1- Nikâhın Fazileti Hakkında Gelen
(Hadîsler) Babı
Evlenmenin Meşrûtiyetindeki Hikmetler
2 - Tebettül (= Kadınlardan Uzak Durup Evlenmeyi Terketmek)Den Nehiy Babı
3- Kadının, Kocası Üzerindeki Hakkı (Nın Beyânı) Babı
4- Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakkı (nın Beyânı) Babı
5- Kadınların En Faziletlisi (Nîn Beyânı)
Babı
6- Dindar Kadınla Evlenmenin
Fazileti Babı
7- Bakire Kızlarla Evlenme (Nin Fazlletî) Babı
8- Hür Kadınlarla Ve Velûd (Çok Çocuk Doğurucu) Kadınlarla Evlenme (Nin Fazileti) Babı
9- Adam Bir Kadınla Evlenmek İsteyince Ona Bakması (Nın Meşruluğu) Babı
Evlenmek Maksadı İle Kadına Bakmak İle İlgili Bilgiler Verelim:
Erkeğin Evlenmek İstediği Kadına Bakmasıyla İlgili Dört Mezhebin Görüşleri
10- Adam (Dîn) Kardeşinin Bir Kadına (Evlenmek İçin) İstekli Çıkması
Üzerine (O Kadına) Talip
Ebûhüreyre (Radıyallahü Anh) Ve İbni-İ Ömer (Rad1yallahü Anh) İn
Hadislerinin Fıkıh Yönü ,
11- Bakire Ve Dul Kadından (Nikâh İçin) Emir İstemek Babı
Bakire Olup Erginlik Çaglna Varmış Bir Kız İstemediği Halde Babası
Tarafından Evlendirilebilir Mi ?
Dul Olup Yetişkin Bir Kız İstemediği Halde Babası Tarafından Onun Nikâhı
Kıyılabilir Mi?
Yetişkin Dul Kadının İzni Alınmadan Velîsi Tarafından Kıyılan Nikâhının
Hükmü Nedir ?
Küçük Yaştaki Kızların Nikâhının Yapılması Hususundaki Âlimlerin Görüşleri
Küçük Yaştaki Dul Kızın Nikâhının Kıyılmasına Ait Hüküm Hakkındaki
Âlimlerin Görüşleri
Erginlik Çağına Varmamış Bakire Veya Dul Yetim Kızın Nikâhını Velîsi Veya
Vâsisi Kıyabilir Mi ?
15- Velî (Den İzin) Siz Hiç Bir Nikâh
Olamaz1 Babı
1. Akrabalık Nedeni İle Velî Sayılanlar:
2. Câriye Sahibi Olmak Nedeni İle Velî Sayılanlar
3. Cariyeyi Azat Etmiş Olmak Nedeni İle Veli Sayılanlar
4. Devlet Başkanı Veya Yetkili Kıldığı Kimse Olmak
Yukardaki Üç Hadîsten Çıkarılan Hükümler
16- Şiğar (Suretiyle Nikah) İn Yasaklanması Babı
17- Kadınların Sadak (= Mehir) Babı
Mehirin En Az Miktarı Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri
Mehirin En Çok Meblâğı İçin Bir Sınır Var Mı?
19- Nikâh Akdinin Hutbesi(Ntn Beyanı)
Babı
21- Gına’ (= Nağme Ve Yüksek Sesle
Şiir Söylemek) Ve Def (Çalmak) Babı
Çalgıları Çalmak Veya Dinlemek Hakkındaki Dört Mezheb Âlimlerinin
Görüşleri
22- Muhannesîn (= Kadınlaşan
Erkekler) Hakkında Bir Bâb
23- Nikâh Tebriki (İçin Söylenmesi
Müstehab Duanın Beyânı) Babı
24- Velîme (== Düğün Yemeği) Babı
25- (Velîme Ziyafetine) Davet Edene İcabet Etmek Babı
Ümmü Seleme (Radıyallâhü Anhâj'nın Hadisinden Çıkarılan Hükümleb
27- Karısı, Yatağına Gireceği Zaman Adamın Söyliyeceği (Duâ) Babı
28- (Eşlerin) Cinsel İlişkide
Örtünme (ye Riâyet Etmelerinin Önemi) Babı
29- Mak'adlarında Kadınlara Varmaktan Nehiy Babı
30- Azilıin Hükmünün Beyânı) Babı
Âlimlerin Azil Hakkındaki Görüşleri
Doğum Kontrolü Hakkındaki Hanefî Alimlerin Görüşleri
31- 'Kadın Ne Halası Üzerine Ne De Teyzesi Üzerine Nikahlanır' Babı
33- Muhallil (=Hulleci Koca) Ve Muhallelleh (=Kendisî İçîn Hülle Yapılan
Koca) Hakkındaki Bâb
34- Soy Sebebi İle
(Nîkâhlanması) Haram Olanlar, Süt Sebebi
İle De Haramdır Babı
35- 'Bir Ve İki Defa Süt Emmek (Nîkâhlamayı) Haram Etmez* Babı
Bir Erkek İle Bir Kadının Bir Biri İle Evlenmesine Mâni Olan Süt Emme
Sayısı Hakkındaki Âlimlerin
36- Erlik Çağındaki Bir Kimsenin Süt Emmesi(Nin Nikahlamanın Haramlığına
Sebep Olduğu) Babı
37- Sütten Ayırma (Çağın)Dan Sonra
Süt Emme (Hükmü) Yoktur Babı
38- (Emzikli Kadının Sütü)
Kocasının Sütü (Sayıldığının
Beyânı) Babı
39- Nikâhı Altında İki Kız Kardeş Varken Müslüman Olan Adamın (Nikâh
Durumunun Beyânı) Babı
41- Nikâh Kıyılırken Koşulan Şart (İn Yerine Getirilmesi) Babı
Nikah Akdinden Önce Veya Sonra Kadın Tarafına Verilen Hediye İle İlgili
Âlimlerin Görüşleri
42- Bir Cariyeyi Azat Edip Sonra Onunla Evlenen Adam (İn Sevabının
Beyânı) Babı
43- Efendisinin İzni Olmaksızın Kölenin Nikâh Akdinin Kıyılması (Hükmünün
Beyânı) Babı
44- Muta Nikâhının Yaşarlığı Babı
45- İhramda Bulunanın Evlenmesinin Caiz Olup Olmadığının Beyanı Babı
46- (Evlenmede) Emsal (Gözetme) Babı
Erkek Hangi Hususlarda Kadına Küfü Olacak?
47- (Kuma) Kadınlar Arasında (Geceleri) E$Ît Olarak
Bölmek Babı
48- Kadın Kendi Gününü (Kuması
Olan) Arkadaşına Hibe Eder, Babı
49- Evlendirme İşinde Aracı Olmak Babı
50- Kadınlarla İyi Geçinmek Babı
51- Erkeklerin Karılarını Dövmeleri Babı
52- Kadının Saçını Başka Saç İlâvesiyle Çoğaltan Ve Dövünleyen Kadın
(Hakkında Gelen Hadisler) Babı
53- Ne Zaman Gerdeğe Girmenin Müstehab Olduğunun (Beyânı) Babı
54- Adam Karısına Bir Şey Vermeden Onunla Gerdeğe Girebilir, Babı
55- Uğurlu Ve Uğursuz Olan Şeylerin Beyânı) Babı
58- Çocuğunun Kendisinden Olduğunda Şüphe Eden Adam (Hakkında Gelen
Hadîsler) Babı
59- Çocuk, Fîrâş'a (Yatak Sahîbî Olan Erkeğe) Aittir. Zina Eden Erkeğe De
Mahrumiyet Düşer, Babı
60- Birisi Diğerinden Önce Müslüman Olan Karı Ve Koca Babı
61- Ğayl (= Erkeğin Emzikli Karısı İle Cînsel İlişkide Bulunması) Babı
62- Kocasına Eziyet Eden Kadın
Hakkında Bir Bâb
63- Haram, Helâli Haram Etmez, Babı
Müellif, namaz, oruç ve zekât bölümleri ve bunlara bağlı bölümlerden sonra nikâh bölümüne geçmiştir. Çünkü, nikâhta da ibâdet an lamı vardır. Evlenmek, kişinin kendisini tamamen ibâdete vermek için evlenmemekten üstün ve daha faziletlidir. 1846 nolu hadîs buna delil olduğu gibi Buhâri ile Müslim'in Enes (Radı yallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîste Peydam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bana gelince, Allah'a yemin ederim ki şüphesiz ben hepinizden ziyâde Allah'tan korkar ve hepinizden fazla takva sahibiyim. Lâkin, geceleyin hem namaz kılarım hem uyurum, kâh nafile oruç tutarım, kâh tutmam ve kadınlarla evlenirim. Kim benim yolumdan yüz çevirirse, artık o benden değildir.» buyurmuştur.
Nikâh: Bu kelime Arap dilinde, birleştirmek, evlenme akdi ve cinsi münâsebet gibi değişik mânâlarda kullanılır. Din dilinde ise, sahîh kavle göre evlenme akdi demektir. Çünkü Kitab ve Sünnet'de nikâh kelimesi evlenme akdi mânâsında çok kullanılmıştır. E 1 - H â -fız İbn-i Haceril'As kalanı' nin beyânına göre; Hanefî" lerin ve bir kavillerinde Ş â f i i 1 e r' in görüşlerine göre bu kelimenin hakiki mânâsı cinsel ilişkidir, evlenmek akdinde ki kullanılışı mecazidir. Başka görüşler de vardır.
Nikâhın meşruluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ' ile sabittir. Nisa sûresinin üçüncü, Nur sûresinin 32'nci âyetleri keza t b n-i M e sû d (Radıyalâhü anh)'ın 1845 ve  i ş e (Rndıyallâhiıanhâl'nın 1846 nokı hadîsleri bu cümledendir. Bu konudaki âyetler ve hadîsler çoktur. Müslümanlar evlenmenin meşruluğuna icmâ etmişlerdir. Bunun meşruluğunun hikmetini, birinci bâbtakj hadislerin izahını yaparken anlatmaya çalışacağım : [1]
1845) Alkarna bin Kays (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir: Ben, Minâ'da Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m beraberinde idim. Osman (bin Affân) (Radıyallâhü anh) (bir ara) onunla özel görüştü. Ben de Abdullah'ın yakınında oturdum. Osman, Ona:
— Senin (gençlik döneminde) geçen (neşe ve kuvvetin)in bâzısını sana hatırlatacak genç bir kızla seni evlendirmeme arzun var mı? dedi. Abdullah, Osman'ın bu (soru) dan başka bir işi olmadığını görünce, (yanlarına varmam için) bana eliyle işaret etti. Ben de vardım. (O sıra) Abdullah (O'na) şöyle diyordu:
Eğer cen (evlenmeyi teşvik edici) bunu söyler isen şüphesiz Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Ey gençler topluluğu, sizlerden kimin evlenme külfetine gücü yeterse evlensin! Çünkü evlenme, gözü (haramdan) son derece men edicidir. İffeti de o oranda koruyucudur. (Evlenme masrafına) gücü yetmeyen kinişe-de (nafile) oruç tutsun. Çünkü şüphesiz oruç, şehvet için kuvvetli bir kırıcıdır.-" [2]
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesaî ve Bey haki de bunu rivayet etmişlerdir.
Müellifin rivayetinin zahirine göre Osman (Radıyallâhü anh) İ b n-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'l M i n â' da cemaattan tenha bir tarafa götürüp ona evlenme teklifinde bulunurken A 1 k a m e (Radıyallâhü anh) da onların yakınında oturmuş ve evlenme teklifine âit Osman (Radıyllâhü anh)'m sözünü duymuştur. Abdullah (Radıyallâhü anh) da Osman (Radıyallâhü anh) "in bu işten başka bir diyeceğinin bulunmadığını anlayınca Alkarna (Radıyallâhü anh)"ı yanlarına çağırmıştır. Ebû Dâvûd'un rivayetinin zahirine göre ise Osman (Radıyallâhü anh) Abdullah (Radıyallâhü anh)'ı tenha bir tarafa götürmek isterken, Abdullah (Radıyallâhü anh)' A 1-k a m e (Radıyallâhü anh)'ı da yanlarına çağırmış ve A 1 k a m e (Radiyallâhü anh) da onların yanına vardıktan sonra Osman (Radıyallâhü anh) evlendirme teklifinde bulunmuştur. Fakat B u -h â r i' nin rivayetinin zahiri, Müellifin rivayetinin zahirine benzer. Yâni Osman (Radıyallâhü anh) Abdullah (Radıyallâhü anh)'a evlendirmeyi teklif ettikten sonra A b d u 1 1 a h (Radıyallâhü anh) A 1 k a m e (Radıyallâhü anh)yi yanlarına çağırmıştır.
El-Menhel'in Tekmile sahibi şöyle der:
"Rivayetlerin arasını şöyle bulmak mümkündür; Osman (Radıyallâhü anh) Abdullah (Radıyallâhü anh) a yaptığı evlenme teklifini A 1 k a m e (Radıyallâhü anh)'m gelişinden sonra muhtemelen tekrarlamıştır. Çünkü Abdullah (Radıyallâhü anh)'in bu konu hakkında A 1 k a m e (Radıylalâhü anh)'in bilgi sahibi olmasını istediğini O s ma n sezmiştir.
Abdullah (Radıyallâhü anh)'in Osman (Radıyallâhü anh)'a verdiği cevap, iki mânâya yorumlanabilir.
Birincisi; Osman (Radıyallâhü anhl'ı teyid etmektir. Yâni senin yaptığın evlenme teklifi ve teşviki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yapmıştır. Lâkin benim evlenmeye ihtiyacım
yoktur.
İkincisi; Osman (Radıyallâhü anh)'in teklifini reddetmektir. Yâni evlenme teklifi gençlere yapılmalıdır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hadisteki hitabı gençlere mahsustur. Ben genç değilim. Bu nevi teklifler genç yaştakilere yapılmalıdır.
Hadistegeçen; kelimesi dört şekilde okunabilir. En meşhur ve fasih okunuş "el-Bâet"dir. İkincisi "el-Bât", üçüncüsü "el-Bâ" ve dördüncüsü "el-£âhat"dır. Bu kelimenin asıl mânâsı cinsel ilişkidir, Sonra nikâh akdi anlamında da kullanılmıştır.
Hadiste iki mânâya yorumlanabilir. Cinsel ilişki olsun, evlenme akdi olsun her iki mânânın neticesi şu olur: «Ey gençler, evlenme akdi veya meşru cima' için gereken masraflara gücü yeteniniz evlensin...» Şu halde hangi mAnA kastedilirse edilsin gaye, bunun için gerekli masraf ve külfettir.
Bâet kelimesini masraf ve külfet mânâsına yorumlamak zorunluluğunun sebebi şudur; Eğer asıl mânâsı olan cima' kastedilmiş olsaydı, buna yâni cima'ya gücü yetmeyenlerin şehvetlerini dindirmeleri için oruç tutmaları tavsiyesi anlamsız kalırdı. Çünkü cimâ'ya, gücü yetmeyenin şehveti yoktur ki, bunu oruçla dindirmesi tavsiye edilsin." [3]
1. Bu kitabın 8. bâbındaki Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'in hadîsi ile A h m e" d , Tabarânî, Hâkim ve başkalarının E n e s (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet ettikleri hadîsten anlaşıldığı gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), ümmetinin çoğalmasını istemiş ve kıyamet günü diğer ümmet lere karşı ümmetinin çokluğu ile iftihar etmiştir.
2. Evlenmek insanı zina ve fuhuştan ve bunlara yol açan uygunsuz hareketlerden korur. Tercemesini verdiğimiz A 1 k a m e (Ra dıyallâhü anh)'ın hadisi bu hikmeti açıkça belirtmiştir.
3. İnsan neslinin en mükemmel ve tertemiz bir şekilde devamını sağlamak ve korumaktır.
4. İffetli kız ve kadınların şeref ve haysiyetini her türlü şaibeden uzak tutmak, zulüm, cinayet ve benzerî bâzı müessif olaylara meydan vermemek.
5. Beraber yaşayan erkek ile kadının arasında sevgi, şefkat ve mutlu yaşama ortamının hazırlanmasında katkıda bulunmaktır.[4]
Cumhura göre evlenmenin asıl hükmü müstehablıktır. Çünkü 1846 nolu ve benzerî hadislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) evlenmenin zat-i Nebevilerinin yolu olduğunu belirtmiştir. Ay rica farz ibâdetleri beyan buyururken evlenmeden bahsetmemiştir. Yâni evlenmeyi farzlardan saymamıştır. Ashabı Kiram büyük, kü çük her çeşit farzlara âit emirleri O'ndan nakletmişlerdir. Hiç biri si bunun farziyetine âit bir şey söylememiştir. Üstelik Ashâb ara sında bekâr kalanlar da vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel lem) bunlara karşı çıkmamış ve itirazda bulunmamıştır.
Zahiriye mezhebinin mensubları Kitâb ve Sünnet'teki ev lenme emirlerinin zahirine bakarak vacip olduğuna hükmetmişler ise de yukarda özetlediğim gerekçe muvacehesinde bu görüş reddedil mistir.
Cumhür'a göre evlenmenin şer'î hükmü durum ve şartlara göre değişir. Söyle ki:
1. Evlenmediği takdirde zina ve fuhuş yapacağı ve bundan ko runamıyacağı muhakkak olan bu tehlikeden başka bir çâre ile ken dişini muhafaza edemiyeceğine inanan için evlenmek Farz'dır.
2. Evlenmediği takdirde zina - fuhuş yapmaktan korkun, nefsine hâkim olmadığı için bakması haram olan kadınlara bakmaktan ve yâ el ile istimna (şehvetini dindirme) etmekten kendisini koruya in a yan kimse için evlenmek Vâcib'dir.
Yukarda iki hüküm, evlenme masrafını sağlayabilen, mevcut malı veya çalışmakla karısının nafakasını temin edebilen ve alacağı kadına zulüm etmek korkusu olmayana mahsustur. Bu şartlar olmadık ça evlenmek farz veya vacip olmaz.
3. Evlenme masrafına ve nafakaya muktedir olup zina ve benzeri harama düşme korkusu olmamakla beraber, normal olarak cinsel ilişkiye gücü yeten, evleneceği kadına zulüm etmek endişesi ol mayan kimse için evlenmek, Sünnet-i Müekkede'dir.
4. Bir harama girmek endişesi olmamakla beraber, şehvet duygusu ile evlenmek isteyen ve evlenmenin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in bir sünnet ve yolu olduğunu hesaba katmadan evlenmek mubahtır. Mamafih, şehvet ihtiyacını gayri meşru yolla degil de meşru yolla giderme yolunu tutması, günah yolunu tıkamasına vesîle olduğu için yine sevabsız değildir.
5. Evleneceği kadının haklarına riâyet etmemekle zulüm etmekten korkan için evlenmek tahrîmen mekruhtur
6. Karısının haklarına riâyet etmeyeceğine ve böylece ona zulüm edeceğine inanan kimse için evlenmek haramdır. Çünkü evlenmek nefsi haramdan korumak ve sebep olacağı çocuklarından h* yır ve sevap kazanmak için meşru kılınmıştır. Zulüm etmekle ise harama girmiş olacaktır. Bir zararı defetmek ve yararı celbetmeye tercih edilir.
Şehvet sahibi olmakla beraber, harama girmemek bakımından nefsinden emin olanlar ile şehveti olmayanların evlenmeleri veya evlenmemeleri hakkında bu kitabın 2. babında da biraz bilgi vermeyi düşünüyorum. [5]
1. Kişi, evlenme ihtiyacı olduğunu hâlinden sezen din kardeşine evlenme teklifini yapması müstehabtır.
2. Bakire ve genç kızla evlenmek müstehabtır. Bu hususun izahını 7. bâbta vereceğim.
3. Şehvet duygusunu dindirmek yönünden evlenmeye muhtaç olmakla beraber, evlenme masrafını yapmaktan âciz olan kimsenin şehvetini dindirmesi için bol bol oruç tutması müstehabtır.
4. Şehvet yönünden evlenme ihtiyacım duyup masraf ve nafakaya muktedir olan için evlenmek müstehabtır. Bu hususta ayrıntılı bilgi yukarda verilmiştir.
Alkarna (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Alkarna bin Kays bin Abdillah Ebû Şibl en-Nahaî el-Kufi, Irak fikıhçısı ve imam olarak nam salmış büyük bir âlimdir. İbrahim Nahaî'nin dayısı ve el-Esved'in amucasıdır. Peygamber (S.A.V.) hayatta iken doğmuş, hattâ câfciliyyet devrine ait günlere bile yetişmiş ise de sohbet-i Nebeviyye şerefine mazhar olamamış, büyük tabiilerdendir Ashabı Kirâm'dan Ömer, Osman, îbn-i Mes'ud. Ali ve EbÜ'd-Derda (R.A.) gibi sahâbîlerden hadîs almıştır. Tecvid ve Fıkıh ilimlerini bilhassa İbn-İ Mes'ud (R.A.)'den alan seçkin zâtlardan ve îbn-i Mes'ud'un arkadaşlarının ileri gelenlerindendir. Abdurrahman bin Yezid'in dediğine göre İbn-i Mes'ud : Ben ne okuyorsam ve ne biliyorsam hepsini Alkarna da okur ve bilir, demiştir. Kabus : Ben babam Ebİ Zayban'a : Sen neden sahâbîlere gitmeyi bırakıp tabi! olan Alkama'ya gidiyordun? diye sordum. Babam dedi ki : Ben. Peygamber (S-A.V.)'in ashabından olup Alkama'ya başvurarak ondan fetva soranlara yetiştim, dtye bilgi vermiştir;
Alkarna, önder bir Pıkıhçı, güzel sesle Kur'an okuyucu, rivayetlerinde çok sağlam, takva ve hayır islerinde üstün bir zât İdi. Çok yönleri ve meziyetleri ile îbn-i Mes'ud (R.A.)'a benzerdi. Topal idi. Başlıca râvileri. îbrâhim bin Yezld en-Nahaî, îbrâhim bin Süveyd en-Nahal, Şâ"bî, Ebü'd-Duha, Müslim bin Subayh, Yahya bin Vessâb ve bir cemâattir. Kütüb-I Sİtte sahipleri Onun rivayetlerini almışlardır. Hicretin 82..yüı vefat etmiştir. (Hulâsa : 271 ve Tezkire C. 1, Sah. 48)
1846) Âîşe (Radtyallâhü anfıâ)'dan rivayet edildiğine göre Rcsûlullah (Sallattakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Evlenmek benim sünnetim (girdiğim yolum) dur. Kim benim bu yolum ile amel etmez (bundan yüz çevirir) ise, benden değildir. Ve evleniniz. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı çokluğunuzla iftihar ediciyim. Kimin evlenme harçlığı var ise evlensin. Kim (bu masrafı) bulamazsa (nafile) oruç tutmalıdır. Çünkü şüphesiz oruç, sahibi için şehvet kırıcıdır.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü âlimler, r&vi Isft bin Meymun el-Medînl'nin zayıflığı hususunda İttifak halindedir. Lâkin bu hadis için sahih şâhid vardır. [6]
Bu hadîs Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi isnadı zayıf ise de bunu teyid eden sahih bir şâhid durumunda olan başka hadis vardır. Şöyle ki:
Hadîsin ilk fıkrasının benzeri Buhâri ve Müslim1 in E n e s (Radıyallâhü anhî'den merfu olarak rivayet etlikleri uzun bir hadiste şu lâfızlarla
«...Ve kadınlarla evlenirim, (işte benini yolum budur) Kim benim bu yolum,(da gitmeyip on)dan yüz çevirirse, benden değildir.»
Hadisin ikinci fıkrasının bir benzerini A h m e d , Tabarâ-ni, Hâkim ve Bey haki, yine E n e s (Radıyallâhü anhJ'den merfu olarak şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir:
Çok doğurucu ve (kocasını) çok sevici kadınlarla evleniniz. Şüphesiz ben kıyamet günü Peygamberlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ediciyim.»
Müellifin 1863 nolu hadisi de bu fıkraya kısmen benzer ama görüleceği gibi senedi zayıftır.
Hadîsin bundan sonraki kısmı bir Önceki hadîste geçen son kısmının meâlen aynidir.
Hadisteki 'Sünnet* kelimesi yol demektir. Farz ve vacibin karşılığı olan sünnet ve nafile anlamında kullanılmamıştır. Bu itibarla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yolu anlamındaki bu kelime farz, vâcib ve sünnetin hepsine şümullüdür. Evlenmenin ki misine farz, kimisine vâcib, kimisine sünnet olduğu gibi bâzı kimseler için mubah veya mekruh yahut haram olduğunu yukarda anlatmıştır.
Hadîsin : -Benim bu sünnetimle amel etmeyen benden değildir.»
cümlesinden maksat Buhâri ile Müslim'in Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri ve bir fıkrasını yukarıya aldığım hadisten de anlaşıldığı gibi:
• Benim evlenme yolumdan yüz çevirip buna iltifat etmeyen benden değildir.» Bu itibarla evlenme külfet ve masrafına gücü yetmediği veya tamamen kendisini ibâdete vermek gibi meşru mazeretlere binâen evlenmeyenler, bu hadîsteki tehditlere mâruz değildir. Hadîsin böylelerine şürhulü yoktur Sindi bu durumu belirtmiştir,
1847) (Abdullah) hin Ahhâ> (Radtyullâhü anhumâ)dan rivayet edil Hinine göre; Resûlullalı (Sollalhıhu Aleyhi vr Srflrm) şöyle huyıırHu. demiştir :
«Sevişenler için nikâh kadar sevgiyi artırıcı hiç bir şey görme dik veya görülmedi.""
Not : Bunun senedinin sahih ve rövilerinin sıka oldukları Zevâid'de bildiril mistir. [7]
Hadisteki; kelimesi tesniye veya çoğul olabilir. Tesniye olursa -Mütehabbeyn» olarak okunur ve mânâsı "Birbirlerini seven iki kişi" demektir. Çoğul olursa -Lil Mütehabbin- olarak okunur ve mânâsı "Birbirlerini seven ikiden fazla kişi" demektir
Hadisteki; «Görmedik» cümlesi yerine bâzı rivayetlerde;
«Görülmedi» cümlesinin bulunduğu anlaşılıyor. Câmiü's-Sağir şârihi el-Azizi ikinci rivayeti kaydetmiştir. Müellifimizin rivayetinde her iki cümleye de yer verilmiş ve ikinci cümle parentez içine alınmıştır. Eldeki bâzı nüshalarda ise yalnız iki cümle mevcuttur. Mânâ bakımından pek bir fark yoktur.
Hadis el-Hâkim tarafından da yine sahih bir isnad ile rivayet edilmiştir.
Sindi, hadisin mânâsı hakkında şöyle der :
"Yâni iki kişi arasında muhabbet bulunduğu zaman hiç bir bilgi, alâka ve münasebet, onların evlenmeleri kadar onların arasındaki sevgiyi artırmaz. Eğer muhabbetle beraber bir evlilik durumları olursa mevcut muhabbet her gün daha da kuvvetlenir ve artar."
El-Münâvi de : Hadisten kastedilen mânâ şudur : Aşkın en muazzam ve etkin ilâcı evlenmektir. Bu yol açık iken bundan başka bir yola başvurulmamalıdır. Tek yol evlenmektir, der[8]
1848) Sa'd (bin Ebi Vakks) (Radtyaltâkü anh)'<\en; Şöyle demiştir :
(And olsun ki) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Osman bin Maz'ûn (Radıyallâhü anh)'in tebettül (= evlenmekten imtina etmesi )ni menetti. Eğer ona izin verseydi (biz daha ileri giderek) ha-dımlaşırdık." [9]
Buhâri, Müslim ve Tirmizi de bunu rivayet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen - sahih olduğunu da söylemiştir.
Tebettül: Tuhfe yazarının beyânına göre kelimenin asıl mânâsı inkıta ve kesilmektir. Buradaki maksat ise; kadınlardan kesilmek
ve evlenmeyi terketmektir.
Kadınlardan uzak durup evlenmeyi terketmek hıristiyanlann şe-rîatında bulunurdu. Buna ruhbanlık deriz. Sa'd bin E bi V a k k â s (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, ümmetini bundan menettiğini burada bildirmiştir.
Hadisteki "İhtisâ" yumurtaları çıkarmaktır. Yumurtaları çıkarılan insana 'Hadım', hayvana da 'İğdiş* denir. İnsan neslinin kesilmesine sebebiyet verdiği için haramdır.
Tuhfe yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şunları yazar: "Yâni Osman bin Maz'ün (Radıyallâhü anh) hiç evlenmemek ve kadınlardan tamamen uzak durmak için Peygamber (Sallallahü Aleyih ve Sellem)'den müsaade istemiş fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona izin vermemiş ve onu bu halden menetmiştir. Nevevi: Bizim arkadaşlarımız evlenmeyi terk etmenin yasakhğına âit bu hükmü, evlenme masrafına muktedir olup şehvet bakımından da ihtiyaç duyana yorumlamışlardır, demiştir.
H z . Sa'd (Radıyallâhü anh)'in : "Eğer ona izin verseydi biz hadımlaşırdık" sözüne gelince bunun zahiri mânâsı: "Kadınlara şehvet yönünden muhtaç olmamak için hepimiz hadımlaşırdık."
T ı y b i : 'Zahiren Sa'd (Radıyallâhü anh) şöyle demeli idi: "Eğer ona müsaade etseydi hepimiz evlenmeyi bırakırdık." cümlesi daha kuvvetli olmasını belirtmek amacıyla bu ifade tarzını bırakarak: "... hepimiz hadımlaşırdık." demiştir. Yani kadınlardan uzak durmak işinde aşırı giderdik. Nerde ise hadımlaşmış gibi olurduk. S a' d (Radıyallâhü anh) gerçek mânâda hadımlaşma yolunu tutma anlamını kasdetmem iştir. Çünkü bu iş haramdır.
Bâzıları S ad (Radıyallâhü anh)'ın sözünü zahirine göre mânâlandırarak: Bu söz hadımlaşmanın yasak kılınmasından önceki günlerde söylenmiştir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), îbn-i Mes'ud ve başka sahâbîlerden bir cemâatin hadımlaş-mak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'den izin almak için başvurmaları bu kavli teyid eder mahiyettedir, demiştir.
Nevevi de: Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in "Biz hadi mi aşırdık." sözü onların kendi ictihadlarına dayanarak hadımlaşmanın caiz olduğunu zan ettikleri mânâsına yorumlanır. Lâkin onların bu zannı isabetsiz çıkmıştır. Çünkü küçük ve büyük her yaştaki insanlar için hadımlaşmak haramdır. Bağavi demiş ki: Eti yenmeyen hayvanların yumurtalarını çıkarmanın hükmü de budur. Eti yenen hayvana gelince bunlar küçük iken yapılır, büyüdükten sonra yapmak haramdır', demiştir.
Evlenmek hakkında farz, vâcib, sünnet, mubah, mekruh ve haram gibi değişik hükümlerin bulunduğunu bundan önceki bâbta belirtmiştim. Bu nedenle o hükümlerin kimlere ait olduğu hususunda burada tekrar bilgi vermeye gerek yoktur. Esasen oradaki bilgi de yeterli sayılmayabilir, geniş malumat için Fıkıh kitaplarına müracaat etmek gerekir. Bu itibarla 'Tebettül' ile ilgili özlü bir bilgi vermekle yetinmek istiyorum.
El-Menhel'in Tekmilesinde özetle şöyle deniliyor: İbn-i K u d a m a : Evlenmek hususunda insanlar üç kısma ayrılır:
Birinci kısım, evlenmediği takdirde, harama gireceğinden korkanlardır. Böylelerinin evlenmesi âlimlerin büyük çoğunluğuna göre vâ-cibtir. Çünkü iffetini koruması lüzumludur. Bunun yolu ise evlenmektir.
İkinci kısım insanlar, kadınlara istinası bulunmakla beraber, harama girmekten emin olanlardır. Böylelerın evlenmesi müstehabtır. Ve evlenmeyip tüm zamanını ibâdete ayırmasından evlâdır. Cumhurun kavli böyledir.
Hanefi âlimlerin, kavli de budur. Sahâbilerin söz ve fiillerinin zahiri de bunu te'yid eder.
Şafii ise: Harama girmekten emin olanların evlenmeyip tüm zamanını ibâdete ayırmak efdaldır, çünkü Allah Teâlâ Yahya (Aleyhisselâm)'ı A 1-i İ m r â n sûresinin 39. âyetindeki;
ve kavminin büyüğü ve nefsine hâkim ..."
na/m'ı celili ije övmüştür. Âyetteki Hasur, şehvet kudreti bulunduğu halde kadınlara yanaşmayan demektir. Eğer evlenmek efdal olsaydı Yahya (Aleyhisselâm) evlenmeyi terk etmekle övülmez-di. Bir de Allah Teâlâ ayni sûrenin 14. ayetinde;
"İnsanlara kadınlardan, oğullardan ileri gelen şehvetler sevgisi tezyin edilmiştir." buyurmuştur Bu âyet zem meyanında buyurulmuştur.
Cumhurun delilleri ise bundan önceki bâbta geçen hadisler, benzeri hadisler ve bu bâbtaki hadislerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ve Ashabı Kiram (Ka dıyallâhü anhüm)'ün evlenme yolunu seçmeleri de evlenmenin efdal olduğuna delâlet eder. Sonra evlenmede pek çok yarar vardır. Bunlar tüm zamanını ibâdete vermenin yararlarından fazla ve önemlidir. Bu yararlardan bir kaçı şunlardır : Evlenme, erkek ve kadının iffetlerini korur, fitne ve fesad yollarının bâzısını tıkar, aile ocağının kurulmasına ve birtakım hakların ifasının sevabına vesile olur, Ümmeti Muhammediye'nin çoğalmasına ve neslin devamına vesile olur...
Üçüncü kısım insanlar, yaşlılık, hastalık ve benzeri sebeplerle şehvetten düşmüş veya erkeklikten doğuştan mahrum olanlardır. Böylelerin evlenmeleri hususunda iki görüş vardır: Umumi hükümlere bakılırsa evlenmeleri uygun görülür, tkinci görüşe göre evlenmeyip kendilerini ibâdete vermeleri efdaldır. Çünkü böylesinin evlenmesi hâlinde kendisinden yana olan yararların çoğu gerçekleşmez. Ayrıca nikâhı altında tutacağı kadının cinsel haklarını veremez, onu mutazarrir eder, üstelik adam yüklendiği birtakım yükümlülüklerin ifasından âciz kalabilir. Ve faydasız meşguliyetler yüzünden ibâdet ve ilimle pek meşgul olmayabilir.
Evlenmeyi bırakmanın yasaklanmasına dâir bu bâbtaki hadisler ve benzerleri, erkekliği olup şehvet ve masraf ile nafaka durumu evlenmeye müsait olanlara ait diye yorum yapılır.
1849) Senıûre (hin ('ündün) (Rmîtyallâhü anh)\\c\\: Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) tebettül (evlenmemek)-den nehiy buyurdu.
Bâvi Zeyd bin Ahzam şunu da ilâve etti: Ve râvi Katâde:celili okudu." [10]
T i r m ı z i de bu hadisi rivayet etmiştir. N e s a i' nin rivayet ettiği bu hadisin sonundaki Katâde' nin mezkûr âyeti okuduğuna dâir ilâve yoktur. Fakat N e sai'de Sa'd bin H i ş â m (Radıyallâhü anh)'den rivayet olan başka bir hadiste  i s e (Radıyallâhü anhâ), tebettül'ün yasaklandığını bildirdikten sonra mezkûr âyeti okuduğu ifâde edilmiştir.
S e m û r e (Radıyallâhü anh)'ın hadisinin garib - hasen olduğunu T i r m i z i ifâde etmiştir.
Bu hadiste evlenmemenin ve kadınlardan tamamen uzak durup kendini ibâdete vermenin yasak olduğuna delâlet eder. Bu husustaki geniş bilgi bundan önceki hadisin izahı bölümünde verilmiştir.
Ka tâde'nin okuduğu âyet bölümü R a' d sûresinin 38. âyetinin baş kısmıdır. Meâi şöyledir:
"(Ey Muhammedi) And olsun ki, senden önce de Peygamberler gönderdik, onlara da kadınlar ve zürriyetler verdik..."
Katâde' nin bu âyet bölümünü okuması evlenmeme yasağının teyidi içindir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de evlenip zürriyet sahibi olmuşlardır. Allah Teâlâ da onların izlerini takip etmemizi emir buyurmuştur. Şu halde bizim de evlenmemiz meşrudur. Meşru mazeret yok iken aksi hareket meşru değildir.
Sindi ve Tuhfe yazarının beyanlarına göre ilgililer Hasanı Basri'nin Semûre (Radıyallâhü anhâ) den hadis işitip işitmediği hususunda konuşmuşlardır. Mamafih, bundan önce Sa'd (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi bu hadîsi takviye eder. [11]
1850) Hâkimin babası Muâviye {bin Hayde) (Radıyaltâkü anhü-«O'dan; Şöyle demiştir:
Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: Kadının, kocası üzerindeki hakkı nedir? diye sordu. Efendimiz ı
-Kocasının yemek yediği zaman ona (da) yedirmesi ve elbise edindiği zaman onu (da) giydirmesidir. Sakın (karısının) yüzünü dövmesin, (onu) takbih etmesin ve ev içi (= ayni yatakta yatmak) müstesna (onu) terketmesin.»" [12]
Ebû Dâvûd, Beyhakİ ve Hâkim de bunu rivayet etmişler, Hâkim hadîsin senedinin sahih olduğunu da belirtmiştir.
Müellifin rivayetinde soru sahibinin ismi belirtilmemiştir. Ebû D â v û d' un bir rivayetinde soru sahibinin hadis râvisi Muâviye (Radıyallâhü anh) olduğu belirtilmiştir.
Hadisin mânâsı hakkında el-Menhel Tekmilesinde şöyle deniliyor : Yâni, kocanın karısının durumuna önem vermesi, nafakası ve giyimi hakkında mâli durumu nisbetinde önem vermesi istenmektedir. Erkek kendi giyeceğine ve yiyeceğine önem verdiği gibi eşinin-kine de önem vermelidir. Maksat karısını giydirmesini ve yidirme-sini kendi yemesi ve giymesine zaman ve yer bakımından bağlaması değildir.
Hadisin «yüzünü döğmesin» emrinden maksat şudur : Terbiye veya kadının bâzı farzları terk etmesi gibi nedenlerle döğülmesine ihtiyaç duyulduğu zaman kadının yüzünün döğülmemesidir. Çünkü yüz vücudun en şerefli kısmıdır. Duyu organları bu kısımdadır. Yüzün döğülmesi duyu organlarına zarar verebilir.
Hadisin «Takbih etmesin» cümlesinden maksat kadına çirkin söz söylememesidir. Örneğin "Allah senin yüzünü" veya "senin vücudunu çirkin yaratmıştır" gibi kırıcı lâflar edilmemesidir. Çünkü kadının yüzünü veya vücudunu yaratan Allah Teâlâ'dır. Bir yaratığı takbih etmek ve yermek dolaylı da olsa yaratıcıya dil uzatma sayılabilir.
Hadisin «ve ev içi müstesna (onu) terk etmesin* cümlesinden maksat şudur: Kadın terk edilmesini yâni ondan küs kalınmasını gerektiren bir hatâ işlediği zaman ev içinde yatağını terk etmek meşrudur. Fakat kocanın eşini evden kovması veya kadının bulunduğu evden ayrılıp başka bir eve gitmesi doğru değildir. Bu emrin karı koca arasında meydana gelmesi alışkanlık hâline gelen olumsuz durumlara mahsus olması umulur. Çünkü kadının eşine karşı isyankâr davranışı hâlinde onu başka bir evde bırakmak caizdir. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hanımlarının odalarından bir ay ayrı kalmıştır. [13]
1. Erkek kendi mâli durumuna göre karısının yiyecek ve giyeceğini vermekle mükelleftir.
2. Erkek karısını dövmek ihtiyacını duyduğunda bu ihtiyaç terbiye veya farz olan bâzı şeyleri yapmaması gibi meşru nedene dayandığı takdirde yara bırakmıyacak şekilde kadının yüzünden başka uzuvlarını dövebilir. Fakat yüzünü dövemez ve onu takbih edemez.
3. Ev içinde gerektiğinde karısının yatağını terk etmek meşrudur. Bu hususta bundan sonraki hadis izahında biraz daha izahat verilecektir.
Muâviye bin Hayde (R.A.fın Hâl Tercemesi
Muâviye bin Hayde bin Muâviye bin Kuşeyr el-Kuşeyrİ, sahâbldir. Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ettiği hadisleri kendisinden rivayet eden zâtlar, onun oğlu Hakim, Urve bin Ruvayn el-Luhanl ve Hanid el-Yezani'dir. tbn-i Sa'd'ın rivayetine göre kendisi arkadaşlarıyla beraber Peygamber (S.A.V.)'i ziyaret etmiş ve bâzı şeyleri O"na sormuş ve O'ndan bâzı hadisler rivayet etmiştir. Horasan'da savaşan bu sahebî orada vefat etmiştir. Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Maceh hadislerini
1851) Süleyman bin Amr bin el-Ahvas[14] (RadtyaUâhü anhümâ)'-Han rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Babam Amr bana anlattığına göre kendisi Veda haccında Re sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) ile beraber bulunmuş ve Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (meşhur Veda hutbesinde) Allah'a hamd ve sena ettikten sonra vaaz ve nasihat ederek (ez cümle) şöyle buyurmuştur:
«(Ey Ashabım!) Kadınlarınıza karşı iyi olmanızı tavsiye ederim. (Bu tavsiyeme riâyet ediniz). Çünkü onlar sizin yanınızda (sizlere bağlılık bakımından) esirler (gibi)dir. Şu (malum cinsel ilişkilerden başka onların hiç bir şeyine mâlik değilsiniz. Ancak apaçık çirkin ve haddi aşan hatâları olduğu zaman (onlar hakkında şu şeylere sahipsiniz:) Eğer (böyle çirkin ve haddi aşan hareketler) işlerler ise onların yataklarını terkediniz ve eziyet verici olmayan şekilde onları dövünüz. Eğer bundan sonra size itaat ederlerse onları takbih ve eziyet verme yoluna tevessül etmeyiniz. (Geçmiş kusurları bağışlayın) Şüphesiz karılarınızdan (istediğiniz birtakım) hakkınız vardır. Karılarınız için de üzerinizde (birtakım) hak dar) vardır. Karılarınız üzerindeki hakkınıza gelince, karılarınız sizin hoşlanmadığınız hiç bir kimseyi evlerinize alıp onlarla konuşmasınlar ve hoşlanmadığınız hiç bir kimsenin evlerinize girmesine izin vermesinler. Bilmiş olunuz ki: Karılarınızın üzerindeki hakkı ise onları giydirmek ve yedirmek hususunda onlara İyi davran man izdir.»" [15]
Bu hadîsi T i r m i z î de "Tefsir" kitabının T e v b e sûresi bölümünde rivayet etmiştir. Müellifimiz ve Müslim Veda haccı kıssasında bunun benzerini C â b i r (Radıyallâhü anh) den rivayet etmişlerdir.
Veda haccı bilindiği gibi hicretin 10. yılı vuku bulmuştur. Meşhur Veda hutbesinin o hac seferinde Arafat dağında ve A r e -f e günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından irad buyurulduğu C â b i r (Radıyallâhü anhl'ın M ü s 1 i m'deki rivayetinde belirtilmiştir. Hutbe uzundur. Müellifimizin burada Amr bin el-Ahvas (Radıyallâhü anhJ'den olan rivayeti kısadır. Burada yalnız karı - koca münasebetine âit bölüm rivayet olunmuştur. Müellifimiz de C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın söz konusu hadîsini (3074 numarada) rivayet etmiştir.
Hadîsdeki bâzı kelimeleri açıklayalım ;
Hadîste emir fiili geçen "İstîsâ" masdarı, bir kavle göre yapılan vasiyyetin kabul edilmesini istemektir. Buna göre emir cümlesinin mânâsı; «Ey Ashabım, kadınlarınız hakkında size hayrı tavsiye ederim. Onlar hakkındaki vasiyyetimi kabul edin.» demektir. Diğer bir kavle göre "İstîsâ" tavsiye etmek demektir Buna göre cümlenin mânâsı: «Ey Ashabım, kadınlarınız hakkında hayrı ve iyiliği tavsiye edin- demektir.
Sindi' nin beyânına göre T ı y b î şöyle demiştir :
Bu kelime talep içindir. Yâni kadınlarınız hakkında iyi davranmayı ve iyi tavsiyeyi kendinizden isteyiniz. Yahut kadınlar hakkında iyi davranmayı ve onların sebepsiz huysuzluklarına karşı sab retmeyi birbirinizden isteyiniz.
Sindi bu arada yukarda belirttiğim mânâları da beyan etmiştir.
Hadisteki «Avânin» kelimesi *Âniye»nin çoğuludur. «Esirler» demektir. Bu kelimenin geçtiği cümlenin mânâsı; «Nikâhlı kadınlarınız İsin yanınızda esirler gibi emriniz altında olup size bağlıdırlar.» demektir. Bunu takip eden cümlede ise erkeklerin evli bulundukları kadınlara esir gibi mâlik olmadıkları ancak kan - koca münâsebeti huşunda erkeklerin karılarından yararlanma hakkına sahip oldukları belirtilerek kabahat ve aşırı hareketleri ile itaatsızlıklan olmadıkça onlara karşı olumsuz davranmaya yetkili olmadıkları belirtilmiştir. Daha sonraki cümlelerde kadınlar hatâ işlediklerinde kocalarının davranışları beyan buyurulmakla yataklarına girmemek ve hafifçe dögme yetkisi verilmektedir. Erkeklerin böyle davranışı sonucunda eşleri itaatsizliği bıraktıkları takdirde onların işlemiş oldukları kusurların afv edilmesi ve eziyet edilmemesi tavsiye buyurulu-yor.
Bundan sonraki cümlelerde eşler arasındaki haklara temas edilerek erkeklerin karıları üzerindeki haklarının şu olduğu belirtiliyor: Erkeklerin hoşlanmadıkları kimseleri eve alıp onlarla konuşmamak ve eve girmelerine izin vermemektir. Buna âit:cümlesinin açıklaması hakkında N e -vevî, Müslim'in şerhinde şu bilgiyi vermiştir :
" E 1 - M â z i r i : Bir kavle göre bu cümleden maksat, kadınların yabancı erkeklerle yalnız oturmamalarıdır. Bu cümle ile kadınların zina etmemeleri kastedilmiştir. Çünkü zina etmek suçu kadının had edilmesi cezasını gerektirir. Aynı zamanda kocasının hoşlandığı veya hoşlanmadığı her hangi bir erkekle kadının zina etmesi haramdır. Eğer zina etmemeleri mânâsı kastedilmiş olsaydı cümlede erkeklerin hoşlanmadığı kaydı bulunmayacaktı.
Kadı I y â z : Arapların eski âdetlerinde yabancı erkeklerin kadınlarla konuşması normal karşılanırdı. Bu hal ayıp sayılmazdı. Ve bir ithama sebep sayılmazdı. Kadınların örtünmesi âyeti inince bu âdet yasaklandı, demiştir.
Seçkin olan mânâ şudur: Erkeklerin hoşlanmadığı hiç bir kimseyi eve alıp onlarla oturup konuşmamaktır. Ve böylelerin eve girmelerine izin vermemektir. Erkeğin hoşlanmadığı kimse yabancı er-ftek "ölsün, kadının mahremi sayılan erkek olsüfi veya frer 'nangpbir kadın olsun hüküm aynıdır. Hadisteki yasaklama umumîdir. Anılanların tümünü kapsar. Bu mesele hakkında fıkıhçıların verdiği hüküm şudur: Kadının mahremi olsun olmasın hiç bir erkek veya kadını eve alması caiz değildir. Ancak kocasının eve girmesinden hoşlandığını bildiği veya kuvvetle zannettiği kadınları eve alabilir. Keza kadın babası, erkek kardeşi, dayısı ve amcası gibi mahremi olan erkekleri kocasının rızâsını bildiği veya bu kanaatta olduğu takdirde eve alabilir. Çünkü başkasına âit bir eve girmek için ev sahibi erkeğin izini esastır. Ev sahibi erkek izin vermedikçe veya bu hususta başkasına yetki vermedikçe, yahut örf ve âdete göre rızasının bulunduğu anlaşılmadıkça eve girmek haramdır. Ev sahibinin rızâsının bulunduğu hususunda şüphe olduğu takdirde rızâsının varlığını gösterir bir belirti olmadıkça eve girmek haram olduğu gibi ev kadınının eve girmek için izin vermesi de haramdır.
Hadisin bundan sonraki kısmında kadının kocası üzerindeki hakkı belirtiliyor. Bu da kadınların yiyecek ve giyecekleri hususunda iyi davranmaktır.
Bu cümle kadının nafakasının kocasına vacip olduğuna delâlet eder. Bu hususta icmâ vardır."
Kadınları gerektiğinde hafifçe dövmek hakkında gerekli bilgi bu kitabın 51. babında özlü olarak verilecektir.
Evli kadının nafakasının yâni giyecek ve yiyeceğinin kocasına vacip olduğu hususunda icmâ bulunduğunu yukarıda belirttim. Bu hüküm Talâk sûresinin 7. âyeti ve bu bâbta rivayet edilen hadîslerle de sabittir. Şu halde bu hüküm Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.
Et-Menhel'in Tekmile yazarı özetle şöyle der:
Âlimler, erginlik çağına ermiş olan erkeklerin, karılarının nafakasını ödemekle mükellef bulundukları ve ancak kocasına itaatsiz olanların nafakasının vacip olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Nafaka deyiminden maksat yiyecek, içecek, giyecek ve meskendir.
Farz olan nafaka durum ve miktarı hususundaki âlimlerin görüşlerine gelince:
1- Hanefî ler'in fetvaya esas olan kavillerine göre; nafaka hususunda kocanın mâli durumu esastır. Delilleri Talâk sûresinin şu mealdeki 7. âyetidir:
"Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin; rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse de Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah kimseye, verdiği rızkı aşan bir yük yükleme*. Allah, darlığa düştükten sonra kolaylık verir."
2- Şâfiîler'e göre de kadının nafakası hususunda kocasının hali esastır. Koca zengin ise; yiyecek olarak her gün için iki müd; orta halli ise bir buçuk müd; fakir ise bir müd verir.[16] Fakat Ş â f i i 1 e r' in bu tesbitinin bir delili yoktur. N e v e v î, M ü s 1 i m ' in şerhinde, "Kazalar" bahsinde : Â i ş e (Radıyallâhü anhât'dan rivayet ettiği H i n d (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinden anlaşılıyor ki nafaka miktarı müdlere takdir edilmeyip yetecek miktar olması gerekir. Şafiî mezhebindeki arkadaşlarımıza göre erkeğin yükümlü olduğu yakınlarının nafakası yetecek miktar olarak tesbit edilir. Fakat karısının nafakası müdlerle takdir edilir, Ama bu hadîs bu görüşü reddeder, demiştir
3- Mâl i k i 1 er'e göre kadının nafakası, kocasının mâli durumuna ve kadının hâline göre tesbit edilir. Bu tesbitte örf ve âdete itibar edilir. Eğer erkek zengin olup karısı fakir ise karısının nafakasını karısının seviyesindeki fakirlerden farklı ve daha üstün olarak verir. Eğer erkek fakir ise karısının fakirlik veya zenginlik durumunu dikkate alarak normal nafakasını ödemesi gerekir. Şu halde zengin koca fakir olan karısına zengin bir kadının nafakası seviyesinde nafaka vermekle mükellef değildir. Keza zengin olmayan bir erkek zengin olan karısına bir fakir kadının nafakası kadar vermesi kâfi değildir. Kendi gücü nisbetinde ve şehrin genel durumunu dikkate alarak bir kadının nafakasından biraz olsun fazla vermesi gerekir. Bir şehir halkının âdeti darı ekmeği yemek ise kadın buğday ekmeğini isteyemez. Keza köydekilerin âdeti buğday ekmeği yemek değil iken kadın buğday ekmeğini isteyemez. Mesken ve giyecek hususundaki hüküm de böyledir.
4- İmam A h m e d (Rahimehullah)'e göre kadının nafakası kendisiyle kocasının durumlarına göre ayarlanır. Eğer ikisi de zengin iseler erkek karısına zengin nafakasını ödemekle yükümlüdür. İkisi de fakir iseler fakir nafakası ödemekle yükümlüdürler. Taraflar orta halli iseler orta hallilerin nafakasına göre ödenir. Birisi fakir diğeri zengin ise erkek orta hallilerin durumuna göre karısının nafakasını ödemekle yükümlüdür. H a n e f î 1 e r ' den e 1 - H a s -s a f'da bu kavli tercih etmiştir.
Konu hakkındaki deliller Hanefî ve Mâliki mezheb lerinin görüşlerini teyîd eder, durumdadır. [17]
1852) Âişe (Radtyaîlâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle demiştir:
«Eğer ben her hangi bir kimseye, her hangi bir kimsenin secde etmesini emretmiş olsaydım kadına, kocasına secde etmesini emre-decektim. Ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımasını emretsey-dim kadınm görevi ve uygun olan hareketi bu işi yapmak idi.»"
Not: Zevaid'de şöyle denmiştir: Bu hadisin senedindeki râvi AU bin Zeyd zayıftır. Lâkin bu hadîsin başka senedleri vardır. Ve Tirmizİ ile Nesafnin rivayet ettikleri Talk bin AH (R.A.)'ın hadisi ile Tinnizi ve tbn-i Maceh'in rivayet ettikleri Ümmü Seleme (R-AVnm hadisi bu hadis için iki şahit durumundadır. [18]
Zevâid türünden olan bu hadis kocasının karısı üzerindeki hakkının büyüklüğüne delâlet eder. Allah Teâlâ'dan başka hiç bir varlığa secde edilmesinin küfür olduğu malumdur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadiste: «Eğer Allah'tan başka bir kimseye...» buyruğu koca hakkının azametinden kinayedir. Kırmızı bir
dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımak faydasız ve çetin bir iş olduğu halde bunun gibi bir teklifte bile karıya yakışır hâl kocasına itaat etmek olunca başka hususlardaki emirlere itaat etmenin durumu besbelli olur. Hadiste dağ renklerinin değişik gösterilmesinin hikmeti dağlar arasındaki mesafenin uzaklığını bildirmek içindir. Çünkü renkleri değişik olan dağlar genellikle bir birine yakın olmaz.
Hadisin secde ile ilgili baş kısmının benzerini Tirmizi, Eb'û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet etmiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Erkek karısını hacetine (yatağına) davet edeceği zaman, karısı tandır üzerinde (kocasına âit ekmek pişirmekle meşgul) olsa bile (bu işi bırakıp) hemen kocasına varsın (emrine uysun.)»"
Yine notta işaret edilen Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise 1854 nolu hadîstir.
1853) Abdullah bin Ebî Evfâ (Radtyaltâkü ankümâ)'âan; Söyle demiştir :
Muâz (bin Cebel) (Radıyallâhü anh) (Şam'dan Medîne-i Münev-vere'ye) geldiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e secde etti. Efendimiz (onun bu hareketini red etmek üzere) :
"Bu ne Yâ Muâz?" buyurdu. Muâz:
Ben Şam'a vardım, onların, reislerine ve emirlerine secde ettiklerine rastladım. Bu (secde) işini zâtınıza yapmamızı içimden arzuladım, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Sakın (böyle bir şey) yapmayın. Çünkü eğer ben Allah'tan başkasına secde etmeyi her hangi bir kimseye emir etmeyi caiz gorsey-dim, karının kendi kocasına secde etmesini emrederdim. Muham-med'in nefsi (kudret) elinde olan (Allah) 'a yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını Ödeyinceye kadar, Rabbınm hakkını ödemiş olmaz ve eğer kadın deve (sırtındaki) semer üzerinde (binmiş) iken kocası kendisini (cinsi münâsebet için) istemiş olsa kadın kocasına mani olamaz.*"
Not: Zevâid'de şöyle elenmiştir : îbn-i Hibbân bu hadisi kendi sahihinde ti* vayet etmiştir. Sindi: Bana öyle geliyor ki Zevâid bu sözü Ue hadisin sahih olduğunu kastediyor. [19]
Zevâid türünden olan bu hadisin îbn-i Hibbân tarafından da rivayet edildiği notta belirtilmiştir. Tuhfe yazan da bu hadîsin T i r m izi' nin şerhinde naklettikten sonra A h m e d bin Hanbel tarafından da rivayet edildiğini bildirmiştir.
Muâz (Radıyallâhü anh) isminde birkaç sahâbî vardır. Bu hadiste anılan M u â z' in hangi zât olduğuna dâir bir kayda rastlamadım. Fakat Hulâsa'da anılan bu isimli saha bil erden müellifimiz tarafından hadîsleri rivayet olunan iki zâtın birisi Muâz bin Enes el-Cüheni' dir. Bu zâtın tek râvisinin, onun oğlu S e h 1 (Radıyallâhü anh) olduğu bildiriliyor.[20] Diğer zât Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'dir.[21] Bu zâtın râvileri çoktur. Söz konusu zâtın bu olduğu kanaati hâsıl olduğundan parentez içi ifâde ile işaret edilmiştir. Ancak elde mevcut kitablarda Muâz
(Radıyallâhü anh) 'm hangi tarihte Şam'a' gidip oradan döndüğüne dâir bir kayda rastlamadım. Sindi* nin beyânına göre bâzı râviler M u â z (Radıyallâhü anh) Yemen' den döndüğü zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde etmiştir, demişlerdir. Sindi'nin bu beyânı Muâz (Radıyallâhü anh)'in İbn-i Cebel olan zât olduğuna delâlet eder.
Hadiste geçen "Esakıfa" çoğuludur. Onun tekili "Uskuf" ve "Us-kuff'dur. Bu kelimelerin çoğulu "Esâkıyf" şeklinde de olabilir. Kamus tercemesinde şöyle deniliyor: Hıristiyanlıkta Mıtram, kadı, Uskuf, müftü, Kissîs, müderris mesabesinde kullanılır. Daha geniş izah için Kamus veya tercemesine müracaat edilebilir.
Hadîsteki "Batarıka'da "Bıtrîk"m çoğuludur. Yine aynı kitabın beyânına göre bu kelime rum dilinde, kumandan, sancak beyi, general, müctehid, mezheb imamı, patrik ve benzerî anlamlarda kullanılır.
Tercemede ifâde ettiğim gibi hadîsteki bu kelimeler ile hıristi-yanlann reisleri ve emirleri mânâsı kastedilmiştir.
Hadîsin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ait bölümünün baş kısmında Allah'tan başka hiç bir varlığa secde edilmesinin caiz olmadığı belirtildikten sonra bir önceki hadîste olduğu gibi kocanın karısı üzerindeki hakkının büyüklüğü ifâde buyuruluyor ve daha sonraki kısımda, bir kadın, kocasının hakkını ödemedikçe Rab-binin hakkını ödemiş olamıyacağı belirtiliyor. Çünkü kocanın hakkı Allah'ın emri ile sabittir, bu emre riâyet edilmedikçe Allah'a tam itaat edilmiş olunamaz. Hadisin son kısmında önemine binâen özellikle kocanın ailevî temas isteğine, karısının mutlaka uymak zorunluluğu bildiriliyor. Şiddetli hastalık gibi seran özür sayılan bir engel bulunmadıkça kadın kocasının bu isteğine uymak mecburiyetindedir. Hattâ aybaşı âdeti ve lohusahk hâli bile kadın için özür sayılamaz. Çünkü kocası diz kapağı ile göbek arası kısmı hâriç karısının başka uzuvları ile oynaşma hakkına sahiptir. Fakat bu son mazeret hâlinde kadının avret mahalli ile oynaşmak, özellikle cinsî temasta bulunmak haram olduğu için kadın, kocasının böyle bir isteğine uyamaz, keza dinde haya yoktur. Erkeğin karısının dübürü ile temas etmesi haram, hattâ bir nevî zina gibi sayıldığı için kadın kocasının bu ve benzeri gayri meşru tekliflerine karşı çıkmak ve engel olmakla dinen mükelleftir. Bu hususta 1923-1925 nolu hadis bölümünde geniş bilgi verilecektir.
1854) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'dzn; Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken işittim:
«Kocası kendisinden râzi olduğu halde hangi (mü'mine) kadın ölürse Cennet'e girer.»" [22]
Tirmizî de bu hadîsi rivayet etmiştir. Hadîs, kocasının rızâsının büyük sevaba ve ilâhî mağfirete vesile olduğuna delâlet eder. Sindi bu hadisle alâkalı olarak : Yâni böyle kadın doğrudan cennete girer, demiştir.
Hadîs'in şöyle yorumlanması muhtemeldir: Kocası kendisinden râzi olduğu halde ölen müslüman kadın kocası ile ilgili haklar hususunda muahaza edilmeden cennete girmeye müstehak olmuş olur. Ama başka günahları var ise bunların bağışlanması veya bunlardan dolayı cezasını çektikten sonra cennete girmeyi Allah Teâlâ'nın me-şiyet ve irâdesine bağlıdır. Dilerse bağışlar, dilerse azap verir, ibâdetlerin faziletine dâir buna benzer hadisler, âlimlerce böyle yorumlanır. [23]
1855) Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radıyallâhü anhümâ)'daa rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallatlçhü Aleyhi ve SeVem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz dünya, ancak geçici bir yararlanma (yeri)dır. Saliha kadından daha faziletli (üstün) hiç bir dünya metai (= yararlı şey) yoktur."
1856) (Peygamber'İn Mevlâsi) Sevbân (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Gümüş ve altın (biriktirme) hakkında inen (Çetin tehdite ait ilâhî (emir [24]) inince, sahâbiler (Radıyallâhü anhüm), (bir yolculuk esnasında kendi aralarında konuşup) :
Şu halde biz malın hangi çeşidini edinebiliriz? dediler. Ömer (Radıyallâhü anh) : Bunu ben (sorup) size haber veririm, dedi ve binek devesini hemen koşturdu. Ben de onu takip ettiğim halde (ilerde giden) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetişti ve:
Yâ Resûlallah! Malın hangisini edinebiliriz? diye sordu. Bunun üzerine Efendimiz:
«(Mal edinmek isteyen her hangi) biriniz, şükür edici bir kalb, zikir edici bir dil ve âhiretle ilgili işte ona yardım eden imanlı bir karı edinsin» buyurdu."
Not: Zevaİd'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin râvflerinden Abdullah bin Amr bin MÜrre'yi Nesaİ zayıf saymış. Hakim ile İbn-i Hibb&n da ona sıka saymışlar. İbn-i Muin de: Onun rivayetinde bir beis yoktur, demiştir. Zevaid yazan daha sonra şöyle demiştir: Tirmlzl, Tefsir bölümünde bu hadisin yalnız Peygamber (S.A.V.)'e ait olan kısmını rivayet ederek, hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Tir-nriifnJn rivayetinde Ömer (R.A.)'s ait sözler yoktur. [25]
Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini A h m e d, Müslim, Nesaî ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Hadîsteki "Meta" kelimesi tekildir. Çoğulu "Emtia"dır. Arap dilinde, altın ve gümüşten başka insanın yararlandığı az veya çok her çeşit eşyaya denir, giyilen veya serilen eşya anlamında da kullanılır. Bir de geçici bir süre için yararlanılan ve baki olmayan şey mânâsına da kullanılır. Hadîste bu son mânâ kastedilmiştir.
Hadîsin mânâsı şöyle olur:
«Dünya, bizatihi matlup ve devamlı bir yararlanma yeri değildir. Ondaki bütün yararlanmalar geçicidir. Şu halde ihtiyaca göre, bundan yararlanmak uygundur. Dünyada yararlanılan şeylerin en üstünü ve en faziletlisi sâlih ve dindar kadındır.»
Sevbân (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Zevâid türündendir. Notta işaret edildiği gibi hadîsin Ömer (Radıyallâhü anh) 'a âit kısmı hâriç, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit metin kıs-mı Tirmizî tarafından da rivayet edilmiştir. CâmiÜ's-Sagîr'de bildirildiğine göre İmam A h m e d de bunu S e v â n (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.
Tirmizî' nin Tefsir Kitabının Tevbe sûresine âit bölümünde rivayet ettiği Sevbân hadîsi şöyledir:
Sevbân (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir i (Altın ve gümüşü biriktirmenin tehdidi hakkındaki) :
*yeti inince biz Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir yolculuğunda O'nun beraberinde İdik. Bazı sahâbiler (Radıyallâhü anhüm) :
— "Bu âyet altın ve gümüş (ü biriktirmenin fenalığı) hakkında indirildi. (İhtiyaçlarımızı gidermek için) hangi malın hayırlı olduğunu bilsek ki onu edinebilelim, diye temennide bulundular. Bunun üzerine Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Malın en faziletlisi zikir edici bir dil, şükür edici bir kalb ve kocasının imanı (dindarlığı) hususunda ona yardım eden İmanlı bir kandır." buyurdu.
T i r m i z i demiştir ki bu hadîs hasendir.
Tuhfe yazarı bu hadîsi açıklarken şöyle der:
"Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmemenin hükmünü ve fenalığım inen âyet-i ke-rîme'den öğrenince, ihtiyaçlarının birikmesi hâlinde, yararlanmak üzere hangi mallan edinebileceklerini öğrenmek istemişler ve bu arzularını bir temenni mâhiyetinde Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sormuşlar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de buyurduğu cevabta, insanın edinmesi en faziletli olan şeylerin zikir edici lisan yâni Allah Teâlâ'ya hamd, sena, teşbih ve tehlil etmek, Kur'an okumak gibi zikirle meşgul olan dil, Allah'ın verdiği nimetlere şükür eden kalb ve kocasına namaz, oruç ve diğer ibâdetleri hatırlatıp ifasmı sağlamaya ve kocasının zina ile diğer haram şeylerden uzak kalmasına çalışmakla yardımcı olan imanlı kan olduğuna işaret buyurmuştur."
Sindi de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurduğu üç şeyi mal cinsinden saymıştır. Çünkü bu üç şey mal gibi insan tarafından matlup olup mü'minin kalbinde bunlara karşı bir eğilim bulunur. Bir de şu var ki, bunlar aslında mallardan sayılabilir. Çünkü malların yaran geçicidir. Fakat bu üç şeyin yaran kalıcıdır. Hulâsa cevap hakimane bir üslûp ile verilmiştir. Tâki mü'minlerin gayret ve ehemmiyeti yararlığı devamlı ve kalıcı olup âhirete de yönelik olan şeylere olmalıdır. Sorulacak sorulann da böyle ölçüler içinde olması daha uygundur. Dünya mallarının hemen hemen hepi-sinde birtakım zararlar olabilir."
Müellifin rivayetinde işaret edilen ve T i r m i z î' nin rivayetinde sarahatan belirtilen âyet-i kerime T e v b e sûresinin 34. âyetinin son kısmıdır. Meali şöyledir: "... ve (Ey Muhammed!) altın ve güm üş*ü biriktirip de onlan Allah yolunda harcamayan! an acıklı bir azap ile müjdele."
Ashab-ı Kiram (Radıyallâhü anhüm) bu âyetin altın ve gümüşü toplamanın ve biriktirmenin haram olduğuna dâir anlamışlar idi. Endişeleri bundan ileri gelmiş olabilir.
Âyetin inişi zamanında hüküm böyle idi. Yâni altın ve gümüşü biriktirmek haram kılınmış idi. Sonradan zekât hükmü inince biriktirmeden maksadın zekâtı Ödemeden yapılan biriktirme anlamında yorum yapılmıştır. Artık bu hüküm zekâtı ödenmeyen birikmiş altın ve gümüş'e âit sayılmıştır. Bu âyeti takip eden 35. âyeti kerimede de (altın ve gümüşün zekâtını) ödemeyenlerin uğrayacaklan azap belirtiliyor.
Müellifimizin 8. nolu Zekât Kitabının 3. babında rivayet edilen 1787-1789 nölu hadislerin terceme ve izahı bölümünde bu konuda gerekli bilgi mevcuttur. Oraya müracaat edildiğinde konu aydınlığa kavuşur.
1857) Ebû Üsâme (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre kendisi Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyordu, demiştir :
«Mümin, Allah'tan korkmak (meziyetin) dan sonra sâliha bir kandan daha hayırlı hiç bir yararlı şey elde etmiş olamaz. (Çünkü) kendisi, ona (neyi) emrederse, emrine itaat eder. Ona bakarsa, o kendisini ferahlandırır. Karısı (nın bir şey yapması veya yapmaması) üzerine yemin ederse, karısı (ona uymakla) kendisinin yeminini yerine getirir. Karısının yanında olmazsa, kansı kendi namusu ve onun malı (m korumak) hususunda dürüst ve samimî davranır.Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Ali bin Yezid'in rivayetinin münker olduğunu Buhâri söylemiştir. Osman bin Ebî'l-Atike ismindeki râvisinin de sıkalığı ihtilaflıdır. Nesaî de bu hadisi Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet etmiş ve senedi hakkında bir şey söylememiştir. Bu hadis için Abdullah bin Ömer (RJV.)'m bir hadisi şâhid durumundadır. [26]
Notta belirtildiği gibi Nesaî de bunun bir mislini Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'dan rivayet etmiştir.
Hadîs, mü'minin en
hayırlı kazancının Allah korkusu ve takva olduğunu, bundan sonra da en hayırlı
kazancın sâliha ve dindar karı olduğunu bildirdikten sonra sâliha kadının
hayırlı yönlerinin bâzısını belirtir. Birincisi kocasının emrine itaat
etmesidir, ikincisi, kocası kendisine baktığı zaman ferah duymasıdır. Sindi:
Ferah duymasının nedenleri şunlar olabilir: Kadının güzelliği, huylarının
iyiliği veya kadının Allah'a itaat etmek ve takva ile meşgul olması gibi
hasletleridir, demiştir. Üçüncüsü kocasının ettiği yeminlere önem verip
gereğini yapmasıdır. Dördüncüsü de kocası hazır olmadığı zaman namus ve
iffetini koruması ve kocasınm malında hiyânet etmemesidir.
[27]
1858) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'6en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kadınlar (ile şu) dört (hasletleri) için evlenilir: Malı için, soyu için, güzelliği için ve dindarlığı için. (Ey Mü'min sen bunlardan) dindar olanı ele geçirmeye bak. (Eğer dediğim gibi yapmazsan) fakirliğe düşersin,-" [28]
Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesaî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Buharı ve Müslim' deki ri-
vâyetin başındaki cümle; «Kadın nikahlanır...» şeklindedir, ki mânâ değişmez.
El-Menhel'in Tekmile yazarı şöyle der:
"Yâni, halk kadınla evlenme hususunda şu dört hasleti arar. Bunlardan kadının malı ve zenginlik hasleti pek aranmamalıdır. Çünkü bu takdirde mal için evlenilmiş olur. Mal gidici olabilir. Ayrıca erkek, evleneceği kadının malından beklediği yararlanmayı ve umduğunu bulmayabilir. Bu takdirde evlenmeden istenen ve umulan sevgi, uyum ve bağlılık gölgelenebilir, hattâ aile huzuru bile kaçabilir.
Hadisdeki: L$l.X ifâdesindeki Hasep, babalar ve yakınların şerefi demektir. Bu kelime Hesap kökünden alınmadır. Çünkü halk soyu ile iftihar ettiği zaman .soyunun menkıbelerini, eserlerini ve hasletlerini sayıp dökerler, kiminkinin sayısı daha fazla çıkarsa bununla iftihar edip başkalarından üstünlüğünü ortaya koyma sevdasına kapılanlar çıkabilir. (Soy ve sop da pek önemli bir meziyet sayılmamalıdır. İnsanın kendisine bir meziyet olmadıktan sonra Peygamberlerin soyundan bile olsa yeterli sayılmamalıdır.)
Bir kavle göre hadîsteki Haseb'ten maksat kadının iyi durum ve davranışlarının tümüdür.
Hadiste sayılan üçüncü haslet kadının güzelliğidir. Bu haslet, mal hasletine oranla eşler arasındaki sevginin devamlılığını daha iyi sağlamaya elverişlidir. Çünkü mal hasletinin durumunu yukarda anlattım. O, geçici ve gidici olabilir. Fakat güzellik devam edicidir, eğer nazlanma, kibirlenme ve böbürlenmeye yol açmazsa eşler arasındaki uyumu, sevgiyi ve bağlılığı muhkemleştirir. Ancak bu hasletin de pek önemli olmadığı bundan sonra gelen hadîste belirtilmektedir.
Kadının dördüncü ve şâyân-ı tercih olan hasleti, dindarlığıdır. Hadîste bu haslet sonraya alınmıştır. Bunun hikmeti ise, halkın ilk uç haslete gösterdikleri rağbetin yersizliğine ve bunlardan vazgeçip son haslete önem verilmesine işaret etmektir. Yâni en önemli haslet olarak, kadının dindarlığı esas tutulmalıdır. Diğer hasletlere tâli derecede yer verilmelidir. Bunun içindir ki, hadisin sonunda dindar kadının ele geçirilmesine bakılması emri buyurulmuştur.
Hadîsin sonundaki; cümlesinin mânâsı "Ellerin fakirleşsin veya şiddeti! fakirlikten toprağa yapışsın." Yâni, dindar kadını ele geçirmeye bakmazsan fakirleşirsin.
Araplar bu cümleyi kınama mâhiyetinde ve 'fakirleşesin' anlamında kullanırlar. Çünkü erkek dindar bir kadınla evlenmeyip, dindar olmayan bir kadınla evlenmeyi tercih ederse din yönünü tehlikeye mâruz bıraktığı için böyle bir bedduaya ve kınanmaya müste-hak olmuş olur."
Sindi: "Bu cümle Arap dilinde hem yerme hem de övme anlamlarında kullanılır. Dâima muhatap aleyhinde ve beddua anlamında kullanılmaz. Bazen de bu anlamda kullanılır. Hadîste ya övgü mâhiyetinde kullanılmıştır. Yâni ey akıllı mü'min! Çok akıllı olduğun için seni çekemeyenler olabilir. Sen dindar kadını eline geçirmeye bak. Seni çekemeyenler, hasedlerinden dolayı senin hakkında bu cümleyi kullanmakla seni yerebilirler. Buna kulak asma.
Bu cümle yerme ve kınama ile beddua anlamında kullanılmış, diye yorum yapılabilir. Yâni eğer sen bu emre aykırı hareket edersen fakirleşesin, diye bedduaya ve yerilmeye müstehak olmuş olursun," demiştir.
N e v e v İ de: "Hadisin sahih ve doğru mânâsı şudur: Halk, genellikle evlenme işinde bu dört hasleti dikkate alırlar. Bunlardan dindarlık hasleti en son plâna alınır. Ey doğru yolu öğrenmek isteyen mü'min! Sen dindarlığı ön plâna al ve halkın âdetine bakma. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in maksadı, kadını, malı veya soyu yahut güzelliği için almayı emretmek değildir," demiştir.
Tekmile sahibi yukardaki N e v e v î' nin sözünü naklettikten sonra, N e v. e v î' nin sözünü teyid eder mâhiyetteki hadîs-ci Dehlevi'nin sözlerini nakleder. Bunu buraya almaya ihtiyaç kalmadığı kanısındayım.
Tekmile sahibi daha sonra şöyle der:
Erkek, dindar kadını elde etmekle mükellef olduğu gibi kadın da dindar erkeği tercih etmelidir. Keza kadının velîsi durumundaki yakın adamları da bu durumu gözetmelidirler. Huysuz, dinî yönü zayıf olan erkeğe kızını vermemelidir. Çünkü evlenme kolay kolay kop-mayan bir bağdır. Bir kurulu ocağı yıkmak zor bir iştir. Kızını fa-sık, huysuz ve dini vecîbeleri yerine getirmeyen bir erkeğe veren bir baba kızı hakkında kötülük, hattâ bir cinayet işlemiş sayılır. Ve Allah'ın gazabına müstehak olmuş olur. Bir adam Hasan-ı Bas-r î (Radıyallâhü anh)'a müracaat ederek: Bir çok kimse benim kızımı istiyorlar, kime vereyim? diye sormuş. O büyük âlim de: Allah'tan korkan bir adama ver. Çünkü eğer senin kızını severse ona iyilik eder, şayet ondan nefret duyarsa da ona zulüm etmez, diye cevap vermiştir." [29]
1. Her işte, dindar kimselerle arkadaşlık etmeye teşvik etmek meşrudur. Çünkü böylelerle arkadaşlık eden bir kimse onların iyi huylarından ve olumlu davranışlarından istifâde eder. Onlardan kendisine her hangi bir kötülüğün gelmesinden emin olur.
2. Dindar kadının, dindar olmayıp malı ve güzelliği bulunan soylu kadına tercih edilmesi tavsiye edilmiştir.
3. Dindar kadınla evlenmeyip, aksine hareket edenler, bir yoruma göre yerilmiş veya bedduaya mâruz tutulmuştur.
1859) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kadınları (sırf) güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü onların güzelliğinin (böbürlenmek ve kibirlenmek yüzünden) onları tehlikeye atmaları umulur. (Sırf) malları için de onları nikahlamayınız. Çünkü malların onları azdırması (ve günahlar ile serlere sokması) umulur. Lâkin dindarlıkları için onları nikahlayınız. Şüphesiz, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir câriye (dindar olmayan hür kadından nikahlamak bakımından) efdal-dır.-"
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Abdullah bin Zlyad bin tn'am adlı el-Efriki zayıftır. Bu hadisi îbn-1 Hlbbân kendi sahibinde başka bir senedle rivayet etmiştir. [30]
1860) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anftümâydan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) hayatta iken bir kadınla evlendim. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e rastladım. Buyurdular ki:
— «Evlendin mi Yâ Câbir?» Ben:
Evet. (Evlendim) diye cevap verdim. Buyurdu ki: —«Bakire (kız) mı, yoksa dul mu? (aldın.)» Ben:
— Dul (aldım), diye cevap verdim. Buyurdu ki:
— «Niçin birbirinizle oynaşacağınız bir kızla evlenmedin?» Ben ı
— (Bakımları bana ait olan) kız kardeşlerim vardı. Benimle kız kardeşlerim arasına, (bir genç) kızın girmesinden korktum, dedim. Buyurdu ki:
— «Gayen bu olunca, dul alman daha iyidir.»" [31]
Kütüb-i Sitte sahihleri bu hadisi müteaddit senedlerle, uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. Hadislerin bâzı rivâyetle-rindeki metin çok uzundur. Onları buraya aktarmaya gerek görmüyorum. Bakımları Câbir (Radıyallâhü anhJ'a âit kız kardeşlerinin sayısının dokuz veya yedi olduğu, Câbir (Radıyallâhü anh)'in o kızlar gibi genç bir kadınla evlenmeden hoşlanmadığı ve onların başında durup, yararlı olacak bir kadınla evlenmeyi arzuladığı M ü s 1 i m ' in rivayetinde belirtilmiştir.
Hadisin : cümlesi yerine bâzı rivayetlerde; bulunuyor. Mânâsı aynı olmakla beraber bunda bir cümle ilâvesi vardır. Meali şöyledir:
«Senin onunla oynaşacağın, onun da seninle oynaşacağı bir bakire (kız) ile neden evlenmedin?»
Hadîsin bu cümlesi, bakire bir kızla evlenmenin eşler arasında bulunması beklenen sevişme, uyuşma ve bağlayış yönünden daha iyi ve daha isabetli olduğuna işaret eder. Çünkü dul kadının kalbi bazen eski kocasına bağlı kalır.
Câbir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e verdiği cevapta, bakire bir kız, yaşının küçüklüğü ve aklının henüz tam olgunlaşmamış olması nedeni ile kendisi ile bakmakta olduğu kız kardeşleri arasına girmesinden korktuğunu ve bu nedenle aile içindeki huzurun kaçıp dağılmaya ve bozgunculuğa yol açabileceği endişesini beyanla dul bir kadınla evlenmeyi bu nedenle tercih ettiğini belirtmek istemiştir.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) da Câbir (Radıyallâhü anh) 'm bu maksat ve niyetle yaptığı işin daha iyi, daha uygun olduğuna işaret buyurmuştur.
Sindi, hadîsin : cümlesinden maksadın şu olduğunu bildiriyor: Yâni, senin maksat ve gayen bu olunca senin yaptığın dul kadınla evlenmen işi daha iyi, evlâ veya daha hayırlıdır. Çünkü dini hizmet sayılan babasız kız kardeşlerine bakacak bir dul kadınla evlenmek, dünya lezzetinden hayırlıdır.
Mezkûr cümle Sünen'in bâzı nüshalarında : şeklindedir.
Cümlenin böyle oluşu mânânın neticesini değiştirmez.
El-Menhel Tekmile'sinde hadîsin fıkıh yönü hakkında şöyle deniliyor :
1. Erkeğin ailesi ile oynaşması, şakalaşması ve gülüşmesi meşrudur. (Çünkü bâzı rivayetlerde cümlesi yerine: «Senin onunla gülüşeceğin onun da seninle
gülüşeceği...» Duyurulmuştur.
2. Büyük zâtlar, arkadaşların işlerini ve hallerini sormalı ve onlara en doğru yolu göstermelidir.
3. Hadis, C â b i r (Radıyallâhü anh)'in üstün faziletine delâlet eder. Çünkü bakmakla yükümlü olduğunu kabullendiği kız kardeşlerinin maslahat ve yararlarını, şahsî lezzetine ve yararına tercih etmiştir.
4. Kadın kendi rızâsı ile kocasının ve evlâdı ile kardeşleri gibi yakınlarının hizmetini yapabilir. Kendi rızâsı dışında bu nevî hizmetler yapmaya zorlanamaz. (Bunu Nevevî, Müslim'in şerhinde söylemiştir.[32]
5. Bakire kızlarla evlenmek daha faziletlidir. Kızların genç yaş-takileri tercih edilmelidir."
Hadîslerdeki "Bakire" ve "Bikr" tâbirinden maksat her hangi bir kimse ile cinsel teması olmamış ve bu nedenle bakirelik zarı gideril-memiş olan kızdır.
1861) Abdurrahman bin Salim bin fkbe bin Üveym bin Sâide el-En-sârî, babasından, O da dedesi (Üveym bin Sâide) (Radıyallâhü anhüm)'âen rivayet ettiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Bakire (kız)larla evlenmeye bakınız. Çünkü (dul kadınlara nazaran) onların ağızlan daha tatlı, rahimleri daha çok çocuk atıcı ve kendileri aza daha razidirler.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin Talha bulunur. Onun hakkında Ebû Hatim : O-nun rivayetlerine güvenilmez, demiştir Ibn-i Hibban da: O sikalardandır. Bazen hatâ eder, demiştir. Diğer ravi Abdurrahman bin Salim bin ütbe hakkında Buhârl: Onun rivayet ettiği hadis, sahih değil, demiştir. [33]
Zevâid türünden olan bu hadisi Beyhaki de rivayet etmiştir. Câmiü's-Sağîr'de î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Fakat isnadı zayıftır.
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadiste bakire kızlarla evlenmeyi tavsiye buyurarak, hikmetini de şöyle belirtiyor:
«Çünkü onların ağızları daha tatlıdır.» Sindi' nin beyânına göre bâzı âlimler bu cümleyi şöyle yorumlamışlardır: 'Yâni onların konuşmaları daha güzeldir, eşlerine karşı lüzumsuz ve uygunsuz lâflar etmezler, sözlerinde ölçüyü kaçırmazlar. Çünkü daha önce başka kocalarla yaşamadıkları içinjıayâ perdeleri yırtılmamış olup kocalarına utangaç davranırlar.'
Sindi bu cümlenin başka bir yorum şeklini nakletmiş ise de bu kavli buraya aktarmaya uygun görmedim. Çünkü şahsen bu yorumu uzak görüyorum.
Bakire kızların anlatılan ikinci meziyetleri rahimlerinin çok çocuk doğurmaya müsait olmasıdır. Buna ait cümleyi; «Rahimleri daha çok çocuk atıcıdır.» diye terceme ettim. Atma ifadesini tercemede kullanmamın sebebi, bu cümlede geçen "EntelcıT kelimesinin kökünün lügat mânâsının böyle olduğudur. Ehlinin malumu olduğu üzere tafdîl sığası olan bu kelimenin masdarı olan "Natk"ın mânası bir şeyi atmaktır. Ana rahmi de çocuğu dışarı attığı için bu kelime kullanılmıştır. Kızların rahimleri çocuk doğurmaya daha müsait ve evlenme gayelerinin başındaki hikmetin çocuk sahibi olmak olduğu için, anılan tavsiye buyurulmuştur.
Bakirelerin anlatılan üçüncü özellikleri ise onların dul kadınlara nisbeten râzi olmalarıdır.
Sindi, bu cümledeki: "Az" tâbirinden neyin kastedödiği hususunda şöyle demiştir:
"Yâni az nafaka, az cinsî münâsebet ve bunların benzeri hususlarıdır."
E 1 - H a f n i de Câmiü's-Sağîr haşiyesinde : "Dul kadın, eski kocası yanında iken, bolluk, fazla nafaka ve cinsel ilişki bakımından zevkine daha uygun bir yaşantıya alışkın olmuş olabilir. Bu yaşantıyı ikinci eşinin yanında bulmayabilir. Ve bu nedenle hoşnutsuzluk hâli doğabilir. Bakire kızlar için böyle bir endişe pek söz konusu olmaz, dolayısıyla her bakımdan aza kanaat etmesi umulur," demiştir.
Hadîsin, râvisinin Uveym bin Sâide (Radıyallâhü anh) olduğuna tercemede işaret ettim. Çünkü Tirmizi şâri-hi Tuhfe yazarı, bu babın benzeri başlığı altında rivayet edilen (1870 nolu) C â b i r tRadıyallâhü anh) 'in hadisinin şerhini yaparken: îbn-i Mâceh ve Beyhaki de Uveym bin Sâide (Radıyallâhü anh)'den bu hadisi rivayet ettiklerini bildirmiştir. Ben buna dayanarak ilk râvinin U v ey m (Radıyallâhü anh) olduğunu belirttim.
Bu zât sahâbî olduğu gibi oğlu Utbe bin Uveym (Radıyallâhü anh) da sahâbidir. Senedin ifâde tarzının zahiri ilk râvinin Utbe (Radıyallâhü anh) olmasına da müsaittir. Tuhfe'de-ki beyâna göre râvi Salim, bu hadîsi ikinci derecedeki dedesi Ü v e y m (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiş olur.
Bu iki sahâbî (Radıyallâhü anhümâ) hakkında Hulâsa'da şu bilgi var:
Uveym bin Sâide el-Ensârî (Radıyallâhü anh) Akabe görüşmesine ve Bedir savaşına katılmış büyük sa-hâbîlerdendir, Râvisi (torunu) Salim bin Utbe (Radıyallâhü anh)*dir. Büyük abdest bozduktan sonra su ile taharetlenmeyi ilk uygulayan olduğu söylenmiştir. İbn-i Mâce onun hadîslerini rivayet etmiştir. Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfeti döneminde vefat etmiştir.[34]
Utbe bin Uveym bin Sâide (Radıyallâhü anh) sahâbidir. Râvisi oğlu Salim1 dir. Buhâri; Sâlim'in hadîsinin sahîh olmadığını söylemiştir. İbn-i Mâce Utbe (Radıyallâhü anh)'in hadîslerini almıştır.[35]
1862) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'Ğen; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyurdu ki :
«Pak ve temizletilmiş olarak Allah'a kavuşmak İsteyen kimse, hür kadınlarla evlensin.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü ravi Kesir bin Selim zayıftır. Seneddeki Sellâm da İbn-i Süleyman bin Sevvar olan zâttır ki, îbn-i Adiy : Onun yanında münker hadisler var, demiş, El-Ukaylİ de : Onun (rivayet ettiği) hadislerde münkerler var. demiştir. [36]
Zevâid türünden olan bu hadisin açıklaması hakkında Câmiü's-Sağîr şârihi el-Azîzî i 'Hadisteki paklıktan maksat, şehvetle ilgili günahlardan kurtulmaktır. Yâni bu tür mânevi pisliklerden tertemiz olarak Allah'a kavuşmak isteyen kimseler hür kadınlarla evlensinler,1 diye bilgi vermiştir.
Sindi de : 'Hadiste hür kadınlarla evlenme tavsiyesinin hikmeti hakkında bâzıları: "Çünkü hür kadınlar, cariyelerden daha temizdirler. Onların temizliği eşlerine de sirayet eder," demişlerdir. Fakat en münâsip yorum hadîsteki hürriyeti, mânevi hürriyet olan vasıfların üstünlüğüdür. Sindi sözlerine devamla: Ben derim ki en iyisi şöyle demektir:
'İnsan nefsinin bir câriye ile tatmin olması çok nâdirdir. Bu sebeple câriye ile evli bir kimse, başka kadınla evlenme eğilimi yönünden evli değilmiş gibidir. Bu nedenle hür kadınla evlenme tavsiyesi buyurulmuştur.' diye bilgi vermiştir.
1863) Ebû Hiireyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Çok çocuk doğurucu kadınla) evleniniz. Çünkü ben (kıyamet günü) sîzin çokluğunuzla iftihar ediciyim.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun slnedindeki Talha bin Amr el-Mekki el-Hadrami'nin zayıflığı hususunda ittifak vardır. [37]
Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklaması bahsinde Sindi: Çok çocuk yapan kadınla evlenmek kastedilmiştir Çünkü, hadîsin son kısmındaki: «... çokluğunuzla iftihar ...» ifâdesi buna delâlet eder. Diğer taraftan, ancak böyle yorum yapmakla bu hadîs ile, hadîsin alındığı babın başlığı arasında bir münâsebet kurulabilir, demiştir.
Bu hadîsin isnadı zayıf ise de bu mealde müteaddit hadîsler mevcuttur. Bunlardan birisi, 1846 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâKnın hadisidir. İkincisi o hadîsin izahı bölümünde nakledilen ve A h -med, Tabarâni, Beyhakî ve Hâkim1 in Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri merfu' hadîstir. Üçüncüsü Ebû Dâvûd ve Nesai' nin Mâkil bin Yesâr (Radıyallâhü anh)'den yine merfu' rivayet ettikleri ve sonu şöyle olan
hadistir: «... (Kocasına kendisini) çok sevdirici ve çocuk doğurucu kadınla evleniniz. Çünkü ben kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ediciyim.»
EI-Menhel Tekmilesi sahibi bu son hadîsin açıklaması bahsinde özetle şöyle der
"Kadının bu iki özelliği (yâni kocasına kendisini çok sevdirici ve çok çocuk doğurucu olması) kadının akrabası durumundaki evli kadınların hâlinden ekseriyetle anlaşılır. Çünkü birbirine yakınlığı olan kadınların tabiatları yek diğerine sirayet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evlenilecek kadında bu iki özelliğin aranmasını tavsiye buyurmuştur. Zira, çok doğurucu olmazsa, matlub olan ümmetin çoğalması gerçekleştirilmez. Kocasına kendisini sevdirici olmazsa, kocası kendisine bağlanmaz, gözü dışarda kalır." [38]
1864) Muhammed bin Mesleme [39](bin Seleme) (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre kendisi :
Ben bir kadınla evlenmek istedim. Artık ona gizlice bakmak için çalışmaya başladım. Nihayet kendisine âit bir hurma ağaçları içinde ona baktım, demiş, sonra kendisine:
— Sen, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahâbîsi olduğun halde bunu yapar mısın, denilmiş. Kendisi de:
— Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyururken işittim, diye cevap vermiştir:
«Allah Teâlâ bir kadınla evlenme isteğini bir adamın kalbine attığı zaman, artık adamın o kadına bakmasında hiç bir beis yoktur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Haccac, îbn-i Ertad el-Kufl olan râvidir ki bu hem zayıftır, hem de tedlisçi olup bunu an'ane ile rivayet etmiştir. Lâkin bu hadisi yalnız Haccâc rivayet etmemiştir. Çünkü İbn-İ Hibbân kendi sahihinde başka bir senedle rivayet etmiştir.
1865) Enes bin Mâlik (Radtyaüâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; el-Muğîre[40] bin Şu'be (Radtyaüâhü anh) bir kadınla evlenmek istedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :
«Git o kadına bak. Çünkü, bakman (evlendiğinizde) aranızda ülfet ve sevginin devam etmesi için daha uygundur.» buyurdu. El-Muğîre de (buyurulam) yaptıktan sonra o kadınla evlendi. Büâhere, el-Muğîre eşi ile kendisi arasındaki ittifak ve anlaşmadan (tarifi güç memnuniyetini) anlattı."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih ve ricali sıka zâtlardır. Tirmizi ve tbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. îbn-i Hibbân kendi sahihinde îbn-i Mâceh gibi Enes (R.A.)'den rivayet etmiştir. Tirmizi de el-Muğire (R.A.)'den rivayet etmiştir. Ve Nesai Ebû HÜreyre (R.A.)'den ve el-Muğîre (R.A.)'den rivayet etmiştir.
1866) El-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak, nikahlamak istediğim bir kadını O'na anlattım. Buyurdu ki:
«Git o kadına bak. Çünkü bakman, (evlendiğinizde) aranızda ülfet ve sevginin devam etmesi için daha uygundur.» Bunun üzerine ben Ensâr (Radıyallâhü anh um â) 'dan olan bir kadına gidip onu babası ile anasından istedim. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (kızı gönnekliğimle ilgili) buyruğunu onlara haber verdim. Bana öyle geliyor ki kızın babası ve anası kızı görmek teklifinden hoşlanmadılar. El-Muğîre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Kız Örtüsü içinde olduğu halde (yapılan) konuşmayı işitti ve bana hitaben:
"Eğer Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) senin (bana) bakmanı emir etmiş ise, (bana) bak. Aksi takdirde, Allah'a yemin ederek senin bana bakmamanı isterim, dedi. Bana öyle geliyor ki kız benim ona bakmamı izam etti. El-Muğîre (Radıyallâhü anh) : Sonra ben ona baktım ve onunla evlendim, demiştir. Râvi demiş ki: (El-Muğîre bu kızla evlendikten) sonra aralarındaki ittifak ve anlaşmadan (tarifi güç memnuniyetini) anlattı/1
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahhîtir. Tirmizi ve başkası bu hadîsin bir kısmını rivayet etmişlerdir. [41]
Bu babın ilk hadisi Zevâid türündendir. Eldeki sünenin üç çeşit baskısının hepsinde hadîsin ilk râvisi 'Muhammed bin Seleme' olarak yazılıdır. Araştırmalarıma rağmen sahâbîler (ftadıyallâhü anhümâî arasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den hadîs rivayet etmiş bu isimli bir sahâbînin adına rast-lıyamadım. Sonra Tirmizi' nin Nikâh Kitabının "İstenilecek kadına bakmak hakkında gelen hadîsler" bâbındaki;ifâdesinin şerhinde Tuhfe'de bu hadîsin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit metin aynen rivayet edildikten sonra bu hadisin Ahmed, îbn-i Mâceh, îbn-i Hibbân ve Hâkim tarafından rivayet edildiği ve îbn-i Hibbân ile Hâkim'in bu hadîsin sahih olduğunu söyledikleri... ifâdesine rastladım. Bu nedenle râvî'nin Muham-med bin Mesleme (Radıyallâhü anh) olduğu kanısına vardım. Ve Tercemede böyle yazdığım gibi eldeki Sünenin 'Seleme* kelimesini 'Mesleme' olarak tashih ettim. İnşaallah hatâya düşmüş olmuyorum. Biraz sonra bu sahâbî'nin yazılacak olan hal tercemesin-de görüleceği üzere onun baba babasının adı 'Seleme' olduğu için se-nedde Sahâbinin, dedesine izafeten 'Muhammed bin Seleme' ifâdesi kullanılmış, denilebilir ise de bu ihtimal uzaktır. Matbaa hatasıdır, demek daha yakın ihtimaldir.
Hadîsteki "Hıtba" evlenme talebinde bulunmaktır.
Hadîste fiili geçen "Tahabbü"! gizlenmek ve saklanmak, demektir.
Hadis, erkeğin evlenmek istediği kız veya dul kadına bakmasının meşruluğuna ve bunu gizlice yapmakta da sakınca bulunmadığına delâlet eder. Bu husustaki geniş bilgi son hadîsin izahı bölümünde verilecektir.
Bu babın ikinci hadisi olan E n e s (Radıyallâhü anh)'in hadisini notta belirtildiği gibi İbn-i Hibbân da rivayet etmiştir. Tuhfe'de beyân edildiğine göre bunlarla beraber, Dârekutni ve Hâkim de bu hadîsi E n e s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.
Yine notta belirtildiği gibi bu hadîsi T i r m i z i, el-Muğire (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bundan sonraki müellifimizin hadîsinin notunda da bu hadisin bir kısmının T i r m i z i de rivayet edildiği ifâde edildiği için T i r m i z î de mevcut kısmı buraya almayı uygun buldum. Oradaki farklı bir senedle rivayet edilen hadis şöyledir:
"... Bekir bin Abdillah el-Müzenî'den O da el-Muğire bin Şu'be (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre el-Muğîre bir kadınla evlenmek istemiş, Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sellem) O'nai
«Kadına bak. Çünkü aranızda ülfet ve mahabbetin devamlılığı için bakman daha uygundur.»"
E n e s (Radıyallâhü anh) ve el-Muğîre (Radıyallâhü anh)'in hadîslerinde bulunan ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyruğuna âit metin içinde geçen ve; cümleleri aynı mânâyı ifâde "ederler. T i rm i z İ bu cümleyi: "Çünkü senin kadını görmen, aranızda mahabbetin devamı İçin daha uygun ve lâyıktır." diye yorumladığı için ter-cemede bu mânâyı seçtim. Tuhfe yazarı da en-Nihâye'den naklen beyan ettiği mânâ, T i r m i z î' nin verdiği mânâya uygundur.
S i n d î de: Cümledeki; fiilinin masdarı 'Edm' veya 'İdam'
tevkif ve telif, demektir. Yâni "Senin kadına bakman aranızda ülfet ve anlaşmanın sağlanması için daha uygundur." demek kasde-dilmiştir, demiştir. Görüldüğü gibi iki yorum arasında bir fark yoktur, denilebilir.
Notta N e s a î' nin el-Muğîre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bildirilen hadîs metni T i r m i z î' deki metne benzer. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisi de mânâ bakımından el-Muğîre (Radıyallâhü anh) 'in Tirmizî'-deki hadîs metnine benzer.
S i n d î'nin beyânına
göre el-Muğire (Radıyallâhü anh)'m son hadîsindeki; Ve kadın örtüsü içinde olduğu
halde..." cümlesi o kadının kız olduğu mânâsı çıkar. el-Muğire
(Radıyallâhü anh) bu cümle ile bunu demek istemiş, demiştir.
[42]
Gerek yukarda rivayet edilen hadisler ve gerekse benzer hadîsler, evlenmek maksadı ile erkeğin kadına bakmasının meşruluğuna delâlet ediyorlar. Bu hususta âlimler müttefiktir.
M ü s 1 i m' in bu babın benzer başlığı altındaki hadîslerinin şerhi bölümünde N e v e v î şöyle der:
"Hadîsler, nikahlanmak istenen kadının yüzüne bakmanın müs-tehablığına delâlet ederler. Bizim, (yâni Şafiî mezhebi) E b û Hani f e ve diğer Kufîler'in mezhebi, Mâlik ve Ah-m e d' in mezhebleri ve âlimlerin cumhurunun mezhebi budur.
Kadı I y â z bâzı âlimlerin bunun mekruh olduğunu söylediklerini nakletmiş ise de bu görüş hatalıdır. Çünkü hadislerin açık hükmüne muhaliftir. Ayrıca alış - veriş ve benzerî işler için ihtiyaç duyulduğunda kadının yüzüne bakmanın câizliğine Ümmet icmâ etmiştir. Bu bakımdan da mezkûr görüş hatalıdır.
Evlenilmek istenen kadının yalnız bileklerine kadar ellerine ve yüzüne bakılır. Başka uzuvlarına bakılmaz. Bizim mezhebimiz ve âlimlerin çoğunun mezhebi budur.
Yine bizim mezhebimiz ile Mâlik, A h m e d ve Cumhur'un mezheblerine göre bu maksatla kadına bakmanın câizliği için kadının rızâsı şart değildir. Ona haber verilmeden de bakılabilir. M â -1 i k' ten yapılan zayıf bir rivayete göre, kadının izini olmadan ona bakmak caiz değildir. Ama bu görüş müteaddit nedenlerle zayıftır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bakma tavsiyesinde bulunurken bir kayıt koşmamıştır. Diğer taraftan kadın bakire ise bakılmasına müsaade vermekten utanabilir. Müsaade istemek iki taraf için de icâbında sakıncalar ve aldanmalar doğurabilir. Örneğin : Erkek onu beğenmediği takdirde, o kırılır ve üzülür. Bunun içindir ki kızı istemeden ona bakmak müstehabtır.
Adamın kadına bakması imkânsız olduğu takdirde adamın güvendiği bir kadını bu iş için gönderip bilgi toplaması müstehabtır."
El-Menhelin Tekmile yazarı N e v e v î' nin yukardaki sözlerini nakletmekle beraber, îbn-i Kudame' den de aynı konu etrafında geniş bilgi aktarmaktadır. Ben bunun bir bölümünü buraya aktarmayı yararlı görüyorum :
"Adam evlenmek istediği kadına ihtiyaç duyulduğunda mükerrer bakabilir. Fakat erkek ile kadın yalnız olarak bir yerde bulunamazlar. Çünkü bir erkekle, mahremi olmayan bir kadının halvette durmaları haramdır. Şer'i şerif, bakmaktan başka bir şeye cevaz vermemiştir. Bu itibarla müstakbel eşlerin yalnız başlarına buluşmaları, görüşmeleri, genel yasak hükmün içinde kalır. Aynı zamanda sakıncalı bir durumun doğmasından emin olunamaz. Bir erkek yabancı bir kadınla yalnız duramazlar. Çünkü bu halde onların üçüncü arkadaşı şeytan olur, mânâsını ifâde eden hadîs, vardır." [43]
Abdurrahman el-Cezîrî' nin dört mezhebin Fıkhına âit kitabının dördüncü cildindeki "Nikâh Kitabı"nın baş kısmında şöyle der:
1. Hanefi mezhebine göre nikâh akdinden önce, erkeğin, evleneceği kadına bakması mendubtur. Ancak, kadının kendisine verilebileceğini bilmesi şarttır. İstediği takdirde, isteğinin reddedileceğini bilen erkeğin o kadına bakması helâl değildir. Bunun hikmeti şudur: Evlenme niyeti ve tarafların birbirine râzi olmasının gerçekleşmesi amacıyla erkeğin kadına bakması girişimi doğru ve sıhhatli bir girişim olur. Evlenme kasdı olmaksızın sırf kadınlara bakmak gayesi ile girişilen bakmak işi haramdır.
2. Şafii mezhebine göre bir kadınla evlenmek isteyen adamın, onun yüzüne ve bileklerine kadar ellerine bakması caizdin Bu bakış şehvetle de olsa veya ona âşık olmaya sebebiyet verse bile caizdir. Çünkü bu duygular, evlenmelerine vesile olabilir. Amaç da buna yöneliktir. Kadına gelince o da erkeğin avret sayılan diz kapağı ile göbek arası hâriç, bedenin başka yerlerine bakmak fırsatını bulursa bakması sünnettir. Çünkü onun da erkeğin vücûdundan beğenip beğenmiyeceği kısımlar olabilir. Şayet erkek, kadına bakma fırsatını bulamaz veya bundan sıkılırsa, kadını görüp durumunu anlatacak emin bir kimseyi gönderebilir. (Göndereceği kimse kadına nâmahrem sayılmayan bir erkek veya herhangi bir kadın olabilir.) Çünkü bakmak veya baktırmaktan gaye, eşler arasında ülfet ve sevgi ile uyuşmanın sağlanması ve devam ettirilmesidir. Bu gaye hangi yolla temin edilebilirse bu meşru yol normaldir. Bu hükmün delili el-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) *ın hadîsidir.
(Hadis bu bâbta geçtiği için bunu burada tekrarlamaya lüzum görmedim.)
3. M âlikl le r'e göre istenecek kadının bileklerine kadar ellerine ve yüzüne bakmak onunla evlenmek isteyen erkek için mendubtur. Tâ ki kadının güzelliğinin matluba uygun olup olmadığını erkek anlasm. Bu bakmanın meşruluğu birtakım şartlara bağlıdır. Bu şartlardan birisi, erkeğin lezzet ve şehvet kasdı ile bakmaması-dır. İkincisi: Kadın erginlik çağına varmış ise kendisinin, varmamış ise velîsinin, bu erkeğin evlenme talebine râzi olduklarının erkek tarafından muhakkak bilinmesi şarttır. Bilinmez ise bakmak, bir fitneye sebebiyet verdiği takdirde, haram, sebebiyet vermediği takdirde mekruhtur. Üçüncüsü: Erkeğin bakacağının kadın tarafmdan bilinmesi şartıdır. Kadın habersiz ise erkeğin ona bakması helâl değildir.
4. H a n b e 1 i mezhebine göre, istenilecek kadının yüzüne, boynuna ve eline bakmak istekli erkek için mubahtır. Ancak, isteğin kadın tarafından reddedilmemesinin erkek tarafmdan kuvvetle sanılması ve bakılırken erkek ile kadının halvette olmamaları şarttır. Çünkü bir erkekle yabancı bir kadının yalnız iken bir yerde bulunmaları sakıncalıdır. Erkeğin evlenmek niyeti ile bir kadına bakmasının mübahlığı için onun kadından veya velisinden izin istemesi şart değildir. Hattâ kadının haberi olmadan erkek bakabilir ve gerek duyarsa defalarca bakabilir."
Bu konuda daha geniş izahat için Fıkıh kitablarına müracaat etmek gerekir. [44]
1867) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an h)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Adam, (din) kardeşinin bir kadına (evlenmek için) istekli çıkması üzerine (o kadına) talip olmasın.»"
1868) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) jöyle buyurdu, demiştir:
«Adam, din kardeşinin bir kadına (evlenmek için) istekli çıkması üzerine (o kadına) tâüp olmasın.»*'
1869) Fâtima bint-i Kays (el-Kureşiyye) (Radtyallâhü an*â)*dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bana * «Senin (boşanmadan dolayı devam eden) iddetinden çıktığın zaman (iddetihin bittiğini) bana haber ver.» buyurdu. (îddeti bittikten) sonra Fâtıma O'na haber verdi. Sonra Muâviye (bin Ebi Suf-yânî, Ebü'1-Cehm bin Suhayr ve Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhu an-hüm) Fâtıma'yı nikahlamak için istekli çıktılar. Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem), (anılan istekliler hakkında Fâtıma'ya) :
«Muâviye'ye gelince (o), hiç malı olmayan fakir bir adamdır. Ebü'l-Cehme gelince (O,) da kadınları çok dövücü bir adamdır. Ve lakin Üsâme (ile evlenmen iyidir)» buyurdu. Bunun üzerine Fâtıma:
' (Üsâme'yi beğenmediğini belirtmek üzere) eliyle şöyle işaret ederek : Üsâme, Üsâme' dedi. (Fâtıma'nın Üsâme ile evlenmeye taraftar olmaması üzerine) Besûlullah (Sallallah üAleyhi ve Sellem), Fâtı-ma'ya!
«Allah'a itaat ve Resulüne itaat senin için hayırdır.» buyurdu. Fâtıma, demiştir ki -. Bunun üzerine ben Üsâme ile evlendim de onunla mutlu oldum. (Veya durumuma kadınlarca gıbta edildi.)" [45]
Bu bâbtaki hadîsleri Kütüb-i Sitte sahibleri ve diğerleri rivayet etmişlerdir. Bunlardan Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'njn hadisi bâzı rivayetlerde daha uzundur.
Ebû Hüreyre ve İbn-i Ömer1 in hadîsleri bir erkeğin bir kadınla evlenmek üzere istekli çıktıktan sonra başka bir erkeğin aynı kadına istekli çıkmasının yasak olduğuna delâlet ederler. Hadîslerdeki 'kardeş' kelimesinden din kardeşi mânâsı kastedilmiştir. Bu iki hadîsin zahiri hükmü budur.
Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise birden fazla müs-Iüman erkeğin aynı kadına istekli çıkmasının câizliğine delâlet eder.
Yukardaki üç hadîs muvacehesinde, İslâm âlimlerinin görüşleri hakkında T i r m i z İ bu babın başlığının benzeri başlık altında rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve F â t ı -m a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadislerini rivayet ederek şöyle der:
"Ebû Hüreyre' nin hadîsi hasen, sahihtir. Mâlik bin E n e s: Bir erkeğin istekli çıktığı kadına başka erkeğin istekli çıkmasının yasaklanmasının mânâsı şudur: Bir erkek bir kadınla evlenmek isteğinde bulunur, kadın da onunla evlenmeye râzi olunca başkasının o kadına istekli çıkması yasaktır, demiştir.
Şafiî de: Bizce bu hadîsin mânâsı şöyledir: Bir erkek bir kadınla evlenmek isteğinde bulunur, kadın da rızâ gösterir ve ona temayül e.derse o kadına başka erkeğin çıkması caiz değildir. Fakat kadının rızâsı veya ilk istekliye temayül etmesi bilinmeden önce, başkasının aynı kadınla evlenme isteğinde bulunmasında hiç bir beis yoktur. Hadîsin böyle yorumlanmasının delili Fâtıma bint-i K a y s (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisidir. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinin mânâsı bizce şöyledir: Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) kendisine istekli çıkan sahâbilerden birisiyle evlenmeye rızâ gösterdiğini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber vermemiştir. Eğer O'na haber vermiş olsaydı Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'nın rızâ gösterdiği sahâbîden başkasıyla evlenmesine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) bir işarette bulunmadı, demiştir."
El-Menhel'in Tekmilesi yazarı Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini açıklarken geniş bilgi vermiştir. O bilginin bir kısmını buraya aktaralım:
1. Mâlik, el-Muvattâ' da: Bu hadîsin yorumu kanımızca şöyledir: Erkek kadına istekli çıkar, kadın da ona temayül eder, muayyen bir mihir üzerinde ittifak ederler ve birbirleriyle evlenmeye rızâ gösterirler, işte durum bu dereceye vardıktan sonra başka bir erkeğin aynı bir kadınla evlenmeye istekli çıkmasını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamıştır. Fakat bir erkek bir kadına istekli çıkar da aralarında henüz bir muvafakata varılmamış ve kadın o erkekle evlenmeye temayül göstermemiş iken başka erkeğin aynı kadına istekli çıkmasının yasaklığı kastedilmemiştir, demiştir,
2. Hanbelîler' den İbn-i Kudeme: Evlenilmek istenilen kadının durumu şu üç kısma ayrılır:
I- İstekli çıkan erkeğe kadın olumlu cevap verir veya velîsine olumlu cevap yahut nikâhını kıydırmak için izin verir. Bu halde başka erkeğin aynı kadına istekli çıkması haramdır. Çünkü böyle bir davranış müslümanlar arasında düşmanlığın sokulmasına ve ilk isteklinin işini bozmaya sebebiyet verir. Biz bu hüküm hususunda ilim ehli arasında herhangi bir ihtilâfın bulunduğunu bilmiyoruz. Ancak bâzı âlimler bu hadîsteki yasaklamayı mekruhtuk mânâsına yorumlamışlar ise de açık olan hüküm haramhk mânâsına yorumlamaktır.
II- Kadın istekli çıkan adamla evlenmeyi reddeder veya temayül göstermez, bu takdirde başka erkeğin o kadına istekli çıkması caizdir. Çünkü Ahmed ve Müslim'in rivayetinde-ki Fâtıma Bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi meâlen şöyledir:
*ıFâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in yanına vararak Muâviye (Radıyallâhü anh) ve Ebû Cehm (Radıyallâhü anh)'in kendisine evlenme teklifinde bulunduklarını anlatmış, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
Muâviye'ye gelince o hiç malı bulunmayan fakir bir adamdır. Ebû Cehm (Radıyallâhü anh) 'a gelince o asasını om uzundan hiç indirmez (Yâni kadınları çok döver). Sen Üsâme bin Zeyd (Radıyallâ-hü anhümâ) ile evlen.-"
Bu rivayette görüldüğü gibi F â t ı m a (Radıyallâhü ahhâ) Muâviye (Radıyallâhü anh) ve Ebû Cehm (Radıyallâhü anh)'ın kendisiyle evlenmek istediklerini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber verdikten sonra, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun Üsâme ile evlenmesini tavsiye etmiştir.
III- İlk istekli erkeğe kadın açıkça olumlu cevap vermemekle beraber taraftarlığı ve rızâsı hâlinden veya başka belirtilerden anlaşılır. Bu takdirde hüküm birinci kısmın hükmü gibidir. Yâni başka erkeğin ona istekli çıkması helâl değildir. A h m e d' in sözünün zahiri böyledir. Çünkü birbiriyle evlenmek isteyenlerin bâzısına temayül ettiği zaman başka erkeğin istekli çıkması helâl değildir. Temayül bazen açığa vurulur, bazen de ima h olur, demiştir.
Kadı Iyaz: Ahmed'in sözünün zahirine göre üçüncü kısımda başka erkeğin istekli çıkmasının mü ban lığıdır. Şafiî' nin cedid mezhebi de budur. Bunların delili de Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisidir.
3. Şâfiîler' den N e v e v î : İlk istekli erkeğe olumlu cevap açıkça verilip erkek de caymaz ve başka erkeğin de istekli çıkmasına izin vermediği zaman ilk istekliden başkasının aynı kadına istekli çıkmasının haram lığı hususunda âlimler icmâ etmişlerdir, demiştir."
4. Hanefî Fıkıh Kitablanndan Dürr-i Muhtar müellifi: Bir erkek bir kadınla evlenmek ister, başka istekli erkek bulunmaz, kadın da istekli erkeğe rızâ gösterirse onun o kadını istemesinde bir sakınca yoktur, demiştir. Kadınların iddetlerine ait bölümün "El-Hi-dâd" f aslındaki bu ifâdenin haşiyesinde î b n - i  bidîn şöyle der:
Müellifin «Başka istekli erkek bulunmaz, kadın da istekli erkeğe rızâ gösterirse» kaydını el-Bahr Müellifi Ş â f i i 1 e r' den nakletmiş ve şöyle demiştir: Ben bu kaydı mezhebimizin âlimlerine âit olarak bir yerde görmedim. Bu kaydın delili;hadîsidir. Bu hadîs sahihtir. Ş âf i î 1 e r, bu hadîsi ilk istekli erkeğin, başka erkeğin istekli çıkmasına izin vermemesi şartına bağlamışlardır.' Yâni kadını isteyen ilk erkeğin başka erkeklerin de aynı kadına istekli çrkmasına izin vermemesi şartı koşulur. Bizce de naklolunan hüküm budur. Nitekim ez-Zâhire'de: Bir erkeğin bir kadınla evlenmek için istekli çıkmasından sonra başka bir erkeğin aynı kadma istekli çıkmasını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nehiy buyurmuştur. Bu ne-hiyden maksat, kadının ilk istekliye kalben temayül etmesidir. Et-Tâtarhanlye'nin "Babü'i-Kerâhet" bölümünde böyle denmiştir.
Kadın ilk istekliye karşı susarsa başka erkeğin istekli çıkıp çık-mıyacağı hususundaki iki kavil Şafiî âlimlere aittir. î b n - i  b i d î n bu cümle ile ilgili olarak: Ben derim ki; bâzı karinelerde kadının kalben ilk istekliye taraftar olduğu bilinmezse ikinci erkeğin istekli çıkabileceğine dâir Şafii ler' ce tercih edilen kavil açıktır. Ama kadının ilk istekliye kalben taraftar olduğu bâzı karinelerle bilinirse bu eğilim, açıkça belirtilen rızâ gösterme mesabesindedir. Yâni bu takdirde ikinci erkeğin istekli çıkmasının câizliği kavli tercih edilmemelidir."
Tekmile yazan şu bilgiyi de vermiştir:
"Kadın ilk istekli erkeğe olumlu cevap verdiği halde başka erkek aynı kadına istekli çıkıp onunla evlenirse Nevevi' nin beyânına göre kadınla evlenen ikinci istekli günah işlemiş olur. Bununla beraber Cumhur'un mezhebine göre kıyılan nikâh feshedilmez.
Mâl i k' in meşhur mezhebine göre henüz zifafa girilmemiş ise nikâh feshedilir.
M â 1 ik'in meşhur olmayan bir rivayetine ve Dâvûd-i Zahirî' nin mezhebine göre duhul olsun olmasın nikâh feshedilir, demiştir."
îlk iki hadîsteki "Kardeş" kelimesinden maksadın din kardeşi olduğunu yukarda belirtmiştik. Şu halde hadisteki yasaklama hükmün ilk isteklinin müslüman olması hâline mahsustur. Bir zimmi erkek bir zimmi kadını istedikten sonra müslüman bir erkeğin o kadına istekli çıkmasında sakınca yoktur. Evzâî, îbn-i Mün-z i r * ve Hattâbî böyle demişlerdir. Fakat cumhur bu hüküm hakkında zimmi erkeği müslüman erkek gibi kabul etmişlerdir. [46]
1. Bir erkek bir kadına istekli çıktıktan sonra başka bir erkeğin aynı kadına istekli çıkması haramdır. Bu husustaki gerekli bilgi ve tafsilât yukarda verilmiştir.
2. Hadîsteki yasaklama hükmü ilk istekli erkeğin müslüman olması hâline mahsustur. Bu hüküm hadislerdeki 'Kardeşi' kelimesinden çıkarılır. Buna âit fıkıhçıJarın görüşleri de yukarda anlatıldı.
3. Bu hadisler deiîl gösterilerek aynı hükmün kadınlar hakkında da mevcut olduğu söylenmiştir. Meselâ: Bir kadın bir erkekle evlenmek ister ve isteğini erkeğe iletir. Erkek de kadına olumlu cevap verir. Taraflar evlenme hazırlığı işine girdikten sonra başka bir kadın o erkekle evlenmek ister ve onu ilk kadından caydırmaya çalışır, erkek de birden fazla kadınla evlenmeme kararındadır, işte bu durumda ikinci kadının giriştiği iş haram sayılır. Fakat erkek her iki 'kadınla da evlenmek niyetinde ise ikinci kadının istekli çıkmasında bir sakınca yoktur.
Hadislerin fıkıh yönüne âit yukardaki bilgi el-Menhel'in tekmi-leşinden naklen verilmiştir. Yazar yukardaki üçüncü maddeyi Fet-hü'I-Bâri'nin 9. cildinin 158. sayfasından naklettiğini beyan etmiştir.
Fâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ)'nın hadi-siyle ilgili izaha geçelim:
E b u Dâvûd "Boşanan kadının nafakası" babında bu hadîsi müteaddit senedlerle uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmiştir. Kütüb-i Sitte yazarlarının, Mâlik, Tahavi ve Bey-haki1 nin de rivayet ettikleri bu hadîsin bâzı rivayetlerinde belirtildiği gibi Fâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ) Ebû Amr bin Hafs (Radıyallâhü anh) ile evli iken kocası kendisini boşamıştı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'ya iddetini I b n-i Ü m m î M e k t û m (Radıyallâhü anh) 'in evinde doldurmasını emretmiş ve iddetini bitirdikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat etmesini emir buyurmuştu. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) boşanma iddetinden çıktıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e durumu arzetmiş ve müellifin rivayetine göre M u â v i y e (Radıyallâhü anh), E b ü ' 1 - C e h m (Radıyallâhü anh) ve Ü s â m e (Radıyallâhü anhl'ın kendisiyle evlenmek isteğinde bulunduklarını arzetmiştir. Bâzı rivayetlerde Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'in ismi istekliler arasında geçmemiştir. M ü s -1 i m ' in rivayetinde de geçmiştir. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) isteklilerden hangisi ile evlenmesi konusunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e danışmış. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de isteklilerin durumlarını beyân buyurmuştur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M u â v i y e (Ra-dıyallâhü anh) in fakir olduğunu beyan etmiş, (bâzı rivayetlerde görülen az lâfız değişikliği mânâyı değiştirmez) bu sebeple o değişiklikleri burada belirtmeyi gerekli görmüyorum.
İsteklilerden E b ü'l-C e h m (Radıyallâhü anh)'m da kadınları çok dövücü olduğunu belirtmiştir. Bâzı rivayetlerde: «Ebü'l-Cehm asasını omuzundan indirmez.- buyurulmuş ki, bu ifâde müellifin rivâyetindeki ifâdenin mânâsını verir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenmesini
uygun görmüş, bâzı rivayetlerde; -Üsâme ile evlen.» ifâdesi buyurulmuştur. Fakat Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmeye taraftar olmadığını belirtmek istemiştir. Tekmile yazarının beyânına göre Fâtıma (Radıyallâhü anhâVnın bu tekliften hoşlanmayışının sebebi Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'m çok siyah tenli ve azadlı köle olmasıydı. Fakat Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'m dindarlığı, fazileti ve güzel huyları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in malûmu olduğu için Fâtıma (Radıyallâhü anhâJ'nın yaranna Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu tavsiyede bulunmuştur. Hadîsin son kısmında belirtildiği gibi bu tavsiyeye riâyetin Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) için hayırlı oldufcu buyurulduktan sonra, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenmiş ve sonra bu evliliğin onu mutlu kıldığını ve bâzı kadınların onun hâline imrendiklerini ifâde etmiştir. [47]
Tekmile yazarı bu hususta ezcümle şöyle der:
1. Bir kimsenin durumu hakkında istişare edildiği zaman danışılan zâtın durumu sorulan kişi hakkında bildiği kusurlarını söylemesi meşrudur. N e v e v I, el-Ezkar'da: Bilmiş ol ki; gıybet yani bir müslümam hoşlanmadığı durum ve kusurlarıyla anmak haram ise de maslahat için bâzı hallerde mubahtır. Dinen meşru sayılan sıhhatli bir amaca ulaşmak ancak ilgili şahsın sorularını anlatmakla mümkün ise o takdirde yapılan gıybet mubahtır. Gıybet etmeyi meşru maslahat için mubah kılan sebepler çoktur. Bunlardan birisi zulme uğrayan kişinin uğradığı zulmü yetkili zâtlar huzurunda anlatmasıdır, demiştir.
2. Kişiyi kendisi için yararlı olan işe teşvik etmesi müstehab-tır. Kişi o işten hoşlanmasa dâhi ona doğru yolu göstermek müste-haptır. Çünkü o bu yararları idrak etmeyebilir. Tabii nasihat eden zât bu yararları müdrik fazilet ehlinden olduğu zaman ona uyulmalıdır.
3. Fazilet ehlinin nasihatini kabul etmeli. Çünkü iyi bir sonuca ulaşılması umulur. Nitekim F â 11 m a (Radıyallâhü anhâ) ilk anda Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenmeden hoşlanmamış sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin nasihatini kabul edip Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenince son derece memnun ve mutlu olduğunu belirtmiştir. Hattâ M ü s 1 i m' in rivayetinde :
"Ben Üsâme (Radıyallâhü anh) ile evlendim. Allah Üsâme (Radıyallâhü anh) ile beni şereflendirdi ve ikram etti."
4. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e uymak ve takvadan ayrılmamak insanın makamını yüceltir. O insan azadlı köle bile olsa bu durum değişmez. Çünkü F â t ı m a (Radıyallâhü anhâ) Arapların en şerefli kabilesi olan Kureyşler' den idi. U s â m e (Radıyallâhü anh) ise Peygamber (Sallallahü Aleytii ve Sellemi'in âzadlı kölesi idi. Takvası ve üstün sâlihliği, meziyetiyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin sevgisine mazhar olmuştur.
5. Boşanan kadın henüz iddetini bitirmemiş iken ona açıkça istekli çıkmak caiz değil ise de imâ yoluyla istekli çıkmak caizdir. Çünkü bâzı rivayetlere göre F â t ı m a (Radıyallâhü anhâ) iddetin-den çıkınca isimleri anılan sahâbîlerin kendisiyle evlenmek arzusunda olduklarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arzetmiş-tir. Kadın iddetinden çıkmadıkça ona açıkça istekli çıkmak caiz değildir."
Hadiste Anılan Zâtların Hâl Tercemeleri
Muâviye (R.A.)'m hâl tereemesi dokuz nolu, Üsâme bin Zeyd (R.A.)m ki 795 nolu ve Patıma Bint-i Kays (R.A.Vnınki 1789 nolu hadislerin izahı bölümünde geçmiştir. Buraya müracaat edilebilir. [48]
1870) Abdullah bin Abbâs (Radtyaltâhü anhümâ)'da.n rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Dul kadın, nefsinin evlenmesi hususunda velîsinden daha çok hak sahibidir. Bakire de nefsi (nin evlenmesi) hakkında emri (= izni) istenir.»
Denildi ki:
'Yâ Resûlallahl Şüphesiz, bakire, konuşmaktan haya eder.
Efendimiz buyurdu ki:
«Bakirenin izni onun susmasıdır.»"
Ebül-Cebm (R.A.)'in Hâl Tereemesi
Ebül-Cehm bin Suhayl'in adı Âmir veya TTbeyd bin Huzeyfe el-Kureşi Mekke'nin fetih yılı müslümanlığı kabul etmiş, Kureyş'in saygı değer öncülerinden idi. Asabi mizaçlıydı. Nakışlı bir yönlü, siyah elbiseyi Peygamber (S.A.V.)'e hediye eden zât budur. Fakat Şam mamulü bu elbise Peygamber (S.A.V.) tarafından kendisine iade edilmiştir. Mâlik ve Tahavi'nin Âişe (R.A.)'dan rivayet ettikleri hadiste belirtildiği gibi elbisedeki işlemeler Peygamber (S.A.V.)'ı meşgul etmiş olmasaydı, Peygamber (S.A.V.) bunu iade ederken Ebüi-Cehm (R.A.Vın inbican ma'mulü olan nakışsız bir elbisesini istemiş ve bu elbise hediye edilmiştir. (El-Menhel cild 8. san. 10 ve Tekmile cild 4, sah. 313)
1871) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Dul kadın, kendisinin açık emri alınmadıkça nikâh olunmaz. Bakire de izni alınmadıkça nikâh olunmaz ve onun izni, susmasıdır.»"
1872) Adiy (bin Amîre) el-Kindî (Radıyallâhü anhyâtn rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Dul kadın, nefsinin arzusunu açıkça söyler. Bakire de rızâsı onun susmasıdır.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râviler sıka zâtlardır. Ancak sened munkatîdir. Çünkü ravi Adi (bin Adî) babası Adî bin Amire (R.A.)'-den hadis isitmemiştir. İkisinin arasına el-Urs bin Arnre girer. (Ki aracı olan el-Urs, senedde yoktur. Bunu Ebû Hatim ve başkası söylemiştir. Lâkin bu hadis İÇİn sahih şâhidler vardır. [49]
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadisini Şafiî, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesaî ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir.
Hadisteki "El-Eyyim" kelimesi Arap dilinde eşi olmayan bekâr veya dul erkek ve kadın mânâsında kullanılır. Fakat bu hadiste dul kadın mânâsında kullanılmıştır. Burada bakireye karşılık kullanıldığı için hadîsin zahirine göre kocasının ölümü veya boşaması dolayısıyla dul kalmış kadın demektir.
Hadîs dul kadının evlenmesi hususunda velisinden daha çok hak ve yetki sahibi olduğuna delâlet eder. Bu nedenle onun emri olmadan velisi tarafından nikâhı yapılamaz. Bu hükümle ilgili hadisdeki ifâde dul kadının evlenmesi hususunda velîsinin de hak sahibi olduğuna fakat kadının hakkının onunkinden fazla olduğuna delâlet eder. Bunun içindir ki velî o dul kadını kendisine denk bir erkekle evlendirmek isterse fakat kadın kabul etmezse velîsi tarafından icbar edilemez. Şayet dul kadın kendisine denk bir erkekle evlenmek isteyip velisi imtina ederse velî icbar edilir. Buna rağmen velî İsrarda bulunursa kadı tarafından o kadının nikâhı kıyılır. N e v e v î fıkıhçıların bu hükmünün bu hadîsten alındığını M ü s 1 i m' in şerhinde açıklamıştır.
Bakire kadının evlenmesi için velîsi tarafından izin istenen bakirenin izin istendiğinde susması dînen izin sayılır.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Kütüb-i Sitte sahibleri rivayet etmişlerdir.
Adî (Radıyallâhü anh)'m hadisi ise Zevâid türündendir. Fakat notta belirtildiği gibi sahîh şâhidleri vardır. Görüldüğü gibi onun hadîsindeki hüküm daha önce geçen îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîslerin-deki hükümlerin aynısıdır.
Bu bâbta rivayet edilen hadîslerden anlaşıldığı gibi dul kadının nikâhının yapılması onun açık emir ve müsaadesine bağlıdır. Muvafakati istendiğinde susması yeterli sayılamaz. Fakat bakire kadının nikâhının yapılması için izni istendiğinde dille izin vermesi şart değildir, susması kâfidir.
Yukardaki hadîslerden bahis konusu edilen bakire ve dul kadından maksat, erginlik çağına varmış olan kadınlardır. Henüz bu çağa varmamış olanlardan izin almak anlamsızdır. Bu çağa gelmemiş olan bakire veya dul kızların nikâhları ile ilgili hükümler bundan sonra gelecek olan 13. ve 14. bâblardaki hadîsler bölümünde anlatılacaktır.
Burada bâzı noktalar hakkında âlimlerin görüşlerini belirtmek gerekir. Şöyle ki:
1. Erginlik çağına varmış olan bakire kızdan izin alınmadan,
2. Erginlik çağına varmış olup dul olan kadından izin alınmadan, babalan tarafından velî sıfatıyla akdedilecek nikâhın hükmü nedir? Bu husustaki âlimlerin görüşlerini anlatalım:
El-Menhel'in Tekmile yazarı Ebû Dâvûd'un "tstTmâr" babındaki Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadisleri şerhinde ezcümle şöyle der:
1. Erginlik çağına varmış olan bakire kızlardan izin alınmadan babaları tarafından nikâhları kıyıldığı takdirde, kıyılan nikâhın sahih olup olmadığı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. îlim ehlinin ekserisinin görüşüne göre, kız, yapılan nikâha rızâ göstermediği takdirde o nikâh hükümsüzdür.
Medine ehlinin bâzısına göre babanın kıydırdığı nikâhtan bakire kız hoşlanmasa bile o nikâh caizdir. Mâlik, Şafii, îbn-i Ebî Leylâ, el-Leys, Ahmed ve îshak'ın kavli de budur.
2. Erginlik çağına ermiş olan dul kadından müsaade alınmadan yapılan nikâh tüm âlimlerce hükümsüzdür. Dul kadının babası ondan müsaade almadan nikâhını kıydırdıktan sonra durumu duyan kızı rızâ göstermezse yine nikâh tüm âlimlerce hükümsüzdür.
Hadîslerdeki dul kadın tâbirinden maksat sıhhatli veya fasit bir evlenme yahut vat-ı şüphe ile bakireliği giderilmiş olan kadın mânâsı kastedilmiştir. Yine hadîslerdeki bakire tâbirinden maksat, bakirelik zarı her hangi bir temasla giderilmemiş veya atlama, aşırı kan akma gibi hastalıkla bakireliği zail olmuş olan kadın, demektir.
Gayri meşru cinsel temasla kızlığı bozulmuş olan kadın bakire hükmüde mî, dul hükmünde mi?
Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır:
1. Ebû Hanîfe ve Mâlik'e göre bu kadın bakire hükmündedir.
2. Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf ve Muham-m e d' e göre bu kadın dul kadın hükmündedir.
Bakire kadının susması ve hiç bir şey söylememesi hâlindeki hüküm hususunda da şöyle bir ihtilâf vardır:
1. Mâli ki I er'e göre, bakire kadından izin istendiğinde bir şey söylemeden kaçarsa veya ağlarsa, yahut oturduğu yerden kalkarsa veya hoşlanmadığına delâlet eden bir belirtisi bulunursa, izin ve rızâsının olmadığı anlaşılır ve nikâhı kıyılamaz.
2. Şâfiîler'e göre mezkûr hareketlerin hiç birisi nikâh kıymaya mâni değildir. Ancak bakire, ağlayıp, bağırırsa ve buna karşı olduğunu davranışları ile bildirirse o zaman iznin olmadığı anlaşılır. [50]
1873) Ensâr'dan olan Abdurrahmân bin Yezîd ile Mücemmî' bin Ye-zîd (Radtyallâhü anhütnâ) (isimli iki kardeş)'den rivayet edildiğine göre:
Onlardan Hizam (Radıyallâhü anh) isimli bir adam (Hansa adındaki) kızının nikâhını yapmış, sonra kız babasının yaptığı nikâh işinden hoşlan mı yarak Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına varıp (durumu) O'na anlatmıştır. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızın babasının yaptığı nikâh işini iptal buyurmuş, kız da bundan sonra Ebû Lübâbe bin Abdi'l Münzir (Radıyallâhü anh) ile evlenmiştir.
Râvi Yahya o kızın dul olduğunu anlatmıştır." [51]
Ş â.f iî, Âhmed, Buhâri, Sünen sahipleri, B e y h a -ki ve Dârekutnî bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Son hadisin râvisi Adi el-Kindî'nin Hâl Tercemesi
Adî el-Kindl (R.A.)'m babasının adı Ümeyye'dir. Sahâbî olan bu zâtın 10 hadisi vardır. Müslim, onun bir hadisini rivayet etmiştir. Râvileri Ad! ve el-Aras isimli iki oğlu ile Kays bin Ebi Hazim Mir. Müslim, Ebû Dâvûd, Nesal ve İbn-İ Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Vakıdî'nin dediğine göre hicretin 40. yılı vefat etmiştir. (Hulâsa: 264)
Dâvûd üuu y âvûd'un rivayetinde kızın dul olup isminin de Hansa olduğu ve râvi Abdurrahman ile Mücemmi' (Radıyallâhü anhüm)'ün iki kardeş oldukları belirtilmiştir. Bâzı rivayetlere göre kızın babasının ismi H ı d â m ' dır.
H ı d â m veya Hizam (Radıyallâhü anh) A m r bin A v f oğullarından Halid el-Ensârı (Radıyallâhü anh) 'in oğludur. Müellifin rivayetinde Yahya' nin belirttiği diğer bâzı rivayetlerde de Hansa (Radıyallâhü anhâ) 'nın dul olduğu belirtilmiştir. S e v r î' nin rivayetinde bakire olduğu ifâdesi var ise de zayıftır. Tercih edilen rivayet onun dul olduğuna dâir olan rivayettir.
Tekmile yazarı şöyle der .-
Hansa (Radıyallâhü anhâ) 'nın dul olduğu rivayeti daha kuvvetlidir. Nitekim Abdürrezzâk, Ebû Bekir bin M u -h a m m e d' den Jahriç ettiğine göre Ensâr-i Kirâm'dan bir adam Hansa bint-i Hidâm (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmiş sonra adam Uhud savaşında şehid edilince Hansa (Radıyallâhü anhâ) 'nın babası başka bir adamla onu evlendirmiş, nikâhının yapıldığından haberdar olunca Hansa (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat ederek:
(Yâ Resûlallah!) Babam benim nikâhımı yapmış. Halbuki çocuğumun amcası (ile evlenmem) bana daha sevimlidir, demiştir.
îşte yukarıdaki rivayet Hansa (Radıyallâhü anhâ)'nın ilk kocasından çocuğunun olduğuna ve ilk kocasının Ensâr'dan olduğuna delâlet eden ilk kocasının ismi Enis bin Katâde (Radıyallâhü anh) idi.
Hansa ^Radıyallâhü anhâ)'nın babasının kendi başına
Hansa (Radıyallâhü anhâ)'yi verdiği kocanın ismine rastlıya-madık.
Hansa (Radıyallâhü anhâ) babasının yaptığı nikâh işinden hoşlanmıyarak durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet edince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o nikâhı iptal etmiş, Hansa (Radıyallâhü anhâ) da bundan sonra Ebû Lûbâbe (Radıyallâhü anh) ile evlenmiştir.
Hadisin Fıkıh yönü ve erginlik çağma varmış kız veya dul kadının hoşlanmamasına rağmen babası tarafından nikâhının kıyılma-sıyla ilgili âlimlerin görüşleri bu bâbta rivayet edilen hadîslerin sonunda anlatılacaktır.
1874) İbn-i Büreyde (Abdullah)ın babası Büreyde[52] (bin el-Hu-sayb) (Radtyalİâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Gene bir kız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek:
Babam hakirliğini benimle giderip yükselmek için beni erkek kardeşinin oğlu ile evlendirdi, diye şikâyette bulundu. (Büreyde) demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yapılan nikâhın kabul veya redd) işini kıza verdi. Bunun üzerine kız:
Ben babamın yaptığı işi kabul ettim. Velâkin babaların böyle yapmaya hakları olmadığının kadınlarca bilinmesini istedim, dedi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahihtir. Müelliften başkası bu hadisi Âişe (R.A.) ve başka sahâbiden rivayet etmişlerdir.
Hâl Tercemeleri
Hadîste isimleri geçenlerden Abdurrahman bin Yezid bin Câriye el-Ensârî Ebû Muhammed el-Medeni (R.A.) Ömer bin el-Hattâb (R.A.)'m oğlu Âsim <R.A.)'m ana bir kardeşidir. Peygamber (S.A.V.) hayatta iken doğmuş ve Hansa (R.A.)'dan bu hadisi rivayet etmiştir. Ebû Davud'un rivayeti bu şekildedir. Abdurrahman (R.A ''in bu olayı Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ettiği de söylenmiştir. Kendisi ayrıca amcası Mücemmi' bin Câriye, Ömer bin el-Hattâbf Ebû Eyyub ve başkalarından da rivayette bulunmuştur. Râvileri ise Abdullah bin Ab dillah bin Su'lebe, Zührî, Abdullah bin Muhammed bin Akil, Kasım bin Muhammed ve bir cemâattir. îbn-i Sâd onu sıka sayarak hadîslerinin az olduğunu söylemiş, îbn-i Hibbân da onu sikalar arasında zikretmiş, el-Askert ise onu Peygamber zamanında doğmuş olanların fazileti bölümünde anmıştır. Hicretin 93. yılı vefât ettiği söylenmiştir. Müslim hâriç Kütüb-i Sitte yazarlan rivayetlerini almışlardır.
Hadiste ismi geçen Mücemmİ' bin Yezîd bin Câriye el-Ensârî (R.A.) yukarda hâl tercemesi verilen AMurrahman (R.A.)'ın .kardeşidir. Utbe bin Üveym bin Sâi-de ve Hansa bint-i Hizâm'dan rivayette bulunmuştur. Kavileri ise oğlu Yâkub, Kasım bin Muhammed ve îkrime bin Seleme bin Rabia'dır. Bu zât Peygamber (S.A.V.) hayatta iken Kur'an-ı bir araya cem edenlerden olan Mücemmi' (R.A.)'ın erkek kardeşinin oğludur. Bu zâtın Peygamber (S.A.V.)'in sohbetine kavuştuğunu söyleyenler yanılmışlardır. Sahâbîlik şerefine mazhar olan bu zât değil, bunun amcası olan Mücemmi' bin Câriye (R.A.)'dir. (Mücemmİ bin Câriye (R.A.)'ın hâl tercemesi 1536 nolu hadis bölümünde geçmiştir.)
Hansa bint-i Hıdam veya Hizam bin Hâlid el-Ensârl, Amr bin Avt oğulları kabJlesindendir. Ensârtn Evs kabilesindendir. Ebû Lübâbe (HA.) ile evlenmiştir. Bir kaç hadisi vardır. Buhârt bir tanesini rivayet etmiştir. Râvisi Mücemmi 7>in Yezld-bin Câriye'dir. (Er-Menhel Tekmilesİ C. 3, Cah. 271 ve" Hulâsa 490)
Ebû Lübâbe (RA.J'ın hâl tercemesi 1084 nolu hadis bölümünde geçmiştir.
İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
Bakire genç bir kız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek, kendisi hoşlanmadığı halde babasının onun nikâhını kıydığını Efendimize anlattı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu (yapılan nikâhın kabul veya reddi için) muhayyer kıldı.
(îbn-i Mâceh demiştir
ki) : Bu hadîsin mislini İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh) vasıtasıyla Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) '-den... râviler senedi ile Muhammed bin
es-Sabbah da bize tahdis etmiştir.
[53]
B ü r e y d e (Radıyallâhü anh)'m hadîsi Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi ayni hadîsi başka hadîsçiler, Â iş e (Radıyallâhü anhâ) ve başka sahâbîden rivayet etmişlerdir.
T i r m i z i' nin Nikâh bölümünün "Bakire ve dul kadından izin istemek" bâbındaki hadîsler şerhinde e 1 - A h ve z î' nin beyânına göre bu hadîsi, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan N e s â î rivayet etmiştir. Oradaki hadis meâlen şöyledir:
"Âişe (Radıyallâhü anhâ)*dan rivayet edildiğine göre genç bir kız Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odasına girerek:
Ben hoşlanmadığım halde babam, hakir ligin i benimle giderip yükselmek için beni erkek kardeşinin oğlu ile evlendirdi, demiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) kıza:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelinceye kadar otur, demiş, sonra (Efendimiz gelince) kız, durumu On a anlatmış, bunun üzerine Efendimiz kızın babasına haber gönderip çağırtmış ve (yapılan nikâhın kabul veya red) işini kıza bırakmıştır. Bunun üzerine kız:
Yâ Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Ben babamın yaptığını kabullendim. Lâkin babaların böyle yapmaya hakları olmadığının kadınlarca bilinmesini istedim, dedi."
Beyhaki: 'Nesâi' nin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettiği bu hadîs mürseldir. Çünkü onun senedinde Abdullah bin Büreyde (Radıyallâhü anh) doğrudan Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet etmiştir. Halbuki, î b n-i B ü -reyde (Radıyallâhü anh), Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan hadîs işitmemiş, demiştir.
A h m e d'in de kendi Müsnedinde bu hadîsi rivayet ettiği, e 1 - A h v e z î tarafından bildirilmiştir.
Sindi: Bu hadis, yapılan nikâhın sahih olduğuna, ancak kızın bu nikâhı reddedebileceğine delâlet eder, demiştir.
Hadîs'in senedindeki Ibn-i Büreyde (Radıyallâhü anh) Abdullah isimli olduğu Nesâi' nin rivayetinden anlaşılır. Büreyde (Radıyallâhü anh) 'in Âmir isimli başka oğlu da vardır.
Hadîsdeki "Hasiset", hakîrlik ve denilik demektir. îzzet ve şerefin karşıtıdır.
I bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Müellifimiz iki sened ile rivayet etmiştir. Bu hadisi Ahmed, Ebû D â -vûd, Nesâi ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. îbnü'l-Kattan, bu hadîsin sahîh olduğunu bildirmiştir.
Bu bâbta rivayet edilen ilk hadîs gibi ikinci ve üçüncü hadîsler de, bir babanın erginlik çağına gelmiş kızının muvafakatini ve rızâsını almadan nikâhını kıymaya yetkili olmadığına ve yaptığı takdirde kıyılan nikâhın kabul veya red yetkisinin kıza âit olduğuna delâlet ederler.
Erginlik çağına varmış olan bakire veya dul kızdan izin almadan babası tarafından akdedilen nikâhın sahîh olup olmadığı hususundaki âlimlerin görüşlerini bundan önceki bâbta izah etmiştim. Burada ise erginlik çağına varmış olan bakire veya dul kadın hoşlanmadığı halde babası tarafından akdedilen nikâhının sahîh olup olmadığı hususundaki âlimlerin görüşlerini anlatalım. Buna geçmeden önce okuyucuların zihinlerinin karışmaması için şu noktayı belirteyim : Evlenecek kızdan izin almamak ayrı bir şeydir, onun hoşlanmaması ayn bir şeydir[54]
EI-Menhel'in Tekmile yazarı (1875 nolu) Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsini açıklarken şunları söyler:
"Bu hadîsdeki bakire kız (1873 nolu) hadîste geçen Hansa b i n t - i Hizam (Radıyallâhü anhâ) 'dan başka bir kadındır. Kız evlenmek istemediği halde babası tarafından nikâhı yapılmış. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yapılan nikâhın kabul veya iptal yetkisini kıza bırakmıştır.
Bu hadis bir babanın erginlik çağına varmış bakire I'izını evlendirmeye yetkili olmadığına delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşleri şöyledir:
1. Hanef iler, Evzâi, Sevrî ve bir rivayete göre Ahmed böyle hükmetmişlerdir. Tirmizi; İlim ehlinin ekserisinin böyle hükmettiklerim anlatmıştır.
Bu grubtaki âlimlerin delilleri, 1 bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in yukardaki hadisi, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m (1871 nolu) hadîsi ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in 1870 nolu) hadîsidir. Bir de şu delilleri vardır: Eğer durumu anlatılan kızın bir malı olmuş olsa ondan izin almadan babasının o malda tasarruf yetkisi yoktur. Bunun gibi, kızın izni olmadan babası onu evlendiremez.
2. Mâlik, Şafiî. (el-Leys, İbn-i Ebi Leylâ) ve î s h a k : Bir baba erginlik çağına varmış olan bakire kızını isteği dışında evlendirebilir, demişlerdir. Ahmed' den de böyle bir rivayet vardır. Bunların deîîli: Ahmed, Nesâi, Ebû Dâvûd ve Beyhakî' nin rivayet ettikleri İbn-i Ab-bas (Radıyallâhü anh) in şu merfu hadisidir:
«Dul kadın nefsinin evlenmesi hususunda velîsinden daha fazla hak sahibidir. Bakire de (evlenmesi için) babası ondan izin ister.»
Bu grubtaki âlimler; Yukardaki hadisten anlaşılıyor ki, dul olmayan kadın evlenme hususunda velîsinden fazla hak sahibi değil ve velîsi ondan daha yetkilidir. Hadisdeki veliden maksat babadır. Çünkü kızına karşı şefkati tamdır. Baba ölmüş ise kızın baba babası bu hükmündedir. Hadîslerde geçen «Bakire kızdan emir (izni) istenir.» mealindeki hüküm müstahablık içindir. Nitekim Ahmed, Ebü Dâvûd, Beyhakî ve Şafiî' nin rivayet ettikleri îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in şu merfu hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem.U;-*^;Üj j ^L-pl l*j*' = «Karılarınıza, kızları (mn evlendirilmesi) hakkında danışınız- buyurmuştur. Şafiî: Kızların evlendirilmesinde anneler için hiç bir yetki bulunmadığı hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Bu hadisdeki emir müstahablık içindir. Maksat annelerin gönül hoşluğunu sağlamaktır, demiştir.
Beyhakî (1875 nolu) î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsine cevaben: Bu hadiste mezkûr bakire kız. Küfü (yâni dengi) olmayan bir erkekle nikâhı kıyıldığı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu muhayyer kılmış, demiştir.
El-Hâfız da: Beyhakî' nin cevâbı, itimada şayan bir cevabtır. Özel bir olaydır, umumî bir hüküm ifâde etmez, demiştir.
Birinci gruptaki âlimler, ikinci grubun delillerine şöyle cevap vermişlerdir:
a) ikinci grubun dediği îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m merfu' hadîsindeki; «Dul kadın evlenmesi hususunda velîsinden daha çok (yetki) sahibidir» ifâdeden çıkarılan «Dul olmayan kadın velîsinden daha çok hak sahibi değil, velîsi daha çok hak (yetki) sahibidir.» hükmü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın (1871 nolu) hadîsin açık hükmüne ters düşer.
b) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) (1875 nolu) hadi-sindeki bakire Juzın, babası tarafından, küfü (dengi) olmayan bir erkeğe nikâhını kıydığı sözü hiç bir delili olmayan mücerred bir iddiadır. Bilâkis bu hadisin zahirine göre kız, nikâhının kıyıldığı kocadan hoşlanmadığı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından muhayyer kılınmıştır. Muhayyerlik işi kocasının denk ve küfü olmaması nedeniyle olmamıştır.
El-Allâme es-San'âni de: Beyhaki ve el-Hâ-f ı z' m yukardaki sözlerini bağlı bulundukları Şafii mezhebini savunmak kabilinden telâkki ediyorum. B e y h a k i' nin yorumu bir delile dayanmıyor. Eğer küfü, yâni emsal olmamak nedeni söz konusu olsaydı, kız bunu anlatacaktı. Halbuki sadece hoşlanmadığını anlatmıştır. E 1 - H â f ı z ' in dediği: Bu özel bir olaydır, umumî bir hüküm ifâde etmez, sözü de sıhhatli değildir. Bilâkis bu hüküm umumîdir. Çünkü illeti kızın hoşlanrnayışıdır. Nerede hoşlanma durumu olursa bu hüküm sabittir, demiştir.
İbn-i Hazm ise: İkinci grubun bildiğimiz tek dayanağı babanın henüz erginlik çağına varmamış olan kızının nikâhını kıya-bildiğine dâir (1876 nolu gibi) hadîslerdir. Onlar derler ki madem ki baba küçük yaştaki kızının nikâhını kıyabilir. O halde bu hüküm yetişkin kız için de caizdir, demiştir."
Tuhfe yazarı da yukardaki bilgileri daha genişçe naklettikten sonra: Ibn-i Mâceh'in (1874 nolu) B ü r e y d e (Radı-yallâhü anh) 'm merfu1 hadîsi de birinci grubun görüşünü teyid eder mâhiyettedir. Çünkü hadisteki "Fetât" kelimesi genç kız ve kadın anlamını ifâde eder ki bu ifâdenin şümulüne bakire de dul da girer. Nesai1 nin  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet ettiği benzeri hadîs mürsel ise de Ibn-i M â c e h ' in ki muttasıldır, demiştir. [55]
1873 nolu Hansa (Radıyallâhü anhâ) ile ilgili hadîs, dul bir kadının rızâsı alınmadan babası tarafından nikâhının kıyılamıya-cağını ve kıyılsa dâhi reddedilmeye mahkûm olduğuna delâlet eder.
El-Menhel in Tekmile yazarı "Dul kadının evlenmesi" babında
rivayet olunan bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der:
"Bütün ülkelerdeki fetva yetkilisi imamlar, bir babanın, dul kızından muvafakat ve rızâsını almadan, nikâhını kıyamıyacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Yalnız Hasan-ı Basri ve en-Na-h a i muhalif kalmışlardır. Hasan-ı Basri:
Bir baba, dul olan kızının nikâhını, ondan muvafakat almadan, hattâ isteksiz olduğunu bilse bile yapabilir, demiştir. E n - N a h a î de eğer dul kız babasının yanında barınmış olup bakımı altında ise, ondan muvafakat istemeden, babasının kıyacağı nikâh sahihtir. Şayet, dul kız babasından ayrı oturuyor veya uzak bir yerde bulunuyorsa babası onun rızâsını isteyip öylece nikâhını kıyabilir, demiştir."
Gerek Hansa (Radıyallâhü anhâ) ile ilgili mezkûr hadis ve gerekse dul kadınların nikâhı ile ilgili diğer sahih hadîsler bu iki âlimin görüşünü reddeder. Hansa {Radıyallâhü anhâ)'nın dul olduğu Ebû D â v û d ' un ve başkaların rivayetinde açıklanmıştır. Bu hususla ilgili bilgili kısmen o hadîsin izahı bölümünde verilmiştir. [56]
Tekmile yazarı yukardaki bölümün devamında bu hususta da şöyle der:
"Bu (1873 nolu) hadîsle hükmeden âlimler izni alınmadan velisi tarafından nikâhı akdedildikten sonra, durumdan haberdar olup kabul eden dul kadının kıyılmış olan nikâhının câizliği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Hanef İler ; Dul kadın, yapılmış olan nikâhı kabullenirse, nikâh caiz sayılır. İptal ederse nikâh hükümsüz sayılır, demişlerdir.
2. Şafii, Ahmed ve Ebû Sevr: Dul kadın, yapılmış olan nikâhı kabullense bile nikâh hükümsüzdür. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hansa (Radıyallâhü anhâ)'mn yapılmış olan nikâhını reddetmiştir, derler.
3. Mâl i kiler: Velî durumdaki şahıs dul ve bakire bir kadından izin almadan nikâhını kıyar, sonra kadın durumdan haber-dar edilirse bakılır: Eğer bu kadın, şehirde ise ve rızâsının alınması kolay olup durumu duyduktan sonra yapılmış olan nikâhı reddettim gibi bir harekette bulunmadan nikâhı kabul ve tasvip ederse, nikâhtan sonra alınacak izni geçerlidir ve nikâh da bu iznin alınması ile tamamlanmış olur. Şayet, kadın o şehirde değil, veya kabul etmesi ihtimâli zayıf ise yahut durumdan haberdar olur olmaz henüz muvafakat ve iznini almak gibi yollara baş vurulmamış iken, yapılan nikâhı reddetmiş ise, yapılan nikâh akdi, akit sayılmaz, dolayısıyla kadının boşanmasına da mahal kalmaz, demişlerdir."
Nevevî de Müslim'in "Dul kadından nikâh hususunda açık izin istenir" bâbmdaki hadîsler şerhinde şunu söyler.-
"Nikâhı, akdedecek veli baba olsun, başkası olsun dul kadının nikâhını akdedebilmek için kadının kendi diliyle ve açıkça izin vermesinin gerekliliği hususunda ihtilâf yoktur. Çünkü daha önce evlenip erkekle yaşadığı için bakire kadar sıkılganlığı kalmamış olur. Bir kadının dul sayılması hususunda bakireliğinin sahîh veya bâtıl bir evlenme veya vad-ı şüphe (yâni bir erkek o kızı kendi karısı zan ederek, kız da o erkeği kendi kocası zannı ile yapılan cinsî temas) ile veya zina ile bakireliğinin giderilmesi arasında bir fark yoktur. Hangi şekilde bakireliği zail olmuş ise dul sayılır. Fakat kadının yüksek bir yerden atlaması, yaşının ilerlemesi, parmak gibi bir şeyin tenasül uzvuna sokması ile bakireliği zail olan yahut livata ile temas edilmiş olan bir kadını dul hükmünde sayılıp sayılmaması mes'elesi ihtilaflıdır. En kuvvetli kavle göre dul sayılır, demiştir. [57]
1876) Âişe (Radıyallâhü ankâ)'â<ın; Şöyle demiştir:
Ben altı yaşımda bir kız iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni nikâh eyledi. (Üç sene sonra) biz Medine'ye hicret ettik. El-Hâris bin el-Hazreç oğullarının konağına indik. Sonra ben sıtmaya tutuldum. Bu nedenle saçım döküldü. (Bu hastalığı allattıktan sonra) saçım gürleşti. Öyle ki uzayıp omuzlarıma döküldü. (Bir gün) Ben kız arkadaşlarımla beraber salıncakta oynarken annem Ümmü Rûmân benim yanıma gelip beni çağırdı. Bunun üzerine ben annemin yanma geldim. Annemin ne etmek istediğini bilmiyordum. Annem elimi tuttu. (Hızlıca eve doğru yürüdük) Nihayet evimizin kapısı Önünde beni durdurdu. Ben yorgunluktan sık sık soluyordum. Soluğum yatışmcaya kadar orada durdurdu, sonra annem biraz su alarak onunla yüzümü ve başımı sıvazlayıp bunun akabinde beni eve koydu. Evin bir odasında bulunan Ensâr'dan bir kadın grubu ile aniden karşılaştım. Bunlar (bana) ;
Hayır ve bereket üzerine ve nasibin en hayırlısına (kavuştun veya kavuşasın) dediler. Annem beni bunlara teslim etti. Bunlar da benim (başımı yıkadılar ve) kılık kıyafetimi düzleyip süslediler. (O âna kadar hatırıma bir şey gelmediği için) beni hiç bir şey sıkmadı. Ancak Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "i kuşluk-zamanı habersiz görünce sıkıldım. Biraz sonra kadınlar beni O'na teslim ettiler. O gün ben dokuz yaşında bir kız idim."
1877) Abdullah (bin Mesuıi) (Radtyailâhü anh)Vlen: Şöyle demiştir:
Âişe (Radiyallâhü anhâ) yedi yaşında bir kız iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu nikahlamıştır. Ve Aişe dokuz yaşında iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onunla zifafa girmiştir. Ve Âişe (Radiyallâhü anhâ) 18 yaşında iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat etmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denmiştir : Bu hadisin isnadı Buhâri ve Müslim'in şartı üzerine sahihtir. Ancak bu isnad munkatidir. Çünkü râvi Ebû Übeyde, babası (Abdullah )'dan hadis işitmemiştir. Bu durumu ŞuTse, Ebû Hatim ve İbn-i Hibban sikalar bölümünde söylemişlerdir. Tirmizi de el-Câmi'de, el-Müzzi'de eJ-Etrafta ve bunlardan başka zarlarda bunu söylemişlerdir. Bu hadisi Nesai küçük süneninde Âişe (R.A.)'den rivayet etmiştir. [58]
Aişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisini Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Bu hadis'e göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Âişe (Radıyallâhü anhâ) annemiz ile nikâhı akdedilirken Âişe (Radıyaİlâhü anhâ) altı yaşmda idi.
Abdullah (Radıyallâhü anh)'m hadîsi notta belirtildiği gibi Zevârd türündendir. Nesai aynı hadîsi Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet etmiştir. Müslim de Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan bunun benzerini rivayet etmiştir. Bu hadis'e göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) yedi yaşında iken nikâhı kıyılmıştır.
Buharı, Müslim Ebû Dâvûd, Nesaî ve B e y h a k i' nin yine Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettikleri benzer bu hadisin benzeri bir hadiste Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nm nikâhı akdedilirken altı veya yedi yaşında olduğu bildirilmiştir.
Görüldüğü gibi nikâh akdi yapılırken Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın yaşının altı veya yedi olduğu hususunda değişik rivayetler vardır. Rivayetlerin ekserisine göre altı yaşında iken nikâh akdedilmiştir. N e v e v î bütün rivayetlerin arasını şu şekilde bulmuştur: Nikâh akdi yapılırken Âişe (Radıyallâhü anhâ) altı'küsur yaşında idi. Rivayetlerin ekserisinde küsurat atılarak altı yaş denmiş, bâzı rivayetlerde küsurat tam gibi sayılarak yedi yaş denmiştir.
El-Menhel'in Tekmile yazarı "Küçük yaştaki kızların nikâhı" bâ-bmda aşağıdaki bilgileri vermiştir:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hicretin birinci yılı Şevval ayında Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmiş yâni zifafa girmiştir. Bir kavle göre hicretten 17 ay sonra Şevval ayında zifaf olmuştur. Birinci kavil Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nm bu bâbtaki hadisine daha uygundur.
İbn-i Abdi'I-Berr: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi rüyada ipekli bir elbise içinde görmüştü. Sonra annemiz Ha t î c e (Radıyallâhü anhâ) vefat ettikten üç yıl sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile nikâhı kıyılmıştı. Hatice (Radıyallâhü anhâ)'nın vefatı hicretten üç yıl önce vuku bulmuştu. El-İstiâb'da bu hususta anlatılanların en sıhhatlisi budur, demiştir.
T a b a r â n î' nin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
"Hatice (Radıyallâhü anhâ) vefat edince Osman bin Mazûn (Radıyallâhü anh) 'in hanımı Havlete bint Hakim (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e gelerek j
Yâ Resûlallah evlenmiyecek misin? diye sormuş. Efendimiz t «Kim (ile) ?* diye karşılık vermiştir. Havlete :
Dilersen kız ile, dilersen dul ile (evlen) diye cevap vermiş. Efendimiz t
*Kız kimdir?» diye sorunca Havlete: Allah'ın yarattıklarından senin en çok sevdiğin Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'m kızı Âişe (Radıyallâhü anhâl'dir, diye cevap vermiştir. Efendimizi
«Dul kadın kimdir?» diye sorunca Havlete: Şevde bint-i Zam'a (Radıyallâhü anhâVdır, sana îman edip izini takip eder, diye cevap vermiştir. Efendimizi
«O halde git onlara anlat.» Bunun üzerine Havlete Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) in evine gidip Âişe (Radıyallâhü anhA)'nın annesini bularak:
Ey Ümmü Rumân Allah size ne büyük hayır ve bereket idhâl etti? Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi zâtına istemek için beni gönderdi, demiş. Ümmü Rumân da Ebü Bekir {Radıyallâhü anh)'ı beklemek isterim. Çünkü hemen gelecek demiş, biraz sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) gelince Havlete aynı sözü ona da söyleyince Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) :
Kızım ona olur mu. Çünkü kardeşinin kızıdır? diye sormuş. Havlete dönüp durumu Efendimize anlatınca Efendimiz:
«Ebû Bekir'e dön ve ona deki sen dinde benim kardesimsin ben de senin kardeşinim ve senin kızın bana olur» buyurmuş, Havlete tekrar Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in yanma vararak durumu aydınlatınca nikâh akdi yapılmıştır. [59]
N e v e v i bu babın ilk hadisini açıklarken şu bilgileri vermiştir: "Bu hadîs erginlik çağma varmamış olan bakire kızın izni olmaksızın baba tarafından nikâhının kıyılmasının câizliğine açıkça delildir. Çünkü küçük yaştaki kızdan izin almak anlamsızdır. Bizce baba yokken baba babası da aynı yetkiye sahiptir.
Müslümanlar babanın küçük yaştaki kızının nikâhını yapabileceği hususunda icmâ etmişlerdir. Bu kız erginlik çağına varınca Irak âlimlerine göre muhayyerdir, dilerse nikâhını feshedebilir.
Mâlik, Şafiî ve diğer Hicaz Fıkıhçılarma göre kız erginlik çağına varınca nikâhı feshedemez.
Baba ve onun babasından başka hiç bir velî küçük yaştaki kızın nikâhım yapamaz. Şafiî, Sevrî, Mâlik, Ahmed, İbn-i Ebî Leylâ, Ebû Sevr ve Cumhur'un kavli budur. Bunlara göre böyle bir nikâh sahih değildir.
Ebû Hanife, Evzâİ ve ba$tea bâzı selef âlimlerine göre tüm velîler bu yetkiye sahiptir, yapılan nikâh sahihtir ve kız bâ-liğa olunca nikâhını feshedebilir. Yalnız Ebû Yûsuf'a göre kızın fesih yetkisi yoktur.
Âlimlerin cumhuru velî durumunda olmayan yabancı vâsinin böyle bir yetkiye sahip olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Yalnız Şüreyh, Urve ve Hammâd onun da yetkili olduğunu söylemişlerdir. Hattâbî de bu kavli Mâlik' ten rivayet etmiştir.
Şafii ve arkadaşları: Bir kız erginlik çağma varmadıkça babası veya baba babasının onu evlendirmemesi müstehabtır. Bu yaşa varıp onun iznini almak daha iyidir. Tâ ki kız, hoşlanmadığı halde kocanın esiri durumuna düşmesin, demişlerdir. Bunların bu sözü bu hadîs'e muhalif değildir. Çünkü bunların maksadı kız için apaçık bir yarar olmayınca erginlik çağından önce evlendirmemek-tir. Ama geciktirme ile bu açık yararın kaçırılmasından korkulursa nikâh yapılmalıdır. Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nm nikâhı mes'e-lesi de böyle olmuştur. Bu endişe hâlinde evlendirmek müstehaptır.
Küçük yaşta iken nikâhı kıyılan düğün ve zifaf çağı sorusuna gelince, kızm velîsi ile kızı nikahlayan koca, düğün ve zifaf yapılması kıza hiç bir zarar vermiyeceği hususunda ittifak ederlerse zifaf cihetine gidilir. Bunlar arasında bu konuda ihtilâf varsa âlimler değişik görüşler beyan etmişlerdir:
1. Ebû Hanîfe, Şafiî ve Mâlik'e göre zifaf için ölçü kızın cinsel ilişkiye gücünün yetmesidir. Bu gücün yaşı hususunda bütün kızlar aynı durumda olmazlar. Bunu belirli bir yaşa bağlamak mümkün değildir. En sahîh görüş budur. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsinde bir yaş tahdidi yoktur. Dokuz yaşına henüz varmamış olmakla beraber çabuk gelişmesi nedeni ile cinsel temasa gücü yeten bir kız için bu hadiste bir engel olmadığı gibi yaşı dokuzu geçer olup gücü yetmediği halde zifafın yapılmasına dâir bir izin ve müsâade hükmü de yoktur.
Dâvûdi: Âişe (Radıyallâhü anhâ) dokuz yaşına vardığında güzelce gelişmiş durumda idi, demiştir."
Bilindiği gibi sıcak iklimlerde kızlar erken gelişir, bolluk içinde yetişen kızlardan, bilhassa etli iyi gıda alan kızlardan dokuz yaşında aybaşı âdeti gören kızlar da olabilir. [60]
Tekmile yazarı bu hususta şöyle der:
1. Ebû Hanife ve Evzâî'ye göre henüz erginlik çağma varmamış olan dul kızın nikâhı velîsi tarafından yapılabilir. Kız bulûğ çağma varınca nikâhını feshetmek veya kabul etmek hususunda muhayyer kılınır, demişlerdir.
2. Şafiî, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre böyle bir kızın nikâhını kıymaya hiç bir veli yetkili değildir. Ancak kız erginlik çağına varıp açıkça izin verince nikâhı kıyılabilir.
3. Mâlik: Bu küçük dul kızın küçük bakire kız gibi babası tarafından nikâhı yapılabilir, demiştir.
Nevevî, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nm 1876 nolu hadîsi ile ilgili olarak verdiği geniş bilgiden şu birkaç noktayı belirtmek isterim:
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi götürmeye gelen Ensâr'dan bir kadın grubunun ona hitaben söyledikleri sözler, çıkarılan gelin ve damat için hayır bereket ve iyi nasibe kavuşmalarına duâ etmenin müstehabhğma delâlet eder.
Çıkarılacak gelinin yıkatılması, temizletilmesi, süsletilmesi ve onu çıkarmak için kadınların toplanmasının müstehablığı hükmü de hadisimi çıkarılır. (Bunda bir çok yarar vardır, diyen Nevevî bunları sıralamış ise de çoğu toplumun malûmu olduğu için buraya aktarmaya hacet görmedim.)
Hadîs gelin ile damadın gündüz zifafa girmelerinin câizliğine delâlet eder. [61]
1878) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'&dn rivayet edildiğine göre:
Osman bin Maz'un [62] (Radıyallâhü anh) vefat ettiği zaman, (geride yetim) bir kızını bıraktı. İbn-i Ömer:
Kızın amcası olan dayım Kudame (bin Maz'un) (Radıyallâhü anh) ona danışmadan nikâhını bana yaptı. Bu (nikâh) İşi kızın babasının ölümünden sonra oldu. Kız, amcasının yaptığı nikâh işinden hoşlanmadı ve el-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) ile evlendirmesini arzuladı. (Kız bulûğ çağına vardıktan) sonra amcası onu el-Muğire (Radıyallâhü anh) ile evlendirdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı mevkuftur. Ve îbn-i Ömer (R.A.)'ın mevlâsı Nâfi'in oğlu Abdullah isimli râvi senedde bulunuyor ki onun zayıflığı Üzerinde ittifak vardır. [63]
Zevâid türünden olan bu hadîsi Ahmed ve Dârekutnİ de rivayet etmişlerdir. T i r m i z î' nin "Yetim kızı zorla evlendirmek" bâbmdaki hadîslerin şerhi bölümünde Tuhfe yazarı A h -med ile Dârekutnî' nin rivayet ettikleri bu hadisi daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. O rivayet merfu' hükmünde olup meali şöyledir:
...İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ>'dari rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Osman bin Maz'un (Radıyallâhü anh) vefat etti ve Havle bint-i Hakim bin Ümeyye bin Harise bin el-Evkas isimli karısından doğma bir kızını bıraktı. (Yâni yetim bir kızı kaldı.) Osman bin Maz'un, (o kız için) kardeşi Kudame (bin Maz'un) (Radıyallâhü anhümâ)'yı vasi tâyin etmiş idi. Osman ve Kudame benim dayılarımdı. Ben de Osman bin Maz'un'un kızını (dayım) Kudâme'den istedim. Kudâ-me de nikâhımızı kıydı. Sonra el-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anhî, (kızın anasının yanına) girerek onu mala rağbet ettirdi. Bunun üzerine kızın anası ona kanmak istedi. Kız da anasının arzusuna uydu. Bunun üzerine kız ile anası (benden) imtina ettiler. Nihayet onların işi Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'e intikal etti. Bunun üzerine Kudame;
Yâ Resülallah! Bu, benim erkek kardeşimin kızıdır. Kardeşim beni ona vasi tâyin etti. Ben de onunla halasının oğlunun nikâhını kıydım. Ben ne küf'ülük (emsallik) ne de yararlılık hususunda onun hakkında bir kusur işlemedim. Lâkin o, bir kadındır. Ve sırf anasının arzusuna uydu, dedi. İbn-i Ömer demiştir ki: Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O, yetim bir kızdır. (Erginlik çağına varıp) izni olmadan nikâhı yapılamaz» buyurdu, tbn-i Ömer:
"Vallahi, ben onu nikahladıktan sonra (böylece) benimle alâkasını kesti. (Bulûğ çağına vardıktan) sonra onu el-Muğîre bin Şu'be ile evlendirdiler."
T i r m i z i de aynı bâbta: 'İlim ehli, erginlik çağına varmamış olan (dul veya bakire) yetim bir kızın nikâhının kıyılıp kıyılma-ması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki: Âlimlerin bir kısmı, yetim kızın nikâhı kıyıldığı takdirde, kız bulûğ çağına varıncaya kadar bu nikâh mevkuf (durdurulmuş) olur. Kız bulûğ çağma varınca o nikâhı kabul veya fesih etmek hususunda serbesttir, görüşünü beyan etmişlerdir. Tabiîlerin bâzısının ve başka bir kısım âlimlerin kavli de budur. Bâzı âlimler de: Bulûğ çağına varmadıkça yetim kızın nikâhı yapılamaz. Ve nikâh hususunda muhayyerlik yoktur, demi$lerdir. Süfyân-ı Sevrİ, Şafiî ve onlardan başka bâzı âlimlerin kavli budur, demişlerdir. Ahmed ve Ishak da: Yetim kız dokuz yaşına varınca nikâhı kıyılır, o da râzi olursa, nikâh caizdir. Sonra bulûğ çağına vardığında onun muhayyerlik hakkı yoktur, demişlerdir. Bu iki âlim  işe {Radıyallâhü anhâ)'mn (1876 nolu) hadisini delil göstermişlerdir. Ayrıca Âişe (Radıyallâhü anhâl'nın: "Bir genç kız dokuz yaşına girince artık o, kadındır." mealindeki eserini de delil göstermişlerdir, demiştir. [64]
Bu bâbta Müellifimizin rivayet ettiği ve Ahmed ile D â-r e k u t n î' nin daha geniş bir metin hâlinde rivayet edip mealini yukarıya aldığım î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadîsine göre nikâhı geçersizdir.
Bu husustaki âlimlerin görüşlerini yukarda T i r m i z i' den naklen beyân ettim.
El-Menhel'in Tekmile yazarı da Ebû Davud'un "İstimar" babı ile "Küçük kızların tezvîci" babında rivayet olunan hadislerin açıklaması bölümünde bu hususu uzun uzun anlatmıştır. Ben oralardaki bilgilerin bir kısmını özetliyerek buraya aktarmayı uygun buldum.
1. Ebû Hanİ'fe' nin arkadaşları, E v z â i ve başka bâzı âlimler: Yetim kızın velîleri onun nikâhını kıyabilirler. Kız bulûğ çağına varınca nikâhını feshedebilir, demişlerdir. Bunlardan yalnız Ebû Yûsuf'a göre, kız baliğ olunca feshedemez, demiştir. Bunların bir delili:
«Ve yetim kızlarda evlendiğiniz zaman onlar) hakkında adalete riâyet edemiye-ceğinizden korkarsanız, (onlarla evlenmeyip) sizin için helâl olan kadınlarla... evleniniz.[65]
Bu âyet, erginlik çağına varmamış dul veya bakire yetim kızın babadan başka velileri tarafından nikâhının kıyılabileceğine delâlet eder. Çünkü bu âyette geçen "Yetâmâ" kelimesi "Yetîme"nin çoğuludur. "Yetime" kelimesinin hakiki mânâsı erginlik çağına ermemiş babasız bakire veya dul kız demektir. Âyet, yetim kızın me-
hir hususunda aldatılma m ası şartıyla nikâhının kıyılmasına izin vermiştir. Şu halde böyle kızın nikâhı kıyılamaz, diyenler kuvvetli bir delile muhtaçtırlar.
(Tuhfe yazarı da yukardaki âyetten çıkarılan bu hükümle ilgili bilgiyi e 1 - H â f ı z ' dan naklen vermiştir.)
2. Şafiî, Sevr î. Mâlik, Ahmed ve Cumhur'a göre böyle bir yetim kızın baba babasından başka hiç bir velîsi onun nikâhını kıyamaz. Kıyarsa hükümsüz ve bâtıldır. Ancak erginlik çağına varınca nikâhı kıyılabilir. Bunların delili T i r m i z i, E b û Dâvûd ve Nesai' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri şu hadîstir:
"... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Yetim kızın evlenmesi hususunda izni istenir. Eğer (izni istenince) susarsa onun susması (nikâhının kıyılması için) izindir. Eğer nikâhtan açıkça veya bir belirtiyle) imtina ederse onun üzerinde (nikâh kıymaya) cevaz yoktur.»"
Şafiî bu hadîsin zahirini delil göstermiştir. Bu grubtaki âlimlere göre hadîste geçen "Yetime" kelimesinden maksad erginlik çağma varmış olan babasız kızdır. Bu çağa varmadan önce yetim sayıldığı için bu ifâde kullanılmıştır. Bu kelime ile küçük yaştaki yetim kız mânâsı kasdedilmemiştir. Çünkü bu çağdaki bir küçükten izin almak manasızdır.
3. Ahmed ve İshak'a göre yetim kız dokuz yaşına vardığında nikâhı kıyılıp kendisi de rızâ gösterirse kıyılan nikâh caizdir ve bulûğ çağına varınca nikâhın kabul veya feshi hususunda muhayyerlik hakkı yoktur. Bunların delili  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1876 nolu) hadîsidir. Lâkin bu hadîs onlar için delil olamaz. Çünkü Âiş e (Radıyallâhü anhâ) dokuz yaşında iken bulûğ çağma varmış idi.
Alimlerin cumhuru bülüğ çağına varmamış yetim kızın nikâhının vasi tâyin edilmiş yabancı kişi tarafından da kıyılamıyacağına ittifak etmişlerdir. Yalnız Şüreyh, Urve, Hammâd ve Mâlik bin Enes; Vasi bulûğ çağına varmamış yetim kızın nikâhını kıyabilir, demişlerdir.
Rey ehli de: Vasi yetimin velîsi ise nikâhını kıyabilir. Çünkü kız bulûğ çağına varınca kıyılan nikâhı feshedebilir, demişlerdir." [66]
Velî: Arap dilinde düşman kelimesinin karşıtıdır. Din istilahın-da, ise erginlik çağına varmış, hür ve müslüman olup başkasının malında veya evlendirilmesinde dinen yetkili olan kişidir. Bu tariften anlaşıldığı gibi çocuk, deli, bunak, köle ve gayri müslim bir kimse bir müslümamn nikâhı hususunda velî olamaz.
Nikâh için velî olmanın nedenleri, akrabalık, bir cariyeye mâlik olmak, câriye'yi azâd etmiş olmak ve devlet başkanı veya onun yetkili kıldığı kimse olmak'tır. Bu dört neden hakkında gerekli bilgiyi verelim : [67]
Sünen-i Ebû Dâvûd'un "Velî" babında Tekmile yazan şöyle der:
A) a. Ebû Hanîfe' nin meşhur kavline ve Şafii ile A h m e d ' e göre hür kadının velîsi onun öz babasıdır.
b. Mâlik, Ebû Yûsuf, İshak bin Rahaveyh ve Ibn-i Münzir'e göre kadının velîsi onun öz oğludur. Oğul, babadan öncelikle velilik yetkisine sahihtir. Ebû Hani-f e ' den olan bir rivayet de böyledir. Çünkü mîras konusunda oğul, babadan kuvvetlidir.
a. grubunun delili ise şudur: Kadının babası, görüşçe daha mükemmel, şefkatça daha şiddetlidir. Bunu, kadının oğluna nazaran öne almak gerekir. Bir de şu var ki: Baba, veya sefih yahut küçük evlâdının velisidir. Şu halde nikâh vesâir hususlarda da veli olmak onun hakkıdır.
B) a. Kadının öz babası yok ise Şafii ve Ahmed' den yapılan bir rivayete göre baba babası velidir. Kadının öz oğluna tercih edilir.
b. Mâlik, Ebû Yûsuf, İshak, İbn-i Münzir ve bir rivayete göre Ebû Hanîfe ve Ahmed: Kadının oğlu, babadan önce olduğu gibi baba babadan önce de velilik hakkına sahihtir, demişlerdir.
c. A h m e d ile Mâlik' ten alman başka bir rivayete göre kadının erkek kardeşi, kadının baba babasından önce velilik hakkına sahibtir.
C) a. Kadının babası ve baba babası... yok ise Hanefi . âlimleri ile Mâlik ve Ahmed'e göre, kadının oğlu, o yoksa oğlunun oğlu... kadına yakınlık sırasına riâyet etmek şartı ile velîdirler.
b. Şafii: Kadının oğlu ve oğlunun oğlu... velilik hakkına sahip değildir. Meğer 'Hâkimlik' veya câriye olan anasını^ satın almakla hürriyetine kavuşturmuş ise 'Mevlâlık' sıfatını hâiz ise velî olur. Artık velilik sıfatı oğulluk değil, hâkimlik veya mevlâlık nedenine dayanır.
D) a. Kadının babaları ve oğulları yok ise H a n e f İ 1 e r ile Şafii ve M â 1 i k ' e göre kadının ana baba bir erkek kardeşi velilik hakkını hâiz olur. A hm e d' in sahih kavli de budur.
b. A h m e d ' in meşhur kavli ile Şafiî' nin kadim (eski) kavline ve Ebû Sevr'e göre kadının yalnız baba bir erkek kardeşi a sıkkındaki kardeşten farksızdır.
Bunlar da yok ise kadının erkek kardeşinin oğullan, oğullarının oğulları... bunlar da yok ise kadının amcası, o da yok ise onun oğulları ve oğullarının oğulları bu sıraya göre velilik hakkına sahiptirler. Bunlardan aynı derecede olup birisi baba ve ana bir, diğeri de yalnız baba bir durumu olursa yukarda kardeşler hakkında anlatılan âlimlerin görüşleri bunlar hakkında da aynidir.
E) a. Ebü Hanife' den yapılan meşhur rivayete göre ferâiz ilminde "Asaba [68]" ismi verilen yakını olmayan kadının velîsi, onun anası, kız kardeşi, teyzesi, ana bir erkek kardeşi, dayısı, anasının amcası gibi yakınlarıdır. El-Kisânî: Eğer kadının asaba sayılan yakını bulunmazsa, anası, kız kardeşi ve teyzesi gibi erkek veya kadın tüm yakınları velî durumda olur, kadının nikâhını kıyabilirler. Şu şartla ki: Nikâhı kıyan kadın veya erkek, nikâhını kıydığı kadının mirasçısı olsun. Mirasçılık sırasına göre velilik hakkı verilir, demiştir.
Ebû Hanife' den diğer bir rivayete göre, kadının ölümü hâlinde onun malının belirli bir payını alan veya asaba durumunda olan her mirasçısı onun nikâhını kıymak hususunda velisi sayılır.
b. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve bir rivayetinde Ebû H a n i f e : Yalnız ana bir erkek kardeş, dayı, kadının anasının amucası ve anasının babası gibi asaba sayılmayan akrabaları kadının velîsi olmazlar. [69]
Cariyenin nikâhını kıymak yetkisi onun sahibine aittir. Efendisi yok ise, efendisinin bizatihi asabası sayılan babası, baba babası, oğlu, oğlunun oğlu, erkek kardeşi gibi yakınları o cariyenin velîsi durumundadırlar. Bu hususta âlimler ittifak halindedir. [70]
Azat edilen cariyenin birinci maddede anlatılan yakınları yok ise onu azat etmiş olan kişi nikâh hususunda onun velîsidir. O da yok ise veya kadın, kâfir gibi veli olma şartlarını taşımıyorsa onun asabası sayılan yakınları birinci maddedeki sıraya göre velisi sayılırlar.
(ikinci ve üçüncü maddedeki durumlar bugün için hiç karşılaşılmayan hususlar olduğu için bunu kısa kesmeyi uygun buldum.) [71]
Kadının anılan velîleri bulunmaz veya onu evlendirmekten (haksız yere) imtina ederlerse Devlet başkanı veya yetkili kıldığı kimse onun nikâhını kıyar. Yâni onun velîsi olur. Bu hususta âlimler müttefiktir."
Bu hususlarda geniş malûmat isteyen Fıkıh kitaplarına müracaat etsinler.
1879) A içe (Radtyaüâhü anhâ )"f\an rivayet edildiğine göre: Resii-hıllah (Sulltillahii Alryhi ve Selimi) şöyle Inıyurdu. demiştir:
«Herhangi bir kadın ki velîsi onun nikâhının kıyılmamasına izin vermemiş ise onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır. (Veliden izinsiz kıyılan nikâhtan) sonra eğer kocası onunla cinsel temasta bulunursa, bu teması sebebi ile ona mehritnin ödenmesi lüzumu) vardır. Eğer velîler, (kadının nikâhını engelleyecek derecede evlendirme işinde) ihtilâfa düşerlerse artık sultan, hiç bir velîsi olmayanın velîsidir.-" [72]
Şafii. Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvüd, Ta havi. ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadisin : cümlesi yerine Ebû Dâvüd'un rivayetinde; -velîlerin izni olmaksızın nikâh akdini bizzat kıyan kadın» ifâdesi ve T i r m i z i ' de :«velisinin izni olmaksızın nikâh akdini bizzat kıyan kadın» cümlesi bulunur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) velîden izin alınmadan kıyılan nikâhın bâtıl olduğunu tekit için üç defa tekrarlamıştır.
Hadisin: cümlesi yerine T i r m i v. i ve Ebû D â v û d ' da : «Eğer kocası ona duhul ederse (cinsi
temasta bulunursa)» cümlesi kullanılmıştır. İki cümlenin mânâsı aynıdır.
Nikâh bâtıl sayılmakla beraber kocası, kadının mehirini Ödemekle mükellef tutulmuştur. Çünkü bu nikâha binâen yapılan cinsi münâsebet, vat-t şüphe hükmündedir.
Hadisin: fıkrasının mânâsı şöyledir:
"Eğer veliler nikâh akdinin yapılmasına mâni olacak bir tarzda niza ve ihtilâfa düşerlerse nikâh akit işi sultana veya yetkili kıldığı vekiline intikal eder, onlar nikâh akdini yaparlar ve bu durumda mevcut veliler yok hükmündedirler."
Mecmeu'l Bihâr'da: Velîlerin ihtilâfa düşmelerinden maksat nikâh akdine engel olmalarıdır. Nikâh akdinin hangi velîye ait olduğu konusunda velîlerin ihtilâfa düşmeleri kastedilmem iştir. (Velîlerin öncelik sırası malûmdur. Bu hususta ihtilâfa düşmeleri söz konusu değildir.) Eğer aynı sıraya dâhil bir kaç veli varsa (meselâ kadının velîsi durumunda bir kaç erkek kardeşi bulunursa) ve her kardeş ben nikâh akdini yapacağım diye ihtilâfa düşerlerse, kadının yararlan görüşü noktasından hareketle bunlardan hangisi önce nikâh akdini yaparsa onunki muteberdir. Bundan sonra diğer veliler tarafından kadının başka erkekle yapılan nikâh akitleri hükümsüzdür, denilmiştir.
Hadîsten çıkan Fıkıh hükümleri ve bu husustaki âlimlerin görüşleri ile ilgili geniş bilgi bu babın son hadisinin izahı bölümünde in-şâallah verilecektir.
1880) Aişe ve İbn-i Abbâs (RadtyaUâhü ankümâyâan rivayet edildiğine göre; Resûllullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Veli(den izinhsiz hiç bir nikâh olamaz.»
Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nın merfu hadîsinde şu ilâve vardır. «Sultan, hiç bir velîsi olmayanın velîsidir.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: 'Bunun isnadmdaki Haccâc, îbn-i Artat olup tedlisçidir ve bu hadisi an'ana ile rivayet etmiştir. Bu da var: Kendisi İkri-me'den hadîs işitmemiştir. O, ancak Dâvûd bin el-Husayn aracılığı ile İkrime'den rivayette bulunur. Bu durumu İmam Ahmed söylemiştir. Abbâd bin Zührİ'nin dediğine göre Haccâc Zühri'den de hadis işitmemiştir. Lâkin sıka olan Süleyman bin Musa ZÜhrî'den (1879 nolu) hadisin senedi ve metnini rivayet etmekle Hac cac'a mutabi olmuştur. Sünen sahipleri İ879 nolu hadisi rivayet etmişlerdir.
Sindî: Ben diyorum ki, 1879 nolu hadisin isnadının sıhhatli olup olmadığı hususunda hadîsçiler konuşmuşlardır, demiştir.
1881) Ebû Musa (el-Eş'ârî) (Radtyallâhü anh)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Velîtden izin)siz hiç bir nikâh olamaz.-"
1882) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kadın kadının nikâhını kıyamaz. Kadın kendi nefsinin nikâhını da kıyamaz. Çünkü şüphesiz, zâniye kadın, kendi nefsinin nikâhını kıyan kadındır.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin isnadında bulunan râvi Cemil bin el-Hasan el-Atakî, hakkmda Abdan: (Konuşmasında) yalan söyleyen bir fasıktır, demiştir. İbn-i Adi de : Abdal'dan başka Cemil aleyhinde konuşan hiç bir kimseyi duymadım. Şüphesiz onun rivayetinde hiç bir beis yoktur ve onun mün-ker bir hadis rivayet ettiğini bilmiyorum, demiştir. îbn-i Hibban de : Cemil'i sikalar arasında zikrederek: O garlb hadisler rivayet eder, demiştir. îbn-i Hibban kendi sahihinde, İbn-i Huzeyme ve el-Hâkim onun rivayet ettiği hadisleri zikret mislerdir. Mesleme el-Endülüsi de : O, sıkadır, demiştir. Senedin diğer râvileri sıka zâtlardır. [73]
1879 nolu hadîs metninin izahını onun tercemesinden sonra yaptık.
Zevâid türünden olan 1880 nolu hadisi müellifimiz, Â i ş e (Ra-dıyallâhü anhâ) ve İbn-i Abbâs (Hadıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Ancak seneddeki râvi Haccâc'in ne Z ü h -r İ' den ne de t k r i m e ' den hadîs işitmediği notta belirtilmiştir. Yine orada belirtildiği gibi bu hadisin benzeri olan 1879 nolu hadîsin senedinde Haccâc yerine Süleyman bin Mû-s â, Zühri1 den rivayet etmiştir. Böylece senedi muttasıl 1879 nolu hadîs, bu hadîsi takviye etmiş olur.
Bu hadîsin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edilen mer-fu metninin: cümlesi bundan önceki hadîs
metninde bulunduğu ve bu cümlenin gerekli mânâsı orada anlatıldığı malûmdur.
Hadîs metninin ilk cümlesi ise 1881 nolu Ebû M û s â (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen merfu hadis metninin aynısıdır. Biraz sonra mânâsını açıkhyacağım.
1881 nolu Ebü Mûsâ (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Tahavî ve Beyha-kî de rivayet etmişlerdir. Senedleri müteaddit ve muhteliftir.
Hadîs iki şekilde mânâlandırılabilir:
Birincisi: "Veli'den izinsiz kıyılan nikâh şer'an akdedilmiş ve gerçekleşmiş olmaz."
İkincisi: "Veliden izinsiz kıyılan nikâh sahih değildir, bâtıldır." Birinci mânâya göre nikâh akdi gerçekleşmez. İkinci mânâya göre böyle bir akid yapılmış olsa bile hükümsüz ve bâtıldır. İkinci mânâ 1879 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinin mânâsını aynen ifâde etmiş olur. [74]
T i r m i z İ, benzer başlıkla açtığı bâbta (1879 nolu) Â İ ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ebû Mûsâ {Radıyallâhü anh)'mn hadîslerini ve başka bilgileri naklettikten sonra şöyle der:
"Ashâb-ı Kiram'dan Ömer bin el-Hattâb, AH bin Ebi Tâlib, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm)'ün dâhil olduğu bir sahâbi cemâati. Tabiîlerden Saîd bin el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Şüreyh, İbrahim Na-hai, Ömer bin Abdilaziz ve başkalarının yer aldığı fıkıhçıların bir kısmı «Velîden izinsiz nikâh olmaz» mealindeki Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in hadisi ile amel etmişlerdir.
Süfyân-ı Sevrî, Evzâî, Mâlik, İbn-i Mübarek, Şafii, Ahmed ve İshak da bu hadisle hükmetmişlerdir."
Tuhfe yazarı da geniş bilgi vermiştir. Bir kısmını buraya aktarmakla yetinelim:
"Nikâh kıymak için velînin bulunmasının veya kendisine bir erkek vekil tâyin etmesinin şart olup olmadığı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Cumhur bunun şart olduğuna hükmederek kadın kendi nikâhını asla akdedemez, demişler. Ve bu babtaki hadîsleri delîl göstermişlerdir.
Ebû Hanife ise: Velînin nikâhı akdetmesi veya bir erkeği bu iş için vekil etmesi asla şart değildir. Kadın velisinden izinsiz olarak kendi nikâhını bizzat akdedebilir. Ancak evlenecek erkeğin ona küf'ü (= denk ve emsal) olması şarttır. (Kadın kendisine küfü olmayan yâni Fıkıhta anlatılan ölçülere göre, dun ve aşağı sayılan bir erkekle nikâhlanırsa, kadının velîsi itiraz etme hakkına hâizdir.)
Ebû Hanîfe bu görüşünde nikâh akdini satış akdine kı-yaslıyarak: Kadın kendi malını velîsinden izin almadan satabildiği gibi nikâhını da kıyabilir, demiş ve bu bâbta rivayet edilen hadislerin erginlik çağma varmamış olan kızlara âit olduğu yorumunda bulunmuştur. Umumi hükümlerin kıyas yolu ile husûsîleştirilmesi işi, usûl ilminde uygulanan bir metotdur."
Tuhfe yazarı bu arada başka bilgiler ve nakiller yaptıktan sonra Cumhur'un görüşüne taraftar çıkmıştır.
Ebû Davud'un sünenin şerhi Tekmile yazarı "Velî1* babında rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1879 nolu) hadisinin fıkıh yönünü anlatırken özetle şöyle der: [75]
A) a. Velinin izni olmaksızın kadın kendi nikâhını kıyamaz. Şayet kıyarsa velînin tasvibi alınmadıkça yapılmış olan akid durdurulur. Henüz velinin tasvibi alınmamış iken eşler zifafa giremezler, cinsel temasları haram bir temastır. Eşlerden birisi ölürse ondan mirasçı olamaz. Kadının nikahladığı erkek küfü olsun olmasın farket-
mez.
İbn-i Sîrin, Kasım bin Muhammed, Hasan bin Salim, Muhammed bin el-Hasan ve Ebû Y û s u f' un son kavli böyledir.
Bunların delili bu hadîsdeki "O kadının nikâhı bâtıldır." mealindeki Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyruğudur.
Diğer bir delil şudur: Nikâh akdinde velîlerin bir hakkı vardır. Çünkü onların itiraz ve fesih yetkileri vardır. Nikâh akdinde hakkı olmayan bir kimse nasıl o nikâhı feshetme hakkına sahip olur. Bir insanın hakkında tasarruf edebilmek ancak onun iznine bağlıdır.
b. Ebû Hanife veilk kavlinde Ebû Yûsuf: Erginlik çağma varmış, akıllı ve hür bir kadın, velîsinden izin almadan kendi nikâhını kıyabilir ve evlendiği erkek onun küfü olup nikâh akdi mehr-i misil (= kadının anası, halası ve teyzesi gibi yakınlarının mehir değerinden noksan olmayan mehir) ile kıyıldığı takdirde o nikâh gereği yâni zifaf işi infaz edilir. Velînin tasvibi için beklemeye gerek yoktur. Çünkü kadın kendi öz hakkında tasarruf etmiş olur.
Bunlann bir delilide; «...kadınların kocalarını nikahlamalarına mâni olmayınız.[76] âyetidir. Âyette nikâh fiili kadınlara isnat edilmiştir.
Diğer bir delil (1870 nolu) İbn-i Abtaâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsidir. Çünkü o hadiste velilik hakkı kadın ile velisi arasında müşterek kılınmış ve kadının hakkının daha fazla olduğu bildirilmiştir.
Şayet kadın kendisinden dun ve küfü olmayan bir erkekle nikâhını kıymış veya mehri, emsalinin mehirinden noksan tutulmuş ise velisi o nikâh akdini feshedebilir, demişlerdir.
c. Şafiî, Ahmed, meşhur kavline göre Mâlik, t s -hak ve başkaları: Kadın nikâh akdini yapamaz, demişlerdir. Bunların delili ise (1879, 1880 ve 1881 nolu) hadîslerdir.
BJ Kadının velisi nikâh akdinden imtina ederse sultan veya yetkili kıldığı kimse nikâh akdini yapar.
Ebû Hanife ile Ebû Yûsuf: Eğer kadın küfü olan bir erkekle ve mehri misil ile nikâhının kıyılmasını velîsinden talep edip velîsi imtina ederse kadının bizzat yapacağı nikâh akdi sahihtir. Velî duruma muttali olup işi tasvip etmez ve yetkili devlet adamına baş vurursa Ebû Yûsuf'a göre devlet yetkilisi velî yerine tasvip eder. Muhammed'e göre devlet yetkilisi nikâh akdini tazeler."
Tekmile yazarı yukardaki âlimlerin gösterdikleri delilleri ve başka delilleri naklederek grupların yek diğerine verdikleri cevaplarını uzunca nakletmiş ise de çok yer tutar endişesi ile bunu aktarmaktan sarfı nazar ettim.
El-Hâfız: Âlimler nikâh akdi için kadının velisinin şart olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre şarttır. Delilleri bu bâbtaki hadîslerdir. Ashâb-ı Kiram (Radıyallâhü an-hüm) 'den bu hükme muhalefet eden kimseyi bilmiyoruz. Buna göre kadın kendi nikâhını asla kıyamaz. Ebû Hanife ise: Nikâh akdi için velî asla şart değildir. Ondan izinsiz olarak kadın, küfü olan bir erkekle nikâhını bizzat kıyabilir, demiş ve nikâh işini satış akdine kıyaslamıştır. Çünkü kadın satış akdinde müstakildir. Velinin iznini şart koşan hadislere gelince Ebû Hanife bunları küçük yaştaki kızlar için yorumlamıştır. Hadîslerdeki umumi bu kıyaslama ile hususîleştirmiştir. Böyle yapmak usul ilminde caiz görülmüştür, demiştir.
Hanefİler'in bu hususta Kİtab ve SOnnet'den de delil gösterdikleri yukarda kısmen belirtilmiştir.
1882 nolu Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Bu hadîs de kadının ne kendi nefsinin ne de başka kadının nikâhını akdedemiyeceğine delâlet eder.
Kadının kendi nefsinin nikâhını bizzat akdedip edemiyeceği hususundaki âlimlerin görüşlerini yukarda A) işaretli bölümün a. b ve c maddelerinde izah etmiştik.
Bir kadının başka bir kadının nikâhını akdedip edemiyeceği hususundaki âlimlerin görüşleri, kadının kendi nefsinin nikâhını akdetmesi hakkındaki ilim ehlinin görüşlerinin aynısıdır. Yâni bir kadın başka bir kadından veya onun velîsinden izin alarak nikâh akdini yapabilir mi? (Takrir verebilir mi) yapamaz mı? Bu husus için âlimlerin verdikleri fetva yukardaki A bölümünün a. b ve c maddelerinde anlatılan fetvaların aynısıdır. Oraya müracaat edilmelidir.
Hadîsin son cümlesi olan : ifâdesinin yorumu hakkında S i n d î şöyle der:
"Yâni: Kadının kendi nikâh akdini şahsen yapması yâni oturup takrir vermesi zâniye kadının şiârmdandır. Artık şer'İ nikâhta kadının oturup şahsen takrir vermesi uygun değildir.
(Cümle böyle yorumlanınca, en uygun yolun kadının kendi velisine usulü dâiresinde izin vermesi ve velîsinin nikâh akdinde takrir vermesidir. Veya ikisinin usulü dâiresinde izin ve vekâlet verecekler başka bir erkeğin nikâh akdinde bunlar adına bulunmasıdır.)
Sindi, yukardaki yorumu yaptıktan sonra, kadının kendi nikâh akdini yapmasını caiz gören âlimlere göre cümlenin şöyle yorumlanabileceğini söyler:
"Bu hadis, şâhidler olmaksızın kendi nefsinin nikâhını bir erkekle akdeden kadın hakkındadır. Son cümle bu yoruma delil gösterilebilir. Çünkü zâniye kadın, şâhidlerin huzurunda nikâhını akdetmez. T i r m i z i' nin tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den hem merfu hem mevkuf olarak rivayetle mevkuf olan rivayeti tercih
ettiği; "Fahişeler ve zâniyeler. şâhidler olmaksızın kendi nefislerinin nikâhını kıyan kadınlardır» hadisi da bu yorumu teyid eder.
V«yâ hadlsdeki yasaklama mekruhluk mânâsına yoruBü*Wr." yazan da bu hadiato ügüi olarak «ö#i# dar:
"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in bu hadîsini B e y -haki de rivayet etmiştir. I b n - i Kesir: Sahih olanı bu hadisin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) üzerine mevkuf olduğudur, demiştir.
£ J-Hâf ı z da: Bu hadisin râvileri sıka zâtlardır. D â r e -k, u t n î bir sözünde : Biz derdik ki: 'Kendi nefsinin nikâhını kıyan kadın, zâniyedir.' demiştir. E 1 ~ H â f i z sözlerine devamla: D â -rekutni' nin bu sözünden anlaşılıyor ki, hadîsin son cümlesi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in sözüdür. Beyhaki bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Birisi mevkuf, diğeri merfudur, demiştir." [77]
Şiğâr; Bu kelime Arap dilinde kaldırmak, boşalmak ve başka mânâlara gelir.
Fıkıh ıstılahında değiş - tokuş yapmak suretiyle mehirsiz evlenmektir. Tekmile yazarı; Şiğâri şöyle tarif ediyor; Şiğâr, bir erkeğin diğer bir erkeğe: Şiğar yolu ile ikimiz de evlenelim : Yâni sen kız kardeşini veya kızını yahut velîsi olduğun bir kadını benimle evlendir. Buna karşılık ben de kız kardeşimi veya kızımı yahut velisi bulunduğum bir kadını seninle evlendireyim. Her iki nikâh da mehirsiz olsun. Artık her kadının bıd'ı (yâni kadınlık kıymeti) diğer kadının bıd'ı (kadınlık kıymeti), karşılığı olur.
Şu tarife göre şöyle diyebiliriz; Şiğâr; Değiş - tokuş yolu ile mehirsiz olarak iki erkeğin birbirinin kızıyla veya velîleri oldukları başka kadınlarla evlenmeleridir. Bu tür evlenmelerde mehir hakkı kaldırıldığı için böyle evlenmeye kaldırma mânâsını ifâde eden 'Şiğâr' ismi verilmiştir. Şöyle de denilebilir: Sigarın bir sözlük mânâsı da boşalmaktır. Bu nevî evlenmeler mehirden boşalmış durumda olduğu için bu isim verilmiştir.
M ü s 1 i m ' in "Şiğâr nikâhının tahrimi" babında N e v e v i şöyle der: 'Âlimler, kız kardeşlerin, erkek kardeşin kızlarının, halaların, amca kızlarının ve cariyelerin 'Şiğâr' yolu ile (değiş - tokuş yapmak suretiyle) evlenmelerinin aynen öz kızların evlenmeleri hükmünde saymışlardır. Bu nasıl haram ise diğeri de haramdır. Şiğâr suretinin en açık misali şudur; Sen kızını benimle evlendirmen üzere (ve bu şartla) ben kızımı seninle evlendirdim. Her kızın kadınlık değeri diğerinin mehir karşılığıdır. Adam da: Kabul ettim, der.'
1883) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâkü ankümâydatı; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şiğar (yolu ile nikâhı) yasaklamıştır. Şiğar, bir adamın bir adama şöyle demesidir t
Kızımı veya kız kardeşimi seninle evlendirmem üzere, sen kızını veya kız kardeşini benimle evlendir. Aralarında mehir de yoktur." [78]
Kütüb-i Sitte sahipleri ve Şafiî bu hadisi rivayet etmişlerdir. T i r m i z i, şiğann tarifine âit metni rivayet etmemiştir. Şafii ve Kütüb-i Sitte yazarlarının rivayetlerinin çoğunda Şiğar'ın tarifine âit metin şöyledir:
Şiğar: Aralarında mehir olmadığı halde başkası, kızını onunla evlendirmek üzere adamın kendi kızını evlendirmesidir."
Şiğar'ın tarifine âit metin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mi, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'a mı, yoksa t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'in râvisi N â f i' e mi âit olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Ebû Davud'un rivayetine göre bu tarif N â f i' e aittir.
Ez-Zerkanî: 'Bu hadîsi Mâlik' den rivayet eden râvilerin ekserisi bu tarifin kime âit olduğunu belirtmemişlerdir. Bunun içindir ki Şafii: Şiğar'ın tarifine âit metin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buyruğu mu, Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m sözü mü yoksa N â f i'in sözü müdür? bilemiyorum, demiştir. Şafii' nin bu sözünü Beyhaki nakletmiştir. H a -t î b ve başkası bu tarifin M â 1 i k' e âit olduğunu söylemişlerdir.'
El-Bâcî de: Hadîsin : cümlesi âlimlerin ittifakı ile merfu hadistir. Şigar'ın tarifine âit metin ise N â f i' in sözüdür, demiştir. Şigar'ın tarifine âit metnin râvi'ye âit olduğu tahakkuk etmedikçe, hadisten olduğunu söylemek uygundur. Çünkü hadîsin zahiri bunu gösterir, demiştir.'
Kurtubi de: 'Şigar'ın tarifi sahih olup lügat ehlinin anlattıkları tarife tamamen uyuyor. Artık bu tarif merfu ise ne a'lâ. Eğer sahâbî'nin sözü ile yine makbuldür. Çünkü bunun en iyi bileni, hadisi rivayet eden sahâbî'dir,1 demiştir.
İslâmiyet'ten önce akrabalar arasında bu yolda kızlarını, kız kardeşlerini ve diğer yakın kadınları değiş - tokuş etmeleri yaygın bir âdet idi. Mehir de alınmazdı. Verilen kadın, alınan kadının mehiri yerine, alınan kadın da verilen kadının mehiri yerine sayılırdı. Böylece mehirsiz evlenmek cereyan ederdi. İslâmiyet bu kötü âdeti kaldırmıştır. Çünkü mehir evlenen kadının Öz hakkıdır. Ne babasının ne de başka velîsinin hakkı değildir. Bu hak çiğnenmiş oluyordu.
Gerek bu hadîs ve gerekse bundan sonra gelen hadîsler ve müellifin rivayet etmediği başka sahih hadîsler bu tür nikâhın haramh-ğına delâlet ederler. Ancak haram olmasına rağmen böyle kıyılan nikâhların sahih olup olmadığı hususunda fıkihçılar arasında ihtilâf vardır. Tekmile yazarı bu hadîsin fıkıh yönünü anlatırken şöyle der:
"Bu hadis, şiğar suretiyle yapılan nikâhın haram kılındığına de-Jâlet eder. Âlimler bu hüküm üzerine icmâ etmişlerdir. Fakat kıyılan nikâhın şahinliği ve bozukluğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Hanefîler, Sevrî, Mekhul, Amr bin Dinar, Zühri ve El-Leys bin Sa'd: Nikâh akdi sahih-
tir. Çünkü: = "Hoşunuza giden (ve size helâl olan) kadınlarla evlenebilirsiniz.[79] âyetinin hükmü umumidir. Ancak nikâh mehirsiz olarak akdedilmiş olmasına rağmen mehr-i misil ödemek vâcibtir. Mehirsizlik yüzünden doğan bozukluk nikâh akdinin bozukluğunu ve iptalini gerektirmez. Bu da şarap veya domuz gibi haram olan bir madde mehir kabul edilerek kıyılan nikâh gibidir, demişlerdir.
Bu grubtaki âlimler, bu bâbta rivayet edilen hadîslere cevaben: Hadislerdeki yasaklama hükmü nikâhın mehirsiz yapılması ve bir kadının 'Bıd'ı' yâni kadınlığının kıymetinin mehir yerine koyulması nedeni iledir. Biz mehirsizlik işini iptal ediyoruz ve mehr-i mislin ödenmesini zorunlu kılıyoruz. Artık kıyılan nikâh akdi, mehir olmaya elverişli olmayan bir şeyin mehir gösterilerek kıyılan bir nikâh akdi mâhiyetini arzeder. Bu itibarla, akit sahihtir. Onda anılan elverişsiz Bıd'ı yerine mehr-i misil ödenir, demişlerdir.
2. Şafii, Ahmed, îshak ve bir çok âlim: Şiğar yolu ile kıyılan nikâh akdi bâtıldır. Çünkü hadîsler bu tür nikâhları yasaklamıştır, demişlerdir.
3. Mâlik: Kıyılan şiğar yollu nikâhtan sonra cinsel temas olsun olmasın nikâh fesih edilir, demiştir. Ondan yapılan bir rivayete göre, cinsel temas yapıldıktan sonra artık nikâh feshedilmez. Daha önce ise fesih edilir.
Hadîslerin zahiri 2. grubun görüşüne delâlet eder.
Ebü'l-Hasan el-Hanefî es-Sindi: 'Hadislerdeki yasaklama, bu tür nikâhın meşru olmadığına âlimlerin ittifakı ile yorumlanmıştır. Çünkü T i r m i z i' nin îmrân bin Huşa y n (Radıyallâhü anh)'den rivayet ederek hasen - sahîh olduğunu söylediği merfu bir hadîste: «İslâm'da şiğar (suretiyle) nikâh kıymak yoktur.» buyurulmuştur. Müellif yâni îbn-i Mâceh'de ayni hadis metnini Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak râvileri sıka olan sahîh bir se-ned ile rivayet etmiştir. Bu hadîsin sahîh şâhidleri de vardır.
Cumhur'a göre böyle kıyılan nikâh bâtıldır. Biz HanefİUr'e göre böyle kıyılan nikâh *Şiğar' olarak kalmaz. Mehr-i misil lâzımdır
ve böylece 'Şigâr' olmaktan çıkar. Lâkin açık olan budur ki, 'Şifcâr'ın meşru olmaması, o nikâh akdinin bâtıl sayılması ve kıyılmamış olarak kabul edilmesidir. Başka bir nikah akdi olarak kabul değildir. Bu nedenle cumhurun görüşü, daha isabetlidir,' demiştir.
1884) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anA/den; Şöyle demiştir:
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şiğâr (şekli ile nikâh yapmay)i yasaklamıştır.1'
1885) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«İslâm'da şigâr (şekli ile nikâh yapmak) yoktur.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih olup râvüeri sıka zâtlardır. Bu hadis için şâhid olan sahih başka hadîsler vardır. [80]
Ebû Hüreyre (Rachyallâhü anh) 'in hadisini A h m e d, Müslim ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. Bu hadis bir önceki hadîs metninin baş kısmının aynısıdır. Orada gerekli bilgi verilmiştir.
Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ise notta da belirtildiği gibi Zevâid türünden olup senedi sahih, râvileri de sıka zâtlardır. Şi-ğar'ın yasaklığma dâir bu bâbta rivayet edilen hadîsler ile benzeri sahih hadisler, bu hadîs için şâhid durumundadırlar. Ayrıca T i r-mizi, Ahmed ve Nesaî'nin îmrân bin Husayn (Radıyallâhü anh) 'den merfu olarak rivayet ettikleri uzunca bir hadiste: Ve fslâmda şigâr (şekil ile nikâh yapmak) yoktur.» buyurulmuştur. Tirmizi, Îmrân (Radıyallâhü anh)'in hadisini teyid eden ve 'Tâbi' ismi verilen hadis de vardır.[81]
Sadak ve Sıdak: Evlenen kadının mehiri demektir. Tekil olan bu kelimenin çoğulu 'Suduk'tur. Hicaz halkı mehire Saduka' derler. Bunun çoğulu ise 'Sadukat'dır. Kelimenin tekili ve çoğulu başka şekillerde de gelmiş. Fakat bu kadarlık bilgi ile yetinelim.
Evlenen kadının mehirinin meşruluğu Kitab, Sünnet ve İcma ile sabittir. Nisa sûresinin 24. âyetinin bir kısmı buna aittir. Keza bu bâbta rivayet edilen hadisler ve benzerî başka sahih hadisler de nikâh dolayısıyla kadının mehir almasının meşruluğu hususunda tâm müslümanlar icmâ etmişlerdir.
1886) Ebû Seleme[82] (bin Abdirrahman bin Avf) (RadtyaÜâhü an-Awmâ)'dan; Şöyle demiştir:
Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâVye:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in eşlerinin mehiri ne kadar idi? diye sordum. Âişe:
— O'nun eşleri hakkındaki mehiri 12 okiyye ve bir neşş idi. Neş-şin ne olduğunu biliyor musun? O, yarım okiyyedir. O (on iki buçuk okiyye) de beşyüz dirhem (gümüşî tür, diye cevap verdi." [83]
Şafii, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Beyti & k i ve 0 â r i m i de bunu, mânâyı etkilemeyen az kelime far-ki ile rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde: "O da beşyüz dirhem (gümüş) dür." cümlesi yoktur.
Hadis sarihlerinin beyan ettiği gibi buradaki okiyye ile hicaz okiyyesi kastedilmiş ki kırk dirhem demektir. 12,5 okiyye 500 dirhem eder.
Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem eşlerinin mehirlerinin 500'er dirhem olduğuna delâlet eder. Mü'min-lerin anneleri olan muhterem zevcelerin çoğunun mehrinin bu kadar olduğu, bâzılarının böyle olmadığı sabit olduğu için bu hadis zevcelerin çoğunun mehirlerinin 500 dirhem gümüş olduğu yolunda yorumlanmıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcelerinden Ümmü Habîbe bint-i Ebî S ü f y â n (Radıyallâhü anhâ)'nın mehirinin dört bin dirhem olarak Habeşistan kralı N e c â ş i (Radıyallâhü anh) tarafından teberru mâhiyetinde ödendiği, Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesai ve Bey haki tarafından rivayet edilen Ümmü H a b i b e (Radıyallâhü anhâ) 'mn hadisi ile sabittir. Keza S a f i y -ye bint-i Hayey bin Ahtab (Radıyallâhü anhâî adlı mü'minlerin annesinin mehiri, onu cariyelikten azâd buyurmak olmuştur. Yine annelerimizden Cüveyriye bint el-Hâris (Radıyallâhü anhâ), Sabit bin Kays (Radıyallâhü anh)'in cariyesi idi. Âzad olmak için efendisi iîe kadı kitabet yâni belirli bir meblâğ para veya mal vermek karşılığında âzad olma akdini yapmış idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî 'e vâki müracaatı üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yerine gerekli ödemeyi yaptı ve ödenen meblâğ üzerine nikâh akdi yapılmakla Cüveyriye (Radıyallâhü anhâ) hane-i saadet ehlinden olma şerefine kavuşmuş oldu.
Dirhem hakkında geniş bilgi 1791 nolu hadîs bahsinde geçmiştir.[84]
Okiyye hakkında da gerekli bilgi 1793 -1794 nolu hadîslerin izahı bölümünde geçmiştir.
12,5 okiyye 500 dirhem olduğuna göre 500 sayısı dip notunda gösterilen gram ile çarpılınca elde edilen sayı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem hanımlarının çoğunun mehirinin kaç
gram gümüş olduğunu gösterir.
1887) Ebü'1-Acfâ es-Sülemî (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre, Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) şöyle söyledi, demiştir:
(Ey Mü'minler!) Kadınların mehiri (ni çoğaltmak) hususunda aşırı gitmeyiniz. Çünkü bunda aşırı gitmek, eğer dünya (hayatın) da Övülecek bir şey veya Allah katında bir takva olmuş olsaydı, buna en çok hakkı ve en liyakatli olanınız Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olacaktı. (Halbuki) O, (muhterem) hanımlarından hiç bir kadının m eh irini on iki okiyyeden fazla yapmamış ve O'nun kızlarından hiç bir kadının mehri on iki okiyyeden fazla yapılmamıştır.
Şüphesiz adam, karısının mehirini gerçekten o kadar ağır görür ki nihayet karısına (karşı) içinde bir düşmanlık olur ve (karısına) : Senin (ile evlenmek) için alaku'l-Kırba (= kırba ipi) veya araku'l-Kırba (= kırba teri) ne varıncaya kadar her şeyin külfetine girdim, der.
(Ebü'1-Acfâ (Radıyallâhü anh) demiştir ki:) Ve ben doğumumdan Arap bir adam İdim. (Buna rağmen) Ömer'in dediği Alaku'l-Kırba veya Araku'I-Kırba'mn ne (demek) olduğunu anlıyamadım." [85]
Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Beyhakî, Dâ-r i m İ ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Hadisin cumtesinden İtibaren sonuna kadar olan kısmı Tirmizi ve Ebü Dâvûd'da yoktur. N e -sai ve Beyhaki'de vardır. T i r m i z î hadîsin hasen -sahih olduğunu, Hâkim de hadîsin senedinin sahih olduğunu söylemiştir. Ayrıca başka bir sened ile I b n - i Ömer (Radiyal-lâhü anh)'den rivayet ederek, hadisin müteaddit rivayetleri bulunduğunu söylemiştir.
Rivayetlerin ekserisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-leml'in hanımlarının ve kızlarının mehirlerinin on iki okiyye olduğu bildirilmiştir.
Menhel'in Tekmile yazarının beyânına göre İbn-i Şîrîn'-den olan bâzı rivayetlerde "on iki buçuk okiyye" geçiyor.
Tekmile yazarı şöyle der:
"Eğer bu rivayet, mahfuz ise Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'m Âiş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettiği (1886 nolu) hadise mutabık olur.
Son rivayet mahfuz olmasa bile bu hadis ile Âiş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsleri arasında bir muhalefet yoktur. Çünkü Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinin açıklaması bölümünde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hanımlarının çoğunun mehirinin 12,5 okiyye olduğu kastedilmiştir. Bâzı hanımlarının mehiri başka türlü olmuştur."
Tuhfe yazarı da bu hadîsin şerhinde ezcümle şöyle der: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ümmü Habî-b e (Radıyallâhü anhâ) adlı hanımının mehirinin dört bin dirhem olduğuna dâir olan rivayet, Ömer (Radıyallâhü anh)'in sözünden müstesnadır. Çünkü Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ)'nın mehirini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tâyin etmemiş ve vermemiştir. Necâşi (Radıyallâhü anh) Habeşistan * da kendi kesesinden ödemiştir. Ömer (Radıyallâhü anh) ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından verilen me-hir miktarını belirtmek istemiştir.
Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ile A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi arasında görülen zahirî ihtilâfa gelince Ömer (Radıyallâhü anh) okiyyelerin küsuratım hesaba katmamış, onun için on iki okiyye demiştir. Yahut Ömer (Radıyallâhü anh) Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ) 'nın mehir durumuna ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın dediği yarım okiyye fazlalığına muttali olmamıştır, denilebilir.
Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ; "Kadınların mehirlerini çoğaltmak hususunda aşırı gitmeyin" sözü;
"ve eğer bir karı yerine başka bir karı almak isterseniz, onlardan birisine çok mal (mehir) vermiş olduğunuz halde bile artık ondan bir şey (geri) almayınız"[86] âyetine aykırı düşmez. Çünkü âyet-i kerime çok mehir vermenin câizliğine delâlet eder. Daha faziletli olduğuna delâlet etmez. Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ise me-hirin en faziletlisinin ne kadar olduğunu beyan eder.
El-Mirkat'ta beyan edildiğine göre bâzı rivayetlerde şöyle denilmiştir :
"Ömer (Radıyallâhü anh) kadınların mehirlerini kırk okıyyeden fazl al aştırmayın. Kim fazlalaştırırsa ben fazlasını Beytülmâla atarım, demiş. Bunun üzerine bir kadın, Ömer'e :
(Yâ Ömer!) Senin böyle yapmaya hakkın yoktur, demiş. Ömer
(Radıyallâhü anh) kadına:
— Niçin (hakkım yok)? diye sorunca, kadın yukardaki âyeti okumuş. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :
— Bir kadın isabet etti, bir erkek (yâni kendisi) hatâ etti, demiştir." Tuhfe'den yapılan nakil burada sona erdi.
Hadisin son kısmındaki "Nihayet adamın karışma (karşı) İçinde bir düşmanlık olur." cümlesinin şerhinde Sindi şöyle der:
"Yâni fazla mehir adama ağır geldiği için bunu öderken veya bunu düşünürken kalbinde karısına karşı bir düşmanlık duyar."
Hadîsin "Alaku'I-Kırba veya Araku'l-Kırba" kelimelerinin açıklaması ve bununla kastedilen mânâ hakkında Sindi şöyle der:
"Alak: Kırbaya bağlanan ip demektir. Cümleden kastedilen mâ-nâ şudur: 'Ey karı! Ben senin mehrin için kırbanın ipine varıncaya kadar her külfete katlandım.'
'Araku'l-Kırba' da rivayet edilmiştir.
Arak: Ter ve terlemek mânâsını ifâde eder. Araku'l-Kırba'dan maksat kırbanın suyunun akmasıdır. Buna göre cümlenin mânâsı şöyle olur: ('Ey karı!) Ben senin (mehrin) için o kadar külfete katlandım ki kırbadan su aktığı gibi ter döktüm.'
Bâzılarına göre 'Araku'l-Kırba'dan maksat kırbayı sırtında taşıyanın terlemesidir. Cümlenin mânâsı da şöyle olur: «...kırbayı sırtında taşıyanın terlemesi gibi terleme külfetine katlandım.'
Bir kavle göre bu kelime ile kırbanın terlemesi kastedilmiştir. Kırbanın kendisinin terlemesi muhaldir. Cümleden maksat şudur: , Kırbanın terlemesi çok çetin külfete katlanmaktır.
Sıhah'ta şöyle denmiştir:
' E 1 - A s m a î: Falan adamdan Araku'l-Kırba'ya rastladım, denilir. Yâni ondan çok zorluklar ile karşılaştım. Ben bu tâbirin aslını bilemiyeceğim, demiştir.
El-Asmaî'den başkası da şöyle demiştir: Araku'l-KırbA*-dan maksat kırbayı sırtında taşıyanın terlem esidir. Bunun aslı da şudur: Kırba taşıyıcısı cariyeler ve yardımcısı bulunmayan kimseler su dolu kırbaları sırtlarında taşırlar. Bazen de eşraftan olanlar, mecburiyet karşısında kırbayı sırtında taşımak ihtiyacını duyarlar. Hem alışkın olmadıkları için onlara zor gelir. Hem de halktan utanırlar. Bu nedenlerle ter dökerler. İşte bunun için Araplar; derler ki: Senin için 'Araku'l-Kırba' külfetine katlandım. Araku'l-Kırba yerine AJaku'l-Kırba da kullanılır, demiştir.'
Râvi E b ü ' 1 - A c f â (Radıyallâhü anh) 'in : 'Ben Alaku'I-Kır-ba veya Arâku'l-Kırba'nin ne (demek) olduğunu anlıyamadım' sözünü söylemesinin sebebi bu tâbirin pek kullanılmamasıdır."
N e s a i' nin rivayetinde E b ü' 1 - A c f â (Radıyallâhü anh): 've ben henüz erginlik çağma varmamış, nes-len Arap bir gençtim' demiştir. Sindi onun haşiyesinde: Yâni yaşım küçük olduğu için bu tâbir ile neyin kastedildiğini anlıyamadım, demek istediğini söylemiştir.
1888) Abdullah bin Amir bin Rebîa'nın bahası (Amir bin Rebîa)[87] (Radtyal/âhü attftümâ)'(\an rivayet edildiğine göre :
Benî Fezâre (kabilesin)den bir erkek (mehir olarak) bir çift ayakkabı üzerinde nikâhını kıydı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun (kıyılan) nikâhını caiz (muteber) saydı." [88]
Tirmizi ve Ahmed de bu hadîsi rivayet etmişler, T i r -m i z i hadîsin hasen - sahîh olduğunu söylemiştir. Tir raizi'-deki rivayete göre Benî Fezâre' den bir kadın (mehir olarak) bir çift ayakkabı üzerine nikâhlanmıştır. Oradaki hadisin meali şöyledir:
"...Abdullah bin Âmir bin Rebîa'mn babası (Âmir bin Rebia) (Radıyallâhü anhümâ)dan rivayet edildiğine göre Benî Fezâre (kabilesin) den bir kadın (mehir olarak) bir çift ayakkabı üzerine evlendi. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadına:
— "Sen varlıklı olduğun halde (mehir olarak) bir çift ayakkabı karşılığında nefsini (n karılığından yararlanmayı) vermeye razı oldun mu?" diye sordu. Kadın da:
Ebü'l Acfâ (R.A.)uı Hâl Tercemesi
Bu zâtın adı Herm bin Nesib'dir, Adının Nesfb bin Herm olduğunu söyleyen-ler de vardır.
Kendisi, Amr bin el-Âs (R.A.) ve onun oğlu Abdullah (R.A.)'den hadis rivayet etmiştir. Râvileri ise, el-Hâris bin Hasiyra, Salih bin Cübeyr eş-Şâmi, Mu-hammed bin Cübeyr, Muhammed bin Şîrîn ve başkalarıdır, îbn-i Muin, Dârekutnl ve îbn-i Hibbân onu sıka saymışlardır. Dört sünen sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel Tekmilesi cild 3, Sah. 281)
Mehrin miktarı hakkındaki âlimlerin görüşlerini bundan sonra gelen hadisin izahı bölümünde anlatacağım.
— Evet, diye cevap verdi. (Râvi demiş ki) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de o nikâhı caiz .(muteber) saydı."
Tuhef yazarı şöyle der:
"El-Hâf iz, Buluğu' I-Merâm'da T i r m i z i' nin bu hadisin sahih olduğuna dâir sözünü naklettikten sonra, bu hususta ihtilâf vardır, demiştir.
Seneddeki râvi Âsim bin Ubey dullah'ın îbn-i Muin ve İbn-i Hibbân tarafından zayıf görüldüğünü İbnü'l-Cevzî' nin söylediği el-Hâfız ez-Zeylaî' den nakledilmiştir."
Bu hadisin zahirine göre mehirin en azı belirli bir miktar ile tâyin edilmiş değildir.
Mehirin en azı belirli bir miktara bağlıdır, diyen âlimler, bu ve benzerî hadisleri peşin ödenen ve (mehir-i muaccel) ismi verilen me-hir mânâsına yorumlamışlardır.
Yeri geldiğinde peşin ve vadeli mehir çeşitleri hakkında gerekli izah yapılacaktır. Sâdece şu noktayı belirtmekle yetineyim: Bazen mehirin bir kısmı peşin ödenmek bir kısmı da şu kadar vâde ile ödenmek üzere nikâh kıyılır. Peşin olan mehire "Mehir-İ muaccel" vadeli olan mehire de "Mehir-i müeccel" denilir. [89]
El-Menhelin Tekmile yazarı şöyle der:
Mehirin az bir miktar olabileceği hususunda âlimler müttefiktir. Ancak en az mehirin sınırı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. Hanefîler'e göre mehirin en az 10 dirhem gümüş veya buna müsavi bir maldır. Bunların bir delili Dârekutnî1 nin Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği;
= "Hiç bir mehir on dirhem (gümüşiden daha az olamaz." eserdir. Diğer bir delîl de Dârekutnİ ve Beyhaki1 nin Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet ettikleri şu mealdeki merfu bir hadîstir:
«Kadınları, küfü'leri olanlardan başkaları ile evlendirmeyin. Velilerinden başkası onları evlendirmesin ve on dirhem (gümüş) den az hiç bir mehir yoktur."
Ancak bu iki hadis de zayıftır. (Tekmile yazarı zayıflık nedenlerini uzunca anlatmış ise de buraya aktarmaya gerek görmedim. İsteyenler Ebû Davud'un "Mehirin azlığı" babına ait Tekmile şerhine müracaat edebilirler.
2. M â 1 i k i 1 e r: Mehirin en az miktarı bir bolü dört miskal altın, veya üç dirhem gümüş yahut bu değerde bir maldır, demişlerdir.
Mâlik: Kadının bir bolü dört miskal altından az bir mehirle nikâhlanabileceği görüşünde değilim. Hırsızın elinin kestirilmesini gerektiren meblâğ da budur, demiştir.
îbn-i Veheb müstesna, M â 1 i k' in bütün arkadaşları onun görüşündedirler.
3. Şafiî, Ahmed, İshak, Sevrı ve Evzâî: Satın alman bir mala bedel olmaya elverişli her şey veya ücret olmaya müsait her şey mehir olabilir, demişlerdir.
Bunların bir delili (1889 nolu) S e h 1 (Radıyallâhü anh)'in hadîsidir. Mehirin az ve çok olabileceğine dâir hadîsleri de bu grub delîl göstermiştir.
Nevevî, Müslim'in "En az mehir" babında şöyle der:
"İşlerinde el-Leys bin S a' d , İbn-i Eli Leylâ, Dâvûd-i Zahirî, hadîsçilerin f ıkıhçılan ve M â 1 i k' in arkadaşlarından îbn-i Veheb'in bulunduğu Selef ve Halef âlimlerinin cumhurunun mezhebi budur ki: Evlenecek erkek mehir olabilir. Ayakkabı, demir yüzük gibi şeyler de mehir olabilir. Cumhurun bu mezhebinden başka mezheblerin bu konu hakkındaki görüşleri Sünnet (sabit hadis) e muhaliftir. Çünkü sahih ve
sarih olan = «Şu halde demirden bir yüzük
bile olsun (mehir olarak) bir şey temin etmeye çalış.[90] hadîs diğer mezhebleri yenen bir delildir, demiştir."
Tekmile yazarı cumhurun görüşünü yansıtan üç grubun gösterdikleri başka hadîsleri de nakletmiş ise de bunları buraya aktarmaya lüzum görmedim. [91]
El-Cevap hayır. Bunun için bir sınır yoktur. En efdaJı 1886 ve 1887 nolu hadîslerde geçtiği gibi 500 dirhem gümüştür. Bundan fazlası olması da caizdir. Çünkü 1887 nolu hadîsin izahı bölümünde geçen Nisa sûresinin 20. âyeti, mehirin daha fazla olabileceğine delâlet eder.
1889) Sehl bin Sa'd (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir: Bir kadın (evlenmek teklifi ile) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) 'e geldi. Efendimiz:
— «Kim bu kadınla evlenmek ister?» diye sordu. Biraz sonra bir adam:
— Ben, dedi. Bunun üzerinde Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama: Demirden bir yüzük bile olsa kadına (mehir olarak bir şey) ver buyurdu. Sonra adam Efendimize demirden bir yüzüğüm (bile) yoktur, (hiç bir şey bulamadım) Dedi. Efendimiz adama:
— «Kur'an'dan ezberindeki (süreleri kadına öğretmen şartı) üzerine seni onunla tevziç ettim. (Evlendirdim.)» buyurdu." [92]
Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakî bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki hadis metni Müellifinkinden uzundur.
Uzun olan rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)'e gelen kadın kendi nefsini (mehirsiz olarak) efendimiz'e vermek teklifinde bulunmuş ve ayakta dikelip durmuş, efendimiz bir cevap vermemiş, bunun üzerine orada bulunan sahâbilerden birisi:
Yâ Resûlallahl (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eğer senin ona ihtiyacın yok ise onu benimle evlendir, demiş, efendimiz de adama »
«Senin ona verebileceğin bir mehir var mı?» diye sormuş, adam da t
Şu üstümdeki elbiseden başka hiç bir şeyim yoktur, deyince, efendimiz adama:
«Eğer sen, üstündeki elbiseyi ona verirsen elbisesiz oturursun. Sen başka bir şey bulmaya çalış» buyurmuş, adam, hiç bir şey bu-lamıyacağını söyleyince Efendimiz, adama:
«Şu halde demirden bir yüzük bile olsun bir şey temine çalış.» buyurmuş. Adam gidip araştırmış da hiç bir şey bulamayınca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama i
«Kur'an'dan senin ezberinde bir şey var mı?» diye sormuş, adam da:
Evet. Şu ve şu sûreler ezberimdedir, diyerek bâzı sûrelerin isimlerini söylemiş ve bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama:
«Kur'an'dan ezberindeki sûreler (i ona öğretmen şartı) ile seni onunla tezvic ettim. (Evlendirdim.)» buyurmuştur.
Uzun metnin ihtiva ettiği fıkhı hükümler yoktur. Ben Müellifimizin rivayet ettiği metnin ihtiva ettiği hükümleri özetliyerek anlatmakla yetineceğim. Bu konuya geçmeden önce şunu belirteyim:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat eden kadının ismini araştırmama rağmen rastlıyamadım. Keza kadınla evlenen sahâbînin ismini de bir yerde göremedim. Tabarâni' nin rivayetinden, adamın Ensâr-ı Kirâm'dan olduğu anlaşılıyor. [93]
"Tekmile yazarı şöyle der:
1. Hadîs, nikâh için bir şeyin mehir olarak verilmesinin gerektiğine delâlet eder. Âlimler hür bir kadının mehirsiz olarak nikâh edilemiyeceği hususunda icmâ etmişlerdir.
2. Mehirin nikâh akdinde belirtilmesi evlâdır. Çünkü, mehir hususunda ilerde bir nizaın çıkması önlenmiş olur. Hem de kadının yaran bundadır. Zira nikâh kıyıldıktan sonra ve henüz cinsel temas yapılmamış iken boşama vuku bulursa nikâh akdinde anılan mehirin yarısı kadının hakkı olarak ödenir.
3. Mehirin bir an önce ödenmesi müstehabtır.
4. Hadîsin zahirine göre demir yüzük takınmak caizdir. Bunda bir kerahet yoktur. Fakat cumhura göre demir yüzük takınmak caiz değildir. Çünkü Ebû Davud'un 'Yüzük kitabı'nm 'Demir yüzük' bölümünde:
"Büreyde (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiğine göre bir adam, parmağında demirden mamul bir yüzük takınmış olarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelmiş, Efendimiz, adama:
adama:
«Ne oluyor? ben senin üstünde cehennem ehlinin (takındığı) hül-ye ( = huliyatın tekilidir.) görüyorum,» buyurmuştur."
Cumhur, S e h 1 (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine cevaben: Bu hadîs demir yüzük takınmanın yasaklanmasından önce buyrulmuş veya hadîsten maksad, mehir için behemhal bir şeyin ödenmesidir, demişlerdir.
Bu husus için ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlerin Fıkıh kitabları-na müracaatları gerekir.
5. Hadîs, Kur'an'ı öğretmenin mehir olabileceğine delâlet eder. Şafiî ve bir rivayetinde A h m e d böyle hükmetmişlerdir.
Hanefîler, Mâlik, El-Leys, îshak, Mekhul ve bir rivayetinde A h m e d: Kur'an-ı öğretmek mehir olamaz. Mehirin bir mal olması gerekir, demişlerdir.
îbn-i Kudâme: 'Bu âlimlerin böyle hükmetmelerinin delili: Nisa sûresinin 24. âyetindeki; "Kadınlar (ile evlenmey)i mallarınızla istemeniz..." ve bunu takip eden 25. âye-tindej "Ve sizden her kimin hür kadınlarla evlenmeye mâlî yönden gücü yetmezse../*
nazm-ı celîlleridir.
Son âyette geçen "Tavl" mal demektir, demiştir." Tekmile yazarı bu grubun başka delillerini de zikretmiş. Daha sonra şöyle demiştir:
"Bu grubtaki âlimler (1889 nolu) S e h 1 (Radıyallâhü anh)'in hadisini şöyle yorumlamışlardır: Kadınla evlenmek isteyen adam Kur'an ehli olduğu için' Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurmak istemiştir: "Sen Kur'an ehlinden olduğun için bu kadınla seni evlendirdim"
Bir de şu vardır: Hadiste "Kur'an-ı öğretmek" ifâdesi yoktur. Yahut bu hüküm o adama mahsustur.
H a t t â b i: Hadîs, Kur'an öğretmek için ücret almanın câiz-liğine delâlet eder. Eğer hadisten kastedilen mânâ: Adamın Kur'an ehli oluşu dolayısıyla mehirsiz olarak kadının onunla evlendirilmesi, olmuş olsaydı, mehirsiz evlendirmek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e münhasır bir yetkiye dayanmış sayılırdı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den başka hiç bir kimse mehirsiz evlendirme yetkisine sahip değildir. Eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı? şeklinde yönelttiği sorudan bunu öğretmeyi mehir yapmayı kasdetmemiş olsaydı, bu soru anlamsız kalırdı. Çünkü Kur'an'dan bir kısmını ezberlemiş olanı evlendirmek caiz olduğu gibi, Kur'an'ı iyi okuyamayanı evlendirmek de caizdir. Hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kadının mehrini bir süre sonra ödemek üzere adama borç eylediği de yoktur. Yukarda belirtilen nedenlerle açık olan durum şudur ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur'an-ı öğretmeyi kadın için mehir kılmıştır', der.
(Tekmile yazarı daha sonra H a 11 â b î' nin görüşünün paralelinde görüşlerini beyan eden Beyhaki ve Ibnü'I-Kay-y ı m' in kavillerini nakletmiştir.)
6. Hadîs: «Seni falan kadınla tezvic ettim» sözü ile nikâh akdinin gerçekleştiğine delâlet eder. 'Tezvic* kelimesi yerine 'İnkah* kelimesi kullanılırsa hüküm aynıdır. Tezvic veya tnkâh masdarların-dan alınma mazi fiilleri ile nikâh akdinin yapılabileceği hususunda âlimler ittifak halindedirler. Çünkü bu iki masdardan türeme fiiller Kitab ve Sünnet'te vârid olmuşlardır. [94]
1. Şafiî, Zührî ve Îbnü'l-Müseyyeb'e göre nikâh akdi ancak bu masdarlar veya bunlardan türeme fiillerle yapılır. Başka kelimelerle olmaz. Tarafların böyle akid yapmaları zaruridir.
2. Âlimlerin cumhuruna göre, nikâh akdi mezkûr kelimelerle olduğu gibi hibe, temlik, satmak ve sadaka etmek kelimeleri ve bunlardan türeme mazî fiilleri ile de olabilir.
3. Mâlikîler'e göre hibe kelimesi ile nikâh akdi yapıldığında, kadının mehiri anılırsa akid sahihtir. Aksi takdirde sahih değildir.
Sattım, helâl ettim, verdim gibi hayat boyunca devamlılığı ifâde eden fiiller ile nikâh akdi yapılırsa, M â 1 i k î 1 e r' den bâzılarına göre nikâh akdinde mehir anihrsa akid sahihtir. Anılmazsa sahih değildir. îbn-i Rüşd'e göre bu kelimelerle kıyılan nikâh bâtıldır.
Hayat boyunca devamlılığı ifâde etmeyen kiralamak gibi kelimelerle akdedilen nikâh ise ittifakla bâtıldır."
1890) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhy&en; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aişe (Radıyallâhü an-hâ) 'yi (mehir olarak) 50 dirhem (gümüş) kıymetindeki ev eşyası üzerine nikahladı."
Not: Zevâld'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Atiyye el-Avfl zayıftır. [95]
1891) Abdullah (bin Mes'ud) (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre, kendisine :
Bir adam bir kadınla evlenmiş, sonra adam duhul (= kadınla cinsel münâsebet) de bulunmamışken, (nikâh akdinde bir) mehir de tâyin etmemişken ölmüş, meselesi sorulmuştur.
Râvi demiştir ki Abdullah (Radıyallâhü anh) :
Kadına, mehir (i misil hakkı) var, kadına (kocasından) miras (hakkı) vardır. Ve kadın üzerinde iddet vardır, demiştir. (Abdullah'ın bu fetvasından) hemen sonra Ma'kıl bin Sinan el-Eşcaî (Radıyallâhü anh) :
Birvâ' bint-i Vâşık (Radıyallâhü anhâ) hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in aynen böyle hüküm buyurduğuna şâhid oldum, demiştir.
Müellif bu hadisi
kısmen değişik ikinci bir senedle de rivayet etmiştir."
[96]
Tirmizi, Ebü Dâvûd, Nesai ve Beyhakî de bu hadîsi, mânâyı etkilemeyen az lâfız farkı ile rivayet etmişlerdir.
Müellifin zikrettiği iki senede göre bu hadisi îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den hem M e s r û k hem de A 1 k a m e rivayet etmişlerdir.
Hadiste, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) soruyu cevaplandırırken, verdiği hükmün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den alındığını söylemediği için hadis mevkuf sayılır. Ancak onun verdiği cevâbın aynısının Birvâ (Radıyallâhü anh) hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından verildiğine Ma'kıl bin Sinan (Radıyallâhü anh) şehâdet edince hadis mevkufluktan çıkarak merfu' olmuştur.
Hadisdeki "DubÛF'den maksat cinsel temastır. Zayıf bir kavle göre bundan maksat halvete girmektir. Yani damat ile gelin yalnızn başlarına kapalı bir yerde buluşmaları duhul sayılır, zifafa girdikten sonra cinsel temas olmasa bile duhul hükmü vardır.
Hadisdeki "Farz"dan maksat mehir miktarının damat tarafından tâyin ve takdir edilmesidir. Tabiî kadının veya yetkili velisinin buna rızâ göstermesi şarttır.
İddet: Kocası ölen veya boşanan kadının bekleme süresidir. Bu süre bitmedikçe kadın başka bir erkekle evlenemez. îddetle ilgili bir çok hüküm vardır. Talâk kitabında yeri geldikçe ilgili hükümler anlatılacaktır.
Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'a sorulan mes'elenin mâhiyeti tercemeden de anlaşıldığı gibi şudur:
Bir adam, bir kadınla evlenirken vereceği mehir miktarı tâyin edilmiyor. Adam henüz kadınla cinsel temas yapmadan ölüyor. Kadının mehir ve mirasçılık hakkı var mı? Keza duhul olmadığına göre kadın iddet denilen sürece beklemekle mükellef mi? îddetle ilgili hükümlere tâbi mi, değil mi?
îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) verdiği cevapta; kadına mehir ödenecek, kocasının malına mirasçıdır: Ve iddete tâbidir hükmünü vermiştir.
Ödenecek mehir, mehr-i misildir. Yâni kadının anası, teyzesi, halası ve kız kardeşleri gibi yakınlarının mehiri ne kadar ise onunki de böyle hesaplanarak Ölen kocasının malından ödenir.
Kadının miras hakkına gelince ölen kocasının başka eşlerinden bile olsun çocuğu varsa, kadına 8'de bir hisse, çocuğu yok ise 4'de bir hisse ödenecektir.
îddet de yukarda anlattığım gibi dört ay on günlük bekleme süresidir,
îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) böyle hüküm verdiğinde orada bulunan Ma'kil bin Sinan (Radıyallâhü anh) onun verdiği hükmün isabetli olduğunu belirtmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Birvâ' bint-i Vâşık (Radıyallâhü anhâ) adlı kadın hakkındaki ayni hükümleri verdiğini beyan etmiştir.
Ebû Dâvûd, Tirmizî, Beyhakî, îbn-i Hib-b â n ve Hâkim'in Abdullah bin U t b e (Radıyallâhüanh)'den rivayet ettikleri bir hadîse göre bu hadiste söz konusu edilen mes'ele hakkında Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh)'a müracaat edenler, bir kaç defa ona müracaat ettikten sonra İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) :
"Ben bu kadın hakkında derim ki: Kadının akrabası olan kadınların mehiri gibi ne onlannkinden fazla ne de noksan bir mehir bu kadının hakkıdır. (Kocasından) mirasçılık da onun hakkıdır. Kadın üzerine iddet de vardır. Eğer (verdiğim) bu hüküm doğru ise Allah'(in tevfikin) dendir. Şayet hatâh (bir hüküm) ise ben (im ilmimin eksikliğin) den ve şeytan (in karıştırmasın) dandır. Allah ve Resulü (bu fetvamdan ve hatâdan) beridir, demiş. Bunun üzerine (orada bulunanlardan) el-Cerrâh ve Ebû Sinan'ın dâhil olduğu Eşcâ kabilesinden bir kaç zât (Radıyallâhü anhüm) ayağa kalkarak :
Ey İbn-İ Mes'ud! Biz şâhidlik ederiz ki Birvâ' bint-i Vâşık (Radıyallâhü -anhâ) hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim içimizde senin verdiğin hüküm gibi hüküm buyurdu ve Birvâ'm kocası Hilâl bin Mürre el Eşcaî (Radıyallâhü anh) idi, dediler. Râvİ demiştir ki, bunun üzerine İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) verdiği hükmün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyurduğu hükme uygunluğu nedeni ile son derece sevindi."
Nikâh akdinden sonra ve henüz mehir tâyin edilmemiş iken kocası ölen bir kadın, duhul yâni cinsî münâsebet olmamış olsa bile mehir-i misilin tamamına müstehaktır. Hadis buna delâlet eder. [97]
1. îbn-i Mes'ud, Hanefi âlimleri, îshak, A h -med ve Cedîd (= yeni, yâni son) kavlinde Şafiî bu hadîsle hükmetmişlerdir.
2. Evzâî, el-Leys, Mâlik ve Kadim (= eski) kavlinde Şâ f i î: . Kadın mehir almayı hak etmemiştir. Çünkü mehir kadınlığından yararlanma karşılığıdır. Adam onun kadınlığından yararlanmadığı için bu istihkak gerçekleşmiş olmaz demişlerdir.
Tirmizî bu hadîsin hükmü ile ilgili olarak şöyle der: "îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsi hasen-sahîhtir. Bîr kaç sened ile ondan rivayet edilmiştir. îlim ehlinin bâzısı bu hadisle amel etmiştir. Sevri, Ahmed ve îshak'ın kavli de budur.
Ali bin Ebi Tâlib, Zeyd bin Sabit, Ibn-i . Abbâs ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüm)'ün dâhil olduğu bir grup âlim : Bu durumdaki bir kadın, kocasından mirasçıdır, tddeti gereklidir. Mehir hakkı ise yoktur, demişlerdir. Şafii'-nin (ilk zamanlardaki) kavli de budur. Şafii: Birvâ' bint-i V â ş ı k (Radıyallâhü anhâJ'nın hadisi sabit olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKden rivayet edilen hadîs, delil olurdu, demiştir. Şafiî' den rivayet edildiğine göre kendisi M ı s ı r' da bu (ilk) kavlinden dönerek Birvâ' bint-i Vâşık (Ra-dıyallâhü anhâJ'nın hadisi ile hüküm etmiştir."
Tekmile yazarı ikinci grubun delillerini bir bir zikretmiş ve cumhur sayılan birinci grubun bu delillere vâki itirazlarını beyan etmiştir. [98]
1. Mehir anılmadan kıyılan nikâh akdi sahihtir. Bunda âlimler müttefiktir.
2. Nikâh akdinden sonra henüz duhul yâni cinsel temas yapılmamışken ve mehir miktarı tâyin edilmediği halde kocası ölen bir bir kadın kocasının malına mirasçıdır. Bu hususta âlimler müttefiktir.
Mehir miktarı maddede durumu belirtilen kadın, henüz duhul olmamış olsa bile kocasının ölümü dolayısıyla iddete tâbidir. Bu id-det dört ay on gündür. Bu hususta âlimler müttefiktir.
Mâldl bin Sİnân (R-A.) ve Birvâ* bint-i Vâşık (R.A.)*nın Hâl Tercemeleri
Mâ'kil bin Sinan bin Mazhar el-Eşcai Ebû Muhammed <R,A.) sahâbîdir. Künyesinin Ebû Abdirrahman olduğu da söylenmektedir. Bir kavle göre künyesi Ebü Sinan'dır. Bu zât Mekke fethinde kavminin sancaktan olarak bulunmuştur. Peygamber (S.A.V.)'den bu hadisi rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet edenler İse Mesrûk el-Esved, Abdullah bin Utbe bin Mes"ud, Alkame, Nâfİ, bin Cübeyr bin Mutim ve başkalarıdır. Hicretin 63. yılı Harre'de katledilmiştir.
Birvâ* bint-i Vâşik (R.A.)'nın adı hadisçilerce 'Birva'dır. Lügat âlimlerince 'Berva'dır. El-Eşcaiyye el-KÜabiyye'dir. Hilâl bin Mtirre (B.A.)'ın karışıdır. (El-Men-hel Tekmilesi Cild 3, Sah. 301) [99]
1892) Abdullah bin Mes'ud (Radıyaîlâkü anA/den; (Ya) şöyle demiştir :
Her hayrı içine alan veciz sözler ve her hayrın sonuçları (na âit en edebî konuşmalar) veya böyle demiştir: Her hayrın başlangıçları (na dâir en edebi) sözler, (Allah tarafından) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e verildi. O da bize namaz (in sonunda okunan) teşehhüdü ve (nikâh akdi ile benzeri) hacettin başlangıç) hutbesini öğretti. Namaz teşehhüdü şudur:
(Nikâh akdi ve benzeri) hacettin başlangıç) hutbesi de şudur.-
Sonra (bu) hutbene, Allah'ın kitabından şu üç âyeti sonlarına kadar eklersin: [100]
Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesaî, Dâ-r i m î ve B e y h a k i de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler kısadır. Ebû Dâvûd'un rivayetinde Hacet hutbesinin metninin bitiminde:
"Sonra bu hutbene Allah'ın kitabından şu üç âyeti eklersin" cümlesi olmaksızın mezkûr hutbesi bittikten sonra; "ve Efendimiz üç âyet okur," ifâdesi ile hadîs son buluyor. Daha sonra T i r m i z İ şöyle der: Râvi Abser bin el-Kâsım: Süfyân-ı Sevrı bu âyetlerin şunlar olduğunu açıklamıştır, diyerek mezkûr âyetleri naklet-m iştir.
Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :
Hutbe: Yapılan konuşma, söz söylemek, va'z etmek, yapılan dîni konuşma ve başka mânâlara da gelir. Cuma ve bayram günleri yapılan dinî konuşmalara da anılan lügat mânâlarından dolayı Hutbe denilir.
Namaz sonunda okunan Teşehhüd'e de Hutbe denilir. Bu sebeple thn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) bu hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onlara namaz hutbesini öğrettiğini bildirmiştir. Namaz hutbesinden maksadı namazda okunan teşehhüd'dür.
Cevâmiül'-Hayr: Hayrın bütün nevilerini içine alan veciz sözler, demektir, Cevâmi; Câmi'in çoğuludur. Cami, çok mânâ içeren az sözdür ki buna veciz de denilir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eşsiz bir edip idi. Arapların en üstün edebiyatçısı, en fesâhatlisi ve belagatta en kuvvetlisi
idi. Nitekim sahih bir hadiste; «Ben Arapların en fasihiyim. Bununla da iftihar etmem.» buyurmuştur. Başka bir sahih hadiste: "Bana (Alîah tarafından) Ce-vâmiü'I-Kelîm verildi.» buyurmuştur.
Az sözle, çok mânâlar ifâde eden dünyanın en üstün şahsiyyeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dir.
Gerek namazda okunan teşehhüd ve gerekse hacet hutbesi bu fesahat, belagat ve edebiyat gücünün birer canlı örneğidir. Görüldüğü gibi bunlar kısa birer sözlerdir. Ama mânâları gereği gibi an-latılırsa sahîfeler, hattâ cildler doldurur ve hayrın bütün nevilerini ihtiva ettiği rahatlıkla anlaşılır.
î b n - i Mes'ud (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu üstün meziyetini belirtmek istemiştir.
Havâtim: Hâtem, Hatim ve hâtime'nin çoğuludur. Değişik mânâlara gelir. Burada Sonuçlar mânâsı kastedilmiştir. Namaz bir hayırdır. Namazın sonunda okunan teşehhüd'de bu hayrın bir sonucudur. Allah tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e verilen ve öğretilen veciz bir söz dizisidir. Efendimiz de bir üstün hayır olan namaz ibâdetinin bu güzel sonucu yâni teşehhüd'ü ümmetine öğretmiştir.
Fevâtih: Fâtiha'nın çoğuludur. Fatiha ise bir şeyin başlangıcı demektir. Kur'an'ın ilk sûresine de bu nedenle Fatiha adı verilmiştir. Bu kelimelerin başka mânâları var ise de burada kastedilen mânâ başlangıç mânâsı olduğu için diğer mânâları anlatmaya gerek görmüyorum.
Nikâh ve başka hayırlı işierin başlangıcında okunması meşru olan ve bu hadîste anılan hutbe de Allah tarafından Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'e öğretilen veciz bir söz dizisidir. Efendimiz de bunu ümmetine öğretmiştir.
Hülâsa Havâtimü'1-Hayr•. Her nevî hayırlı işlerin bitiminde söylenen en veciz sonuçlarıdır. Teşshhüd bunun bir örneğidir.
Fevâtihü'1-Hayr de.- Her nevi hayırlı işlerin başlangıcında söylenen en veciz takdim konuşmalarıdır. Nikâh akdinin başında okunması meşru kılınan ve hacet hutbesi ismi verilip bu hadiste anılan sözler bunun bir misâlidir.
Hadisin tercemesinde "Veya böyle demiştir" sözü râvinin tereddüdünden ileri gelmiştir. Yâni İ b n - i M e s ' û d (Radıyallâhü anh)'a "Cevâmiü'I-Hayr ve Havâtimeh" ifâdesini kullanmış, ya da "Fevâtiha'1-Hayr ifâdesini kullanmıştır.
Bu iki ifâdenin taşıdığı mânâ tercemede Özlü verilmiş, yukarıda da ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Hadîste geçen 'Hacet' kelimesi ile nikâh akdi işi kastedilmiş olabilir. Bâzı âlimler böyle yorumlamışlardır. Bu kelime ile yalnız nikâh akdi değil, her çeşit hayırlı ihtiyaç ve iş kastedilmiş olabilir. Çün kü böyle yorum yapanlar da vardır.
Ebû Davud'un süneninde İbn-i M e s' u d (Radıyallâhü anh)'den yapılan bir rivayette
"Nikâh akdi ve başka şeylerdeki hacet hutbesinde..." îf^desi bulunuyor. Bunun için Şafiî: Nikâh, satış ve diğer bütün akidlerde hutbe okumak sünnettir, demiştir.
Tekmile yazarı da : Bu hadîs, nikâh ve diğer önemli akidlerde anılan hutbeyi okumanın müstehaphğına delâlet eder. Bu hususta muhalif kalan bir âlimin bulunduğunu bilmiyorum, demiştir.
Hadiste geçen teşehhüd kısmı, Müellifimizin rivayet ettiği 899 no-lu îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde geçmiştir. Onunla ilgili gerekli bilgi orada verilmiştir. Tekrarlamaya ihtiyaç yoktur.
Hadîste geçen Hacet hutbesinin mânâsını verelim: Hutbenin Meali:
«Şüphesiz her türlü hamd Allah'a mahsustur. Biz O'na hamd ederiz. (Emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak için) Ondan yardım dileriz. (Tüm günahlarımız için) O'ndan mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülerin (i işlemek) den Allah'a sığınırız. Allah bir kimseyi (hidâyete ve iyi amele) muvaffak kılarsa, artık hiç bir kimse onu delâlete götürmeye muktedir olamaz ve Allah bir kimsenin şakâvetini (~ mutsuzluğunu) takdir ederse, artık hiç bir kimse onu hidâyete erdirmeye muktedir olamaz. Ben dilimle ikrar ve kalbimle tasdik ederim ki Allah'tan başka tapınmaya lâyık hiç bir ilâh yoktur. O, birdir, hiç bir ortağı yoktur. Yine dilimle ikrar ve kalbimle tasdik ederim ki; Muhammed Allah'ın (en sevgili) kulu ve (en son - en büyük) elçisidir.»
Hacet hutbesinin sonuna eklenen üç âyetin tamam1 ve mealleri:
"Ey İman etmiş olanlar! Allah'a bihakkın takva ile ittika edin
(= O'na şükredip nankörlük etmeyin. ıtâat edip günah işlemeyin, O'nu anın. unutmayın) ve (ölünceye kadar müslümanlık dininden ayrılmayın). Ancak müslümaniar olarak Ölünüz.[101]
"Ey insanlar! O rabbinizden korkun ki, sizi bir nefis (Adem)den yarattı. Ve ondan da karısını yarattı. O ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar türetti. Ve O Allah'tan korkunuz ki, O'nun (adıy)la bi-ribirinizden dilekte bulunursunuz, rahimler (yakınlarınızın haklarına riayetsizlik)den de sakınınız. Şüphesiz Allah üzerinizde murakıptır.[102]
"Ey İman etmiş olanlar! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle yaparsanız) O, sizin için amellerinizi islâh eder ve sîzin için günahlarınızı bağışlar. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse şüphesiz büyük bir zafere ermiş olur.[103]
Yukarıda âyetlerin özlü mânâlarını sunmakla yetindim. Bunların açıklaması için tefsir kitablarına bakılabilir.
1893) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hutbenin başında:) buyurdu.[104]
N e s a i bu hadîsi "Nikâh akdedilirken m üsten ab olan sözler" babında^ rivayet etmiştir. Oradaki rivayetin baş kısmında şu ilâve vardır: "
"Bir adam bir şey hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile konuştu. (Konuşmadan) sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurdu."
Bu ilâveden sonra buradaki hutbe rivayet olunmuştur.
Oradaki rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hayırlı işin başlangıcında bu hutbeyi irad buyurmuştur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Cuma hutbelerinin başında da bu mübarek sözleri buyurduğu Ebû Dâvûd, T i r -mizî, ve Nesaî'nin İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhVden rivayet ettikleri hadîsten anlaşılıyor. Bâzı rivayetlerde bu hutbeye biraz ilâve vardır.
Sindi, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinin haşiyesinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mübarek sözleri hutbede buyurduğunu kaydetmiştir.
Bu rivayetlerin tümünden anlaşılıyor ki. Peygamber (Sallallahü 'Aleyhi ve Sellem) Cuma ve Bayram hutbeleri olsun, nikâh ve başka işlere âit konuşmalar olsun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hitabetlerinin başlangıcında bu mübarek sözleri söyler, sonra asıl konuya geçerdi.
Bu hadiste anılan hutbenin bitimindeki; M* U! sözü, konuşmanın başlangıcı ile asıl konuya girişi bir birinden ayırmak için Arap dilinde kullanılması âdet olan bir ifâdedir. Bu nedenle bu ifâdeye 'Faslı Hitâb Edatı = Konuşmanın bir kısmını diğer bir kısmından ayırma edatı' denilir.
Bu ifâde bazen de konuşmanın bir konusundan diğer bir konusuna geçişte kullanılır. Bundan gaye muhatabların dikkatini çekmektir.
Bu ifâdenin tercemesi "Bu söylenen sözlerden sonra söylenecek söze (veya yapılacak işe) gelince" şeklinde yapılabilir. Türkçemizde bu ifâde yerine bazen "İmdi" kelimesi kullanılır.
Hadîs, her hayırlı işle ilgili yapılan konuşmaya bu mübarek sözlerle başlamanın müstehablığına delâlet eder.
1894) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-(Allah'a) Hamd (etmek) ile başlanılmayan her önemli şey (bereketi) kesilmiş (veya noksan bir şey)dir.»"
Not: Sindi, şöyle demiştir : Îbnü's-Sal&h ve Nevevt bu hadisin hasen olduğunu söylemişler, îbn-i Hîbb&n kendi sahihinde, el-H&kim de el-Müstedrek'te bu hadisi rivayet etmişlerdir. [105]
Bu hadîsin bir benzerini Ebû Dâvûd ve Nesaî yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den merfu olarak rivayet etmişlerdir. Oradaki hadis metni şöyledir .«Allah'a hamd (etmek) ile başlanılmayan her konuşma (bereket) kesilmiş (veya noksan bir şey)dir.» Bu rivayetin isnadının sahih olduğu Câmiüs'-Sağîr şerhi Sirâcü'l-Münîr'de bildirilmiştir. Bâzı rivayetlerde "Eczem" veya "Akta' " kelimeleri yerine "Ebter" kelimesi bulunur. Hepsinden kastedilen mânâ: "Bereketsiz veya noksan" demektir.
Tirmizi de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak şu hadîsi rivayet ederek hasen - garib olduğunu söylemiştir:«İçinde teşefıhüd bulunmayan her hutbe (= konuşma) kesilmiş (veya cüzzâm hastalığına tutulmuş) el gibidir.»
T i r m i z î' nin şerhi Tuhfe'de bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle deniliyor:
"Turbeştî: Teşehhüd'ün asıl mânâsı şehâdet kelimesidir. Başka bir rivayette "Teşehhüd" kelimesi yerine "Şehâdet" kelimesi bulunur. Şehâdet: Kesin haberdir. Kesin haberlerin en doğrusu ve en azametlisi Allah Teâlâ'ya hamdetmektir, demiştir.
*E1-Erbaîn El-Büldaniyye' kitabının başında müellifi e 1 - H â f 1 z Âbdülkadir er-Ruhâvî: Bu hadisin başka metinlerle yapılan rivayetleri de vardır. Bunlardan birisinde: «Besmele ile başlanılmayan her önemli şey (bereketten) kesilmiş (veya noksan) dir.» hadîsidir, demiştir.'
Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesaî, îbn-i Hibbân, Hâkim, Dârekutnî, Beyhaki ve başkalarının Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri ve senedleri müteaddit olan hadîsin bâzı rivayetlerinde önemli her şeyin başında hamd etmek, diğer bâzı rivayetlerde besmele çekmek, bir kısım rivayetlerde her konuşmanın başında hamdetmek .isteniyor. Sindî müellifin hadisinin haşiyesinde şöyle der: 'Bâzı âlimler hadisdeki hamd etmeyi Allah'ı anmakla yorumlamışlardır. Çünkü bâzı rivayetlerde 'Besmele çekmek' diğer bir kısım rivayetlerde 'Allah'ı anmak' il© başlanılmayan her şeyin noksan veyâ bereketsiz olduğu bildirilmiştir. Bütün rivayetlerin arasını bulmak için 'Allah Teâlâ'yı anmak' yorumunu yapmak en uygun olanıdır.'
Önemli işlerden maksat haram veya mekruh olmayan meşru şeylerdir. Bu şeyler, konuşmak, hutbe okumak, bir iş yapmak gibi hususların tümünü kapsar.
Müellif bu hadîsi hutbe babında zikretmekle,, hutbenin başında hamd etmeyi ve Allah Teâlâ'yı anmayı kasdetmiştir.
Bu bâbtaki hadîsler, nikâh akdinin başında ve diğer önemli işlerin başında hutbe okumanın müstehablığına delâlet ederler. Çünkü yukarda metni ve meali verilen hutbede Allah'a hamdetmek, O'ndan yardım ve mağfiret dilemek, serlerden O'na sığınmak, keli-me-i şehâdet ve daha başka meziyetler ve hayırlar toplanmış durumdadır. Böyle meziyetleri içine alan bir zikir manzumesi ile başlanılan işler bereketli ve tam olur. Bunsuz yapılan işler ise bereketsiz ve noksan olur. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S eli e m) 'in tavsiyesine riâyet edilmemiş olur.
Tirmizi'de bildirildiği gibi hutbesiz kıyılan nikâh akdi bâzı âlimlerce caiz sayılmıştır. Süfyân-ı Sevrî ve başka âlimler böyle demişlerdir. Çünkü Ebû Dâvûd ve Beyhakî'-nin Benî Süleym kabilesinden ( A b b â d isimli) bir adam (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
"Ben Abdülmuttalib'in kızı Ümâme (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmek istediğimi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz ettim. O da hutbe olmaksızın nikâhımızı akdetti."
Zâhiriyye mezhebine mensup âlimler nikâh akdi için hutbe okumanın vâcipliğine hükmetmişlerdir.
Cumhur'a göre nikâh akdinde hutbe okumak müstehabtır. [106]
1895) Âişe (RadtyaUâhü anhâ y dan rivayet edildiğine göre Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve SeÜem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Bu evlenme işini (halka) duyurun ve bunun için def çalınız.»*'
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Alimler bunun senedindeki ravi Halid bin İlyâs Ebül-Heysem el-Adevî'nin zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Hattâ, tbn-i Hibbân, Hâkim ve Ebû Sald en-Nakkaş onun mevzu hadîslerinin bulunduğunu söylemişlerdir.
1896) Muhammed bin Hâtib (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Seltetn) şöyle buyurdu, demiştir:
«Helâl (birleşme) ve haram (birleşme) arasındaki fark, evlenmekte def çalmak ve duyurmaktır.»" [107]
îlk hadis Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi senedindeki râvi H â 1 i d de zayıftır. Fakat Tirmizi de Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ)'dan bu hadîsin benzerini, hattâ bir mislini "Nikâh ilânı" babında başka bir sened ile rivayet etmiştir. Oradaki merfu' hadîs şöyledir
-Bu evlenme işini (halka) duyurun. Nikâh akdini de mescidi erde kıyınız. Ve bunun için defler çalınız.» T i r m i z î bu hadîsin hasen - garib olduğunu söylemiştir.
Görüldüğü gibi Tirmizi' nin rivayetinde evlenmenin duyurulması, bu maksatla deflerin çalınması emredilmiş ve Müellifimizin rivayetine ilâveten nikâh akdinin mescidlerde kıyılması emredilmiştir.
Tuhfe yazarı şöyle der: 'Elimizde bulunan Tirmizi nüshalarında bu hadisin hasen - garîb olduğu kaydı mevcuttur. El-Mişkât ve en-Neyl'de Tirmizi' nin bu hadîsi rivayet edilmiş, ancak oralardaki beyâna göre Tirmizî, bu hadîsin garîb olduğunu söylemiş, hasen olduğunu söylememiştir. EI-Mişkât ve en-Neyl sahiplerinin ellerindeki Tirmizî nüshalarının sahih nüshalar olduğu kanaati hâkimdir. Çünkü Tirmizî bu hadîsin senedindeki îsâ bin Meymun'un zayıf olduğunu söylemiştir. El-Hâfız da el-Fetih'te bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.
'Ahmed, îbn-i Hibbân ve el-Hâkim'in de, 'Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)'den rivayet
ettikleri benzer bir hadiste; «Evlenme işini duyurun.» Duyurulmuştur. O rivayette; evlenme için defler çalınız.» cümlesi yoktur.
Hadîsdeki "ĞirbâT kelimesinin asıl mânâsı "Kalbur"dur. Def, kalbur şeklinde olup bir yüzü deri ile kaplı olduğu için "ĞırbâT* tâbiri kullanılmış ve "Def mânâsı kastedilmiştir.
Muhammed bin Hâtıb (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizî, Nesaî, Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Tirmizi, Muhammed bin Hâtıb (Radıyallâhü anh)'in henüz erginlik çağına varmamış, küçük bir genç iken Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'i gördüğünü beyan etmiştir.
Tuhfe yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der:
"El-Cezeri, en-Nihâye'de: Bu hadîsten maksat, evlenme işinin duyurulmasıdır. Bu da evlenme işini halk arasında yaymaktır, demiştir.
El-Kaârî, el-Mirkât'ta: 'Yâni evlenme işini anlatmak, teşhir etmek ve def çalmak istenmiştir. Çünkü böylece evlenme işi ilân edilmiş olur. İbnü'l-Melîk: Çiftlerin helâl birleşmesi ile haram birleşmesi arasındaki farkın, yalnız evlenmede def çalmak ve duyurmaktan ibaret olduğu kastedilmemiştir. Çünkü nikâh akdedilirken şahitlerin hazır bulunması ile helâl birleşme, haram birleşmeden ayırdedilmiş olur. Hadîsten maksat evlenme işinin ilân edilmesine teşviktir. Tâ ki halktan gizli kalmasın. Şu halde def çalmak ve toplanan halkın mubah şiirleri yüksek sesle ve makamla okumaları ile evlenme işinin duyurulması sünnettir, demiştir. Şerhü's-Sünne'de şöyle denilmiştir: Hadisin mânâsı, evlenme işinin ilân edilmesi ve halk arasında bundan bahsedilmesidir. Hadîsdeki "Savt" kelimesi ile halkın evlenme işinden haberdar olup kendi aralarında konuşması kast- edilmiştir. Makamla ve yüksek sesle şiir söylenmesi değildir,' diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazarı daha sonra şöyle der:
Bence açık olan şudur ki: Hadîsdeki "Savt" kelimesinden mak-sad, mubah olan nağme ile söz söylemektir. Çünkü düğünlerde def çalgısı eşliğinde makamla şiir söylemek caizdir. Er-Rube yyi' bin t-i Muavviz (Radıyallâhü anhâVin hadîsi buna delâlet eder. Tirmizî ve Buharı bu hadisi rivayet etmişlerdir.'
Tuhfe'nin bahsettiği er-Rubeyyi' (Radıyallâhü anhâ)'in hadîsi müellifimiz tarafından rivayet edilen 1897 nolu hadîstir.
Hadîsin: "Bu nikâh işini duyurunuz.» cümlesi ile ilgili olarak Tuhfe yazarı şöyle der:
Yâni; nikâh akdini şahitlerin huzurunda kıyınız, diye yorum yapılabilir. Bu takdirde hadîsdeki emir vâciblik içindir. Hadîsin bu cümlesinden m aks ad, evlenme işinin açıktan yapılıp teşhir edilmesi olabilir. Bu takdirde cümledeki emir müstehablık içindir.
Nikâh için deflerin çalınması ile ilgili hadîsdeki emre gelince; bâzı Fıkıhçılar: Deflerden maksad, pulsuz olan deflerdir, demişlerdir. İbnü'l-Hümâm böyle anlatmıştır.
El-Hâfız da: Defleri çalmakla ilgili hadîsdeki emir, erkeklere ait olduğundan dolayı düğünlerde def çalmanın kadınlara mahsus olmadığı söylenmişse de, bu söz zayıftır. Düğünlerde def çalmakla ilgili kuvvetli hadîslerdeki izin, kadınlara aittir. Artık bu hükümde erkekler kadınlara hadîslerdeki izin, kadınlara aittir. Artık bu hükümde erkekler kadınlara kıyaslanamaz. Çünkü kadınlara benzemek yasaklığı umumîdir, demiştir.
Tuhfe yazarı, e 1-H â f ı z'ın yukarıdaki sözünü naklettikten sonra : Ben derim ki: Düğünlerde söylenmesi mubah kılınan makamla söz söylemek de kadınlara mahsustur. Erkekler için caiz değildir, demiştin
Evlenme, çocukları sünnet etme ve dinî bayram günlerinde def çalmak ve nağme ile söz söylemek hakkındaki Fıkıhçıların görüşlerini Müellifimizin 1302 ve 1303 nolu hadîslerin şerhinde özetle beyan etmiştilv Oraya müracaat edilebilir. Ayrıca bu bâbtan sonra gelen bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde bu konuda biraz bilgi verilecektir. [108]
1897) Hâlid el-Medenî isimli Ebü'I-Hüseyn (Radtyallâhü anhyûen; Şöyle demiştir :
Biz bir aşure günü Medine (-i Münevvere)'de idik. Cariyeler, def çalıp nağme ile söz söylüyorlardı. (Bu durumu yadırgadığımız için) Biz er-Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radıyallâhü anhümâ) 'nın yanına girdik de cariyelerin durumunu ona anlattık. Kendisi bize şöyle dedi: Ben, gelin olduğumun kuşluk vaktinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evlenme törenime gelerek odama girdi. O sırada iki kızcağız def çalgısı eşliğinde nağme ile söz söylüyor ve Bedir savaşında şehid edilen babalarımın menkıbelerini anıyorlardı. Bu kızcağızlar söyledikleri sözler arasında: İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber de vardır, diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (oradaküere) :
«Bu söze gelince bunu söylemeyiniz. Yarın ne olacağını Allah'tan başka kimse bilmez.» buyurdu."
Muhammed bin H&tib (Rji.)'ui Hâl Tercemesi
Muhammed bin Hâtıb bin el-Hars bin Muammer bin Habib bin Veheb bin Huzftfe bin Cümh el-Cümhl Ebü'l-Kâsım, sahâbîdir. Alî bin Ebi Tâlib (R.A.yden badis rivayet etmiştir. Tirmizl, Nesaİ ve thrA Mâceh yanında onun iki hadisi vardır. Havileri ise tbrâhim ve el-Hars adlı iki oğlu ile Semmâk bin Harb ve btr cemaattır, meretin 74. yılı vefat etmiştir. (Hulasa: 333) [109]
Buhârî, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da Rubeyyi' (RadıyaÜâhü anhâ) 'nin hadisini rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Tirmizi' nin rivayetinde bu hadîsin baş kısmında bulunan râvi H â li d (Radıyallâhü anh) 'a âit sözler yoktur.[110]
Rivayetlerde mânâyı etkilemeyen bâzı kelime değişiklikleri vardır. Bu değişiklikleri anlatmaya gerek görmüyorum. Zâten bunu anlatmak bir hayli yer alır.
Müellifin rivayet ettiği hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklıyalım: Gına' ve Teğanni: Yüksek sesle ve nağme ile şiir söylemektir. Bu şiir, söyleyiciye âit olabildiği gibi başkasına da âit olabilir.
Def î Kalbur şeklinde olup, bir yüzüne deri çekilmiş ve diğer yüzüne deri çekilmiş ve diğer yüzü açık olan çalgı âletidir.
Câriye: Hür olmayan kadın ve hür olan genç kız demektir. Bu kelimenin çoğulu Cevârî'dir.
Nudbe i Ölünün hasletlerini ve iyiliklerini sayıp anmaktır. Aşure günü: Muharrem ayının onuncu günüdür. Yüce dinimizce kutsal sayılan mübarek bir gündür.
Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radıyallâhü-anhâ)'mn evlendiği zâtın isminin Eyâs bin el-Bükeyr el-Leysi olduğu ve sahâbîlik şerefine mazhar olduğu I b n - i S a' d tarafından beyan edilmiştir.
Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radıyailâhü anhümâ) '-nm evlendiği zâtın isminin Eyâs bin el-Bükeyr el-tey-s İ olduğu ve sahâbîlik şerefine mazhar olduğu î b n - i S a' d tarafından beyan edilmiştir .
Rubeyyi' (Radıyailâhü anhâ) 'nin Bedir savaşında şe-hid edilen ve hadîste "babalarım" diye geçen zâtların, Rubeyyi' (Radıyailâhü anhâ)'nin babası Muavviz (Radıyailâhü anh) ve amcaları M u â z (Radıyailâhü anh) ile A v f (Radıyailâhüanh) oldukları el-Hâf iz tarafından beyan edilmiştir. Hepsine "babalarım" ifâdesi kullanılmıştır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Rubeyyi' (Radıyailâhü anhâ)'nin gelin olduğu geceyi takip eden gün kuşluk zamanı Rubeyyi.' (Radıyailâhü anhâî'nin odasına gittiği, B u -hâri ve Tirmizi' nin rivayetinden açıkça anlaşılmaktadır. Müellifin rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun odasına girdiğinde odada iki câriye, yüksek sesle şiirler söyleyip Bedir savaşında şehid edilen, gelinin babalarının hasletlerini ve iyiliklerini yâd ediyorlardı. Buhâri ve Tirmizi" nin rivayetinden; câriye sayısının ikiden fazla olduğu ve def çalgısı eşliğinde şiir söyledikleri anlaşılmaktadır. Buhârî ve Tirmi-z İ' nin rivayetlerinde "Cüveyriyât: Câriyecikler" tâbiri kullanılmıştır. Tuhfe yazarının beyânına göre bu cariyelerden maksad, Ensâr-ı Kirâm'ın kızcağızları imiş. Hürün, karşıtı olan câriye mânâsı kaste-dilmemiştir. Yine Tuhfe'nin naklettiği bir kavle göre bu kızcağızlar, şehvet yaşına henüz gelmemiş küçük yaştaki kız çocukları imiş.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gelinin odasına girdikten sonra da kızcağızlar çalgı ve şiirlerine devam etmişler, bu arada "ve içimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber vardır." demişler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu söze karşı çıkarak öyle söylememelerini ve yann ne olacağını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediğini buyurmuştur
Buhârî ve Tirmizi' nin rivayetine göre bu sözü cariyelerden birisi söylemiş ve Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle söylememesini emrettikten sonra : «Ve evvelce söylemiş olduklarını söyle.» buyurmuştur. Bu cümle Tirmi-z î' de : Ve bu sözden önce söylemiş olduklarını söyle.» şeklindedir.
Buhâri ve Tirmizi' deki bu ilâve, içinde mübalâğa olmayan mersiyeleri dinlemenin câizliğine delâlet eder. [111]
1- Düğün ve kutsal günlerde kadınların def çalmaları ve yüksek sesle şiir söylemeleri caizdir. Bu husustaki ayrıntılı bilgi, müellifin 1303 nolu hadîsinin izahı bölümünde geçmiştir.
2- Bir fitne tehlikesi olmadığı takdirde kadınların söyledikleri şiirleri ve def çalgısını dinlemek caizdir. Ancak hadisten çıkarılan hüküm, mübalâğaya kaçmadan ölülerin meziyetlerini anlatmaya âit şiirlere mahsustur.
3- Allah'tan başka hiç kimse yarın ne olacağını bilemez. Bir Peygamber, ancak Allah tarafından kendisine bildirilen gelecekdeki şeyleri bilebilir.
4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, gelinin odasına girmesi ve oradaki kızcağızların çalgı ve şiirlerini dinlemesi, umumi bir mübahlık hükmünü vermez. Yâni gelinin mahremi olmayan erkeklerin, gelin ile çevresinde bulunan kadınların odasına gidip oturması hükmü çıkarılamaz. Çünkü O, büyük ve eşsiz bir şahsiyet idi. En ufak bir fitne tehlikesi söz konusu değildi. Ayrıca gelinin yüzünün açık olduğuna dâir bir kayıt, hiç bir rivâyetde yoktur. O zamanın örf ve âdeti icabı olarak gelinlerin yüzleri örtülü idi. Yukarıda anlatıldığı gibi gelinin yanındaki kızlar da küçük yaştaki çocuklarda ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) odaya girdiğinde gelinin bir perde arkasında bulunmuş olması muhtemeldi. Nitekim hadîsin bâzı sarihleri böyle demişlerdir. Muhtemelen bu düğün, kadınların tamamen örtünmelerine âit âyetlerin inişinden önce vuku' bulmuştur.
1898) Âişe (Riuhyallâhiİ aıthâ)'thın ; ŞüyU* demiştir : Bir defa ensâr kızlarından iki kızcağız (def"çalgısı eşliğinde) Buâs savaşında ensâr'ın yekdiğeri hakkında söyledikleri şiirleri nağme ile ve yüksek sesle benîm yanımda okurlarken (Babam) Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) odama girdi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: ve bu iki kız şarkıcı değillerdi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) :
(Bu ne hâl?) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in odasında şeytan mezmûru mu? diyerek beni azarladı. Bu iş fıtır bayramı gününde idi. (Odamdaki yatağına uzanıp mübarek yüzünü çevirmiş vazıyette bulunan) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bunun üzerine (Ebû Bekir) (Radıyallâhü anh)'a dönerek) :
*Yâ Ebâ Bekir! (Onlara ilişme.) Şüphesiz her kavmin bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.- buyurdu. [112]
Bu hadîsi Buhâri, Müslim ve Nesai de rivayet etmişlerdir. Tercemede parentez içi ifâdeler, Buhâri ve Müslim' deki rivayetlerden alınmadır.
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :
Buâs: M e d i n e' de oturan Evs ile Hazreç kabileleri arasında 120 yıl kadar süren savaşların vuku bulduğu bir kalenin ismidir. Evs ve Hazreç kabilelerinin, aslen Y e -m e n' li olup câhiliyyet devrinde M e d i n e' ye yerleşmiş, kardeş oğullarından oluşan iki topluluk olduğu malûmdur. Bu iki topluluk arasında süre gelen savaşlar hicretten 3 yıl öncesine kadar aralıklı devam etmiştir. Zaman zaman vuku bulan savaşlara bir takım isimler verilmiş ve son savaş Buâs kalesi çevresinde vuku bulduğu için o savaşa Buâs savaşı ismi verilmiştir. Bazen de 120 yıllık savaşa Buâs savaşı ismi verilir. Nihayet meşhur Akabe görüşmeleri neticesinde îslâmiyeti kabul eden Evs ve Hazreç kabileleri arasında süre gelen savaşlar, Peygamber (Sallallahü Aley hi ve Sellem)'in bereketi ve Allah'ın inayetiyle son bulmuş, ondan bu yana düşmanlık yerine samimi sevgi ve saygı hâkim olmuştur. Bu hususta geniş ma'lumat için İslâm tarihine âit kitaplara müracaat edilmelidir.
Mezmûr ve Mizmâr: Düdük, ney ve kaval gibi üfürülmekle çalman çalgılar, bunları çalma işi, ıslık çalma anlamlarına gelir. Bir de makamla şiir okuma mânâsına gelir.
K a s t a i â n i' nin beyânına göre burada makamla şiir okumak veya def çalmak mânâsı kastedilmiştir. Çünkü hadislerde belirtildiği gibi cariyeler, def çalgısı eşliğinde şiir okumuşlardır. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in bu işi şeytan işi olarak vasıflandırması sebebine gelince; Bu gibi şeylerin kalbi meşgul etmesi ve Allah'ı anmaktan alıkoymasıdır. Kalbin Allah'tan gafil kalması ise şeytandan ileri gelir. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), her çeşit eğlence ve makamla şiir okumanın haram olduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin, cariyelerin def çalıp makamla şiir okumalarına müsaade ettiğini bilmediği için karşı çıkmıştır. Bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi Ebû Bekir (Radıyallâhü anhî Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin odasına girdiğinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i uzanmış olarak görmüş ve uykuda olduğunu zannetmiş. Bu nedenle müdâhale işini kendisine âit olarak telâkki etmiştir.
Nevevî: Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in bu müdâhalesinden çıkarılan netice, büyük zâtların ve fazilet ehlinin bulunduğu yerlerde günah sayılmayan oyun ve eğlencenin uygun olmaması; keza büyük zâtların maiyetinde bulunan bir kimsenin büyük zâtların meclislerine lâyık olmayan bir durumu gördüğü zaman buna karşı çıkabileceği, bu çıkışın orada bulunan büyük zâta karşı saygısızlık sayılmamasıdır. Bilâkis bu tür müdahaleler, büyüğe karşı duyulan saygı ve ta'zimin gerektirdiği bir edep görevidir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cariyelerin yaptığı işi mubah gördüğü için mâni olmamış, ancak cariyelerin sıkılıp bu işi bırakmamaları ve onları dinlememek için uzanıp mübarek yüzünü çevirmiş ve bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi üzerine bir şey örtmüştür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu hareketi O'nun güzel huyluluğundan, halimliliğinden ve şefkatinden ileri gelmiştir, der.
K a s t a 1 â n i' nin beyânına göre cariyeler, ensânn henüz erginlik çağına varmamış olan kızcağızları idi. Fakat bâzı sarihlere göre cariyeler, ensânn erginlik çağına varmış olan cariyeleri idi. Çünkü Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâî 'nin rivayetine nazaran cariyelerden birisi Hassan bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'in cariyesi imiş ve bunlardan birisinin ismi A m â m e imiş. Diğerinin ismi hakkında bir kayda rastlamadım.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'in Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'e verdiği cevaptan çıkarılan hüküm, bayramlarda def çalmanın ve uygunsuz şeylere tahrik edici olmamak kaydıyla nağme ile şiir söylemenin caiz olduğudur. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) '-nin "Bu iki kız şarkı söylemeyi san'at ve âdet edinmiş kızlar da değildiler/' sözü bu olayda nefsi tahrik edici bir durum olmadığına delalet eder.
Nağme ve makamla şiir söyleme hakkında âlimlerin görüşlerini N e v e v i bu hadîsin şerhinde özetle şöyle anlatır:
"Nağme ve makamla şiir ve benzerî sözleri yüksek sesle okumak hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir:
1- Hicaz âlimlerinden bir cemâat bunu mubah saymışlar. Malik' ten bir rivayet de böyledir.
2- Ebû Hanîfe ve Irak âlimleri, bunu haram saymışlardır.
3- Şafiî ve meşhur kavlinde Mâlik, bunu mekruh saymışlardır.
Caiz olduğunu söyliyen âlimler, bu hadîsi delil göstermişlerdir. Haram veya mekruh olduğunu söyliyenler ise şöyle cevap vermişlerdir : Hadisdeki gına bir fitneye sebep olmıyan savaş ve kahramanlıkla ilgili şiirleri okumaktan ibarettir. Şehvetleri harekete getirip bir kötülüğe sebebiyet verecek veya uygunsuz bir harekete ve tembelliğe yol açacak gına tamamen ayrı bir şeydir.
Kadı I y â z: Hadiste anılan iki cariyenin okudukları şiirler, savaş şiirleri ve kahramanlık ile zafere âit sözlerdi. Bu tür şiirler, cariyeleri bir şerre teşvik etmez nitelikteydiler. Onların okudukları şiirler, âlimler arasında ihtilâf konusu olan gına çeşidinden değildir. Onların yaptığı iş, anılan konuya âit şiirleri yüksek sesle okumaktı. Bunun için  i ş e (Radıyallâhü anhâ) onların şarkıcı kızlar olmadıklarını beyan etmiştir. Çünkü şarkı ve benzeri sözleri makamla ve yüksek sesle söylemeyi san'at hâline getiren şarkıcı kadınlar, söyledikleri sözlerle nefisleri kötülüğe tahrik eder, uygunsuz durumlara yol açar ve fitnelere sebep olabilir. Nitekim, şarkı söylemek, zinanın basamağıdır, denilmiştir. Ayrıca bu cariyeler şarkı söylemeyi san'at edinmedikleri için sakıncaları doğuracak jestler, mimikler v.s. şehvet ve dikkat çekici hareketleri becerecek durumda değildirler. Araplar şiir söylemeye gına ismini verirler. Bu ise âlimler arasında ihtilâf konusu değildir. Bilâkis mubahtır. Sırf nağme ile ve makamla şiir okumayı sahâbîler caiz görmüşlerdir, demiştir."
Şarkı söylemek ve def gibi çalgıları çalmakla ilgili dört mezhep âlimlerinin görüşlerini 1303 nolu nadîsin şerhinde kısaca anlatmıştım. Tekrarlamaya gerek görmüyorum. Geniş bilgi isteyenler Fıkıh kitaplarına müracaat etsinler.
1899) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'6en; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) bîr defa Medine (i Münevvere) 'nin bâzı yerlerinden geçti de aniden bir kaç kızcağızla karşılaştı. Kızlar def çalıyor, nağme ile şiirler okuyor ve Biz Neccâr oğullarının kızlarıyız. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne iyi komşudur, diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), o kızcağızlara:
«Allah biliyor ki cidden ben de sizleri seviyorum.» buyurdu."
Not; Bunun isnadının sahîh. râvilerinin de sıka oldukları Zevâid'de bildi-rüaaistir. [113]
Benî Neccâr kabilesi, Ensâr-ı Kirâm'dan, büyük bir kabiledir. Bu kabilenin babasının ismi, Teymü'1-Lât olup, Neccâr lakabıyla tanınmıştır. Neccâr, marangoz demektir. Denildiğine göre keserle sünnet olduğu için O'na bu lâkap verilmiştir. Bu kabile. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dedesi Hz, Abdülmuttalib'in dayılarıydı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke' den M e d i n e ' ye hicret buyurduğunda, bu kabileden olan Ebû Eyyub Hâlid bin Zeyd (Radıyallâhü anhJ'ın evine misafir olmuştur. Siyer kitaplarında anlatıldığına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devesi Ebû Eyyub (Radıyallâhü anh)'in kapısı önünde çöktüğü zaman Neccâr oğullarının kızları çıkıp def çalmışlar, şiirler okumuşlar ve bu hadiste geçen şiiri söylemişlerdir. Şerefü*l-Mus-tafâ adlı kitapda da bu durum anlatıldıktan sonra şöyle deniliyor:
"Neccâr oğullarının kızcağızları bu şiiri okuyunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara-.
«Beni seviyor musunuz?» buyurmuş. Onlar: Evet yâ Resûlallahl deyince; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç kez; «Vallahi ben de sizleri seviyorum.» buyurmuş, bir rivayete göre de: «Allah biliyor ki, ben sizi seviyorum.» buyurmuştur." Tabari' nin rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Allah biliyor ki, benim kalbim sizi seviyor.» buyurmuştur.
Yukardaki bilgilere bakılırsa bu hadîste Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ın rivayet ettiği durum. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hicret buyurduğunda Medîne-i Münevver e' ye şeref verdiği gün vuku' bulmuştur. Bu hususta İ bn-i M â c e h ' in elde mevcut sünen haşiyeleri Sindi ve Miftahü'l-Hâce'de bir kayda rastlamadım.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Küba' dan M e -din e' ye teşrifi hakkında hadis ve siyer kitaplarında geniş bilgi vardır. Ben Buharı' nin 'Hicret Bâbi'nda Enes bin Mâ-1 i k (Radıyallâhü anh)'den olan rivayete göre, bu tarihi yolculuğu özlü olarak anlatmakla yetineceğim. Şöyle ki -.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) K û b a'da 14 gece kaldıktan sonra dayıları olan Neccâr oğullarına haber verdi. Onlar da silâhlarını kuşanarak geldiler. Diğer Ensâr-ı Kirâm'ın yolladığı haber üzerine onlar da silâhlı olarak geldiler. Gelenlerin tümü Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'e selâm verdiler. Sonra M e d i n e' ye hareket edileceği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in develeri etrafında toplanan silâhlı Ensâr-ı Kiram, onlara : Düşmanlarınızdan emin dostlarınız da emrinizde olarak develerinize bininiz, dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devesine bindi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) de O'nun arkasında deve üzerindeki yerini aldı. Böylece Medine yoluna çıkıldı. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) K a s v â adlı devesi üzerinde, Ebû Bekir {Radıyallâhü anh) peşinde, Ensâr-ı Kiram onları kuşatmış olarak Medine'ye hareketleri hâlâ gözümün önündedir.
Siyer kitaplarında anlatıldığı gibi bu mübarek kafile R â n û -na'da Cuma namazını kıldıktan sonra M e d i n e ' ye hareket etti. Medine' nin dışına kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i karşılamaya gelen ve yolun iki tarafını dolduran halkın : Peygamber geldi. Peygamber geldi şeklindeki sevgi tezahürleri arasında kafile M e d î n e ' ye doğru ilerliyordu. Medine dolayları Evs ve Hazreç kabileleri ile çevrili olduğundan, yanından geçilen her kabile temsilcileri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in K a s v â adlı devesinin yularına sarılarak: Yâ Resûlallah! Bize konuk olun, size saygılı, düşmanlarınızı yenmeye muktedir kabilemize misafir olunuz, diye tekliflerde bulunuyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
«Deveyi kendi hâline bırakınız. O me'murdur. Emredildiği yere gider, yolunu açınız.» buyurarak onların gönüllerini alıyor. Ve müsâade istiyordu. Nihayet N e c c â r oğullarının yurduna varıldığında onların temsilcileri K a s v â ' nın çevresini sararak: Dayınızın evine buyurunuz, diye davet ediyorlar, bir taraftan da Nec-c â r oğullarının küçük yaştaki kız çocukları defler çalarak şiirler okuyorlardı. Okudukları şiirler içerisinde, bu hadiste anılan beyit de geçiyordu. Medine şehrine girilince son derece sevinen halk coşmuştu. Kadınlar, damların üstünde: Peygamber geldi, Peygamber geldi, diye seviniyorlar ve şiirler okuyorlardı. Bu sevinç tezahürleri içinde yürüyen K a s v â, nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescidinin yapıldığı arsaya varılınca oraya çöktü. Fakat efendimiz deveden inmedi. Biraz sonra deve kalktı, biraz gittikten sonra Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd (Radıyallâhü anh) 'in evinin önüne vardığında yere çöktü ve boynunu yere koyup bağırmaya başladı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devenin üstünden inip N e c c â r oğullarından olan bu bahtiyar sahâbiye misafir oldu. Bu zâtın hâl tercemesi 318 nolu hadîs bahsinde geçmiştir.
1900) Abdullah bin Abbâs (Radtyallâkü anhümâ)'(\an; Şöyle demiştir :
Âişe (Radıyallâhü anhâ), yakını olan bir kızı Ensâr'dan bir adam ile evlendirdi. (Gelin götürüldükten sonra) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi ve (orada bulunanlara) :
— «Genç kızı (damadın evine) gönderdiniz (mi?)» buyurdu. Sa-hâbîler:
— Evet, dediler. Efendimiz:
— «Def çalıp nağme ile şiir söyleyecek bir kızcağızı gelinle beraber gönderdiniz (mi?)» buyurdu. Âişe (Radıyallâhü anhâ) :
— Hayır, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— «Şüphesiz Ensâr, içlerinde gazel (âdeti) bulunan bir kavimdir. Keski onlara: *jfÇ>j üÇiû (*^l~?l jj'ül'l - *Size geldik, size geldik. Artık Allah bize de, size de uzun ömür versin, diyecek bir kızcağızı gelinle beraber göndereydiniz.» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi el-Eclah ve Ebü'z-Zübeyr dolayısıyla bunun senedi hakkında ihtilâf vardır. Âlimler, Ebü'z-Zübeyr*in îbn-i Abbâs (R.A.V-den hadîs işitmediğini söylerler. Ebû Hatim de onun îbn-i Abbâs (RA.)'ı gördüğünü isbatlamıştır. [114]
Bu hadîs Zevâid türündendir. Hadiste geçen 'Gazel1 kelimesinin mânâsı, kadınların kendi aralarında sohbet etmeleridir.
Hadisin: cümlesindeki fiil "Ehdeytüm" veya "Ehedeytüm" şekillerinde okunabilir. Birinci okuyuşa göre soru edatı takdir edilir. Çünkü cümlede soru edatı yoktur. İkinci okuyuşa göre fi'lin başındaki hemze, soru edatıdır. Biz, birinci okuyuşu tercemede esas aldığımız için soru anlamının karşılığını parantez içine aldık. «Genç kızı hediye ettiniz mi?» mânâsını ifâde eden bu cümleden maksat: "Gelini damadın evine gönderdiniz mi?" demektir.
Buradaki rivayete göre gelin edilen kız, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın yakınıdır.
Bu hadisin bir benzerini Buhâri, yine  i ş e (Radıyal-Iâhü anhâ) 'dan rivayet etmiştir. Oradaki hadîs, meâlen şöyledir:
Âişe (Radıyallâhü anhâî (yanında yetiştirdiği) bir kadını Ensâr-dan bir adam ile evlendirdi. (Gelin götürüldükten sonra) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ Âişe! Yanınızda def çalgısı ve şiir söyleme eğlencesi yok (mu?) idi. Çünkü Ensâr oyundan hoşlanırlar.* buyurdu."
Kastalânî, bu hadisin şerhinde şöyle der:
" Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin gelin ettiği kız, onun yetiştirdiği bir yetimdi. Nitekim Taberânî' nin el-Evsât'mda böyle rivayet edilmiştir. îbn-i Mâc eh'in rivayetinde de kızın, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin yakını olduğu bildirilmiştir.
Ebü'ş-Şeyh'in rivayetinde ise; kızın Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin bacısının kızı veya bir yakını olduğu belirtilmiştir.
Üsdü'l-Ğâbe'de, kızın adının el-Fâria bint-i Es'ad bin Zürâre olduğu ve damadın isminin Nebit bin C â -bir el-Ensâri olduğu belirtilmiştir.
Ş e r î k' in rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Def çalan ve nağme ile şiir söyleyen bir cariyeyi gelinle beraber gönderdiniz mi?» diye sormuştur.
Bu hadis de düğünde def çalmanın ve şiir söylemenin meşruluğuna delâlet eder.
1901) Mücâhid [115](Radıyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir:
Ben, (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nın beraberinde idim. Bir davul sesini işitti. Bunun üzerine iki parmağı (nm uçları) nı kulaklarına soktuktan sonra oradan uzaklaştı. Hattâ bunu üç defa yaptı. Sonra dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) böyle yapmıştır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki râvi Leys bin Ebi Se-lim'in zayıflığı hususunda cumhur ittifak etmiştir, Senedin diğer râvisi Sa'lebe ise İbn-i Mâceh'in rivayetinde (İbn-i Mâlik) diye geçmiştir. Bu da Sa'lebe'nin râvisi el-Piryâbi'nin yanıksıdır. El-Müzzi'nin et-Tehzib ve el-Etraf'ta dediği gibi bunun doğrusu (Sa'lebe bin Süheyl Ebû Mâlik)'dir. Ebû Dâvûd bu hadisi kendi sünenin* de, senedi ile beraber Nâfi aracılığı ile İbn-i Ömer (R.A.)'den rivayet etmiştir. Yat-nız şıi fark var ki, Ebû Davud'un rivayetinde Nâfi «Davul sesi» dememiş, bunun yerine «Mizmâr (sesi)» demiştir. Hadisin kalan kısmı buradakinin mislidir. [116]
Notta belirtildiği gibi bu hadisin senedinde zayıf bir râvi var ise de Ebû Dâvûd bu hadîsin bir benzerim değişik bir sened ile rivayet etmiştir. Ancak müellifimizin hadis metninde 'Tabi = Davul' kelimesi bulunur. Ebû Dâvûd'un rivayetinde bu kelime yerine 'Mizmâr* kelimesi bulunur. Mizmâr'm tarifi 1898 nolu hadisin izahında geçmiştir.
Bu hadîs, davul veya liflemekle çalınan kaval ve zurna gibi çalgı âletlerinin sesini dinlemenin yasaklığma delâlet eder. Ancak İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın işittiği sesin evlenme veya dinî bayram gibi bir sevinç günü münâsebeti ile mi, yoksa başka bir sebeple mi çalınan davul veya mizmâr sesi olduğu hususunda bir bilgiye rasthyamadım.
Sindi bu hadisin haşiyesinde : Bu hadis, davul sesini dinlemenin mekruhluğuna ve bundan sakınmanın uygunluğuna delâlet eder, demekle yetinmiştir. [117]
'Abdurrahman el-Cezlri1 nin Fıkıh kitaplarının El-Hazar ve'1-İbaha' bölümünde bu konu hakkında verilen bilginin özeti şöyledir:
1- Hanefiler; Tanbur, kanun, zurna, borazan ve benzerî çalgıları çalmak tahrimen mekruhtur, demişlerdir.
(Hanefiler' den, e 1 - H a s a n, evlenme düğününde pulsuz def çalmayı mubah saymıştır.)
2- Ş â f i î 1 e r: Evlenme ve sünnet düğünlerinde, dini bayram günlerinde ve bunlara benzer sevinç zamanlarında def çalmak caizdir, demişlerdir. CDiğer çalgılar caiz değildir.)
3- Mâlikiler: Evlenmeyi ilân etmek için pulsuz def, davul, borazan, ney ve kaval çalmak caizdir. Ancak bunları çalmak fazla eğlenceye yol açarsa caiz değildir. Bu hüküm erkekler ve kadınlar için aynidir, demişlerdir. Bâzı Mâliki âlimler, evlenme düğününde olduğu gibi diğer sevinç günlerinde de, anılan âletleri çalmak caizdir, demişlerdir.
4- Hanbeliler'e göre her türlü çalgıyı çalmak caiz değildir."
Yukarıda anlatılan hüküm, dinleyiciler için de aynidir.
Notta durumu söz konusu olan râvi Sa'lebe bin Süheyl Ebû Mâlik et-Tuhavî et-Temimî el-Kufi, R e y' de yerleşmiştir. Zührî ve el-Leys bin Ebî Selim' den rivayette bulunmuştur. Râvileri ise Cerir bin Ab-dilham id ve Ebû Usâme'dir. İbn-i Muin onu sıka saymıştır. Tirmizİ ve îbn-i Mâceh onun rivayetlerini almışlardır.[118]
Muhannesin, kelimesi Muhannesın çoğuludur, kadmlaşan erkekler demektir. Bu da orta oyununda yapıldığı gibi, erkeğin, sesini kadın sesi gibi inceltmesi, kadın gibi kınla döküle yürümesi ve davranışları ile huyları yönünden kadın gibi görünmesidir.
M ü si im'in 'Selâm' kitabının Muhannesi, yabancı kadınların yanma gitmekten menetmek' babında rivayet olunan Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsinin şerhinde N e v e v i şöyle der:
"Lügat âlimleri : Muhannes ve Muhannis: Huyları, konuşması ve hareketleri bakımından kadınlara benzeyen erkektir. Bu benzeyiş bazen yaratılıştandır. Bazen de sun'idir, demişlerdir.
Din âlimleri de : Muhannes iki kısımdır:
Bir kısmı yaratılıştan böyledir; konuşmasında, durum ve davranışlarında, huylarında ve görünüşte kadınlara benzetme kasdı kat'iyyen yoktur. Allah Teâlâ onu öyle yaratmıştır. Böyle olan Muhannes bu durumundan dolayı günahkâr sayılmaz, kınanmaz ve yerilmez. Çünkü ma'zurdur, bir rolü yoktur.
Diğer bir kısım Muhannes var ki yaratılışında böyle bir hali yoktur, kasıtlı olarak; huylarında, durum ve davranışlarında, konuşmalarında, kılık ve kıyafetinde kendisini kadınlara benzetir. İşte sahih hadîslerde lanetlenen Muhannes bu kısma girendir."
1902) Peygamber'in eşlerinden Ümmü Seleme (Radtyallâhü rivayet edildiğine göre:
(Tâif in muhasarası esnasında) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yanına girmiş. O sırada (Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah bin Ebî Ümeyye (Radıyallâhü anh) ve kölesi Muhannes orada idiler.) Muhannesin Abdullah bin Ebî Ümeyye (Radıyallâhü anh)'a şöyle söylediğini efendimiz işitti = Eğer Allah yarın Tâif in fethini müyesser eylerse ben sana öyle bir (genç) kadın göstereceğim (yâni senin için yakalıyacağım) ki (semizlikten karnı) dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner.
Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«(Ey Mü'minler!) bu herifi evlerinizden çıkartınız.» buyurdu." [119]
Buhâri, Müslim ve lbn-i Hibbân da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Bunun bir benzerini Müslim, Â iş e (Radıyaliâhü anhâ) 'dan da rivayet etmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in B u h â r i' deki buyruğu : *Bu kabil herifler bir daha siz kadınların yanına sakın girmesinler.» şeklindedir. M ü s 1 i m ' in ri-vâyetindeki ise: *(Ey Mü'minler!) bu kabil herifler bir daha yanınıza sakın girmesinler.» şeklindedir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sefere çıktığı zaman hanımlarım sırayla beraberinde götürürdü. Mekke fethi seferinde sıra annelerimiz Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) ve Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) 'ya geldiği için onları götürmüştü. Taife de beraber gitmişlerdi. Muhannes Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nm kardeşi Abdullah (Radıyallâhü anh)'m kölesi olduğu ve erkekliği olmadığı için efendisiyle beraber Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nın yanma girmesinde bir sakınca görülmemişti. Nitekim H a t tâbi: Muhan-nes'in kadınlara temayül edecek erkeklik duygusu yoktu. Erlik duygusu bulunmadığı için kadınların saklanması gereken erkeklerden müstesna sayılanlardan idi, demiştir.
Bu hadisin benzeri olup Müslim'in Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği bir hadîsin baş kısmında:
Âişe (Radıyallâhü anhâ) : "Muhannes Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in eşlerinin yanlarına girerdi. Çünkü onu erlik duygusu bulunmayanlardan sayıyorlardı. Sonra bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinden birisinin yanına girmiş, Muhannes orda imiş ve bir kadını vasıflandırıyormuş..." diyerek buradaki hadisin devamının benzerini rivayet etmiştir.
N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der:
"Muhannes'in ilk zamanlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem eşlerinin odalarına girmesinin sebebi bu hadîste beyan edilmiştir. Sebep şu idi: Herkes onun erlik duygusunun bulunmadığına ve bu sebeple kadınların odalarına girmesinin mubah-lığına inanıyordu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan bu kötü lâfları işitince erlik duygusunun bulunduğu ve bu duygusunu sakladığı anlaşıldı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun girmesini yasakladı. Ve kadınların da mu-hanneslere görünmesini yasaklıyarak böylelerin erlik duygusu olup kadmlara rağbet eden erkekler hükmünde oldukları beyan edilmiş oldu.
Hadımlaşmış veya tenasül uzvu kesilmiş olan erkeklerin hükmü de böyledir.
Hadîste anılan köle Muhannes'in ismi hakkında ihtilâf vardır. Kadı Iyâz'ın dediğine göre en meşhur kavle nazaran onun adı H i t' dir. Adının H i n b olduğu rivayeti de vardır. Hinb ahmak demektir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu seferden Medine'ye döndükten sonra bu adamı sürgün etmiştir. Âlimler onun Medine' den sürgün edilmesinin üç nedene dayandığını söylemişlerdir.
Birincisi; Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadisinde anlattığı gibi bu herif erlik duygusunu gizliyordu. Herkes onu bu duygudan yoksun sanıyordu.
İkincisi: Bu herifin kadınların güzelliklerini erkeklerin huzurunda anlatması idi. Halbuki bir kadının kendi kocasına bile başka kadının güzelliklerini anlatması yasaklanmıştı. Artık bir erkeğin baş- . ka erkeklere bir kadının güzelliklerini anlatması nasıl olur?
Üçüncüsü: Kadınların çoğunun bile göremiyeceği başka kadınların vücut çizgilerini hattâ kadınların kannlarındaki büklüm sayılarını bile sayacak derecede ahlâksızlığı meydana çıkmış idi."
Ebû Davud'un Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'-den rivayet ettiğine göre; Muhannes bir defasında ellerini ve ayaklarını kınayla boyamıştı. Bu haliyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna getirilerek :
Yâ Resûlallah! Bu adam kendini kadınlara benzetiyor, diye şikâyet edilmişti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından Bakî1 a sürülmüştü. Ey Allah'ın Resulü! Bu adamı niçin öldürmüyorsunuz? denilince namaz kılanı öldürmek yasak, diye cevap buyurulmuştu.
Sürülen bu herifin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra tekrar M e d î n e' ye gelmek için vâki müracaatı Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) tarafından reddedilmiş, Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hilâfeti devrinde fakirlik ve yaşlılık mazeretlerini ileri sürerek M e d i n e' ye dönmek için tekrar müracaatta bulununca halîfe Ömer (Radıyallâhü anh) onu yalnız Cuma günleri M e d î n e' ye gelip halktan ihtiyacını temin ederek aynı gün geri gitmek şartıyla müsaade etmişti.
Muhannes'in Abdullah (Radıyallâhü anhl'a tarif ettiği kadının T â i f' li Gaylan'ın kızı olduğu Buharı* nin 'libas' kitabının "Kendilerini kadınlara benzeten erkekleri evlerden çıkartmak" babında rivayet ettiği aynı hadîste belirtilmiştir. K a s -t a 1 â n î kadının isminin de Bâdiye veya Baniye olduğunu ve kadının dedesinin isminin de Seleme olduğunu söylemiştir.
Muhannes'in "... kadın dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner." sözünün mânâsı şudur: "O genç kadının semizliğinden dolayı karnı dört büklümdür. Büklümler onun böğrüne kadar uzanır. Bu nedenle arkadan bakıldığı zaman büklümler iki taraftan taşarak sekiz büklüm görünür."
Hadîsin sonundaki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emri umumidir. Yalnız o muhannes'e mahsus değildir. Bu nedenle muhanneslerin hiç birisini evlere sokmamak gerekir. Neve v i = Yumurtaları çıkarılan veya tenasül uzvu kesilmiş olanlar da bu hükme tâbidir, böylelerini evlere almak yasaktır, demiştir. [120]
H u n e y n savaşında hezimete uğrayan düşman kuvvetlerinin bir kısmı Tâif te toplanmıştı. Bunun için hicretin sekizinci yılı Şevval ayında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Taife hareket buyurdu. Mekke1 nin güneyinde olup 88 km. mesafede bulunan Tâif şehri o târihlerde eski bir kale ile çevrili idi. Tâiflüer ile bu kaleyi onarıp içine çekilmişlerdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tâ i f'e hareket etmeden önce Halid.bin el-Velîd (Radıyallâhü anh)'ın komutasında bin kişilik bir kuvveti oraya göndermişti. Tâif kalesi muhasara edildi ve bu muhasara yirmi gün kadar sürdü. Kale çok muhkem olduğu için muhasaranın uzatılmasından vaz geçildi. Bir yıl sonra T â i f'liler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir hey'et göndererek müslümanlığı kabul ettiler.
1903) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendini (kasden) erkeklere benzeten kadına ve kendini (kasden) kadınlara benzeten erkeğe lanet etmiştir."
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı basendir. Çünkü râvi Yâfcub bin HÜmeydln sıkalığı hususunda ihtilâf vardır. Kalan râviler sıka zâtlardır. EbÜ Dâvûd da bu hadisi buna yakın lâfızlarla rivayet etmiştir.
1904) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erkeklerden kendilerini (kasden) kadınlara benzeten erkeklere ve kadınlardan kendilerini (kasden) erkeklere benzeten kadınlara lanet etmiştir." [121]
Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anhl'ın hadîsinin benzerini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
Jbn-i Abbâs (RadıyallAhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Tirmizi. Nesâi, Ebû Dâvûd, Ahmed ve Dâri-m î de rivayet etmişlerdir.
Buhâri ve Tirmizi' deki hadîs metni şöyledir:
"... İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan? Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erkeklerden muhannes (= kas-den kendisini kadınlara benzeten) lere ve kadınlardan mütereccile (= kasden kendisini erkeklere benzeten)Iere lanet etmiştir." B uh â r i' nin rivayetinde şu ilâve vardır:
"... Ve buyurdu ki: "Bu kabil adamları evlerinizden kovunuz." İbn-i Abbas demiş ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) falanı çıkardı. Ömer (Radıyallâhü anh) de filânı çıkardı."
Kendisini kasden kadınlara benzeten ve Muhannes adı verilen erkek hakkında gerekli bilgi bu babın başında, ayrıca ilk. hadisin izahı bölümünde verilmişti.
Mütereccile yâni kendisini kasden erkeklere benzeten kadına gelince; bu benzetiş kadının, konuşmasında, durum ve davranışlarında kendisini erkek gibi göstermesi ile oluşur.
K a s t a 1 â n i bu benzetişe misâl olarak kadının silâh kuşanmasını göstermiştir.
Tuhfe yazan da benzetişe misâl olarak kadının kılık kıyafetinde, hâl ve hareketlerinde, yürüyüşünde, yüksek sesle konuşmasında erkek gibi davranmasını göstermiş ve : Kadının görüş ve ilim sahasında erkekler gibi olması sakıncalı değildir. Nitekim en-Nihâye'de rivayet edildiğine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ)"nın görüşü, isabetlilik yönünden erkeklerin görüşleri gibi idi, demiştir.
Tuhfe yazarı bu arada şöyle der:
"T a b e r i demiş ki hadisten kastedilen mânâ şudur: Kadınlara mahsus kılık, kıyafette ve süslemede onlara benzemek erkekler için caiz değildir. Keza erkeklere mahsus kılık, kıyafette ve süslemede, onlara benzemek kadınlar için caiz değildir.
E 1 - H â f ı z da : Keza konuşmada ve yürüyüşte erkeklerin kadınlara veya kadınların erkeklere kendilerini benzetmeleri caiz değildir. Kıyafet hususunda her memleketin örf ve âdeti aynı değildir. Bâzı memleketlerde erkekler de entari giyer ama kadınları örtünmek ve erkeklerden kaçınmakla ayırdedilirler.
Konuşma ve yürüyüş tarzı bakımından olan benzeyiş kasıtlı olduğu takdirde kötü ve yasaktır. Doğuştan, sesinde veya yürüyüşunde bir benzeyişi bulunan bir kimseye gelince o, bu benzeyişi terket-mek için gayret göstermek ve çalışmakla memurdur. Gayret etmediği takdirde, hadîsin hükmüne girmiş sayılır ve sorumludur. Bilhassa bu hâlinden menmun ise elbette lanete müstahak olmuş olur. Bu ayırım hadisin "Müteşebbihin = kendilerini benzetenler" lâfzından açıkça anlaşılıyor.
Doğuştan Muhannes yâni kadınlara yukanda anılan hususlarda benziyen bir kimse, bu hâlinden dolayı kötülenmez. diyen N e -v e v î gibi âlimlerin sözü bu hâli bırakmaya muktedir olmayanlara âit olarak yorumlanır. Kişi tedricen bile bu hâlini bırakmaya muktedir olduğuna rağmen özürsüz olarak bir gayret göstermezse gayet tabiî hadis hükmünce yerilmeye mâruzdur, demiştir."
Lanet: Hayır ve mutluluktan ve Allah'ın rahmetinden uzaklığı dilemektir. "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lanet etti" cümlesinin mânası: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kişinin Allah'ın rahmetinden, hayır ve mutluluktan uzaklığım diledi." demektir, [122]
1905) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii anh)'den: Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (evlenenleri) tebrik
etmek (veya onların uyum ve düzenleri) için dua ettiği zaman şöyle
derdi:
Allah sizler için bereket versin, O'nun bereketi üzerinizde olsun ve O ikinizi hayır içerisinde bir araya getirsin. [123]
Tirmizi, Ebû Dâvüd ve Beyhakî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
Tirmizi ve Ebû Davud'un rivayetlerinde hadisin baş kısmi;"... adamı, evlendiği zaman tebrik
etmek (veya uyum ve düzeni) için duâ ettiği zaman..." şeklindedir. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duası;"Allah senin için bereket versin. O'nun bereketi senin üzerinde olsun. Ve o ikinizi hayır içerisinde bir araya getirsin." şeklindedir. Tirmizi'nin rivayetinde bu duâ metninde; İ«U = "senin için" sözü yoktur. Diğer kısım aynıdır.
Hadîsdeki "Reffaa" fiili "Terfi" mastanndan türeme mazi fiildir. Evlenenlerin uyum ve düzen içinde yaşamalarını dilemek mânâsında kullanılır. Bâzı âlimler, bu fiilin evlenenleri kutlamak anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Ben tercemede her iki mânâyı dikkata alarak parentez içi ifâde ile durumu belirtmek istedim. [124]
1. Evlenenleri tebrik etmek ve mutlu yaşamaları için duâ etmek müstehabtır.
2. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi duâ etmek daha faziletlidir.
3. Eşler için yapılacak en iyi duâ onlara bereket dilemektir. Çünkü bereket kelimesinin anlamı geniştir. Muhabbet, uyum, düzen ve bağlılık gibi hayrın tüm çeşitlerini içine alır.
1906) Akıl bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü ankyâen rivayet edildiğine «Öre:
Kendisi (Basra'da) Benî Cüşem kabilesinden bir kadınla evlenmiş. Bunun üzerine halk, onun için uyum ve oğlan çocuklar, dileğinde bulunmuşlar. Kendisi halka t
— Böyle söylemeyin. Lâkin Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ'in dediği gibi şöyle söyleyin, demiştir t
«Allah'ım! Onlara bereket ver ve senin bereketin onların üzerinde olsun.»" [125]
Nesaİ ve Beyhakî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. H a t t â b İ şöyle demiştir: Evlenenlere, uyum ve oğlan çocuklar, dilemek Arapların âdetlerinden idi. Bu dileği; sözü ile ifâde ediyorlar idi. Bu cümlede geçen 'Rifâ' kelimesi 'Refv' kelimesinden alınmadır. Refv iki mânâya gelir: Bu mânâlardan birisi, teskin etmek yâni sükûnete kavuşturmak, demektir. Diğer mânâ ise uyum, düzen ve anlaşmak, demektir.
Akil (Radıyallâhü anh) halkın, câhiliyyet devri âdetlerinden olan böylfc dilekte bulunmalarına karşı çıkmıştır. Çünkü bu söz, duâ niyetiyle değil, uğurlu bir söz olduğu inancı ile kullanılırdı. Bir de şu var ki bu sözde kız çocuklardan nefret duymak anlamı vardır. Câhiliyyet devri insanları kız çocukları hakir görüyor, hattâ diri diri toprağa gömüyorlardı. İslâmiyet bu kötü duyguyu silmiş süpürmüştür, îşte bu nedenle böyle söz söylemeye karşı çıkan Akil (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in buyurduğu gibi duâ edilmesini istemekle halkı aydınlatmıştır. [126]
1. Câhiliyyet devri âdetine göre, evlenenler için dilekte bulunmak meşru değildir.
2. Hatalı hareket edenleri uyarmak gerekir. Onlara doğru yol gösterilmelidir.
3. Evlenenler için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in buyurduğu gibi duâ etmek müstehabtır.
Râvi A k î 1 (Radıyallâhü anh) bin Ebi Tâlib bin Abdilmuttali b bin Hâşim el-Hâşimî Ebû Y e z î d, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in amcası Ebû T â 1 i b'in oğludur. Hazreti A 1 î (Radıyallâhü anh)'den yaşça yirmi yıl büyüktü. Hudeybiye seferinden önce müslüman oldu ve M û't e savaşına katıldı. Rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona Hay ber'in mahsulünden her yjl 120 vesk[127] verirdi. Birkaç hadisi vardır. Râvileri oğlu Mu-. hammed, Hasan-ı Basri ve Ata' dır. N e s a i ve îbn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. İ b n - i S a'd'ı n dediğine göre M u â v i y e (Radıyallâhü anh)'m hilâfeti devrinde vefat etmiştir.[128]
T i r m i z î' nin bu bâbındaki hadîslerin şerhinde Tuhfe yazarı şöyle der:
"Lügatçılar, Fıkıhçılar ve başka âlimler demişler ki velîme, evlenme düğünü münâsebetiyle verilen yemeğe denilir. Bu kelime 'Velm* kökünden alınmadır. Velm ise toplamak demektir. Damat ve gelin bir araya geldikleri için bu münâsebetle verilen yemeğe 'Velîme* denilmiştir.
Âlimler yemek ziyafetlerini şu sekiz çeşide ayırmışlar:
1. Velîme'dir.
2. Hurs: Doğum münâsebetiyle verilen ziyafettir.
3. İ'zâr: Sünnet düğünü vesiylesi ile verilen ziyafettir.
4. Vekîre: Bina yapmak nedeni ile verilen ziyafettir.
5. Nakîa: Misafir için verilen ziyafettir.
6. Akika: Çocuğun doğumunun yedinci günü verilen ziyafettir.
7. Vadıyma j Bir musibet başa geldiğinde musibet sahibi tarafından verilen ziyafettir. Bu caiz değil, hattâ haramdır.
8. Me'dube ve Me'debe: Her hangi bir sebep olmaksızın verilen ziyafettir.
E 1 - H â f ı z el-Fetih'te : Yukardaki ziyafet çeşitlerini sayanlar 'Hızak* denilen ziyafet nevini hesaba katmamışlar. Bu ziyafet ise çocuğu sütten kesmek veya hatim indirmek vesiylesiyle verilen yemektir, demiştir."
1907) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ankyden; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} (bir gün) Abdurrah-man bin Avf (Radıyallâhü anh)'in üzerinde (kadınlara mahsus güzel kokulardan) sufra (kokusunun) izini gördü ve (Ona) :
— «Bu (koku izi) nedir?» veya «Nedir?» buyurdu. Bunun ü*e-rine Abdurrahman bin Avf:
— Yâ Resul ali ah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben (mehir olarak) bir nevât (= çekirdek) ağırlığında altın üzerinde bir kadınla evlendim, diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (Ona) :
— «Bir koyun (kesmek sureti) ile de olsun velime (ziyafetini) ver.» buyurdu." [129]
Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepisi bu hadisi az lâfız farkı ile rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzun olup hicret zamanında Muhacirler ile E n s â r (Radıyallâhü anhüm) arasında kurulan kardeşlik dolayısıyla Abdurrahman bin Avf (Radıyallâhü anh) ile E n s â r' dan Sa'd bin er-Rebi (Radıyal-lâhü anh} arasında kurulan kardeşlikten, Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in fedakârlık teklifinden ve Abdurrahman (Radıyallâhü anh)'m buna ihtiyaç duymayıp çalışmak isteğiyle rızkını kazanma yolunu tercih etmesinden bahsedilmektedir.
Hadiste geçen "Sufra" kadınlara mahsus güzel kokuların bir çeşididir. Sürüldüğü ve dokunduğu yerde rengi kalır.
N e v e v I: 'Bâzı rivayetlerde; "Sufra eseri" yerine; = "Zataran (denilen güzel kokunun) rengi" ifâdesi vardır. (Ebû Davud'un rivayeti böyledir.) Bu hadîsin sahîh ve doğru mânâsı şudur: Abdurrahnıan bin Avf (Ra-dıyallâhü anh) 'in elbisesine, geline mahsus za'faran ve başka tür güzel bir kokunun eseri bulaşmıştır. Abdurrahman (Radıyal-lâhü anh) bu kokuyu sürünmemiştir. Bu bulaşma da onun kasdı olmaksızın vuku' bulmuştur. Çünkü erkeklerin za'feran denilen ve kadınlara mahsus güzel kokuyu kullanmaları sahih hadislerle yasaklanmıştır. Keza kadınlara mahsus şâir güzel kokulan sürünmekten erkekler men edilmişlerdir. Ayrıca erkeklerin kendilerini kadınlara benzetmeleri de yasaklanmıştır. Yukarda belirtilen nedenlerle hadisin doğru mânâsı budur. Kadı Iyâz ve Muhakkik âlimler bu mânâyı tercih etmişlerdir.
Bâzıları demişler ki güveği için, kadınlara mahsus güzel kokuyu sürünmeye ruhsat verilmiştir. Ebû Ubeyd'in anlattığı bir eserde düğün günlerinde güveğiye ruhsat verdikleri belirtilmiştir.
Bazılarına göre ise: Muhtemelen Abdurrahman (Ra-dıyallâhü anh)'m üzerindeki koku eseri az olduğundan dolayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hâline itiraz etmemiştir, diye bilgi vermiştir.'
Hadisdeki 'Nevât' kelimesini 'Çekirdek', diye terceme ettim. El-Menhel Tekmilesinde şöyle denilmiştir:
"Bir nevât altın, beş dirhem gümüş değerindeki altın miktarıdır. HattâbI kesinlikle böyle hükmetmiştir. El-Ezherİ de bu kavli seçmiştir ve Kadı Iyâz bu kavli âlimlerin ekserisinden nakletmiştir. B e y h a k İ' nin bir sened ile K a t â d e ' den rivayet ettiği: 'Altından bir nevât, beş dirhem gümüş kıymetindeki altın miktarıdır,' eseri de bu kavli te'yid eder.
Bir kavle göre bir nevât altın beş dirhem altın ağırlığından ibarettir. I b n - i Kuteybe bu kavli nakletmiştir. î b n - i Fâ-r i s bu kavle kesin karar vermiştir. B e y z â v ! de: Zahir olan kavil budur, demiştir.
Bâzı Mâlikîler: M e d i n e - i Münevvere halkı yanında bir nevât, dinarın dörtte biridir, demişlerdir.
Şafii ise, bir nevât'ın beş dirhem gümüş değerindeki altın miktarı olduğunu söylemiştir."
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bereket duasında bulunmuştur. Bâzı rivayetlerde şu ilave vardır: "Abdurrahman (Ra~ dıyallâhü anh) demiştir ki: (Peygamber'in duası sayesinde) artık öyle oldu ki ı Ben bir taşı kaldıracak olsam onun altından ya altına ya da gümüşe rastkyacağımı ümid eder durumda kendimi görüyordum/*
E 1-H â f ı z'ın beyânına göre; "Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Abdurrahman (Radıyallâhü anh), vefat edince dört karısı var idi. Her birisine düşen miras hissesinin yüz bin dl-nâr olduğunu gördüm, demiştir." Kanlarının dördünün aldığı hisselerin toplamı Abdurrahman (Radıyallâhü anh) 'den kalan malın sekizde biridir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona velime ziyafetini vermesini emretmiş ve tek bir koyun ile olsun velîme vermesini istemiştir. Abdurrahman (Radıyallâhü anh), evlendiği zaman mâli durumu iyi değildi. Bâzı rivayetlerden bu durum anlaşılıyor. Nitekim bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yardımı ile kendisi velimesini verebilmiştir. [130]
1. Hadîsin zahirine göre güveği, kadınlara mahsus güzel kokulan düğün günlerinde sürünebilir. Ancak bu hadîsten bu hükmün çıkanlamıyacağı muhakkik âlimlerce beyan edildiğini yukarda Ne-v e v î' den nakletmiştim. Bu beyâna göre gelinin süründüğü güzel koku güveyi olan Abdurrahman (Radıyallâhü anh)'a bulaşmıştır. Bâzı âlimlere göre bu düğün, kadınlara mahsus güzel kokuların erkekler için yasaklanmadan önce vuku bulmuştur. Çünkü bu düğün hicretin ilk zamanlarına rastladığı B u h â r 1' nin uzun rivayetinden anlaşılıyor. Anılan kokuların erkekler için yasaklığıiu rivayet eden sahâbîlerin çoğu sonradan hicret etmiştir.
Tekmile yazan âlimlerin vermiş olduklan başka cevaplan da sıralamıştır. Onlan buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
Ebû Hanîfe, Şafii ve onlara tâbi olan âlimler anılan kokuların erkekler tarafından kullanılmasının yasaklığına hükmetmişlerdir.
Mâlikîler'e göre erkeklerin bu nevî kokulan elbiselerine
sürmeleri caizdir. Vücutlarına sürmeleri caiz değildir.
Bâzı âlimler de güveyi düğün günlerinde bu tür kokulan sürünebilir, demişlerdir.
2. Evlenmede mehir ödemek meşrudur. (Bu hususta geniş ma1-lumat 1886-1890 nolu hadîsler bahsinde verilmiştir.)
3. Hadisin zahirine göre evlenme düğünü münasebetiyle velîme ziyafetini vermek vâcibtir. Bâzı âlimler böyle hükmetmişlerdir. Fakat selef ve halef âlimlerinin cumhuruna göre velime ziyafeti sünnettir. Hadisdeki emir müstehablık içindir.
Bu ziyafetin ne zaman verilmesinin daha faziletli olduğu hususunda ihtilâf vardır. İmamların tümüne göre gerdeğe girildikten sonra verilmesi müstehabtır.
M â 1 i k i 1 e r' in bir kısmına göre gelin getirildiği zaman önce ziyafet verilmesi sonra gerdeğe girilmesi müstehabtır. Halkın bu günkü uygulaması böyledir.
4. Güveyiye bereket duasını yapmak müstehabtır. (Bu hususta geniş ma'lumat bundan önceki bâbta verilmiştir.)
5. Bu ziyafeti imkân nisbetinde bol yapmalıdır. Cumhura göre bu ziyafetin en azı veya en çoğu için bir sınır yoktur. Herkes gücü nisbetinde yemek verir.
Abdurraiıman bin Avf'in Hâl Tercemesi
Abdurrahman (R.A.) bin Avf bin Abd-i Avf Ebû Muhammed, Bedir ve diğer tüm savaşlarda Peygamber (S.A.V.)in refakatinde bulunmuştur. Cennetle müjdelenen 10 sahâbîden biridir. Habeşistan ve Medine hicretlerinin şerefine kavuşmuş olan bu büyük sahâbî'nin faziletleri ve meziyetleri çoktur. İslam ordusunun cihaz-lanmasıns büyük maddî yardımlarda bulunmuştur. Buhârt'nin anlattığına göre bu zat. Bedir savaşına katılmış olan her zât için 400 dinar vasiyet etmiştir. Bu vasiyet edildiğinde Bedir gazilerinden 100 zât hayatta idi. Hz. AH (R.A) : Abdurrahman gökte ve yerde emin bir zâttır, demiştir.
Peygamber (S-A.v\)'den rivayet ettiği 65 hadîsinden ikisini Buhâıi ve Müslim ittifakla ve beş tanesini Buhârî münferiden rivayet etmiştir. Râvileri İbrahim, Hümeyd, Musab ve Ebû Seleme adlı oğullan ile îbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Enes bin Mâlik (R.A.) ve bir çok zâtlardır. Hicretin 32. yılı 75 yaşında iken vefat etmiş, Hz. Osman (R.A.) onun cenaze namazını kıldırmış ve cenaze Bakî'a defnedil-miştir. Kütüb-I Sitte sahipleri ve başka hadîsçiler onun hadislerini rivayet etmişlerdir (El'Menhel cüd 2, sah. 116)
1908) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin Zeyneb (bint-i Cahş) (Radıyallâhü anhâ) için velîme ziyafeti verdiği kadar kanlarından hiç birisi için velîme ziyafeti verdiğini görmedim. Çünkü Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) 'nın velîmesinde bir koyun (keserek) ziyafet verdi." [131]
Buhârî, Müslim ve Ahmed de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
1909) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (Zevcesi) Safiyye bint-i Huy ey (Radıyallâhü anhâ)[132]
için kavud ve kuru hurma ile velîme ziyafetini verdi."
[133]
Ahraed, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Müslim1 in uzun bir metin
Zeyneb bint-i Cahş (K.A.)'nın Hâl Tercemesi
Zeyneb büıt-i Cahş (R.A.), Peygamber (S,A.V.)'in halası Ümeyme blnt-İ Ab-dU'1-Muttalib'in kızıdır. Hicretin 3. yılı dul olarak Peygamber (S.A.V.) ile evlenme şerefine kavuşmuştur. Onbir hadisi vardır: Buhârî ve Müslim iki hadisini ittifakla rivayet etmişlerdir. Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi ondan hadîs rivayet etmişlerdir. Râvileri kardeşi Abdullah'ın oğlu Muhammed ile Zeyneb bint-i Ebl Sele-me'dir. Âişe (R.A.) : «Ben dindarlıkta ve takvada ondan daha hayırlı, sözünde daha sadık ve akrabalarına daha iyi davranan bir kadın görmedim», diyerek onu övmüştür. Peygamber (S.A.V.)'in ilk vefat eden ve müslümanlardan cenazesi sal tahtası üzerine konan ilk ölüdür. Hicretin 20. yılı vefat etmiştir. (Hulasa: 491)
hâlinde rivayet ettikleri bu hadiste verilen velime ziyafetinin hays denilen bir yemek olduğu belirtilmiştir. Buhârî' nin rivayetinde kuru hurmanın da bulunduğu belirtilmiştir. Orada râvi der ki: "Enesin kavudu da saydığım zannederim."
Hays Araplar arasında bilinen bir yemek çeşididir. 3u yemekte çekirdeği çıkarılmış hurma, yağ, yoğurt kurusu bulunur. Bazen buna kavud da karıştırılır.
EI-KarT, el-Mirkât'ta: S a f i y y e (Radıyallâhü anh) için -verilen velîme ziyafetinde kuru hurma, kavud ve hays yemeği bulunduğu anlaşılıyor. Her râvi bunlardan bildiğini rivayet etmiştir. Böylece rivayetler birleştirilmiş olur, demiştir.
Buhârî' nin bir rivayetine göre bir sofra serilmiş sofraya kuru hurma, kurutulmuş yoğurt ve yağ getirilmiştir. îşte velîme ziyafeti getirilen bu maddelerden oluşmuştur.
El-Hâfız el-Fetih'te: Bu rivayet ile hays yemeği rivayeti arasında ihtilâf yoktur. Çünkü anılan maddeler hays yemeğini meydana getiren parçalardır. Lügat ehli demişler ki hays yemeği şöyle yapılır.- Kuru hurmaların çekirdekleri çıkarılır sonra hurmalar kurutulmuş yoğurt veya un yahut kavud ile karıştırılır. Lügat ehli bu yemeği böyle tarif etmişlerdir. Eğer bu yemeğe yağ kanştinlsa bundan dolayı yemeğin ismi değişmiş olmaz, demiştir.
Tuhfe yazarının dediği gibi Kamusta hays yemeğinin tarifi yapılırken bu yemeğe yağın katıldığı anlatılıyor.
Hadîs, velîme ziyafetinin ekmeksiz ve etsiz yemekle de olabildiğine delâlet eder.
1910) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin bir velime ziyafetinde bulundum. O ziyafette ne et vardı ne de ekmek vardı.
İbn-i Mâceh demiştir ki: Bu hadisi (Süfyân) bin Uyeyne'den başka hiç bir kimse rivayet etmemiştir." [134]
Mü'minlerin anası S a f i y y e (Radıyallâhü anhâ)'nın veli-mesi ile ilgili olarak Buhârî' nin Enes (Radıyallâhü anh)'-den yaptığı rivayetlerin birisinde Enes (Radıyallâhü anh);
"...ve Safiyye (Radıyallâhü anhâ)'-nın velîme ziyafetinde ne ekmek vardı ne de et..." demiştir.
1910 nolu hadîste sözü edilen velîmenin Safiyye (Radıyallâhü anhâ)'nın velîmesi olduğu kuvvetle muhtemeldir. Bu hususta başka bir kayda rastlamadım.
1911) (Efendimizin eşlerinden) Âişe ve Ümmü Seleme (Hind bint-i Ebî Umeyye) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demişlerdir:
(Alt bin Ebî Tâlib ile Efendimizin kızı Fâtıma (Radıyallâhü an-hümâ)'nın düğününde) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın gelinlik hazırlığını yapıp onun Ali (Radıyallâhü anh)'in odasına götürmemizi emretti. Bunun üzerine biz Alî (Radıyallâhü anh)'m odasına gittik ve Bathâ[135] taraflanndan (getirilen) yumuşak toprağı odaya yaydık. Sonra ellerimizle dittiğimiz hurma kabuğunun elyafı ile iki yastık doldurduk. Daha sonra velîme ziyafeti olarak kuru hurma ve kuru üzüm yedirdik, güzel bir su içirdik. Sonra üstüne elbise atılacak ve su kabı asılacak bir ağaç parçasını getirip odanın bir kenarına koyduk. Biz, Fâtıma (Ra-dıyallâhü anhâ) 'nın düğününden daha güzel bir düğün görmedik."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan râvi e]-Fadl bin Abdülah zayıftır, (ŞU mezhebinin ileri gelen âlimlerinden olan) râvi Câbir el-Ca'fl de zayıflıkla itham edilmiştir. [136]
Zevâid türünden olan bu hadîs, Fâtıma (Radiyallâhü anhâ) ile Alî (Radıyallâhü anh)'in düğününde verilen yemeğin kuru hurma ve kuru üzüm olduğuna delâlet eder. Müellif bu maksatla bu hadisi bu bâbta zikretmiştir.
El-Mevâhibü'1-Ledünniye'de nakledilen bâzı rivayetlerde ise bu bahtiyar eşlerin velîmesinde zeytin ve kuru hurma bulunduğu,- diğer bir kısım rivayetlerde de velimelerinde kuru hurma ile kurutulmuş yoğurttan yapılan Hays isimli yemek bulunduğu ifâde edilmiştir.
Alî (Radıyallâhü anh) ile Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın nikâhları en sıhhatli görülen rivayete göre hicretin birinci yılı Re-c e b ayında kıyılmıştır. Bir kavle göre aynı yılm Ramazan ayında kıyılmıştır. El-Hâfız Mugoltâyİ1 nin dediğine göre aynı yılm Z i' 1 - h i c c e ayında düğünleri yapılmıştır.
T a b e r i ise : Hicretin ikinci yılı S a f e r ayında nikâhları kıyılmış ve hicretin 22'nci ayının başlarında Z i'l-h i cc e'de düğünleri yapılmıştır, der.
Bu hususlarda Siyer kitablarında başka rivayetler de vardır. Evlenmeleri ile ilgili geniş ma'lumat isteyenler Siyer kitaplarına müracaat etsinler.
Hz. Alî (Radıyallâhü anh)'m fazileti (114-121) nolu hadîsler bahsinde ve Hz. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'nın hâl tercemesi de 771 nolu hadîsin izahı bölümünde geçmiştir.
Hadîs, en aziz ve çok değerli bu güveyi ile gelinin sade hayatlarına ve sâde düğünlerine işaret eder. Evlenmek ve düğün yapmak üzere bir sürü masraflara, ağır külfetlere, hattâ borçlar altına giren veya sokturulan müslümanlar bu hadîsten ibret dersini almalıdırlar. Cenab-ı Hak cümlemize şuur ihsan eylesin. Amin.
1912) Sehl bin Sa'd es-Sâidî (Radtyallâhü ankümâydan [137]; demiştir :
Ebû Üseyd es-Sâidî (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S eli e m) i düğününe davet etti. Gelin (velime yemeğini hazırlamak işinde) onlara hizmet ediyordu. Gelin:
Ey Sehl! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeüemKe ne içirdiğimi biliyor musun? dedikten sonra: Ben (Tevr denilen kab içinde) geceden bir kaç tane kuru hurma ıslattım. Sabah olunca hurmaları süzdüm ve bunun şırasını O'na içirdim, demiştir." [138]
Buhâri ve Müslim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Ebû Üseyd (Radıyallâhü anh)'in adı Mâlik bin R a b i a' dır. Evlendiği kadın ise Ümmü Üseyd bint Veheb bin Selâmet (Radıyallâhü anhâ)'dır.
Gelin'in hizmet etmesi hususunda N e v e v î: Bu hizmet kadınların örtünmesi ve erkeklerden sakınması hakkındaki ilâhi emrin gelişinden önceki zamana âit olarak yorumlanır. Kadının örtülü olarak erkeklere hizmet etmiş olması yorumu uzak bir yorumdur, demiştir.
Bâzı rivayetlerde, gelinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e ne içirdiğine dâir soru sahibi Sehl (Radıyallâhü anh)'dır.
Parentez içine aldığım 'Tevr' kelimesi Buharı ve M ü s -1 i m' in rivayetlerinde vardır. Bu kelime Arap dilinde bakır kab, çömlek, desti ve taştan oyulmuş çanak anlamlarına gelir. Buhâri bu hadisi müteaddit yerlerde rivayet etmiştir. Velîme bölümündeki rivayetinde "Taştan bir tevr" yâni 'taştan oyulmuş bir kab' diye geçer.
Hadîsdeki "Enka'tu" fiilinin alındığı " İnka*" masdan kuru üzüm veya hurmayı ıslatıp hoşaf ve şıra yapmak, demektir.
Geceden ıslatılırsa gündüz içilir, gündüz ıslatilırsa gece içilirdi.
N e v e vî : Kuru üzüm veya kuru hurma şırası ve hoşafının tadı bozulmadikça ve kükremedikçe ümmetin icmaı ile içilebilir, demiştir. Kükreyip tadı değiştikten sonra, kaymağını ve tortusunu at-masa bile âlimlerin çoğuna göre artık içilmez. Şarap hükmüne girmiş olur. E b û Hanife: Bunun şarap hükmüne girmesi için kükreyip tadının değişmesi yanında kaymağını atması da şarttır, demiştir.
Şunu söylemekle yetineyim: Şerhoşluk verdiği takdirde âlimlerin icmaı ile içilemez. Bu husustaki geniş ma'lumat "Eşribe" kitabında inşâallah verilecektir.
Bâzı rivayetlerde: Sabahleyin velîme yemeği verildikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e hurma şırasının ikram edildiği belirtilmiştir. Şu halde Ebû Üseyd (Radiyallâhü anh)'ın velîme ziyafeti gerdeğe girildikten sonraki gün verilmiştir. Yemekten sonra da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e özel bir ikram mâhiyetinde şıra içirilmiştir. [139]
1. Velîme ziyafetine büyükleri de davet etmek müstehabtır.
2. Büyükler davete icabet etmelidir. Bu hususta gerekli bilgi bundan sonraki bâbta anlatılacaktır.
3. Kuru hurma şırası (yukarıda anlatılan şartlar dâhilinde) içilebilir.
4. Misafirler içinden büyüklere özel ikramda bulunmak meşrudur. Bilhassa o büyüğe yapılan ikram diğer misafirleri sevindirir-se bu ikram daha faziletli olur.
EbÛ Üseyd (ILA.)^n Hâl Tercemetrf
Ebû Üreydin adı Mâlik bin Rebia bin el-Beden veya el-Bedin bin Amr bin Avf bin Harise bin Amr el-Hazreç el-Ensart es-Sâidi'dir. Bedir savaşına katılmış sahabllerdendtr. Peygamber (S-A.V.)'den rivayet ettiği 28 hadisi vardır. Buharl ve Müslim iki hadisini ittifakla, iki hadisini Buharl ve bir hadisini Müslim, mün-ferid olarak rivayet etmişlerdir. Hâvileri, Enes bin Mâlik, Ebû Seleme, bunun oğlu el-MÜnzir, Abbas bin Sehl ve Abdülmettk bin Satd'dir. Hicretin 60. yılı vefat ettiği söylenmiştir. Kütüb-i Sitte sahiblert onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Men-hel: Cild 4, Sah. 74) [140]
1913) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü ankyden; Şöyle demiştir: Yemeğin en fenası zenginlerin davet edilip fakirlerin terkedildi-ği (bu hâlin âdet edildiği) velîme yemeğidir. Kim (velîme ziyafeti dâvetine) icabet etmezse şüphesiz Allah'a ve Resulüne İsyan etmiş olur." [141]
Bu hadîsi Buhârî, Müslim, Mâlik, Ahmed ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.
Müellifin rivayetinde hadîs Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) üzerinde mevkuftur. Yâni onun sözü olarak görülmektedir. Müslim bunu hem mevkuf hem de merfu olarak rivayet etmiştir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sözü olarak da rivayet etmiştir. Bir hadis mevkuf ve merfu olarak rivayet edildiği zaman sahîh mezhebe göre merfu hükmündedir.
Hadîs, zenginlerin çağırılması ve fakirlerin çağırılmaması âdet hâline getirilen düğün yemeğinin fena olduğunu hükme bağlamıştır. Böyle bir kötü âdet olsa bile Sindi' nin beyânına göre çağırılanın gitmesi gerekir. Hadîsin son kısmı buna delâlet eder.
N e v e v i: Bu hadisten kastedilen mânâ halkın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra düğün ziyafetleri gibi davetlerde zenginleri çağırıp fakirleri çağırmamaları, zenginlere yemeğin güzelliğini seçmeleri, onlara öncelik tanımaları, davet yerinde iyi yerleri onlara ayırmalarının ve benzeri şeylerin âdet hâline getirmelerinden haber vermektir, demiştir. Çünkü saadet devrinde böyle bir durum olmamıştır.
Hadis, velîme ziyafetine özürsüz olarak icabet etmeyenin günah işlemiş sayıldığına delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşlerini bundan sonra gelen hadîsin izahı bölümünde anlatacağım.
1914) İbn-İ Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'d&n rivayet edildiğine göre; ResûluHah (Sollallahü Aleyhi vr Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
"Sizden birisi düğün yemeğine çağırıldığı zaman (davete) icabet etsin.",, [142]
Buhâri, Müslim, Ebü Dâvûd, Tirmizi, Mâlik, Ahmed ve Dârimi de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Hadîs, düğün yemeği dâvetine icabet etmenin gerekliliğine delâlet eder. Böyle davete icabet etmenin hükmü hakkındaki âlimlerin görüşleri biraz farklıdır. Şöyle ki:
1. Hanefî âlimlerine göre düğün yemeği dâvetine icabet etmek vacibe yakın bir Sünnet-ı Müekkede'dir. Delîl ise bu bâbtaki hadîslerdir. El-îhtıyâr da: Düğün yemeği Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinden beri devam edegelen ve riâyet edilen önemli bir Sünnettir. Buna icabet etmeyen günah işlemiş olur. Çünkü (1913 nolu) hadîste: "Kim icabet etmezse Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur." buyurulmustur. Artık davet edilen kişi oruçlu ise icabet eder ve duâ eder. Oruçlu değilse yemek yer ve duâ eder. Eğer yemek yemezse ve icabet etmezse günaha girer ve davet sahibine eziyet etmiş olur. Diğer davetler böyle önemli değildir, denilmiştir.
Bâzı Hanefi âlimleri ise düğün yemeği dâvetine icabet etmenin vâcib olduğunu söylemişlerdir
2. Mâliki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine mensup âlimler düğün yemeği dâvetine icabet etmenin vâcibliğine, diğer davetlere icabet etmenin müstehabhğına hükmetmişlerdir.
E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te : Düğün yemeği dâvetine icabet etmenin vâcipliğinin şartları şunlardır.- Davet edici erginlik çağına varmış hür ve akıllı olacak, yalnız zenginleri davet edip fakirleri terket-memiş olacak, davet sahibi müslüman olacak, davet gerdeğe girildiği gün veya ertesi gün olacak, davet edilen kişi daha önce başka bir düğün yemeğine çağınlmamış olacaktır. Eğer iki davetiyeyi beraber alırsa, akrabalık bakımından daha yakını, akrabalık yoksa komşuluk bakımından en yakın olanı tercih edecektir. Bir de şu şart vardır: Davet edildiği yerde kendisinin gitmesiyle eziyet duyacak bir kimse olmayacaktır, demiştir.
Davet yerinde içki, haram çalgılar ve erkeklerle kadınların karışık evlenmesi gibi dînen yasak olan bir fiil veya durumun bulunduğunu bilen kimse davete icabet edemez.
1915) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)yden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Düğün yemeği ilk gün haktır, ikinci gün meşrudur. Üçüncü gün riya ve gösteriştir.»"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bumun senedindeki râvi Ebû Mâlik en-Na-hal, zayıflıklarına âlimlerin ittifakla hükmettikleri râvüerdendir. Tirmizi kendi sü-neninde bu hadis-t İbn-İ Mes"ud <R.A.)'den merfu olarak rivayet etmiştir. [143]
T i r m i z î' nin rivâyetindeki metin meâlen şöyledir: -İlk günün (velîme) yemeği haktır. İkinci gününün yemeği sünnettir. Üçüncü günün yemeği gösteriştir. Kim gösteriş yaparsa Allah onu (kıyamet gününde) teşhir eder.»
Düğün yemeğinin verilmesinin vâcibliğine hükmedenler, hadis-deki "Hak" kelimesini sabit yapılması lâzım ve vâcib mânâsına yorumlamışlardır. Velime yemeğinin verilmesinin sünnet olduğuna hükmeden Selef ve Halef âlimlerinin cumhuru hadîsdeki "Hak" kelimesini şöyle yorumlamıştır: Yâni bu ziyafeti vermemek uygun bir şey değildir. Yapılması ziyadesiyle matlubtur. Sünneti Müekkede'dir.
Bu ziyafet ikinci günü verilirse meşru ve sünnettir. Üçüncü gün yapılırsa riyakârlık ve gösteriş için yapılmış olur, yânı mekruhtur. Dinî yönden yararlı değildir. Onda sırf iftihar bulunmuş oiur. Hadisdeki ilk günden maksat gerdeği takip eden gündür. T ı y b İ; ilk günkü davete icabet etmek vâcibtir. İkinci günküne icabet etmek müstehabtır. Üçüncü günküne icabet etmek mekruh, hattâ haramdır, demiştir.
El-Kari: Mâlik'in bâzı arkadaşları düğünden sonra yedi güne kadar ziyafet vermek müstehabtır, demişler ise de bu hadîs onların kavlini reddeder, demiştir.
Buharı kendi sahihinde düğün yemeğinin düğünün son gününden itibaren yedi güne kadar verilmesinin câizliğine taraftar çıkarak bunun için özel bir bâb açmış ve bu hadisin zayıflığına böylece işaret etmiştir.
E 1 - H â f ı z, el - Fetih'te: Bu hadis için şah id durumunda olan hadîsleri zikrettikten sonra: Bu hadîslerin her birisinin senedinin şahinliği hususunda itiraz var ise de bunların tümünden öyle bir kuvvet meydana gelir ki hadîsin bir aslının bulunduğuna delâlet eder. Şafii ve Hanbelt âlimleri bu hadisle amel etmişler M â -likîler ise Buharı' nin taraftar olduğu görüşü benimsemişlerdir... demişlerdir.
E b û Dâvûd
ve N e s a i bu hadisin bir benzerini Z ü heyr
bin Osman (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.
[144]
1916) Enes (bin Mâlik) (RadıyaUâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saltallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz (son nikahlanan) dul kadın için üç gece ve bakire kız için yedi gece (ikâmet hakkı) vardır.»'*
1917) Ümmü Seleme (Radtyallâhü a«/rfl)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ümmü Seleme (yâni kendisi) ile evlendiği zaman, yanında (üst üste) üç gece ikâmet etti ve (ikâmet süresini kısa tutmasının sebebinin sırayla diğer zevcelerinin yanında kalması gereği olduğuna işaret etmek üzere) ona şöyle buyurdu:
«Senin ehlin yanında seninle ilgili bir önemsizlik yoktur. Dilersen senin için (ikâmet süremi) yedi geceye tamamlarım. Eğer senin için yedi geceyi tamamlarsam, (diğer) karılarımın her birisi yanında yedişer gece ikâmet ederim.»" [145]
Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Buhâri, Müslim, Ebü Dâvüd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Hadîs bâzı rivayetlerde Enes (Radıyallâhü anh) üzerinde mevkuftur. Diğer bâzı rivayetlerde ise:
"Enes (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: Sünnet şudur ki (evli olan) adam bakire bir kızla evlendiği zaman onun yanında yedi gece ikâmet eder. Dul bir kadınla evlendiği zaman onun yanında üç gece ikâmet eder." B u h â r i' nin rivayeti böyledir. Bu rivayet de merfu hükmündedir. Çünkü sahâbînin : "Sünnet şudur, şu iş sünnettendir." gibi sözleri "Peygamber şöyle buyurdu" hükmündedir.
Dâr imi ve'Beyhakî ise müellifimiz gibi rivayet etmişlerdir.
Bu hadisin fıkıh yönünü sonradan anlatmak üzere Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisine bakalım.
Bu hadîsi Müslim, Mâlik, Şafii, Ahmed, Ebû O â v û d, Tahavî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ)ya buyurduğu;
cümlesindeki «Senin ehlin-den maksat Zâtı Nebevileri olabilir. Çünkü karı ile koca biribirisinin ehlidir. Bu ifâde böyle yorumlanırsa cümlesinin mânâsı şöyle olur: "(Ey Ümmü Seleme!) Senin yanında yalnız üç gece kalmakla yetinmemin sebebi benim yanımda önemsiz olman ve sana istekli olmamam değildir."
Cümledeki "Ehil" kelimesiyle Ümmü Seleme (Radıyal-Uhü anhâJ'mn kabilesi kastedilmiş olabilir. Bu takdirde cümleden Kastedilen mânâ şöyledir:
"(Ey Ümmü Seleme) Senin yanında yalnız üç gece kalmakla yetinmem nedeniyle senden ötürü kabilene bir hakaret olmaz."
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü, Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) yanında üç günü tamamladıktan sonra mı zifaftan bir gün sonra mı söylediği hususunda Müellifimizin rivayetinde bir sarahat yoktur. Mâlik, Şafii ve Müslim ' in rivayetine göre gerdeği takip eden günün sabahı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona bunu söylemiştir. Ebû D â -v ü d ' un rivayetine göre üç gün ikâmet ettikten sonra söylemiştir. Rivayetler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü bunu ikinci veya üçüncü günü söylemiş olması da muhtemeldir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya bu iki şıktan dilediğini seçebileceğini beyan buyurduktan sonra Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâJ'mn üç günlük ikâmetten sonra sırayla arkadaşlarının yanında kalma şıkkını tercih ettiği Mâlik, Şafiî ve Müslim" in rivayetinde belirtilmiştir.
N e v e v i: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ü m -mü S el e m e (Radıyallâhü anhâJ'ya hakkını beyan buyurmuş ve üç gün ikâmetle yetinildiği takdirde bütün zevcelerin yanında sırayla birer gece kalınacağı şayet üç günlük ikâmetle yetinilmeyip yedi gün , kalındığı takdirde diğer zevcelerin her birisinin yanında yedişer gün kaldıktan sonra sıranın Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâJ'ya geleceğini bildirmiş ve bu iki şıktan birisini seçmek için Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'yi serbest bırakmıştır. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) üç gün ikâmetle yetinmek şıkkını tercih etmiştir. Çünkü yedi günlük ikâmet bir yönden daha iyi ise de bu takdirde diğer arkadaşlarının her birisinin yanında yedişer gün kalındıktan sonra ancak kendisine sıra geleceği yönünden pek kârlı olmazdı. Çünkü ona sıra geç gelecekti.' demiştir. [146]
1. Erkek, karısının hakkını onun anhyabileceği bir dil ile anlatmalıdır.
2. Birden fazla karısı olan kişi bunlar arasında adaletli davranmalıdır.
3. Evli iken dul bir kadınla evlenen adam o dul kadını üç günlük ikâmet ile yedi günlük ikâmet arasında serbest bırakmalıdır. Şayet üç günlük ikamet ile yetinilir ise bundan sonra sırayla kanlarının yanında birer gece kalınır. İkâmet süresi yedi güne çıkarıldığı takdirde diğer karıların her birisinin yanında yedişer gün kalınır.
a) Şafii, Ahmed ve cumhur'un kavli budur.
b) Mâlik: Sonradan nikahlanan dul kadın için muhayyerlik yoktur. Onun hakkı yalnız üç gündür, diyerek Enes (Radıyallâhü anh)'ın 1916 nolu hadisiyle amel etmiştir. Ona göre Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadîsinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus bir hüküm olması muhtemeldir. Böyle bir ihtimal varken Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nm hadisi delil olamaz.
c) Hanefî ler'e göre adam son aldığı dul kadın yanında üç gece ikâmet ederse diğer karılarının her birisinin yanında üçer gece ikâmet edecek. Şayet yedi gece ikâmet ederse diğerlerinin her birisinin yanında yedişer gece ikâmet edecektir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karıları arasında adaletli taksimat yapardı. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinde :
«Eğer senin yanında yedi geceyi tamamlarsam (diğer) kanlarımın her birisinin yanında yedişer gece kalırım» buyurulmuş. H a -nefiler'e göre bunun mânâsı şudur; "Ben senin ile diğer karılarım arasında adaletli davranırım. Senin yanında yedi gece kaldığım gibi onların yanında da yedişer gece kalırım." Keza onun yanında 3 gece ikâmet edince diğerlerinin yanında da üçer gece kalmasının gerekliliği mânâsı çıkar.
Cumhur şöyle cevap vermiştir.- Hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevceleri arasındaki eşitlik hükmü yalnız yedi gece ikâmet hakkındadır. Üç günlük ikâmeti buna kıyaslamak nass karşısında kıyas yapmak demektir ki, böyle bir kıyaslama muteber değildir. Zahir olan cumhur'un kavlidir.
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) dul iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onunla evlenmiştir. Hâl tercemesi 600 nolu hadîste geçmiştir.
E n e s (Radıyallâhü anhJ'm hadîsinden çıkarılan hüküm şudur: Evli bir adam tekrar evlendiğinde sonradan evlendiği kadın dul ise onun yanında üç gece ikâmet eder. Sonra mevcut karılarının hepsinin yanında adaletli bir şekilde sıra ile ikâmet eder. Sonradan evlendiği kadın bakire ise onun yanında yedi gece ikâmet eder. Ondan sonra sırayla ve adaletli bir şekilde hepsinin yanında ikâmet eder,
Tuhfetü'I-Ahvezî'de şöyle denilmiştir:
"Yukardaki hüküm (yâni anlattığım hüküm) Şafiî, A h -med, İshak ve Cumhur'un kavlidir.
Nevevi, Müslim'in şerhinde : 'Bu hadis yeni evlenilen kadın için özel bir hak bulunduğuna delâlet eder. O hak şudur : Eğer bakire ise onun yanında yedi gün ve gece üst üste ikâmet edilir. Sonra mevcut karılar arasında nöbetle ikâmet etmeye başlanılır. Nöbet işi hesaplanırken onun yanında kalınan yedi günlük süre müstesna tutulur. Eğer sonradan alınan kadın dul ise bu kadın serbesttir. Dilerse ilk üç gece onun yanında ikâmet edilir, sonra mevcut kadınlar arasında adaletli nöbet işine başlanılır. Onun yanında kalınan üç günlük süre nöbet işinden müstesna tutulur. Şayet bu dul kadın yedi gün ikâmet şıkkını tercih ederse kocası ona uyar. Bu süre bittikten sonra diğer karıların her birisinin yanında yedişer gün ikâmet edildikten sonra sıra bu dul kadına gelir. Şafiî ve ona muvafakat edenlerin mezhebi budur. Sahîh hadislerle sabit olan hüküm de budur. Mâlik, Ahmed, İshak, Ebû Sevr, îbn-i C e r i r ve Cumhur'un kavli budur', demiştir.
Hanefî imamlarından Muhammed, kendi Muvatta'mda Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)nın hadîsini rivayet etmiştir. Oradaki rivayet şöyledir: «(Ey Ümmü Seleme) dilersen senin yanında yedi gün ikâmet ederim ve diğer karılarımın yanında da yedişer gün kalırım. Dilersen senin yanında üç gün kalırım ve (sonra) dolaşmaya başlarım.» buyurulmuş. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) : (Benim yanımda) üç gün (ikâmet et) demiştir."
İmam Muhammed bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Biz bununla amel ederiz. Eğer onun yanında yedi günü tamamlarsa diğerlerinin yanında da yedişer gün kalır. Ona diğerlerinden fazla bir hak vermez. Eğer onun yanında üç gün kalırsa diğerlerinin yanında da üçer gün kalır. Ebû Hanîfe' nin ve bizim mezhebimizin bütün Fıkıhçılannın kavli budur, demiştin"
Tuhfe yazan cumhur'un mezhebine taraftar çıkarak Hanefi âlimlerin yeni karı ile eski karı arasında ve bakire ile dul kadın arasında ikâmet bakımından bir farkın bulunmadığı yolunda verdikleri hükmün hadîslerin zahirine uymadığını söylemiştir. Daha sonra tmam Muhammed'in Muvatta* üzerinde yazılmış olan 'Et-Ta'liku'1-Mümecced* adlı kitaptan uzunca bir parçayı nakletmiştir. Bu eserin sahibi de cumhur'un görüşüne taraftar çıkmıştır . [147]
1918) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radıyallâkü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Biriniz bir kadına, bir hizmetçi (=köle veya câriye) ye veya bir hayvana sahip olduğu zaman onun başının ön kısmından tutsun ve şöyle desin; Allah'ım! Ben bunun hayrından ve yaradılışın-daki (huylan ile vasıflan) nın hayırlısından (nasibimi) şüphesiz senden diliyorum. Bunun şerrinden ve yaratılışındaki (huylan ile vasıflan) nın şerrinden sana sığınıyorum.-" [148]
Ebû Dâvûd ve Nesai de bunu mânâyı etkilemeyen az kelime değişikliği ile rivayet etmişlerdir.
Ebû Davud'un rivâyetindeki hadis metninde mevcut benzer duadan önceki metin meâlen şöyledir:
"«Biriniz bir kadınla evlendiği veya bir hizmetçi (köle veya câriye) satın aldığı zaman şöyle desin... ve biriniz bir deve satın aldığı zaman hörgücünün tepesinden tutsun ve bu (duâ)nın mislini söylesin.»
Ebû Dâvûd demiş ki: Râvi Ebû Said şu ilâveyi de yapmıştır: «Sonra devenin başının kısmından tutsun ve kadın ile hizmetçi hakkında bereket için duâ etsin.»"
Hizmetçi diye terceme ettiğim hadîsdeki 'Hadım' kelimesinden maksat köle ve câriyedir.
Hadîsdeki emir müstehablık içindir. Bir kadınla evlenen, köle veya câriye satın alan veya hibe gibi yollarla elde eden veya bir hayvana sahip olan bir kimsenin bu duayı yapması meşru ve müs-tehabUr.
1919) İbn-İ Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'&dtı rivayet edildiğine ibre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sizden bir kimse karısının yanına (cinsel ilişki için) yaklaşmak isterken: "(Bismillah) Allah'ım! Şeytanı benden (ve eşimden) uzak 1 aştır ve şeytanı bize vereceğin (zürriyet)den uzak eyle" derse, soı» ra (bu cinsel ilişkiden) onların bir çocuğu olursa Allah Teâlâ şeytanı o çocuğa musallat etmez veya şeytan o çocuğa zarar veremez >'[149]
N e s â i' den başka Kütüb-i Sitte'nin tümünde bu hadis vardır. A h m e d de rivayet etmiştir. Parentez içi ifâdeler diğer rivayetlerden istifâde edilerek yazılmıştır.
Hadîsdeki duâ bâzı rivayetlerde şöyledir: Önemine binâen aynen buraya geçiriyorum. Çünkü daha şümullü olup başında besmele de vardır:
-Allah'ın ismi ile. Allah'ım! Şeytanı bizden uzaklaştır ve şeytanı bize vereceğin (zürriyyet)den uzaklaştır.»
Adam eşine yaklaşmak istediğinde, önce bu duayı okumalı, sonra yaklaşmalıdır. Çünkü yaklaşırken okumak hadisin emrine uymadığı gibi saygısızlık Duanın adabına aykındır.
Anılan duayı okuduktan sonra eşine yaklaşan ve bu yaklaşımdan olan çocuğa şeytanın zarar veremiyeceği veya Allah'ın o çocuğa şeytanı musallat ve hâkim etmiyeceği anlamını ifâde eden cüm-lelerdeki "Veya" ifâdesi râvi'nin tereddüdünden ileri gelmiştir. Bu cümlelerden; «Allah o çocuğa şeytanı musallat eylemez.» cümlesi diğer rivayetlerde yoktur.
Diğer cümle yâni «Şeytan ona zarar veremez» anlamını veren cümle ise diğer rivayetlerde biraz farklı metin halindedir. Ama hepsinin ifâde ettiği mânâ ayni noktada birleşir.
Buhâri ile Müslim'in bir rivayetlerinde ve Ebû D â v û d' un rivayetinde bu cümle: W« ûUsûtî a^Jaj ^J = «O çocuğa hiç bir zaman hiç bir şeytan zarar veremez.» şeklindedir.
Hadisin zahirine göre o çocuğa şeytan hiç bir zarar veremiyecek-tir. Fakat âlimler bu cümleyi umumî mânâda tutmamışlardır. Bu hususta âlimler ittifak halindedir. Bu ittifakın sebebi, Buharı1-nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettiği şu mealdeki hadîs olabilir: «Âdem oğullarından doğan her çocuk doğarken şeytan ona dokunur ve bu dokunmadan dolayı çocuk çığlık çıkararak bağırır, Meryem ve oğlu İsâ (Aleyhisselâm) bundan müstesnadır.» Şeytanın dokunması bir nevî zarardır. Ve çocuğun bağırmasına sebebiyet verir.
Âlimler, şeytanın zarar veremiyeceğine dâir cümleyi yorumlama şeklinde ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Bâzılarına göre cümlenin mânâsı şöyledir: "Besmele ve anılan duâ bereketi ile şeytan, o çocuğa hâkim olamıyacak" ve çocuk, Allah Teâlâ'nın aşağıdaki âyette beyan buyurduğu kullardan olacaktır."
"(Ey Şeytan) Kullarımın üzerinde senin bir hâkimiyetin olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bundan müstesnadır.[150]
Bir kısım âlimlere göre cümleden kastedilen mânâ şudur: "Şeytan o çocuğu dîninden çıkaramıyacaktır. Veya çocuğun bedenine zarar veremiyecektir. Yahut ona çarpamıyacaktır." Maksat, şeytan onu hiç bir günaha sokamıyacak, demek değildir.
Başka bir kavle göre, maksat, şeytanın o çocuğu büyük günahlara sokamıyacağıdır.
Diğer bir kavle göre maksat, çocuk büyüdükten sonra bir günah işlediği takdirde şeytan onu tevbe etmekten ahkoyamıyacaktır.
Başka çeşit yorumlar var ise de bu kadarını anlatmakla yeti-nelim. [151]
1. Karı ile koca cinsel ilişkide bulunacaklarından biraz önce koca anılan duayı okursa ve bu ilişkiden çocuk doğarsa, o çocuğun müslümanlık dîni üzerinde öleceği müjdesi verilmiştir.
2. Rızık yiyecek, giyecek ve içeceğe inhisar etmez. Allah Teâ-lâ'nın kullarına verdiği her nîmet rızıktır. Çocuk bir rızıktır. îlim ve ibâdetler de çocuk gibi birer rızıktır.
3. Besmele ve duaya devam etmek o kadar müstehabtır ki; meşru cinsel ilişki istendiğinde bile okunması müstehabtır.
4. Şeytandan ve zararlı her şeyin şerrinden Allah'a, O'nun ismine ve duaya sığmmalıdır.
5. Her çeşit hayra, insanı muvaffak eyleyen Allah Teâlâ'dır. Başarı ve kolaylık O'nun yardımı ile gerçekleşir.
6. Şeytan insanın beraberindedir. Ancak Allah'a zikir
edildiği zaman şeytan uzaklaşır.
[152]
1920) Behz bin Hakîm'in dedesi (Muâviye bin Hayda) (Radtyal-lâhü anhümyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
—Yâ ResulalIah! Avretlerimizin neresini örteriz (örtmemiz gerekir), neresini örtüsüz bırakırız (örtmeyebiliriz)? diye sordum.
Efendimiz, (bana) :
— «Sen avretini (helâlin olan) karından veya cariyenden başka herkesten sakla!» buyurdu. Ben:
— Yâ Resûlallah! Eğer kavm kendi aralarında (karışık ve bir yerde) olsalar, (avretle ilgili hüküm nedir?) bana bundan haber ver, dedim. Efendimiz (bana) :
— «Avretini hiç kimseye göstermemeye gücün yeterse sakın avretini katiyyen gösterme!» buyurdu. Ben t
— Yâ Resûlallah! Eğer birimiz (tek başına) boş bir yerde olursa? (hüküm nedir) diye sordum. Buyurdu ki:
— «İnsanlara nazaran Allah'tan haya etmek daha vâcibtir.»" [153]
Bu hadisin Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayıt yoktur. Araştırmalarıma rağmen, Kütüb i Sitte'nin diğerlerinde bu hadis'e rastlamadım. Câmiü's-Saglr'de zikredilen bu hadîsin A h m e d . Hâkim, Beyhaki ve Ebû Ya'la tarafından rivayet edildiği bildirilmekle yetinilmiştir. Zâten Buhâri ve Müslim de Muâviye bin Hayda (Radıyallâhü anh) isimli saha-bî'den hadis rivayet edilmediğini bu hadisin izahından sonra anlatacağım. Bu zâtın hâl tercemesinden de anlaşılıyor. Kanımca bu hadis Zevâid türünden olması kuvvetle muhtemeldir.
Hadis, adamın kendi avret mahallini örtmekle mükellef olduğuna, yalnız helâli olan karısına ve helâli olan cariyesine karşı örtmekle mükellef olmadığına delâlet eder. Tercemede parentez içinde (helâl olan) kaydını ilâve ettim. Çünkü bâzı hallerde adam karısına ve cariyesine karşı bile avret yerlerini açamaz. Meselâ: Vat-i şüphe yâni, kocasından başka bir adam bir kadını, kendi karısını sanarak, kadın da onu kendi kocasını sanarak cinsel münâsebette bulunup sonra yanıldıkları anlaşılınca evli olan bu kadın anılan cinsel ilişkiden dolayı iddet denilen sürece kocasından uzak kalmakla ^mükelleftir. Zira hatalı birleşim neticesinde kadın gebe çıkabilir Kocası da bu süre henüz bitmemiş iken onunla birleşirse doğacak çocuğun kimden olduğu meçhul kalır. Bu sakıncanın giderilmesi için kadın iddete tâbidir. Ve bu sürece kocası ona yaklaşamaz ve avret yerini ona karşı açamaz.
Keza adam, dinden çıkmış cariyesine, putperest veya ateşperest cariyesine veya başka bir erkekle evli cariyesine yaklaşamaz, cinsel ilişkide bulunamaz. îşte böyle bir cariyeye karşı efendisi avret yerini açamaz.
Sahâbi'nin "Kavm kendi aralarında olsalar" cümlesi ile sorduğu soru iki şekilde yorumlanabilir. Şöyle ki:
Sahâbi'nin maksadı, adam, babası, anası, oğlu ve kızı gibi mahremi sayılan yakınları ile beraber bir yerde bulunsalar yine avret yerini örtmek mecburiyetinin bulunup bulunmadığını sormak, olabilir.
Onun maksadı, erkeğin erkeklerle veya kadının kadınlarla beraber olması hâlinde avret yerini örtmek mecburiyetinin olup olmadığını sormak olabilir.
Bu soruya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından verilen cevapta, kişinin olanca gücü ile avret yerini kimseye göstermemesi emrolunmuştur. Şu halde tedavi gibi bir zaruret hâlinde ihtiyaca göre avret yeri açılabilir. Fazlası açılamaz.
Hadisin son kısmında sorulan soruya verilen cevaptan, kişinin kendi başına ve yalnız olarak bir odada bile bulunduğu zaman avret yerini açmamasının uygunluğu, zira Allah Teâlâ'ya karşı daha çok hayâlı davranmanın önemi anlaşılıyor. Allah Teâlâ her şeyi görür. Örtüler O'nun görmesine hâşa engel olamaz. Gaye Allah'tan saklanmak ve avret yerini ondan gizlemek değildir. Çünkü bu imkânsız bir şeydir. Gaye, Allah Teâlâ'nın emrine itaat etmek, O'nun rızâsına uygun hareket etmek ve sevdiğini yapmak üzere her yerde ve her zaman örtünmektir.
Erkeğin, erkeğe, mahremi olan kadınlara ve yabancı kadınlara karşı örtülü tutması gerekli avret yerleri ile kadının, kadınlara, mahremi olan erkeklere ve yabancı erkeklere karşı örtülü tutması gerekli avret yerleri ve karı - kocanın biribirinin avret yerlerine bakmaları hakkında geniş bilgi Müellifimizin 661 - 662 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur.
Muâviye bin Hayda (RA.)'ra Hâl Tercemesi
Muâviye bin Hayda bin Muâviye bin Kuşeyr el-Kuşeyrî, Peygamber (S.A.V.)'-den hadis rivayet eden bir sahabîdir. R&vileri ise oğlu Hakim,. Urve bin Röveym el-Laham! ve Hatnld el-Tezenl'dir. îbn-i Sa'd : Onun, peygamber <S.A.V.)'in yanma giderek sohbeti ile müşerref olduğunu, Efendimize bâzı sorular sorduğunu ve O'ndan hadsler rivayet ettiğini söylemiştir. Muhammed bin es-Saib el-Kelbİ de : Babam bana dedi ki, ben Horasan'da Muâviye bin Hayda (R.A.)'a yetiştim. Horasan savaşında bulundu ve orada vefat etti, demiştir. Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesaî onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Müellifimiz de onun hadislerini rivayet etmiştir. (El-Menhel: Cild 9, Sah. 170)
1921) Utbe bin Abd es-Sülemî[154] (Radıyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sizden birisi karısına yaklaşmak (cinsel münâsebette bulunmak) istediği zaman (karısı ile beraber) örtünsün der) ve yabanî eşeklerin çıplaklığı gibi soyunmasından).»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Hadisi sahâbi'den rivayet eden tabii meçhul olduğu için senedi zayıftır. [155]
Zevâid türünden olan bu hadîsin benzerini Taberânî, Beyhakî ve îbn-i Ebî Şeybe, Abdullah bin M e s'u d (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. CâmiüVSa-ğîr'de nakledilen hadîs metninin son cümlesi;
«Koca ile karısı yabani iki eşeğin çıplaklığı gibi soyu namazlar.- şeklindedir.
N e s a i de bunun benzerini Abdullah bin Sercis el-Müzeni (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.
Notta belirtildiği gibi Zevâid yazarı seneddeki tabiî yâni Âb-dü'1-A'Iâ bin Adî meçhul olduğu için isnadın zayıf olduğunu söylemiştir. Ancak yukarda anlattığım gibi îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) ve Abdullah bin Sercis (RadıyaJ-Jâhü anh)'den rivayet edilen hadîsler bu hadîsin şâhidleri durumundadırlar. Câmiü's-Sağîr şerhinde hadîsin sahîh olduğu bildirilmiştir.
Hadisdeki emir mendupluk içindir. Adam ve karısı kapalı ve kimsenin göremiyeceği bir yerde birleştikleri takdirde üstlerine bir şey örtmeleri menduptur. Ancak çocukları gibi başka bir kimsenin görebileceği bir yerde olurlarsa örtünmeleri vâcibtir. Örtüsüz birleşmeleri haramdır. Aynca başka bir kimsenin göreceği yerde birleşmeleri yasaktır, tslâm terbiye ve âdabına aykırıdır. Kötülüğe sebebiyet vermesi de ayrı mahzurdur.
Hadisdeki "Ayr" kelimesini yabani eşek diye terceme ettim. Bâzılarına göre evcil eşeğe de "Ayr" denilir. Çıplak birleşmeye eşeklerin örnek gösterilmesinin sebebi onun en ahmak hayvan oluşudur.
1922) Aîşe (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in fercine katiy-yen bakmadım veya bu yerini görmedim.
Râvi Ebû Bekir demiştir ki: Ebû Nâim'in dediğine göre bu hadîsi Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet eden râvi Aişe (Radıyallâhü anhâ) nın kadın olan mevlasıdır." [156]
Bu hadîs müellifin 662 nolu hadîsinin aynısıdır. Orada belirtildiği gibi bu hadis Zevâid türündendir. îsnadı da zayıftır.
Hadisin gerekli izahı orada yapılmıştır. Oraya müracaat edilmesi tavsiye olunur. [157]
1923) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ûen rivayet edildikte göre; Peygaml>er (Sa/ta/lahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
Makadında karısıyla cima eden adama Allah (rahmet bakışı ile) bakmıyacaktır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: 'Bunun senedi sahihtir. Çünkü İbn-i Hib-bân, râvi el-Hâris bin Muhalled'i sikalar içinde zikretmiştir. Senedin kalan râvileri sıka zatlardır.'
Sindi de : Ebû Pâvûd ve Tirmizİ bu hadisi, buradaki metne yakın bir metinle rivayet etmişler, demiştir. [158]
Zevâıd türünden olan bu hadîsin açıklanması ile ilgili olarak Sindi şöyle der:
Allah Teâlâ'nın bakmasından maksat, âhiret günü ilâhi rahmete müstehak kılınacak öncü mü'minler'e rahmet bakışıdır. Yâni bu kötü fiili işleyen bir kimse, mü'min olarak ölse bile anılan kafile içinde yer alamıyacaktır. Hadis böyle yorumlanınca bu fiili işleyen bir mü'minin ebedi olarak ilâhi rahmetten tamamen mahrum kılınacağı mânâsı çıkmaz. Böyle bir mânânın çıkarılması zâten hatalıdır. Çünkü:"Şüphesiz Allah (Teâlâ) zâtına ortak koşulması (günahı)nı bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.[159] âyeti Allah'ın küfürden başka günahları dilediği kimse için bağışlıyacağına delâlet eder. Bağışlaması rahmet bakışı ile olur. Allah'ın rahmeti olmadıkça hiç bir kimse Cennet'e giremez. Zerre miktarı İmanı olanların netice itibarı ile yâni azabını çektikten sonra da olsa Cennetlik olduğu nass-larla sabittir. Şu halde bu şeni fiiii işleyen kişi mü'min ise, günahının cezasını çektikten sonra veya Allah dilediği takdirde daha önce Cennetlik olabilir. Bu da ilâhi rahmet sayesinde gerçekleşir. Hâl böyle olunca bu kötü fiili işleyenin, ilâhi rahmetten tamamen mahrum kılındığı mânâsı kastedilmemiş olur. Ve yukarıda anlatılan mânânın kastedildiği anlaşılır.
Notta Ebû Davud'un ve Tirmizi' nin bu hadîsi, buradaki metne yakın sözlerle rivayet ettikleri söylenmişti.
Ebû Dâvûd, Ahmed ve Nesaî' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri hadîsin meali şöyledir:
Makadında karısına varan kimse mel1 un (ilâhi rahmetten uzak)-dir.»
T i r m i z î' nin î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anhümâ) 'dan merfu' olarak rivayet ettiği hadis ise meâlen şöyledir:
«Makadda bir erkeğe veya bir kadına varan adama Allah (rahmet nazarı ile) bakmıyacaktır.»
Hulâsa gerek müellifimizin ve gerekse diğer müelliflerin rivayet ettikleri yukardaki hadîsler, adamın, helâli olan karısıyla makadda cima' etmesinin şiddetli tehdidi mucip, kötü ve çirkin bir fiil olduğuna delâlet ederler. Yabancı bir kadınla veya bir erkekle bu fiili işleyen kişi ise maazallah zina etmiş sayılır. Bu husustaki ayrıntılı bilgi için Fıkıh kitablarına müracaat gerekir. Müellifimizin 20. kitabında yeri geldiğinde biraz bilgi verilecektir.
Adamın kendi karısıyla makadda cima etmesi selef ve halef âlimlerinin cumhuru, tüm fıkıhçılar ve bütün hadîsçiler tarafından haram sayılmıştır. Delilleri yukarıdaki hadîsler, bundan sonra gelen hadisler ve benzeri hadislerdir.
1924) Huzeyme bin Sabit [160] (Radtyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine RÖre :
Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Üç kez (üst üste) "Şüphesiz Allah gerçeği bildirmeyi bırakmaz." buyurdu (ktan sonra) : "Mak'adi arında kadınlara varmayınız" buyurdu, demiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Haccâc bin Ertât tedlisçidir. Hadis münker olup hiç bir yönden sahih değildir.
(Hadisin senedine ait) durumun böyle olduğunu söyleyen bir kişi değildir. T i r m i z i bu hadisi Ali bin Talk (Radi-yallâhü anhJ'den (merfu* olarak) rivayet etmiştir. [161]
Zevâid türünden olan bu hadîsin buradaki senedi zayıf ise de Şafii ayni hadisi başka bir senedle Huzeyme bin Sabit (Radıyallâhü anhî'den yine merfu olarak rivayet ederek senedindeki râvilerin hepsinin sıka olduğunu söylemiştir. Tekmile yazan E b û D â v û d' un Nikâh kitabının 46. babında Şafiî' nin uzunca rivayetini naklettiği gibi Tuhfe yazarı da bu hadisin A h m e d tarafından da rivayet edildiğini söylemiştir.
Hadîsdeki "İstihyâ" kelimesinin asıl mânâsı utanmak ve sıkılmaktır.
Hadîsdeki "Hak"tan maksat, doğru ve gerçek, demektir. 'Haktan istihya etmek' utanmak nedeni ile hakkı söylemeyi bırakmaktır.
Allah Teâlâ'nın zâtı, utanmak ve sıkılmak gibi noksanlıklardan pâk ve nezih olduğu için Kur'an-ı Kerimde ve hadislerde, Allah Teâ-lâ hakkında kullanılan 'İstihyâ' ifâdesi 'Bir şeyi beyan buyurmayı bırakmak' anlamında yorumlanır. Şu halde «Allah haktan istihya etmez» cümlesinin zahiri mânâsı "Allah hakkı ve gerçeği beyan buyurmaktan haya etmez ve sıkılmaz" şeklindedir. Haya ve sıkılma hâli yaratıklara mahsus bir zaaftır. Allah bundan münezzehtir. Bu cümle zahirine göre değildir. Kastedilen mânâ özlü olarak terceme-de bildirilmiştir. Daha açık bir ifâde ile bu cümleyi şöyle yorumlayabiliriz :
"Haya ettiğinden dolayı gerçeği söylemeyi terkeden kimse gibi Allah gerçeği söylemeyi terketmez. Gerçeği olduğu gibi beyan buyuruyor."
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şer'î hükümleri beyan etmekte sıkılmanın söz konusu olmadığını muhatablarına bildirmek, biraz sonra beyan buyuracağı şer'î hükmü açıklamanın bir vecîbe olduğunu belirtmek ve muhatablannm dikkatini çekmek üzere mezkûr cümleyi üç defa tekrarlarmış sonra şer'i hükmü bildirmiştir.
Bu ve benzeri hadîslerden ilham almış olarak mü'minler, söylenmesinden sıkılan bir şer'i hükmü anlatmak istedikleri zaman : "Dinde haya yoktur/ derler ve ilgili hükmü anlatırlar.
T i r m i z i' nin Ali bin Talk (Radıyallâhü anhJ'den merfu olarak rivayet ettiğine göre notta işaret edilen hadis uzun olup konumuzla ilgili cümleleri şöyledir:
«... Ve m ak adi arın d a kadınlarınıza varmayınız. (Bunu açıklıyorum.) Çünkü Allah gerçeği beyân etmeyi bırakmaz.»
Ebû Dâvûd da Aii bin Talk (Radıyallâhü anh) 'in mezkûr hadisini rivayet etmiştir. [162]
1. Şer'i hükmü bildirmek hususunda çekingen ve utangaç olmamak gerekir. Böyle hükümleri münasip bir dille ve gerektiğinde anlatmak îslâmm titizlikle üzerinde durduğu haya adabına aykırı değildir.
2. Makadlarından kadınlara varmak kocaları için de yasak ve haramdır.
1925) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir: Yahudiler t Bir erkek bir kadının tenasül uzvuna kadının makat tarafından varırsa (bu birleşmeden doğan) çocuk gözü şaşı olur, diyorlardı. Bunun üzerine Allah Sübhanehû t"Kadınlarınız sizin için bir ekin yeridir. Artık bu ekin yerinize (kadının rahim yoluna) nasıl isterseniz varabilirsiniz.[163] âyetini indirdi." [164]
N e s a i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Yahudiler, erkeğin, karısıyla arkadan yâni makadı ta rafından kadının rahim yolu olan tenasül organı ile normal cinsel ilişkide bulunduğu takdirde bu ilişkiden doğacak çocuğun gözü şaşı olduğuna inanıyorlar. Ve böyle söylüyorlardı. Onların iddiasına göre bu şekilde yapılan cinsel ilişki doğacak bebeğin gözlerine zararlı ve dolayısıyla yasaktır. Cenâb-ı Hak hadîste anılan âyet-i kerime'yi indirmekle onların itikat ve iddialarının yanlış olduğunu, kadınla yapılan normal ilişkide, kadının sırt üstü veya yüzü koyun yahut yanı üzerinde yatması, oturması veya başka şekilde durması doğacak çocuğa zararlı olmadığını ve bunda dîni bir sakınca bulunmadığını bildirmiştir
Âyet-i Celile'de, kadınlar çocuk yetiştirme bakımından tarlaya benzetilmiştir. Evlenmenin asıl amacı insan neslinin devamı ve çoğal-masıdır. Amaç bu olunca, erkek karısıyla ancak çocuk yetiştirme yolu olan kadının tenasül organı ile ilişki kurmaya yetkilidir. Âyet-i Kerime, çocuk yetiştiren tarlanıza varabilirsiniz, hükmünü beyan etmek suretiyle makadlarında kadınlara varılamıyacağına delâlet eder. Çünkü makadın çocuk yetiştirme tarlası olmadığı bilinmektedir.
Mezkûr âyetin iniş sebebinin başka olaylar olduğuna dâir rivayetler de vardır. Geniş bilgi için Tefsir kitablarına baş vurmak gerekir. [165]
Azil: Arap dilinde bir şeyi yerinden ayırmaktır.
Fikıhçılann dilinde: Cinsel ilişki zamanında kadının gebe kalmaması amacı ile erkeğin geri çekilerek suyunu dışarıya akıtması-dır.
1926) Ebû Saîd-î Hudrî (Ratityaf/âkü anA/den; Şöyle demiştir:
Bir adam azil'in hükmünü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e sordu. Bunun üzerine Efendimiz s
«Siz azil yapıyor musunuz? Bunu yapmamanızda bir zararınız yoktur. Çünkü Allah Teâlâ'mn, olmasını (ezelde) takdir buyurduğu her canlı behemehal olacaktır.» buyurdu." [166]
Buharı. Müslim ve Ebiı Dâvûd da bunu rivayet etmişlerdir. Ahmed ve Tirmizi de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Buhâri ve Ebû Dâvûd'un rivayetleri uzundur. Oralardaki rivayetlere göre Beni M üs talik savaşının akabinde sahâbiler azil durumunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe sormuşlar ve bu cevabı almışlardır.
Hadîsin: cümlesi iki şekilde yorumlanmıştır.
Bunlardan birisini tercemede sundum. Buna göre çıkarılan mânâ şudur : Azil işini terk etmenizden dolayı bir zararınız olmaz. Siz kadın gebe kalmasın diye azil yapıyorsunuz ve azil işini terk etmeniz hâlinde kadının gebe kalacağını ve böylece zararlı çıkacağınızı sanıyorsunuz. Halbuki durum böyle değildir. Çünkü bir canlının yaratılmasını Allah takdir buyurmuş ise o canlı mutlaka hayat bulacaktır. Sizin tedbiriniz takdiri bozmaz. Allah bir canlının olmasını takdir etmemiş ise siz olmasına çalışsanız bile olmasını sağlıya m azsınız.
Mezkûr cümlenin ikinci yorum şekli şudur: 'Azil yapmanızda bir zararınız yoktur. Yâni mânevi zarar olan günah yoktur." Bu takdirde mezkûr cümle ile azil yapmaya yine cevaz verilmiş olur. Ama azil tedbiri ile kadının gebeliğini önlemek sonucu elde edilmi-yebilir. Çünkü Allah Teâlâ bir canlının hayat bulmasını takdir etmiş ise o canlı mutlaka hayata kavuşacaktır. En basiti, erkeğin haberi bile olmadan ve farkına varmadan bir damlacık suyun rahme intikal etmesi ile cenin oluşabilir. Bu yoruma Köre Arapça gramerine
vâkıf olanların malumu olduğu üzere;cümlesinde olumsuzluk için olan "Lâ" edatı zaid sayılır
Azil yapmanın yasaklığına hükmeden âlimler ise; ifâdesini iki ayrı cümle kabul ederek şöyle
yorum yaparlar: "... Hayır. Azil yapmamanız üzerinize vâcibtir," Bu yoruma göre ikinci cümle birinci cümleyi te'kid ve takviye içindir.
Azil hakkındaki âlimlerin görüşlerini bu babın son hadisinin izahı bölümünde bildireceğim.
Bu hadîs, azil-yapmaktan vaz geçmenin daha iyi olduğuna ve azil yapılsa da yapılmasa da bir canlının yaratılması mukadder ise kimsenin bunu önliyemiyeceğine delâlet eder
1927) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :
Besûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hayatta ve Kur*an (âyetleri) inmekte iken biz azil (işini)
yapardık."
[167]
Buharı, Müslim ve Tirmizi de bu hadisi rivayet etmişlerdir M ü s M m' in rivayetinde Câbir (Radıyallâhü anh) meâlen şöyle demiştir:
"Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz azil (işini) yapardık. Durum Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e ulaştı da O bizi (azil işinden) m enetmedi.'
Câbir (Radıyallâhü anh) şunu demek istiyor: Biz azil işine devam ediyorduk. O sıralarda Kur'an âyetleri inmeye devam ediyordu. Eğer yaptığımız azil işi yasak olsaydı konu hakkında ilâhi vahiy inecekti. Böyle bir emrin indirilmemesi, yaptığımız işin câiz-liğine delâlet eder. Diğer taraftan biz bu işi yaparken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta idi. Eğer yaptığımız iş hatalı bir şey olmuş olsaydı, O bizi menederdi. O'nun bizi men etmemesi de bu işin câizliğine delâlet eder.
Tuhfe yazarı bu hadîs'in şerhinde şöyle der:
"Her hangi bir hüküm üzerinde Allah ve Resûlü'nün takriri yâni yapılan işe karşı çıkmamaları, o hüküm için delîl sayılabilir. Hadis buna delâlet ediyor. Çünkü eğer yapılan iş haram olsaydı Allah ve Resulü, buna karşı çıkacaklardı. Tabiî Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yapılan işten haberdar olması şarttır. El-Fetih yazarının anlattığına usûl âlimlerinin ekserisinin mezhebi şudur: Bir sa-hâbî bir hükmü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zamanına bağladığı (Meselâ Peygamber hayatta iken şöyle yapıyorduk dediği) takdirde, sahâbînin bu sözü, merfu hadîs hükmündedir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyuruğu hükmündedir. El-Fetih yazarı: Çünkü sahâbiler, karşılaştıkları sorunların çözümlenmesi ve şüphelerinin giderilmesi için dâima Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vururlardı. Bu nedenle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yapılan azil işinden haberdar olduğu ve buna karşı çıkmadığı anlaşuyor. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in durumdan haberdar olduğu, müteaddit yollarla vâ-rid olan hadislerde açıkça belirtilmiştir, demiş ve M ü s 1 i m' in rivayet ettiği bu hadisi nakletmiştir."
1928) Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü ankyûtn; Şöyle demiştir:
Hür kadının izni olmadıkça (kocası tarafından) ondan azil yapılmasını Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamıştır.
Not: Bunun senedinde bulunan r&vi tbn-i Lahia'nın zayıf olduğu Zev&Id'de bildirilmiştir. [168]
Zevâid türünden olan bu hadisi A h m e d de rivayet etmiştir. Bu hadîse göre adam hür karısı ile cinsel ilişkilerde bulunduğunda karısının izni olmadıkça suyunu dışarı akıtamaz. Fakat cariyesi ile ilişkide bulunduğu zaman cariyesinden izin almadan suyunu dışarı akıtabilir.
Tuhfe yazarının beyânına göre, Beyhaki ve Abdür-r e z z â k ' in tahriç ettikleri bir hadîste; "lbn-i A b b â s (Ra-dıyallâhü anh) : Hür kadının izni olmadıkça ondan azil yapılması yasaklanmıştır, demiştir." İbn-i Ebİ Şey be' nin İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre kendisi cariyesinden azil yapıyormuş. Beyhaki de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den bunun mislini rivayet etmiştir. Bu eserler müellifimizin hadisini takviye ederler. [169]
Tekmile yazarı babında şöyle der:
"Cariyelerden azil yapmak için sahâbilerin bir kısmı ile tabiilerin bir kısmı ruhsat vermişler, bir kısmı da mekruh görmüşlerdir. Rivayet edildiğine göre; 4İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) : Azil hususunda hür kadından izin istenir. Cariyeden izin istenmez, demiştir."
Hanefiler, Şafii ve Ahmed böyle hükmetmişlerdir.
Mâlik: Hür kadından izin almadıkça kocası ondan azil yal pamaz. Cariyeye gelince; Eğer nikâhlı karı ise efendisinden izin almadıkça kocası ondan azil yapamaz. Câriye bir erkeğin nikâhlısı olmayıp efendisinin emrinde ise efendisi onunla cinsel ilişkide bulunurken ondan izin almaksızın azil yapabilir, demiştir.
N e v e v î: "Biz Ş â f i i 1 e r' e göre, kadın hür olsun, câriye olsun, azil işine rızâ göstersin, göstermesin her durumda azil mekruhtur. Bunun içindir ki Ahmed ve Beyha.kî' nin rivayet ettikleri Cudame bint-i Veheb (Radıyallâhü anh) 'in hadisinde azil durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e
sorulduğunda verilen cevapta; «Azil, diri olarak kız çocuğunu toprağa gömmenin sinsi bir şeklidir.» buyurulmuştur. Çünkü diri diriye çocuğu toprağa gömmekle çocuk katledilmiş oldugu gibi azil âdeti de doğum yolunu kesmektir. Bu sebeple arka daşlarımız azil işini mekruh saymışlardır. Bunun haram olup olmadığı hususuna gelince, bizim arkadaşlarımız: Adam, sahibi bulunduğu cariyesi ile cinsel temas yaptığında cariyesi razi olsun olmasın, azil yapması haram değildir. Nikahlanan cariyeden azil yapmanın hükmü de böyledir. Çünkü câriye sahibi, onunla yaptığı cinsel ilişkiden çocuğun dogması hâlinde artık o câriye satılamaz ve dolayısıyla sahibi zarara uğramış olur. Câriye ile evlenen adamın o cariyeden doğacak çocuğu, köle veya câriye sayılır. Bu nedenle adam zararlı çıkar. İşte bu zararların önlenmesi için cariyeden azil yapılması haram sayılmamıştır, derler.
Hür karıya gelince, eğer müsaadesi varsa kocası azil yapabilir. Müsaadesi yok ise bir kavle göre azil işi haramdır. En sahih kavle göre mekruhtur.
'Azilin yapılabileceğine delâlet eden hadisler ile diğer hadîslerin arasını bulmak üzere, azilin yasaklanmasına dâir hadislerdeki yasak-lama, tenzihen mekruhtuk mânâsına ,azilin yapılabileceğine dâir hadîsler de azilin haram olmadığına yorumlanmahdır. Azilin yapılabileceğine delâlet eden hadîslerin mânâsı azil işinin mekruh olmaması, demek değildir.
Hür kadının izni olmadıkça ondan azil yapmanın haramlığma hükmeden âlimler: Hür kadından azil yapmak işinde kadmm zararı vardır. Bu nedenle onun izni olmadıkça azil caiz değildir, demişlerdir,' diye bilgi vermiştir."
Tuhfe yazarı da şöyle der;
"El-Fetih'te anlatıldığına göre İbn-i Abdi'1-Berr: Hür kadının izni olmadıkça kocasının ondan azil yapamıyacağı hususunda âlimler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü cinsel ilişki kadının haklarındandır. Kadın kocasından bu hakkı isteyebilir. Örf ve âdette bilinen cinsel ilişki, azilsiz olarak yapılandır, demiştir. El-Hâf iz, İbn-i Hubeyre1 nin de îbn-i Abdi'1-Berr gibi bu hususta icmâ bulunduğunu söylediğini, nakletmiştir.
El-Hâf iz daha sonra : Hür kadından azil için müsaade alınmasının esas olduğuna Ömer (Radıyallâhü anh)'in (1928 nolu) hadîsi delâlet eder. Cariyeye gelince, eğer nikahlanmış durumda ise o da hür kadın hükmündedir. Ancak kendisinden mi efendisinden mi? izin alınacağı hususunda ihtilâf vardır. Eğer câriye nikâhlı değil ise efendisinin onunla ilişkide bulunduğunda azil için ondan izin istemesine gerek bulunmadığı hususunda âlimler ittifak halindedir, demiştir."
Hanefi fıkıh ki tablalının beyânına göre hür kadından ve nikâhlı cariyenin efendisinden izin almadıkça kocaların azil yapmaları caiz değildir. Zaman bozukluğu gerekçesi ile zayıf bir kavle göre izinsiz azil yapılabilir. Adam, sahibi bulunduğu ve bir kimsenin nikâhı altında bulunmayan cariyesinden izin almadan ondan azil yapabilir. [170]
Ed-DürrüT-Muhtar'm Hazar ve ibaha kitabı nin 'Nazar ve mess"
babının sonunda azil mes'elesinin hükmü anlatılmıştır. Bu kitabın haşiyesinde İbn-i Âbidin, azil mes'elesi hakkında bâzı nakiller yaptıktan sonra şöyle der:
"Ez-Zahîre'de: Erkeğin suyu kadının rahmine ulaştıktan sonra, kadın o suyu dışarı attırmak isterse, âlimler demişler ki: Cenine ruhun girdiği süre olan 120 gün geçtiği takdirde kadın bunu yapamaz. Bu süre dolmadan önce kadının bunu yapıp yapmıyacağı hususunda yetkili âlimlerimiz arasında ihtilâf olmuştur, denilmiştir.
El-Haniye sahibi: Ben bu süre dolmamış iken kadına böyle mü-bahlık hükmünü vermeye karşıyım. Çünkü ihrama girmiş olan bir hacı adayı ihramda iken av avlanması yasak olduğu gibi avın yumurtasını da kıramaz. Kırsa tazminat öder. Çünkü o yumurta bir av hayvanının aslıdır. Bunun gibi rahime ulaşmış meni de bir ceninin aslını teşkil etmektedir. Bunu dışarıya attırmak en azından günahtır. Tabii şer'i şerifçe meşru sayılan bir özür yok ise hüküm budur, demiştir. Tamamlayıcı bilgi Ihyâü'J-Mevaf kitabından biraz evvel gelecektir. Allah en iyi bilendir."
Dürrü'I-Muhtâr müellifi 'İhyâü'I-Mevat' kitabının girişinden bir kaç satır önce *EI-Vehbaniyyefden naklen aldığı nazım hâlindeki metinde şu beyitler de vardır:
Manâsı: Hamlini düşürmek için kadının ilâç içmesi tahrimen mekruhtur. Cenin henüz şekillenmeye başlamamış iken meşru mazeret için kadının ilâç içmesi caizdir.
Eğer kadın isteyerek ölü bir düşük düşürürse kadının yakınları tarafından sağlanan tazminat düşüğün babasına Ödenir.
İbn-i Âbidin yukardaki beyitlerle ilgili olarak şu bilgiyi sunar:
"EI-Hânlyye'de: 'Cenin henüz şekillenmeye başlamamış iken de bunu düşürmek günahtır. Ancak bir katil günahı kadar değildir, denilmiştir.
Anılan meşru mazeret şöyle olabilir: Emzikli kadında gebelik belirtisi görülür, onun sütü kesilir, süt anayı tutmaya çocuğun babasının maddî durumu elvermez ve emzikli çocuğun hayatı tehlikeye girerse, âlimler demişler ki, cenin henüz kan pıhtısı veya et parçası hâlinde olup şekillenmeye başlamamış ve her hangi bir organı belirmemiş iken, kadın onu düşürmek için ilâç içebilir. Âlimler bunu 120 günlük süre ile takdir etmişlerdir. Anılan şartlar dâhilinde, düşürmenin câizliğinin sebebi emzikli çocuğu korumak için henüz şekillenmemiş bir düşüğü feda etmektir,1 denilmiştir.
Cenin şekillenmeye başlamış sayılması için el-Künye'de beyan edildiği gibi, ceninin parmak veya ayak yahut da başka bir organının belirlenmesi veya cenin üzerinde tüy bitmeye başlamasıdır.
Kadın isteyerek ve ilâç kullanarak veya başka bir şey yaparak şekillenmeye başlamış Ölü bir cenin düşürürse kadının yakınları, yakını yoksa kadın kendi malından 'Gurre' denilen beşyüz dirhem gümüşü tazminat olarak ceninin babasına öderler. (Bu maddi bir tazminattır. Kadının işlediği günah bir katil günahıdır. Bu günahı ve mânevi sorumluluğu ayrıdır. Bu tazminatla bağışlanmaz. Kadın kocasının muvafakati ile bu günahı işlemiş ise yine günah olmakla beraber 'Gurre' denilen tazminatın ödenmesi durumu yoktur.)
Kadın yine isteyerek ve bir ilâç kullanarak canlı bir cenin düşürüp cenin düştükten sonra ölürse, kadının yakınları tam diyet yâni bin dinar altın veya 10 bin dirhem gümüşü çocuğun vârislerine ödiyecekler. Kadının yakınları yok ise kadınln malından tahsil edilir. Kadın bu çocuğa mirasçı olamaz. Ayrıca bir köleyi satın alıp azad etmesi buna gücü yetmezse iki ay aralıksız oruç tutması gerekir. Kadın bir katil günahı işlemiş sayılır."
Yukarıdaki bilgiyi verirken kitabın 'Cenin* babından naklen bâzı cümleler eklenmiştir. Bu konu çok geniştir. Tam bilgi için fıkıh kitablanna müracaat edilmesi tavsiye olunur.
Ülkemizde doğum Kontrolü namı altında bir çok yavrucakların canlarına pervasızca kıyıldığı için önemine binâen yukardaki bilgiyi aktarmayı gerekli gördüm.
Bâzı mazeretler dolayısıyla kadının gebe kalmaması için kocası nın muvafakati ile ön tedbir alınması caizdir. Bu anlamda doğum kontrolünün sakıncası yoktur. Ama yukarda anlatılan durumlar, doğum kontrolünün sınırları dışına çıkılmış durumlardır.
Burada âcizane gördüğüm korkunç bir rüyamı sayın okuyucularıma bir hâtıram olması ve beni rahmetle anmalarına vesile olması ümidi ile anlatmayı uygun buldum : 1976 yılında bir adam bana müracaat ederek, karısının tahminen bir aylık gebe olduğunu ve emzikli çocuğunun bulunduğunu söyliyerek bu gebelik hâlinin bir ilâç kullanılmak suretiyle giderilmesi için fetva istedi. Gebelik süresinin bu kadar olduğunu ve mazeretlerini dikkate alarak, ilâç kullanmasında dinî bir sakınca bulunmadığını söyledim. Bunu takip eden günlerde şöyle bir rüya gördüm :
Bir meydandayım. Orada içleri su ile dolu üstleri açık bidonlar vardı. Orada 7 - 8 yaşlarında gül ve top gibi çocuklar duruyor. Bâzı adamlar bu çocukların boyunlarından ve ayaklarından tutup bu çocukların başlarını bu bidonların içine daldırıp boğuyorlar. Ben de bu manzarayı üzüntülü olarak seyrediyorum.
Sayın okuyucularım! Ben bu korkunç rüyayı gördükten sonra, çok korkmaya başladım ve gebelik süresi ne olursa olsun, bunu gidermek için artık fetva vermemeye kesin karar verdim. Ve derim ki, rüya ile şer i mes'eleler için fetva verilmez. Ama yukarıya aldığım El-Hâniye adlı kitabın müellifinin fetvasına bütün içimle katılıyorum. Çok ciddî ve meşru bir hayati mazeret olmadıkça cenin henüz kan pıhtısı hâline gelmemiş olsa bile bunu düşürmeye kalkışmak günahtır ve yasaktır. Ama gebeliği önleyici azil veya sağlığa zararlı olmayan ilâç kullanmak yahut torba kullanmak kadın ile kocasının ortak muvafakati ile olursa bunda dini bir sakınca yoktur. [171]
1929) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'t\ex\ rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kadın ne halası üzerine ne de teyzesi üzerine nikahlanır.»"
1930) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)\]en; Şöyle demiştir:
Adamın, bir kadınla onun halasını, yine bir kadınla onun teyzesini birlikte nikâhı altında bulundurmasının yasaklığını Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve SellemJ'den işittim."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Muhammed bin tshak tediisçİ olup bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir.
1931) Ebû Mûsâ (Radtyallâhü anh):den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kadın ne halası üzerine ne de teyzesi üzerine nikahlanır.-" Not: Bunun senedinde Cübâre bin el-Muğallis'in bulunduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [172]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini A h m e d, Müslim ve Ebû Dâvûd da ayni lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki hadisin metin kısmi uzundur. Ayrıca ayni mânâyı ifâde eden başka bir hadîsi yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den merfu olarak Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizİ, Ahraed, Nesai ve Beyhakİ rivayet etmişlerdir.
Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet ettikleri bir hadisin meali şöyledir:
«Kadın kendi halası üzerine nikâhlanamaz. Hala kendi kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Kadın kendi teyzesi üzerine nikâhlanamaz. Teyze de kendi kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Ne büyük (olan hala ve teyze) küçük (olan kardeşlerin kızları) üzerine, ne de küçük, büyük üzerine nikahlanır.»
Tirmizi, ayni hükümleri ifâde eden benzer bir hadîsi yine merfu olarak t bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikten sonra Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadislerinin hasen - sahih olduğunu söyler. Tirmizi bu arada şöyle der:
"Bu hükümler hakkında Ali, İbn-i Ömer, Abdullah bin A m r (bin el-As), Ebû Saîd-i Hudrî, Ebû Üsâme, Câbir, Âişe, Ebû Musa ve S e m û -re bin Cündüb {Radıyallâhü anhümî'den de hadisler rivayet edilmiştir.
Hadislerin tümü, bir adamın bir kadın ve o kadının halasını veya teyzesini birlikte nikâhı altında bulunduramıyacağına delâlet ederler. Bütün âlimlerin uygulamaları ve hükümleri bu hadîslerledir. Alimlerden muhalif kalan bir kimseyi bilmiyoruz. Bu hükümlere göre bir adam bir kadınla evli iken o kadının teyzesini veya halasını veya onun erkek kardeşinin kızını yahut kız kardeşinin kızım alamaz. Yâni karısının sayılan yakınlarının hiçbirisi ile evlenemez. Ev-lense ikinci nikâhı hükümsüzdür. Bütün âlimlerin kavli budur."
Tuhfe yazan da bu konuda rivayet edilen bâzı hadislerden söz ettikten sonra el-Hâfız'dan naklen başka sahâbîlerin de konu hakkında benzer hadisleri rivayet ettiklerini anlatır. Bu cümleden olarak E 1 - H â f ı z' m şöyle dediğini bildirir:
'Bir kadınla halası veya teyzesinin bir adamın nikâhı altında birlikte bulundurulamıyacağına dâir hadisi rivayet eden sahâbüerin sayısı on beş i bulmuştur. Bu onbeş sahâbinin rivayet ettikleri hadîs, İbn-i Ebi Şeyb.e, Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesaî, tbn-i Mâceh, Ebû Ya'la, el-Bezzâr, et-Ta-berâni, îbn-i Hibbân ve başka hadîsçiler yanında bulunmaktadırlar. Eğer sözü uzatmak endişesi olmasaydı ben bunların hepsini ayrıntılı olarak burada zikredecektim.
Tuhfe yazan daha sonra İbnü'l-Münzir. İbn-i Ab-di'1-Berr, îbn-i Hazm, Kurtubi ve Nevevi' nin bu hususta icmâ bulunduğunu söylediklerini ve yalnız Hârici-ler'le Şiiler' den bir grubun bir de Basra fıkıhçıla-nndan Osman el-Betti' nin bu hükümlere muhalif kaldık-lannı ve bu muhalefetin bir değer taşımadığını âlimlerden naklen beyan etmiştir. Zira bu hüküm sünnetle sabit olmuş ve ilim ehli bu sünnetle ( = hadîsle) amel etmek üzere ittifak etmişlerdir. Artık onlara muhalif kalanın muhalefetinin hiç bir zararı ve değeri olmaz.'
Hadîslerdeki «Kadının halası» ve «Kadının teyzesi» ifâdeleri umumî mânâda yorumlanmıştır. Yâni ister kadının öz halası olsun, ister kadının babasının veya baba babasının öz halası olsun hüküm aynidir. Kadın bu halalarının hiç birisi ile birlikte bir erkeğin nikâhı altında bulundurulamaz. Keza ister kadının öz teyzesi olsun, ister kadının anasının teyzesi olsun veya nenesinin teyzesi olsun hüküm aynidir. Kadın bu teyzelerinin hiç birisi ile birlikte aynı erkeğin nikâhı altında bulundurulamaz.
Bir erkeğin nikâhı altında birlikte bulundurulamıyacağını yukarda anlattığım iki kadından hangisinin nikâhı önce kıyılmış ise o nikâh muteberdir. Ondan sonra kıyılan nikâh bâtıl ve geçersizdir. Meselâ bir adam bir kadınla evli iken o kadının halası veya teyzesi ile evlenemez. Faraza nikâhını kıyarsa bu nikâh bâtıldır. Keza adam nikâhı altındaki karısının yeğeni durumunda olan onun erkek veya kız kardeşinin kızları ile evlenemez. Faraza nikâhını kıyarsa bu nikâh muteber ve geçerli değildir.
Şayet bir adam. birlikte nikâhı altında bulundurması haram olan iki kadının nikâhını bir akitte ve birlikte kıyarsa, her iki nikâh da bâtıldır.
Birlikte bir erkeğin nikâhı altında bulundurulması haram olan kadınlar, ayn ayn zamanlarda aynı erkeğin nikâhı altında bulundurulabilirler. Meselâ bir adamın kanst ölürse veya adam onu tamamen boşayıp iddeti de biterse adam bu kadının yukarıda anılan yakınlarından istediği bir kadınla evlenebilir. Nasıl ki karısı öldüğü veya onu boşayıp iddeti tamamlandıktan sonra adam kendi baldızı ile evlenebilir.
Nisa sûresinin 23. âyetinde nikâhlanması haram olan kadınlar bildirilmiştir. Âyet i Celilenin meali şöyledir:
(Ey Müminler!) size (şu kadınlarla evlenmeniz) haram kılındı : Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emziren süt analarınız, süt hemşireleriniz, kanlarınızın anaları ve kendileri ile gerdeğe girmiş bulunduğunuz karılarınızdan yanınızda bulunan üvey kızlarınız. Şayet üvey kızların anaları ile gerdeğe girmemiş iseniz o kızlarla evlenmenizde bir beis yoktur. Kendi sulblerinizden olan oğullarınızın karıları (= gelinleriniz) ve iki kız kardeşi birlikte nikâhınız altında bulundurmanız da — size haramdır — (Câhiliyyet devrinde) geçmiş olanlar müstesna. Şüphesiz Allah gafur ve rahimdir."
Bu âyet-i celile'yi takip eden 24. âyette evli kadınları da nikahlamanın haranı ligi bildirildikten sonra :
"Ve bunlar (yâni 23 ve 24. âyetlerde bildirilen kadınlar)dan başka kadınlar size helâl kılındı."
Bu âyetin zahirine göre bir kadınla onun teyzesi veya bir kadınla onun halası bir adamın nikâhı altında birlikte bulundurulabilirler. $ i i 1 e r' in ve Hâriciler'in birer grubu ve Fıkıhçılardan Osman el-Betti bu âyetin zahirini tutmuşlardır. Fakat büyük bir hatâya düşmüşlerdir. Çünkü bu konuda 15 sahâbi'den rivayet edilen hadisler âyetin yukardaki cümlesinin hükmünü husüsi-leştirmişlerdir. Bu bâbta kısmen anılan hadislerde bir adamın nikâhı altında birlikte bulundurulması haram kılman kadınlarla ilgili bu hüküm bütün sahâbilerin icmaı. tabiilerin icmaı ve bütün imamların ittifakı ile sabittir. Usul ilminin cumhuruna göre Kur'an âyetle-rindeki hükümlerin ahad hadisi ile hususileştirilmesi caizdir. Çünkü Allah'ın kitabını insanlara açıklayan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dir. Bu yetki ve kutsal görev yine Kur'an-ı Kerîm âyetleri ile Efendimize Allah tarafından verilmiştir.[173] Bu itibarla yukarıdan beri anlatılan hüküm hem sabit ve meşhur hükmünü alan sünnetle hem de icmâ ile sabittir. Dört mezheb âlimleri bu hususta icma bulunduğunu tevsik etmişlerdir.
Tekmile yazarının Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhl'ın (1929 nolu) hadisin izahını yaparken bu konu hakkında çok geniş ma'lumatı âlimlerden naklen vermiştir. Bu arada t b n - i Kudâ m e ' den de şunu nakletmiştir :
İbn-i Kudâ m e demiş ki : Bize ulaştığına göre H â r i çiler' den iki adam Ömer bin Abdi taziz (Radıyal lâhü anh) m yanına çıkarak evli iken zina edeni recmetmek ve bir kadın ile onun halasını veya onun teyzesini birlikte bir adamın nikâhı altında bulundurulmasının haramlıgı hükümlerine karşı çıkmış lar ve bu iki hüküm Allah'ın kitabında yoktur, demişler. Bunun üze rine Halife Ömer bin Abdilaziz (Radıyallâhü anh) on I ara:
— Allah size kaç vakit namazı farz kılmış? diye sormuş. Onlar ı
— Hergün ve gecede beş namaz, diye cevap vermişler. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) namazların rekat sayısını sormuş, onlar da bunu doğru cevaplandırmışlar. Ömer (Radıyallâhü anh) onlara zekât miktarını ve nisabını sormuş, adamlar bunu da doğru cevaplandırınca. Ömer (Radıyallâhü anh) onlara:
— Peki bu verdiğiniz cevaplan Kur'an'da bulabilir misiniz? diye sormuş. Onlar da:
— Hayır. Bunu Kur'an'da bulamayız, demişler. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anhî onlara:
— O halde bu cevaplara ve bilgilere nereden ve hangi kaynaktan vardınız? diye soru sorunca adamlar:
— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yapmış ve ondan sonra da müslümanlar bunu yapmışlar, diye cevap vermişler. Ömer (Radıyallâhü anh) :
— Şu karşı çıktığınız hükümler de böyledir, demiştir.'
Bir adam, karısı üzerine onun teyzesi, halası, kardeşinin kızları ve baldızı ile evlenemediği gibi sütten olan bu yakınları ile de ev-lenemez. Şayet karısını boşarsa onun iddeti bitmedikçe yine bu yakınları ile evlenemez. Ancak onun iddeti bittikten sonra bu yakınlarından birisi ile evlenebilir. Keza karısı öldüğü takdirde bu yakınlarından birisi ile evlenebilir.
Daha geniş bilgi için Fıkıh kitablarına müracaat gerekir. [174]
1932) Âişe (Radtyallâhü a«*â)'dan; Şöyle demiştir: Rifâa el-Kurazi'nin karısı (Temime el-Kurazîyye) (Radıyallâhü anhümâ) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHemJ'e gelerek:
— Yâ Resûlallah! Rifâa beni boşadı ve (üç talâkla) kesin boşadı. Sonra ben Kurazî Abdurrahman bin ez-Zebîr ile evlendim. Fakat Ab-durrahman'ın erliği elbise saçağı gibi (gevşek) dir, (cinsel ilişki görevini yapamıyor) dedi. Onun bu sözü üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) gülümsedi ve sonra i
— «Sen Rifâa'ya dönmek mi istiyorsun? Sen diğer kocanın balca-ğızını tatmadıkça o da senin balcağızmı tatmadıkça, bu olamaz.» buyurdu."
1933) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ>'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Bir adam, karısını boşar. Sonra başka bir adam o kadınla evlenir ve gerdeğe girmeden bu da onu boşar. Kadın ilk kocasına dönebilir mi? (onunla tekrar evlenebilir mi?) diye soru soruldu. (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem) :
-Kadının ikinci kocası onun bale a gizini tatmadıkça, (onun ilk kocasına dönmesi) olamaz* buyurdu. [175]
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsini Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepisi ve A h m e d rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az lâfız farkı var ise de bu farklılık mânâyı ve çıkan hükmü etkilemez.
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini N e s a i de rivayet etmiştir. Hadislerdeki "baleağızı tatmak" cinsel ilişkiden kinayedir.
Rifâa (Radıyallâhü anh) 'm karısının ikinci kocası Abdurrahman bin ez-Zebir (Radıyallâhü anh)'dır. Bâzı yerlerde 'ez-Zübeyir' şeklinde yapılan harekeleme işi yanlıştır. Doğrusu dediğim gibidir. Sindi ve Tuhfe yazarı bu kelimeyi dediğim gibi tesbit etmişlerdir.
Tirmizî, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsini rivayet ettikten sonra şöyle der: 'Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi hasen - sahihtir. Ashabı Kiram ve diğer âlimler (Radıyallâhü an-hüm) ittifakla demişler ki: Bir adam karısını üç talâkla boşar, sonra kadın başka bir erkekle evlenir ve son kocası onunla cinsel ilişkide bulunmadan boşarsa kadın ilk kocası ile tekrar evlenemez.
Tuhfe yazarı da şöyle der:
"Îbnü'l-Münzir: 'Âlimler, kadının ilk kocası ile tekrar evlenebilmesi için son kocasının onunla cima etmesi şartını koşmaya icmâ etmişlerdir. Yalnız Said bin el-Müseyyeb demiş ki: Kadının son kocası onunla cinsi münâsebette bulunmadıkça, kadının ilk kocası ile evlenemiyeceğini söylüyorlar. Ben derim ki: Son koca sıhhatli bir şekilde kadınla evlenir ve ilk kocasına helal olması gibi bir hileyi düşünmeden normal bir evlilik hayatını sürdürmek niyeti ile nikâhını kıyar, sonra onunla cima etmeden boşar-sa kadın ilk kocası ile tekrar evlenebilir. Ibnü'l-Münzir Saîd bin el-Müseyyeb'in bu sözünü naklettikten sonra sözüne devamla: S â î d ' in bu sözüne katılan hiç bir kimseyi bilmiyoruz. Yalnız Hâriciler' den bir grup onun gibi söylemişler. Galiba  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın ve İbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh)'in hadîslerini işitmediği için Saîd bin el Mü-s e y y e b böyle demiş ve Kur'an'ın zahiri ile amel etmiştir. Fet-hü*l~Bari'de S a î d' in böyle söylemesi bu nedene dayandırılmıştır. Ben diyorum ki Saîd bin el- Mü seyyeb'in bu ruhsatına karşı Hasan-ı Basri de işi daha sıkı tutarak: ikinci kocanın yaptığı cinsel ilişkide menisinin gelmesi şarttır, demiştir. İbn-i Battal: Hasan bu şartında âlimlerden ayrılmıştır. Onun gibi bu şartı koşan fıkıhçı yoktur, demiştir.* şeklinde bilgi vermiştir."
Tekmile yazan da bu hadisin fıkıh yönü ile ilgili olarak şöyle der: "Bir adam karısını üç talâkla boşadıktan sonra artık kadının ona helâl olmadığı, kadının normal evlilik hayatını sürdürmek üzere başka bir erkekle evlenip bu evlilikten kadının ilk kocası ile tekrar evlenmesine imkân sağlamak amacı olmadan kıyılan nikâhtan sonra cinsel ilişkiden önce boşama vuku bulduğu takdirde kadının tekrar ilk kocası ile evlenmesinin caiz olmadığı ve ancak cinsel ilişkiden sonra normal bir boşama vuku bulduğu takdirde kadının ilk kocası ile evlenebileceği hükmüne hadîs delâlet ediyor.
El-Hâfız: Bu hadîs, kadın ile son kocası arasında cinsel temas vuku bulup daha sonra normal bir boşanma olursa kadının tekrar ilk kocası ile evlenebileceğine delâlet eder. Mâliki! er, bu ikinci koca ile evlenme ve boşanma işinde bir hilenin bulunmaması ve kadının tekrar ilk kocası ile evlenmesi gibi art bir düşüncenin bulunmaması şartını koşmuşlardır. Osman (Radıyallâhü anh) ve Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'den de bu kavil nakledilmiştir.
Âlimlerin ekserisi: Eğer ikinci koca ile olan evlenme akdinde böyle bir şart sözkonusu edilmiş ise akid fasit sayılır. Aksi takdirde akit sahihtir, demişler.
Alimler kadının ikinci koca ile birleşmesi fasit bir akitle olmuş ise kadının ilk kocası ile evlenemiyeceği hususunda ittifak etmişlerdir.
Şu noktayı da belirteyim: Hadisdeki 'ikinci koca' diye terceme ettiğim adamdan maksat, ikinci koca değil, kadını üç talâkla boşamış olan adamdan başka o kadınla evlenen her hangi bir kocadır. Bu koca ikinci olabildiği gibi üçüncü veya dördüncü... koca da olabilir. Meselâ: 3 talâkla boşanan bir kadın ikinci bir adamla evlenir ve ikinci kocası gerdeğe girmeden onu boşar. Kadın üçüncü bir kocaya vanr. Üçüncü kocası gerdeğe girdikten sonra onu boşarsa, kadın ilk kocası ile evlenebilir. Faraza üçüncü kocası da gerdeğe girmeden onu boşarsa kadın yine ilk kocasına varamaz. Fakat dördüncü bir koca ile evlenip gerdeğe girdikten sonra boşanırsa ilk kocası ile evlenmesinde bir sakınca yoktur.
Üç talâkla kocasından boşanan bir kadının artık o kocaya haram olduğu ve başka bir erkekle evlenebileceği, evlendikten sonra yine üç talâkla boşandığı takdirde ilk kocası ile evlenebileceğine dair hüküm bu bâbtaki hadîslerle sabit olduğu gibi Bakara sûresinin 230. âyeti ile de sabittir. Âyetin meali şöyledir:
"Eğer adam karısını bir daha (yâni üç talâkla) boşarsa artık kadın kocasına helâl olmaz. Nihayet kadın başka bir kocaya varır bu da onu boşarda kadın ile ilk kocası karı - koca haklarına riâyet edeceklerini zannettikleri takdirde yeniden birbiriyle evlenmelerinden dolayı onlar için bir günah yoktur. İşte bu hükümler Allah'ın kanunlarıdır. Allah bunları bilir bir kavm için beyan buyurur."
Görüldüğü gibi âyet-i celile'de kadının ilk kocasına helâl olabilmesi için evleneceği başka bir koca ile gerdeğe girmesi şartı yoktur. Fakat sabit ve sahih olan bu bâbtaki hadislerde Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) bu şartın bulunduğunu beyân buyuruyor. Kur'an-ı Kerim'in açıklayıcısı durumunda bulunduğu Kur'an-ı Ke-rim'le sabit olan Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu şartı koşmasından anlıyoruz ki âyet-i celîle'de bu şart melhuzdur. Bütün sahâbiler, tabiiler ve tüm İslâm âlimlerinin bu hususta icmâ ettiklerini de yukarda anlattım.
Gerek âyet-i celile ve gerekse bu hadîsi şeriflerin hükmünün bir takım hikmetleri bulunduğu muhakkaktır. Bu hikmetlerin başında boşamayı önlemek, aile yuvasının yıkılmasına sed çekmek hikmeti gelir. İslâm dîninde evlenmek hak olduğu gibi gerektiğinde boşanmak da meşrudur. Boşanmanın yasaklanması normal değildir. Bazen boşanmak, bir çok zararlan önler ve iki taraf için de hayırlı olur. Boşanmış bir kadının hayat boyunca hiç bir erkekle evlenmemesi de anormal bir hüküm olduğu için yüce dinimiz böyle bir hüküm getirmemiş ve boşanan bir kadına başka bir erkekle evlenmesini meşru kılmıştır. Bu hüküm gayet tabii ve mâkuldür. Kadın 09 son kocasının hayat boyunca boşanmamaları da anormal olduğu için islam dîni böyle bir hüküm koymamış ve herkes için bulunan boşanma yolunu ve hakkını bunlara da vermiştir. Bunlar günün birinde şer-i şerife uygun bir şekilde biribirisinden ayrılacak olurlarsa, erkek için evlenme hakkı bulunduğu gibi ikinci kocasından ayrılan kadın için de bu hak verilmiştir. Zâten kadına bu hakkın verilmemesi anormaldir. Çünkü o da bir insandır. Her kadın için mevcut hakkı ondan esirgemek bir zulümdür. Her kadın gibi son kocasından ayrılan kadın da başka bir erkekle evlenebilir. İslâm dîni, başka bir deyimle yukarıya mealini aldığım âyet-i kerîme ve bu bâbtaki hadisler, bu kadının ilk kocası ile evlenmesini emretmeyip taraflar, karı - koca haklarına riâyet edecekleri kanaatına varırlarsa yine evlenebilirler, diye ruhsat ve müsaade vermiştir. Onları bu yola icbar etmemiş ve bu yolu onlara kapamamıştır, der. En âdilâne ve normal hüküm budur. Bu hükmün yadırganacak bir tarafı yoktur. Bu hükme ters düşen hükümler, anormal, hatta bir zulüm sayılır.
Kadının eski kocasından çocukları olabilir, gönlü çocuklarından bir türlü kopmaz. Gerek kadın ve gerekse eski kocası eski ortak hayatlarında karşılaştıkları anlaşmazlıklarından, geçimsizlikten ve boşanmalarına sebebiyet veren hâl ve hareketlerden tamamen pişmanlık duyup tekrar bir yuva kurmak isteyebilirler. Kendi arzu ve istekleri ile tekrar evlenme isteklerine engel olmak aklen de normal görülmez. İşte bu ve başka hikmetler nedeni ile yüce dinimiz bu kapıyı açık tutmuştur. Ama hiç bir zaman ne kadını ne de erkeği bu yola icbar etmediği gibi bu yolu tavsiye de etmemiştir Hâl bu olunca, şer-i şerifin bu hükmünün yadırganacak hiç bir yönü gösterilemez.
İslâmiyet bu hükmün istismar edilmesini de kesinlikle yasaklamıştır. Yâni eski kocasına helâl olsun, diye kadının başka bir erkeğe varıp üç - beş gün sonra kocasından ayrılıp tekrar eski kocasına varması yolunu kapamıştır. Hülle, denilen bu hileli yolun, îslâm dininde yeri yoktur. Bu babı takip eden bâbta rivayet edilen hadîsler bu hile yoluna bar vuranlar için en ağır tehditleri ihtiva eder. [176]
Muhallil: Üç talâkla boşanmış bir kadının boşayan kocasına helâl olması niyeti ile veya boşamak şartı ile o kadınla evlenen adam'a denilir. Buna Muhill ismi de verilir. Sözde kadını ilk kocasma helâl kılıcı olduğu için ona bu isim verilmiştir.
Muhallel Leh: Kendisi için bu iş yapılan kadının eski kocası, demektir. Lügat mânâsı 'kendisi için helâl kılman' demektir. Sözde, boşadığı kadın başka bir koca ile evlendirilmek sureti ile onun için helâl kılındığından ona bu ad verilmiştir. Babın başlığında geçen bu kelimelerin özlü karşılığını parentez içinde gösterdim. Bu kelimelerden kastedilen mânâyı da yukarda verdim. Hadislerde de bu kelimeler geçeceği için terceme ederken, babın başlığındaki özlü ifâdeyi kullanacağım.
1934) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hulleci (koca)yı ve kendisi için hülle yapılan (koca)ı lânetlemiştir."
Not: Zev&id'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedindeki r&vi Zaro'a bin Salih zayıftır. Nesal ve Tirmizi bu hadîsi Abdullah bin Mes*ud (RA.)'den rlv&yet etmişlerdir. Tirmizi bu hadisin hasen- sahih olduğunu söylemiştir.
1935) Ali (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hulleci (koca) yi ve kendisi için hülle yapılan (koca) yi lânetlemiştir."
1936) Ukbe bin Amir (el-Cühenî [177] ) (Radtyallâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «(Ey ashabım!) Ben size kiralık döl hayvanı bildirmiyeyim mi?» buyurdu. Sahâbîlert
— Bildir, Yâ Resul al I ah! dediler. Resûl-i Ekrem t
— «O (kiralık döl hayvanı) hulleci (koca) dır. Allah hulleci (koca) ya ve kendisi için hülle yapılan (kocay)a lanet etsin.» buyurdu."
Not: Bu hadis Zevâid türündendir. [178]
Notta belirtildiği gibi îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm ve Ukbe (Radiyallâhü anh)'m hadîsleri Zevâid türündendir. Tirmizi ve Nesaî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'm hadisi olarak ve başka senedle rivayet etmişlerdir. T i r m i z î' nin rivayetinde 'Muhalin* kelimesi yerine 'Muhill' kelimesi kullanılmıştır. Her iki kelimenin aynı mânâyı ifâde ettiğini yukarda anlatmıştım. Tirmizi, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'm hadisinin hasen -sahih olduğunu ve bu hadîsin müteaddit senedlerle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edildiğini söylemiştir.
A 1 î (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Tirmizi de rivayet etmiştir.
Bir kimseyi lanetlemek, onun Allah'ın rahmetinden ve hayırdan uzaklaştırılmasını dilemek, demektir.
Tuhfe yazarı bu hadîslerin şerhinde şöyle der: "Kadı Iyaz: Muhallil, başkasının üç talâkla boşamış olduğu karısının kocasına helâl olmasını ve tekrar onunla evlenebilmesini sözde sağlamak amacı ile ve o kadınla cinsel ilişkide bulunduktan sonra boşamak üzere onu nikâhlıyan adama denir. Sanki böyle yapmak yâni o kadını nikahlayıp cinsel ilişkide bulunmakla, onu kocasına helâl edecekmiş.
Muhallel leh ise kadını boşamış olan kocasına denir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların ikisini de lânetlemiştir. Çünkü bu çirkin işte, insan şahsiyeti ve vakarı gider, izzeti nefis kalmaz ve kıskançlık duygusu körelir. Kadının kocası açısından görülen bu rezaletler açıktır. Hulleci koca yönüne gelince, o da rezil ve kepaze olur. Çünkü o da başka bir adamın gayesi uğruna kendi nefsini kiraya vermiş ve ücret olarak kadınla cinsel ilişkide bulunmayı kabullenmiş olur. Çünkü kadının eski kocasına helâl olmasına ve cinsel temas yapmasına imkân sağlamak amacı ile kendisi kadınla ilişkide bulunur. Bu rezalet nedeni iledir ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hulleci kocayı kiralık döl hayvanına benzetmiştir, demiştir.
E 1 - H â f ı z da et-Telhis'te : 'Kocasından üç talâkla boşanan kadın' başka koca nikâhlarken boşıyacağmı şart koşsa veya 'Bu kadınla evlendiğim zaman benden boş olsun' gibi bir şart koşsa, böyle bir şarta bağlı olarak kıyılan nikâhın bâtıl olduğuna hükmeden âlimler bu hadîsi delil göstermişlerdir. Şüphesiz hadîs umumî bir hüküm taşıdığı için, böyle bir şartla kıyılan nikâhı da kapsar. Başka tür nikâhı da kapsar.
El-Hâkim ve Tabarânî'nin Ebû Cassan yolu ile " N a f î' den rivayet ettiklerine göre :
"Bir adam İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'ya gelerek şu soruyu sormuş: Bir adam karısını üç talâkla boşamış, adamın kardeşi de bu karı adamla tekrar evlenebilsin, amacı ile nikahlamış. Fakat anılan amaç hususunda İlgililer arasında hiç bir danışma, görüşme ve konuşma olmaksızın nikâh kıyılmıştır. Bu ikinci koca karıyı boşar-sa, karı ilk kocası ile evlenebilir mi? İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh),Hayır. (Kadın ilk kocası ile evlenemez.) Ancak başka bir adam (hakikî anlamda evlenip) beraber yaşamak amacı ile bu kadınla evlenir, sonra (böyle hile söz konusu değil iken) normal bir boşama olursa o zaman kadın ilk kocası ile evlenebilir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S eli em) hayatta iken biz bu (soruda anlatılan) birleşmeyi gayri meşru sayardık diyerek cevap vermiştir," şeklinde bilgi vermiştir." Tuhfe yazarı e I - H â f ı z' in sözünü ve onun Hâkim ile Tabarâni' den naklen beyân ettiği îbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anh) 'm hadîsini zikrettikten sonra şöyle der: Bz-Zey-1 â i, NasbuY-Râye'de açıkladığı gibi el-Hâkim, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsini el-Müstedrek'te rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir.
T i r m i z i, 1934 nolu îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisinin mislini îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) '-den rivayet ettikten sonra: 'İçlerinde Ömer bin el-Hattab, Osman bin Affân, Abdullah bin A m r bin e 1 - A s' in da bulunduğu âlim sahâbiler ve tabiîlerin fıkıhçıları bu hadisle amel etmişlerdir. Süfyân-ı Sevrî, lbnü'1-Mü-bârek, Şafii, Ahmed ve İshak'ın kavli de budur. C â r û d bana şöyle dedi: V e k î de böyle hükmediyordu ve rey ehlinin bu konudaki sözleri onların fetvaları içerisinden çıkarılıp atılmalıdır, diyordu.
Yine V e k î demiştir ki: S ü f y â n: Bir adam, bir kadının eski kocası ile evlenebilmesini sağlamak niyeti ile o kadını nikahladıktan sonra kadınla yaşamak ve onu nikâhı altında tutmak isterse (yâni eski kocası ile tekrar evlenmesi için kadını boşamak niyetinden cayarsa) adam yeniden ve sıhhatli bir nikâh kıymadıkça kadını yanında tutması haramdır, demiştir. (Yâni hileli olarak kıyılan nikâhın hükümsüz olduğunu söylemiştir.)1 der. Allah cümlesinden râzi olsun.
Tuhfe yazan Tirmizi' nin yukardaki sözlerinin açıklaması bölümünde şu bilgiyi vermiştir:
"Sübülü-s-Selâm'da: 'Bu hadîs (yâni îbn-i Mes'ud (Ra~ dıyallâhü anh)'in bu bâbtaki hadîsi) hulleciliğin haram lığına delâlet eder. Çünkü, lanet ancak haram bir şey işleyen için olabilir. Haram olan her şey yasaktır. Yasaklama hükmü, kıyılan nikâhın bozukluğunu gerektirir. Âlimler, bu hileli nikâh için bir kaç misal getirmişlerdir. O misallerin bir kısmı şunlardır:
Birincisi: Hulleci koca karıyı nikâhlarken akid içinde, ben onu eski kocasına helâl ettirince (yâni onunla evlenip gerdeğe girdikten sonra) bizim nikâhımız sona ermiş olsun, der. Böyle kıyılan nikâh akdi, geçici nikâh mâhiyetini arzeder ki böyle muvakkat nikâh yapılamaz.
İkincisi: Hulleci koca kadınla nikâhını akdederken-, Bu kadım eski kocasına helâl ettireceğim zaman onu boşayacağım, der.
Üçüncüsü: Eski koca ile yeni koca hülle işinde antad kalırlar. Amaç, kadının yeni koca ile dâimi bir evlilik hayatı sürmesi değildir. Kadının tekrar eski kocasına helâl olmasını sözde sağlamaktır. Fakat nikâh akdedilirken bu amaçtan söz edilmiyor.
Hadisdeki lanetleme umumi ve şümullü olduğuna göre bu misallerin tüm ündeki nikâh akdinin bâtıl ve hükümsüz olması gerekir. Bu misallerin bir kısmında nikâh akdinin batıl sayılması hususunda ihtilâf var ise de nikâhın sahîh olduğunu söyleyenlerin elinde bir delil yoktur. Bu nedenle bu söz ile amel edilmemesi icap eder,' denilmiştir.
Hafız Zeylaî, Nasbü'r-Râye'de şöyle der: 'Hanefi Fıkıh kitablarmdan el-Hidâye sahibi bu hadîsi yâni "Allah Muhallil'e ve Muhallel leh'e lanet eylesin" hadîsini delil göstererek, hülle şartı ile kıyılan nikâhın mekruhluğunu söylemiştir. Halbuki hadîsin zahiri böyle kıyılan nikâhın haramlığını gerektirir. Nitekim A h m e d' in mezhebi budur.'
Z e y 1 âî' nin beyânına göre kıyılan nikâhın geçerli olduğuna hükmedenler şu noktaya dayanıyorlar: Hadîste hulleci kocaya Mu-halül yâni kadını eski kocasına helâl ettiren, denilmiştir. Ona bu ismin verilmesi nikâh akdinin sahîhliğine delâlet eder. Çünkü Muhal-UI, helâlliği gerçekleştiren, demektir. Eğer nikah akdi bâtıl olsaydı, Muhallil ismi verilmezdi.
Tuhfe yazarı bundan sonra şöyle der:
"Şüphesiz, îmam Ahmed'in söylediği gibi böyle bir nikâh akdinin haram lığı, hadîsten anlaşılan açık hükümdür. Hulleci kocaya Muhallil isminin verilmesi adamın sanısına göredir. Çünkü üç talâkla boşanmış bir kadınla, boşamak niyeti veya şartı ile nikâh akdini yapan hulleci koca, kendisinin bu kadınla böyle bir nikâh akdini yapıp onunla cinsel temasta bulunmak'sureti ile kadını eski kocası için helâl ettirdiğini sanıyor. îşte bu sanısı dolayısıyla ona Muhallil ismi verilmiştir. Yoksa bu adam böyle yapmakla gerçekten kadını eski kocasına helâl ettirdiği için ona bu isim verilmiş değildir, 'îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nin.- Biz bunu Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında gayri-meşru bir birleşme sayardık' mealindeki hadîsi bu durumu aydınlatır." Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın bu hadisinin sahih olduğunu yukarda H â-k i m' den naklen beyan etmiştik.
Sindi, Tirmizi1 nin şerhinde: 'Rey ehli yâni E b û H a n i f e ve arkadaşlarının cevabı şöyledir: Rey ehlinin kavli bu hadîse muhalif değildir. Çünkü lanetlemek, bazen işin rezaleti ve erkeklik haysiyetinin yara alması nedeni ile olabilir. Hulleci kocaya 'Muhallil' ismi verilmesi kıyılan nikâh akdinin şahinliğine delâlet eder. Çünkü bu kelimenin mânâsı helâl ettirici, demektir. Eğer nikâh akdi sahih olmazsa helâl ettirme durumu gerçekleşmez. Hadiste, kıyılacak nikâh akdinde, boşama şartının bulunmasından veya bulunmamasından söz edilmemiştir. Bu itibarla hulleci kocaya 'Muhallil = Helâl ettirici' isminin verilmesi ile böyle yapanların lanetlenmesi noktalarının arasını bulmak ve hadisdeki bu iki noktayı uzlaştırmak için lânetlemeyi böyle nikâh kıymayı haram kılmak mânâsına değil de işin çirkinliğine bağlayıp böyle yorumlamak gerekir. Hadis böyle yorumlanınca, kadının eski kocasına helâl ettirilmesi niyeti veya şartı ile kıyılan nikâhın bâtıl olduğuna bir delâlet olmaz,' demiştir.
Tuhfe yazarı S i n d i' nin bu sözlerini naklettikten sonra: 'Lanetlemenin, böyle nikâh akdinin haramlığı için olmayıp işin rezaleti için olduğunu söylemek dayanaksız ve mücerret iddiadır. Bilâkis Allah'ın laneti ancak yapılan işin haramlığı nedeni iledir. Hul-leciye Muhallil, denilmesinin nikâh akdinin şahinliğine delâlet etmediği yukarda anlatılmıştır, * demiştir.
Tuhfe yazarı daha sonra H a t t â b î' den şunu nakletmiştir: ' H a 11 â b î, el-Maâlim'de : Kadın ikinci koca ile nikahlanır-ken, kadının eski kocası ile yeni kocası arasında kadını boşamak şartı söz konusu edilmiş ise kıyılan nikâh bâtıldır. Çünkü muvakkat bir nikâh olmuş olur. Fakat böyle bir şart söz konusu edilmeyip, tarafların besledikleri niyet bu ise kıyılan nikâh mekruh sayılır. Eğer bu şekilde nikâh kıyılıp ikinci koca kadınla cinsel temasta bulunduktan sonra boşarsa, kadının iddeti bitince eski kocası ile evlenebilir. Bir çok âlim, tarafların kadının ikinci kocasından ayrılmasını şart koşmasalar bile böyle bir şeyi düşünmelerini ve kalblerinde niyet etmelerini mekruh saymışlardır. Yalnız bir tarafın böyle düşünmesinin hükmü de budur.
İbrahim Nahai: İkinci koca, kadınla dâimi olarak evlilik hayatını sürdürmek amacını gütmedikçe, o kadınla bir süre yasadıktan yâni cinsel ilişkide bulunduktan sonra onu boşasa, kadın eski kocası ile evlenemez. Eğer eski koca, yâni koca ve kadından birisinin niyeti kadının eski kocaya varması için bu nikâhı yapmak ise kıyılan nikâh bâtıldır. Ve kadın böyle bir nikâh ve birleşmeden sonra boşanmakla eski kocası ile evlenemez, demiştir.
Süfyân-i Sevri: İkinci koca kadını eski kocasına helâl ettirmek niyeti ile onunla nikahlandıktan sonra niyetini değiştirip kadını boşamamaya karar verirse, benim görüşüm ve uygun gördüğüm yol adamın kadından ayrı durup yeniden nikâhını kıyması d ir, demiştir.
Ahmed bin Han bel de Süfyân gibi söylemiştir.
Mâlik bin Enes de şöyle demiş : Durum ne olursa olsun derhal kadın ile ikinci koca birbirisinden uzaklaştırılır ve kadın eski kocası ile böyle bir nikâhtan sonra evlenemez,' diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazan H a t t â b î' den yukardaki bilgileri naklettikten sonra: Şafiî şöyle demiştir: Eğer ikinci kocanın nikâh akdinde her hangi bir şart söz konusu edilmezse kıyılan nikâh, sahihtir. Tarafların kablerindeki gizli niyet nikâh akdini bozmaz. Çünkü niyet hatıra gelen bir şeydir. Hatıra bir şeyin gelmesinden dolayı insan günah işlemiş sayılmaz. El-Hâfız el-Münzirî, et-Tei-hiz adlı kitabında Şafii' nin böyle söylediğini nakletmiştir. Ben derim ki Şafii' nin bu sözü hakkında da konuşulmuştur."
Tuhfetü'l-Ahvezî bundan sonra Ömer bin el-Hattâb CRadıyallâhü anhJ'den rivayet edilen ve bu konu ile ilgili eserlerini nakletmiştir. Bu eserlerden Ibn-i Ebî Şeybe' nin tahriç ettiği birisinde Ömer (Radıyallâhü anh) :
"Bana intikal ettirilecek her hulleci kocayı ve kendisi için hülle yapılan her kocayı recmedeceğim, demiştir.**
Şafii mezhebinin mutemed Fıkıh kitablanna göre, ikinci koca her hangi bir şartla kadını nikahlarsa o nikâh bâtıldır. Böyle bir şart koşulmamakla beraber, kadının ikinci kocası tarafından boşanıp tekrar eski kocasına varması niyetini beslemek ise mekruhtur.
Hanefi fıkıh kitaplarından Fethül-Kadîr'de şöyle denilmiştir: 'İkinci koca kadım bir şart koşulmadan nikahlarsa duruma bakılır. Eğer bu adam hulleci koca olarak tanınıyor ise yapılan iş tahrimen mekruhtur.'
Bu bâbta rivayet olunan hadîsler yüce dinimizde Hüllenin yeri olmadığına delâlet ederler. Konu hakkında daha geniş bilgi için Fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi tavsiye olunur. [179]
1937) Âişe (Rûdtyallâhü anhâ)'&dn rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Neseb (soy) sebebi ile (nikâhlanması) haram olanlar süt sebebi ile de haramdırlar,»" [180]
Kütüb-i Sitte'nin tümünde bu hadis vardır: Bâzı rivayetlerde 'Neseb' kelimesi yerine 'Vilâdet' kelimesi bulunur. Asıl mânâsı doğum olan Viladet ve Velâdet kelimelerinden soy mânâsı kastedildiği için Neseb mânâsını ifâde eder. Bu hadîs bâzı rivayetlerde meâlen şöyledir:
"Şüphesiz Allah, soy nedeni ile (nikanlanmasını) haram kıldığı kimseleri süt nedeni ile de haram kılmıştır."
Neseb yâni soy birliği nedeni ile nikâhlanması haram olan kadınlar Nisa sûresinin 23. âyetinde sayılmışlardır. Âyeti Celîle'-nin mealini 1931 nolu hadîsin izahı bölümünde bir münâsebetle sunmuştum. Bunu tekrarlamaya gerek gürmüyorum. Âyet-i Celile'de sayılan kadınlarla ilgili özlü bilgi vermekle yetineceğim :
Âyetinde soy nedeni ile ebedî olarak nikâhlanması haram kılınan kadınlar yedi grup'a ayrılır t
1. Anadır. Adam, kendi anası ile evlenemez. Büyük analar yâni baba anası, ana anası ve daha yukarı derecelerde kalan neneler, ana hükmündedir.
2. Kızıdır. Adam kendi kızı ile evlenemez. Oğlunun kızı, kızının kızı ve daha aşağı derecelerdeki kız torunlar, adamın öz kızı hükmündedir.
3. Ana - baba bir, yalnız baba bir veya yalnız ana bir kız kardeşlerdir. Adam kız kardeşleri ile evlenemez.
4. Haladır. Adam, babasının kız kardeşi ile evlenemez. Adamın dedesinin kız kardeşi ve daha yukarı derecelerdeki halalarının hükmü öz halanın hükmüdür.
5. Teyzedir. Adam anasının kız kardeşi ile evlenemez. Adamın ana anasının kız kardeşi ve daha yukarı derecelerdeki teyzelerinin hükmü de budur.
6. Erkek kardeşin kızıdır. Baba ana bir, yalnız baba bir ve yalnız ana bir erkek kardeşler arasında bu hususta bir fark yoktur. Bunların oğullarının kızları, kızlarının kızları ve daha uzak yeğenleri de öz kızları hükmündedir.
7. Kız kardeşinin kızıdır. Baba ana bir, yalnız baba bir ve yalnız ana bir kız kardeşlerinin hepsinin hükmü aynıdır. Kişi kız kardeşinin kızı ile evlenemiyeceği gibi kız kardeşinin oğlunun kızı veya kız kardeşinin kızının kızı ve daha uzak derecelerdeki kız yeğenlerin hiç birisi ile evlenemez.
Soy sebebi ile nikâhlanmasmın haramlığı Nisa sûresinin 23. âyeti ile sabit olan kadınlar yukardaki yedi kadın ve onların hük-münde olan kadınlardır.
İzahına çalıştığımız Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın 1937 nolu hadisi, îbh-i Abbâs (Radıyallâhü anhl'ın 1938 nolu hadisi ve benzeri hadisler. Soy sebebi ile haram olan kadınların süt sebebi ile de haram olduğuna delâlet ediyorlar. Şu halde yukardaki yedi grup kadın süt sebebi ile de haramdır. Bir kadın bir çocuğu emzi-rince, çocuğun anası olmuş olur. Süt sahibi olan kadının kocası da o çocuğun babası olmuş olur. Şöyle de söylemek mümkündür: Süt emen çocuk, sütünü emdiği kadının ve süt sahibi kadının kocasının öz çocuğu hükmündedir. Artık bu çocuk, erkek ise süt anası, süt kız kardeşi, süt halası, süt teyzesi, süt kardeşlerinin kızları ve yukar-daki yedi maddede anılan kadınların süt nedeni ile benzerlerinin hepsi haramdır. [181]
1. Soy sebebi ile nikâhlanması haram olan kadınlar süt sebebi ile de haramdır. Süt emen erkek çocuğun, sütünü emdiği kadına mahrem olup oğlu durumunda bulunduğuna bütün müslümanlar ic-ma etmişlerdir. Artık çocuk o kadınlarla evlenemez. Kadına bakabilir. Bir odada ikisi yalnız kalabilirler. İkisi beraber yolculuk edebilirler.
Bâzı yönlerden öz ana evlâd hükmünde değiller. Meselâ biribiri-sinin malına mirasçı değillerdir. Birisinin nafakası diğerine vacip olmaz. Birisi diğeri için şâhidlik yapabilir...
Süt sebebi ile oluşan haramlık süt emen çocuğun hiç bir yakınına geçmez. Meselâ süt emen çocuğun, sütten kız kardeşi olan bir kadın, o çocuğun kardeşi ile veya o çocuğun babası ile evlenebilir.
Âlimler, soy sebebi ile haram olan kadınlardan dört tanesinin süt sebebi ile haram olmayabildiğim söyleyerek bunları hadîsin umumi hükmünden müstesna tutmuşlardır. Bunların izahı uzun sürer. Bu konu için Fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi tavsiye olunur. Muhakkik âlimler bu dört kadınla ilgili hükmün hadîsten müstesna sa-yılnuyacağını söylemişler. Çünkü soy veya evlilik dolayısıyla olan hısımlık hâlinde bu kadınlarda görülen neden süt hâlinde bulunmadığı için bir farklılık görülüyor.
Bunu bir misâl ile izah edelim : Meselâ: Soy sebebi ile kardeş olan iki erkek düşünelim. Bu kardeşlerden birisinin anası, diğeri ile evlenemez. Çünkü ya anasıdır, ya da üvey anasıdır. Yâni babasının karışıdır.
Fakat bu kardeşlerden birisini emziren yabancı bir kadın diğer kardeşle evlenebilir. Çünkü bu yabancı kadın ne onun anasıdır ne de üvey anasıdır. Yâni babasının karısı değildir. Başka bir engel yoksa kadın süt emzirdiği çocuğun kardeşi ile evlenebilir.
2. Süt emen kız çocuğun durumu da arkek çocuk gibidir. Yâni bir kadının sütünü emen bir kız o kadının süt sahibi kocasının öz kızı hükmündedir. Süt sahibi kadının kocası onun babasıdır. Kocanın kardeşleri onun amucalandır. Kocanın oğulları onun kardeşleridir. Kocanın çocuklarının erkek çocukları onun yeğenleridir. Keza süt anasının erkek kardeşleri onun dayılarıdır...
1938) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :
Bir defa Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Abdü'1-Mut-talibin oğlu Hamza[182] (Radıyallâhü anh)'in kızı (ile evlenmesi için Hz. Ali (Radıyallâhü anh) tarafından) teklif yapıldı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ:
«Hamza'nın kızı benim süt kardeşimin kızıdır. Şüphesiz soy se-bebîtonikâhlanmasi) haram olanlar süt sebebi ile de haramdır.»" [183]
Buhâri ve Müslim de bunu mânâyı etkilemeyen az lâfız değişikliği ile rivayet etmişlerdir. M ü s 1 i m' in Ali (Radıyallâhü anh)'den bir rivayeti meâlen şöyledir:
"Alî (Radıyallâhü anh) demiştir ki.- Bir defa ben:
— Yâ Resülallah! Sen Kureyşten evlenmeyi tercih edip biz hâ-şim oğullarını bu şereften mahrum ediyorsun, sebebi nedir? diye sordum. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Sizden (evleneceğim) kadın var mı?» dedi. Ben de:
— Evet. Hamza'nın kızı (var), dedim. Bunun Üzerine Efendimiz t
— -Hamza'nın kızı (ile evlenmek) bana helâl değildir. Çünkü o, benim süt kardeşimin kızıdır.» buyurdu/'
Şehidlerin büyüğü ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in amucası Hamza (Radıyallâhü anh) Efendimizin süt kardeşidir. Ebû Leheb'in azadh cariyesi S ü v e y b e' nin sütünü emmişlerdir. S ü v e y b e câriye iken H z . M u h a m -m e d (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in doğum haberini, verince müjde olarak Ebü Leheb onu azad etmiştir. Bâzı Siyer kitab-larına göre ise hicretten sonra azad edilmiştir.
Süveybe önce H a m z a (Radıyallâhü anh)'ı, sonra Re-sûl-i Ekrem'i emzirmiştir. Daha sonra da Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)*ı emzirmişti. Bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) doğduktan üç gün sonra Süveybe onu emzirmiş ve dört aylık olunca Halime-i Sa'diyye isimli süt anaya teslim edilmiştir, Resûl-i Ekrem ve çok değerli anamız Hatice (Radıyallâhü anhâ) Süveybe'ye iyilik ve yardımda bulunurlardı. Hicretten sonra da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine' den Mekke'ye Süveybe'ye hediyeler göndererek onu taltif ederdi. Süveybe, Hayber'in fethinden sonra vefat etmiştir. Onun müslüman olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır.
U r v e ' den yapılan bir rivayete göre Ebû Leheb öldükten bir yıl sonra kardeşi A b b â s (Radıyallâhü anh) Onu rüyada görmüş ve hâlini sormuş. Ebû Leheb şöyle cevap vermiş : Ben hiç bir rahat yüzü görmedim. Yalnız Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in doğum haberini bana getirdiği için Süveybe'yi azad ettiğimden dolayı şu kadar sulandım diyerek baş parmağı ile şehâdet parmağı arasında bir delil göstermiştir.
A 1 i (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Amcası H a m z a (Radıyallâhü anh) arasında süt kardeşliği bulunduğunu bilmediği için O'na H a m z a (Radıyallâhü anh)'in kızı ile evlenmesini teklif etmiştir.
1939) (Müminlerin analarından) Ümmü Habİbe (Radtyaltâhü art' hâ)'dan rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-l)*e:
— Yâ Resûlallah! Kız kardeşim Azze ile evlen, demiş. Resûlul (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) O'na:
— «Acâİb sen (kıskanmayıp) bunu arzu eder misin?» buyurmuş. O da t
— Evet. (arzu ederim) Yâ Resûlallah! Çünkü sizin için ortak ve kumadan boş ve tek başıma değilim. Zâtına karı olmak hayır ve şerefi hususunda ortaklarıma nazaran kız kardeşimin bana ortak olmasını daha çok arzu edip uygun görürüm, demiş. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «İşte iyi bil ki senin kız kardeşin bana helâl değildir.» buyurmuş. O da:
— Peki ama biz senin, Ebû Seleme kızı Dürre ile evlenmek istediğini söylüyoruz, demiş Bunun üzerine Resûl-i Ekrem i
— «(Eşim) Ümmü Seleme'nin kızını (mı)?* diye sormuş. Ümmü Habîbe de:
— Evet, demiş. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ümmü Seleme'nin kızı (Dürre) benim himaye ve terbiyem altında üvey kızım olmamış olsaydı bile (yine) nikâhı bana helâl olmazdı. Çünkü O benim süt kardeşimin kızıdır. Süveybe (adlı kadın) beni ve Onun babasını (= Ebû Seleme'yi) emzirmiştir. (Siz eşlerim) bir daha kız kardeşlerinizi ve kızlarınızı sakın bana teklif etmeyiniz.» buyurmuş."
Müellif bu hadîsi başka bir senedle yine Ümmü Habîbe'den mer-fu* olarak rivayet etmiştir. [184]
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tabarânî ve N e s a î de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az bir kelime değişikliği var ise de bu değişiklik mânâyı etkilemediği için belirtmeye gerek görmüyorum.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in muhterem eşlerinden Ümmü Habîbe (Radıyalfâhü anhâ) bir adamın karısı hayatta ve onun nikâhı altında iken baldızı ile evlenmesinin haram olduğunu bilmediği için kız kardeşi A z z e (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmeyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e teklif etmiştir. Bu kadının ismi M ü s 1 i m ' de de böyle geçmiş, Buharı ve Ebû Davud'un rivayetlerinde ismi belirtilmemiştir. T a" b a r â n İ' nin rivayetinde ise H a m n e olarak geçmiştir. El-H â f ı z ' m beyânına göre kadının ismi hakkındaki en meşhur olan, A z z e ' dir. E 1 - M ü n z i r i ise onun isminin H a m n e olduğunu söylemiştir .
Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ) Ebü Süfyân (Radıyallâhü anh)'m kızı ve M u â v i y e (Radıyallâhü anh)'in kardeşidir. Adı Remle' dir. İslâmiyetin ilk günlerinde müslü-manlığı kabul eden bu hatun kocası Abdullah bin Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. Orada kocası hris-tiyanlaşmış ve ölmüştü. Orada dul kalan Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ)'nın nikâhı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e vekâlet edilmek sureti ile orada kıyılmış, mehiri de N e c â ş i (Radıyallâhü anh) tarafından ödenmiş ve Medine'ye gönderilmişti.
65 hadisi bulunan Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîslerinden ikisini Buhâri ile Müslim ittifakla ve iki hadîsini Müslim münferiden rivayet etmiştir. Kütüb-İ Sitte'-nin diğerlerinde de O'nun hadisleri rivayet edilmiştir. Râvileri ise kızı Habîbe (Radıyalâhü anhâ), kardeşi M u â v i y e (Radıyallâhü anh) ve A n b e s e (Radıyallâhü anh)'dır. Ebû U b e y d ' in dediğine göre hicretin 44. yılında vefat etmiştir.[185]
Hadiste ismi anılan Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) da Resûl-i Ekrem'in muhterem eşlerindendir. O'nun hâl tercemesi 600 nolu hadis bahsinde geçmiştir. Ebû Seleme (Radıyallâhü anhâ) da Ümmü Seleme' nin eski kocası olup ismi Abdullah bin Abdi'1-Esed bin Hilâl bin Abdillah bin Ömer bin Manzum el-Mahzumi1-dir. tik müslümanlardan olup Bedir savaşına katılmıştır. 1 b n - i t shak'ın dediğine göre 10 kişiden sonra müslümanhğı kabul eden 11. sahabi'dir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in balası Berre' nin oğlu ve Efendimizin süt kardeşidir. Ü m m Ü Seleme (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmişti. Ebû Seleme, Bedir savaşından sonra vefat etmiş ve vefatından sonra Ümmü Selem* (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) il» evlenmek şerefine mazhar olmuştur. T i r m i z 1, İbn-i Maceh ve Nesai, Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'in hadislerini rivayet etmişlerdir. Kavisi, Ümmü Seleni e (Radıyallâhü anhâ)'dır.[186]
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i ve Ebû Seleme (Rachyallahü anh)'ı emziren Süveybe, Hamza {Radıyallâhü anh)'ı da emzirdiği bundan önceki hadisin izahında belirterek bu hatun hakkında özlü bilgi vermiştim.
Adamın kendi üvey kızı ile evlenmesinin harami ığı Nisa sûresinin 23. ayetinin nassı ile sabit olduğu halde Ümmü Habibe (Radıyallahü anha)'nın Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin kızı ile evleneceğini nasıl konuşma konusu etmiştir? diye bir soru hatıra gelebilir. Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) kendi kıx kardeşini de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e teklif etmişti. Bu da mezkûr âyetin nassı ile yasaklanmıştı. Yani iki kız kardeşin birlikte bir adamın nikâhı altında bulundurulması mezkûr ayetle yasaklanmıştır. Yukarda bu teklifle ilgili olarak: Ünmû Habibe (Radıyallâhü anhâ) her halde bunun yasak olduğunu bilmediği için bu teklifte bulunmuş, demiştik. Aynı cevâbı üvey kızla ilgili soruya kargılık vermek mümkündür. Her insanın her şeyi bilmesi beklenemez.
Yukardaki iki soruya şöyle cevap vermek de mümkündür: Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için bunların yasak olmadığını sandığı için böyle söylemiş olduğu muhtemeldir. Nitekim dört kandan fazla almak Kur'an âyeti ile Ümmet-i Muhammediyye'ye yasak olduğu halde Resûl-i Ekrem için caiz kılınmıştı. [187]
1. Adam, karısı hayatta ve onun nikâhı altında iken baldızı ile evlenemez. Eğer karısı ölürse veya adam karısını üç talâkla boşar-sa, baldızı ile evlenebilir. Ama adam karısını bir veya iki talâkla bo-şarsa karının iddeti bitmedikçe hükmen kanlığı devam ettiğinden bu süre içinde baldızı ile evlenemez. Çünkü adam bu süre henüz bitmemiş iken karısına dönebilir. îddet süresi bitince adam ile karısı nikahı yenilemek suretiyle evlilik hayatını sürdürebilirler. Şayet nikâhlarını yenilemezlerse o takdirde kadın boşanmış sayılır. Adam o zaman baldızı ile evlenebilir.
Adamın karısı ile baldızı baba ana bir, veya baba bir yahut ana bir kardeş olabilir. Keza soydan kardeş olabildikleri gibi sütten kardeş olabilirler. Hepsinin hükmü aynidir. Karının halası ve teyzesi de karının kız kardeşi hükmünde olup bununla ilgili geniş bilgi 31. bâb-taki 1929-1931 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir.
2. Adam üvey kızı ile evlenemez.
Nisa sûresinin 23. âyetinde üvey kızlarla evlenmek hakkında meâlen şöyle buyuruluyor:
"...ve kendileri ile gerdeğe girmiş bulunduğunuz kanlarınızdan yanınızda bulunan üvey kızlarınız size haram kılınmıştır..."
Bu âyet-i kerime'nin üvey kızlarla ilgili cümlesindeki;"Kendilerine duhul ettiğiniz kanlarınızdan olan üvey kızlarınız..." Duhul'dan maksadın ne olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
a. Hanef iler, Mâlik ve Ahmed: Duhul'den maksat cinsel temasta bulunmak veya bunun hazırlayıcısı durumundaki sözler, hareketler ve fiillerden her hangi birisini işlemektir. Adam ile karısının halvete girmeleri de bu hazırlayıcı durumlardan sayılır, demişlerdir. Şu halde gerdeğe girmiş olurlarsa cinsel temas olmamış olsa bile artık adamın üvey kızı ona ilelebed haramdır. Ka-nsını boşar veya kansi ölse bile üvey kızı ile evlenemez. Hiç bir ilişki kurmadan karısı Ölür veya tamamen boşanırsa adam üvey kızı ile evlenebilir.
b. Tavus, Amr bin Dinar ve en sıhhatli kavlinde Şafiî duhuldan maksat cinsî temastır, demişlerdir. Bu kavil 1 b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den de rivayet edilmiştir. Bunlara göre adam karısı ile gerdeğe girmiş olsa bile cinsel ilişkide bulunmadıkça üvey kızı ona ebedî haram olan kadınlardan sayılmaz. Yâni adam cinsel ilişkide bulunmadığı karısını üç talâkla boşarsa veya kansı ölürse adam üvey kızı ile evlenebilir.
c. E v z â î' ye göre adam kansı ile halvete yâni başka bir kimsenin bulunmadığı bir kapalı yere girip kapıyı kapatırsa veya perdeyi salıverirse veya kansını soyup elile dokunursa üvey kızı ile ilelebed evlenemez.
3. Âyet-i celîle'de "Yanınızda bulunan üvey kızlarınız" kaydı vardır. Hadîste de "...benim himaye ve terbiyem altında üvey kızım..." ifâdesi vardır.
Dâvûd-i Zahirî, bu kayıtlann zahirini tutarak: Üvey kız, anasının kocasının yâni üvey babasının himayesinde ve onun yanında yetişmemiş ise adama ilelebed haram olmaz. Adam, karısını boşarsa veya karısı ölürse bu üvey kızı ile evlenebilir, demiştir. Fakat âlimlerin cumhuru: Üvey kız, üvey babasının yanında yetişsin yetişmesin hüküm aynıdır. Yukarda anlattığım gibi kan ile duhul olmuşsa üvey kız ilelebed haramdır. Duhul olmamış ise ilelebed haram değildir, demişlerdir. Cumhur der ki: Üvey kızlar ekseriyetle üvey babalarının yanında kalıp yetiştikleri için âyet-i celîle'de ve ha-dîs-i şerifte böyle ifâde edilmiştir. Başka yerde yetişen üvey kızlann bu hükümden çıkanlması kastedilmemiştir.
4. Süt kardeşinin kızı ile evlenmek haramdır.
Hadîste isimleri geçen Azze binti ebî Süfyân (Radıyallâhü anhâ) ve Dürre binti Ebî Seleme (Radıyallâhü anhâ) hâtûnlar hakkında hâl tercemesi mâhiyetini arzede-cek bir bilgiye, râvilere âit kitablarda rastlıyamadım. [188]
1940) Ümmü'I-Fadl (Lübâbe bintü'l-Hâris [189] ) (Radtyallâkü sm rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Ne bir defa ne de iki defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder.»"
1941) Aişe (Radıyattâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
-Bir defa ve iki defa süt emmek( evlenmeyi) haram etmez.»"
1942) Âişe (Radıyallâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir:
"Ancak kesinlikle bilinen on defa veya beş defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder." buyruğu Allah'ın indirdiği Kuranda idi. Sonra nesh oldu." [190]
Ü m m ü ' 1 - F a d 1 (Radıyallâhü anhâ)'ın hadisini A h m e d ve Müslim de rivayet etmişlerdir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'mn ilk hadîsini Buhar î'den başka Kütüb-i Sitte sahipleri ile Şafiî ve A h m e d rivayet etmişler T i r m i z î, bunun hasen - sahih olduğunu söylemiştir.
Hadislerde geçen "Massa" ve "Rad'a" kelimelerini açıklayalım: Massa i Bu kelimenin sözlük mânâsı: Bir şeyi bir defa emmek ve
yavaşça içmektir. Burada kastedilen mânâ: Emzikli kadının sütünü
bir defa sorup içmektir.
Rad'a t Bir defa süt emmek ve içmektir.
Ümmü'I-Fadl (Radıyallâhü anhâ) 'in hadisinde Rad'a mı, Massa mı kullanıldığı yolundaki tereddüt râviye aittir. Hangi kelime vârid olmuş ise hüküm ve mânâ def işmez. Çünkü kastedilen mânâ bir defa süt emmektir.
Massatân j Massa'nın tesniyesidir. îki massa, demektir. Rad'atân î Rad'a'nın tesniyesi olup iki rad'a demektir. [191]
Bu iki hadîs, bir ve iki defa süt emmek nedeni ile mahremliğin oluşmadığına ve nikahlamanın haram olmadığına delâlet eder. Üç defa süt emmek ise mahremliği oluşturup nikahlamanın haramhğını gerektirdiği anlamını bu hadîslerden çıkaranlar olmuştur. Tekmile yazarının beyânına göre Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) ile Ebû Sevr, Îbnü'l-Münzir, Dâvûd-i Zahirî ve bir rivayetinde A h m e d böyle hükmetmişlerdir.
Âlimlerin Cumhurunun kavli ile dört mezhep âlimlerinin görüşlerini aşağıda beyan etmek üzere önce  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'-nm son hadîsinin özlü mânâsını ve kimler tarafından rivayet edildiğini bildireyim :
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'mn son hadîsini Mâlik, Şafii, Müslim ve dört sünen sahipleri rivayet etmiştir.
M ü s I i m' in rivayetine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) demiş ki: "Kur'an'da; "Kesinlikle bilinen on defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder." âyeti var idi. Sonra bu âyet "kesinlikle bilinen beş defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder."
mealindeki âyetle neshedildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) vefat ettiğinde, beş defa süt emmeye âit âyet okunurdu."
Nevevi bu hadisin yorumu hakkında şöyle der: ' Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın sözünün mânâsı şudur: On defa süt emmeye âit âyetin beş defa süt emmeye âit âyetle neshedilme-si Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatına yakın günlere rastladığı için; "Kesinlikle bilinen beş defa süt emmek (evlenmeyi) haram ettirir" âyetinin okunmasının neshedildiğini işitmeyen bâzı kimseler bunu okumaya devam ederken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat etti. Bunlar bu âyetin okunmasının neshedilmiş olduğunu öğrenince okumasını bıraktılar ve sahâbiler bunun okunmasının neshedildiği hususunda icma ettiler.
Nesih üç çeşittir:
1. Hükmü ve okunması neshedilen âyetler. Bunun misâli: "Kesinlikle bilinen on defa süt emmek
(nikâhlamayı) haram ettirir" âyeti.
2. Okunması neshedilip hükmü neshedilmeyen âyetler. Bunun Örneği: = "Kesinlikle bilinen beş def a süt emmek (nikâhlamayı) haram ettirir" âyeti.
3. Hükmü nesholup okunması nesholmayan âyetler. Kur'an'da-ki nesihlerin ekserisi bu nevidendir. Bunun bir misali:
**Ve sizden ölüp de kanlarını geride bırakanlar, karıları için bir yıla kadar evlerinden çıkmamak üzere bir nafaka vasiyet etmelidirler[192] âyetidir.
Bu âyete göre evli bir erkek öleceği zaman karısının bir yıllık yiyecek, giyecek ve oturacağı mesken masrafını karşılayacak bir meblâğı vasiyet etmesi gerekir. Kocası ölen kadının iddeti de bir yıldır. Bu süre dolmadıkça kadın evlenemez. tslâmiyetin ilk zamanlarında hüküm böyle idi. Iddet süresine âit bu hüküm sonra inen:
= "... ve sizden Ölüp de karılarını geride bırakanların karılan kendi kendilerine dört ay on gün beklerler.[193] âyeti ile neshedi-lerek kocası ölen kadının iddet süresi dört ay on güne indirildi. Son âyet okunuşta ilk âyetten önce ise de iniş bakımından ondan sonradır.
Ebû Dâvûd ve Tirmizi1 nin Âişe (Radıyallâhü anhâVdan rivayet ettikleri bu hadîsin metni M ü s 1 i m'deki rivayete benzer.
Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi' deki rivayetler, N e v e v î' nin dediği gibi nikahlamanın haram lığını gerektiren süt emmenin on defa tekerrür etmiş olması şartının îslâmiyetin ilk döneminde bulunduğuna ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatına yakın dönemde inen bir âyetle süt emme sayısının beşe indirildiğine delâlet eder. [194]
1. Hanefî âlimleri, Mâlik ve cumhura göre söz konusu evlenme haramlığı, bir defa ve azıcık süt emmekle de gerçekleşir.
Bu görüş, tbn-i Abbâs, îbn-i Mes'ûd, îbn-i Ömer, Sevrî, Said bin el-Müseyyeb, el-Ha-san, Zührî ve Katâde' den de rivayet edilmiştir. Allah cümlesinden râzi olsun.
Bunların delili nikâhlanması haram olan kadınların sayıldığı Nisa sûresinin 23. âyetindeki;
ve sizi emzirmiş olan süt analarınız, süt hemşireleriniz nazm-i celîlinin umumiliğidir. Çünkü bu âyette emzirme işinin defalarca tekerrür etmesi şartı söz konusu edilmemiştir.
Diğer bir delil de "Soy sebebi ile nikâhlanması haram olanlar süt sebebi ile de haramdır." mealindeki hadîslerin umumîliğidir.[195]
Bu grubun başka delilleri de vardır.
2. îbn-i Mes'ûd, Âişe, Urve bin Zübeyr, Abdullah bin Zübeyr, Atâ, Tavus, Saîd bin Cübeyr, e 1 - L e y s bin Sa'd, Şafiî ve bir kavlinde A h m e d' e göre nikahlamanın haramlığına sebep, kesinlikle bilinen ve beş defa tekerrür eden süt emmektir. Beş defadan az olanı nikahlamanın haramhğını gerektirmez. Bu kavil Ali bin E b î T â 1 i b (Radryallâhü anh)'den de rivayet edilmiştir.
Bu grubun delillerinden birisi  i ş e (Hadıyallâhü anhâ)'nın
1942 nolu eseridir. Diğer bir delil de Salim Mevlâ Ebi Hu-z e y f e (Radıyallâhü anh) 'a âit Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'mn
1943 nolu hadisidir. Çünkü bâzı rivayetlerde «Beş defa onu emzir» ifâdesi buyurulmuştur.
Bu grubun görüşüne göre bir defa süt emmek şöyle gerçekleşir: Çocuk, kadının memesini tutup süt emer, sonra kendi isteği ile memeyi bırakır. Şayet çocuk doymaktan başka bir nedenle memeyi bırakırsa onun emdiği süt, tam bir defa sayılmaz. Çocuk süt emerken nefes almak veya dinlenmek yahut onu meşgul eden başka bir nedenle memeyi bırakıp pek ara vermeden tekrar süt emmeye başlarsa tümü bir defa sayılır.
3. Üç defa süt emmekle nikahlamanın haram olduğuna hükmeden Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh), bir rivayetine göre Ahmed, İbnü'l-Münzir, Dâvûd, Ebû Sevr ve E b ü U b e y d ise 1940 ve 1941 nolu hadîsleri delil göstermişlerdir.
En kuvvetli ve ihtiyata uygun olanı cumhurun kavlidir. El-Hâfız: 'Nikahlamanın haramlığına sebep olan süt emme sayısındaki rivayetlerin muhtelif olmasj ve bunları rivayet eden  i ş e (Radıyallâhü anha)'mn muteber saydığı süt emme sayısı hakkındaki ihtilâflar cumhurun mezhebini kuvvetlendirmiştir.  i ş e (Radıyallâhü anjıâ) 'nın haremlik için on defa, 7 defa ve beş defa süt emmeyi muteber saydığı yolunda rivayetler vardır. Yukardaki durum nedeni ile fcjir defa bile azıcık süt emmeyi nikahlamanın haramlığına sebep saymak gerekir. Diğer taraftan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1042 nolu) hadisi delil olmaya elverişli değildir. Çünkü Kur'an âyetleri tevatür yolu Ue sabittir. "Kesinlikle bilinen beş defa süt eDMBAk (nik&hlamayı) h*rmm ettirir" mealindeki cümle râvi tarafından hadis değil âyet olarak rivayet edilmiştir. Bu cümlenin Kur'an'dan olduğu sabit delildir. Râvi bunu hadîs olarak rivayet etmemiş ki hadîs kabul edilebilsin.' demiştir.
İbn-i Abdi'1-Berr de: Şafii, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın bu eseri (1942 nolu) ile hükmetmiştir. Fakat Ş a-f i i' ye şöyle cevap verilmiştir: Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın bu eserinde anılan cümlenin Kur'an'dan olduğu sü buta ermemiştir.
Oysa  i ş e (Radiyallâhü anhâ) bu cümlenin Kur'an'dan olduğunu söylemiştir. Ayrıca  i ş e (Radıyallâhü anhâ).'nın bu cümle yâni "Nikahlamanın haramlığına sebep kesinlikle bilinen beş defa süt emmektir" ile hükmettiği hususunda da ihtilâf vardır. Bu nedenle bu cümle ne hadistir ne de Kur'an'dır. E 1 - M â z i r i demiş ki:  i ş e (Radıyalâhü anhâ) 'nın bu eseri delil olamaz. Çünkü yalnız  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edilmiştir. Kur'an ise âhâ-dın rivâyetiyle sübuta ermez. Bunun için Mâlik: Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın bu eseri ile hükmedilmez. Uygulama bununla değildir. Uygulama Kur'an'ın zahiri (yâni Nisa sûresinin 23. âyetinin zahiri) ve süt emmeye âit hadîslerledir. Yâni azacık sütün çocuğun midesine ulaşması ile nikahlama haramhğı gerçekleşir, demiştir.
Sahâbiler ile tabiilerin cumhurun ve imamların kavli budur. Hattâ el-Leys demiş ki: Sütün çoğu veya azı orucu bozduğu gibi nikâhın haramlığına da sebep olduğu hususunda müslümanlar icma etmişler diye bilgi vermiş, demiştir.
Tekmile yazarı el-Fetih'ten yukardaki nakli yaptıktan sonra şöyle der:
Dini yönden en ihtiyatlı olan durum şudur:
Bir adam evlenmek istediği bir kadın ile kendisi arasında bir süt söylentisini duyarsa, o kadından vazgeçmeli, onunla evlenmeme-lidir. Ama adam bir kadınla evlenip zifafa girdikten sonra bu söylentiyi duyarsa kesinlikle bilinen,beş defa süt emilmiş olduğu sabit olmadıkça adam o karıdan ayrılmak zorunda değildir.
Yukarda görüşlerini beyan ettiğim grupların dayanakları olan deliller ve yek diğerlerine verdikleri cevaplar hakkında geniş malumat isteyenler, hadîs kitaplarının şerhlerine müracaat etsin. [196]
1945) Aişe (Radtyallâkü anhâ)'âan; Şöyle demiştir: (Ebû Huzeyfe'nin karısı) Sehle binti Süheyl (Radıyallâhü anhüm) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek t
— Yâ Resûlallahî (Evlâtlığımız) Salimin yanıma girmesinden dolayı (kocam) Ebû Huzeyfe (bin Utbe)'nin yüzünde cidden bir hoşnutsuzluk görüyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Sehle'ye :)
— «Sen Salim'e süt emzir- buyurdu. Sehle:
— O, yetişkin bir adam olduğu halde ben nasıl onu emzireyim? dedi. Bunun üzerine Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülümsedi ve:
— «Ben onun yetişkin bir adam olduğunu şüphesiz biliyorum.» buyurdu. Sehle (Radıyalâhü anhâ) da (gidip bu işi) yaptıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek;
Ben (Sâlim'e süt emzirdikten) sonra (kocam) Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'uı yüzünde bir hoşnutsuzluk görmedim, dedi. Salim (onun sütünü emmeden önce) Bedir savaşma katılmış idi." [197]
Mâlik, Şafii, Ahmed, Buhar i, Müslim, Ebü Dâvûd ve Nesai de bunu uzun ve kısa metinler hâlinde ve benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir.
Bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi, Ebû Huzeyfe bin U t b e (Radıyallâhü anh) Salim (Radıyallâhü anh)'ı evlât edinerek kardeşi Velid bin Utbe' nin kızı Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ile evlendirmiş idi. Artık Salim (Radıyallâhü anh) Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü anh) ve eşi Sehle (Radıyallâhü anhâ)'nın öz evlâdı gibi onların odasında geceler, orada yatar, kalkardı. Câhiliyyet döneminden beri devam edegelen Arap âdetine göre evlât edinilen kişi evlât edinen şahıslatın evlâdı gibi falanın oğlu veya kızı diye isimlenir ve mirasçı olurdu. Nihayet evlât edinmeyi iptal eden;
"Evlâtlıkları babalarına nisbet ediniz. Bu Allah katında en doğru olanıdır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onlar din kardeşleriniz ve dostlarınızda[198] âyeti inince Ebû Huzey-f e (Radıyallâhü anh)'m karısı S eh 1 e (Radıyallâhü anhâî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat ederek durumu ar-zetmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Sehle (Radıyallâhü anhâ) 'nın Salim (Radıyallâhü anh) 'ı emzirmesini emretmiştir. M â 1 i k' in rivayetine göre efendimiz, beş defa emzirmesini emretmiş ve Sehle (Radıyallâhü anhâ) da onu beş defa emzirmiştir.
Tekmile yazarı kadının bir erkeği emzirmesi usulü hakkında şöyle der:
"îbn-i Abdi'1-Berr: Yetişkin erkeği emzirmek şöyle olur: Kadının sütü bir kaba sağılır. Sonra erkek onu içer. Kadının, memesini erkeğin ağzına vermesi suretiyle olan emzirmeyi hiç bir ilim adamı uygun görmez, demiştir.
Kadı Iyâz da: Her halde Sehle (Radıyallâhü anhâ) kendi sütünü bir kaba sağmış sonra Salim (Radıyallâhü anh) da o sütü içmiştir. Salim, onun memesini emmemiş ve onların tenleri birbirine dokunmamıştır. Çünkü nâmahrem erkeğin, kadının memesini görmesi ve herhangi bir uzvunun ona dokunması caiz değildir, demiştir.
Nevevi de Kadı Iyâz'in bu yorumunu tasvip etmiştir.
İbn-i Sa'd'ın Vâkıdi' den rivayetine göre Sehle (Ra-dıyallâhü anhâ) hergün yeteri kadar sütünü bir kaba sağardı. Salim (Radıyallâhü anh) de içerdi. Beş gün böyle yapıldıktan sonra artık Sehle (Radıyallâhü anhâî 'nın başı Örtüsüz olduğu halde Salim onun yanına girerdi.
Yukarıda anılan âyetle evlâtlığın iptali nedeniyle, nâmahrem durumunda olan S â I i m (Radıyallâhü anh)'in Sehle (Radıyallâhü aflha)'nm odasına girmesini dinî kurallara aykırı gören Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü anh) odasına Salim (Radıyallâhü anh) eskisi gibi girmesinden hoşlanmamıştır. S e h I e (Radıyallâhü anhâ) da bu hâli Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü ann)'in yükünden sezince, durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem)'e arzetmiştir.
Hadîs metninin sonundaki: "O, (yâni Salim, Sehle'nin sütünü emmeden önce) Bedir savaşına katılmıştı." cümlesinden maksat, S â -1 i m ' in süt emdiği sırada erginlik çağına ermiş olduğunu te'yid etmektir. [199]
Hadîsin zahirine göre çocukluk çağından çıkmış olanın süt emmesi sebebi ile de nikâh haramlıgı gerçekleşir. Â i ş e, U r v e bin Zübeyr, Ata bin Ebİ Rabah, el-Leys bin Sa'd ve tbn-i' Hazm'ın mezhebi budur. Süt emzirmeye âit âyetler de yaş kaydının bulunmaması da bu mezhebi te'yid eder.
Selef ve halef cumhuruna göre süt emzirmek sebebi ile oluşan nikâh haramlıgı emicinin küçük yaşta olduğu zamana mahsustur. Cumhurun delilleri bundan sonra gelen 37 nolu bâbtaki hadisler ve benzeri hadislerdir.
Cumhur S e h 1 e (Radıyallâhü anhâJ'nın bu hadisine çeşitli cevaplar vermişlerdir. Bu cevaplardan birisi 1047 nolu hadîste belirtildiği, gibi bu hadîsdeki hükmün Senle (Radıyalâhü anhâ) ve Salim (Radıyallâhü anh)'a mahsus bir ruhsat olması ihtimâli-
dir.
Cumhurun kavline göre koşulan küçük yaş şartı hakkındaki gerekli bilgi bundan sonra gelen bâbta verilecektir.
Hâl Tercemeleri
Ebû Huzeyfe bin Utbe bin Babla bû. Abd-i Şems (RA.)'m ismi Muhşem veya Hâşim yahut Kays'dır. İlk müslümanlardandir. İslâmiyet! kabul eden 44. zâttır, önce Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmek şerefine mazhar olan bu zftt KâTse ve Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılmıştır. Bedir, Uhud ve bunlardım sonra yapılan bütün savaşlara katılmış, nihayet Yemame savacında 56 yasmda iken şehid olmuştur.
Sehle binti Süheyl bin Amir el-Kureşl el-Amirl (R.A.) Ebû Huzeyfe (B.AJ'm karışıdır. Babası Süheyl (R.A.) meşhur sahabldir. (Tekmile C. S, Sah. 198-197)
1944) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir :
Andolsun ki recm etme âyeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikahlamanın haramlıgı) ayeti indi ve andolsun ki bu âyetler tahtımın altındaki bir yaprakta (yazılı) idi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edip bizO'nun Ölümü ile meşgui olunca, evde beslenen bir koyun (veya keçi odaya) girip o yaprağı yedi." [200]
Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde bu hadise rastlamadım. Hadiste anılan recmetme âyeti, .müellifin 2553 nolu hadîsinde geçmektedir. Âyet şöyledir:"evli erkek ve evli kadm zina ettikleri zaman muhakkak onları recmediniz."
Bu âyetle ilgili gerekli bilgi orada verilecektir. Burada şunu belirtmekle yetinelim. Bu âyet, okunması neshedilip hükmü neshedtl-meyen âyetlerdendir.
Yetişkin kişinin 10 defa süt emmesi sebebi ile nikâhın haramlı-gma dâir âyetin de okunmasının mensûh olduğu ma'lumdur. Müellifin bu hadisi bu bâbta zikretmesi bu âyetin hükmünün mensuh olmadığının belirtisidir.
Sindi bu hadisin haşiyesinde: Bu hadîs, süt emme sebebi ile oluşan nikâh haramhğınm yetişkinler hakkında 10 defa süt emmek şartına bağlı olduğuna delâlet eder. Fakat küçük çocukların da ayni hükme tâbi olduğuna delâlet etmez, demiştir.
1943 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsi 10 defa süt emmeye âit âyetin beş defa süt emmeye âit âyetle neshedildiğine delâlet eder. Her iki hadisin birleştirilmesi için bu hadisi böyle yorumlamak gerekir, kanaatındayım.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadîsinin delil olup olami-yacağı hususu, onun 1942 nolu hadisine âit husus gibidir. Oradaki itiraz burada da söz konusudur.
Bu hadiste sözü edilen âyetlerin yazılı olduğu yaprağın bir koyun veya keçi tarafından yenildiğine dâir  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın sözünden maksat bu iki âyetin, okunması gereken Kur'an*-dan olduğunu söylemek değildir. Çünkü böyle bir söz, Kur'an-ı Ke-rîm'de bir değişikliğin bulunmasını gerektirir ki, bu imkânsızdır. Nas-sa muhaliftir. Zira Kuranı Kerîm'in her çeşit tağyir ve tebdilden mahfuz bulunduğu. Allah Teâlâ'nın onun koruyucusu olduğu;
"Şüphesiz Kuranı biz indirdik ve şüphesiz onun koruyucusu biziz" âyeti ile sabittir. A i ş e (Radıyallâhü anhâ) bu iki âyetin okunmasının mensuh olup hükmünün mensuh olmadığını söylemek istemiştir. Şu var ki 10 defa süt emmeye âit âyetin hükmünün beş defa süt emmeye âit âyetle neshedildiği yine  i ş e (Radıyallâhü anhâ) dan rivayet edilmiştir.
Hadîste geçen "Dâcin" evde beslenen koyun ve keçiye denilir. Hadiste anılan yaprağı yiyen hayvan ya koyun veya keçi olduğu için bu duruma parentez içi ifâde ile işaret etmek istedim. Bu kelime evcil diğer hayvanlar için de kullanılır.
Hâl Tercemesi
Salim Mevlâ Ebf Huzeyfe (R.A.)'a Salim bin Malul denilirdi. Aslen İranlı olan bu zât Bedir gazilerinden meşhur ve çok değerli ilk müslümanlardandır. En-sâr'dan bir kadının mevlâsı yani azadlısıdır. Ona mevla Ebİ Huzeyfe deniliyor fende aslında Ebû Huzeyfe'nin azadhsı değildir. Ebû Huzeyfe onu evlât edinmişti Evlât edinmek yasaklanınca ona mevla Ebİ Huzeyfe denildi. Salim, Ebû Rusaiffa tarafından bir zaman evlât edinildiği için Kureyş'ten, aslen İranlı olduğu İçin acem' den, hicret ettiği için muhacirlerden ve Ensâri bir kadının azadlısı olduğundan En-sar'dan sayılırdı. Kur'an-ı en güzel okuyanlardan idi. Ebû Bekir (RA.)'m hilafeti döneminde Yemame savaşında şehid edildi. (El-Menhel C. 4* Sah. 300) [201]
1945) Aije (Radtyallâhü anio/dan rivayet edildiğine göre:
Bir defa Aişe'nin odasında bir adam otururken Peygamber (Sal-laJlahü-Aleyhi ve Sellem) içeri girdi ve :
— «Bu kimdir?» diye sordu. Âişe s
— Bu benim (süt) kardeşimdir, diye cevap verdi. Efendimiz, Âise'ye î
— «Odalarınıza aldığınız adamlar (m sütten mahreminiz sayılıp sayılmıyacağınla dikkat ediniz. (Çünkü (mahremliğe sebep olan) süt emme işi, ancak açlık hâlitni gidermek) için olanıdır.»" [202]
Buharı, Müslim, Ebû Dâvüd ve N e s a i de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde;
«Kimlerin sizin süt kardeşleriniz olduğuna dikkat ediniz.» buyurul-muştur. Bu ve benzeri az lafız değişikliği var ise de mânâyı etkilemez.
Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nin odasında oturan süt kardeşinin isminin ne olduğu, rivayetlerde bildirilmemiştir. El-Hâfız: Ben bu zâtın adına rastlıyamadım. Ebü'l-Kays'ın oğlu olduğunu sanıyorum, demiştir.
Hadîsin; cümlesi veciz bir ifâdedir. Îki şekilde yorumlanmıştır. Birinci ve kuvvetli yorum şudur: "Nikahlamanın haramlığına ve bir kadın ile bir erkeğin yalnızca bir odada durmalarının câizliğine sebep olan süt emme işi, süt emicinin, açlığını sütle giderecek, küçük yaşta bir çocuk olduğu zamana mahsustur. Çünkü çocuğun midesi zayıftır, süt onu doyurup besler. Bu nedenle çocuk, emrizen kadının bir parçası ve öz çocukları gibi olur. H a 11 â b i böyle yorumlamıştır. Bu yoruma göre süt emenin çocuk olması şarttır. Yetişkin kişinin emdiği süt muteber değildir.
Sindi" nin dediği gibi böyle yorum yapılınca bu hadisten çıkarılan hüküm hadisin râvisi  i ş e (Radıyalâhü anhâ)'nm görüşüne ters düşer. Çünkü  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn görüşüne göre büyüK yaştaki kişinin emdiği süt de muteberdir. Onun delillerinden birisi 1943 nolu S e h 1 e (Radıyallâhü anhâ)'ya ait hadisidir. A i ş e (Radıyallâhü anhâl'mn 1943 ile 1945 nolu hadislerin arasını bulmak için şöyle demek gerekir:  i ş e bu iki hadîsin buyu-ruluş târihlerini bilir. Onun görüşüne göre 1945 nolu hadîs 1943 nolu Sehle (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi ile mensuhtur.
Yukardaki cümlenin ikinci yorumu şöyledir:
Nikâhın haramhğına ve bir erkek ile bir kadının yalnızca bir odada durmalarına sebep olan süt emme işi, süt emicisini doyurucu olan bol süttür. Yâni bir iki defa emilen süt muteber sayılmaz.
Bu yorum şeklinin bu bâbla ilgisi yoktur. Müellifimizin bu hadîsi bu bâbta zikretmesi, kendisinin ilk yorumu tercih ettiğine delâlet eder. Eğer ikinci yorumu tercih etmiş olsaydı bu hadîsi bu bâbta değil, daha önce geçen 35 nolu bâbta rivayet edecekti.
Hulâsa bu hadîs, muteber olan süt emme işinin küçük yaştaki çocuklara mahsus olduğuna delâlet eder.
Küçük yaş sının hakkındaki âlimlerin görüşlerini bu babın son hadisini izah ederken beyan edeceğim.
1946) Abdullah bin Zübeyir (Radıyatlâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
"Barsakları (doldurup) birbirinden ayıran sütten başka süt, nikâh haremliğini gerektirmez."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde zayıf bir ravl olan ftm-i Lahİa vardır. Tirmizl bu hadisi Ümmü Seleme'm hadisi olarak rivayet edip hasen - sahih olduğunu söylemiştir, [203]
Barsakları birbirinden ayırmadan maksat, sütün yemek gibi gıda yerini tutup beslenme ihtiyacını karşılamasıdır. Bu da ancak küçük çocuğun süt emdiği devrede gerçekleşir. Su halde çocuğun sütten ayrılıp gıdasını yemeklerden aldığı yaşlara varınca emdiği süt, nikâh haramlığı yönünden muteber değildir. T ı y b i hadisi böyle yorumlamıştır.
Sindi, Tıybî1 nin bu yorumunu naklettikten sonra: Bence, sütün bir iki defa gibi az olmayıp barsakları açacak miktarda olmasının gerekliliği mânâsı kastedilmiş olabilir, demiştir.
1947) Zeyneb binti Ebi Seleme (Radtyallâhü ankümâ)'frdn; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bütün karılan Aişe (Radıyallâhü anha)'ya muhalefet ederek, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim (Radıyallâhü anhümâ) 'nin (erginlik çağına varmışken) Senle (Radıyallâhü anhâ)'nın sütünü emmesinin benzeri ile bir erkeğin onların odalarına girmesinden imtina ettiler ve: (Âişe'ye) Biz ne biliriz? Salimin erlik çağında iken Sehle'nin sütünü emerek, onun odasına girmesinin Sâlim'e özel bir ruhsat olduğunu umuyoruz, dediler." [204]
İmam Mâlik. Şafii. Ahmed, Buhârl, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesai de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcelerinin, kendi görüşlerini  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya anlattıkları bâzı rivayetlerde belirtilmiştir.
Salim (Radıyallâhü anh)'ın S e h 1 e (Radıyallâhü anhâ)'-nın sütünü emmesi mes'elesi 1943 nolu hadîste anlatılmıştır. Tamamlayıcı bilgi için oraya müracaat edilmesi gerekir.
Bu hadis de süt emmenin muteber olması için, emicinin küçük yaşta olmasının şart olduğunun delilidir. Yâni A i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve H a f s a (Radıyallâhü anhâ)'dan başka Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevceleri bu görüştedirler. Fakat Salim (Radıyallâhü anh)'m süt emmesine âit hükmün ona mahsus bir ruhsat olduğuna dâir bir delil göstermemişlerdir. Bununla beraber ihtiyatlı olanı tutmuşlardır.
1943 nolu hadîsin izahı bölümünde belirttiğim gibi  i ş e (Radıyallâhü anhâ), Urve bin Zübeyir (Radıyallâhü anh). Ata bin Rabâh, el-Leys bin Sa'd ve îbn-i Hazm'ın mezhebi, küçük büyük herkesin süt emmesi ile nikâh haramlığmın gerçekleşmesidir.
Selef ve halefin cumhuruna göre; süt emmenin muteber olması için küçük yaşta bir çocuk iken süt emilmesi şarttır. Süt emme çağından sonra emilen süt bir değer taşımaz. Cumhurun delilleri bu bâbtaki hadisler ve benzeri hadîslerdir. Cumhur, S â 1 i m ' in olayını, ona mahsus bir ruhsat olarak yorumlanmışlardır. [205]
Nikâhın haramlığına ve mahremliğine sebep olan süt emmeye âit yaş sınırı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1. İmam Sevri, Evzâi, Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf, Muhammed, İshak ve Ebû Sevr'e göre bu süre iki yaştır. İki yaşını doldurmuş olan bir çocuğun emeceği süt, muteber değildir. Yâni bununla nikâh haramlığı ve mah-remlik gerçekleşmez.
Bu kavil, Ömer, İbn-i Mes'ud, Ebû Hüreyre, Saîd bin el-Müseyyeb, Ebû Hanife ve Zufer (Radıyallâhü anhümJ'den de rivayet edilmiştir, t b n - i V e h e b bu kavli Mâl i k' den rivayet etmiştir. Başka bir rivayete göre Mâlik: İki yaşını dolduran çocuk üç yaştan bir iki veya üç ay almış ise aynı hükme tâbidir. Fakat fazla gün almış ise, artık emeceği sütün dinen bir değeri yoktur, demiştir.
Bu grubun delillerinden birisi;
"AnaJar çocuklarını tam iki yıl emzirirler, emzirmeyi tamamlamak isteyen için.[206] âyetidir. Diğer bir delil:
ve çocuğun (ana rahminde) ytiklenilmest ve sütten kesilmesi —süresi— otuz aydır.[207] âyetidir. Hamileliğin en az süresi altı aydır. Bu itibarla sütten kesilmek için iki yıl kalır.
Bunların başka delilleri de vardır. Hadîs şerhlerinde ayrıntıları ile birlikte beyân edilmiştir.
2. Ebû Hanife' nin meşhur kavline göre bu süre otuz aydır. Onun delili ise yukardaki son âyettir. Ona göre bu âyet hamlin ve süt emzirmenin her birisinin süresinin otuz ay olduğunu ifâde eder. Ancak hamlin azamî süresinin iki yıl olduğu D â-rekutni ve Beyhakî' nin rivayet ettikleri  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin;"Hamil (gebelik) süresi iki yıldan fazla olmaz» eseri ile sabittir. Süt emzirme süresi ise olduğu gibi otuz ay olarak kalmıştır.
Cumhur, Ebû Hanîfe'ye şöyle cevap vermiştir: Âyetin zahirine göre otuz aylık süre gebelik ve süt emzirme sürelerinin toplamıdır. Beherinin değildir. Birinci âyet bunun delilidir.
Zeyneb binti Ebî Seleme (R.A.)'nin Hâl Tercemesi
Zeyneb el-Mahzumiye (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'in muhterem eşi ÜmmÜ Seleme (B.A.)'ın ilk kocası Ebû Seleme (R.A.)'dan olan kızıdır. Efendimizin üvey kızı olan Zeyneb (R.A.)'in Habeşistan'da doğduğu söylenmektedir. Adı Berre idL Peygamber (S.A.V.) ona Zeyneb ismini verdi.
Kendisi Peygamber (S.A.V.)'den ve kendi anası ÜmmÜ Seleme ile Aişe, Zeyneb bint-t Cahş ve Ümmü Habibe (R.A.)'den hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kendisinden de oğlu Ebû Ubeyde. Ali bin el-Hüseyin, Kasım bin Muhammed, Urve bin Zübeyir, Ebû Seleme ve Şa'bİ (R.A.) rivayet etmişlerdir. Medine'de kadınlar için fıkıh ilmini en iyi biten hanım idi. Hicretin 73. yılı vefat etmiştir. Dört sünen sahipleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel cild 2, sah. 331}[208]
1948) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir;
Kadınların erkeklerden saklanması âyeti indirildikten sonra süt amcam E fi ah bin Ebi Kuays (Radıyallâhü anhümâ) ziyaretime gelerek, odama girmek için izin istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girinceye kadar ona izin vermekten imtina ettim. Sonra Efendimiz (gelince) :
— «O senin (süt) amcandır. (Yanına girmesi için) ona izin ver.-buyurdu. Ben:
— Beni ancak onun kardeşinin karısı emzirdi ve erkek emzirme-di (ki), dedim. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Senin İki elin topraklansın veya sağ elin topraklansın» buyurdu.-
1949) Âişe (RadtyaUâhü anAâJ'dan; Şöyle demiştir;
Süt amcam gelerek, odama girmek için izin istedi. Ben ona izin vermekten imtina ettim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
— "(Süt) amcan senin yanına girsin" buyurdu. Ben de ı
— Beni ancak kadın emzirdi ve beni erkek emzirmedi, dedim. Efendimiz buyurdu ki:
— "Şüphesiz o senin (süt) amcandır. Bunun için senin yanma girsin.*',, [209]
İmam Mâlik, Şafii ve Kütüb-i Sitte sahipleri Âişe (Radıyallâhü anhâ)'mn bu bâbtaki hadîsini benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir.
Tekmile yazarının beyânına göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nuı süt amcası Eflah, Müslim ve Ebû Davud'un rivayetlerinde Ebû Kuays'in oğlu olarak anılmıştır. Müellifimizin rivayeti de böyledir. Buhârî ve Müslim'de müteaddit yollarla gelen bâzı rivayetlere göre Eflah, Ebû Kuays ' in kardeşidir. M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ) nm süt amcası E b ü' 1 - C a' d künyesi ile anılmıştır. Tekmile yazan : Doğrusu Eflah1 m, Ebû Kuays'm kardeşi olarak gösterildiği rivayettir. Hadîs kitaplarında ve diğer kitaplarda bilinen durum şu : Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nın süt amcası Ebu Kuays'ın kardeşi Efleh'tir. Ebü'l Ca'd'da onun künyesidir. Âişe (RadıyaHâ.hü anhâJ'mn süt babası da Ebü'l-Kuays olup bu künye ile meşhur olan bu zâtın adı Vâil bin Eflah
e 1 - E ş ' â r i' dir, demiştir.
Hadisin sonundaki -Senin iki elin topraklansın veya sağ elin topraklansın- cümlesindeki tereddüt ravidendir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ya böyle ya şöyle buyurmuştur.
•Ellerin topraklansın* veya «sağ elin topraklansın» mânâsını ifâde eden cümle Araplar arasında bu anlamda kullanılmayıp övme veya yerme mâhiyetinde kullanılır. Bazen de duâ veya beddua anlamında kullanılır. Bu takdirde muhatabın zenginleşmesi veya fakirleşmesi dileği mâhiyetinde kullanılmış olur.
Bu hadis, süt emzirme sebebi ile oluşan nikâh haramlığı ve mah-remlik hükmünün emziren kadının kocası tarafına da yayıldığına
delâlet eder.
N e v e v î şöyle der: Tüm âlimlerin ve cumhurun mezhebi şudur ki: Süt emen çocuk, emziren kadının öz çocuğu gibidir. Keza kocasının öz çocuğu gibidir. Bu kan ve kocanın çocukları süt emen çocuğun kardeşleri hükmündedir. Kocanın erkek kardeşleri süt emen çocuğun amcalarıdır. Keza kocanın kız kardeşleri, o çocuğun halalarıdır. Çocuğun evlâdı da kocanın torunlarıdır.
Sahâbiler ile tabiîlerin cumhuru da böyle hükmetmişlerdir.
 i ş e (Radıyallâhü
anhâ) süt amcası E f 1 a h (Radıyallâ-hü anh) ziyarete gelinceye kadar süt
hükmünün emziren kadının kocası tarafına sirayet etmediğini sandığı için durumu
garibsemiş sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) durumu beyan buyurmuştur.
[210]
1950) (Feyruz) ed-Deylemî (RadtyaUâhü ank)>den;
Câhiliyyet devrinde evlendiğim iki kız kardeş benim nikâhım altında iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldim (Ben muslumanlığı kabul ettikten) sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :
«Eve döndüğün zaman onlardan birisini boşa.- buyurdu."
1951) Feyruz ed-Deylemî (Radıyallâhü anh>'den; Şöyle demiştir:
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Yâ Resûlallah! Nikâhım altında iki kız kardeş varken ben müs-lüman oldum dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu kİt
«İkisinden istediğin birisini boşa.-" [211]
Müellifimizin iki senedle rivayet ettiği ve metinleri birbirine benzeyen D e y 1 e m î (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini İmam A h -med, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Ebü Dâvûd'un rivayet ettiği metin 1951 no-lu metnin aynisidir. T i r m i z i' deki metinde Peygamber (Sal-
lallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit cümle; = «İkisinden istediğin birisini seç- şek indedir.
Hadis, iki kız kardeşin birlikte bir adamın nikâhı altında bulun-durulamıyacağina delâlet eder. Müslümanlığı kabul eden bir kimse îslâmiyeti kabul etmeden önceki dönemde iki kız kardeşle evli ise, muslumanlığı kabul edince bunlardan birisini boşamak zorundadır. Hadîs bu hükmü ifâde eder. Bu iki kız kardeşin nikahlan ister beraber ve aynı zamanda kıyılmış olsun, ister birisi önce, diğeri son-ra kıyılmış olsun fark etmez. Erkek bu iki kandan dilediğini nikâhı altında tutar ve diğerini boşar.
Alimlerin bu husustaki görüşlerine gelince İmam Mâlik, Şafii, Ahmed, el-Hasan, Evzâi ve îshak bu hadîsi delil göstererek yukarıda anlattığım gibi hükmetmişlerdir
tmam Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Sevri ve bir cemaat ise şöyle hükmetmişlerdir: Eğer iki kız kardeşin nikâh akdi aynı zamanda kıyılmış ise, adam bunlann ikisinden de aynlmak zorundadır. Şayet nikahlan ayn zamanlarda kıyılmış ise adam, sonradan nikâhı kıyılan kadından ayrılmak zorundadır. Bu gruptaki âlimler: Müslümanlar hakkında uygulanan hükümler, kâfirler hakkında uygulanan hükümler, kâfirler hakkında da uygulanır, görüşündedirler.
Tekmile ve Tuhfe yazarlan Cumhura âit ilk görüşü tercih ederek : Hadîsin zahiri buna uygundur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hangi kadının nikâhı önce ve hangisinin sonra kıyıldığını D e y i e m î (Radıyallâhü anh)'a sormamıştır. Şu halde hüküm umumidir, demişlerdir.
Kadın ile halası veya teyzesi aynı kişinin nikâhı altında beraber bulundurulamayacağı cihetle iki kız kardeşe âit hüküm bunlar hakkında da uygulanır. [212]
1952) Kays bin H-Hâris (Radıyallâhü anh)\\en; Söylememiştir:
Nikâhım altında sekiz kadın varken müslüman oldum. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek bu durumu kendilerine arz ettim. Bunun üzerine buyurdular ki:
-Onlardan dört tanesini seç.»
Deylemi (KjV.)'nin Hâl Tercemesi
Peyruz ed-Deyleml (R.A.) aslen İranlıdır. Peygamber (S.A.V.)'i ziyaret ederek znüslümanlığı kabul eden bahtiyar sahâbilerdendir. Yemen'de Peygamberlik iddiası ile ortaya atılan sahte Peygamber el-Esved el-Ansi'yi Öldüren zâtdır. Dey-leml (R.A.)'ın bu yalancı peygamberi Öldürmesi haberi Peygamber (S.A.V.)'e son hastalığında ulaştı. Deyleml (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'den hadîs rivayetinde bulunmuştur. Rfivileri, oğullan Dahhak ve Abdullah ile başka zatlardır. Osman (R.A.) veya Muaviye (R.A.)'in hilâfeti döneminde vefat etmiştir. (Tekmile C. 4, Sah, 222)
1953) (Abdullah) bin Ömer (RadıyaUâkü anhümdi'&dn: Şöyle demiştir :
Cay lan bin Seleme (Radıyallâhü anh), nikâhı altında on kadın bulunduğu halde müslüman oldu. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:
«Onlardan dört tanesini al» buyurdu." [213]
Kays bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) m hadisini E b û Dâvûd ve Beyha ki de rivayet etmişlerdir.
Hadisin râvisi Kays bin el-Hâris, Ebû Davud'un bir rivayetinde el-Hâris bin Kays olarak geçmektedir, Ebû Dâvûd râvinin ismini Kays bin el-Hâris olarak doğrulamıştır. îbn-i Hibbân da bu görüşü benimsemiş ve râvinin sahâbîlerden olduğunu söylemiştir. Lâkin e 1 -H âf ı z e 1 -1 s â b e ' de : Râvinin adını el-Hâris bin Kays olarak tercih ederek, cumhurun böyle dediğini, Buhârî, İbnü's-Seken ve başkalarının bunda karar kıldıklarını ve bundan başka hadisinin bulunmadığını söylemiştir.
Bu hadîsin zahirine göre, nikâhı altında dörtten fazla kadın varken müslüman olan kişi, bunlardan dilediği dört tanesini kendisine seçer. Bu seçmeyi yaparken, hangisi ile önce ve hangisi ile sonra evlendiğine veya hepsi ile bir akitle mi, yoksa ayrı ayrı akitlerie mi evlendiğine bakmıyacaktır. Akitlerin birlikte veya ayrı ayrı zamanlarda kıyılmış olması seçme yetkisini etkilemez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem î sekiz kadının nikâhlarının beraber mi, ayrı ayrı zamanlarda mı kıyıldığını Kays (Radıyallâhü anh)'a sormadan, dört tanesini seçmesini emretmiştir. Bu hükümle ilgili geniş bilgi aşağıda verilecektir.
Çaydan bin Seleme (Radıyallâhü anh)'in hadisini Şafii, Ahmed, Tirmizİ, Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin hükmü, bundan önceki hadisin hükmünün aynıdır. [214]
1. Müslüman olan kâfirlerin, müslüman olmadan önce kıyılan nikâhları geçerlidir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Müslüman olan K a y s (Radıyallâhü anh) ve G a y 1 â n (Ra-dıyallâhü anh) nikâhlarının nasıl kıyıldığını sormamış ve nikâhlarını yenilemelerini istememiştir. Ancak iki kız kardeşi beraberce nikâh altında tutmuş olmak gibi mubah olmayan bir durumun olmaması şarttır.
2. Nikâhı altında dörtten fazla kadın bulunurken müslürnan olan adam bunlardan dilediği dört kadını seçebilir ve dörtten fazla olanlardan ayrılmak zorundadır.
İmam Mâlik, Şafii, Ahmed, Leys, İshak, Hasan-ı Basri ve Muhammed bin el-Hasan'm mezhebi budur. Delilleri de bu iki hadîstir.
İmam Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Sevri, Ev-z â i ve Z ü h r î' ye göre, İslâm hükümlerine aykırı bulunan kâfirlerin nikâhları muteber değildir. Bu nedenle nikâhı altında dörtten fazla kadın varken müslüman olan bir adam, nikâhları ilk kıyılmış olan dört kadını seçebilir. Diğerlerinden ayrılmak zorundadır. Eğer dörtten fazla kadınların hepsinin nikâhı aynı anda kıyılmış ise, nikâhların tamamı bâtıldır. Bu grubun görüşü nassa karşı bir kıyas olduğu için, zayıf görülmüş ve cumhurun görüşü kuvvetli sayılmıştır.
3. Dörtten fazla kadının bir erkeğin nikâhı altında bulunması caiz değildir. Selef ve halefin cumhurunun mezhebi budur âyeti de böyle yorumlanmıştır. Böyle yorumlanmasının delili bu hadîslerdir. [215]
1954) Ukbe bin Amir (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Pey gamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
Yerine getirilmesi gereken şartlardan evlâ olanı nikâh akdinde koşulan şartlardır.»" [216]
Kütüb-i Sitte sahipleri bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde görülen az lâfız farkı mânâyı etkilemediği için bunu belirtmeye gerek görmüyorum.
Hadîsdeki;kelimesi "Evlâ" mânâsına yorumlanmıştır. Yâni nikâh şartlan başka şartlardan ziyâde yerine getirilmeye lâyık ve onlara nazaran öncelikle riâyet edilmelidir. Çünkü nikâh akdi hakkında çok ihtiyatlı davranmak gerekir, onun zedelenmemesine özen gösterilmelidir.
Öncelikle yerine getirilmeye en liyakatli olan nikâh akdindeki şartlar nelerdir? Nikâh akdinde koşulan her şarta riâyet etmek gerekir ve vâcib midir? Bu hususu aydınlatalım :
N e v e v i şöyle der.- Şafii ve âlimlerin ekserisi: Bu hadis, nikâhın gereklerine aykırı olmayıp bilâkis onun gerek ve amaçlarından sayılan şartlar anlamına yorumlanır. Bu nevi şartlardan misal olarak, erkeğin, karısına karşı iyi davranması, nafakasına, giyeceğine ve meskenine iyi bakması, hukukuna riâyet etmesi, kuması varsa kumalar arasında âdilâne nöbet uygulaması, keza kadının kocasından izinsiz evden çıkmaması, kocasına itaatsizlik etmemesi, kocasının izni olmadan nafile oruç tutmaması, kocasının izni olmadan kimseyi eve almaması, kocasının rızâsı olmadan onun malını harcamaması gibi şartlar gösterilebilir.
Nikâh'ın gerek ve amaçlarına aykırı şartlar koşulmuş ise bunların yerine getirilmesine gerek yoktur. Bilâkis bu nevi şartlar geçersizdir ve nikâh sahih olup kadının emsalinin mehri ödenir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Allah'ın kitabında bulunmayan her şart bâtıldır» buyurmuştur. Bu nevî şartların örnekleri: Erkeğin, karısının nafakasını ödememesi, kumalar arasında nöbet u^u-lünu uygulamaması, yolculuğa giderken karısını beraberinde goiur-memesi ve benzeri şartlar.imam Ahmed ve bir cemaata göre nikâh akdinde koşulan bütün şartlara riâyet edilmesi vâctbtir,' diye bilgi vermiştir. [217]
Başka şartlardan daha fazla nikâh şartlarına riâyet ve önem verilir. Nikâh şartları şu üç kısma ayrılır:
1. Yerine getirilmesinin vâcipliğine âlimlerin ittifak ettikleri şartlardır. Bu da Allah'ın emrettiği ya iyi davranmak sureti ile evliliği sürdürmek, ya da iyilikle boşanmaktır. Cumhur bu hadisi uuna yorumlamıştır.
2. Yerine getirilmesinin vâcipliğine âlimlerin ittifak ettikleri şartlardır. Örneğin: Nikâhın mehirsiz olması, kadına nafaka verilmemesi, verilen mehrin kocaya iade edilmesi, kocanın karıyla cinsel ilişkide bulunmaması, cinsel ilişki esnasında kocanın geri çekilip suyunu dışarıya akıtması, karının kocasını beslemesi veya ona bir mal vermesi şartları. Bu şartların* hepsi âlimlerin ittifakı ile bâtıldır. Çünkü evlenme akdine aykırıdır. Bu tür şartlar koşulduğu takdirde, geçersizdir. Kıyılan nikâh akdi ise sahihtir.
3. Yerine getirilip getirilmiyeceği hususunda âlimlerin ihtilâf ettikleri şartlardır. Örneğin: Kocanın bu kadın üzerine başka bir kadınla evlenmemesi, kadının kendi evinden kocasının evine nakledilmemesi, kocası ile sefere götürülmemesi gibi şartlardır. î m a m Zühri, Katâde, Hanefiler. Mâlik, Şafii, el-Leys bin Sa'd ve Sevri; Bu nevî şartlar bâtıldır, nikâh akdi sahihtir, kadına mehir ödenir. Çünkü bu nevi şartlar Allah'ın kitabında bulunmadığı gibi evlenme akdinin gereklerinden veya yararlarından da değildir. Bu itibarla bu şartlar fâsıktır. Nasıl ki; kadın kendi nefsini kocasına teslim etmemesi şartını koşarsa bu şart bâtıldır, demişlerdir
Evzâi, îshak ve Ahmed ise: Anılan şartlarla kıyılan nikâh sahihtir. Koca bu şartlara riâyet etmekle mükelleftir, etmediği takdirde kadın nikâhını feshedebilir, demişlerdir. Bu kavil, Ömer bin el-Hattâb, Sa'd bin Ebi Vakkâs ve Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhüml'den rivayet edilmiştir. Bunlar hadîsin umumîliğine bakarak hükmetmişlerdir.
Kadı Iyâz ve bâzı âlimler de hadîsdeki şartı mehir mânâsına yorumlamışlardır. Çünkü kadının kadınlığından yararlanmaya karşılık mehir ödemek dinen şart kılınmıştır.
1955) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-A.-O (Katlt-yallâbü anhüm)'(\en rivayet edildiğine züre; Re?ûlull;ıh (Salta/lahit Ah-yki ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Nikâh akdinden önce (verilmiş) olan mehir, hediye ve hibe kadınadır. Ve nikâh akdinden sonra (verilmiş) olan (mal) kime verilmiş veya hediye edilmiş ise onadır. Adama ikram edilmeye en uygun vesile onun kızı veya kız kardeşidir.-" [218]
Nesai ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.
Hibâ: Hediye ve bağış mânâlarına gelir. Kocanın mehirden ayrı olarak hibe yolu ile veya hibeden bahsetmeden verdiği maldır. Hadiste hibe kelimesi de geçtiği için 'Hiba* kelimesinden maksat, hibe ismi anılmadan verilen maldır. Bu kelimeyi hediye diye terceme ettim.
S i n d i' nin beyânına göre hadîsten kastedilen mânâ şudur: Nikâh akdinden önce kadın velisinin koca tarafından aldığı şeylerin tümü kadına aittir. Ona teslim etmesi gerekir. Nikâh akdinden sonra velinin koca tarafından aldığı şeyler ise kendisinedir.
H a 11 â b i : Veli, mehirden başka bir şeyin kendisine verilmesini şart koşmuş ise, nikâh akdinden sonra kendisine verilen o şey ona aittir, diye yorum yapmak gerekir, demiştir.
Velî nikâh akdinde mehirden başka kendisine bir şeyin verilmesini şart koşsa, kocanın bu şartı yerine getirmeye mecbur olup olmadığı hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır.
Bâzı âlimler bunu da kadının kadınlığından yararlanmanın mubah kılınması şartlarından sayıp kocanın bunu yerine getirmek zorunda olduğunu söylemişlerdir.
Velinin kendisine verilmek üzere şart koştuğu şeyin ödenmesinin gerektiğine hükmedenler, bu şeyin kime âit olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
İbn-i Ebİ Rabah. T u s i ve Zühri'ye göre bu mal kanya aittir. Veliye ait değildir. Ömer bin Abdi']-A ziz'in de böyle hükmettiği rivayet olunmuştur. Süf yân-ı Sevri ve Ebû Ubeyd de bu görüştedirler.
Ali bin Hüseyin ile Mesruk'a göre bu mal veliye aittir.
Bâzı âlimler ise şöyle demişlerdir.- Eğer veli kadının babası ise, kendisine verilmesi şart koşulan mal kendisine verilir. Başka bir yakını ise ona değil, kadına verilir.
Hadisin zahirine göre nikâh akdinden önce kocanın verdiği me-hir, hediye ve hibeyi kim teslim alırsa alsın bunların tümü kadına aittir. Veli olsun başkası olsun kocadan aldığını kadına vermekle mükelleftir. Nikâh akdinden sonra koca kime hediye ve hibe verirse
Hadisin sonundaki
"Adama ikram edilmeye en uygun vesile onun kızı veya kız kardeşidir"
cümlesinden maksat şudur: Bir adamın kızı veya kız kardeşi ile evlenen kimse
adama ikramda bulunmanın en uygun ve en liyakatli fırsat ve münasebetini bulmuş
olur. Bu iyi münasebetle adama ikram etmelidir. Bu yolla yapılan ikram en iyi
ve en uygun yolla yapılmış bir ikram olur.
[219]
1. Mâlikiler'e göre; nikâh akdinden önce veya akid esnasında, kadına, velisine veya başkasına koca tarafından hediye edilen şeyler, şart koşulsun koşulmasın mehir hükmündedir. Ve mehir hükmüne tâbidir.
Nikâh akdinden sonra koca tarafından karıya veya velisine, yahut başka yakınma hediye edilen şeyler, kime hediye edilmiş ise ona âit olur ve mehir hükmüne tâbi değildir.
2. Hanefî âlimlere göre; evlenme işinin gerçekleştirilip çabuklaştırılması amacı ile koca, karının yakınlarına bir şey verirse onu geri alabilir. Çünkü, bir nevi rüşvet hükmündedir.
Kocanın, nikâh akdinden önce kanya verdiği şeylerin hediye veya nehirden sayılması hususunda mahalli örf âdete göre hükmedil m es i uygun görülmüştür. Eğer gönderilen hediyeler, örf ve âdette mehir-den sayılmıyorsa, hediye hükmündedir. Kan ile koca arasında bu hususta bir ihtilâf vuku bulursa, koca bu eşyayı mehir olarak gönderdiğini ispat etmedikçe, hediye olduğunu savunan karının sözü muteberdir.
3. Şafiî mezhebine göre veli nikâh akdini kıymak için kendisine bir şey verilmesini isteyemez. Bunda israr ettiği takdirde velilik yetkisinden düşer. Ama istenmediği veya şart koşulmadığı halde koca kendi gönlünden kopan bir hediyeyi nikâh akdinden sonra karının velisine veya başka yakınlarına sunarsa bir sakıncası yoktur. Nikâh akdinden önce sunulan hediyelerde ise alınması haram olan başlık kokusu bulunduğu için bundan sakınmak takvaya en uygun olanıdır.
Nikâh akdinden sonra verilen hediyeler mehir hükmünde değildir
4. H a n b e 1 i mezhebine göre nikâh akdinden önce koca tarafından gönderilen hediyeler kız verme vadi ile alınmış olur. Kız verilmediği takdirde bu hediyeler geri alınabilir.
Nikâh akdinden sonra koca tarafından verilen hediyeler, mehir-den sayılmaz. Ve kadından geri alınamaz. Ancak boşama işi kadın yönünden doğacak olursa koca mehiri geri aldığında bu tür hediyeyi de geri alabilir.
Yukarıdaki hususlar
geniş ve ayrıntılı bilgi ister. Bu bakımdan Fıkıh kitaplarına baş vurmak
gerekir.
[220]
1956) Ebû Musa (eİ-E$'arî [221] ) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resul ullah (S ali ali ahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kimin bir cariyesi olup onu (incitmeden) güzelce eğitip. Öğretir; sonra azat eder ve onunla evlenirse iki ecir kazanır. Ehl-i Kitab'tan her hangi bir adam kendi peygamberine ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e îman ederse ona da iki ecir vardır. Başkasının mülkiyeti altında bulunan her hangi bir köle, üzerinde bulunan Allah Teâlâ'nm hakkını ve efendilerinin hakkını edâ ederse ona da iki ecir vardır.»
(Hâvi) Salih demiştir ki t (Şeyhim) Şâ'bi şöyle dedi t Ben sana bu hadîsi, bir şey (karşılık ve bedel) olmaksızın verdim .Şüphesiz bineği bulunan kişi bunun durumdaki bir mes'ele uğrunda binip (ta) Medîne-i Münevvere'ye kadar gider." [222]
Bu hadîsi Ebû Davud'un süneninden başka Kütüb-i Sit-te'nin hepisincie vardır. Ebû Dâvûd da bu hadisi çok kısaca ve şu mealde rivayet etmiştir: «Cariyesini azat edip onunla evlenen adama iki ecir vardır.»
Buhâri1 deki metin ise şöyle başlar: «Üç kişinin ikişer ecri vardır...»
Hadîs bu üç kişinin ikişer sevap kazandığına delâlet eder. Bir kimse Allah rızâsı için cariyesini azat edince bir sevap kazanır. Azat ettiği cariyeye yeni bir iyilik olması ve Allah rızâsı için onunla evlenirse, ayrı bir ecir sahibi olur. Kitap ehlinden olan bir kimse de kendi peygamberine îman etmişken, peygamberlik görevi verilen
Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e ulaşıp O'na da îman edince iki imanından dolayı iki ecir kazanır. Buna örnek olarak Ashab-ı Kiram'dan Abdullah bin Selâm (Ra-dıyallâhü anh) gösterilebilir.
Köle de Allah'a karşı görevini yaptığı için bir ecir, efendisine veya varsa birden fazla efendilerine karşı görevini yaptığı için ayrı bir ecir kazanır.
Sindi: Bu hadiste anılan üç kişinin beher amel karşılığında ikişer ecir kazandıkları anlamının kastedildiği umulur. Çünkü her amele karşı bir ecir kazanmak bunlara mahsus bir şey olmayıp umumîdir, demiştir.
Hâvi Ş a' b İ, söylediği sözü kendisine bir soru soran bir H o -rasanlı'ya söylemiş ve şunu demek istemiştir: Bu hadîse dikkat et, bunu belle, kıymetini iyi bil. Çünkü vaktiyle bu hadisin ihtiva ettiği mânâ kadar önemli olmayan bir mes'ele için bineği bulunan bir kimse ta Medine-i Münevvere'ye kadar gitmeyi göze alırdı
1957) Enes (Radtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:
(Hayber savaşında esir alman) Safiyye (binti Huyey) (Radıyal-lâhü anhâJ; Dıhye el-Kelbiyye (Radıyallâhü anh)'m (cariyesi) oldu. Bundan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in (cariyesi) oldu. Bunun üzerine Efendimiz onunla evlendi ve onu azat etmeyi onun için mehir eyledi.
(Râvi) Hammâd demiştir ki: (Râvi) Abdü'1-Aziz, râvi Sâbit'e: Ey Ebâ Muhammed! Sen Peygamberin Safiyye'ye neyi mehir eylediğini Enes'e sordun mu? demiş. Sabit: Efendimiz, Safiyye'nin nefsini (azat etmeyi) onun için mehir eyledi demiştir." [223]
Kütüb-i Sİtte sahipleri ve T a h a v i bu hadisi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzundur. M ü s 1 i m ' in rivayetinde : "Hâvi Sabit, Enes (Hadıyallâhü anh) 'a = Ey Ebâ Hamzal Efendimiz, Safiy-ye'ye neyi mehir eyledi? diye sormuş, Enes de: Safiyye'nin nefsini (azat etmeyi mehir eyledi). Onu azat etti ve onunla evlendi, demiştir." ilâvesi vardır.
Mü'minierin analarından olan S a f i y y e (Radıyallâhü an-hâ)'nın hâl tercemesi 1779 nolu hadis bölümünde geçmiştir. [224]
Hadisin zahirine göre cariyenin efendisi, onu azat etmeyi onun için mehir yapabilir.
S a I d bin el-Müseyyeb, Nahal, Tavus, Zührî, Sevri, Ahmed, îshak, Hasan-ı Basri ve Ebû Yûsuf böyle demişlerdir. Bunlara göre câriye sahibi böyle yaparsa câriye azat edilmiş olur, kıyılan nikâh sahihtir ve azat etme işi mehir sayılır
İmam Ebû Hanife, Mâlik, Şafii, Muham-med bin el-Hasan ve Züfer'e göre cariyeyi azat etmeyi mehir yapmak sahih değildir. Azat etmekten başka bir mehir kadına verilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in ve Ashabının yaptığı böyledir. Altın ve gümüşü mehir yaparak evlenirlerdi. Mehir hakkında vârid olan hadislerden bu durum açıkça anlaşılıyor.
Bu grup, açıklamasını yaptığımız Enes (Radıyallâhü anh) 'in bu hadîsine müteaddit cevaplar vermiştir. Bu cevaplardan birisi şudur: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem) Safiyye'yi azat etmeyi onun için mehir eyledi." sözü E n e s' in sözüdür. Bu söz E n e s' in bir yorumu olabilir. Safi yy e ' nin mehri anılmayınca Enes böyle yorumlamış olabilir. İkinci bir cevap: Bu, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe mahsûs bir hüküm olabilir. Başkası böyle yapamaz.
1958) Aişe (Radtyallâhü antâj'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sellallahü Aleyhi ve Sellem) Safiyye (binti Huyey) (Radıyallâhü anhâ) 'yi azat etti ve onu azat etmeyi ona mehir eyleyerek onunla evlendi."
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: fbn-i Abbas'ın mevl&sı İklime, Alşe'den hadis işittiği kabul edilince bu hadisin senedi sahih olur. îkrlme'nin Aişe'den hadis işitmesi hususunda îbn-i Hâtim'in sözleri arasında bir çelişki vardır. Çünkü el-Merasil'de, Aişe'den hadis işitmediğini söylemiş, el-Cerh ve't-Ta'dll'de İse Ai$e'-den hadis işittiğini söylemiştir, tkrime'nln Aişe'den rivayetinin Sahih-i Buhart'de bulunması, onun Aişe'den nadis işittiğini teyid etmiştir. tbnül-Medinl de : İlerime'. nin Peygamber (S.A.V.)'in muhterem zevcelerinden her hangi birisinden hadis işittiğini bilemiyeceğim, demiştir. Bu hadis Enes'den rivayet edilmiş olarak Buharl, Müslim ve başka hadis kitablannda vardır. (1957 nolu hadis kastediliyor.) [225]
1959) tbn-i Ömer (Radtyallâhü anhiimâydan rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Efendisinin izni olmaksızın köle nikâhını kıydığı zaman zina tehlikesine düşmüş olur.»"
Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin
isnadı hasendir. Ebû Dâvûd ve Tİrmizl bu hadisi Câbir (R.A.)'ın hadisi olarak
rivayet etmişlerdir.
1960) İbn-i Ömer (Radtyallâhü ankümâydan rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Efendilerinin izni olmaksızın hangi köle nikâhını kıyarsa zina tehlikesine düşmüş olur.»"
Not: Bunun senedinde bulunan Mendelln zayıf olduğu Zevâİd'de bildirilmiştir. [226]
Ebû Davud'un Câbir (Radıyallâhü anhl'den rivayet ettiği metin yukardaki son hadis metninin aynıdır.
T i r m i z i' nin iki senedle Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği metin de buradaki son hadîs metnine daha çok uyuyor.
Hadîslerde geçen "Tezewüc"den maksat nikâh akdini kıymaktır. Efendisinin izni olmadan nikâh akdini kıyan bir kölenin kıydığı nikâh bâtıl olduğu için zina tehlikesi ile karşı karşıya gelmiş olur. Ve bu akit üzerine evlendiği kadınla cinsel ilişkide bulunursa zina etmiş olur. Hadisten kastedilen mânâ budur.
Hadîsdeki "Tezevvüc" kelimesi mecazî olarak cinsel ilişkide bulunmak anlamında da kullanılabiliyor ise de bu mânâ kastedilmemiş-tir. Çünkü cinsel ilişkide bulunmak için kölenin efendisinden izin alması gerekliliği mânâsı çıkar ki bu mânâ kastedilmemiştir. [227]
Hadis, kölenin, kendi efendisinden izin almadan kıydığı nikâhının bâtıl olduğuna delâlet eder. Çünkü kölenin bedeni ve emeği efendisinin malıdır. Evlenip karısının haklan ile meşgul olunca, efendisinin hizmetine tam manâsıyla kendisini verememiş olur. Efendisinin hak ve menfaatlannm korunması için onun kendi başına evlenmesi bâtıl sayılmıştır. [228]
1. İmam Evzâl, Şafiî, Ahmed ve îshak bin Rahaveyh'in mezhebi budur. Bunlara göre kölenin efendisinden izinsiz olarak kıydığı nikâh, efendisi sonradan kabul etse bile bu bâtıldır.
2. Hanefîler'e göre de nikâh bâtıldır. Ancak kölenin efendisi kıyılan nikâhı açıkça veya zımnen kabul etse akid geçerli sayılır.
3. M â 1 i k' e göre kıyılan nikâh sahihtir. Fakat kölenin efendisi bunu feshedebilir. [229]
Mut'a: Belirli bir süre için kıyılan nikâhtır. Adam geçici bir süre için bir kadınla evlenir. Süre bitiminde boşamaya bile lüzum kalmadan kendiliğinden birbirinden ayrılmış olurlar. Câhiliyyet devrinin mutad nikâh çeşitlerinden olan mut'a nikâhından amaç, bir aile ocağını kurmak, soyun devamını sağlamak ve birlikte devamlı yaşamak gibi evlenme amaçlan değildir. Bütün amaç bir süre için şehvet duygusunu tatmin etmekti. Bu nedenle mut'a nikâhından dolayı veraset ve boşanma gibi hükümler söz konusu değildi.
Mut'anın şu çeşidi de vardı. Nikâh kıyılırken belirli bir süre ko-şulmazdı da şöyle bir şart koşulurdu: Koca, kan ile yaşamak istediği sürece nikâh akdi geçerlidir. Kandan vazgeçince akit sona ermiş olur.
îbn-i Atiyye' nin mut'a nikâhını anlatırken ezcümle şöyle dediğini Kurtubt nakleder:
Mut'a t Adamın, iki şahidin huzurunda ve kadının velisinin izni ile belirli bir süre için ve veraset hakkı olmamak üzere tarafların kararlaştırdıkları bir mehir karşılığında kadınla evlenmesidir. Süre bitince kadın gider ve adam onu yanında tutamaz.
Câhiliyyet devrinin nikâh usullerinden, birisi olan mut'a usûlüne îslâmiyetin ilk devirlerinde bir zaruret üzerine bâzı savaşlarda ruhsat verilmişti. Fakat H a y b e r savaşında yasaklandı. M e k -k e' nin fethi yolculuğunda tekrar ruhsat verildi ve hemen sonra yasaklandı. Nihayet Veda Haccında kafi olarak yasaklandı.
1961) Ali bin Ebî Tâlib (Kadtyallâkü fl«A)'den; Şöyle demiştir:
ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber (savaşı) günü kadınların mut'a usûlü ile nikahlanmasın* ve ehli merkeblerin etinin yenilmesini şüphesiz yasakladı." [230]
Buhâri, Müslim, Tirmizl ve Nesâi de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Hadîsin; "Hayber günü'* sözü Buharı ve Müslim'in birer rivayetlerinde "Nehâ" fiilinin hemen arkasında olup aralarında başka kelime bulunmadığından hadisdeki her iki yasağın Hayber günü konulduğu kesinlikle anlaşılmıştır.
Bu hadisin başka bir rivayetinde, ehli merkeblerin etinin yenilmesi yasaklandığı halde at etinin yenilmesine ruhsat verildiği bildirilmiştir. İmara Ebû Yûsuf, Muhammed, Şafii, A h m e d ve bir çok âlim, bu hadise dayanarak at etinin yenilmesinin câizliğine hükmetmişlerdir.
Ebü Hanife, Mâlik, Evzâı ve Ebû Ubeyd'e göre at ve katır da merkeb gibidir, etleri yenilmez. Çünkü Kur'an bu hayvanların binilme, yük taşıma ve süs için yaratıldığını beyan buyurmuştur.
Hicretin 8. yılı vuku bulan Hayber savaşında mut'a nikâhı ile ehli merkeblerin etinin yenilmesinin yasaklandığına bu hadis delildir.
1962) Sebre (bin Ma'bed [231] ) (Radtyaltâhü anhydcn; Şöyle
demiştir:
Biz ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Veda hacci yolculuğuna çıktık. Sonra sahâbîler:
— Yâ Resûlallaht Bekârlık (kadınlardan uzak kalmak) bize cidden çetin geldi, dediler. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «(Nikâhlanmasına engel bulunmayan) şu kadınlarla mut'a suretiyle evlenebilirsiniz» buyurdu. Bunun üzerine biz onların yanına vardık. Onlar ancak bizlere kendileri arasına belirli bir süre koyduğumuz takdirde bizlerle evlenmeyi kabul edebileceklerini belirttiler. Bunun üzerine sahâbîler bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattılar. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onlarla aranıza belirli bir süre koyunuz.» buyurdu. Sonra ben ve bir amcam oğlu çıkıp gittik. (Mehir olmaya elverişli mal olarak) amcam oğlunun beraberinde bir hırka vardı. Benim de yanımda bir hırka vardı. Onun hırkası benimkinden iyi idi. Ben de ondan daha gençtim. Nihayet bir kadının yanma vardık. (Ve evlenme teklifinde bulunduk.) Kadm (benimle evlenmeyi tercih ederek) : Bir hırka diğer hırka gibidir, dedi. Bunun üzerine ben (hırkamı mehir vererek) onunla evlendim. Ve o gece onun yanında durdum. Ertesi gün gittim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kabe'nin kapısı ile rüknü arasında ayakta şöyle buyuruyordu:
«Ey insanlar! Ben gerçekten mut'a suretiyle evlenmek için sizlere izin vermiştim. Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz Allah Teâlâ bunu kıyamet gününe kadar haram kıldı. Artık kimin yanında mut'a suretiyle evlendiği kadınlardan varsa derhal ona yol versin (salıversin) ve onlara mehir olarak verdiğinizden bir şeyi (geri) almayınız.»"
1963) tbn-i Ömer (Radtyailâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:
(Babam) Ömer bin el Hattâb (Radıyallâhü anh), halîfe olunca halka bir hitabede bulunarak şöyle dedi:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şüphesiz mut'a nikâhı için bize üç gün (veya üç defa) izin verdi. Sonra bunu haram kıldı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mut'a nikâhını haram kıldıktan sonra helâl kıldığına şahitlik edecek dört şahidi bana getirmedikçe, evli iken mut'a suretiyle bir kadınla birleştiğini bileceğim. Her hangi bir adamı mutlaka taşla recmedeceğime Allah'ın adıyla yemin ederim."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde bulunan Ebû Bekir bin Hafs'm ismi İsmail el-tbâl'dir. îbn-i Hibbân onu sikalar arasında zikretmiştir, tbn-i Etol Hatim de babasından naklen : Ondan ve onun babasından hadisler yazılmıştır. Onun "babası yalan rivayette bulunurdu, demiştir. Ben derim ki onun rivayetinde bir beis yoktur. İbn-i Ebî Hatem: Ahmed, îbn-i Muin, İçli, îbn-i Nümeyr ve başkaları onu sıka saymışlardır, demiştir. îbn-i Huzeyme kendi sahihinde, Hâkim de el-Müstedrek'te onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. [232]
Sebre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini kısmen değişik lâfızlarla N e s a î de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, Ahmed ve B e y h a k i de bu hadisi çok kısa olarak rivayet etmişlerdir. Bu hadis, hicretin 10. yılı vuku bulan meşhur Veda haccı seferinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mut'a'ya ruhsat verdiğine ve hemen sonra da haram kıldığına delâlet eder.
Müslim ve Âhmed'in yine Sebre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadîse göre Mekke fethi seferinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mut'a'ya ruhsat vermiş ve hemen sonra da yasaklamıştır. Mekke fethi ise bilindiği gibi hicretin 8. yılma rastlar.
Hülâsa, hadîslerden anlaşılıyor ki; Hicretin 7. yılı Hayber savaşında, 8. yılı Mekke fethi seferinde ve 10. yılı Veda haccı yolculuğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce Mut'a için ruhsat vermiş ve hemen sonra da yasaklamıştır. Tekmile yazarının da belirttiği gibi bu hadîsler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü açık olan durum budur. Mut'a, ,Hayber savaşında mubah kılınmış, hemen sonra da yasaklanmış, bu yasak Mekke fethi zamanına kadar devam etmiş, fetih sırasında tekrar ruhsat verilmiş, yine hemen sonra yasaklanmış ve Veda haccına kadar yasak devam etmiştir, son kez olarak Veda haccında ruhsat verilmiş ve arkasında haram kılındığı emri verilmiştir. Böylece haramlığı devam edegelmiştir. [233]
Tekmile yazan şöyle der:
Mut'a nikâhına dâir gelen hadisler, bunun haram olup hiç bir durumda caiz olmadığına delâlet ederler. Saha bilerin cumhuru, tabiilerin cumhuru ve onlardan sonra gelen âlimlerin cumhuru böyle demişlerdir. Hepsinin mezhebi budur, tslâmiyetin ilk devirlerinde yalnız yolcular için mubah kılınmış, sonra mühahhk hükmü neshedil-miştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edeceği yıl Veda haccında mut'a'nın ebedi olarak haram kılındığını beyan bu* yurmustur. H z. Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hilâfeti döneminde bu hususta icmâ oluşmuştur.
Mut'a'nm câizliğini savunan İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m da bu görüşten döndüğü sabittir. Tirmizi: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'dan mut'a'ya ruhsat verdiği rivayet olunmuş ise de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem)'in hadîsini işitince görüşünden dönmüştür, der,
Muhammtd bin Ka'b yolu ile rivayet edildiğine göre İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) şöyle demiştir.- "İs-lânüyetin ilk devirlerinde mut'a var idi. Adam hiç kimseyi tanımadığı bir şehre giderdi. Eşyasını koruyacak, işini görüp kendisine bakacak ve hizmet edecek bir kadınla ikâmet süresince evlenirdi.Karılan veya sag ellerinin mâlik olduğu cariyeler müstesna.[234] âyeti inince İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) : ( Daimî nikâhla evlenilen) karı ve cariyeden başka bütün kadınlar haramdır, demiştir.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in bu eserinden de anlaşıldığı gibi mut'a, anılan âyetle de haram kılınmıştır.
Bâzı sahâbîler mut'a'nın mübahlığını söylemişler ise de Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in Veda haccında kesinlikle ve ebedî olarak haram lığı m beyan buyurduğunu duyunca görüşlerini bırakmışlardır.
Hattâbî: Mut'a nikâhının haram lığı tüm müslümanların icmâ ı gibidir. îslâmiyetin ilk dönemlerinde mubah idi. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Veda haccında harem kıldı. Bu itibarla bugün imamlar arasında bu hususta bir ihtilâf yoktur. Yalnız bâzı Rafizîler muhalif kalmışlardır. İbn-i Abbâs (Radıyal-îâhü anh) uzun süre bekâr kalıp, evlenmeye maddi gücü yetmeyen ve çok büyük sıkıntı içinde kalan kimse için mut'a fetvasını bir ara vermiş ise de, sonra bundan vazgeçmiştir, der. [235]
1964) Yezîd bin el-Asamm (Radtyallâkü aw//)'den: Şöyle demiştir: Meymûne bint el-Hâris (Radıyallâhü anhâ)[236] Resûlullah (Sal* tallahü Aleyhi ve Sellem) in ihramda değil iken kendisi İle evlendiğini bana anlattı.
Yezîd (sözüne devamla) ve Meymûne, benim ve (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) nın teyzesi idi, demiştir."
1965) Abdullah bin Alılıâs (RadtyaUâhiİ anhümâ)\\ıın: Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramda iken (Meyrnûne ile) evlendi."
1966) Osman bin Affân (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«İhramda bulunan adam, evlenemez, (başkasını) evi endi rem ez ve evlenme teklifinde bulunamaz.'[237]
Y e z I d (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
İbn-i Abbâs (Hadıyallâhü anh) 'in hadisini Kütüb-i Sitte sahipleri ve başkaları rivayet etmişlerdir.
Osman (Radıyallâhü anh) 'in hadisini de Kütüb-i Sitte sahipleri ve başkaları rivayet etmişlerdir.
Hadîslerde geçen ihramdan maksat hac veya ömre yahut her ikisini yapmak üzere niyet edip bu ibâdeti yapmaya başlamış olmaktır. İhrama giren adama 'Muhrim' denilir.
Hadislerde geçen evlenmeden maksad, kendi nikâhını kıymaktır, gerdeğe girmek değildir. Evlendirmekten maksat da velî veya vekil sıfatıyla başkasının nikâhını kıydırmaktır.
Y e z i d (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsleri arasında ihtilâf vardır. Çünkü Y e -z i d (Radıyallâhü anhJ'ıii hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramda değil iken Meymûne (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmiş, Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine göre ise Efendimiz ihramda iken onunla evlenmiştir. îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in buradaki rivayetinde Meymûne (Radıyallâhü anhâ)'nin ismi geçmiyor ise de diğer kitablardaki rivayetinde Onun ismi geçmektedir. Zâten Meymûne (Radıyallâhü anhâ) 'dan başka, mü'minlerin diğer analarından her hangi birisinin nikâhı kıyılırken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ihramda bulunduğuna dâir hiç bir rivayet yoktur. [238]
1- İbrahim Nahaİ, Sevri ve Hanefî âlimleri İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadisini delil göstererek adam ihramda iken kendi nikâhını ve başkasının nikâhını kıyabilir, demişlerdir. Bu hüküm Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den de rivayet edilmiştir. Bu grubun delillerinden ikisi de T a h a v i' nin rivayet ettiği  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in bu hükmü te'yid eder mâhiyetteki hadisleridir.
2- El-Leys bin Sa'd, Evzâî, Mâlik, Şafii, Ahmed ve Ishak'a göre ihramda bulunan adam ne kendi nikâhını ne de başkasının nikâhını kıyabilir. Şayet kıyarsa, akid bâtıldır. Ömer, Alî, Ibn-i Ömer ve Zeyd bin Safa i t (Radıyallâhü anhüm)'ün de böyle hükmettikleri rivayet olunmuştur. Bu görüş cumhurun görüşüdür. Bunlann delilleri ise Osman (Radıyallâhü anh)'in 1966 nolu hadisi, Y e z î d (Radıyallâhü anh) 'in yukardaki hadisi ve Ahmed, Beyhaki, T a -havi, Dârimi ve Tirmizi' nin Ebû R â f i (Radıyallâhü anhüm) 'den rivayet ettikleri bir hadistir. O hadîs de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ihramda değil iken M e y m û -n e (Radıyallâhü anhâ) ile nikâhını kıydığına ve ihramda değil iken onunla gerdeğe girdiğine delâlet eder.
iki grubun delilleri ve birbirinin delillerine verdikleri cevaplar bir hayli yer alır. Arzu edenler bu hadîslerin şerhlerine müracaat edebilirler.
Hülâsa olarak şunu söyleyeyim: Hanefi âlimlere göre ihramda iken adamın kendi nikâhını veya başkasının nikâhını kıyması tenzihen mekruhtur. Buna rağmen kıyarsa, sahihtir. Diğer üç mezhebe göre kıyamaz. Kıyarsa haram işlemiş olur. Ve kıydığı nikâh bâtıldır. Bu nedenle takvaya uygun olanı bundan sakınmaktır. [239]
Bu babın başlığında geçen "Ekfâ" kelimesi "Küfü" kelimesinin çoğuludur.
Küfü: Denk, misil ve eş demektir. Nikâh konusunda küfülük, kocanın bâzı hususlarda karıya denk olması demektir. Kocanın hangi hususlarda karıya denk olmasının istendiğine dâir âlimlerin görüşleri bu bâbtaki hadîslerin izahı edilirken bildirilecektir.
1967) Ebü Hüreyre (Radtyalİâkü anhyden rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir:
«Huyundan ve dindarlığından râzi olduğunuz bir adam (yakını nız olan bir kızla evlenmek için) size geldiği zaman (kızı) onunla evlendirin. Eğer (bunu) yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozukluk olacaktır.»
Not: Bu hadisi Tirmizl de rivayet ederek, senedinin munkati (kesik) olduğunu tercih etmiş, sonra başka bir senedle Ebû Hatem el-Müzenî (R.A.Vdan merfu1 olarak rivayet ederek bu senedin hasen olduğunu söylemiştir. [240]
Notta işaret edildiği gibi T i r m i z i bu hadisi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)*dan kısmen değişik iki senedle rivayet etmiştir. Senedin birisinde Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile îbn-i Aclân arasındaki râvi îbn-i Vesime bulunmadığı için sened mürsel yâni munkati'dir. T i r m i z i bu senedi tercih etmiş, ayrıca başka bir senedle Ebû Hatem e 1 - M ü z e n i (Radıyallâhü anh)'den merfü olarak rivayet ederek : Ebü Hâtem sahâbidir, buncan başka hadisini bilmiyoruz, demiştir.
Hadisin Mânâsı;
Tuhfe yazan şöyle der:
"Yâni huyunu ve dindarlığını güzel gördüğünüz beğendiğiniz bir adam evlâdınızdan ve yakınlarınızdan bir kadınla evlenmek için size teklifte bulunduğu zaman kadını onunla evlendirin. Eğer kadını diyanetini ve huyunu beğendiğiniz adama vermeyip, sırf zenginliğe veya sırf güzellik ve makama rağbet ederseniz yeryüzünde karışıklık, bozukluk olacaktır. Çünkü kızlarınız zengin veya makam sahiplerinden başka kimselerle evlendirmezseniz, kadınlarınızın çoğu kocasız ve erkeklerinizin çoğu kansız kalacak, dolayısıyla kötülük, fuhuş ve ahlâksızlık çoğalacak. Kadınların velîlerine birtakım lekeler gelebilecek, fitne ve fesat çoğalacak, neslin devamlılığı aksayacak, iffet ve muhafazakârlık azalacaktır." [241]
Hadis, nikâh konusunda erkeğin kadına küfü olmasının temel ve dönüm noktasının erkeğin dindarlığı ve güzel huyluluğu olduğuna delâlet eder.
Din bakımından küf'ülük, âlimlerin icmâı ile gereklidir. Ve bu özellik erkeklerde aranır, kadınlarda aranmaz. Çünkü gerek bu hadis, gerekse başka hadîsler, erkeğin kadma küfü olmasına dâir gelmiştir. Bunun içindir ki müslüman bir kadının, hıristiyan veya ya-hudi bir erkekle evlenmesi caiz görülmemiştir. Fakat müslüman bir erkeğin ehli kitap olan bir kadınla evlenmesine cevaz verilmiştir. [242]
1. Cumhura göre din, özgürlük, soy ve san'at (yaptığı iş) olmak özere dört hususta denklik aranır. Bu itibarla:
Müslüman bir kadın gayri müslim bir erkekle, dindar bir kadın fâsık bir erkekle, hür bir kadın, bir köle ile, köklü ve eşraftan bir aile kızı, soyu sopu tanınmayan bir erkekle, ticâret gibi üstün bir işle meşgul olan bir aile kızı, âdi bir işle meşgul olan erkekle ev-îendirilemez. Ancak kadın veya velisi evlenmeye rızâ gösterirse kadın emsali sayılmayan müslüman bir erkekle evlenebilir.
2. M â 1 i k' e göre küf'ülük yanız din bakımından şarttır. Başka bakımlardan aranmaz.
3. Ş â f i i 1 e r' in meşhur kavline göre küf'ülük için şu özellikler aranır: Dindarlık, özgürlük, soyluluk, san'at ve nikâhın feshedilmesine dînen gerekçe sayılan delilik ve cüzzâm gibi hastalıklardan sağlam olmak.
4. Â h m e d' e göre, dindarlık ve soyluluk özelliği aranır. Ondan yapılan ikinci bir rivayete göre yalnız soyluluk özelliği aranır.
1968) Aişe (Radıyattâhü anhâ)d&n rivayet edildiğine göre; Resûtul-Iah (SaUallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kadınların en hayırlısıyla evlenmeye bakın, küfülük (emsalliniz olan kadınlarla evlenin ve küf ülerinizin kızlarını isteyin.»"
Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedinde el-Hâris bin îmrân el-Medini bulunur. Ebû Hâtem onun hakkında : O, kuvvetli bîr râvi değil ve onun rivayet ettiği bu hadisin sıka zâtlardan rivayet edilmiş bir aslı yoktur, demiştir. Dârekutnî de : O terkedilmiş bir râvidir, demiştir. [243]
Zevaid türünden olan bu hadisi Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmiştir.
Hadîsin son cümlesi olan; cümlesi Muhammed Fuad Abdülbâki tarafından incelenerek bastırılmış olan eldeki nüshada görüldüğü gibi hareketlenmiş ve dip notunda .-"Yâni emsalinizin kızlarını isteyiniz." diye açıklaması yapılmıştır.
Sindi de cümleyi aynı şekilde açıklamıştır. Ancak cümle Sindi' nin nüshasında harekeli değildir. Yazılışına göre cümledeki fiil "İnkâh" değil "Nikâh" mastarından alınmadır. Yâni;diye okunmalıdır.
Câmiü's-Sağîr haşiyeleri bu cümlede ve bundan önceki cümlede bulunan fiilleri "Nikâh" masdarından alınmış olarak okuyup iki cümlenin mânâsı şöyle olabilir, demişlerdir: "Emsaliniz olan kadınlarla evleniniz ve onlarla birlesiniz."
Âdı geçen zâtların yorumlarına göre hadîsin üçüncü cümlesi, ikinci cümlenin bir te'kidi gibidir. Yâni ayrı ve yeni bir hüküm ifâde etmez, denilebilir. Her iki cümleden çıkarılan sonuç erkeklerin, kendilerine denk olan kadınlarla evlenmeleri tavsiye edilmiş olmasıdır. Ha-disdeki "Ekfâ" kelimesi ile kadınlar kastedilmiş, son cümlede bulunup ona râci olan zamir ile denk erkekler kastedilmiştir.
Âcizane şöyle bir yorum hatırıma geliyor, doğru ise Allah'tandır. Yanlış ise şeytandandır. Yorum şu:
Hadîsin son cümlesindeki fiil "İnkâh" mastarından alınma olup kastedilen mânâ şöyle olabilir: "(Kızlarınızı) denk ve emsal olan erkeklerle evlendiriniz." Bu takdirde bu cümle yeni bir hüküm ifâde eder. [244]
1969) Ebü Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«İki karısı olup (yanlarında yatmak hususunda) birisini diğerin* den Üstün tutan adam, kıyamet günü vücûdunun bir tarafı eğri olarak gelir.»" [245]
Bu hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâf, Dâri-m î ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
İki kadınla evli olup birisine meyleden ve yanlarında yatmak bakımından adaletli ve dengeli davranmayan bir kimsenin meyilli davranışının cezası olarak kıyamet günü vücûdunun bir tarafı meyilli ve eğri yâni vücûdu dengesiz olduğu halde hasredilir.
Hadîsdeki adaletsizlikten maksat geceleri kumalar arasında eşit bölmeyip birisine az, diğerine çok gece ayırmaktır. Kumalardan birisini kalben fazla sevmek veya cinsel ilişki bakımından farklı tutmak ise kasdedilmemiştir. Bu iki noktada farklı davranmak adaletsizlik sayılmaz. Çünkü kumalardan birisini kalben fazla sevmek adamın irâdesi dışında kalır. Bundan dolayı bir muâhaza olmıyacağı 1971 nolu hadîsten anlaşılıyor. Çünkü kalb sevgisi insanın elinde değildir. Allah Teâlâ insanları, güçleri dışında kalan şeylerle mükellef kılma-mıştır.
Hadîs, iki karısı bulunanın durumunu belirtmektedir. İkiden fazla karısı bulunan adamın durumuna ait hüküm de aynidir.
Kalb sevgisi insanın elinde olmadığı için sevgiye dayanan cinsel ilişki bakımından da kumaları eşit tutmak vacip kılınmamıştır. Ancak bir karıyı bu noktada ihmal etmek de caiz değildir.
Kumaları, nafaka ve giyecek bakımından da eşit tutmak vacip değildir. Ancak Hanefi mezhebindeki bir kavle göre kadınların nafakasının tesbitinde kocanın malî durumu esastır. Kadınların emsalinin durumu dikkata alınmaz. Bu kavle göre nafaka ve giyecek bakımından kumaların eşit tutulması vâcibtir.
Yukarda işaret ettiğim noktalardaki dört mezhep âlimlerinin görüşlerini anlamak için ayrıntılı bilgi veren fıkıh kitablarına müracaat etmek gerekir. [246]
1. Birden fazla kadınla evlenmek caizdir.
2. Yanlarında yatmak hususunda kumaları eşit tutmak vâcibtir.
3. Anılan hususta kumaları eşit tutmamak şiddetli azaba sebep olur.
1970) Âişe (RadtyaUâhü anhâ)*i\ax\; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yolculuğa çıkacağı zaman kadınları arasında kur'a çekerdi (ve kur'ayı kazananı beraberinde götürürdü.)" [247]
Bu hadisi Buharı, Ahmed ve Ebû Dâvûd daha uzun metin hâlinde, Şafiî de buradaki metin gibi rivayet etmişlerdir.
Yolculukta kanlarından birisini beraberinde bulundurmak isteyen adamın karıları arasında kur'a çekmesinin meşruluğu bu hadisten anlaşılır. Cumhura göre kur'a çekmeden karılardan birisi ile yolculuk etmek caiz değildir. Fakat Hanefîler'le Mâlik'e göre adam kur'a çekmeden karılarından dilediği her hangi birisi ile yolculuk edebilir. Ancak kanlarının hepsinin gönüllerini hoş etmek için aralarında kur'a çekmesi daha iyidir. Bu âlimler, yukardaki hadîsi böyle yorumlamışlardır. Cumhur'a göre ise kur'a çekmek vâcibtir. Çünkü kur'asız olarak karılardan birisi ile yolculuk etmek eşitlik prensibine aykırıdır. Nasıl ki, geceleri kanlan arasında taksim ederken nöbet sırasını kur'a ile tesbit etmek gerekir, kur'asız olarak nöbet sırasını tesbit etmek caiz değildir.
3-4 kadınla evli olup bunlardan ikisi ile yolculuk etmek isteyen adam da beraberinde götüreceği iki karıyı yine kur'a ile seçer. Nitekim Buhar i'nin Âişe (Radıyallâhü anhâl'dan rivayet ettiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa yolculuğa çıkacağı zaman karıları arasında kur'a çekti ve kur'a Âişe ile Hafsa'ya isabet etti.
Geceleri karıları arasında taksim ederken her karı için bir gün ve bir gece ayırmak gerekir. Karıların nzâsı olmaksızın bu süreyi uzatmak caiz değildir. Müellifimizin rivayetinde bu husus belirtilmemiş ise de diğer rivayetlerden bu hüküm çıkarılır.
1971) Âİşe (Radıyallâhü ankâ)'âm; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (gecelerini) karıları arasında bölerdi ve (bölme işini) tam bir adaletle yapardı. Sonra şöyle derdi t
-Allahim! İşte bu, benim gücümün yettiği adalettir. Artık senin kadir olduğun ve benim gücümün yetmediği (kalb sevgisi farklılığı) hakkında beni kınama.»" [248]
Bu hadisi Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ne-sâi, Dârimî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Müteaddit kadınlarla evli adamın kalb sevgisi ve sevgiden kaynaklanan şehvet duygusu bakımından hepsini eşit tutması mümkün değildir. Çünkü adamın gücü buna yetmez. Bu sebebledir ki, kalb sevgisi bakımından kumaları eşit tutmak yükümlülüğü yoktur. Şöyle bir soru hatıra gelebilir:
Kalb sevgisi bakımından kumaları eşit tutmak yükümlülüğü bulunmadığı için bu noktadaki ayrıcalık muahaza ve kınamayı gerektirmez. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu hadîste ettiği duanın anlamı nedir?
Bu soruya şöyle cevap verilmiştir: Bu duanın anlamı, kulun dâima Rabbine muhtaç olduğunu ifâde etmektir. Keza, Allah Teâlâ, kullarım güçlerinin dışında kalan bir takım şeylerle mükellef kılabilir, mükellef kılmamış olması sırf O'nun bir lütuf ve ikramıdır, kul bu durumu gözden uzak tutmamalı ve bu lütfün esirgenmemesi için dâima Allah'a yalvarmahdır. [249]
1. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecelerini karıları arasında eşit olarak bölerdi. Bunu onların gönüllerini hoş etmek için yapardı. Çünkü böyle yapmak O'na vacip değildi. A h z â b sûresinin 51. âyeti buna delil gösterilmiştir.
2. Adamın, evli bulunduğu karılarından birisini kalben fazla sevmesi onun elinde ve gücü dâhilinde değildir. [250]
1973) Âİşe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellera) (bir defa) Safiyye binti-Huyeyy (Radıyallâhü anhâ)'ya[251] bir şeyden dolayı hiddetlen misti. Bunun üzerine Safiyye:
Yâ Âişe! (bu) günüm sana olmak üzere sen Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKi benden râzi etmeye çalışır mısın? demiş. Âişe de:
Şevde (R.A.)'nm Hâl Tercemesi
Şevde bint-i Zamaa (veya Zam'a) bin Kays, baba tarafında Kureyş kabilesin' den olup ana tarafından Ensâr'ın Beni Neccâr kabilesine mensubtur. Bilindiği gibi Beni Neccâr kabilesi Peygamber (S.A.V.)'İn da dayıları sayılırdı. Şevde (R.A.) amcası oğlu Sekrân bin Amr (R.A.) ile evli idi. Kocası ile beraber müslümanlığı kabul etmek şerefine erişmiş ilk müslümanlardan ve Habeşistan'a hicret eden bab» «yarlardandır. Habeşistan'dan Mekke'ye döndükten sonra Sekrân (RA.) vefat etti. Anamız Hz. Hadîce (R.A.) da vefat ettikten sonra hicretten 3 yıl önce Peygamber (S.A.V.) Şevde (R.A.) İle evlendi. Şevde son zamanlarda çok yaşlanmıştı, bu nedenle gününü Aişe (R.A.)'ya hibe etmişti. Bir rivayete göre Ali (R.A.)*ın halifeliği döneminde, diğer bir rivayete göre Muaviye (R.A.)'ın hilâfeti devrinde vefat etmiştir.
Peygamber (S.A.V.)'In vefatından sonra muhterem kadınlarından ilk önce vefat eden hanımın Şevde bint-i Zam'a veya Zeyneb bint-i Cahş olduğu hususunda ihtilâf vardır. (Tekmile C. 4, Sah. 21 ve İbn-i Sa'd'in Tabakâtı C. 8 Sah. 37)
Evet, demiş sonra safran bitkisi üe boyanmış olan bir başörtüsünü alıp (boyanın güzel) kokusunun yayılması için üzerine su serpmiş sonra (bunu giyinmiş olarak) Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yakınında oturmuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem) :
«Yâ Âişe! Benden uzak dur. Çünkü bugün senin günün değildir.-buyurmuş. Bunun üzerine Âişe s
Bu Allah'ın fazlıdır, dilediğine verir, demiş ve (kendisi ile Safiyye arasında geçen) durumu Ona anlatmış. Efendimiz de Safiyye'den râzi olmuştur.'*
Not • Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde ravi Sümeyye el-Bas-nyye bulunuyor. Bu râvinin tanınmacUğını. el-Mizan sahibi söylemiştir.
1974) Âişe (Radıyallâhü ü»Aa)'dan; Şöyle demiştir:
Bir adamın uzun süre hayat arkadaşlığı ettiği bir karısı vardı. Bu kadından çocukları da olmuş idi. Adam bu kadmı boşayıp başka bir kadınla evlenmek istedi. Kadıncağız, kendisine gün ayırmaksı-
zın (nikâh altında) durmaya (ve başka bir kadınla evlenmeye) koti' casmı râzi etti. Bu adam hakkında -ve sulh hayırlıdır- âyeti İndi." [252]
Zevâid türünden olan 1973 nolu hadis, bir kadının kendi gününü kumasına hibe edebileceğine ve hibe işinin kocasının rızası ile geçerli olduğuna delâlet eder. Ayrıca günü olmayan kadının süslenip kocasının yanına yaklaşmasının caiz olmadığı, kocanın böyle davranmak isteyen karısını uyarmasının ve buna karşı çıkmasının gerekliliği ve karı ile kocanın arasım bulmanın fazileti de bu hadîsten anlaşılır.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın son hadîsinin benzerini Müslim de rivayet etmiştir. Buhâri, Tirraizi ve Ebü D â v û d' un rivayetlerine göre hadîsdeki âyeti celîle, müellifin rivayetinde anılan olaya benzer başka bir olay hakkında inmiştir.
Bir rivayete göre Ibn-i Ebi's-Saib adlı bir zâtın yaşlı bir karısı vardı, bu kadından çocukları da bulunuyordu. Adam bu karıyı boşayıp başka bir kadınla evlenmeyi arzulayınca, kadın, kendisine gün ayırma hakkından vazgeçmek üzere çocuklarının başından uzaklaştırılmamasını ve boşanmamasını kocasından istemiş. Kocası da bu durumun uygun olup olmadığını öğrenmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vurmuş ve bunun üzerine anılan âyet inmiştir.
Müellifin rivayetinde bulunan; cümlesi Nisa sûresinin 128'inci âyetinin bir parçasıdır. Âyetin başından bu cümleye kadar olan kısmın meali şöyledir:
«Ve eğer bir kadın (yaşlılık veya hastalık nedeni ile) kocasının nefret etmesinden veya (her hangi bir nedenle) yüz çevirmesinden korkarsa (kadının kendi gecesi, nafakası ve giyeceği gibi haklarından feragat etmesile ve kocasının bunu kabul e tın esile) kendi aralarında sulh olmalarında onlara bir günah yoktur ve (bâzı haklardan vazgeçmekle) sulh olmak (ayrılıp boşanmaktan) hayırlıdır.»
Bir kısmının kısa mealini yukarıya aldığım âyetin tamamı hakkında geniş bilgi için tefsir kitablarına müracaat edilebilir. [253]
1975) Ebû Rühm (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Evlenme işi için iki kişi arasında aracı olmak, en faziletli aracılıklardandır.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir ; Bu isnad. mürseldir. Çünkü ravisi Ebû Rühm, Ahzâb bin Esİd veya Ahzâb bin Üseyd isimli zâttır ki, Buhari ve Ebû Hatim onun tabii olduğunu yâni sahabi olmadığını söylemişlerdir. tbn-i Hibbân onu sikalar arasında zikretmiştir.
1976) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'önn: Şöyle demiştir:
(Bir gün) Üsâme (Radıyallâhü anh)'ın ayağı kaydı ve kapının eşiği üstüne düşüp yüzü yaralandı. Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) de (bana) :
«Onun kanını sil,» buyurdu. (Fakat tiksinmem nedeni ile) ben onun kanını silmekten hoşlanmadım. Bunun üzerine Efendimiz onun (yarasının) kanını emip yüzünden atmaya başladı. Sonra şöyle buyurdu :
«Eğer Üsâme kız olsaydı, onu evlendirmek için kendisini süsleyip (güzel) giydirecektim.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Eğer râvi Behi, Âişe'den hadis işitmiş ise bu hadîsin senedi sahihtir. Behî'nin Âişe'den hadis işitmesi üzerinde konuşulmuştur. Bu husus Ahmed'e sorulmuş kendisi: Ben bu hususta bir şey göremiyorum, ancak Behl'den rivayet ediliyor, diye cevap vermiştir. El-Alii, el-Merasİl'de: Müslim. Abdullah el-Behİ'nin Âişe'den rivayet ettiği bir hadisi almıştır, demiştir. [254]
Bu bâbtaki iki hadis de Zevâid türündendir. Birinci hadîs bir erkek ile bir kadının birbirleri ile evlenmeleri için aracı olmanın faziletini ifâde eder. Taraflardan birisi veya ikisi istekli ve arzulu olmadığı halde baskı şeklindeki tavassut bu hadîsin şümulüne girmez. Çünkü tarafların rızası, nikâh akdinin sıhhat ve geçerliliğinin şartıdır. Rızâsız ve baskı etkisi ile yapılan evlendirmelerin sakıncaları günümüzde görülmektedir.
 i ş e (Radıyallâhü anhaJ'nın hadisinde anılan O s â m e (Radıyallâhu anh)'ın hangi Ü s â m e olduğu hususunda bir kayda rastlamadım. Bu isimde dört sahâbînin bulunduğu Hülâsa'dan anlaşılıyor. Kuvvetli ihtimal bu zâtın Üsâme bin Zeyd bin el-Hârise olduğudur. Çünkü babası Zeyd (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in âzadlısı-dır. Baba ile oğul, Efendimizin özel sevgisine mazhar olan bahtiyar sahâbilerdend.ir. Üsâme'nin anası Ümmü Eymen (Radıyallâhü anhâ) da Efendimizin çocukluğunda O'na hizmet etmek ve bakıcılık etmek şerefine, hattâ bâzı rivayetlere göre O'na süt emzirme nimetine kavuşmuş hâtûnlardandır. Ü s â m e ' nin hâl ter-cemesi 795 nolu hadisin izahında verilmiştir. [255]
1. Yaralıya yardımcı olmak ve tedavisi ile meşgul olmak se-vabtır.
2. îrâde ve istek dışı tiksinme elde olmadığı için suç sayılmaz.
3. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde anılan Üsâme 20 yaşlarında olduğuna göre bu yaralanma olayının anılan Üsâme (Radıyallâhü anh)'m çocukluk döneminde olduğu kuvvetle muhtemeldir. Kadının erkek çocuğun yüzündeki yaranın kanını silmesinin meşruluğu hadisten çıkarılabilir. Şayet Ü s â -m e (Radıyallâhü anh) erginlik çağına varmış iken bu yaralanma olmuş ise îslâmî örtüye riâyet etmek kaydı ile ve kocasının huzurunda ve onun rızâsı ile gerektiğinde ve âcil durumda kadının, erkeğin yüzündeki yaranın kanını silmesinin câizliği hükmü çıkarılabilir. Ancak bu hadîsin şahinliği kesin değildir. Notta bu duruma işaret edilmiştir.
4. Hadis Efendimizin üstün merhametini ve yüce tavâzuunu ifâde eder. Ayrıca yaralının yardımına koşmanın sevabına işaret eder.
5. Erginlik çağına varan kızı evlendirmeye çalışmak meşrudur. [256]
1977) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyattâkü ankümâyâan rivayet edilgine göre; Resftlallah (SaUollahn Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi olamnrahr. Ben de ailem» en iyi olanınizim.
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisi Tirmizi tc Îön-İ Mbbön (R.A.Vdan rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (R.A.)'dan olan rivayete 8®"**^" vâyeün senedi zayıftır. Çünkü ravi Umâre bin Sevbân* tbn-i Httfoân «tadar sında zikretmiş ise de Abdüüıak : O, kuvvetli değil, demiştir. İbntil-Sattâa da . O"ium hâli meçhuldür, demiştir.
1978) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radıyallâhü ankütnâ)'âan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu.
demiştir:
«Sizin en hayırlılarınız, karılarına en iyi olanlanmzdır.*
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi, Buharf ile Mü^'inşar£ lan üzerine sahihtir. Bu hadisi Tirmizi de Ebû Hürevre (B.A.Vden rivayet ederek hasen olduğunu söylemiştir[257]
Bu iki hadîsin zahirine göre ailesine iyi olan ve onunla güzelce geçinen mü'min, en hayırlı kişi sayılır. Halbuki, dînen en hayırlı kişi sayılabilmek için diğer alanlarda da iyi amel sahibi olmak gerekir. Sair alanlarda iyi amel ve ibâdet sahibi olmayıp, sadece ailesine karşı iyi olan bir kimsenin en hayırlı kişi say ilamı yacağı biline^ bir peydir. Sindi bu hadîslerin iki şekilde yorumlanmasının muhtemel olduğunu şöyle ifâde, eder.
1. Yâni, ailesi ile iyi geçineniniz, hayırlılarınızdan sayılır. Şu halde, aile ile iyi geçinmek, din açısından arzulanan şeylerdendir. Artık böyle davranan kişi bu açıdan hayırlı sayılır.
2. Hadislerden maksat şu olabilir.: Ailesi ile iyi geçinen bir kimse, diğer alanlarda da iyi amelleri işlemeye mavuffak olur ve böylece en hayırlı kimse durumuna yükselebilir.
1979) Âişe (Radtyallâkü anhâ)'(\an: Şöyle demiştir:
Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) benimle koşu yarışması yaptı da ben O'nu geçtim."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi Buhârî'nin şartı üzerine sahihtir. El-Mizzl, el-Etraf'ta bu hadisin Nesâî tarafından rivayet edildiğini söylemiştir. Halbuki, bu hadîs, Nesâİ'nin ravlsi tbnü's-Sünni'nin rivayetinde yoktur. [258]
Bu hadîs de aileye karşı iyi davranmanın en güzel bir örneğini ifâde eder. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ile koşu yarışmasında bulunuyor ve kanımca onu sevindirmek için bile bile Zâtını yenik gösteriyor.
1980) Âişe (Radtyallâhü anhâydan: Şöyle demiştir:
Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ), Safiyye bintl Huyey iRadıyallâhü anhâ) ile yeni evlenmiş iken (Hayber savaşından dö-nüp) Medîne-i Münevvere'ye gelince Ensâr-ı Kiramın kadınları (yanıma) gelip Safiyye'den bahsettiler. Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki ben de (onu görmek üzere) tanınmıyacak bir kıyafetle ve yüzümü örtüp gittim. Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (açık) olan) gözüme bakıp beni tanıdı. Âişe demiştir ki ı Bunun üzerine ben hemen geri döndüm ve hızlıca yürüdüm. Resûl-i Ekrem (arkamdan gelip) bana yetişti ve beni bağrına bastı. Sonra:
— «Sen onu (Safiyye'yi) nasıl gördün?» diye (bana) sordu. Âişe demiştir ki, ben O'na:
— Bırak (beni). Yahudi kadınlar arasında bir Yahûd? kadındır, dedim."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Râvt Ali bin Zeyd bin Cudân'm zayıflığı nedeni ile bunun senedi zayıftır. [259]
Safiyye (Radıyallâhü anhâ) bir yahûdi kabilesi olan B e -n i Nadir kabilesinin hanedanlarından olup Hayber savaşında esir edilip müslüman olmuş ve savaşı müteakip Efendimizin muhterem zevceleri arasına katılma şerefine mazhar olan bir hâtûndur. Hâ! tercemesi 1779 nolu hadis bahsinde geçmiştir. Anılan yahü-di kabilesinin soyundan geldiği için  j ş e (Radıyallâhü anhâ) onun hakkında yukardaki ifâdeyi kullanmıştır. Müslümanlığı kabullendikten sonra kişinin mensup olduğu soy onun için bir eksiklik değildir.  i ş e (Radıyallâhü anhâ) kıskançlık nedeni ile böyle bir söz sarfettiğine rağmen Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ailelerine karşı çok iyi davrandığı için müsamaha ile muamelede bulunmuştur. Keza, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)nm gönlünü almak için onu bağrına basmış, fakat  i ş e; "Bırak beni," demekle hoşnutsuzluğunu ifâde etmek istemiş ve buna karşılık Peygamber (Sallallahü Aieyhi ve Sellem) susmuştur. Bu da aileye karşı iyi davranışın en iyi bir örne-
1981) Aişe (Radıyallâhü <mA£J'dan; Şöyle demiştir:
Zeyneb (bint-i Cahş [260]) (Radıyallâhü anhâ), benim odama izinsiz ve öfkeli olarak girinceye kadar (Kumalarımın kızdıklarını) bilmiyordum. (Zeynebî odama girdikten sonra (odamda bulunan) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe =
— Yâ Resul ali ah I Ebû Bekir'in kızcağızı senin için kollarını çevirince, (onun yaptığı iş) sana yetiyor mu? dedikten sonra bana yöneldi (aleyhimde atıp tuttu.) Ben (ona cevap vermeyip) ondan vazgeçtim. Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :
— «O'nu tutup kendini savun,» buy uru ne a ben ona yöneldim. Nihayet bana cevap veremez ve tükürüğü ağzında kurumuş vaziyette kendisini gördüm. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de mübarek yüzünün güldüğünü gördüm."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup r&vtleri sıkadır. RâvI zekeriyyâ bin Zaide de tedlis ederdi. [261]
Sindi bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınları arasında uyguladığı nöbet usûlüne göre sıra  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn odasında kalmaya geldiği gün, sahâbîler Efendimize hediyeler sunarlardı, diğer kadınlarının günlerinde bu tür hediyeleri vermezlerdi.  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın kumaları bu duruma kızdılar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı F â t i m e (Radıyallâhü anhâ) bu durumu sezdirmek için  i ş e (Radıyallâhü anhâVmn odasına gidip duruma kapalı bir şekilde işaret etti. Sonra Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) gidip çıkışınca  i ş e (Radıyallâhü anhâ) durumun mâhiyetini öğrendi.
Zeyneb (Radıyallâhü anhâVnın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e söylediği sözden maksadı şudur: Sen  i ş e'yi fazlasıyla sevdiğin için başka bir şeye bakmaz gibi oldun.
Zeyneb (Radıyallâhü anhâ), Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya yüklenip aleyhinde atıp tutunca, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Âişe (Radıyallâhü anhal'nın kendini savunmasını ve Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'ya gereken cevabı vermesini emretmiştir. Bu emirden maksat şu olabilir: Bir münâkaşanın sona erdirilmesi cevap vermeye bağlı ise bu yapılmalıdır, bunu yapmakta bir sakınca yoktur. Aksi takdirde, yâni münâkaşacıya cevap vermekte bir yarar yok ise çekiştireni bağışlamak daha iyidir.
Hadîs, aileye karşı iyi davranmanın en iyi örneğini vermiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın odasında bulunduğu bir sırada Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)' izin almadan ve öfkeli bir halde odaya giriyor. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e çıkışıyor, sonra da Aişe (Radıyallâhü anhâ)'ye sataşıp, aleyhinde atıp tutuyor. Buna resmen Efendimiz hazretleri bir şey söylemeyip müsamaha ve sabırla karşılıyor. Nihayet  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'ya kendini savunması ve cevap vermesi için müsâade buyuruyor.  i ş e (Radıyallâhü anhâJ'nın cevap vermesi ve bu kere Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) 'nın susup cevap veremiyecek duruma geçmesi karşısında efendimiz sevinip sevinç belirtisi mübarek yüzünde görülüyor.
1982) Âî§e (Radtyallâkü fl»Aâ>'dan; Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yanında iken (yâni O'nunla evli iken) oyuncak bebeklerle oynardım. Efendimiz de benim (kız) arkadaşlarımı bana gönderirdi, arkadaşlarımla oynaşırdık."
Not: Zevâid'de söyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü halife Me-mun döneminde Önce Basra kadılığı, daha sonra Eş-Şarkiyye kadılığı yapmış olan ravi Ömer bin Hablb el-Adevl'nin zayıflığı hususunda ittifak vardır, tbn-i Muin de bu raviyi yalanlamıştır.
Sindi: Ben derim M bu hadls'Sn aslı sübhesiz sabittir, demiştir. [262]
Zevâid türünden olan bu hadîste geçen Benât kelimesinin lügat mânâsı kızlar demektir. S i n d V nin beyanına göre en-Nihaye'de şöyle denilmiştir: Benât kelimesi ile çocukların oyuncağı olan bebekler kasdedilmiştir. Kadı I y â z demiş ki: Bu hadîs, kız çocukların oyuncak bebeklerle oynamalarının câizliğine delâlet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu durumu görüp itiraz etmediğine dâir hadîs vardır. Âlimler bunun hikmetini şöyle anlatmışlardır. Bunun sebebi kız çocukların, bebeklere bakmaya, onlara zmet etmeye ve ev işlerine alıştırılmalarıdır.
N e v e v i: de: Resim ve heykellerin yapılması ve evde bulun-d anılmasının yasaklığına âit hadîslerden, oyuncak bebeklerin müstesnâ kılındığı muhtemeldir. Bunun hikmeti de yukarda anılan sebep olabilir. Yahut oyuncak bebekler de diğer resim ve heykeller gibi yasaktır, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın oyuncak bebekler edinip onlarla oynaması, hicretin ilk zamanlarında ve henüz resimlerle ilgili yasaklama hükmü verilmemiş iken olmuş olabilir, demiştir.
Süyûti de Nesâî' nin haşiyesinde: Resim ve heykellerin edinilmesi, bulundurulması ve yapılması ile ilgili hüküm varken  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve arkadaşları mükelleflik çağı olan erginlik çağına varmamış oldukları için oyuncak bebeklerle oynamışlar, diye bir yorum yapılabilir. Çünkü erginlik çağına varmamış olanlar, dînî vecibelerle mükellef sayılmazlar. Nitekim velî, erkek çocuğuna ipekli elbise giydirebilir. Halbuki ipekli elbise erkekler için haramdır, demiştir.
Sindi yukardaki nakilleri yaptıktan sonra şöyle der: S ü y û -t î' nin bu yorumu bizim Hanefi âlimlerimizin edindikleri kaidelere aykırıdır. Çünkü bizim âlimlerimize göre velî, erkek çocuğuna ipekli elbise giydiremez. Hadîsler de âlimlerimizin görüşünü teyid eder. Örneğin: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi ftüe ferdlerinin küçük yaştaki çocuklarını sadaka malını yemekten m°oet-miştir. Bilindiği gibi Efendimize ve aile ferdlerine sadakadan yemek haram kılınmıştır. [263]
1. Erkek, ailesine iyi davranmalıdır.
2. Kızların ve kadınların oyuncak bebeklerle oynaşması meşrudur. Bu hususta gerekli Özlü bilgi S i n d î' den naklen verilmiştir. El-Menhel yazarı 2. cüz'ün 297. sahifesinde resimle ilgili bir hadîsin açıklaması bahsinde geniş bilgi verdikten sonra şöyle der: Ez-Zürkaanî: Gölge veren resimlerin edinilmesi, bulundurulması âlimlerin icmâı ile haramdır ancak kızların oyuncak bebeklerle oynaması bu hükümden müstesnadır, demiştir. Kadı I y â z da bu istisnayı yaptıktan sonra: İmam Mâlik, adamın kendi kızına oyuncak bebekleri almasını mekruh saymıştır. Bâzı âlimler ise kızların oyuncak bebeklerle oynamasına cevaz veren hadîslerin resimlerin yasaklığına âit hadislerle mensuh olduğunu söylemişlerdir, demiştir. En ihtiyatlısı her türlü resimleri yâni oyuncak bebekler de dâhil hiç bir resmi bulundurmamaktır.
Resimlerle ilgili
geniş bilgi müellifin libas kitabının 44. babında geçen 3649 - 3653 nolu
hadisler bölümünde inşaalah veriecektir.
[264]
1983) Abdullah bin Zam'a (Radtyallâhü ankyâen:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ashabına) hitabede bulundu. Sonra kadınlardan bahsedip bunlar (a iyilik etmek) hakkında erkeklere nasihatta bulunduktan sonra şöyle buyurdu t
«Cariyeyi değnekle dövercesine ne zamana kadar bazılarınız karılarını değnekle dövecek (yâni bu âdeti sürdürecek)tir? Halbuki döven adamın, dövdüğü karısının yatağına ayni günün sonunda girmesi umulur.»" [265]
Bu hadisi Müslim daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir.
Sindi bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Yâni bâzılarınız cariyeyi dövdüğü gibi nikâhlı karısını şiddetle döver. Öteden beri alışılan bu hâle ne zamana kadar devam edilecektir? Bu âdeti terkedin. Halk cariyeyi değnekle dövme âdetine alışkın olduğu için hadiste cariyeyi dövmekten bahsedilmiştir. Bu benzetme, cariyeyi şiddetle dövmenin câizliğini ifâde etmez.
Bir hadiste: «Sopanı karın (m üstün)den kaldırma- buy ur ulm ustur. Bir kavle göre bu hadisten maksat kadını dövmek değil, onu te'dip etmektir.
Erkek gece ailesinin yatağına gireceğine göre aralarında birlik ve sevgi olmalıdır. Kadını değnekle dövmek ise bu birlik ve sevgiye uygun düşmez. Sabahleyin karıyı dövüp akşam onunla ayni yatağa girip yatmak birbirine uygun şeyler sayılmadığı için bunu düşünüp dövmekten vazgeçmek için hadîsin sonunda bir irşat yapılmıştır.
1984) Âişe (Radtyallâhü anM/dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir hizmetçisini ve hiç bir kadını dövmemiş ve mübarek eli İle hiç bir şeyi dövmemiştir."
1985) lyâs bin Abdillah bin Ebî Zübâb (Radtyallâhü onAJ'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Allah'ın cariyeleri (olan karılarınızı) dövmeyin.» Bu emirden sonra Ömer (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına gelip t
— Y& Resûlallah! (bu emrinizden sonra) Kadınlar cesaretlenip kocalarına itaatsizlik etmeye başladılar, dedi. Bunun üzerine (te'dip için ve yara bere bırakmıyacak tarzda) kadınları dövme ruhsatı verildi. Kadınlar da dövüldü. Bundan sonra Muhammed Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerine çok sayıda kadın gitti, (kendilerini şiddetle döven kocalarından şikâyet ettiler.) Ertesi gün sabahleyin Efendimiz şöyle buyurdu
— «Bu gece yetmiş kadın Muhammed (Sallallahü Âleyhive Sellem)'in zevcelerine vardılar. Her birisi kendi kocasından (şiddetli dövmesinden) şikâyet etti. Artık siz, kanlarını (böylesine) döven adamları iyileriniz olarak bilmeyiniz.»" [266]
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Dârimi ve Beyhakî de müteaddit yollarla rivayet etmişlerdir.
Hadîsten şu durum anlaşılıyor: Kesûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce kadınları dövmeyi tamamen yasaklamış, kadınlar bundan cesaretlenerek kocalarına itaatsizlik etmeye başlamışlar, bunun üzerine kadınları dövme müsaadesi verilmiş, bu kere erkekler karılarını fazla dövmeye girişmişler, kanlar da kocalarını Efendimize şikâyet etmeye başlamışlar ve nihayet Efendimiz, tedîp için veya huysuzluklarından dolayı kadınları dövmek caiz ise de dövmeyip eziyetlerine sabır ve tahammül etmenin daha iyi olduğunu bildirmiştir.
1986) el-Eş'as bin Kays (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Ben bir gece Ömer (Kadıyalâhü anh) 'a misafir oldum. Gece yansı olunca Ömer kalkıp karısını dövmeye başladı. Ben onlan ayırdım Ömer yatağına dönünce bana t Ey Eş'asi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim (şu) şeyi benden (öğrenip) bellet
«Adama, karısını niçin dövdüğü sorulmaz. Vitir namazını kılmadan uyuma.» Râvi demiştir ki ben (Peygamber'in) üçüncü cümlesini unuttum.
Müellif, râvi Ebû Avane'den sonra ikinci bir sened ile de hadisin kendisine rivayet edildiğini söylemiştir.*'[267]
Beyhakî de bu hadîsi ayni metinle rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e âit buyruğun ilk cümlesini yine Ebû Avâne yolu ile rivayet etmiştir.
Sindi, hadîsin «Adam'a karısını niçin dövdüğü sorulmaz» fıkrası ile ilgili olarak şöyle der: Yâni adam kadını dövmenin şartlarına ve sınırına riâyet ettiği takdirde karısını usulü dâiresinde dövdüğünden dolayı kınanamaz. Fıkranın mânâsı şu olabilir: Karısını dövme nedeni ve sebebi kocasına sorulamaz. Çünkü bazen dövme nedenini anlatmak uygun olmayabilir. Adam açıklamasını uygun görmediği gerçek neden yerine başka sebepleri ileri sürebilir ve günaha girebilir.
Sindî, hadîsin «Vitir namazını kılmadan uyuma» fıkrası
hakkında da: Bu emir, geceleyin uyanıp teheccüd namazını kılmayı âdet edinmeyen kimselere aittir. Allah daha iyi bilir, demiştir.
Vitir namazını gecenin ilk zamanlarında, yâni uyumadan önce veya uyuduktan sonra geceleyin kılmanın daha faziletli olduğu hususundaki âlimlerin görüşleri 5'inci kitabın 121'nci babında geçen 1185 -1187 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir. Oraya müracaat edilebilir.
H&l Tercemesi
Hadisin râvisi tyas bin AbdUIah bin Ebl ZÜbâb ed-Devsl Mekke'de ikâmet etmiştir. Sahftbl olup olmadığı ihtilaflıdır. Kuvvetli kavle göre sahftbldir. tbn4 Bfbban onu sıka sahâbller ve sıka tabiiler meyanında zikretmiştir, tyas (R.A.) Peygamber (SJLV.Vden rivayette bulunmuştur. Kenrltainin ravlsi ise Abdullah bin Abdlllah bin Ömer bin el-Hattâb'dır. tbn-1 Haceb, Ebû D&vûd ve Nesâl onun hadi» terim* rtvayet etmişlerdir. (El-Menbel Tekmilesi C. 4, sah. 44)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buyurduğu üçüncü cümlenin ravi tarafından hatırlanamadığı ifâde edilmiştir. Unutan râvinin hangi râvi olduğuna dâir bir kayıt göremedim. İfâdenin zahirine göre unutan râvi E ş ' a s (Radıyallâhü anh) olabildiği gibi senedin herhangi bir halkasını teşkil eden başka râvi de olabilir, îbn-i Mâceh'in haşiyesi Nur-u Misbâhi'z-Zücâce'de belirtildiğine göre el-Hâkim bu üçüncü cümlenin babaya itaat etmekle ilgili olduğunu beyân etmiştir.
Bu bâbta rivayet edilen hadisler, erkeğin karısını dövmesinin daha iyi olduğuna, gerektiğinde usulü dâiresinde ve yara, bere bırak-mıyacak şekilde hafifçe dövebileceğine delâlet ederler.
Nisa sûresinin 34. âyeti de itaatsızlığından endişe duyulan karılara nasihat edilmesini, nasihatla uslanmadığı takdirde yataklarının terk edilmesini emreder ve bununla da itaat etmezse hafifçe dövülmesinin câizliğine delâlet eder.
El-Menhel, Tekmile'sinin 4. cildinin 37. sahifesinde K a a d ı -h a n' in Fetâva'sından naklen şöyle denilir. Erkek, karısını şu dört sebebten dolayı usulü dâiresinde dövebilir:
1. Kocası onun süslenmesini istediği zaman bunu yapmamak. (Bu süslenme ev içinde ve kocası için olursa hüküm budur. Ama îslâ-mî örtüye riâyet etmeden yabancı erkeklerin görebileceği yerde kadının süslenmesi caiz olmadığı için bu yolda kocasının arzusuna uya-maz ve kocası onu bu nedenle dövemez.)
2. Kadm aybaşı ve lohusalık hâlinden temiz iken kocasının cinsel temas arzusuna uymaması.
3. Kadının farz namazları kılmaması. İmam M u h a m -m e d' den yapılan bir rivayete göre kadının farz namazı bırakması suçundan dolayı kocası onu dövemez. Kadının cünüblükten veya aybaşı âdetinin sonundaki halden dolayı boy abdestini almaktan imtina etmesi de namazı bırakması gibidir.
4. Kocasının izni olmadığı halde kadının evden çıkması.
Hâl Tercemesi
Hadîsin râvisi Eş'as bin Kays bin Mâdikerib el-Kindl Ebû Muhammed sahâ-bidir. Kûfe'de yerleşmiştir. Dokuz hadisi vardır. Buhârî ve Müslim onun bir hadisinde ittifak etmişlerdir. Hâvileri Ebû Vâü ve Kerdûs'tur. YermûK savaşında gözlerini kaybettiği rivayet edilmiştir. Ettiği bir yemin kefareti olarak onbeş bin dirhem veya dinar ödediği rivayet olunmuştur. Azerbeycan valiliği yapmış, cömert ve ikram sever bir zat idi. Sıffln olayında Ali (R.A.)'ı desteklemiştir. Ebû Hassan ez-Ziyadi-nin dediğine göre hicretin 40. yılı Ali (B.A.)'den 40 gün sonra ve 63 yaşında vefat etmiştir. (Hülâsa: 39) [268]
1987) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının saçını başka saçla çoğaltan, başka saç ilavesiyle saçını çoğalttıran, dövme yaptıran ve dövûnlenen kadınları lanetlemiş (veya Allah'ın lanetlediğini haber vermiş) tir."
1988) Esma (bint-i Ebibekr) (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :
(En.sâr'dan) bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek: Benim kızım yeni evlenmiş bir gelinciktir. Bir salgın hastalığa tutulup saçları döküldü. Ben başka saçla onun saçını çoğaltabilir (miy)im? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu t
«Kadının saçını başka saçla çoğaltan kadına ve başka saçla saçını çoğaltan kadına Allah lanet eylemiştir (veya lanet eylesin.)»"
1989) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü a»A)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (SaJlallahü Aleyhi ve Sellem), güzellik İçin dövme yaptıran, dövûnlenen, yüzünün kıllarını yolduran ve ön dişlerini (eğe gibi âletlerle) aralayan ve bu suretle Allah'ın yarattığı tabiî güzelliği değiştiren kadınları Iânetlemiştir. Beni Esed kabilesinden Ümmü Yakûb isimli bir kadın (İbn-i Mes'ûd'un) bu hadisini duyunca İbn-i Mes'ûd'a gelerek t
— Senin böyle böyle söylediğini haber aldım, dedi. tbn-i Mes'ûd (Radıyallâhû anh) :
— Söylediğim şey Allah'ın kitabında bulunduğu halde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in lanetlediği kimseleri niçin ben de lânetlemiyeyim? dedi. Kadın:
— Ben şüphesiz Allah'ın kitabının tamamını okurum. (Onda) senin dediğin bu hususu bulamadım, dedi. İbn-İ Mes'ûd t
— Eğer sen Kur'an'ı okudu isen şübhesiz dediğim hususu bulmuşsun. Sen âyetini okumadın mı? diye cevap verince, kadın t
— Evet. (Ben bu âyeti okudum) dedi. Ibn-i Mes'ûd
— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dediğim şeyi şübhesiz yasakladı. (Bu kere) kadın :
— Sanırım senin aile ferdlerin (yasaklandığını haber verdiğin şeyi) yaparlar, dedi. tbn-i Mes'ûd i
— Cit de bak, dedi. Kadın gidip baktı da aradığını bulamadı. (Sonra döndü ve) bir şey göremedim, dedi. Abdullah (îbn-i Mes'ud) kadına t
— Eğer benim ailem senin dediğin gibi olmuş olsaydı bizimle ya* şıyamazdı (yâni onu boşardık), dedi." [269]
İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Kütüb-İ Sitte şahitlerinin hepsi, Esma (Radıyallâhü anhâVnın hadîsini B u -hâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir.
İbn-i Mes'ûd'un hadisini de Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki ifâde değişikliği mânâyı değiştirmez.
Bu hadîslerde geçen bazı kelimeleri açıklıyahm i Vâsıla i Kadının saçını çoğaltmak maksadı ile başka saçı ilâve eden kadındır. Kendi saçına ilâve yapana da, başka kafimin saçına ilâve yapan kadına da bu isim verilir. Şu halde bir kadın başka saç eklemek suretiyle ne kendi saçını çoğaltabilir, ne de başka kadının saçını çoğaltabilir. Böyle bir iş yaparsa ona Vâsıla ismi verilir.
Müstevsila: Saçının çoğaltılması için başka saçın eklenmesini isteyen ve bunu yaptıran kadındır. Buna Mevsûla da denilir.
Vâsime i Dövünleyen diye terecine ettiğim bu kelime Veşm'den alınmadır. Veşm ise elin arkasına, kola, yüze veya vücûdun görülen veya görülmeyen her hangi bir yerine iğne batırıp kanattıktan sonra üzerine çivit gibi bir şey döküp o yere renk vermektir. Buna dövün ve na'l denilir. Bu şey Arablar arasında yaygın bir âdet idi. Hıris-tiyanlardan Kudüs şehrine-gidip sözde hacı olanlar da kollarını ve ellerini dövdürürler. Memleketimizin bâzı yörelerinde bulunan mıtnblar ve çingeneler arasında da bu âdet var.
Vasime t Yukarda anlatılan Veşm işini yapan kadındır. Müstevşime: Veşm işini yaptıran kadındır. Buna Mevşûme de denilir.
Mütenemmısa; Yüzünün kıllarını yolduran kadına denir. Nâmisa; Yüzün kıllarını yolan kadına denilin
Mütefellice ı Genç görünmek için eğe gibi bir âletle Ön dişlerini aralayan kadına denilir.
Yukarda açıkladığım bu kelimelerle ifâde edilen ve anılan işleri yapan veya yaptıran kadınlar Allah ve Resulünün lanetine m üste-hak olmuş olurlar.
Müslim Libas kitabının 33. babında bu hadisleri rivayet etmiş ve N e v e v i bu hadîslerin şerhinde şöyle demiştir:
"Bu bâbtaki hadîsler, kadının saçına başka saçın eklenmesinin haramlığına ve bunu yapan kadın ile yaptıran kadının lanetlendiğine delâlet ederler. Takılacak saç insan saçı olsun, eti yenen hayvan saçı olsun, kadının mahremi olan bir adamın saçı olsun, yabancı bir adamın saçı olsun, hüküm aynidir. Hadîsler umumî olduğu için açık ve seçik hüküm budur. Fakat bizim arkadaşlarımız takılacak saç insan saçı olursa hüküm ayrıdır, başka saç olursa hüküm değişiktir, diye şöyle bir ayırım yapmışlardır:
Eğer takılacak saç insan saçı olursa âlimlerin ittifakı ile haramdır. Takılacak saç erkek saçı olsun, kadın saçı olsun fark etmez. Keza takılacak saç kadının kocasının saçı veya kadının babası, kardeşi gibi bir mahreminin saçı olsun, yabancıların saçı olsun hüküm aynidir. Çünkü hadîsler umumîdir. Keza, insanın saçından veya başka uzuvlarından yararlanmak caiz değildir. însan uzuvlarını kullanmak sahibine ihanet sayılır, insandan kesilen saç, tırnak ve şâir uzuvlarının gömülmesi gerekir.
Takılacak saç bir murdar hayvandan veya eti yenilmeyen diri hayvandan kesilen saç ise yine haramdır. Çünkü böyle bir saç necis-tir. Böyle bir saçı takınan kadın namaz içinde ve dışında bile bile bir necis maddeyi takınmış olur.
Yukarda anılan iki çeşit saçın takmılmasınm haramlığı hususunda erkek ile kadm arasında bir fark yoktur. Kadın evli olsun bekâr veya dul olsun fark etmez.
Takılacak saç insan saçından başka, temiz bir saç ise bunu takınan kadın kocasız ise yine haramdır. Şayet kocalı bir kadın ise üç kavil var:
1. Kocalı kadının, insan saçından başka, temiz olan bir saçı takınması da haramdır. Çünkü hadîslerin zahiri bunu gerektirir.
2. Birinci maddede durumu belirtilen saçın kocalı kadın tarafından takınılın ası haram değildir.
3. En sıhhatli olan kavle göre kadın, kocasının izni ile takınmış-sa haram değildir. Aksi halde haramdır,
(Yabancı erkeklere karşı başının bir kısmını bile açan kadm için mutlaka haramdır.)
Arkadaşlarımızın bu mesele hakkında söyledikleri sözlerin özeti budur.
Kadı lyâz da şöyle demiştir: Âlimler bu m es'el e hakkında ihtilâf etmişlerdir: Şöyle ki
Mâlik, Taberi ve âlimlerden çok zâtlar veya bunların ekserisine göre kadının saçına her türlü saç, yün ve bez parçası gibi bir şeyi eklemek yasaktır.
El-Leys bin Sa'd'a göre yasaklama, saç takmaya mahsustur. Yün. bez parçası ve benzeri bir şeyi takmakta sakınca yoktur.
Bir rivayete göre saç takmanın caiz olduğunu söyleyenler olmuş ise de bu söz geçerli sayılmamıştır. Çünkü dayanaktan zayıftır.
Kadı lyâz daha sonra şöyle der: Renkli ipekten mamul ipliklerin ve saça benzemeyen diğer maddelerin saça takılması ve bağlanması bu yasağın dışında kalır. Çünkü bunlar Vâsıl değil ve Vâsıl amacını taşımaz. Bu, sadece bir süslenme ve güzelleştirme amacını taşır.
Hadîsler, anılan saç takma işinin büyük günahlardan olduğuna ve haram bir işe yardım etmenin de haram olduğuna delâlet ederler."
N e v e v i daha sonra dövün vurmak mes'elesine geçip bu hususta da şöyle der:
"Dövün vurmak ve istiyerek vurdurmak haramdır. Bazen küçük yaştaki kızlara dövün vurulur. Kız, çocuk olduğu ve henüz mükelleflik çağına varmadığı için ona mes'uliyet yok ise de bunu yapan haram işlemiş olur.
Arkadaşlarımız demişler ki, dövün vurulan yer pis ve necis sayılır. Eğer o dövün lekesini bir ilâçla gidermek mümkün ise giderilmesi gerekir. Şayet ilâçla giderilemeyip ameliyatla giderilebilirse bunu yapmak gerekir. Ancak ameliyat edildiği takdirde o organın sakatlanması, yararının yitirilmesi veya yüz, el gibi açıkta olan bir uzuv olup çirkin bir iz görülmesine sebebiyet verilirse bundan vazgeçilir. Aksi takdirde o dövünün çıkarılması gerekir ve geciktirilmesi günahtır. Dövün mes'elesinde kadın ile erkeğin farkı yoktur. Yâni erkek için de haramdır.
Nâmisa ve Mütenemmısa yâni yüzün kıllarını yolan ve yolduran kadınlara gelince bu da haramdır. Ancak kadının sakalı veya bıyığı çıkarsa bunu gidermek yasak değil, bilâkis müstehabtır.
îbn-i Cerİr'e göre kadının, sakalını ve bıyığını traş etmesi caiz değildir.
Kadının kaşlarını inceltmesi de bizce haramdır.
Kadının ön dişlerinin aralarını eğe gibi bir âletle açmak da haramdır. Genç kız ve kadınların ön dişlerinin arası genellikle hafifçe açık olur. Yaş ilerleyince dişler arasındaki boşluk kaybolur. Yaşlanan veya buna yakın yaşa gelen bâzı kadınlar genç görünmek için ön dişlerinin arasını eğe ve benzeri âletle açarlar, böylece dişlerinin güzel görünmesini ve kendilerinin genç sanılmasını sağlamaya çalışırlar. Böyle yaptırana Mütefellİce denilir. Bâzı rivayetlerde böyle yaptıran kadına Müstevşire, bunu yapan kadına da Vâşire denilmiştir. Böyle yapmak ve yaptırmak haramdır. Bu bâbta vârid olan hadisler bu hükmü ifâde eder. Çünkü bu hareket hem Allah Teâlâ'nın yarattığı tabiî şekli değiştirmektir, hem de bir nevî aldatmadır. Hadîs bu hareketin güzelleşmek için olmasını yasaklamıştır. Şu halde tedavi için veya dişteki çürüğü gidermek için böyle bir şey yapmak haram değildir." t
N e v e v i' nin sözü burada bitti.
İkinci hadîste geçen Hasba kelimesinin lügat mânâsı kızamık hastalığıdır. Bâzılarına göre çiçek hastalığının bir nevidir. S i n d î bu kelimeyi bir çeşit salgın hastalık, diye yorumlamıştır. Hadisten anlaşılıyor ki sözü edilen gelin yakalandığı Hasba hastalığından dolayı saçları dökülmüştür.
Allah'ın bir kimseyi lanetlemesi, onu rahmetinden uzaklaştırması, demektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'in bir kimseyi lanetlemesi ise o kimsenin Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmasını dilemesi, demektir.
Son hadiste îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hadîste anılan hareketlerde bulunan kadınları lanetlediğini ve bu hükmün Kur'an'da bulunduğunu ifâde etmiş, Ü m m ü Yakûb isimli kadın böyle bir hükmü Kur'ân'da bulunmadığını söyleyince tbn-i Mes'ûd, Haşır sûresinin 7. âyetinden şu mealdeki bölümü okuyor ve kadına sen bunu okumadın mı diyor?
«Peygamber size ne verirse onu alın* sizi neden menederse ondan sakının.»
Bu nazm-ı celil, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in her emrine uymanın ve her yasağından sakınmanın Kur'an-1 Kerîm emri olduğunu te\*6ik eder. Şu halde hadiste anılan fiiller Kur'an ile yasaklanmıştır, denilebilir. îbn-i Mes'ûd bunu söylemek istemiştir.
îbn-i Mes'ûd: "Eğer ailem senin dediğin gibi olmuş olsaydı bizimle yaşıyamazdı", sözü ile şunu demek istemiştir: Eğer ailem bu hadîsle yasaklanmış fiilleri işleseydi onu boşardım, onunla yaşamazdım. Nevevİ, âlimlerin cumhûrunca bu cümlenin böyle açıklandığını belirttikten sonra: Namaz kılmamak, bu hadisle yasaklanan fiillerden birisini işlemek veya başka bir günahı işleyip, ikaza rağmen de günah işlemesine devam eden bir kadını boşamanın uygunluğu bu hadisten anlaşılıyor. [270]
1990) Aişe (Radtyallâhü ankâ)'âan; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şevval ayında beni nikahladı ve (yine) Şevval ayında benimle gerdeğe girdi. (Nikâh ve zifafım Şevval ayında olduğu halde) O'nun hangi zevcesi Onun yanında benden daha şanslı (mutlu) dur? Âişe de (Peygamber'e uymak üzere) kendi yakını olan kadınları Şevval ayında gerdeğe ithal etmeyi tercih ederdi."
1991) el-Hâris bin Hişâm (Radtyallâhü onh)'âen rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâ)'yı Şevval ayında nikahladı ve Şevval ayında onunla gerdeğe girdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında bulunan Muhammed bin îsh&k tedlisçi olup bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. Ayrıca müellifin yanında, el-Hâris bin Hişam bin el-Muğİre'nin bundan başka hadisi yoktur. BuhârI, Müslim, Tirmizl, Ebû Dâvûd ve Nesai'de İse bu ravlnin hiç bir hadisi yoktur.
El-MizzI: Muhammed bin Yezld el-Müstemli de bu hadisi Esved bin Âmir'-den, Esved'ln senedi ile rivayet etmiştir. Buradaki senedden şu farkla ki bu se-neddeki Abdülmellk yerine Abdurrahman bulunur. O daha isabetlidir, demiştir. [271]
Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nm hadisini Ahmed, Müslim, Tirmizl ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. N e v e v I bu hadisin şerhinde şöyle der:
"Bu hadîs, evlenme, evlendirme, nikâh kıyma ve gerdeğe girme işlerinin Şevval ayında yapılmasının müstehablığına delâlet eder. Arkadaşlarımız anılan işlerin Şevval ayında yapılmasının müstehabhğım açıkça hükme bağlıyarak bu hadîsi delil göstermişlerdir.
Câhiliyyet devri insanları ve bu günün câhil tabakası. Şevval ayında nikâh kıymaktan ve gerdeğe girmekten hoşlanmazlar ve bunu uğursuz olarak anlıyagelm işlerdir. Bu görüş tamamen asılsız ve bâtıl bir itikaddır. Câhiliyyet devrinin bâtıl kalıntılanndandır. Âişe (Radıyallâhü anhâ) bu bâtıl itikadı reddetmek üzere bu hadisi söylemiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e uymak ve sünnet-i seniyye'ye riâyet etmek için kendi yakını olan kadınların nikâh ve gerdeğe girme işlerinin Şevval ayında yapılmasını arzu ve tercih ederdi. Tercih sebebi anlatılan şeydi. Şevval ayının kendisinde bir mutluluğun varlığı inanışı değildir. [272]
1992) Âişe (Radtyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre;
Bir adam karısına bir şey vermemiş İken karıyı adamın gerdek odasına dâhil etmesini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya emretmiştir.[273]
Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bu hadîs, mehirden bir şey vermeden önce erkeğin gerdeğe girmesinin câizliğine delâlet eder. Hadîsin zahirine göre kadın me-hirden bir şey almadığı gerekçesi ile kendisini kocasına teslim etmekten imtina edemez. Ebû Dâvûd bu hadisi Nikâh kitabının 36. babında rivayet etmiştir. Tekmile yazarı da bu babın şerhinde ezcümle şöyle der:
Said bin el-Müseyyeb, el-Hasan, Nehai. Sevr i. Şafiî. Ahmed, îshak ve Hanefi âlimler bu hadisi ve Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği Ukbe bin Âmir'in hadisin* delil göstererek : Bir adam nikahladığı kadının mehrinden bir şey vermeden önce gerdeğe girebilir, demişlerdir. Gerdeğe girmeden önce kadına bir şey verilmesine dâir gelen hadîslerdeki emir bunlarca müstehablık mânâsına yorumlanmıştır.
Âlimlerden bir cemâatin kavline göre kadına bir şey verilmeden önce gerdeğe girmek erkek için caiz değildir. H a 11 â b i :
"Jbn-i Ömer (Radıyallâhii anhümâ) : Karısına az veya çok bir şey vermeden onunla gerdeğe girmek bir müslümana helâl değildir, demiştir." îbn-i Abbâs ve Katâde' nin de bunu mekruh saydıkları rivayet edilmiştir. Z ü h r î de: Adam karısına bir şey vermedikçe gerdeğe girmemesi yolunda uygulama devam edegel-miştir, demiştir. Mâlik bin Enes de: Nikâh kıyılırken mehir tâyin edilsin edilmesin en az 3 dirhem gümüş veya bir bolü dört dinar altın vermedikçe adam gerdeğe giremez, demiştir, der. [274]
1993) Mihmar bin Muâvİye (Radtyallâhü anh)'Aen; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyururken işittim t
«Hiç bir uğursuzluk yoktur. Bazen (şu) üç şeyde uğur olur» Kadında, atta ve evde.»"
Not : Bunun senedinin sahih ve râvilerinin sıka oldukları Zevâid'de söylenmiştir.
1994) Sehl bin Sa'd (es-Sâidî) (Radtyallâkü anhümâyâan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sullallahü Aleyhi ve Seli cm) şöyle buyurmuştur;
«Eğer olursa, atta, kadında ve meskende olur.» Resûlullah
lallahü Aleyhi ve Sellem) uğursuzluğu kasdeder.*"
1995) Sâlim'İn babası (Abdullah bin Ömer) (Radtyaüâhü an hum)'-den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Uğursuzluk (şu) Üç şeyde olur t Atta, kadında ve evde.»
Zührî başka bir sened ile ÜmmÜ Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet ettiğine göre Ününü Seleme bu Üç şeyi sayardı ve bunlarla beraber kılıcı da ilâve ederdi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi Müslim'in şartı üzerine sahihtir. Müslim bunun bütün râvilerinden hadis rivayetinde bulunmuştur. Bu har dlsin aslı BuhârI ve Müslim'de mevcuttur. Hadis'in sonunda anılan kılıcın uğursuzluğu yalnız müellifin rivayetinde bulunduğu için ben bu hadisi Zevâid türü ara sına aldım. [275]
İlk hadisin manâsı şudur.- Hiç bir şeyde uğursuzluk yoktur. Bazen kadın, at ve ev uğurlu ve bereketli olur. E 1 - H & f ı z , el-Fe-tih'te bu hadîsi zikrettikten sonra bunun sahih hadislere muhalif olduğunu söylemiştir. Çünkü bunu takip eden hadîslerden ve başka hadîslerden anlaşılıyor ki kadın, at ve ev bazen uğursuz olur.
Sindi bu hadisin diğer hadislere muhalefetini gidermek için şöyle bir yorum yapmıştır: Yâni Allah Teala'mn takdiri olmaksızın hiç bir şeyden zarar gelmez. Hiç bir şey bizatihi şerrin meydana gelmesinde etkili olamaz. Ancak Allah Teâlâ şerrin meydana gelmesine bir şeyi sebeb kılarsa o zaman o şey şerre vesile kılınmış olur. Kadın, at ve evin uğursuz olabildiğine delâlet eden hadislerden maksat da anılan bu şeylerin bazen şerre sebeb kılınmasıdır.
Notta belirtildiği gibi bu hadîs Zevâid türündendir.
Sehl (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buharı ve Müslim de rivayet etmişler ve bir benzerini de îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.
Bâzı âlimler bu hadîsi şöyle yorumlamışlardır: Eğer bir şeyde uğursuzluğun varlığı farz edilirse bu uğursuzluk kadın, at ve evde olacaktır. Halbuki bunlarda uğursuzluk olamaz şu halde hiç bir şeyde uğursuzluk söz konusu değildir. Bu yorum şekli bunu tâkib eden hadîse aykırıdır. Bu aykırılığı gidermek için de bunu takip eden ha-dîsdeki uğursuzluğu hakiki mânâda değil de başka şekilde yorumlamışlardır. Kadının uğursuzluğu çocuk doğurmaması ve dilinin uzun olması, evin uğursuzluğu kullanışsızlığı ve komşularının kötü olması, atın uğursuzluğu da işe ve binmeye elverişli olmayışı gibi mânâlara yorumlanmıştır. A h m e d' in rivayet ettiği ve 1 b n - i Hibbân ile Hâkim'in şahinliğini teyid ettikleri S a' d' in merfu olan şu mealdeki hadis böyle yorum yapmayı kuvvetlendirir:
Şu üç şey Âdem oğlunun mutluluğundandır: Salahatlı kadın, elverişli ev ve elverişli binek hayvanı. Âdem oğlunun mutsuzluğundan-dır şu üç şey: Fena kadın, kötü ev ve elverişsiz binek hayvanı.»
Son hadisi yâni t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini Buhârî, Müslim, Tirmizİ ve Nesâî de riv&-yet etmişlerdir. Ancak kılıcın uğursuzluğuna âit fıkra o rivayetlerde yoktur. Bu hadîs at, kadın, ev ve kılıcın uğursuz olabildiğine delâlet eder. Bâzı âlimler buradaki uğursuzluğu hakikî mânâsında tutmuşlar, diğer bir kısım âlimler de başka mânâlara yorumlamışlardır. Bu husustaki görüşleri N e v e v i şöyle nakleder:
"Âlimler îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in bu hadisinin mânâsı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Mâlik ve bir gruba göre hadisdeki uğursuzluk hakîki mânâsında kullanılmıştır. Yâni Allah Teâlâ'nın takdiri ile bâzı evlerde oturmak zararlı ve tehlikeli olur. Keza bâzı kadınlarla evlenmek veya bâzı atları edinmek ilâhî bir takdir ile zararlara sebeb olur. Şu halde bu hadisin mânâsı şöyle olur: Bu üç şeyde bazen uğursuzluk bulunur.
(Bu grubun yorumuna göre bu hadîsin mânası ile bundan önceki Sehl (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin manâsı ayni olur.)
H a t t â b î ve çok sayıda âlim şöyle demişlerdir: Bu hadisin mânâsı şöyledir: Her hangi bir şeyi uğursuz saymak yasaktır. Ancak içinde oturmaktan hoşlanılmayan ev, arkadaşlığından nefret duyulan kadın ve kullanılmasından hoşlanılmayan at terkedilmelidir. Yâni kadından boşanılır, ev ve at da ya satılır veya başka şekilde ondan alâka kesilir.
Bâzı âlimler de: Evin uğursuzluğu, onun darlığı ve komşuların kötülüğü ile eziyet etmeleridir. Kadının uğursuzluğu da çocuğunun olmaması, dilinin uzunluğu ve şüphelere yol açan hareketleridir. Atın uğursuzluğu ise onunla savaş yapılmaması, fiatınm pahalıhgjı gibi şeylerdir, demişlerdir.
Bir kısım mülhidler (inkarcılar); «Hiç bir şeyde uğursuzluk yoktur...» hadisini delil gösterip bu hadîse itiraz ederek iki hadîs arasında bir çelişki bulunduğunu ileri sürmek istemişlerdir. İbn-i Kuteybe ve başkaları bu hadîsin diğer hadisdeki umumi hükmü husus i leş t irdiğin i söylemişlerdir. Yâni bu hadîste sayılan üç şey istisna edilerek bunlarda uğursuzluk olabildiği kasdedümiştir, diye cevab vermişlerdir." [276]
1996) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kıskançlığın bâzısını Allah sever, bazısını da çirkin görür. Allah Teâlâ'nın sevdiği kıskançlık, kötülük olduğu kuvvetle sanıldığında gösterilen tepkidir. Allah'ın çirkin gördüğü kıskançlığa gelince, kötülük belirtisi olmadığı yerde gösterilen tepkidir.»"
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvi Ebû Sehm meçhuldür. El-Mizzl, el-Etrâfta: Ebû Sehm lsmt bir vehimdir. Doğrusu Ebû Seleme'dir, demiştir. Ibn-İ Hibbân, bu hadisi kendi sahihinde Ubeyd el-Ensâ-ri'den rivayet etmiştir. Ahmed ve kendi Müsnedinde bu hadisi Ukbe bin Amir el-CÜhenİ'den rivayet etmiştir. [277]
S i n d î bu hadîsin şerhinde şöyle der: Yâni bir yerde kötülük belirtileri görüldüğü zaman dînî kıskançlık ve gayretin gereği olan tepki göstermek uygun ve övgüye lâyık bir harekettir. Allah böyle bir tepki ve gayreti sever. Fakat kötülük belirtisi bulunmayan yerde dînî kıskançlık ve gayretin gereği olan tepkiyi göstermek uygun değil, bilâkis yerilmeye müstehak bir harekettir. Çünkü hiç bir neden yok iken müslümanlan töhmet altında bırakmak anlamım taşır.
1997) Âişe (Radıyallâhü attftâyd&n; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hadice (Radıyallâhü anhâ)'yı (yanımda çok) andığını gördüğüm için onu kıskandığım kadar (kumalarımdan) hiç bir kadını kıskanmadım. (Kıskanmanın diğer bir nedeni olarak) ve and olsun ki Rabb Teâlâ Hadîce'yi cennette kasab'tan (îbn-i Mâceh dedi ki yâni altından) bir köşk ile müjdelemeyi Peygamber'e emretmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri sıka zâtlardır. [278]
Buhâri bu hadisin benzerini rivayet etmiştir. Bir rivayeti yine Âişe (Radıyallâhü anhâî'ya ait olup şöyledir:
Ben (kumam) Hadice (Radıyallâhü anhâ)'yı kıskandığım kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in karılarından hiç birisini kıskanmadım. (Hadice'yi kıskanmamın sebebi şuydu) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu (yanımda) çok anardı. Çok defa koyun kesip etini parçalardı sonra onun sadık kadın dostlarına gönderirdi. Ben bazen Efendimize:
— Sanki dünyada Hadîce'den başka kadm yokmuş, derdim. Efendimiz de:
— «Hadice şöyle idi, Hadice böyle idi (diye överdi) ve ondan çocuklarım var,» buyururdu."
H a d î c e (Radıyallâhü an ha) 'mn cennette kasab'tan (yâni altından veya inciden) bir köşk ile müjdelenmesi için Allah'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e emir verdiğine dâir olan hadîsi Buhârt, Ebû Hûreyre (Radıyallâhü anhVden rivayet etmiştir.
Buhârl1 nin bu iki hadisi, müellifimizin bu hadîsim teyid eder, mâhiyettedir.
Hadisdeki "Kasab" kelimesini müellifimiz altın, diye yorumlamıştır. Bâzı âlimler bu kelimeyi içi boş inci, diye yorumlamışlardır. Bu kelime sözlükte kamış ve başka mânâlara gelir.
1998) el-Misver bin Mahreme (Radtyattâkü ank)'den; Şöyle demiştir: Hz. Hadîce (R-A.)'nin Hâl Tercemesi
Hz. Hadice, Huveylid bin Esed bin Abdİ'1-Uzzâ bin Kuseyy'in kızıdır. Onun nesebi Peygamber (S.A.V.)'in nesebi île Kusay'de birleşir. Hadİce'nin anası ise Pâtime bint-i Zâide'dir. Peygamber (S.A.V.) 25 yaşında iken 40 yaşında olan Hadîce İle evlenmiştir. Hz. Hadice 64,5 yaşında iken vefat ettiğine göre bu yüce evlilik hayatı 24 küsur yıl sürmüştür. Hadİce'nin vefat târihi hakkında müteaddit rivayetler vardır. Katâde'nin rivayetine göre hicretten 3 yıl Önce vefat etmiştir. Kabr-i şerifi Mekke'nin Cennetü'l-Muallâ mezarîıgındadır. Buharl'nİn Hz. Ali (ItA.)'den rivayet ettiğine göre; Peygamber (S.A.V.) : «Meryem, (zamanındaki) kadınların hayır-bjsıdır. İslâm Ümmetinin en hayırlı kadını Hadîce'dir.» buyurmuştur. Bazı İlim ehli bu badls'e dayanarak Hz. Hadİce'nin Hz. Âişe'den faziletçe Üstün olduğunu söylemişlerdir.
Hz. Hadîce, Peygamber (S.A.V. >'e çok fedakârlık etmiş, en dar günlerinde O"nu teselli etmiş ve yardımcı olmuştur.
Peygamber (S.A.V.)'In ibrahim'den başka bütün çocukları Hadice'dendir. Bun-lann hepsi Peygamber (S.A.V.)'den önce vefat etmişlerdir. Yalnız Fâtime (RA.) Efendimizden sonra vefat etmiştir. Peygamber (S-A.V.)'in erkek çocukları Kasım Ue Abdullah Peygamberliğini ve halkı îslâma davet etmeden önce vefat etmişlerdir. Peygamber (S.A.V.)'in Abdullah isimli çocuğuna Tabir ve Tayyıb da denilir. Peygamber <S.A.V.)1n Mâriye'den olan oğlu İbrahim İse hicretin 8. yılı doğmuş ve bir buçuk yıl veya bir yıl on ay sonra vefat etmiştir. Zeyneb, Bukayye ve Ümmü Külsûm isimli kızları yukarda İşaret ettiğim giW Peygamber (S-A.V.)'den önce vefat ^emişlerdir. Hz. Fâtime ise Peygamber (S-A.V.Vden elti ay sonra vefat etmiştir. Peygamber (S.A.V. )'ln nesl-i mübarekl Ha. Patimû'dandır.Resûlullah (Sal lal la hu Aleyhi ve Sellem) minber Üzerinde iken şöyle buyurduğunu (bizzat) İşittim:
«Hişâm bin el-Mugire'nin oğulları, kendilerinin kızını Âli bin Ebî Tâlib'e nikahlamaları için benden izin istediler. (Ama) ben onlara izin vermiyeceğim, sonra da izin vermiyeceğim, daha sonra da İzin vermiyeceğim. Ancak Ali benim kızımı boşamak ve onların kızını nikahlanmak isterse (o takdirde izin vereceğim). Çünkü şüphesiz kızım, benden bir parçadır. Ona elem veren şey bana (da) elem verir ve ona eziyet veren şey bana (da) eziyet verir.»"
1999) Ali bin el-Hüseyn (bin Ali bin Ebi Tâlib) (Radtyallâhü an-hümyden rivayet edildiğine göre: el-Misver bin Mahreme (Radtyalldhü ank)f kendisine şöyle demiştir:
Ali bin Ebi Talib (RadıyaUâhüanh), Peygamber (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem)'İn kızı Fûtuna (Radıyallâhü anhâ) ile evli iken Ebû Cehil'in kızı ile evlenmek istedi. F&tıma, bu durumu işitince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak ;
— (Babacığım kızlarına eziyet edildiğinde) onlar için senin kızmadığını herkes söylüyor. Bak İşte Ali, Ebû Cehil'in kızı ile evlenmek üzeredir, dedi.
Misver demiştir ki Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı (bir hutbe okudu. Hutbesinde) şehâdet getirdikten sonra şöyle buyurduğunu işittim:
— «Besmele, hamd ve şehâdetten sonra (bilmiş olun ki:) Ben . (kızım Zeyneb'i) Ebül-Âs bin er-Rabia nikâh ettim. O bana (Zeyneb üzerine evlenmiyeceğine) söz verdi ve bana karşı (verdiği sözde) doğru davrandı. Ve şüphesiz Muhammed'in kızı Fâtıma benden bir parçadır. (Aranızda dolaşan söylentiler gibi şeyler yüzünden) onu bir hatâya düşürmenizi çirkin görürüm. Allah'a yemin ederim ki, hiç bir zaman Resühıllah'm kızı, Allah'ın düşmanı (Ebü Cehil)'in kızı ile beraber bir erkeğin nikâhı altında birleşemez.»
Râvi demiştir ki: Bunun üzerine Ali (Radıyallâhü anh), Ebü Ce-hil'in kızını istemekten vazgeçti." [279]
Misver (Radıyallâhü anh) in'ilk hadîsini Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir.
Hadis'in baş kısmında «Hişâm bin el-Muğîre'nin oğulları» bu-yurulmuştur. Hişâm, Ebû Cehil'in babasıdır. Bilindiği gibi Ebû Cehil, Bedir savaşında Cehenneme yollanmıştı. Onun kardeşleri Seleme ve Haris ile oğlu İ k r i m e Mekke' nin fethedildiği yıl müslüman olmuşlar ve İslâmiyete samimiyetle inanmışlar. Ebû C e h i 1' in kızını A 1 i (Radıyallâhü anh) ile evlendirmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ'den izin isteyenler Ebû C e h i 1' in anılan iki kardeşi ile oğlu idiler.
Ebû Cehil'in kızının ismi hakkında değişik rivayetler vardır. El-Hâkim'in rivayetine göre Cuveyriye ismine âit kavil meşhurdur. Onun isminin Avrâ, Hayfâ veya Cemile olduğuna dâir rivayetler de vardır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hişâm oğullarına izin vermiyeceğine dâir buyruğu üç defa tekrarlamıştır. Bu tekrarlamadan maksat İzin vermeyişi geçici bir süre için olmayıp dâimidir. İlelebet izin verilmiyecektir.
Hadisin: «Ancak Ali benim kızımı boşamak...» fıkrasından maksat, Ali' nin Ebû C e h i 1' in kızını istemekten vazgeçmesini sağlamaktır. Açık olan yorum budur. Çünkü Peygamber (Sallallah Aleyhi ve Sellem) izin vermiyeceğini bildirdikten sonra A 1 i (Radıyallâhü anh)'m Ebû C e h i 1' in kızını istemesi ihtimali akıldan çok uzaktır.
Hadis, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) nin üstün faziletine ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in yanındaki yüce değerine delâlet eder.
Mis ver'ın ikinci hadisini Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki metin daha uzundur.
Hadiste sözü edilen Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Zeyneb (Radıyallâhü an-hâî isimli kızı ile evli idi. Ebü'l-Âs, Zeyneb ile evlenirken onun üzerine ikinci bir kadınla evlenmiyecegine söz vermiş ve bu sözüne sadık kalmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) irad buyurduğu hutbede onun bu sadakatini ifâde edip övmüştür. Hadisi açıklayan âlimler şöyle derler: Ali (Radıyallâhü anh) de Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ile evlenirken muhtemelen böyle bir şart koşmuştur. Eğer böyle bir şartı varsa, bu şartı unuttuğu için Ebû Cehil' in" kızım istemiştir, diye yorum yapılır. Şayet böyle bir şartı yok ise, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) üzerine evlenmeye teşebbüs etmesi kendisinden beklenmediği için ima yollu kınanmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çok ender olarak kişiyi işlediği kusurdan Ötürü yüzyüze ayıplardı. H z. Ali (Ra-dıyallâhü anh)'ı sırf Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nm rızasını ve gönlünü almak için alenen ayıplamıştır. Bu olay M e k.k e fethinden sonra vuku bulmuştur.
Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e peygamberlik görevi verilmeden önce O'nun yaşça en büyük kızı Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmişti. Evlenirken, Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) 'nin üzerine ikinci bir kadınla evlenmiyecegine söz vermiş ve bu sözüne sadakat göstermişti. Bu zât henüz müslüman olmadan önce vuku bulan Bedir savaşında esir edilmişti. Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) evlenirken anası Hatice (Radıyallâhü anhâ) tarafından kendisine hediye edilmiş olan gerdanlığını Mekke' den Medîne-i Münevver e'ye esir edilen kocası E b ü'l-Â s'a göndererek, gerdanlığını fidye olarak verip esaretten kurtarılmasını istemişti. Re* sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerdanlığı görünce, «Dilerseniz, Zeyneb'in esirini Zeyneb için salıverin ve gerdanlığınım da Zeyneb'e geri gönderin» buyurmuş, Sahâbiler de: Hay hay deyip, E b ü' 1 - Â s' ı serbest bırakmışlar ve Z e y n e b' in gerdanlığını da iade etmişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zeyneb'i Medine'ye göndermeyi E b ü' 1 - Â s ' tan isteyip serbest bırakılması için şart koşmuş idi. E b ü'l-Â s, verdiği sözü yerine getirmiş ve Mekke'ye varır varmaz Zeyneb'i Medine-i Münevvere'ye babasının yanına göndermişti. E b ü' 1 - Â s ikinci kez esir edilmiş, yine Z e y n e b' in ricası üzerine tekrar serbest bırakıldıktan sonra İslâm i yeti kabullenmiş ve bunun üzerine Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Zeyneb'i onun nikâhına iade buyurmuştu. Bundan sonra E b ü ' 1 - Â s ile Zeyneb'in Ümâme isimli kız çocukları olmuştur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Â 1 i (Radıyallâhü anh)'in E b û C e h i l'in kızı ile evlenmeye teşebbüsleri konusunda yaptığı konuşma esnasında Ebü'l-Âs'ın mes elesin i A 1 i için örnek olmak üzere açıklamıştır. Çünkü E b ü'l-Â s müslüman olmadan önce de, müslüman olduktan sonra da Zeyneb'e dâima iyilik etmiş, onu hiç üzmemiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Onu (yâni Fâtıma'-y)ı bir hatâya düşürmenizi çirkin görürüm,» ifâdesinden maksat şu olabilir; F â t ı m a, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yaptığı müracaat esnasında: "Herkes senin kızların için kızmadığını söylüyor." demişti. Halk arasında dolaşan bu söylenti gerçek değildi. F â t ı m a' nın böyle bir söylentiye değer vermesi bir hatâ sayılır. Halk, onun bu hatâya düşmesine sebebiyet vermiş olur.
Bâzı rivayetlerde bu cümle; «ve ben Fâtuna'nın (kıskançlık yüzünden kocasına karşı) şanına lâyık olmayan bir davranışa kapılmasından endişeleniyorum.» şeklinde geçiyor. Müellifin rivâyetindeki cümleyi böyle yorumlamak da mümkündür. Cümledeki hitap sahâbîlere ise de asıl muhatap A 1 i olabilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in F â 11 m a hakkında böyle bir endişe duymasının sebebi ise, F â t ı m a' nın anası Hatice (Radıyallâhü anhâ) vefat etmişti, ondan sonra da kardeşleri vefat etmişlerdi. F â ti m a bu musibetler'nedeni ile üzgündü. Üzerine kuma geldiği takdirde kendisini teselli'edecek kimse pek yoktu.
'A 1 i (Hadıyallâhü anh) ise birden fazla kadınla evlenmenin câizliğine âit âyetin umumî hükmüne bakarak ikinci bir kadınla evlen mesinde bir sakınca göremediği için böyle bir istekte bulunmuş olabilir. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buna rızâ göstermediğini anlayınca derhal bu istekten vazgeçmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Allah'a yemin ederim ki hiç bir zaman Peygamberin kızı ile Allah'ın düşmanı (Ebû Cehil)'in kızı...» cümlesi değişik şekilde yorumlanmıştır. Tekmile yazan bu cümle ile ilgili olarak özetle şöyle der:
'Bu cümlede şu işaret var: Ali, Fâtıma üzerine Ebû C e h i 1 * in kızı ile evlenebilir. Lâkin bu evlenme işi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e eziyet verir, O'na eziyet ise haramdır.
Nevevi: "Peygamber bazı rivayetlerde mevcut;
«Ben helâl olan bir sevi haram kılacak değilim- sözü ile Ali' nin Ebû C e h i 1' in kızı ile evlenmesinin mübahhğma delâlet eder. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki nedenle Fâtıma ile Ebû Cehil'in kızının beraberce bir nikah altında bulundurulmasını yasaklamıştır. Birinci neden : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son derece Fâtıma ve A 1 i * ye şefkatli idi. A 1 i evlenseydi Fâtıma eziyet duyacaktı, dolayısıyla Peygamber de eziyet duymuş olacaktı. O'na eziyet veren ise helak olacaktı. İkinci neden: Fâtıma kıskançlık yüzünden kocasına karşı hatâ edebilirdi.
Bir kavle göre cümlenin mânâsı şudur: Allah'ın lütfü İle ben biliyorum ki Fâtıma ile Allah'ın düşmanının kızı bir erkeğin nikâhı altında birleştirilmiyecektir.
Cümlenin mânâsı muhtemelen şöyle olabilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızı ile Allah'ın düşmanının kızının bir erkeğin nikâhı altında birleştirilmesi haramdır. Bâzı rivayetlerde bulunduğunu yukarda ifâde ettiğim ilâve cümlenin mânâsı da şöyle olur: Ben helâl olan bir şeyi haram kılacak değilim. Yâni, ben Allah'ın hükmüne muhalif bir şey söylemem. O bir şeyi helâl kılmış ise onu haram edemem ve O, bir şeyi haram kıldığı zaman ben helâl kilamam ve haram lığını açıklamak durumundayım. Çünkü susmam, onun mubah lığına delalet eder. Bu yoruma göre bir erkeğin nikâhı altında birleştirilmesi haram olan kadınlardan ikisi de Pey-gamber'in kızı ile Allah düşmanının kızıdır," diye bilgi vermiştir N e v e v i' nin sözü burada sona erdi.
E1 - H â f ı z şöyle demiştir: Hutbenin zahirine göre, Ali' nin Ebû C e h i T in kızı ile evlenmesi caizdir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), F â t ı m a* nın hatırı için A 1 i' yi menetmiş, A M de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emrine uyarak, bu işi bırakmıştır. Bence, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızları üzerine başka kadınla evlenmenin yasaklanması hükmü verilmiş olabilir. Bu hüküm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızlarından yalnız F â 11 m a ' ya münhasır olabilir'[280]
1. Hadis Fâ t ı m a (Radıyallâhü anhâ)'nın üstün faziletine ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in onun nzâsını gözetleyip ona ne derece şefkatli ve düşkün olduğuna delâlet eder
2. Fâtıma, Ali nin E b û C e h i I' in kızı veya başka bir kimsenin kızı ile evlenmesine rızâ gösterseydi, Ali' nin bundan menedilmiyeceği hükmü çıkarılabilir
Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in damadı Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anh) hakkındaki bâzı bilgiler 60. bâbta rivayet edilen 2008 - 2010 nolu hadislerin izahı bölümünde verilecektir. [281]
2000) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan rivayet edildiğine göre: Şöyİe söylerdi:
Kadın, nefsini (kadınlığını) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e (mehirsiz olarak) hibe etmekten haya etmez mi? (diye ayıplardı.) Nihayet Allah TeâIâ,
"Ey Nebi, kadınlarından dilediği (nin nöbeti) nî geriye bırakabilirsin, dilediğini de yanına alabilirsin (kadınların arasında nöbet usûlünü uygulamaya mecbur değilsin)» âyetini indirince Âişe ben şöyle söyledim, demiştir -.
— (Yâ Resülallah) Rab bin şübhesiz senin dilek ve arzunu geciktirmeden derhal gerçekleştirir." [282]
Buhârî, Müslim ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir.
B u h â r i' nin bu âyet için açtığı bâbta rivayet ettiği Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadisinin şerhinde A s k a 1 â n İ : Pey-gamber(Sallallahi) Alcvhi ve Selleml'e nefislerini yâni kadınlıklarını mehirsiz olarak hibe edim kadınların bir kaç tane olduğu müteaddit hadislerden anlaşılıyor. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin bu bâb-taki:
"Nefislerini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe eden kadınları ayıblardım . " mealindeki hadisi de nefsini hibe eden icadının ikiden fazla olduğuna delâlet eder. Bâzı ri"âyeti*ere göre H a v -lete bint-i Hâkim, Fâtıma bint-i Şüreyh. Ümmü Şerik, Zeyneb bint-i Huzeyme isimli hâtûnlar, nefislerini anılan şekilde efendimize hibe eden kadınlardandırlar. Nefislerini bu şekilde efendimize hibe eden kadınlardan hiç birisi ile efendimizin gerdeğe girmediği sahih rivayetlerle sabittir, demiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) nın bu kadınları ayıplamasının sebebi hakkında Sindi şöyle der: Âişe (Radıayllâhü anhâ). kadınların fıtratında bulunan kıskançlıktan dolayı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kadınları çoğalmasın, diye bu ayıplamayı yapardı. K u r t u b İ de : Bu kınama kuvvetli kıskançlıktan ileri gelmiştir. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ). anılan hibe şeklinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için Allah tarafından mubah kılındığını biliyordu. Ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) bu kadınların anılan davranışlarının takdire şayan, imrenilecek bir hâl olduğunu da anlıyordu. Bu yüce şerefe kavuşmak ve Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) in bereket ve feyzinden istifâde etmek ve O'nun hayat arkadaşı olmak en büyük nimetlerdendi, demiştir.
Hadiste geçen âyetin açıklaması ile ilgili olarak Askalânî özetle şöyle der:
Cumhur'a göre âyetin mânâsı şudur: «Kadınların arasında nöbet usûlünü uygulama zorunda değilsin. Bunlardan dilediğin ile yatarsın, dilediğini geri bırakırsın.-
Bir kavle göre mânâ şöyledir: «Kadınlarından dilediğin* alırsın, dilediğini bırakırsın.»
Diğer bir kavle göre mânâ şöyledir: -Nefislerini sana hibe eden kadınlardan dilediğini kabul edersin, dilediğini reddedersin.»
Bu babta rivayet edilen  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsi ilk ve son mânâyı teyid eder mâhiyette olmakla beraber ikinci mânâya da muhtemeldir. Zühri : Bu âyet indikten sonra da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, kadınlarından herhangi birisinin nöbet sırasını geciktirdiğini bilmiyorum, demiştir. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve SellemJ'in son hastalığında  i ş e (Radıyallâhü anhâKmn odasında devamlı kalmak için diğer zevcelerinden izin istediğine dâir  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edilen hadîs de O'nun nöbet usûlünü son hastalığına kadar sürdürdüğüne delâlet eder. demiştir. Aşka Un i' den özetle alınan bilgi burada bitti.
Hadîste anılan âyet-i celîle inince  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'-nın söylediği sözden maksadı şudur: Ben kadınların kendi nefislerini Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellemî'e (mehirsiz olarak) hibe etmeleri nedeni ile onları kınıyordum. Sonra baktım ki Allah Teâ-lâ O'nun rızâsını ve arzusunu sür'atle gerçekleştiriyor. Artık ben de anılan kınama işini bıraktım. Çünkü benim ayıplamam O'nun rızâsına aykırı olabilirdi.
Hadîsin sonunda olup Âyet-i Celile'nin inişinden sonra  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenü'e hitaben söylediği sözün yorumu hakkında N e v e v İ şöyle der: Yâni "Allah senin işini hafifletir ve işlerinde seni serbest bırakır." Bunun içindir ki Allah O'nu bu âyette serbest bırakmıştır.
Hadisin bu cümlesinde geçen "Hava" kelimesinin lügat mânâsı nefsin arzusu, demek ise de burada rızâ mânâsında kullanılmıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nefsi arzuya göre hareket etmediği ve bundan«pak ve nezih olduğu Kuranı Kerîm ile sabittir. O, insanları nefsi arzuya uymaktan men ederken, böyle bir şeyi O'nun hakkında düşünmek bile büyük bir hatâdır. Bâzılarına göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) nazlılığından ve kadınların yaratılışında mevcut kadınlık kıskançlığı nedeni ile bu kelimeyi kullanmıştır.  i ş e IRadıyallâhü anhâ) bu kelime yerine Rızâ kelimesini kullansaydı daha münâsip olurdu.'
2001) Sabit (el-Iiennâni) (RadtyaUâhü ank)\\en; Şöyle demiştir : Biz Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhl'ın yanında atanıyorduk. Onun bir kızı da onun yanında idi. Enes:
Bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in yanına gelerek kendi nefsini (kadınlığını) Ona arzetti ve: Yâ Resûlallah! Bana ihtiyacın var mı diyerek (O'nunla evlenmek teklifinde bulundu)?
(Yanımızda bulunan) Enes'in kızı -. O kadının hayasının azlığına şaşarım, dedi. Bunun üzerine Enes, (kızına) :
O kadın senden hayırlıdır. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile evlenmek (şerefine) kavuşmak istediği için kendi nefsini O'na arz etti, dedi." [283]
Buharı ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîs'in:cümlesinin asıl mânâsı*Onun hayasını azaltan şey nedir?» demektir. Bundan kasdedilen mânâ ise, onun hayasının azlığına hayret etmektir.
Askalânİ bu hadîsin şerhinde : Hadîste sözü edilen E n e s (Radıyallâhü anhVin kızının isminin ne olduğuna dâir bir bilgi edinemedim. Zannımca ismi Ü m e y n e' dir. Nefsini Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz eden kadının hangi kadın olduğunu da bilemedim. Bilindiği gibi bir kaç kadın nefsini Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe etmiştir. (Bunların isimleri bundan önceki hadîsin şerhinde belirtilmiştir.) Kuvvetli ihtimâle göre burada sözü edilen kadın Leylâ b i n t - i Kays bin e 1 - H a t î m ' -dir, demiştir. Askalâni daha sonra hadîsten çıkarılan hükümlerle ilgili olarak şöyle der:
1. Kadın, bir erkekle evlenmek istediği takdirde durumu (uygun yolla) ona sunabilir. Bundan dolayı kadın kınanmam alıdır.
2. Böyle bir teklif alan erkek, teklifi kabul veya reddetmek hususunda serbesttir. Ancak reddetmek istediğinde, bunu kadının yüzünde söylemeyip susmakla yetinmelidir.
3. Erkek böyle teklifle gelen kadınla evlenmemelidir. Ancak buna rağbet ederse evlenebilir. Bu üçüncü madddeki hükmü söyleyen var ise de ben hadîste bu hükme âit bir delâlet görmüyorum.
4. Âlim kimse, kendisinde istenen bir işi yapmak istemezse bunda bir sakınca yoktur. Ancak istekliyi kırmadan uygun bir şekilde cevap vermelidir.
Müslim bu hadîsin bir benzerini Sıdak babında S e h 1 bin Sa'd-i Sâidî (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. Onun hadisini müellifimiz 1889 nolu hadîs olarak kısa bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Nevevî, Seni1 in hadîsinin açıklaması bahsinde şöyle der:
'Bu hadis, kadının kendi kadınlığını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe etmesinin câizliğine delâlet eder.
"...ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nikâhlanmasmı dilediği takdirde sana mahsus olmak Üzere ve mü'minlere şümullü olmaksızın nefsini (kadınlığını mehirsiz olarak) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe eden raü'min kadını almanı (Allah helâl) kılmıştır.[284] âyeti de ayni hükmü ifâde eder.
Yukardaki hadis ile âyet bir kadının kendi nefsini mehirsiz olarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e hibe edebildiğine delâlet ederler. Arkadaşlarımız bunları delil göstererek bu hükme varmışlardır. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir kadınla mehirsiz olarak evlendiğinde bu evlenme caizdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kadınla gerdeğe girdikten sonra da mehir ödemez. Keza ölüm veya başka nedenle de mehir ödeme durumu söz konusu değildir. Peygamberden başka bir kimse için bu hüküm yoktur. Yâni bir erkek mehirsiz olmak kaydı ile bir kadınla evlenemez.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nikâh akdinin hibe sözü ile oluşup oluşmadığı hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Bâzı arkadaşlarımız anılan âyetin ve hadisin zahirine bakarak hibe sözü ile nikâh akdinin oluştuğuna hükmetmişlerdir. Diğer bir kısım arkadaşlarımız: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nikâh akdi de başka kimselerin nikâh akdi gibi tnkâh veya Tezviç kelimesi ile oluşur. Hibe kelimesi ile akit yapılamaz, demişlerdir. Bu grub-taki âlimlere göre anılan âyet ve hadîsten maksat nikâhın mehirsiz olarak kıyılmasının câizliğidir.
îmam-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre nikâh akdi için İnkâh veya Tezviç kelimesi şart değildir. Sürekli ve dâimi temlik anlamını ifâde eden her kelime ile nikâh kıyılabilir.
Sevri, Ebû Sevr ve Mâlik'in arkadaşlarından bir çok zât bizim görüşümüz gibi hükmetmişlerdir. Mâli k ' ten gelen bir rivayet de böyledir. Diğer bir rivayete göre, nikahlama niyeti olmak kaydı ile akit, hibe sadaka ve satış kelimeleri ile de yapılabilir. Akitte mehir anılsın, anılmasın hüküm böyledir. Fakat, rehin, icar veya vasiyet kelimesi ile akit yapılamaz.* [285]
2002) Ebû Hüreyrt* (liıulıyatlâhü anh)\\vn; Söyle «lemi-ıit :
Benî Fezâre (kabilesin)den bir adam ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek:
— Yâ Resûlallah! Benim ailem siyah bir erkek çocuk doğurdu. (Ben siyah olmadığım için ailemden şübheleniyorum, demek istedi.) Bunun üzerine ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
— «Senin develerin var mı?» diye sordu. Adam :
— Evet (var), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Peki, develerin renkleri nasıldır?» buyurdu. Adam î
— Kırmızıdır, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— -Develerin içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mı?» buyurdu. Adam :
— Şüphesiz bunlar içinde beyazı siyaha çalar boz develer vardır, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
— «Şu halde o boz renk nereden bunlara geldi?» diye sordu. Adam:
— Soyundan bir damara çektiği umulur, diye cevap verdi. Efendimiz:
— «Bu çocuğunu da eski bir soy damarı çektiği umulur,- buyurdu.
(Bu hadîsi müellife Ebû Bekir ile Muhammed bin Sabbah rivayet etmişlerdir. Bu ifâde Muhammed bin Sabbah'a aittir.)"
2003) (Abdullah) bin Ömer (Rad$yallâkü anhümâ)'<Xan; Şöyle de-mişlİr:
Bedevilerden bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına gelerek:
— Yâ Resûlatlah! Benim karım benim yatağım üzerinde (yâni nikâhım altında) siyah bir oğlan çocuk doğurdu. Halbuki biz Öyle bir aileyiz ki içimizde öteden beri hiç bir siyah kimse olmamıştır, dedi, (karısından şüphelendiğini ifâde etmek istedi.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona:
—• «Develerin var mı?» diye sordu. Adam:
— Evet (var), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Peki, bunların renkleri nasıldır?» buyurdu. Adam t
~ Kırmızıdır, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bunların içinde siyah deve var mı?» diye sordu. Adam t
— Hayır, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mı?» buyurdu. Adam:
— Evet (vardır.), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
— «Peki, o boz renk nereden oldu?» diye sordu. Adam :
— Soyundan bir damarın onu çektiği umulur, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Soyundan bir damarın senin bu oğlunu çektiği de umulur.» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde râvî Abâa bin KÜleyb bulunur. Müellifin rivayeti böyledir. Doğrusu ise Abâde bin Küleyb'dir. El-Müzzİ, et-Tehzib'de böyle demiştir. Ebû Hatim, anılan Abâde'nin, rivayetlerinde çok doğru olduğunu söylemiştir, tbn-i Ebİ Hatim de Buhari'nin onu zayıflar arasında zikrettiğini söylemiştir. [286]
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir, tbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh) 'm hadîsi ise Zevâid türündendir.
N e v e v î bu hadisin şerhinde şöyle demiştir:
"Çocuğun deri rengi babasının deri rengine uymasa bile, çocuk babasından olma kabul edilir. Hattâ baba siyah iken çocuğu beyaz olsa veya bunun aksi olsa hüküm budur. Sırf deri renginin benzememesi gerekçesi ile baba, çocuğun kendisinden olmadığını iddia edemez. Keza baba ile ananın her ikisi de beyaz olup çocuk siyah olsa veya bunun aksine onlar siyah olup çocuk beyaz olsa, hüküm aynidir. Çünkü çocuk, soyunun çok uzak bir damarına çekmiş olabilir. Hadis, anılan hükümleri ifâde eder. Yine hadisten anlaşılıyor ki, bir baba çocuğun kendisinden olmadığını ima ederse, bununla çocuğu dinen reddetmiş olmaz. Yine erkek ailesinden şüphelendiğini söylemekle, onu zina ile suçlamış sayılmaz. Şafiî ve ona muvafakat edenlerin görüşü budur. Bu hüküm de hadisten çıkarılan hükümlerdendir.
Hadisten çıkarılan bir diğer hüküm de şudur: Mes'elelerde benzerleri dikkate almak ve yetkili fıkıh âlimleri tarafından kıyaslama yapmak caizdir. Keza mümkün mertebe evli bir kadının çocuklarını meşru kabul etmeli ve bu konuda ihtiyatlı davranmalı." [287]
Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce gerek babın başlığında ve gerekse hadîslerde geçen Firâş kelimesini açıklıyalım:
Firâş t Bu kelimenin asıl mânâsı yataktır. Burada kastedilen mânâ hakkında değişik görüşler vardır. Tuhfe yazarının beyânına göre en-Neyl'de şöyle denilmiştir: "Âlimlerin ekserisine göre burada Fi-râş'tan maksat kadındır. (Çünkü kadın, kocası için bir yatak hükmündedir.) Bir kavle göre Firâş'tan maksat kocadır. Bu kavil Ebû H a n i f e' den de rivayet edilmiştir. (Firâş'in sözlük mânâsı ile bu mânâ arasındaki münâsebet şudur: Erkek de karısı için bir nevi yatak sayılır.) Kamusta da: Firâş, erkeğin karışıdır, denilmiştir"
Tekmile yazan da: Firâş, kadının kocası veya efendisi, demektir. Koca, karısının üstünde yattığı için karıya da firâş denilebilir. Firâş kelimesi hem karı hem koca mânâsında kullanılabilir, demiştir.
Yukarda verilen özlü bilgiden de anlaşıldığı gibi bu bâbta geçen hadislerde bulunan «Çocuk firâş'a aittir» cümlesindeki firâş ile kadının kocası veya efendisi kastedilmiş olursa mânâ açıktır. Şayet firâş kelimesi ile kadın kastedilirse bu takdirde cümlede Sahib kelimesi varmış gibi kabul edilir ve mânâ şöyle olur: «Çocuk firaş (yâni kadın) sahibi olan erkeğe aittir.»
Bu bâbta rivayet edilen ilk hadîste bir kaç kişinin ismi geçmektedir. Bu isimlerin sahihleri hakkında ön bilgi verilmeden terceme-ye geçilirse mânânın anlaşılmasında güçlük çekilebilir.
Bu hadis, bir cariyeden doğma çocuğun nesebinin tâyinine aittir. Çocuk cariyenin efendisine mi, yoksa câriye ile zina eden erkeğe mi verilecek?
Câhüiyyet devrinin kötü âdetlerinden birisi şuydu: Bu devrin insanları, bazen cariyeleri fuhuşta çalıştırıp para kazanmak için edinirlerdi. Velûd yâni çok çocuk doğuracak cariyeler bu iş için seçilirdi. Bu cariyelerle yatıp kalkan erkeklerden birisi cariyenin doğurduğu çocuğa sahip çıkıp, bu çocuk bendendir, dediği takdirde câriye sahibi bu çocuğu o zinakâr adama verirdi. Çocuk onun çocuğu sayılırdı.
Bu hadîste böyle bir mes'ele dâva konusu edilmiş ve dâvanın halli için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat edilmiştir.
Dâvada bulunan taraflar;
Bir tarafta Sa'd bin Ebî Vakkas ile ölen kardeşi Utbe bin Ebî Vakkas bulunuyor.
Diğer tarafta Abd bin Zam'a bulunur. Bu zât Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kayın biraderidir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şevde isimli ailesi, Zam'a' nın kızıdır. Bu hadîste bir münâsebetle Şevde' den de bahsedilmektedir.
Dâva konusu t Zam'a' nın cariyesinin doğurduğu Abdur-rahman isimli çocuğun nesebinin tâyini.
2004) Âişe (Radıyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir:
Zamanın cariyesinin oğlu (Abdurrahman'ın nesebinin tâyini ve kimin oğlu sayılmasının gerekliliği) hakkında Zam'a'mn oğlu (Abd) ile Sa'd (bin Ebi Vakkas), aralarında bulunan ihtilâfın halli için Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vurdular. Sa'd:
— Yâ Besûlallah! (ölen) kardeşim (Utbe) bana vasiyet ederek, Mekke'ye vardığımda Zamanın cariyesinin oğluna bakıp yakalamamı (almamı) istemiştir, (Çünkü çocuğun kendisinden olduğunu söylemiştir), diye iddiasını açıkladı. Abd bin Zam'a da:
— Çocuk benim kardeşimdir, babamın cariyesinin oğludur, babamın firâşı (yatağı) üstünde doğmuştur, dedi. Sonra Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğun Utbe'ye benzediğini gördü ve:
— «Yâ Abd bin Zam'a! (Abdurrahman isimli) bu çocuk senin (kardeşin) dir. Çocuk fir&ş (sahibin) e aittir. (Sonra Peygamber (Sal-UÜahü Aleyhi ve Sellem), kendi zevcesi olan Zam'a kızı Sevde'y®' :
«Yâ Şevde! Sen bundan sonra (Abdurrahman isimli) bu çocuğa gözükme» buyurdu." [288]
T i r m i z i' den başka Kütüb-i Sitte sahihleri ve Şafii bu hadisi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki az lafız değişikliği mânayı değiştirmez. Bâzı rivayetler de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ait metinde; «ve zina eden erkeğe de (çocuktan) mahrumiyet vardır.- ilâvesi bulunuyor. Buhar! ve Ebû Davud'un rivayetlerinde bu ilâve bulunmaktadır.
Câhüiyyet devrinin kötü âdetlerinden birisinin de çok çocuk doğuran cariyelerin fuhuşta çalıştırılması, böylece efendileri için bir kazanç sağlanması ve cariyelerle zina eden erkekler arzu ettikleri takdirde doğan çocuk bendendir, deyince çocuğun ona verilmesi mes'e-lesi olduğunu yukarda anlatmıştım.
Sa'd ile Abd bin Zam'a arasındaki bu niza B u -h â r i' nin rivayetinde açıklandığı üzere Mekke1 nin fethedil-diği yıl vuku bulmuştur.
Sa'd bin Ebî Vakkas (Radıyallâhü anh) cennetle müjdelenen on sahâbîden birisidir. Onun fazileti 129 -132 nolu hadisler bölümünde anlatılmıştır.
Abd bin Zam'a bin Kays bin Abd-i Şems el-Kureşi el-Âmiri ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcesi Şevde (Radıyallâhü anhâl'nın kardeşi ve sahâbilerin ileri gelenlerindendir.
Bunlar arasında ihtilâf konusu olan çocuğun ismi Abdurrah-dır. Fakat çocuğun anasının ismi hakkında bir bilgi edinemedim.
Zam'a'nin cariyesi ile zina eden ve çocuğun kendisine ait olduğunu Sa'd (Radıyallâhü anhî'a vasiyet edip çocuğun alınmasını isteyen Utbe bin Ebî Vakkas ise Uhud savaşında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in mübarek dişini kıran ve mübarek yanağını yarahyan kişidir. Bâzı rivayetlere göre bu adam müslüman olmuştur. Bâzıları ise bunun küfür üzerinde öldüğünü söylemişlerdir.
M e k k e' nin fethedildiği gün Sa'd (Radıyallâhü anh) M e k k e ' de çocuğu görünce kardeşi U t b e' ye benzetmekle hemen tanımış ve çocuğu yakalamıştır. Sa'd câhüiyyet devri usulünce çocuğa sahip çıkarak yeğeni olduğunu iddia etmiştir. Zam'a' nin oğlu Abd (Radıyallâhü anh) ise çocuğun kendisinin kardeşi olduğunu, zira babasının cariyesinden olduğunu iddia etmiştir. Dâva Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e intikal edince O, câhiliyyet devrinin kötü âdetini yıkıyor ve çocuğun A b d'ın kardeşi olduğuna hükmediyor. Ve kadın kocalı ise, doğan çocuğun kocaya âit olduğunu, kadın kocalı olmayıp câriye ise, doğan çocuğun cariyenin efendisine âit olduğunu, kadınla zina eden erkeğin çocukla ilgili hiç bir hak iddia edemiyeceğini hükme bağlıyor.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada Islâmi hükmü belirtmekle beraber çocuğun zâni U t b e' ye benzediğini görüyor, bunun için Şevde (RadıyaJlâhü anhâ)'nın bundan sonra o çocuğa gözükmemesini yâni nâmahrem olduğunu bildiriyor. Halbuki yukarda işaret ettiğim gibi Şevde, Zam'a' nm kızı idi ve dolayısıyla Abd bin Zam'a' nın öz kardeşi idi. A b -durrahman isimli çocuk da Abd bin Zam'a' nın kardeşi olduğuna hükmedildiğine göre.S evde' nin de kardeşi olmuş olur. Şevde' nin o çocuğa görünmemesi ve ondan saklanması hükmü mendubluk içindir. Buharı' nin rivayetine göre bu emirden sonra, Abdurrahman ölünceye kadar S e v d e' yi hiç görmemiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin «Çocuk firâş (sahibin) 'e aittir» buyruğu ile ilgili olarak N e v e v î özetle şöyle der:
"Yâni bir adamın karısı veya firâşa (yâni kan hükmüne) dönüşmüş cariyesi bulunup yanında gebeliğin en az süresince (ki bu süre altı aydır) kaldıktan sonra doğum yaparsa doğan çocuk, babasına benzesin, benzemesin babasının çocuğu olarak kabul edilir ve miras ile diğer hükümler onun hakkında uygulanır.
Bir kadının Firâş sayılmasının ne ile gerçekleştiği hususuna gelince eğer nikâhla helâl kılınan kadın ise sırf nikâh akdinin kıyılması ile kadın Firâş sayılır. Bu hususta icmâ bulunduğunu âlimler nak-letmişlerdir. Ancak kadın Firâş sayıldıktan sonra kocasının kendisi ile cinsel ilişkide bulunduğunun mümkün olması şartı-koşulmuştur. Eğer bu mümkün olmazsa, meselâ : Doğuda oturan bir erkek ile batıda oturan bir kadının nikâhı kıyılıyor. Ama bunların hiç birisi kendi memleketinden ayrılmıyor ve böylece bunların buluşmaları mümkün değil iken kadın 6 - 7 ay veya daha çok zaman sonra çocuk doğurursa bu çocuğun babasına ait olduğuna hükmetmek söz konusu değildir. Mâlik, Şafiî ve tüm âlimlerin kavli budur. Ancak Ebû Hanİfe bunlara muhalif kalarak karı - koca buluşması mümkün olmasa bile çocuk babasına ilhak edilir, hattâ adam nikâh akdini takiben ve henüz karısı ile buluşma imkânı yok iken karısını boşar da 6 ay sonra kadın doğum yaparsa, doğacak çocuk o kocaya ilhak edilir, demiştir."
N e v e v î daha sonra nikâhlı olmayıp câriye edinilen kadının doğuracağı çocukla ilgili fıkıhçıların görüşlerini anlatıyor. Bunu buraya aktarmaya lüzum görmüyorum.
Bir kadın, mahremliğine şüphe duyduğu erkeklere gözükmeme-lidir. Hadis bu hükme delâlet eder.
2005) Ömer (bin el-Hattab) (Radtyallâhü aM*;'den rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğun firâş (sahibin)'e
âit olduğuna hükmetmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. Ebû Yezld el-Mekki Ebû Ubeydillah'ı İbn-i Hibbân sikalar arasında anmıştır. Senedin kalan r&vüeri İse Buhâri ile Müslim'in şartlarını taşıyorlar.
2006) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ü«A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Çocuk firâş (sahibin) e aittir. Zina eden (erkek) e de (çocuktan) mahrumiyet vardır.»"
2007) Ebû Ümâme el-Bâhilî (Radtyallâhü tf»ft)'den; Şöyle demiştir : Ben, Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyururken işittim:
«Çocuk firâş (sahibin) e aittir. Zina eden (erkek) e de (çocuktan)
mahrumiyet vardır.»"
Not: Bunun senedinin sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirmiştir. [289]
Ömer (Radıyallâhü anh) ile E b û Ü m â m e (Radıyal-iâhü anh) 'in hadisleri Zevâid türündendir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Ebû Dâvûd hâriç Kütüb-i Sitte'nin tümünde rivayet edilmiştir. Bu hadîsler yukarda izahını yaptığım hadîsin hükmünü teyid ederler. [290]
2008) (Abdullah) bin Abbas (Radtyallâhü ankümâydan: Şöyle demiştir :
Bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek müslüman oldu. Sonra bir adamla evlendi. İbn-i Abbas demiştir ki sonra kadının ilk kocası gelerek :
— Yâ Resûlallah! Ben (bu) karımla beraber müslüman olmuştum ve karım benim müslüman olduğumu biliyordu, dedi. İbn i Abbas demiştir ki: Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), kadını son kocasından aldı ve ilk kocasına iade etti."
2009) (Abdullah) bin Abbas (Radtyallâhü an/tümâ)'&dn; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kızını (Zeyneb'i) iki yıl sonra (kocası) Ebü'l-Âs bin er-Rabİ'a ilk nikâhı ile iade etti."
2010) Amr bin Şııayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radt-yallâhü anhüm)'(\en; Şöyle demiştir:
Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kızı Zeyneb'i yeni bir nikâh ile (kocası) Ebü'l-Âs bin er-Rabi'a iade etti." [291]
îlk hadîsi Ahmed, Beyhakî, Ebû Dâvûd ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir. Tuhfe yazarının dediği gibi bu hadîsten çıkarılan hüküm şudur: Bir kadın, kocası ile beraber müslüman olursa, kadın kocasına iade edilir. Yâni kocası boşamadıkça o, başka bir erkekle evlenemez. Bu hususta icmâ vardır.
1 b n-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'m ikinci hadîsini A h-med ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i' deki rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Zeyneb'i altı yıl sonra kocasına iade etmiştir. Buradaki rivayette ise «iki yü sonra» ifâdesi vardır.
Sindi: Müellifin rivayeti ile Ahmed ve Ebû Davud'un rivayetlerinde mevcut; "iki yıl" mânâsını ifâde eden kelimedeki "Te" harfi sehven yazılmış ve aslının; "bir
kaç yıl" mânâsını ifâde eden çoğul kelimesi olabilir, böylece bu rivayetler Tirmizi' nin rivayetine uygun olur, demiş ise de bu ihtimal uzak bir ihtimaldir. Bu kadar kitablarda bir kalem hatâsı düşünülmez. Ayrıca Tuhfe'de belirtildiği gibi Ş e v k â n i bâzı rivayetlerde "üç yıl" ifâdesinin bulunduğunu belirttiğine göre bu rivayetlere Sindi ne diyebilir?
Yine Tuhfe'de beyan edildiğine göre el-Fetihte : Bâzı rivayetlerde de "altı yıl", bâzı rivayetlerde "iki yıl", diğer bir kısım rivayetlerde "üç yıl" denilmiştir. Bu rivayetlerin birleştirilmesi ve hepsinin geçerliliği için şöyle denilebilir: Altı yıl rivayetinden maksat Z e y n e b (Radı-yallâhü anhâ) nin hicreti ile kocasının müslümanlığı kabullendiği târih arasında geçen süredir. İki yıl veya üç yıl rivayetinden maksat ise;hicret eden mü'min kadınlar
inkarcı adamlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl değildir.[292] âyetinin indiği târih ile Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'nin kocasının M e d i n e ' ye gelip müslümanlığı kabul ettiği târih arasında geçen süredir. Çünkü bu süre iki yıl, bir kaç aydır, denilmiştir.
Bu hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern), Z e y -n e b (Radıyallâhü anhâ)'yı, müslümanlığı kabullenen kocası E b ü'l-Â s'a iade ederken yeni bir nikâh kıydırmamış ve câ-hiliyyet devrinde kıyılmış olan eski nikâhı geçerli saymıştır. Ti r-mizi1 nin rivayeti daha kesindir. Çünkü oradaki rivayette; nikâhla iade etmiş ve yeniden nikâh kıydırmamıştır." diye geçiyor.
Bu hadîsten sonra gelen ve T i r m i z i' nin de rivayet ettiği Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'ın hadisine göre Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) kocasına geri verilirken nikâhları yenilenmiştir.
Tirmizî, Abdullah 'm hadîsini rivayet edip isnadının söz götürür durumda olduğunu bildirdikten sonra: İlim ehlinin uygulaması bu hadise göredir. Şöyle ki: Bir kadın müslümanlığı kabullenip henüz iddeti bitmemiş iken kocası da müslüman olursa yeni bir nikâh kıymadan kadın, kocasına teslim edilir ve ona helâldir. (Kadının iddeti bittikten sonra kocası müslüman olursa, ancak yeniden nikâh kıymakla kadın ona helâl olur.) Mâlik. Evzâi, Şafii, Ahmed ve Ishak'ın kavli de budur, demiştir.
Tuhfe yazarı da bu bölümde : İmam Muhammed, kendi Muvatta'ında demiş ki: Kadın müslüman olup kâfir olan kocası da İslâm memleketinde olursa, önce kocasına İslâmiyeti kabul etmesi teklif edilir. Eğer müslüman olursa, kadın kendisinin karışıdır. Şayet koca, müslümanlığı kabul etmeyi reddederse, kadın kendisinden alınır ve bu ayırma kesin boşanma hükmündedir. Ebû Hanife
ve İbrahim Nehai' nin kavilleride böyledir, diye bilgi vermiştir.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın hadisine göre Z e y -n e b (Radıyallâhü anhâ) 'nin nikâhı yenilenmemiştir. Abdullah (Radıyallâhü anh)'ın hadîsine göre ise nikâhı yenilenmiştir. Böylece iki hadîs arasında bir ihtilâf vardır. A b d u 11 a h ' in hadîsinin senedine itiraz edilmiştir. Çünkü bu senedde bulunan Hac-câc bin Ertat tedlisçidir ve Amr bin Şuayb' den hadîs almamıştır. Tuhfe yazarının en-Neyl'den naklen beyan ettiğine göre ilim ehlinden bir cemâat bu senedi bu gerekçe ile zayıf saymıştır. İbn-i Abbâs'in hadîsi ise sahihtir. Şu halde Z e y -n e b (Radıyalâhü anhâ) 'nin nikâhı yenilenmemiştir.
Hâl böyle olunca akla şu soru gelir: Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ), bir kaç yıl son**a hattâ T i r m iz i'nin rivayetine göre altı yıl sonra kocasın u iade edilmiştir. Yukarda beyan edildiği gibi müslümanlığı kabul eden kadından sonra ve henüz iddeti bitmemiş iken kocası da müslüman olursa nikâh kıymaya gerek kalmadan kadın kocasına geri verilir. Fakat kadının iddeti bittikten sonra kocası müslüman olursa yeniden nikâh kıymak gerekir. Nikâh kıyılmadan kadın bu kocasına helâl olmaz. Kadının iddeti ise bilindiği gibi üç defa âdet görüp temizlenmesidir. Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'-nın iddetinin yıllarca ve bilhassa altı yıl sürmesi ihtimali yok gibidir. Nikâh kıyılmadan Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ), kocasına nasıl helâl olmuştur?
Sindi, Beyhakİ' nin bu soruyu şöyle cevabladığını nakleder:
Yukarda yazılı Mümtehine sûresinin 10. âyeti ininceye kadar geçen süre için Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'nin müs-lümanhğı kabul etmiş olması ve kocasının küfür hâline devam etmiş olması onlar arasında mevcut nikâhı olumsuz yönde etkilememiştir. Çünkü mü'min bir kadının kâfir kocasına haramlığı ancak bu âyet ile bildirilmiştir. Bu âyetin inişinden önce böyle bir hüküm yoktu. Bu itibarla anılan âyet gelinceye kadar, Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) ile kocası arasında mevcut nikâh geçerli sayılırdı. Bu âyet H u -d e y b i y e olayından sonra inmiştir. Âyet indikten sonra Z e y -n e b (Radıyallâhü anhâ) 'mn iddeti başlamış olur. Hudeybiye olayı üzerinde uzun bir süre geçmeden Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) 'nin kocası M e d i n e ' ye gelip müslüman olmuştur. Z e y -n e b {Radıyallâhü anhâ)'nin iddetinin bu süre devam etmiş olması mümkündür ve bu neden ile yeniden nikâh kıymaya gerek kalmadan ilk nikâh ile Zeyneb (Radıyallâhü anhâ), kocasına iade edilmiş olabilir.
Bâzı âlimler de : t b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) 'in hadi-sindeki ilk nikâhtan maksat ilk mehirdir, nikâh akdi değildir. Yâni Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Z e y n e b (Radıyallâhü anhâJyı kocasına iade ederken yeni bir mehir alınmamıştır. A b -d u 1 1 a h " in hadisindeki nikâhtan maksat ise nikâh akdidir. Yâni Z e y n e b (Radıyaliâhü anhâî'nın nikâh akdi yenilenmiş, fakat yeni bir mehir alınmamıştır. Böylece iki hadîs arasında görülen ihtilâf bertaraf edilmiş olur, demişlerdir.
Daha geniş bilgi İçin B u h â r İ ' nin şerhlerine müracaat edilebilir. [293]
Ğayl, Ğilet ve Ğıyâl: Yukarda parantez içi ifâde ile tarif ettiğim gibi erkeğin emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunması demektir.
Sahîh-i Müslim'in Rıdâ kitabından bir önceki bâbta da rivayet edilen ve biraz sonra terceme edeceğimiz C ü d â m e (Radıyal-lâhü anh)'in hadisinin şerhinde N e v e v i şöyle der:
Ebü'l-Âs Bin er-Rebî (R.A.) hakkında biraz bilgi verelim :
Bu zât hakkında 1999 nolu hadîsin izahı bölümünde bilgi verilmiştir. Buna bin er-Rabia da denilir. Dedesinin ismi ise; Abdü'1-Uzzâ bin Abd-i Şems'tir. Ebü'i-Âs, onun künyesidir. îsmi ise Lakiyt'tır. Bir kavle göre ismi Kaasim veya Maksim'-dır. Kendisi, servet, emniyet ve ticaret bakımından Mekke'nin sayılı kişilerindendi. Anası Hâle de Peygamber (S.A.V.)'in ilk ailesi olan Madice (R.A.)'nın kız kardeşidir. Peygamber, henüz peygamberlik görevi ile görevlenmemiş iken, Hz. Hadice (R.A.)'nin arzusu üzerine en büyük kızı olan Zeyneb (R.A.)'i Ebü'1-Âs'a nikahladı. Peygambelrik görevi Hz. Muhammed (S.A.V.)'e verilince Ebû Leheb. oğlu Utbe'nin nikâhı altındaki Efendimizin kızı Rukayye'yi boşattırdığı gibi Zeyneb'İ boşattırmak için çalıştı. Diğer müşrikler de EbÜ'1-Âs'a parlak vaadlarda bulunarak Zeyneb'i boşamasını istediler. Fakat. Ebü'l-Âs, onlara uymadı, parlak tekliflerini de reddetti. Ebül-Âs'ın Bedir savaşında ve daha sonra da iki defa müslümanlara esir düştüğünü ve Bedir savaşından sonra serb-.st bırakılınca Peygamber (S.A.V.)'in isteği üzerine Zeyneb (R.A.)'yı Mekke'den Medine'ye babasının yanına gönderdiğini, ikinci kez esir edildiğinde yine Zeyneb (R.A.)'in ricası üzerine serbest bırakıldığını 1999 nolu hadis bahsinde belirtmiştim. Zeyneb (R.A.) Medine'de babasının yanında ve kocası da Mekke'de küfür Üzerinde yıllarca kaldılar Nihayet Hudeybiye olayından bir süre sonra ve Mekke fethinden Önce ikinci Kez esir edilip serbest bırakılan Ebü'l-Âs Mekke'ye vardıktan sonra Medine-i Münevvere'ye dönüp İslâmiyeti kabullendi Peygamber (S.A.V.) de, kızı Zeyneb (R.A.t'yı ona iade etti. (El-Menhel: C. 6, sah. 13)
Âlimler, bu hadisdeki Ğilet kelimesi ile kastedilen mânâ husü-dunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
Mâlik, kendi Muvattaında ve A s m a i ile diğer lügat âlimleri : Ğilet ve ğayl'den maksat; erkeğin, emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasıdır, demişlerdir.
İbn-i Sekit'c göre anılan kelimelerden kastedilen mânâ kadının hâmilp ikon süt emzirmesidir.
2011) Cüdâme hint-i Yehb el-Ksediyye [294] (Radıyallâhü anhâ)\\di\: Sİİyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve SellemJ'den şöyle buyururken işittim :
-Ben ğıyali (erkeğin, emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasını) yasaklamayı arzuladım. (Fakat) baktım ki acemler ve rumlar ğıyal işini yapıyorlar ve (emzikli) çocuklarını öldürmüş olmuyorlar.»
(Cüdâme demiştir ki) ve O'na azıl (cinsel ilişki esnasında erkeğin geri çekilip suyunu dışarıya akıtması) hükmü sorulurken de şöyle buyurduğunu (bizzat) işittim :
-Azıl, ve'd (= kız çocuğu diri olarak toprağa gömme işin)in gizli bir çeşitidir.»" [295]
Ahmed, Müslim, Nesâi ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir. N e v e v i bu hadîsin şerhinde şöyle der:
Erkeğin emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından yasaklanmak istenmesinin sebebi hakkında âlimler: Bu yasaklamadan gaye, emzikli çocuğa bir zararın gelmemesidir. Çünkü tabibler derler ki: Böyle süt, çocuk için zararlıdır. Arablar da emzikli kadınla cinsel ilişkide bulunmayı fena bir şey olarak telâkki edip bundan sakınırlar, demişlerdir. Hadis, bu işin câizliğine delâlet eder. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yasaklamamış ve yasaklamamanın sebebini de belirtmiştir.
Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ictihad etmesinin câizliğine de delâlet eder. Usûl âlimlerinin cumhurunun kavli de böyledir. Bir kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahyin gelmesi mümkün olduğu için O, ictihad edemez. Fakat bu kavil zayıftır. Doğrusu cumhurun görüşüdür.
Hadîs'te azil yâni cinsel ilişki esnasında erkeğin geri çekilip suyunu dışarıya akıtması yasaklanmış ve bu işin bir nevî çocuk öldürmeye benzediği bildirilmiştir.
Hadîs'te azil işi «Ve'd-i hafi- olarak gösteriliyor.
Ve'd: Kız çocuğu diri diri toprağa gömmektir. Câhiliyyet devrinde bu kötü âdet Arablar arasında yaygın idi. Bunun iki sebebi vardı. Birinci sebep, kız çocuk babası olmak bir zillet ve hakaret kabul edilirdi. Kız çocuğu olan baba, toplumdan gizlenir, halkın içine çıkamazdı. Bu sebeble kız çocuklar öldürülürdü. İkinci sebep ise, çocukların geçim sıkıntısına mâruz kalmamaktı. İslâmiyet bu kötü âdeti kökünden kazıyıp attı.
Hafi: Gizli, demektir. Azil de bir nevî gizli Ve'd gibi gösterilmiştir.
Hadîsin zahirine göre azil yasaktır. Fakat azilin mübahlığına delâlet eden hadîsler daha çok ve daha sıhhatlidir. Bu itibarla buradaki hüküm mekruhluk olarak yorumlanmıştır.
Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhaki' nin E b û S a î d ' i H u d r î (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadise göre, adamın biri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem»'e azil işi için baş vurduğunda «Yahudiler azilin küçük Ve'd olduğunu söylerler» demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Yahudiler yalan söylemişlerdir. Eğer Allah, çocuğu yaratmak istemiş olsa sen bunu değiştiremezsin» buyurmuştur.
Bizim hadisimiz ile bu hadis arasında zahirî bir ihtilâf var ise de aslında ihtilâf yoktur. Çünkü yahudiler azilin haram olduğunu iddia ediyorlardı. Peygamber bunu reddetmiş, yâni azilin haram olmadığını beyân buyurmuştur. C ü d â m e' nin hadîsinden maksat da azil işinin mekruhluğunu beyan etmektir.
Fethü'l-Bârî'nin azil babında beyân edildiğine göre lbnü'l-K a y y i m bu iki hadisin arasını şöyle bulmuştur: «Yahudiler, azil yapmak hâlinde kadının hâmile kalması düşünülemez, bu nedenle azil yapmak Ve'd'in bir çeşitidir, derlerdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların bu görüşünü reddederek ; Allah bir çocuğu yaratmak isterse azil buna engel olamaz, demek istemiştir. Allah bir çocuğu yaratmayı dilemezse, çocuğun olmaması Ve'd sayılamaz. C ü-d â m e' nin hadîsinde azilin gizli Ve'd gösterilmesinin sebebi ise, adam azil yapmakla çocuktan kaçmış olur. Onun bu davranışı, Ve'd işini yapanının davranışına benzer. Ve'd işini yapan adam arzusunu fiilen gerçekleştiriyor. Azil işini yapan ise arzusunu gerçekleştir-miyor."
Azil mes'elesi hakkındaki âlimlerin görüşlerini Nikâh kitabuim 30. babında rivayet edilen 1926-1928 nolu hadîsler bölümünde anlattım. Oraya müracaat edilebilir.
2012) Esma bint-i Yezîd bin es-Seken[296] (Radtyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen şunu işitmiştir:
«(Emzikli karılarınızla cinsel ilişkide bulunmak sureti ile) gizlice çocuklarınızı öldürmeyiniz. Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki ğayl, (emzikli kadınla cinsel ilişki çocuğa öyle zararlıdır ki çocuk yetişip) atma binmiş atlı (iken, o)na ulaşır ve nihayet onu attan düşürüp ölümüne sebebiyet verir.*" [297]
Bu hadisi Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde göremedim. Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayıt da bulamadım.
Bu hadis, erkeğin, emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasının zararlı olduğunu ve bu zarar şimdilik görülmese bile çocuk büyüdükten sonra görülebildiğine delâlet eder. İcabında bu çocuk büyüyüp atlı giderken, çocukluğunda aldığı mezkûr zararın etkisi ile atından düşüp ölebilir, diye bilgi veriliyor.
Bundan önce geçen sahih hadiste ğaylın zararlı olmadığı bildirilmiştir. Bu hadîse göre ise zararlıdır. Sindi bu hadis'in şerhinde şöyle der:
Bu hadis Arabların görüşünü yansıtan ve ilk zamanlarda Duyurulan bir hadîs olabilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işin zararlı olmadığını anladıktan sonra diğer hadisi buyurmuştur, denilebilir. Fakat bu yorum uzak bir yorum şeklidir. Çünkü birinci hadîsten anlaşıldığı gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işi yasaklamak istemiş, fakat yasaklamamıştır, İkinci hadiste ise yasaklama hükmü vardır. Artık ikinci hadîsin ilk hadisten önce bu-yurulmuş olması mümkün değildir. Diğer taraftan eğer ikinci hadis Arabların görüşünü yansıtıcı bir hadis olmuş olsaydı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu konu hakkında yemin etmezdi. Yemin etmesi münâsip olmazdı. Yukarda anlatılan nedenlerle en yakın ihtimal bu hadîsi yâni ikinci hadisi sonradan buyurmuş olmasıdır. Bu ihtimale göre şöyle denilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işin çocuğa zararlı olmadığını Acemlerde ve Rumlarda görünce bunu mubah saymıştır. Daha sonra bu işin çocuğa zararlı olduğunu ve bu zararın çocukta o an için görülmese bile bilâhare etkisinin görüldüğünü anlayınca bunu yasaklamıştır, denilebilir.
Sindi' nin bu görüşü bir ihtimale dayanır. Aslında bu hadisin sıhhat durumu mechulümdür. Çünkü başka kitabta bulamadım. Bildiğim kadarı ile fıkıhçılardan ğayhn yasaklığına hükmedeni de görmedim.
Şöyle bir yorum şekli âcizane hatırıma geliyor. Eğer doğru ise Allah'tandır. Yanlış ise benim hatamdır. Gayl'ın iki şekilde yorumlandığını yukarda N e v e v i' den naklen beyân ettim. Birinci mânâ erkeğin, emzikli karısı ile cinsel temasta bulunmasıdır. İkincisi hâmile kadının çocuğa süt emzirmesidir. Bilhassa gebeliği ilerlemiş bir kadının çocuğa süt emzirmesi, çocuğa zarar verebilir. Hattâ halkımızın dilinde bu süte haram süt tâbiri kullanılır. Çayla âit yasaklama bu son mânâdaki ğayla âit olabilir. Bu takdirde yasaklama mekruhluk mânâsına yorumlanabilir. Ancak hâmile kadının emzirdiği sütün çocuğa zararlı olduğu tıb alanında yetkili kimselerce tes-bit ve beyân edildiği takdirde bu yasaklamanın haramlık mânâsına yorumlanması da muhtemeldir. Doğrusunu ancak Allah bilir. [298]
2013) Ebû Ümâme (RadtyaUâhü attfı)'dçn\ Şöyle demiştir:
Bir kadın, iki çocuğu ile beraber Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi. Kadın bir çocuğunu taşımış, diğer çocuğunun da elinden tutup çeker vaziyette idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kadının çocuklarına olan bu şefkat ve düşkünlüğünü görünce) şöyle buyurdu:
«(Kadınlar çocuklarını) karınlarında taşıyıcılardır, doğuruculardır, çok merhametlilerdir. Kocalarına ettikleri eziyetler olmazsa bunların namazcıları Cennet'e girer.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki raviler sıka 2âtlardır, fakat sened munkati'Oir. Çünkü Tirmizl, el-llel'de anlattığına göre Buhârİ: Ravl Salim bin Ebi'I-Ca'd, Ebû Ümame'den hadis işitmemiş, demiştir. îbn-i Hibbân da, bu ravinin Ebû Ümâme'nin zamanına yetiştiğini söylemiştir. [299]
Zevâid türünden olan bu hadis kadınların, çocukları için bir çok eziyetlere katlandıkları, gerek gebelik döneminde, gerek doğum sancılarını çekerken ve gerekse çocuklara bakıp yetiştirirken bir hayli eziyetler çektiklerini belirttikten sonra, bunlardan kocalarına eziyet etmeyi bırakıp namazlarını dosdoğru edâ edenlerin cennetlik olduklarını, lâkin kadınların kocalarına çok eziyet ettiklerini ve az namaz kıldıklarını bildiriyor.
Kocasına itaat edip, namazını dosdoğru edâ eden ve Ramazan orucunu vaktinde usulünce tutan kadınların cennetlik olduklarına dâir hadisler vardır. O hadîsler buradaki hadisi teyid eder mâhiyettedir.
2014) Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Her hangi bir kadın (mü'min) kocasına eziyet ettiğinde, adamın hurü'I-İyn'den olan karısı (bu kadına) :
Allah senin canım
alsın, adama eziyet etme. Çünkü şübhesiz o, senin yanında misafirdir, senden
ayrılıp yanımıza gelmesi yakındır,
der.»"
[300]
Bu hadisi T i r m i z i de rivayet etmiştir. Hadîsin bâzı kelimelerini açıklıyahm :
Hür: Havrâ'nın çoğuludur. Havrâ'nın lügat mânâsı, gözünün beyaz kısmı bembeyaz ve siyah kısmı simsiyah olan kadındır. Cennetlik olan mü'minlere Allah tarafından ihsan edilecek cennetin kadınlarına bu isim verilmiştir.
îyn: Aynanın çoğuludur, gözü geniş olan kadınlar, demektir. Hadis'in; cümlesini "Allah senin canını alsın11 diye terceme ettim. Bu cümle : Allah sana lanet eylesin veya Allah senin cezanı versin, gibi şekillerde de terceme edilebilir.
Hurinin "...O, senin yanında misafirdir..." cümlesi ile huri şunu demek ister: Adam senin yanında geçici bir süre kalacağı için bir misafir gibidir, sen onun hakikî karısı değilsin, hakiksrtta asıl karıları bizleriz, senden ayrılıp bize kavuşacaktır.
Tirmizî' nin şerhi Tuhfe yukardaki bilgiyi vermiştir. Bu bilgiden dolayı kadınlar bana kırılmasınlar. Aslında hurilerin böyle bir azarına muhatap olmak istemeyen ve bundan hoşlanmayan bayanlar, beylerine eziyet etmeyi bıraksınlar ve bırakmalıdırlar. [301]
2015) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anHiimâ)'âan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Haram, helâli haram etmez.»"
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisi Nâfi'den rivayet eden Abdullah zayıftır. [302]
Zevâid türünden olan bu hadis ile kastedilen mânânın ne olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Sindi: Bundan maksat şu olabilir : Bir erkek bir kadınla zina ederse ve bu haramı işlerse, bundan dolayı bu kadın o erkeğe haram olmaz. Yâni bu suçtan sonra erkek bu kadınla evlenebilir. Kadın onun helâli olabilir.
Hadisten kastedilen mânâ su olabilir: Bir erkek bir kadınla zina, ederse, bu gayri meşru birleşme, nikâh ile olan birleşmeye benzemez. Yâni bir adam bir kadınla evlendiği zaman küdının usul ve furuu, adama haram olur. Adanı kadını boşasa bile, onun usul ve furuu ile evlenemez. Örneğin adan;, kayın anası, kayın nenesi, üvey kızı ve üvey torunu ile evlenenle/.. Fakat /mâ ile birleşme nikâhla birleşme gibi değildir. Meselâ bir adam bir kadınla zina ederse, bundan sonra aynı kadının usul ve furuu ile evlenebilir. Yâni aynı kadının anası ile veya nenesi ile veyahut kadının kızı ile evlenebilir, şeklinde yorum yapılabilir, demiştir.
Sindi' nin ikinci yorumu M â 1 i k ' in meşhur kavline ve Şafii ile Ebû Sevr'in görüşlerine uygundur. Çünkü bunlara göre zina ile olan birleşme, nikâh ile birleşme gibi değildir. Kişi zina ettiği kadının anası veya kızı ile evlenebilir.
Sahâbiler ile tabiilerin cumhuru, Hanefiler, Süfyan-ı Sevr i, Evzâi ve Ahmed'e göre gayri meşru birleşme de nikâh hükmündedir. Yâni bir adam bir kadınla zina ederse, artık onun anası, nenesi gibi usulü ve kadının kızı gibi furûu ile evlenemez. [303]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/189-190
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/190
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/191-192
[4] Rûm sûresi 7. âyeti ile 1847
nolu hadîste bu hikmete işaret vardır.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/192
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/193-194
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/194-195
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/195-197
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/197
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/197-198
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/198-201
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/201
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/202
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/202-203
[14] Bu hadisin râvisi Amr bin
el-Ahvas (B.A.) el-Ceşmi, sahâbidir. Hadisini sünen sahipleri rivayet
etmişlerdir. Hâvisi oğlu Süleyman'dır. Hadisin ikinci râvisi ve anılan zâtın
oğlu olan Süleyman bin Amr bin el-Ahvas, sıkadır. Babasının râvisidir.
Kendisinden de Şebib bin Garkada rivAyet etmiştir. (Hulasa: Sah. 155. 1H7»
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/203-205
[16] Pıtır sadakası bahsinde
belirtildiği gibi Şâfifler'den Nevevi'ye göre bir mUd 53S gram, R&fH'ye
göre 811 gramdır.
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/205-208
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/209
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/209-211
[20] Bu Muftz (HA.Vm kısa hâli 1116 nolu hadisin
dip notunda geçmiştir.
[21] Hâl tercemesi 55 nolu hadis
bahsinde geçmiştir .
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/211-213
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/213
[24] Tevbe sûrestain 34 ve 39.
Ayetleri.
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/213-214
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/215-217
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/217-218
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/218
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/218-220
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/221
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/222
[32] NikihuT-Ebkâr babında
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/222-224
[34] Hulâsa : Sahife : 306
[35] Hulâsa : Sahife : 258
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/225-226
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/226-227
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/227-228
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/228
[39] Mubammed bin Mesleme
(R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Muhammed
bin Mesleme bin Seleme bin Hâlid bin Adi el-Evsİ el-Ensârf Ebû Abdirrahman,
AbdÜ'l-Eşhel kabilesinin hallfl'dir. Câhiliyyet devrinde, Muhammed ismini
alanlardandır. Peygamber (S.A.V.) bazı savaşlara çıktığında Onu Medine'de
kendine halife olarak bırakırdı. Cemel ve Sıffin olayları gibi Sahâbiler
arasında ilahi bir takdir, diye İfâde etmek istediğim müessif fitnelerden uzak
duran saha-bilerdendir. Medlne-i Münevvere'de Mus'ab bin Umeyr (R.A.)'ın eliyle
müslüman-bk şerefine erişen bahtiyar sahâbllerdendir. Hicreti Nebevi'de
Peygamber (S.A.V.) Ensâr-ı Kiram ile Muhacirini izam arasında kardeşlik akdini
yaparken bu zat ile Ebû Ubeyde bin el-Cerrâh (R.A.) arasında kardeşlik
kurmuştur. Uhud savası yenilgisinde Peygamber (S.A.V.)'İn yanında durmak
sebatım gösterenlerdendir. Te-bük seferinde Peygamber (S.A.V.) O'nu Medine'de
halîfe olarak bıraktığı için bu sefer hâriç, bütün savaşlara Peygamber
(Sj\.V.)'M beraberinde katılmıştır. O, Peygamber (S.A.V.)'in can düşmanlarından
olduğu bilinen KaT> bin el-Sşref'i öldürenlerden birisidir.
Bu zatm 16 hadisi vardır. Buhâri onun bir
hadîsini rivayet etmiştir. Kütüb-i Sitte*nin kalanları da onun hadislerini
rivayet etmişlerdir. Hâvileri, el-Muğtre bin Şu"be, Seni bin Ebl Hasme ve
Câbir'dir. Medine'de yerleşmiş, hicretin 77. yılında vefat etmiştir. (Hulâsa:
Sah. 359 ve el-Menhel clld S, sah. 139)
[40] Hal tercemesi 41. badis
bölümünde geçmiştir.
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/229-231
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/231-233
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/234-235
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/235-236
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/236-238
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/238-241
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/242-243
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/243-244
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/245-246
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/246-248
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/249
[52] Hâl tercemesi 149 nolu hadis bahsinde geçmiştir.
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/249-252
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/253-254
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/254-256
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/257
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/257-258
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/259-260
[59] Aişe ,(R.A.)'wn kısa hâl
tercemesi 47 nolu hadis izahında geçmiştir.
Sünen-i İbni Mâce Tercemesi
ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/260-262
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/262-264
[61] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/264
[62] Hftl tercemesi 1456 nolu
hadis bölümünde geçmiştir.
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/265
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/265-267
[65] Nisa sûresi, âyet; 3
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/267-268
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/269
[68] Asaba, Ölünün yakınlarından
belirli hissesi olanlardan artan ölünün malını alan ve pak sahibi mirasçı yok
ise ölünün malının tamamını alan mirasçılardır.
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/269-271
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/271
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/271
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/271-272
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/272-275
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/275-276
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/276-277
[76] Bakara: 222
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/277-280
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/280-281
[79] Nisa: 3
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/281-284
[81] Bir hadisin metninden ayn
bir metinle rivayet edilip onun mânasını ifâde eden hadls'e Şâhid' denilir.
Aynı metin başka bir veya birden fazla râviler tarafından rivayet edilirse ilk
hadls'e 'Mutâba'aleyh* diğerine de Tibl' denir.
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/284-285
[82] Hâl tercemesl 1328 nohı
hadis bahsinde geçmiştir.
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/285
[84] Bir dirhemi örfi 3,12 gr.
Veya 3.207 gramdır. Bir <ürhem-i şerl de 2,457 gramdır. B&nlanna göre
2,8 gramdır.
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/286-287
[86] Nisa 20
[87] Hâl tercemesi 907 nolu hadis
bahsinde geçmiştir.
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/288-291
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/291-292
[90] Bu hadisi KÜtüb-i SItte sahipleri rivayet
etmişlerdir. Uzunca metnin bir parçan burada anılmıştır. (1869 nolu) hadistir.
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/292-293
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/294
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/294-295
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/295-297
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/297-298
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/298-299
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/299-301
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/301-302
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/302
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/303-304
[101] Al-i Imrân: 102
[102] Nisa : I
[103] Ahzâb : 70-71
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/304-308
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/308-309
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/310-311
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/311-312
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/312-314
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/315
[110] Rubeyiy* (R.A.)'nin hâl
tercemesi 390 nolu hadiste geçmiştir. Onun ravisi Halici el-Medeni hakkında
Hulâsa'nm 100. sahifesinde şöyle denmiştir: H&-Hd bin Zekvân el-Medenî'nin
künyesi Ebü'l-Hasan veya Ebül-Hüseyn'dir. Rubeyyi' (R.A.)'nın râvisidir.
Kendisinden de Bişr bin el-Mufaddal rivayette bulunmuştur, îbn-i Muin onun sıka
olduğunu söylemiştir. KÜtüb-i Sitte sahipleri onun hadislerini rivayet
etmişlerdir.
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/316-317
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/317-319
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/319-322
[114] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/322-325
[115] Mücâhid bin Cebr
Mevle's-Sâib bin Ebl's-Sâib Ebü'l-Haccâc el-Mekld, Kıraat ve Tefsir ilimlerinde
önder bir tâbirdir. îbn-i Abbâs, Ümmü Seleme, Ebû Hüreyre. Câbir ve Âise (R.A.)'den
rivayette bulunmuş, kendisinden de İkrime, Ata, Katftde, el-Hakem bin Uteybe,
Eyyub ve bir cemâat rivayet etmiştir. İbn-i Muin ve Ebû Zur*a onu sıka
saymışlardır. Kütüb-i Sitte'de rivayetleri vardır. Hicretin 21, yılı doğup 102
veya 103. yıU Mekke'de secdede iken vefat etmiştir. (Hulasa: 369)
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/325-327
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/327
[118] Hulâsa: 57
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/327-328
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/328-329
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/329-332
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/332-333
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/333-335
[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/335
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/335-336
[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/336-337
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/337
[127] Bir vesk 60 sa'dır. Bir
sa'ın kaç kg.a tekabül ettiğini 1794 notu hadisin izahı bölümünde geçmiştir.
Kesirleri hâriç âlimlerin takdirlerine göre bir sa\ 3,244 veya 2,130 yahut
2,140 kg.dır.
[128] Hulasa : 269. 270
Sünen-i İbni Mâce
Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 5/337-338
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/338-339
[130] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/339-341
[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/341-343
[132] Hal tercemesi 1779 nolu
hadiste geçmiştir.
[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/343
[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/343-345
[135] Bathâ, geniş tabanlı, kumlu
ve çakıllı dereye denilir.
[136] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/345-346
[137] Sehl (R.A.)'ıa hâl tercemesi
164 nolu hadis bölümünde geçmiştir.
[138] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/346-347
[139] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/347-348
[140] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/348
[141] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/349
[142] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/349-350
[143] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/350-351
[144] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/351-352
[145] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/352-353
[146] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/353-355
[147] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/355-357
[148] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/357-358
[149] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/358-359
[150] Hİcr: 42
[151] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/359-360
[152] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/360-361
[153] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/361-362
[154] Hâl tercemesi 1604 nolu
hadîsin dip notunda geçmiştir.
[155] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/362-364
[156] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/364-365
[157] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/365
[158] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/365-366
[159] Nisa : 48
[160] Hâl tercemesi 315. hadis
bahsinde geçmiştir.
[161] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/366-368
[162] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/368-369
[163] Bakara : 223
[164] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/369-370
[165] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/370
[166] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/370-371
[167] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/371-372
[168] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/372-373
[169] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/374
[170] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/374-376
[171] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/376-378
[172] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/378-379
[173] Bu durumu bildiren
âyetlerden birisi Nahıl sûresinin 44. âyetidir.
[174] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/380-383
[175] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/384-385
[176] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/385-388
[177] Hâl tercemesi 558 nolu hads
bahsinde geçmiştir.
[178] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/388-390
[179] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/390-396
[180] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/396
[181] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/396-398
[182] Hftl tercemesl 1913 nolu
hadis bahsinde geçmiştir.
[183] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/398-399
[184] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/399-401
[185] Bu bilgilerin bir kısmı
Hülâsa 491'den, bir kısmı da başka kitaplardan alınmıştır.
[186] HÜl&sa 203 ve el-Menhel
cild 4, sah. 307
[187] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/402-403
[188] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/404-405
[189] Hâl tercemesi 522 nolu badis
bahsinde geçmiştir.
[190] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/405-406
[191] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/406-407
[192] Bakara: 340
[193] Bakara: 234
[194] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/407-409
[195] Bu kitabın 34. babında geçen
X937 ve 1938 nolu hadisler.
[196] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/409-411
[197] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/411-412
[198] Ahzab: 5
[199] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/412-414
[200] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/414-415
[201] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/415-416
[202] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/416-417
[203] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/417-418
[204] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/419
[205] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/419-420
[206] Bakara: 233
[207] Ehkaf: 15
[208] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/420-421
[209] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/422-423
[210] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/423-424
[211] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/424-425
[212] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/425-426
[213] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/426-427
[214] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/427-428
[215] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/428-429
[216] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/429
[217] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/430-431
[218] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/431-432
[219] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/432-433
[220] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/433-434
[221] Hâl tercemesi 88 nolu hadis
bahsinde geçmiştir.
[222] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/434-436
[223] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/436
[224] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/436-437
[225] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/437-438
[226] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/438
[227] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/439
[228] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/439
[229] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/439-440
[230] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/440-443
[231] H&1 tercemesl T70 noju
hadis bölümünde geçmiştir.
[232] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/443
[233] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/444-445
[234] Mü'minûn sûresi. Ayet: 6
[235] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/445-446
[236] Hâl tercemesi 372 nolu
hadiste geçmiştir,
[237] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
5/446
[238] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/447
[239] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/447-448
[240] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/448-449
[241] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/449
[242] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/449-450
[243] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/450-451
[244] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/451
[245] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/451-452
[246] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/452
[247] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/453-454
[248] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/454
[249] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/454
[250] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/455
[251] Peygamber (S.A.V.)'İn
muhterem zevcelerindendir. Hâl tercemesi 1779 nolu hadis bahsinde geçmiştir.
[252] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/455-457
[253] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/457-458
[254] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/458-459
[255] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/460
[256] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/460
[257] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/461
[258] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/462
[259] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/462-463
[260] Peygamoer (S-A.V.)'in
zevcelerinden olan bu hâtûnun hâl tercemesi 1908 nolu hadisin İzahında
verilmiştir.
[261] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/463-465
[262] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/465-466
[263] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/466-467
[264] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/467
[265] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/468
[266] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/468-470
[267] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/470-471
[268] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/471-472
[269] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/473-475
[270] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/475-479
[271] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/479-480
[272] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/480-481
[273] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/481
[274] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/481-482
[275] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/482-484
[276] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/484-485
[277] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/486
[278] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/486-487
[279] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/487-490
[280] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/490-494
[281] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/494
[282] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/494-495
[283] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/495-497
[284] Ahzab: 50
[285] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/497-499
[286] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/499-501
[287] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/502
[288] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/502-504
[289] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/504-507
[290] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/508
[291] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/508-509
[292] Mümtehine : 10
[293] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/509-512
[294] Bu hâtûn, meşhur Ukkâşa bin
Muhsin'in ana hır kardeşidir. Hicret eden sahnbilerdendir. İki hadîs: vardır.
Muslin bu hadisin; rivayet etmiştir Sünen sa-hibleri de onun hadislerini
rivayet etmişlerdir. Ruvisi Â:şe ı R.A.Vdır. ı Hülâsa 489)
[295] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/512-513
[296] 1589 nolu hadisin
tercemesine ait dip notunda bu kadın hakkında özlü bilgi verilmiştir.
[297] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/514-516
[298] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/516-517
[299] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/517
[300] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/518
[301] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/518-519
[302] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/519
[303] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 5/519-520