1- (Muhtaçlara) Yemek Yedirme (Faziletinin Beyânı) Bâbl
2- Bir Kişinin Yemeği İki Kişiye Yeter, Babı
3- Mü'min Bir Midesine Koymak İçin Yer. Kâfir De Yedi
Barsacını Doldurmak İçin Yer, Babı
4- Yemeği Ayıplamanın Yasaklığı Babı
5- Yemek Yeme Zamanı Abdest Almak Babı
6- Mütteki’ (Yânî Bağdaş Kurup İyice Yerleşerjek) Yemek
Yeme Babı
7- Yemek Yendiği Zaman Besmele Çekmek Babı
8- Yemeği Sağ El İle Yemek Babı
9- (Yemekten Sonra) Parmakları Yalamak Babı
10- (İçinde Yemek Yenen)
Çanağı (Yalamak Suretiyle)
Temizlemek Babı
11- Kabın Senin Tarafına Yakın Olan Yerinden Yemek Yemen
Babı
12- Tiritin Ortasından ve Yukarısından Yemenin Yasakuğı
Babı
Bu Bâbta Rivayet Edilen Hadîslerden Çıkan Hükümler
Şunlardır
13- (Yemek Yerken) Lokma Yere Düştüğü Zaman (Ne Yapıur?)
Babı
14- Tiridin Diğer Yemeklere Üstünlüğü Babı
15- Yemekten Sonra (Su Bulunmadığında) Eli (Bir
Bezle) Silmek Babı
16- Yemekten Sonra Söylenmesi Meşbû Sözler (Hakkında
Gelen Hadîsler) Babı
17- Yemeği Berabeb Yemenin (Faziletine Dâir Hadîsler)
Babı
19- Kişi Yemeğini Hizmetçisi Getirdiği Zaman O Yemekten
Hizmetçisine Versin, Babı
20- Masa Üstünde ve Yer Sofrası Üstünde Yemek Yeme Babı
22- Elinde Et Kokusu Bulunduğu Halde Geceleyen Kimse
(Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
24- Mescîdde (Yemek) Yeme Babı
26- Kabak (Yemeği Hakkında Gelen Hadisler) Babı
28- Etîn En Güzel Kısmı (Hakkında Gelen Hadisler) Babı
29- Kebab (Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
30- Kadîd (Yâni Tuzlanıp Güneşte Kurutulan Et) Babı
31- (Eti Yenen Hayvana Ait) Karaciğer ve Dalak Babı
33- Sirkeyi (Ekmeğe) Katık Etmek Babı
34- Zeytin Yağknı Katık Olarak Yemek) Babı
35- Süt (Hakkında Gelen Hadîsler) Babı
37- Hıyar Ve Yaş Hurmayı Beraber Yemek Babı
40- Yaş Hurmayı Kuru Hurmayla Beraber Yemek Babı
41 — İki Hurmayı Bişleştirerek Yemenin Yasaklığı Babı
42- (Kurtlu Olması Muhtemel) Kuru Hurmayı Kontrol Etmek
Babı
43- Tereyağı İle Kuru Hurma (yı Yemek) Bâbt
44- Elenmîş Undan Yapılmış Arı Beyaz Ekmek (Hakkında
Gelen Hadîsler) Babı
45- Yufka Ekmek (Hakkında Gelen Hadisler) Babı
46- Fâlûzec (Yâni. Bal Helvası) Bâbl
50- Yemekte İktisad Etmek (Yâni Az Yemek) Ve Doyasıya
Yemenin Mekruhluğu Babı
51- İştiha Ettiğin
(Yâni Canının Çektiği) Her Şeyi Yemek Bir Nevî İsraftır, Babı
52- Yemeği Atmanın Yaşarlığı Babı
53- Açlıktan (Allah'a) Sığınma Babı
54- Akşam Yemeğini Bırakmak Babı
56- Misafir. Münker
(Yâni Meşru Olmayan) Bir Şey Gördüğü Zaman Geri Döner, Babı
57- (Yemektf.)
Yağ İle Eti Birleştirmek Babı
58- Kim Bir Yemek Pişirirse Suyunu Çoğaltsın, Babı
59- Sarmısak, Soğan ve Pırasayı Yemek Bâb1
60- Peynir ve Sâde Yağ Yemek Babı
62- Yüzükoyun Yatarak Yemek Ye\Fenin Yasaklığı Babı
3251)
'...Abdullah bin Selâm (Radıyaîlâhü <roA)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(Mekke'den hicret edip) Medine-i
Münevvere ye geldiği zaman halk O'nu karşılamaya koşarak gitti ve: Resûlullah
(SaftallahÜ Aleyhi ve Sellem) geldi. Be fiûlullah geldi, Resûlullah geldi,
denildi. Ben de bakayım diye halkın içinde gittim. Nihayet O'nun yüzünü görüp
tanıyınca, yüzünün bir yalancı yüzü olmadığını bildim. Ondan işittiğim ilk
buyruğu da şu oldu: Ey İnsanlar! Selamlamayı çoğaltıp yaygınlaştınn,
(muhtaçlara) yemek yed ir in, akrabalarla iyi ilişki kurun ve halk uyurken
geceleyin namaz kılın ki selâm ile (yâni selâmlanarak veya selâmetle) Cennet'e
giresiniz."
3252) "... Abdullah bin Ömer (Radtyallâkü anhümâydan;
Şöyle derdi: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: Selamlamayı
çoğaltıp yaygınlaştınn,
(muhtaçlara) yemek yedi-rin ve Allah
(Azze ve Celle)'nin size emrettiği gibi
kardeşler olunuz."
325.3) «... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Ra&yaltâkü
anhümâydm rivayet edildiğine göre,birsam Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)^: Yâ Besûlallah
İslâmiyet'in hangi hasleti daha hayırlıdır? diye soru sordu. Resül-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
(Muhtaç kimseye) yemek
yedirmen ve tanıdığına, tanımadığına selâm vermendir, buyurdu."[1]
Bu babın ilk hadisini
Tirmizi ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.
Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü
anhümâ) 'nın
hadisi Zevâid
nevindendir. Abdullah bin Ahır {Radıyallâhü anh) 'm hadisini «Buhâri, Müslim,
Ebû Dâvûd ve N e s â î de rivayet etmişlerdir.
Birinci hadîste geçen
"İncifâl", hızla gitmek demektir.
îlk iki hadîste
bulunan "Selâmın ifşası"; Selamlaşmayı yaygınlaştırmak ve işitilecek
bir ses tonu ile yapmaktır. Nevevi: Sünnetin yerine gelebilmesi için verilen
selâm'ın verildiği kişi tarafından işitilmesi gerekir, işitilmediği takdirde
selâm veren kişi sünneti ifa etmiş sayılmaz, der.[2]
1. Mü'min'in
rastladığı mü'min'e selâm vermesi sünnettir.
Selâm, tanınan kişilere tahsis edilmemelidir. Kişinin tanıdığı ve tanımadığı
herkese selâm vermesi, yüce dinimizin emrettiği tevazu, yâni alçak gönüllülüğün
ve ihlâslı olmanın bir gereğidir. Hadiste emredilen selâmın yaygınlaşması
ancak şu şekilde gerçekleşir. Selâmın tanınan kimselere tahsisi ve tanınmayan
kimselerin esirgenmesi kıyametin belirtilerindendir. Nitekim T a h â v i
ve başkasının î b n - i
Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'den rivayet
ettikleri bir hadiste :
"Selâmın tanınan
kimselere tahsis edilmesi kıyametin belirtilerindendir" buyurulmuştur.
2. Yetimlere, fakirlere ve benzeri muhtaçlara yemek
yedirmek Cennet'e selâmetle girmeye vesile olan hayrattandır, mü'minin hayırlı
hasletlerindendir.
3. Akrabalarla iyi ilişki kurmak, bunu devam ettirmek ve
onlara iyilik etmek de Cennet'e selâmetle girmeye vesile olan hayırlı işlerdendir.
4. İkinci
hadiste; h*\ öjh&' l*J =
"Mü'minler ancak kardeşler-
eşler dir." (Hucurât 10.) âyetine işaret
buyurulmuştur. Allah Teâlâ mü' minleri kardeş kılmıştır.
5. Birinci hadiste gece namazına teşvik yapılmıştır. Bu
hadis 1334 numarada da geçmişti. Gece namazının faziletine dâir hadisler ve
bununla ilgili bilgi müellifimizin 1329 -1334 numaralarda geçti. Oraya
bakılabilir.[3]
3254) '... Câbir bin Abdillah (Radıyattâkü anhümâ)'û&n
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir:
Bir kişinin (doyurucu)
yemeği iki kişiye yeter ve iki kişinin (doyurucu) yemeği dört kişiye yeter.
Dört kişinin (doyurucu) yemeği de sekiz kişiye yeter."
3255) " Ömer bin el-Hattâb (Radtydlâhü anhyden rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallûhü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Şüphesiz, bir kişinin
(doyurucu) yemeği iki kişiye yeter. Şüphesiz İki kişinin (doyurucu) yemeği üç
ve dört kişiye yeter ve şüphesiz dört kişinin (doyurucu) yemeği beş ve altı
kişiye yeter."
Not: Zev&id'de
şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Amr bin Dinâr Kahraman ölü'z-Zübeyr
bulunur. Bu râvî zayıftır.[4]
C â b i r
(Radıyallalıü anlı) 'm hadisini M ü s i i m , Tir m i -z i, N c s â i ve
Alııııed de rivayet etmişlerdir. Ömer (Ra-dıyallâhü anhJ'ın hadisi ise Zevâid
nevilidendir.
Bu hadisler've benzeri
hadisler yetecek derecede doymakla kanaat edilerek fakirlere yardım edilmesi
gibi sosyal ve yüce bir gayeyi vurgular. Hadislerden maksad az kişiyi
doyuracak yemeğin çok kişiyi doyuracağını haber vermek değildir.[5]
3256) '"... Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sali alla hü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Mü'mln bir midesine
koymak için yer. Kâfir de yedi bağırsağını doldurmak İçin yer."
3257) ;i... îbn-i Ömer (Radtyallâhü anhiimâ)'dan rivayet
edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Kâfir yedi bağırsağını
doldurmak için yer. Mü'min de bir midesine koymak için yer."
3258) ''•"... Ebû Mûsâ (el-Eş'arî) (Radtyallâhü
anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir:
Mü'min bir midesine
koymak için yer. Kâfir de yedi bağırsağını doldurmak için yer."[6]
Ebû Hüreyre
(Radıyaîlâhü anh) 'm hadîsini Buharı de rivayet etmiştir. İ b n - i Öme r
(Radıyaîlâhü anhümâ)'nm hadisini Buhârî, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Ebû Mûsâ (Radıyaîlâhü anh)'in hadîsi Müslim tarafından da rivayet edilmiştir.
Ayni mealdeki bu
hadîslerden kasdedilen mânâ hakkında değişik görüşler beyân edilmiştir.
Yukarda anılan hadîs kitablarının şerhlerinde âlimlerce beyân edilen
görüşlerin hepsi nakledilmiştir. Bâzılarına göre bu hadîslerden maksad zahirî
mânâsı değildir. Maksad mü'min ile k4$çin dünya nimetlerine karşı tutumlarını
belirtmektir. Yâni mü'min'in dünya nimetlerine ve malına ihtirası ve düşkünlüğü
yoktur. Kâfir ise dünyalığa düşkün ve
ihtiraslıdır. Bu itibarla sanki mü'min bir midesine koymak için yer ve kâfir
yedi bağırsağını doldurup karnını şişirmek için yer. Hadisler böyle
yorumlanınca, bağırsakların ve yemek yemenin hakîkî mânâsı kâsdedümemiş olur.
Maksad mü'min'in dünyalığa pek rağbet etmemesi ve kâfirin dünyalığa
düşkünlüğüdür. Dünyalığı ele geçirme anlamı yemekle ve dünyalığı elde etme
yolları da bağırsaklarla ifâde edilmiştir.
Bir görüşe göre
kasdedilen mânâ şudur: Mü'min helâl lokma yer. Kâfir ise helâl lokma yanında
haram lokma da yer. Helâl lokma, haram lokmaya nazaran az kazanılır.
Başka bir görüşe göre
mânâ şöyledir: Oburluk kâfirin sıfatıdır. Bu itibarla mü'min boğazına düşkün
olmamalı ve fazla yemek yememelidir.
Bâzı âlimlere göre
hadisler zahiri mânâsında kullanılmıştır. E I -Hafız, hadislerin zahirî
mânâsında kullanıldığını söyleyen âlimlerin açıkladıkları yedi görüş ve yorumu
naklen bildirmiştir. Tuhfe yazarı da e 1 - H â f ı z' dan naklen bu yorumları
beyân ettikten sonra ikinci yorumu tercih ettiği için ben sadece bu ikinci
görüşü açıklamakla yetineyim. Arzu edenler anılan kitablara baş vurmak
suretiyle diğer yorumları öğrenebilirler:
Hadislerden kasdedilen
mânâ şudur: Mü'min'e yakışan az yemesi ve tıka basa yememesidir. Çünkü o
biliyor ki, Şeriat'a göre yemekten maksad, açlığı gidermek ve ibâdet
edebilmesi için güçlü olmaktır. O, lüzumundan fazla yemeğin hesabını vermekten
korkar. Fakat kâfir onun aksine hareket eder. Çünkü o, şer'î amaç tanımaz ve
nefsinin esiri durumundadır. Nefsini tatmin etmesi için ne gerekirse onu yapar
ve helâl haram demeden şehvetinin peşinde koşar, Durum bu olunca mü'min'in
yemeği kâfir'in yemeğine nisbeten sınırlı ve azdır. Bu nisbetin tesbiti için
belirli bir sayı söz konusu değildir. Hadiste yedi sayısı var ise de sayı
durumu kasdedilmemiştir. Gaye mü'min'in yemeğinin çogu zaman kâfirin yemeğinden
azlığını belirtmektir. Amaç bu olunca ve hadîs böyle yorumlanınca, her
mü'min'in mutlaka her kâfir'den az yemek yemesinin gerekliliği ve durumun böyle
olduğu anlamı kasdedilmemiştir. Nitekim bâzı kâfirler sağlığım koruma,
midesinin rahatsızlığı ve rahibi er in telkini gibi nedenlerle mü'min'lerden az
yemek yerler. Bir kısım mü'min'ler de alışkanlığı.
bir iç rahatsızlığı veya başka sebeblerle
obur olur ve kâfirlerden fazla yemek yerler. Bu hâl genel prensibi bozmaz ve
mü'min'Iere yakışan yaşantı ile kâfir'in yaşantısı arasındaki mukayeseyi
gölgelemez.[7]
3259) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle
demiştir:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir yemeği
hiç bir zaman ayıplamamış - yermemiştir. O, bir yemekten hoşlanırsa yerdi,
hoşlanmazsa bırakırdı - yemezdi."
Ebû Bekir bin Ebı
Şeybe, ... Ebû Yahya aracılığıyla Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den bu hadîsin
mislini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet etmiştir."
Ebû Bekir bin Ebî
Şeybe dedi ki: Biz bunun senedinde muhalefet ediyoruz. Çünkü onlar, yâni ilk
seneddeki râvîler bunu Ebû Hâzim'-den rivayet ediyorlar. (Yâni biz bunu Ebû
Yahya'dan rivayet ediyoruz.)"[8]
Bu hadisi Buhâri,
Müslim, Tirmizi ve Ebû D a v û d da rivayet etmişlerdir. Avnü'l-Mabüd yazarı bu
hadisin izahı bölümünde öafctle şöyle der:
"Yâni Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), mubah olan hiç bir yemeği ayıplamamıştır.
Haram olan yemeğe gelince onu ayıplar, yerer ve yasaklardı. Bâzıları: Yemek yaratılışı
açısından ayıplanmaz, fakat yapılışı bakımından ayıplanır. Çünkü Allah'ın
san'atı ayıplana-maz. Ama kulların yaptığı iş ayıplanabilir, derler. Ve hadisi
böyle yorumlarlar.
El-Hâfız bu yorumla
ilgili olarak şöyle der: Açık olan durum, hadisin umumi mânâda
yorumlanmasıdır. Çünkü yapılışı açısından bir yemek ayıplandığı zaman onu
hazırlayanın kalbi kırılmış olur. N e v e v î : Yemek tuzludur, ekşidir, tuzu
azdır, katıdır, iyi pişmemiştir, gibi lâflarla ayıp ve kusurdan söz etmek,
yemeğin önemli adabına aykırıdır, der.
Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hoşlanmadığı bir yemek hakkında bir şey
söylemeyip sâdece bırakmakla yetinmesini ifâde eden cümle ile ilgili olarak da
îbn-i Battal: Bu durum O'nun güzel edebinin bir belirtisidir. Çünkü bâzan bir
insan bir yemekten hoşlanmaz. Fakat başka bir kimse hoşlanır. Din açısından
yenmesine izin verilmiş olan hiç bir yemek ayıplanmaz ve yiyeni de yerilmez,
demiştir[9]
3260) '-,.. Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim evinin hayır,
bereketini Allah'ın çoğaltmasını istiyorsa yemeği hazırlandığı zaman ve yemeği
kaldırıldığı vakit abdest alsın (yâni ellerini yıkasın)."
Not: Zevâidde şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde Cübâre ve Kesir var. İkisi de aayıftır.
3261) ;\.. Ebü Hüreyre (RadtyaUâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre:
(Bir defa) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) büyük
abdest bozma yerinden çıktı. Sonra O'na yemek getirildi. Bunun üzerine bir
adam:
Yâ Resûlallah! Sana bir abdest suyunu getirmiyeyim mi?
dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Namaz (mı) kılacağım?
buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Btuıun senedi hakkında konuşulur. Çünkü râvl Saîd bin Ubeyd'in
güvenilmezliği veya güvenilirliği hakkında konuşanı görmedim. Râvl Ca'fer bin
Misafir hakkında da Ebû Hatim : O, bir üstâd (?) dır, demiş. Nesâi de : Onun
rivayeti işe yarar, demiştir. îbn-i Hibbân da onu güvenilir râviler arasında
anmıştır. Senedin kalan râvîleri ise Buharı ve Müslim'in şartı üzerinedir.[10]
E n e s (Ftadıyâllâhü
anh)'m hadisi Zevâid nevindendir. Sin-d I
bu hadîsin izahı bölümünde şöyle der:
"Hadiste geçen
"Evinin hayrını çoğaltmak'* ifâdesinden maksad ev sahibinin rızkının
bereketlenmesi ve yiyeceğinin çoğalmasıdır. Hadîsteki
"Abdest&alsın" emri de yalnız elleri yıkasın mânâsına yorumlanır.
Hadiste geçen
"Ğedâ" kelimesinin asıl mânâsı öğle yemeğidir. Fakat burada mutlak
yemek mânâsı kasdedilmiştir. Çünkü akşam yemeği de öğle yemeği gibidir."
Hadis böyle
yorumlanınca çıkan hüküm, yemekten önce elleri yıkamanın müstehabhğıdır.
İkinci hadîs de
yemekten önce elleri yıkamanın vâcib ve şart olmadığına delâlet eder. Bu hadis
Zevâid nevinden ise de T i r m i z i, Ebû Dâvûd ve Nesâi bunun bir benzerini
îbn-i Ab-b â s (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet etmişlerdir. İ b n-i Ab bâs'ın
rivayetinde sahâbîlerin "Sana bir abdest suyunu getirmeyelim mi?"
mealindeki sorusuna verilen cevabta;
-- "Ben ancak
namaza kalkacağım zaman abdest almakla emrolundum" buyıırulmuştur.
Bu cevab, yemekten
önce abdest almanın vâcib olmadığına delâlet eder. Fakat müstehab veya caiz
olmadığına delâlet etmez. Hele elleri yıkamanın müstehab olmadığına hiç delâlet
etmez.
Ebû Dâvûd ile
Tirmizİ'nin Selmân-i Fârisi (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri bir
hadiste; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— "Yemeğin
bereketi, yemekten Önce ve yemekten sonra abdest almaktır" (yâni elleri
yıkamaktıf), buyurmuştur. Bu hadîsin senedi zayıf ise de bununla amel
edilmelidir. Zâten bâzı âlimler yerrtekten önce ve sonra elleri yıkamanın
müste-hablığına hükmetmişlerdir. Sağlık açısından da bunun önemi ve hikmeti
herkesçe takdir edilmektedir. Kanımca bunun üzerinde fazla durmaya, yâni daha
geniş bilgi vermeye gerek yoktur.[11]
3262) "... Ebû Cuhayfe (Radtyaüâhü anh)'âtn rivayet
edildiğine «öre: Kesûlullah (Saliallakü Aleyhi ve SeMem) şöyle buyurmuştur :
Ben raütteki olarak
(yâni bağdaş kurup, iyice yerleşerek) yemek yemem."
3263) "... Abdullah bin Büsr (Radtyatlâhü anhümâyden;
Şöyle demiştir:
Ben (bir kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
bir koyun (kesip yemesi için) ikram ettim. Resûluliah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) dizleri üstünde oturup yedi. Bir bedevi t Bu ne biçim oturuştur? dedi.
Bunun üzerine Resûi-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
Allah, beni mütevazı
bir kul etti ve beni kibirli ve büyüklenen bir kimse etmedi, buyurdu.
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedi sahih, râvileri sıka, yâni güvenilir zâtlardır.[12]
Ebû Cuheyfe
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Tirmizl, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet
etmişlerdir. Hadiste geçen "Mütteki" kelimesinin kökü olan
"İttikâ" masdan ile kasdedilen mânâ ve ittikâ denilen oturuş şekli
hakkında değişik görüşler vardır.
E 1 - H â f ı z :
İttikâ denilen oturuş şeklinin izahı hususunda ihtilâf edilmiştir. Bâzılarına
göre, bu yemek yemek için iyice yerleşmek suretiyle oturmak demektir, oturuş
şekli ne olursa olsun fark etmez. Bâzıları da: ittikâ, normal ve düzgün
oturmayıp bir tarafa eğilmektir, demişlerdir. Diğer bir kavle göre ise,
otururken sağ eli yere koyup ona dayanmaktır.
H a 11 â b i,
Yukardaki mânâlara tarafdar çıkmayıp kişinin döşek, şilte ve minder gibi bir
şeyin üstünde bağdaş kurup gereği gibi çökerek yerleşmesi mânâsını tercih etmiş
ve hadisin mânâsı şöyledir, der: "Ben yemek yerken, çok yemek yiyen kimse
gibi üzerine oturduğum döşeğe, şilteye bağdaş kurup gereği gibi çökerek
oturmam. Çünkü ben bir kaç lokma yemekle yetinirim."
Îbnü'l-Cevzi ise
Hattâbi1 nin karşı çıkmasına rağmen İttikâ'yı, kişinin oturduğu yerde bir
tarafa eğilmesi mânâsına yorumlamıştır.
El-Hâfız sözlerine
devamla îttikâ biçiminde yemeğe oturmak mekruh olunca veya iyi sayılmayınca,
yemeğe oturuşun müstehab olan biçimi diz çökerek ayaklann yüzü yere gelecek
şekilde oturmaktır. Ya da sağ ayağı dikip sol ayak üzerinde oturmaktır, der .
Zevâid nevinden olan
ikinci hadîste de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yemek yerken
dizlerini çöktüğü belirtilmiştir. Yâni el-Hâfız'm tarif ettiği biçimde
oturmuştur. Bu itibarla yemeğe böyle oturmak müstehabtır.
Bu babın ilk hadisinin
râvisi Ebû Cuheyfe (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 207. ve ikinci hadisin
râvisi Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 1726, hadîslerin
izahı bölümünde geçti.[13]
3264) "... Âişe (Radtyallâkü ankâ)'âan; Şöyle demiştir:
RçsûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa)
sahâbîlerin-den altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu esnada bir bedevi gelerek
o yemeği iki lokma ile yedi (ve bitirdi). Bunun üzerine Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
Bilmiş olun ki, eğer o
bedevî Bismillah demiş olsaydı, yemek size yetecekti. Bu itibarla biriniz bir
yemek yediği zaman (başlarken) Bismillah, desin. Şayet yemeğin başında
Bismillah demeyi unutursa, (yemek esnasında hatırladığında) "BismiIIah'i
Ti evvelini ve âhirini" desin, buyurdu."
Not: Zevâld'de şöyle
denilmiştir: Bu senedin râvileri Müslim'in şartı üzeri^ güvenilir zâtlardır.
Fakat sened ımınkati (yâni kesik)dir. Çünkü tbn-i Hazm el-Mücznelde demiş ki:
Abdullah bin Ubeyd bin Umeyr, Âişe'den hadis işitme-mistir.
3265) «... Ömer bin Ebî Seleme (Radtyallâkü ankümâyâan-
Şöyle demiştir: Ben
(bir gün) yemeğe başlarken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
AUah (Azze ve Ceile)
'nin ismini an, buyurdu.*'[14]
Zevâid yazarı ilk
hadisi Zevâid nevinden saymıştır. Halbuki Tuh-fe'de belirtildiği gibi bu hadîsi
Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi ve Ahmedde rivayet etmişlerdir. Ancak notta belirtildiği
gibi sened'de bir kesiklik vardır. Ebû Dâvûd ile Tirmizi' nin rivayetinde
Abdullah bin Ubeyd, Ümmü K ü 1 s û m aracılığıyla Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'den
rivayet etmiştir. Yâni o rivayetlerin senedinde inkıta, kesiklik yoktur.
Ömer bin Ebi Seleme
(Radayallâhü anh) 'in hadisi Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi tarafından
rivayet edilmiştir.
Bu hadîsler yemeğe
başlanacağı zaman Bismillah, demenin meşruluğuna delâlet eder. Şayet bir kimse
yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, yemek esnasında hatırına gelince
"Bismillâhi ewe-lehû ve âhirehû" demekle emrolunmuştur. Bunun mânâsı
"Yemeğin başında da sonunda da, yâni başından sonuna kadar Allah'ın ismini
anarım." Bu cümle başka mânâlarda da yorumlanabilir. Böylece yemeğe
başlarken besmele çekmeyi unutan kişinin, hatırladığı zaman böylece besmele
çekmesi meşrudur.
Bismillah demenin
hükmüne gelince, Hanbeli mezhebi âlimlerine göre vaciptir. Diğer ilim ehline
göre ise sünnet ve müs-tehabtır.
N e v e v i, el-Ezkâr'da: 'En faziletti şekil; demekle
besmelenin tamamını okumaktır. Yalnız Bismillah demek de yeterdir ve sünnet
yerine gelmiş olur, der. Fakat el-H&fız» N e v e v î' nin bu sözü ile
ilgili olarak: Ben yemeğe başlarken besmelenin tamamını okumanın daha
faziletli olduğuna dâir özel bir delil görmedim, der.
N e v e v i : Yemeğe
başlarken besmele çekmek sünnet olduğu gibi, yemeğin sonunda Allah'a hamd etmek
de sünnettir. Keza su veya benzeri bir şey içerken de besmele çekmek
müsthabtır. Âlimler demişler ki: Besmele'yi açıktan çekmek, unutabilenlere
hatırlatmak açısından müstahabtır. Bir kimse bilerek veya bilmeyerek veya
başka bir sebeble yemeğin
başında besmele çekmeyi unutursa, yemek esnasında hatırladığında
"Bismillahi evvelehû ve âhirehû" der bu nvistehabtır. Cünüb kimse ve
hayızlı kadın da yemeğe başlarken besmele çekmelidir, der.
İkinci hadisin râvisi
Ömer bin Ebi Seleme (Radı-yallâhü anh)'in hâl tercemesi 1049. hadis bölümünde
geçti. Bu hadîsin uzunca metni de aşağıdaki bâbta rivayet olunmuştur.[15]
3266) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Siz (mü'müVler)den
olan bir kimse sağ eliyle yesin, sağ eliyle içsin, sağ eliyle alsın ve sağ
eliyle versin. Çünkü şüphesiz, şeytân sol eliyle yer, sol eliyle içer, sol
eliyle verir ve sol eliyle alır."
hih
ZOtLıZT&fde-f7İe denilmi5tir : ^û Hüreyrelıin bu hadisinin senedi sa, nıh
ve râvlleri güvenilir zâtlardır.
3267) "... Ömer bin Ebî Seleme (Radtyallâhü
anhütnâydan; Şöyle demiştir :
Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in himâyesi,
terbiyesi altında bir oğlandım. (Yemek yediğim zaman) elim yemek kabının her
tarafında dolaşırdı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bana:
Ey oğul! (Yemeğe
başlarken) Allah'ın adını an, (yâni Bismillah de) sağ elinle ye ve sana yakın
olan taraftan ye, buyurdu."
3268) "... Câbir (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine
göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Sol elle yemeyiniz. Çünkü şeytân sol elle
yer."[16]
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid nevin-dendir. Ömer bin Ebî Seleme
(Radıyallâhü anh) in hadisi Kütüb-i Sittenin hepsinde rivayet edilmiştir. Câbir
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini
Müslim de rivayet etmiştir.
Bu hadislerin zahirine
göre sağ elle yemek, sağ elle içmek, sağ elle vermek ve sağ elle almak ile
ilgili emir vâciblik içindir. Keza sol elle yememek için son hadîste verilen
emir vâciblik içindir. Başka bir deyimle bu hadisteki yasaklama haramlık
içindir. Yâni sol elle yemek haram kılınmıştır. Bâzı ilim adamları bu emir ve
nehyi böyle yorumlamıştır. Müslim'in rivayet ettiği şu mealdeki hadîs de bu
yorumu teyid eder: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamı sol
eliyle yemek yerken gördü ve ona:
Sağ elinle ye,
buyurdu. Adam t Sağ elimle
yiyemiyorum, deyince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Sağ elinle
yiyemeyesin, buyurdu. Bundan sonra adam sağ elini ağzına kaldıramaz oldu."
Cumhura göre söz
konusu emir müstehablık içindir. Son hadisteki yasaklama da mekruhluk içindir.
Nevevî: Ömer bin Ebi
Seleme (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde yemekle ilgili üç sünnet beyân
Duyurulmuştur: Yemeğe başlarken besmele çekmek, yemeği sağ elle yemek ve kabın
en yakın tarafından yemek, arkadaşının önüne el uzatmamak. Çünkü arkadaşın
önündeki taraftan yemek, adaba aykırı olduğu gibi onun tiksinmesine de sebep
olabilir. Özellikle sulu yemeklerde hiç uygun karşılanmaz. Şayet yenen şey
hurma gibi tane nevinden olursa, tabağın uzak tarafma da el uzatmanın mubah
olduğunu nakletmişler-dir. Fakat uygun olanı bu yasağın umumîliğini dikkate
alarak hükmün umumîliğidir. Ancak hükmün umumi olmadığını bildiren bir delilin
varlığı sabit olursa o takdirde bu umumî hüküm husûsileşir, demiştir.
Nevevî: Bu hüküm
mazereti olmayan kimseler hakkındadır. Sağ el ile yemeye içmeye mâni, hastalık
sakatlık gibi bir özür varsa sol el ile yemek ve içmek mekruh değildir, der.
Şeytan'ın sol elle
yediği, içtiği, verdiği ve aldığı yolunda buyuru-lan cümleler değişik mânâlarda
yorumlanmıştır. Fakat el-Hâfız: Bu cümleler hakîkî mânâsına göre
açıklanmalıdır. Çünkü şeytan'ın yemesi, içmesi, vermesi ve alması aklen mümkün
olan şeylerdir. Ha-dîs-i Şerifler bunu haber vermiştir. Artık bunu başka
mânâlara yorumlamaya gerek yoktur. Kurtubî de bu cümlelerin açık mânâsı
şudur, der: Böyle yapan kimse kendisini şeytana benzetmiş olur, diye bilgi
vermiştir.
Turbüşti de: Bu
cümleler şöyle yorumlanır: Şeytan, kendi yandaşı durumundaki insanları sol
elle yemeye ve içmeye, sevket-mek suretiyle onları Allah'ın yolundaki insanlara
muhalefet etmeye teşvik eder, demiştir.
İkinci hadisin râvisi
Ûmer bin E b 1 Seleme (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem (Aleyhi'a^ftlâtü
y?a-selam) 'in kadınlarından Ümmü Seleme (Badıyallâhü anhâ) 'nın Ebû Se-1 e m
(Radıyallâhü anh) 'den olma oğludur. Hâl tercemesi 1049. hadîs bölümünde
geçti.[17]
3269) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü û»Awmâ)'dan
rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur:
Biliniz bir yemek
yediği zaman (yemeğe bulaşan) parmaklarını yalamadıkça veya yalatmadıkça elini
bir beze sürmesin.
(Râvilerden) Süfyân
demiş ki: Ben Ömer bin Kays'ın Amr bin Dinar'a şu soruyu sorduğuna ve şu cevabı
aldığına şâhid oldum: Ömer (Radıyallâhü anh) : = "Siz4en birisi
(yemek yediğinde
yemeğe bulaşan) parmaklarını yalamadıkça veya yalatmadıkça elini bir beze
sürmesin" hadîsini kimden rivayet ettiğini bana haber verir misin? Amr
(Radıyallâhü anh) :
— İbn-i AbbasHan. Ömer
(Radıyallâhü anh) :
— Şüphesiz bu hadis bize Câbİr'den naklen
rivayet edildi. Amr (Radıyallâhü
anh) .-
— Cabir henüz bizim yanımıza gelmeden Önce biz
bu hadisi Ata aracılığıyla İbn-i Abbâs'tan belledik. Ata. ancak Mekke'de
mücavir olarak kaldığı yıl Câbir ile mülakatta bulundu (onunla buluştu)."
3270) "... Câbir (Radtyallâkü anhyâtn rivayet
edildiğine göre; Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Hiç biriniz (yemekten sonra
yemeğe bulaşan) parmaklarını yalamadıkça elini bir beze sürmesin. Çünkü
bereketin, yemeğinin hangisinde olduğunu bilemez."[18]
İ b n-i A b b â s
(Radıyallâhü anhJ'in hadisi Buhara, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî tarafından da
rivayet edilmiştir. Câbir (Radiyallâhü anh)(ın hadîsini Müslim de rivayet
etmiştir.
3260, 3261. hadîslerin
izahı bölümünde belirttiğim gibi yemeğe başlamadan önce elleri yıkamak
müstehabtır. Şayet eller temiz ise müstehabtır. Eğer eller pis, necis ve
mikroplu olup iyi yıkamadan onunla yemek yemek sağlık açısından tehlikeli ise
İslâm'ın genel hükümleri gereğince elleri yıkamak farzdır. Çünkü vücûdu ve
sağlığı tehlikeye sokmak haramdır. Durum bu olunca yemekten önce ellerini
güzelce yıkaıpş olan bir kimse şay«t ywne# ka#k ve çatalla değil de Araplar
gibi sağ elinin parmaklarıyla yerse, yemeğe bulaşmış parmaklarını yıkama
imkânını bulamazsa, bezle silmeden önce yalaması gayet tabii ve normaldir.
Tiksinilecek bir durum söz konusu değildir. Böyle yapmak hem parmaklar üzerinde
kalan gıdanın zayi olmasını önler. Hem de yemeğin beze, sağa sola bulaşmasına
meydan vermez. Zâten yukarda numaralarını yerdiğim hadîslerin izahı bölümünde
yemekten sonra da elleri yıkamanın müstehabhğını belirtmiştim.
Yine yukarda
anlattığım şekilde ellerini güzelce yıkadıktan sonra parmaklarıyla yemek yiyen
bir kimsenin, ellerinin tertemiz iken yemeğe oturduğunu bilen eşi, talebesi ve
çocuğu da seve seve ve tiksinmeden onun elini yalar. Elleri koyuna da yalatmak
mümkündür. Zâten hadîslerde parmaklan bir insana yalatmak kaydı yoktur. Hadîsler
uygun şartlar dâhilinde ve parmaklan istek dâhilinde yalatmanın yasak
olmadığını ifâde eder.
Tuhfe yazan bu hadisin
izahı bölümünde özetle şöyle der: "Bu hadis, parmaklan yalamak, tiksinti
verdiği için mekruhtur, diyenlerin sözünü reddeder. Evet, yemek esnasında bir
kimse parmağını yalayıp o parmağı tekrar kaba sokarsa gayet tabii sofradaki arkadaşlarını
tiksindirir. Böyle yapmak İslâmi âdaba aykırıdır. Ama adam yemek sofrasından
kalktığı zaman bunu yaparsa başkasını tiksindirmesi söz konusu değildir.
Câbir (Radıyallâhü
anh) in hadîsinde yemekten sonra (yemeğe bulaşan) parmaklan yalama hikmetine
işaretle: "Çünkü kişi bereketin yemeğinin hangisinde olduğunu
bilemez" buyurulmuştur.
N e v e v î, hadisin
bu cümlesiyle ilgili olarak: Yâni bir insanın önündeki yemekte bir bereket
bulunur. Fakat yemek yiyen kişi bereketin, yediği kısımda mı, parmakları
üstünde kalanda mı, kabın dibinde kalanda mı veya yere düşen lokmada mı
olduğunu bilemez. Bu itibarla yemek yiyen kişi anılan kısımlan israf etmemeli,
zayi etmemeli ki bereketi elde etmiş olsun. Bereketin asıl mânâsı bir şeyin
artması ve hayırlı olmasıdır. Burada kasdedilen mânâ ise, vücûdun beslenmesi,
yemeğin dokunmaması, zarar vermemesi, ibâdet ve iyi işleri yapabilmek için güç
kazanması ve diğer hayırlı şeylerdir.[19]
3271) "... Ümmü Âsim (Radtyallâhü <z»Aö,)'dan;
Şöyle demiştir:
Biz bir çanakta yemek
yerken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mevlâsı (âzadlı kölesi)
Nübeyşe (Radıyallâhü anh), üzerimize geldi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, dedi t
Kim bir çanakta yemek
yer de sonra o çanağı yalarsa, çanak o kimse İçin istiğfar eder (yâni
günahlarının bağışlanmasını diler)."
3272) "... EI-Müallâ tin Râşid Ebü'l-Yemân'in nenesi
(Ümmü Asım) (Radtyallâhü an*ÜM)>ün Hüzeyl kabilesinden Nübeyşetü'l-Hayr
denilen bir adamdan rivayetle }Öyle demiştir:
Biz bir çanağımızda
yemek yerken Nübeyşe (Radıyallâhü anh), üzerimize geldi ve Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dedi:
Kim bir çanakta yemek
yer de sonra o çanağı yalarsa çanak o kimse için istiğfar eder."[20]
Müellifimizin kısmen
değişik iki senedle rivayet ettiği bu hadisi Tirmizİ, Ahmed
ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.
Çanak veya başka bir
yemek kabının altında kalan yemeği yalamak, kibri ve bencilliği kırar,
arzulanan tevazuu sağlar, Allah'ın verdiği nzık nimetini yüceltir ve yemeğin
telef olmasını önler. Mü'-min bu duygu ile yemek yediği kabı yalarsa bu vesile
ile Allah'ın mağfiretine kavuşur. Yemek kabı mağfirete sebep olduğu için sanki
mağfiret dilemiştir. Bâzıları çanağın mağfiret dilemesini bu şekilde yorumlamışlardır.
T u r b ü ş t i: Yemek
kabını yalamak, kişinin tevâzuuna ve kibir hastalığından arınmasına alâmettir.
Tevazu ve bencilliği kırmak ise ilahi mağfirete yol açar, demiştir.
E1 - K a r i ve Tuhfe
yazan: Bu ve benzeri ifâdeleri mecazî mânâya yorumlamamak ve hakîkî mânâsına
göre açıklamak daha uygundur. Çünkü hakiki mânâsına göre açıklamaya hiç bir
engel yoktur, derler.[21]
3273) "... Ibn-i Omer (Radtyallâhü anhümâydm rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sattallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Sofra konulduğu zaman
kişi kendisine yakın olan tarafından yesin ve sofrada oturan arkadaşının
önünden (yemek) almasın."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Abdü'I-A'lâ bin A"yan Ahu Hamrân bulunur.
Zehebl, el-Kâşif te: Bu râvi £ok zayıftır, demiş. Dârekutnl de bunun güvenilir
olmadığını söylemiş. El-Ukayli de : Bu adam, içinde hıfzedilmiş hiç bir şey
bulunmayan bir takım münker hadisler getirmiş, demiş ve tbn-i Hibbân da; bu
adamın rivayetlerini delil göstermek caiz değildir, demiştir.
3274) »... İkrâş bin
Züeyb (Badıyallâhü anhyten ; Şöyle demiştir :
(Bir defa) Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e, içinde bol mıkdarda yağlı tirit bulunan büyük
bir çanak getirildi. Biz de (çana-
Bir Hâl Tercemeai
Nübeyşetü'I-Hayr (bin
Abdillah) el-Hüzeli (»A) sahabidir. U aded hadisi var Müslim, onun bir hadisini
rivayet etmiştir. R*vtsi Ebü'I-Melih el-Hüze^ Müslim ve dört rönen sAhibleri
onun hadisterL rivayet etmişlerdir <Hui«
ğa yönelip) ondan
yemeye başladık. Ben elimi düzensiz biçimde çanağın her tarafına soktum. Bunun
üzerine Resûl-i Ekrem (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) :
Yâ İkrâş, tek bir
yerden (sana en yakın taraftan) ye. Çünkü, bu, tek bir (çeşit) yemektir,
buyurdu. Sonra bize, içinde çeşitli yaş hurma nevileri bulunan bir tabak
getirildi. Bu kere Resûlullah (Sal lal-lahü Aleyhi ve Sellem) 'in eli tabakta
dolaştı (yâni tabağın muhtelif yerlerinden hurmalar aldı) ve:
Yâ İkrâş, dilediğin
taraftan ye. Çünkü bu, çeşit (yemek) değildir, buyurdu."[22]
İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh)'ın hadîsi Zevâid ne v indendi'. İkrâş (Radıyallâhü anh)'in
hadîsini Tirmizi de rivayet etmiştir.
Cefne: Büyük çanaktır.
Serid de: Ekmeği küçük parçalar hâlinde doğrayıp et suyunda ıslatmak işine
denildiği gibi içine ekmek doğranmış et suyuna da denir. Buna tirit denilir.
Vedek i Et yağı, hayvanın iç yağı ve yağlı et mânâlarına gelir. Burada bu
mânâların herhangi birisinin kasdedilmiş olması muhtemeldir. Yâni içine ekmek
doğranmış et suyunun yağlı oluşu veya et suyu içinde yağlı küçük et parçalarının
bulunuşu ya da et suyu içinde hayvanın iç yağı parçalarının varlığı ifâde
edilmek istenmiş olabilir.
Tirmizi' nin
rivayetinde "Vedek" kelimesi yerine "Vezr" kelimesi
bulunur. Tuhfe yazan: Vezr, vezre'nin çoğuludur, küçük parçalar hâlinde
doğranmış kemiksiz et manasınadır, der.[23]
1. Sofrada yalnız bir çeşit yemek bulunduğu zaman herkes
kendi tarafına en yakın yerden yemeli ve diğerlerinin önünden yememelidir.
2. Sofrada çeşitli meyveler bulunduğu zaman arzu edilen
çeşit başkasına daha yakın olsa bile ona *el uzatılabilir. Yemek de böyledir.
3. Sofradaki meyve tek çeşit ise, tek çeşit yemek
gibidir.
4. Yemek adabına riâyet etmeyen ve usûlü bilmeyen
kimseleri eğitmek meşrudur.[24]
3275) "... Abdullah bin Büsr (RadtyaÜâhü anh)'den
rivayet edildiğine göre:
Bir kere Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e büyük bir çanak (tirit) getirildi. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sofraya oturanlara) :
Çanağın kenarlarından
yeyiniz (yâni herkes kendisine en yakın yerden yesin) ve çanağın zirvesini
(yâni ortasını ve yukarısını) bırakınız ki bereketlensin, buyurdu."
Hâl Tercemesî
îkras bin Züeyb
et-Temimt Ebü's-Sahbâ (R.A.), sahâbldir. Râvİsi, oğlu Abdullah'tır.
(Müellifimizin ve TirmizI'nin elde mevcut nüshalarına göre oğlunun İsmi
UbeyduHahtır). TİrmizI ile İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir.
(Tuhfe yazarının beyanına göre bu zat yüz yıl yaşamıştır.) (Hulasa, 306)
3276) "... Vasile bin el-Eska' el-Leysî (Radtyallâkü
anh)'den; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tiritin üstüne
mübarek elini koyup şöyle buyurdu:
Allah'ın ismini anarak
tiritin kenarlarından yeyiniz (yâni herkes kendisine en yakın yerinden yesin)
ve tiritin üst kısmını bırakınız. Çünkü bereket ona üstünden gelir."
Not: Zevald'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Abdurrahman bin Ebi Kaslme bulunur. Ben hiç bir
hadis imamının onun hakkında herhangi bir söz söylediğini görmedim. Râvi Ömer
bin ed-Derefs'in hadisinin ise yararlı olduğu söylenmiştir. Kalan ravller de
sıka, yâni güvenilir zâtlardır.
3277) "... İbn-i Abbâs (RadtyaÜâhü anhümâyâan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir:
Yemek (sofraya)
konulduğu zaman onun kenarından yeyiniz (yâni herkes kendisine en yakın
yerinden yesin) ve ortasını bırakınız. Çünkü bereket onun ortasına iner."[25]
Abdullah bin Büsr
(Radıyallâhü anhVın hadisini Ebû Dâvûd uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir.
Vâsi-1 e (Radıyallâhü anh) 'in hadisi
Zevâid nevindendir. İbn-i Abb â s (Radıyallâhü anh) 'in hadisi
Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Ahmed, Dârimî, Ibn-i Hibbân ve Hâle i m tarafından da rivayet edilmiştir.[26]
1. Yemeğin ortasından ve yukarısından önce kenarından
yemek meşrudur.
Avnü'l-Mabûd yazarının beyânına göre H â f i i
ve başkası: Tiritin üstünden ve çanağın ortasından yemek mekruhtur. Keza
kişinin, arkadaşının önünden yemesi de mekruhtur. Fakat meyvelerde arkadaşın
önünden yemekte bir beis yoktur, demişler.
El-Es-nevi" nin beyânına
göre yukarda mekruhluğuna hükmedilen hususlar
Ş â f i i' ye göre haramdır.
Yemeğin ortasından veya üstünden yemenin yasak kılınması hikmeti ise
hadislerde beyân edildiği gibi, bereketin yemeğin ortasına ve üstüne
inmesidir. H a t t â b i de:
Hadîslerdeki yasaklık sofrada birden fazla kişinin bulunması hâline mahsustur.
Yasağın hikmeti de şudur: Yemeğin en
kıymetli ve lezzetli kısmı kabın ortasında ve üst kısmında bulunur. Birden fazla
kişinin oturduğu sofrada bir kimse yemeğin ortasından ve üstünden yemek
istediği zaman yemeğin en kıymetli kısmını
seçmekle kendi nefsini sofradaki arkadaşlarına tercih etmiş olur. Bu ise
îslâ-mî prensiplere ters düşer. Diğer taraftan böyle davranmak edebe, terbiyeye
ve beşerî ilişkilere aykırı olur. Ama kişi yalnızca sofraya oturduğu zaman
kendisine sunulan yemeğin istediği yerinden yiyebilir. Bunda bir beis ve
sakınca yoktur, demiştir.
2. Kabın ortasında ve üstünde bulunan yemek sonraya
bırakılmalıdır.
3. Yemeğe başlarken Bismillah demek suretiyle Allah
anılma-hdır.
4. Sofrada birden fazla kişinin bulunması hâlinde
herkesin kendisine en yakın olan taraftan yemesi ve yemeğin ortasının sonraya
bırakılması sofranın bereketli olmasına vesiyle olur. Bu hüküm, sofrada
bulunan yemeğin tek çeşit olması hâline mahsustur.
İlk hadisin râvisi
Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 1726 ve ikinci hadisin
râvîsî Vasile (Radıyallâhü anh) 'ınki 530. hadis bölümünde geçti.[27]
3278) "... Ma'kıl bin Yesâr (Radtyallâhü anhydtn
rivayet edildiğine göre:
Bir gün kendisi (misafir bulunduğu bir köyde) öğle
yemeğini yerken bir lokma yere düştü. Kendisi de lokmayı yerden alıp
temizledikten sonra yedi. Bunun üzerine orada bulunan köyün ileri gelenleri
biribirine işaretle onun bu hareketini yadırgadılar. Sonra kendisine:
Attan (sen) Emîr'i
yararlı işlerde muvaffak eylesin. Köy ileri gelenleri, senin önünde bunca
yemek varken düşen lokmayı almanı-mi-mikleşerek yadırgadılar, denildi. Ma'kıl
bin Yesâr şöyle cevabladı:
Ben Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim bir şeyi şu acemler için bırakacak
değildim. Biz, birimizin lokması yere düştüğü zaman ona, lokmasını yerden alıp
temizledikten sonra yemesini ve şeytana bırakmamasını emrederdik.*1
Not: Ebû Hatim demiş
ki Hasan-i Basrl, Ma'kıl bin Yesfir'dan hadis İşit memiçtfr,
3279) "... Câbir (Radtyallâhü ankyden rivayet
edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Selle»/) şöyle buyurdu,
demiştir :
(Yemek yerken) lokma
birinizin elinden yere düştüğü zaman lokmanın üzerinde bulunan (toz, toprak
gibi şeyh gidersin ve o lokmayı yesin."[28]
Birinci hadise diğer
kitablarda rastlamadım. İkinci hadîsi Müslim
ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Birinci hadîste geçen
"Dehâkıyn" kelimesi Duhkan'm çoğuludur. Duhkan, muhtar, vali, köy
sahibi, arazi sahibi ve otoriter gibi mânâlara gelir. Sindi'nin beyânına göre
burada köy sâhibleri ve tarımcılar mânâsı kasdedilmiştir.
"Aâcım"
kelimesi de A'cem'in çoğuludur. A'cem, Arap olmayan kimse, dilsiz kişi, yabancı
ve anlatış kabiliyeti kıt olan kimse gibi değişik mânâlara gelir.[29]
1. Yemek yerken yere düşen lokmayı alıp yemek
müstehabtır. Şayet lokmanın üstünde toz ve toprak gibi bir şey varsa bunu giderdikten
sonra yemek meşrudur. Bu hüküm, lokmanın düştüğü yerin temiz olması hâline
mahsustur. Eğer lokmanın düştüğü yer pis veya mikroplu ise ve lokma zararlı
bir duruma girmiş ise yenmez. Lokma yıkanmak suretiyle dînen temiz ve sağük
açısından zararsız hâle getirilebilirse bu şekilde temizlendikten sonra
yenebilir. Bu şekilde temizlenmesi mümkün olmayınca şeytana bırakılmamalı ve
hiç olmazsa bir hayvana yedirilmelidir.
2. Yere düşen lokma yenmediği takdirde şeytana
bırakılmış olur. Bâzı ilim adamları bu ve benzeri hadisleri delil göstererek,
şeytanların yemek yediğine hükmetmişlerdir.
T u r b e ş t î ise; Yerde
terkedilen lokmanın şeytana bırakılması yorumu şöyledir: Yere düşen lokma yenebilir durumda olduğuna
rağmen yenmeyip terke-dildiğinde Allah'ın nimeti heder edilmiş olur ve hiç bir
mazeret olmaksızın küçümsenmiş olur. Diğer taraftan yere düşen lokmayı alıp
yememek kibirli insanların huylanndandır. Genellikle lokmayı yerden almamak
kibir ve gururdan ileri gelir. Kibir ve gurur ise şeytanın işidir, der.
3. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in
sünnetine ve İs-lâmi prensiplere uymak, câhil ve bilgisiz veya başka türlü
düşünen kimselerin hatırı için bırakılmaz. Diğer bir ifâde ile Islâmî prensiplerden
hiç kimseye tâviz verilmez.Ma'kıl
bin Yesâr (Radıyallâhü anh) 'in hal tercemesi 1448.
hadis bölümünde geçti.[30]
3280) "... Ebû Musa el-Eş'arî (Radtyallâhü onh)'den
rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle
buyurmuştur:
Erkeklerden çok kimse
(fazilette) kemâle erdi. Kadınlardan da İmrân'ın kızı Meryem ve Fir'an'ın
karısı Âsiye'den başka hiç biri (fazilette) kemâle ermedi. Âişe'nin diğer
kadınlara üstünlüğü de şüphesiz, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü
gibidir."
3281) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyden rivayet
edildiğine göre ; Resûlullah (Sallaüahü Aleyhi ve Seller») şöyle buyurmuştur :
Âişe'nin diğer
kadınlara üstünlüğü tiridin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir."[31]
E b û M û s â
(Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buharı, Müslim, Tirmizi ve Nesâî de rivayet
etmişlerdir. Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir.
Birinci hadiste
kadınlardan yalnız Meryem ile Âsiye'-nin kemâle,, eriştikleri beyân
buyurulmaktadır. Bu ifâdeden maksad eski ümmetlerin kadınlarından bu iki
hatunun kemâle eriştiklerini ifâde etmektir, ya da kadınlardan kemâle erenlerin
azlığıdır. Durum böyle olunca bu iki kadının Hz. Fâtıma, Hz. Hatice ve H z. Â i
ş e (Radıyallâhü anhüm) 'den üstünlükleri anlamı çıkmaz.
Bir kısım ilim
adamları bu ve benzeri nassları delil göstererek Hz. Meryem ile Hz. Âsiye' nin
peygamber olduklarına hükmetmişlerdir. Hattâ Eş'ari kadm peygamberleri altıya
çıkarmıştır : Havva, Sâre, Mûsâ' nın anası, H â c e r, Âsiye ve M
e r y e m . Fakat Kirmânl
kadınlardan hiç kimsenin
peygamber olmadığı yolunda icmâ bulunduğunu ifâde etmiştir. Bu mesele hakkında
icmâ bulunmasa bile en sıhhatli görüş budur.
Buhar î, Ebû Mûsâ
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini rivayet ettiği babın başında T a h r î m
sûresinin son iki âyetini zikretmiştir. Bu âyetlerde Hz. Meryem ile Hz. Âsiye'
den söz edildiği için mealini buraya geçirmeyi uygun buldum:
"Allah (kâfirlere
akrabalığı olan) mü'minler için de Fir'avun'un karısmı (Âsiye'yi) misal
gösterdi (fazilet örneği kıldı) : O, Rabbim benim için katında, cennet'te bir
ev yap da beni Fir'avn'den ve onun işledikleri (kötülükleri) nden kurtar.
Zâlimler topluluğundan da kurtar, demişti.
Allah mahrem yerini
korumuş olan İmrân kızı Meryem'i de mü'minler İçin misâl (iffet ve namus
örneği) kıldı. O'na ruhumuzdan üfledik. O, Rabbinin sözlerini ve kitablannı
doğruladı. O, bize gönülden itaat edenlerdendi."
Hz. Âsiye ve Hz.
Meryem'in faziletleri K ur1-an-ı Kerîm'in müteaddid âyetlerinde beyân
buyurulmuştuı:: T a h â sûresinin 38, 39. âyetleri, K a s a s suresinin 7-13.
âyetleri, Meryem sûresinin 16 - 29. âyetleri ve Enbiyâ sûresinin 91. âyeti bu
konu ile ilgili âyetlerdendir. Bunların tefsirlerine bakılabilir.
H z. Â i ş e
(Radıyallâhü anhâ) 'nın faziletine dâir fıkraya gelince el-Hâfız bununla
ilgili olarak özetle şöyle der: Bu ifâde H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın
diğer bütün kadınlara üstünlüğüne delâlet etmez. Çünkü tiridin diğer yemeklere
üstünlüğü şu noktalardandır: Tirid kolay hazırlanır, rahat yenir. Tirid, o
devrin en değerli yemeği sayılırdı. Bu durum tiridin diğer bütün yemeklerden
üstünlüğünü ifâde etmez. Zira başka yönlerden ondan daha değerli ve lezzetli
yemekler bulunur.
Turbüşti de: Hz. Âişe'
nin faziletinin beyânı hususunda tiridin örnek gösterilmesi sebebi şudur:
Tirid, Arapların yemeklerinin en üstünüdür, en iyi doyurucu gıdadır.Araplar,
etli yemekler içinde en çok tiridi överlerdi. Yemeklerin en üstününün et
olduğu da rivây t edilmiştir. Etli tirid,
besleyici, lezzetli, pek çiğnemeye gerek duyulmadan rahat yutulan ve kolay
hazımlanabilen bir yemektir. H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) da güzel
huyluluğu, tatlı dili, şivesinin düzgünlüğü, zekâsı, kabiliyeti, ilmi liyâkati
ve sevimliliği ile Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sevgisini ve
takdirini kazanmış bir hâtûn idi. İşte onun bu üstünlüğü bu hadiste beyân
edilen tirid örneği ile dile getirilmiştir, der.
Hz. Â i ş e
(Radıyallâhü anhâî'mn diğer kadınlara üstünlüğü,, ifâdesinde geçen kadınlar
sözü ile dünyanın bütün kadınları veya cennet kadınları, yahut muasır olduğu
kadınlar veya bu ümmetin kadınları anlamı kasdtdilmiş olabilir. Ancak yukarda
e 1 - H â -f ı z' in belirttiği gibi bu fıkra H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)
'-nin her yönüyle bütün kadınlardan üstün olduğunu ifâde etmez. Evet H z. Â i ş
e ' nin bilgisi, edebi, üstün ahlâkı ve sayılamayacak derecede fazilet ve
meziyetleri bulunmakla beraber Hz. Fâtıma ve Hz. Hatice 'nin de sayılmayacak
kadar üstün fazilet ve meziyetleri bulunur. Bu itibarla bu üç anamızın
faziletleri ve meziyetleri pek çoktur. Bunlardan birisinin diğerlerinden
üstünlüğünü söylemek pek isabetli ve kolay değildir. Allah cümlesinden râzi
olsun ve bizlere şefaatçi kılsın.[32]
3282) «... Câbir bin
Abdiilah (Radtyallâkü anhümâydan; Şöyle demijtîr:
Biz Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zamanında (ateşte hazırlanan) yemeği nadiren
bulur idik ve onu biz bulduğumuz zaman ellerimiz, kollarımız ve ayaklarımızdan
başka (silinecek) mendillerimiz yoktu. Ve biz (ateşte hazırlanan yemeği
yedikten) sonra (yeniden) abdest almadan namaz kılardık
Ebû Abdiilah (İbn-i
Mâceh) dedi ki: Bu hadis garib'tir, yalnız Mu-hammed bin Seleme'den rivayet olunmuştur."[33]
Bu hadisi B u h â r i
de "Atima = Taamlar" kitabının "Mendil" bâbmda rivayet
etmiştir. Ordaki rivayete göre râvi S a î d bin el-Hâris, ateşte hazırlanan
yemeği yemekten dolayı abdest almanın gerekip gerekmediğini Câbir bin
Abdillah'a sormuş ve bunun üzerine
Câbir bu hadisi rivayet
etmiştir.[34]
1. Yemekten sonra eli temiz bir bezle silmek
müstehabtır. E 1 -H â f ı z' m beyânına göre I y â z :
Bu hüküm, elleri yıkamaya gerek olmadığı hâle mahsustur. Şayet
yemeğin eseri veya kokusu bez sürmekle giderilmezse bezle silmek müstehab
değildir, müstehab olan şey elleri yıkamaktır. Yemekten sonra elleri yıkamayı
emreden hadisler (3296 ve 3297. nolu hadislerimiz) bunu gösterir, demiştir.
2. Ateşte hazırlanan, yâni ateş üstünde pişirilen
veya kaynatılan ya da ısıtılan veya herhangi bir şekilde ateşin etki ettiği
bir yemek yemek abdesti bozmaz. Abdestli iken böyle bir yemeği yiyen kimse o
abdest ile namaz kılabilir. Bu hususla
ilgili hadislerin bir kısmı Taharet kitabında geçti.[35]
3283) "... Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü anh)'den
rivayet edildiğine göre:
Peygamber *
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yemek yediği zaman; = «Hamd, bizi yediren,
içiren ve müslüman kılan Allah'a mahsustur- derdi."
3284) "... Ebû Ümâme el-Bâhilî (Radtyallâhü ank)'den
rivayet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yemeği
kaldırıldığı veya önündeki (yemek) kaldırıldığı zaman şöyle derdi:
"Vazgeçilmeyip
dâima ihtiyaç duyulan, sürekli, geri çevrilmeyen, bereketli ve riyasız olan çok
hamd Allah'adır. Ey Rabbimiz."
3285) "... Muâz bin Enes el-Cühenî (Radtyallâhü
anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallollahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur: Kim bir yemek yeyip
de (yemekten) sonra;
Hamd, benden ne bir hareket ne de bir güç olmaksızın bana
bu yemeği veren ve yediren Allah'a mahsustur, derse onun geçmiş (küçük) günahı
bağışlanır[36]
Ebû S a i d
(Radıyallâhü anh) 'm hadisini Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet
etmişlerdir. Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Buhârî, Tirmizi, Ebû Dâvûd
ve Nesâî de rivayet etmişler. Muâz bin Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini
Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
Bu hadisler, yemekten
sonra Allah Teâlâ'ya hamd ve sena etmenin müstehabhğına, O'nun nimetlerine
karşı şükür görevini ifa etmenin, nimetlerin çoğalmasına vesile olduğuna
delâlet eder. Hamd, çeşitli şekillerde olabilmekle beraber en güzeli bu
hadislerde rivayet edilen cümlelerle yapılanıdır.
Ebû Ümâme e 1-Bâ.hi 1
i (Radıyallâhü anh)'in hâl tercemesi 449. ve Muâz bin Enes (Radıyallâhü anh) 'm
hâl tercemesi 1116. hadis bölümünde geçti.[37]
3286) "... Vahşi bin Harb (Radtyallâhü anh)'âen
rivayet edildiğine göre sahâbîler:
Ya Resûlallahl Biz
yemek yiyiyoruz da doymuyoruz, dediler. Re-sûl-1 Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (onlara) :
Siz ayn ayn mı
yiyorsunuz? buyurdu. Sahâbîler: Evet, diye cevab verdiler. ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bundan sonra yemeğiniz
üzerinde toplanınız (yâni beraber yeyı-niz) ve yemeğe (başlarken) Allah'ın
ismini anınız ki yemek sizin için bereketli olsun, buyurdu."
3287) "... Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)'âen
rivayet edildiğine göre; Kendisi Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir :
Yemeği toplu halde
yeyiniz ve ayrı ayrı yemeyiniz. Çünkü şüphesiz, bereket toplulukla
beraberdir."[38]
Vahşi (Radıyallâhü
anh) 'm hadîsini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Ömer (Radıyallâhü anh)'in
hadîsine diğer ki-tablarda rastlayamadım. Râvî Kahraman
zayıftır.
Bu hadisler ev
halkının yemeğe toplu halde oturmasının yemeğin bereketli olmasına vesiyle
olduğuna delâlet eder. 3254 ve 3255 nolu hadisler de bunu teyid eder
durumdadır. Bir ev halkının yemeği ayrı ayrı yemesi ise yemeğin bereketsiz
duruma düşmesine sebebiyet verir.
İlk hadisin râvisi
Vahşi bin Harb, Hz. Hamza (Radıyallâhü anh) 'ı U h u d savaşında şehid eden
kimsedir. Sonradan müslümanhğı kabul etmekle sahâbilik şerefine mazhar olmuştur.
8 aded hadisi vardır. B u h â r i onun bir hadîsini rivayet etmiştir. Râvisi
oğlu Harb ve Ubeydullah bin Adi bin e 1-Hıy â r'dır. Ömer bin el-Hattâb
(Radıyallâhü anh) : Benim içimde Vahşîye karşı bir nefretim vardı. Nihayet
bir gün Şam'da şarap içtiği gerekçesiyle yakalanmıştı. Bunun üzerine içki içme
cezasına çarptırıldı ve ben onun aylığını 300*e indirdim, demiştir. Hz. Ömer
daha önce ona 2000 dirhem maaş bağlamıştı.[39]
3288) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle
demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ne yiyeceğe üfürürdü ne de içeceğe. Ve kabın içine doğru
solunmazdı."[40]
Tirmizî ve Ebû D â v û
d da bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Yemeğe veya meşrubat nevinden sayılan
su, çay ve diğer içeceklere üfürmek ya soğutmak veya başka bir şey içindir. Şayet
soğutmak için ise biraz beklemek en uygun olanıdır. Üfürmek uygun değildir.
Çünkü üfürürken tükürük taneciklerinin yiyeceğe veya içeceğe gitmesi
muhtemeldir. Bu ise tiksindirir. Üfürmek başka bir maksadla olsa yine bu
ihtimal mevcuttur. Kabın içine doğru teneffüs etmek ve solunmak da ayni
sakıncayı doğurabilir. Her alanda insanları eğiten Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) yemek âdabı balonundan da davranışlarıyla en güzel
örnek olmuştur. Bunun içindir ki hiç bir zaman ne yemeğe üfürmüş, ne meşrubata
üfürmüş ve ne de yemek veya meşrubat kabının içine doğru solunmuş-tur. Şu
halde bir büyük tastan meselâ, ayran içmek isteyen bir kimse ayran içerken nefes
almak isterse tası ağzından uzaklaştırmalı ve sonra nefes alıp vermelidir.
Diğer meseleler için de örnek verilebilir.
Bâzı ilim adamları:
Hadîsteki adâb toplu olarak yemek yemek veya su ve diğer meşrubatı içmek
hâline mahsustur, demişler ise de el-Hâf ız'ın dediği gibi bu hüküm umumîdir ve
umumiliğine göre muhafaza edilmelidir. Çünkü yemeğin ve meşrubatın az veya çok
bir mikdarının artması ihtimâli düşünülmelidir. Diğer taraftan bir kişinin kaba
üfürmesi veya içine doğru solunması başkalarını tiksindirir ve sağlık
açısından zararlı olabilir.[41]
3289) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a«A)'den rivayet
edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Birinizin yemeğini
hizmetçisi getirdiği zaman o kimse hizmetçisini (yemeğe) oturtsun ve onunla
beraber yemek yesin. Şayet hizmetçi (oturup onunla yemek yemeden) imtina
ederse (veya o kimse, hizmetçisini oturtup beraber yemek yemeden imtina
ederse) o kimse hizmetçisine yemekten (biraz olsun) versin."
3290) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü o«A>'den
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir: Sizden
birisinin kölesi zahmetini ve sıcaklığını çektiği bir yemeği efendisine
sunduğu zaman, efendi o köleyi (yemek sofrasına) çağırsın ve onunla beraber
yesin. Şayet efendi (bunu) yapmazsa bir lokma alıp kölesinin eline versin.
Not: Ed-Dümeyri, bu
hadisin Zevâid nevinden olduğunu söylemiştir. Sindi ise : Ben derim Ki Zevâid
yazarı bunu Zevâid. arasında anmamıştır. Çünkü bu, Ebû Hüreyre'den rivayet
olunmuş bir hadîstir. Ebû Hüreyre'nin hadîsini Îbn-İ Mâ-ceh'ten başkası da
rivayet etmiştir.
3291) "... Abdullah (RadtyaUâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre; Re-sûlullafa (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
Birinizin yemeğini
hizmetçisi getirdiği zaman efendi hizmetçisini beraberinde (yemeğe) oturtsun
veya ona yemekten versin. Çünkü yemeğin (ateş) hararetini ve dumanını yüklenen
hizmetçidir."[42]
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhar!, Müslim, Tirmizl ve Ebû Dâvûd da rivayet
etmişlerdir. Abdullah (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi N e s â I tarafından da
rivayet edilmiş olabilir. Diğer kitablarda rasthyama-dım.
Bu hadisler
yardımlaşma, tevazu, şefkat ve merhamet gibi güzel ahlâkı teşvik edicidir.
Yemeği pişiren ve
hazırlayan kişi köle olsun, hizmetçi olsun yemeğin zahmetini çekip kokusunu
almış iken ondan yememesine mü'-ininin gönlü Wf razı olur mu?
Hizmetçiyi sofraya
çağırıp oturtmak ve beraber yemek ile ilgili emir müstehabhk içindir. Tabii
mahremlik prensibine aykırı bir durumun olmaması da şarttır. Meselâ hizmetçi
genç bir kız ise, genç erkeğin bu hizmetçiyi sofrasında oturtması ve beraber
yemesi yasaktır, bu gibi durumlar bu emrin dışında kalır.
Şayet efendi,
hizmetçiyi sofrasında oturtmak istemez veya o ister de hizmetçi bundan imtina
ederse efendi hizmetçiye yemekten vermelidir. M ü s 1 i m' in rivayetinde bu
duruma âit fıkrada "Şayet yemek az ise" kaydı vardır. Yâni yemek az
ise bir iki lokma verilmelidir, çok ise hizmetçiye yeteri kadar verilmelidir.
Bu emir de müstehabhk içindir.[43]
3292) "... Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü anh)'den; Şöyle
demiştir: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ ne masa üstünde ne de küçük tabakta yemek
yemiştir. (Hâvi) Katâde, (Enes'e) : Peki
onlar yemeği neyin üstünde yiyiyorlardı? diye sormuş. Enep t Yer sofraları
üstünde, diye cevab vermiştir.*'
3293) Enes
(Radtyattâhü onA/den; Şöyle demiştir:
Ben,
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i vefat edinceye kadar masa üstünde
yemek yerken görmedim[44]
Müellifimizin kısmen
değişik iki senedle rivayet ettiği Enes (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri,
Tirmizi ve Ne-s â î de rivayet
etmişlerdir.
Sükürrece: Küçük tabak
manasınadır.
Hıvân: Yemek masası,
yüksekçe konulan büyük sini veya sofra demektir.
Süfer: Süfre'nin
çoğuludur. Süfre ise yere serilen yemek sofra-sidir. Bu bezden veya deriden
olduğu gibi tahta ve başka maddelerden de olabilir.
\ Yemeği yüksek bir
masa veya sofraya koyup eğilmeden yemek kibirli
kimselerin âdeti sayıldığı için yer sofrası tercih edilmiştir.
Enes {Radıyallâhü
anh), Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in dâima yer sofrasında yemek
yediğini ifâde etmek istemiştir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in
küçük tabaktan yeme-mesinin sebebine gelince el-Irâkî, Tirmizi' nin şerhinde
şöyle der: Bunun sebebi, ya bu küçük tabakların o zaman yapılmamış olmasıdır
veya onlar toplu halde yemeğe oturdukları için küçük tabakların işe
yaramamasıdır. Şöyle de olabilir: Sükürrüce denilen tabak, iştah açmak için
yemek sofrasında bulundurulan yeşillik ve salata kabıdır. Onlar genellikle
doyunca yemek yemezlerdi. Bu nedenle iştah açıcı bir şey yemeye de ihtiyaçları
yoktu.[45]
3294) "... Âişe (Radıyallâhü anhâyAzn rivayet
edildiğine göre:
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yemek (sofradan)
kaldırılıncaya kadar (sofradan) kalkmayı yasaklamıştır."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde bulunan el-Velid bin Müslim, tedlisçidir. Mekhûl
ed-Dımışkî de böyledir. Münir bin ez-Zübeyr hakkında da Duhaym: O, zayıftır,
demiş ve İbn-i Hibbân da: O, sıka yani güvenilir râvi-lerden mudal hadisler
rivayet eder, ibret amacı dışında ondan rivayette bulunmak helâl değildir,
demiştir.
3295) "... İbn*i Ömer (Radtyallâhü ankütnâydan rivayet
edildiğine göre; ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Yemek sofrası (na
yemek) konulduğu zaman sofra kaldırılmadıkça hiç bir adam (sofradan) kalkmaz
ve kişi doysa bile sofradakiler yeme işini bitirinceye kadar elini yemekten
kaldırmaz. (Doyan kişi arkadaşları doyuncaya kadar) yemeğe devam etsin. Çünkü
adam (yemekten elini çekmekle) yanında oturan arkadaşını utandırır ve
arkadaşı belki yemek ihtiyacım duyduğu
halde elini tutar (yâni yemeden çekinir)."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun
senedinde Adü'I-A'lâ bin A'yan bulunur. Zayıf bir râvidir.[46]
Bu bâbta rivayet
edilen hadîsler Zevâid nevinden olup senedleri zayıftır.[47]
1. Toplu halde yemeğe oturulduğu zaman erken doyan kişi
sofradaki arkadaşlarından önce kalkmamalı ve oyalanmalıdır ki arkadaşları sıkılarak
aç kalkmasın. Kişinin böyle davranması müstehabtır.
2. Sofraya
konulan yemek kabları kaldırılmadan sofradan kalkmamak müstehabtır.[48]
3296) "... Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin
kızı Kâtıma (Ra-dtyallâhü ankâ)*âan rivayet edildiğine göre: Kendisi Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bilmiş olunuz ki
elinde et kokusu bulunduğu halde (elini güzelce yıkamada*) geceleyen (yâni yatan)
bir kimse (nin basma bir şey gelirse)
kendi nefsinden başka kimseyi kınamasın (yâni suçlamasın)."
3297) '... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet
edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurınu§tur:
Sizden birinin elinde
et kokusu bulunup da elini (güzelce) yıkamadan uyuduğu, sonra başına bir şey
geldiği zaman sakın kendi nefsinden başka hiç kimseyi kınamasın (yâni
suçlamasın)."[49]
F â 11 m a
(Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine
bakılmalıdır. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd,
Hâkim ve îbn-i Hibbân tarafından da rivayet edilmiştir.
Hadislerde geçen
"Gamar" et ve yağının eseri manasınadır. Yâni et yemeğini yeyip
elini güzelce yıkamadan yatan bir kimse haşerelerden ve zehirli hayvanlardan
zarar görürse kendi nefsinden başkasını suçlamasın.
Haşerelerin ve zehirli
hayvanların zarar vermesine sebep olan diğer yemeklerin kokusu da böyledir.
Hadisler yemekten
sonra, özellikle akşam yemeğinden sonra elleri yıkamanın müstehablığına
delâlet eder. Ş e v k â n î : Hadîsin zahirine göre elleri su ile yıkamakla
sünnet yerine gelmiş olur, demiştir. Fakat İbn-i Reslân: En iyisi elleri sabun
veya benzeri bir şeyle yıkamaktır, der.
Elleri yıkama emrinin
hikmeti ellerdeki et, yağ ve benzeri yemek kokusunu gidermek ve sağlığı korumak
olduğuna göre çoğu zaman sırf su ile bu koku giderilmez. Bu itibarla kirliliği
ve kokuyu giderici biçimde yıkamak müstehabtır.
Şu noktayı da
belirtmek gerekir: Elleri yıkamanın müstehablığı yemek yemiş kimselere mahsus
değildir. Meselâ yemek yemeyip de başkasına yediren veya eli yemeğe bulaşmış
olan kimse de ellerini yıkamalıdır, ellerini yıkaması müstehabtır. Çünkü
hadîslerdeki ifâde geneldir.
Âlimlerin bir kısmı:
Elinde yemek kokusu varken yıkamadan uyuyan kimsenin başına gelebilecek zarar
haşerelerin veya zehirli hayvanların ısırması ve soknıasıdır, demiştir. Diğer
bir kısım âlimler ise: Bu zarar, baras hastalığı da olabilir. Çünkü kişi
uykuda iken kirli eli terlenen bedeninin bir tarafına dokunabilir ve baras veya
başka hastalığa sebep olabilir, demiştir.[50]
3298) "... Esma bint-i Yezîd (bin es-Seken bin Râfi)
(Radtyattâhü an-hâ)'dan; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e bir yemek getirildi. Sonra bize takdim edildi. Biz: Yemeğe
iştihamız yok, dedik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem CSallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
Açlığı ve yalan
söylemeyi toplamayınız, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bu hadisin senedi hasen'dlr. Çünkü r&vt Şehr hftirirjınria
ihtilİf vardır.[51]
Sindi bu hadisle
ilgili olarak: Bu hadîste anlatılan hususun H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)
'nın düğünü sırasında olduğu rivayet olunmuştur, der. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in "Ey kadınlar açlığı ve yalan söylemeyi
toplamayınız" mealindeki buyruğu ile kasdedilen mânâ şudur: Siz aç
olduğunuz halde iştahımız yoktur, demekle yalan söylemiş olursunuz.[52]
1. Yemek hazır iken gelenlere buyur etmek müstehabtır.
2. Yemeğe buyur edildiği zaman kişi aç ise yemekten
yemesi meşrudur, müstehabtır.
3. Aç olan bir kimsenin yemeğe samimi olarak buyur
edildiği zaman: Ben tokum, deyip yalan söylemesi caiz değildir.
3299) ".,. (Abdü'l-Eşhel oğullarından bir adam
olan) Enes bin Mâlik (Radty<Ulâhü
ank)'dtn rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :
Ben (Medine-i
Münevvere'ye) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma vardım. O, öğle
yemeğini yiyordu. (Bana) :
(Sofraya) yanaş da
(yemek) ye, buyurdu. Ben: Oruçluyum, dedim. Fakat Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in yemeğinden niçin yemedim, diye üzgünüm, pişmanım."[53]
Bu hadis 1667 numarada
geçti. Oradaki metin daha uzundur. Gerekli bilgi için oraya müracaat
edilmelidir. Orada açıklandığı üzere E n e s (Radıyallâhü anh)'m tuttuğu orucun
nafile oruç olduğu bâzı rivayetlerden anlaşılmaktadır. Oruçlu iken bir yemeğe
davet edilen kimsenin orucunu bozup bozmaması ile ilgili bilgi ise 1750, 1751.
hadîslerin izahı bölümünde geçmiştir. Burada tekrarlamaya gerek yoktur.
îlk hadisin râvlsi
Esma bint-i Yezîd (Radıyallâhü anhâ)'nın hâl tercemesi 1589. hadîsin dip
notunda geçmiştir. îkinci hadisin râvisi E n e s (Radıyallâhü anh) Peygamber
(Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) fin hizmetçisi olan Enes bin Mâlik (Radıyallâhü
anh) 'den başka bir sahâbidir.[54]
3300) "... Abdullah bin el-Hâris bin Cez, ez-Zübeydî
(Radtyallâhü anh)'-den; Şöyle demiştir:
Biz, Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken mes-cidde ekmek ve et
yiyiyorduk."
Not: Zevfiid'de şöyle denilmiştir: Bunun Mnadl
hasen'dir. R&rüeri sıka, yâni güvenilir rfttlardır. Rftvl Yakub"tm
EttttÖfittMtl tafckmfe ihtUM TUdır.[55]
Bu hadise göre
mescidde ekmek ve et yemek caizdir. Âlimlerin bu husustaki görüşleri ise
şöyledir:
1. Hanefi mezhebine
göre soğan ve sarımsak gibi fena kokusu bulunan bir şeyi mescidde yemek
tahrimen mekruhtur. Böyle bir şeyi mescidin dışında yiyen bir kimsenin de
mescide girmesine izin verilmez. Fena kokusu olmayan bir şeyi mescidde yemek
ise ten-zihen mekruhtur. Ancak itikâfa giren, yânı ibâdet maksadıyla bir süre
mescidde kalmaya niyetlenip bu işe başlamış olan kimse itikâf süresince
mescidde yemek yer ve yemesinde bir mekruhluk yoktur.
2. Şafiî
mezhebine göre mescidin kirlenmesine sebep olan bir şeyi yemek caiz
değildir. Meselâ bal, yağ ve yağlı bir şey mescidde yendiği zaman mescid
kirletilir ise haramdır. Mescidi kirletmeyen bir şeyi yemekte bir sakınca
yoktur. Soğan ve sarımsak gibi fena kokulu bir şey yemek ise mesciddekileri
rahatsız ettiğinden mekruhtur. Zâten dışarda bile böyle fena kokulu bir şeyi
yiyen kimsenin bu halde mescide girmesi mekruhtur.
3. Mâliki
mezhebine göre mescidden başka barınabilecek hiç bir yer bulamayan
yabancılar mescidlerde barınabilirler ve kuru hurma gibi mescidi kirletmeyecek
şeyleri yiyebilirler. Mescidi kirletebilecek gıda maddelerini de sofra sermek
gibi mescidi kirletmeyi önleyici tedbiri aldıktan sonra yiyebilirler.
Yukardaki hükümler
fena kokusu olmayan
yemekler hakkındadır. Fena kokusu bulunan bir şeyi mescidde yemek ise haramdır.
4. Hanbeli
mezhebine göre itikâfta olan ve olmayan bir kimse mescidi kirletmemek ve
mescide bir şey atmamak şartıyla mescidde yemek yiyebilir. Şayet yemek yerken
mescide kemik veya başka bir şey atarsa attığı şeyi kaldırıp mescidi temizlemesi
vâcibtir. Bu hüküm, soğan ve sarımsak gibi fena kokusu olmayan yemekler hakkındadır.
Fena kokusu olan bir şeyi mescidde yemek ise mutlaka, yâni mescid kirletilmese
bile mekruhtur.
Konu hakkında daha
geniş bilgi edinmek için fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır.[56]
3301) "...
İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'âan; Şöyle demiştir:
Biz, Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in zamanında yürürken yemek yerdik ve ayakta (su
ve benzerini) içerdik."[57]
Bu hadisi Tirmizî, Ahmed
ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs yürürken yemek yemenin ve ayakta su
ve benzeri meşrubatı içmenin câizliğine delâlet eder.
Müslim, Tirmizi ve
Ahmed'in rivayet ettikleri bir hadîste ise;
E n e s (Radıyallâhü anh);
Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem), adamın ayakta (su ve benzeri meşrubatı) içmesini şüphesiz
yasaklamıştır, demiş. (Enes'e:
Hâvinin Hâl Tercemesi
Abdullah bin
el-H&ris bin Cez' ez-Zübeydl (R.A.) Mısır'ın fethinde hazır bulunmuştur.
Birkaç aded hadisi vardır. Tirmizi, Ebû Dâvûd ve tbn-I Mâceh onun hadislerini
rivayet etmişlerdir. Râvlleri Yezld bin Ebl Habib ve Süleyman bin ZI-yad
el-HftdnuBİ'dir. Hicri 86. yılı Mısır'da vefat ettiği rivayet olunmuştur. Bu
zat Mısır'da en son vefat eden sahâbidir. (Hulasa, 194)
Ayakta) yemek (nasıldır), diye sorulmuş.
Enes t Ayakta yemek yemek daha şiddetli (yasak) tır, demiş."
Bu hadîs'in metni T i
r m i z i'deki rivayetten alınmadır. Tirmizi
bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
Tirmizi bu bâbta
rivayet edilen hadîsi de rivayet ettikten sonra bunun hasen - sahih - garîb
olduğunu söylemiştir.
Yukarda beyan edilen
iki hadis arasında zahiren görülen ihtilâf ile ilgili olarak çeşitli yorumlar
yapılmıştır. Tirmizi1 nin şerhi Tuhfe'de bu yorumlar izah edilmiştir. Hattâbi,
tbn-i Battal ve başka bir kısım ilim ehlinin tercih ettikleri yorum şöyledir:
Ayakta yemenin ve içmenin yasaklığına dâir hadîs, tenzihen mekruh-luk mânâsına,
diğeri de mekruh olmakla beraber câizliği anlamına yorumlamaktır.
Tuhfe'de belirtildiği
gibi Hu lef â-i Râşidin ile sah'â-bilerin ve tabiilerin büyük çoğunluğunun
uygulaması ayakta yemenin ve içmenin câizliğine delâlet eder. Hulâsa en iyisi
ayakta yememek, içmemektir.[58]
3302) "... Enes (Raâtyallâhü anh)'Ğen; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kabak (yemeğini) severdi."
3303) "... Enes (Radtyallâhü a«A/den; Şöyle demiştir:
Ününü Süleym
(Radıyallâhü anhâ), içinde yaş hurma bulunan bir sepeti benimle beraber
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gönderdi. Sonra ben (Hane-i
Saâdet'te) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i bulamadım. O, biraz
önce kendisini davet edip onun için bir yemek yapan bir dostunun (veya âzadlı
kölesinin) evine gitmişti. Ben de O'nun yanına gittim. (Vardığımda) O, yemek
yi-yiyordu. Enes demiş ki; O, beraberinde yemek yemem için beni (sofraya)
çağırdı. Enes demiş ki: Ev sahibi etli ve kabaklı bir tirid yapmıştı. Enes
demiş ki: Baktım Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabaktan
hoşlanıyor. Enes demiş ki: Ben de (tiridin içindeki) kabak parçalarını toplayıp
O'na yaklaştırmaya başladım .Biz yemeği yeyince Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), evine döndü ve ben hurma sepetini önüne koydum. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de (hurmayı) yemeye ve taksim etmeye
başladı, nihayet sepetteki hurmayı böylece bitirdi."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bu, sahih bir seneddir. Râvileri güvenilir zâtlardır. Bu hadisi,
Kütüb-i Sİtte s&hibleri buna benzer sözlerle yine Enes'ten rivayet
etmişlerdir.
3304) "... Câbir (bin Târik) (Radtyallâhü anh)'dtn;
Şöyle demiştir:
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in evinde
yanma girdim. O'nun yanında şu kabaktan vardı. Ben: Bu nedir? diye sordum. O =
Bu kabaktır. Biz bununla yemeğimizi çoğaltırız, buyurdu."[59]
Enes (Radıyallâhü anh)
'in ilk hadîsini B u h â r i de rivayet etmiştir. İkinci hadis ise notta
belirtildiği gibi benzer sözlerle Kütüb-İ Sitte'nin kalanlarında da rivayet
olunmuştur.
Üçüncü hadîse gelince,
Zevâid yazarının notuna göre Zevâid ne-vindendir. Fakat e 1 - H â f ı z,
el-Fetih'te bu hadîsin T i r m i z 1, N e s â I ve İbn-i Mâceh tarafından
rivayet edildiğini bildirmiştir. Miftâhü'1-Hâce yazarı da ayni şeyi
söylemiştir. Bu itibarla Zevâid nevinden sayılmaması gerekir.[60]
1. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) kabak yemeğini severdi. Ümmeti de
sevmelidir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sevdiği diğer
şeyleri sevmek de birer ibâdettir.
2. Davete icabet etmek meşrudur. Davete icabet bâzı ilim
adamlarına göre vâcib, bir kısmına göre sünnet, diğer bazılarına göre ise
mendubtur.
3. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bir tirid
yemeği dâvetine icabet etmekle yüksek tevâzuunü örnek olarak göstermiştir.
Ümmeti de ayni tevazuu göstermelidir.
4. Davet eden kişi kendi gücüne göre ikramda bulunur.
Gücünün dışında bir yükün altına girmemelidir.
5. Hediyeleşmek müstehabtır. Hediye edilen şeyden başka
kimseler yararlandırılmalıdır.
6. Kişi, rızâsı ve hoşnutluğu olduğuna kanâat ettiği bir
kimsenin evine yemek zamanı davetsiz olarak gidebilir.
E n e s (Radıyallâhü anhJ'ın tiriddeki kabak parçalarını
toplayıp Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafına kaydırması
meselesine gelince, bu durum iki şekilde izah edilebilir: Muhtemelen E n e s,
tirid çanağının Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafında olan
kenardaki kabak parçalarını toplayıp sunmaya çalışmıştır. Çünkü herkesin önüne
en yalan taraftan yemesi ve arkadaşının önüne elini uzatmaması yemek
adabındandır. İkinci ihtimal E n e s, tirid çanağının her tarafından kabak
parçalarını toplamış olabilir. Başkasının önüne el uzatmamanın ve onun önünden
yememenin sebebi sofradakileri tiksindirmemektir. Bu durum Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) için düşünülemez. Herkes onun artığını yemekten
bilâkis zevk ve şeref duyar. Durum bu olunca E n e s' in çanağın herhangi bir
tarafmda bulunan kabak parçalarını toplayıp O'na takdim etmesi kimseyi
tiksindirmemiş, bilâkis şereflendirmiş ve hoşnut etmiştir.
Câbir bin Târik (Radıyallâhü
anh) sahâbidir. Râvîsi oğlu Hakim'dir. Hadisini Nesâi ve İbn-i Mâceh rivayet
etmişler. Tirmizi de eş-Şemâli'de rivayet etmiştir.[61]
3305) "... Ebü'd-Derdâ (Radtyallâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre: Resûlullah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir : Dünyanın ehlinin ve
cennet ehlinin yemeğinin seyyidi (yâni en güzeli) ettir."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde Ebû Meşcaa ve yeğeni Mesîeme bin Abdillah vardır.
Ben bu iki râvîyi zayıf veya güvenilir sayan kimseyi görmedim. Bâvl Süleyman
bin Atâ da zayıftır. Sindi Zevâid'den naklen bu bilgiyi verdikten sonra: Ben
derim ki Tirmizi bu ravînin mevzu hadisleri rivayet etmekle itham edildiğini
söylemiştir, der.
3306) "... Ebü'd-Derdâ (RadtyaUâhü ank)*dea; Şöyle
demiştir:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) davet edildiği et yemeğine dâima icabet etmiştir. Kendisine
hediye edilen eti de daima kabul buyurmuştur."
Not: Zevâid'de söyle
denilmiştir : Bu hadisin senedi bundan önceki hadisin senedinin aynisidir.[62]
3307) "... Ebû Hüreyre (Radtyattâhü a«A/den; Şöyle
demiştir:
Bir gün Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e et (yemeği) İkram edildi de etin kol kısmı O'na
sunulup yemesi istendi. O, etin kol kısmını seviyordu. Bunun üzerine o da
(eline aldığı) koldan eti ısırarak yedi."
3308) "... Abdullah bin Ca'fer (bin Ebî Tâlib)
(Radtyallâhü anhümâ) İbn-i Zübeyr ve bir cemâat için boğazladığı bir deveyi
ikram ettiği sırada, îbn-i Zübeyr'e rivayet ettiğine göre :
Bir defa sahâbîler
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e et yemeğini sunarlarken kendisi
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'den şu buyruğu işitmiştir:
«Etin en güzeli
(hayvanın) sut etidir.**'
Not: Sindi şöyle
demiştir : Zevâid'de bu hadisin senedinin durumu anlatıl* mamıştır. Fakat
senedin kuvvetli olduğunu ifâde eden sözler kullanılmıştır.[63]
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini T i r m i z İ de rivayet etmiştir. B u h â r 1
ile Müslim de bunun bir benzerini rivayet etmişlerdir.
Zira: Hayvanın omuz
mafsalından itibaren ön ayağıdır. Buna kol kısmı da denilir. Nevevi
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm)'in hayvanın kol kısmındaki eti
sevmesinin sebebi hakkında şöyle der: Çünkü etin bu kısmı iyi pişer, hazmı
kolaydır, daha lezzetlidir ve işkembe ile barsaklardan uzaktır.
Nehş ve Nehs: Isırmak
üzere ağıza almaktır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in eti eline
alıp dişleriyle ısırmayı sevmesi ve bu biçim yeyişi tercih etmesi sebebi ise
tevazuu, kibirden uzaklığı ve eti böyle yemenin daha lezzetli oluşudur.
CEZÛR: Boğazlanan deve manasınadır. BAÎR de deve
demektir.[64]
3309) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü a»A)'den; Şöyle
demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S elle m) 'in Allah (Azze ve
Cellel'ye kavuşana
kadar kebab edilmiş bir kuzuyu gördüğünü bilmiyorum.11
Abdullah bin Ca'fer
<HA.)*ın Hâ! Tercemesi
Bu zât, Hz. Ali
(R.A.)'ın kardeşi Ca'fer (RAJIn oğludur. Habeşistan'a hicret eden sahâbîlerin
orada doğan ilk çocuğudur. Çok cömert olan zâtlardandır. Fazlasıyla cömertliği
nedeniyle ona derya ismi verilmişti. 25 aded hadis rivayet etmiştir. Buhârİ ile
Müslim onun iki hadisini birlikte rivayet etmişlerdir. Kavileri İsmail, İshâk
ve Muâviye isimli oğullan ile Urve bin Zübeyr, İbn-İ Ebî Melike ve Ömer bin
Abdilaziz'dir. Şu olay onun ne kadar cömert olduğunu göstermeye yeter :
Rivayete göre kendisi Zübeyr bin el-Avvâm (R.A.)'a bir milyon dirhem Ödünç
vermişti. Zübeyr (R.A.) vefat edince oğlu Abdullah ona, yâni îbn-i Cafer'e gelerek
: Babamın senden bir milyon dirhem alacağı bulunduğunu babamın defterinde
buldum, demiş. İbn-İ Ca'fer (R.A.): Doğrudur, istediğin zaman öderim, demiş.
Halbuki bunun tersine Zübeyr ona bu meblağ borçlu idi. Sonra Zübeyr'in oğlu
tekrar İbn-İ Cafer'i görüp, yanlış söylediğini ve aslında babasının borçlu
olduğunu belirtince tbn-İ Ca'fer, alacağını bağışladığını bildirmiştir.
(Hulasa, 193)[65]
Bu hadisi Buhâri de
rivayet etmiştir. Oradaki metnin meali şöyledir: "Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Allah'a kavuşana kadar ne hâlis buğday unundan yapılmış ince
yufka ekmek ne de kebab edilmiş kuzu yemedi."
Hadîsin metninde geçen
"Semiyt" boğazlandıktan sonra sıcak su ile kılları yolunup derisi
soyulmadan kebab edilen veya pişirilen kuzu demektir. Buna "Mesmût"
da denilir.
El-Hâf iz,
"Mesmût" kelimesini böyle tanımladıktan sonra şöyle der: Bu, körpe
kuzularda yapılır. Yapanlar da zevkine düşkün israfçılardır. Çünkü körpe
kuzular boğazlanmasa büyür, değeri artar ve ekonomiye katkıda bulunur. Diğer
taraftan deri soyulursa giyside ve diğer alanlarda yararlanılır. Soyulmadan
kebab edilince deri kısmı boşa gider. E n e s (Radıyallâhü anh) 'in
hadisindeki Mesmût veya Semiyt kelimesinin bu şekilde yorumlanması Resül-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu şekilde kebab edilmiş veya pişirilmiş
bir körpe kuzuyu gördüğünün E n e s tarafından bilinmediği ifâde edilmiş olur.
T ı y b İ' nin dediği gibi E n e s * in sözünün mânâsı Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in böyle bir kuzuyu görmediğini belirtmektir.
Çünkü E n e s, devamlı surette Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in
yanmda bulunmuştur. Böyle bir şey olsaydı
E n e s bilecekti.
I b n - i Ba 11 â I
ise Semity ve Semût kelimelerini kebab edilmiş kuzu mânâsına yorumlamış ve
şöyle demiştir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir defa bir
kuzunun kaburga kısmını, diğer bir defa kol kısmını yediğine dâir rivayetler
vardır. Bu rivayetler ile E n e s (Radıyallâhü anh) 'in rivayeti arasmda bir
ihtilâf yoktur. Çünkü E n e s, böyle bir şey olduğunu bilmediğini ifâde eder.
Fakat böyle bir şeyin olmadığını söylemez. Bu itibarla E n e s görmemiş
olabilir. İkinci ihtimal olarak, E n e s 'in maksadı kebab edilmiş bir kuzunun
bütün hâlinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) için hazırlanıp
sunulmadığını ifâde etmek olabilir. Bu, kuzunun bir parçasının O'na sunulduğuna
dâir olan rivayetlere ters düşmez, diye bilgi vermiştir.
Hadis, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ömür boyunca nasıl sade ve mütevâzi bir hayat
sürdürdüğüne delâlet eder.
3310) "... Enes
bin Mâlik (Radtyallâhü atık)'âtn rivayet edildiğine göre :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in önünden kebab
artığı hiç kaldırılmamış ve beraberinde tüylü yaygı yüklen il m e m
iştir."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Cübâre ve Kesir bin Sü-leym bulunur. Bu iki
r&vî zayıftır.[66]
Zevâid nevinden olan
bu hadis, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in hâlinin dünya halkının
hâline benzemediğini ifâde eder. Çünkü sofrasında et bulunduğu zaman çok az
mikdarda bulunduğundan dolayı bir şey artmıyordu ve bir yere gittiği zaman
beraberinde götürülen yaygı tüysüz olurdu, tüylü bir yaygı üstünde istirahat buyurmazdı.
3311) "... Abdullah
bin el-Hâris bin el-Cez' ez-Ziibeydî (Radtyallâhü ; Şöyle
demi$tir :
Biz bir gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
beraber kebab edilmiş bir parça eti mescidde yedik. Sonra ellerimizi çakıl taşlarıyla
silip abdest almadan (yâni tazelemeden) kalkıp namaz kıldık."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde İbn-i Lehia bulunur. Bu râvî zayıftır.[67]
Zevâid nevinden olan
bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiştir.[68]
1. Yemekten sonra su veya el bezi bulunmadığı zaman mescidin
çakıl taşlarıyla elleri silmek caizdir. Yemekten sonra mümkünse elleri
yıkamanın ve bu mümkün olmadığı zaman bir el beziyle silmenin müstehablığı
bundan önce geçen ilgili bâblarda belirtilmiştir.
2. Mescidde yemek yemek caizdir. Bununla ilgili izah bu
kitabın 24. babında rivayet edilen 3300 nolu hadîs bölümünde geçti. Oraya
bakılmalıdır.
3. Abdestli iken et yemeği yiyen bir kimse o abdestle
namaz kılabilir. Yâni et yemek, abdesti bozmaz. Bu konu ile ilgili bilgiler
485-493 ve 494-497 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir.[69]
3312) "... Ebû Mes'ûd (Radtyaüâhü anAJ'den; Şöyle
demiştir:
Bir (gün bir) adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in yanına geldi ve O'nunla konuştu. Konuşma esnasında (korkusundan)
ferisalan (omuzlan ile yanları arası) titremeye başladı. Bunun üzerine Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), adama t
(Görüşmeyi) kendine
kolaylaştu* (Yâni korkma, sakin ol). Çünkü ben şüphesiz, bir kral değilim.
Şüphesiz ben, tuzlanıp güneşte kurutulan et yiyen bir kadının oğluyum,
buyurdu.
Ebû Abdillah (İbn-i
Mâceh) dedi ki t Bu hadisi yalnız İsmail, Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e ulaştırmıştır. (Yani diğerleri bunu Kays'tan mürsel olarak rivayet
etmişler)."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bu hadisin senedi sahih olup râvileri ntt (güvenilir) zâtlardır.[70]
Bu hadis Zevâid
nevindendir. Hadisin sonundaki İbn-i Mâceh • e ait sözden maksad şudur: Bu
hadisi rivayet eden zâtlar, bunu ismail bin Ebî Hâlid aracılığıyla Kays bin Ebi
Hâzim'den mürsel olarak rivayet etmişler ve sahâbî olan râvi Ebû Mes'ûd' dan
söz etmemişlerdir. Böylece senedde bir kopukluk olmuştur. Fakat tsmâil bin Esed
bunu Kays bin Ebi Hâzim aracılığıyla Ebû Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'den rivayetle
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm) 'e ulaştırmıştır. Bu rivayete göre
hadis merfûdur, senedinde bir kopukluk yoktur.
Hadis, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in tevazuunu ifâde eder.
3313) i!... Âişe (Radıyallâhü a»hâ)'dan; Şöyle demiştir:
And olsun ki biz sığır ve davarın ayaklarını (yâni diz
kapağı ile topuk arasında kalan kısmı) kaldırırdık. Kurban bayramı günlerinde
kesilen kurbanların kesiminden on beş gün sonra Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi
ve Sellem) bu ayaklan yerdi."[71]
Bu hadîsi Buharı de
rivayet etmiştir. Gerek bu ve gerekse bundan önce rivayet olunan hadis, güneşte
kurutulan eti yemenin câizliğine ve eti bir süre saklamanın meşruluğuna delâlet
eder. Kurban etlerinin bir kısmını alakoyup ihtiyaç oldukça birer parçasını
peyderpey yemenin câizliğini ve buna dâir yasaklamanın geçici bir süre için
olduğunu bildiren hadisler 3159 ve 3160 numaralarda geçmiştir. Oraya da
bakılabilir.[72]
3314) "... Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü an&ümâydan
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurmuştur: Siz (mü'minler) e iki
Ölü hayvan ve iki kan helâl kılındı. (Size helâl kılınan) iki Ölü hayvan balık
ve çekirgedir. (Size helâl kılman) iki kan ise karaciğer ve dalaktır."[73]
Bu hadîsin, Kütüb-i
Sitte'nin kalanlarında rivayet edildiğine dâir bir bilgi edinemedim. Tuhfe
yazarı bunun benzerinin A h m e d ve Dârekutnî tarafından da rivayet edildiğini
belirtir. Balık ve çekirgenin boğazlanmaksızın müslümanlara helâl kılındığına
dâir bir hadis de 3218 numarada geçti. Orada konu hakkında gerekli bilgi
verilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur. Burada rivayet edilen ikinci fıkrada da
karaciğer ile dalağın müslümanlara helâl olduğu belirtilmektedir.
M & i d e sûresinin
3. âyetinde ölü hayvan, yâni Şer-i Şerif gereğince boğazlanmadan ölen hayvan
ve kanın müslümanlara haram olduğu bildirilmiştir. Bu ve benzeri hadisler
balık, çekirge, karaciğer ve dalağın bu hükmün dışında tutulduğuna delâlet
eder.[74]
3315) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ankyâen rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir: Sizin katığınızın başı tuzdur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun
senedinde îsa bin Ebî İsa el-Hay-yât bulunur. Takrfbü'fcTehzIb'te yazar bu
râvinin terkeclüdiğini söylemiştir.[75]
3316) "... Aişe (Radtyattâhü anhâyâan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurmuştur:
Sirke ne güzel katıktır."
3317) "... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)ydan
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir:
Ne güzel katıktır
sirke."
3318) "... Ümmü Sa'd (Radıyallâhü anAâ)'dan; Şöyle
demiştir :
Bir kere ben Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın yanında iken
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yanma girdi ve:
Öğle yemeği olarak bir
şey var mı? diye sordu. Âişei Yanımızda ekmek, kuru hurma ve sirke var, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Sirke ne güzel
katıktır. Allahım! Sirkeyi bereketlendir. Çünkü sirke benden önceki
peygamberlerin katığı idi. İçinde sirke buluna** bir ev fakirleşmez,
buyurdu."[76]
Âişe (Radıyallâhü
anhâ) 'nm hadîsini Müslim ve Tİr-m i z i de rivayet etmişler. Câbir
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve A h m e d
de rivayet etmişlerdir. Ümmü Sa'd (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinin Zevâid
nevinden olduğuna dâir bir kayıt bulamadım. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında da
rastlayamadım. Hadîsi rivayet eden Ümmü Sa'd (Radıyallâhü anh), Z e y d bin
Sabit (Radıyallâhü anh) 'in kızı olduğu söylenen hatundur. Hu-lâsa'daki bilgiye
göre bu hâtûnun hadîsini yalnız îbn-i Mâceh rivayet etmiştir. Bu sahâbî kadının
râvîsi Muhammed b n Z a z â n' dır. Tehzîb'te belirtildiğine göre bu râvi,
hadîsleri terkedilmiş zayıf bir kimsedir. Hulâsa'daki bu bilgiye göre bu hadîs
Zevâid nevindendir.
İdam; Ekmeğe katık
olan gıda maddesidir. Buna Üdüm de denir.
Hattâbi: 'Hadîsin
"Sirke ne güzel katıktır'* cümlesinden maksad; yiyecek maddelerinde
iktisad etmenin ve nefsi, yemeklerin zevkine düşmekten alakoymanın övülmesidir.
Sanki şöyle buyurulu-yor: Siz müslümanlar, sirke gibi masrafı az olup bol
bulunan yiyecekleri katık etmeye bakınız ve nefsin arzularına dalmayınız. Çünkü
nefsin şehvet ve isteklerine dalmak dindarlığı bozar ve vücûdu hastalığa
hazırlar, diye yorum yapmıştır.
Nevevî ise H a 11 â b
î' nin yukanya alınan sözlerini naklettikten sonra: 'Doğru olan mânâ bu
cümleyi hakikî mânâsında tutmak, yâni hadisin sirkeyi övmesi mânâsıdır.
Yiyecekte iktisad etmeye ve nefsi arzulara dalmayı bırakmaya gelince bu durum
başka kaidelerden bilinmektedir, yâni diğer emirlerden anlaşılmaktadır, der.
Son hadisin
bitimindeki "İçinde sirke bulunan ev fakirleşmez" cümlesi bir duâ ve
dilek mânâsına yorumlanabilir. Yâni böyle bir ev halkı fakirleşmesin. Şöyle de
yorum yapmak mümkündür: Sirke bulunan ev halkı'katık açısından sıkıntı
çekmezler. Çünkü sirke katık olmaya yarar.
Sindi de hadisin
sirkeyi övmekle ilgili cümlesi hakkında özetle şöyle der: Hadîsin buyruluşuna
en yakın yorum şudur: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) sirkenin katık
olabileceğini ve güzel bir katık olduğunu beyân etmiştir. Ama maksadı, sirkenin
süt, et, bal ve çorba gibi katıklardan güzel ve üstün olduğunu söylemek
değildir. Bu beyânın sebebi de şudur: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) bir gün eve gelmiş. Evdekiler de O'na yalnız bir parça ekmek
sunmuşlar. Bunun üzerine O:
Yanınızda hiç katık
yok mu? diye sormuş. Ev halkı da: Bizim yanımızda sirkeden başka hiç bir şey
yoktur, demişler. Bunun üzerine Oda: Sirke ne güzel katıktır, buyurmuştur. Şu
halde maksad sirkenin katık olmaya elverişli olduğunu açıklamaktır.[77]
3319) "... Ömer (bin el-Hattâb) (Radtyallâhü anh)'dtn
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sefam}*°yle buyurdu,
demi§tir:
Zeytin yağını ekmeğe
katık ediniz ve bu yağı kullanınız. Çünkü bu, yağ mübarek bir ağaçtan
alınmadır."
3320) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) §öyle buyurdu,
demiştir:
Zeytin yağını
(Ekmekle) yeyiniz ve kullanınız. Çünkü bu ya&, mübarektir."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde Abdullah bin Sald el-Makbarl bulunur. Takrîbü't-Tenzîb'te
yazar bu râvinin terkedilmiş olduğunu söylemiştir.[78]
Ömer (Radıyallâhü anh)
'in hadîsini T i r m i z i ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh)'in hadisi Zevâid nevindendir.
Zeytin ağacının
mübarek, yâni bereketli bir ağaç olduğu, Nûr sûresinin 35. âyetinde
belirtilmiştir. Hadîste bu âyete işaret vardır. Tuhfe yazan zeytin ağacının
bereketle vasıflanması ile ilgili olarak özetle şöyle der: Bir kavle göre
zeytin ağacının mübarek, yâni bereketli sayılmasının sebebi, çok yararlı oluşu
ve Ş â m halkının ondan yararlanmasıdır. Fakat en açık sebep şudur: Âyeti
Kerime'de sözü edilen zeytin ağacı, Allah'ın mübarek kıldığı ve âlemler için
bereketli kıldığı bir bölgede yetişmiştir. Allah bu bölgeye içlerinde İbrahim
(Aleyhisselâm)'m bulunduğu 30 peygamber göndermiştir. Böyle mübarek bir
bölgede yetişen zeytin ağacı da mübarek sayılır ve ağaçtan elde edilen mahsul
de bereketli olur.[79]
3321) "... Aişe (Radtyallâhü anhâ)'âan rivayet edildiğine
göre; Resûlul-lah (Sallallakü Aleyhi ve Sellemye süt sunulduğu zaman :
(Süt) bir bereket veya
(yâni bilâkis) iki berekettir, buyururdu.'*
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Kavilerden Ümmü Salim er-Râsiye ve Ca'-fer bin Bürd'in leh veya
aleyhinde konuşan kimseyi görmedim. Senedim kalan râvîleri sıka, yâni güvenilir
zâtlardır.[80]
Zevâid nevinden olan
bu hadîsin izahı bölümünde Sindi şöyle der; Yâni sütte iki bereket vardır.
Çünkü hem açlığı hem de susuzluğu giderir. Hadisin senedindeki râvîlerden
Ca'fer ve Ümmü Salim hakkında ed-Dümeyri şu bilgiyi vermiştir: İbn-i Mâceh,
Ca'fer bin Bürd'ün yalnız bu hadîsini rivayet etmiştir. Bu râvî, hadîsleri
yazılmaya değer, güvenilir bir üstaddır. Dârekutnî: Ümmü Salim'in hadîsini
yalnız bu Ca'fer rivayet etmiştir. Ca'fer, Basra'lı bir hadîs üstadı olup az
rivayette bulunan ve rivayeti muteber olan bir zâttır. Ümmü Salim de Basra' lı
olup ibâdete düşkün kadınlardandır, 17 defa Basra' dan ihrama girip hacca
gitmiştir, der. İbn-i Mâceh bu kadının yalnız bu hadîsini rivayet
etmiştir.
Sindi' den naklen
yukarıda verilen bilgi, gerek Ümmü S â 1 i m * in ve gerekse Ca'fer bin Bürd'ün
güvenilir râvilerden olduklarını ifâde eder, mâhiyettedir.
3322) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'âa.n
rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir: .
Allah bir kimseye bir
yemek yedirdiği zaman o kimse (yemeğe
başlayacağı zaman) :
AUahıml Bize bu yemeği
bereketli kıl ve bize bundan hayırlı n-aok ver, diye duâ etsin. Allah bir
kimseye bir mikdar süt içirdiği zaman da o kimse (süt içeceği zaman) :
Allahım! Bize bu sütü
bereketli kıl ve bize daha çok süt ver, diye duâ etsin. Çünkü yiyeceğin ve
içeceğin yerini tutan (yâni açlığı ve susuzluğu giderici) sütten başka (gıda
maddelerinden) bir şeyi bilmiyorum.[81]
Bu hadîsi Tirmizî, Ebû
Dâvûd, Ahmed ve B e y h a k i de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste buyurulan
duada yenilmek üzere konulan yemekten hayırlısı, yâni daha iyisinin dilenmesi
cümlesiyle ilgili olarak Tuhfe yazarı: Yâni Cennet yemeğinin nasip kılınması
dilenmiş olunur veya umumî mânâ kasdedilmiş olur, der.
Mevcut yemekten daha
iyisine kavuşmayı dilemek, hazır olan ye-ineği beğenmemek veya nimeti
küçümsemek anlamını taşımaz. Çünkü Allah'tan nimet dilenirken bunun en
mükemmeli ve tamamı dilenir. Böyle dilemek meşrudur.
Yine hadîsteki duada;
süt içileceği zaman söylenmesi emredilen cümlelerde ise, sütten hayırlı bir
rızık istenmiyor da daha çok süte kavuşturulmak dileniyor. Bunun hikmet ve
sebebi de sonunda gelen cümlede açıklanıyor. Evet, süt gıda maddelerinin en
iyisidir. Ondan hayırlısı yoktur. Çünkü süt, hem açlığı hem de susuzluğu
giderir. Başka gıda maddeleri ise böyle değildir. Ya açlığı giderir veya susuzluğu
giderir.[82]
3323) "... Aişe (Radıyallâkü anhâyâ&n] Şöyle
demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tatlı ve bal severdi."[83]
Bu hadis Kütüb-i
Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Hadiste geçen "Helva" kelimesi
helva mânâsına yorumlandığı gibi tatlının bütün çeşitleri mânâsına da
yorumlanmıştır.
Kastalânî, Saâlebi'
nin Fıkhü*l-Lüğat adlı kitabında : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
sevdiği helva, Meçi* ismi verilen helva çeşiti idi. Bu nevî helva, kuru
hurmanın süt içinde yoğurulması ile yapılır, diye bilgi verilmiştir, dedikten
sonra, eğer Saâlebi' nin bu dediği şey
rivayet açısından sabit ise, denecek bir
şey yoktur. Aksi takdirde Helva kelimesi tatlı olan her yiyeceğe şümullüdür,
der.
N e v e v i de:
Hadisteki Helva kelimesinden maksad tatlı olan her şeydir. Bal da tatlı bir
gıda maddesidir ve Helva kelimesinin kapsamı içindedir. Fakat meziyetleri ve
üstünlüğü sebebiyle ismen anılmıştır.[84]
3324) "... Aişe (Radtyallâhü anhâj'dan; Şöyle
demiştir:
Anam beni Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hazırlamak isteğiyle (kadınları şişmanlatmada
kullanılan) sümne (denilen yaban şehdânesini yedirmek) ile beni şişmanlatmaya
çalışıyordu. Fakat bu isteği gerçekleşmedi. Nihayet ben yaş hurma ile hıyar
(beraber) yedim de bunun üzerine vücûdum güzel biçimde gelişti."
3325) "... Abdullah bin Ca'fer (bin Ebî Tâlib)
(Radıyattâhü anhümâ)'* dan; Şöyle demiştir :
Ben, Resûlul'ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i yaş hurma
ile hıyan (beraber) yerken gördüm."[85]
 i ş e (Radıyallâhü
anhâ)'mn hadisinin Kütü b-i Sitte'nin kalanlarından hangisinde rivayet
edildiğini tesbit edemedim. Muhtelif şerhler bunu İbn-i Mâceh hadisi
olarak-naklederler. Bu itibarla Zevâid nevinden olması muhtemeldir. Abdullah
bin Ca'fer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Buharı, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd
ve Ahmed tarafından da rivayet edilmiştir.
Hadislerde geçen
"Kıssa" hıyar manasınadır. Lügat kitablarından el-Misbâh'ta, Kıssâ'ın
halkm hıyar dediği meyve olduğu belirtildikten sonra: Bâzılarına göre Kıssa,
hıyara benzeyen bir nevi meyvedir. Yâni acur denilen meyvedir. Bu görüş
fıkıhçılann şu sözlerine uyar: Bir kimse meyve yememek üzere yemin ederse,
kıssa ve hıyar yemekle yeminini bozmuş olur. Fıkıhçılann bu sözü, kıssâ'ın
hıyardan başka bir meyve çeşidi olduğunu gerektirir. Durum böyle olunca kıssâ'ı
hıyar ile terceme etmek tam doğru sayılmayabilir, denilir.
Rutab: Yaş hurma
demektir. Buna taze hurma da diyebiliriz. Sunine i Yaban şehdanesi denilen bir
bitki çeşididir. Kadınlar kilo almak için bunu yerler.
Ed-Dümeyrî, Âişe
(Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ile ilgili olarak: Bu hadis, vücûdun gelişmesi
ve düzelmesi için gerekli tedavi ve tedbirlere başvurmanın meşruluğuna delâlet
eder. Yasaklanan şişmanlamaya çalışmak ise, çok yemekler yemekle kilo almaktır,
der.
Nevevi de Abdullah bin
Ca'fer (Radıyallâhü anh) *ın hadisinin izahı bölümünde: Bu hadis taze hurma ile
hıyarı beraber yemenin ve sofrada müteaddid katık bulundurmanın câizli-ğine
delâlet eder. Bunun hilâfına bâzı selef âlimlerinden yapılan nakil ise dînî
bir yarar olmaksızın boğaz düşkünlüğünün mekruhluğu anlamına yorumlanır, der.
3326) "... Sehl bin Sa'd (es-Sâidî)
(RadtyaÜâhü a»A)'den; Şöyle demiştir :
Resuluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaş hurma ile
kavunu (beraber) yerdi."[86]
Bu hadîsin benzerini
Tirmizi, Ebü Dâvûd ve Ne-s â î, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet
etmişlerdir. Ebû D â v û d' un rivayetinde şu ilâve de vardır: «Biz bunun (yâni
yaş hurmanın) hararetini, bunun (yâni kavunun) soğukluguyla ve bunun (yâni
kavunun) soğukluğunu bunun (yâni hurmanın) harare-tiyle kırarız» buyururdu.
Hadîste geçen
"Bıttıyh" kavun demektir. Bâzı rivayetlerde bunun yerine
"Tıbbîyh" kelimesi kullanılmıştır. Bu da ayni mânâyadır.
Bîr kısım ilim
adamları Bıttıyh veya Tıbbıyh kelimesini karpuz manâsına yorumlamıştır.
El-Hâfız bâzı delillere dayanarak burada kavun mânâsının kasdedild iğini
söyler.
Bu hadîs, bundan
önceki hadisin hükmünü ifâde eder. Sehl
(Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 164. hadis bölümünde geçmiştir.[87]
3327) "... Aişe (Radtyallâhü anAâ/dan rivayet
edildiğine göre: Resûlul-lah (SallaUahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu,
demiştir :
İçinde kuru hurma
bulunmayan bir ev halkı açtır."
3328) "... Ubeydullah bin (Ali bin) Ebî Râfi'in nenesi
(ve Ebû Râfi'in karısı) Selmâ (Radtyallâhü anhüm)\\en rivayet edildiğine göre;
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
İçinde kuru hurma
olmayan bir ev, içinde yiyecek maddesi bulunmayan bir ev gibidir."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir : Bunun senedinde Ubeydullah bin Ali bulunur. Bu zâtın
güvenilirliği hakkında ihtilâf vardır. Hişâm bin Sa'd'^ı rivayetlerini Müslim
de almış ise de, O*nun şevâhid nevinden olan, yâni başka rivayetlerle teytd
edilmiş durumda olan hadislerini almıştır. İbn-i Muin, Nesâi ve başkaları bu
râviyi zayıf saymışlardır. Fakat Ebû Zur"a ile Muhammed bin îshâk: O, yeri
doğruluk olan bir hadis üstadıdır, demişler. Senedin kalan râvîleri ise si' kâ,
yâni güvenilir zâtlardır.[88]
 i ş e (Radıyallâhü
anha)'nm hadisini Müslim, Tir-mizî ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Selmâ
Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisi ise Zevâid nevindendir.
Tuhfe yazarı Â i ş e
(Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsini izah ederken özetle şu bilgiyi verir:
Bir kavle göre bu
hadis, Medine-i Münevvere halkı ve zahiresi genellikle kuru hurma olan
toplumlar hakkındadır. Ya da hadisle kuru hurmanın değerinin yüksekliği
belirtilmek istenmiştir.
Kadı Ebû Bekir bin
el-Arabî de Tirmizi'-nin şerhinde: Çünkü kuru hurma onların azığı ve zahiresi
idi. Bir evde kuru hurma olmayınca o ev halkı aç kalırdı. Her memleket halkı,
kendi zahireleri ve azıkları açısından böyle söylerler, demiştir.
N e v e v i de: Bu
hadîs, kuru hurmanın kıymetini ve çoluk çocuk için zahire saklamanın câizliğini
ifâde edip buna teşvik eder, demiştir.
T ı y b i de: Bu
hadîs, kuru hurması bol olan bir memleket halkını kanaat etmeye teşvik mânâsına
yorumlanabilir. Yâni içinde kuru hurma bulunan bir ev halkı buna kanaat ettiği
zaman aç kalmaz. Aç kalanlar ise, evinde kuru hurma bulunmayan ailelerdir, demiştir.[89]
Selmfi (R^\.)'nın Hâl
Tercemesi
Selmâ (R.A.),
Peygamber (S.A.V.)'in âzadlı câriyesidir ve Ebû Râfi (R.A.)'ın karışıdır. Hadislerini
Tirmizl, Ebû Dâvûd ve İbn-i Mâceh rivayet etmişlerdir. Râvîleri Abdurrahman
bin Ebi Râfi ve kendi torunu Ubeydullah bin Ali bin Ebi Râii'-dir. tbn-i
Abdi'1-Berr : Bu hâtûn. Hayber fethinde bulunmuştur, der. (Hulâsa, 492)
3329) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet
edildiğine göre:
Meyvenin ilk (çıkan) ı getirildiği zaman Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Allahım! Biz
(mü'minler) e Medînemize, meyvelerimize, müdd ve sâımıza (yâni ölçeklerimize)
kat kat bereket ver,» diye duâ ederdi. Sonra meyveyi orada bulunan çocuklardan
en küçük yaştakine verirdi. (Yâni getirilen meyveden, önce çocuklara
verirdi.)"[90]
Bu hadîsi Müslim
ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
Semere ı Meyve
demektir. Miftâhü'1-Hâce yazan: Hurma ağacında iken ona Semere denilir.
Ağaçtan toplandıktan sonra ona Butab denilir. Evde tutulup kuruyunca da Temr
denilir, der.
Müslim'in rivayetinin
baş kısmında, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) şöyle der;
"Halk meyvenin
ilk olgunlaşanını gördükleri zaman alıp Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) e getirirlerdi. Resûlullah (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) de meyveyi
teslim aldığı zaman şöyle duâ ederdi..." ifâdesi vardır.
N e v e v I,
sahâbilerin ilk çıkan meyveyi Resûl-i Ekrem (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm)'e sunmalanyla
ilgili olarak şöyle bilgi verir: Âlimler demişler ki: Sahâbüer, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) meyveleri, Medine-i Münevvere ve ölçekleri için
duâ buyursun diye böyle davranırlardı. Bir de meyvelerin olgunlaşmaya
başladığını O'na bildirmek istiyorlardı ki, zekât memurları gi-dip ağaçlardaki
meyveleri takdir edip zekât hesabına başlansın,.
Getirilen meyveden
önce en küçük yaştaki çocuğa verilmesi de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in örnek ahlâkı, üstün şefkati ve merhametini gösterir.
Resûl-İ Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bu duasının eseri hâlen Medine-i Münevvere* de
görülmektedir. Hacca veya umre'ye gidenler bu bereketin açık seçik örneklerini
görürler. Allah Teâlâ bu mübarek beldeye hem dünya hem de âhiret bereketini
ihsan buyurmuştur. N e v e v i' nin dediği gibi başka yerde yetmeyen bir avuç
gıda maddesi orada yeter ve artar. Allah bu beldeyi bol bol ziyaret etmeyi ve
orada ikâmet etmeyi bizlere nasip eylesin. Ravza-i Mutahhara sahibi Hz.
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kavuştursun. Âmîn.[91]
3330) "... Aişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir:
«Yaş hurmayı kuru
burma ile beraber yeyiniz. Eski hurmayı yeni hurma ile beraber yeyiniz. Çünkü
şeytan (böyle yapmanıza) kızar ve i Adem oğlu kalıp (yâni neslini devam
ettirip) nihayet eskiyi yeni ile beraber yedi. der.***
Not: Zevâld'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde Ebû Zekeriyyİ Yalıya bin Muhammed var. Bunun
zayıflığım Muin ve başkası söylemiştir. Nesâl de: Bunun dört hadisi dışında
kalan hadisleri doğrudur, demiştir. Sindi de hu hadisin onun zayıf sayılan dört
hadisi içinde olduğunu ve hu hadisin münker olduğunun NesM tarafından Uftde
edildiğini söylemiştir.[92]
3331) "... İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle
demiştir:
Adamın, arkadaşlarından izin istemedik (almadık) ça iki
hurmayı birleştirerek yemesini Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yasaklamıştır."
3332) Ebû Bekir'in azadlı kölesi Sa'd (Radtyallâhü anhümâ)
(Sa'd, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'e hizmet ediyordu ve Resûlullah
(Sallal-lakü Aleyhi ve Sellem) onun hizmetini beğeniyordu)dan rivayet edildiğine
göre :
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ıkran'ı, yâni hurma (yendiğin) de (iki tanesini
birleştirmeyi) yasaklamıştır.*'
Not: Zev&ld'de
şöyle denilmiştir : Bu, sahih bir seneddir, râvileri sıka, yâni güvenilir
zâtlardır. İbn-İ Mâceh'in yanında Sa'd'ın bundan başka hadisi yoktur ve Kütüb-i
Sittenin Kalanlarında da onun hadüi loktur.[93]
İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) 'in hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. S
a'd (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ise Zevâid nevindendir.
İkrân t Başkasıyla
beraber hurma yerken kişinin iki hurmayı birleştirerek yemesidir. Bu hadisler
böyle yapmayı yasaklamıştır.
E 1 - H â f ı z' in,
el-Fetih'te beyân ettiğine göre N e v e v İ bu konuda şöyle demiştir:
Alimler, hadîsteki
yasağın haramlık veya mekruhluk yahut da yemek âdabı için olduğu noktasında
ihtilâf etmişlerdir. Doğrusu ise duruma göre hükmün değişik olmasıdır. Söyle
ki:
Hurma sofraya
oturanların ortak malı ise cemâatin rızâsı olmaksızın birisinin iki hurmayı
birleştirerek yemesi haramdır. Cemaatın rızâsı ise, ya dille söylemeleri veya
rızâları olduğuna dâir bir belirtinin görülmesiyle olur.
Şayet hurma sofraya
oturan cemâatin dışında kalan bir kimsenin ise yine bir kimsenin iki hurmayı
birleştirerek yemesi haramdır.
Eğer hurma sofraya
oturanlardan birisinin olup o kişi, diğerlerine buyur etmiş ise, iki hurmayı
birleştirebilmek için hurma sahibinin rızâsı şarttır. Rızâsı olmaksızın
herhangi bir kimsenin iki hurmayı birleştirerek yemesi haramdır. Fakat hurma
sahibi böyle yiyebilir. Çünkü mal onundur. Bununla beraber cemaattan müsâade
alması müstehabtır. Hurma sahibinin misafirleri gibi hurmayı tek tek yemesi
ise en uygun olanıdır. Meğer ki sofraya konan hurma çok olup mutlaka artacağı
bilinirse sahibinin iki hurmayı birleştirerek yemesinde bir sakınca olmaz.
Durum ne olursa olsun
yemek yerken göz açlığı belirtisi olacak davranışlardan sakınmak yemek ve sofra
âdabıdır. Ancak bir işe gitmek durumunda olan kimsenin acele etmesinde bir
sakınca yoktur.[94]
3333) "... Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü anh)'dea; Şöyle
demiştir:
Ben, Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) % kendisine eski kum hurma getirilip (içinde kurt
olup olmadığını) kontrol etmeye başlarken gördüm."[95]
Bu hadisi Ebû Dâvûd da
rivayet etmiştir. Bu hadis, kurtlu olduğu sanılan bir yiyeceği kontrol etmeden
yemenin mekruhlu-ğuna delâlet eder. Fethül-Vedûd'da bu bilgi verilmiştir.
Hadisten çıkarılan
diğer bir hüküm de bir meyvenin kurtlanması sebebiyle necis, yâni pis
sayılmaması ve böyle bir yiyeceği yemenin haram olmamasıdır.
El-Kari' de: Tabarâni'
nin hasen bir senedle î b n -i Ömer' den
rivayet ettiği bir hadiste:
"Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuru hurmanın içinde kurt'un olup olmadığını
kontrol etmeyi yasaklamıştır** denir.
Bu itibarla konulan
yeni kuru hurma hakkındadır, diye yorum yapılır. Bu yasak, vesveseyi defetmek
içindir ve mekruhluk hükmünü ifade eder. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salatü
vesselam)'in kuru hurmayı kontrol etmesi ise kurtlu olması muhtemel olan eski
kuru hur* maya aittir. Bu kontrol ise bunun caizliğini ifade eder, diye bilgi
ver* iniştir,[96]
3334) "... Sülemli Büsr'ün iki oğlu (Abdullah ve
Atiyye) (Radtyaliâkü anhümyden; Şöyle demişlerdir.
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) bize
geldi Biz O'nun altına saçaklı bir yaygıyı güzelce serdik. O da üzerinde
oturdu. Sonra Allah (Azze ve Celle) Ona bizim evimizde vahiy indirdi Ve biz
O'na tereyağı ile kuru hurma ikram ettik. O, tereyağı severdi (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) .[97]
, Bu hadîsi Ebû Dâvûd
da rivayet etmiştir. Oradaki rivayette, vahiy'in inişiyle ilgili cümle yoktur.
Hadisin son kısmı ise meâ-len şöyledir: "O, tereyağı ve kuru hurmayı
severdi"
Hadîs, tereyağı ve
kuru hurmayı beraber yemenin müstehablığı-na delâlet eder. Çünkü Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), severdi. O'nun sevdiğini sevmek şüphesiz bir
ibâdettir.
E 1-M ü n z i r i'nin
beyânına göre B ü s r (Radıyaüâhü anh) 'm oğullarının isimleri Abdullah
ve Atiyye 'dir.[98]
3334) "... Ebû Hazım (Radıyallâhü anhyden; Şöyle
demiştir:
Ben, Sehl bin Sa'd (Radıyallâhü anh) 'a:
Sen elenmiş undan yapılma
an beyaz ekmek gördün mü? dîye sordum. Sehl:
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) vefat edinceye kadar ben elenmiş undan mamul arı, beyaz ekmek
görmedim, diye cevab verdi. Beni
Peki, Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken sa-hâbîlerin un elekleri var mıydı?
diye sordum. Sehl
Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) vefat edinceye kadar ben hiç bir un eleğini görmedim, dedi.
Ben:
O halde siz arpa ununu
elenmemiş olarak nasıl yiyiyordunuz? diye sordum. Sehl *.
Evet biz (değirmende
öğütülen arpa) ununu (kabuğu gitsin diye) üflerdik. Böylece un (kabuğun) dan
uçan kısım uçardı. Kalan (kabuklar)! da su ile yumuşatıp yoğururduk,
dedi'..."
Not: Zevald'de şöyle
denilmiştir: Bunun »enedi tahttı olup r&vlleri güvenilir zâtlardır.
3336) "... Ümmü Eymen (Bereke) (Radtyallâhü ûnAâJ'dan
rivayet edildiğine göre:
Kendisi bir defa, bir
mikdar un elemiş ve elediği unu Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) için ekmek yapmak istemiş. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Bu, nedir? diye
sormuş. Ümmü Eymen de ı
Bu, memleketimizde
yaptığımız bir yiyecektir. Ben bundan senin için bir ekmek yapmayı arzuladım,
demiş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:
Bunu (yâni elekle ayırdığın
kabuklu kısmı) şuna (yâni elemiş olduğun una) geri çevir (yâni karıştır),
sonra yoğur, buyurmuştur."
Not: Zevâİd'de şöyle
denilmiştir : Bu, hasen bir seneddir. Ümmü Eymen'in musannif (İbn-i Mâceh)
yanında yalnız bu hadisi ve Cenâiz kitabında rivayet ettiği bir hadisi (ki
1635. hadîstir) vardır. Kütüb-i Sitte*nin kalanlarında Ümmü Ey. men (R.A.)'nın
hiç bir hadisi yoktur.
3337) "... Eues bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle
demiştir:
Resûlıülah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'a kavuşana
kadar elenmiş undan mamul arı, beyaz bir ekmeği gözlerinden biri ile (de)
görmedi"[99]
Ebû Hazım (Radıyallâhü
anh) 'in hadisi Zevâid nevinden olmakla beraber, Buhârî, Tirmizî ve Nesâi de bunun
bir benzerini rivayet etmiştir. B u h â r İ' nin Atıma kitabının
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve sahâbîlerinin yemiş oldukları
yemek" başlığı altında açtığı bâbta rivayet ettiği Ebû H â -z i m
(Radıyallâhü anh) 'm hadîsinin meali müellifimizin rivâyetin-deki meale çok
benzediği için onu buraya aktarmaya gerek görmüyo-
Ommü E y m e n
(Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisi Zevâid ne-vindendir. Zevâid yazarı Kütüb-i
Sitte'nin kalanlarında bu hâtûnun hiç bir hadisinin bulunmadığını ifâde etmiş
olup, durum notta belirtilmiştir. Fakat müellifimizin süneninin elde mevcut
son baskısını tetkikten geçiren Muhammed Fuad Abdulbakİ bu hâtûnun
sünenimizdeki 1635 nolu hadîsinin Müslim tarafından da Sahâbîlerin Faziletleri
kitabının 18. babında, bu hâtûnun faziletleri meyânında rivayet edildiğini
tesbit etmiştir.
Bu bâbta geçen bâzı
kelimeleri açıklayalım:
Huvvarâ: Bu kelime
Tahvîr kökünden alınmadır. Tahvİr bir şeyi beyazlatmak demektir. En-Nihâye'de:
Huvvârâ ekmek, defalarca elenmiş undan mamul ekmektir, diye tarif yapılmıştır.
El-Hâfız da: Huvvârâ un, arı ve beyaz undur, der.
Nakî de elenmiş hâlis
undan yapılan ekmek mânâsında kullanılmıştır. Bu kelimenin lügat mânâsı, pak,
an ve teiniz demektir.
Munhuli Un eleği
mânâsına kullanılmıştır. Menâhil ise bunun çoğuludur.
*
Tesriye t Su ile
yumuşatmak demektir
Bu bâbtaki hadîsler
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve sahâbilerinin nasıl sâde bir
hayat yaşadıklarını ifâde eder.
Ümmü E y m e n' in hâl tercemesi 1635. hadîs bölümünde dip notu
olarak geçti.[100]
3338) "... Atâ (bin EM Müslim el-Hurâsânî)
(Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) (bir ara) kavmini, yâni bir
köyü ziyaret etmiş (râvî demiş ki: Sanırım Yünâ köyünü dedi). Köy halkı Ebû
Hüreyre'ye evvelkilerin yufka ekmeklerinden birini getirmişler. Bunun üzerine
Ebû Hüreyre ağlamış ve s Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu (nevi)
ekmeği gözüyle hiç görmedi, demiştir."
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde İbn-i Atâ var. Onun adı Osman bin Atâ bin Ebİ
Müslim el-Hurasanl'dir. zayıf bir ravidir.
3339) "... Katâde (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle
demiştir:
Biz, Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh) 'in yanma giderdik.
(îshâk, kendi rivayetinde: "Ve Enes'in ekmek pişiricisi ayakta — hizmet ediyor—
idi", dedi. Dârimi de kendi rivayetinde: "Ve Enes'in yemek masası
konulmuş (veya yemeği) oluyordu" dedi.) Enes bir gün (bize) dedi ki:
(Buyurunuz, yemek)
Yeyiniz. Ben Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Allah'a kavuşana
kadar ne yufka ekmek ne de kebab edilmiş bir kuzuyu gördüğünü bilmiyorum, dedi.[101]
İlk hadis Zevaid
nevindendir. İkinci hadisi Buhâri de rivayet etmiştir. Rakîk ve Rukak: İyice
açılmış ince ekmek demektir ki buna yufka ekmek denir.
Huvân ve Hıvân: Yemek
masası, yüksekçe kurulan sofra mânâsına gelir. Bununla ilgili bilgi 3292 ve
3293. hadisler bölümünde geçti.
Semıyt: Kebab edilmiş
mânâsına gelir. Bununla ilgili gerekli bilgi 3309. hadîsin izahı bölümünde
verilmiştir.
Bu bâbm ilk hadîsini
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) '-den rivayet eden Atâ bin Ebî Müslim
el-Hurâsânî, Ş â m' da ikâmet eden tabiî ilim adamlanndandır. Ebü'd-Der-dâ,
Muâz ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm) 'den mürsel rivayetlerde bulunmuştur.
Başka zâtlardan da rivayetleri vardır. Kendisinden de İbn-i Cüreyc, Evzâİ,
Mâlik, Şu'be ve Hammâd bin Seleme rivayet etmişlerdir. Abdurrahmân bin Yezîd,
onun geceyi ibâdetle ihya etmeye devam ettiğini söylemiştir. tbn-îMuin ve Ebû
Hatim onun sıka, yâni güvenilir zât olduğunu söylemişlerdir. Oğlu Osman'ın
dediğine göre hicretin 135. yılı 85 yaşında iken vefat etmiştir. Müslim ve
sünen sahihleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir.[102]
3340) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâkü anhümâ)'âan; Şöyle
demiştir: ^
Fâlûzec (yâni bal helvasın)ı ilk İşitmemiz şöyle
oldu: Cibril
(Aleyhisselâm),
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:
Senin ümmetine
memleketler fethedilecek ve onların üzerine dünyalıktan (yâni bolluk) öyle
akıtılacak ki onlar muhakkak fâlûzec yiyeceklerdir, demiş. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Fâlûzec nedir? diye
sormuş. Cibril (Aleyhisselâm) : Yağ ve balı beraber karıştırırlar (helva
yaparlar), demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bu sebeble
hıçkırarak ağlamıştır."
Not: Ed-Dümeyri;
Îbnül-Cevzî demiş kî: Bu hadis mevzudur, batıktır, aslı yoktur, diye bilgi
vermiştir. Zevâid'de de şöyle denmiştir: Bunun senedinde Osman bir Yahya var.
Ben aleyhinde bir şey bilmiyorum. Bâvİ Muhammed bin Tak ha'yı da tanımıyorum.
RâvI Abdülvahh&b hakkında da Ebû Dâvûd : Bu adam, hadis uydurur, demiştir.
El-H&kün de: Bu adam, mevzu bir takım hadisler rivayet etmiştir, der.[103]
3341) "... İbn-i Ömer (Radıyallâhü ankümâ)'dan rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün :
Keşke, esmer buğdaydan
yapılmış yağh bir beyaz ekmek yanımızda bulunsaydı da yeseydik, buyurdu.
Ensâr'dan bir adam da bu buyruğu işitip anılan ekmeği yaptı ve O*na getirdi.
Resûlullah (Sallallahü Aelyhi ve Sellem) :
(Ekmeğe karıştırdığın)
bu yağ hangi nevi kabta idi? diye sordu. Adam t
Büyük bir kelerin
derisinden mamul bir tulukta İdi, dedi. Resûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) : Onu yemekten İmtina etti (yani yemedi)."[104]
Bu hadisi E b û D â v
û d da rivayet ederek, münker bir hadis olduğunu söylemiştir.
Ukke t Yağın muhafaza
edildiği kab manasınadır. Tuluk manasına da gelir.
MÜlebbeka i İyice
karıştırılmış şey manasınadır. Asıl manası ise yumuşatılmış şey demektir.
Dabb t Büyük keler
manasınadır.
Semra t Esmer demektir.
Semra buğday sözcüğü, hafifçe siyaha kaçan buğday mânâsına yorumlandığı gibi
kavurulmuş buğday, mânâsına da yorumlanmıştır. Bâzıları ise bunu buğday
mânâsına yorumlamışlardır.
Ebû Davud'un
rivayetinde; ifâdesi vardır. Yâni, yağ ve sütün karıştırılmış olduğu beyaz
ekmek.
T ı y b i: Bu hadis
Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in prensip ve âdetine muhaliftir.
Çünkü O, böyle bir temennide bulunmazdı. Bu nedenledir ki Ebû Dâvûd, bu
hadîsin münker olduğunu belirtmiştir, der.
Münker hadîs, aşın
derecede yanlışlık eden, veya çok gaflet eden ya da fâsıklığı açık olan
kimsenin rivayet ettiği hadîs demektir.
Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yağın muhafaza edildiği kabın nevini sormasının
sebebi, yağdan hoş olmayan bir koku duyması olabilir.
Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) yağın, büyük kelerin derisinden mamul tulukta
muhafaza edildiğini anlayınca bu yağla yağlanmış ekmeği yemekten imtina
etmiştir. T ı y b İ bu mesele ile ilgili olarak: Bunun sebebi Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in büyük kelerden tiksinmesidir. O'nun kavminin
bulunduğu bölgede bu hayvan bulunmadığı için Resûlullah (Aleyhi's-salâtü
ve'c-selâm) tabiatı itibariyle bunun etinden hoşlanmazdı. Hâli d'in hadisi de
bu durumu aydınlatıcıdır. Yoksa büyük kelerin derisinin necisliği ve pisliği
nedeniyle değildir. Çünkü eğer necis ve pis sayıl-saydi, Resûlullah
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) o ekmeğin atılmasını ve yenilmemesini emredecekti,
der. Büyük kelerin, eti yenen hayvanlardan olup olmadığı konusu Av kitabının
16. babında rivayet edilen 3238-3242. hadîslerin izahı bölümünde işlenmiştir.
Burada tekrarlamaya gerek görmüyorum.
3342) ''..- Enes bin
Mâlik (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
(Anam) Ümmü S ü ley m (bint-i Milhân) — bir gün —
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için bir ekmek yaptı ve ekmeğe biraz
yağ koydu. Sonra (bana) : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e git de
davet et, dedi. Enes demiş ki:
Ben de O'nun yanına
vardım ve: Anam seni çağırıyor, dedim. Enes demiştir ki:
Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ayağa kalktı ve yanında olan
sahâbilere:
(Siz de) kalkınız,
buyurdu. Enes demiş ki:
Ben onlardan önce
ananım yanma vardım ve (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
yanmdakilerin gelmekte olduklarını) ona haber verdim. Biraz sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (anamın evine) geldi. (Sahâbîler de evin dışında
beklediler). Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (anama) :
Yaptığın (yemeğ)i
getir, buyurdu. Anamı
Ben yemeği yalnız
senin için (yâni az) yaptım, dedi. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) (anama) :
Yaptığını getir,
buyurdu. (Anam yaptığı ekmeği getirdi). Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
Yâ Enes! Sen
(sahâbileri) onar kişilik grublar hâlinde (sırayla) yanıma dahil et (y^ni eve
al) buyurdu. Ben de (sahâbîleri) onar kisilik hâlinde O'nun yanma almaya
başladım. Hepsi doyasıya yediler. Sahâbîler seksen kişi idi."[105]
Bu hadisin benzerini
Buhâri, Müslim, Tirmizi ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Hadîs, Resûl-i
Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in bir mucizesini ifâde eder.
Sahâbilerin onar
kişilik grublar hâlinde içeri alınması ve hepsinin beraber alınmaması sebebi
evin müsâid olmayışı ve sofranın ancak on kişilik cemaatı alabilmesidir.[106]
1. Yağlı ekmek yemek meşrudur.
2. Davetlilere sunulan yemek, davet edenin mâlî durumuna
göre ayarlanır. Yemeğin davetlilerin şan ve şerefine göre hazırlanması şart
değildir.
3. Davet edilen zât, ev sahibinin rızâsı olduğu
kanâatında olduğu zaman başka bir kimseyi beraberinde götürebilir.
Ümmü Süleym
(Radıyallâhü anhâ) 'nın hâl tercemesi 600. hadisin izahı bölümünde verilmiştir.[107]
3343) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden; Şöyle
demiştir:
Nefsim (kudret) elinde
olan (Allah) a yemin ederim ki, Allah'ın Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i Allah (Azze ve Celle) vefat ettirinceye kadar buğday ekmeğini üç gün
üst üste doyunca yememiştir."
3344) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dân; Şöyle
demiştir:
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ev halkı
Medîne-i Münevvere'ye geldikleri zamandan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) vefat edinceye kadar üç gece üst üste buğday ekmeğinden karınlarım
doyurmamışlardır."[108]
Ebû Hüreyre
(Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r i, Müslim ve Tirmizi de rivayet
etmişlerdir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nuı hadîsini Buhârî ve Müslim de rivayet
etmiştir.
E1 - H â f ı z,
el-Fetih'te: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve ev halkının genellikle
karınlarını doyurmamaları sebebi, yanlarındaki gıda maddesinin azlığı ve
bulduklarını pek yemeyip fakirlere tercihen vermeleri idi, demiştir.[109]
3345) "... Âişe (Radtyallâhü û«Aâ)'dan; Şöyle
demiştir:
(And
olsun ki) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde benim evimde
bana ait bir rafta bulunan bir parça arpadan başka, karaciğeri! bîr canlının
yiyeceği hiç bir şey yoktu. Bir sür» (Allah'ın bereketiyle) ondan yedim. Sonra
arpamı ölçtüm. Bunun üzerine bitti."[110]
Bu hadisi Buharı,
Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.
Şatr ı Bir parça
manasınadır. Bâzıları bunu yarım Vesk, yâni yaklaşık 100 kg, olarak
yorumlamışlardır.
Sindi' nin beyânına
göre Ibn-i Battal şöyle demiştir:
' A i ş e (Radıyallâhü
anhâ) 'nın yanında bulunan arpa ölçülme-mişti. A i ş e (Radıyallâhü anhâ),
arpanın ne kadar olduğunu bilmek için ölçtü. Henüz ölçmemiş iken az olduğunu
sandığı için hemen biteceğini sanıyordu. Bu nedenle sandığı gibi çabuk bitmedi
ve bir süre onu idare etti. Âişe (Radıyallâhü anhâ) bilâhare ölçünce ne kadar
zaman idare edeceğini tahmin etti ve tahmin edilen süre bitiminde arpa bitti.
El-Kadı da: Bu hadis,
ne kadar olduğu bilinmeyen erzakın daha bereketli olduğuna delâlet eder.
"Zahirenizi ölçün ki sizin İçin bereketli
olsun" mealindeki hadise gelince, âlimler; Bundan maksad günlük nafakayı
ölçerek zahireden çıkarmaktır. Ancak kalan zahireyi ölçmemek gerekir. Günlük
nafakayı ölçerek çıkarmanın faydası ise ihtiyaçtan fazla veya eksik
çıkarmamaktır, demişlerdir.
3346) "... Âişe (Radtyallâhü ö«Aû>'dan; Şöyle
demiştir: Muhammed (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) vefat edinceye kadar, O'nun ev halkı arpa ekmeğini doyunca
yemediler."
3347) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan; Şöyle
demiştir:
ResûluUah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ve aile ferdleri üst üste bir kaç gece aç olarak gecelerdi,
akşam yemeği bulamazlardı. Genellikle yedikleri ekmek de arpa ekmeğiydi.'1
3348) '... Enes bin
Mâlik (Radtyallâhü anAJ'den; Şöyle demiştir:
ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yün elbise giydi
ve yamalı papuç giydi. Enes şunu da söylemiştir: ResûluUah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellemî beşi1 yedi ve sert elbise giydi.
(Enes'in râvisi)
el-Hasan'a: Beşi1 nedir? diye sorulmuş. O da (Beşi*), arpanın iri (öğütülmüş)
olanıdır. O, bunu ancak bir yudum su ile yutabilir idi" demiştir.
Not: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bu, zayıf bir seneddir. Çünkü Nuh bin Zekvân'ın zayıflığı
hususunda ittifak vardır. Ebû Abdillah el-Hâkim : O, el-Hasaa'-dan her mudal
badis rivayet eder, demiştir.[111]
A i ş e (Radıyallâhü
anhâ) 'nın hadisini Buhârî, Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir.
Onun, ikinci hadîsinin benzerini B u h
â rî ile M ü s 1 i m' de rivayet etmişlerdir.
Oralardaki
rivayetlerde; t>*»u£. '&£_ — "Ard arda iyi gün" ilâvesi
vardır. Yâni Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in ev halkı iki gün ard
arda doyunca arpa ekmeği yememişlerdir.
îbn-i Abbâs
(Radıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizi ve A h m e d de rivayet etmişlerdir.
Enes (Radıyaîlâhü anh) 'in hadisi ise Zevâid nevindendir.
Bu bâbta rivayet
edilen hadisler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile aile ferdlerinin
nasıl mütevazı ve sâde hayat yaşadıklarını açık biçimde göstermektedir.[112]
3349) "... Mıkdâm bin Madîkerib (Radtyalîâhü onA/den;
Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle
buyururken işittim: Âdem oğlu karın (yâni mide)den daha şer (fena) bir kab
doldurmamıştır. Âdem oğluna, belini doğrultan bir kaç lokma yeter. Eğer Âdem
oğluna nefsi galebe çalarsa, kanun (yâni midenin) üçte biri yiyecek, üçte biri
içecek ve üçte biri de nefes içindir."
3350) "... İbn-i Ömer (Radtyalîâhü anhümâydan rivayet
edildiğine göre :
Bir defa bir adam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında (tokluğundan dolayı)
geğirdi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
Geğirtini bizden
uzaklaştır. Çünkü şüphesiz, kıyamet günü açlığı en vzun olanınız, dünya
hayatında en çok tok olanınızdır, buyurdu."
3351) "... Atîyye bin Âmir el-Cühenî (Radtyallâkü
enh)'den; Şöyle demiştir :
Selmân (Radıyallâhü anh) den, yediği yemekten biraz daha
yemesi için israr edilirken şunu işittim:
(Yediğim mikdar) bana
yeter. Çünkü ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken
işittim:
Dünyada nisanların en
çok doyasıya yiyeni kıyamet günü açlığı en uzun olanıdır/*
Kot: Zevâid'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedinde Sald bin Muhammed el-Verrak es-Sakafi bulunur.
Âlimler onu zayıf saymıştır. îbn-i Hibbân ve Hâkim de (mu sıka, güvenilir
saymışlardır.[113]
M i k d â m
(Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Tirmizî, Ah-med, Hâkim ve îbn-i Hibbân da rivayet
etmişlerdir. Bu hadiste insanın karnı, yâni midesi en şer kab olarak
vasıflandırılmıştır. Çünkü, mideyi tıkabasa doldurmak sağlığı bozduğu gibi
dinî yaşantıyı da bozar. Sağlıklı olmayan kimsenin dini görevlerini düzenli
biçimde yerine getirmesinin güçlüğü bilinmektedir. Aynca midenin doldurulması
gaflet, tenbellik, rehavet ve ağırlığa sebebiyet verir. Bunun da dîni açıdan
sakıncalı oluşu malumdur.
Tuhfe yazan: 'Midenin
üçte birini yemeğe, üçte birini su ve benzeri meşrubata ayırmak ve üçte birini
de rahat nefes alma için boş bırakmak,
en normal olanıdır ve tercih edilmelidir, dedikten sonra: T ı y b î şöyle
demiştir, der: Hak ve vâcib olan beslenme, Allah'a kulluk edebilmek için beli
doğrultacak kadar yemek almaktır. Bir kimse bununla yetinmezse, hadiste beyân
edilen ölçü dâhilinde yemek yemelidir ve bu ölçüyü kaçırmamalıdır."
Sindi1 nin beyânına
göre Gazali bu hadîsi bir tabib filozofa anlatmış. Tabib filozof şöyle
demiştir: Az yemek hakkında bundan daha yüce bir söz işitmedim ve buna hayran
kaldım. Allah'a and olsun ki, bu söz çok hikmetlidir.
îbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh)'ın hadîsini T i r m i 2 i ve Beyhakî de rivayet etmiştir. Bu
hadiste geçen "Cüşâ" geğirti manasınadır. Geğirti tokluktan dolayı
olursa, mekruhtur, iyi bir şey değildir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm)'in, karşı çıktığı ve kerih gördüğü geğirti bu neviden olanıdır.
Hastalık ve mîde rahatsızlığı dolayısıyla olan geğirti hadîsin şümulüne dâhil
değildir.
Bu bâbtaki hadîsler
tıka basa yemenin fenalığına ve az yemenin faziletine delâlet eder.
M i k d â m
(Radıyallâhü anh)'ın hâl tercemesi 442. hadis bölümünde geçti.
Selmân'ın râvisi A t i
y y e bin Âm ir el-Cühe-n î' nin yalnız bu hadisi vardır. Kütüb-i Sitte
yazarlarından yalnız müellifimiz onun hadîsini rivayet etmiştir. Râvîsi de Z e
y d bin V e h b' tir. İbn-i Hibbân onun sıka olduğunu söylemiştir.[114]
3352) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyâen rivayet
edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir :
«Senin İştiha ettiğin
her şeyi yemen israftandır.»**
Not: Zevaİd'de şöyle
denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvi Nûh bin Zekvan'ın zayıflığı
hususunda ittifak edilmiştir. Ed-Dürneyri: Bu hadîs onun münker
hadîslerindendir, demiştir.[115]
Zevâid nevinden olan
bu hadisi B e y h a k i de .rivayet etmiştir. Mü'min bir kimse canının çektiği
her şeyi yememeli ve nefsine hâkim olmalıdır. Hadis, müminin şanının,- nefsine
muhalefetle bâzı arzularına karşı çıkmak olduğuna işaret eder. Kişinin canının
çektiği her şeyi yemesi sağlığına zarar verebilir. Sağlığı korumak da bir
görevdir.[116]
3353) "... Âi§e (Radtyattâhü anhâ)'d&n; Şöyle demiştir:
(Bir defa) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eve girdi de yere atılmış bir ekmek parçası gördü. Onu yerden alıp sildikten sonra yedi ve:
Yâ Âişe, değerli şeye saygı göster. Çünkü ekmek parçası hangi kavimden nefret etmiş (kaçmış) ise katiyyen bir daha onlara dönmemiştir, buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan el-Velld bin Muhaınmed zayıftır. Sindi de : ed-Dümeyri'nin bu râvlnin hadîs uydurmakla itham edildiğini söylediğini nakletmiştir.[117]
3354) Cı... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anky&tn rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle duâ ediyordu:
«Aİlahım, ben açlıktan şüphesiz sana sığınırım. Çünkü açlık, gerçekten ne fena yatak arkadaşıdır. Hiyânetten de sana sığınıyorum. Çünkü şüphesiz hıyanet, çok kötü iç duygudur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Leys bin Ebl Selim bu lunur. Bu ravl zayıftır.[118]
Bu hadis, notta belirtildiği gibi Zevâid nevilidendir. Hadîste geçen "Daci" yatak arkadaşı manasınadır. Açlık, insanı din ve dünya ile ilgili görevlerden geri bırakır, zihinleri karıştırır, bâtıl ve bozuk bir takım fikirlere sürükler, hattâ kötü yollara bile sevkedebilir. Bu ve benzeri tehlikeler nedeniyle açlıktan Allah'a sığınmak gerekir.
Bitâne: Elbise astan manasınadır. Asıl mânâ bu olmakla beraber sırdaş, gizli tutulan şey ve iç mânâlarına da gelir. Hıyanet içte beslenen bir duygu olduğu için buna bitâne denmiştir. Hıyanet, dinimize göre büyük günahlardandır ve zararları pek çoktur. Bu hastalıktan da Allah'a sığınmak lüzumludur.[119]
3355) «... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bir avuç kuru hurma İle de olsa aksam yemeğini terketmeyiniz. Çünkü bunu bırakmak (insanı) ihtiyarlatır (Yâni zayıflatır).
Not: Zevaid'de şöyle denmiştir: Bunun senedinde İbrahim bin Abdisselâm bulunur. Bu r&vi zayıftır. Tirmizi de bu hadisi Enes (RA.Vden rivayet ederek, mttnker bir hadîs olduğunu söylemiştir.[120]
3356) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'6en rivayet edildiğine göre; Resûlullab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Hayır, misafir kabul edilen eve bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha hızlı ulaşır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde CÜbâre ve kesir bulunur, Bu iki râvl zayıftır.
3357) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâyd&n rivayet edildiğine göre ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Hayır, içinde yemek yenen eve, bıçağın deve hörgücüne ulaşmasından daha hızlı ulaşır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Cübâre var. Bu râvî zayıftır. Ayrıca senedde «Abdurrahman bin Nehşel» ifâdesi yanlıştır. Doğrusu şöyledir :
3358) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
Adamın, misafiri ile beraber evin kapısına kadar çıkması (yâni uğurlaması) şüphesiz sünnettendir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ali bin ürve bulunur. Bu râvi, terkedilmiş zayıflardan biridir. İbn-i Hibbân, bunun hadis uydurduğunu so> lemistir.[121]
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler Zevâid nevindendir. Notta belirtildiği gibi senedleri zayıftır.
İlk iki hadîste misafir kabul edilen eve hayır ve sevabın çok hızlı olarak girdiğine işaret edilmektedir. Hayrın hızının tasviri için de bıçağın deve hörgücüne ulaşması hızı örnek alınmıştır. Sebebi şudur: Araplar misafir için deve boğazladıkları zaman önce hörgüç kısmım keserler. Çünkü hörgüç etini çok severler ve bundan misafire ikramda bulunmak için acele ederler. îşte onlar hörgüç kısmını henüz kesmemiş iken bu ikramlarının karşılığı olarak hayır ve sevab hemen eve girip ev halkına ulaşır.
Son hadîste de misafiri kapıya kadar uğurlamanın fazileti beyân edilip böyle davranmanın sünnet olduğu bildirilmektedir. Hadisteki sünnet, mendubluk mânâsına yorumlanabilir. Bir de misafirperver kimselerin izledikleri yol ve uygulanan güzel prensip mânâsına da yorumlanabilir.[122]
3359) "... Âli (bin Ebî Tâlİb) (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben (bir gün) bir yemek yapıp Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i davet ettim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi. Fakat evde resimler görünce geri gitti."
3360) "... Sefine Ebû Abdirrahmân (Radtyallâhü fl»A)'den rivayet edil-diğine göre:
Bİr adam bir yemek yapıp Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anhVın evine göndermiş, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) da: Keşke Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İ davet edip O da bizimle beraber yiyerdi, demiş ve bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i davet etmişler. Resûl-i Ekrem de gelmiş ve elini kapının iki tarafında ağaçların üstüne koymuş. Sonra (içeri gireceği sırada) odanın bir kenarında desenli bir örtü görüp geri gitmiş. Bunun üzerine Fâtıma, Alî'ye:
Yetiş de, Seni geri çeviren nedir? Yâ Resûlallah, diye sor, demiş.
(Ali de yetişip sormuş ve) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Müzevvak (yâni nakışlarla süslü) bir eve girmek benim için yoktur (yâni giremem), buyurmuştur."[123]
Bu babın ilk hadisinin Kütüb-i Sitte'nin kalanlarından hangisinde rivayet edildiğini tesbit edemedim. Bu hadiste geçen Tasâvîr kelimesi Tasvir'in çoğuludur, suretler manasınadır. Suret, resim demektir. Bu hadis evde resim bulundurmanın caiz olmadığına delâlet eder. Bir canimin boy resminin açık ve yüksekçe yere asılı bulunduğu eve meleklerin girmediği hususunda rivayet olunan hadisler sünenimizin libas kitabının 44. babında gelecektir. Konu ile ilgili gerekli bilgi orada inşâallah verilecektir. Oradaki hadîsler 3649 * 3652 noludur.[124]
Bir müslümanın davet edildiği evde bir canlının yaşayabilir biçimdeki boy resmi asılı durumda bulunursa davetli kişi oraya girmemelidir.
Bu babın ikinci hadisini Ebü Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmiştir.
Bu hadiste geçen Idâde kapının kenarında dikili ağaç demektir. Yâni kapıyı tutturmak için sağ ve solunda bulunan iki ağaç parçasına verilen isimdir.
Kiram t Örtü olarak kullanılan desenli ve nakışlı yünden mamul perdedir, çeşitli renklerden pamuk ipliği ile işlenir. El-Mısbâh isimli lügat kitabında, Kirâm: İnce örtüdür. Bâzılarına göre çizgili ve nakışlı ince örtüdür, diye tarif edilmiştir. Müzevvak = Nakışlarla süslenen, demektir.
Hadisin baş kjsmında,bulunan; yi ^jUsl %-j jl cümlesinin zahirine göre bir adam A 1 i' yi misafir etmiş. Ebû Davud'un süneninin bâzı nüshaları da böyledir. Diğer bâzı nüshalarında ise;
j\ ifâdesi kullanılmıştır. Bu rivayetin zahirine göre ise bir adam A 1 i' ye misafir olmuştur.
T ı y b î ilk rivayet şeklini şöyle yorumlamıştır: Yâni adam yemek yapıp A 1 i" ye göndermiştir. Yoksa zan edildiği gibi adam A 1 i * yi kendi evine davet etmemiştir.
Kanımca T ı y b i' nin böyle yorum yapmasının sebebi hadîsin devamında gelen F â t ı m a (Radıyallâhü anhâj'ya âit sözlerdir. Onun sözleri Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî'in onun evine geldiğini de ifâde eder.
EI-Mirkat'ta belirtildiği gibi bu hadis, bir münker'in yâni e^yri meşru durumun bulunduğu davete icabet edilmeyeceğine delâlet eder.
E 1 - H â f ı z da, el-Fetih'te: Bir evde bir münkerin, yâni gayri meşru durumun bulunmasının, o eve girmesine dinen engel olduğu, bu hadîsten anlaşılır, demiştir.
lbn-i Battal da bu konuda şöyle der:
Allah ve Resulünün yasakladığı bir durumun bulunduğu bir davete icabet etmek caiz değildir, hadîs bunu ifâde eder. Çünkü böyle bir davete icabet etmek böyle bir duruma rızâ göstermek anlamını taşır. İ b n - i Battal daha sonra mesele ile ilgili mütekaddim, yâni ilk âlimlerin mezheblerini açıklar ki, bunun özeti şudur: Davet edilen kişi davet edildiği yerdeki haram durumu giderirse, oraya gitmesinde bir sakınca yoktur. Şayet gidermeye gücü yetmezse geri döner.
Hanefî mezhebine mensub el-Hidâye sahibi de: Bir kimse davet edildiği yere gittikten sonra orada münker, yâni Allah ve Resulünün yasakladığı bir durum meydana gelirse, davet edilen zât, örnek edinilecek bir önder ise ve durttt^lmÜdaİHüe edip gidermeye gücü yetmezse, orayı derhal terk etmelidir. Çünkü öyle mecliste dine leke sürülmüş olur ve bir günah kapısı açılmış olur. Şayet davet edilen kişi örnek ve önder durumunda değil ise oturmuş iken artık yemeği yeyip öyle çıkmalıdır. Fakat davet edilen bir kimse henüz davet edildiği yere girmemiş iken orada münker bir durumun olduğunu sezerse örnek olsun veya olmasın geri dönmelidir, der.[125]
3361) "... İbn-i Ömer (Abdullah) (RadtyaUâhü anfıümâyâan rivayet '" ■ göre:
Bir gün kendisi
sofrası üstünde (yemekte) iken
(babası) Ömer (bin el-Hattâb)
(Radıyallâhü anh) onun yanma giriyor.
Abdullah sofranın baş kısmında (babası) Ömer için yer açıyor. Ömer de:
Bismillah diyerek elini vurup bir lokma alıyor. Sonra diğer bir lokma ile
ikiliyor, (yâni ikinci bir lokmayı alıyor). Sonra Ömer (Radıyallâhü anh) :
Ben bir yağ tadım cidden buluyorum. Bu, et yağı (tadı) değildir, deyince Abdullah (Radıyallâhü anh) :
Ey mü'minlerin emîri (halifesi), ben çarşıya çıkıp satınalayım diye semiz et aradım. Fakat bunu pahalı bulunca bir dirhem ile zayıf et aldım ve üstüne bir dirhemlik yağ koydum. Böylece aile ferdleri-min kemiklerden yararlanmasını istedim, diyor. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında et ve yağ birleştiği her zaman O. mutlaka birini yemiş, diğerini de sadaka etmiş (ikisini yediği katiyen vâki olmamıştır), diyor. Abdullah (Radıyallâhü anh):
Yâ mü'minlerin emîr'i (bu defa) al. Bundan sonra et ve yağ benim yanımda birleştiğinde mutlaka bunu yapacağım (yâni birisini yeyip diğerini sadaka edeceğim), diyor. Fakat Ömer (Radıyallâhü anh):
Ben yapacak değilim (Yâni bu yemeği yemem), diyor."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu, hasen bir seneddir. Bu senedde Yahya bin Abdirrahman bin Ubeyd bulunur.[126]
3362) "... Ebû Zerr (Radtyallâhü anA/den rivayet edildiğine göre; Pey-gamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir çorba yapbğın zaman suyunu çoğalt ve çorbandan bir avucu-nu komşularına ver,» buyurmuştur."[127]
Bu hadisin benzerini Tirmizi, Nesâi ve îbn-i Hib-b â n da rivayet etmişlerdir. T i r m i z i' nin rivayet ettiği hadisin ilk fıkrası başka bir talimat mahiyetindedir. İkinci fıkrada meâ-len; «Sen et veya başka bir şey pişirdiğin zaman suyunu çoğalt (yâni bol sulu yap) ve ondan bir avucu komşuna ver» buyurulmaktadır. Tirmizi bu hadîsin hasen - sahih olduğunu söylemiştir. Bu hadîs, İslâm dininin sosyal yardımlaşmaya ve dayanışmaya verdiği önem için bir örnek mahiyetindedir.[128]
3363) "... Ma'dftn bin Ebf Talha el-Ya'merî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ömer bin el-Hattâb (Hadıyallâhü anh), Cuma günü hutbe okumak üzere ayağa kalktı. Allah'a harad ve sena ettikten sonra şöyle
Ey insanlar! Siz, benim ancak habis (yâni hoşlanılmaz) sandığım şu sarımsak ve soğan (denilen) iki yeşilliği gerçekten yiyiyorsunuz. Halbuki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken (mes-cid'de) kendisinden mezkûr yeşillik kokusu hâsıl olan adam görürdüm. (Böylesi mescid'den uzaklaştırılarak) Bakî tarafına çıkarılıncaya kadar elinden tutuluyor (götürülüyor) du. Şu halde, kim bunları behemehal yiyecek olursa pişirmek suretiyle kokusunu gidermesi gerekir."
3364) "... (Ebû Eyyûb-î Ensârî'nin zevcesi) Ümmii Eyyûb (RadtyaUâhü mâyd; Şöyle demiştir:
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e, içinde (soğan, sarımsak, pırasa gibi) bazı (kerih kokulu) yeşillikler bulunan bir yemek yaptım. Fakat O, (bundan) yemedi ve:
•Ben arkadaşım (Cebrail AleyhisselâmJa eziyet etmekten hoşlanmam.» buyurdu."
3365)
"... Câbir (RadtyaUâhü anhyâen rivayet edildiğine göre: Birkaç adam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma gelmişler. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onlardan prasa kokusu duymuş ve:
«Ben siz (müslümanlar) ı (fena kokulu) bu yeşillikten men etmiş olmadım mı? Şüphesiz insanların rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsızlanır.*"[129]
Bu babın ilk hadîsini Müslim ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Sünenimizin 1014 numarasında bu hadîsin aynısı geçmiştir. Orada hadisin izahı ile ilgili bilgiler ve soğan, sarmısak, prasa gibi hoşlanılmayan kokulu gıda maddelerini yemenin hükmü hakkındaki ilmî görüşler açıklanmıştır. Oraya bakılmalıdır.
O m m ü E yy û b (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsini Tirmi-zi, îbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.
C â b i r (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin benzerini Müslim de rivayet etmiştir.
Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım: Sum: Sarımsak, Basal t Soğan ve Kürras, pırasa demektir. Şecere» Ağaç manasınadır. Hadîslerde anılan sebzelere Şecere denmiştir. Hadislerde bunlara Habis denmiştir. Çünkü kokuları fenadır. Ha-bîs kelimesinin asıl mânâsı ise Nevevi' nin naklen beyânı gibi; hoşlanılmayan söz, fiil, hareket, mal, şahıs, yiyecek ve içecek hakkında kullanılır. Araplar bu kelimeyi bu anlamda kullanırlar.
Baki: Medîne-i Münevvere mezarlığıdır. Bukûl i Bakl'ın çoğuludur. Baki, yeşillik demektir. Bu itibarla sebzelere de bakıl denilir.
Ümmü Eyyûb (Radıyallâhü anh) Kays bin Sa'd bin İmrii'l-Kays'ın kızı olup Ebû Eyyûb el-En-s & r i (Radıyallâhü anh) 'in eşidir. Ensâr-i Kirâm'ın H a z r e c kabîlesindendir. Bu hadîsi vardır. Tirmizİ, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâceh onun hadisini rivayet etmişlerdir. Râvîsi Ebû Y e z i d e 1 - M e k k i' dir.[130]
Hulâsa'daki bilgiye göre onun hadisini Ebû D â v û d da rivayet etmiştir. Fakat rastlayamadım. Belki de başka hadisi E b ü D â v û d tarafından rivayet edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
3366) "... Ükbe bin Âmir el-Cühenî (Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sahâbîlerine i «Soğan yemeyiniz» buyurmuş, sonra gizli (yâni alçak sesli) bir kelime "Çiğ" buyurmuştur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Abdullah bin Lehia bulunur. Bu ravi zayıftır. Kavilerden Osman ve el-Müğire lehinde veya aleyhinde konuşanı görmedim.[131]
3367) "... Selmân-i Fârisî (Radtyallâhü anh)'âtn; Şöyle demiçtir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sâde yağ, peynir ve firâ (yâni yabanî eşek veya deriden mamul elbise) hükmü soruldu. Resûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Helâl, Allah'ın, Kitâb'ında (açık veya kapalı olarak) helâlliğini bildirdiği, haram da Allah'ın, Kitâb'ında (açık veya kapalı olarak) haramhğuu bildirdiği şeydir. Kitâb'ın (veya Allah'ın) söz etmediği (yâni helâl veya haram olduğunu belirtmediği) şey de, Allah'ın af iv ettiği (yâni mubah kıldığı) şeylerdendir.»"[132]
T i r m i z 1 bu hadisi libâs kitabında "Firâ'ı giymek" başlığı al-tında açtığı bâbta rivayet etmiştir. Hadîsin senedinde bulunan S e y f bin Hârûn Tuhfe'de zayıf olarak tanıtılmıştır. Tirmizl' nnV bir rivayetinde ayni râvi mevcuttur. Diğer bir rivayetinde ise bu râ-vî yoktur. Fakat o rivayette hadîs S e 1 m â n (Radıyallâhü anh) üzerinde mevkuftur. Yâni S e 1 m â n' in sözü olarak rivayet olunmuştur. Hâkim de bu hadisi rivayet etmiştir.
Hadisin metninde geçen "Firâ" kelimesi iki mânâya yorumlanmıştır: El-Karl: Bu kelime Ferâ veya Fera'nın çoğuludur, yabani eşek manasınadır. E 1 - K a di demiş ki, bir kavle göre bu kelime Ferv'in çoğuludur. Ferv, deriden mamul elbisedir. T i r m i -z î gibi bâzı hadîsçiîerin bu hadîsi Libâs, yâni elbise bölümünde rivayet etmesi, bu ikinci yorumu teyid eder. Ibn-i M â c e h ise bunu sade yağ ve peynir babında rivayet etmiştir, der. Yâni î b n - i M â c e h ' in bu hadisi Yiyecekler bölümünde rivayet etmesi birinci yorumu teyid eder. Bâzı ilim adamlarımız birinci yorumu, yâni bu kelime ile deriden mamul elbise anlamını tecrid ederek; Sahâbîlerin deriden mamul elbiseyi giymenin hükmünü sormaları sebebine gelince, gayri müslimler murdar hayvan derisini tabaklamadan elbise yapıp giyerlerdi. Sahâbiler onların durumuna düşmekten korkarak bunu sormuşlardır, derler. Hadis âlimlerinin bu hadîsi elbise bölümünde rivayet etmeleri bu görüşü takviye eder, diye bilgi vermiştir.
Hulâsa Ferâ kelimesi ya deriden mamul elbise, ya da yabani eşek manasınadır. Deriden mamul elbiseyi giymekte bir sakınca yoktur. Murdar hayvan derisine gelince, bu tabaklandığı zaman yıkanıp temizlendikten sonra giyilebilir ve başka türlü de kullanılabilir. Bu konu 3609 - 3612 nolu hadîsler bölümünde anlatılacaktır. Yabani eşek etine gelince, bu konu 3193-3196 nolu hadîsler bölümünde geçmiştir. Oraya bakılabilir.
Sindi, hadîsin izahı bölümünde özetle şöyle der: "Bu hadîsin zahirine göre helâl ve haram hükümleri yalnız Kur'-ân-ı Kerim âyetlerinden çıkar ve helâl veya harama âit hiç bir hüküm hadîsler ile sabit olamaz. Halbuki durum böyle değildir ve;
"Bilmiş olunuz ki bana Kur'an ve onunla beraber onun misli verildi" hadîsine aykırıdır. (Müellifimizin 12. hadisine bakınız). Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de bir şeyin haramlığını bildiren hadisleri tutmayıp bu hükmün Kur'ân'da yer almamasını mazeret, gerekçe gösteren kimseleri yermiştir. (Müellifimizin 13 nolu hadisine bakınız)."
Yukarda belirtilen sebeblerle bu hadis zahiri mânâsına göre değildir, şöyle yorumlanması gerekir: "Allah'ın Kur'ân-i Kerim'de helâl veya haram kıldığı şeyler1' ifâdesinden maksad Kur'ân'da açıkça bildirilen hükümler ile konulan genel hükümlerdir,
— "Allah'a itaat ediniz ve Allah'ın Resulüne itaat ediniz" gibi âyetler genel hükümleri ifâde ederler. Durum ve yorum bu olunca; bu hadiste anılan peynir, sâde yağ, yabana eşek veya deriden mamul elbise, Allah'ın, Kitâb'ında helâl kılınmış şeylerden sayılır. Çünkü Resülullah (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu hükümleri beyân buyurmuştur. Kur'ân-ı Kerimin yukardaki âyeti ve benzeri âyetler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e itaat etmeyi emreder. Şu halde bu hükümler Kur'ân ile sabittir. Sâde yağın helâlliği Buhâri ve Müslim'in rivayet ettikleri hadisle sabittir. Peynir'in helâlliği da Ebû Davud'un rivayet ettiği hadîsle sabittir.
Yabani eşek eti ve tabaklanan deri ile ilgili hükümler de yukarda numaraları verilen hadislerle sabittir.
Hadis bu şekilde yorumlanınca; sâde yağ ve peynir ile yabani eşek eti veya derinin elbise olarak kullanılması hükümleri Allah'ın söz konusu etmediği hükümlerden sayılmaz. Keza, hadisten maksad anılan bu şeylerin, sözü edilmeyen neviden olduğunu bildirmek değil, maksad, helâl ve haramı tanımak için genel bir kural koymaktır.
Durum bu olunca bu hadîs;
"Allah, şüphesiz size bâzı şeyleri emretmiştir. Siz bunları yerine getiriniz. Bazı şeyleri de size yasaklamıştır. Bunlardan da sakınınız ve katından bir rahmet olarak bâzı şeyler (in helâl veya haramlığın)-dan söz etmemiştir. Artık siz de o şeyleri sormayınız" hadîsine muvafık olur.
Hadis, haramlığı hakkında bir hüküm bulunmayan şeylerde asıl olanın helâllik olduğuna delâlet eder.
Ş e v k â n i de, en-Neyl'de: Helâl ve haram kılma hükümlerinin Kur'ân-ı Kerime inhisar ettiğine delâlet eden bu ve benzeri hadislerden maksad, Kur'an-i Kerim'de bulunan özel hükümler yanında genel hükümler ve işaretler, eşyaların helâllığına veya haramlığına delâlet eder. Maksad şu olabilir.- Hükümlerin çoğu, Kur'an-ı Kerim'de açık veya kapalı biçimde bulunur. "Bana Kur'ân-ı Kerîm ve onunla beraber onun misli verildi" mealindeki sahih hadis bunu gösterir, der.[133]
3368) "... Kuman bin Beşîr (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Tâif'ten bir mlkdar
(yaş) üzüm hediye edilmişti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni çağırarak:
«Şu salkımı al da anana ulaştır» buyurdu. Ben de üzümü anama ulaştırmadan önce yedim. Birkaç gece sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
«Üzüm salkımı ne oldu, onu anana ulaştırdın mı?» diye sordu. Bende:
Hayır (anama ulaşmadı), dedim. Numân demiş ki Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana ğuder (vefasız), dedi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvlleri sıka, güvenilir zâtlardır. Fakat Peygamber (S.A.V.)'den olan rivayette burada anlatılanın aks! anlatılmaktadır. Şöyle ki: O rivayete göre Nıımân'ın anası Numan'Ia Peygamber (SAV.)'e (yaş) üzüm gönderir. Numân da üzümü Peygamber (S.A,V.)'e ulaştırmadan önce bir mikdarını yer. Sonra üzümü getirince Resûl-i Ekrem (S.A.V.) onun kulağından tutup ona :
«Yâ Güder» (yâni emânete hıyanetle vefasızlık eden), buyurdu ve: «Kişi sev* beraberdir.» buyurdu.
Olay ihtilaflıdır. İki ayrı olay olması da muhtemeldir.
3369) "... Talha (Radtyallâhü ö»*)'den; Şöyle demiştir: Bir gün ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim. Elinde ayva vardı. Buyurdu ki i Bunu al (ye), ey Talha. Çünkü ayva, şüphesiz gönülü rahatlatır."
Not: Zevâid'de söyle denilmiştir : Bunun senedinde Abdülmelik ez-Zübeyrl bulunur. Bu râvi meçhuldür. EI-MüzzI, el-Etrâfta ve Zehebİ de el-Kaşirte Ebû Satdln d« »ayıf olduğunu söylemişlerdir.[134]
3370) "... Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radtyallâhü anhüm)'-den rivayet edildiğine göre :
BesûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .adamın yüzükoyun yatarak yemek yemesini yasaklamıştır.[135]
[1] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/5-7.
[2] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/7.
[3] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/7-8.
[4] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/8-9.
[5] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/9.
[6] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/9-10.
[7] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/10-12.
[8] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/12.
[9] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/12-13.
[10] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/13-14.
[11] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/14-15.
[12] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/15-16.
[13] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/16-17.
[14] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/17-19.
[15] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/19-20.
[16] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/20-21.
[17] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/21-23.
[18] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/23-24.
[19] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/24-25.
[20] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/26-27.
[21] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/27.
[22] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/27-29.
[23] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/29.
[24] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/29-30.
[25] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/30-31.
[26] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/31-32.
[27] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/32.
[28] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/33-34.
[29] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/34.
[30] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/34-35.
[31] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/35-36.
[32] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/36-38.
[33] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/38-39.
[34] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/39.
[35] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/39.
[36] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/39-41.
[37] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/41.
[38] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/42-43.
[39] Hulfts», 415 Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/43.
[40] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/43-44.
[41] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/44.
[42] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/45-46.
[43] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/46-47.
[44] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/47-48.
[45] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/48.
[46] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/48-50.
[47] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/50.
[48] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/50.
[49] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/50-51.
[50] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/51-52.
[51] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/52.
[52] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/53.
[53] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/53.
[54] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/54.
[55] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/54.
[56] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/55.
[57] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/56.
[58] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/56-57.
[59] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/57-59.
[60] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/59.
[61] Hulâsa, 59 Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/59-60.
[62] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/60-61.
[63] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/61-62.
[64] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/62-63.
[65] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/63.
[66] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/64-65.
[67] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/65-66.
[68] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/66.
[69] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/66.
[70] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/66-67.
[71] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/67-68.
[72] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/68.
[73] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/68-69.
[74] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/69.
[75] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/69.
[76] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/70-71.
[77] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/71-72.
[78] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/72-73.
[79] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/73.
[80] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/74.
[81] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/74-75.
[82] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/75-76.
[83] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/76.
[84] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/76-77.
[85] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/77.
[86] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/78-79.
[87] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/79.
[88] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/79-80.
[89] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/80-81.
[90] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/81-82.
[91] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/82-83.
[92] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/83.
[93] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/84.
[94] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/85.
[95] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/86.
[96] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/86.
[97] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/87.
[98] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/87.
[99] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/88-90.
[100] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/90-91.
[101] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/91-92.
[102] Hulâsa, 367 Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/92.
[103] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/93.
[104] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/94.
[105] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/94-97.
[106] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/97.
[107] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/97.
[108] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/97-98.
[109] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/98.
[110] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/99.
[111] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/99-101.
[112] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/101.
[113] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/102-103.
[114] Hulâsa, 268 Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/103-104.
[115] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/104-105.
[116] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/105.
[117] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/105-106.
[118] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları:
9/106.
[119] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/107.
[120] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/107.
[121] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/108-109.
[122] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/109.
[123] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/110-111.
[124] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/111.
[125] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/111-113.
[126] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/113-114.
[127] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/114-115.
[128] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/115.
[129] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/115-117.
[130] Huttsa, 497 ve
Tuhfetü'l-Ahvezl C. 3,6ah. 84
[131] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/117-118.
[132] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/118-119.
[133] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/119-121.
[134] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/121-123.
[135] Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman
Yayınları: 9/123.