah Resulü onu bu halde görünce de, Sümame'yi serbest bırahn!' buyurmuştur. İmam Buhârî'nin bu tercihi, Hz. Peygamber'in onun bağlanmasını hoş karşılamamasın in, takririnden daha evla olduğunu gösterir. Yani kavli sünnet, takrîrî sünnetten önce gelir.
Öyle anlaşılıyor ki, İbnu'l-Müneyyir, hadisin Buhârî'deki ve diğer kitaplar-daki rivayetine tam olarak bakmış değildir. İmam Buhârî "Mağazi Bölümü"nün sonlarına doğru, bu rivayeti bu şekilde bir kez daha zikretmiştir. Buna göre Hz. Peygamber Sümâme mescidde bağlı iken üç kez yanından geçmiş, ancak üçüncü gün onun serbest bırakılmasını istemiştir. Müslim ve diğer hadis imamları da bu şekilde rivayet etmişlerdir. Hatta İbn İshak "Meğâzî" adlı eserinde onun bağlanmasını emredenin Hz. Peygamber olduğunu açık bir şekilde belirtmiştir. Böylece İbnu'l-Müneyyir'in ulaştığı sonucun doğru olmadığı anlaşılır. Sahabenin Mescİd-i Nebevî'de Allah Resûlü'nün rıza göstermeyeceği bir şey yapmasını nasıl mümkün görür, doğrusu anlamak mümkün değil. Hakikatte bu görüş, fasit bir esasa dayalı fasit bir düşüncedir. (Şüreyh borçlunun mescidin direklerine bağlanarak alıkonmasmı emrederdi.) Şüreyh borç konusunda birinin aleyhine hükmettiği zaman, o kimsenin borcunu ödeyinceye kadar camide hapsedilmesine karar verirdi. Eğer borcunu öderse, serbest bıraktırırdı. Aksi takdirde hapsedilmesini emrederdi.
463- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hendek savaşında Sa'd İbn Muâz, kolundaki atar damardan yaralanmıştı. Allah Resulü onu yakından ziyaret edebilmek için Mescid-i Nebevî'de ona mahsus bir çadır kurdurdu. O esnada Mescid'de Ğıfaroğulları'nın bir çadırı vardı. Kendilerine doğru akan kandan korkup yan tarafta olan çadıra doğru 'Ey çadırdaki komşular! Sizin tarafınızdan bize doğru bir şeyler akıyor?' diye seslendiler. İşte o akan şey, Sa'dın yarasından sızan kandı. Bir müddet sonra da Sa'd bu yaradan dolayı vefat etti.[50]
Hattâbî şöyle demiştir: "Gıfaroğulları sakin sakin otururken akan kan onları korkutmuştu."
ibn Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Peygamber, devesinin üzerinde tavaf etti."
464- Ümmü Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Hasta olduğumu Allah Resûlü'ne ve se'icm arz ettim. O da 'insanların arkasından deveye binerek tavaf buyurdu. Ben de bu şekilde tavafımı yaptım. O sırada Hz. Peygamber'in Kabe'nin karşısında namaza durup Tûr suresini okuduğunu gördüm.[51]
(Bir Sebepten Dolayı Camiye Deve Sokmak) Bu durum, ihtiyaç hasıl olunca söz konusudur. İbn Battal şöyle demiştir: "Bu hadis ihtiyaç hasıl olduğu sürece eti yenen hayvanlann camiye sokulmasının caiz olduğunu gösterir. Zira onların bevli, camiyi kirletmez. Eti yenmeyen hayvanlar için ise ,bunun tarn tersi sözkonusudur." ihtiyaç olmadığı zaman devenin camiye sokulmasının caiz olmadiğini gösteren bir hususun hadiste mevcut olmadığı söylenerek onun bu görüşüne İtiraz edilmiştir. Aslında bu konu, camiye sokulan hayvanın camiyi kirletip kirletmemesiyle alakalıdır. Eğer hayvanın camiyi kirletmesinden endişe edilirse, onu sokmak haram olur. Bir görüşe göre ise, Hz. Peygamber'in devesi eğitilmiş idi. Bu yüzden gezip dolaşmasına rağmen camiyi kirletmesinden emin olunurdu.[52] Belki de Ümmü Seleme'nin devesi de bu özelliğe sahipti.
465- Ebu Katâde'den şöyle nakledilmiştir: "Enes'in haber verdiğine göre Rasûlullah'ın sahâbîlerinden İki kişi, karanlık bir gecede onun huzurundan ayrılmıştı. Ellerinde ise fenere benzer, yollarını aydınlatan iki ışık vardı. Birbirlerinden ayrıldıkları vakit, her birinin elinde bir ışık vardı. Netice de, ikisi de bu şekilde ailesinin yanma vardı.[53]
Bu hadisin camilerle ilgili bölümler arasında zikredilmesi şu açıdandır: Her iki şahabı de, yatsı namazını Allah Resulü ile birlikte kılabilmek için geç vakte kadar, o karanlık gecede, mescidde kalmışlardı. Bu yüzden bu hadis için "Karanlık Gecede Camiye Yürüyerek "Gitmenin Fazileti" şeklinde bir başlık koymak uygun olur. Ayrıca bu başlıkla, şu hadise işaret edilmiştir: "Hz. Peygamber karanlık gecede yürüyerek mescide gelenleri, kıyamet günü tam nur ile müjdeledi." Bu başlık altında zikredilen hadis bunu destekler niteliktedir. Çünkü Allah Teâlâ bu iki sahâbîyi dünyalık bîr ışıkla ödüllendirmiş, âhirette ise bundan daha büyüğünü ve mükemmelini onlar için hazırlamıştır.
466- Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü hutbeye çıkıp şöyle buyurdu: 'Allah Teâlâ bir kulu, dünya ile kendi kaUndakiler arasında tercih konusunda serbest bıraktı. O kul da, Allah katındakileri tercih etti.'
Bunun üzerine Ebu Bekir ağlamaya başladı. Kendi kendime 'Eğer Allah bir kulu dünya ile kendi katmdakiler arasında muhayyer bıraktıysa, o kul da Hak Teâlâ nezdindekileri tercih ettiyse, bu İhtiyar niçin ağlıyor?' diye sordum. Meğer o kul, Allah Resûlü'nün kendisiymiş. Ebu Bekir de hepimizden bilgili olduğu için bunun ne anlama geldiğini anlamış, onun için ağlamıştı. Onun ağladığını gören Hz. Peygamber ve şöyle buyurdu: Ey Ebu Bekir! Ağlama! Malım ve arkadaşlığım en fazla benimle paylaşan Ebu Bekir'dir. Eğer ümmetim arasında bir dost (halîl) edinecek olsaydım, kuşkusuz Ebu Bekir'i edinirdim. Ne var ki, İslâm kardeşliği ve sevgisi bundan daha üstündür. Mescide açık bütün kapılar kapatılsın. Sadece Ebu Bekir'in kapısı kalsın![54]
467- İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber vefatına kadar süren hastalık günlerinin birinde başına bir bez bağlayarak minbere çıktı. Allah'a hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: İnsanlar içinde Ebu Bekir İbn Ebî Kuhâfe kadar cam ve malıyla yanımda yer alan başka biri olmamıştır. Eğer insanlardan bir dost (halîl) edinecek olsaydım, elbette Ebu Bekir'i dost edinirdim. Ancak İslâm dostluğu ile sevgisi her şeyden üstündür. Ebu Bekir'in kapısı dışında, mescide açılan bütün kapılar kapansın! [55]
(Camiye Küçük Kapı ve Geçit Açmak) bir kanatlı veya hiç kanadı olmayan küçük kapılara denir.
(İnsanlar içinde Ebu Bekir İbn Ebî Kuhâfe kadar cam ve malıyla yanımda yer alan başka biri olmamıştır). Nevevî şöyle demiştir: "Alimlere göre bu hadiste
geçen kelimesi, Ebu Bekir'in canı ve malıyla Hz. Peygamber'e herkesten daha fazla iyitik ettiği anlamına gelir. Yapılan iyiliği başa kalkmak anlamına gelmez." Kurtubî ise şöyle demiştir: "Buradaki, kelimesi (minnet altında bırakmak) manasına gelir. Bundan maksat İse, Ebu Bekir'in Hz. Peygamber üzerinde çok hakkı olduğunu belirtmektir. Eğer başka biri bu şekilde Allah Resûlü'ne iyilik etmiş olsaydı kuşkusuz bunlarla onu minnet altında bırakırdı."
İbn Abbâs'tan gelen hadise göre Hz. Peygamber bu sözü, ölüme kadar devam eden hastalığı esnasında söylemiştir. O sırada Hz. Ebu Bekir'e cemaate namaz kıldırmasını emretmişti. Bu yüzden diğer Müslümanların aksine, onun mescide açılan kapısının kapatılmamasıni istedi. Hz. Peygamberin bu uygulamasıyla Ebu Bekir'in kendisinden sonra hilafet makamına geleceğine işaret ettiği de söylenmiştir.
Ebu Abdullah (Buharı) şöyle demiştir: "Abdullah İbn Muhammed, Süfyan kanalıyla İbn Cüreyc'den şöyle nakletmiştir. İbn Ebî Müleyke bana şöyle dedi: "Keşke İbn Abbâs'ın mescidlerini ve kapılarını görseydin!"
468- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Mekke'ye geldi. Osman İbn Talha'yı çağırdı. O da gelip Kabe'nin kapısını açtı. Allah, Resulü Bilal, Üsame İbn Zeydve Osman İbn Talha Kabe'yi Muazzama'nın içine girdi. Daha sonra kapı kapandı. Bir müddet içeride kaldılar, sonra dışarı çıktılar.
İbn Ömer olayı anlatmaya şöyle devam etti: "(Çıktıklarını görünce) hemen koşup Bilal'e (Allah Resûİü'nün içeride ne yaptığını) sordum.
0 da, 'Namaz kıldı' diye cevap verdi. Bu defa 'Nerede?1 diye sordum. O da, İki direk arasında' diye cevap verdi."
îbn Ömer son olarak şunları dedi: "Kaç rekat kıldığını sormak ise, aklıma gelmedi."
(Görseydin) Yani onun mescidlerini görseydin, sağlamlığı ve temizliğine hayran kalırdın. Cümlenin akışı, bu tür hasletlerin o dönemin camilerinde görülmediğini gösterir.
ibn Battal şöyle demiştir: "Allah Resûlü'nün Kabe'ye girdikten sonra kapıyı kapattırması, Müslümanların Kabe içinde namaz kılmanın sünnet olduğunu zannedip bu uygulamayı sürdürmelerine mani olmak içindir." Ancak bu görüşün pek de isabetli olmadığı açıktır. Diğerleri ise şöyle demiştir: Belki de Hz. Peygamber saib insanların başında toplanmasına mani olmak için böyle yapmıştır. Çünkü ashâb-ı kirÂm onun fiillerini uygulamak için ellerinden gelen gayreti gösteriyordu. Ya da, kalbini rahatlatıp tam olarak huşu' içinde namaz kılmak için bu şekilde davranmıştır.
Rasûlullah Osman'ı da beraberinde Kabe'nin içine sokmuştur. Bu şekilde insanlara, onun Kabe sorumluluğunun devam ettiği mesajını vermiştir. Bilal ve Üsâme'yi ise sürekli kendi hizmetini gördükleri için Kabe'ye sokmuştur.
Bir yoruma göre ise, Hz. Peygamber'in Kabe'nin kapısını kapatması, içeride İken her tarafa doğru namaz kılma İmkanını sağlamak içindir. Çünkü açık olan kapı tarafına doğru namaz kılmak caiz değildir.
469- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Necd taraflarına bir süvari birliği göndermişti. Birlik, Hanifeoğullarından Sümâme İbn Üsâl adında birini esir alıp döndü. Onu Mescid-i Nebevî'nin direklerinden birine bağladılar."
(Müşrik Birini Camiye Girmesi) Müşriklerin camiye girmesi konusunda çeşitli görüşler vardır. Meseİa Hanefiler'e göre bu, her halükârda caizdir. Malikîler ile Müzenî'ye göre ise bu, her durumda haramdır. Safîler ise meseleyi ayırım yaparak ele almışlar, bu çerçevede konuyla ilgili âyetten dolayı müşriklerin
Mescid-İ Haram'a girmesini yasaklarken, diğer camilere girmesini caiz görmüşlerdir.
Bir yoruma göre de, ehl-i kitaptan olan müşriklerin camilere girmesine müsaade edilir. Ancak bu konuda zikredilen hadis, bu görüşü çürütmektedir. Zira Sümâme ehl-İ kitaptan değildir.
470- Sâib İbn Yezîd'den şöyle nakledilmiştir: "Bir gün Mescid-i Nebevî'de ayakta duruyordum. Birden adamın teki bana bir çakıl taşı artı. Hemen dönüp baktım. O kişi Ömer İbn Hattab'mış. Bana, 'Git şu iki adamı tut getir!1 dedi. Ben de gittim, onları bulup getirdim. Onlara 'Siz kimsiniz?' veya 'Nerelisiniz?' diye sordu. Onlar da 'Taifiiyiz' diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ömer onlara şöyle dedi: Eğer Medine'li olsaydınız canınızı yakardım. Zira siz, Rasûlullah'ın mescidinde sesinizi yükseltiyorsunuz!"
(Camide Yüksek Sesle Konuşmak) İmam Buhârî bu başlık ile, bu konuda farklı görüşlerin olduğuna işaret etmiştir. İmam Mâlik'e göre her ne şekilde olursa olsun, camide yüksek sesle konuşmak mekruhtur. İlim için veya başka bir nedenle dahi olsa hüküm yine aynıdır. Onun dışındakiler ise konuyu aymma tabi tutmuşlardır. Onlara göre dinî bir gayeye yönelik veya dünyevî bir yaran olan konularda yüksek sesle konuşulabilir, faydasız konularda ise yüksek sesle konuşulamaz. İmam Buhârî, camide yüksek sesle konuşmanın yasak olduğunu gösteren Hz. Ömer hadisi ile bunun yasak olmadığına delalet eden Ka'b hadisini" zikretmek suretiyle, sesi yükseltmenin faydasız konularda yasak, zaruretin bulunduğu durumlarda ise mubah olduğuna işaret etmiştir.
(Eğer Medine'li olsaydınız) Bu ifade, camide yüksek sesle konuşmanın daha önce yasaklandığını gösterir. Ayrıca bu hadise göre, hükmü bilme imkanı olmayan kimselerin cehaletleri hoş görülür.
(canınızı yakardım) İsmâîlî hadisi "Sopa vurarak canınızı yakardım" şeklinde rivayet etmiştir. Buradan da anlaşılıyor ki bu hadis, hükmen merfû'dur. Çünkü Hz. Ömer sadece tevkîfî konulara muhalefet eden kimseleri sopa atmakla tehdit ederdi.
471- Abdullah İbn Ka'b rivayetine göre babası Ka'b İbn Mâlik Mescid-i Nebevî'de İbn Ebi Hadrad'den, kendisine olan borcunu ödemesini istemiş. Bu esnada birbirlerine karşı seslerini yükseltmişler. O sırada evinde olan Hz. Peygamber seslerini İşitmiş ve onlara doğru yönelip odasının perdesini aralayarak 'Ey Ka'b İbn Mâlik, Ey Ka'bF diye seslenmiş. Ka'b 'Buyur ey Allah'ın elçisi!' diye karşılık vermiş. Bunun üzerine Rasûiullah eliyle yarısını işaret ederek 'Alacağının bir kısmından vaz geç' buyurmuş. Ka'b Vazgeçtim bile' deyince bu defa İbn Ebu Hadrad'e Kalk ve borcunu öde' diye emretmiştir.
472- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber minberde iken adamın biri ona, 'Gece namazı hakkında ne buyuruyorsun?' diye sordu. O da şöyle buyurdu: ikişer ikişer kılınır. Eğer namaz kılan sabah namazı vaktinin girmesinden endişe ederse tek rekat kılar. Kıldığı bu tek rekat önceden kıldıklarını vitre çevirir."
İbn Ömer şöyle derdi: "Geceleyin kıldığınız son namaz vitir olsun. Çünkü Hz. Peygamber böyle emretmiştir.[56]
473- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir:
"Hutbe okuduğu bir sırada Hz. Peygamber'e bir adam geldi ve 'Gece namazı nasıl kılınır?' diye sordu. O da şöyle buyurdu: ikişer ikişer kılarsın. Sabah namazı vaktinin girmesinden endişe edersen, önceki kıldığın namazları vitre çevirecek tek rekattık bir namaz kılarsın."
Velîd İbn Kesîr, Ubeydullah İbn Abdullah kanalıyla İbn Ömer'in bir adamın Mescid'de bulunan Hz. Peygamber'e seslendiğini nakletmiştir.
474- Ebu Vâkıd el-Leysî'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Mescid-i Nebevî'de iken üç adam çıkageldi. İkisi Allah Resulünün yanma geldi. Diğeri İse öbür başa yöneldi. İki kişiden biri (Peygamber'in etrafında toplanan halkanın kenarında) bir boşluk bulup oturdu. Diğeri İse halkanın arkasına oturdu. Allah Resulü konuşmasını tamamlayınca şöyle buyurdu: Size şu üç kişiden haber vereyim mi? Biri Allah'a sığındı, diğeri haya etti, Allah da ondan haya etti, diğeri Allah'tan yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi."
(Ne buyuruyorsun?) İmam Buhârî bu rivayetlerle, söz konusu konuşmaların Mescid-i Nebevî'de geçtiğini açıklamak istemiştir. Ancak bu şekilde rivayetler konu başlığına delil olarak kullanılabilir. Camilerde halka oluşturmak konusunda ise Mühelleb şöyle demiştir: "İmam Buhârî, ashâb-ı kiramın, mescitte konuşma yaparken Hz. Peygamber'in sefe. etrafında oturmalarını alimlerin etrafında kurulan ders halkalarına benzetmiştir. Çünkü zahir olan manaya göre, her ne vakit Hz. Peygamber minbere çıksa alimlerin etrafındaki halkalara benzer şekilde ashâb-ı kiram onun etrafında öbeklenip otururdu." Diğerleri ise şöyle demiştir: "İbn Ömer'den nakledilen hadis, konu başlığının oturma kısmıyla ilgilidir. Ebu Vâkıd hadisi ise diğer kısmı olan halka oluşturmakla ilgilidir.
İmam Müslim Câbir İbn Semure'den şöyle bir hadis nakletmiştir: "Hz. Peygamber ve ssüem Mescid-i Nebevî'ye girdiği vakit ashâb-ı kiram ayrı ayrı halkalar oluşturmuştu. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Allah aşkına neyiniz var! Neden bölük bölük oturuyorsunuz!" Bu hadis ile konu başlığı altında zikredilen hadisler arasında her hangi bir çelişki yoktur. Çünkü bu hadiste Allah Resulü onların faydasız bir konu hakkında halka halka oturmalarını yadırgamıştır. Diğerinde ise kendisi etrafında halka oluşturmaları söz konusudur. Bu halkanın da gayesi ilim dinleyip, bilgi öğrenmekti.
(Hz. Peygamber Mescid-i Nebevî'de iken) "İlim Bölümünde bu hadis, "yanında birileri bulunduğu bir sırada" kaydı ile birlikte nakledilmiştir. Bu ilaveli rivayet, konu başlığına daha uygundur.
475- Abbâd İbn Temîm amcasının Hz. Peygamber'î camideyken, bir ayağını öbürünün üstüne atarak sırt üstü uyuduğunu gördüğünü nakletmiştir. İbn Şihâb, Saîd İbn Müseyyeb'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Ömer ve Osman da aynı şekilde yapardı.[57]
(Bir ayağını öbürünün üstüne atarak) Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadis, bu şekilde camide yatmayı yasaklayan hadisin mensuh olduğunu gösterir. Ya da, bu şekilde uyumanın yasaklanması, avret mahallinin açılma tehlikesinin olduğu zamana hamledilir. Avret mahallinin açılma tehlikesinin olmadığı anlarda ise, bu şekilde uyumak caizdir." Bu ikinci yorum, nesih iddiasından daha iyidir. Çünkü ihtimal ile nesih gerçekleşmez.
Muhaddislerden Beyhakî, Beğavî ve daha başkaları ile İbn Battal ve onun yolundan gidenler, kesin bir dille bunun mensuh olduğunu belirtmişlerdir. Ancak Allah Resûlü'nün saibüâh» aleyhi ve seiien bu şekilde davranması, bunun caiz olduğunu açıklar.
Hz. Peygamber'in bu şekilde uyuması, kalabalık arasında değil de, istirahat anında meydana gelmiştir. Çünkü adeTi gereği Allah Resulü cemaat arasında vakur bir şekilde otururdu.
Hattâbî şöyle demiştir: "Bu hadise göre, camide yaslanmak, yan yatmak ve diğer istirahat şekilleri caizdir." Dâvûdî de şöyle demiştir: "Camide bulunmanın sevabı sadece oturana mahsus değildir. Aksine uyuyan da bu sevaba nail olur."
Hasan, Eyyûb ve Mâlik bunun caiz olduğuna hükmetmiştir.
476- Urve İbn Zübeyr'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in eşi Aişe validemiz şöyle dedi: Aklım yetti yeteli anne ve babam müslümandır. Her Allah'ın günü Allah Resulü sabah akşam bize gelirdi. Derken Ebu Bekir'in aklına bir fikir geldi ve evinin avlusuna bir mescid İnşa etti. Orada namaz kılıp Kur'an okuyordu. Müşriklerin kadın ve çocukları başına toplanıp, hayran hayran ona bakıyorlardı. Çünkü Ebu Bekir hisli bir insandı. Kur'an okuduğu zaman göz yaşlarına hakim olamazdı. Onun bu hali, Kureyşli müşrikleri endişelendirmişti.[58]
(insanlara Zarar Vermediği Sürece Yol Üzerine Cami İnşa Edilebilir) Mâzirî şöyie demiştir: "Kişinin kendi mülküne, mescid inşa etmesi icmâ' ile caizdir. Başkasının mülküne mescid inşası ise, yine icmâ' ile haramdır. Kimseye zarar vermeyeceği mubah alanlarda mescid inşa etmesi ise yine caizdir. Bazıları şâz bir görüşü benimseyerek bunun da caiz olmadığını söylemiştir. Gerekçe olarak da, miibah yollarm/kamuya ait arazilerin, insanların yararına tahsis edilmiş mekanlar olduğunu göstermişlerdir. Eğer buralara mescid yaptırılırsa, bazı insanların istifade edeceği alanlar kısıtlanmış olur. İmam Buhârî bu görüşte olanlara cevap vermek istemiştir. Bu yüzden Ebu Bekir'in kıssasını kendi görüşünü desteklemek için delil olarak kullanmıştır. Çünkü Allah Resulü onun mescidini görmüş ve onaylamıştı."
İbn Avn, üzerlerine kapıların kapatıldığı bir binada tahsis edilen mescidde namaz kıldı.
477- Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve pazarda/dükkanında (tek başına) kıldığı namazdan 25 kat daha üstündür. İçinizden biri abdeste niyet eder, güzelce abdest alır, sonra da sadece namaz kılmak gayesiyle camiye gelirse, camiye kadar attığı her adımda Allah onu bir derece yükseltir ve günahlarından birini siler. Camiye girince ise, namaz için kaldığı sürece namaz kılıyor demektir. Namaz kıldığı yerde kaldığı ve abdestini bozarak meleklere eziyet etmediği sürece [59] Melekler onun için: Allah'ım onu bağışla! Allah'ım ona merhamet et diye dua ederler."
(Pazardaki Camide Namaz Kılmak): İmam Buhârî bu başlık ile, pazarların en şerli, camilerin de en hayırlı mekanlar olduğuna dair varid olan hadise işaret etmiştir. Bu hadisi Bezzâr ve daha başkaları tahriç etmiştir. Ancak hadisin senedi sahih değildir. Sahih olsaydı bile, pazarlara cami yapılmasına manî olmazdı. Çünkü caminin yapıldığı yer, mescide dönüşünce hayırlı bir yer olur.
İbnü'l-Müneyyİr şöyle demiştir: "Konu başlığının pazarlarda namaz kılmayan İbn Ömer hadisîyle ilişkisi şu şekilde kurulabilir: İmam Buhârî, bu rivayet ile, bazılarının İbn Avn'ın mahcur olmasından/tek başına bir yerde tek bir oda edinerek yaşamasından hareketle, birilerinin pazar yerlerine cami yapılmasının yasak olduğu vehmine kapılmasına mani olmak için, söz konusu mekanlara da cami yapılmasının caiz olduğuna İşaret etmek istemiştir. Çünkü İbn Ömer üzerlerine kapıiarı kapatılmış bir evde namaz kılmıştı. Bir kimsenin bir evde tek başına yaşaması ve kapısının kapalı olması o mekanın cami yapılmasına engel değildir.
Kirmanı şöyle demiştir: "Belki de Buhârî'nin gayesi, insanların rahatça girip Çıkma imkanının bulunmadığı evlerin bir bölümünün cami olarak kullanılmasını yasaklayan Hanefîler'e cevap vermektir." Ancak Hanefîler'in kitaplarına baktığımız zaman bunun haram değil, mekruh olduğunu görürüz.
Böylece Ebu Hureyre hadisine göre pazarlarda kılınan namazların dînen uygun olduğu ortaya çıkar. Pazarlarda tek başına namaz kılmak caiz olunca, buralarda cemaatle namaz kılınması için cami yapmak haydi haydi caiz olur. İbn Battal da bu görüşte olduğunu ifade etmiştir.
478-479- İbn Ömer veya İbn Anır'dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber parmaklarını birbirine geçirmiştir.[60]
480- Asım İbn Muhammed şöyle demiştir; Bu hadisi babamdan işitmiştim. Ama iyi belleyememiştim. Daha sonra Vâkıd babasından naklederek bu hadisi iyice öğrenmeme vesile oldu. Vâkid'ın babasına da Abdullah nakîetmiştir. Buna göre Allah Resûlu şöyle buyurmuş: "Ey Abdullah İbn Amr!
Ne oluyor sana! Neden basit insanlarla bu şekilde bir arada kaldın!"
481- Ebu Musa Hz. Peygamber'in parmaklarını birbirine kenetleyerek şöyle buyurduğunu nakîetmiştir: "Mümin, mümin için, parçaları birbirini sıkt sıkıya tutan bir bina gibidir.[61]
482- Ebu Hureyre'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bize öğle veya ikindi namazlarından birini kıldırdı. (İbn Şîrîn Ebu Hurey-re'nin bunun hangi namaz olduğunu belirttiğini, ama kendisinin bunu unuttuğunu söylemiştir) İki rekattan sonra selam verdi. Sonra Mescidin (ön tarafına) konmuş kütüğe yöneldi ve ona yaslandı. Kızgın gibi görünüyordu. Sağ elini sol elinin üstüne koydu sonra parmaklarını birleştirdi. Daha sonra sağ yanağını, sol elinin sırtına koydu. Bu esnada camiden çıkmak için acele davrananlar Mescİd-i Nebevî'nin kapılarından çıkarken 'Namaz kısaldı1 deyip duruyordu. Cemaatin içinde Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Ama onlar da Peygamber ile konuşmaya cesaret edemiyorlardı. Cemaat arasında kollan uzun olduğu için kendisine denen biri daha vardı. (Onlardan önce) 'Ey Allah'ın elçisi, namaz mı kısaldı, yoksa unuttun mu?' diye sordu. Allah Resulü.
Ne namaz kısaldı, ne de unuttum' diye cevap verdi. Sonra 'Zül-yedeyn'in dediği gibi mi oldu?' diye sordu. Cemaat 'Evet' deyince, biraz öne geçti ve namazın geri kalan kısmını kıldırıp selam verdi. Daha sonra tekbir getirip önceki secdesi gibi belki de ondan daha uzun secde etti. Sonra başını kaldırıp tekrar tekbir getirdi. Sonra yeniden tekbir getirip önceki secdesi gibi belki de ondan daha uzun secde etti. Daha sonra başını kaldırıp tekbir getirdi. (Ravi der ki: Muhtemelen, bundan sonra ne yaptığını İbn Sîrîn'e sordular o da şöyle cevap verdi): En sonunda selam verdi. (Ravi der ki) Bana haber verildiğine göre, İmrân İbn Husayn TEn sonunda selam verdi1 demiştir.[62]
(Camide ve Diğer Yerlerde Parmaklan Kenetlemek) Bu başlık, parmakları birbirine kenetlemenin nerede olursa olsun caiz olduğu anlamına gelir. Ebu Hureyre'den nakledilen hadis, bunun camide yapılmasının caiz olduğunu gösterir. Eğer camide böyle yapmak caizse, diğer yerlerde evveliyetle caizdir. Son iki hadisten daha önce geçen İbn Ömer veya İbn Amr hadisinde Peygamber Efendimiz'in parmaklarını birbirine kenetlediği sabittir. Ayrıca o hadiste Allah Resulü şöyle buyurmuştu: "Ey Abdullah İbn Amr! Ne oluyor sana! Neden basit kimselerle bu şekilde bir arada kaldın!" Humeydî bu rivayeti "el-Cem' beyne's-Sahîhayn" adlı eserinde Ebu Mes'ûd'dan nakletmiştir. Aynca söz konusu rivayette şöyle bir ilave de mevcuttur: "Zira onlar ahitlerine ve sözlerine sadık kalmamış ve birbiriyle anlaşmazlık içine düşüp şu şekle gelmişlerdir. (Bu esnada parmaklarını bîr birine kenetlemişti)."
İbn Battal şöyle demiştir: "Fıkıh konulan arasında böyle bir başlığın kullanılması, camide parmaklan kenetlemenin yasak olduğuna dair varid olan rivayetlere muhalefet etme anlamına gelir. Zira bunun yasak olduğu konusunda sahih oİmayan yollarla hem müsned, hem de mürsel şekilde rivayetler nakledilmiştir."
İbn Battal, bu konudaki müsned rivayet ile, Ka'b İbn Acre hadisine işaret etmiştir. Söz konusu hadise göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: 'Sizden biri abdest alıp camiye gitmek niyetiyle evinden çıkarsa, ellerini birbirine geçirmesin! Çünkü bu esnada o, namazdadır." Bu hadisin müsned olup olmadığı konusunda İhtilaf vardır. Bazıları gerekçesiyle birlikte bu hadisin zayıf olduğunu göstermiştir.
İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Doğrusu bu hadisler arasında bir çelişki söz Sunusu değildir. Parmakların birbirine geçirilmesi, abes bir görüntü oluşturması durumunda yasaklanmıştır. Bu konuda zikredilen hadiste ise, temsil yöntemi söz konusudur. Burada soyut bir konu somut bir şekilde anlatılmıştır." Bizce de, İbn Ömer ve Ebu Musa hadislerinde bu durum söz konusudur. Ancak Ebu Hureyre hadisinde bunu söyleyemeyiz.
İsmâîlî ise rivayetleri şu şekilde uzîaştırmıştır: Bu nehiy, namazda veya namaza yönelindiği bir sırada geçerlidir. Çünkü namazı bekleyen, namaz kılan hükmündedir. Bu konuda zikredilen hadisler ise namaz dışında parmakları kenetlemenin caiz olduğunu gösterir. Bu durum, ilk iki hadiste son derece açıktır. Ebu Hureyre'den nakledilen hadis ise, Hz. Peygamber'in namazın bitmesinden sonra parmaklarını kenetlediğini gösterir. Bu durumda Allah Resulü namazı bitirmiş hükmündedir. Kişinin camide bulunduğu sürece parmaklarını kenetlemesini yasaklayan rivayet ise daha önce ifade ettiğimiz gibi zayıftır."
Parmaklan kenetlemenin neden yasaklandığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre> bu şeytandan olduğu, bazılarına göre abdesti bozma ihtimali olan uykuya neden olduğu için-yasaklanmıştır. "Parmakları kenetlemek, insanlar arasındaki görüş farklılıklarına ve ihtilafa benzer, bu yüzden namaz kılan hükmünde olan kimselerin bunu yapması hoş karşılanmamış diyenler de vardır. Bu görüşü ileri sürenler, böyle yapanların Hz. Peygamber'in namaz kılanlara getirdiği şu yasağa düşmemesini hedefler: "İhtilaf etmeyin! Yoksa kalpleriniz de ihtilafa düşer! (Ayrı durmayın! Yoksa kalpleriniz birbirinize ısınmaz) "
(Öğle veya ikindi) kelimesi zeval anı ile başlar gün batana kadar sürer." Nitekim bu konuya ileride döneceğiz.
483- Musa İbn Ukbe şöyle demiştir: "Salim [63] İbn Abdullah'ın yol üzerinde yer arayıp, sonra aradığını bulduğu yerde namaz kıldığını gördüm. Babasının da, buralarda namaz kıldığından bahsetti. O da, Hz. Peygamber'in bu yerlerde namaz kıldığını görmüştü."
Musa İbn Ukbe anlatmaya şöyle devam etti: "Nâfİ', İbn Ömer'in de o yerlerde namaz kıldığını nakletti." Bunun doğru olup olmadığını Sâlim'e sordum o da şöyle cevap verdi: "Kesinlikle biliyorum ki, Şerafu'r-ravhâ'da [64] bulunun mescid dışında Nâfi'nin kıldığı bütün yerlerde o da namaz kıldı.[65]
484- Nâfi'den şöyle nakledilmiştir:
"Abdullah'ın bana haber verdiğine göre Rasûlullah umre yapacağı zaman Zülhuleyfe'de konaklardı. Veda haccında da, burada konaklamıştı. Bugün Zülhuleyfe'deki mescidin bulunduğu yerde Semura/Mugaylân/bö-ğürtlen ağacının altında dururdu. Bu güzergahta bir gazveden veya hacdan ya da umreden dönerken vadinin (Vâdİ'İ-akîk) [66] iç kısmında konaklardı. Vadiden çıkınca devesini vadinin doğu kesimindeki uç tarafında yer alan Bathâ'ya (kumlu alan) çökertirdi. Sabaha çıkıncaya kadar gecenin son kısmını burada geçirirdi, taş caminin bulunduğu yerde ya da üzerinde cami bulunan tepede değil. Abdullah'ın namaz kıldığı içinde kum birikintilerinin olduğu vadi girintisinde namaz kılardı, Nitekim Allah Resulü burada namaz kılardı. Sonraları sel, Bathâ'daki kumları sürükleyip buraya getirdi. Nihayet Abdullah'ın namaz kıldığı yeri belirsiz hale getirdi.[67]
485- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Şerefu'r-ravhâ'daki mescidin dışında küçük bir mescid daha var. Hz. Peygamber işte o mescidin yerinde namaz kıldı." Abdullah, Hz. Peygamber'in namaz kıldığı yeri biliyordu. Orayı şöyle tarif ederdi: "Mescidde namaz kılmak için ayağa kalktığın zaman, sağ tarafında kalır. Burası Mekke'ye giderken yolun sağma düşer. Onunla büyük mescid arasında bir taş atımlık veya buna yakın bir mesafe vardır."
486- Ravi der ki: "İbn Ömer, Munsarafu'r-ravhâ [68] yakınlarında Irk adındaki tepeye doğru namaz kılardı. Bu tepenin ucu, Mekke istikametine giderken Munsaraf ile kendisi arasında inşa edilen camiye varmadan yolun kenarında biterdi. Buraya bir cami yapılmıştı. Ancak Abdullah, burada namaz kılmazdı. Bu camiyi sol tarafına alırdı. Ya da arkasına alıp Irk tepesine doğru önünde kılardı. Abdullah Ravhâ'dan hareket ettikten sonra, buraya gelinceye kadar öğle namazını kılmazdı. Ama buraya vardığında namazını burada kılardı. Mekke'den dönerken de, eğer sabahtan kısa süre Önce veya seher vaktinin sonlarına doğru buraya varmışsa, gecenin geri kalan kısmını sabah namazını kılmak için bu mekanda geçirirdi."
487- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber Rüveyse'ye [69] varmadan yolun sağında ve ön kısmına gelen tarafta Rüveyse'deki konaklama yerinin iki mil kadar berisinde bir tepeciğe kadar uzanan geniş ve düz bir yerde koca bir ağacın altında konaklardı. Ağacın üst dallan kırılmış, içi boşalmıştı. Ancak gövdesi duruyordu. Oyuk kısmı ise kumlarla dolmuştu."
488- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber tepeye doğru giderken Arc'ın [70] arka tarafına düşen yokuş aşağı İnen sel yatağında namaz kıldı. Namaz kıldığı yerin kenarında iki ya da üç mezar vardı. Mezarların üstünde de taş yığını yardı. Burası yoldaki işaret taşlarının yakınında yolun sağ tarafına düşüyordu. Öğlenin kavurucu sıcağı azalmaya meyledince Abdullah, Arc'dan yola çıkardı. Öğle namazını ise işte burada kılardı."
489- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber Herşâ dağının ilerisindeki dere yatağında, yoîun solunda bulunan büyük ağaçların altında konaklardı. Söz konusu dere yatağı, Herşâ dağının tepesine bitişikti. Yol ile buranın arasında bir ok atımlık mesafe vardı. Abdullah buradaki ağaçların yola en yakın ve en büyük olanına doğru namaz kılardı."
490- Ravi der ki:"Abdul!ah İbn Ömer şöyle anlattı: Hz. Peygamber Merru'z-zahrân'ın Medine istikametine en yakın dere yatağında konaklardı. Safravât'tan [71] inince Mekke'ye giderken yolun solunda kalan dere yatağının ortasında dururdu. Hz. Peygamberin konakladığı yer ile yol arasında bir taş atımlık mesafe vardı."
491- Ravi der ki: "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Allah Resulü Zu Tuvâ'da [72] konaklardı. Sabaha kadar geceyi burada geçirirdi. Mekke'ye girmeden önce sabah namazını burada kılardı. Rasûlullah'm namaz kıldığı yer sert bir kayadan oluşan tepenin üstüydü. Sonraları cami yapılan tepede değildi. Onun namaz kıldığı yer, buranın biraz aşağı kesiminde sert kayadan oluşan tepenin üstüydü.[73]
492- Ravi der ki; "Abdullah İbn Ömer şöyle anlattı: Allah Resulü kendisiyle Kabe istikametine doğru uzanan dağın iki gediğine yönelip namaz kıldı." Abdullah İbn Ömer, daha sonraları buraya inşa edilen camiyi, taş tepenin üzerine yapılan caminin soluna alarak namaza dururdu. Hz. Peygamber'in namazgahı ise, buranın altında siyah kayaların bulunduğu yerde İdi. Buraya yaklaşık 10 zira uzunlukta idi. İbn Ömer Mekke'ye doğru giden yolcu ile Kabe arasında kalan dağm iki gediğine yönelerek namaz kılardı."
(Medine Yollarındaki Mescidler) Başlığın bu kısmı, Medine ile Mekke arasındaki yollarda bulunan camileri ifade eder.
Özetle ifade edecek olursak, İbn Ömer, Hz. Peygamber'in namaz kıldığı bu mekanlardan bereket ummuştur. Onun Allah Resûlü'nü takip etmede ne kadar titiz olduğu herkesçe malumdur. Onun bu davranışı, babasından nakledilen şu rivayetle çelişmez: "Hz. Ömer, bir sefer esnasında Müslümanların bir mekana doğru hücum ettiklerini gördü. Çevresindekilere bunun nedenini sordu. Onlar da, Hz. Peygamber burada namaz kıldığı için, insanlar koşarak oraya gidiyor' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: Kim namazını kılmamışsa kılsın, yoksa yola devam etsin. Çünkü ehl-i kitap, peygamberlerini bu şekilde takip ettikleri ve onların ibadet ettikleri yerleri havra ve kilise edindikleri için heiak oldu."
Hz. Ömer'in bu sözleri, insanların bu tür yerleri namaz kılmadan gezmelerini hoş karşılamadığı şeklinde anlaşılır. Ya da, bu durumun, işin aslını bilmeyenler tarafından bir farz olarak anlaşılmasından endişe ettiğini gösterir. Her iki durum da, İbn Ömer için söz konusu olamaz. Ayrıca Itbân hadisi daha önce geçmişti. Itbân, Hz. Peygamber'den kendi evinde namaz klimasını istemişti. Onun namaz kıldığı yeri, namazgah olarak kullanmayı hedefliyordu. Hz. Peygamber de, ona olumlu cevap vermişti. İşte bunlar, salihlerin yolunu izleyerek, bereket ummanın delilidir.[74]
Dikenleri olan bir ağaçtır. Ümmü Ğaylân adıyla tanınır. (Büğürtlen ağacı olduğu tahmin edilir).
Hattâbî şöyle demiştir: "İkamet için değil de, dinlenmek için konaklamayı ifade eder. Genellikle gecenin son kısmındaki dinlenmeler için kullanılır."
Medine'ye iki gecede kat edilecek mesafede bulunan büyük bir köyün adıdır.
Hadislerde geçen namaz kılman yerlerden, Zü'1-Huleyfe mescidi dışında kalanlar günümüzde bilinmemektedir. Ravhâ'daki namazgahları ise, o bölgede yaşayan insanlar bilmektedir. Tirmizî'nin Amr İbn Avftan naklettiği hadise göre, Hz. Peygamber Ravhâ vadisinde namaz kılıp şöyle buyurmuştur: "Bu vadide yetmiş Peygamber namaz kılmıştır."
İbn Ömer'in davranışlarından Hz. Peygamber' aynen takip edip onun fiilleriyle bereket umması, Hz. Peygamberin saibUâhu aleyhi yaptıklarının aynen yapılmasının müstehab olduğunu gösterir. Şafiilerden Beğavî şöyle demiştir: "Bir insan, Hz. Peygamberin aleyhi vs seiiem namaz kıldığı sabit olan namazgahlarda namaz kılmayı adaşa, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksâ'da namaz kılmayı adayan kimseye farz olduğu gibi ona da adağını yerine getirmek farz olur.[75]
İmam Buhârî Medine yollarında, bulunan mescid ve namazgahlara işaret etmiştir. Medine'deki camilerden ise bahsetmemiştir. Çünkü Medine'deki cami ve namazgahları konu edinen hadisler, onun şartlarına uygun değildir. Ömer İbn Şeybe "Ahbâru Medine" adlı eserinde, Hz. Peygamberin Medine'de namaz kıldığı cami ve yerleri tam olarak zikretmiştir. Ebu Gassân ve diğer ilim ehlinden, Medine ve civarındaki camilerin nakışlı ve birbirine uygun taştan yapıldığı nakledilmektedir. Hz. Peygamber buralarda namaz kılmıştır. Ömer İbn Abdülaziz Medine'deki mescidi yaptığı zaman Müslümanlara, bu mescidin ne şekilde yapıldığını sormuş, sonra kendisi de, nakışlı ve birbirine uygun taşlarla bu mescidi yeniden İnşa etmiştir."
Ömer İbn Şeybe, Medine'deki camilerin birçoğunun yerini belirtmiştir. Ancak günümüzde bunların çoğunun eseri kalmamıştır. Şu an hâlâ varlığını sürdüren meşhur camileri şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Kubâ Mescidi
2- Fadîh Mescidi. Kubâ Mescidinin doğusuna düşer.
3- Benû Kurayza Mescidi
4- Meşrabetu Ümmİ İbrahim. Benû Kurayza Mescidinin kuzeyine düşer.
5- Benû Zafer Mescidi. Bakî mezarlığının doğusuna düşer ve el-Bağla Mescidi olarak bilinir.
6- Benû Muâviye Mescidi. İcâbe Mescidi olarak bilinir.
7- Fetih Mescidi. Sel' dağına yakın bir yerde bulunur.
8- Kıbleteyn Mescidi. Benû Seleme kabilesinin bulunduğu yerdedir.
Alimlerimiz, camilerin yerini bu şekilde tespit etmişlerdir. Bunun faydası İse biraz önce Beğavî'nin ifade ettiği hususta görülür. Doğrusunu en iyi Allah bilir.[76]
493- Abdullah İbn Abbâs'tan şöyle nakledilmiştir: "Dişi bir merkebe binmiş olarak geldim. O sıralar ergenİik çağına yaklaşmıştım. Hz. Peygamber Mina'da önünde bir duvar yokken cemaate namaz kıldırıyordu. Safın bir bölümünün önünden geçtim. Sonra merkepten indim ve onu otlağa saldım. Ardından namaz safına katıldım. Hiç kimse bu hareketimi yadırgamadı."
(İmamın Sütresi, Cemaatin Sütresi Demektir): İmam Buharı bu konuda üç hadis zikretti. Bunlardan ikinci ve üçüncü hadisin konu başlığı ile münasebeti açıktır. Çünkü Hz. Peygamber ashabına kendi sütresi dışında
sütre edinmelerini emretmemiştir. Ibn Abbâs'tan nakledilen birinci hadisin ise, bu konuya delil olması tartışmalıdır. Çünkü bu rivayete göre Allah Resûlü'nün bir sütreye doğru namaz kıldığı belirtilmemiştir. Hatta Beyhakî bu hadis için, "Sütresiz namaz kılmak" şeklinde başlık atmıştır. "İlim Bölümü"nde "Küçüğün Sema'sı Sahih Olur" konusunda İmam Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmiştik: "İbn Abbâs'ın "önünde bir duvar yokken" ifadesi, Hz. Peygamberin sütresiz olarak namaz kıldığını gösterir." Ayrıca bu görüşü destekleyen el-Bezzâr'm naklettiği rivayete de yer vermiştik. Son dönem âlimlerinden biri şöyle demiştir: "Önünde bir duvar yokken" ifadesi, Hz. Peygamberin Önünde duvar dışında herhangi başka bir şey olmadığı anlamına gelmez. Şu kadarı var ki, İbn Abbâs'ın cemaatin önünden geçtiğini, onların da buna İtiraz etmediğini bildirmesi ashâb-ı kiramın alışık olmadığı yeni bir durumun meydana geldiğini gösterir. Eğer ortada duvardan başka b;r sütre bulunsaydı, onun bu şekilde haber vermesinin bir manası kalmazdı. Çünkü onun geçişini hiç kimse inkar etmemişti. Öyle anlaşılıyor ki, İmam Buhârî, bu durumu, Hz. Peygamber'in alışık olunan genel âdeti üzerine hamletmiştir. Çünkü Allah Resûlu önünde küçük mızrağı olmadan açık alanda namaz kılmazdı. Daha sonra İmam Buhârî bu hadisi İbn Ömer ve Cuhayfe'den naklettiği hadislerle desteklemiştir. İbn Ömer hadisine göre Hz. Peygamber sürekli bu şekilde, yani önünde bir mızrak olduğu halde namaz kılardı. "Seferlerinde böyle yapardı" ifadesi bunu göstermektedir. Nevevî de bu konuda İmam Buhârî'yle aynı görüşü paylaşmıştır. Müslim Şerh-'inde bu hadisten çıkarılan sonuçları anlatırken şöyle demiştir: "Bu hadise göre, imamın kullandığı sütre, cemaat için de geçerlidir." (Hiç kimse bu hareketimi yadırgamadı) İbn Dakîkul-'îyd şöyle demiştir: "İbn Abbâs, ashabın kendisine İtiraz etmemesini, bu şekilde cemaatin önünden geçmenin caiz olduğuna delil olarak getirdi. Ama onların namazlarını iade etmediklerini delil olarak ileri sürmedi. Çünkü İtiraz etmemeleri, namazlarını yeniden kılmamalarından daha etkilidir."
Bizce cemaatin namazlarını yeniden kılmaması, sadece namazlarının geçerli olduğuna delalet eder, cemaatin önünden geçmeye delalet etmez. Cemaatin itiraz etmemesi İse, hem cemaatin önünden geçmenin normal olduğunu hem de namazın geçerli olduğunu gösterir. Buradan hareketle, cemaatin itiraz etmemesinden, namaz kılanların önünden geçmenin caiz olduğu anlaşılır. Ancak bunun şartı vardır. O da, İtirazın vuku bulmasına engel teşkil edecek bir durumun olmaması ve İbn Abbâs'ın bu fiilinin herkesçe bilinmesidir. Bu anlatılan habere bakarak, aradaki safın engel teşkil etmesi yüzünden Hz. Peygamber'in İbn Abbâs'ın bu şekilde hareket ettiğini görmediğini söyleyemeyiz. Çünkü daha önce anlattığımız gibi Allah Resulü namazda iken önünü gördüğü gibi arkasını da görürdü. Nitekim İmam Buhârî'nin "Hac Bölümü"nde, naklettiği rivayete göre İbn Abbâs, birinci safın bir bölümünün önünden geçmiştir. Bu durumda, Hz. Peygamber'inonu görmediğinden bahsedilemez. Bütün bu anlattıklarımız olmasa bile, yeni olaylar karşısında hemen Hz. Peygamber'e soru soran ashâb-ı kiram için soru sorma imkanı doğmuştu. Buna rağmen soru sormamaları, Hz. Peygamber'in konuya muttali olduğunu gösterir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Bu hadise dayanarak namaz kılanın önünden merkep geçmesinin, namazı bozmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre bu hadis, İmam Müslim'in Ebu Zerr'den naklettiği ve merkebin, kadının ve siyah köpeğin namaz kılanın önünden geçtiği zaman namazı bozacağına dair hadisi neshetmiştir. Ancak buna, şu şekilde itiraz edilmiştir. Burada merkebin geçmesi, binicisi İbn Abbâs ile birlikte olmuştur. Nitekim bunun, namaza zarar vermeyeceği daha önce geçmişti. Çünkü imamın kullandığı sütre cemaat için de geçerlidir. Merkebin İbn Abbâs indikten sonra da cemaatin önünden geçtiğini söylemek için, bunu gösteren bir rivayete ihtiyaç duyulur. İbn Abdilberr şöyle demiştir: "İbn Abbâs'tan nakledilen bu hadis, Ebu Saîd'den nakledilen şu hadisi tahsis eder: "Sizden biri namaz kıldığı zaman, hiç kimsenin Önünden geçmesine izin vermesin!" Bu hadis tahsis edilerek, sadece imam İle tek başına namaz kılan kimseler hakkında geçerli hale gelmiştir. İmama uyan kimsenin önünden birinin geçmesi, İbn Abbâs'tan nakledilen hadise göre onun namazına zarar vermez... Bütün bu konularda alimler arasında en küçük bir İhtilaf yoktur.
Kadı îyâz'a göre bu konuda da ihtilaf vardır. Söz konusu ihtilaf şu meselede ortaya çıkar: "İmamın önünden biri geçerse, imamın kullandığı sütrenin cemaat için de geçerli olduğunu söyleyenlere göre ne imamın namazı bozulur, ne de cemaatin. İmamın kendisi bizzat sütredir diyenlere göre ise, imamın namazı bozulur, cemaatin namazı ise bozulmaz,"
İbn Abbâs hadisi ile ilgi diğer konular, "İlim BölümiTnde anlatıldı.
494- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber bayram günü namazgaha doğru çıktığı zaman, bir mızrağın getirilip Önüne konmasını emrederdi. Sonra cemaati arkasına alarak ona doğru namaz kılardı. Bunu seferde iken yapardı. Bundan dolayı daha sonra gelen yöneticiler bayram namazlarında mızrak taşımayı bir sünnet olarak kabul etmişlerdir.[77]
(Mızrağın getirilip önüne konmasını emrederdi): Hz. Peygamber hizmetçisine mızrağı alıp getirmesini emretmiştir. İmam Buhârî, "Bayramlar" konusunda Nâfi"den şöyle nakletmiştir: "Allah Resulü bayram sabahında namazgaha doğru hareket edince, küçük mızrak da onunla birlikte taşınıp önüne dikilirdi. Sonra Allah Resulü veseiiem ona doğru namaz kildırırdı." İbn Mâce, İbn Huzeyme ve İsmâîlî buna ilaveten şunu da rivayet etmişlerdir: "Namazgah, açık bir alan idi. Etrafında (imam için sütre olabilecek) hiçbir şey yoktu."
(Bundan dolayı) Bundan dolayı daha sonra gelen Müslüman yöneticiler bayram vs. gibi günlerde mızrakla çıkmaya ve onu önlerine koymaya başladılar.
Bu hadise göre namazda ihtiyatlı olmak caizdir. Düşmanları savmak, özellikle de sefer esnasında onlardan korunmak için bir silah alınabilir ve kullanılabilir.
495-Avn İbn EbîCuhayfe, babasından Hz. Peygamber'in önüne bir mızrak koyarak Bathâ'da kendilerine öğle ve ikindi namazını ikişer rekat olarak kıldırdığını, bu esnada önünden kadın ve merkebin geçtiğini dinlediğini nakletmiştir.
(Bathâ'da kendilerine öğle ve ikindi namazını kıldırdığını): Bathâ ile Mekke'deki meşhur Bathâ kasdedilmiştir. Burası Mekke dışında bir yerin adıdır. Buraya Abtah da denir. Adem'in, Şu'be ve Avn kanalıyla yaptığı rivayette bunlara İlaveten namazların öğlenin en sıcak vaktinde kılındığı belirtilmiştir. İmam Nevevî'nin de işaret ettiği gibi bundan, Hz. Peygamber'in »-Hatain öğle ve ikindi namazlarını, öğle vaktinde cem ederek kıldırdığı anlaşılır. Ancak" (ikindiyi iki rekat kıldırdı) ifadesini, vakti girdikten sonra ikindi namazını iki rekat olarak k!ldırdı şeklinde anlamak da mümkündür.
(önünden kadın ve merkebin geçtiğini): Yani kıble ile dikili mızrak arasından kadın ve merkep geçerdi.
1- Salih kulların dokunduğu şeylerden bereket ummak
2- Namaz kılanın, önünden birinin geçmesinden endişe ettiğinde sütre kullanmalıdır
3- Sütrenin bir mızrak kalınlığında olması yeterlidir.
4- Yolculuk esnasında namazları cem etmek, normal vaktinde kılmaktan daha evladır. Çünkü bu rivayet, Hz. Peygamber'in bu şekilde yapmayı sürdürdüğü hissini uyandırmaktadır.
5- Namazları kısaltmak, ikamet edilen şehirden ayrılınca başlar.
6- Sahabe Hz. Peygamber'e karşı son derece saygılı davranmıştır.
7- Paçaları katlamak, özellikle de yolculuk esnasında müstehaptır.
8- Mızrak vs. taşımak müstehaptır.
9- Yolculuk sırasında da, ezan okunması din tarafından öngörülmüştür. Nitekim bu konuya "Ezan" bahsinde döneceğiz.
10- Fitne korkusu yoksa erkeğin baldırına bakmak caizdir. Bu konuda icmâ1 vardır.
11- Kırmızı elbise giymek caizdir.
496- Sehl'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamberin namaz kıldığı yer ile duvar arasında bir koyunun geçebileceği kadar mesafe vardı.[78]
497- Seleme'den şöyle nakledilmiştir: "Minber ile mescidin duvarı arasında bir koyunun zar zor geçebileceği kadar dar bir mesafe vardı."
Hadislerin konu başlığı ile ilişkisi hakkında Kirmanı şöyle demiştir: "Hz. Peygamber minberin kenarında namaz kıldınrdı. O dönemde
mescidinde mihrab yoktu. Onunla duvar arasındaki mesafe, minber ile duvar arasındaki mesafe kadardı. Buradan hareketle İmam Buhârî şunu ifade etmek istemiştir: Namaz kılan İle sütre arasındaki mesafe, Hz. Peygamberin minberi ile kıble duvarı arasındaki mesafe kadar olmalıdır."
İbn Batta! da şöyle demiştir: "Bu mesafe, namaz kılan Üe sütre arasında olması gereken en kısa mesafedir. Bir başka ifade ile, namaz kılan ile sütre arasındaki en az mesafe, bir koyunun geçebileceği kadar olmalıdır. Bazıları Bilal'den nakledilen hadise dayanarak bunun üç zira' olması gerektiğini söylemiştir. Söz konusu hadis, şöyledir: "Hz. Peygamber Kabe'de namaz kıldı. Kendisi iîe duvar arasında üç zira' uzunluğunda mesafe vardı." Dâvûdî bu iki rivayeti uzlaştırarak, söz konusu mesafenin en azının bir koyun geçeceği kadar, en uzunun ise üç zira' olacağını söylemiştir. Bazıları da, üç zirâ'lık mesafenin, ayaktayken veya tahiyyata oturmuşken bir koyun geçecek kadar mesafenin ise rükû' ve secde esnasında söz konusu olduğunu belirtmiştir.
Beğavi şöyle der: "İlim ehli, sütreye yakın olmayı müstehap kabul etmektedirler. Arada secde edebilecek kadar bir mesafe bırakmayı uygun görmüşlerdir. Aynı şekilde İki saf arasındaki mesafenin de, secdeye İmkan verecek genişlikte olmasının müstehap olduğu görüşündedirler. Nitekim sütreye yakın olmak emredilmiştir. Bu emrin geçtiği hadiste, bunun hikmeti de açıklanmıştır. Söz konusu hadis Ebu Davud'un naklettiği şu rivayettir: "içinizden biri sütreye doğru namaz kıldığı zaman, ona yaklaşsın! Şeytan onun namazım bozmasın!"
498- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber için bir mızrak dikilirdi. Sonra ona doğru namaz kılardı."
499- Avn İbn Ebu Cuhayfe babasından şöyle nakletmiştir: "Öğlenin en sıcak vaktinde, Hz. Peygamber yanımıza geldi. Hemen ona abdest suyu getirildi. Sonra abdest alıp bize öğle ve ikindi namazını kıldırdı. Önünde küçük mızrak bir vardı. Mızrağın öbür tarafından kadınlar ve merkepler geçip duruyordu."
500- Enes İbn Mâlikten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber ihtiyaç gidermek için çıktığı zaman, ben, bir çocukla birlikte onu takip ederdim. Elimizde ucunda demir bulunan sopa, asa ya da küçük bir mızrak olurdu. Bir de su kabı taşırdık. Allah Resulü ihtiyacını giderince ona su verirdik."
501- Ebu Cuhayfe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber öğlenin en sıcak olduğu anda dışarı çıkıp Bathâ'da öğle ve ikindi namazını ikişer rekat olarak kıldırdı. Bu esnada önünde küçük bir mızrak dikili duruyordu. Sonra abdest aldı. İnsanlar abdest suyunu kapıp üzerlerine sürmeye başladılar."
(Mekke ve Diğer Yerlerde Sütre Kullanmak): "Diğer yerlerde" ifadesi ile Bat-hâ kasdedilmiştir. Bahta, Mekke'dedir.
İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "İmam Buhârî başlıkta Mekke'yi özel olarak zikretti. Böylece sütrenin kıble olduğu şeklinde yanlış bir düşünceye kapılıp 'Mekke'de Kabe'den başka kıble yoktur, o halde burada sütreye de gerek yoktur' denmesine engel olmuştur."
Kanaatime göre, İmam Buhârî bu başlık ile "Mekke'de Namaz Kılanın Önünden Geçen Hiçbir Şey Namazı Bozmaz" şeklinde başlık kullanıp daha sonra da, İbn Cüreyc, Kesîr İbn Kesîr ibn Muttalip, Muttalib'in de babası ve dedesinden oluşan senetle "Hz. Peygamber'i Mescid-i Haram'da namaz kılarken gördüm, cemaat ile onun arasında bir sütre yoktu" hadisini nakleden Abdurrezzak'a bir İtirazda bulunmuştur. Söz konusu bu rivayeti, Sünen musannıfları da nakletmiştir. Rivayetin ravileri sikadır/güvenilir kimselerdir. Yine de rivayet illetlidir. Ebu Dâvûd, Ahmed kanalıyla İbn Uyeyne'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "İbn Cüreyc bize bu şekilde haber verdi. Bu arada Kesîr ile karşılaş-!ım. Bana onun babasından hadis dinlemediğini bildirdi. Ancak dedesi tarafından bazı akrabalarından hadis aldığını söyledi.
İmam Buhârî, bu hadisin zayıf olduğuna işaret etmeyi, sütre kullanmanın dînen öngörüldüğü konusunda Mekke ile diğer yerler arasında bir fark olmadığını ifade etmek istemiştir. Ebu Cuhayfe hadisini de buna delil olarak getirmiştir. Bu hadisin ne şekilde delil olduğunu daha önce ifade etmiştik. Nitekim Şafiilei nezdinde malum olan da budur. Yani namaz kılanın önünden geçmenin yasak olması, Mekke ile diğer şehirlere göre değişmez. Bazı fakihler zaruretten dolayı sadece tavaf edenler için sütre kullanmanın gerekli olmadığını söylemiştir. Han-belî mezhebine mensup bazı kimseler ise, Mekke'nin tamamında sütre kullanıl-mayabileceğini söylemişlerdir.
Hz. Ömer şöyle demiştir: "Cami sütununa yaslanarak sohbet edenler, sütunlara doğru namaz kılan kimselere öncelik tanımalıdırlar."
Hz. Ömer, İki direğin/sütunun arasında namaz kılan bir adam gördü. Bunun üzerine adamı sütunun karşısına getirdi ve "Buna doğru namaz kıl!" dedi.
502- Yezid İbn Ebî Ubeyd'den şöyle nakledilmiştir:
"Seleme İbnü'1-Ekva' ile birlikte mescide gelirdim. O, Mushaf'ın yanındaki direğin kenannda namaz kılardı. Ona, 'Ey Ebu Müslim bana Öyle geliyor ki, bu direğin yanında namaz kılmak için çaba harcıyorsun' dedim. O da, 'Evet, çünkü Allah Resûlü'nün burada namaz kılmak için fırsat kolladığını gördüm' diye cevap verdi."
(Mushaf'ın yanındaki) Bu ifade göstermektedir ki, Mescid-i Nebevî'de Mushaf'ın özel biri yeri vardır. Nitekim İmam Müslim'in rivayetinde "sandığın arkasında namaz kılardı" ifadesi yer almaktadır. Bu da Mushafın muhafaza edildiği bir sandığın olduğunu göstermektedir. Bazı hocalarımızın bildirdiğine göre söz konusu direk, Ravza-i Mutahhara'nın ortasında bulunuyormuş. Bu direk, muhacirlerin direği olarak tamnırmış.
Rivayete göre Hz. Âİşe şöyle dermiş: "Eğer insanlar bu direği bilseydi, onun yanına varmak için oklarla birbirlerine girerlerdi." Hz. Âişe bu direğin yerini İb-nu'z-Zübeyr'e bildirmiştir. Bundan dolayı o, söz konusu direğin yanında çokça namaz kılardı. İbnu'n-Neccâr'ın "Tarihu'l-Medîne" adlı kitabında Kureyşli muhacirlerin bu direğin etrafında toplandıkları nakledilmektedir.
503- Enes İbn Mâlik'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber'in ashabının ileri gelenlerini, akşam namazında mescidin direklerine hücum ederken gördüm.[79]
504- İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Üsâme İbn Zeyd, Osman İbn Talha ve BilAI ile birlikte Kabe'nin İçine girdi. Allah Resulü orada uzunca kaldı. Sonra çıktı. Ondan sonra Kabe'ye ilk defa ben girdim. Bilâl'e 'Allah Resulü nerede namaz kıldı?' diye sordum. O da, 'Öndeki iki direğin arasında namaz kıldı' diye cevap verdi."
505-
Abdullah İbn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Üsâme İbn Zeyd,
Bilâl ve Osman İbn Talha el-Hacbî Kabe'ye girdi. Sonra kapıyı kapatıp içeride
bir müddet kaldılar. Dışarı çıktığı zaman Bilal'e 'Hz. Peygamber ne yaptı?'
diye sordum. O da 'Bir direği soluna, ötekini de sağma, üç direği ise arkasına
aldı. (O dönemde Kabe'nin altı direği vardı.) Sonra namaz kıldı. İsmail bize
dedi ki; Mâlik'in bana naklettiğine göre iki direği sağ tarafında
bırakmıştı."
(Cemaat Dışında Mescidin Direkleri/Sütunları Arasında Namaz Kılmak): İmam Buhârî konu başlığına "Cemaat Dışında" kaydını koydu. Çünkü iki direğin arasında tek başına namaz kılmak, safı bozar. Cemaatle namaz kılarken ise safların, düzgün tutulması gerekir. "Müsned" şerhinde Râfiî şöyle demiştir: "İmam Buhârî bu hadisi (İbn Ömer'in Bilâl'den naklettiği hadisi) tek başına iki direk arasında namaz kılmanın bir sakıncasının bulunmadığına delil olarak getirdi ve tek başına namaz kılan kimsenin direğe/sütuna doğru namaz kılmasının daha uygun olduğuna işaret etti. Direğe karşı namaz kılmanın daha evla olmasına rağmen, iki direk arasında da namaz kılmak mekruh değildir. Cemaatle birlikte namaz kılan kimsenin iki direk arasında durması, direğe karşı namaz kılmak gibidir." Onun bu görüşleri pek de isabetli değildir. Çünkü iki direk arasında namaz kılmak yasaklanmıştır. Nitekim yasak getiren hadis, Hâkim tarafından, sahih bir senetle Enes'ten nakledilmiştir. Ayrıca üç Sünen'de de bu mevcuttur. Tirmizî bu rivayeti "hasen" kabul etmiştir. Muhib et-Taberî şöyle der: "Bazıları iki direk arasında namaz kılmayı mekruh kabuî etmiştir. Çünkü bunu yasaklayan bir hadis vardır. Ancak iki direk arasında namaz kılmanın mekruh oluşu, yer sıkıntısının olmadığı anlarda söz konusudur. Mekruh olmasının hikmeti ise ya saf bölündüğü ya da buralara ayakkabı konduğu içindir.
506- Nâfi'den şöyle nakledilmiştir: "Abdullah Kabe'ye S'rdiği zaman, girdiği istikametten dümdüz yürürdü. Yürürken Kabe'nin kapısını arkasına alırdı. Karşı duvarla arasında üç zirâ'lık mesafe kalıncaya kadar ilerler ve sonra namaz kılardı. BilAl'in kendisine Rasûlullah'm namaz kıldığı yer olarak gösterdiği yerde namaz kılmaya özen gösterirdi."
İbn Ömer şöyle demiştir: "Herhangi birimiz, Kabe'nin içinde dilediği yerde namaz kılabilir. Bunda bir sakınca yoktur."
507- Ibn Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber devesinin tam karşısına geçip ona doğru namaz kılardı."
Ravi'lerden Ubeydullah şöyle demiştir. "Nâfi'e 'develer huysuzlandığı zaman ne yapılır, ne dersin?' diye sordum. O da '(Allah Resulü bu tür durumlarda), palanı alıp başka tarafa kor, sonra onu düzler ve onun son kısmına doğru namaz kılardı. İbn Ömer de, böyle yapardı."
(Yük Devesine, Beş Yaşındaki Deveye, Ağaca Ve Deve Semerine Karşı Namaz Kılmak): yük taşımada kullanılan deveye denir beş yaşına girmiş deve demektir.
İmam Buhârî, ağacı da, yük gibi değerlendirdi. Belki de, başlıkta ağaca yer vermek suretiyle, Hz. Ali'den nakledilen şu hadise işaret etti: "Bedir savaşında kendimize şöyle bir göz attım. İstisnasız herkes uyuyordu. Sadece Rasûlullah ayakta idi. O, bir ağaca doğru namaz kılıyordu. Sabaha kadar da dua etti." Nesâî bu hadisi hasen senetle nakletmiştir.
(develer huysuzlandığı zaman): Develerin huysuzlanıp namaz kılana saldırmasından endişe edildiğinde, ona doğru namaz kılmaktan vazgeçilir ve devenin semerine doğru namaz kılınır. Yani namaz kılan, semeri sütre olarak kullanır.
(son kısmına doğru): Bu ifadede İle, semerin sonunda bulunan ve hayvana binen kimsenin yaslanmasına yarayan, tahtadan yapılmış parça kasdedilmiştir. Kurtubî şöyle demiştir: "Bu hadis, sabit duran hayvanları sütre olarak kullanmanın caiz olduğuna delil teşkil eder.
Bu hadis, deve yataklarında namaz kılmayı yasaklayan hadis ile çelişmez. Çünkü deve yatakları, develerin su kenarında kaldıkları yerdir. Deve yataklarında namaz kılmanın mekruh oluşu, ya buraların çok pis kokmasından, ya da, namazı kılanın develerin arasına girip birini sütre olarak kullanmasından ileri gelir.
Kurtubî dışındaki âlimler ise şunu söylemiştir: "Deve yataklarında namaz kılmanın yasaklanmasının illeti, develerin şeytandan yaratılmasıdır. Hz. Peygamber'in sefer sırasında deveye doğru namaz kılması ise, zaruret halinde gerçekleşmiş bir durum olarak değerlendirilir. Bu durum, Allah Resûlü'nün evlerin dar olması yüzünden yatakta yatan kadına doğru namaz kılmasına benzer.
İmam Şafiî'nin Buvaytî[80] tarafından nakledilen "Kadın ve hayvandan sütre olmaz" görüşü bu izaha dayanır. Tabi ki, bu durum, kişinin başka seçeneğinin bulunduğu anlarda söz konusudur.
Nitekim, Abdürrezzâk, İbn Uyeyne, Abdullah İbn Dînâr kanalıyla İbn Ömer'in üzerinde semer bulunan deveye doğru namaz kılmayı hoş karşılamadığını nakletmiştir. Bunun hikmeti şu olabilir: Develer üzerlerinde semer olduğu zaman, üzerlerinde yük bulunmadığı hallerden çok daha sakindirler.
Fakihlere göre sütrenin en küçüğü, deve semerinin son kısmı kadar olmalıdır. Ölçü olarak bunun neye tekabül ettiği konusunda ise farklı görüşler vardır. Bazılarına göre bu bir zira1, bazılarına göre ise üç zirâ'dir. Meşhur olan da budur. Ancak İbn Ömer'in devesine vurduğu palanın/semerin son kısmı bir zira kadardı.
508- Hz. Âişe'den şöyle nakledilmiştir: "Bizi köpek ve merkeplerle bir mi tuttunuz?! Oysa ben yatakta yan gelmiş yatarken Hz. Peygamber gelir, yatağı tam ortalayarak karşısına geçer, sonra da namaz kılardı. Onun bu şekilde bana doğru yönelmesi hoşuma gitmezdi. Bu yüzden, yatağın ayak tarafından sessizce sıyrılmaya koyulurdum. Sonunda hiç sezdirmeden yorganımdan ayrılırdım."
(Yatağa Doğru Namaz Kılmak): İmam Buhârî bu başlık altında Esved'in Hz. Âişe'den naklettiği hadise yer verdi. Buna göre Allah Resulü Hz. Âişe'nin uzanıp yattığı yatağı tam ortalayarak namaz kılardı.
(Bir mi tuttunuz?!): Hz. Âişe'nin bunu kabul etmediğini gösteren bir soru kipi. Hz. Âişe kendisinin de hazır bulunduğu bir mecliste "Namaz kılanın Önünden geçen köpek, merkep ve kadın namazı bozar" diyen kimseye cevap olarak bu sözü söylemiştir.[81]
İbn Ömer, Kabe'de iken teşehhüde oturduğu bir sırada önünden geçmek isteyen kişiye mani olmuştur. Ayrıca şöyle demiştir: "Eğer biri önünden geçme konusunda ısrarcı olursa, mesele onunla kavga edeceğin kadar büyürse, kavga et!"
509- Ebu Salih es-Semmân'dan şöyle nakledilmiştir: "Ebu Saîd el-Hudrî'yi Cuma günü cemaatle arasına bir sütre koyarak namaz kılarken gördüm. Ebu Muaytoğullarından bir gencin, onun önünden geçmek istediğini gördüm. Ama Ebu Saîd göğsünü iterek ona mani oldu. Genç etrafına bakındı. Fakat geçecek başka yer bulamadı. Tekrar Önünde geçmeyi denedi. Bu defa Ebu Saîd öncekinden daha şiddetli bir şekilde onu itti. Bunun üzerine genç, Ebu Saîd'e hakaret etti, sonra Mervân'ın yanma gidip onun yaptıklarını şikayet etti. Ardından Ebu Saîd, Mervân'ın yanma geldi. Mervan ona, 'Ey Ebu Saîd! Yeğeninle ne alıp veremediğin var?' diye sordu. O da şöyle cevap verdi: Ben Hz. Peygamberi şöyle derken işittim: "Sizden biri cemaatle arasına bir sütre koyar, sonrada biri çıkıp önünden geçmek isterse onu engellesin! Eğer geçmekte ısrar ederse onunla gerekirse kavga etsin! Zira o, kesinlikle şeytandır.[82]
(Namaz Kılan, Önünden Geçene Mani Olur): Namaz kılan, ister insan olsun İster başka bir varlık önünden geçene engel olur.
(Kabe'de iken) Burada sadece Kabe'nin açıkça zikredilmesi, "Kabe kalabalık olduğu için burada namaz kılanın önünden geçmenin bir sakıncası yoktur" şeklinde yanlış bir düşünceye kapılınmasını önlemek içindir.
Kabe'nin 2İkredüdiği rivayeti, Buhârî'nin hocası Ebu Nuaym kendisine ait "Kitâbu's-salâfta Salih İbn Keysân kanalıyla bitiştirmiştir. Söz konusu rivayet şöyledir: "İbn Ömer'i Kabe'de namaz kılarken gördüm. Hiç kimsenin önünden geçmesine izin vermiyordu. Geçmek isteyenlere mani oluyordu. Yani önünden geçmek isteyenlere engel oluyordu.
(kavga etsin savaşsın!): Başlığın hemen altında zikredilen bu son cümle İbn Ömer'in sözüdür. Abdürrezzâk'm sütreye doğru namaz kılan ile sütreye doğru namaz kılmayanı birbirinden ayırdığı nakledilmiştir.
('Ey Ebu Saîd! Yeğeninle ne alıp veremediğin var?') Mervân, İslâm kardeşliğinden hareketle bu cümleyi söylemiştir. Bu ifade, geçenin Velîd olmadığını gösterir. Çünkü babası Ukbe, kâfir olarak öldürülmüştü. Râfiî bu hadisi, namaz kılanın, önünden geçeni, geçecek başka bir yerin olmadığı anlarda bile engellemeşinin dînen öngörüldüğüne delil olarak kullanmıştır. Bu konuda o, İmam'ul-Haremeyn Cüveynî'ye muhalefet etmiştir.
(engellesin!) Müslim'deki ifade "göğsünden iterek engellesin" şeklindedir. Kurtubî bu ifadenin "işaret yoluyla veya hafifçe iterek engellesin!" manasına geldiğini söylemiştir.
(Kavga etsin sauaşsm): Yani ikinci itişini, birinciye göre biraz daha şiddetli yapsın! Alimler, bu İfadenin, namaz kılanın, namaza yönelmeye engel olduğu ve namazda huşu' içinde olmaya mani olduğu gerekçesiyle önünden geçen kimseyle siîah kullanarak savaşması anlamına gelmediği konusunda icmâ' etmişlerdir. Ancak Şâfiîler'den bir grup, namaz kılanın önünden geçenle gerçekten savaşması gerektiği görüşünü benimsemiştir. "Kabes" adlı eserinde İbn Arabî bunu İsabetsiz bulduğunu açıklayıp şöyle demiştir: "Burada savaşmaktan maksat, iterek engel olmaktır." Bâcî bu konuda şu şekilde tuhaf bir görüş ileri sürmüştür: "Muhtemelen buradaki savaştan maksat, lanet edip şiddete başvurmaktır." Bu görüş, basit hareketlerin aksine, namazda konuşmanın namazı bozacağı belirtilerek çürütülmüştür. Bâcî 'lanet eder' derken ona bu şekilde hitap etmeyi değil de, beddua etmeyi kasdetmîş olabilir. Ancak bu, hadisten neyin kasdedildiğini en iyi bilen sahabenin fiiline aykırıdır. Nitekim İsmâîlî şöyle bir rivayet nakletmişür: "Eğer geçmekte ısrar ederse, elini döşüne koy ve ona mani ol. Bu rivayet, namaz kılanın önünden geçen kimsenin nasıl engelleneceğini açık bir şekilde göstermektedir. Beyhakî, İmam Şafiî'nin buradaki savaşı, birinci itmeden daha şiddetli bir şekilde İtme olarak anladığını nakletmişür. İbn Ömer'in fiillerinden, bunun namaz kılan adamın önünden geçen kimsenin ısrarcı olması durumunda söz konusu olduğu anlaşılır.
Genel olarak mezhebimize bağlı İlim adamı arkadaşlarımız şu kanaattedir: "Namaz kılan, önünden geçene en hafif bir şekilde engel olur. Eğer adam, geçmekte ısrar ederse biraz daha şiddetli bir şekilde engel olur. Bu durum, adamın ölmesine neden olsa, onu öldürene herhangi bir ceza verilmez. Çünkü Sâri', onunla savaşmaya İzin vermiştir. Meşru bir savaşta öldürülene de, her hangi bir tazminat ödenmez."
Kadı iyâz ve diğer bazı ilim adamlarından bu konu ile ilgili olarak şu görüşler nakledilmiştir: "Bize göre, bu şekilde birinin öldürülmesinin diyeti gerektirip gerektirmeyeceği tartışmalıdır." İbn Battal ve daha başkaları, namaz kılanın, önünden geçeni engellemek için yürümesinin caiz olmadığını ve amel-i kesirde bulunamayacağını nakletmişlerdir. Çünkü bu fiiller, namaz açısından birinin önünden geçmesinden daha kötüdür. Cumhura göre, namaz kılarken önünden geçeni engellemeyen birinin, o kimsenin geri dönüp geçmesine de İzin vermesi gerekmez. Çünkü, bu durumda, tekrar namaz kılanın önünden geçmek söz konusudur. Nevevî şöyle demiştir: "Namaz kılanın, önünden geçeni engellemesinin farz olduğunu söyleyen hiçbir fakih bilmiyorum. Üstelik bizim mezhebimize mensup âlimlere göre bu, menduptur."
Zahirî mezhebine mensup âlimlere göre, namaz kılanın önünden geçeni engellemesi farzdır. Öyle anlaşılıyor ki, İmam Nevevî onların görüşlerine muttali olmamıştır. Ya da onların görüşlerine bir değer atfetmemiştir.
{Zira o, kesinlikle şeytandır): Yani onun bu davranışı, şeytan işidir. Çünkü namaz kılanın hususunu bozmak için ısrarla mücadele etmek şeytanın işidir. Üstelik, insanlardan inatçı kimselere şeytan denmesi oldukça yaygındır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "...İnsan ue cin şeytanları.[83] tabiri vardır. İbn Battal şöyle demiştir: "Bu hadise göre şeytan lafzı, dînî konularda fitneye sebebiyet veren herkes için kullanılabilir. Hükümler isimlere göre değil, mânâlara göre verilir. Çünkü namaz kılanın önünden geçenin, sırf geçti diye şeytana dönüşmesi imkansızdır." Muhtemelen bu ifade, "Onu böyle yapmaya sevk eden şeytandır" manasına gelir.
İbn Ebî Cemre, "Zira o, kesinlikle şeytandır" ifadesinden hareketle, "Onunla savaşsın!" buyruğunun gerçek savaş anlamına gelmediğini, aksine bunun güzel ve nazik bir şekilde onu engellemek olduğu sonucuna varmıştır. Bu konuda şunları söyler: "Şeytanla savaşmak, Allah'a sığınmakla (Euzü çekmekle), onun için sütre koymak ise besmele vs. ile olur. Zaruret anında namaz sırasında küçük bir takım işler yapılabilir. İnsanın, önünden geçenle hakiki manasıyla savaşması, namaz kılanın önünden geçenin işlediği cürümden daha büyüktür.
Namaz kılanın önünden geçenle mücadele etmesi, önünden geçildiği için namaza bir zarar geldiği için midir? Yoksa önünden geçenin günah işlemesini önlemeye yönelik bir fiil midir? Bu ikinci ihtimal daha ağır basmaktadır."
Onun dışındakiler ise şöyle demiştir: "Aksine birinci ihtimal daha ağır basmaktadır. Çünkü namaz kılanın namazıyla alakadar olması, başkasının günaha düşmesini engelleme gayreti içinde olmasından daha evladır, "ibn Ebî Şeybe, İbn Mes'ûd'dan şöyle nakletmiştir: "Namaz kılanın önünden geçilmesi, namazın yarısını bozar." Ebu Nuaym da Hz. Ömer'den şöyle nakletmiştir: "Eğer namaz kılan, birinin önünden geçmesiyle namazından nelerin eksildiğini bir bilseydi, mutlaka cemaatle arasına koyacağı bir sütreye doğru namaz kılardı." Bu iki rivayete göre, namaz kılanın önünden geçenin engellenmesi namaza zarar veren bir halin ortadan kaldırılması içindir. Meselenin namaz kılanın önünden geçenle bir ilgisi yoktur. Her ne kadar bu iki rivayet, lafız bakımından mevkuf oisa da, mana bakımından hükmen merfû'dur. Çünkü, bu tür konularda reye dayalı bir şey söylenemez.
510- Zeyd İbn Hâlid, Büsr İbn Saîd'i Ebu Cüheym'e gönderip, ona Hz. Peygamberin namaz kılanın önünden geçen hakkında ne buyurduğunu sormasını istemiş. (Büsr, Ebu Cüheym'e gidip bu soruyu sormuş.) O da şöyle cevap vermiştir: Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu işittim: "Namaz kılanın önünden geçen, ne kadar büyük bir günah işlediğini bilseydi, onun önünden geçmek yerine kırk (zaman) beklemeyi daha hayırlı bulurdu." Ebu'n-Nadr şöyle demiştir: "Ravi kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk yıl mı dedi hatırlamıyorum."
(önünden): Bu ifade ile, namaz kılanın hemen önünden geçmek kasdedil-miştir. Bu mesafenin ne kadar olduğu hususunda âlimler ihtilaf etmiştir. Bazılarına göre, bu mesafe secde ettiği yer kadarken, bazılarına göre ise, üç zira' kadardır. Bu mesafenin bir taş atımlık uzaklık kadar olduğu da söylenmiştir.
(Namaz kılanın önünden geçen, ne kadar büyük bir günah işlediğini bilseydi): Eğer namaz kılanın önünden geçen, bu fiili yüzünden ne kadar büyük bir günah işlediğini bilseydi, o günaha bulaşmamak için hadiste belirtilen süre kadar beklemeyi tercih ederdi.
İmam Nevevî şöyle demiştir: "Bu hadis, namaz kılanın önünden geçmenin haram olduğuna delildir. Çünkü bu hadiste, hem namaz kılanın önünden geçme güçlü bir şekilde yasaklanmış hem de, bu yasağı çiğneyenler şiddetli bir tehditle uyarılmıştır." Bu da, namaz kılanın önünden geçmenin büyük günahlardan kabul edildiğini gösterir.
1- İbn Battal "bilseydi" lafzından hareketle, sadece namaz kılanın önünden geçmenin haram olduğunu bile bile geçenlerin günah işlediği sonucuna varmıştır. Ancak, bu lafızdan, bu sonuca ulaşması zorlamadır. Fakat başka delillerden bu hükme ulaşıldığı malumdur.
2-Hadisin lafei, söz konusu tehdidin sadece namaz kılanın önünden geçene yönelik olduğunu gösterir. Dolayısıyla bile bile namaz kılanın önünde duranları, oturanları ve uyuyanları içermez. Fakat eğer buradaki yasağın illetini namaz kılanın huşû'suna zarar vermek olarak tespit edersek, bu kimseler de bahsi geçen tehdide muhatap olurlar.
3- Hadisin zahiri, namaz kılanların hepsinin önünden geçmenin yasak olduğunu gösterir. Bazı Mâlikîîere göre ise sadece imamın ve tek başına namaz kılanın önünden geçmek yasaktır. Zira onlara göre, birinin imama uyan kişinin önünden geçmesi, onun namazına zarar vermez. Çünkü imamın sütresi, aynı zamanda onun için de sütredir. Ya da, imamın kendisi sütredir.
Görüşlerini bu şekilde gerekçelendirmeleri, iddialarıyla uyuşmamaktadır. Çünkü sütre, namaz kılanın önünden geçenin değil, namaz kılanın işini kolaylaştırır. Dolayısıyla bu konuda, imam, imama uyan ve tek başına namaz kılan aynıdır.
4- İbn Dakîku'l-'îyd'in ifade ettiğine göre bazı Maliki fakihler, günah olup olmaması açısından namaz kılan ile namaz kılanın önünden geçenin durumunu dört kısma ayırmışlardır.
a) Sadece namaz kılanın önünden geçenin günahkâr olduğu durum: Namaz kılan, insanların başka geçiti olmayan yerlerde sütreye doğru namaz kılar, daha uzak ve daha geniş bir yerden geçme imkanı olan biri gelir namaz kılanın önünden geçerse, bu durumda sadece geçen kişi günahkâr olur.
b) Sadece namaz kılanın günahkâr olduğu durum. Namaz kılan, insanların gelip geçtiği güzergâhta sütre kullanmadan veya sütreden uzak bir şekilde namaza durur, biri de gelip başka alternatifi bulunmadığı daha geniş bir yer bulamadığı için önünden geçerse, bu durumda sadece namaz kılan günahkâr olur.
c) Her ikisinin de günahkâr olduğu durum. Namaz kılan, insanların geçtiği güzergâhta sütre kullanmadan veya sütreden uzak bir şekilde namaza durur, biri de gelip geçerken geçebileceği daha geniş başka bir alternatif yeri bulunmasına rağmen onun önünden geçerse, bu durumda ikisi de günahkâr olur.
d) Her ikisinin de günahkâr olmadığı durum. Namaz kılan, insanların başka bir geçme imkanının olmadığı yerlerde sütreye doğru namaza durur, başka yerden geçme imkanı olmayan biri de gelir ve onun önünden geçerse, bu durumda ikisi de günahkâr olmaz.
Hadisin zahiri, her ne surette olursa olsun, namaz kılanın önünden geçmeyi yasaklamaktadır. Geçecek başka bir yer bulamayan kimse, namaz kılanın namazını bitirmesini beklemelidir. Ebu Saîd'in anlattığı olay da bunu desteklemektedir. Çünkü onun naklettiği hadiste "Genç, etrafına bakındı. Fakat geçecek başka yer bulamadı." ifadesi yer almaktadır. Nitekim daha önce İmamu'l-Harameyn Cüueynî'nin "Namaz kılanın bu durumlarda önünden geçeni engellemesi din tarafından öngörülmemiştir" şeklindeki görüşüne işaret etmiştik. İmam Gazzâlî de bu konuda onunla aynı görüşü paylaşmaktadır. Ancak Râfiî buna itiraz etmiştir. İbnu'r-Rif'a da onu aynen izleyerek şöyle eleştirmiştir: "Genç, Ebu Saîd'in engellemesini hak etmiştir. Çünkü vaktinde namaza gelmeyerek kusurlu duruma düşmüştür. Nitekim o geldiğinde cemaat kalabahklaşmıştı."
Onun bu söylediği, ihtimal dahilindedir. Ancak bu hadisin delil oiarak kullanılmasına mani değildir. Çünkü Ebu Saîd, onun namaza geç kalmasını bir olarak kabul etmemiştir.
Hz. Osman namaz kılan adamın karşısına geçilmesini mekruh görürdü. Namaz kılanı meşgul ederse onun karşısına geçmek mekruhtur. Meşgul etmediği durumlara ilişkin Zeyd İbn Sabit şöyle demiştir. "Namaz kılan birinin karşısına geçilmiş geçilmemiş aldırmam. Çünkü namaz kılan bir erkeğin önünde bir başka erkeğin bulunması onun namazını bozmaz."
511- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âİşe'nin yanında namazı bozan hallerden bahsedildi. Köpek, merkep ve kadının erkeğin namazını bozacağını söylediler. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle tepki gösterdi: "Bizi köpek yerine mi koydunuz! Oysa ben, kıble ile Hz. Peygamber arasında yatağa yan gelmiş yatarken O'nun (bana doğru) namaz kıldığım gördüm. Bazen bir ihtiyacım olurdu. Onun karşısına geçmek hoşuma gitmezdi, bu yüzden sessizce (yatağın ucundan) sıyrılıp kalkardım."
(Bir erkeğin başka bir erkeğin karşısında namaza durması): namaz kılana doğru yönelmek mekruh mu değil mi? Ya da namaz kılanı oyalayan haller İle oyalamayan haller birbirinden ayırt edilir mi? Bu başlık,sorulara cevap aramak için konmuştur.
İbn Reşîd şöyle demiştir: "İmam Buhârî, ne surette olursa olsun bir kimsenin namaz kılarken önünde duran bir kadının kendisini, Önünde bulunan bir erkekten daha fazla meşgul edebileceğini ifade etmek İstemiştir. Buna rağmen, bu Hz. Peygamber'in namazına zarar vermemiştir. Çünkü, Allah Resûlu onunla meşgul olmamıştır. O halde, önündeki kadının kendisini meşgul etmediği kimselerin namazı da, kadının kıble istikametinde bulunmasından dolayı zarar görmez. Bu hüküm, erkekler hakkında ise evveli yetle geçerlidir."
512- Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Ben yatağında tam karşısına gelecek şekilde uyurken Hz. Peygamber namaz kılardı. Vitir namazını kılmak istediği zaman ise beni uyandırdı. Sonra ben de vitrimi kılardım."
(Uyuyanın Arkasında Namaz Kılmak): Mücahid, Tavus ve Mâlik uyuyan kimseye karşı namaz kılınmasını mekruh kabul etmişlerdir. Çünkü yatan kimsenin üzeri açılabilir. Namaz kılanı meşgul edecek bazı yerleri görülebilir, İmam Buhârî'nin tasarrufundan anlaşıldığına göre, böyle bir tehlike olmadığı sürece yatan kimseye karşı namaz kılmak mekruh değildir.
513- Hz. Peygamber'in eşi, Hz. Aİşe'den şöyle nakledilmiştir:
"Allah Resûİü'nün önünde uyurdum. Bu esnada ayaklarımı onun kıblesine doğru uzatırdım. Allah Resulü secde yapmak İstediği zaman, eliyle beni dürter, ben de ayaklarımı toplardım. Ayağa kalkınca ise tekrar ayaklarımı uzatırdım."
Hz. Aİşe şöyle demiştir: "O dönemde evlerde lamba yoktu."
(Kadının Arkasında Nafile Namaz Kılmak): Hadisin içeriği, Hz. Peygamber'in kıldığı namazın nafile olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah Resulü geceleyin evinde namaz kılmıştır. Malum olduğu üzere O , farz namazları, cemaatle camide kılardı.
Hz. Aişe'nin "O dönemde evlerde lamba yoktu" demesi, Hz. Peygamber'in onunla meşgul olmadığına işaret eder. Allah Resûİü'nün onun ayaklarını uzattığı yere secde etmek istediği zaman eliyle onu dürtmesi bu düşüncemize zarar vermez. Nitekim bu durum Ebu Davud'un naklettiği rivayette açık bir biçimde belirtilmiştir. Kadınların Hz. Peygamber'i meşgul etmesi, düşünülemez. Bunun gibi, kadınların kendisini etkilemeyeceğinden emin olan kimseler, bu şekilde namaz kılabilir.
Hz. Peygamber'İn bu şekilde namaz kılması, daha önce geçen hadiste belirtilen Hz. Aişe'nin üzerinde bulunduğu yatağa doğru namaz kılmasından farklıdır. Çünkü Allah Resulü Hz. Âişe yatağın üzerindeyken namaz kılınca secde etmek için onun ayağını uzattığı yere ihtiyaç duymamıştır. Ancak Hz. Peygamber'in yatağın kenarında değil de, üzerinde namaz kıldığı ileri sürülerek söz konusu iki rivayetin anlattığı olayın aynı olduğu söylenmiştir. Nitekim İsmâîl bu görüşe meyletmişti. Ancak, rivayetlerde anlatılan olayları birbirinden farklı olarak algılamak daha evladır.
514- Hz. Aişe'nin yanında namaz kılanın önünden geçen köpek, merkep ve kadının namazı bozacağından bahsedildi. Bunun üzerine o, şöyle dedi: "Bizi merkeple köpeğe mi benzettiniz! Allah'a and olsun ki, ben, kıble ile Hz. Peygamber saiiaitâhu aleyhi ve seiiem arasında yatakta yatarken, onun bana doğru namaz kıldığını gördüm. Bazen bir ihtiyacım hasıl olurdu. Ona karşı oturup, Allah aleyhi ve seiiem rahatsız etmek istemezdim. Bu yüzden ayak ucu tarafından yavaşça sıyrılıp yataktan çıkardım."
(Başkası Tarafından Yapılan Bir Fiil, Namaz Kılanın Namazını Bozmaz Görüşünde Olanlar): Bu hadisle amel edip etmeme konusunda âlimler farklı yorumlar yapmışlardır.Tahâvî ve daha başka âlimlere göre, Ebu Zerr'den nakledilen hadis ile buna benzer diğer rivayetler, Hz. Âişe hadisi vb. ile neshedilmiştir. Ancak, neshin iki olayın zamanının bilinmesi ve iki olayı uzlaştırmanın mümkün olmaması durumunda gerçekleştiği söylenerek bu görüşe itiraz edilmiştir. Zaman bakımından meseleye baktığımız zaman, olaylann tarihinin saptanması imkansızdır. İki olayı uzlaştırmak ise mümkündür. İmam Şafiî ve diğer âlimler, Ebu Zerr hadisinde geçen namazı kat' etme ifadesini, namazı bozmak olarak değil de, namazdaki huşûu azaltmak olarak tevil etmiştir. Nitekim bu rivayetin râvîsinin köpeğin siyah ile takyid edilmesini sorması ve ona siyah köpeğin şeytan olduğu şeklinden cevap verilmesi de bunu destekler. Malum olduğu üzere, şeytanın namaz kılanın önünden geçmesi, namazı bozmaz. Nitekim bu konuda "Sahih-i Buhârî'de "Namaz için kamet getirildiği zaman şeytan döner gider, kamet bitince kişi ile nefsi arasına girer." hadisi gelecektir. "Namazda Bir Şey Yapmak" başlığı altında ise, "Şeytan karşıma çıktı ve bana saldırdı" hadisi nakledilecektir. Nesâî ise Hz. Aişe'den Allah Resûîü'nün şöyle dediğini nakletmiştîr: "Onu yakaladım, yere yatırıp boğdum." Bu hadiste şeytanın Hz. Peygamberin namazını bozmak için geldiği söylenemez. Bize göre İmam Müslim'in rivayeti, namazın neden bozulduğunu açıklamaktadır. Buna göre şeytan, bir ateş parçasını getirip Allah Resûîü'nün yüzüne vurmak istemiştir. Sadece namaz kılanın önünden geçmek ile onun namazı bozulmaz.
Bazılarına göre Ebu Zerr hadisi tercih edilir. Çünkü Hz. Âişe hadisi ibaha bildirmektedir.
Bu yorumlar, iki hadisin birbirine zıt olduğu esasına dayanır. Oysa iki rivayeti uzlaştırmak mümkündür. Kısaca bu rivayetler arasında herhangi bir çelişki yoktur.
Ahmed İbn Hanbel şöyle demiştir: "Namaz kılanın önünden siyah köpeğin geçmesi, namazı bozar. Merkebin veya kadının geçmesi ise tartışmalıdır." İbn Dakîku'l-'îyd onun bu sözünü şu şekilde izah etmiştir: "Ahmed İbn Hanbel siyah köpeğin namazı bozduğunu gösteren hadislere aykırı bir hadis bulamamıştır. Ancak Mina'da merkebinin üzerinde namaz kılanların önünden geçen İbn Ab-bâs'tan nakledilen hadis, merkebin namazı bozacağına dair hadisle çelişir. Aynı şekilde bu konuda zikredilen Hz. Aişe hadisi de kadının namaz kılanın önünden geçmesinin namazı bozacağı hükmü ile çelişir."
(Ona karşı oturup, Allah Resûlü'nü rahatsız etmek istemezdim): Hadisin bu kısmı, oturan kadının, uyuyan kadından daha fazla namaz kılanın huşû'unu bozduğuna delil olarak getirilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, namaz kılanın zihninin dağılması, karşısındakinin hareket edip etmemesine bağlıdır. Buna göre, namaz kılanın önünden geçmek, daha çok namaz kılanın zihnini dağıtır. Hz. Aişe (bir rivayette) şöyle demiştir: "Ayağa kalkıp Hz. Peygamber'in önünden geçmekten hoşlanmazdım. Bu yüzden sessizce kayarak yataktan ayrılırdım." Anlaşılan o ki, Hz. Âişe, sadece önünden geçme anında değil, her ne surette olursa olsun, kadının namazı bozmayacağı görüşündedir.
515- İbn Şihâb amcasına başkasının yaptığı bir fiil yüzünden namazın bozulup bozulmayacağını sormuş, o da şöyle cevap vermişti:
"Haricî hiçbir şey namazı bozmaz. Urve İbn Zübeyr'in bana haber verdiğine göre Allah Resûîü'nün eşi Hz. Aişe şöyle demiştir: 'Hz. Peygamber selem, gece vakti kalkar namaza dururdu. Bu esnada' ben ise, onunla kıble arasında birlikte uyuduğumuz yatakta yatardım.
(İbn Şihâb amcasına başkasının yaptığı bir fiil yüzünden namazın bozulup bozulmayacağını sormuş) İbn Şihâb'ın delil olarak kullandığı Hz. Âişe hadisiyle şu şekilde istidlalde bulunulmuştur: "Kadın namazı bozar" hadisi, kadının geçme, ayakta durma, oturma ve yatma hallerinin tamamını kapsar. Hz. Peygamber'in önünde uyuyan Hz, Aişe'ye doğru namaz kılmasının sahih bir yolla bize nakledilmesi, yatan kadına karşı namaz kılmanın namazı bozacağı hükmünün neshedildiğini gösterir. Kadının diğer durumlarının namazı bozması da, buna kıyaslanarak artık namazı bozmayacağı şeklinde anlaşılır."
Ancak bu yorumun kabul edilmesi, kadının yukarıda bahsi geçen hallerinin birbirine eşit olduğunun İspat edilmesine bağlıdır. Nitekim bu husustaki tartışmalara daha önce işaret etmiştik. Şayet Hz. Aişe'den nakledilen hadisin, Ebu Zerr hadisinden sonra varid olduğu ispatlanırsa, bu durum, sadece kadının namaz kılanın önünde uyumasının namazı bozacağı hükmünün neshedildiğine delalet eder. Yine de bazıları, buna rağmen bu hadisin delil olarak kullanılmasına birkaç yönden itiraz etmiştir:
a) Kadının namazı bozması, namaz kılanın zihnini dağıtmasına yol açacak durumların meydana gelmesinden dolayıdır. Hz. Âişe, o dönemde evlerde lamba olmadığını ifade etmiştir. Böylece illetin ortadan kalkmasıyla birlikte ma'lûl da ortadan kalkar. Bir başka ifade ile, namaz kılanın zihnini dağıtacak durum söz konusu olmayınca, bu durumla ilgili olarak verilmiş hüküm de söz konusu olmaz.
b) Ebu Zerr hadisinde kadın, mutlak olarak zikredilmiştir. Hz. Âişe hadisinde ise zevce vasfı ile mukayyed olarak geçmektedir. Bu durumda mutlak mukay-yede hamledilir ve şöyle denir: Namaz kılanın önünden kadının geçmesinin namazı bozması, fitneye düşme endişesi yüzünden yabancı kadınlarla takyit edilmiştir. Eğer namaz kılanın önünden geçen eşi olursa, bu durum namazı bozmaz. Çünkü eşi, zaten kendisinindir.
c) Hz. Aişe hadisinde anlatılan olay, bir takım ihtimallere açıktır. Ebu Zerr hadisinde ise, başka bir ihtima! düşünülemez. Çünkü bu hadis, genei teşrî' sadedinde, yani herkese hitap eden dînî bir hüküm açıklanırken söylenmiştir. Nitekim İbn Battal bu durumu şu şekilde izah etmiştir: "Hz. Peygamberin. Hz. Aişe'ye doğru namaz kılması ona özgü bir durumdur. Çünkü hiç kimse onun gibi nefsine hakim olamaz." Hanbelî âlimlerinden biri şöyle der: "Ebu Zerr hadisi ile onunla aynı manayı ifade eden sahih hadisler, sarih olmayan veya sarih olup da sahih olmayan bir takım rivayetlerle çelişmektedir. Bu durumda, sarih olan Ebu Zerr hadisi ile amel etmekten vazgeçilemez. Yani çeşitli ihtimallere açık olan Hz. Aişe hadisi ve onu destekleyen diğer hadislerle amel edilmez. Namaz kılanın önünden geçen ile kıble ve onun arasında uyuyan kimse arasındaki fark şudur: Namaz kılanın önünden geçmek haramdır. Uyuyarak ya da başka şekilde onun önünde durmak ise haram değildir. Buna göre, kadının namaz kılanın önünden geçmesi namazı bozarken, önünde hareketsiz durması ise namazı bozmaz."
516- Ebu Katâde el-Ensârî'den şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber kızı Zeyneb'in Ebu'l-As İbn Rabî' İbn Abdişems'ten olma kızı Ümâme'yi taşıyarak namaz kılardı. Secdeye vardığı zaman onu bırakır, ayağa kalktığı zaman ise tekrar alırdı.[84]
(Namazda Küçük Kız Çocuğunu Omuzda Taşımak): İbn Battal şöyle demiştir: "Buhârî bu hadisi zikretmekle, namaz kılanın küçük kız çocuğunu taşımasının namazına bir zarar vermediğini belirterek onun, namaz kılanın önünden geçmesinin namaza hiç zarar vermeyeceğini ifade etmek istemiştir. Çünkü kızı taşımak, onun önünden geçmesine göre daha büyük bir olaydır. İmam Şafiî de bu tür bir istinbata işaret etmiştir. Ancak İmam Buhârî'nin "kız" lafzını "küçük" sıfatı ile takyit etmesi, küçük olmayanların aynı hükümde olmayacağı anlamına gelir.
(Ümâme'yi taşıyarak): Ümâme, Hz. Peygamber döneminde küçüktü. Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın vasiyeti üzerine vefatından sonra onunla evlenmiştir.
Kurtubî şöyle demiştir: "Alimler bu hadisin yorumu hakkında farklı yorumlar yapmışlardır. Çocuğu taşımanın amel-i kesîr kapsamına girmesi, onların farklı yorumlarına neden olmuştur. Mesela İbnu'l-Kâsım İmam Mâlik'in "Rasûlullah nafile namazda böyle yapmıştır" görüşünde olduğunu nakletmektedir. Ancak bu görüş son derece zayıftır. Çünkü hadisin zahiri, bunun farz namazda olduğunu gösterir. Daha önce Mâzinî ile Kadı lyaz bunun zayıf bir ihtimal olduğuna işaret etmiştir. Çünkü İmam Müslim'in "Sahîh"inde şöyle bir rivayet vardır: "Hz. Peygamber'i (torunu) Ümâmeyi omuzunda taşıyarak ashaba namaz kıldırırken gördüm." Mâzinî şöyle demiştir: Allah Re-sûlü'nün cemaate nafile namaz kıldırması, bilinen bir olay değildir." Nitekim Ebu Dâvûd'da şöyle bir rivayet mevcuttur: "Öğlen veya ikindide Hz. Peygamber'i bekliyorduk. Bilâl namaz için ezan okumuştu. Derken Allah Resulü omuzunda Ümâme varken evinden çıkıp geldi ve namaz kıldırdığı yere geçti. Biz de arkasında saf tuttuk. Tekbir alıp namaza başladı. Ümâme hâlâ omuzundaydı." Eşheb ve Abdullah İbn Nâfi' imam Mâiik'in "Bu durum, zaruretten kaynaklanır. Çünkü Hz. Peygamber. torununa bakacak birini bulamamıştı" dediğini nakletmiştir. Malikîlerden bazıları da şöyle demiştir: "Eğer Rasûlullah Ümâmeyi indirseydi, ağlardı. O zaman Allah Rasulü'nün zihninin onunla
meşgul olması, taşırkenki meşguliyetinden daha fazla olurdu." el-Bâcî de şöyle demiştir: "Eğer kız çocuğuna bakacak biri varsa, bu durumda sadece nafile namazlarda omuza alınabilir. Yok eğer ona bakacak kimse yoksa hem nafile hem de farz namazlarda taşınabilir." Nevevî ise şöyle demiştir. "Maliki mezhebine mensup bazî kimseler, bu hadisin mensuh olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları da, bunun Allah Resûlü'ne özgü bir durum olduğu kanaatini benimsemişlerdir. Kimileri de, bunun zaruretten kaynaklandığı görüşündedir. Bütün bunlar, delile dayanmayan asılsız iddialardan ibarettir. Bu hadiste, İslâmî prensiplere aykırı bii durum yoktur. Çünkü, insan temizdir. Bağırsaklarında bulunanlar ise mazur görülür. Çocukların vücudları İle elbiseleri, necaset görülmediği sürece temiz kabul edilir. Az veya aralıklarla olan ameller namazı bozmaz. Diğer dini deliller bunu destekler niteliktedir. Hz. Peygamber'in .vfoiiâhu bu şekilde davranması, bunun caiz olduğunu öğretmek içindir."
Fâkihânt ise şöyle demiştir: "Rasûlullah'm Ümâme'yi taşıması, Arapların kız çocuğundan hoşlanmama ve onu yanlarında gezdirmeme âdetlerini yıkmak içindir. Onları bu âdetten vazgeçirmek için gösterdiği hassasiyetten dolayı namazda bile onlara muhalefet etmiştir. Yaparak açıklamak, söz ile açıklamadan daha etkilidir."
1- Çocukları camiye getirmek caizdir.
2- Küçük çocuklara dokunmanın abdeste bir zararı yoktur.
3- İnsan taşıyan birinin namazı sahihtir.
4- Temiz kabul edilen bîr hayvanı taşıyan kimsenin de namazı sahihtir.
5- Hz. Peygamber'in alçakgönüllülüğü ile çocuklara karşı ne denli şefkat gösterdiği bir kez daha ortaya çıkmıştır.
6- Hadis Allah Resûlü'nün çocuklara ve ana-babalarına değer verdiğini göstermektedir.
517- Abdullah İbn Şeddâd İbn el-Hâd şöyle demiştir: "Teyzem Meymûne bintu'l-Hâris bana şunu haber verdi: Yatağım Hz. Peygamber'in namaz kıldığı yerin kenarında idi. Bazen yatakta olduğum sırada elbisesi bana temas ederdi."
518- Abdullah İbn Şeddâd, Hz. Meymûne'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
"Hz. Peygamber ben yanı başında uyurken namaz kılardı. Secdeye vardığı zaman hayızh olmama rağmen elbisesi bana değerdi."
(Hayızlı Kadının Bulunduğu Yatağa Doğru Namaz Kılmak): Bunun mekruh olup olmadığı tartışılmıştır. Başlık altında zikredilen hadis, bunun mekruh olmadığını gösterir.
519- Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizi köpek ve merkeple bir tutmanız ne kadar da çirkin! Haberiniz olsun ki ben, Hz. Rasûlullah'ı kıble ile onun arasında yattığım bir sırada namaz küarken gördüm. Secde etmek istediği zaman, ayaklanma dokunurdu. Ben de hemen ayaklarımı toplardım."
(Secde Etmek İçin Yer Açmak Gayesiyle Namaz Kılan Hanımını Hiyle Dürter mi?) Bir önceki başlık altında, namaz kılanın elbisesinin hanımına değmesi durumunda namazın sahih olduğu belirtilirken, burada ise namaz kılanın vücudunun bir parçasının hanımına değmesi durumunda namazın sahih olduğu açıklanmıştır.
520- Abdullah'tan şöyle nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber Kabe'nin yanında namaza durmuştu. Bu esnada Kureyşliler meclislerinde toplanmıştı. İçlerinden biri, (Allah Resûlü'nü kasdederek) 'şu gösteriş yapan adama baksanıza!' diye seslendi ve şöyle dedi: "Hanginiz falancaoğullarının kestiği deveye gidip, işkembesinde kalan pisliklerini, kanını ve döl eşini alıp buraya getirir, sonra secdeye gidinceye kadar bekler ve getirdiklerini onun omuzuna atar?"
(Bunu gerçekleştirmek üzere) İçlerinden en bedbahtı hemen fırladı. Rasûlullah secdeye varınca getirdiklerini omuzuna koydu. Allah Resûlu secdede öylesine kaldı. Bu manzara karşısında Kureyş'liler gülmeye başladı. O kadar çok gülüyorlardı ki, gülmekten birbirlerinin üstüne yığıldılar. Bu arada biri koşup o sıralar henüz küçük olan Hz. Fatıma'ya durumu haber verdi. Hz. Fatıma koşarak geîdi. Üzerine konanları kaldırıncaya kadar, Allah Resulü kaldı. Hz. Fatıma Kureyşliler'e dönüp hakaret etti. Hz. Peygamber namazını bitirince şöyle beddua etti: Ey ulu Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum. Ey ulu Allahım! Kureyşi sana havale ediyorum. Ey ulu Allah'ım! Kureyş'i sana havale ediyorum.
Sonra isimlerini söyleyerek bedduasına devam etti: Ey ulu Allah'ım! Amr İbn Hişam'ı, Utbe İbn Rabîa'yı, Şeybe İbn Rabîa'yı, Velîd İbn Utbe'yi, Ümeyye İbn Halefi, Ukbe İbn Ebî Muayt'ı ve Umara İbn Velîd'i sana havale ediyorum.
Abdullah rivayeti anlatmaya şöyle devam etmiştir: "Allah'a yemin olsun ki, Bedir savaşında bunların hepsinin leşinin yere serildiğini gördüm. Sonra hepsi, Kalîb'e yani Bedir'dekİ çukurlara sürüklenip atıldılar. Rasûlullah da onlar hakkında 'Kalîb'e/çukura atılanlar lanete uğradı' buyurdu.
(Kadınların Namaz Kılanı Rahatsız Eden Bir Duruma Son Vermesi): İbn Battal şöyle demiştir: "Bu başlık, kendisinden önceki başlıklarla yakından alakalıdır. Şöyle ki, kadın, namaz kılanın üstünden bir şeyi almak istediği zaman, ne taraftan alabiliyorsa o taraftan alır. Onun bu haİi, namaz kılanın önünden geçmesinden daha kötü değildir. Ancak bundan geri kalır tarafı da yoktur."
[1] Hadisin geçtiği diğer yerler: 404, 1226, 6671, 7249.
[2] el-Bakara 2/125.
[3] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4483, 4790, 4616.
[4] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4488, 4490, 4491, 4492,
4493, 7251.
[5] Yukarıdaki hadiste Hak Teâlâ'nm Arşa istiva ettiği
görüşünde olanlara dair bir red söz konusu değildir. Çünkü O'nun Arş'a istiva
ettiğini gösteren âyet ve hadisler muhkem olup kesin bilgi İfade ederler.
Üstelik gayet açıktırlar. En küçük bîr tevile dahi ihtiyaç bırakmazlar. Ehl-i
sünnet, bunu böyle kabul edip Allah Teâlâ'yı mahlukatından hiç kimseye
benzetmeden O'nun şanına yaki-şır bir şekilde buna İman etmenin gerekliliği
konusunda icmâ' etmiştir. Hz. Peygamber'İn sallalîâ-hu aleyhi ve sellem,
"Allah namaz kılan kimsenin önündedir" ve "Rabbi onunla kıble
arasındadır" sözleri muhkem naslar ışığında tevil edilmelidir. Nitekim
İmam İbn Abdilberr bu hususa işaret etmiştir. Dolayısıyla bu lafızlar, son
derece açık, muhkem ve kat'î naslann varlığını bildirdiği istivaya aykırı bir
manaya hamledılemez. İbn Bâz. s. 508.
[6] Hadisin geçtiği diğer yerler: 753, 1213, 6111.
[7] 408. Hadisin geçtiği diğsr yerler: 410, 416; 409.
Hadisin geçtiği diğer yerler: 411, 414.
[8] Hadisin geçtiği diğer yerler: 742, 6644.
[9] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2868, 2869, 2870, 7336.
[10] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3049, 3165.
[11] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3528, 5381, 545, 6688.
[12] Hadisin geçtiği diğer yerler: 4745, 4746, 5259, 5308,
5309, 6854, 7165, 7166, 7304.
[13] Hadisin geçtiği diğer yerler: 425, 667, 686, 838, 840,
1186, 4009, 4010, 5401, 6423, 6938.
[14] Ancak bu görüş pek de isabetli değildir. Doğrusu, bu
tür durumlar sadece Hz. Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve seilem mahsustur.
Çünkü, Allah Teâlâ bu özelliği ona vermiştir. Başkaları onunla bir tutulamaz.
Çünkü diğer insanlarla Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve seilem arasında
dağlar kadar fark vardır. Bu tür meseleleri başkaları için caiz görenler,
sapıklığa ve şirke kapı aralar. Nitekim bazı insanların bu hataya düştüğünü
görmekteyiz. Hak Teâlâ'dan bizi doğru yolda daim etmesini dileriz. İbn Bâz, s.
522.
[15] Hadisin geçtiği diğer yerler: 434, 1341, 3828.
[16] Bu şekilde hayır ummak, caiz değildir. Nitekim buna,
daha önce işaret etmiştik.
[17] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 507.
[18] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 1187.
[19] Hadisin geçtiği diğer yerler: 338, 3381, 4419, 4420,
4702.
[20] İbrahim 14/45
[21] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1330, 1390, 3453, 4441,
4443, 5815; 3454, 4444, 5816.
[22] Nahiv ilminde bu tür cümlelere istinafi beyânı denir.
[Mütercim.]
[23] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3835.
[24] Ahmed Naim, bu sözü cariyenin söylediği kanaatindedir,
bk. Tercid-i Sarih Tercümesi, 11, 382.
[25] Hadisin geçtiği diğer yerler:
1121,1156,3738,3740,7015; 7028,7030.
[26] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3703, 6204, 6280.
[27] bk. Kastalânî, îrşûduVsâri, II, 114.[Mütercim]
[28] bk. İbn Hacer, Fethu'1-Bâri, I, 639. [H.Aldemir]
[29] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1801, 2097, 2309, 2385.
2494, 2470, 2603, 2604, 2728. 2861, 2967, 3087, 3089, 3090, 3052, 5079, 5080,
5243, 5244, 5245, 5246, 5247, 5367, 6387.
[30] Hadîsin geçtiği diğer bir yer: 1164.
[31] el-Enbiyâ 21/28.
[32] et-Tevbe 9/17-18.
[33] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 2812.
[34] Hadisin geçtiği diğer yerler: 918, 2095, 3584, 3585.
[35] el-En'am, 6/38
[36] Gİ-Mü'minun, 23/47
[37] Hadisin geçtiği diğer yerler: 7073, 7074.
[38] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 7075.
[39] Hadisin geçtiği diğer yerler: 455, 950, 988, 2906,
3529, 3931, 5190, 5236.
[40] en-Nûr 24/36.
[41] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1493, 2155, 2168, 2536,
2560, 2561, 2563, 2564, 2565, 2578, 2717, 2726, 2729, 7235, 5097, 5279, 5284,
5430, 6717, 6751, 6754, 6758, 6760.
[42] el-Haşr 59/7.
[43] Hadisin geçtiği diğer yerler: 460, 1337.
[44] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2084, 2226,4540, 4541,
4542, 4543.
[45] Sâd, 38/35.
[46] Sâd, 38/35.
[47] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1210, 3284, 3423, 4808.
[48] el-A'râf, 7/27.
[49] Hadisin geçtiği diğer yerler: 469, 2422, 2423, 4372.
[50] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2813, 3901, 4117, 4122.
[51] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1619, 1626, 1633, 4853.
[52] Bu görüşün isabetli bir tarafı yoktur. Doğrusu, deve
ve eti yenen diğer hayvanların bevillerinîn temiz olduğudur. Dolayısıyla İbn
Battâl'ın da ifade ettiği gibi bunların camiyi kirletmesi söz konusu olamaz.
Bin Bâz
[53] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3639, 3805
[54] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3654, 3904.
[55] Hadisin geçtiği diğer yerler: 3656, 3657, 6738.
[56] Hadisin geçtiği diğer yerler: 473, 990, 993, 995,
1137.
[57] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5969, 6287.
[58] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2138, 2263, 2264, 2297,
3905, 4093, 5087, 6079.
[59] Hadisin bu şekilde tercümesi için bk. Kastalânî,
İrşâd, II, 157. [Mütercim]
[60] Hadîsin geçtiği diğer bir yer: 480.
[61] Hadisin geçtiği diğer yerler: 2446, 6026.
[62] Hadisin geçtiği diğer yerler: 714, 715, 1227, 12228,
1229, 6051, 7250.
[63] Salim Abdullah'ın ogiu, Hz. Ömer'in de torunudur.
Nâfi' ise Hz. Ömer'in kölesidir. [Mütercim]
[64] Medine'ye 36 mil uzaklıkta bir yerin adıdır. Bk.
Kastaiani, İrşâd, II, 161. [Mütercim]
[65] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1535, 2336, 7345.
[66] Kastalânî, İrşâd, II, 162. [Mütercim]
[67] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1532, 1533, 1799.
[68] Mekke ile Bedir arasında bir yerin adıdır. Ahmed Naim,
Tecrid-i Sarih Tercümesi [Mütercim]
[69] Medine'ye 17 fersah uzaklıkta bir köyün adıdır.
Kastalânî, İrşâd, II, 164. [Mütercim]
[70] Rüveyse'den 13 ile 14 mil uzaklıkta büyük bir köyün
adidir. Ahmed Naim, Tecrid-i sarih Tercümesi. [Mütercim]
[71] Merru'z-zahrân'dan sona gelsn vadi veya dağların
adıdır. Kastalânî, îrşâd, II, 166. [Mütercim]
[72] Mekke'ye yakın bir yerin adıdır. Ahmed Naim, Tecrid-i
sarih Tercümesi, II, s. 437 [Mütercim]
[73] Hadisin geçtiği diğer yerler: 1767, 1769.
[74] Bu yanlıştır. Doğrusu daha önce açıkladığımız
bilgilerdir. Bu tür konularda diğer insanlar. Hz. Peygamber saltallâhu aleyhi
ve sellem ile kıyasianamaz. Hakikat şu ki, Hz. Ömer, şirke giden yolu kapatmak
için peygamberlerin izlerinin birebir taklit edilmesini yasaklamak istemiştir.
Ayrıca o, oğlunun bu şekilde davrandığını herkesten daha iyi bilmektedir.
Cumhur, Hz. Ömer'in
düşüncelerini esas almıştır. Itbân kıssası buna muhalif değildir. Çünkü Itbân
hadisinde, Hz. Peygamber'i sallailâhu aleyhi ve sellem örnek alma söz
konusudur. Bu da, yol vs. gibi yerlerde Hz. Peygamber'in sallallâhu aleyhi ve
seİlem davranışlarını taklit etmekten farklıdır. Zira bu tür konularda Allah
Resûlü'nün sallallâhu aleyhi ve sellem izini sürmek, din tarafından
öngörülmemiştir. Nitekim Hz. Ömer'in bu tavrı da, bunu göstermektedir. Belki
de, bu şekilde Hz, Peygamber'e sallallâhu aleyhi ve sellem uyanlar aşırılığa
kaçıp şirke düşmüştür. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Abdülaziz İbn Bâz
[75] Bu görüş zayıftır. Doğrusu, üç mescid dışında
vasıtayla gidilebilecek uzaklıkta olan hiçbir mescidde namaz adamak farz olmaz.
Eğer vasıtayla yolculuk yapılmadan gidilebilecek mescidde adakta bulunulursa,
bu konu tartışmalıdır. Beğavî'nin belirttiği yerlere, ibadet kastıyla gitmek
caiz değildir. Şirke açılan kapıyı kapatmak için, buralarda namaz kılmayı
adayan kimsenin, adağına sadık kalması gerekmez. Başka bir camide namazını
kılması yeterlidir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. İbn Bâz s. 571.
[76] Hz.Peygamber zamanında Medine'de bulunan mescidler
hakkında geniş bilgi İçin bk. Nuruddin Ali İbn Ahmed es-Semhûdî, Vefâu'1-Vefa
bi ahbâri dari'l-Mustafa1 adlı eseri, Beyrut 1971, I—II-(A.Ağırakça).
[77] Hadisin geçtiği diğer yerler: 498, 972, 973.
[78] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 7334.
[79] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 625.
[80] İmam Şafiî'nin talebesidir. [Mütercim]
[81] Burada geçen bazı kavram ve kelimelerin izahları
mütercim tarafından tercümeye yansıtıldığı için metinden ayrıca tercüme
edilmesine gerek görülmemiştir.
[82] Hadisin geçtiği diğer bir yer: 3274.
[83] el-En'am, 6/112
[84] Hadİsin geçtiği diğer bir yer: 5996.