* EBU RAFİ ABDULLAH İBNU EBİ'L-HUKAYK'IN ÖLDÜRÜLMESİ
Kuşku nedir, nasıl sağlanmıştır?
HUDEYBİYE GAZVESİ SEBEPLERİ, NETİCELERİ:
Sulh İslam'ın En Büyük Zaferi:
Hudeybiye Sulhünde Adı Geçenler:
Urve İbnu Mes'ud İbnu Muattıb:
Hudeybiye Sulhünün En Büyük Meyvesi:
* ÜSÂME İBNU ZEYD'İN, CÜHEYNE'NİN HURUKA'YA GÖNDERİLMESİ
3) Abdullah İbnu Sa'd İbni Ebî Sarh:
7) Abdullah İbnu'z-Ziba'rî es-Sehmî:
2) Sâre Mevlâtu Amr İbni Abdilmuttalib:
3-4) Abdullah İbnu Hatal'ın iki şarkıcı cariyesi (Kureyne ve Fertana)
Fetihle İlgili Diger Bazı Notlar:
* HÂLİD İBNU VELİD RADIYALLAHU ANH'IN BENİ CEZİME'YE GÖNDERİLMESİ
* ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHMİ VE ALKAME İBNU MÜCEZZİZ ELMÜDLİCİ
SERİYYESİ
* HZ. EBU MUSÂ VE MUÂZ'IN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ
* ALİ İBNU EBÎ TALİB VE HÂLİD İBNU VELİD'İN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ
1- Gazve kelimesi, lügat olarak kasdetmek ma'nâsına gelir.
Mesela mağza'lkelam demek, kelamdan kasdedilen ma'nâ, maksad demektir.
Resulullah'ın siyerine giren bir tabir olarak, Aleyhissalâtu vesselâm'ın şahsen
veya tarafından hazırlanmış bir ordu ile küffâra karşı "kasd"ını
ifade eder. Cemi olarak gazavât ve meğâzî kelimeleri kullanılır. Megâzî, yine
aynı asıldan olan mağza'nın cem'idir.
Gazve ile küffar'ın şahıslarının kastedilmesi, memleketlerinin
veya Uhud, Hendek gibi indikleri yerlerin kastedilmesinden daha âmmdır.
2- Müslümanlar, hicretten önce, kâfirlere karşı savaşmaktan
men edilmişlerdi. Öyle ki, Kureyş müşriklerinin, işkence, hakaret ve
zulümlerinden çok çeken müslümanlar, zaman zaman yapılanlara tahammül
edemeyerek, silahla mukabele için Resulullah'tan ısrarlı müsaade istemişler fakat Aleyhissalâtu vesselâm her
seferinde talebi reddedip müsaade etmemiş, mesele üzerine gelen âyetler de hep
sabır tavsiye etmiştir.[1]
Megâzî müellifleri ve hatta müfessirler, küffârla silahlı
mücadeleye izin veren ilk âyetin "Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş
açılan kimselerin karşı koyup
savaşmasına izin verilmiştir" (Hacc 39) olduğunu söyler.
Burada dikkat edilirse, savaşın izni sınırlı bir izindir. Bütün
Müslümanlara değil, "kendilerine savaş açılmış olan ve zulme
uğratılanlar"adır; yâni Mekkeli müslümanlara. Bu âyetin Medine'de nâzil olduğu kabul edildiğine göre hicretten
sonra savaş izni verilmişse de, izin sadece muhacirleredir. Nitekim, Bedir
gazvesine kadar, çıkarılan ilk seriyyelere katılanlar ismen bellidir ve
incelendiği zaman hepsinin Mekkeli muhacir oldukları görülür. Gerçi bu hususa
siyer ve megâzî müellifleri de dikkat
çeker.
Bilahare nâzil olan şu âyet mutlak bir cihad emri vermektedir:
"İsteyen, istemeyen hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda
mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilirseniz bu sizin için
hayırlıdır" (Tevbe 41).
Bu hususta belli bir tedriçle gelen vahiyleri Hicret bahsinin
sonunda göstereceğimiz için burada teferruata girmeyeceğiz.
İbnu Hişam'ın Sire'sine göre Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Medine'de gerçekleştirdiği ilk gazve, ilk askerî çıkış, Hicretin
birinci yılı Safer ayının onikinci gününde yaptığı Veddân seferidir. Kureyşle
karşılaşmak için çıkılmışsa da karşılaşma olmadan geri dönülmüştür. Bu sefere
çıkarken yerine Sa'd İbnu Ubâde'yi halef bırakmıştır.
Buhârî'nin İbnu İshak'tan kaydettiğine göre ise Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ilk gazvesi Ebvâ'ya olmuştur. İbnu Hacer, bu iki
rivayet arasında ihtilaf olmadığını söyler. "Çünkü der, Ebvâ ile Veddân
birbirine yakın olan iki yerdir, ikisi arasında altı veya sekiz millik mesafe
var, bu sebeple Sa'd İbnu Cüsâme hadisinde "İlk gazve Ebvâ'ya veya
Veddân'a idi" diye gelmiştir." İbnu Hacer, tahliline devamla,
Megâzî'l-Ümevî'de: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şahsen gazveye
çıktı ve Veddân'a kadar geldi, burası Ebvâ'dır" dendiğini belirterek, bazı
müelliflerin Veddân ile Ebvâ'yı, iki ayrı ismi olan aynı yer olarak
anladıklarına dikkat çeker.
Musa İbnu Ukbe gibi başka
müelliflerin de Resulullah'ın ilk gazvesinin Ebvâ'ya olduğunu söylediklerini
kaydeden İbnu Hacer, İbnu Abbâs'tan rivayet edilen şu açıklamayı kaydeder:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebvâ'ya varınca, Ubeyde
İbnu'l-Hâris'in komutasında altmış kişiyi gönderdi. Bunlar bir grup Kureyşli
ile karşılaştılar. Birbirlerine ok
attılar. Bu sırada Sa'd İbnu Ebî Vakkas bir ok attı. Allah yolunda ilk
ok atan o idi." İbnu Hacer, Ümevî'nin Megâzî' sinde ilk ok atanın Hamza
İbnu Abdilmuttalib'in olduğunun yazılı bulunduğunu, hatta "Kendisine
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından ilk sancak verilen kimsenin de Hamza
olduğunun" yazıldığını, Musa İbnu
Ukbe, Ebu Ma'şer, ve el-Vâkidî gibi diğer megâzî sahiplerinin de bu hususta
cezm ettiklerini belirtir. Bu husustaki rivayetleri aynen şöyledir: "Hz.
Hamza (radıyallahu anh)'ın sancağını taşıyan Hamza'nın halîfi olan Ebu Mürsed idi. Hadise Hicretin birinci senesi
Ramazan ayında cereyan etti. Bu sefere
katılanların sayısı otuz kişi idi, gayeleri Kureyş'in ticaret kervanını kesmek idi. Büyük bir
kalabalığın [Üçyüz kişi] başında olan Ebu Cehil'le karşılaştılar..."[2]
* İbnu Sa'd, Tabakât'ında Resulullah'ın bizzat katıldığı gazvelerin 27 olduğunu, gönderdiği
seriyyelerin ise 47 olduğunu, Hz. Peygamber'in savaştıklarının bi'l-icma gazve olduğunu; Bedir, Uhud,
Müreysi, Hendek, Kureyza, Hayber, Mekke Fethi, Huneyn, Taif, ayrıca Benî
Kureyza, Hayber dönüşü Vâdi'il-Kura'da el-Gâbe'de de savaştığının rivayet
edildiğini belirtir.[3]
Bedir gazvesi dahil,
çıkarılan ilk askeri seriyyelerin gayesi, siyer kitaplarının belirttiği üzere,
her defasında, Şam'a gitmekte veya Şam'dan dönmekte olan Kureyş tüccarlarını
karşılamak idi. İbnu Sa'd, Bedir Gazvesine kadar şu seriyyelerin yapıldığını
kaydeder:[4]
Hz. Hamza
Seriyyesi: Ebu Cehil'in başkanlığında üçyüz kişinin himayesindeki bir kervana
karşı yapılmıştı. Her iki tarafa da müttefik olan Mecdî İbnu Amr el-Cühenî
araya girer, savaşı önler.
Ubeyde
İbnu'l-Hâris Seriyyesi: Hicretin 8. ayında Şevvalde altmış kişilik bir kervana
karşı gönderilir. Batn-ı Râbığ'da kılıç çekilmeyen karşılaşmada karşılıklı ok
atmalar olur. İlk oku bu seferde Sa'd İbnu Ebî Vakkas atar.
Sa'd İbnu Ebî
Vakkâs Seriyyesi: Hicretin 9. ayında 20 kişilik bir grupla iyi bir kervana
karşı yapılır.
Ebvâ Gazvesi:
Hicretin 12. ayında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şahsen katıldığı bir
gazvedir.
Buvat Gazvesi:
Hicretin 13. ayında Rebiülevvelde Resulullah'ın katıldığı bir gazvedir.
Kürz İbnu
Câbir'i Takip Gazvesi: Yine hicretin 13. ayında Rebiül-evvel'de adı geçen
kişiyi takip için bizzat Resulullah'ın katıldığı bir seferdir. Bu kâfir, Medine
civarında talanda bulunup kaçmıştı.
Zü'l-Uşeyre
Gazvesi: Hicretin 16. ayında Cemâdiye'l-Ahire'de Resulullah'ın katıldığı bir
gazvedir.
Abdullah İbnu Cahş Seriyyesi: Hicretin 17. ayında Receb ayında 12
kişi ile yapılan bir seriyyedir. Bedir öncesi yapılan seriyyelerin en ehemmiyetlisi budur. Bu seriyyede hem mukatele
olmuş, müşrik öldürülmüş, hem de
azımsanamayacak miktarda ganimet elde edilmiştir. Bu sefer dahil, Bedir
öncesi bütün seferlere sâdece muhâcirler iştirak ettiği halde, bu seferde elde
edilen ganimet, Ensârîleri de kendi istekleriyle seriyyelere katılmaya müşevvik
olmuş, Bedir seferine çok sayıda Medinelinin
katılmasına zemin hazırlamıştır.
* İlk mücahidler: Ensârî'dir. İbnu Sa'd'ın tebarüz ettirdiği bir
diğer nokta, Bedir savaşı'na kadarki bütün seriyyelerde yer alan mücâhidlerin
muhâcir olmasıdır. İbnu Sa'd: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) der,
Ensâr'dan hiç kimseyi Bedir Gazvesi'ne kadar seriyyelere dahil etmedi. Böyle
davranışının sebebi, (Hicretten önce, onlarla yaptığı antlaşmada) kendisini,
beldelerinde himaye etmeyi şart koşmuş olması, (Mekkelilerle savaşma şartını
koşmamış olması) idi."
Resulullah'ın yukarıda kaydedilen ilk seferlerinin gayesi,
anlaşılacağı üzere, geçim kaynakları -Kur'an'ın ifadesiyle "Ziraate
elverişsiz bir vadi"de (İbrahim 37) yaşadıkları için- ticarete
dayanan Mekkelilerin Şam'la olan ticarî
bağlarını keserek ekonomik ablukaya
almaktı. Bu siyaset gerçekten başarılı olacak ve Kureyş kâfirlerini, -İslam
intişar tarihi açısından Feth-i Mübîn sayılan- Hudeybiye antlaşmasını yapmaya
hazırlayacaktır.
Resulullah'ın gazveleri, askeri tabya açısından askerî- siyasî
gözle tahlil edilmeye ziyadesiyle layık
ve gereklidir. Kur'an'ın, Resulullah'ta
varlığını haber verdiği en güzel
örnek bu sahaya da şâmil olmalıdır: لَقَدْ
كَانَ لَكُمْ
فِى رَسُولِ
اللّهِ
اُسْوَةٌ
حَسَنَةٌ (Ahzâb 21).[5]
ـ4225 ـ1ـ عن
بريدة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]غَزَا
رسولُ اللّهِ
# سِتَّ
عَشْرَةَ
غَزْوَةً[.
أخرجه
الشيخان .
1. (4225)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onaltı gazve
yapmıştır." [Buhârî, Megâzî 89, 1, 77; Müslim, Hacc 218, (1254), Cihad
147, (1814); Tirmizî, Cihâd 6, (1676).][6]
ـ4226 ـ2ـ
وعند مسلم:
]أنَّهُ غَزَا
مَعَ
النَّبِيِّ #
سِتَّ
عَشْرَةَ
غَزْوَةً[ .
2. (4226)- Müslim'in rivayetinde: "(Büreyde (radıyallahu anh))
Resululluh'la birlikte onaltı gazveye katıldığını söyler." [Müslim, Cihad
146, 147, (1814).] [7]
ـ4227 ـ3ـ
وفي رواية له:
]غَزَا #
تِسْعَ
عَشْرَةَ غَزْوَةً،
قَاتَلَ فِي
ثَمَانِ
مِنْهَا[ .
3. (4227)- Yine Müslim'in bir rivayetinde: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ondokuz gazve yaptı, bunlardan sekizinde savaştı"
denmektedir. [Müslim, Cihad 146, (1819); Buhârî, Megâzî 87.][8]
ـ4228 ـ4ـ
وعن سلمة بن
ا‘كوع رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]غَزَوْتُ
مَعَ رَسُولِ
اللّهِ #
سَبْعَ غَزَوَاتٍ
وخَرَجْتُ
فِيمَا
بَعَثَ مِنَ
الْبُعُوثِ
تِسْعَ
غَزَواتٍ،
مَرَّةً
عَلَيْنَا
أبُو بَكْرٍ
وَمَرَّةً
عَلَيْنَا
أُسَامَةُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما[.
أخرجه
الشيخان .
4. (4228)- Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte yedi gazve yaptım. Ayrıca çıkardığı seferlerden de dokuzuna katıldım.
Bir defasında başımıza Ebu Bekr (radıyallahu anh) bir defasında da Üsâme İbnu
Zeyd (radıyallahu anhümâ) vardı." [Buhârî, Megâzî, 87; Müslim, Cihad 148,
(1815).][9]
AÇIKLAMA:
Bu dört hadis,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yaptığı seferlerin sayısını vermekten
başka, bizzat katılmadığı seferlerin varlığına da dikkat çekmektedir. Bunlarla
ilgili umumî rakamları, daha önce kaydettik.[10]
ـ4229 ـ1ـ عن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ] شَاوَرَ
رَسُولُ
اللّهِ #
حِينَ
بَلَغَهُ
إقْبَالُ أبِي
سُفْيَانَ.
فَتَكَلَّمَ
أبُو بَكْرٍ رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
فَأعْرَضَ
عَنْهُ. ثُمَّ
تَكَلَّمَ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
فَأعْرَضَ
عَنْهُ
فَقَامَ
سَعْدُ بْنُ
عُبَادَةَ رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
فَقَالَ:
إيَّانَا تُرِيدُ
يَا رَسُولَ
اللّهِ؟
فَوَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ
لَوْ
أمْرَتَنَا
أنْ نُخِيضَهَا
الْبَحْرَ
‘خَضْنَاهَا،
وَلَوْ
أمَرْتَنَا
أنْ نَضْرِبَ
أكْبَادَهَا
إلى بَرْكِ
الْغِمَادِ لَفَعَلْنَا.
قَالَ:
فَنَدَبَ #
النَّاسَ. فَانْطَلَقُوا
حَتّى
نَزَلُوا
بَدْراً
وَوَرَدَتْ
عَلَيْهِمْ رَوَايَا
قُرَيْشٍ
وَفيهِمْ
غَُمٌ أسْوَدُ
لِبَنِي
الْحَجَّاجِ
فَأخَذُوهُ. فَكَانَ
أصْحَابُ
رَسُولِ
اللّهِ #
يَسْألُونَهُ
عَن أبِي
سُفْيَانُ
وَأصْحَابِهِ.
فَيَقُولُ:
مَالِي
عِلْمٌ
بَأبِي
سُفْيَانَ، وَلكِنْ
هذَا أبُو
حَهْلٍ،
وَعُتْبَةُ،
وَشَيْبَةُ،
وَأمَيَّةُ
بْنُ خَلَفٍ،
فإذَا قَالَ
ذلِكَ
ضَرَبُوهُ.
فَقَالَ:
نَعَمْ أنَا أُخْبِرُكُمْ.
هذَا أبُو
سُُفْيَانُ
فإذَا
تَركُوهُ فَسَألُوهُ.
قَالَ: مَالِي
بِأبِي
سُفْيَانَ عِلْمٌ.
وَلِكنِْ
هذَا أبُو
جَهْلِ،
وَعُتْبَةُ،
وَشَيْبَةُ،
وَأُمَيَّةُ
بْنُ خَلَفٍ
فِي النَّاسِ.
فإذا قَالَ
هذَا أيْضاً
ضَرَبُوهُ،
وَرَسُولُ
اللّهِ #
قَائِمٌ
يُصَلِّي.
فَلَمَّا
رَأى ذلِكَ
انْصَرَفَ.
قَالَ:
وَالَّذِي نَفْسِي
بِيَدِهِ
لِتَضْرِبُوهُ
إذَا صََدَقَكُمْ،
وَتَتْرُكُوهُ
إذَا
كَذَبَكُمْ؟
قَالَ:
فَقَالَ
رسولُ اللّهِ
# هذَا مَصْرَعُ
فُنٍ. قَالَ:
وَيَضَعُ
يَدَهُ عَلى
ا‘رْضِ هَاهُنَا
وَهَاهُنَا.
قَالَ:
فَوَاللّهِ
مَا مَاطَ
أحَدٌ
مِنْهُمْ
عَنْ
مَوْضِعِ
يَدِ رسولِ اللّهِ
#[. أخرجه مسلم
وأبو
داود.»الرَّوَايَا«
جمع رواية وهي
المزادة،
والمزاد هنا
الجمال التي
تحمل
الرواي.و»المَصرعُ«
موضع
القتل.وقوله:
»مَا مَاطَ« أي
ما مال وعدل .
1. (4229)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), kendisine Ebu Süfyan'ın gelmekte olduğu haber verilince, ashabıyla istişare etti. Önce Ebu
Bekr (radıyallahu anh) konuştu. Ondan yüzünü çevirdi (iltifat etmedi). Sonra
Hz. Ömer (radıyallahu anh) konuştu. Ondanda yüzünü çevirdi. Derken Sa'd ibnu
Ubâde (radıyallahu anh) (Resulullah'ın maksadı sezerek) ayağa kalktı ve
"Ey Allah'n Resulü, biz (Ensârîler)i mi kastediyorsunuz? Nefsimi kudret
elinde tutan zâta yemin ederim, eğer bize bineklerimizi denize sürmemizi emredecek olsanız,
mutlaka (gözümüzü kırpmadan) daldırırız. Bize onlara binip Berkı'l-Gımâd'a
gitmemizi emretseniz onu da yaparız!" dedi. Bunun üzerine Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) halkı hazırladı. Yola çıktılar ve Bedr'e kadar gelip
indiler.
Orada, Kureyş'in su almaya
gönderdiği kimselerle karşılaştılar. İçlerinde Benî Haccâc'a ait siyâhî bir
köle vardı. Onu yakaladılar. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı Ebu
Süfyan ve arkadaşları hakkında bilgi soruyorlardı. Köle:
"Ebu Süfyan hakkında bilgim yok. Ancak (burada) Ebu Cehil,
Utbe, Şeybe ve Umeyye İbnu Halef var!" dedi. O böyle söyleyince ashab onu
dövdü. O da: "Evet, ben size haber veriyorum. Bu Ebu Süfyan'dır!"
dedi. Onu bıraktıkları zaman başkaları sordular. O yine:
"Ben Ebu Süfyân hakkında bir şey bilmiyorum, lakin burada
halkın içinde Ebu Cehil, Utbe, Şeybe, Umeyye İbnu Halef var!" dedi. Böyle
söyleyince onlarda aynı şekilde dövdüler. Bu esnada Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) namaz kılıyordu. Bu hali görünce
namazı bıraktı ve: "Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e
yemin olsun, size doğruyu söyleyince onu dövüyorsunuz! Yalan söyleyince de
bırakıyorsunuz" dedi.
Râvi der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) elini
koyarak "burası falancanın öldürüleceği yer, şurası feşmekancanın öldürüleceği
yer" diye teker teker
gösterdi."
Râvi der ki: "Allah'a yemin olsun onlardan hiçbiri,
Aleyhissalâtu vesselâm'ın elini koyduğu yerin dışına sapmadan, gösterdiği
yerlerde öldürüldüler." [Müslim, Cihad 83, (1779); Ebu Dâvud, Cihâd 125,
(2681).][11]
AÇIKLAMA:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın istişâre yaparken Hz. Ebu
Bekr ve Hz. Ömer'i dinleyip onların konuşmalarına fazla iltifat etmemesi,
bunların muhacir olmasından ileri gelmiş olabilir. Zira, umumî açıklama
kısmında belirttiğimiz üzere, bidayette yapılmış olan antlaşma mucibince,
Medineliler gazvelere iştirak etmek mecburiyetinde değildi. Ancak bu sefer
Aleyhissalâtu vesselâm Kureyş müşriklerinin karşısına daha güçlü çıkabilmek
için Medinelilerin de gazveye katılmasını arzu ediyor olmalıdır. Ancak istiyordu ki, bu teklif
onlardan gelsin.
Ensâr (radıyallahu anhüm)'ın iki liderinden biri olan Sa'd İbnu
Mu'âz, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın tavrından, Onun gerçek maksadını sezmiş olmalı ki, "Galiba
bizi kastediyorsunuz" diyerek söz alır ve lideri olduğu kitle adına,
Resulullah'a her hususta itaate hazır
olduklarını -önceki antlaşmaya rağmen- askerî bir sefere, mukateleye de hazır
olduklarını beyan eder. 4231 numaralı rivayette de görüleceği üzere Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın savaşa can-u gönülden katılacağını işittiği zaman, sevincinden yüzü parlayacak derecede
memnun kalacaktır.
Hadisenin, daha teferruatlı bir vechini İbnu İshak'tan takip
edelim: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safvâ nâm mevkiye gelince, Kureyş'in Bedr'e yöneldiği,
Ebu Süfyân'ında beraberindeki (kervanla) paçayı kurtardığı haberi ulaştı. Bunun üzerine (kervanın önünü kesmek
gayesiyle yola çıkmış olan Resulullah,
durumun değiştiğini, Mekkelilerle savaşmak icabedeceğini anlayarak yanındaki)
halkla istişare etti. Ebu Bekr kalkıp konuştu, güzel şeyler söyledi. Sonra Ömer
kalktı, o da öyle yaptı. Sonra Mikdad
İbnu'l-Esved kalkıp: "Biz sana Hz. Musa'nın kavminin ona söylediği gibi:
"Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturucularız" demiyoruz.
Fakat diyoruz ki "Senin sağında,
solunda, önünde yer alıp seninle birlikte küffara arşı savaşacağız. Seni
hak ile gönderen Zât'a yemin olsun bizi Berki'l-Gımâd'a da sevketsen önünde
savaşacağız" der. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bana fikir
beyan edin!" buyurur." Râvi der ki: "Bu sözü üzerine anladılar
ki, Ensarı(n fikir beyan etmesini) arzu etmektedir. Aleyhissalâtu vesselâm
onların muvafakat etmeyeceğinden endişe duyuyordu. Çünkü onlar kendisine,
sadece şahsına kastedenlere karşı yardımcı olmak şartıyla bey'at etmişlerdi,
düşman üzerine beraber yürümek şartıyla değil. Bunun üzerine Sa'd İbnu Muaz:
"Ey Allah'ın Resulu! Sen emredildiğin şeye hükmet, biz
seninle beraberiz!" dedi. Onun bu sözü, Resulullah'ı sürûra ve memnuniyete
garketti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bu endişeye sevkeden bazı tereddütlerin kendisine intikal etmiş
olabileceğini ifade eden bir rivayeti İbnu Hacer, İbnu Ebî Hâtim'den kaydeder:
Buna göre, Resulullah Medine'de iken kervanın yolunu kesmek gayesiyle halkı yola çıkarmış idi, durum değişip savaş
ihtimali mevzubahis edilince, "Biz hazır değiliz, savaşa tâkatımız
yok" itirazı yükselir. Rivayet
aynen şöyle: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) biz Medine'de iken bize
dedi ki:
"Ben Ebu Süfyan'ın kervanının haberini aldım. Onun önünü kesmeye
gelir misiniz? Allah onu bize ganimet kılabilir."
Biz bu teklife: "Evet! dedik ve yola çıktık. Bir veya iki gün
yürüdükten sonra: "Bizim haberimizi almışlar, savaş için hazırlık
yapın!" buyurdu. Biz:
"Hayır, vallahi bunlarla savaşacak mecalimiz yok" dedik.
Resulullah, önce söylediğini tekrar etti. Bunun üzerine Mikdâd:
"Biz sana Benî İsrail'in Hz. Musa'ya söylediğini söylemeyiz.
Bilakis: "Biz seninle beraber mukatele edeceğiz" diyoruz" dedi.
Ebu Eyyub der ki: "Biz Ensar takımı: "Keşke biz de
Mikdad gibi söyleseydik" temennisinde bulunduk. Bunun üzerine Allah Teâlâ
hazretleri şu âyeti indirdi. "Nitekim Rabbin seni hak uğrunda evinden
savaş için çıkarmıştı. Halbuki, müslümanların birtakımı bundan
hoşlanmamıştı." (Enfal 5).
Bazı rivayetler, Mikdâd (radıyallahu anh)'ın söylediği sözleri
Sa'd İbnu Mu'âz'a söyletir ise de mahfuz
ve makbul olanı Mikdâd'ın söylemiş olmasıdır.[12]
ـ4230 ـ2ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]حدثني عمر بن
الخطاب
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه قال:
لَمَّا كَانَ
يَوْمُ
بَدْرٍ
نَظَرَ رسولُ
اللّهِ # إلى
الْمُشْرِكِينَ
وَهُمْ ألْفٌ،
وَأصْحَابُهُ
ثََثُمِائَةٍ
وَتِسْعَةَ
عَشَرَ رَجًُ.
فَاسْتَقْبَلَ
الْقِبْلَةَ
ثُمَّ مَدَّ
يَدَيْهِ.
فَجَعَلَ
يَهْتِفَّ
بِرَبِّهِ:
اللَّهُمَّ
أنْجِزْلِي
مَا وَعَدْتَنِي.
اللَّهُمَّ
آتِنِي
اللَّهُمَّ
إنْ تَهْلِكَ هذِهِ
الْعِصَابَةُ
مِنْ أهْلِ
ا“سَْمِ َ تُعْبَدُ
فِى ا‘رْضِ.
فَمَا زَالَ
يَهْتِفُ بِرَبِّهِ
مَادّاً
يَدَيْهِ
حَتّى سَقَطَ
رِدَاؤُهُ
عَنْ
مَنْكِبَيْهِ.
فَأتَاهُ
أبُو بَكْرٍ
فَأخذَ
رِدَاءَهُ
فَألْقَاهُ
عَلى مَنْكِبَيْهِ.
ثُمَّ
الْتَزَمَهُ
مِنْ وَرَائِهِ
وَقَالَ: يَا
نَبِيَّ
اللّهِ
كَفَاكَ
مُنَاشَدَتُكَ
رَبَّكَ،
فَإنَّهُ
سَيُنْجِزُ
لَكَ مَا
وَعَدَكَ.
فَأنْزَلَ
اللّهُ
تَعالى: إذْ تَسْتَغِيُونَ
رَبَّكُمْ
فَاسْتَجَابَ
لَكُمْ أنِّي
مُمِدُّكُمْ
بِألْفٍ مِنْ
المََئِكَةِ
مُرْدِفِينَ:
فَأمَدَّهُ
اللّهُ تَعالى
بِالْمََئِكَةِ[.
أخرجه مسلم
والترمذي.
»العِصَابَةُ«
الجماعة من
الناس .
و»الْمُنَاشَدةُ«
المسألة
والطلب
وابتهال إلى
اللّه تعالى،
وهي تفسير
فجعل يهتف
بربه.و»مُرْدِفِينَ«
أي متتابعين
يتبع بعضهم
بعضاً .
2. (4230)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bana Ömer
İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) anlattı. Dedi ki: "Bedir günü olunca,
Aleyhissalâtu vesselâm müşriklere bir baktı. Onlar bin kişiydiler. Halbuki
ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye
yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı:
"Ey Allahım! Bana vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım!
Bana zafer ver! Ey Allahım, eğer ehl-i İslam'ın bu bölüğünü helak edersen artık
yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!"
Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam eti ki, rıdası
omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekr (radıyallahu anh) yanına gelerek rıdâsını aldı omuzuna attı,
sonra arkasından yaklaşıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah
Teâlâ Hazretleri sana vaadini mutlaka yerine getirecek!" dedi. O sırada
azîz ve celîl olan Allah şu vahyi inzal buyurdu: "Hani siz Rabbinizden
imdâd taleb ediyordunuz da, O da:
"Muhakkak ki ben size meleklerden
birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad
ediciyim" diyerek duanızı kabul buyurmuştu" (Enfâl 9). Gerçekten Hak
Teâlâ Hazretleri o gün meleklerle yardım
etti." [Müslim, Cihâd 58, (1763); Buhârî, Megâzî 4; Tirmizî Tefsîr, Enfâl
(3081); Ebu Dâvud, Cihad 131, (2690).][13]
AÇIKLAMA:
Burada Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'ın Allah'a güveni
Resulullah'ınkinden fazla gözükmektedir. Bu ise muvafık olmayan bir ma'nâ.
Hattâbî şu açıklamayı yapar: "Hiç kimseye, Hz. Ebu Bekr'in Allah'a
güveninin, bu halde Reslullah'tan fazla olduğu vehmine kapılması caiz olmaz.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı bu hale sevkeden husus, O'nun ashabına
olan şefkatidir. Kalplerini takviye etmek istemiştir. Zira bu, Resulullah'ın
onlarla yaptığı ilk ciddi savaştır.
Burada teveccüh, dua ve yakarmalarda onların nefislerini teskin için mübâlağaya
yer vermiştir. Çünkü onlar, Aleyhissalâtu vesselâm'ın duasının müstecab
olduğunu biliyorlardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekr'in,
kendisine gelip artık yakarmayı bırakmasını söyleyince bırakmıştır. Zira Hz.
Ebu Bekr'in itminan bulup mâneviyatının kuvvetlendiğini görünce, duasının kabul
edildiğini anlamış oldu. İşte bundan dolayı Resulullah "Yakında o cemiyet
bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar" (Kamer 45) diyerek duadan
çıktı."[14]
ـ4231 ـ3ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]شَهِدْتُ
مِنَ
الْمِقْدَادِ
بْنِ ا‘سْوَدِ
مَشْهَداً ‘نْ
أكُونَ
صَاحِبَهُ
أحَبُّ إلىَّ
مِمَّا
عُدِلَ بِهِ.
أتَى النبيَّ
# وَهُوَ
يَدْعُو عَلى
الْمُشْرِكِينَ
يَوْمَ
بَدْرٍ. فقَالَ:
يَا رسولَ
اللّهِ،
إنَّا َ
نَقُولُ
كَمَا قَالَتْ
بَنُوا
إسْرَائِيلَ:
اذْهَبْ
أنْتَ وَرَبُّكَ
فَقَاتَِ
إنَّا ههُنَا
قَاعِدُونَ وَلكِنْ
امضِ
وَنَحْنُ
مَعَكَ عَنْ
يَمِينِكَ
وَعَنْ
شِمَالِكَ
وَبَيْنَ
يَدَيْكَ وَخَلْفَكَ
فَرَأيْتُ
رسولُ اللّهِ
# أشْرَقَ وَجْهُهُ
وَسَرَّهُ[.
أخرجه
البخاري .
3. (4231)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Mikdâd
İbnu'l-Esved'in ağzından gayet kesin bir söz söylediğine şahid oldum ki, o
sözün sahibi olmak, bana (sevabca) ona denk olabilecek her kıymetli sözden daha
sevimlidir. O (Resulullah) bu sırada halkı müşriklere karşı Bedr'e katılmaya
davet ediyordu. Resulullah'a gelerek dedi ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! Biz, Benî İsrâil'in, (Hz. Musa'ya):
"Sen ve Rabbin ikiniz gidin savaşın, biz burada oturucularız!" dediği
gibi diyecek değiliz. Bilakis, "Sen hükmet! Biz sağında, solunda önünde ve
arkanda seninle beraberiz!" diyoruz."
Bu söz üzerine Resulullah'ın yüzünün parladığını ve sevinçle
dolduğunu gördüm." [Buhârî, Megâzî 4, Tefsîr, Mâide 4.][15]
AÇIKLAMA:
Babın ilk hadisi (4229) ile ilgili olarak kaydedilen açıklama bu
hadisteki bazı noktaları vuzuh kazandıracaktır, oraya bakılsın. [16]
ـ4232 ـ4ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]قالَ رَسولُ
اللّهِ #
يَوْمَ
بَدْرٍ: هذَا
جِبْرِيلُ
آخِذُ بِرَأسِ
فَرَسِهِ
عَلَيْهِ
أدَاةُ
الْحَرْبِ[. أخرجه
البخاري.»أدَاةُ
الْحَرِبِ«
آلتها وأراد
بها السح .
4. (4232)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Bedir günü buyurdular ki: "İşte Cebrâil
aleyhisselam! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş teçhizâtı var,
(yardımımıza gelmiş durumda)!"
[Buhârî, Megâzî 11.][17]
AÇIKLAMA:
Bedir savaşı, bazı müelliflerce menba-ı mucizat olarak tavsif
edilecek kadar pek çok mucizenin yaşandığı, müşâhede edildiği bir gazvedir.
İşte bu mucizelerden biri Cenab-ı Hakk'ın mü'minlere meleklerden ordularla yardım etmesidir. Bu husus, daha
önce kaydettiğimiz âyetle de tescil
edilmiştir (Enfâl 9).
Sadedinde olduğumuz hadis bu savaşa Cebrail aleyhisselam'ın da
katıldığını göstermektedir. İbnu İshak, Ebu Vâkid el-Leysî'nin şu şehâdetini kaydeder: "Bedir günü ben
müşriklerden bir adamın peşine düşüyordum, boynunu uçurmak için. Ancak kılıcım
daha ona ulaşmadan kellesi uçuyordu." Hz. Ali (radıyallahu anh)'tan da şu
şehâdet rivayet edilmiştir: "Şiddetli bir rüzgar esti, böylesini hiç
görmemiştim. Sonra şiddetli bir rüzgar daha esti. -Ravi der ki:
"Zannederim bir üçüncü esintiden daha bahsetmişti."- Birincisi Cebrâil
aleyhisselam idi. İkincisi Mikâil aleyhisselam idi, üçüncüsü de İsrafil
aleyhisselam. Mikâil aleyhisselam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
sağında idi. Orada Ebu Bekr de vardı. İsrâfil de solunda idi. Ben de
orada idim."
Takıyyüddin Sübkî der ki: "Bana: "Cebrâil aleyhisselamın tek bir tüyü ile küffârı defetmeye kâdir olmasına
rağmen, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte çok sayıda melaikenin
savaşmasının hikmeti nedir?" diye soruldu. Şu cevabı verdim:
"Bu yapılan işin Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve ashabının olması, meleklerin de ordularda
cari olan destek kuvvet gibi destek olmaları isteğine binaen böyle vâki
olmuştur. Böylece zâhirî esbaba ve Cenâb-ı Hakk'ın kullarına tatbik ettiği
sünnete burada da uyulmuş oldu."[18]
ـ4233 ـ5ـ
وعن ابن عمرو
بن العاص
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]خَرَجَ
رسولُ
اللّهِ #
يَوْمَ
بَدْرٍ في
ثََثِمِائَةٍ
وَخَمْسَةَ
عَشَرَ رَجًُ
مِنْ
أصْحَابِهِ
فَلَمَّا
انْتَهى
إلَيْهَا
قَالَ: اللَّهُمَّ
إنَّهُمْ
جِيَاعٌ
فَأشْبِعْهُمْ.
اللَّهُمَّ
إنَّهُمْ
حُفَاةٌ فَاحْمِلْهُمْ.
اللَّهُمَّ
إنَّهُمْ
عُرَاةٌ
فَاكْسُهُمْ.
فَتَحَ
اللّهُ لَهُ
يَوْمَ بَدْرٍ
فَانْقَلَبُوا
حِينَ
انْقَلَبُوا،
وَمَا
مِنْهُمْ
رَجُلٌ إَّ
وَقَدْ رجَعَ
بِجَمَلٍ أوْ
جَمَلَيْنِ،
وَاكْتَسَوْا
وَشَبِعُوا[.
أخرجه أبو
داود .
5. (4233)- İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Bedir günü, ashabından üçyüzonbeş kişi ile yola
çıktı. Bedir'e gelince:
"Allahım bunlar açtır, doyur! Allahım bunlar ayakkabısızdır,
bindir! Allahım bunlar çıplaktır giydir!" diye dua etti. Allah Bedir günü
fetih ve zafer müyesser etti. Savaş bitince döndüler. Savaşa katılanlardan her
biri bir veya iki deve ile döndüler. Elbiseler giydiler, doydular da."
[Ebu Dâvud, Cihâd 157, (2747).][19]
ـ4234 ـ6ـ
وعن علي
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]لَمَّا
كَانَ يَوْمُ
بَدْرٍ
قَاتَلْتُ
شَيْئاً. ثُمَّ
أتَيْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
أنْظُرُ مَا صَنَعَ
فَإذَا هُوَ
سَاجِدٌ
يَقُولٌ: يَا
حَيُّ يَا
قَيُّومُ
بِرَحْمَتِكَ
أسْتَغِيثُ.
ثمَّ
ذَهَبْتُ
فَقَاتَلْتُ
شَيْئاً. ثُمَّ
جِئْتُ
وَهُوَ عَلى
حَالِهِ
سَاجِدٌ يَقُولُ:
يَا حَيُّ يَا
قَيُّومُ
بِرَحْمَتِكَ
أسْتَغِيثُ.
ثُمَّ
رَجَعْتُ
فَقَاتَلْتُ.
ثُمَّ جِئْتُ
فَإذَا هُوَ
كَذلِكَ
حَتّى فَتَحَ
اللّهُ
عَلَيْهِ[.
أخرجه رزين .
6. (4234)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bedir savaşı
başlayınca bir miktar savaştım. Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
yanına geldim. Ne yaptığına bakmak istiyordum. Secde etmiş, şöyle diyor buldum:
"Ey hayy (diri) olan, ey kayyûm olan (kainatı ayakta tutan)
Allahım, rahmetinle sana sığınıyor yardımını taleb ediyorum!"
Oradan ayrılıp tekrar bir miktar daha savaştım, tekrar geldim, o
hâlâ secde halinde idi ve:
"Ey hayy olan, kayyûm olan Allahım, rahmetinle sana
sığınıyor, yardımını taleb ediyorum!" diyordu. Ben tekrar döndüm savaşmaya
gittim. Bir müddet sonra yine geldim. Hâlâ aynı halde devam ediyordu. Allah
zafer verinceye kadar bu halde devam etti." [Rezîn tahric etmiştir. İbnu Hacer, Hâkim ve
Nesâî'nin rivayet ettiğini belirtir. (Fethu'l-Bari 8, 291).][20]
AÇIKLAMA:
Bedir Harbinin
rivayetlere intikal etmiş dikkat çeken bir yönü, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın duasıdır. Alınması gereken bütün maddî, beşerî tedbirler alındıktan sonra Aleyhissalâtu
vesselâm Rabbine yönelip dualar yapıyor, yalvar yakar oluyor, secdelere
kapanıyor. Bu hali o kadar dikkat çekicidir ki, dualarının, muhtelif
rivayetlerde farklı şekillerde yer aldığını görmekteyiz. 4230 numaralı hadiste,
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), daha
düşmanın çokluğunu görür görmez, omuzundan ridası düşecek derecede ellerini
kaldırıp yakarmaya başladığını, aralıksız devam ettiğini, Hz. Ebu Bekr'in
gelerek teselli ettiğini anlatmıştı. Bazı tariklerde iki rek'at namaz kıldıktan
sonra o yakarışları yaptığı belirtilir. Râviler Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın bu esnada farklı dualar okuduklarını rivayet ederler:
*
"Allahım beni yardımsız bırakma!"
*
"Allahım beni mahrum kılma, Allahım beni terketme, Allahım va-adettiğin
nusreti diliyorum."
*
"Allahım işte Kureyş! Kibir ve azametle gelmiş, mücadele ediyor, Resûlünü
tekzib ediyor. Allahım (bunlara karşı) vaadettiğin yardımı diliyorum."
Sadedinde
olduğumuz rivayette ise, Resulullah'ın uzun müddet secde hâlinde kalarak
yakardığını, yalvardığını görmekteyiz.
Süheylî der
ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın duaya durup ısrarla devam ve
gayretinin sebebi şudur: Çünkü o meleklerin savaşa giriştiklerini, ensarın da
ölümü ararcasına düşmana saldırdıklarını görmüştü. Cihad ise bazan silahla
olur, bazan da dua ile. Savaşın sünneti de, imamın, ordunun gerisinde yer
almasıdır. O, burada nefsinin rahatı için değil, askerlerle birlikte savaşmak
üzere bulunduğuna göre, onun da iki savaş şeklinden biriyle meşgul olması
gerekirdi. O da böyle yaptı. İkinci şekli, duayı iltizam etti."[21]
ـ4235 ـ7ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]
مَرَرْتُ
فَإذَا أبُو
جَهْلٍ
صَرِيعٌ قَدْ
ضُرِبَتْ
رِجْلُهُ.
فَقُلْتُ: يَا
عَدُوَّ
اللّهِ، قَدْ
أخْزى اللّهُ
اŒخِرَ. قَالَ:
وََ أهَابُهُ
عِنْدَ ذلِكَ.
قَالَ:
أبْعَدُ مِنْ
رَجُلٍ
قَتَلَهُ قَوْمُهُ.
فَضَرَبْتُهُ
بِسَيْفٍ
غَيْرِ طَائِلٍ.
فَلَمْ
يُغْنِ
شَيْئاً
حَتّى سَقَطَ
سَيْفُهُ
مِنْ يَدِهِ.
فَأخَذْتُهُ
فَضَرَبْتُهُ
حَتّى بَرَدَ
فَنَفَّلَنِي
رَسولُ
اللّهِ # سَيْفَهُ[.
أخرجه
البخاري وأبو
داود.قوله: »فنفلني«
إلى آخره من
زيادة
رزين.قوله:
»أبعدُ« قال الخطابي:
هو خطأ وإنما
هو أعمد
بالعين قبل
الميم، وهي
كلمة للعرب
معناها: هل
زاد على رجل
قتله قومه؟
هوّن على نفسه
ما حل به من
الهك، ويجوز
أن
يكون خطأ:
يعنى أنك استعظمت
أمري
واستبعدت
قتلى فهل هو
أبعد من رجل قتله
قومه.وقوله
»بَرَدَ« أي
سكن، وأراد به
الموت.وقوله
»فنفَّلنِي
سيفه« أي
أعطانيه
زيادة على
نصِيبي .
7. (4235)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Bedir günü
savaş meydanından) geçiyordum. Ebu Cehl'in ayağından isabet alarak yıkılmış olduğunu gördüm.
"Ey Allah'ın düşmanı! Ey Ebu Cehil, nihayet Allah seni de böyle rüsvay etti!" dedim
(ve ilaveten): "Bu halde ondan korkacak değilim!" dedim. (Ebu Cehil):
"Kavminin öldürdüğü kimseden daha şereflisi var mıdır?"
diye cevap verdi. Ben, keskin olmayan bir kılıçla vurdum. Bu, bir işe yaramadı.
Kendi kılıncı elinden düşünceye kadar vurdum. Onu alıp, onunla vurup geberttim.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun kılıncını bana (ganimet hissemden fazla olarak) verdi." [Buhârî,
Megâzî, 8, Ebu Dâvud, Cihâd 142. (2709).][22]
AÇIKLAMA:
Burada, İslâm'ın en azılı düşmanı Ebu Cehl'in ölümü
anlatılmaktadır. Ebu Cehil bidayetten beri İslam'ın ve Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın en sistemli, en ısrarlı ve en merhametsiz düşmanı olmuştur. Bedir
savaşını hazırlayan, hatta buna katılmak istemeyen Ümeyye İbnu Halef gibilerini
de zorla dahil eden kimse idi.
Ebu Cehl'i yaralayıp yıkan kimselerin Afrâ adında bir kadının
Mu'az ve Muavvız adlarında iki oğlu olduğu Buhârî rivayetinde gelmiştir. İbnu
Mes'ud'un onu öldürüşü, ölüm anında ona
söyledikleri Ebu Cehl'in verdiği cevap muhtelif
rivayetlerde gelmiştir. Esas olan şu ki İbnu Mes'ud onu ölümüne yakın yakalamış ve kellesini koparıp
Resulullah'a getirmiştir.
Aleyhissalâtu vesselâm Ebu Cehl'in öldürüldüğünü görünce:
"İslam'ı ve müslümanları aziz kılan Allah'a hamdolsun!" demiş ve bunu üç kere tekrar etmiştir.
Allah'ın dinine düşman olan kimin izzeti baki kalmıştır?
Firavunlar, Nemrudlar, Şeddâdlar, Karunlar, Karl Markslar, Leninler, Maolar...
Hepsinin sonucu hüsranla, kapanmış insanlık onları lanetle anmakta ittifak
etmiştir. Hayırlı son, müttakîlere![23]
ـ4236 ـ8ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]لَمَّا
بَعَثَ أهْلُ
مَكَّةَ في
فِدَاءِ أسْرَاهُمْ
بَعَثَتْ
زَيْنَبُ فِي
فِدَاءِ
زَوْجِهَا
أبِي
الْعَاصِ
بْنِ
الرَّبِيعِ
بِمَالٍ.
وَبَعَثَتْ
فِىهِ
بِقَِدَةٍ
لَهَا
كَانَتْ
عِنْدَ
خَدِيجَةَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْها
أدْخَلَتْهَا
بِهَا عَلى
أبي الْعَاصِ.
فَلَمَّا
رَآهَا رسولُ
اللّهِ #
رَقَّ لَهَا
رِقَّةً
شَدِيدَةً.
ثُمَّ قَالَ:
إنْ
رَأيْتُمْ
أنْ تُطْلِقُوا
لَهَا
أسِيرَهَا
وَتَرُدُّوا عَلَيْهَا
الَّذِي
لَهَا؟
فقَالُوا:
نَعَمْ.
وَكَانَ #
أخَذَ
عَلََيْهِ
أوْ وَعَدَهُ
أنْ يُخْلِّي
سَبِيلَ
زَيْنَبَ
إلَيْهِ، وبَعَثَ
# زَيْدَ بْنَ
حَارِثَةَ
وَرَجًُ مِنْ
ا‘نْصَارِ
فقَالَ
لَهُمَا:
كُونَا
بِبَطْنِ
يَأجِجَ
حَتّى
تَمُرَّ
بِكُمَا
زَيْنَبُ
فَتَصْحَبَاهَا
حَتّى
تَأتِيَا
بِهَا[. أخرجه
أبو داود .
8. (4236)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Mekke halkı,
esirlerinin fidye-i necatlarını gönderdikleri zaman, (Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın kerîmeleri) Zeyneb de kocası Ebu'l-Âs İbnu'r-Rebî'in fidye-i
necâtı olarak mal gönderdi. Bunun gönderdikleri arasında Hz. Hatice (radıyallahu
anhâ)'nin Ebu'l-Âs'la evlenmesi sırasında Zeyneb'e vermiş olduğu bir kolye de
vardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu kolyeyi görünce son derece
duygulandı ve:
"İsterseniz Zeyneb'in
esirini serbet bırakın ve kolyesini de ona iade edin!" buyurdular.
Ashab: "Baş üstüne!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Ebu'l-As'dan Zeyneb'i kendine göndermesi [hicretine izin vermesi] hususunda söz
aldı -veya Ebu'l-Âs... vaadetti- Aleyhissalâtu vesselâm ensar'dan bir zatla
Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu anhümâ)'yi, Zeyneb'i getirmek üzere gönderdi ve
onlara: "Batn-ı Ye'cic'e gidin. Orada, size Zeyneb uğrayacak, buraya
gelinceye kadar ona refakat edin"
emir buyurdu." [Ebu Dâvud, Cihad 131, (2692).][24]
AÇIKLAMA:
Bedir esirlerinin bir kısmından fidye-i necat alınmış, bir kısmı meccânen serbest bırakılmış bir kısmı
da müslüman çocuklara okuma yazma öğretme mukabilinde serbest bırakılmıştı. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın damadı olan Ebu'l-Âs de meccânen serbest bırakılanlar arasında yer
almıştır. Buna da, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çok sevdiği merhume
zevcesi Hz. Haticeye ait bir kolyenin
fidye-i necât olarak gönderildiğini görmesi sebep olmuştur. Bu kolyeyi görünce
fevkalâde duygulanan Hz. Peygamber, kolyenin sahibine iadesini ve Ebu'l-Âs'ın
meccânen serbest bırakılmasını teklif ediyor ve Ashab bunu kabul ediyor. Resulullah, Ebu'l-Âs'dan zevcesi Zeyneb'in
Medineye hicretine izin verilmesi hususunda söz alır.
Ebu'l-Âs sözünde duracak, Zeyneb (radıyallahu anhâ)'ya Medine'ye
gelmesi için müsaade edecektir. Ancak
Mekkeli müşriklerden bazıları, hicreti sırasında önünü kesip mani olmak
isteyecekler ve bu arbede sırasında devesinden düşen hamile Zeyneb, düşük
yapacaktır.[25]
ـ4237 ـ9ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]خَرَجَ رسولُ
اللّهِ #
قِبَلَ
بَدْرٍ
فَلَمَّا
كَانَ
بِحَرَّةِ
الْوَبَرَةِ
أدْرَكَهُ رَجُلٌ
قَدْ كَانَ
يُذْكَرُ
مِنْهُ
جُرْأةٌ
وَنَجْدَةٌ.
فَفَرِحَ
أصْحَابُ رَسُولِ
اللّهِ #
حِينَ
رَأوْهُ.
فَلَمَّا أدْرَكَهُ
قَالَ
لِرَسُولِ
اللّهِ #:
جِئْتُ ‘تَّبِعَكَ
وَأُصِيبَ
مَعَكَ.
فقَالَ #:
تُؤْمِنُ
بِاللّهِ
وَرَسُولِهِ؟
قَالَ: َ. قَالَ:
فَارْجِعْ،
فَلَنْ
أسْتَعِينَ
بِمُشْرِكٍ.
قَالَتْ:
ثُمَّ مَضى
حَتّى إذَا
كَانَ بِالشَّجَرَةِ
أدْرَكَهُ
الرَّجُلُ.
فقَالَ: كَمَا
قَالَ أوَّلَ
مَرَّةٍ.
فقَالَ لَهُ #
كَمَا قَالَ
أوَّلَ
مَرَّةٍ.
قَالَ
ارْجِعْ
فَلَنْ
أسْتَعِينَ
بِمُشْرِكٍ.
ثُمَّ رَجَعَ
فَأدْرَكَهُ
بِالْبَيْدَاءِ.
فقَالَ لَهُ
كَمَا قَالَ
أوَّلَ
مَرَّةٍ؛
وَقَالَ: هَلْ
تُؤْمِنُ بِاللّهِ
وَرَسُولِهِ؟
قَالَ:
نَعَمْ.
قَالَ: فَانْطَلِق
فَانْطَلَقَ
مَعَهُ[.
أخرجه مسلم
وأبو داود
والترمذي .
9. (4237)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Bedir cihetine yola çıktı. Harratu'l-Vebere'ye varınca arkasından
cüret ve Şecaatiyle tanınan bir adam ona
yetişti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashabı onu görünce sevindiler.
Adam kavuşunca Resulullah'a: "Ben
sana uymak ve seninle birlikte yaralanmak için geldim!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah ve Resûlüne inanıyor musunuz?" diye sordu. Adam:
"Hayır!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm: "Öyleyse dön. Ben müşrikten yardım taleb etmem" buyurdu.
Hz. Âişe devamla der ki:
"Adam gitti sonra bir ağacın
yanında Aleyhissalâtu vesselâm'a yine yetişti ve önceki söylediğini yine
söyledi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da önceki sözünü aynen tekrar
etti:
"Geri dön, ben müşrikten yardım taleb etmem" dedi. Adam döndü. Ancak
Beyda'da tekrar yetişti. Önceki söylediğini aynen yine söyledi. Resulullah da:
"Allah'a ve Resûlüne inanıyor musun?" dedi. Adam bu
sefer: "Evet!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Öyleyse yürü!" buyurdu. Adam orduya katıldı."
[Müslim, Cihad 150, (1817); Tirmizî, Siyer 10, (1558); Ebu Dâvud, Cihad 153,
(2732).][26]
AÇIKLAMA:
1- Vebere: Medine'ye dört millik uzaklıkta bir yer adıdır.
2- Burada Resulullah
"Müşrikten yardım istemem" buyurmaktadır. Ancak daha önce 4214 numaralı hadiste geçtiği üzere
Aleyhissalâtu vesselâm, henüz müşrik olan Safvân İbnu Ümeyye (radıyallahu
anh)'tan kırk kadar zırh almıştır. Bunu esas alan hadisler, kâfirden yardım
almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Üstelik Safvân'la ilgili rivayet buna
nazaran muahhardır, yani nasih durumundadır. Âlimler, "kâfir yardım
hususunda iyi niyetli ise, yardımına ihtiyaç da varsa, yardım almak caizdir,
değilse, mekruhtur" demişlerdir.
İbnu
Sa'd'ın Uhud savaşına çıkarken "Abdullah İbnu Ubey'in halîfi" olarak
orduya katılmak isteyen bir grup yahudinin teklifini Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın reddederken ifade buyurdukları gerekçe, bu meseleye bir başka buud kazandıracağı için kaydediyoruz: "
Şirk ehline karşı şirk ehlinden yardım almayın."
Cevaz
esas olsa da kâfirden yardım almamaya çalışmayı esas ittihaz etmelidir.
Müslüman alınan yardımın, yardım yapana karşı bağımlılık, boynu eğrilik
yapacağını bilerek, her hususta müstağni
kalmanın gayreti içerisinde olmalıdır. Hele askerî ve iktisadî
sahalarda! Bu, en nâzik durumlarda mahrumiyete, musibete dönebilir.
Ayrıca,
hadisten hareketle, kâfir savaşa alınsa
bile, ganimetten hisse verilmeyip, atiyye nevinden bahşiş verileceğine
hükmedilmiştir. Ebu Hanîfe, Şâfiî Mâlik ve ülemânın cumhuru bu görüştedir.
Zührî ve Evzâî onlara hisse verileceği görüşündedir.[27]
ـ4238 ـ10ـ
وعن أبي
الطفيل
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
حَذِيفة بن
اليمان
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما ماَ
مَنَعَنِي
أنْ أشْهَدَ
بَدْراً إَّ
أنِّي
خَرَجَتُ
أنَا وَأبِي
الْحُسَيْلِ
فَأخَذَنَا
كُفَّارُ
قُرَيْشٍ فَقَالُوا:
إنَّكُمْ
تُرِيدُونَ
مُحَمَّداً. فَقُلْنَا:
مَا نُرِيدُ
إَّ
الْمَدِينَةَ.
فَأخذُوا مِنَّا
عَهْدَ
اللّهِ
وَمِيثَاقَهُ
أنْ َ نُقَاتِلَ
مَعَهُ.
فَلَمَّا
أتَيْنَا
الْمَدِينَةَ
ذُكِرَ ذلِكَ
لَهُ #. فقَالَ:
انْصَرِفَا.
نَفِي لَهُمْ
وَنَسْتَعِينُ
بِاللّهِ تَعالى
عَلَيْهِمْ[.
أخرجه مسلم .
10. (4238)- Ebu't-Tufeyl (radıyallahu anh) anlatıyor: "Huzeyfe
İbnu'l-Yemân (radıyallahu anhümâ) dedi ki: "Benim Bedr'e katılmama mani
olan şey şudur: Ben ve babam el-Hüseyl ikimiz beraber yola çıkmıştık.
Kureyş kâfirleri bizi tuttular ve:
"Siz muhakkak Muhammed'in yanına gitmek istiyorsunuz!"
dediler. Biz de:
"Hayır, ona gitmiyoruz, Medine'ye gitmek istiyoruz!"
dedik. Bunun üzerine bizden, Muhammed'in safında yer alıp beraber
savaşmayacağımız hususunda Allah'a ahd ve misak aldılar. Biz Medine'ye gelince,
durumu Resulullah'a arzettik.
"Haydi gidin. Biz onlara verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı Allah'tan yardım
dileriz!" buyurdular." [Müslim, Cihâd 98, (1787).][28]
AÇIKLAMA:
Ülemadan bir
kısmı verilen sözün tutulmasına kanidir. İmam Mâlik bu görüştedir. Hadisin
zâhiri de bunu âmirdir. Ancak çoğunluk harp şartlarında verilen sözün
tutulmaması gerektiğine kânidir. Hanefî ve Şâfiî ülemâ böyle hükmeder. Ayrıca
bir hadiste Aleyhissalâtu vesselâm,
ailenin dirliği için kocanın hanımına, insanların arasını bulmak,
küsleri barıştırmak için ve bir de harpte yalan söylemeye cevaz vermiştir.
Huzeyfe ve babasına (radıyallahu anhüma) Resulullah'ın, sözlerini tutmayı
tavsiye etmesi "Ashab'ın verdikleri sözde durmadıkları şüyû bulmasın
diyedir" şeklinde tevil edilmiştir.[29]
ـ4239 ـ1ـ عن
ابن عمر
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما:
]أنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
قَطَعَ نَخْلَ
بَنِى
النَّضِيرِ
وَحَرَّقَ،
وَهِيَ الْبُوَيْرَةُ
وَفِيهَا
يَقُولُ
حَسَّانُ بن
ثَابِتٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه:وَهَانَ
عَلى سَرَاةِ
بَنِى
لُؤَىٍّحَرِيقُ
بِالْبُوَيْرَةِ
مُسْتَطِيرُفَأجَابَهُ
أبُو سُفْيَانَ
بْنُ الْحَارِثِ
يَقُولُ:أدَامَ
اللّهُ ذلِكَ
مِنْ
صَنِيعٍوَحَرَّقَ
في
نَوَاحِيهَا
السَّعِيرُسَتَعْلَمُ
أيُّنَا
مِنْهَا
بِنُزْهٍوَتَعْلَمُ
أيَّ
أرْضَيْنَا
تَضِيرُأخرجه
الخمسة إ
النسائي.وزاد
في رواية
لمسلم، وفيها
نزلت: »مَا
قَطَعْتُمْ
مِنْ لِينَةٍ
أوْ تَرَكْتُمُوهَا
قَائِمَةً
عَلى
أُصُولِهَا
فَبِإذْنِ
اللّهِ«
»السَّرَاةُ«
جمع سرّي وهو
النفيس
الشريف.و»المُسْتطيرُ«
المتفرق
المتسع.وقوله:
»بنُزِهٍ« أي
ببعد، وفن
يتنزه عن كذا:
أي يبتعد عنه.
و»اللَّينةُ«
نوع من النخل .
1. (4239)- İbnu Ömer anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beni'n-Nadîr hurmalığını kesti ve
yaktı. Bu hurmalığa el Büveyre deniyordu. Büveyre hakkında Hassân İbnu Sâbit
(radıyallahu anh) şöyle demişti:
"Büveyre'de tutuşan yangın, Benî Lüey reislerine ehemmiyetsiz
geldi."
Ebu Süfyân İbnu'l-Hâris İbni Abdilmuttalib ona şöyle cevap verdi:
"Allah bu yapılanı (yangını) devam ettirsin. -Büveyre'nin etrafını da
cehennem yaksın, Yangından hangimizin uzakta olduğunu bileceksin.- Mekke,
Medine'den hangisinin zarardîde olduğunu göreceksin."
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Şu âyet bu hadise
hakkında nazil olmuştur: "İnkârcı kitap ehlinin yurtlarında hurma
ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız
Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır" (Haşr
5). [Buhârî, Megâzî 14, Hars 6, Cihâd 154, Tefsîr, Haşr; Müslim, Cihad 29,
(1746); Tirmizî, Tefsir, Haşr, (3298); Ebu Dâvud, Cihâd 91, (2615).][30]
AÇIKLAMA:
1- Benî Nadîr Medine'de yaşayan üç büyük yahudi kabilesinden
biri idi. Bunlar daha ziyade ziraat ve
bilhassa hurmalıkları ile tanınmışlardı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
aralarındaki antlaşma gereğine, Bi'r-i Mâûna katliamından paçayı kurtaran Amr
İbnu Ümeyye ed-Damrî'nin yanlışlıkla öldürdüğü Beni Kilab'tan iki kişinin
diyetine ortak olmalarını teklif için onların yurduna uğramıştı. Bunlar
Resulullah'ın birkaç sahâbesiyle yurtlarına gelmiş olmasını, bir suikast
tertibi için iyi bir fırsat bildiler. "İstediğini verir, meseleyi
hallederiz" dedikten sonra, sohbete tutup konuşurken, damdan üzerine bir
değirmen taşı atmak üzere harekete geçtiler. Cenâb-ı Hakk vahyen,
hazırlıklarını bildirince, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir işi varmış
gibi sür'atle kalkıp Medine'ye gider. Beraberindekiler de bir müddet sonra
Resulullah'a yetişirler. Onlara yahudilerin hazırlıklarını haber veren
Aleyhissalâtu vesselâm, ani kalkışının sebebini açıklamış olur.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Muhammed İbnu Mesleme'yi
göndererek "Beldemi terkedin. Burda artık benimle beraber yaşayamazsınız. Siz bana malumunuz
olan suikast teşebbüsünde bulundunuz. Size on günlük mühlet tanıyorum. Bundan sonra kim görülürse boynu
vurulacaktır" der.
Yahudiler göçmek için gerekli hazırlığa başlarlar. Bu esnada
münafıkların lideri Abdullah İbnu Übey İbni Selül adam göndererek:
"Memleketinizi terketmeyin,
kalelerinizde kalın. Benim ikibin adamım
var, kalelerinize girip sizi müdafaa ederler, gerekirse sizinle beraber
ölürler. Ayrıca size Benî Kureyza (diğer bir yahudi kabilesi) ve Gatafanlı
müttefikleriniz de yardımcı olur" der.
Benî Nadîr şefi bu vaade aldanıp Resulullah'a adam göndererek:
"Biz yurdumuzu terketmiyoruz, elinden geleni arkaya koyma" der.
Resulullah: "Allahuekber!" der. Müslümanlar da tekbir
getirirler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Yahudiler harab oldu!" der.
Resulullah ve Ashab, hemen gidip Benî Nadîr'i kuşatırlar. Onlara
ne diğer yaudilerden, ne Gatafan ve ne de Abdullah İbnu Übey'den hiç bir yardım
ve destek gelmez.
Resulullah kuşatmayı daraltır ve hurmalarını yakar. Neticeden
me'yus olan Benî Nadîr sulh teklif eder. Resulullah, silahları hariç,
bineklerinin taşıyabileceği kadar eşya götürmelerine müsaade eder. Onlar bunu kabul ederler. Altıyüz deveye
yükledikleri eşyalarıyla Hayber'e giderler.
Böylece onbeş günlük muhasara sonunda Medine Benî Nadîr yahudilerinden
temizlenmiş olur. Müslümanlara bol mal ve silah kalır: Elli zırh, elli kalkan,
üçyüzkırk kılıç, silah yönüyle
müslümanları fevkalâde güçlendirmiş olmalıdır.
2- Hassân İbnu Sâbit'in şiirinde geçen "Büveyre'de tutuşan
yangın Beni Lüey reislerine ehemmiyetsiz
geldi" beyti Kureyş'i kınamadır. Çünkü Kirmânî'nin dediğine göre,
Kureyza'nın şefi Ka'b İbnu Esed'in Resulullah'la akdini bozarak Hendek harbine
ihanet etmelerine Kureyş sebep olmuştu. Kureyş, müslümanlara muhalefet eden her hareketin destekçesi idi. Resulullah
kendilerine yönelecek olursa, yardım etmeyi vaadetmişlerdi.
3- Hassân'a cevap veren Ebu Süfyan İbnu'l-Hâris, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın amcaoğludur, henüz kâfirdir. Mekke fethinden sonra müslüman olmuştur.
Verdiği cevapta, yangının devamını Büveyre'nin etrafının da -yani
Medine'nin- yanmasını diler. Ve böyle
olunca "yangından siz mi uzaktasınız, biz mi? Yani bu yangından
Mekke mi yoksa Medine mi zarar görecek görürsün!" der.
Esasen, yangın kâfire zarar veren bir eylem olmasına rağmen, o
zaman için kafir olan Ebu Süfyan'ın, kâfirlerin aleyhine olan bir şeyi
dilememesi gerekir diye hatıra gelir. Ancak Büveyre'nin etrafına sirayet eden
bir yangının temenni edilmesi, Medine'nin yanmasını dilemektir. Bu ise
müslümanların aleyhinedir.
4- Rivayetin Müslim'den kaydedilen vechinde hadise üzerine Haşr
suresinin 5. âyetinin indiği belirtilmektedir. Aslında, Benî Nadîr
yahudilerinin Medine'den sürülüşü, onların bu gidiş esnasında evlerini kendi elleriyle yıkışlarıyla ilgili muhtelif
âyetler nazil olmuştur. Tefsir Bölümü'nde onlara temas ettiğimiz için burada
tekrar etmeyeceğiz. (3. cilt 194. sayfa. 822 numaralı hadis; keza 823, 827
numaralı hadislere bakılmalıdır.)[31]
ـ4240 ـ2ـ
وعن بنت محيصة
عن أبيها قال:
]لَمَّا أعْلَمَ
اللّهُ
تَعالى
رسولَهُ # بِمَا
هَمَّتْ بِهِ
الْيَهُودُ
مِنَ الْغَدْرِ.
قَالَ #: مَنْ
ظَفِرْتُمْ
بِهِ مِنْ رِجَالِ
يَهُودَ
فَاقْتُلُوهُ.
قَالَتْ:
فَوَثَبَ
أبِي
مُحَيِّصَةُ
عَلى
شَبِيبَةَ،
رَجُلٌ مِنْ
تُجَّارِ
يَهُودَ
فَقَتَلَهُ،
وَكَانَ
عَمِّي
حُوَيِّصَةُ
إذْ ذَاكَ
لَمْ يُسْلِمْ
وَكَانَ
أسَنَّ مِنْ
أبِي.
فَجَعَلَ
يَضْرِبُهُ
وَيَقُولُ:
أيْ عَدُوَّ
اللّهِ، أمَا
وَاللّهِ
لَرُبَّ
شَحْمٍ في
بَطْنِكَ
مِنْ مَالِهِ.
قَالَتْ:
فَقَالَ لَهُ
أبِي
قَتَلْتُهُ
‘نَّهُ
أمَرَنِى
بذلِكَ مَنْ
لَوْ أمَرَنِي
بِقَتْلِكَ
مَا
تَرَكْتُكَ.
قَالَتْ: فَأسْلَمَ
عَمِّي
عِنْدَ
ذلِكَ[. أخرجه
أبو داود .
2. (4240)- Bintu Muhayyisa, babasından naklediyor: "Allah Teâlâ
Hazretleri, Peygamberine, yahudilerin tasarladıkları suikasdı bildirince,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Yahudi erkeklerden kimi yakalarsanız onu hemen
öldürün!" ferman buyurdu. Bunun üzerine babam Muhayyısa (radıyallahu anh),
yahudi tüccarlarından biri olan Şebîbe'nin üzerine atılıp öldürdü. Amcam
Huvayyısa o sırada henüz müslüman değildi ve babamdan daha yaşlıydı. Babama hem
vuruyor ve hem de:
"Ey Allah'ın düşmanı! (onu nasıl öldürürsün?) Karnındaki yağ belki de onun malından!" diyordu.
Babam şu cevabı verdi:
"Bana onu yapmamı öyle bir zat emretti ki, eğer seni
öldürmemi emretse seni de sağ bırakmazdım." Amcam o esnada müslüman
oldu." [Ebu Dâvud, Harac 22, (3002).][32]
ـ4241 ـ3ـ
وعن ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]حَاَرَبَتِ
النَّضِيرُ
وَقُرَيْظَةُ
رسولَ اللّهِ
# فَأجْلَى
بَنِي
النَّضِيرِ
وَأقَرَّ
قُرَيْظَةَ،
وَمَنَّ
عَلَيْهِمْ
حَتّى
حَارَبَتْ
قُرَيْظَةُ
بَعْدَ ذلِكَ
فَقَتَلَ
رِجَالَهُمْ
وَقَسَّمَ
نِسَاءَهُمْ
وَأمْوَالَهُمْ
وَأوَْدَهُمْ
بَيْنَ
الْمُسْلِمِينَ[.
أخرجه الشيخان
وأبو
داود.»الجََءُ«
النفي عن
ا‘وطان .
3. (4241)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Nadîr ve
Kureyza yahudileri Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm ile savaştılar. O da
Beni'n-Nadîr'i sürdü. Kureyza'yı yerinde bıraktı. Kureyza'ya ihsanda dahi
bulundu. Sonradan onlar da Resulullah'la savaştılar. Aleyhissalâtu vesselâm da
erkeklerini öldürdü, kadınlarını, mallarını, çocuklarını müslümanlar arasında
taksim etti." [Buhârî, Megâzî 14, Müslim; Cihad 62, (1766); Ebu Dâvud,
İmâret 23, (3005).][33]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, daha önce hikayelerini kaydettiğimiz Beni'n-Nadîr
yahudilerinden başka, diğer büyük bir kitleyi teşkil eden Kureyza yahudilerinin
akibetini haber vermektedir. İhanetlerinin cezası olarak erkeklerin katli;
kadın, mal ve çocuklarının müslümanlar arasında taksim edilmesi.
Bunların hikâyesi şöyle gelişmiştir:
a) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hicretle Medine'ye gelir
gelmez, Medine'de yaşayan muhtelif gruplarla aralarındaki münasebetleri
düzenleyen yazılı bir vesika tanzim etmişti. Günümüzün tabiriyle Kanun-i esasî
(veya Anayasa) olarak vasıflandırılan bu antlaşmanın[34] 25. maddesinin a bendinde
yahudilerin müslümanlarla tek bir ümmet (camia) teşkil ettikleri, dinlerinde
hür oldukları belirtilmiş, 43. ve 44. maddelerde Kureyş'e ve onlara yardım
edenlere arka çıkılmayacağı, onlardan gelecek saldırıya karşı Medine'nin
elbirliğiyle müdafaa edileceği açık bir dille belirtilmişti.
b) Benî Kureyza, Hendek savaşı sırasında bu ahdi bozmuş şehri
kuşatanların teşvik ve iğvalarına kapılarak savaşın en kritik bir anında
Medine'yi kuşatan İslam düşmanlarıyla
işbirliği yapmıştı. Bilhassa Kureyza'nın o tarafa geçişi, müslümanların
durumunu fevkalade sarsmış, halkın moralini bozup direnme gücünü kırmış,
insanların içine korku hâkim olmaya başlamıştı. Hususen cephe gerisinde kalan
kadın ve çocuklar hakkında korku büyüktü. Müslümaların bu nazik devresini
Kur'an-ı Kerim şöyle tasvir eder:
"Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler de dönmüştü. Yürekler ağızlara gelmişti. Allah
için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz.
İşte orada mü'minler denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı"
(Ahzab 10).[35]
Benî Kureyza'nın ihaneti, müslümanların durumunu sadece maddî değil, manevî bakımdan da sarsmıştı.
c) Ahzâbın içine giren nifak, beklenen zaferin gecikmesi, çıkan
fırtınalar şeklinde tecelli eden ilahi nusret sonucu, Mekkelilerin bir gece
âniden çekilmeleriyle atlatılan beladan sonra sıra Benî Kureyza yahudilerinin
cezalandırılmasına gelmişti.
İbnu Sa'd'ın kaydına göre, Resulullah savaş yerinden dönüp Hz.
Âişe (radıyallahu anhâ)'nın hücresine girer girmez. Cebrâil aleyhisselam
gelerek:
"Allah sana Benî Kureyza yahudilerine yürümeni emrediyor. Ben onların üzerine
gidiyorum. Tepelerine kalelerini sarsacağım!" der.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), derhal Ashab'a dellal
çıkararak:
"Allah'ın Resûlü ikindi namazınızı Benî Kureyza yurdunda
kılmanızı emrediyor!" duyurusunu yapar. Abdullah İbnu Ümmi Mektum'u
Medine'ye halif bırakıp kendisi de cepheye koşar. Otuzaltı atlı, üçbin piyade
ile Benî Kureyza kuşatılır. Resulullah seslenir: "Ey maymunların ve
hınzırların kardeşleri! Benim, ben!"
Bu gazve hicretin beşinci yılında Zilkade ayının son haftasında
bir çarşamba günü başlar. Onbeş gün sıkı bir muhasaradan sonra, Resulullah'a
elçi gönderip:
"Bize Ebu Lübâbe İbnu Abdi'l-Münzir'i gönder!" derler.
Resulullah gönderir. Ancak bununla istişare ettikleri zaman onlara
eliyle "kesileceksiniz" ma'nâsında boğazlanma işareti yapar. Ebu Lübâbe bu davranışına pişman olur ve "Allah ve
Resulüne ihanet ettim" diye oradan ayrılıp Resulullah'a da uğramadan
mescide gidip kendini bir direğe bağlar
ve tevbesinin kabul edildiğine dair âyet gelmedikçe mescidden ayrılmamaya
nezreder. 15 gün kadar yemeyi terkeder, bir ara düşüp bayılır, sonunda
tevbesinin kabulüne dair Tevbe suresinin 102. âyeti nâzil olur. Resulullah
gelip elleriyle çözünceye kadar bağlarını çözmez.
d) Hendek savaşı sırasında omuzundan yara alan ve mescidde tedavi
görmekte olan Sa'd İbnu Muaz için Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allahım, Benî Kureyza'ya karşı
içimde yanan öfke ateşi sönmeden ruhumu kabzetme!" ma'nâsında duada
bulunur.
Sad İbnu Mu'az (radıyallahu anh) onların eskiden beri halifi
(müttefiki) olması haysiyetiyle hakemliğini kabul ederler. Sad, "Allahın
hükmü"ne muvafık olarak "Mukâtillerin öldürülmesine, kadın ve
çocukların köleleştirilmesine ve mallarının taksimine hükmeder. Resulullah hükmün Allah'ın hükmüne muvafık olduğunu
söyler. Eli kılıç tutan 600-700 arası Kureyzalı tesbit edilir. Evleri muhacirlere
taksim edilir. Silah olarak 1500 kılınç,
300 zırh, 1000 ok, 1500 kalkan tesbit edilir.
Esirler arasında Reyhâne
Bintu Amr'ı Resulullah kendisine cariye olarak alır.[36]
* BENÎ KAYNUKA
Yahudi kabilelerinin büyüklerinden biri de Benî Kaynuka idi.
Kitabımızda bunlarla ilgili bir rivayet konmamıştır. Ancak, mevzuun bütünlüğü
açısından burada kısaca bilgi vermede fayda var: Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bunların meselesini, daha erken devirde, Hicretin yirminci ayında,
Şevval ortalarında halletmiştir.
Kaynukalılar münafıkların şefi Abdullah İbnu Übey'in halîfi
idiler. Kuyumculuk ve sarraflıkla meşgul olurlardı, zengin kimselerdi.
Müslümanların Bedir'de zafer elde etmeleri bunların hasedlerini kabartmış,
kinlerini artırmıştı. Her fırsatta husumetlerini izhar ediyorlardı.
İbnu Sa'd'ın kaydettiğine göre, bunlar yahudiler arasında,
savaşmayı bilen en cesur grubu teşkil ediyordu. Bedir'den sonra Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), bir gün onları: "Ey yahudiler Allah'tan korkun,
Kureyş'in başına gelen bir belanın size
de gelmesinden sakının, müslüman olun. Zaten anladınız ki ben hak peygamberim. Bunu kendi kitabınızda da görüyorsunuz. Üstelik Allah, bana tabi
olmanız için sizden ahid de aldı!"
mealinde sözlerle uyarmak isteyince biraz küstahça bir cevap
vermişlerdi:
"Ey Muhammed! Galiba bizi kendi kavmin gibi zannettin. Harbetmeyi bilmeyen
bir grupla karşılaşıp zafer kazanman sakın seni aldatmasın! Eğer seninle
savaşacak olursak bizim nasıl insanlar
olduğumuzu öğrenirsin!"
Resulullah'la aralarındaki antlaşmayı ilk bozan yahudi cemaati
bunlar oldu. Belki de herkesçe bilinen -ve hatta İbnu Sa'd'ın rivayetinde ifade
edilen doğru ise, Resulullah'ı bile üzerlerine gitmede teenniye sevkeden- şecaatleri, onları daha pervasız
davranışlara sevkediyordu.
Bir gün, bir müslüman kadın Kaynuka çarşısına inmiş, bazı şeyler
satarak, alış veriş yapmak üzere bir
kuyumcuya girmişti. Dükkanda, kadının yüzünü açtırmaya çalışmışlar,
muvaffak olamamışlardı. Bunun üzerine kadın farkına varmadan, çarşafının bir
kenarını oturduğu yere rabtettiler. İşi bitip, çıkmak üzere kalkınca
kadının çarşafı düştü ve avreti açıldı. Orada bulunan yahudiler gülüp eğlenerek
kadınla dalga geçtiler. Bunun üzerine
kadın imdat çığlığı atar. Bunu işiten bir müslüman koşup kuyumcuyu öldürür.
Diğer yahudiler de müslümanı öldürürler.
Hadise büyür ve müslümanlarla Benî Kaynuka yahudileri arasında
kopma hâsıl olur. Nâzil olan âyet, Resulullah'ı onlara karşı sert olmaya davet
eder (Enfal 58). Kaleleri kuşatılır. Bir müddet dayanırlarsa da 15 gün kuşatma
sonunda Resulullah'a istediği şart üzere
sulh teklif etmek zorunda kalırlar.
Resulullah bunları öldürmek istiyordu. Ancak tam bu sırada araya giren
meşhur münafık Abdullah İbnu Übey:
"Ey Muhammed mevâlime iyilikte bulun" diye ısrar etti ve
elini zırhının aralığına sokarak istediğini kopartıncaya kadar salmadı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bırak beni!" diye Abdullah'a, yüzünden okunacak kadar
öfkelenip, bağırmasına rağmen:
"Hayır, mevâlime iyilik yapıncaya kadar salmıyacağım!" diye
ısrar etti. Benî Kaynuka, Hazreçlilerin
Halîfi idi. Bu sebeple Abdullah onlara arka çıkıyordu. Dörtyüz zırhsız, üçyüz
zırhlı için şefaatçi oluyordu.
Sonunda Resulullah, onların Medine'yi terketmelerine izin verdi.
Bunlardan bol ganimet kaldı. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) humus aldı. İlk humusun buradan alındığı söylenir.[37]
İbnu'l-Esir, el-Kâmil'de hadisenin tarifinde ihtilaf edildiğini
belirtir.[38]
ـ4242 ـ1ـ عن
جابر رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
لِكَعْبِ
ابْنِ ا‘شْرَفِ،
فَإنَّهُ
قَدْ آذَى
اللّهَ
وَرَسُولَهُ؟.
فَقَالَ
مُحَمَّدُ
بْنُ
مَسْلَمَة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
أتُحِبُّ أنْ
أقْتُلَهُ؟ قَالَ:
نَعَمْ.
قَالَ:
اَتَأذَنُ
لِي فِي الْقَوْلِ
فِيكَ؟ قَالَ:
قُلْ .
فَأتَاهُ
فَقَالَ لَهُ:
وَذَكَرَ مَا
بَيْنَهُمَا
وَقَالَ: إنَّ
هذَا
الرَّجُلَ
قَدْ أرَادَ
الصَّدَقَةَ وَقَدْ
عَنَانَا.
فَلَمَّا
سَمِعَهُ
قَالَ: وَأيْضاً
واللّهِ
لَتَمُلَّنَّهُ.
قَالَ: إنَّا
قَدْ
اتَّبَعْنَاهُ
اŒنَ
وَنَكْرَهُ أنْ
نَدَعَهُ
حَتَّى
نَنْظُرَ إلى
أيِّ شَيْءٍ
يَصِيرُ
أمْرُهُ.
ثُمَّ قَالَ:
وَقَدْ
أرَدْتُ أنْ تُُسْلِفَنِي
سَلَفاً.
قَالَ: فَمَا
تَرْهَنُنِي؟
قَالَ: مَا
تُرِيدُ؟.
قَالَ
تَرْهَنُنِي
نِسَاءَكُمْ.
فَقَالَ:
أنْتَ
أجْمَلُ الْعَرَبِ،
أنَرْهَنُكَ
نِسَاءَنَا؟
قَالَ: فَتُرْهَنُونِي
أوَْدَكُمْ
قَالَ: يُسَبُّ
ابْنُ أحَدِنَا،
فَيُقَالُ
رُهِنَ فِى
وَسْقٍ أوْ
وَسْقِيْنِ
مَنْ تَمْرٍ.
وَلكِنْ
نَرْهَنُكَ
الَّمَةَ،
يَعْنِى
السََّحَ.
قَالَ: نَعَمْ؛
وَوَاعَدَهُ
أنْ
يَأتِيَهُ
بِالْحَارِثِ
بْنِ أوْسٍ
وَأبِي
عَبْسِ ابْنِ
جَبْرٍ
وَعَبَّادِ
بْنِ بِشْرٍ.
قَالَ:
فَجَاءُوا فَدَعَوْهُ
لَيًْ.
فنَزَلَ
إلَيْهِمْ
فَقَالَتْ
لَهُ اِمْرَأتُهُ:
إنِّي ‘سْمَعُ
صَوْتاً
كَأنَّهُ
صَوْتُ
الدَّمِ.
فَقَالَ:
إنَّمَا هُوَ
مُحَمَّدٌ
بْنُ
مَسْلَمَةَ
وَرَضىعِى
أبُو نَائِلَةَ،
إنَّ
الْكَرِيمَ
لَوْ دُعِى
إلى طَعْنَةٍ
لَيًْ ‘جَابَ.
قَالَ
مُحَمَّدٌ:
إذَا جَاءَ
فَسَوْفَ
أمَدُّ يَدِي
إلى رَأسِهِ،
فإذَا اسْتَمْكَنْتُ
مِنْهُ
فَدُونَكُمْ.
قَالَ: فَنَزَلَ
وَهُوَ
مُتَوَشِّحٌ.
فَقَالُوا: نَجدُ
مِنْكَ
رِيحَ
الطِّيبِ؟
فقَالَ
نَعَمْ:
تَحْتِي فَُنَةُ
أعْطَرُ
نِسَاءِ
الْعَرَبِ؛
قَالَ مُحَمَّدٌ:
فَتَأذَنَ
لِي أنْ
أشُمَّ مِنْهُ؟
قَالَ: نَعَمْ
فَشُمَّ،
فَتَنَاوَلَ
فَشَمَّ.
ثُمَّ قَالَ:
أتَأذَنُ لِي
أنْ أعُودَ؟
قَالَ:
فَاسْتَمْكَنَ
مِنْهُ،
ثُمَّ قَالَ:
دُوَنَكُمْ
فَقَتَلُوهُ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود.»الوَسْقُ«
بفتح الواو
ستون صاعاً.»والَّمَةُ«
مخففة: الدرع
وجمعها م، آلة
الحرب.»والمُتوشِّحُ
بالرداء« هو
الذي يجعله في
وسطه كالوشاح
الذي تجعله
المرأة على
خصرها .
1. (4242)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün):
"Ka'b İbnu'l-Eşref'in hakkından kim gelecek? Zira bu Allah ve
Resûlüne ezâ veriyor!" buyurdular. Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh)
atılarak: "Onu öldürmemi istermisiniz?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Evet!" deyince Muhammed İbnu Mesleme: "Hakkınızda menfi şeyler
söylememe de izin veriyor musunuz? [Güvenini kazanmamız için buna gerek
olacak]" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"[İstediğinizi] söyle[yin]" buyurdu.
Bunun üzerine Muhammed İbnu Mesleme (radıyallahu anh)
Ka'b-İbnu'l-Eşref'e gelip onunla konuştu, aralarındaki (eski) dostluğu
hatırlattı ve:
"Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı oluyor!"
dedi.
Ka'b bunu işitince:
"Ha şöyle! Vallahi ondan daha da çekeceksiniz!" dedi.
Muhammed İbnu Mesleme:
"Biz ona şimdi gerçekten tâbi olduk. Onu büsbütün terkedip sonunun ne olacağını
seyretmekten de korkuyoruz" dedi.
Ka'b: "Söyle bana dedi, içinde ne var, ne yapmak
istiyorsunuz?"
Muhammed: "Onu yalnız bırakmak, ondan ayrılmak
istiyoruz" deyince, Ka'b: "Şimdi beni mesrur ettin" dedi.
Muhammed ilave etti: "Bana biraz ödünç vermeni
talebediyorum.." dedi. Ka'b da: "Bana rehin olarak ne
bırakacaksın?" diye sordu. Muhammed İbnu Mesleme: "Ne istersin?"
dedi. Ka'b: "Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!" dedi.
"Ama sen Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı
nasıl rehin bırakalım? [Şu yakışıklılığın sebebiyle hangi kadın nefsini senden
men edebilir?]" dedi. Ka'b: Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakırsınız!" dedi.
"Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edip: "Bir
veya iki vask hurma karşılığında rehin
edildin" diye başına kakarlar. Ama sana zırhları yani silahı rehin
bırakalım" dedi. (Kab bu teklifi
makul bulup:)
"Pekala, bu olur!"dedi. Bunun üzerine Muhammed İbnu
Mesleme, ona el Hâris İbnu'l-Evs, Ebu Abs İbnu Cebr ve Abbâd İbnu Bişr ile
birlikte gelmek üzere randevulaştı.
Bunlar geceleyin gelip onu (dışarı) çağırdılar. Ka'b yanlarına
indi. Kadını: "Ben bazı sesler işitiyorum, bu sanki kan sesidir
(gitme!)" dedi.
Ancak O: "Hayır, bu gelen Muhammed İbnu Mesleme ile süt
kardeşi ve Ebu Nâile'dir. Mert kişi geceleyin yaralanmaya bile çağırılsa icabet
eder!" dedi.
Muhammed İbnu Mesleme arkadaşına: "Gelince, ben elimi başına
uzatacağım. Onu tam yakaladım mı göreyim sizi!" dedi. Ka'b kılıncını
kuşanmış olarak indi.
"Sende tîyb kokusu hissediyoruz!" dediler. Ka'b:
"Evet! nikahımda falan kadın var. Arap kadınlarının (sevdiği) kokuyu
sürüyorum" dedi. Muhammed İbnu Mesleme: "Ondan koklamama müsaade eder
misin?" dedi.
Ka'b: Tabi ederim, kokla!" dedi. Muhammed yakalayıp kokladı. Sonra:
"Bir kere daha koklamama müsaade eder misin?" dedi.
Sonra onu yakaladı.
"Göreyim sizi!" dedi ve orada öldürdüler." [Buhârî,
Megâzî 15, Rehn 3, Cihâd 158, 159; Müslim, Cihad 119, (1801); Ebu Dâvud, Cihad
169, (2768).][39]
AÇIKLAMA:
Ka'bu'l-Eşref aslen Araptır. Babası, Benî Tay Kabilesinin bir kolu
olan Nebhânlıdır. Bir kan davasına karıştığı için Cahiliye devrinde Medine'ye
gelip yerleşmiştir. Medine'de Beni'n-Nadîr'e dost olmuş, onlardan kız alarak
evlenmiştir. Ka'b bu evliliğin mahsûlüdür. Ka'b uzun boylu, cüsseli bir
insandı. Kafası iri, karnı iriydi. Annesi Akîle Bintu Ebi'l-Hukayk, yahudi
olması ve yahudi kültürü üzerine yetişmesi sebebiyle Ka'b Arap değil, yahudi
biliniyordu. Şâir bir insandı. Bedir
savaşından sonra müslümanlar aleyhine hicviyeler yazdı. Mekke'ye gitti. İbnu
Vedâ'ti's-Sehmî'nin yanına indi. Bu zat,
el-Muttalib'in babası idi. Hassan İbnu Sâbit bunu ve karısı Atîke Bintu Üseyd'i
hicvetti. Bunun üzerine kadın Ka'b'ı
tardetti. Ka'b tekrar Medine'ye döndü. Müslüman kadınları üzerine aşk şiirleri
yazdı. Müslümanlar bu şiirlerden fevkalâde rahatsız oldular. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a karşı da hicviyeler düzüyor, Kureyşli kâfirleri aleyhte tahrik ediyordu.
Resulullah Medine'ye geldiğinde halk karışıktı. Hepsiyle sulh içerisinde
yaşamak istiyordu. Ancak yahudi ve müşrik olanlar müslümanlara fazlaca eziyet veriyorlardı.
Cenâb-ı Hakk başlangıçta Resûlüne ve müslümanlara sabır emrediyordu. Ka'b bu
eza işinden vazgeçmeyip, dozajını artırınca, Aleyhissalâtu vesselâm bir grup
göndererek Ka'b'ı öldürtmesini Sa'd İbnu Mu'âz'a emretti.
Kab'ın öldürülmesi Hicretin üçüncü senesinin Rebiyyülevvel ayına
rastlar.
Rivayetler onun Mekke'ye
gidince Ka'be'nin örtüsünün yanında Mekkelilerle, müslümanlara karşı mücadele
etmek üzere antlaşma yaptığını belirtir. Bu sırada Mekkeliler: "Onun dini
mi,yoksa bizim dinimiz mi daha hakka yakın?" diye sorarlar. Ka'b
"Sizin dininiz!" cevabını verir.
İbnu Hacer Ka'b'ın öldürülmesine bir başka sebep daha kaydeder.
Buna göre: "Ka'b bir yemek hazırlar. Yahudilerden bir gruba da:
"Muhammed'i bir ziyafete
çağıracağım, gelince siz bir punduna getirip öldürün" dedi. Ziyafet
hazırlandı. Resulullah da çağrıldı. Birkaç
ashabıyla gelmişti. Oturduktan sonra Cebrâil aleyhisselam, heriflerin
planını haber verdi. Resulullah kalktı ve Cebrail'in kanatlarıyla örtünerek
dışarı çıktı. Resulullah'ı kaybedince onlar da dağıldı. Aleyhissalâtu vesselâm,
işte bu sırada "Ka'b'ı bana kim halledecek?" demiştir.
Şu halde Ka'b'ın öldürülmesi sadece hicvedici şiirler yazması
sebebiyle değildir. Daha başka muzır faaliyetleriyle bu cezaya müstehak
olmuştur.
Rivayetler onun öldürülmesini üzerine alan Muhammed İbnu
Mesleme'nin, Ka'b'ın kız kardeşinin oğlu yani yeğeni olduğunu belirtir. Keza bu
işte adı geçen Ebu Nâile de Kab'ın süt kardeşidir. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Eğer yapacaksan acele etme, (planını iyi hazırla), hatta Sa'd
İbnu Muazla da istişâre et" buyurur. Sa'd'la istişare eder. Sa'd,
kendisine "Ona git, ihtiyacını aç
ve veresiye olarak yiyecek iste!"
tavsiyesinde bulunur.
* Başka rivayetler, Muhammed İbnu Mesleme'nin Resulullah'tan,
kendisinden şikayette bulunma, fikrini ve sözlerini kınama hususunda izin
isteyip Ka'b'a: "Bu adamın gelişi bize bir bela olmuştur, bütün Araplar
bizimle savaştı ve tek bir yaydan ok attılar" dediğini; Resulullah'ın,
öldürme ekibini, Bakîu'l-Garkad'a kadar uğurladığını, onları gönderip: "Allah'ın
ismi üzere gidin. Allahım bunlara yardımcı ol!" dediğini kaydeder.
* Hadise üzerine, ertesi gün, "efendimiz öldürüldü"
diyerek, yahudiler Resulullah'a gelirler. Aleyhissalâtu vesselâm, bir bir onun
yaptıklarını, müslümanlara verdiği eziyetleri anlatarak ölümü hakettiğini
açıklar. Yahudiler itiraz etmeye, cevap vermeye mecal bulamazlar.
Bu vak'adan sonra büyük bir korkuya düşen yahudiler, sinerler ve
yıkıcı faaliyetlerden ellerini çekerler.
Süheylî Ebu Hanîfe'ye muhalif olarak:
"Ka'b'ın öldürülme hadisesi, muâhid (sulh antlaşması yapan)
kimse, Şâri'e sebbettiği, hakarette bulunduğu takdirde katlinin caiz olduğunu
ifade eder" demiştir.
İbnu Hacer Süheylî'ye hak vermez. Bu hadisenin harp haline giren
bir hadise olduğuna dair deliller kaydeder ve "Kıssada, müşrikin -umumî
davet kendisine ulaşmış ise- İslam'a davet edilmeden öldürülebileceğine delil
vardır" der.
* Hadis, savaş sırasında, ihtiyaç duyulan her şeyin
söylenebileceğine delildir.[40]
*
EBU RAFİ ABDULLAH İBNU EBİ'L-HUKAYK'IN ÖLDÜRÜLMESİ
ـ4243 ـ1ـ عن
البراء رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]بَعَثَ
رَسُولُ اللّهِ
# رَهْطاً إلى
أبِي رَافِعٍ
فَدَخَلَ عَلَيْهِ
عَبْدُاللّهِ
بْنُ
عُتَيْكٍ
بَيْتَهُ
لَيًْ وَهُوَ
نَائِمٌ
فَقَتَلَهُ[.
1. (4243)- Hz. Bera (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Râfi'e bir heyet gönderdi. Abdullah İbnu Atîk,
geceleyin evine girerek, onu uyurken öldürdü."[41]
ـ4244 ـ2ـ
وفي رواية
قال: ]بَعَثَ
رَسُولُ
اللّهِ # إلى
أبِى رَافِعٍ
الْيَهُودي
رِجَاً مِنَ
ا‘نْصَارِ
وَأمَّرَ
عََلَيْهِمْ
عَبْدَاللّهِ
بْنَ
عُتَيْكٍ،
وَكَانَ أبُو
رَافِعٍ
يُؤْذِي
رسولَ اللّهِ
# وَيُعِينُ عَلَيْهِ.
وَكَانَ أبُو
رَافِعٍ فِي
حِصْنٍ لَهُ
بِأرْضِ
الْحِجَازِ.
فَلَمَّا
دَنَوْا مِنْهُ
وَقَدْ
غَرَبَتِ
الشَّمْسُ
وَرَاحَ
النَّاسُ
بِسَرْحِهِمْ.
قَالَ
عَبْدُاللّهِ
‘صْحَابِهِ:
اِجْلِسُوا
مَكَانَكُمْ
فَإنِّي مُنْطَلِقٌ
ومُتَلَطِّفٌ
لِلْبَوَّابِ
لَعَلِّي أنْ
أدْخُلَ.
فَأقْبَلَ
حَتّى دَنَا
مِنْ
الْبَابِ.
ثُمَّ
تَقَنَّعَ
بِثَوْبَهِ
كَأنَّهُ
يَقْضِي
حَاجَةً،
وَقَدْ
دَخَلَ النّاسُ.
فَهَتَفَ
بِهِ
الْبَوابُ
يَا عَبْداللّهِ
إنْ كُنْتَ
تُرِيدُ أنْ
تَدْخَلَ فَادْخُلْ.
فإنِّي
أُريدُ أنْ
أُغْلِقَ
الْبَابَ.
فَدَخَلْتُ
فَكَمَنْتُ.
فَلَمَّا
دَخَلَ
النَّاسَ أغْلَقَ
الْبَابَ
ثُمَّ عَلّقَ
ا‘غَالِيقَ عَلى
وَتَدٍ.
قَالَ:
فَقُمْتُ إلى
ا‘قَالِيدِ فَأخَذْتُهَا
فَفَتَحْتُ
الْبَابَ،
وَكَانَ أبُو
رَافعٍ
يُسْمَرُ
عِنْدَهُ.
وَكَانَ فِي
عََلِيَّ
لَهُ.
فَلَمَّا
ذَهَبَ
عَنْهُ أهْلُ
سَمَرِهِ
صَعِدْتُ
إلَيْهِ
فَجَعَلْتُ
كُلَّمَا
فَتَحْتُ
بَاباً
أغْلَقْتُ
عَلي َّ مَنْ دَاخِلٍ.
قُلْتُ: إنِ
القَوْمُ
نَذِرُوا لِي لَمْ
يَخْلُصُوا
إلَيَّ حَتّى
أقْتُلَهُ. فَانْتَهَيْتُ
إلَيْهِ
فَإذَا هُوَ
فِي بَيْتٍ
مُظْلِمٍ
وَسْطٍ
عِيَالِهِ، َ
أدْرِي أيْنَ
هُوَ مِنَ
الْبَيْتِ.
فَقُلْتُ:
أبَا رَافِعِ:
فَقَالَ: مَنْ
هذَا؟
فَأهْوَيْتُ
نَحْوَ الصَّوْتِ
فَأضْرِبُهُ
ضَرْبَةً
بِالسَّيْفِ
وَأنَا
دَهِشٌ،
فَمَا
أغْنَيْتُ
شَيْئاً، وصَاحَ!
فَخَرَجْتُ
مِنَ
الْبَيْتِ.
فَأمْكُثُ
غَيْرَ
بَعِيدٍ.
ثُمَّ
دَخَلْتُ
إلَيْهِ
فَقُلْتُ: مَا
هذَا
الصَّوْتُ:
يَا أبَا
رَافِعٍ.
فَقَالَ:
‘مِّكَ
الْوَيْلُ،
إنَّ رَجًُ
فِي البَيْتِ
ضَرَبَنِي
قَبْلِ
بِالسَّيْفِ.
قَالَ: فَأضْرِبُهُ
ضَرْبَةً
أثْخَنَتْهُ
وَلَمْ أقْتُلْهُ.
ثُمَّ
وَضَعْتُ
صَبِيبَ
السَّيْفِ في بَطْنِهِ
حَتّى أخَذَ
فِي
ظَهْرِهِ،
فَعَرَفْتُ
أنِّي
قَتَلْتُهُ.
فَجَعَلْتُ
أفْتَحُ
ا‘بْوَابَ
بَاباً
بَاباً حَتّى
انْتَهِيتُ
إلى
دَرَاجَةٍ
لَهُ.
فَوَضَعْتُ
رِجْلِِى،
وَأنَا أرَى
أنِّى قَدِ
انْتَهَيْتُ
إلى ا‘رْضِ،
فَوَقَعْتُ
فِي لَيْلَةٍ
مُقْمِرَةٍ
فَانْكَسَرَتْ
سَاقِى
فَعَصَبْتُهَا
بِعِمَامَتِى.
ثُمَّ
انْطَلَقْتُ
حَتّى
جَلَسْتُ
عَلى الْبَابِ.
فَقُلْتُ: َ
أخْرَجُ
اللَّيْلَةَ
حَتّى
أعْلَمَ
أقْتَلْتُهُ؟
فَلَمَّا
صَاحَ الدّيكُ
قَامَ
النَّاعِى
عَلى
السُّورِ. فقَالَ:
أنعِي أبَا
رَافِعٍ
تَاجِرَ
أهْلِي الْحِجَاز.
فَانْطَلَقْتُ
إلى
أصْحَابِي.
فَقُلْتُ:
النَّجَاءَ،
فَقَدْ
قَتَلَ
اللّهُ أبَا
رَافِعٍ.
فَانْتَهَيْتُ
إلى
النَّبِيِّ #
فَحَدَّثْتُهُ.
فقَالَ لِى:
اُبْسُطْ
رِجْلَكَ
فَبَسَطْتُ
رِجْلِى
فَمَسَحَهَا
فَكَأنَّهَا
لَمْ
أشْتَكِهَا
قَطُّ[. أخرجه
البخاري،
وأسقط في
التجريد
الرواية
الثانية.و»صَبِيبُ
السَّيْفِ« بالصاد
المهملة: طرفه
.
2. (4244)- Bir başka rivayette şöyle der: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yahudi Ebu Râfi'e, Ensar'dan bir grup adam gönderip,
başlarına da Abdullah İbnu Atîk'i koydu.
Ebu Rafi', Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a eza veriyor ve
aleyhinde çalışmalar yapıyordu. Ebu Râfi', Hcaz bölgesindeki kendine has bir
kalede oturuyordu. Kaleye yaklaştıkları zaman güneş batmıştı. Halk artık
sürüleriyle dönüyordu.
Abdullah arkadaşlarına: "Siz burada oturun ve yerinizden
ayrılmayın. Ben gidip, kapıcılara biraz iltifat edip, içeri girme imkânı arayacağım" dedi ve ilerledi. Kapıya
kadar geldi. Kazayı hâcet yapıyormuş gibi elbisesini toparladı. İnsanlar içeri
girmişti. Kapıcı seslendi.
"Ey Allah'ın kulu, girmek istiyorsan gir. Kapıyı kapatacağım
(çabuk ol)!" dedi.
Ben de girdim ve (bir köşeye) gizlendim. Halk tamamen girince
kapıyı kapattı. Sonra da anahtarları bir kazığa taktı.
Ben (müsait bir anda) kalkıp anahtarları alıp kapıyı açtım. Ebu
Râfi evinde gece sohbeti yapıyordu. Ve hususi bir köşkte idi.
Sohbet arkadaşları dağılınca, yanına çıktım. Her bir kapıyı açıp
girdikçe içeriden üzerime kapadım. "Eğer halkın haberi olur da beni
öldürmeye azmederlerse, ben Ebu Râfi'î öldürmeden ona ulaşamasınlar" diye böyle yaptım. Sonunda yanına kadar
geldim. Köşkün ortasında yer alan karanlık bir odadaydı. Ancak, odanın neresinde olduğunu bilemiyordum.
"Ebu Râfi" diye seslendim.
"Kim o?" dedi. Sese doğru yöneldim. Heyecan içerisinde
bir kılıç darbesi indirdim, ama boşa gitti. Adam bir çığlık attı. Hemen odadan
çıktım. Azıcık bekleyip tekrar girdim. [sesimi değiştirip, yardıma gelmiş
gibi:]
"O ses de ne? ey Ebu
Râfi" dedim.
"Kahrolası, odada biri var az önce bana kılıç vurdu"
dedi.
(Yerini iyice keşfetmiştim), bir darbe daha indirdim. Yaraladım,
fakat öldürümedim. Sonra kılıcın ucunu karnına sapladım, sırtına kadar dayandı. Öldürdüğümü anladım.
Geri dönüp, kapıları teker teker açmaya başladım. Merdivene kadar geldim.
Ayağımı bastım. Yere kadar ulaştığımı zannettim. Ay ışığıyla aydınlık bir
gecede düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla sardım. Sonra gidip kapının önüne
oturdum. Onu gerçekten öldürdüm mü, öğreninceye kadar bu gece kaleden dışarı
çıkmayacağım" dedim.
Horozlar ötünce, surların üzerinden ölüm ilan edildi. Ölüm
habercisi:
"Hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Râfi'in ölümünü
duyuruyorum!" diye bağırıyordu. Ben hemen arkadaşlarımın yanına gittim.
"Zafer! dedim, Allah Ebu Râfi'in canını aldı!"
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldim, olup biteni
anlattım. Bana:
"Uzat ayağını!" buyurdular. Ben de ayağımı uzattım.
Meshediverdi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi hiçbir rahatsızlık kalmadı."
[Buhârî, Megâzî 16, Cihad 155.][42]
ـ4245 ـ3ـ
وعن
عبدالرحمن بن
كعب: ]أنَّ
النَّبِيَّ #:
نَهى
الَّذِينَ
قَتَلُوا
اِبن أبِي
الْحُقَيْقِ
عَنْ قَتْلِ
النِّسَاءِ
وَالْوِلْدَانِ.
فقَالَ
رَجُلٌ
مِنْهُمْ:
لَقَدْ
بَرَّحَتْ
امْرَأتُهُ
عَلَيْنَا
بِالصِّيَاحِ
فَأرْفَعُ السَّيْفَ
عَلَيْهَا
فَأذْكُرَ
النَّهى فَأكُفُّ،
وَلَوَْ
ذلِكَ َ
سَتَرَحْنَا
منْهَا[.
أخرجه مالك.
3. (4245)- Abdurrahman İbnu Ka'b (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) İbnu Ebi'l-Hukayk'ı öldürenleri, (bu
işe giderken) kadın ve çocukları öldürmekten nehyetmişti. Onlardan bir adam
dedi ki: "Karısı bağırmalarıyla bize sıkıntı olmuştu. Kılıncı sıyırıp
tepesine kaldırdım. (Vuracağım sırada) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı (n
tenbihini) hatırladım ve kendimi tuttum. Bu tenbih olmasaydı ondan da rahata
erecektik." [Muvatta, Cihad 8, (2, 447).][43]
AÇIKLAMA:
1- Ebu Rafi' Abdullah İbnu Ebi'l-Hukayk'a Sellâm İbnu
Ebi'l-Hukayk da denmektedir. İbnu İshak'ın anlattığına göre, "Evs'e mensub
olanlar Ka'bu'l-Eşref'i öldürünce, Hazrecliler de Sellâm İbnu Ebi'l-Hukayk'ın
öldürülmesi için izin istediler. Bu herif Hayber'de oturuyordu. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da izin verdi." Abdullah İbnu Ka'b İbni Mâlik
(radıyallahu anhümâ) şöyle anlatır: "Allah'ın, Resûlü (aleyhissalâtu
vesselâm)'a yatpığı lütuflardan biri şu
idi: "Evs ve Hazrec daima
birbirine rakib iki pehlivan gibiydiler. Evs her ne zaman hayırlı bir iş
yaptı mı, Hazrec mutlaka şöyle derdi: "Vallahi, onlar bu amelleriyle
fazilette bizi geçtiler!" Evs de böyleydi. Evs, Ka'b İbnu'l-Eşref'i
öldürünce Hazrecliler (biraraya gelip) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
Ka'bu'l-Eşref kadar düşmanlıkta ileri giden bir başka şahıs hakkında müzakerede
bulundular. Hayber'de ikamet etmekte olan Ebu'l-Hukayk'ı hatırladılar."
2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Ebu Râfi'in verdiği
eza, onun, müslümanların aleyhinde çalışanlara maddi destek sağlamasından ileri
geliyordu. Bir rivayette: "Arap müşriklerinden Gatafan ve diğerlerine,
"Resulullah'a karşı bol mal veriyordu denmiştir. Bazı rivayetlerde de,
müslümanlara karşı, -aynen Hendek savaşında olduğu gibi- müşrik Arapları tek
bir ittifakta birleştirmeye çalıştığı belirtilir.
3- Hadisten Çıkarılan Bazı Hükümler
* Kendisine davet ulaştığı halde küfürde ısrar eden müşrikleri
aldatıp, âni baskında bulunmak caizdir.
* Resulullah aleyhinde, eli, malı, dili ile çalışanların
öldürülmesi caizdir.
* Ehl-i harb'e karşı
casusluk caizdir.
* Müşriklere savaşta şiddetli davranmak caizdir.
* Maslahat için sözü mübhem tutmak caizdir.
* Az sayıda müslümanın çok sayıda müşriğe saldırması caizdir.
* Delil ve alâmete dayanarak hüküm vermek caizdir. Çünkü İbnu Atik,
sesine dayanarak Ebu Râfi'e hükmetmiş, ölüm ilanına dayanarak onun öldüğüne
hükmetmiştir. (Her şeyde görerek hükme gitmek imkansızdır.)[44]
ـ4246 ـ1ـ عن
زيد بن ثابت
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]لَمَّا
خَرَجَ
النَّبِيُّ #
إلى أحُدٍ
رَجَعَ نَاسٌ
مِمَّنْ
كَانَ خَرَجَ
مَعَهُ،
وكَانَ
أصْحَابُ
النَّبِىِّ #
فِيهِمْ فِرْقَتَيْنِ.
قَالَتْ
فِرْقَةٌ:
نُقَاتِلُهُمْ؛
وَقَالَتْ
فِرْقَةٌ: َ
نُقَاتِلُهُمْ.
فَنَزَلَتْ:
فَمَا لَكُمْ
فِي
الْمُنَافِقِينَ
فِئَتَيْنِ؛
وَقَالَ #:
إنَّهَا
طَيْبَةُ
تَنْفِي
الدَّجَّالَ
كَمَا
يَنْفِي الْكِيرُ
خَبَثَ
الحَدِيدِ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي .
1. (4246)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud'a çıktığı zaman, (bir müddet
sonra) O'nunla beraber çıkanlardan bir kısmı geri döndü. [Bunlar hakkında]
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı ikiye ayrıldı. Bir grup:
"Bunları öldürelim" diyordu. Öbür grup ise: "Hayır onları
öldürmeyelim" diyordu. Bu ihtilaf
üzerine şu âyet nâzil oldu:
"(Ey Müslümanlar!) Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da
niye? Allah onları yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın
saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen
hiç yol bulamayacaksın" (Nisa 88).
Resulullah da şöyle buyurdu: "Burası Taybe'dir. Deccâl'ı
sürer çıkarır, tıpkı körüğün, demirin pasını çıkardığı gibi." [Buhârî,
Megâzî 17, Fedâilu'l-Medine 10, Tefsir, Nisa 15; Müslim, Münafıkun 6, (2776);
Tirmizî, Tefsir, Nisa (3031).][45]
AÇIKLAMA:
1- Uhud savaşını en sonda anlatacağız. Sadedinde olduğumuz
hadiste geçen bir-iki noktayı kısaca açıklamamızda gerek var:
2- Burada temas edilen geri dönenler, bakşa rivayetlerde tasrih edildiği üzere, meşhur münafık
Abdullah İbnu Ubey ve onun etrafındaki adamlarıdır. Abdullah da
Resulullah gibi şehrin içinde kalınması reyinde idi. Ancak dışarı çıkmak
isteyenler ağır basınca Resulullah, çıkma istikametinde karar almış, düşmanı
Uhud'da karşılama emrini vermişti. İşte bunu bahane eden münafıkların lideri,
adamlarına: "Muhammed onlara uydu, bana isyan etti, kendimizi niye
öldürtelim?" diyerek muhariblerin üçte birini peşine takarak ordudan
ayrıldı.
3- Hadiste medar-ı bahs edilen iki fırkadan maksad, Abdullah
İbnu Ubey'le birlikte geri dönenler hakkında verilecek hüküm hususunda ortaya çıkan iki görüş sahipleridir.
Rivayetten de anlaşıldığı üzere, bir grup, en
kritik anda cepheyi terkeden münafıkların öldürülmesi traftarıydı. Diğer
grup ise buna karşı idi. Münakaşa büyüyünce, mesele üzerine, kaydettiğimiz âyet
nâzil olmuştur.Ancak âyetin iniş sebebiyle ilgili başka rivayetler de var.
Burada o teferruata girmeyeceğiz.
4- Medine için, hadiste Taybe ismi kullanılmaktadır. Bazı
hadislerde eski adı Yesrib olan Medine-i Münevvere'nin Resulullah tarafından
Taybe, Tâbe diye tesmiye edildiği belirtilir. Her ikisi de güzel koku ma'
nâsına gelen tıyb kökünden gelir. Medine şehrinin sürüp çıkması, kötülükleri içerisinde
barındırmaması demektir. Buharî'nin bir rivayetinde "O Taybe'dir günahı
sürüp çıkarır"; Tirmizî'de
"Hubsu, yani pisliği sürer çıkarır" denmiştir.
Bu, Medine'de kalbinde kötülük olanların barınamayacağını ifade
eder. Nitekim demirci de madenin cevherinden curufunu ateş yardımıyla temizler.[46]
ـ4247 ـ2ـ
وعن البراءِ
بن عازب
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال:
]لَقِينَا
الْمُشْرِكِينَ
يَوْمِئذٍ
وَأجْلَسَ
النَّبِيُّ #
جَيْشاً مِنَ
الرُّمَاةِ
وَأمَّرَ
عَلَيْهِمْ عَبْدَاللّهِ
بْنَ
جُبَيْرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه؛
وقَالَ: َ
تَبْرَحُوا،
إنْ رَأيْتُمُونَا
ظَهَرْنَا
عَلَيْهِمْ
فََ تَبْرَحُوا،
وَإنْ
رَأيْتُمُوهُمْ
ظَهَرُوا
عَلَيْنَا
فََ
تُعِينُونَا.
فَلَمَّا
لَقِيْنَاهُمْ
هَرَبُوا،
حَتّى
رَأيْتُ
النِّسَاءَ يَشْدُدْنَ
في الْجَبَلِ
قَدْ
رَفَعْنَ
عَنْ
سُوقِهِنَّ
قَدْ بَدَتْ
خََخِلُهُنَّ
فَأخَذُوا
يَقُولُونَ:
الغَنِيمَةَ
الْغَنِيمَةَ.
فقَال عَبْدُاللّهِ
بْنُ
جُبَيْرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
عَهِدَ
رَسُولُ
اللّهِ #: أنْ َ
تَبْرَحُوا.
فَأبَوْا
فَلَمَّا
أبَوْا
صُرِفَتْ
وُجُوهُهُمْ.
فَأُصِيبَ
سَبْعُونَ
قَتِيً.
فَأشْرَفَ
أبُو
سُفْيَانَ.
فقَالَ: أفِي
الْقَوْمِ
مُحَمَّدٌ؟
فقَالَ: َ
تُجِيبُوهُ.
فقَالَ: أفِى
الْقَوْمِ
ابْنُ أبِي
قُحَافَةَ؟
فقَالَ: َ
تُجِيبُوهُ
فقَالَ: أفِي
الْقَوْمِ
ابْنُ الْخَطَابِ؟
فَلَمْ
يُجِيبهُ
أحَدٌ.
فقَالَ: إنَّ
هؤَُءِ
قَتِلُوا،
وَلَوْ
كَانُوا
أحْيَاءً
‘جَابُوا.
فَلَمْ
يَمْلِكْ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
نَفْسَهُ.
فقَالَ:
كَذَبْتَ يَا
عَدُوَ
اللّهِ،
أبْقَى
اللّهُ لَكَ
مَا يُحْزِنُكَ
قَالَ أبُو
سُفْيَانَ:
اعْلُ هُبَلُ.
فقَالَ #:
أجِيبُوهُ.
قَالُوا مَا
نَقُولُ؟
قَالَ، قُولُوا:
اللّهُ أعَْ
وَأجَلُّ.
قَالَ أبُو
سُفْيَانَ:
لَنَا
الْعُزَّى
وََ عُزَّى
لَكُمْ. فَقَالَ
#: أجِيبُوهُ.
قَالُوا مَا
نَقُولُ؟ قَالَ
قُولُوا:
اللّهُ
مَوَْنَا وََ
مَوْلى لَكُمْ.
قَالَ أبُو
سُفْيَانَ:
يَوْمٌ
بِيَوْمٍ،
وَالْحَرْبُ
سِجَالٌ؛
وَتَجِدُونَ
مُثلةً لَمْ
آمُرْ بِهَا
وَلَمْ
تَسُؤْنِي.
فقَالَ #
أجِيبُوهُ.
قَالُوا: مَا
نَقُولُ؟
قَالَ قُولُوا:
َ سَواءَ،
قَتَْنَا في
الْجَنَّةِ وَقَتَْكُمْ
فِى
النَّارِ[.
أخرجه
البخاري وأبو
داود، إلى
قوله لَمْ
تُسُؤنِى
وَأخْرَجَ باقيه
رزين.»الشَّدُّ«
العدو.وقوله
»اعلُ« أمر
بالعلو.»وهُبَلُ«
اسم
صنم.»الحَرْبُ
سِجَالٌ« أي
تكون لنا مرة
ولكم مرة، كما
يكون
للمستقين بالدلو
وهو السجل،
ولهذا دلو
ولهذا
دلو.و»المُثْلَةُ«
تشويه خلقة
القتيل بقطع
أو جدع .
2. (4247)- Bera İbnu Âzib (radıyallahu anh) anlatıyor: "O gün
müşriklerle karşılaştık. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ok
atıcılarından müteşekkil [elli kişilik]
bir grup askeri ayırıp, başlarına Adullah İbnu Cübeyr (radıyallahu anh)'ı tayin
etti. Ve şu tenbihte bulundu."
"Hiç bir surette yerinizden ayrılmayın! Hatta bizim onlara galip
geldiğimizi görseniz bile yerinizden ayrılmayın. Onların bize galebe
çaldıklarını [ve kuşların cesetlerimize üşüştüklerini] görseniz dahi [ben size
adam göndermedikçe] bize yardıma gelmeyin."
Müşriklerle karşılaştığımız zaman [Allah onları hezimete uğrattı
ve] kaçtılar. Hatta dağa hızla kaçan
kadınların eteklerini topladıklarını gördüm. (Ayak bileklerindeki) halkaları
bile gözüküyordu. (Bizimkiler) şöyle demeye başlamışlardı: "Ganimet,
ganimet!"
Abdullah İbnu Cübeyr (radıyallahu anh):
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)[ın size ne söylediğini
unuttunuz mu?] "yerlerinizi terketmeyin" diye tenbihledi!" dedi ise de (okçular)
dinlemediler. ["Vallahi, biz de arkadaşlarımızın yanına gdip, ganimet alacağız"
dediler.] Onlar bu emre itiraz edince, yüzleri ters çevrildi, (ne yapacağını
bilemeyen şaşkınlara döndüler ve) [mağlup oldular]. Yetmiş ölü verildi. Ebu
Süfyan ortaya çıkıp: "Aranızda Muhammed varmı?" diye sordu.
Aleyhissalâtu vesselâm "Ona cevap vermeyin!" dedi. Ebu Süfyan tekrar
sordu: "Aranızda İbnu Ebî Kuhâfe var mı?"
Resulullah yine: "Cevap vermeyin" buyurdu. Ebu Süfyan:
"Aranızda İbnu'l-Hattâb varmı?" diye sordu.Hiç kimse ona
cevap vermedi. O zaman Ebu Süfyan: "Bunların hepsi öldürüldüler. Eğer sağ
olsalardı cevap verirlerdi!" dedi. Bu söz karşısında Hz. Ömer (radıyallahu
anh) kendini tutamadı: "Ey Allah düşmanı yalan söyledin. Sana üzüntü
verecek şeyleri Allah ibkâ etsin!" dedi. Ebu Süfyan: "(Şanın) yüce
olsun Ey Hübel!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Buna cevap verin!" emretti. Ashab:
"Ne diyelim?" diye sordu.
"Allah mevlamızdır, sizin mevlanız yoktur!" deyin"
dedi. Ebu Süfyan:
"Güne gün! [Uhud Bedir'e karşılıktır.] Harb (elden ele geçen)
kova gibidir! Müsleye uğramış (uzuvları koparılmış) kimseler bulacaksınız. Bunu
ben emretmedim, [Buna memnun olmadım, kızmadım da, yasaklamadığım gibi emir de
etmedim] beni kötülemeyin!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Buna cevap verin!" emrettiler. Ashab: "Ne
söyleyelim?" diye sordu:
"Hayır eşitlik yok! Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde! deyin!"
buyurdular. [Buhârî, Megâzî 17, 9, 20, Cihâd 164, Tefsir, Âl-i İmrân 10, Ebu Dâvud,
Cihad 116, (2662), "Beni kötülemeyin" den sonrasını Rezîn ilave
etmiştir.[47]
ـ4248 ـ3ـ
وعن أنس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]غَابَ عَمِّي
أنَسُ بْنُ
النَّضْرِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
عَنْ قِتَالِ
بَدْرٍ.
فقَالَ:
غِبْتُ عَنْ
أوَّلِ
قِتَالِ النَّبِيِّ
#
المُشْرِكِينَ
لَئِنْ
أشْهَدَنِيَ
اللّهُ مَعَ
النَّبِيِّ #
قِتَالَ
الْمُشْرِكِينَ
لَيَرَيَنَّ
اللّهُ مَا
أصْنَعُ. فَلَمَّا
كَانَ يَوْمُ
أحُدٍ
انْكَشَفَ
الْمُسْلِمُونَ.
فقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّي
أَعْتَذِرُ
إلَيْكَ
مِمَّا
صَنَعَ
هؤَُءِ،
يَعْنِي الْمُسْلِمِينَ.
وَأبْرَأُ
إلَيْكَ
مِمَّا صَنَعَ
هؤَُءِ،
يَعْنِي
الْمُشْرِكِينَ.
ثُمَّ
تَقَدَّمَ
بِسَيْفِهِ
فَاسْتَقْبَلَهُ
سَعْدُ بْنُ
مُعَاذٍ
فقَالَ: يَا
سَعْدُ بْنَ
مُعَاذٍ الْجَنَّةَ
وَربِّ
النَّضْرِ
إنِّي ‘جِدُ
رِيحَهَا
مِنْ دُونِ
أُحُدٍ. قَالَ
سَعْدٌ: فَمَا
اسْتَطَعْتُ
يَا رسولَ
اللّهِ مَا
صَنَعَ ثُمَّ
تَقَدَّمَ.
قَالَ أنَسٌ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:فَوَجَدْنَا
بِهِ بِضْعاً
وَثَمَانِينَ،
مَا بَيْنَ
ضَرْبَةٍ
بِالسَّيْفِ
وَطَعْنَةٍ بِالرُّمْحِ
وَرَمْيَةٍ
بِسَهْمٍ.
وَوَجَدْنَاهُ
وَقَدْ
مَثَّلَ بِهِ
الْمُشْرِكُونَ.
فَمَا
عَرَفَهُ إَّ
أُخْتُهُ
بِشَامَةٍ
أوْ
بِبَنانِه.
قَالَ أنَسٌ:
كُنَّا نَرَى
أنَّ هذِهِ
اŒيَةَ
نَزَلَتْ
فِيهِ وَفي
أشْبَاهِهِ:
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
رِجَالٌ
صَدَقُوا مَا
عَاهَدُوا
اللّهَ
عَلَيْهِ
اŒية[. أخرجه
الشيخان والترمذي
.
3. (4248)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Amcam Enes
İbnu'n-Nadr (radıyallahu anh) Bedir savaşında bulunamadı. Bu sebeple: "Ben
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın müşriklere karşı yaptığı ilk savaşta
yoktum. Eğer Allah, bana Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte
müşriklerle savaşmak nasib ederse, Allah ne yapacağımı görecektir!" dedi.
Uhud günü müslümanlar (bozulup) dağılınca:
"Ey Allahım, bunların -yani müslümanların- yaptığından dolayı
özürlerinin kabulünü dilerim. Ben onların -yani müşriklerin- yaptığından da
sana sığınıyorum!" dedi ve
kılıncını çekip ilerledi. Karşısına Sa'd İbnu Mu'âz çıkmıştı:
"Ey Sa'd İbnu Mu'âz! Cenneti istiyorum! Nadr'ın Rabbine yemin
olsun ben Uhud'un önünde(n gelen) cennetin kokusunu duyuyorum!" dedi.
(O günü anlatan) Sa'd İbnu Mu'âz, (Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a):
"Ey Allah'ın Resûlü, (o gün) onun yaptıklarını (bir bir
anlatmaya) muktedir değilim! İlerledi (diyeyim o kadar)" dedi. Enes İbnu Mâlik,
(Sa'd İbnu Mu'âz (radıyallahu anh)'ı te'yiden) dedi ki:
"Biz (Enes İbnu Nadr'ın) cesedinde seksen küsür darbe izi
bulduk, kimisi kılıç, kimisi mızrak, kimisi ok yarasıydı. Ayrıca biz onu
müşrikler tarafından müsle edilmiş (gözü oyulup, burnu, kulakları koparılmış)
olarak bulduk. Öyle ki onu kimse
tanıyamamıştı. Kızkardeşi (halam Rübeyyi') -bedenindeki bir ben'inden veya- parmağının ucundan
tanıdı.
Enes (radıyallahu anh)
devamla dedi ki: "Biz şu âyetin, Enes İbnu Nadr ve benzerleri
hakkında indiğine inanırdık: "Mü'minlerden Allah'a verdiği ahdi yerine
getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir,
ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir" (Ahzab 23). [Buhârî, Megazî 17, Cihad
12; Müslim İmâret 148, (1903); Tirmizî, Tefsir, (3198).][48]
ـ4249 ـ4ـ
وعن جابر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَجُلٌ
يَوْمَ
أُحُدِ
لِلنِّبيِّ #
أرَأيْتَ إنْ
قُتِلْتُ،
أيْنَ أنَا
يَا رسُولَ
اللّهِ؟
قَالَ: في
الْجَنَّةِ.
فَألْقى
تَمَرَاتٍ
كُنَّ فِي
يَدِهِ ثُمَّ
قَاتَلَ
حَتّى قُتِلَ[.
أخرجه
الشيخان
والنسائي .
4. (4249)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Uhud günü bir
adam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sordu:
"Öldürülecek olsam, nereye gideceğim Ey Allah'ın
Resulü?"
"Cennete! cevabını alınca elindeki hurmaları fırlatıp attı.
(Kafirlerin içine dalıp) öldürülünceye kadar savaştı." [Buhârî, Megâzî 17;
Müslim, İmâret 143, (1899); Nesâî, Cihad 31, (6, 33).][49]
ـ4250 ـ5ـ
وعن ابن
المسيب قال:
]سمعتُ سعد بن
أبي وقاص
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يقول: نَثَلَ
لِي رسولُ
اللّهِ #
يَوْمَ
أُحُدٍ
كِنَانَتَهُ.
فقَالَ: ارْمِ
فَدَاكَ
أبِي
وَأُمِّي،
وكَانَ
رَجُلٌ مِنَ
المُشْرِكِينَ
قَدْ أحْرَقَ
الْمُسْلِمِينَ
فَزَعْتُ
لَهُ
بِسَهْمٍ
لَيْسَ فِيهِ نَصْلٌ.
فَأصَبْتُ
جَنْبَهُ
فَسَقَطَ
وَانْكَشَفَتْ
عَوْرَتُهُ
فَضَحِكَ
رَسُولُ اللّهِ
# حَتّى
نَظَرْتُ إلى
نَوَاجِذِهِ[.
أخرجه
الشيخان إلى
قوله: فداك
أبي وأمي.
وأخرج باقيه
مسلم.»الكِنَانَةُ«
الجعبة التي
فيها النشاب.
و»نَثَلَ« ما
فيها ألقاه
ونثر .
5. (4250)- İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Sa'd İbnu Ebî
Vakkas (radıyallahu anh)'ı işittim, demişti ki: "Uhud gününde resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sadakının içerisindeki okları bana bir bir verip:
"At! diyordu, at annem babam sana feda olsun!"
Müşriklerden biri müslümanları(n canlarını) yakmıştı, ona kanatsız
bir ok attım. Yan tarafından isabet ettirdim. Herif yere yıkıldı ve avret
yerleri de açıldı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) güldüler, o kadar ki yan
dişlerini gördüm." [Buhârî- Megâzî 18, 15; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 41,
(2411, 2412).][50]
ـ4251 ـ6ـ
وعن سعد بن
أبي وقاص
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]رَأيْتُ
عَلى يَمِينِ
رسولِ اللّهِ
# وَعلى
شِمَالِهِ
يَوْمَ
أُحُدٍ رَجُلَيْنِ
عَلَيْهِمَا
ثِيَابٌ
بِيضٌ
يُقَاتَِنِ
كَأشَدِّ
الْقِتَالِ
مَا
رَأيْتُهُمَا
قَبْلُ وََ
بَعْدُ،
يَعْنِى
جِبْرِيلَ وَمِيكَائِيلَ
عَلَيْهِمَا
السََّمِ[.
أخرجه الشيخان
.
6. (4251)- Sa'd İbnu Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Uhud günü, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağ ve sol iki
tarafında beyaz elbiseli iki adam
görüyordum. Bunlar,şiddetli birşekilde savaşıyorlardı. Onları ne daha önce
görmüştüm ne de daha sonra gördüm. -Yani bunlar Cibril ve Mikâil aleyhimâsselam
idiler-" [Buhârî, Megâzî 18, Libâs 24; Müslim Fedâil 46, (2306).][51]
ـ4252 ـ7ـ
وعن جابر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]أُصِيبَ
أبِي يَوْمَ
أُحُدٍ
فَجَعَلْتُ
أكْشِفُ عَنْ
وَجْهِهِ
وَابْكِي
وَجَعَلُوا
يَنْهَوْنِى
وَالنَّبِيُّ
# َ
يَنْهَانِي.
وَجَعَلْتْ
فَاطِمَةُ
بِنْتُ
عَمْرو بْنِ
حَرَامٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها
تَبْكِيهِ
فَقَالَ
#: تَبْكِيهِ
أوَْ
تَبْكِيهِ،
مَازَالَتِ
الْمََئِكَةُ
تُظِلهُ
بِأجْنِحَتِهَا
حَتّى
رَفَعْتُمُوهُ[.
أخرجه
الشيخان والنسائِي
.
7. (4252)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Babam Uhud
günü şehid oldu. Yüzünü açıp ağlamaya başladım. Bana mâni oldular. Ancak
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mani olmuyordu. Fatıma Bintu Amr İbni Haram
(radıyallahu anhâ) ona ağlamaya başladı. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ona ağlasan da ağlamasanda melekler onu, siz (cenazesini)
kaldırıncaya kadar, kanatlarıyla gölgelemektedirler buyurdular." [Buhârî,
Cenâiz 3, 34, Cihâd 20, Megâzî 26; Müslim, Fedailu's-Sahâbe 130, (2471); Nesâî,
Cenâiz 13, (4, 13).][52]
ـ4253 ـ8ـ
وعن السائب بن
يزيد عن رجل
سماه ]أنَّ
رسولَ اللّهِ
# ظَاهَرَ يَوْمَ
أُحُدٍ
بَيْنَ
دِرْعَيْنِ[.
أخرجه أبو داود.»ظَاهَرَ«
أي لبس
إحداهما فوق
اخرى .
8. (4253)- Sâib İbnu Yezîd, -ismini söylemiş olduğu- bir adamdan naklediyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü." [Ebu
Dâvud, Cihâd 75, (2590); İbnu Mâce, Cihad 18, (2806).][53]
ـ4254 ـ9ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رسولُ اللّهِ
# يَوْمَ
أُحُدٍ:
اشْتَدَّ
غَضَبُ
اللّهِ عَلى
قَوْمٍ
فَعَلُوا
بِنَبِيَّهِ
هكَذَا،
وَيُشِيرُ
إلى
رَبَاعِيَتِهِ.
اشْتَدَّ غَضَبُ
اللّهِ عَلى
رَجُلٍ
يَقْتُلُهُ
رسولُ اللّهِ
# فى سَبِيلِ
اللّهِ[.
أخرجه
الشيخان .
9. (4254)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Uhud günü: "Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah'ın öfkesi arttı"
dedi ve (kırılan) dişine işaret etti. Ve ilave etti: "Allah'ın gadabı,
Resulullah'ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de Allah'ın öfkesi
şiddetlendi." [Buhârî, Megazî 24; Müslim, Cihad 106, (1793).] [54]
ـ4255 ـ10ـ
وعن أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّ رَسُولَ
اللّهِ #: كُسِرَتْ
رَبَاعِيَّتُهُ
يَوْمَ
أُحُدٍ وَشُجَّ
فِي رَأسِهِ.
فَجَعَلَ
يَسْلِتُ
الدَّمَ عَنْ
وَجْهِهِ
وَيَقُولُ:
كَيْفَ يُفْلِحُ
قَوْمٌ
شَجُّوا
نَبِيَّهُمْ
وَكَسَرُوا
رَبَاعِيَّتَهُ،
وَهُوَ
يَدْعُوهُمْ
إلى اللّهِ؟ فَأنْزَلَ
اللّهُ:
لَيْسَ لَكَ
مِنَ ا‘مْرِ
شَىْءٌ اŒية[.
أخرجه مسلم
والترمذي.»شُجَّ
رَأسُهُ« إذا
شق وخرج
دمه.و»سَلَتَ
الدَمَ عَنِ
الْجُرِحِ«
إذا مسحه .
10. (4255)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Uhud günü dişi kırıldı, başından yaralandı. [Yüzüne
akan] kanı, yüzünden siliyor ve:
"Allah, kendilerini Allah'a davet eden peygamberlerinin
(başını) yarıp, dişini kıran [ve yüzünü kana bulayan] bir kavmi nasıl iflâh
eder?" diyordu. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi:
"Allah'ın onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi
işiyle senin bir ilgin yoktur. Çünkü onlar zâlimlerdir. Göklerde olanlarda
yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah bağışlayandır,
merhamet edendir" (Âl-i İmran 128-129). [Müslim, Cihâd 104, (1791);
Tirmizî, Tefsir, Âl-i İmran, (3005, 3006); Buhârî, muallak olarak kaydetmiştir.
(Megazî, 21).][55]
AÇIKLAMA:
1- Son rivayette (4255), Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Uhud' da yaralar aldığı belirtilmektedir. İbnu Hişâm'ın Ebu
Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh)'tan kaydına göre, Uhud'da Utbe İbnu Ebî Vakkas
Resulullah'ın sağ alt rebaiyye dişini[56] kırmış, alt dudağını da
yaralamıştır. Abdullah İbnu Şihâb
ez-Zührî de alnından yaralamıştır. Abdullah İbnu Kami'e elmacık kemiğinden
yaralamış, buraya miğferinden iki halkanın saplanmasına sebep olmuştur. Hatta,
bir rivayette, Sa'd İbnu Ebî Vakkas: "Ömrümde, Uhud'da Resulullah'ı
yaralayan kardeşim Utbe'yi öldürmek istediğim kadar hiç bir zaman insan öldürme
hırsı duymadım" demiştir.
Bunlardan Utbe İbnu Ebî Vakkas'ın sonradan İslam'a girdiğini İbnu
Merde söylemiş ise de, diğer müellifler onu reddederler ve kâfir olarak öldüğünü belirtirler. Abdullah
İbnu Kami'e'nin Resulullah'ın: "Allah seni zelil kılsın" bedduasını
aldığı ve bilahare bir dağ keçisinin, param parça oluncaya kadar boynuzlarıyla vurduğunu kaydederler.
Abdullah İbnu Şihâb ez-Zührî'nin, sahabeler arasında ismi geçer.
Sonradan İslam'la müşerref olup Mekke'de öldüğü, meşhur muhaddis Muhammed İbnu
Şihâbî'z-Zührî'nin ceddi olduğu belirtilir, (radıyallahu anh).[57]
Uhud: Medine'ye bir fersahtan daha yakın yeralan bir dağınadıdır.
Günümüzde genişleyen Medine, neredeyse Uhudun eteklerine ulaşmıştır.
Uhud savaşı, Hicretin üçüncü yılı içerisinde şevval ayında -tam
olarak söylemek gerekirse Medine'ye gelişin 32. ayında- cereyan etmiştir.
Bedir'den 13 ay sonra.
Bedir'de büyük bir yenilgiye uğrayan Mekkeli müşrikler,
müslümanlara karşı büyük, bir kinle dolmuştular. Medineli yahudilerin tahrikkâr
faliyetleri onların kinlerini daha da artırmış
olmalıdır.
Müslümanların böyle bir savaşa hiç ihtimal vermeyip, hazırlıksız
yakalandıkları söylenemez. Her hal-u kârda Hz. Peygamber Mekke'den ciddi bir
intikam saldırısı olacağını tahmin etmiş olmalıdır. Zaten Bedir savaşından
döner dönmez, Mekkeliler, Ebu Süfyan'ın müslümanlardan kaçırmaya muvaffak
olduğu kervanın kârına hiç dokunmayıp, onunla intikam ordusu hazırlama kararı
almışlardı. Hz. Peygamber Mekke'de olup
bitenleri takip ediyor, bilhassa amcası Abbas'ın mektuplarıyla günü gününe
haber alıyordu. Bu kervan ellibin dinarlık bir mala sahipti. İbnu Sa'd'ın
"Bir dinar bir dinarlık kâr sağladı" demesine göre sahiplerine iade
edilen sermayeden geriye elibin dinarlık servet savaş hazırlığına ayrılmış
oldu. "O küfredenler şüphe yok ki
mallarını, (halkı) Allah yolundan alıkoymaları için sarfederler..."
(Enfâl 36) âyetiyle bunun kastedildiği belirtilir.
Mekkeliler, bununla da yetinmeyip, müttefikleri olan diğer Arap
kabilelerine de adamlar gönderip onlarında yardımlarını sağladılar.
Hem Bedir hatıralarını canlı tutmaları hem de teşvikkar
davranışlarıyla daha dinamik, daha cansiperâne savaşmak için kadınlarıda
beraberlerinde almaya karar verdiler.
Mekke'den yola çıkan ordu üçbin kişilikti. Bunlardan yediyüzünde
zırh vardı. İkiyüz at, üçbin de develeri mevcuttu; 15 tane de kadın.
Resulullah, Mekke'den çıkış haberlerini alır almaz, hareketlerini takip etmek
üzere farklı ekipler halinde muhtelif casuslar gönderdi. Şehre gece nöbetçileri
çıkardı. O sırada kendisi de bir rüya görmüştü: "Sanki sağlam bir zırh
içerisindeydi, kılıncı Zülfikâr'ın demiri çatlamıştı. Bir öküz kesilmişti
arkadan da bir koç kesilmişti." Rüyayı ashabına anlattı. Ve şöyle tevil
etti: "Sağlam zırh Medine'dir. Kılıncımın çatlaması, nefsime gelecek bir
musibet, [Âl-i Beytimden birinin ölmesidir.] Kesilmiş sığır, ashabımdan
katldir. Koçun ilavesine gelince, koç bir gruptur, inşallah Allah
öldürecektir."
Bu rüya'ya göre, Resulullah Medine'den çıkmama görüşünde idi.
Görüşüne muvafakat almak istiyordu. Bu maksatla istişare etti. Abdullah İbnu
Übey İbni Selül de çıkmamak gerektiğini söyledi. [O şöyle diyordu: "Ey
Allahın Resûlü! Medne'de kal, onlara çıkma. Allah'a kasem olsun, Medine'den
düşmana karşı her çıkışta musibetle karşılaştık. Bize girince de onlar musibetle
karşılaştılar. Eğer girerlerse, erkekler karşılarında çarpışır, kadın ve
çocuklar tepelerinden taş atarlar..."] Medine'den çıkmamak, Muhacir ve
Ensâr'dan büyüklerin müşterek görüşü idi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Şehrin
içinde kalın. Kadın ve çocukları âtâmlara (şatovari surlu) evler) yerleştirin,
(biz de düzensiz olarak şehre girecek muhariplerle savaşırız)" diyordu.
Bedr'e katılmamış olan gençler, Resulullah'tan düşmana karşı çıkmayı taleb
ettiler, şehid olmak arzularını beyanettiler. ["Bizi düşmanın karşısına çıkarın,
bizi kendilerinden korkmuş, zayıflar olarak görmesinler dediler."]
İstişârede bu görüş galebe çaldı.
Resulullah halka cuma namazı kıldırdı. Sonra onlara vazetti,
gayret ve cihad emretti. Sabrettikleri takdirde zafer elde edileceğini
müjdeledi. Düşmana karşı çıkma hazırlığı yapılmasını emretti. İkindi namazını
da kıldırdıktan sonra şahsen hazırlanmak üzere evine girdi. Bu
esnada Medine ve Âvali ahalisi de hazırlanmış, toplanmış idi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın çıkmasını bekliyorlardı. Sa'd İbnu Muâz ile Üseyd
İbnu Hudayr, halka: "Siz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dışarı
çıkmaya zorladınız. Halbuki, O'na emir semadan gelir, kararı ona
bırakın!" dediler. Resulullah da
çıktı. Üst üste iki zırh giymiş, beline kayıştan mamul kılıç hamalini
bağlamış, kılıcını takmış, başına miğferini geçirmiş, kalkanını da sırtına atmış idi.
Bekleyen halk (Sa'd İbnu Muaz ve Üsyed'in konuşmaları üzerine
dışarı çıkmadaki ısrarlarına) toptan pişman olmuşlardı:
"Sana muhalefet bizim neyimize! Siz nasıl muvafık
görüyorsanız öyle yapın!" dediler. Ancak, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir peygamber zırhını bir kere giydi mi düşmanlarıyla onun
arasında Allah hükmedinceye kadar, onu atmak ona yakışmaz! Verdiğim emre dikkat
edin, onu Allah'ın adına yapın; sabrettiğiniz takdirde zafer sizindir"
der. Üç sancak bağlar. Evslilerin sancağını, Üseyd İbnu Hudayr'a; Hazreclilerin
sancağını Hubâb İbnu Münzir'e; Muhâcirlerinkini de Ali İbnu Ebî Talib'e verir,
(radıyallahu anhüm), Medine'ye de Abdullah İbnu Ümmi Mektum'u halef bırakır.
Atına biner ,yayını takar, eline de bir ok alır. Geri kalan
müslümanlarda silahlarını kuşanırlar. Yüz tanesi de zırhlıdır. Yola çıkarlar.
Geceyi Benî Neccar yurdunda geçirirler.
Düşman da Uhud'a inmiştir. Müslümanları takip etmektedir.
Sabahleyin Kantara bölgesine gelinir. Burada Ubey İbnu Ka'ab
adamlarıyla ayrılır.
Resulullah orduyu tanzim eder. Sağ cenahı sol cenahı ayırır;
yüzlerini Medine'ye, sırtlarını Uhud dağına vererek savaş düzenine girer. Geri
taraflarını kollamak üzere elli kişilik bir okçu birliği ayırır. Başlarına
Abdullah İbnu Cübeyr'i koyar: "Burada kalın arkamızı koruyun. [Oklarınızla
bizden atları defedin, arkamızdan gelmesinler]. Bizim kazandığımızı ve ganimet
toplamaya başladığımızı da görseniz sakın bize iştirak etmeyin. Bizim öldürüldüğümüzü
görecek olsanız asla yardım etmeyin" tenbihinde bulunur.
Müşrikler de tertibat alır. Sağ cenaha Halid İbnu Velid, sol
cenâha İkrime İbnu Ebî Cehl, yan cenahlara ikiyüz atlı birliği koyarlar. Atlı
birliğe Safvân İbnu Ümeyye komutan olur.
İki ordu yaklaşır. Ebu Süfyan, Ensar'a bir elçi göndererek:
"Bizimle, amcamızın oğlunun arasından çekilin. Biz size dokunmayız.
Sizinle savaşmaya niyetimiz yok" der. Ancak teklif reddedilir. Önce
Medine'den kaçan Ebu Âmir er-Râhib, elli kişilik adamıyla ortaya çıkarsa da
derhal dağıtılır.
Teke tek mübareze başlar, Mekkeli sancaktarlar birer birer
katledilir. Bu hal müşriklerin bozulup dağılmasına sebep olur. Müslümanlar
peşlerine düşer, silahlarını rahatça diledikleri yerlerine vururlar. Müşrikler
savaş meydanını terkederler. Müslümanlar onların bıraktığı ganimeti yağmalamaya
geçerler. Bu esnada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın geri tarafı beklemek
üzere bıraktığı okçular arasına ihtilaf girer. Bir kısmı yağmaya katılmak
ister. Komutanlarını dinleyip yerinde sebat edenler on kişiden aşağı düşer,
gerisi yerlerini terkeder. Bunlar hakkında şu âyet nâzil olmuştur:
"Andolsun ki, Allah size verdiği sözde durdu. Onun izniyle kâfirleri kırıp
biçiyordunuz. Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip
bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti
istiyordu, derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı"
(Âl-i İmran 152).
Dağın, korumadan boşaldığını gören Halid İbnu Velid ve peşinden
İkrime, arkadan çevirme yaparlar. Gediği bekleyen az sayıdaki okuçuyu şehid
edip hücuma geçerler.
Savaşın istikameti değişir. Arkalarından, atlıların hücumuna
uğrayan müslümanlar şaşkına döner. Derken önden kaçan müşrikler de geri
dönerler. Bozgun müslümanların arasına girer; merkezi planlı savaş kaybedilme
noktasına gelir. Resulullah'ın etrafında az sayıda kimse kalır. Herkes kendi
canının derdine düşer. Hatta İbnu Sa'd'ın bir cümlesine göre "Karmakarışık
olan, acele ve dehşetten parolasız (şiarsız) savaşan müslümanlar ne yaptığının
şuuruna varmadan birbirlerine vurmaya başlarlar."
Bu kritik anda, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın önünde
savaşan ve aynı zamanda Resulullah'a koruyuculuk ve sancaktarlık yapan Mus'ab
İbnu Umeyr'i, İbnu Kamie el-Leysi şehid eder ve Resulullah'ı öldürdüğünü
zannederek Kureyş'e: "Muhammed'i öldürdüm" diye müjde götürür. Herkes
bu sözü tekrarlar. Bu haber müslümanlardaki bozgunu iyice artırır.
Bir kısım müslümanlar savaş meydanını terkeder. Resulullah az
kimseyle sebat eder; yaralar alır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
amcası Hamza, Abdullah İbnu Cahş, Mus'ab İbnu Umeyr gibi bir kısım büyük zatlar
şehid olurlar. İbnu Sa'd, Ensardan 70
kişinin şehid düştüğünü kaydeder. Mekkelilerin kaybı da 23'dür.
İbnu Hacer'in tahkikine göre, İslam ordusu bu savaşta üç gruba
ayrılmıştır:
1) Bir grup, Medine yakınlarına kadar kaçmış, savaş bitinceye
kadar geri dönmemiştir. Bunlar sayıca azdır. Bunlar hakkında: "İki
topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin yaptıklarının bir kısmından
ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, andolsun ki
onları affetti..." (Âl-i İmrân 155) âyeti nâzil olur.
2) Bir grup: Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın öldürüldüğü haberini işitince şaşkına dönerler.
Bunlardan her biri kendi nefsini kurtarma gayretine düşer. Bunlar öldürülünceye
kadar savaşma azmini yitirmediler. Bunlar Ashabın ekseriyetini teşkil ediyordu.
3) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte sebat edenler.
Bilahare ikinci grup da yavaş yavaş bunlara iltihak etti. Resulullah'ın
etrafında sebat edenlerin sayısı hakkında farklı rakamların gelmiş olması da
bundan ileri gelir: Panik anında az sayıda kimse kalmış, sonradan, yavaş yavaş toparlanan müslümanlar,
Resulullah'ın sağlık haberini aldıkça birer ikişer tekrar etrafında çoğalmaya
başladılar. Bu farklı rivayetlerden birine göre Resulullah'la birlikte o gün
"beş Ensar" kalmıştır. Bir diğerine göre yedi Ensâr, Kureyş'ten iki
kişi Talha ve Sâd; bir başkasına göre, "Oniki Ensâr", bir diğerinde
"Onbir Ensâr, -ve Talha"; bir beşinci rivayette yedisi Ensâr, biri
Hz. Ebu Bekr olmak üzre- yedisi Muhacir
ondört sahabî" kalmıştır. Taberî'nin Süddî'den bir kaydına göre yapılan
çağrı üzerine otuz kişi toplanmıştır.
O dehşetli günde Aleyhissalâtu vesselâm'ın etrafında sabit
kalanların ismini Vâkidî, Megazî'de şöyle serdeder: "Muhacirlerden şu yedi
kişi: Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali, Abdurrahman İbnu Avf, Sa'd İbnu Ebî Vakkas, Talha,
Zübeyr, Ebu Ubeyde radıyallahu anhüm ecmâîn: Ensardan: Ebu Dücâne, Hubâb
İbnu'l-Münzir, Âsım İbnu Sâbit, Hâris İbnu's-Sımme, Sehl İbnu Huneyf, Sa'd İbnu
Mu'az, Üseyd İbnu Hudayr radıyallahu anhüm ecmâîn."
Mekkeliler, 4247 numaralı hadiste teferruatlı olarak anlatıldığı
üzere, bazı büyükleri teker teker sayarak hayatta olup olmadıklarını sorar.
Resulullah cevap vermemelerini tenbih eder. Onların öldüğüne hükmederler. Ancak
Hz. Ömer, en sonunda dayanamayıp hepsinin hayatta olduğunu söyler.
Ebu Süfyan, Medine'yi yağmalamayı düşünmeden Mekke'ye dönme kararı
verir. Yola çıkar. Resulullah derhal toparlanıp Hz. Ali (radıyallahu anh)'ı
peşlerinden takibe yollar. "Develerine binerlerse Mekke'ye gidiyorlar,
atlara binerlerse Medine'ye. Nefsimi kudret eliyle tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin
olsun, eğer Medine'ye yönelecek
olurlarsa mutlaka onlarla savaşacağım" der. Hz. Ali sessizce takip eder,
"develerine bindikleri" haberini getirir. Resulullah kendi yarasını
sarar, diğer yaralılarla meşgul olunur. Şehidler namaz kılmadan
defnedilir. Bir kabre iki-üç tanesi birden konur. Kur'an'dan daha çok bilen,
kıble cihetine, öne konur.
Ebu Süfyan'ın Medine'ye girmeyi düşünmeden Mekke'ye çekilmesinin
sebebi hala bir muamma olarak kalmaktadır.
* Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud savaşının ertesi
günü, -ki Şevvalin 16'sıdır- müezzini vasıtasıyla Medine'de ilan ederek,
düşmanı takibe çıkacaklarını, hazırlık yapılmasını emreder. Ve ilave eder:
"Dün savaşa katılanlar dışında kimse bu sefere katılmayacak!" İbnu
Hişam, Resulullah'ın bu takip seferini düşmanları korkutmak ve onlara
kendilerini takip etmek üzere çıktıkları haberinin ulaşması, böylece
Resulullah'ın güçlü olduğu, savaşta uğranılan musibetin, müslümanları
zayıflatmadığı hususunda kanaat sahibi olmaları için yaptığını belirtir. Bunda,
mü'minlerin moralini takviye gayesinin de güdüldüğü açık bir durumdur.
* Uhud'la ilgili bazı hadiseleri, müteakip hadisini açıklama
kısmında kaydedeceğiz.[58]
Uhud savaşı, görüldüğü üzere iki safhada cereyan etmiştir. Birinci
safhada müslümanlar zafer kazanmışlar, Mekkelileri bozguna uğratmışlardır.
Ancak, okçuların Resulullah'ın çok sıkı tenbihine rağmen yerlerini
terketmiş olmaları kesin zaferle noktalanmasına ramak kalan bir savaşın
kaderini tersine çevirmiştir.
Şu halde bozgunun görülen zahir sebebi Resulullah'ın emrinin
dinlenmemesi, yani okçuların mevzilerini terketmeleridir. Okçuları bu davranışa
itende "ganimet toplama hırsı"dır.
Askerlikte emre itaat esastır, başarının sırrı burada yatar. Emre
itaati ihlal eden mühim bir husus da madde
hırsı, bencillik gözükmektedir. Resulullah, insandaki maddi hırsın
fıtrîliğini bilmekte ve insan ne kadar yaşlansa da, o zaafının, iki vadi dolusu altını olsa bile altın dolu bir üçüncü
vâdi isteyecek kadar canlı ve berdevam
olduğuna dikkat çekmektedir. Ganimetlerin taksimiyle ilgili ahkâm Bedir seferi
sırasında gelmiş ise de, taksimden önce ganimet malı üzerinde yapılacak
tasarrufun haram olduğu hususu Hayber seferinden sonra teşri edilmiştir. Belki
de bu Uhud bozgununun dersiyle olacak
Aleyhissalâtu vesselâm, taksimden önce ganimetten alınacak tek bir
"iğne"nin, bir "ayakkabı bağı"nın dahi şehid olmaya mani
bir cürüm olduğu hususunu ısrarla işlemiş, takrir etmiştir. Ne var ki, başta
Puvatya olmak üzere birçok mühim savaşlarda bu ganimet hırsı mağlubiyetlerin
sebebi olmaya devam edecektir.[59]
Uhud savaşına kader-i ilâhî açısından bakan Bediüzzaman,
müslümanların oradaki yenilgisine bir başka yorum getirir:
Mühim Bir Sual: "Fahru'l-Âlemîn ve Habib-i
Rabbü'l-Âlemin Hazret-i Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Sahabelerinin, müşrikîne karşı Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde
mağlubiyetinin hikmeti nedir?"
el-cevap: "Müşrikler içinde o zamanda saff-ı sahabede bulunan
ekâbir-i sahabeye istikbalde mukabil gelecek Hazret-i Halid gibi çok zâtlar
bulunduğundan, şanlı ve şerefli olan istikballeri nokta-i nazarından bütün
bütün izzetlerni kırmamak için, hikmet-i ilahiyye, hasenât-ı istikbaliyelerinin
bir mükâfaat-ı muaccilesi olarak mâzide onlara vermiş, bütün bütün izzetlerini
kırmamış. Demek mazideki sahabeler,
müstakbeldeki sahabelere karşı mağlub olmuşlar. Tâ o müstakbel sahabeler berk-i
süyuf korkusuyla değil, belki bârika-i
hakikat şevkiyle İslamiyet'e girsin ve
o şehameti fıtriyeleri çok zillet çekmesin."[60]
ـ4256 ـ1ـ عن
أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]بَعَثَ
النَّبِيُّ #
سَرِيَّةً
عَيْناً وَأمَّرَ
عَلَيْهِمْ
عَاصِمَ بْنَ
ثَابِتٍ، وَهُوَ
جَدُّ
عَاصِمِ بْنِ
عمر بْنِ
الخَطَّابِ.
فَانْطَلَقُوا
حَتّى إذَا
كَانُوا بَيْنَ
عُسْفَانَ
وَمَكَّةَ،
ذُكِرُوا
لِحَىٍّ مِنْ
هُذَيْلٍ
يُقَالُ
لَهُمْ بَنُو
لِحْيَانَ.
فَتَبِعُوهُمْ
بَقَرِيبٍ
مِنْ مِائَةِ
رَامٍ فَاقْتَصُّوا
آثَارَهُمْ
حَتّى أتَوْا
مَنْزًِ
نَزَلُوهُ
فَوَجَدُوا
فِىهِ نَوَى
تَمْرٍ
تَزَوَّدُوهُ
مِنَ
الْمَدِينَةِ.
فَقَالُوا:
هذَا تَمْرُ
يَثْرِبَ.
فَتَبِعُوا
آثَارَهُمْ
حَتّى
لَحِقُوهُمْ
فَلَمَّا
أحَسَّ
بِهِمْ
عَاصِمِ
وَأصْحَابُهُ
لَجَئُوا إلى
فَدْفَدٍ،
وَجَاءَ
الْقَوْمُ
فَأحَاطُوا
بِهِمْ
فَقَالُوا:
لَكُمْ
الْعَهْدُ
وَالْمِيثَاقُ
إنْ نَزَلْتُمْ
إلَيْنَا أنْ
َ نَقْتُلْ
منْكُمْ
رَجًُ.
فَقَالَ
عَاصِمٌ:
أمَّا أنَا
فََ أنْزِلُ
فِى ذِمة
كَافِرٍ.
اللَّهُمَّ
أخْبِرْ عَنَّا
رَسُولَكَ.،
فَقَاتَلُوهُمْ
حَتّى قَتَلُوا
عَاصِماً فِي
سَبْعَةِ
نَفَرٍ
بِالنَّبْلِ وَبَقى
خُبَيْبٌ
وَزَيْدٌ
وَرَجُلٌ
آخَرُ. فَأعْطَوْهُمْ
الْعَهْدَ
وَالْمِيثَاقَ.
فَنَزَلُوا
إلَيْهِمْ.
فَلَمَّا
اسْتَمْكَنُوا
مِنْهُمْ
حَلُّوا
أوْتَارَ
قِسِّيهِمْ
فَرَبَطُوهُمْ
بِهَا.
فَقَالَ
الرَّجُلُ
الثَّالِثُ
الَّذِى
مَعَهُمَا:
هذَا أوَّلُ
الْغَدْرِ.
فَأبَى أنْ
يَصْحَبَهُمْ
فَجَرَّرُوهُ
وَعَالَجُوهُ
عَلى أنْ
يَصْحَبَهُمْ.
فَأبي أنْ يَفْعَلَ
فَقَتَلُوهُ.
وَانْطَلَقُوا
بِخُبَيْبٍ
وَزَيْدٍ
حَتّى
بَاعُوهُمَا
بِمَكَّةَ
فَاشْتَرَى
خُبَيْباً
بَنُو
الْحَارِثِ
بْنِ عَامِر بْنِ
نَوْفَلٍ.
وَكَانَ
خُبَيْبٌ
هُوَ قَتَلَ
الْحَارِثَ
يَوْمَ
بَدْرٍ.
فَمَكَثَ
عِنْدَهُمْ
أسِيراً
حَتّى
أجْمَعُوا
قَتَلَهُ. فَاسْتَعَارَ
مُوسى مِنْ
بَعْضِ
بَنَاتِ الْحَارِثِ
لِيَسْتَحِدَّ
بِهَا.
فَأعَارَتْهُ.
قَالَتْ:
فَغَفَلْتُ
عَنْ صَبىٍّ
لِى فَدَرَجَ
إلَيْهِ
حَتّى أتَاهُ
فَوَضَعَهُ
عَلى فَخْذِهِ
فَلَمَّا
رَأيْتُهُ
فَزِعْتُ
فَزْعَةً حَتّى
عَرَفَ ذلِكَ
مِنّى، وفِى
يَدِهِ الْمُوسى.
فقَالَ:
أتَخْشَيْنَ
أنْ
أقْتُلَهُ؟ مَا
كُنْتُ
‘فْعَلَ ذلِكَ
إنْ شَاءَ
اللّهِ. وَكَاَنَتْ
تَقُولُ: مَا
رَأيْتُ
أسِيراً قَطَّ
خَيْراً مِنْ
خُبَيْبٍ،
وَلَقَدْ
رَأيْتُهُ يَأكُلُ
مِنْ قُطْفِ
عِنَبٍ،
وَمَا
بِمَكَّةَ
يَوْمَئِذٍ
ثَمَرةٌ،
وَإنَّهُ
لَمُوثَقٌ
بِالْحَدِيدِ،
وَمَا كَانَ
إَّ رِزْقاً رَزَقَهُ
اللّهُ
خَبِيباً.
فَخَرَجُوا
بِهِ مِنَ
الْحَرَمِ
لِيَقْتُلُوهُ
فَقَالَ: دَعُونِى
أُصَلِّى
رَكْعَتَيْنِ
ثُمَّ
انْصَرَفَ
إلَيْهِمْ فَقَالَ:
لَوْ َ أنْ
تَرَوْا أنَّ
مَابِي جَزَعٌ
مِنَ
الْمَوْتِ
لَزِدْتُ.
فَكَانَ أوَّلَ
مَنْ سَنَّ
الرَّكْعَتَيْنِ
عِنْدَ الْقَتِلِ
هُوَ.
وَقَالَ:
اللَّهُمَّ
احْصِهِمْ
عَدَداً.
ثُمَّ
قَالَ:مَا
أُبَالى
حِينَ أُقْتَلُ
مُسْلِماً
عَلى أىِّ
شِقٍّ كَانَ
فِي اللّهِ مَصْرَعِي
وذلِكَ فِي
ذَاتِ ا“لهِ
وإنْ يَشَأ
يبَارِكْ
عَلى
أوْصَالِ
شِلْوٍ
مُمَزِّعِ
ثُمَّ قَامَ
إلَيْهِ
عُقْبَةُ
بْنُ الْحَارِثِ
فَقَتَلَهُ.
وَبَعَثَتْ
قُرَيْشٌ إلى
عَاصِمٍ
لِيُؤْتُوا
بِشَىْءٍ
مِنْ جَسَدِهِ
بَعْدَ مَوْتِهِ،
وَكَانَ
قَتَلَ
عَظِيمَا
مِنْ عُظَمَائِهِمْ
يَوْمَ
بَدْرٍ.
فَبَعَثَ اللّهُ
عَلَيْهِ
مِثْلَ
الظُّلَّةِ
مِنَ الدَّبْرِ.
فَحَمَتْهُ
مِنْ
رُسُلِهِمْ
فَلَمْ يَقْدِرُوا
مِنْهُ عَلى
شَىْءٍ[.
أخرجه البخاري
وأبو داود.
»الْفَدْفدُ«
الموضع
الغليظ
المرتفع.ومعنى
»عالجوهُ« أى
ما رسوه،
وأراد به أنهم
خدعوه
ليتبعهم
فأبي.»وَا“سْتحدادُ«
حلق
العانة.و»القطفُ«
العنقود، وهو
اسم لكل ما
يقطف.و»الشَّلْوُ«
العضو من
أعضاء
انسان.و»الْمُمَزَّعُ«
المفرق.»الظَّلَّةُ«
الشئ المظل من
فوق.»الدَّبْرُ«
جماعة النحل .
1. (4256)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gözcü seriyye gönderdi. Başına
Âsım İbnu Sâbit'i komutan tayinetti. Bu zât Amr İbnu Âsım İbni'l-Hattâb'ın
ceddi idi. Usfân ile Mekke arasında bulunan bir yere kadar gittiler. Huzeyl
Kabilesi'nin Beni Lihyan denen bir koluna haber verdiler. Bunları yüz okçu
yakından takibe aldı. İzlerini takiben onların inmiş bulunduğu yere kadar
geldiler. Onların azık olarak Medine'den beraberlerine almış oldukları hurmanın
çekirdeğini buldular.
"Bu Yesrib (Medine) hurmasıdır!" dediler ve izlerini
takibe devam ederek, Ashab'a kavuştular. Âsım ve ashâbı onları hissedince sarp
bir yere sığındılar. Takipçiler gelip onları kuşattılar.
"Eğer bize teslim olursanız size ahd ve misakımız var, sizden
kimseyi öldürmeyeceğiz!"dediler. Âsım:
"Ben bir kâfirin zimmetine teslim olmam. Allahım, Resûlüne
bizden haber ver!" dedi.
Aralarında mukatele (vuruşma) çıktı. Takipçiler ok attılar. Âsım (radıyallahu
anh) yedi kişiyle birlikte şehid oldu. Geriye Hubeyb, Zeyd ve bir kişi daha
kaldı.Takipçiler, bunlarada ahd ve misak teklif ettiler. Bunlar, onlara teslim
oldular. Ele geçirir geçirmez, derhal yaylarının kirişlerini çözerek, bunları
onlarla bağladılar.
Hubeyb ve Zeyd'in yanındaki üçüncü şahıs:
"Bu verdikleri söze birinci ihânetleri" deyip, onlarla
beraberliği reddetti. Onu sürüyüp braberliğe zorladılar. O yine de direndi. Onu
da şehid ettiler, Hubeyd ve Zeyd'i
Mekke'ye götürüp orada sattılar. Hubeyb'i Beni'l-Hâris İbni Âmir İbni Nevfel
satın aldı. Hubeyb, Bedir günü el-Hâris'i öldürmüştü. Yanlarında esir olarak
kaldı. Sonunda öldürmeye karar verdiler. (Bir ara) el-Hâris'in kızlarından
birinden etek traşı olmak için ustura istedi, kız getirdi. Kadın der ki: "Bir çocuğum vardı, gafil davrandım.
Hubeyb'in yanına kadar çıktı. Hubeyb onu
dizine oturttu. O vaziyette görünce çok korktum. Benim korktuğumu Hubeyb
farketti, ustura de elindeydi."
"Çocuğu öldüreceğimden mi korkuyorsun? İnşaallah böyle bir
şey yapmam" dedi. Yine o kadın şunu anlatmıştı:
"Ben Hubeyb'ten daha hayırlı bir esir görmedim. Bir gün onun,
salkımdan üzüm yediğini gördüm. Halbuki o sırada Mekke'de hiç bir meyve yoktu. Üstelik demir
zincirlerle bağlı idi. Demek ki o,
Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı.
Öldürmek üzere onu, Harem bölgesinden çıkardılar. Orada:
"Beni bırakın iki rek'at namaz kılayım!" dedi.
(Bıraktılar namazını kılınca) geri geldi.
"Eğer ölümden korktu demiyecek olsaydınız daha fazla
kılacaktım!" dedi. İdâm sırasında
namaz kılmayı ilk sünnet kılan kimse Hubeyb idi.
"Allahım, onların hepsini say, [dağınık dağınık öldür]"
dedi. Sonra şu beyitleri terennüm etti:
"Müslüman olarak öldürüldükten sonra gam yemem,
Nerede olursa olsun Allah için ölüyorum.
Bu ölüm O'nun zâtı(nın rızası) yolundadır. Dilerse O, darmadağınık
uzuvların eklemleri üzerine bereket verir.
[Sonra Hubeyb: "Alahım, Resulüne selamımı götürecek kimse
bulamıyorum, sen duyur" der.][61]
Sonra Ukbe İbnu'l-Hâris kalkıp Hubeyb'i öldürdü.
Kureyş Bedir'de pek çok büyüklerini öldürmüş bulunan Âsım'ın
cesedinden bir parça getirtmek için, onun ölümünden sonra, ölüsüne adamlar
gönderdi. Allah Teâlâ Hazretleri de onun üzerine arı oğulu nevinden bir
gölgelik gönderdi. Bu, Kureyş'in
gönderdiklerine karşı onun cesedini korudu, hiç bir şey alamadılar."
[Buhârî, Megâzî, 38, 9, 170, Tevhid 14; Ebu Dâvud, Cihad 115, (2660, 2661),
Cenâiz 16, (3112).][62]
AÇIKLAMA:
1- Reci vak'ayı ciğersuz'u, İbnu'l-Esire göre hicretin
dördüncü senesinin başlarında, Safer ayında, Uhud Gazvesinin akabinde vukûa
gelir. İbnu İshak'ın nakline göre, Uhud'dan sonra Adel ve el-Kâre
kabilelerinden gelen bir heyet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
başvurarak: "Ey Allah'ın Resulü! Aramızda İslam yayılmaktadır. Bizimle
birlikte ashabından bazılarını gönder de bize dini öğretsinler" diye talebte bulunurlar. Resulullah da onlarla
birlikte altı kişi gönderir. Başlarına Âsım İbnu Sâbit'i -bir rivayete göre de
Mersed İbnu Ebî Mersed- (radıyallahu anhümâ)'yı koyar.
Hadisenin tasvirinde rivayetler arasında bazı farklılıklar var.
Mesela sadedinde olduğumuz rivayet 10 kişi derken, İbnu İshak'ın rivayeti altı
kişiden bahseder. İbnu Hacer, üç kişinin bunlara tabi olan kimseler
olabileceği, -bu yüzden- onlar üzerinde ciddi durulmamış olabileceği tahminini
yürütür.
Bu grup el-Hed'e nâmmevkiye gelince ihânete uğrarlar. Bunları
götürenler orada Hüzeyl'e mensub bir kabileden yüz kadar okçu te'mini ile
sadedinde olduğumuz hadiste tafsil edilen vukuatı tezgahlarlar.
2- Rivayette Âsım'ın
cesedinden bir parça getirmek üzere ölüsüne adam gönderildiği kaydedilir. Başka
rivayetlerde "kafasını getirip Sülâfe Bintu Sa'd'a satmak için" adam
gönderildiği mevzubahistir. Çünkü, Âsım, Bedir'de bu kadının iki oğlunu
öldürmüştü. Kadın, Âsım (radıyallahu anh)'ın kafatasında şarap içmeye nezretmişti. Ama Cenâb-ı Hakk onu
arılarla koruyarak gündüz yanaşmalarını mâni olur. İşi geceye bırakırlar, gece
ise cesedi, Rabb Teâlâ kaybeder, boş dönerler.
Mekke'ye getirilen ikinci şahıs Zeyd İbnu'd- Desinne'yi Safvân
İbnu Ümeyye satın alır. Bedir'de öldürülen iki oğluna bedel, öldürülmek üzere
Harem'den Hıll bölgesine çıkarılır. Ten'ime gelirler. Orada Safvân'ın cellâd
oğlu sorar:
"Allah adına söyle, şu anda Muhammed'in senin yerinde
olmasını, sana bedel onu öldürmemi, seninde ailene dönmeni istemez misin?"
Zeyd şu tarihi cevabı verir:
"Vallahi, Muhammed'in değil burada olmasını, şu anda
bulunduğu yerde onu rahatsız edecek bir dikenin ayağına batmasını, evimde
olmama tercih edemem." Bu manzara karşısında Ebu Süfyan:
"Ben, Muhammed'in ashabının onu sevdiği kadar, bir kimsenin bir başkasını öylesine sevdiğini
ömrümde görmedim!" der.
Ashab'ın Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a olan sevgisini
aksettiren birçok vak'a Uhud savaşı sırasında geçer. Burada zikrine münasebet
düştüğü için kaydediyoruz. Bunlar bize, zulümle, katille, terörle, zorbalıkla,
zâlimâne kanunların baskısıyla yarım
asırdan fazla bir zamandan beri vicdanlarda dikilmeye çalışılan beşerî putların
yıkılmaya başladığı günümüzde (1989-1990 ve bu vetirenin tamamlanacağı ileriki
birkaç yılda), İslam'ın hakiki büyüklüğü, kısa zamandaki başarısındaki sır,
asırlar geçmesine rağmen dimdik capcanlı ayakta oluşunun gerçek sebebi
hususunda mesaj verecektir:
Enes İbnu'n-Nadr, Uhud'da herkesin şaşkın hale düştüğü bir anda
tek başına ilerler, bu şaşkınlığın şoku içinde
olan muhacirlerden bir gruba rastlar.
"Sizi böyle hareketsiz kılan nedir?" der.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) öldürülmüş!"
cevabını verirler. Enes İbnu'n-Nadr:
"Ondan sonra yaşamayı ne yapacaksınız? Onun öldüğü dava
uğruna siz de ölün!... Ey kavm! Muhammed öldü ise, Muhammed'in Rabbi (davası)
ölmedi. Muhammed'in kavga verdiği şey adına siz de kavga verin!"
* Safiyye Bintu Abdilmuttalib, Hz. Hamza'nın müsle'ye maruz kaldığını, karnının deşilip ciğerlerinin bile çıkarıldığını
işitince, görmek üzere savaş yerine gelir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Safiyye'nin oğlu Zübeyr (radıyallahu anh)'a: "Anneni geri çevir, kardeşi
Hamza'yı o halde görmesin!" emreder. Zübeyr, Safiyye (radıyallahu anhâ)'yı
karşılar ve Resulullah'ın "geri dönmesi" emrini tebliğ eder. İşte
Safiyye validenin de o anda sarfettiği söz,
İslam davasına inanmış bir ağızdan çıkan tarihi bir sözdür:
"Bana, kardeşime müsle yapıldığı haberi geldi. Allah yolunda
bu azdır! Biz daha fazlasına da razıyız! Allah'tan ücret bekleyeceğim ve
sabredeceğim!"
Hz. Zübeyr (radıyallahu anh)
bu sözleri Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirir.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öyleyse bırak gitsin" buyurur. Kadın, Hz. Hamza'nın
yanına gelir, sükûnet içinde ruhuna dua okur ve innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun deyip ayrılır.
* Savaş sonrası, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashabıyla
birlikte Medine'de Benî Dinâr'dan bir kadına uğrar. Savaşta kocası, oğlan
kardeşi ve babası şehid düşmüştür. Ashab birer birer bu kayıplarını haber
verir. Kadın:
"Resulullah'a ne oldu onu söyleyin!" der. Ashab:
"Elhamdülillah! O sağdır, selâmettedir, arzu edeceğin gibidir!" derler.
"Bana gösterin, gözlerimle göreyim!" der. Resulullah
burada denir. İşaret edilerek kadına gösterilir. Kadın Resulullah'ı görünce:
"Sen sağ olduktan sonra her musibet küçüktür, hiçtir!"
der.[63]
3- Hadisten Çıkarılan Bazı Faideler:
* Esir, düşmanın emanını kabul etmeyebilir, caizdir.
* Emanı kabul etmesine de ruhsat tanınmıştır, ancak eman istememesi azimettir. Hasan Basrî hazretleri
"Eman istemede bir beis yok"
demiş ise de Süfyan Sevrî "mekruh addederim" demiştir.
* Müşriklere verilen ahde uymaya, onların çocuklarını öldürmekten
kaçınmaya, kendisini öldüreceklere iyi davranmaya örnek var.
* Velilerin kerâmeti haktır.
* Kâfirlere âmmeten beddua caizdir.
* İdam edilirken namaz kılınır.
* İdam sırasında şiir inşadı caizdir.
* Hubeyb'in dinindeki kuvvet ve yakîni gözükmektedir.
* Allah müslüman kullarını da her çeşit musibetle imtihan
eder.
* Müslümanın duasına diri veya ölü iken de Allah'ın icabet ettiğine
örnek var. Cenâb-ı Hakk, öldükten sonra onun cesedini himaye etmiş, müşriklerin
dokunmasını önlemiştir. Ancak şehidlik ikramıyla şereflendirmek için,
katletmelerine mâni olmamıştır. [64]
4- Kerâmet Meselesi:
Sadedinde olduğumuz rivayette Hubeyb (radıyallahu anh)'ın
üzüm salkımından üzüm yemesi hadisesi, Sahâbe'nin
mazhar olduğu keramete bir örnek olmaktadır. Bu vesile ile, kerametin sübutu
kabul edilir mi edilmez mi hususundaki münakaşaya yer veren İbnu Hacer,
bazılarının kerameti inkâr ettiklerini belirttikten sonra, İbnu Battal'ın bir
açıklamasını kaydeder. Onun, inkâr edenlerle kabul edenler arasında orta bir
yol tuttuğunu belirttikten sonra derki:
"Ehl-i sünnet ve'lcemaatten meşhur olan görüş şudur: "Mutlak olarak kerâmetin sübutu haktır.
Ancak, Ebu'l-Kâsım el-Kuşeyrî gibi bazıları "Bir kısım peygamberlere tahaddi ile gelen çeşitten
harikaların keramet olarak velilere verilmesini istisna kıldılar. Mesela
babasız olarak çocuk hâsıl etmek gibi hârikalar ortaya koyamazlar. Bu, keramet
meselesindeki görüşlerin en doğrusudur. Zira,
ânında duânın icabet görmesi, yiyecek ve içeceğin duanın bereketiyle çoğalması, gözle
görülmeyen şeylerin keşfedilmesi, vukua gelecek hâdisenin önceden haber
verilmesi gibi kerametler gerçekten o kadar çoktur ki bunların vukûunu salâh
ehline nisbet etmek bir adet, (normal bir hal) hâlini aldı. Şimdilerde,
hârikulâde denen şey Kuşeyrî'nin söylediği hususa inhisar etti. "Bir
peygamberde mu'cize olarak görülen her
bir şeyin bir velide de kerâmet olarak vukûu câizdir" diye mutlak konuşan
kimsenin sözünü kayıtlamak gereği anlaşıldı. Bütün bu münakaşa ve açıklamaların
gerisinde, halkta yerleşen yanlış bir
inanç yatmaktadır. Buna göre, "Kimin elinde hârikulâde bir hadise zuhur ederse o kimse
veliyullahtandır." Halbuki bu inanç
yanlıştır. Zira, harikulâde hadise bazan kâhin, sâhir, râhib gibi yanlış yolda
giden insanların eliyle de zuhur etmektedir. Öyleyse, hârikulade hâdisenin
zuhurunu, evliyaullahın velayetine delil kılan kimsenin, kerâmetle
diğer hârikulade hadiseler arasında bir tefrik yapması, ayırdedici bir ölçü
koyması gerekmektedir. Bu hususta söylenenin en güzeli, "Böyle bir
hadiseye mazhar olan kimsenin hâli
tedkik edilir, eğer dinin emir ve yasaklarına sıkı sıkıya bağlı birisi ise, bu
hârikulâde hadise onun velâyetine delil olur; kimde bu hal yoksa, veli
değildir" diyenlerin sözüdür. Tevfik Allah'tandır."
İslam âlimleri, hakiki veli olmayan, İbnu Hacer'in ifadesiyle
"Kâhin, sâhir, râhib gibi yanlış yolda gidenlerin" elinde zâhir olan
hârikalara istidrac der. Bu meseleye temas ihtiyacını duyan Bediüzzaman
istidracla keramet arasındaki farkı şöyle açıklar: "Keramet ile istidrac
mânen birbirine mütebayindir (zıddır). Zira kerâmet, mucize gibi Allah'ın
fiilidir ve o kerâmet sahibi de kerametin Allah'tan olduğunu bilir ve Allah'ın
kendisine hâmi ve rakîb (murâkabe eden) olduğunu da bilir.Tevekkül ve yakîni de
fazlalaşır. Lâkin, bazan Allah'ın izniyle kerâmetlerine şuunu olur. Bazan
olmaz evla ve eslemi de bu kısımdır.
İstidrâc ise, gaflet içinde
iken eşyayı gaybiyyenin inkişafından ve
garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat, bu istidrâc sahibi, nefsine
istinad ve iktidarına isnad etmekle enaniyeti, gururu öyle fazlalaşır ki,
"Bu bana, benden olan bir ilim sebebiyle verilmiştir" (Kasas 78)
âyetini okumaya başlar.[65] Lakin o inkişaf tasfiye-i
nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrâc ile ehl-i
kerâmet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam ma'nâsıyla fenaya mazhar
olanlar ise, onlara da Allah'ın izniyle eşyayı gaybiyye inkişaf eder. Ve onlar
da o eşyayı fenâfillah olan havâslarıyla görürler. Bunun istidractan farkı pek
zâhirdir. Zira, zâhire çıkan bâtınlarının nuraniyeti mürâilerin zülumâtıyla
iltibas olmaz."
Kerameti Bediüzzaman iki kısma ayırır:
1- Kişinin iradesi karışmadan, hiç farkında olmadan hâsıl olan
kerâmet. Sözgelimi birinin soracağı şeyi, daha o sormadan cevaplamak, sonra da
onun soracağı şey olduğunu bilmek.
2- Kişinin iradesiyle husûl bulan keramet.
Bediüzzaman, bu ikinci kısmın zaruret olmadan izharının zararlı
olduğunu belirtir. Kendisi iradesi olmadan hâsıl olan kerâmet bir nevi ikram-ı
ilâhîdir. Onda insan kesbi yoktur, nefis karışmaz. Bunun söylenmesi zarar
vermez, Allah'ın nimetini söylemek yerine geçer.
"Eğer der, kerâmet ile müşerref olan bir şahıs bilerek hârika
bir emre mazhar olursa, o halde, eğer nefs-i emmaresi bâki ise, kendine
güvenmek ve nefsine ve keşfine itimad etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrâc
olabilir." Fahr için, kasden kerâmet izhar etmenin pek zararlı olduğunu
belirten Bediüzzaman "Çünki, orada
zahiren insanın kesbinin bir medhali
bulunduğundan nefsine nisbet edebilir" der.[66]
ـ4257 ـ1ـ عن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]بَعَثَ رسولُ
اللّهِ #:
قَوْماً
مِنْ بَنِي
سُلَيْمٍ إلى
عَامِرٍ. وَفي
رواية: بَعَثَ
خَالي
حَرَاماً
أخاً ‘ُمِّ سُلَيْمٍ
في سَبْعِينَ
رَاكِباً.
فَلَمَّا قَدِمُوا
قَالَ لَهُمْ
خَالِي:
أتَقَدَّمُُكُمْ.
فَإنْ
أمَّنُونِي
حَتّى
أُبَلِّغَهُمْ
عَنْ رَسولِ
اللّهِ #،
وَإَّ
كُنْتُمْ
مِنِّي
قَرِيباً.
فَتَقَدَّمَ
فَأمَّنُوه.
فَبَيْنَمَا
هُوَ يُحَدِّثُهُمْ
عَنْ رسولِ
اللّهِ # إذْ
أوْمَوْا إلى
رَجُلٍٍ
مِنْهُمْ
فَطَعَنَهُ
فَأنْفَذَهُ.
فَقَالَ:
اللّهُ
أكْبَرُ،
فُزْتُ
وَرَبِّ
الْكَعْبَةِ.
ثُمَّ
مَالُوا عَلى
بَقِيَّةِ
أصْحَابِهِ
فَقَتَلُوهُمْ.
فَأخْبَرَ
جِبْرِيلُ
عَلَيْهِ
السََّمُ
النَّبيَّ #
أنَّهُمْ قَدْ
لَقَوْا
رَبَّهُمْ
فَرََضِيَ
عَنْهُمْ
وَأرْضَاهُمْ.
فَقَنَتَ #
شَهْراً
يَدْعُو في
الصُّبْحِ
عَلى
أحْيَاءِ
مِنْ
الْعَرَبِ ،
عَلى رِعْلٍ
وَذَكْوَانَ
وَعُصَيَّةَ
وَبَنِي لِحْيَانَ[.
أخرجه
الشيخان .
1. (4257)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Benî Süleym'den bir grubu Benî Âmir'e gönderdi. -Bir
rivayette: (annem) Ümmü Süleym'in kardeşi dayım Harâm'ı yetmiş süvari
içerisinde gönderdi.- (Bi'r-i Mâuna'ya) vardıkları zaman dayım
onlara:"Ben sizden önce gideyim.
Eğer bana Resulullah'tan tebliğde bulunmam için emân verilirse (tebliğde
bulunurum). Eman vermezlerse, sizler bana yakın bir yerde bulunmuş
olursunuz" dedi. Ve ilerledi. Gerçekten dayıma önce emân verdiler. O,
kendilerine Resulullah Aleyhissalâtu vesselâm'dan bahsederken, kendilerinden
bir adama imâ ile işaret ettiler. O da dayıma ansızın mızrak sapladı. Dayım:
"Allahu ekber, Ka'benin Rabbına yemin olsun, (şehidlik)
kazandım!" dedi. Sonra dayımın diğer arkadaşlarına yönelip (dağa kaçan iki kişi hariç) hepsini öldürdüler. Cibril
aleyhisselam Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onların Rablerine kavuştuğunu,
Allah'ın onlardan razı olup onları da razı ettiğini haber verdi.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm bir ay boyu, Arap
kabilelerinden Ril, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyân'a sabah namazında beddua
etti." [Buhârî, Megazî 38, Vitr 7, Cihâd 9; Müslim, Mesâcid 297, (677).] [67]
AÇIKLAMA:
1- Bi'r-i Mâuna "Mâ'una kuyusu" demektir. Bu isim
altında tarihe geçen hadise, İbnu'l-Esir'e göre Hicretin dördüncü yılında
cereyan eder. Benî Âmir İbnu Sa'sa'a'nın başı Ebu Berâ İbnu Âzib İbni Âmir İbni
Mâlik Medine'ye gelip Resulullah'a bazı şeyler hediye eder, Aleyhissalâtu
vesselâm kabul etmez:
"Ey Ebu Berâ! Ben
müşriğin hediyesini kabul
etmem!" der, kendisine İslam'ı arzeder. Fakat Ebu Bera müslüman olmaz.
Ancak:
"Senin bu emrin güzel, Necid ahalisine bir adam göndersen de
insanları emretiğin şeye çağırsa. Ümid ederim sana icabet edecekler!" der.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Necid ahalisinden göndereceğim kimseler hakkında
korkarım" der. Ebu Berâ:
"Ben garanti veriyorum (himaye edeceğim)!" der. Bu
garanti üzerine Aleyhissalâtu vesselâm, Ehl-i Suffe'den yetmiş kişiyi gönderir.
Bunlar Benî Âmir yurdu ile Benî Süleym Harra'sı arasındaki Bi'r-i
Mâuna nâm mevkiye inerler. Ve Harâm İbnu
Milhân Resulullah'ın mektubunu Âmir İbnu Tufeyl'e götürür. Âmir, mektuba bile bakmadan,
Harâm (radıyallahu anh)'ı öldürür. Âmir, Benî Âmir'i çağırır fakat "Ebu
Berâ onlara civâr (himaye) verdi" diye çağrısını kabul etmezler. Beni
Süleym'den Üseyye, Rı'lân ve Zekvân'ın kabilelerini çağırır. Onlar icabet
ederler. Müslümanların etrafını çevirip öldürürler. Bu katliamdan sadece Ka'b
İbnu Zeyd el-Ensârî ile, Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî kurtulurlar.
Amr İbnu Ümeyye ed-Damrî dönüşte
Karkara nam mevkide Benî Âmir'den iki kişiye rastlar. Bunlar Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la akid yapmış iki kişi idi. Amr bunu bilmediği için
arkadaşlarının intikamını almak için bunları öldürür. Durumu Resulullah'a
anlatınca Aleyhissalâtu vesselâm onların diyetini öder. Bu hadisenin yahudi
kabilesi Beni'n-Nadir'in sürülmesini netice veren hadiselerin çekirdeğini
teşkil ettiğini daha önce belirtmiştik.
Rivayetler bir müddet okunup bilahare lafzen dahi neshedilen şu ibarenin Kur'ânî bir vahiy
olduğunu belirtir: "Kavmimize bizden haber verin ki biz Rabbimize
kavuştuk. Rabbimiz bizden memnun oldu. Biz de O'ndan memnunuz."
2- Hassân İbnu Sâbit, bazı şiirler yazarak Benî Ebu Bera'yı
Âmir İbnu Tufeyl'e karşı tahrik edici beyitler düzdü. Şiir, Rebî'a İbnu Ebî
Bera'ya ulaşınca gider, Âmir İbnu Tufeyl'i yaralar ve atından düşürür.
3- Sadedinde olduğumuz rivayet ayrıca cinayete karışan
kabileler aleyhine kunut okunduğunu belirtir. Bu mevzu namaz bahsinde
açıklandı. (2612-2621. Hadisler, 8. cilt 465-470. sayfalar)[68]
ـ4258 ـ1ـ عن
سلمة بن ا‘كوع
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]غَزَوْنَا
فَزَارَةَ
وَعَلَيْنَا
أبُو بَكْرٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
أمَّرَهُ رَسُولُ
اللّهِ #
عَلَيْنَا.
فَلَمَّا
كَانَ بَيْنَنَا
وَبَيْنَ
المَاءِ
سَاعَةٌ أمَرَنَا
أبُو بَكْرٍ
فَعَرَّسْنَا.
ثُمَّ شَنَّ
الْغََارَةَ.
فَورَدَ
الْمَاءَ
فَقُتِلَ مَنْ
قُتِلَ
عَلَيْهِ
وَسُبِيَ
مِنْ سُبِيَ،
وَأنْظُرُ
إلى عُنُقٍ
مِنَ
النَّاسِ
فِىهِمُ
الذَّرَارِى
فَخَشِىتُ
أنْ
يَسْبَقُونِي
إلى الْجَبَلِ
فََرَمَيْتُ
بَسَهْمٍ
بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ
الْجَبَلِ
فَلَمَّا
رَأُوا السَّهْمَ
وَقّفُوا.
فَجِئْتُ
بِهِمْ
أسُوقُهُمْ
وَفِيهِمُ
امْرَأةٌ
مِنْ بَنِى
فزَارَةَ
عَلَيْهَا
قَشْعٌ مِنْ
أدَمٍ. قَالَ
الْقَشْعُ:
النَّطْعُ. مَعَهَا
ابْنَةٌ مِنْ
أحْسَنِ
الْعَرَبِ.
فَسُقْتُهُمْ
حَتّى
أتَيْتُ
بِهِمْ أبَا
بَكْرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
فَنَفَّلَنِي
أبُو بَكْرٍ
بِنْتَهَا
فَقَدِمْنَا
الْمَدِينَةَ،
ومَا
كَشَفْتُ
لَهَا
ثَوْباً.
فَلَقِيَنِي
رسُولُ
اللّهِ # في
السُّوقِ.
فَقَالَ: يَا
سَلَمَةَ،
هَبْ لِي
الْمَرْأةَ.
فَقُلْتُ: يَا
رسُولَ اللّهِ:
واللّهِ
لَقَدْ
أعْجَبَتْنِي
، وَمَا
كَشَفْتُ
لَهَا
ثَوْباً.
ثُمَّ
لَقِىَنِي
مِنَ الغَدِ
في السُّوقِ.
فقَالَ: يَا
سَلَمَةَ
هَبْ لِي
الْمَرْأةَ،
للّهِ أبُوكَ.
فَقلْتُ: هِي
لَكَ
يَارسولَ
اللّهِ،
فَوَاللّهِ
مَا كَشَفْتُ
لَهَا
ثَوْباً.
قَالَ: فَبَعَثَ
بِهَا # إلى
مَكَّةَ
فَفَدَى
بِهَا نَاساً مِنَ
الْمُسْلِمِينَ
كَانُوا
أُسِرُوا بِمَكَّةَ[.
أخرجه مسلم
وأبو داود .
»الغَارةُ«
الحرب.»شنُّهَا«
فَرَّقَهَا
في كل ناحية.و»العنق«
الطائفة .
1. (4258)- Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bizimle su arasında bir müddetlik
mesafe kalınca Hz. Ebu Bekr emretti, gece istirahati için mola verdik. Sonra
baskını başlattı. Suya vardı. Suyun başında ölen öldü, esir alınan esir alındı.
Bu halktan bir cemaate bakıyordum. İçerisinde çocuklar ve kadınlar vardı. Dağa benden önce varırlar diye korkarak
onlarla dağın arasına bir ok attım. Oku görünce durdular. Onları sürerek
getirdim. Aralarında Benî Fezâre'den bir kadın vardı. Üzerinde deriden bir kaş'
vardı. Kaş' kuru post demektir. Kadının yanında Arapların en güzelinden bir kız
vardı. Onları, sürerek Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'a kadar getirdim. Ebu
Bekr, kızı bana hediye etti. Medine'ye kadar geldik. Kızın elbisesini bile açmadım.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çarşıda bana rastladı.
"Ey Seleme, dedi, kadını bana bağışla!"
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, vallahi hoşuma gitti, ancak henüz
elbisesini bile açmadım."
Ertesi günü, çarşıda bana yine rastladı.
"Ey Seleme, ceddine rahmet, kadını bana bağışla!"
buyurdu.
"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, o senindir, Allah'a yemin olsun,
kadının elbisesini açmadım!"
Sonra Aleyhissalâtu vesselâm o kadını Mekke'ye gönderdi ve Mekke'
de esir edilen bazı müslümanların fidye-i
necatı yaptı." [Müslim,
Cihad 46, (1755); Ebu Dâvud, Cihad 134, (2697).][69]
AÇIKLAMA:
Bu rivayetten âlimler bazı faideler çıkarmışlardır. Şöyle ki:
1- Askeri, harbe teşvik için bahşiş verilebilir.
2- Münasebet-i cinsiyeyi ifade için kinayeli söz kullanmak
müstehabtır. Hadiste "elbisesini
açmadım"la bu kastedilmiştir.
3- Müslüman esirleri kurtarmak için cariyeler fidye-i necat
olarak verilebilir.
4- Esirler arasında annekız varsa, kız büyük olduğu takdirde
araları açılabilir. Ahmed İbnu Hanbel, büyüğün ayrılmasını da caiz görmez.
5- Kumandan askerin ganimet payını isteyerek amme işlerinde
tasarrufu caizdir. Ancak askerden zorla alınamaz.
6- Ceddine rahmet (baban Allah'ındır), babasının yüz akı gibi
mültefit sözler caizdir.[70]
ـ4259 ـ1ـ عن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]خَرَجَ
النَّبِيُّ #
إلى الْخَنْدَقِ
فإذَا
الْمُهَاجِرُونَ
وَا‘نْصَارُ
يَحْفِرُونَ
فى غَدَاةٍ
بَارِدَةٍ،
وَلَمْ يَكُنْ
لَهُمْ
عَبِيدٌ
يَعْمَلُونَ
ذلِكَ لَهُمْ
فَلَمَّا
رَأى مَا
بِهِمْ مِنَ
النَّصَبِ
وَالْجُوعِ
قَالَ:
اللَّهُمَّ
إنَّ الْعَيْشَ
عَيْشُ
اŒخِرَةِ
فَاغْفِرْ
ل‘نْصَارِ
وَالْمُهَاجِرَةِ.
فَقَالُوا
مُجِيبِينَ
لَهُ:نَحْنُ
الَّذِينَ
بَايَعُوا
مُحَمَّداً
عَلى الْجِهَادِ
مَا بَقِينَا
أبَداًأخرجه
الشيخان
والترمذي .
1. (4259)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Hendek'e gitti. Gördü ki Muhacir ve Ensar soğuk bir
sabah vakti hendek kazıyorlar. Onların,
bu işi kendilerine bedel yapacak
köleleri yok. Onları vuran yorgunluk ve açlıklarını görünce (şiirimsi bir
ifade) terennüm ettiler:
"Ey Allahım! gerçek hayat âhiret hayatıdır.
Ensar ve muhaciri mağfiret buyur!"
Çalışanlar da O'na şöyle mukabele ettiler:
"Biz Muhammed'e bey'at edenleriz.
Hayatta kaldıkça cihad gayemiz." [Buhârî, Megâzî 29, 33, 34,
110, Fedâilu'l-Ashab 9, Rikak 1, Ahkâm 43; Müslim, Cihad 127, (1805); Tirmizî,
Menâkıb (3857).][71]
ـ4260 ـ2ـ
وعن البراء
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]رَأيْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
وَهُوَ
يَنْقُلُ
مَعَنَا
التُّرَابَ،
وَلَقَدْ
وَارَى
التُّرَابُ
بَيَاضَ
بَطْنِهِ،
وَهُوَ
يَقُولُ:واللّهِ
لَوَْ اللّهُ
مَا
اهْتَدَيْنَا
وََ
تَصَدَّقْنَا
وََ
صَلَّيْنَافَأنْزِلَنْ
سَكِينَةً عَلَيْنا
وَثَبِّتِ
ا‘قْدَامَ إنْ
َ قَيْنَاوَالْمُشْرِكُونَ
قَدْ بَغَوا
عَلَيْنَا
إذَا
أرَادُوا
فِتْنَةً
أبَيناوَيَرْفَعُ
بِهَا
صَوْتُهُ[.
أخرجه
الشيخان .
2. (4260)- Hz. Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Hendek kazarken) Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı gördüm, bizimle birlikte omuzunda O da toprak taşıyordu. Karnının
beyazlığını toprak bürümüştü. (Bu esnada, ashabı şevke getirmek için zaman
zaman) şöyle terennüm ediyordu:
"Vallahi Allah olmasaydı
hidayeti bulamazdık,
Ne sadaka verir ne namaz kılardık.
Üzerimize sekînet indir
Allahım!
Ayaklarımıza sebat ver Allahım!
Müşrikler bize karşı azdılar.
Fitne çıkarmak dilerler ama yandılar."
Resulullah bunları
söylerken sesini yükseltiyordu." [Buhârî, Megazî 29, Cihad 34, 161, Kader
16, Temennî 7; Müslim, Cihad 125, (1803).][72]
ـ4261 ـ3ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]لَمَّا
رَجَعَ
النَّبِيُّ #
مِنَ
الْخَنْدَقِ
وَوَضَعَ
السَِّحُ
وَاغْتَسَلَ،
فَأتَاهُ
جِبْرِيلُ
وَهُوَ
يَنْفُضُ
رَأسَهُ مِنَ
الْغُبَارِ.
فَقَالَ: قَدْ
وَضَعْتَ
السَِّحُ،
واللّهِ مَا
وَضَعْنَاهُ.
أخْرُجْ
إلَيْهِمْ.
فَقَالَ: فإلى
أيْنَ؟ قَالَ:
هَاهُنَا
وَأشَارَ إلى
بَنِي قُرَيْظَةَ.
فَخَرَجَ
إلَيْهِمْ
فَنَزَلُوا عَلى
حُكْمِهِ.
فَرَدَّ
الْحُكْمَ
إلى سَعْد
بْنِ مُعَاذٍ.
فقَالَ: إنِّي
أحْكُمُ
فِيهِمْ أنْ تُقْتَلَ
المُقَاتِلَةُ،
وَأنْ
تُسْبَى النِّسَاءُ
وَالذُّرِّيّةُ،
وَأنْ تُقْسَمَ
أمْوَالُهُمْ،
وَكَانَ
سَعْدٌ
أُصِيبَ يَوْمَ
الْخَنْدَقِ
فِى
أكْحَلِهِ
فَضَرَبَ عَلَيْهِ
# خَيْمَةً
فِي
الْمَسْجِدِ
لِيَعُودَهُ
مِنْ
قَرِيبٍ؛
وَفي رواية
قالَ سَعْدٌ:
اللَّهُمَّ
إنَّكَ
تَعْلَمُ
أنَّهُ
لَيْسَ
قَوْمٌ أحَبَّ
إلَيَّ أنْ
أُجَاهِدَهُمْ
فِيكَ مِنْ قَوْمٍ
كَذّبُوا
رَسُولَكَ
وَأخْرَجُوهُ.
اللَّهُمَّ
فَإنِّي
أظُنُّ
أنَّكَ قَدْ
وَضَعْتَ
الْحَرْبَ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَهُمْ،
فَإنْ كَانَ
بَقِىَ مِنْ
حَرْبِ
قُرَيْشٍ شَىْءٌ
فَأبْقِنِي
حَتّى
أُجَاهِدَهُمْ
فِيكَ، وَأنْ
كُنْتَ
وَضَعْتَ
الْحَرْبَ
فَافْجُرْهَا
وَاجْعَلْ
مَوْتِى
فِيهَا.
فَانْفَجَرَتْ
مِنْ
لَبَّتِهِ
فَلَمْ
يَرُعْهُمْ،
وفي الْمَسْجِدِ
خَيْمَةٌ
مِنْ بَنِي
غِفَارٍ، إَّ
الدَّمُ
يَسِيلُ
إليْهِمْ.
فَقَالُوا:
يَا أهْلَ
الْخَيْمَةِ،
مَا هَذا
الَّذي
يَأتِينَا
مِنْ قِبَلِكُمْ؟
فَإذَا
سَعْدٌ
يََغْذُو
جُرْحُهُ دَماً.
فَمَاتَ
مِنْهَا
رضِيَ اللّهُ
عَنْهُ[. أخرجه
الشيخان.»ا‘كْحَلُ«
عرق في وسط
اليد يكثر فَصْدُهُ.وقوله
»فلم
يَرُعْهُمْ«
أي فلم يفزعهم
إ هو، والروع
الفزع.وقوله
»يغذو« غذا
الجرح بالذال
المعجمة يغذو
غذوا: إذا سال
دماً .
2. (4261)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Hendek'ten döndüğü zaman, silahları bırakıp (elini
yüzünü) yıkamış, tam başındaki toprakları çırparken Cebrail aleyhisselam geldi.
"Sen dedi, silahını bıraktın, vallahi biz daha bırakmadık!
Onlara geri git.
"Nereye kadar?" dedi Resulullah.
"Şuraya!" diyerek Benî Kureyza'yı gösterdi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bu emir üzerine onlarla savaşmaya çıktı. Kureyzalılar
hükmüne razı oldular. Hakem olarak Sa'd İbnu Mu'az'ı seçtiler. O da:
"Ben onlardan muharib olanların öldürülmesine, kadın ve
çocukların esir edilmesine, malların da taksim edilmesine hükmediyorum!"
dedi. Sa'd, Hendek savaşı sırasında ana damarından yara almıştı. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) tedavisiyle yakından ilgilenmek için mescidin içinde
ona bir çadır kurdurmuştu.
-Bir rivayette Sa'd der ki: "Ey Allahım sen biliyorsun ki,
senin yolunda kendileriyle cihad etmekten en ziyade memnun olacağım bir kavim
Resulünü tekzib eden ve Onu yurdundan sürüp çıkaranlardır. Ey Allahım kanaatim
şu ki, sen, bizimle onların arasındaki [harbi artık] bıraktın. Eğer hâlâ Kureyş'le savaş olacaksa bana daha hayat
ver de senin yolunda onlara karşı cihad
edeyim. Eğer savaşı kesti isen damarımı daha da aç, ölümüm ondan olsun."
-Bu dua üzerine, o gece damarı iyice açıldı. O zaman mescidde bulunan Benî
Gıfar'a ait çadırda kalanları kanın kendilerine doğru akmasından başka bir şey
ürkütmemiş.
"Ey çadır sahibi, dediler. Sizin taraftan bize doğru gelen
nedir?"
Bu kanamakta olan Sa'd'ın yarasından akmıştı. O sebeple öldü,
(radıyallahu anh)." [Buhârî, Megazî 30, Cihad 18; Müslim, Cihâd 67,
(1769); Ebu Dâvud, Cenâiz 8, (3101); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 45).][73]
ـ4262 ـ4ـ
وعن جابر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]إنَّ
سَعْدَ بْنَ
مُعَاذٍ
رُمِيَ
يَوْمَ
ا‘حْزَابِ
قَطَعُوا
أكْحَلَهُ
أوْ أبْجَلَهُ.
فَحَسَمَهُ
رسُولُ
اللّهِ #
بِالنَّارِ
فَانْتَفَخَتْ
يَدُهُ
فَنَزَفَهُ الدَّمُ.
فَحَسَمَهُ
أُخْرَى
فَانْتَفَخَتْ
يَدُهُ.
فَلَمَّا
رَأى ذلِكَ
قَالَ: اللَّهُمَّ
َ تُخْرِجْ
نَفْسِي
حَتّى
تُقِرَّ
عَيْنِي مِنْ
بَنِي
قُرَيْظَةَ
فَاسْتَمْسَكَ
عِرْقُهُ،
فَمَا قَطَرَ
قَطْرَةً
حَتّى نَزَلُوا
عَلى
حُكْمِهِ،
فَحَكَمَ
فِيهِمْ أنْ
تُقْتَلَ
رِجَالُهُمْ
وتُسْتَحْيَا
نِسَاؤُهُمْ.
فَقَالَ #:
أصَبْتَ
فِيهِمْ
حُكْمَ اللّهِ،
وَكَانُوا
أرْبَعَمِائَةٍ.
فَلََمَّا
فَرَغَ مِنْ
قَتْلِهِمْ
انْفَتَقَ
عِرْقُهُ
فَمَاتَ رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه[. أخرجه
الترمذي
وصححه.»الْحَسْمُ«
الكّي لينقطع
الدم.»وَا“سْتِحْيَاءُ«
ا“بقاءِ وهو
استفعال من
الحياة .
4. (4262)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ahzâb (Hendek)
günü Sa'd İbn Mu'az (radıyallahu anh)
[Kureyş'ten İbnu'l-Arika'nın attığı bir okla] koldaki ana damardan
vurulmuştu, böylece damarı kesilmiş oldu. (Kanı durdurmak için) Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) dağlama uyguladı. Bunun üzerine eli şişti, çokca
kan akarak Sa'd'ı zayıf düşürdü. Resulullah tekrar bağladı. Eli yine şişti. Bu
hali görünce (Sa'd (radıyallahu anh)):
"Allahım, Beni Kureyza'dan gönlüm rahata ermedikçe canımı
alma!" diye dua etti. Derken kanı
durdu. Kureyza onun hükmüne baş eğinceye kadar tek damla akmadı. Onlar
hakkında erkekleri öldürülmesine,
kadınların sağ bırakılmasına hükmetti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Haklarında Allah'ın verdiği hükme isabet ettin!"
buyurdu. Dörtyüz kişiydiler. Onların katli tamamlanınca, damarı patladı. Sa'd
(radıyallahu anh) vefat etti. (Allah rahmetini bol kılsın.)" [Tirmizî,
Siyer 28, (1582).][74]
AÇIKLAMA:
1- Bu dört rivayetten ilk ikisi Resulullah'ın Hendek savaşının
hazırlığı sırasında hendeklerin
kazılmasında fiilen çalıştığını, ashabı da şevke getirmek için beyitler
terennüm ettiğini, ashabın da bu
beyitlere yine bazı beyitlerle mukabelede bulunduğunu ifade etmektedir.
Son iki rivayet ise, daha önce müstakilen ele alıp genişçe açıkladığmız Benî Kureyza
ile akalalı. Zira Kurayza Gazvesi ile Hendek Gazvesi, birbiriyle sıkı irtibat
halindedir. Hatta, bu iki gazve, aynı hadisenin iki ayrı safhası gibidirler.
Kureyza ile ilgili kısmı tekrar etmeyeceğiz. Ancak Hendek Gazvesini tarihi bir
hadise olarak kısaca özetleyeceğiz:
2- Ahzab veya Hendek Gazvesi de denen hadise, Hicretin beşinci
yılında Zilkade ayında cereyan etmiştir. Bir bakıma Uhud savaşından iki sene
kadar sonra vukûa gelmiştir. Hendek savaşı, Tevhid-Şirk kavgasında mühim bir
dönüm noktası teşkil eder: Şirk'in tevhide saldırısının mecali burada biter, o
güne kadar müdafaada olan tevhid aksiyona geçer.[75]
* Hazırlayıcı Sebep: Hendek savaşına Ahzab savaşı da denir.
Ahzâb, grub ma'nâsına gelen hizb'in cem'idir. Savaşa ahzab gazvesi denmesi,
müslümanların karşısına sadece Kureyş'in değil, bütün müşrik ordularının
ittifak halinde çıkmasından ileri gelir. Şu halde ahzâb bir bakıma müttefikler
demektir: İslam'ı, nur-u ilâhiyi doğduğu yerde söndürmede kararlı olan değişik
kabilelere mensup müşriklerden müteşekkil bir ittifakın mensupları olan müttefikler.
Dünyayı şirk'in, küfrün ve her çeşit zulümlerin zulümat ve
şekâvetinden kurtaracak olan nur-u ilâhî'nin, her geçen gün inkişaf kaydetmesi ve gelişme ortaya koyması
karşısında endişelenen küfür merkezleri bu nur her tarafı sarıp, karşı konamaz bir
güce ermeden, daha şule iken boğmanın zaruretini hissediyorlardı. Bunun yolu,
bütün küfür dünyasının birleşerek, el
birlik ederek yüklenmesinden geçerdi. Kaç fırsatta saflıklarını ortaya koyan Mekkeli müşrikler böylesine
şümullü, istikbale matuf bir strateji düşünüp şartlara muvafık bir tabye
uygulayabilirler miydi? Bu biraz akla muvafık düşmüyor. Bu sebeple, haklı
olarak, Müttefikler savaşında gerekli ittifakın kurulmasında baş rollerde
yahudilerin yer aldığını görmekteyiz.
İbnu Sa'd der ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Beni'n-Nâdir'i Medine'den sürünce, bunlar Hayber'e geldiler. Bunların ileri
gelenlerinden ve reislerinden bir grup, kalkıp Mekke'ye gittiler. Kureyş'i
görüp, onları Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a karşı çıkmaya çağırdılar.
Onlarla anlaşma yaptılar ve Resulullah'la mukâtele etmek için belli bir zaman tayin ettiler. Oradan
çıkıp Gatafan'a, Benî Süleym'e geldiler, onlarla da aynı şekilde anlaşmalar
yaptılar.
Kureyş hazırlandı. Kendisine tabi olan yakın ve uzak müttefikleri
de aynı maksad etrafında birleşti ve hazırlık yaptılar. Bunlar dörtbin
kişiydiler. Daru'n-Nedve'de sancak açıldı. Sancağı Osman İbnu Talha İbni Ebî
Talha taşıyacaktı. Beraberlerinde üçyüz at, binbeşyüz deve, başlarında Ebu
Süfyan İbnu Harb İbni Ümeyye komutandı. Benî Süleym bunlara Merrî'z-Zehrân'da
katıldı. Bunlar da yediyüz kişiydiler, başlarında Süfyan İbnu Abdi Şems vardı.
Bunlarla birlikte, Talha İbnu Hüveylid el-Esedî'nin komutasında Benî Esed de vardı. Fezâre de, bütün
muharibleriyle, bin deve ile katılmıştı. Başlarında Uyeyne İbnu Husn vardı.
Eşca kabilesi dört yüz askerle Mes'ud İbnu Ruhayle başkanlığında katıldı.
Benî Mürre ise el-Hâris İbnu Avf
komutasında dörtyüz kişi ile katıldı.
Başka kabilelerde katıldı. Zührî, Hâris İbnu Avf'ın Benî Mürre ile geri
döndüğünü, savaşa katılmadığını
zikreder. Ancak gerçek olan, katıldıklarıdır.
Hendek'e katılan
kabilelerden gelen askerlerin sayısı 10.000 kişiydi. Üç büyük ordugâha
ayrılmıştı. Ebu Süfyân başkomutandı.
Ordunun Mekke'den ayrılış haberi Resulullah'a gelir gelmez,
düşmanın durumunu halka bildirdi ve mesele hakkında istişareler yaptı.
Selman-ı Fârisî hendek usulünden bahsetti. Bu, müslümanların hoşuna gitti. Aleyhissalâtu vesselâm
müslümanları askere aldı. Sal' dağının eteğinde topladı. Sal'ı arkalarına aldı.
O gün müslümanların sayısı üçbin kişi idi. Medine'ye Abdullah İbnu Ümmî Mektum
(radıyallahu anh)'ı halef bıraktı.
Medine'nin önüne alelacele hendek kazmaya girişildi. Müslümanlar düşmanın
gelmesinden önce hendeği tamamlayabilmek için çok hızlı çalışıyorlardı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da
çalışmalara, müslümanları gayrete getirmek için, elleriyle katıldı. Her
bir cihet bir grubun sorumluluğuna tevdi edilmişti: Muhacirler Râtic-Zübâb
hattının hendeğini kazıyorlardı. Ensar Zübâb-Benî Ubeyd dağı arasını
kazıyorlardı. Medine'nin diğer tarafında evler birbirine örülmüş vaziyette idi,
kale gibiydi, giriş yoktu.
Benî Abdi'l-Eşhel, Râtic'den sonra kendini çevirecek hattın
hendeğini kazıyordu. Böylece hendek Mescid-i Nebevî'nin gerilerine kadar geliyordu.
Benî Dinâr da Cürbâ'dan, bugünkü İbnu Ebî'l-Cenûb'un evine kadar olan kısmın
hendeğini kazdı. Hendeğin kazılma işinden altı günde çıktılar.
Burada şunu kaydetmek isteriz: İbnu Sâd hendek kazma işinin 6
günde tamamlandığını söylediği halde, İbnu Hacer'in kaydettiğine göre başka
kaynaklarda daha farklı ve daha makul rakamlar zikredilmiştir. Birinde 20 gün,
bir diğerinde 14 gün, bir başkasında 15 gün, İbnu Kayyim'in Hedy'inde bir ay.
Bu rakamlar, farklı hatların tamamlanma müddetini ifade edebilir. Zira
kaydedildiği üzere Resulullah, hendeği bazı hatlara ayırıp her hattı ayrı bir
grubun sorumluluğuna tevdi etmiş durumdadır. Bunlardan her bir grup, öncelikle
kendi hatlarını bitirme gayreti vermiş olmalıdır.
İbnu Sa'd'dan takibe devam ediyoruz: "Kadınları ve çocukları
müslümanlar âtâm (denen şatovari müstahkem binalara) yerleştirdiler.
Aleyhissalâtu vesselâm Zilkade'nin 18'inde çıktı. Sancağı
Muhacirînin sancağı idi ve Zeyd İbnu Harise taşıyordu. Ensar'ın sancağını Sa'd
İbnu Ubâde taşıyordu."
Mekkeliler gelmiş, savaş başlamıştı. Ancak ummadıkları bir
taktikle karşılaştılar. Önlerinde
hendekler vardı. Bu taktik karşısında sayıca çokluk bir işe yaramıyordu.
Hendeği geçmek zordu. Karşılarında okçular ve kılıçlı muharibler vardı. Zaman
zaman geçmeye çalışan ve hatta geçebilen tektük münferidler olsa da, derhal işi
bitiriliyordu, geri püskürtülüyordu.
Şehrin dışarıyla irtibatı kesilince içeride de sıkıntılar
artmıştı. Savaşla şehri alamayacağını anlayan Ebu Süfyân, Benî Kureyza
yahudilerine müslümanlarla olan antlaşmayı bozup kendi taraflarına geçmeyi
teklif etti. Önce reddettiler ise de sonradan razı oldular. Bunu Resulullah
işitince üzüldü fakat, "Hasbünallâhi ve ni'mel vekil" demekle
yetindi. Böylece içeriden de bir cephe açılmıştı. Erkeler hendeklerin başından,
hendekleri korumaktan ayrılamıyorlardı. Bu ileri hat öylesine nezâket
arzediyordu ki, zaman zaman namaz kılmaya bile vakit olmuyordu. Bizzat
Aleyhissalâtu vesselâm bazı hallerde namazını kazaya bıraktı.
Yahudi ihânetinin kadın ve çocuklara zarar vermesinden fazlaca
korkuldu. Aleyhissalâtu vesselâm, Seleme İbnu Eslem başkanlığında 200 kişiyi ve
Zeyd İbnu Hârise başkanlığında 300 kişiyi şehri korumaya ayırdı. Bunlar sık sık
koro hâlinde tekbirler getirerek moral takviyesine çalışıyorlardı.
Abbâs İbnu Bişr
başkanlığında bir grup, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın çadırını
her gece korumakla vazifelendirilmişti.
Müşrik cephesi de hiç boş
durmuyor, her an bir noktadan şehre dalabilmek için müteyakkız bulunup,
gayret gösteriyorlar bir toplanıp bir dağılıyorlardı. Ebu Süfyan, Halid İbnu
Velid, Amr İbnu'l-Âs, Hübeyre İbnu Ebî Vehb, Dırâr İbnu'l-Hattâb el-Fihrî,
sırayla, sabaha kadar birer gün nöbet tutuyorlardı.
Hatta bir gece, bütün reisler sabaha kadar uyumaz; hendekte
atlayabilecekleri dar bir yer ararlar, bulamazlar ve: "Bu,
Arapların hiç başvurmadığı bir hile!" derler. Bunu, İranlı bir arkadaşının
teklif ettiğini söylerler.
Muhasara, başarısız on küsür gün devam eder. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) ittifak arasına nifak sokma yollarını arar.
Gatafanlılarla gizlice sulh yapmayı, onlara maddî birşeyler ödeyerek
çekilmelerini sağlamayı düşünür. Hatta Medine
hurmalarının üçte birni verme şartıyla antlaşma temin edilir. Ancak
Ensar: "Bu bir emirse dilediğinizi emredin, teklifse razı değiliz" derler.
Resulullah: "İlahi emir olsaydı, istişare etmezdim, bu bir fikirdir,
teklif ediyorum" der. Ensar: "Öyleyse kılıçtan başka bir şey
vermeyiz" derler. İbnu Hişam, Sa'd İbnu Muaz'ın şöyle dediğini kaydeder: "Ey Allah'ın Resulü!
Biz Allah'ı tanımaz putlara taparken, onlar hurmalarımızdan ikramımız olarak
veya parayla satın alarak yerlerdi. Şimdi İslam'la müşerref olduk, hidayete
erdik. Sizinle ve İslam'la izzete erdik.
Bu halde mi malımızı şerefsizce vereceğiz. Hayır! Allah'a yemin olsun böyle
gelecek bir sulha ihtiyacımız yok! Antlaşma yırtılır, bu iş böylece kalır.
Bu arada gizlice müslüman olmuş bulunan Gatafanlı Nu'aym İbnu
Mes'ud el-Eşca'î mühim bir hizmet görür: Kureyza ile Kureyş'in arasına
güvensizlik sokarak aralarını açar. Kureyza'nın ihanetine bel bağlamış olan
Kureyş bu kuşku karşısında o ümidi kaybeder ve uzayan başarısız kuşatmayı
kaldırmaya karar verdi.[76]
Nu'aym (radıyallahu anh) Hz. Peygambere gelerek müslüman olduğunu
fakat kavminden kimsenin bilmediğini, istediğini yapmaya hazır olduğunu söyler. Resulullah:
"Sen bunların arasını açacak tek kimsesin. Harb bir hiledir. Aralarını aç,
onları bizden uzaklaştır" mealinde talimat verir. Bu talimat üzerine Nuaym, Kureyza, Kureyş ve Gatafan'ın
arasında mekik diplomasisi yapar.
Câhiliyede nedimleri olduğu
Kureyza'ya gelir: "Size olan sevgimi bilirsiniz. Sizinle benim aramda
hususiyet var, bu da malum" der.
Onlar teyid ederler, nazarımızda müttehem değilsin derler. O, "Gatafan ve
Kureyş sizin gibi değiller, siz buralısınız, malınız mülkünüz, çocuk ve
kadınlarınız burada. Bunları başka yere götüremezsiniz. Kureyş ve Gatafan
Muhammed'le savaşmaya geldiler. Siz Muhammed aleyhine onlara yardım
ediyorsunuz. Onların yurdu, malları, kadınları başka yerde. Onlar sizin gibi değiller.
Onlar bir yağma bulsalar yaparlar. Başaramazlarsa çekip giderler, sizi
Muhammed'le başbaşa bırakırlar. Bu durumda siz buradakilere güç yetiremezsiniz.
Sakın onların eşrafından bir kısım rehineler istemeden savaşa katılmayın.
Rehinler Muhammed'i bertaraf edinceye kadar mukatele etmeleri için elinizde bir
garanti olur" der. Kureyzalılar: "İsabetli bir fikir" derler.
Sonra oradan ayrılan Nu'aym Kureyş'e gelir Ebu Süfyân ve beraberindekilere:
"Size olan sevgimi, Muhammed'e olan
uzaklığımı biliyorsunuz. Kulağıma bir haber geldi, size bildirmeyi
dostluk gereği bildim. Ancak kimseye söyleyip beni ifşa etmeyin" der. "Söz veriyoruz" derler. Nuaym devam eder: "Bilin ki, yahudiler
Muhammed'le aralarındaki antlaşmayı bozmaktan pişman olmuşlar. Ona adam gönderip:
"Biz yaptığmızdan pişman olduk. Gatafan ve Kureyş'ten bazı ileri gelenleri
sana getirmemiz, boyunlarını vurman seni memnun eder, tekrar seninle beraber
olmamıza yeter mi?" derler. Muhammed de "Evet" cevabını verir.
Bu durumda yahudiler size adam gönderip rehin istemeye kalkarlarsa sakın onlara
tek kişi vermeyin" der.
Nuaym (radıyallahu anh) sonra Gatafanlılara gelir: "Ey
Gatafanlılar, ben sizdenim,
aşiretimsiniz. İnsanların en sevgilisi bana sizsiniz. Öyle sanırım bana
güvenir, sadakatımı itham etmezsiniz" der. Onlar da "Doğru söyledin.
Sen nazarımızda müttehem değilsin" derler. Nuaym devamla:
"Benden duyduğunuzu söylemeyin" diyerek, o yönden de
garanti alınca onlara da Kureyşlilere söylediğini aynen tekrar eder, aynı
endişelerle bunları da korkutur.
Allah'ın müslümanlara bir ikramı olarak, cumartesi akşamı, Ebu
Süfyân ve Gatafan'ın ileri gelenleri, Benî Kureyza'ya Kureyş ve
Gatafanlılar'dan mürekkep bir grubu İkrime İbnu Ebî Cehl başkanlığında
gönderip: "Biz ikamet yerinde değiliz, (eyreti çadırlarda kalıyoruz),
atlarımız ve develerimiz helak oldu. Savaşa siz de katılın da Muhammed'in işini
bir an önce bitirelim" dedirtirler. Yahudiler de bunlara şu cevabı
gönderirler: "Bugün cumartesidir. O günde biz hiçbir şey yapmayız. Zira
bizden bir kavm cumartesi günü savaştığı için maymun ve hınzıra çevrildiler.
Ayrıca siz, bize bir kısım adamarınızı, elimizde Muhammed'in işini bitirinceye
kadar savaşacağınız hususunda garanti olacak rehineler vermedikçe Muhammed'e
karşı savaşacak da değiliz. Biz, savaş sizi sıkıştırdığı takdirde bizi
terkederek memleketinize çekip
gideceğinizden korkuyoruz. Bu durumda bizim memleketimizde olan Muhammed'le biz
başa çıkamayız." Elçiler Kureyza'nın bu sözlerini getirince Kureyşliler ve
Gatafanlar: "Nuaym'ın söyledikleri doğruymuş." Kureyza'ya: "Size
tek bir adamımızı bile rehin olarak göndermeyiz. Dilerseniz çıkın savaşın"
haberini gönderin" derler. Bu haberi getiren elçi kendilerine
ulaşınca Kureyzalılar: "Nuaym İbnu
Mes'ud'un dediği doğruymuş, bunlar sadece savaş istiyorlar. Fırsat
bulurlarsa yağmalayacaklar, bulamazlarsa
memleketlerine çekip gidecekler. Siz memleketinizin adamı ile arada savaşa meydan vermeyin." Kureyş ve
Gatafan'a da "Vallahi bize rehineler göndermezseniz biz sizinle Muhammed'e
karşı savaşmayız" cevabını gönderin" derler. Onlar bu teklifi kabul
etmezler. Allah aralarını böylece açar.
Bir rivayette Ebu Süfyan:
"Demek ben maymun ve hınzırın kardeşlerinden yardım taleb
ediyormuşum!" der, onlardan yüz çevirir.
Cenâb-ı Hakk cumartesi gecesi şiddetli bir fırtına gönderir,
çadırlar, kaplarkaçaklar, eşyalar darmadağın olur.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), onlardan haber getirmek
üzere, casus olarak Huzeyfe İbnu'l-Yemân'ı gönderir. O gece namaza durur.
Ebu Süfyan adamlarına:
"Ey Kureyşliler, ikamet edilecek bir yerde değilsiniz. Otlar
ve develer helak oldu. Sularımız kesildi. Benû Kureyza bizi terketti,
gördüğünüz gibi rüzgâr da neler yaptı. Yola çıkın, ben hareket ediyorum!"
der. Daha ayaklarının bağı çözülmeyen devesine atlar ve vurur. Deve üç ayağıyla sıçramaya başlayınca,
farkına varılır ve çözülür.
Amr İbnu'l-Âs ve Hâlid İbnu Velid ansızın takibe uğrarlar,
korkusuzca herkesin gitmesine kadar ikiyüz süvariyle geride kalırlar. Kureyş'in
gittiğini işiten Gatafanlılar da yüklerini bağlayıp çekip giderler.
Huzeyfe dönerek bütün bu olup bitenleri Resulullah'a anlatır.
İlaveten der ki: "Eğer Resulullah "Hiçbir hadise çıkarmadan gel"
demeseydi yanımdakini öldürebilecektim." Sabah olunca, karşıda kimsenin
kalmadığı görülür.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) herkesin evlerine dönmesini
ilan eder. Herkes sevinçle, neşeyle koşarak dönüş yaparlar.
Savaş sırasında müslümanlardan birkaç kişi şehid düşer;
kâfirlerden de birkaç kişi öldürülür.
Muhasara bazı rivayetlerde 15 gün, bazılarında 24 gün devam
etmiştir.
Hendek savaşı münafıkların ve yahudilerin faaliyetlerine iyi bir
zemin teşkil etmiş, onlar da ciddî bir imtihan vermişlerdir. Kritik anlarda,
müslümanların morallerini bozmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Bazıları: "Muhammed bize Kisra ve Kayser'in hazinelerini yemeyi
vaadediyordu. İşte bugün hiç birimiz helâya gitmede can emniyeti
bulamıyoruz" der.
Bazıları: "Ey Allah'ın Resulü! evlerimiz düşmana karşı avrettir (emniyetsiz, korumasız) bize müsaade
et de cepheden ayrılıp evlerimize dönelim..." der.
Ahzâb suresi, ismini bu
savaştan alır ve birçok âyetinde Hendek savaşına temas eder: "Münafıklar
ve kalblerinde hastalık olanlar: "Allah ve peygamberi bize sâdece kuru
vaadlerde bulundular" diyorlardı. İçlerinden birtakımı: "Ey
Medineliler: Tutunacak yeriniz yok, geri dönün" demişti. Onlardan bir cemaat de Peygamberden:
"Evlerimiz avrettir (düşmana açık) diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri
avret değildi, sadece kaçmak istiyorlardı." (Ahzâb 12-13).
Aynı surede bir başka âyet, Hendek savaşı sırasında müslümanların
çektiği sıkıntıyı da şöyle anlatır:
"Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler
de dönmüştü. Yürekler ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde
bulunuyordunuz. İşte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya
uğratılmışlardı." (Ahzâb 10-11)
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kureyş'in artık bir daha
hücum edemiyeceğini, bundan sonra hücum sırasının müslümanlara geldiğini
söyler: نَغْزُومُمْ
وََيغْزُونَنَا Bezzâr'ın rivayeti şöyle:
"Onlar artık bir daha size saldırmayacak, ama siz onlara
saldıracaksınız." [77]
ـ4263 ـ1ـ عن
أبي موسى
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]خَرَجْنَا
مَعَ رَسُولُ
اللّهِ # في
غَزاةٍ وَنَحْنُ
سِتَّةُ
نَفَرٍ،
بَيْنَنَا
بَعِيرٌ نَعْتَقِبُهُ
فَنَقِبَتْ
أقْدَامُنَا
وَنَقِبَتْ
قَدَمَاي،
وَسََقَطَتْ
أظْفَارِي،
فَكُنَّا
نَلُفُّ عَلى
أرْجُلِنَا
الْخِرَقَ،
فَسُمِّيَتْ
غَزْوَةُ
ذَاتِ
الرِّقَاعِ
لِمَا كُنَّا
نَعْصِبُ
مِنَ
الْخِرَقِ
عَلى
أرْجُلِنَا[.
أخرجه الشيخان.»اعْتِقَابُ
الْمَرْكُوبِ«
هو أن يركبه
واحد بعد
واحد.»وَنَقِبَ
الْبَعِيرُ«
بكسر القاف
إذا رقت
أخفافه،
والمراد بهِ
هُنَا تقرحت
وسقطت .
1. (4263)- Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte bir gazveye çıktık. Biz aramızda bir deve olan altı kişiydik, sırayla
biniyoruk. Derken ayaklarımız delindi. Benim ayaklarım da delindi ve
tırnaklarım düştü. ayaklarımıza bezler sarıyorduk. Böylece seferimiz,
ayaklarımıza sardığımız parçalar sebebiyle Zatur'-Rikâ' gazvesi diye
isimlendi." [Buhârî, Megâzî 31, (7, 325); Müslim, Cihad 149, (1816).][78]
AÇIKLAMA:
1- İbnu'l-Esir, bu seferi Hicretin dördüncü senesi
hadiselerinden olarak kaydeder. Beni'n-Nâdir hadisesinden iki ay sonra cereyan
eder. Sadedinde olduğumuz rivayet, gazveye Rikâ isminin verilişini, ayaklara
sarılan parçalara bağlar. Rika' yama,
bez parçaları ma'nâsına gelir. Ancak, İbnu'l-Esir, Benî Muhâriblere
karşı yapılan bu gazvede -mukâtele
olmasa bile- karşılaşma hâdisesinin cereyan ettiği dağın siyahbeyaz, kırmızı
renkler ihtiva etmesinden hâsıl olan alaca parçalı renkler sebebiyle bu ismi
aldığını belirtir. Ancak, sancakların o seferde yamalı olmasından veya bir
ağaçtan bu ismi aldığıda diğer ihtilaflardır. Nevevî, bu söylenenlerin hepsinin
bu isimlemeye iştirak etmiş olabileceğini söyler.
2- Bu sefer sırasında, insanlar birbirlerinden korkacak
şekilde umumî bir korku yaşanır ve bunun üzerine korku namazı nâzil olur.
3- İbnu Sa'd ve İbnu Hibbân, bu seferin Hicretin beşinci
yılında olduğunu kaydederler.
4- Sefere iştirak eden ordunun miktarı da ihtilaflıdır: Farklı
rivayetlere göre 400, 500, 700 ve hatta 800 kişidir.[79]
فَالَ
البخارى رحمه
اللّهُ هى
غزوة المريسيع.
قال ابن اسحق:
وذلك سنة ست.
Buhârî merhum
der ki: "Bu Mureysi' gazvesidir." İbnu İshâk der ki: "Bu
altıncı senede cereyan etmiştir."[80]
ـ4264 ـ1ـ
عَنْ
عَبْدِاللّهِ
بْنِ عَون
قال:
]كَتَبْتُ إلى
نَافِعٍ
رَحِمَهُ اللّهُ
أسْألُهُ
عَنِ
الدُّعَاءِ
قَبْلَ الْقِتَالِ.
فَكَتَبَ
إليَّ:
إنَّمَا
كَانَ ذلِكَ
في أوَّلِ
ا“سَْمِ،
وَقَدْ
أغَارَ # عَلى
بَنِي
الْمُصْطَلِقِ،
وَهُمْ
غَارُونَ،
وَأنْعَامُهُمْ
تَسْقَى عَلى
الْمَاءِ
فَقَتَلَ
مُقَاتِلَتَهُمْ
وَسَبَى
ذَرَارِيَّهُمْ
وَأصَابَ
يَوْمَئِذٍ
جُوَيْرَِيَةَ.
حَدثني به عبداللّهِ
بن عمر، وكان
في ذلك الجيش[.
أخرجه الشيخان.»الْمُريسيع«
بالعين
المهملة
والمعجمة: ماء
معروف
بالحجاز.ومعنى
»غَارُّونَ«
أي غافلون.
والغرة:
الغفلة .
1. (4264)- Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nâfi rahimehullah'a
kıtâlden önce (yapılan İslam'a) davet hakkında sormak üzere yazmıştım.
Bana şöyle yazdı: "Bu, İslam'ın
evvelinde idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstâlik'e (önceden
haber vermeden âni) baskın yaptı. Onlar (bu sırada) gâfil haldeydi, hayvanları
su kenarında sulanıyorlardı. Mukâtillerini öldürdü, çocuklarını ve kadınlarını
esir aldı. O gün Cüveyriye'yi de ele geçirmişti." [Buhârî, Itk 13, Müslim
Cihad 1, (1730); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2633).][81]
AÇIKLAMA:
Benî Müstalik Gazvesi, hicretin altıncı yılı Şa'ban ayında cereyan
etmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstalik'in müslümanlar
aleyhine sefer tertiplemek üzere hazırlık yaptıklarını istihbâr eder. Resulullah
bu haberi alır almaz yola çıkar ve Kudeyd bölgesinde Müreysi' denen bir
suyun başında onları gafil yakalar ve
âni baskın yapar. Arada cereyan eden kısa bir mükâteleden sonra mağlub
edilirler. Bu sırada bir müslüman,
müslümanlar tarafından yanlışlıkla öldürülür.
Resulullah çok sayıda esir ele geçirir ve müslümanlara taksim
eder. Cüveyriye de bunlar arasındadır, Benî Müstalik'in şefi el-Hâris İbnu
Dırâr'ın kızıdır. Kız Sâbit İbnu Kays'ın hissesine düşer, ancak mükâtebe
yaparak hürriyetini satın alır. Resulullah'tan kitâbetinin ödenmesi için yardım
ister. Aleyhissalâtu vesselâm: "Bundan daha hayırlı bir şeye ne
dersin?" diye sorar.
"Bu da nedir ey Allah'ın Resulü?" deyince: "Senin
kitabetini öder, seninle evlenirim!" der. Cüveyriye (radıyallahu anhâ)
kabul eder.
Halk bu haberi duyunca, herkes esirlerini "Resulullah'ın
sıhr'i (akrabası)" diye âzad eder. Bu suretle hürriyete kavuşanlar yüz
aileyi geçer. Kavmine, bundan fazla
hayrı dokunan kadın çıkmaz denmiştir.
Bu sefer sırasında mezkur suyun başında müslümanlar arasında su
alma esnasında bir hadise çıkar: Hz.
Ömer'in Benî Gıfâr'dan Cehcâh adında bir ücretlisi ile Hazreç'ten Benî Avf'ın halifi olan Sinân
el-Cühenî aynı anda suya gelirler. Çıkan bir ihtilafı büyüterek kavgaya
tutuşurlar. Cühenî "Ey Ensâriler! diye yardım ister, Cehcâh da: "Ey
Muhacirler!" diye yardım ister. Bu hadiseyi istismar etmek isteyen
Abdullah İbnu Übeyy öfkelenir. Etrafında adamlarından bir grup ve bu meyanda
genç yaşta olan Zeyd İbnu Erkam da yanındadır. "Bunu yaptılar ha!
yaparlar, çünkü memleketimizde çoğaldılar! Allah'a yemin olsun"
"Medine'ye döndük mü aziz olanlar oradan zelil olanları çıkaracak"
(Münafikûn 8) der. Sonra adamlarına yönelip: "Bunu kendinize siz yaptınız.
Memleketinizi bunlara helâl kıldınız. Mallarınızı onlara dağıtıverdiniz. Allah'a
yemin olsun, elinizdekini onlara vermezseniz, onlar sizin memleketinizden başka
bir yere giderler" der.
Bu sözleri işiten Zeyd, Resulullah'a gidip haber verir. Bu esnada
Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanında bulunan Hz. Ömer (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resûlü! Abbâd İbnu Bişr'e emret şu herifi
gebertsin!" der. Resulullah:
"Olur mu, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor dedirtir
miyim!" diyerek reddeder.
Ve orduya hareket emri verir. Resulullah hiç âdeti olmayan bir saatte, halkın içinde,
bulundukları hâlet-i ruhiyeyi kırmak için, yola koyulurlar.
O sırada (Ensar'ın ileri gelenlerinden) Üseyd İbnu Hudayr uğrayıp:
"Ya Resûlullah hiç yolculuk
yapmadığın bir saatte yola çıktın"
der.
"Abdullah İbnu Übeyy'in söylediği, kulağına gelmedi mi?"
"Ne demiş ey Allah'ın Resûlü?"
"Zannediyor ki Medine'ye varınca aziz olan, oradan zelil
olanı çıkaracakmış."
"Vallahi, istersen sen onu çıkar. Zira sen azizsin o
zelildir!" der ve sonra ilave eder.
"Ey Allah'ın Resulü! sen ona merhamet et. Vallahi Allah sana
lutfetti. Kavmi ona giydirmek üzere taç hazırlamıştı. Sen gelince bu iş kaldı.
Bu sebeple o seni saltanatına engel görüyor!"
Abdullah İbnu Übeyy, söylediği sözleri Zeyd İbnu Erkam'ın
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a götürdüğünü işitince, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelir ve "Böyle bir şey söylemedim" diye
Allah'a yemin eder. Abdullah kavmi içerisinde itibarlı biriydi. Adamları:
"Ey Allah'ın Resûlü! Zeyd hata yapmış olabilir!" derler. [Resulullah
Zeyd'i çağırıp azarlar.] Fakat az sonra gelen vahiy Zeyd'i doğrular (Münafıkûn
1).
Bu hadiseler münafık Abdullah İbnu Übeyy'in oğlu -ki samimi bir
müslümandır- Abdullah'a ulaşır. Hemen Aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:
"İşittim ki babamı öldürmek istiyormuşsunuz. Böyle bir
kararınız varsa, bana emredin, kellesini size ben getireyim. Korkarım, bir
başkasına emredersiniz de onun halkın arasında dolaşmasını seyretmeye nefsim tahammül edemez öldürüveririm. Böylece
bir kâfir için bir mü'mini öldürerek cehennemlik olurum!" der. Resulullah
şu cevabı verir:
"Bizimle olduğu müddetçe biz ona merhamet edeceğiz, sohbetini
güzel kılacağız!"
Bundan sonra her ne vakit
bir hadise çıkaracak olsa, adamları onu kınıyor, sert davranıyor ve
tehdit ediyordu.[82]
ـ4265 ـ1ـ عن
جابر رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]رَأيْتُ
رَسولَ
اللّهِ #
فِي
غَزْوَةِ
أنْمَارٍ
يُصَلِّي
عَلى
رَاحِلَتِهِ
مُتَوَجِّهاً
قِبَلَ
الْمَشْرِقِ
مُتَطَوِّعاً[.
أخرجه
البخاري .
1. (4265)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı Enmâr Gazvesi'nde bineğinin üzerine doğuya
müteveccih olarak nafile namaz kılarken gördüm." [Buhârî, Megâzî 33, Salât
31, Taksiru's-Salât 7, 9.][83]
AÇIKLAMA:
Vâkidî, bu Gazve'nin sebebi ile, önceki zikrettiğimiz Benî
Müstalik gazvesinin sebebini bir zikreder. Zira, Medine'ye gelen bir bedevînin
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Benî Sâlebe ve Benî Enmâr'dan
sizin aleyhinize toplanmakta olan insanlar gördüm. Siz onlardan
gafilsiniz" haberini getirmesi üzerine âniden sefer kararı verir ve
dörtyüz -yediyüz vs. de denilmiştir- kişi ile yola çıkar. Aynî: "Bu
rivayete göre Benî Enmâr Gazvesi ile Benî Muhârib ve Sâlebe Gazvesi -ki buna
Zâtu'r-Rikâ' gazvesi denmiştir- birdir" der.
Enmâr, Becîle kabilesinin bir koludur.[84]
ـ4266 ـ1ـ عن
عروة بن
الزبير عن
المسور بن
مخرمة ومروان
يصدّق كل واحد
منهما حديث صاحبه
قا: ]خَرَجَ
رَسُولُ
اللّهِ #
عَامَ الْحُدَيْبِيَةِ
حَتّى إذَا
كَانُوا
بِبَعْضِ الطَّرِيقِ
قَالَ #: إنَّ
خَالِدَ بْنَ
الْوَلِيدِ
بِالْغَمِيمِ
فِي خَيْلٍ
لِقُرَيْشٍ طَلِيعَةَ،
فَخُذُوا
ذَاتَ
الْيَمِينِ
فَواللّهِ
مَا شَعَرَ
بِهِمْ
خَالِدٌ.
حَتّى إذَا
هُمْ
بِقَتْرَةِ
الْجَيْشِ
فَانْطَلَقَ
يَرْكُضُ
نَذيراً
لِقُرَيْشٍ
وَسَارَ
النَّبِيُّ #،
حَتّى إذَا
كَانَ
بِالثَّنِيَّةِ
الَّتِي
يَهْبَطُ
عَلَيْهِمْ
مِنْهَا
بَرَكَتْ
بِهِ
رَاحِلَتُهُ.
فَقَالَ
النَّاسُ
حَلْ حَلْ
فَألْحَتْ
فَقَالُوا:
خَ‘َتِ
الْقَصْوَاءُ
خَ‘َتِ فقَالَ
#: مَا خَ‘تِ
الْقَصْوَاءُ،
وَمَا ذَاكَ لَهَا
بِخُلُقٍ.
وَلكِنْ
حَبَسَهَا
حَابِسُ
الْفِيلِ.
ثُمَّ قَالَ:
وَالَّذِى
نَفْسِى بيَدِهِ
َ
يَسْألُونِي
خِطَّةً
يُعَظِّمُونَ
فِيهَا
حُرُمَاتِ
اللّهِ إَّ
اعْطَيْتُهُمْ
إيَّاهَا.
ثُمَّ
زَجَرَهَا
فَوَثَبَتْ.
قَالَ:
فَعَدلَ
عَنْهُمْ
حَتّى نَزَلَ
بِأقْصى الْحُدَيْبِيَةِ
عَلى ثَمَدٍ
قَلِيل
الْمَاءِ،
يَتَبَرَّضُهُ
النَّاسُ
تَبَرُّضاً. فَلَمْ
يُلْبِثْهُ
النَّاسُ
حَتّى
نَزَحُوهُ
وُشُكِيَ إلى
رسُولِ
اللّهِ #
الْعَطَشُ فَانْتَزَعَ
سَهْماً مِنْ
كِنَانَتِهِ.
ثُمَّ
امَرَهُمْ أنْ
يَجْعَلُوهُ
فِيهِ.
فَوَاللّهِ
مَا زَالَ
يُجِيشُ
لَهُمْ
بِالرَّيِّ
حَتّى صَدَرُوا
عَنْهُ.
فَبَيْنَمَا
هُمْ كَذلِكَ
إذْ جَاءَ
بُدَيْلُ
بْنُ
وَرْقَاءَ
الخُزَاعِيُّ
في نَفَرٍ
مَنْ
قَوْمِه،
وَكَانَ
عَيْبَةَ
نُصْحِ رسولِ
اللّهِ # مِنْ
أهْلِ
تُهَامَةَ.
فَقَالَ:
إنِّي
تَرَكْتُ
كَعْبَ بْنَ
لُؤَيٍّ
وَعَامِرَ
ابْنَ
لُؤَيٍّ
نَزَلُوا
أعْدَادَ مِيَاهِ
الْحُدَيْبِيَةِ،
مَعَهُمُ
الْعُوذُ
الْمَطَافيلُ
وَهُمْ
مُقَاتِلُوكَ
وَصَادُوكَ
عَنِ
الْبَيْتِ.
فَقالَ #:
إنَّا لَمْ نَجِئْ
لِقِتَالِ
أحَدٍ،
وَلَكِنَّا
جَئْنَا
مُعْتَمِرِينَ.
وَإنَّ
قُرَيْشاً
قَدْ
نَهِكَتْهُمْ
الْحَرْبُ
وَأضرَّتْ
بِهِمْ. فإنْ
شَاءُوا مَادَدْتُهُمْ
مُدَّةً
وَيُخَلُّوا
بَيْنِي
وَبَيْنَ
النَّاسِ.
فإنْ
إُظْهَرْ،
فإنْ شَاءُوا
أنْ
يَدْخَلُوا
فِيمَا
دَخَلَ فِيهِ
النَّاسُ
فَعَلوا،
وإَّ فَقَدْ
جَمُّوا،
وإنْ هُمْ أبَوْا
فَوَالَّذِى
نَفْسِى
بِيَدِهِ َ
قَاتِلَنَّهُمْ
عَلى أمْرِي
هذَا حَتّى
تَنْفَرِدَ
سَالِفَتِي،
وَلْيُنْفِذَنَّ
اللّهُ
أمْرَهُ،
فقَالَ
بُدَيْلٌ:
سَأُبَلِّغُهُمْ
مَا تَقُولُ.
فَانْطَلَقَ
حَتّى أتى
قُرَيْشاً.
فقَالَ: إنَّا
قَدْ
جَئْنَاكُمْ
مِنْ هذَا
الرَّجُلِ،
وَقَدْ
سَمِعْنَاهُ
يَقُولُ
قَوًْ، فإنْ
شِئْتُمْ أنْ
نَعْرِضَهُ
عَلَيْكُمْ فَعَلْنَاهُ.
فقَالَ
سُفَهَاؤُهُمْ:
َ حَاجَةَ
لَنَا أنْ
تُخْبِرَنَا
عَنْهُ
بِشَىْءٍ. وقالَ
ذَوُو
الرَّأىِ
مِنْهُمْ:
هَاتِ مَا سِمِعْتَهُ
يَقولُ،
قَالَ:
سَمِعْتُهُ
يَقُولُ
كَذَا وَكَذا،
فَحَدَّثَهُمْ
بِمَا قَالَ
النَّبِيُّ #.
فقَامَ
عُرْوَةُ
بْنُ
مسْعُودٍ
فقَالَ: أي
قَوْمِ،
ألَسْتُمْ
بِالْوَالدِ؟
قَالُوا:
بَلى. قَالَ:
أوَلَسْتُ
بِالْوَلَدِ؟
قَالُوا
بَلى قَالَ:
فَهَلْ
تَتَّهِمُونِي؟
قَالُوا: َ.
قَالَ:
ألَسْتُمْ
تَعْلَمُونَ
أنِي اسْتَنْفَرْتُ
أهْلَ
عُكَاظَ
فَلَمَّا
بَلَّحُوا
عَليَّ
جِئْتُكُمْ
بِأهْلِي
وَوَلَدِي
وَمَنْ
أطَاعَنِي؟
قَالُوا:
بَلى. قَالَ: فإنَّ
هذَا قَدْ
عَرضَ
عَلَيْكُمْ
خِطّةَ رُشْدٍ،
اقْبَلُوهَا
وَدَعُونِي
آتِهِ. فَقالُوا:
اَئِتِهِ.
فَأتَاهُ
فَجَعَلَ
يُكَلِّمُ
النَّبِيِّ #.
فَقَالَ
النَّبِيُّ #:
نَحْواً مِنْ
قَوْلَِهِ
لِبُدَيْلٍ
فَقَالَ
عُرْوَةُ
عَنْدَ ذلكَ:
أيْ
مُحَمَّدُ،
أرَأيْتَ إنْ
اسْتَأصَلْتَ
امْرَ
قَوْمِكَ،
هَلْ
سَمِعْتَ
بِأحَدٍ مِنَ
الْعَرَبِ
اجْتَاحَ
قَوْمَهُ قَبْلَكَ؟
وَإنْ تَكُنِ
ا‘خَرى،
فَإنِّى
وَاللّهِ َ
أرى
وُجُوهاً،
وإنِّي ‘رَى
أوْ شَاباً
مِنَ النَّاسِ
خَلِيقاً أنْ
يَفِرُّوا
وَيَدعُوكَ. فَقَالَ
لَهُ أبُو
بَكْرٍ:
امْصُصْ
بَظْر الَّتِ.
أنَحْنُ
نَفِرُّ
عَنْهُ
وَنَدَعُهُ.
فقَالَ: مَنْ
ذَا؟ قِيلَ:
أبُو بَكْرٍ.
فقَال: أمَا
وَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ
لَوَْ يَدٌ كَانَتْ
لَكَ
عِنْدِى،
وَلَمْ
أجْزِكَ
بِهَا ‘جَبْتُكَ.
قَالَ:
وَجَعلَ
يُكَلِّمُ
النّبِىَّ #،
فَكُلَّمَا
كَلَّمَهُ
أخَذَ
بِلِحْيَتِهِ.
وَالْمُغِيرَةُ
بْنُ
شُعْبَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَائِمٌ عَلى
رَأسِ النَّبِيّ
#، وَمَعَهُ
السَّيْفُ
وَعَلَيْهِ
المِغْفَرُ.
فَكُلَّمَا
أهْوَى
عُرْوَةُ
بِيَدِهِ إلى
لِحْيَةِ
رسُول اللّهِ
# ضَرَبَ
يَدَهُ
بِنَعْلِ
السَّيْفِ.
وَقَالَ لَهُ:
أخِّرْ
يَدَكَ عَنْ
لِحْيَةِ
رسولِ اللّهِ
#. فَرَفَعَ
عُرْوَةُ
رَأسَهُ.
فَقَالَ: مَنْ
هَذا؟
قَالُوا: المُغِيرَةُ
بْنُ
شُعْبَةَ.
فقَالَ: أيْ
غُدَرُ،
ألَسْتُ
أسْعَى فِي
غَدْرَتِكَ؟
وَكَانَ الْمُغِيرَةُ
بْنُ
شُعْبَةَ
صَحِبَ
قَوْماً فِي
الْجَاهِلِيَّةِ
فَقَتَلَهُمْ
وَأخَذَ
أمْوَالَهُمْ
ثُمَّ جَاءَ
فَأسْلَمَ. فَقَالَ
#: أمَّا
ا“سَْمُ
فَأقْبَلُ.
وَأمَّا
الْمَالُ
فَلَسْتُ
مِنْهُ فِى
شَىْءٍ. ثُمَّ
إنَّ عُرْوَةَ
جَعَلَ
يَرْمُقُ
أصْحَابَ
النّبيِّ # بِعَيْنَيْهِ.
قَالَ:
فَوَاللّهِ
مَا يَتَنَخَّمُ
رسُولُ
اللّهِ #
نَخَامَةً
إَّ وَقَعَتْ
فِى كَفِّ
رَجُلٍ
مِنْهُمْ
فَدَلكَ بِهَا
وَجْهَهُ
وَجِلْدَهُ،
وإذَا
أمَرَهُمْ اِبْتَدَرُوا
أمَرَهُ،
وَإذَا
تَوضَّأ كَادُوا
يَقْتَتِلُونَ
عَلى
وضُوئِهِ،
وَإذَا
تَكَلَّمُوا
خَفَضُوا
أصْوَاتَهُمْ
عِنْدَهُ،
وَمَا
يُحِدُّونَ
النَّظَرَ
إلَيْهِ
تَعْظِيماً
لَهُ.
فَرَجَعَ
عُرْوَةُ إلى
أصْحَابِهِ فَقَالَ:
أيْ قَوْمٍ،
واللّهِ
لَقَدْ وَفَدْتُ
عَلى
الْمُلُوكِ
وَوَفَدْتُ
عَلى كِسْرَى
وَقَيْصَرَ وَالنّجَاشِيِّ،
واللّهِ إنْ
رَأيْتُ مَلِكاً
قَطُّ
يُعَظِّمُهُ
أصْحَابُهُ
مَا يُعَظِّمُ
أصْحَابُ
مُحَمَّدٍ
مُحَمَّداً #،
واللّهِ إنْ
يَتَنَخّمْ
نُخَامَةً
إَّ وَقَعَتْ
فِي كَفِّ
رَجُلٍ
مِنْهُمْ
فَدلِكَ بِهَا
وَجْهَهُ
وَجِلْدَهُ.
وَإذا
أمَرُهُمُ ابْتَدَرُوا
أمْرَهُ،
وَإذَا
تَوَضَّأ
كَادُوا
يَقْتَتِلُونَ
عَلى
وُضُوئِهِ،
وَإذَا
تَكَلَّمُوا
خَفَضُوا
أصْوَاتَهُمْ
عِنْدَهُ،
وَمَا يُحِدُّونَ
النَّظَرَ
إلَيْهِ
تَعْظِيماً
لَهُ،
وَإنَّهُ
قَدْ عَرَضَ
عَلَيْكُمْ خِطَّةَ
رُشْدٍ
فَاقْبَلُوهَا.
فقَالَ رَجُلٌ
مِنْ بَنِي
كِنَانَةَ
دَعُونِي
آتِهِ.
فَقَالُوا:
ائْتِهِ. فَلَمَّا
أشْرَفَ عَلى
النَّبِيّ #
وَأصْحَابِهِ.
قَالَ #: هذَا
فَُنٌ،
وَهُوَ مِنْ
قَوْمٍ يُعَظَّمُونَ
الْبُدْنَ،
فَابْعَثُوهَا
لَهُ،
وَاسْتَقْبَلَهُ
النَّاسُ
يُلَبُونَ.
فَلَمَّا
رَأى ذلِكَ
قَالَ:
سُبْحَانَ اللّهِ!
مَا
يَنْبَغِي
لِهؤَُءِ أنْ
يُصَدُّوا
عَنِ الْبَيْتِ.
فَلَمَّا
رَجَعَ إلى
أصْحَابِهِ قَالَ:
رَأيْتُ
الْبُدْنَ
قَدْ
قُلِّدَتْ وَأُشْعَرتْ،
فَمَا أرَى
أنْ
يُصَدُّوا
عَنِ
الْبَيْتِ،
فَقَامَ
رَجُلٌ
مِنْهُمْ يُقَالُ
لَهُ
مِكْرَزُ
بْنُ حَفْص.
فَقَالَ: دَعُونِي
أتِهِ.
فَقَالُوا:
ائْتِهِ.
فَلَمَّا
أشْرَفَ عَلَيْهِمْ
قَالَ #: هذَا
مِكْرَزٌ،
وَهُوَ رَجُلٌ
فَاجِرٌ.
فَجَعَلَ
يُكَلِّمُ
النَّبيَّ
#
فَبَيْنَمَا
هُوَ
يُكَلِّمُهُ
إذْ جَاءَ سُهَيْلُ
بْنُ عَمْرٍو.
فَقَالَ #:
قَدْ سُهِّلَ
لَكُمْ مِنْ
أمْرِكُمْ،
فَجَاءَ
سُهَيْلُ بْنُ
عُمْرِو
فقَالَ
لِلنّبيِّ #:
هَاتِ اكْتُبْ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَكُمْ
كِتَاباً.
فَدَعَا #
بِالْكَاتِبِ.
فقَالَ:
اكْتُبْ
بِسْمِ اللّهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيم
فقَالَ سَهَيْلٌ:
أمَّا
الرَّحْمنُ
فَوَاللّهِ
مَا أدْرِي
مَاهِيَ.
وَلَكِنِ
اكْتُبْ:
بِاسْمِكَ اللَّهُمَّ،
كَمَا كُنْتَ
تَكْتُبُ.
فقَالَ
الْمُسْلِمُونَ:
واللّهِ َ
نَكْتُبُهَا
إَّ بِسْمِ اللّهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ
فَقَالَ #: اكْتُبْ
بِإسْمِكَ
اللَّهُمَّ.
ثُمَّ قَالَ:
هذَا مَا
قَاضَى
عَلَيْهِ
رسولُ اللّهِ
# فقَالَ
سُهَيْلٌ:
واللّهِ لَوْ
كُنَّا
نَعْلَمُ أنَّكَ
رَسُولُ
اللّهِ
مَا
صَدَدْنَاكَ
عَنِ
الْبَيْتِ
وََ
قَاتَلْنَاكَ
وَلكِنِ اكْتُبْ
مُحَمَّدُ
بْنُ
عَبْدِاللّهِ
فقَالَ #:
واللّهِ
إنِّي
لَرَسُولُ
اللّهِ وَإنْ
كَذَّبْتُمُونِي
اكْتُبْ
مُحَمَّدُ
بْنُ عَبْدِ
اللّهِ
فَقََال #:
عَلى أنْ
تَخَلُّوا بَيْنَنَا
وَبَيْنَ
الْبَيْتِ
فَنطُوفَ
بِهِ. فقَالَ
سُهَيْلٌ:
وَاللّهِ َ
تَتَحَدَّثُ
الْعَرَبُ
أنَا أُخِذْنَا
ضَغْطَةً،
وَلكِنْ
ذلِكَ مِنَ الْعَامِ
الْمُقْبِلِ.
فَكَتَبَ.
فقَالَ سُهَيْلٌ:
وَعلى أنْ َ
يَأتِيكَ
مِنَّا
رَجُلٌ، وَإنْ
كَانَ عَلى
دِينِكَ، إَّ
رَدَدْتَهُ إلَيْنَا.
قَالَ
الْمُسْلِمُونَ:
سُبْحَانَ
اللّهِ! كَيْفَ
يُرَدُّ إلى
الْمُشْرِكِينَ،
وَقَدْ جَاءَ
مُسْلِماً؟
فَبَيْنَمَا
هُمْ كَذلِكَ
إذْ
جَاءَ أبُو
جَنْدَلِ
بْنِ سُهَيْلِ
بْنِ عُمْرٍو
يَرْسُفُ فِي
قُيُودِهِ.
وَقَدْ
خَرَجَ مِنْ
اَسْفَلِ
مَكَّةَ، حَتّى
رَمَى نَفْسُهُ
بَيْنَ
أظْهُرِ
الْمُسْلِمِينَ.
فقَالَ
سُهَيْلٌ: يَا
مُحَمَّدُ،
هذَا أوَّلُ
مَا أُقَاضِيكَ
عَلَيْهِ أنْ
تَرُدَّهُ
إليَّ. فقَالَ
#: إنَّا لَمْ
نَقْضِ
الْكِتَابَ
بَعْدُ.
قَالَ:
فَوَاللّهِ
إذَا َ
أُصَالِحَكَ
عَلى شَىْءٍ
أبداً. قَالَ #:
فَأجِزْهُ
لِي قَال: مَا
أنَا
بِمُجِيزٍ
ذلِكَ لَكَ.
قَالَ: بَلى فَافْعَلْ
قَالَ: مَا
أنَا
بِفَاعِلٍ.
قَالَ: بِكْرِزُ
بْنُ حَفْصٍ:
بَلى، قَدْ
أجَزْنَاهُ
لَكَ. قَالَ:
أبُو
جَنْدَلِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
أيْ مَعْشَرَ
الْمُسْلِمِينَ،
أُردُّ إلى
الْمُشْرِكِينَ
وَقَدْ
جِئْتُ مُسْلِماً
أَ تَرَوْنَ
مَا قَدْ
لَقِيتُ؟
وَكَانَ قَدْ
عُذِّبَ
عَذَاباً
شَديداً في
اللّهِ. فقَالَ
عُمَرُ بْنُ
الْخَطَّابِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه.
فَأتَيْتُ
نَبِيَّ
اللّهِ
ألَسْتَ نَبِيَّ
اللّهِ
حَقّاً؟
قَالَ: بَلى.
قُلْتُ: ألَسْنَا
عَلى
الْحَقِّ
وَعَدُوُّنَا
عَلى الْبَاطِلِ؟
قَالَ: بَلى.
قُلْتُ
فَلِمَ
نُعْطى الدَّنِيَّةَ
فِي دِينِنَا
إذَنْ؟ قَالَ:
إنِّي
رَسُولُ
اللّهِ،
وَلَسْتُ
أعْصِيهِ، وَهُوَ
نَاصِرِي.
قُلْتُ:
أَوَلَيْسَ
كُنْتَ تُحَدِّثُنَا
أنَا
سَنَأتِي
الْبَيْتَ
وَنَطُوفُ
بِهِ؟ قَالَ:
بَلى.
أفَأخْبَرْتُكَ
أنَّكَ تَأتِيهِ
الْعَامَ؟
قُلْتُ: َ.
قَالَ
فَإنَّكَ آتِيهِ
وَمُطَوَّفٌ
بِهِ. قَالَ:
فَأتَيْتُ أبَا
بَكْرِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه.
فَقُلْتُ: يَا
أبَا بَكْرٍ،
ألَيْسَ هذَا
نَبِيَّ اللّهِ
حَقّاً؟
قَالَ: بَلى.
قُلْتُ:
ألَسْنَا عَلى
الْحَقِّ
وَعَدُوُّنَا
عَلى
الْبَاطلِ؟ قَالَ:
بَلى قُلْتُ
فَلَمْ
نُعْطى
الدَّنِيَّةَ
فِي دِينِنَا
إذَنْ؟
فَقَالَ:
أُيُّهَا الرَّجُلُ
إنَّهُ
رَسُولُ
اللّهِ
وَلَنْ يَعْصِىَ
رَبَّهُ،
وَهُوَ
نَاصِرُهُ.
فَاسْتَمْسِكْ
بِغَرْزِهِ.
فَوَاللّهِ
إنَّهُ عَلى
الْحَقِّ
فَقُلْتُ:
ألَيْسَ
كَانَ يُحَدِّثُنَا
أنَّا
سَنَأتِي
الْبَيْتَ
وَنَطُوفُ
بِهِ؟ قَالَ:
بَلى
فَأخْبَرَكَ
أنّكَ
تَأتِيهِ
الْعَامَ؟
قُلْتُ: َ
قَالَ:
فَإنَّكَ
آتِيهِ
وَمَطُوفٌ
بِهِ. قَالَ
عُمَرُ:
فَعَمِلْتُ
لذلِكَ أعْمَاً.
فَلَمَّا
فَرَغَ مِنْ
قَضِيَّةِ
الْكِتَابِ.
قَالَ #
‘صْحَابِهِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهم:
قُومُوا
فَانْحَرُوا
ثُمَّ
احْلِقُوا. قَالَ:
فَوَاللّهِ
مَا قَامَ
مِنْهُمْ
رَجُلٌ،
حَتّى قَالَ
ذلِكَ ثََثَ
مَرَّاتٍ.
فَلَمَّا
لَمْ يَقُمْ
مِنْهُمْ
أحَدٌ دَخَلَ
عَلى أُمِّ
سَلَمَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها فَذَكَر
لَهَا
مَالَقِيَ
مِنَ النَّاس.
فَقَالَتْ:
يَا نَبِيَّ
للّهِ،
أتُحِبُّ
ذلِكَ؟
أُخْرُجْ وََ
تُكَلِّمْ
مِنْهُمْ
أحَداً حَتّى
تَنْحَرَ
بُدْنَكَ
وَتَدْعُوَ
حَالِقَكَ
فَيَحْلِقَكَ.
فَخَرَجَ
فَلَمْ
يُكَلِّمْ
أحَداً
مِنْهُمْ
حَتّى فَعَلَ
ذلِكَ: نَحَرَ
بُدْنَهُ
وَدَعَا
حَالِقَهُ
فَحَلَقَهُ.
فَلَمَّا
رَأوْا ذلِكَ
قَامُوا
فَنَحَرُوا،
وَجَعَلَ
بَعْضُهُمْ
يَحْلِقُ
بَعْضاً،
حَتّى كَادَ
بَعْضُهُمْ
يَقْتُلُ
بَعْضاً
غَمَا ثُمَّ
جَاءَتْ
نِسْوَةٌ
مُؤْمِنَاتٌ
فَأنْزَلَ
اللّهُ تَعالى:
يَا أيُّهَا
الذَّينَ
آمَنُوا إذَا جَاءَكُمُ
الْمُؤْمِنَاتُ
مُهَاجِرَاتٍ
فَامْتَحِنُوهُنَّ.
حَتّى بَلَغَ:
بِعِصَمِ
الْكَوَافِرِ.
فَطَلّقَ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يَوْمَئِذٍ
امْرَأتَيْنِ
كَانَتَا
لَهُ في
الْجَاهِلِيَّةِ.
فَتَزَوَّجَ
إحْدَاهُمَا
مُعَاوِيَةُ
بْنُ أبِى
سُفْيَانَ.
وَا‘خْرَى
صَفْوَانُ
بْنُ
أُمَيَّةَ.
ثُمَّ رَجَعَ
# إلى الْمَدِينَةِ
فَجَاءَ أبُو
بُصَيْرٍ
رَجُلٌ مِنْ
قُرَيْشٍ
وَهُوَ
مُسْلِمٌ
فَأرْسَلُوا
فى طَلَبِهِ
رَجُلَيْنِ
وَقَالُوا:
الْعَهْدَ
الَّذِى
جَعَلْتَ
لَنَا
فَدَفَعَهُ
إلى الرَّجُلَيْنِ.
فَخَرَجَا
بِهِ حَتّى
بَلَغَا ذَا الْحُلَيْفَةِ.
فَنَزَلُوا
يَأكُلُونَ
مِنْ تَمْرٍ
لَهُمْ.
فَقَالَ أبُو
بُصَيْرٍ
‘حَدِ
الرَّجُلَيْنِ:
واللّهِ
إنِّي ‘رَى
سَيْفَكَ
هذَا يَا فَُنُ
جَيِّداً
فَاسْتَلَّهُ
اŒخَرُ.
فَقَالَ: أجَلْ،
وَاللّهِ
إنَّهُ
لَجَيِّدٌ.
لَقَدْ جَرَّبْتُ
بِهِ ثُمَّ
جَرَّبْتُ.
فَقَالَ أبُو
بَصَيْرٍ:
أرِنِى
أنْظُرْ
إلَيْهِ! فَأمْكَنَهُ،
فَصَرَبَهُ
بِهِ حَتّى
بَرَدَ، وَفَرَّ
اŒخَرُ حَتّى
أتَى
الْمَدِينَةَ،
فَدَخَلَ
الْمَسْجِدَ
يَعْدُو
فَقَالَ
#
حِينَ رَآهُ:
لَقَدْ رَأى
هذَا ذُعْراً
فَلَمَّا
انْتَهى إلى
النّبيِّ #
قَالَ: قُتِلَ
وَاللّهِ
صَاحِبي،
وَإنِّي
لَمَقْتُولٌ.
فجَاءَ أبُو
بُصَيْرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه.
فَقَالَ: يَا
نَبِيَّ
اللّهِ قَدْ
أوْفَى
اللّهُ
ذِمَّتَكَ
قَدْ
رَدَدْتَنِي
إلَيْهِمْ
ثُمَّ
أنْجَانِي اللّهُ
مِنْهُمْ.
فقَالَ #:
وَيْلٌ
أُمِّهِ مِسْعَرُ
حَرْبٍ لَوْ
كَانَ لَهُ
أَحَدٌ. فَلَمَّا
سَمِعَ ذلِكَ
عَرَفَ
أنَّهُ
سَيَرُدَّهُ
إلَيْهِمْ.
فَخَرَجَ
حَتّى أتى
سِيفَ
الْبَحْرِ.
قالَ:
وَتَفَلّتَ
مِنْهُمْ
أبُو جَنْدَلِ
بْنُ
سُهَيْلٍ
فَلَحَقَ
بِأبِى
بُصَيْرٍ،
فَجَعَلَ َ
يَخْرُجُ
مِنْ
قُرَيْشٍ
رَجُلٌ قَدْ
أسْلَمَ إَّ
لَحِقَ
بِأبِي
بُصَيْرٍ،
حَتَّى
اجْتَمَعَتْ
عِنْدَهُ
عِصَابَةٌ. فَوَاللّهِ
مَا
يَسْمَعُونَ
بِعيرٍ
لِقُرَيْشٍ
خَرَجَتْ إلى
الشَّامِ إَّ
تَعَرَضُّوا
لَهَا فَقَتَلُوهُمْ
وَأخَذُوا
أمْوَالَهُمْ.
فَارْسَلَتْ
قُرَيْشٌ إلى
النَّبِيِّ #
تُنَاشِدُهُ
اللّهُ
تَعالى
وَالرَّحِمَ
لَمَّا أرْسَلَ
إلَيْهِمْ،
فَمَنْ
أتَاهُ
مِنْهُمْ
فَهُوَ آمِنٌ
فَاَرْسَلَ
إلَيْهِمْ.
فَأنْزَلَ
اللّهُ تَعالى:
وَهُوَ
الَّذِى
كَفَّ
أيْدِيَهُمْ
عَنْكُمْ
وَأيْدِيَكُمْ
عَنْهُمْ
بِبَطْنِ مَكَّةَ
مِنْ بَعْدِ
أنْ
أظْفرَكُمْ
عَلَيْهِمْ.
حَتَّى
بَلَغَ
حَمِيَّةَ
الْجَاهِلِيَّةِ،
وَكَانَتْ
حَمِيّتُهُمْ
أنَّهُمْ
لَمْ
يُقِرُّوا أنَّهُ
نَبِيٌّ،
وَلَمْ
يُقِرُّوا
بِبسْمِ اللّهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِ،
وَحَالُوا
بَيْنَهُ
وَبَيْنَ
الْبَيْتِ[.
أخرجه البخاري
وأبو
داود.»قَتَرَة
الْجَيْشِ«
الغبار الساطع
و تكون القترة
إ مع سواد في
اللون.و»الثَّنِيةُ«
الطريق
المرتفع في
الجبل.و»القَصواءُ«
اسم ناقة
النبي #، لقبت
بذلك ولم تكن
مشقوقة ا‘ذن.و»حَلّ«
كلمة زجر
للناقة.و»ألحّتْ«
حرفت.و»حَابسُ
الفيلِ« هو
اللّه،
والفيل فيل
أبرهه الذي قصد
به البيت ليخر
به فحبسه
اللّه عنه.
»الخُطْةُ«
الحالة
والقضية
والطريقة.و»حُرُمَاتُ
اللّهِ« جمع
حرمة،
والمراد هنا
حرمة الحرم،
وحرمة ا“حرام،
وحرمة الشهر
الحرام.و»الثَّمَدُ«
الماء القليل
الذي
مادة له.و»التّبَرُّضُ«
أخذ الشئ قليً
قليً.و»جَاشَتِ
الْبِئْر
بالماء«
ارتفعت
وفاضت.و»الرِّىُّ«
ضد العطش.و»الصَّدَرُ«
الرجوع بعد
الورود.و»عَيْبَةُ
نصحِ رسولِ
اللّهِ #« أي
موضع نصحه
وسره وثقته في
ذلك.و»المَاءُ
العَدّ«
الكثير الذي انقطاع
لمادته كماء
العيون،
وجمعه أعداد.و»العُوذُ«
جمع عائذ وهي
الناقة إذا
وضعت الى أن
يقوى
ولدها.و»المَطَافِيلُ«
جمع مطفل وهي
الناقة التي
معها فصيلها،
واستعار ذلك للناس
أراد به
النساء
والصبيان.و»نَهِكَتْهُمْ
الحربُ«
أضرَّتْ بهم
وأثرت
فيهم.و»مَادَدتُهُمْ«
أي جعلت
بَيْنِي
وبينهم
مادة.و»جَمُّوا«
أي استراحوا.و»السَّالفةُ«
صفحة العنق.
وانفرادها
كناية عن
الموت.و»بَلّحوا«
امتنعوا عليّ
وتقاعدوا
بي.و»عَرضَ
عَلَيْكُمْ
خُطَةَ
رُشْدٍ« أي طلب
منكم طريقاً
واضحاً في
الهدى
واستقامة.
»اِجْتِيَاحُ«
استئصال.و»ا‘وباشُ
وا‘وشَابُ« ا‘خط
من الناس
والرعاع.و»خَلِيقاً«
أي جديراً.و»الَّتُ«
صنم كانوا
يعبدونه.و»البَظْرُ«
ما تقطعه
الخافضة من
الهِنة التي
في فرج
المرأة. كان
هذا شتماً لهم
يدور في
ألسنتهم.و»غُدَرُ«
معدول عن غادر
وهو بناء
للمبالغة.و»النُّخَامَةُ«
البصقة من
أقصى
الحلق.و»الوَضُوءُ«
بفتح الواو،
وهو الماءُ
الذي
يُتَوضّأ به.و»مَا
يُحَدُّونَ
إلىه
النَّظَرَ« أي
ما يم‘ون
أعينهم منه
هيبة
واستحياء
منه.و»الفاجِرُ«
المائل عن
الحق المكذب
به وكل انتصاب
في شر فهو فجور.و»قَاضَاهُمْ«
أي
صالحهم.و»الضَّغطةُ«
القهر
والضيق.و»الرَّسْفُ«
مشى المقيد في
قيده.»فَأجِزْهُ
لِى« بالزاد
وبالراءِ. أى
أجعله جائزاً
غير ممنوع، أو
فاجعله في
حمايتى وحفظى.و»الدَّنيةُ«
القضية التي يُرضى بها
و.و»الغَرْز«
لكور الناقة
كالركاب لسرج
الفرس إ أنه
من جلد فإن
كان من حديد
أو خشب فهو ركاب.و»عِصَمِ
الكَوافِر«
جمع عصمة وهو
ما يتمسك به؛
والكوافر جمع
كافرة،
والمراد
بعصمها عقد
نكاحها.
»وَيْلُ
امِه« كلمة
يتعجب
بها.و»مِسْعَرَ
حَربٍ« أي
موقدها،
والمسعر
الخشب الذي
يوقد به النار.
و»سِيفُ
البَحْر«
جانبه
وساحله،
واللّهُ أعلم
.
1. (4266)- Urve İbnu Zübeyr, Misver İbnu Mahreme ve Mervan'dan almış.
Misver ve Mervan her ikisi de birbirlerinin sözünü tasdik etmişlerdir. Derler
ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hedeybiye senesinde
Medine' den çıktı. Yolda bir yerlere ulaşınca Aleyhissalâtu vesselâm:
"Hâlid İbnu'l-Velîd, Kureyş'e ait gözcülük yapan bir grup
atlının başında olarak el-Gamîm'dedir, siz sağ tarafı takib edin!" dedi.
Vallahi, Hâlid müslümanların varlığını sezemedi. Ne zaman ki müslüman
askerlerin kaldırdığı toz bulutunu görünce, (müslümanların geldiğini) Kureyş'e
haber vermek üzere hayvanını koşturarak gitti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yoluna devam etti. Seniyye nâm
mevkiye gelindi. Oradan (devam edildiği takdirde) Kureyşlilerin blunduğu yere
inmek mümkündü. Ama devesi orada ıhıverdi. Halk:
"Kalk, kalk, yürü, yürü!" dedi ise, deve kalkmamakta
ısrar etti. Halk bu sefer:
"(Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın devesi) Kasvâ çöküp
kaldı, Kasvâ çöküp kaldı!" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayır! Kasvâ çöküp kalmadı. Onun böyle bir huyu da yok.
Ancak onu, "Fil'i (Mekke'ye girmekten alıkoyan) Zât"
durdurmuştur!" buyurdu. Sonra ilave etti:
"Nefsimi kudret eliyle tutan o Zât'a yemin olsun, (Kureyş,
Mekke'de) Allah'ın haram kıldığı şeyelri tazim sadedinde her ne taviz isterlerse
onlara vereceğim!" Sonra deveyi zorladı, deve sıçrayıp kalktı. Râvi dedi
ki: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kureyş tarafından saptı, suyu az olan
Semed Kuyusunun yanına indi. Burası Hudeybiye mevkiinin en uç noktasında idi.
(Mezkur kuyunun suyu azdı. Öyle ki) insanlar ondan suyu avuç avuç toplarlardı.
Çok geçmeden suyu kurudu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a susuzluktan
şikayette bulundular. Aleyhissalâtu vesselâm sadağından bir ok çıkardı, onu
kuyuya koymalarını söyledi. Allah'a
yemin olsun çok geçmeden, su coşmaya
başladı ve ashab oradan ayrılıncaya kadar onlara yetecek kadar akmaya devam
etti.
Onlar bu halde iken Büdeyl İbnu Verka' el-Huzâ'î[86] Huzâ'a kabilesinden bir
grupla çıkageldi. Huzâ'alılar. (Mekke civarında tavattun etmiş bulunan) Tihâme kabileleri arasında Resulullah'ın
sırdaşı ve dostu olagelmişlerdi. Dedi ki:
"Ben (Mekke'nin) Ka'b İbnu Lüeyy ve Âmir İbnu Lüeyy
kabilelerini, bir çok Hudeybiye surlarının başına, beraberlerinde sütlü ve
yavrulu develeri olduğu halde konaklıyorlar gördüm. Onlar seninle savaşacak,
Beytullah'ı ziyaretine mâni olacak olmasınlar!
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki:
"Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece umre yapmaya
geldik! Mamafih Harb Kureyş'in (iliğine işlemiş). Halbuki çok da zarar gördüler.
Eğer onlar dilerse ben (onlarla sulh yapar) kendilerine müddet tanırım, onlar
da benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben öbürlerine galebe
çalarsam, Kureyşliler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha (kendi rızalarıyla)
girerler. Şayet ben galebe çalamazsam (Kureyşliler benimle savaşmak zahmetinden
kurtulup) rahata ererler. Şurası da var ki, eğer Kureyşliler bu teklifime
itiraz ederlerse, ruhumu elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, bu davam
için, ölünceye kadar onlarla savaşacağım. O zaman Allah, bana olan emrini
(gerçekleştirme hussundaki vaadini mutlaka) yerine getirecektir."
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sözü üzerine Büdeyl:
"Senin bu sözlerini Kureyş'e mutlaka duyuracağım!" dedi
ve gitti. Kureyşlilere gelince:
"Ben, size şu adamın yanından geliyorum. O'nun bazı sözlerini
işittik. Eğer dilerseniz size söyleriz" dedi. Onların serseri takımı:
"Ondan herhangi bir haber söylemene ihtiyacımız yok!"
dedi ise de aklı başında olanlar:
"Hele şu işittiğini söyle! dediler. Büdeyl:
"Ben Muhammed'in şöyle şöyle söylediğini işittim!"
diyerek Aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediklerini bir bir nakletti. Bunun
üzerine Urve İbnu Mes'ud kalkıp:
"Ey kavm! Siz benim babam değil misiniz?" dedi. Hepsi:
"Evet!" dediler.
"Benim hakkımda bir (itimatsızlığınız) ithamınız var
mı?" dedi.
"Hayır!" dediler.
"Biliyorsunuz ki ben Ukaz halkını toptan sizin yardımınıza
çağırmış, onlar yanaşmayınca ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle kendim
gelmiştim değil mi?" diye sordu.
(Kureyşliler), hep bir ağızdan buna da "evet" deyince
Urve (bu tasdikleri aldıktan sonra):
"Bu adam size uygun bir şey teklif ediyor. Onu kabul edin ve
benim ona (anlaşmak üzere) gitmeme izin verin!" dedi. Kureyşliler:
"Pekala git!" dediler.
Urve, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldi, Onunla konuştu.
Aleyhissalâtu vesselâm Büdeyl'e söylediklerine yakın şeyler söyledi. Urve bu
esnada:
"Ey Muhammed! Kavminin kökünü
kazıdığını farzedelim, (eline ne geçecek). Senden önce, Araplar'dan
kavmini toptan helâk eden birini işittin mi? Durum aksi olursa (başınıza
geleceği, Kureyş'in size neler yapacağını tahmin edebilirsin. Üstelik bu daha
kavi bir ihtimal) zira ben, aranızda ileri gelenlerden bazı kimseler görüyorum,
halktan toplanmış, seni terkedip kaçmaya mütemâyil kimseler de görüyorum"
dedi. Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) (onun bu sözüne dayanamayıp):
"(Halt etmişsin, git!) Lât putunun fercini yala![87] Demek biz Resulullah'ı
terkedip yalnız bırakacakmışız ha!" diye (şiddetle çıkıştı). Urve:
"Bu da kim?"
dedi. Kendisine onun Ebu Bekr olduğu söylendi. Urve: "Nefsimi elinde tutan
Zâta yemin olsun! Eğer senin bende, henüz ödeyemediğim bir yardımın bulunmamış
olsaydı ben sana (layık olduğun) cevabı verirdim" dedi. Ravi der ki:
"Urve, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la konuşmaya devam etti. Her
konuşmasında (cahiliye âdeti üzere) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
sakalından tutuyordu. Bu sırada Muğîre
İbnu Şu'be, üzerinde miğfer, elinde kılıç Aleyhissalâtu vesselâm' ın yanında
ayakta (muhafız gibi) bekliyordu. Urve, tutmak üzere, elini Resulullah'ın
sakalına her uzatışında, kılıncın demiriyle eline vuruyor:
"Elini Resulullah'ın
sakalından çek!" diyordu. Urve, (bir ara) başını kaldırıp ona baktı.
"Bu da kim?" dedi. Kendisine:
"Bu Muğîre İbnu Şube'dir!" dendi. Bunun üzerine Urve:
"Ey zâlim! Ben hâlâ senin (geçmişteki) gadr ve ihânetini
ödemekle meşgul değil miyim?" dedi. (Onu bu söze sevkeden şey şu idi):
"Cahiliyede Muğîre İbnu Şu'be bir grup kimse ile yolculuk yapmış, yolda
arkadaşlarını öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip müslüman olmuş, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da: "Müslüman olmanı kabul ediyorum, ancak
malları kabul etmiyorum, (bu ihanet malıdır)" demişti.[88]
Urve bu esnada göz ucuyla Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
Ashabını tedkikten geçiriyordu. (Bilahare gördüklerini şöyle anlatacaktır):
"Vallahi (öylesine hürmet hiç görmedim). Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yere bir kerecik tükürmeye görsün, mutlaka onlardan
bir adamın eline düşüyordu. Onu alıp yüzlerine, derilerine (teberrüken, bir
tîyb gibi) sürüyorlardı. Bir şey söyleyecek olsa emrine hepsi birden koşuyordu.
Abdest alacak olsa, abdest suyundan kapabilmek için nerdeyse (itişipkakışıp)
kavga ediyorlardı. Konuşsalar onun yanında seslerini kısıyorlardı. Saygıları
sebebiyle O'na dikkatle bakamıyorlardı bile."
Urve arkadaşlarının yanına dönünce dedi ki:
"Ey kavm dinleyin! Vallahi ben muhtelif kıralların huzuruna
çıktım. Kisrâ'nın, Kayser'in, Necâşî'nin yanlarına girdim. Vallahi, Muhammed'in
ashabının, Muhammed'e gösterdiği saygıya, hiç bir kralın ashabında rastlamadım.
Vallahi tükürecek olsa mutlaka onlardan
birinin eline düşüyor, bunu alıp yüzlerine bedenlerine sürüyorlar. Bir şeye
emretse hesi birden koşuşuyorlar. Abdest alsa, abdest suyu(ndan kapmak) için
nerdeyse kavga ediyorlar. Konuşsalar, onun yanında seslerini kısıyorlar. Ona
hürmeten dikkatle yüzüne bakmıyorlar. Bu adam size makul bir teklifte
bulunuyor, onu kabul edin!"
Urve'nin bu açıklaması üzerine, Benî Kinâne'den bir adam:
"Beni bırakın, ona bir de ben gideyim!" dedi. Ona
da müsaade ettiler, "git!"
dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve ashabına yaklaşınca,
Aleyhissalâtu vesselâm:
"İşte falan! Bu, hacc ve umre için ayrılan kurbanlık develere
saygı gösteren bir kavimdendir. Kurbanlıklarınızı önüne salıverin
görsün!" buyurdu. Ashab o zatı
telbiyelerle karşıladı. Adam bu manzarayı görünce:
"Sübhanallah! Bu kimselere Beytullah'ın yolunu kapamak
münasip düşmez!" dedi. Arkadaşlarının yanına dönünce:
"Ben kurbanlık develer gördüm, takıları boyunlarına takılmış,
gerekli işâretler vurulmuş, onlara Beytullah'ı yasaklamayı uygun
görmüyorum!" dedi. Onun kavminden Mikrez İbnu Hafs denen bir zat kalkıp:
"Bırakın, bir de ben gideyim! dedi. Ona da müsaade edip
"git!" dediler.
Müslümanlara yaklaşınca, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu gelen Mikrez'dir, fâcir birisidir" dedi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la konuşmaya başladı. Onlar konuşurken Süheyl İbnu Amr
çıkageldi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"İşiniz artık size kolaylaştırıldı, size Süheyl İbnu Amr
geldi."
Resulullah'a:
"Gel! seninle aramızda bir antlaşma (metni) yazalım!"
dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) katibini çağırdı ve emretti:
"Yaz Bismillahirrahmanirrahim."
Süheyl itiraz etti:
"Rahmân ne demek? Vallahi onun ne olduğunu bilmiyorum. Fakat:
Bismikallahümme yaz, vaktiyle senin de yazdığın gibi" dedi.
Müslümanlar da ona itiraz ettiler:
"Biz onu değil, bismillahirrahmanirrahîm'i yazarız!"
dediler.
Ama Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) emreder:
"Bismikallahümme yaz! ve devam et: "Bu Allah Resulü ve
Süheyl'in üzerinde mutabık kaldıkları hususlardır."
Süheyl yine itiraz eder:
"Vallahi, eğer bilsek ki sen Allah'ın Resulüsün sana
Beytullah'ı kapamazdık, seninle savaşmazdık da. Şöyle yaz: Muhammed İbni
Abdillah."
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah'ın
Resûlüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbni Abdillah yaz!" buyurur ve
devam eder:
"Bizimle Beytullah arasından çekilmeniz ve onu tavaf etmemiz
şartıyla."
Süheyl itiraz eder:
"Vallahi hayır. (Biz size bu yıl tavafa izin versek), Araplar
"bizim âniden emrivâkiye geldiğimiz" hususunda dedikodu yapar. Ancak
ziyâreti gelecek yıl yapacaksınız" der. Böyle yazılır. Süheyl ilâve eder:
"Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana
gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla."
Müslümanlar bu şarta itiraz ederek:
"Sübhânallah! Bize iltica eden bir müslüman, müşriklere nasıl
iâde edilir?" derler. Bu halde iken Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr
zincirleri arasında seke seke geldi. Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden
kaçmış, kendini müslümanların arasına atmıştı.
Süheyl:
"Ey Muhammed, bu seninle üzerine anlaştığınız maddelerin ilk
uygulaması olacak, bunu bana iade edeceksin!" dedi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Biz henüz anlaşmayı yazıp bitirmedik" buyurdu. Süheyl:
"Öyleyse, vallahi ben seninle hiç bir madde üzerine sulh
yapamam!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Öyleyse şu Ebu Cendel'i bana bağışla da imza et!"
buyurdu. Fakat Süheyl:
"Asla ben bunu sana bağışlamam" diye direndi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Hayır, hatırım için yap!" ricasında bulundu. Süheyl direndi:
"Asla yapmam!"
Mikrez İbnu Hafs atılıp:
"Biz onu sana müsaade
ettik!" dedi. (Ancak imza yetkisine sahip olmadığı için Süheyl onu
dinlemedi. Ebu Cendel teslim edilecekti). Ebu Cendel (radıyallahu anh):
"Ey müslümanlar, (nasıl olur?) Ben size müslüman olarak
sığınmışım. Beni müşriklere teslim mi ediyorsunuz? Bana yaptıklarını görmüyor
musunuz?" dedi. Ebu Cendel'e Allah yolunda çok işkenceler yapılmıştı.
Ömer İbnu'l-Hattab der ki: "(O gün, bu cereyan eden
hadiseleri çok alçaltıcı bularak) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip:
"Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?" dedim.
"Evet!" dedi."
Biz hak üzere, düşmanlarımız da bâtıl üzere değiller mi?"
dedim.
"Evet" dedi.
"Öyleyse biz niye
dinimiz uğrunda alçaklığı kabul ediyoruz" dedim.
"Ben Resulullah'ım; (bu anlaşmayı imzalamakla) Allah'a âsi
olmuş da değilim. Allah yardımcımızdır!" dedi.
"Sen, bize (Medine'den çıkarken) Beytullah'a gideceğiz, onu
tavaf edeceğiz demedin mi?" dedim.
"Pek tabii, ama, sana bu yıl gideceksin dedim mi?" dedi.
"Hayır!" dedim.
"Sen mutlaka onu tavaf
etmeye geleceksin!" buyurdu. Ben Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh)'a geldim.
"Ey Ebu Bekr! Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil mi?" dedim.
"Elbette hak
peygamberi!" dedi.
"Biz hak, düşmanlarımız da bâtıl üzere değiller mi?" dedim.
"Elbette (onlar bâtıl, biz hak üzereyiz)" dedi.
"Öyleyse, niye dinimiz için
alçaklığı kabul ediyoruz?" dedim.
"Be adam! O Allah'ın Resûlüdür. (Bunu kabul etmekle) Rabbine
isyan etmiş olmayacak da. Allah onun yardımcısıdır. Şu halde sen O'nun emrine sarıl.
Allah'a yemin ederim o hak üzeredir!" dedi.
"O bize: "Kabe'ye gideceğiz, onu tavaf edeceğiz!"
demiyor muydu?" dedim.
"Evet ama, sana bu yıl gideceksin dedi mi?" dedi.
"Hayır!" dedim.
"Sen ona gidecek, onu tavaf edeceksin!" dedi.
(Hadisi rivayet eden Zührî)
der ki: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) dedi ki: "(O günki nezaketsiz
çıkışımın günahını affettirmek için nice amellerde bulundum."
Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ashabına:
"Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!"
buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu
sebeple) kimse kalkamadı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), emrini üç kere
tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)' nın çadırına
girdi. Ona halktan mâruz kaldığı bu hali anlattı. O, kendisine:
"Ey Allah'ın Resulü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip,
traşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, Ashab'tan hiçbiriyle konuşma,
deveni kes, berberini çağır, seni traş etsin!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm
kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti,
berberini çağırdı, traş oldu.
Ashab bunları görünce kalktılar
kurbanlarını kestiler, birbirlerini traş ettiler. Ancak, bu sırada gam
ve kederden birbirlerini öldüreyazdılar. Sonra bazı mü'mîne kadınlar
(Mekkelilerden kaçarak) geldiler. Allah Teâlâ Hazretleri, (onların geri
verilmemesi için) şu âyeti indirdi: "Ey iman edenler, (kendi ifadelerince)
mü'mîne kadınlar muhâcir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah
onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü'mine kadınlar olduklarına
kail olursanız onları kâfirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kâfir zevcelerinin bu kadınlara)
sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda,
mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur..." (Mümtehine
10).
Hz. Ömer, âyet üzerine o gün cahiliye devrinde evlendiği iki
hanımını boşadı. Birini Hz. Muaviye İbnu Ebû Süfyan nikahladı, diğerini de
Safvân İbnu Ümeyye.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye döndü.
Kureyş'ten Ebu Basîr müslüman olarak Medine'ye iltica etti. Mekkeliler onu
almak üzere arkasından iki adam gönderdiler.
"(Antlaşmada) bize verdiğin söz var, onu teslim et!" dediler. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) derhal onu onlara teslim etti. Bunlar Ebu Basîr'i alıp gittiler.
Yolda Zülhuleyfe nâm mevkiye gelince, (azıkları olan) hurmadan yemek üzere
konakladılar. Ebu Basîr onlardan birine:
"Vallahi şu kılıncı çok güzel görüyorum!" dedi. O, hemen
kınından sıyırıp:
"Doğru! Vallahi pek hârika! Onunla ne tecrübelerim var!"
dedi. Ebu Basîr:
"Hele bir göster, daha yakından bakayım!" deyip
kaptığıyla adama vurup öldürdü. Öbürü kaçıp Medine'ye geldi, koşarak Mescid'e
girdi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu görünce (yanındakilere):
"Bu adam her halde bir korku geçirmiş" dedi. Adam (aleyhissalâtu vesselâm)'a
gelince:
"Vallahi arkadaşım öldürüldü! Beni de öldürecek!" dedi.
Ebu Basîr (radıyallahu anh) da geldi.
"Ey Allah'ın Resulü! Allah senin zimmetini (taahhüdünü)
yerine getirdi, beni onlara iade ettin. Allah beni onlardan tekrar
kurtardı" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Harbi kızıştıranın anası ağlar. Keşke ona bir kişi daha
olsa!" cevabını verir. Ebu Basîr bu
sözü işitince anlar ki, Aleyhissalâtu vesselâm onu yine iade edecek. Hemen
oradan çıkıp deniz kenarına gelir [İs denen bir yere yerleşir].
Mekkelilerin elinden Ebu Cendel İbnu Suheyl de kurtulup Ebu
Basîr'e iltihak eder. Derken Kureyş'ten müslüman olan herkes Ebu Basîr'e
katılmaya başlar. Kısa zamanda orada bir grup teşekkül eder. Allah'a yemin
olsun. Kureyş'ten Şam'a gitmek üzere bir kervanın haberini aldılar mı, ona
saldırıp adamları öldürüyor, mallarına da el koyuyorlardı.
Kureyş Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a elçi gönderip,
Allah'ın adını ve aralarındaki akrabalık bağlarını hatırlatarak, Mekke'den
geleceklerin emniyette olacağını, yeter ki Ebu Basîr ve arkadaşlarının yaptığı
baskınların önlenmesini rica ettiler. [Bazı rivayette, bunu temin için Medine'ye bizzat Ebu
Süfyan'ın geldiği belirtilir.] Resulullah da onları Medine'ye çağırdı. Bunun
üzerine şu âyet nâzil oldu: "O size Mekke'nin karnında (hududu içinde),
onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin
ellerinizi onlardan çekendi. Allah ne yaparsanız hakkıyla görücüdür. Onlar,
küfreden, sizi Mescid-i Haram'dan ve alıkonulmuş hediyelerin mahalline
ulaşmasından men edenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız
mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden size bir vebal
isabet edecek olmasaydı (Allah size fetih için elbette izin verirdi). (Bunu)
kimi dilerse, onu rahmetine kavuşturmak için (yaptı). Eğer onlar seçilip
ayrılmış olsalardı biz onlardan küfredenleri muhakkak elem verici bir azaba
giriftar etmiştik bile. O küfredenler kalplerine o taassubu, o cahillik
taassubunu yerleştirdiği sırada idi ki hemen Allah, Resulünün ve mü'minlerin
üzerine kuvve-i maneviyesini indirdi, onları takva sözü üzerinde durdurdu.
Onlar da buna çok layık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir." (Feth
24-26).[89] [Buharî, Şurût 15, 1,
Hacc 106, Muhsar 3, Megâzî 35, Tefsir, Mümtahine 2; Ebu Dâvud, Cihad 168,
(2765, 2766), Sünnet 9, (4655).][90]
ـ4267 ـ2ـ
وعن علي
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]خَرَجَ
عُبْدَانُ
إلى رَسُولِ
اللّهِ #
يَوْمَ
الْحُدَيْبِيَةِ
قَبْلَ
الصُّلْحِ
فَكَتبَ
إلَيْهِ
مَوَالِيِهمْ
يَقُولُونَ:
يَا مُحَمّدُ
واللّهِ مَا
خَرَجُوا
إلَيْكَ
رَغْبَةً فى
دِينِكَ،
وَإنَّمَا
هَرَبُوا
مِنَ
الرِّقِّ.
فَقَالَ نَاسٌ:
رُدَّهُمْ
إَلَيْهِمْ.
فَغَضِبَ
رَسُولُ اللّهِ
# مِنْ ذلِكَ
وَقَالَ: مَا
أرَاكُمْ
تَنْتَهُونَ
يَا مَعْشَرَ
قُرَيْشِ
حَتّى
يَبْعَثَ اللّهُ
عَلَيْكُمْ
مَنْ
يَضْرِبُ
رِقَابَكُمْ،
وَأبَى أنّ
يَرُدَّهُمْ.
وَقَالَ: هُمْ
عُتَقَاءُ
اللّهِ
تَعالى مِنَ
النَّارِ[.
أخرجه أبُو
دَاود
والترمذي .
2. (4267)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hudeybiye günü
bir grup köle, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sulhtan önce gelmişti.
Efendileri (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Ey Muhammed, onlar senin yanına,
dinine iştiyak göstererek gelmiş değiller, kölelikten kaçtılar" diye
mektup yazdılar. (Ashabdan bazı) kimseler de:"
[Doğru söylüyorlar], onları sahiplerine geri ver!" dediler.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (şeriat bu çeşit sığınan müslümanları
hürler olarak kabul edip himaye vermeye hükmettiği halde müslümanların müşrik
dostlarının: "Bunlar din için değil, hürriyet için sana geldiler"
şeklindeki tahkiki mümkin olmayan aldatıcı sözlerini esas alıp geri
göndermelerini teklif etmelerine) öfkelenip:
"Ey Kureyşliler, öyle zannediyorum ki, siz böyle hükmederek,
Allah'ın, boyunlarınızı vuracak birini göndermesini bekliyorsunuz!" dedi
ve köleleri iade etmekten imtina etti ve:
"Onlar aziz ve celil olan Allah'ın âzadlılarıdır!"
buyurdu." [Ebu Dâvud, Cihad 136, (2700); Tirmizî, Menâkıb, Hz. Ali'nin
menâkıbı, (3716).][91]
ـ4268 ـ3ـ
وعن سلمة بن
ا‘كوع رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَدِمْنَا
الحُدَيْبِيَةَ
مَعَ رَسُولِ
اللّهِ #
وَنَحْنُ
أرْبَعَ
عَشْرَةَ
مِائَةً وَعَلَيْهَا
خَمْسُونَ
شاةً َ
تُرْوِيها. قَالَ:
فَقَعَدَ
رَسولُ
اللّهِ # على
جَبا الرَّكِيَّةِ.
فأمَّا دَعَا
وإمَّا
بَصَقَ فِيهَا
فَجَاشَتْ.
فَسَقَيْنَا
واسْتَقَيْنَا.
قَالَ: ثُمَّ
إنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
دَعَانَا لِلْبَيْعَةِ
فِى أصْلِ
الشَّجَرَةِ.
قَالَ: فَبَايَعْتُهُ
فِى أوَّلِ
النَّاسِ
ثُمَّ بايَعَ
وَبَايَعَ
حَتّى إذَا
كَانَ فى
وَسَطِ
النَّاسِ
قَالَ: بَايعْ
يَا سَلَمَةُ.
قُلْتُ: قَدْ
بَايَعْتُكَ
يَا رَسُولَ
اللّهِ فِى
أوَّلِ
النَّاسِ.
قَالَ:
وَأيْضاً،
وَرَآنِى رَسُولُ
اللّهِ #
عَزًِ
يَعْنِى
لَيْسَ
مَعَهُ سَِحٌ
فَأعْطَانِى
رَسُولُ
اللّهِ #
حَجَفَةً أوْ
دَرَقَةً،
ثُمَّ
بَايَعَ
حَتّى إذَا كَانَ
فِى آخِرِ
النَّاسِ
قَالَ: أَ
تُبَايِعُنِى
يَا
سَلَمَةُ؟
قَالَ قُلْتُ:
قَدْ
بَايَعْتُكَ
يَا رَسُولَ
اللّهِ في
أوَّلِ
النَّاسِ وَفى
أوْسَطِ
النَّاسِ.
قَالَ:
وَأيْضاً فَبَايَعْتُهُ
الثَّالِثَةَ.
ثُمَّ قَالَ
لِي: يَا
سَلَمَةُ
أيْنَ
حَجَفَتُكَ
أوْ دَرَقَتُكَ
الَّتِى
أعْطَيْتُكَ؟
قُلْتُ: يَا
رَسُولَ اللّهِ،
لَقىَنِى
عَمِّى
عَامِرٌ
عَزًِ فَأعْطَيْتُهُ
إيَّاهَا.
فَضَحِكَ
رَسولُ اللّهِ
# وَقَالَ:
إنَّكَ
كَالَّذِى
قَالَ ا‘وَّلُ:
اللَّهُمَّ
ابْغِِنِى
حَبِيباً
هُوَ أحَبُّ
إليَّ مِنْ
نَفْسِي.
ثُمَّ إنَّ
المُشْرِكِِينَ
رَاسَلُونَا
الصُّلْحَ
حَتّى مَشى بَعْضُنَا
في بَعْضٍ
وَاصْطَلَحْنَا.
قَالَ:
وَكُنْتُ تَبِيعاً
لِطَلْحَةَ
بْنِ
عُبَيْدِاللّهِ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
أسْقِي
فَرَسَهُ وَأحُسُّهُ
وَأخْدُمُهُ
وَآكُلُ مِنْ
طَعَامِهِ،
وَتَرَكْتُ
أهْلِي
وَمَالِِي
مُهَاجِراً
إلى اللّهِ
وَرَسُولِهِ
# قَالَ:
فَلمَّا
اصْطَلَحْنَا
نَحْنُ
وَأهْلُ
مَكَّةَ،
وَاخْتَلَطَ بَعْضُنَا
بِبَعْضٍ،
أتَيْتُ
شَجَرَةً فَكَسَحْتُ
شَوْكَهَا
فَاضْطَجَعْتُ
فِى أصْلِهَا.
قَالَ:
فَأتَانِي
أرْبَعَةٌ
مِنَ المُشْرِكِينَ
مِنْ أهْلِ
مَكَّةَ.
فَجَعَلُوا
يَقَعُونَ
فِى رَسُولِ
اللّهِ #
فَأبَغَضْتُهُمْ.
فَتَحَوَّلْتُ
إلى شَجَرَةٍ
أُخْرى،
وَعَلَّقُوا
سَِحَهُمْ
وَاضْطَجَعُوا.
فَبَيْنَمَا هُمْ
كَذلِكَ إذْ
نَادَى
مُنَادٍ مِنْ
أسْفَلِ
الْوَادِى:
يَا
لَلْمُهَاجِرِينَ؟
قُتِلَ ابْنُ
زُنَيْمٍ.
فَاخْتَرَطْتُ
سَيْفِى
ثُمَّ
شَدَدْتُ
عَلى
أُولِئِكَ
ا‘رْبَعَةِ
وَهُمْ
رُقُودٌ.
فأخَذْتُ
سَِحَهُمْ
فَجََعَلْتُهُ
ضِغْثاً فِى
يَدِى: ثُمَّ
قُلْتُ:
وَالَّذِى
كَرَّمَ
وَجْه
مُحَمَّدٍ # َ
يَرْفَعُ
أَحدٌ مِنْكُمْ
رَأسَهُ إَّ
ضَرَبْتُ
الَّذِى
فِىهِ عَيْنَاهُ.
قَالَ:
فَجِئْتُ
بِهِمْ
أُسُوقُهُمْ
إلى رسُولِ
اللّهِ #،
وَجَاءَ
عَمِّي عَامِرٌ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
بِرَجُلٍ
مِنَ الْعَبََتِ
يُقَالُ لَهُ
مِكْرَزٌ
يَقُودُهُ
إلى رسُولِ
اللّهِ # عَلى
فَرَسٍ
مُجَفّفٍ في
سَبْعِينَ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ.
فَنَظَرَ إلَيْهِمْ.
فَقَالَ:
دَعُوهُمْ
يَكُنْ
لَهُمْ بَدْءُ
الْفُجُورِ
وَثَنَاهُ،
فَعَفَا عَنْهُمْ.
فَأنْزَلَ
اللّهُ عَزَّ
وَجَلَّ:
وَهُوَ
الَّذِى
كَفَّ
أيْدِيَهُمْ
عَنْكُمْ
وَأيْدِيكُمْ
عَنْهُمْ
بِبَطْنِ
مَكَّةَ مِنْ
بَعْدِ أنْ
أظْفَرَكُمْ
عَلَيْهِمْ
اŒيةَ كُلَّهَا.
قَالَ: ثُمَّ
خَرَجْنَا
رَاجِعِينَ
إلى الْمَدِينَةِ
فَنَزَلْنَا
مَنْزًِ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَ بَنِى
لِحِْيَانَ
جَبَلٌ:
وَهَمَّ
الْمُشْرِكُونَ
فَاسْتَغْفَرَ
# لِمَنْ
رَقِىَ هذَا الْجَبَلَ
اللَّيْلَةَ.
كَأنَّهُ
طَلِيعَةٌ
لِلنَّبىِّ #.
قَالَ
سَلَمَةُ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه:
فَرَقِيتُ
تِلْكَ
اللَّيْلَةَ
مَرَّتَيْنِ
أوْ ثَثاً.
ثُمَّ
قَدِمْنَا
الْمَدِينَةَ
فَبَعَثَ #
بِظَهْرِهِ
مَعَ رَبَاحٍ
غَُمَ رَسُولِ
اللّهِ #
وَأنَا
مَعَهُ،
وَخَرَجْتُ
مَعَهُ
بِفَرَسِ
طَلْحَةَ
ابْنِ
عُبَيْدِاللّهِ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ
أُنَدِّيهِ
مَعَ
الظَّهْرِ
فَلَمَّا
أصْبَحْنَا
إذَا عَبْدُ
الرَّحْمنِ
الْفَزَارِىُّ
قَدْ أغَارَ
عَلى ظهْرِ النَّبِىِّ
#
فَاسْتَاقَهُ
أجْمَعَ
وَقَتَلَ
رَاعِيَهُ.
فَقُلْتُ: يَا
رَبَاحُ خُذْ
هَذَا
الْفَرَسَ
فَأبْلِغْهُ
طَلْحَةَ بنَ
عُبَيْدِاللّهِ
وَأخْبِرْ
رَسُولَ
اللّهِ # أنَّ
الْمُشْرِكِينَ
قَدْ
أغَارُوا
عَلى سَرْحِهِ.
ثُمَّ قُمْتُ
عَلى أكَمَةٍ
فَاسْتَقْبَلْتُ
الْمَدِينَةَ.
فَنَادَيْتُ
ثَثاً، يَا
صَبَاحَاه.
ثُمَّ
خَرَجْتُ فِى
أثَرِ
الْقَوْمِ أرْمِيهِمْ
بِالنَّبْلِ
وَأرْتَجِزُ
أقُولُ:أنَا
ابْنُ
ا‘كْوَعِ
وَالْيَوْمُ
يَوْمُ الرُّضَّعِفَألْحَق
رَجًُ
مِنْهُمْ
فأصُكُّ
سَهْماً فيِ
رَحْلِهِ
حَتّى خَلَصَ
نَصْلُ
السَّهْمِ إلى
كَتِفِهِ.
فَقُلْتُ:
خُذْهَا،وَأنَا
ابْنُ
ا‘كْوَعِ
وَالْيَوْمُ
يَوْمُ
الرُّضَّعِفَوَاللّهِ
مَا زِلْتُ
أرْمِيهِمْ
وَأعْقِرُ
بِهِمْ
فَإذَا
رَجَعَ إليَّ
فَارِسٌ أتَيْتُ
شَجَرََةً
فَجَلَسْتُ
فِى أصْلِهَا.
ثُمَّ
رَمَيْتُهُ
حتّى إذَا
تَضَايَقَ الْجَبَلُ
فَدَخَلُوا
فى
تَضَايُقِهِ
عَلَوْتُ
الجَبَلَ فَجَعَلْتُ
أرْمِيهِمْ
بِالْحِجَارَةِ.
فَمَا زِلْتُ
كذلِكَ
أتْبَعُهُمْ
حَتّى مَا خَلَقَ
اللّهُ مِنْ
بَعِيرٍ مِنْ
ظَهْرِ رَسُولِ
اللّهِ # إَّ
خَلَّفْتُهُ
وَرَاءَ
ظَهْرِى
وَخَلَّوْا
بَيْنِى
وَبَيْنَهُ
ثُمَّ اتَّبَعْتُهُمْ
أرْمِهِمْ
حَتّى
ألْقَوْا
أكْثَرَ مِنْ
ثَثِينَ
بُرْدَةً
وَثَثِينَ
رُمْحاً
يَسْتَخِفُّونَ،
وََ
يَطْرَحُونَ
شَيْئاً إَّ
جَعَلْتُ
عَلَيْهِ
آراماً مِنَ
الْحِجَارَةِ
لِيَعْرفَهَا
رسولُ اللّهِ
# وَأصْحَابُهُ
حَتّى أتَوْا
مُتَضَايِقاً
مِنْ ثَنِيَّةٍ.
فَإذَاهُمْ قَدْ
أتَاهُمْ
فَُنُ بنُ
بَدْرٍ
الْفَزَارِىُّ
فَجَلَسُوا
يَتَضَحَّوْنَ
يَعْنِى يَتَغَدَّوْنَ
وَجَلَسْتُ
عَلى رَأسِ
قَرْنٍ. قَالَ
الْفَزَارِىُّ:
مَا هَذَا
الَّذِى أرَى؟
فَقَالُوا
لَهُ:
لَقِىنَا
مِنْ هَذَا
الْبَرْحِ،
وَاللّهِ مَا
فَرَقْنَا
مُنْذُ غَلسٍ
يَرْمِينَا
حَتّى
انْتَزَعَ
كُلَّ شَىْءٍ
فِى أيْدِينَا.
قَالَ:
فَلْيَقُمْ
إلَيْهِ
نَفَرٌ مِنْكُمْ
أرْبَعَةٌ.
قَالَ:
فَصَعِدَ
إلَيَّ مِنْهُمْ
أرْبَعَةٌ
فِى
الْجَبَلِ
فَلَمَّا
أمْكَنُونِى
مِنَ
الْكََمِ،
قُلْتُ لَهُمْ:
تَعْرِفُونَنِى؟
قَالُوا: َ.
وَمَنْ أنْتَ.
قُلْتُ: أنَا
سَلَمَةُ
بْنُ
ا‘كْوَعِ،
وَالَّذِى كَرَّمَ
وَجْهَ
مُحَمَّدٍ # َ
أطْلُبُ
رَجًُ مِنْكُمْ
إَّ
أدْرَكْتُهُ،
وََ
يَطْلُبُنِى
رَجُلٌ
مِنْكُمْ
فَيُدْرِكَنِى.
قَالَ أَحَدُهُمْ:
أنَا أظُنُّ.
قَالَ:
فَرَجَعُوا
فَمَا
بَرِحتُ
مكَانِى
حَتّى
رَأيْتُ
فَوَارِسَ
رَسُولِ
اللّهِ #
يَتَخَلَّلُونَ
الشَّجَرَ. فإذَا
أوَّلُهُمْ
اَخْرَمُ
ا‘سَدِىُّ
عَلى أثرِهِ
أبُو
مِقْدَادُ
ا‘نْصَارِىُّ،
وَعلى اَثَرِهِ
المِقْدَادُ
بْنُ ا‘سْوَدِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهم.
فَأخَذْتُ
بِعِنَانِ
ا‘خْرَامِ
قَالَ:
فَوَلَّوا
مُدْبِرِينَ.
فَقُلْتُ: يَا
أخْرَمُ
اَحْذَرْهُمْ
َ
يَقْتَطِعُوكَ،
حَتّى
تَلْحَقَ
رَسُولَ
اللّهِ #
وَأصْحَابَهُ.
فقَالَ: يَا
سَلَمَةُ إنْ
كُنْتَ
تُؤْمِنُ بِاللّهِ
وَالْيَوْمِ
اŒخِرِ،
وَتَعْلَمُ أنَّ
الْجَنَّةَ
حَقٌّ
وَالنَّارَ
حَقٌّ فََ
تَحُلْ
بَيْنِى
وَبَيْنَ
الشَّهَادَةِ.
قَالَ: فَخَلَّيْتُهُ
فَالْتَقى
هُوَ
وَعَبْدُالرَّحْمنِ
فَعَقَرَ
بعَبْدِالرَّحْمنِ
فَرَسَهُ
وَطَعَنَهُ
عَبْدُالرَّحْمنِ
فَقَتَلَهُ،
وَتَحَوَّلَ
عَلى
فَرَسِهِ
وَلَحِقَ أبُو
قَتَادَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
فَارِسُ
رَسُولِ
اللّهِ #
بِعَبْدِ
الرَّحْمنِ
فَطَعَنَهُ
فَقَتَلَهُ.
فَوَالَّذِى
كَرَّمَ
وَجْهَ
مُحَمَّدٍ لَتَبِعْتُهُمْ
أعْدُو عَلى
رِجْلىَّ مَا
أرَى
وَرَائِى
مِنْ
أصْحَابِ
رسولِ اللّهِ
# وََ
غُبَارَهُمْ
شَيْئاً.
حَتّى
عَدَلُوا قَبْلَ
غُرُوبِ
الشَّمْسِ
إلى شِعْبٍ
فِيهِ مَاءٌ
يُقَالُ لَهُ
ذُو قَرَدٍ
لِيَشْرَبُوا
مِنْهُ
وَهُمْ
عِطَاشٌ.
فَنَظَرُوا
إلىَّ أعْدُو
وَرَاءَهُمْ
فَحَلَّيْتُهُمْ
عَنْهُ فَما
ذَاقُوا
مِنْهُ
قَطْرَةً.
فَخَرَجُوا
يَشْتَدُّونَ
فِى
ثَنِيَّةٍ.
قَالَ:
فَأعْدُو
فَألْحَقُ
رَجًُ
مِنْهُمْ
فَأصُكُّهُ
بِسَهْمٍ فِى
نِغْضِ
كَتِفِهِ.
فَقُلْتُ:
خُذْهَا، وَأنَا
ابْنُ ا‘كْوَعِ
وَالْيَوْمُ
يَوْمُ
الرُّضَّعِ. فَقَالَ:
يَاثَكِلَتْهُ
أُمُّهُ
أكْوَعُهُ بُكْرَةً.
قُلْتُ:
نَعَمْ يَا
عَدُوَّ
نَفْسِهِ.
أكْوَعُكَ
بُكْرَةً،
وَأرْدَوْا
فَرَسَيْنِ
عَلى
الثَّنِيَّةِ
فَجِئْتُ
بِهِمَا
أسُوقُهُمَا
إلى رَسُولِ
اللّهِ #.
قَالَ: وَلَحِقَنِى
عَمِّى
عَامِرُ بْنُ
ا‘كْوَعِ
بِسَطِيحَةٍ
فِيهَا
مَذْقَةٌ
مِنْ لَبَنٍ
وَسَطِيحَةٍ
فِيهَا مَاءٌ.
فَتَوَضَأْتُ
وَشَرِبْتُ. ثُمَّ
أتَيْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
وَهُوَ عَلى الْمَاءِ
الَّذِى
حَلَّيْتُهُمْ
عَنْهُ فإذَا
رَسُولُ
اللّهِ # قَدْ
َأَخَذَ
تِلْكَ ا“بِلَ
وَكُلَّ
شَىْءٍ
اِسْتَنْقَذْتُهُ
مِنَ الْمُشْرِكِينَ
وَكُلَّ
رُمْحٍ
وَبُرْدَةٍ.
وَإذَا بَِلٌ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
نَحَرَ نَاقَةً
مِنْ تِلْكَ
ا“بِلِ
الَّتِى
اسْتَنْقَذَتْ.
فَإذَا هُوَ
يَشْوِى
لِرَسُولِ
اللّهِ # مِنْ
كَبِدِهَا
وَسَنَامِهَا.
قَالَ: فَقُلْتُ
يَا رسُولَ
اللّهِ
خَلِّنِى
فَأنْتَخِبَ
مِنَ الْقَوْمِ
مِائَةَ
رَجُلٍ
فَأتْبَعُ
الْقَوْمَ،
فََ يَبْقى
مِنْهُمْ
مُخْبِرٌ إَّ
قَتَلْتُهُ
فَضَحِكَ
رَسولُ
اللّهِ #
حَتّى بَدَتْ
نَوَاجِذُهُ
فِى ضَوْءِ
النَّهَارِ.
وَقَالَ: يَا
سَلَمَةُ
أتُرَاكَ
كُنْتَ فَاعًِ.
قُلْتُ: نَعَمْ،
وَالَّذِى
أكْرَمَكَ.
قَالَ: إنَّهُمُ
اŒنَ
لَيُقْرَوْنَ
فِى أرْضِ
غَطَفَانَ. فَجَاءَ
رَجُلٌ مِنْ
غَطَفَانَ
فَقَالَ: نَحَرَ
لَهُمْ فُنٌ
جَزُوراً.
فَلَمَّا
كَشَفُوا
جِلْدَهَا
رَأوْا
غُبَاراً.
فَقَالُوا: أتَاكُمُ
الْقَوْمُ
فَخَرَجُوا
هَارِبِينَ.
قَالَ: فَلَمَّا
أصْبَحْنَا
قَالَ رسُولُ
اللّهِ # كَانَ
خَيْرُ
فُرْسَانِنَا
الْيَوْمَ
أبُو قَتَادَةَ.
وَخَيْرُ
رَجَّالَتِنَا
سَلَمَةُ. ثُمَّ
أعْطَانى
رَسُولُ
اللّهِ #
سَهْمَيْنِ سَهْمَ
الْفَارِسِ،
وَسَهْمُ
الرَّاجِلِ،
جَمَعَهُمَا
لِي جَمِيعاً.
ثُمَّ
أرْدَفَنِي
رَسُولُ
اللّهِ #
وَرَاءَهُ
عَلى
الْعَضْبَاءِ
رَاجِعِينَ
إلى
الْمَدِينَةِ.
قَالَ: فَبَيْنَمَا
نَحْنُ
نَسِيرُ
وَكَانَ
رَجُلٌ مِنَ
ا‘نْصَارِ َ
يُسْبَقُ
شَدّاً.
فَجَعَلَ يَقُولُ:
أَ مُسَابِقٌ
إلى
الْمَدِينَةِ!
هَلْ مِنْ
مُسَابقٍ؟
فَجَعَلَ
يُعِدُ ذلِكَ.
فَلَمَّا سَمِعْتُ
كََمَهُ
قُلْتُ: أمَا
تُكْرِهُ كَرِيماً
وََ تَهَابُ
شَرِيفاً؟
قَالَ: َ إَّ
أنْ يَكُونَ
رسولَ اللّهِ
#. قَالَ:
فَقُلْتُ يَا
رسُولَ
اللّهِ:
بِأبِي أنْتَ
وَأُمِّى، ذَرْنِى
فَ‘ُسَابِقِ
الرَّجُلَ.
قَالَ: إنْ
شِئْتَ.
قَالَ:
فَقُلْتُ
أذْهَبُ
إلَيْكَ،
فَثَنَيْتُ
رِجْلَيَّ
فَظَفَرْتُ
فَعَدَوْتُ فَرَبَطْتُ
عَلَيْهِ
شَرَفاً أوْ
شَرَفَيْنِ
أسْتَبْقِى
نَفَسِى.
ثُمَّ
عَدَوْتُ فِى أثَرِهِ
فَرَبَطْتُ
عَلَيْهِ
شَرفاً أوْ شَرَفَيْنِ.
ثُمَّ إنِّى
رَفَعْتُ
حَتّى ألْحَقَهُ
فَأصُكُّهُ
بَيْنَ
كَتِفَيْهِ.
قَالَ:
فَقُلْتُ قَدْ
سُبِقْتُ
واللّهِ.
قَالَ: أنَا
أظُنَّ. فَسَبَقْتُهُ
إلى
المَدِينَةِ
فَواللّهِ
مَا لَبِثْنَا
إَّ ثَثَ
لَيَالٍ
حَتّى
خَرَجْنَا
إلى خَيْبَرَ
مَعَ رَسُولِ
اللّهِ #
فَجَعَلَ
عَمِّى
عَامِرُ
ا‘كْوَعِ
يَرْتَجِزُ
بِالْقَوْمِ
وَيَقُولُ:وَاللّهِ
لَوَْ اللّهُ
مَا اهْتَدَيْنَا
وََ
تَصَدَّقْنَا
وََ صَلَّيْنَاوَنَحْنُ
عَنْ
فَضْلِكَ مَا
اسْتغَنَيْنَا
فَثَبِّتِ
ا‘قْدَامَ إنْ
َ قَيْنَا وَأنْزِلَنْ
سَكِينَةً
عََلَيْنَافقَالَ
#: مَنْ هذَا
السَّابِقُ؟
قَالَ: أنَا
عَامِرُ بْنُ
ا‘كْوَعِ.
قَالَ: غُفِرَ
لَكَ يَا
عَامِرُ،
وَمَا اسْتَغْفَرَ
رَسُولُ
اللّهِ #
لِرَجُلٍ
يَخُصُّهُ
إَّ
اسْتُشْهِدَ.
قَالَ:
فَنَادَى
عُمَرُ بْنُ
الْخَطَّابِ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه؛
وَهُوَ
عَلى جَمَلٍ
لَهُ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ لَوَْ
أمْتَعْتَنَا
بِعَامِرٍ؟ فَلَمَّا
قَدِمَ
خَيْبَرُ
خَرَجَ
مَلِكُهُمْ
مَرْحَبٌ
يَخْطِرُ
بِسَيْفِهِ
يَقُولُ:قَدْ
عَلمتْ خَيْبَرُ
أنِّى
مَرْحَبُشَاكِى
السَِّحِ
بَطَلٌ
مُجَرَّبُ
إذَا
الْحُرُوبُ
أقْبَلَتْ تَلَهَّبُفَتَقَدَّمَ
إلَيْهِ
عَمِّى
عَامِرٌ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه،
فَقَالَ:قَدْ
عَلِمَتْ
خَيْبَرُ
أنِّى
عَامِرُ
شَاكِى
السََّحِ
بَطَلٌ مُغَامِرُفَاختَلَقَا
ضَرْبَتَيْنِ
فَوَقَعَ سَيْفُ
مَرْحَبٍ فِى
تُرْسِ
عَمِّى
عَامِرٍ
وَذَهَبَ
عَامِرٌ
يَسْفُلُ
لَهُ فَرََجَعَ
سَيْفُهُ
عَلى
نَفْسِهِ
فَقَطَعَ
أكْحَلَهُ.
فَكَانَتْ
فِيهَا
نَفْسُهُ.
قَالَ سَلَمَةٌ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
فَخَرَجْتُ
فَإذَا
نَفَرٌ مِنْ
أصْحَابِ
رَسُولِ
اللّهِ #
يَقُولُونَ:
بَطَلَ
عَمَلُ
عَامِرٍ،
قَتَلَ
نَفْسَهُ.
قَالَ: فَأتَيْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #.
فَقُلْتُ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ،
بَطَلَ
عَمَلُ
عَامِرٍ. قَالَ:
مَنْ قَالَ
ذلِكَ؟
قُلْتُ: نَاسٌ
مِنْ أصْحَابِكَ.
فقَالَ:
كَذَبَ مَنْ
قَالَ ذلِكَ. بَلْ
لَهُ أجْرُهُ
مَرَّتَيْنِ.
ثُمَّ أرْسَلَنِى
إلى عَلِىِي
بْنِ أبِي
طَالِبٍ رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
وَهُوَ
أرْمَدُ.
فقَالَ: ‘عْطِيَنَّ
الرَّايَةَ
غَداً رَجًُ
يُحِبُّ اللّهَ
وَرَسُولَهُ،
وَيُحِبُّهُ
اللّهُ وَرَسُولُهُ.
فَأتَيْتُ
عَلِيّاً
فَجِئْتُ بِهِ
أقُودُهُ
وَهُوَ
أرْمَدُ.
فَبَصَقَ
رسولُ اللّهِ
# فِى
عَيْنَيْهِ
فَبَرأ
وَأعْطَاهُ
الرَّايَةَ؛
وَخَرَجَ
مَرْحَبٌ
فقَالَ: قَدْ
عَلِمَتْ
خَيْبَرُ
أنِّى
مَرْحَبُ
شَاكِي
السَِّحِ
بَطَلٌ
مُجَرَّبُ إذَا
الْحُرُوبُ
أقْبَلَتْ
تَلَهَّبُفقَالَ
عَلَيٌّ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه:أنَا
الَّذِى
سَمَّتْنِي
أُمِّي
حَيْدَرَه كَلَيْثِ
غَابَاتٍ
كَرِيهِ
الْمَنْظَرَه
أُوفِىهِمْ
بِالصَّاعِ
نَيْلَ
السَّنْدَرَهثُمَّ
ضَرَبَ رَأسَ
مَرْحَبٍ
فقَتَلَهُ،
وَكَانَ
الْفَتْحُ
عَلى يَدِهِ[.
أخرجه مسلم.و»الرَّكِيّةُ«
الْبِئْرُ.و»جَبَاهَا«
التُّرَابُ
الَّذِى
أخْرَجَ
مِنْهَا
وَجَعَلَ
حَوْلَهَا.و»العُزُل«
الَّذِى َ
سَِحَ
مَعَهُ.وَ»أبغِنِي«
أعْطِنِي.وَ»وَاسُونَا«
مِنَ
الْمُوَاسَاةِ:
اَلْمُشَارَكَةُ
وَالْمُوَافَقَةُ.و»التَّبيعُ«
اَلْخَادِمُ
الَّذِي
يَتَّبِعُ
مَخْدُومَهُ.و»كَسَحْتُ
شَوَكَهَا« أي
نحيته.و»الضَّغثُ«
أُمِّيَّةَ
الصُّغْرى
مِنْ
قُرَيْشٍ وَالنَّسَبُ
إلَيْهِمْ
عَبلى.و»المُجَفّفُ«
الَّذِى
عَلَيْهِ
تَجَافِيفٌ
تَستره فِي
الْحَرْبِ.و»بَدْءُ
الُجُورِ
وَثَنَاهُ«
أوَّلُهُ
وَثَانِىهِ.وَ»الطَّلِيعةُ«
الجَاسُوسُ.و»الظَّهْرُ«
مَا يُعَدُّ
مِنَ ا“بِلِ
لِلرُّكُوبِ
وَا‘حْمَالِ.و»السَّرْحُ«
المواشى السائمة.و»ا‘كمةُ«
الرَّابِيَةُ
وَنَحْوُهَا .
وَقوله
»يَا
صَبَاحَاهُ«
أرَادَ
يَوْمَ الصَّبَاحِ
وَهُوَ
يَوْمُ
الْغَارَةِ.و»يَوْمُ
الرُّضَّعِ«
يَوْمُ هََكِ
الّلِئَامِ
الَّذِينَ
يَرْضَعُونَ
ا“بِلِ وََ
يَحْلِبُونَهَا
خَوْفاً مِنْ
أنْ يَسْمَعَ
حَلَبَهَا مُسْتَمِعٌ
فَيَسْألُهُمْ
لَبَناً.و»الصَّكُّ«
الضَّرْبُ.و»الرَّحْلُ«
كَوْرُ
النَّاقَةِ،
وَأضَافَهُ إلَيْهِ
رَاكِبٌ
عَلَيْهِ.و»البُرْدَةُ«
ضَرْبٌْ مِنَ
الثِّيَابِ.و»اَŒرامُ«
ا‘عَْمُ مِنَ
الْحِجَارَةِ.و»القَرْنُ«
جَبِيلٌ
قَصِيرٌ مُنْفَرِدٌ.و»الغَلَسُ«
ظَلَمَةُ
آخِرِ اللَّيْلِ.و»اِقتضاعُ«
أخْذُ
الشَّىْءِ
وَاِنْفِرَادُ
بِهِ.و»الشِّعْبُ«
الْفُرْجَةُ
بَيْنَ الْجَبَلَيْنِ
كَالْوَادِى.وَ»حَلَّيْتُهُمْ«
عَنِ
الْمَاءِ
بِالْمُهْلَمَةِ:
أىْ طَرَدْتُهُمْ.و»يَسْنِدُونَ«
يَصْعَدُون
في الْجَبَلِ.و»نِغْضُ
الكَتِفَ«
هُوَ
الْغَضرُوفُ
الْكَبِيرُ
الَّذِى عَلى
أعَْهُ.وَقَوْلُهُ
»أكْوَعُهُ
بُكْرَةً« أى
سَألَهُ
أنْتَ
ا‘كْوَعِ الَّذِى
يَتَّبِعُنَا
بُكْرَةً.
فقَالَ:
نَعَمْ.و»أرْدَوْا
فَرَسِينَ« أى
تَرَكُوهُمَا
وَلَمْ
يَقِفُوا
عَلَيْهُمَا
هَرَباً
وَخَوْفاً
أنْ
يَلْحَقَهُمْ.و»ا“نْتِخَابُ«
اِخْتِيَارُ
وَاِنْتِقَاءُ
.
و»القِرَى«
الضِّيَافَةُ.و»الجَزُورُ«
الْبَعِيرُ
ذَكَراً
كَانَ أوْ
أُنْثى.وَ»العَضَبَاءُ«
لَقَبٌ
نَاقَةِ
النَّبِىِّ #
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
وَلَمْ
تَكُنْ
كذلِكَ أىْ
مَشْقُوقَةُ
ا‘ُذُنِ.و»رَبَطْتُ«
أى
تَأخَّرْتُ.و»شَرَّفُ«
الشَّوْطُ
وَالْقِدْرُ
الْمَعْلُومُ
فِي
الْمَسَافَةِ.وَ»يَخطرُ
بِسَيفِهِ« أى
يَهُزُّهُ
مُعْجِياً
بِنَفْسِهِ،
وَقِيلَ
أرَادَ أنْ
يَخْطُرَ فِى
مَشْيَتِهِ
مُعْجِباً
بِنَفْسِهِ
وَسَيْفُهُ فِى
يَدِهِ.وَ»شَاكِى
السَِّحِ« أىْ
ذُو شِدَّةٍ
وَشَوْكَةٍ
وَحِدَّةٍ
فِى
سََحِهِ.و»سفلتُ«
لَهُ أسْفَلَ
فِي
الضَّرْبِ
إذَا
عَمَدْتَ
ضَرْبَ أسَافِلِهِ
مِنْ
وَسَطِهِ إلى
قَدَمَيْهِ.و»حَيدرةُ«
اِسْمُ
ا‘سَدِ،
سَمَّتْ
عَلِيّاً أُمُّهُ
بِذلِكَ،
وَكَانَ
أبُوهُ
غَائِباً فَلَمَّا
قَدِمَ
سَمَّاهُ
عَلِيّاً.و»السَّنْدَرةُ«
مِكْيَالُ
ضَخْمٍ .
3. (4268)- Seleme İbnu'l-Ekva' (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hudeybiye'ye geldik.
Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara
bile yetmiyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuyunun kenarına oturdu.
(İyice hatırlıyamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun
suyu coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık. Sonra
Aleyhissalâtu vesselâm, bizi bir ağacın altında biat etmeye çağırdı.
Önce ben biat ettim, sonra herkes gelip sırayla biat etti. Nihayet
halkın ortasında kalınca:
"Ey Seleme, biat et!" buyurdu."
"Ey Allah'ın Resulü, en başta ben biat ettim!" dedim.
"Yine de!" buyurdu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni çıplak, yani silahsız
bulmuştu. Bana deriden yapılmış bir kalkan verdi. Sonra bey'at almaya devam
etti. Son kişiden de bey'at alınca:"Ey Seleme, sen bana biat
etmiyormusun?" dedi.
"Ey Allah'ın Resulü, ben sana, başta da, ortada (da olmak
üzere) iki kere biat ettim" dedim.
"Olsun, yine de" buyurdu. Ben de üçüncü sefer biat
ettim. Sonra bana: "Ey Seleme!
Benim sana verdiğim kalkanın nerede?" dedi.
"Ey Allah'ın resulü dedim, amcam Âmir çıplak olarak bana rastladı, ben de kalkanı ona verdim. Bu sözüm
üzerine Aleyhissalâtu vesselâm güldü ve:
"Sen, dedi, vaktin birinde adamın dediği gibisin:
"Allahım, demiş, bana öyle bir dost ver ki, o bana, kendi nefsimden daha
sevgili olsun!"
Sonra müşrikler bizimle sulh hususunda haberleşmeye başladılar.
Öyle ki, birbirimize gidip gelmeler oldu. (Sonunda) sulh yaptık. Ben Talha İbni
Ubeydillah (radıyallahu anh)'ın hizmetçisi idim. Atını sular, kaşağılar,
kendine de hizmet eder, yemeğinden yerdim. (Çünkü) Allah ve Resulü yolunda
hicret için malımı ve âilemi
terketmiştim.
Biz ve Mekkeliler aramızda sulh yapınca, birbirimizle karıştık.
Ben bir ağacın yanına gelip dikenlerini süpürerek dibine yattım. Mekke
halkından dört müşrik yanıma geldi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
hakaret etmeye başladılar. Ben onlara kızdım ve bir başka ağacın dibine geçtim.
Silahlarını ağaca asıp yattılar.
Onlar bu vaziyette iken vadinin aşağısından bir münadi şöyle
sesleniyordu.
"Muhacirlerin imdadına yetişin! İbnu Züneym öldürüldü!"
Hemen kılıncımı çekip, bu uyuyan dört
kişiye hızla yürüyüp silahlarını aldım,
elimde deste yapıp, sonra da:
"Muhammed'in yüzünü mükerrem kılan o Zât'a yemin olsun, sakın
sizden kimse başını kaldırmasın. İki gözü taşıyan (kellesini) uçururum!"
dedim. Sonra onları sürerek Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirdim. O
sırada amcam Âmir (radıyallahu anh) da Abelât'tan Mikrez denilen bir adamı,
üzeri çullanmış bir at üzerinde beraberinde yetmiş müşrik olduğu halde Resulullah'a getirdi. Aleyhissalâtu vesselâm
onlara bir nazar edip:
"Bırakın onları,
fücurun başı da sonu da onların
olsun!" dedi ve hepsini affetti. Bunun üzerine Allah Teâlâ hazretleri şu
âyeti indirdi:
"O sizi Mekke'nin karnında (hududu içinde) onlara karşı
muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan
çekendi..." (Fetih 24-26).
Sonra Medine'ye müteveccihen oradan ayrıldı. Benî Lihyan ile
aramızda bir dağın yer aldığı bir yerde konaklardık. Benî Lihyan'ın hepsi
müşrik idi. Aleyhissalâtu vesselâm geceleyin dağa tırmanacak kimseye
istiğfarda bulundu. Sanki o kimse Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la
ashabının gözcülüğünü yapacaktı. O gece iki veya üç kere dağa çıktım.
Sonra Medine'ye geldik. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yük
develerini, beraberinde, ben de olduğum halde, hizmetcisi Rabâh ile gönderdi.
Ben onun maiyyetine Talha İbni Ubeydillah (radıyallahu anh)'ın atı ile çıktım.
Ben atı develerle birlikte kırasıya götürüp getiriyordum.
Sabahleyin bir de ne göreyim! Abdurrahman el-Fezârî, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın develerini yağmalamış, hepsini götürmüş, çobanı da
öldürmüş.
"Ey Rabâh! dedim, şu atı al; durumu Talha İbni Ubeydillah'a
bildir, Resulullah'a haber ver ve de ki: "Müşrikler mer'adaki sürüyü
yağmaladılar. Sonra bir tepenin üzerine çıkarak Medine'ye yönelip üç defa nida
ettim:
"Ey Sabâhım!"
Sonra adamların arkasından ok atmak üzere çıktım ve şunları da
terennüm ediyordum:
"Ben İbnu'l-Ekva'ım, bugün alçakların vay haline! Onlardan
birine kavuştum ve semerine bir ok attım. Hatta okun kanadı omuzuna değdi.
"Al bunu!" dedim.
Ben İbnu'l-Ekva'ım, Bugün alçakların vay haline! Vallahi onlara
atıyor ve yaralıyordum. Bir atlı bana dönecek olsa, bir ağaca gelip dibine
oturuyordum. Sonra tekrar atıyordum. Derken dağ(ın vadisi) daraldı. Dar yere
girdiler. Ben, dağa tırmandım. Onlara taş atmaya başladım. Böylece onları takib
etmeye devam ettim. Öyle ki, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
hayvanlarından Allah'ın yarattığı hiç bir deve yoktu ki arkama almamış olayım.
Böylece müşrikler benimle hayvanların arasından çekildiler.
Sonra onlara ok atarak arkalarını takip ettim. Nihayet otuzdan
fazla bürde ve otuz mızrak bıraktılar. (Hızlı kaçabilmek için) hafiflemek
istiyorlardı. Bir şey atacak olsalar, üzerine taşlardan nişan koyuyordum. Ta
ki, Resulullah ve ashabı onları tanısın. Böyle gide gide dar bir dağ yoluna
geldiler. Bir de ne görsünler! Yanlarına Bedr el Fezârî'nin falan oğlu gelmiş. Hemen kuşluk yemeği yemek üzere
oturdular. Ben de bir tümseğin üzerine oturdum. Fezârî:
"Şu gördüğüm de ne?" diye sordu.
"Bununla başımız belada! Vallahi sabahın köründen beri
peşimizde. Bize durmadan atıyor. Elimizde ne varsa çekip aldı" dediler.
"Öyleyse sizden ona dört kişi gitsin!" dedi. Böylece
bana müteveccihen dört kişi ayrıldı ve dağa tırmandı. Bana konuşma imkânı
verdikleri vakit, onlara:"Beni tanıyor musunuz?" dedim."Hayır,
sen kimsin?" dediler.
"Ben Seleme İbnu'l-Ekva'ım, Muhammed'in yüzünü şereflendiren
Zâta yemin olsun sizden kimi istesem mutlaka yakalarım. Ama sizden kimse beni
yakalayamaz!" dedim. Onlardan bir adam:
"Ben biliyorum!" dedi ve geri döndüler. Ben yerimden
ayrılmadım. Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın atlılarını, ağaçların
arasına girerken gördüm. En önde el-Ahram el-Esedî, arkasında Ebu Katâde
el-Ensârî, onun arkasında el-Mikdâd İbnu'l-Esved (radıyallahu anh) vardı.
Ahram'ın atının gemini tuttum. (Bu sırada) küffar dönüp gitti. Ahrâm'a:
"Ey Ahrâm! Bunlardan sakın. Resulullah ve ashabı gelinceye
kadar yolunu kesmesinler!" dedim. Bana:
"Ey Seleme! Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyor, cennetin
de cehennemin de hak olduğunu biliyorsan, benimle şehadet arasına engel olma!" dedi. Ben de onu
bıraktım. Abdurrahman'la karşılaştılar.
Abdurrahman'ın atını hemen öldürdü. Abdurrahman da onu yaralayarak öldürdü ve
onun atına atladı. Derken Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın süvarisi Ebu
Katâde (radıyallahu anh) Abdurrahmân'a yetişti, yaralayıp öldürdü. Muhammed'in
yüzünü şerefli kılan Zât'a yemin olsun, ben onları yaya koşarak takip ettim.
Öyle ki, arkamda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı ve tozları
sebebiyle bir şey görmüyordum. Gün batımı öncesine kadar böyle devam ettik. Bu sırada
bir dağ yoluna saptılar, orada Zû-Karad denen bir su vardı. Sudan içmek için
sapılmıştı, çünkü susamışlardı. Peşlerinden koşarak gelen bana baktılar. Ben
onları bundan uzaklaştırdım, bir damla bile
tadamadılar. Oradan çıkıp zorluk veren bir dağ yoluna saptılar. Ben
koşup onlardan bir adama yetiştim, omuz kemiğine bir ok sapladım.
"Al bunu! Ben İbnu'l-Ekvâ'ım. Bugün alçakların vay
hâline!" dedim.
"Anasız kalasıca! Bu, sabahki Ekvâ'mı?" dedi.
"Evet ey kendinin düşmanı! Sabahki Ekvâ'ım!" dedim. Dağ yoluna iki at bıraktılar. Onları
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirdim. Amcam Âmir İbnu'l-Ekvâ da
birinde sulandırılmış süt diğerinde su
bulunan iki kapla bana yetişti. Hem içtim, hem abdest aldım.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a geldim. Az önce
kâfirleri başından kovaladığım suyun
başında idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, bütün develeri ve
müşriklerden kurtardığım bütün eşyaları, bürdeleri, mızrakları almış buldum.
Bilal (radıyallahu anh) da kurtardığım o develerden birini kesmiş, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a ciğerini ve hörgücünü kızartıyordu.
"Ey Allah'ın Resûlü! Beni bırak, ashabtan yüz kişi seçip
müşrikleri takip edeyim, geriye bıraktıkları bütün habercilerini
geberteyim!" dedim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yan dişleri gündüz
ışığında görününceye kadar güldü.
"Ey Seleme! buyurdu, kendini bunu yapabilecek güçte görüyor
musun?"
"Evet dedim, seni şerefli kılan Zât'a yemin olsun!
Evet!"
"Şimdi onlara Gatafan yurdunda ziyafet verilmektedir"
dedi. Derken Gatafanlı bir adam geldi ve: "Onlara falan kişi bir deve
kesmişti, derisini soyar soymaz bir toz gördüler ve:
"Düşman size de gelmiş" deyip kaçıp gittiler" dedi.
(Geceyi orada geçirdik.) Sabah olunca Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Bugün en hayırlı süvarimiz Ebu Katade, en hayırlı piyademiz
de Seleme idi" buyurdu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana iki hisse
verdi: Biri süvari hissesi, biri de piyade hissesi idi. Bana bu iki hisseyi de
vermişti.
Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devesi Adbâ'nın
terkisine beni alarak Medine'ye müteveccihen hareket etti. Biz yolda giderken,
yaya yürüyüşünde hiç kimsenin kendisini
geçemediği Ensar'dan bir adam:
"Medine'ye kadar yarış yapacak var mı; koşucu yok mu? demeye
başladı. Bu sözünü habire tekrar ediyordu. Sesini işitince:
"Sen hiç bir iyiye ikram etmez, hiç bir şerefliyi saymaz
mısın?" dedim.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) hariç hayır!" dedi.
Ben (aleyhissalâtu vesselâm)'a yönelip:
"Ey Allah'ın Resulü! Annem babam sana kurban olsun, bana
müsaade buyurun, şu adamla yarışayım!" dedim.
"Sen bilirsin!" buyurdular. Adama:
"Geliyorum hazır ol!" dedim. Ayaklarımı ayarlayıp
sıçradım, koştum. Nefesimi canlı tutmak için bir veya iki tepede kendimi
tuttum. Sonra yine onun peşinden koştum. Yine bir-iki tepede kendimi tuttum.
Sonra yetişmek ve omuzları arasına dokunmak için (tabanları) kaldırdım. [Ve
dokundum].
"Geçildin, vallahi seni geçtim!" dedim.
"Biliyorum!" dedi. Medine'ye varıncaya kadar onu geçtim.
Vallahi Medine'de üç gece kalıp, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte hemen Hayber'e gittik. Yolda amcam Âmir İbnu'l-Ekvâ, halka şu
beyitleri terennüm etti:
"Vallahi Allah olmasaydı hidayeti bulamazdık.
Ne sadaka verir ne de namaz kılardık.
Biz senin fazlından müstağni değiliz,
Düşmanla karşılaşınca ayağımıza sebat ver.
Üzerimize sekîne (kuvve-i mânevî) indir.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Bu da
kim?"dedi. Amcam:
"Ben Âmir İbnu'l-Ekvâ" cevabını verdi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Mağfiret göresin Ey Âmir!" diye dua buyurdu. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir kimseye mağfiret dilediğinde bulundu mu mutlaka
şehid olurdu. Bunun üzerine Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh) kendi
devesinin üstünde seslendi.
"Ey Allah'ın Resûlü! Keşke bizi Âmir'le faydalandırsan!"
Hayber'e vardığımız zaman, kralları Merhab kılıncı elinde (karşımıza) çıktı.
Şöyle söylüyordu:"
Hayber bilir ki ben Merhab'ım,
Silahı tamam tecrübeli bir kahraman.
Savaş olunca alevlenen bir yiğit!"
Amcam Âmir (radıyallahu anh) da ilerleyip şunları söyledi:
"Hayber benim de Âmir olduğumu bilir.
Silahı tam yiğit kahraman."
Hemen iki darbe birbirine girdi. Merhab'ın kılıncı amcam Âmir'in
kalkanının içine rastladı. Âmir onu alttan vurmaya yeltendi. Ama kılıcı kendine
döndü ve ana damarını kesti. Ölümü de bundan oldu.
(Bir ara) dışarı çıktım. Bir de ne göreyim! Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından birkaç kişi:
"Âmir'in ameli bâtıl oldu, o kendi kendini öldürdü!"
demezler mi! Hemen ağlayarak Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldim.
"Ey Allah'ın resulü! Âmir'in ameli bâtıl mı oldu?" dedim.
"Bunu kim söyledi?" buyurdular.
"Ashabınızdan bazıları!" dedim.
"Bunu kim söylemişse yanılmış. Bilakis onun ecri iki
kattır!" buyurdular. Sonra beni Ali
İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh)'a gönderdiler. O gözünden hasta idi. Bu
arada Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sancağı yarın öyle bir zata vereceğim ki Allah ve Resulü'nü
sever; Allah ve Resulü de onu sever" dedi. Ali'ye geldim, gerçekten
gözünden rahatsızdı. Onu yederek getirdim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
gözlerine tükürdü. Anında iyileşti. Sancağı ona verdi.
Sonra Merhab çıktı. Şöyle
demeye başladı:
"Hayber bilir ki ben Merhab'ım,
Silahı tamam tecrübeli bir kahraman.
Savaş olunca alevlenen bir yiğit!"
Ali (radıyallahu anh) da şöyle dedi:
"Ben, annemin arslan dediği kimseyim,
Ormanların çirkin manzaralı arslanı gibi,
Düşmanlara kilo ile ton tartarım."[92]
Sonra Merhab'ın başına bir darbe indi ve onu öldürdü. Hayber onun
eliyle fethedilmişti." [Müslim, Cihad 132, (1807).][93]
ـ4269 ـ4ـ
وَعَنْ
عَمْرُو بْنِ
دِينَارٍ
قَالَ: سَمِعْتُ
جَابِرَ بْنِ
عَبْدِاللّهِ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما
يَقُولُ:
]قَالَ لَنَا
رَسُولُ
اللّهِ #
يَوْمَ
الْحُدَيْبِيَةِ.
أنْتُمُ
الْيَوْمَ
خَيْرُ أهْلِ
ا‘رْضِ، وَكُنَّا
ألْفاً
وَأرْبَعَمِائَةٍ
وَلَوْ كُنْتُ
أبْصُرُ
الْيَوْمَ
‘رَيْتُكُمْ
مَكَانَ
الشَّجَرَةِ[.
أخرجه
الشيخان .
تَقَدَّمَ
ذِكْرُهَا
فِي حَديثِ
ابْنِ
ا‘كْوَعِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه فِى
غَزْوَةِ
الْحُدَيْبِيَةِ،
وَكَذَا
تَقَدَّمَ
ذِكْرُ
خَيْبَر .
4. (4269)- Amr İbnu Dînar rahimehullah anlatıyor: "Hz. Câbir İbnu
Abdillah (radıyallahu anhümâ)'yı dinledim, diyordu ki: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Hudeybiye günü bize şöyle söyledi: "Bugün siz arz ehlinin en
hayırlı olanlarısınız. O gün biz bindörtyüz kişi idik. Bugün görebilseydim,
size (Altında biat yapılan) ağacın yerini gösterirdim." [Buhârî, Megazî
35, Menâkıb 25, Tefsir, Feth 5, Eşribe 31; Müslim, İmâret 71, (1856).][94]
AÇIKLAMA:
Hudeybiye gazvesi ile alakalı olarak, kitabımız ikisi çok uzun
olmak üzere dört hadise yer vermiş durumda. Bu hadislerde, Hudeybiye gazvesini
ilgilendiren pek çok teferruatı, hatta başka gazveleri de ilgilendiren bazı meseleleri
görebildiğimiz halde Hudeybiye ile ilgili bazı
mühim hadiselere hiç rastlayamıyoruz. Bu sebeple, Hudeybiye sulhü'nü
İbnu'l-Esir'in el-Kâmil Fi't Târih'ini esas alarak İbnu Sa'd ve İbnu Hişam' dan
bazı takviyelerle özetlemek istiyoruz.[95]
HUDEYBİYE
GAZVESİ SEBEPLERİ, NETİCELERİ:
Aslında buna "gazve" değil "sulh" demek daha
uygundur.Resulullah ve asabı bu sefere öncekiler veya diğer bir kısım gazveler
gibi Kureyş'in kervanını kesmek, düşmanın saldırısını önlemek, hazırlığını bozmak
gibi siyasî-askerî bir maksadla çıkmış değillerdi. Diğer müşrik Araplarla
aralarında müşterek bir mukaddes, ihtilafsız benimsedikleri uzak ecdad Hz.
İbrahim'den mevrus bir mabed olan
Ka'be'yi tavaf etmek, umre yapmak istiyorlardı. Resulullah sefere çıkarken
-4261 numaralı hadiste Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ın Resulullah'ı hesaba
çekercesine yaptığı itirazlarında da görüldüğü üzere- ashaba umre vaadinde
bulunmuştu. Herkes "Ka'be' yi tavaf edeceğiz" ümit ve heyecanı ile
yola çıkmıştı. Hatta Resulullah öyle bir üslubla vaadde bulunmuştu ki,
muhataplar, "Bu sene umre yapacağız" diye anlamışlardı. Halbuki Hz.
Ömer'e cevap sadedinde sarfettiği "Bu sene umre yapacağız dedim mi?"
sorusundan anlıyoruz ki, Resulullah umre vaadederken ihtiyatlı davranmış
"bu yıl" dememiştir. Umre yolculuğuna uygun olarak, kurbanlık develer
alınmış, bunlara kurbanlık olduklarının alameti olmak üzere gerekli takılar
takılmış, nişanlar vurulmuştu. Yine kaydedilen rivayetten de anlaşılacağı üzere
müslümanlar, savaş teçhizatı da taşımıyorlardı, bir kısmının silahı bile yoktu.
Sefere
katılanlar 1400 kişidir: Bir kısmı Muhâcir, bir kısmı Ensar, bir kısmı da
bunlara tabi olan bedeviler, Kurbanlık olarak 70 deve vardı.
Müslümanlar
Usfan nâm mevkiye gelince Büsr İbnu Süfyan el-Ka'bî Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı bularak, müslümanların yürüyüşünden Kureyş'in haberdar olduğunu,
Zû-Tuva'da toplanıp Mekke'ye sokmamak üzere yemin ettiklerini, Hâlid İbnu
Velîd'i, müslümanlarla savaşmak üzere Kurâ'i'l-Gamîm'e gönderildiklerini haber
verir. Resulullah:
"Şu
Kureyş'in yaptığı ne ayıp! Harp iliklerine işlemiş. İnsanlarla benim aramda
çekilseler ne kayıpları olacak? Eğer ben mağlub olsam, zaten bunu istiyorlar.
Eğer Allah yardım etse de ben galib gelsem kitleler halinde İslam'a girerler. Allah'a yemin
olsun, Allah'ın tebliğini, bana verdiği
dava için galib oluncaya veya ölünceye kadar cihada devam
edeceğim!" der.
Aldığı haber
üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yolu değiştirir. Önceki rivayette
geçtiği üzere Hudeybiye kuyusunun yanına gelinir. Kuyunun suyu sızıntı denecek
kadar az ise de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın duasıyla bereketlenir,
su sıkıntısı olmaz.
Bu sırada,
Resulullah'a karşı hep hayırhah olagelmiş, aralarında iyi münasebetler bulunan
Huzâ'a kabilesinden Büdeyl İbnu Verkâ el-Huza'î oraya uğrar, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a Kureyş'in kendisiyle savaş hazırlığı içerisinde
olduğunu, Ka'be'yi ziyarete izin vermeyeceklerini haber verir. Aleyhissalâtu
vesselâm savaşmak için gelmediklerini, umre için geldiklerini, dilerlerse
aralarında bir sulh yapabileceğini, ama
mâni olmaya kalkarlarsa ölünceye kadar savaşmaktan da kaçınmayacağını yeminle
te'kid ederek ifade buyurur.
Büdeyl
Kureyş'e gider. Resulullah'ın
söylediklerini onlara duyurur.
Kureyş'ten
Urve İbnu Mes'ud: "Bu adam mâkul bir teklifte bulunmaktadır, kabul edin ve
müsaade ederseniz ben bir gidip göreyim!" der, gönderirler.
Resulullah'a
gelir ve 4266 numaralı hadiste teferruatlı olarak geçtiği üzere Resulullah'la
karşılaşır, bazı konuşmalar yapar. Aleyhissalâtu vesselâm Büdeyl'e
söylediklerini burada da tekrar ederek:
* Savaşmaya değil, Umre yapmaya geldiklerini;
* Kureyşlilerle belli bir müddet için sulh yapabileceğini,
* Aksi takdirde ölene kadar savaşacağını söyler. Urve bu
esnada, ordugâhı, müslümanların birbirleriyle, Resulullah'la olan
münasebetlerini, disiplinli kararlı davranışlarını tedkik eder. Bilhassa
Resulullah'a gösterilen tazim ve hürmet onu
şaşkına çevirir. Hz. Ebu Bekr ve Muğîre İbnu Şu'be (radıyallahu anhümâ)
ile tatsız münakaşalar yapar. Resulullah'la konuşmanın edeb ve protokolünü
görür.
Urve Kureyşlilerin yanına
dönünce, kendini fevkalade etkileyen müşâhedelerini anlatır ve böylesi
bir disiplin ve Resulullah'a bağlılığı, başka yerlerde hiç görmediğini;
Bizans'ta ve İran'da kırallara böyle bir saygı bulamadığını anlatır.
Urve yanından ayrılır ayrılmaz, Aleyhissalâtu vesselâm, Kureyş'e
Hiraş İbnu Ümeyye el-Huzâî ile bir mektup gönderir. Hiraş, Resulullah'ın
es-Sa'leb adındaki devesine binerek gider. Kureyşliler deveyi keserler ve
Hiraş'ı da öldürmeye kalkarlar. Ahâbişler buna mani olup geri dönmesini
sağlarlar. Hiraş, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelir:
Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm), Mekkelilere göndermek
üzere Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ı çağırır. Hz. Ömer:
"Mekke'de beni koruyacak Beni Adiyy yok. Kureyş benim onlara
olan adâvetimin derecesini de biliyor,
bana kötülük yapacaklarından korkarım. En iyisi Osman'ı gönderin! O,
Kureyşliler nazarında benden daha azizdir!" der. Resulullah, elçi olarak
Osman'ı gönderir. Osman (radıyallahu anh) varınca Ebân İbnu Saîd karşılar ve
civar (himaye) verir. Hz. Osman, Ebu Süfyan ve diğer Kureyş büyükleriyle
görüşür, Resulullah'ın tekliflerini onlara ulaştırır. Hz. Osman teklif
vazifesini tamamlayınca, ona:
"Sen dilersen buyur, Ka'beyi tavaf et!" derler. Hz.
Osman:
"Hayır! Resûlullah tavaf etmedikçe ben bunu yapmam!"
der. Bunun üzerine Kureyşliler Hz. Osman'ı yanlarında tevkif ederler.
Ama, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a: "Hz. Osman'ı
öldürdüler" haberi gelir.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bunlarla savaşmadan edemeyeceğiz!" der ve müslümanları
ölmeden dönmemek şartı üzerine biat etmeye çağırır. Bir semüre ağacının
altında, tek kişi hariç orada bulunan bütün müslümanlardan bey'at alır. Bu
haber de Kureyş'e ulaşır. Bir müddet sonra Hz. Osman'ın öldürülmediği haberi
gelir. Ağaç altındaki bu bey'atını
müteakip müsbet gelişmelerde büyük bir rolü olacak ki Cenâb-ı Hakk inzal
buyurduğu bir vahiyle, bey'ata katılanların tebcil eder, rızasını bildirir.
"Andolsun
ki, Allah mü'minlerden -seninle o ağacın altında biat ederlerken- razı olmuştur
da kalblerindekini bilerek üzerlerine kuvve-i maneviyeyi indirmiş ve onları
yakın bir fetih ile ve alacakları birçok ganimetlerle
mükafaatlandırmıştır.." (Feth 18-19).
Bu esnada
kureyş, Ahâbişlerin seyyidi olan Hulays İbnu Alkame'yi elçi olarak gönderir.
Resulullah onu uzaktan görür görmez: "Bunlar, Ka' be'ye adanmış
kurbanlıklara saygı gösterirler, kurbanlık develerinizi onun göreceği şekilde
salıverin!" der. Hulays, daha develeri görür görmez, Resulullah'a uğramadan
geri dönüp:
"Benim
gördüğüme göre, onlara Ka'be yolunu kesmek helal olmaz! Develer takılar
içerisinde!" der.
"Sen
otur,sen bedevisin, bu işlerden anlamazsın!" derler. Ancak O:
"Yoo!
Bunu söyleyemezsiniz! Ben, Ka'be'yi ziyarete gelenlere mani olacaksınız diye
sizinle antlaşma yapmadım. Nefsimi elinde tutan Zât'a yemin olsun, ya
Muhammed'le Ka'be'nin arasından çekilirsiniz, ya da ben bütün Ahâbiş halkını
bir tek kişi gibi size karşı toplarım!" der.
Müslümanlara
karşı birlik yapmada muvaffak olamayacağını anlayan Kureyş, sertliğini biraz
daha kaybederek Mikrez İbnu Hafs'ı Resulullah'a gönderir. Babın ilk hadisinde
de geçtiği üzere Mikrez uzaktan görününce, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
bunun fâcir birisi olduğunu söyler.[96]
Mikrez, Resulullah'la, konuşurken, uzaktan Süheyl İbnu Amr
görünür. Aleyhissalâtu vesselâm görür görmez onun adıyla tefe'ülde
bulunur: سَهُلَ
اَمْرُ كُمْ "İşiniz kolaylaştı."[97]
Gerçekten Süheyl bir antlaşma yapmak yetkisiyle mücehhez olarak
gelmiştir. Uzun ve ciddi pazarlıklardan sonra antlaşma yapılır:
* O yıl umre yapılmayacak, gelecek yıl yapılacaktır. Mekkeliler üç
gün şehri müslümanlara terkedecekler. Silahlar torbalarda olacak. Üçüncü günden
sonra Mekke terkedilecek.
* Mekkelilerden müslüman olup Medine'ye iltica edenler
Mekkelilere iade edilecek, müslümanlardan irtidad eden olursa Mekkeliler onu
müslümanlara iade etmeyecekler.
* On yıl harb edilmeyecek.
* İsteyen müslümanlarla, isteyen de Kureyş'le akidler yapabilecek.
Huzâa derhal müslümanlarla akid yapar, Benî Bekr de Kureyş'le akid
yapar.[98]
Müslümanlar bu antaşmadan memnun kalmazlar. Sadece Resulullah
bunun bir fetih olduğunun şuuruyla sevinçlidir. Çüknü böylece, Arap
yarımadasında müslümanların siyasî bir varlık olduğu, Ka'be'ye sahiplik rolünü
deruhte etmekle bütün Arapların temsilcisi ve lideri durumundaki Kureyş
tarafından resmen kabuledilmiş oluyordu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı sevindiren ikinci husus,
aradaki husumetin kalkması, müslümanlarla müşriklerin beşerî münasebetlere
girerek müslümanların daha yakından tanınma kapısının açılmasıdır. Böylece,
İslam'ın mahiyeti, nezaheti, esasları gerçek hüviyeti ile anlaşılmış olacak ve
selim tabiatlerin kabulüne mazhar olacaktı. Bu sebeple Resulullah memnundu ve
bu iki neticenin istihsali için, teferruatta bazı kelimelerde hiç ısrar etmedi.
Her devirde isim, resim, kelime ve şekilde boğulan müşrik espiri, orada da
kendini gösterdi: "Rahman ne demek? bilmiyoruz. Kaldır onu!..."
dediler. Pekâla dedi. Resulullah, "Muhammed resulullah ismini kabul
etmeyiz" dediler. "Muhammed Abdullah olsun" dedi Hz. Peygambere
"Bu sene umre yapamazsın" dediler. "Gelecek sene yapalım
kabûl!" dedi Resulullah.
Ama geri kalan müslümanlar memnun değildi. Bir kısmı suskunlukla
protestosunu ifade ediyordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh) susamıyor, bütün
açıklığı ile son derece sert sorular soruyor, itirazlar yapıyor, adeta isyan
ediyordu; o, herkesin adına konuşuyor gibiydi. Tek istisnayı belki de Hz. Ebu
Bekr (radıyallahu anh) teşkil etmişti. Yapılan sulhta meknuz olan feth'i belki
o da göremiyordu, ama derununda galebe çalan teslimiyyet ve sıddîkiyyet sırrı,
ruhunda, nübüvvet güneşinden telemmü eden şuaat ve envarın tecelli etmesine
vesile olmuş, hususî dünyasına bir kısım
hikmet ziyası sağlamıştı. Bu sayede başarıyla olmasa bile, basiretiyle bu
hikmetleri idrak etmişti; bu onu, Hz. Ömer'in düştüğü vartadan korumuştu.
Ashab bilhassa iki maddeyi bir türlü hazmedemiyordu:
* O yıl umrenin yapılamaması,
* Müslüman olan Mekkelilerin Merdine'ye
iltica edince, müşriklere iade edilmesi meselesi.
Bu iki madde
tezlil edici, alçaltıcı geliyordu.[99]
Halbuki az
sonra nâzil olan Fetih suresi bu sulhü bir Feth-i Mübîn ilân etmişti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sureyi Hz. Ömer'e baştan sonra okuyunca Hz.
Ömer hâlâ mukni değildi: "Yani bir fetih mi?" diyordu. Fakat bir müddet sonra, başta Hz.
Ebu Bekr olmak üzere pekçok ashab Hudeybiye sulhünün "İslam'ın en büyük
zaferi olduğunu" söylemekte ittifak edecektir.
Ayette gelen
"Biz sana apaçık bir fetih (zafer) sağladık" (Fetih 1) ifadesini bazı
âlimler "...büyük bir fetih hükmettik" diye anlamıştır. Mücâhid: "Bu, Allah'ın
Resûlüne Hudeybiye'de hükmetmiş olduğu şeydir"; Zührî de "İslam, daha
önce Hudeybiye fethinden daha büyük bir
fethe rastlamamıştı" der.
Hudeybiye tek
bir vak'a olarak alınsa böyle bir hüküm tekellüflü, mübalağalı görülebilir.
Ama, buna bir sebep nazarıyla bakılırsa büyük bir zafer ağacının çekirdeği
olarak görülebilir. Nitekim İbnu'l-Kayyyim der ki: "Evet, Allah'ın, Resulünü
aziz kıldığı büyük zaferlerin mukaddime ve çekirdeğini bu sulh teşkil etmiştir.
İnsanlar onun sayesinde Allah'ın dinine fevc fevc yani kitleler halinde
girdiler. Hudeybiye sulhü bu hadisenin önünde bir kapı, bir anahtar vazifesini
gördü. Büyük neticeleri küçük sebeplere bağlamak (dağ gibi ağaca tırnak kadar
çekirdeği) mukaddime ve ilancı yapmak
daima Allah'ın sâbit, değişmeyen kanunlarından
"sünnetullah"tan biri olmuştur. Bunun gibi Hudeybiye hâdisesi
fetihlerin en büyüğüdür. Zira insanlar birbirlerinden emin olarak kâfirmüslüman
ihtilat etti, karıştı. Müslümanlar onları davet ettiler. Kur'an'ı dinlettiler.
Güven içerisinde birbirleriyle İslam hakkında açıktan münâzaralar yaptılar.
Müslümanlığını gizleyenler ortaya çıktı. Bu sulh müddetinde bir çok büyükler
İslam'a girdi. Bu sebeple Allah onu Feth-i Mübîn olarak isimlendirdi."
İbnu Hacer: "Bu dönemde İslâm her kime anlatılabilmişse mutlaka müslüman
olmuştur" dedikten sonra "Sulhün devam edebildiği iki sene
içerisinde, İslâm'a girenlerin sayısı o zamana kadar girenlerden sayıca daha
çoktu ve Kureyş'in büyükleriydi" der.[100]
Hudeybiye
gazvesini anlatan hadiselerden âlimlerimizin çıkardığı bazı hükümleri
kaydediyoruz:
* İslam'ın neşrinde sulh daha
ehemmiyetlidir.
* Sulh teklif ederken zaaf göstermemeli,
düşmanı korkutucu tehdidler eksik olmamalıdır. Resulullah, sulhu kabul
etmezlerse ölünceye kadar savaşacağını söylemiş, kefereye gözdağı vermek için
bütün müslümanlardan yeni bir biat almıştır.
* Meşveretin fazileti gözükmektedir.
Resulullah meseleyle ilgili olarak Ümmü
Seleme'yle istişare etmiş ve onun: "Sen kurbanını kes, baş traşını
ol" tavsiyesini uygulamış; ashab peşinden gelmiştir. Bazı alimler bu
hadisten hareketle kadınlarla da istişare edilebileceğini söylemiştir. Ancak
İmamu'l-Harameyn: "Fikir beyan edipde isabet eden Ümmü Seleme'den başka
kadın bilmiyorum" demiştir. Fakat, Kur'an'da Hz. Şuayb' ın kızının Hz.
Musa ile ilglii tavsiyesine babasının uyma
örneği de gösterilerek İmamu'l-Harameyn'e itiraz edilmiştir.
* Kabeye hacc ve umreyi yasaklayanla
savaşılır. Ancak sulh yolu mümkünse efdaldir.
* Düşman gözcülerinden gizlenip, ani
baskın evladır.
* Zararı def için suhûletli yol terkedilip meşakkatli yol tercih edilebilir.
* Ordudan önce gözcüler, haberciler
çıkarılmalıdır, bu müstehabtır.
* Düşmanla ilgili meselelerde kararlı
olunur, mütereddid olunmaz.
* Harpte hile caizdir. Resulullah buna teşvik etmiştir. Harb dışında ise hileyi
Aleyhissalâtu vesselâm şiddetle yasaklamıştır.
* İstişare sadece doğru görüşü tesbite
yönelik değildir, etba'ın gönlünü hoş etmeye de yöneliktir.
* Dinle ilgili bazı işlerde müsamaha
caizdir.
* Tâbi durumunda olan kimse metbu (yani
uyduğu) kimseye, sırf hal-i hazırdaki görünüşe göre itirazda bulunması uygun
düşmez, teslim gerekir. Çünkü metbu meselesinin istikbale matuf yönünü tâbi'den
iyi bilir. Çünkü o, daha çok tecrübe etmiş olma şansına sahiptir. Hele o zat
vahiyle müeyyed ise!
* Hadis sıdkına delil olduğu takdirde
kâfirin haberine itimad edilebileceğini de gösterir. Nitekim Aleyhissalâtu
vesselâm'ın haber getirmek üzere gönderdiği Huzâ'î henüz kâfir idi. Resulullah,
küfrüne rağmen bu iş için onu seçti, zira, o böylece, onlarla görüşme, konuşma,
onların esrârı hakkında daha kolay haber toplama imkânına sahipti.
* Emân verilen kâfirin malı gadren
alınamaz.
Hadisten
âlimler, hac menâsiki vs. için başka hükümler de çıkarmışlar ise de burada
onlara yer vermeyeceğiz.[101]
On yıl
müddetle muteber olmak üzere yapılan antlaşma iki yıl geçmeden kadük hale
geldi. Bazı maddeleri işlemez oldu. Şöyle ki: Müslüman olan Mekkelilerin
Medine'ye alınmaması müşriklerin ısrar ettikleri bir madde olduğu halde, kendi
talebleriyle ibtal edilmişti.
"On yıl
savaşmama" maddesini de yine müşrikler ihlâl ettiler. Şöyle ki:
Hudeybiye
antlaşmasında bir maddenin, her iki tarafı da komşu kabilelerle antlaşma
yapmada serbest bıraktığını söylemiş, Huza'a kabelisinin müslümanlarla, Benî
Bekr'inde müşriklerle ittifak antlaşması yaptığını belirtmiştik. Bu iki kabile
eskiden beri birbirlerine husumet besleyen iki komşu idiler. Belazurî'nin
açıkladığı üzere, bir gün, Benî Bekr'e mensup bir kimse, Huzâ'a'lı birisinin
yanında Resulullah'ı hicveden sözler sarfeder. Huza'alı buna tahammül edemez ve
öbürüyle kavga edip onu yaralar. Bu bahane ile iki kabile savaşa tutuşur.
Mekkeliler bu savaşta derhal müttefikleri olan Bekrîlere, silah, hayvan vs.
verirler. Dahası Safvân İbnu Ümeyye, İkrime İbnu Ebî Cehl, Sehl İbnu Amr gibi
bir kısım Kureyşliler gizlice fiilen savaşa katılarak çok sayıda Huzaalı
öldürürler.
Huzâalılar
Resulullah'a bir hey'et göndererek sâdece aralarındaki yeni akdi değil, ta eskiden beri mevcut olan dostlukları
hatırlatarak yardım taleb ederler. Getirdikleri haberler meyanında
"Mekkeli müşriklerin antlaşmayı bozmuş olması" da var. Resulullah
onlara yardım vaadinde bulunarak geri çevirir.
Nitekim,
hatalarını anlayan Mekkeliler de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a şefleri
Ebu Süfyân'ı göndererek antlaşmayı yenileme yolları ararlar.
Ebu Süfyân
Medine'de başta Resulullah'ın zevcesi olan kızı Ümmü Habîbe (radıyallahu anhâ)
olmak üzere Hz.Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali her kime uğradıysa çok soğuk
karşılanır. O, açıktan "antlaşmayı bozduk" demezse de "antlaşmada ben hazır
değildim" gibi ifadeleriyle suç üstü durumunu teyid eder. Mescidde
görüştüğü Resulullah da talebine hiç bir cevap vermez. Bir rivayette ise şu
diplomatik cevabı verir: "Siz, antlaşmada değişiklik yapmadıysanız, bizden
hiç bir surette korkmamalısınız."
Aslında
antlaşma bozulmuştur. Resulullah da derhal Mekke'nin fethi için hazırlıklara
başlamıştır. Ancak bunun sezdirilmemesi lazımdır. Zira Mekke'yi âniden basıp
kan dökmeden teslim almayı planlamaktadır. Bunu Fetih Gazvesinde açıklayacağız.[102]
Adı Utbe İbnu Esid'dir. Hudeybiye sulhünden sonra Resulullah'a
gelip iltica edenlerdendir. Hudeybiye Sulhünden Medine'ye döner dönmez
Aleyhissalâtu vesselâm'a gelen Ebu Basîr iltica taleb eder. Mekkeliler derhal
mektup yazıp iki kişi de göndererek Ebu Basir'in iadesini talep ederler.
Resulullah, Ebu Basîr'i çağırtıp:
"Ey Ebu Basîr! Bu adamlarla hangi şartlar üzerine antlaşma
yaptığımızı biliyorsun. Biz sözümüzden dönmeyiz. Sen kavmine dön!" der.
Ebu Basîr:
"Ey Allah'ın Resulü! Müşrikler dinim sebebiyle bana işkence
yaptıkları halde, beni iade mi ediyorsun?" der. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Ey Ebu Basîr sabret, Allah'tan mükâfaatını bekle. Allah sana
ve senin gibi olan diğer güçsüz mü'minlere kurtuluş verecektir!" buyurur.
Ebu Basîr ve muhafızları beraberce çıkarırlar. Zülhuleyfe'ye gelince, orada
muhafızının kılıncını kurnazlıkla alır ve öldürür. Öbürü koşarak Resulullah'a
gelir. Çok geçmeden de Ebu Basîr kılıncı kuşanmış olarak Resulullah'ın yanına
gelir.
"Ey Allah'ın Resûlü! Taahhüdün yerine geldi (sen teslim
ettin), ben kendimi kurtardım!" der. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Harb kızıştıranın anası ağladı! Keşke onunla başkaları da
olsa!" diyerek hem kaçmasına hem de yanında birkaç kişilik bir çete teşkil
etmesine işaret eder.
Ebu Basîr, yine teslim edileceğini anlayarak hemen Medine'yi
terkeder. Deniz kenarındaki Îs denen yere iner. Burası Mekkelilerin Şam'a
giderken yollarının geçtiği bir yer idi. Mekke'deki müslümanlar onu işittiler.
Her biri teker teker yanına geldi. Derken orada altmışyetmiş kişilik bir
müslüman grup meydana geldi. Yakaladıkları her Kureyşliyi öldürüyorlar, oradan
geçen her kervanın yolunu kesiyorlardı. Sonunda Kureyşliler Resulullah'a mektup
yazarak aralarındaki akrabalığı da hatırlatarak, bu müslümanlara ihtiyaçlarının
olmadığını, Medine'ye kabul edebileceğini belirtirler. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ricalarını kabul ederek, Ebu Basîr ve yanındakilerin
Medine'ye gelmelerini yazar. Mektup kendilerine ulaştığı zaman hasta olan Ebu
Basîr vefat eder. Ebu Cendel onu oraya defneder ve kabrinin yanına bilahare bir
mescid inşa ettirilir.
İbnu Hacer der ki: "Ebu Basîr'in kıssasından çıkan bir faide
şudur: "Saldırgan müşriği hile ile öldürmek caizdir. Ebu Basîr'den sadır
olan davranış gadr ve ihanet sayılmaz. Çünkü o, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'la Ebu Süfyan arasındaki antlaşmada tesbit edilen hususlara girmez.
Çünkü o esnada Mekke'de mahpus durumdaydı. Kendisini götüren müşriğin onu
müşriklere teslim edeceğinden korkunca, onu öldürmek suretiyle nefsini korudu
ve dinini de müdâfaa etmiş oldu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu
davranışı sebebiyle onu ayıplamadı. Bu durumdan anlaşılır ki, Ebu Basîr gibi
hareket eden kimseye diyet gerekmez." İbnu İshâk'ın nakline göre, Süheyl
İbnu Amr'a, Âmirî'nin katledilme haberi ulaşınca kendi grubuna mensup olması
haysiyetiyle diyetini taleb eder. Ancak Ebu Süfyân ona: "Muhammed'den bunu
isteme hakkına sâhip değiliz, çünkü o, antlaşma şartına uydu. Ebu Basîr'in
ailesine de diyet ödemek gerekmez, zira o, ailesinin dininde değil" der.
Hadisede şu husus da gözükmektedir: Müşriklerden iltica edenler, onlar taleb etmedikçe
onlara teslim edilmez. Çünkü, Ebu Basîr'i birinci sefer taleb edince,
Aleyhissalâtu vesselâm derhal teslim etti, ancak ikinci sefer gelince, hemen
onlara göndermedi. Eğer, Ebu Basîr yanında iken tekrar taleb etselerdi, yine de
verecekti. Ebu Basîr bu durumu anlayınca kaçıp kendini kurtardı.[103]
Benî Amir İbn Lüey kabilesindendir. Adı el-Asî'dir. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la Hudeybiye müsâlahasını imzalayan Süheyl İbnu
Âmir'in oğludur.
Mekke'de ilk müslüman olanlardan bilinir. Ancak bağlanmış ve dini
sebebiyle işkence edilmiştir. Bizzat babası zincire vurmuştur. Hudeybiye sulhü
sırasında bir yolunu bulup kaçtı, Hudeybiye sulhü imzalanırken müslümanlara
iltica etti. Babası onu görünce üzerine yürüyüp tokatlamış, elbisesinin yakalarından
tutup yere çalmıştır. Resulullah'a da yönelerek:
"Ey Muhammed! Aramızdaki antlaşma bu gelmezden önce
kesinleşti!" diyerek, antlaşma icabı, kendisine teslim edilmesini taleb
etmiş, Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Doğru söyledin!" diyerek kabul etmiştir. Ebu Cendel
avazı çıktığı kadar bağırarak yardım taleb eder:
"Ey
müslümanlar! Dinim sebebiyle işkence gördüğüm halde beni teslim mi
ediyorsunuz?" der. Resulullah onu sükûnete davet eder:
"Ebu
Cendel, sabret, Allah'tan sevabını um. Zira Allah hem senin için hem de seninle
beraber olan diğer güçsüzler için bir kurtuluş yaratacaktır. Biz bunlarla sulh
yaptık, verdiğimiz sözü bozmayız!
"Ebu
Cendel, babasının yanından ikinci sefer kaçıp, Ebu Basîr'e iltihak eder ve
Kureyş'e karşı çete hareketlerine katılır.
Bilahare
müslüman olan babası ile birlikte ölünceye kadar Şam'da cihada iştirak eder.[104]
Hudeybiye Sulhü'nde Mekkelileri
temsilen antlaşmayı yapan
kimsedir. Kureyş'in ileri gelenlerinden biridir. Aklı ve hitabeti ile
tanınmıştır. Bedir savaşında kâfir olarak esir edilmiştir. Üst dudağı yırtık
idi. Esir alındığı zaman Hz. Ömer:
"Ya Resulullah müsaade et, dişlerini sökeyim de bir daha aleyhinize
hitabta bulunamasın!" der. Ancak (aleyhissalâtu vesselâm): "Ey Ömer,
sen onu bırak, onun zamanla takdir edeceğin bir makamı olacaktır" diyerek
müsaade etmez. Nitekim, Resulullah'ın vefatından sonra bedevilerin irtidad
hareketleri başlayınca, Mekke'de de bazı sarsıntılar olduğu zaman Mekke'de
Resulullah'ın emiri Attâb İbnu Esîd ihtifâ edince Süheyl kalkıp ortalığı
yatıştıran bir konuşma yapmıştır: "Ey Kureyşliler, en son islâm'a giren ve
ilk ondan çıkanlar olmayın! Vallahi bu din güneş ve ay doğup batmaya devam
ettiği müddetçe devam edecektir. Kim Muhammed'e tapıyor idiyse bilsin ki o
ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor ise bilsin ki O diridir ve ölümsüzdür..."
diye başlayan müessir bir konuşma yapar. Attâb ortaya çıkar ve Kureyş İslam'da
sâbit kalır. Resulullah'ın kunutta beddua ettiği kimselerdendir. Bunun
üzerine لَيْسَ
لَكَ مِنَ
اَْمْرِ شَىْ
ءُ âyeti nâzil olur.
Süheyl (radıyallahu anh) Mekke'nin fethinde müslüman olur ve sonuna kadar samimi bir müslüman olarak
kalır. Aleyhissalâtu vesselâm Fetih günü Beytullah'a girip çıktıktan sonra
kapısının önünde durur, toplanan halka hitabeder ve "Ne diyorsunuz?"
diye sorunca, Süheyl İbnu Amr: "Hayır! diyor, hayır ümid ediyoruz, seni
kerim bir kardeş, kerim bir kardeşin oğlu biliyoruz? (Fethe) muktedir oldun,
(davanı başardın)!" diye mukabelede bulunarak bir nevi müsâmaha taleb
eder. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) mukabele eder: "Ben, kardeşim
Yusuf aleyhisselam'ın söylediğini söylüyorum: Bugün kimseye kınama yok!"
Süheyl, Huneyn
ganimetinden kendisine yüz deve verilenler arasında yer alır.
Hasan Basri
Hazretleri der ki: "Halk Hz. Ömer (radıyallahu anh)'ın kapısında
toplanmıştı. Aralarında Süheyl İbnu Amr, Ebu Süfyân İbnu Harb, Hâris İbnu Hişâm
gibi fetih günü müslüman olan (Kureyş'in ileri gelenleri) de vardı. Hz. Ömer'in
çağırıcısı çıktı. Bedir Ehlinden başlayarak içeri almaya başladı. Süheyb,
Bilâl, Ammâr gibi (bir kısım köle asıllılar, Bedir ehli oldukları için önce
çağrıldılar). Hz. Ömer bunları seviyordu.
Ebu Süfyân:
"Bugün
gördüğüm (şu hakareti) hiç görmedim. Şu köleler çağrılsın da biz burada
oturalım, bize hiç iltifat edilmesin!" der. Söz alan Süheyl İbnu Amr:
"Ey kavm!
Ben yüzünüzdeki (öfkeyi) görüyorum. Eğer kızacaksanız kendinize kızın. Onlar
da, siz de beraberce İslam'a çağırıldınız. Ama onlar koşmada acele etti, siz
geç kaldınız. Sizin, faziletçe kaybettiğiniz şey, erken girmede kıskançlığa düştüğünüz
şu kapıdan çok daha mühim" der ve devam eder:
"Ey
insanlar! Gördüğünüz gibi bunlar sizi fazilette geçtiler! Bunun telafisi yok!
Vallahi bu böyledir. Ama şu cihada
bakın, ona kendinizi verin. Allah size şehâdet nasib edebilir.
"Süheyl
sonra kalkıp Şam'a gider. Kızı Hind
dışındaki bütün aile efradını da beraberinde götürür. Gayesi cihaddır.
Orada ölürler. Süheyl (radıyallahu anh)'ın Hz. Ömer zamanında Hicretin 15.
yılında Amavâs vebasında öldüğü söylenmiştir. Keza Yermük'te hatta Saffer
gününde öldüğü de söylenmiştir.
Süheyl'in sonradan müslüman olanlar arasında, namaz oruç ve sadaka gibi ahirete
bakan amel ve ibadetlerde en ileri olduğu belirtilmiştir. Kur'an okununca çok
duygulandığı, fazlaca göz yaşı döktüğü, Muaz İbnu Cebel'e sıkça uğrayıp ondan
ağlayarak Kur'an dinlediği meşhurdur.
Süheyl,
müslüman olmazdan önceki ömründe Resulullah'a karşı verdiği mücadelelerle hep
hayıflanmış, Bedir, Uhud, Hendek vs. savaşlarda, diğer arkadaşlarından biri gibi kâfir olarak
ölmediğine çok hamdetmiş, kayıplarını
telafi edebilmek için ömrünün cihadla geçmesine gayret etmiş ve şehid olarak
ölmeyi gaye edinmiştir. Radıyallahu anh.[105]
HuzaÔa kabilesindendir. İbnu Şihâb'a göre Mekke fethinde
Merrü'z-Zahrân'da müslüman olmuştur. Ancak İbnu Mende ve Ebu Nu'aym'a göre daha önce müslüman
olmuştur. Her hal ve kârda Hudeybiye sulhü sırasında Resulullah'a dostane tavır
izhâr etmiştir. İbnu İshak fetih günü
Mekkelilerin Büdeyl'in ve mevlası
Râfi'in evine iltica ederek emniyet sağladıklarını belirtir.
Müslüman olduktan sonra Huneyn, Taif, Tebük gibi seferlere iştirak
etmiştir. Fetih günü müslüman olanların büyüklerindendir. Huneyn seferinde elde
edilen ganimetleri ve esir edilen kadınları, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın Büdeyl İbnu Verka'nın muhafazasına tevdi ettiği kaydedilir.
Büdeyl, Resulullah'tan önce vefat etmiştir; (radıyallahu anh).[106]
Hudeybiye Sulhü sırasında Kureyş'in, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a elçi olarak gönderdiği kimselerden biridir. Muğîre İbnu Şu'be
(radıyallahu anh)'ın da amcasıdır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sulh
teklifini Mekkelilere kabul ettirmede telkin sahibi olmuştur: "Size doğru
(mâkul) bir teklifte bulundu, onu kabul edin" demiştir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Taif kuşatmasından vazgeçip
Medine'ye dönerken arkadan gelip, daha Medine'ye varmadan yolda yetişir ve
müslüman olur. Kavmine dönüp İslam'ı neşretme izni ister. Ancak Aleyhissalâtu
vesselâm, ona: "Kavmin seni öldürür" diyerek, kavminin İslam'ı kabulde
göstereceği kibirden haber verir. Ancak Urve:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben kavmime gözlerinden daha
sevgiliyim!" der. Aslında sevilen, itaat edilen bir kimse idi. Nitekim,
daha önce Muğîre İbnu Şu'be'nin İslâm'dan önce işlediği gadr sebebiyle ortaya
çıkan kavgayı tam 13 kişinin diyetini ödemeyi üzerine alarak yatıştırdığını
belirtmiştik.
Hülasa, kendisine muhalefet etmeyecekleri ümidiyle kavmini İslâm'a
davet etmek arzusuyla döner. Onlara müslüman olduğunu söyler ve davete başlar,
ama nafile. Ok yağmuruna tutarak şehid ederler.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Urve hakkında:
"Onun kavmindeki durumu, Sâhib-u Yâsin'in kavmindeki durumu
gibidir" buyurmuştur.
Katâde, Kureyş müşriklerinden Velid İbnu'l-Muğîre'nin söylediği,
"Bu Kur'ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil
miydi?" (Zuhruf 31) sözüyle Mekke'de kendisini, Taif'te Urve İbnu Mes'ud'u
kastettiğini belirtmiştir. İki büyük şehir, anlaşılacağı üzere Mekke ve
Taifdir.
Urve'nin, fiziken Hz. İsa'ya benzediği söylenmiştir, (radıyallahu anh).[107]
Daha önce Selef ulemâsının, Hudeybiye Sulhünü İslâm'ın en büyük
zaferi olarak tavsifte ve Kur'ân-ı Kerim'de geçen Feth-i Mübin ile onun
kastedildiğini söylemekte ittifak
ettiklerini belirtmiştik. Bu sulhün İslâm davasına kazandırdığı faydalar
çoktur. Biz, burada onun en mühim meyvelerinden biri, belki de birincisi olan
Allah'ın Kılıncı Hâlid İbnu Velîd'den bahsedecek, kısaca onu tanıtmaya
çalışacağız.
Hâlid İbnu'l-Velîd İbni'l-Muğîre el-Kureşî el-Mahzûmî, künyesi Ebu
Süfyan'dır. Mamafih Ebu'l-Velîd de denmiştir. Annesi Lübâbetü's-Suğrâ
Bintu'l-Hâris İbni'l-Hazri'l-Hilâliyye'dir. Lübâbe, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın zevce-i pâkleri Meymune Bintu'l-Hâris (radıyallahu anhâ)'nın kız kardeşidir.
Şu halde Hâlid, bir bakıma Aleyhissalâtu vesselâm'ın baldızının oğludur.
Hâlid (radıyallahu anh), cahiliye devrinde de Kureyş'in kalbur
üstü eşrafından biri idi. Nitekim Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) insanları
mâdenlere benzetecek, cahiliyede şerefli olanların İslam'da da -ilim
öğrenmeleri şartıyla şerefli olacaklarını belirtmiş idi. İbnu'l-Esir, Hâlid' in
Cahiliye devrinde savaş hazırlığının
yapıldığı çadırda, harb kurmayları arasında yer aldığını, ayrıca süvari
birliğinin başı olduğunu belirtir.
Hâlid (radıyallahu anh) müslüman olmak isteyince Amr İbnu'l-As ve
Osman İbnu Talha ile birlikte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelirler.
Aleyhissalâtu vesselâm onları görünce: "Mekke size ciğerparelerini
atıyor" diyerek, hem bunların değerlerini, hem Mekke'nin, kurmaylarından
kaybını hem de İslâm'ın büyük kazancını dile getirmiş oluyordu.
Davalar dayandıkları esasların hakkaniyetleri ve cihanşümul
oluşlarıyla büyük ise de, o davaya sahip çıkan el ve kafaların güçleriyle yüce
ve güçlü olur ve sancağını yüce kalelerde dalgalandırır. Veya İslam gibi hak
davayı muzaffer kılacak güçlü ellere, çaplı kafalara da ihtiyaç vardır. Davanın
hak olması yeterli değildir; ilâhî kanun böyle.
Hülasa Uhud'un müşrik kahramanı Hâlid'in İslâm'a girmesi büyük bir
kazanç olmuştur.
Hz. Hâlid'in müslüman oluş vakti ile ilgili muhtelif rivayetler
var ise de Hudeybiye'ye kadar ve hatta Hudeybiye seferi sırasında da müşrikler
safında yer almış olduğu sahih rivayetlerde sâbittir.
Halid müslüman olduktan sonra, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
pek çok seferlere komutan olarak görevlendirmiştir. İlk defa Mûte seferinde
komutaya ard arda geçen üç şahsın da şehid olması üzerine, dördüncü komutan
olarak -askerlerin nasbıyla- başa geçer; ve İslâm ordusunu geri çekmek suretiyle
feci bir hezimetten korur. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), buradaki
başarısını takdiren Seyfullah lakabını verir. Daha önce de kaydettiğimiz gibi
Resulullah, onu ilk defa Mekke Fethinde İslam ordusuna komutan tayin eder.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında:
* Huneyn seferine katılır; Taif'teki Uzza tapınağını yıkmaya
tavzîf edilir; Devmetu'l-Cendel'in şefi Ukeydir İbni Abdilmelik'e; Benî'l-Hâris
İbnu'l-Ka'b'a gönderilir. Hz. Ebu Bekr zamanında Ridde savaşlarının komutanı
oldu. Önce Tuleyha'yı, sonra Müseylime'yi, sonra Mâlik İbnu Nuveyra vs.'yi
bertaraf ederek hepsini bastırdı. Burada işi bitince Hz. Ebu Bekr onu İran ve
Bizans'la savaşmak üzere Suriye'ye gönderdi. Şam onun eliyle fethedildi.
Hz. Ömer halife olup da azledinceye kadar Suriye bölgesindeki
İslâm ordularının başkomutanlığını yaptı.
Hz. Halid, girdiği her savaşta mutlaka başarı elde ettiği için, müslümanlar arasındaki haklı bir
şöhrete ve takdire kavuşmuştu. Hz. Ömer'in onu azledişi müslümanlar arasında
bir şok meydana getirmiş, bir kısım dedikodulara sebep olmuştu. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) "Bütün beldelere" çıkardığı bir tamimle, meseleyi
tavzih etme; hem kendisi, hem de Hz. Halid aleyhinde yapılan spekülasyonları
bertaraf etme ihtiyacı duyar. Halkın neler söylemiş olabileceğini bu tamimin
metninden anlamak mümkün olabileceği için, Taberi Tarihi'nin kaydettiği metnin
tercümesiyle yetiniyoruz:
"Ben, Hâlid'i ne [tarafımdan] bir öfke, ne de [onun
tarafından] bir ihânet sebebiyle azletmedim. Lakin halk onun sebebiyle fitneye
düştü. (Allah'ın verdiği zaferleri) ondan bilmeye başlamasından ve böylece
belaya düşmelerinden korktum. İstedim ki, zaferleri bize verenin Allah olduğunu
bilsinler de (ondan bilme) fitnesine maruz kalmasınlar.
"Allah'ın kılıcı Hâlid, Hz. Ömer'in, azlinden sonra komutan
olduğu orduda er olarak hizmetine devam edecektir.
Hz. Hâlid
Yermuk savaşı sırasında başında taşımakta olduğu kalansuve (takke)yi kaybeder.
Israrla aratır. Bulunamaz; tekrar tekrar aratır, sonunda bulunur: Meğer
arkasındaymış. Ancak basit bir kalansuvedir. Niçin bulunması için bu kadar
ısrar ettiği sorulunca: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) umre yaptı,
bu sırada başını tıraş etti. Herkes saçını kapmak için koşuştu, ben önce
davrandım, nasiyesinden (alın) aldığım saçtan bu kalansuvenin ön kısmına
koydum. Bu saç beraberimde oldukça, hangi savaşa katıldı isem mutlaka
kazandım" der ve kalansuveyi hırsla arama sebebini açıklar.
Hâlid
(radıyallahu anh) Hicrî 21 yılında Humus şehrinde vefat etmiştir. Medine'de
öldüğü de söylenmiştir. Öleceği zaman: "Savaş meydanında ölmeyi çok taleb
ettim ama muktedir olamadım, nasib yatakta ölmekmiş" diyerek bu ölümden
üzüntüsünü ifade eder. Bir başka rivayette
de şöyle dediği nakledilmiştir: "Yüz savaşa katıldım. Bedenimde
yara almadık bir karış yer yok; mutlaka ya
ok, ya kılıç, ya da mızrak darbesi değdi. Buna rağmen işte yatakta ölüyorum,
tıpkı bir eşek gibi." Hâlid İbnu Velîd'in oğlu munkarız olur ve nesli
kesilir. Medine'deki evlerine Eyyup İbnu Seleme vâris olur.[108]
ـ4270 ـ1ـ
عَنِ
البَراءِ بْنِ
عَازبٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما
قَالَ: ]اِعْتَمَرَ
رَسُولُ
اللّهِ # فِى
ذى القعْدَةِ
فأبِي أهْلُ
مَكَّةَ أنْ
يَدَعُوهُ
يَدْخُلُ مَكَّةَ
حَتّى
قَاضَاهُمْ
عَلى أنْ
يَدْخُلَ
مِنَ
الْعَامِ
الْمُقْبِلِ،
يُقِيمُ فِيهَا
ثَثاً َ
يَدْخُلُ
مَكَّةَ
السَِّحُ إَّ
السَّيْفَ فى
الْقِرَابِ،
وَأنْ َ
يَخْرُجَ
مِنْ أهْلِهَا
بِأحَدٍ إنْ
أرَادَ أنْ
يَتْبَعَهُ،
وَأنْ َ
يَمْنَعَ
أحداً مِنْ
أصْحَابِهِ أرَادَ
أنْ يُقِيمَ
بِهَا. فلمَّا
دَخَلَهَا
وَمضى ا‘جَلُ،
أتَوْا
عَلِيّاً
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه.
فقَالُوا
قُلْ
لِصَاحِبِكَ
اخْرُجْ عَنّاً،
فقَدْ مَضى
ا‘جَلُ.
فَخَرَجَ #
فَتَبِعَتْهُ
ابْنَةُ
حَمْزَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما:
تَنَادى يَا
عَمُّ يَا
عَمُّ.
فَتَنَاوَلَهَا
عَلِيٌّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
فَأخَذَ بِيَدِهَا.
فقَالَ
لِفَاطِمَةَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْها:
دُونَكِ
بِنْتَ
عَمِّكِ؟
فَحَمَلَتْهَا.
فَاخْتَصَمَ
فِيهَا
عَلِىٌّ
وَزَيْدٌ وَجَعْفَرٌ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهم.
فَقَالَ عَلِىٌّ:
هِى
ابْنَةُ
عَمِّي،
وَقَالَ
جَعْفَرٌ:
هِىَ ابْنَةُ
عَمِّي،
وَخَالَتُهَا
تَحْتِي، وَقَالَ
زَيْدٌ:
بِنْتُ أُخِي.
فَقَضى بِهَا
# لِخَالَتِهَا؛
وَقَالَ:
اَلْخَالَةُ
بِمَنْزِلَةِ
ا‘ُمِّ؛
وَقَالَ
لِعَلِيٍّ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه: أنْتَ
مِنِّي
وَأنَا
مِنْكَ، وقَالَ
لِجَعْفَرٍ:
أشْبَهْتَ
خَلْقِي وَخُلُقِي.
وَقَالَ
لِزَيْدٍ:
أنتَ
أُخُونَا وَمَوْنَا[.
أخرجهُ
الشَّيْخَانِ.»قِرَابُ
السَّيْفِ«
قال
ا‘زْهَرِي:
هُوَ
غَمْدُهُ .
1. (4270)- Bera İbnu'l-Âzib (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Zülkade ayında
umreye çıkmıştı. Mekkeliler Onun Mekke'ye girmesine izin vermediler.
Resulullah, gelecek yıl girmek, orada üç gün kalmak, Mekke'ye silahlar
torbalarda olarak girmek, ailelerinden peşine düşmek isteyen çıksa bile kimseyi
almamak, Ashabından Mekke'de kalmak isteyen çıkarsa kimseye mani olmamak
şartları üzerine anlaşmıştı.
Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (Mekke'ye umre için) girip, müddet de dolunca, Mekkeliler
Hz. Ali'ye gelip:
"Arkadaşına
söyle! bizi terketsin, müddet doldu!" dediler. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) çıktı, ancak Hamza'nın kızı (radıyallahu anhümâ) peşine takıldı:
"Ey
amcam, ey amcam!" diye bağırıyordu. Hz. Ali (radıyallahu anh) onu alıp
elinden tuttu. Hz. Fatıma (radıyallahu
anhâ)'ya:
"Amcanın
kızını yanına al!" dedi. [Medine'ye gelince] kızı (yanına alma) hususunda
Hz. Ali, Zeyd ve Câfer (radıyallahu anh) ihtilafa düştüler. Hz. Ali:
"O
benim amcamın kızıdır! (Ben ehakkım)" diyordu. Ca'fer (radıyallahu anh):
"O
hem amcamın kızı, hem de teyzesi nikahım altında!" diyordu. Zeyd de:
"Kardeşimin
kızıdır!"(21) diyordu. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızın,
teyzesinin yanında kalmasına hükmetti
ve: "Teyze anne makamındadır!" buyurdu. Hz. Ali (radıyallahu anh)'a
yönelerek: "Sen bendensin, ben de senden!" buyurdu. Cafer
(radıyallahu anh)'a: "Yaratılışın ve huyun bana benzer" diyerek
iltifat etti. Zeyd (radıyallahu anh)'a da: "Sen bizim hem kardeşimiz, hem
de mevlamız (âzadlımız)sın!" buyurdu."
[Buhârî, Meğâzî 43, Umre 3, Cezâu's-Sayd 17, Sulh 6, Cizye 19; Müslim, Cihâd
90, (1783).][109]
AÇIKLAMA:
Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hudeybiye
antlaşmasına konulan bir madde gereğince sulhü takip eden senede yapılan umre anlatılmaktadır. Ulemâ
umumiyetle Resulullah'ın dört umre yaptığını söyler:
1- Hudeybiye senesi yapılan umre: Gerçi bunda tavaf ve sa'y
yapılmamıştır ama kurban kesilmiş, tıraş olunmuş ve ihramdan çıkılmıştır. Bu
sebeple ulemâ bunun da bir umre olduğunu söylemiştir.
2- umretu'lkaza: Bu, sadedinde olduğumuz umredir. Buna kaza
denmesi sulh yapıldığı yıl niyet edildiği halde yapılamayan umrenin kazası
olduğunu ifade etmez; antlaşma gereği yapılan umre ma'nâsını ifade eder. Çünkü
kaza kelimesi, burada "antlaşma" ma'nâsına gelen mukâza' dan
gelmektedir. Antlaşma umresi demek daha muvafık olur.
3- Ci'irrâne'de yaptığı umre.
4- Veda haccı sırasında Hacc-ı kıranla yaptığı umre, (Daha
fazla bilgi için (1576-1883 numaralı hadisler) görülmelidir.)[110]
ـ4271 ـ1ـ عَنِ
ابْنِ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قَالَ:
]أمَّرَ
رَسُولُ
اللّهِ # فِي
غَزْوَةِ مُؤْتَةَ
زَيْدَ بْنِ
حَارِثَةَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه.
فَقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إنْ
قُتِلَ
زَيْدٌ
فَجَعْفَرٌ،
وَإنْ قُتِلَ
جَعْفَرٌ
فَعَبْدُاللّهِ
بْنُ
رَوَاحَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهم. قَالَ
عَبْدُاللّهِ:
كُنْتُ
فِيهِمْ فِى
تِلْكَ
الْغَزْوَةِ
فَلْتَمَسْنَا
جَعْفَرَ
بْنَ أبِي
طَالِبٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
فَوَجَدْنَاهُ
فِي
الْقَتْلَى
وَوَجَدْنَا
فِيمَا
أقْبَلَ مِنْ
جَسَدِهِ
بِضْعاً
وَتِسْعِينَ
مَا بَيْنَ
رَمْيَةِ
وَطَعْنَةٍ؛
زَادَ فِي
رِوَايَةٍ:
لَيْسَ
مِنْهَا
شَىْءٌ فِى دُبُرِهِ[.
أخرجه
البخاري.
1. (4271)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Mûta gazvesinde Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu
anhümâ)'yı emir (komutan) tayin etti ve dedi ki:
"Eğer Zeyd öldürülecek olursa, komutan Ca'fer'dir. Ca'fer
öldürülecek olursa Abdullah İbnu Ravâha'dır" (radıyallahu anhüm).
Abdullah der ki: "Bu gazvede aralarında ben de vardım. (Bir
ara) Cafer İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh)'ı aradık. Onu ölüler arasında bulduk.
Öyleydi ki cesedinin ön cephesinde doksan küsür ok ve mızrak yarası
saydık." Bir rivayette de şu ziyadeyi ilave etmiştir: "Arka tarafında
hiç yara yoktu." [Buhârî, Meğâzî 44.][111]
ـ4272 ـ2ـ
وَعَنْ أنَسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّ رَسُولَ
اللّهِ # نَعى
زَيْداً
وَجَعْفَراً
وَابْنَ
رَوَاحَةَ لِلنَّاسِ
قَبْلَ أنْ
يَأتِيهِمْ
خَبرُهُمْ.
فقَالَ: أخَذَ
الرَّايَةَ
زَيْدٌ
فَأُصِيبَ.
ثُمَّ
أخَذَهَا
جَعْفَرٌ
فَأُصِيبَ. ثُمَّ
أخَذَهَا
عَبْدُاللّهِ
بْنُ
رَوَاحَةَ
فَأُصِيبَ،
وَإنَّ
عَيْنَيْ
رسولِ اللّهِ
# لَتَذْرِفَانِ.
ثُمَّ
أخَذهَا
سَيْفٌ مِنْ
سُيُوفِ اللّهِ:
خَالِدُ بنُ
الْوَلِىدِ
مِنْ غَيْرِ
إِمْرَةٍ
فَفَتَحَ
اللّهُ
تَعالى لَهُ[.
أخرجه البخاري
والنسائي.»ذَرِفَتِ
الْعَيْنُ«
إذَا سَالَ
دَمْعُهَا .
2. (4272)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Zeyd,
Cafer ve İbnu Ravâha'nın öldüklerini onlardan haber gelmezden önce bildirdi.
Şöyle demişti:
"Bayrağı Zeyd aldı ve isabet aldı (öldü). Bayrağı ondan sonra
Ca'fer aldı o da öldü. Sonra Abdullah İbnu Ravâha aldı, o da öldü. -Böyle deyince
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın gözleri yaşla doldu.- (Resulullah
sözlerine devam etti): Bayrağı,sonra Allah'ın kılıçlarından bir kılıç, tâyin
edilmeksizin aldı: Halid İbnu'l-Velid... Allah Teâla Hazretleri ona zafer
verdi." [Buhârî, Cenâiz 4, Cihâd 7, 183, Menâkıb 25, Fedaili'l-Ashâb 25,
44; Nesâî, Cenâiz 27, (4, 26).] [112]
ـ4273 ـ3ـ
وَعَنْ
قَيْسِ بْنِ
أبِي حَازِمٍ
قَالَ:
]سَمِعْتُ
خَالِداً
يَقُولُ:
لَقَدْ اِنْقَطَعَ
فِي يَدِي
يَوْمَ
مُؤْتََةَ
تِسْعَةُ
أسْيَافٍ،
فَمَا بَقِىَ
في يَدى اَِّ
صَفِيحَةٌ
يَمَانِيَّةٌ[.
أخرجه
البخاري .
3. (4273)- Kays İbnu Ebî Hâzım (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Hâlid'in şöyle söylediğini işittim: "Mûta günü elimde dokuz kılıç
kırıldı. Elimde sadece Yemen'de mamul
bir safîha (geniş demirli kılıç) kaldı." [Buhârî, Megazî 44.][113]
ـ4274 ـ4ـ
وَعَنْ
عَوْفِ بْنِ
مَالِكٍ
ا‘شْجَعِىِّ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]خَرَجْتُ مَعَ
زَيْدِ ابْنِ
حَارِثَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
في غَزْوَةِ
مُؤْتَةَ
وَرَافَقَنِى
مَدَدِىٌّ
مِنَ
الْيَمَنِ
لَيْسَ
مَعَهُ غَيْرُ
سَيْفِهِ
فَنَحَرَ
رَجُلٌ مِنَ
الْمُسْلِمِينَ
جَزُوراً.
فَسَألَهُ
الْمَدَدِىُّ
طَائِفَةً
مِنْ
جِلْدِهِ.
فَأعْطَاهُ
إيَّاهُ
فَاتَّخَذَهُ
كَهَيْئَةِ
الدَّرَقَةِ
وَمَضَيْنَا
فَلَقِينَا
جُمُوعَ الرُّومِ،
وَفِيهِمْ
رَجُلٌ عَلى
فَرسٍ أصْفَرَ
عَلَيْهِ
سَرْجٌ
مُذََهَّبٌ.
فَجَعَلَ
الرُّومىُّ
يَفْرِى
بِالْمُسْلِمِينَ
فَقَعَدَ
لَهُ الْمَدَدِىُّ
خَلْفَ
صَخْرَةٍ
فَمَرَّ بِهِ
الرُّومىُّ.
فَعَرْقَبَ
فَرَسَهُ
بِسَيْفِهِ فَخَرَّ
الرُّومىُّ
فَعََهُ
بِسَيْفِهِ فَقَتَلَهُ
وَحَازَ
فَرَسَهُ
وَسَِحَهُ. فَلَمَّا
فَتَحَ
اللّهُ عَلى
الْمُسْلِمِينَ
بَعَثَ
إلَيْهِ خَالِدُ
بْنُ
الْوَليدِ
فَأخَذَ
مِنْهُ بَعْضَ
السَّلَبِ.
قَالَ عَوْفٌ:
فَأتَيْتُ
خالِداً،
فَقُلْتُ
لَهُ: أمَا
عَلِمَتَ أنْ
رَسُولَ
اللّهِ # قَضى
بِالسَّلَبِ
لِلْقَاتِلِ؟
قَالَ: بَلى.
وَلكِنِّى
اسْتَكْثَرْتُهُ
لَهُ.
فَقُلْتُ:
لَتَرُدَّنَّهُ
إلَيْهِ أوْ ‘عَرِّفَنَّكَهَا
عِنْدَ
رَسُولِ
اللّهِ #.
فَأبى أنْ
يَرُدَّ
عَلَيْهِ.
قَالَ عَوْفٌ:
فَلَمَّا اجْتَمَعْنَا
عِنْدَ
رَسُولِ
اللّهِ # قَصَصْتُ
عَلَيْهِ
قِصَّةَ
الْمَدَدِىِّ
وَمَا فَعَلَ
خَالِدٌ.
فقَالَ رسولُ
اللّه #: يَا خَالِدُ
مَا حَمَلَكَ
عَلى مَا
صَنَعْتَ؟ قَال:
اِسْتَكْثَرْتُهُ.
فقَالَ: رُدَّ
عَلَيْهِ الَّذِِى
أخَذْتَ
مِنْه.
فَقُلْتُ:
دُونَكَهَا
يَا خَالِدُ،
ألَمْ أوْفِ
لَكَ. فَقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: وَمَا
ذَاكَ؟ قَالَ:
فَأخْبَرْتُهُ.
قَالَ: فَغَضِبَ
# وَقَالَ: يَا
خَالِدُ َ
تَرُدَّ
عَلَيْهِ،
هَلْ أنْتُمْ
تَارِكُونَ
لِى
أُمَرَائِى؟
لَكُمْ
صِفْوَةُ أمْرِهِمْ
وَعَلَيْهِمْ
كَدَرُهُ[.
أخرجه مسلم
وأبو
داود.»يَفْرِى
بِالمُسْلِمِينَ«
الفرىُ
القَطْعُ،
وَهوَ
كِنَايَةٌ عن
شِدّةٍ فَكنايتَهُ
فيهم.وقولهُ
»‘عْرِفَنَّكَهَا«
أىْ ‘جَازِيَنَّكَ
بها حتّى تعرف
صنيعك هذا.
وقوله »دُونكها«
أى خذها كأنّه
وفاءٌ له بما
وعده.و»صِفْوَةُ
الشَّىْءِ«
بكَسر الصاد
خالصَتهُ إذا
اثبتّ الهاء
كسرت الصاد
وإذا حذفتها
فتحتها، فقلت
صفْو
الشّىْءِ .
4. (4274)- Avf İbnu Mâlik el-Eşca'î (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Mûta gazvesine Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu anh) ile birlikte çıktım.
Bana Yemenli bir asker refâkat etti ki, üzerinde sadece bir kılıncı vardı. Müslümanlardan biri
bir deve kesti. Yemenli, ondan derinin bir parçasını istedi, o da verdi.
Yemenli ondan kendine bir nevi kalkan yaptı. Yolumuza devam ederken bir Rum
birliğiyle karşılaştık. Onlar arasında, üzerinde müzehheb (altın işlemeli) eğer
taşıyan sarı bir at üzerinde bir adam vardı. Adamın silahı da müzehheb idi.
Rumî adam müslümanlara şiddetle saldırmaya başladı. Yemenli asker de bir kayanın
arkasında saklanarak onu takibe başladı. Derken rumî ona uğradı. Yemenli
kılıncıyla atın ayaklarını kırdı ve Rumî yere düştü. Hemen kılıcıyla üzerine atılıp adamı öldürdü. At(ta
olanları) ve silahı aldı.
Allah Teâla Hazretleri müslümanlara zafer müyesser edince, Hâlid
İbnu'l-Velid adama birini göndererek selebden (öldürdüğü kimsenin eşyalarından
el koyduğu şeylerden) bazısını ondan
aldı.
Avf der ki: "Ben Hâlid'e gelerek, kendisine:
"Bilmiyor musun, Resulullah, selebin öldürene ait olduğuna
hükmetmiştir!" dedim.
"Elbette biliyorum. Fakat aldıkları gözüme çok geldi!"
dedi. Ben:
"Ya bunu adama geri
verirsin, ya da durumu Aleyhissalâtu vesselâm'a söylerim!" dedim. Ama Hâlid, geri vermekten imtina
etti."
Avf der ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında toplanınca, ben Yemenlinin
ve Halid'in yaptığı şeyleri hikaye ediverdim. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm): "Ey Hâlid niye böyle yaptın?" diye sordu. Hâlid:
"Bu gözüme çok göründü!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ondan ne aldı isen geri ver!" dedi. Ben:
"Ey Hâlid! Al işte, ben sana (böyle yapman gerektiğini)
söylemedim miydi?" dedim.
Resulullah: "Bu da ne demek?" buyurdu. Ben de anlattım. Bunun
üzerine Resulullah öfkelendi ve:
"Ey Hâlid, ona geri verme! Siz benim komutanlarımı bana
bırakır mısınız hiç! [Sizin ve
komutanlarımın misali, deve veya koyun çobanı tutulup da onları güden, sulama
vakti gelince havuza götüren çoban ve sürüsüne benzersiniz. Sürü gelir havuza
girer, temiz suyu içer, çobana bulanığı kalır. Temizi size bulanığı
komutanlarıma." [Ebu Dâvud, Cihâd 148, (2719, 2720); Müslim, Cihâd 44, 45,
(1753, 1754).][114]
AÇIKLAMA:
1- Mûta gazvesi hicretin sekizinci yılında Cemâdilûla ayında
cereyan etmiştir. Mûta, bugünkü Kudüs'e iki merhale uzaklıkta Suriye bölgesinde
bir mevkinin adıdır.
2- Bu seferin sebebi, Bizans'ın Suriye bölgesindeki yetkililerinden biri olan
Şurahbil İbnu Amr el-Gassanî'nin, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Basra
sorumlusuna gönderdiği elçiyi öldürmüş olmasıdır. Resulullah elçisini öldüren
Şurahbil'i cezalandırmak istiyordu.
Ordu Zeyd İbnu Hârise komutasında idi. Müslümanlar Mu'ân nam mevkiye varınca Herakliyus'ün yüzbini Rum,
yüzbini de Lahm ve Cüzâm kabilelerinden olmak üzere gayr-ı Rum ikiyüzbinlik bir
ordu ile üzerlerine gelmekte olduğu haberini alırlar. Burada iki gece kalıp ne
yapacakları hususunda muhasebede bulunurlar. Hatta Resulullah'a yazıp ne
yapılması gerektiğini sormayı düşünürler. Ancak Abdullah İbnu Ravâha: "Ey
insanlar sizin şu anda hoşunuza gitmeyen şey, Medine'den yola çıkarken
aradığınız şeydir: Şehîd olmak. Biz insanlarla
sayıya bakarak, kuvvete bakarak
savaşmıyoruz, din için savaşıyoruz. Yürüyelim. Bize mutlaka iki güzelden biri
var: (Şehidlik veya zafer)" diyerek askerleri teşçî eder:
"Vallahi doğru söyledi!" derler ve yürürler.
Müslümanlar, Bizanslıların Rum ve hıristiyan-Arap karışımı muazzam ordusuyla
Mûta'da karşılaşırlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın belirttiği gibi, önce Zeyd
İbnu Hârise şehid olur. Bayrağı Cafer İbnu Ebi Talib alır, o da şehid olur.
Sonra bayrağı Abdullah İbnu Ravâha alır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu esnada (akşam),
müslümanları Mescidde toplamış, an be an haber veriyor, şehid olanları ismen
söylüyor, arkadan komutan olanı söylüyor, ölenler için istiğfarda bulunuyor.
"Bayrağı Abdullah İbnu Ravâha aldı" deyip susar. Derken Ensâr'ın
rengi değişir, Abdullah'tan hoş olmayan bir şey sâdır oldu zannederler. Bir
müddet sonra Resulullah: "Düşmanla savaştı ve şehid oldu! Cennete
kaldırıldılar, altın divanlar üzerindeler!"der ve üzüntü gider.
Resulullah sonra bayrağı Hâlid İbnu Velîd'in aldığını
"Bayrağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç aldı" diyerek haber verir.
Hâlid o günden sonra seyfullah lakabını alır.
Hâlid İbnu Velîd, İslam ordusunu bu pek büyük kalabalığa
ezdirmemek için geri çeker.[115]
*
ÜSÂME İBNU ZEYD'İN, CÜHEYNE'NİN HURUKA'YA GÖNDERİLMESİ
ـ4275 ـ1ـ
عَنْ أبِي
ظَبْيَانَ
قَالَ:
]سَمِعْتُ أُسَامَةَ
بْنَ زَيْدٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُما
يَقُولُ:
بَعثَنا
رسولُ اللّهِ
# إلى الحُرُقَةِ
فَصَبَّحْنَا
الْقَوْمَ
فَهَزَمْنَاهُمْ.
فَلَحِقْتُ
أنَا
وَرَجُلٌ
مِنَ ا‘نْصَارِ
رَجًُ
مِنْهُمْ.
فَلَمَّا
غَشَيْنَاهُ
قَالَ: َ إله
إَّ اللّهُ.
فَكَفَّ
عَنْهُ ا‘نْصَارىُّ
وَطَعَنْتُهُ
بِرُمْحِى
فَقَتَلْتُهُ.
فَلَمَّا
قَدِمْنَا
بَلَغَ ذلِكَ
النَّبِىَّ #.
فقَالَ: يَا
أُسَامَةُ
أقَتَلْتَهُ
بَعدَ مَا
قَالَ َ إلهَ
إَّ اللّهُ؟
قُلْتُ: إنَّمَا
قَالَ
مُتَعَوِّذاً.
قَالَ:
أقَتَلْتَهُ
بَعْدَ أنْ
قَالَ َ إلهَ
إَّ
اللّهُ؟
فَمَا زَالَ
يُكَرِّرُهَا
حَتّى تَمَنَّيْتُ
أنِّى لَمْ
أكُنْ
أسْلمْتُ قَبْلَ
ذلِكَ
الْيَوْمِ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود.وزاد
مسلم في رواية
أخرى عن جندب:
]أقَتَلْتَهُ
وَقَدْ قَالَ َ
إلهَ إَّ
اللّهُ:
كَيْفَ
تَصْنَعُ بِ
اللّهُ إذَا
جَاءَتْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
كَرَّرَ
ذلِكَ
عَلَيْهِ[.»الْمُتَعَوِّذُ«
الْمُلْتَجِئُ
خَوْفاً مِنَ
الْقَتْلِ .
1. (4275)- Ebu Zabyân anlatıyor: "Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu
anh)'ı dinledim, diyordu ki:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi Huruka'ya gönderdi.
Sabah baskını yapıp hezimete uğrattık. Ben ve Ensar'dan biri, Hurukalı bir
adama rastladık. Adama galebe çalmıştık, Lâilaheillallah dedi. Adam bunu söyler
söylemez Ensâri savaşmayı bıraktı, ben devam ettim ve mızrağımı saplayıp
öldürdüm.
Medine'ye geldiğimiz zaman benim yaptığım, Resulullah'ın kulağına
ulaşmış. (Beni çağırttı ve.)
"Ey Usâme! Sen, lailâhe illallah dedikten sonra adam mı
öldürdün?" diye sordu. Ben:
"O bunu, canını kurtarmak için söyledi!" dedim.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen onu Lailahe illallah dedikten
sonra öldürdün mü?" dedi. Bu cümleyi o kadar çok peşpeşe tekrar etti ki,
keşke bugünden daha önce müslüman olmasaydım (müslüman olarak böyle bir
cinayeti işlememiş olurdum) diye temenni
ettim." [Buhârî, Diyât 2; Müslim, İman 158, (96). Ebu Dâvud, Cihâd 104,
(2643).]
Müslim'in Cündeb'ten kaydettiği bir diğer rivayet şöyle: "Sen
Lâilahe illallah diyeni öldürdün mü? Kıyamet günü Lailahe illallah gelince ona
nasıl hesap vereceksin?" Bunu ona çok tekrarladı."[116]
AÇIKLAMA:
1- Bu seriyye, hicretin yedinci yılı Ramazan ayında cereyan
etmiştir. Bu seriyyenin komutanı Gâlib İbnu Ubeydullah el-Kelbî'dir.
Seriyyenin, komutandan ziyade, Üsâme'nin ismini alması, bu sefer sırasında Üsâme'
nin işlediği hatanın şüyû bulması, onun çokça konuşulması sebebiyledir.
2- Hadis ve siyer kitaplarında benzer hadiseler kaydedilmekte,
bazılarında farklı hadiseler aynı şahsa nisbet edilebilmektedir. Sadedinde
olduğumuz gazve, İbnu Sa'd'ın kaydına göre yüzotuz kişilik bir ekibin
gazvesidir. Resulullah, seriyeyi Necid'de Batn-ı Nahl'in geri tarafındaki
Meyfa'a nâm mevkide bulunan Benî Ahvâl ile Benî Abd İbni Sa'lebe üzerine
göndermiştir. Burası Medine'ye sekiz konaklık bir mesafededir.
Bazı rivayetlere göre Üsâme (radıyallahu anh)'ın öldürdüğü kimse
Mirdâs İbnu Nehîk'di. Kabilesi müşrik olmasına rağmen, kendisi müslüman
olmuştu. Mirdâs koyun güdüyordu. Müslümanlar gelince herkes kaçmış, fakat bu
müslüman olduğu için kaçmamıştı. Müslüman süvarilere esselamu aleyküm diye
selam verir. Ancak Üsâme, öldürerek koyunlarını
alır.
Resûlullah bu hadiseye ziyadesiyle üzülür ve bir rivayette:
"Siz onun elindekini almak için öldürdünüz" buyurur.
Bazı rivayetler şu âyetin bu hadise üzerine indiğini belirtir:
"Size (İslâmca) selam veren kimseye "sen mü'min değilsin"
demeyin" (Nisa 94).
Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah, Üsâme'yi: "Bâri kalbini
yarsaydın da bu sözü samimiyetle mi söyledi bilseydin ya!" diyerek
paylamıştır.[117]
ـ4276 ـ1ـ
عَنْ عَلِىٍّ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قال:
]بَعَثَنِى
رَسُولُ
اللّهِ # أنَا
وَالزُّبَيْرَ
وَالْمِقْدَادَ.
فقَالَ:
إنْطَلِقُوا
حَتّى
تَأتُوا
رَوْضَةَ خَاخٍ
فَإنَّ بِهَا
ظَعِينَةً
مَعَهَا
كِتَابٌ
فَخُذُوهُ
مِنْهَا.
فَانْطَلَقْنَا
تَتَعَادَى
بِنَا
خَيْلُنَا
حَتّى
أتَيْنَا الرَّوْضَةَ.
فَإذَا
نَحْنُ
بِالظَّعِينَةِ
فَقُلْنَا: أخرِجِى
الْكِتَابَ.
فَقَالَتْ:
مَامَعِى كِتَابٌ.
فَقُلْنَا:
لَتُخْرِجَنَّ
الْكِتَابَ
أوْ
لَنُلْقِينَّ
الثِّيَابَ.
فَأخْرَجَتْهُ
مِنْ
عِقَاصِهَا.
فَأتَيْنَا
بِهِ رَسُولَ
اللّهِ #،
فإذَا فِيهِ:
مِنْ حَاطِبِ
بنِ أبِي بَلْتَعَةَ
إلى نَاسٍ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
مِنْ أهْلِ
مَكَّةَ
يُخْبِرُهُمْ
بِبَعْضِ أمْرِ
رَسُولِ
اللّهِ
#. فقَالَ #: يَا
حَاطِبُ؛ مَا
هذا؟ فَقَالَ:
يَا رسولِ
اللّهِ َ
تَعْجَلْ
عَليَّ! إنِّى
كُنْتُ
امْرأَ
مُلْصَقاً
فِى قُرَيْشٍ
وَلَمْ أكُنْ
مِنْ
أنْفُسِهِمْ،
وَكَانَ مَنْ
مَعَكَ مِنَ
الْمُهَاجِرِينَ
لَهُمْ
قَرَابَةٌ
يَحْمُونَ
بِهَا أمْوَالَهُمْ
وَأهْلِيهِمْ
بِمَكَّةَ
فَأحْبَبْتُ
إذْ فَاتَنِى
ذلِكَ مِنَ
النَّسَبِ
فِيهِمْ أنْ
أتخِذَ
فِيهِمْ يداً
يَحْمُونَ بِهَا
قَرَابَتِى،
وَمَا
فَعَلْتُ
ذلِكَ كُفْراً
وََ ارْتِدَاداً
عَنْ دِينِى،
وََ رِضاً
بِالْكُفْرِ
بَعْدَ
ا“سَْمِ.
فقَالَ #:
إنَّهُ قَدْ
صَدَقَكُمْ.
فقَالَ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
دَعْنِى يَا
رَسُولَ
اللّهِ
أضْرِبْ
عُنُقَ هذَا
الْمُنَافِقِ.
فقَالَ #:
إنَّهُ قَدْ
شَهِدَ
بَدْراً،
وَمَا
يُدْرِيكَ؟
لَعَلَّ
اللّهَ تَعالى
اطَّلَعَ
عَلى اَهْلِ
بَدْرٍ.
فَقَالَ: اعْمَلُوا
مَا شِئْتُمْ
فَقَدْ
غَفَرْتُ لَكُمْ.
فَأنْزَلَ
اللّهُ
تَعالى: يَا
أيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا َ
تَتَّخِذُوا
عَدُوِّي
وَعَدُوَّكُمْ
أوْلِيَاءً
تُلْقُونَ إلَيْهِمْ
بِالْمَوَدَّةِ
وَقَدْ
كَفَرُوا
بِمَا جَاءَكُمْ
مِنَ
الْحَقِّ. إلى
قَوْلِهِ:
فَقَدْ ضَلَّ
سَوَاءَ
السَّبِيلِ[.
أخرجه الخمسة
إ النسائي.»رَوْضَةُ
خَاخِ«
بِمُعُجَمَتَيْنِ
مَوْضِعٌ
بَيْنَ
مَكَّةَ
وَالْمَدَينَةَ.»وَالظَّعِينَةُ«
في ا‘صْلِ
الْمَرْأةُ
مَادَامَتْ
فِي
الْهَوْدَجِ
ثُمَّ
جُعِلَتِ
الْمَرْأةُ
الْمُسَافِرَةُ
ظَعِينَةً
ثُمَّ
جُعِلَتْ إلى
الْمَرْأةِ
نَفْسِهَا
سَافرََتْ
أوْ أقَامَتْ.»وَالعقِاصُ«
الْخَيْطُ
الَّذِى تُشَدُّ
بِهِ
الْمَرْأةُ
أطْرَافَ
ذَوَائِبِهَا.
وَالْمَعْنى
أخرجت الكتاب
من ضفائرها المعْقوصة
.
1. (4276)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) beni, Zübeyr'i ve Mikdâd'ı gönderdi ve dedi ki:
"Gidin Ravzatu Hâh nam mevkiye varın. Orada bir kadın bulacaksınız. Onda bir mektup var, mektubu
ondan alın gelin."
Gittik. Atımız bizi çabuk götürdü. Ravza'ya geldik. Kadınla
karşılaşınca:
"Mektubu çıkar!"
dedik. Kadın: "Bende mektup yok!" dedi.
"Ya mektubu çıkarırsın yahut senin elbiselerini
soyarız!" diye ciddî konuştuk. Saç
örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Onu Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a getirdik. İçerisinde şu vardı:
"Hâtıb İbnu Ebî Belte'a tarafından, Mekke'de olan bazı
müşriklere yazılmıştı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (sefer hazırlığı
ile ilgili) faaliyetlerini haber veriyordu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Hâtıb'ı çağırarak):
"Ey Hâtıb, bu da ne?" diye sordu. Hâtıb:
"Ey Allah'ın resulü, bana kızmada acele etme. Ben Kureyş'e
dışardan katılan bir adamım. Ben onlardan değilim (aramızda kan bağı yok).
Senin beraberindeki muhacirlerin (Mekke'de) akrabaları var. Mekke'deki mallarını
ve âilelerini himaye ederler. Bu şekilde nesebten gelen hâmilerim olmadığı için
oradaki yakınlarımı himaye edecek bir el edineyim istedim. Bunu katiyyen küfrüm
veya dinimden irtidadım veya İslâm'dan sonra küfre rızamdan dolayı
yapmadım" dedi.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu bize doğruyu
söyledi!" dedi.
Hz. Ömer atılarak: "Ey Allah'ın Resulü! Bırak beni, şu
münâfığın kellesini uçurayım!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
da:
"Ama o Bedr'e katıldı. Ne biliyorsun, belki de Allah Teâlâ
Hazretleri Bedir ehlinin hâline muttali oldu da: "Dilediğinizi yapın,
sizleri mağfiret etmişim" buyurdu. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri şu
vahyi indirdi: "Ey iman edenler! Benim düşmanımı da kendi düşmanlarınızı
da dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara
(peygamberin maksadını) ulaştırırsınız (değil mi?) Halbuki onlar Hak'tan size
gelene küfretmişlerdir" (Mümtehine 1). [Buhârî, Megâzî 9, Cihâd 141, 195,
Tefsir, Mümtehine 1, İsti'zân 23, İstitâbe 9; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 161; Ebu
Dâvud, Cihâd 108, (2650, 2651); Tirmizî, Tefsir, Mümtahine, (3302).][118]
ـ4277 ـ2ـ
وَعَنِ ابْنِ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما:
]أنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
غَزَا غَزْوَةَ
الْفَتْحِ
فِي
رَمَضَانَ[.
أخرجه
الشيخان.
2. (4277)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Feth gazvesini Ramazan ayında yaptı." [Buhârî,
Megâzî 47, Savm 34, Cihâd 106; Müslim,
Sıyâm 88, (1113).][119]
ـ4278 ـ3ـ
وَعَنْ
عُرْوَةَ
بْنِ
الزُّبَيْرِ
قَالَ:
]لَمَّا سَارَ
رَسُولُ
اللّهِ #
عَامَ الْفَتْحِ
بَلَغَ ذلِكَ
قُرَيْشاً.
فَخَرَجَ
أبُو سُفْيَانَ
بْنُ حَرْبٍ،
وَحَكِيمُ
بْنُ
حِزَامٍ، وَبُدَيْلُ
بْنُ
وَرْقَاءَ
يَلْتَمِسُونَ
الْخَبَرَ.
فَأقْبَلُوا
يَسِيرُونَ
حَتّى أتَوْا
مَرَّ
الظَّهْرَانِ.
فإذَا هُمْ
بِنِيرَانٍ
كَأنَّهَا
نِيرَانُ
عَرَفَةَ. فَقَالَ
أبُو سُفْيَانَ:
مَا هذِهِ؟
لَكَأنَّهَا
نِيرَانُ عَرَفَةَ؛
فقَالَ
بُدَيْلُ
بْنُ
وَرْقَاءَ: نِيرَانُ
بَنِى
عَمْرٍو.
فقَالَ أبُو
سُفْيَانَ:
بَنُو
عَمْرٍو
أقَلُّ مِنْ
ذلِكَ. فَرَآهُمْ
نَاسٌ مِنْ
حَرَسِ
رَسُولِ
اللّهِ # فأدْرَكُوهُمْ
فَأخَذُوهُمْ،
فَأتَوْا
بِهِمْ
رَسُولَ
اللّهِ #
فأسْلَمَ
أبُو
سُفْيَانَ.
فَلَمَّا
سَارَ قَالَ
لِلْعَبَّاسِ:
اِحْبِسْ
أبَا سُفْيَانَ
عِنْدَ
خَطْمِ
الْجَبَلِ
حَتّى يَنْظُرَ
إلى
الْمُسْلِمِينَ.
فَحَبَسَهُ الْعَبَّاسُ
فَجَعَلَتِ
الْقَبَائِلُ
تَمُرُّ مَعَ
النَّبِىِّ #
كَتِيبَةًً
كَتِيبَةً
عَلى أبِي
سُفْيَانَ.
فَمَرَّتْ
كَتِيبَةٌ.
فقَالَ: يَا
عَبَّاسُ
مَنْ هذِهِ؟
قَالَ: هذِهِ
غِفَارٌ.
فقَالَ:
مَالِى
وَلِغِفَارٍ.
ثُمَّ مَرَّتْ
جُهَيْنَةُ.
فقَالَ:
مِثْلَ ذلِكَ
وَمَرَّتْ
سُلَيْمٌ.
فقَالَ:
مِثْلَ ذلِكَ
حَتّى أقْبَلَتْ
كَتِيبَةٌ
لَمْ يَرَ
مِثْلَهَا. فقَالَ:
يَا عَبَّاسُ
مَنْ هذِهِ؟
قَالَ: هؤَُءِ
ا‘نْصَارُ
عَلَيْهِمْ
سَعْدُ ابْنُ
عُبَادَةَ
مَعَهُ
الرَّايَةُ.
فقَالَ
سَعْدٌ: يَا
أبَا
سُفْيَانَ
الْيَوْمُ
يَوْمُ
الْمَلْحَمَةِ،
الْيَوْمَ
تُسْتَحَلُّ
الْكَعْبَةُ.
فقَالَ أبُو
سُفْيَانَ:
يَا
عَبَّاسُ،
حَبَّذَا يَوْمُ
الذِّمَارِ.
ثُمَّ
جَاَءَتْ
كَتِيبَةٌ وَهِىَ
أقَلُّ
الْكَتَائِبِ،
فِيهِمْ رَسولُ
اللّهِ #
وَأصْحَابُهُ،
وَرَايَةُ
النَّبِىِّ #
مَعَ
الزُّبَيْرِ
ابْنِ الْعَوَّامِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
فَلَمَّا مَرَّ
رَسولُ
اللّهِ #
بَِأبِي
سُفْيَانَ
قَالَ: ألَمْ
تَعْلَمْ مَا
قَالَ سَعْدُ
بْنُ
عُبَادَةَ؟
قَالَ: مَا
قَالَ؟
قَالَ:
كَذَا
وَكَذَا.
فقَالَ
كَذَبَ
سَعْدُ بْنُ
عُبَادَةَ،
وَلَكِنْ
هذَا يَوْمٌ
يُعَظِّمُ
اللّهُ فِيهِ
الْكَعْبَةَ
ويَوْمٌ تُكْسَى
فِيهِ
الْكَعْبَةُ،
وَأمَرَ رَسُولُ
اللّهِ # أنْ
تُرْكَزَ
رَايَتُهُ
بِالْحَجُونِ،
وَأمَرَ
خَالِدَ بْنَ
الْوَلِيدِ رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
أنْ يَدْخُلَ
مِنْ أعْلى
مَكَّةَ مِنْ
كَدَى،
وَدَخَلَ #
مِنْ كَدَاءَ.
فَقُتِلَ
مِنْ خَيْلِ
خَالِدٍ
يَوْمَئِذٍ
رَجَُنِ:
حُبَيْشُ
بْنُ
ا‘شْعَرِ،
وَكُرْزُ
بْنُ جَابِرٍ
الْفِهْرِىُّ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما[.
أخرجه
البخاري.»خَطْمُ
الْجَبَلِ«
بِالخاء
المعجمة:
أنفهُ
النّادرُ
منه، وحطم
الخيل بالحاء
المُهملة
والخيل
بمعجمة ثم
مثفاة تحتانية
هو الموضع
المتضايق
الذي تنحطم
فيه الخيل
ويحطم بعضها
بعضاً. وذلك
ليراها
جميعها وتكنر
في
عينه.»والذِّمار«
بكسر الذّال
المعجمة: ما
يلزمك حفظه
مما يتعلق بك،
والمراد هنا
به الحرب ‘نّ
ا“نسان يُقاتل
على ما يلزمه
حفظه.»وَالكَتيبةُ«
واحدة
الكتائب وهى
العساكر المرتبة.و»الملحمة«
الحرب
والقتال
الَّذى
يخلص
منه.»والحجون«
أحد جبلى مكّة
من جهة الغرب
والشّمال .
3. (4278)- Urve İbnu Zübeyr rahimehullah anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Fetih senesinde (Mekke'ye müteveccihen) yürüyünce, bu
haber Kureyş'e ulaştı. Ebû Süfyan İbnu
Harb, Hakim İbnu Hizam, Büdeyl İbnu Verkâ haber toplamak üzere şehrin dışına
çıktılar. Yürüyerek ilerleyip Merrü'z-Zehrân nâm mevkie kadar geldiler. Bir de
ne görsünler; her tarafta ateşler yanıyor, tıpkı Arafat'ta hacıların yaktığı
ateşler gibi. Ebû Süfyân şaşkın:
"Bu da ne? Sanki Arafat'taki ateşler!" der. Budeyl İbnu
Verka, "Beni Amr'ın ateşleri olmasın?" der. Ebû Süfyân:
"Ama, Beni Amr'ın ateşi bundan az olmalı! der. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) devriyelerinden bazıları bunları görür, yaklaşır ve
tevkif edip, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirirler. Ebû Süfyan
müslüman olur.
Yürüdükleri zaman Abbâs (radıyallahu anh)'a:
"Sen Ebû Süfyân'ı şu dağın burnunda durdur da müslümanları görsün! buyurur.
Tenbih edildiği şekilde Hz. Abbas, Ebû
Süfyân'ı (hakim bir noktada) durdurur. Kabileler, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte bölük bölük Ebû Süfyân'ın önünden geçmeye
başlarlar. Bir bölük geçer, Ebû Süfyan sorar: "Ey Abbas bunlar kim?"
"Bunlar Beni Gıfar!" der. Ebû Süfyan:
"Bana ne Gıfâr'dan!" der. Sonra Ceheyne kabilesi geçer.
Ebû Süfyân aynı şekilde sorar, aldığı cevaba benzer mukabelede bulunur. Arkadan
Süleym geçer. Ebû Süfyân aynı şekilde sorar, aldığı cevaba benzer mukabelede
bulunur. Derken bir bölük gelir ki, bu öncekilerden çok farklıdır.Yine sorar:
"Ey Abbâs bunlar kim?"
"Bunlar, der Abbas, Ensârdır. Başlarında Sa'd İbnu Ubâde,
beraberlerinde de bayrak var!" Sa'd der ki:
"Ey Ebû Süfyân, bugün savaş günüdür. Bugün Kabe'nin helal
addolunacağı gündür!"
Ebû Süfyân Abbâs'a:
"Ey Abbâs! (Sen Mekkelisin) bugün muhafaza vazifeni yapacağın
en iyi fırsat. Görelim seni (şehri yağmalatma)" der. Derken bir bölük daha geçer. Bu geçenlerin sayıca en
küçüğü. Bunların içinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve (yakın) ashabı
var. Resulullah'ın sancağı da Zübeyr İbnü'l-Avvâm (radıyallahu anh)'ın
elindedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebû Süfyân'ın yanından geçerken,
Ebû Süfyân:
"Sa'd İbnul-Ubâde'nin söylediğini biliyor musun?" der.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ne demişti?" diye sorar. Ebû Süfyân:
"Şunu şunu söyledi" diyerek (yukarıda kaydedilen
sözlerini) hatırlatır. Bunun üzerine Resulullah:
"Sâd ibnu Ubâde yanıldı. Bilakis, bugün Allah'ın Ka'be'nin
şanını yücelttiği bir gündür; bugün Ka'be'ye örtünün giydirildiği bir gündür!"
dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), sancağının (Mekke'nin Batı ve Kuzey
cihetinde yer alan iki dağdan biri olan) el-Hacun'a dikilmesini emretti. Hâlid
İbnu Velid (radıyallahu anh)'a, şehre Mekke'nin üst kısmından, Kedâ'dan
girmesini ferman buyurdu.[120]
O gün Halid İbnu Velid'in süvârilerinden iki kişi öldürülür:
Hubeyş İbnu'l-Eş'ar ve Kürz İbnu Câbir el-Fihrî (radıyallahu anhümâ)."
[Buhârî, Megazî, 48.][121]
ـ4279 ـ4ـ
وَعَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قالَ: ]جَاءَ
الْعَبَّاسُ
بِأبى سُفْيَانَ
بْنِ حَرْبٍ
فَأسْلَمَ
بِمَرِّ
الظّهْرَانِ.
فقَالَ
الْعَبَّاسُ:
يَا رسُولَ
اللّهِ! إنَّ
أبَا
سُفْيَانَ
رَجُلٌ يُحِبُّ
الْفَخْرَ
فَلَوْ
جَعَلْتَ
لَهُ شَيْئاً.
قَالَ:
نَعَمْ. مَنْ
دَخَلَ دَارَ
أبِي
سُفْيَانَ
فَهُوَ
آمِنُ،
وَمَنْ
أغْلَقَ بَابَه
فَهُو آمِنٌ،
وَمَنْ ألْقى
سَِحَهُ فَهُوَ
آمِنٌ،
وَمَنْ
دَخَلَ
الْمَسْجِدَ فَهُوَ
آمِنٌ[. أخرجه
أبُو داود .
4. (4279)- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Abbas, Ebû
Süfyan İbnu Harb'i getirmitşi, Merrü'z-Zahr'dan müslüman oldu. Abbâs
(radıyallahu anh) dedi ki:
"Ey Allah'ın Resûlü, Ebû Süfyân, şereflenmeyi seven bir kimsedir. (Onun şerefleneceği) bir şey
yapsanız!"
"Doğru söyledin! (şehre girerken ilan edin): "Kim Ebû
Süfyân'ın evine girerse emniyettedir, kim kapısını kapar (evinden dışarı
çıkmazsa) emniyettedir, kim silahını atarsa o da emniyettedir. Kim Mescide
(Ka'be'ye) girerse o da emniyettedir!" [Ebû Dâvud, Harâc 25, (3021,
3022).][122]
ـ4280 ـ5ـ
وَعَنْ أنَسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]دَخَلَ رسولُ
اللّهِ #
مَكَّةَ
يَوْمَ الْفَتْحِ
عَلى رَأسِهِ
الْمِغْفَرُ
فَلَمَّا
نَزَعَهُ
جَاءَ رَجُلٌ.
فقَالَ: ابْنُ
خَطَلٍ
مُتَعَلِّقٌ
بِأسْتَارِ
الْكَعْبَةِ. فقَالَ:
اقتُلُوهُ[.
أخرجه الستة.
5. (4280)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Fetih günü, Mekke'ye başında miğferiyle girdi. Onu
çıkardığı zaman, bir adam gelerek:
"İbnu Hatal[123] Ka'benin örtüsüne
sarılmış (vaziyette yakalandı), affedelim mi?" dedi.
"Onu öldürün!" emir buyurdular." [Buhârî, Megâzî
48, Cezâu's-Sayd 18, Cihâd 169, Libâs 17; Müslim, Hacc 450, (1357); Muvatta,
Hacc 247, (1, 423); Ebû Dâvud, Cihâd 127, (2685); Tirmizî, Cihâd 18, (1693);
Nesâî, Hacc 107, (5,201).][124]
ـ4281 ـ6ـ
وَعَنْ
سَعْدِ بْنِ
أبِي
وَقَّاصٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]لَمَّا كَانَ
يَوْمُ
الْفَتْحِ
أمَّنَ رسولُ
اللّهِ #
النَّاسَ إَّ
أرْبَعَةَ
نَفَرٍ
وَامْرَأتَانِ.
فِيهِمُ
ابْنُ أبِي
السَّرْحِ
فَاخْتَبَأ
عِنْدَ
عُثْمَانَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه.
فَلَمَّا
دَعَا رسولُ
اللّهِ #
النَّاسَ إلى
الْبَيْعَةِ
جَاءَ بِهِ عُثْمَانُ
حَتّى
وَقّفَهُ
عَلى رسولِ
اللّهِ #. قَالَ:
يا نَبِىَّ
اللّهِ
بَايِعْ
عَبْدَ اللّهِ؛
فَرَفَعَ
رَأسَهُ
فَنَظَرَ
إلَيْهِ ثَثاً،
كُلُّ ذلِكَ
يَأبَى أنْ
يُبَايِعَهُ
ثُمَّ
بَايَعَهُ
بَعْدَ
الثَّالِثَةِ.
ثُمَّ أقْبَلَ
عَلى
أصْحَابِهِ
فقَالَ: مَا
كَانَ فيكُمْ
رَجُلٌ
رَشِيدٌ
يَقُومُ إلى
هذا حِينََ
رَأنِى
كَفَفْتُ
يَدِى عَنْ
بَيْعَتِهِ فَيَقْتُلُهُ.
فَقَالُوا:
مَا نَدْرِى
مَافِى
نَفْسِكَ أَ
أوْمَاتَ
إلَيْنَا
بِعَيْنِكَ
فقَالَ:
إنَّهُ َ
يَنْبَغِى
لِنَبِىٍّ أنْ
تَكُونَ لَهُ
خَائِنَةُ
ا‘عْيُنِ.
قَالَ أبُو
دَاوُدَ:
وَكَان
عَبْدُاللّهِ
أخَا
عُثْمَانَ
مِنَ
الرَّضَاعَةِ[.
أخرجه أبو
داود
والنسائي.»الرَّشَيدُ«
اللَّبِيبُ
العاقِلُ
الفطن.و»خَائِنَةُ
ا‘عْيُنِ«
كِنَايَةٌ عن
الرَّمْز وَا“شَارة.
6. (4281)- Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), fetih günü dört erkek iki kadın
dışında, herkese (hayatını bağışladı ve) emân
tanıdı. Bu dörtler arasında İbnu Ebi Sarh da vardı. Hz. Osman'ın yanında
saklandı. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) halkı, kendisine biat etmeye
çağırınca, Hz. Osman (radıyallahu anh) onu da getirip Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın yanında durdurdu ve:
"Ey Allah'ın Resulü! Abdullah'tan biat al!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm (hiç ses çıkarmadan)
üç sefer başını kaldırıp ona baktı. Her seferinde bey'at'tan imtina
ediyordu.
Üç seferden sonra, onunla da biat etti. Sonra ashabına yönelip:
"İçimizde, elimi bey'at için vermekten imtina ettiğimi
görünce kalkıp öldürecek aklı başında bir adam yok muydu?" buyurdular. Ashab:
"İçinizden geçeni nasıl bilelim. Keşke bize gözünüzle bir
imâda bulunsaydınız!" dediler. Bunun üzerine:
"Bir peygambere hain gözlü olmak yaraşmaz!"
buyurdular." [Ebû Dâvud der ki: "Abdullah, Hz.Osmân'ın süt
kardeşiydi." [Ebû Dâvud, Cihâd 127, (2683); Nesâî, Tahrîmu'd-Dem 14, (7,
105, 106).][125]
ـ4282 ـ7ـ
وَعَنِ ابْنِ
مَسْعُودٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قالَ:
]دَخَلَ
رَسُولُ
اللّهِ #
يَوْمَ
الْفَتْحِ
وَحَوْلَ
الْبَيْتِ
سِتُّونَ وَثََثُمِائَةِ
نُصُبٍ
فَجَعَلَ
يَطْعُنُهَا
بِعُودٍ فِي
يَدِهِ،
وَيَقُولُ:
جَاءَ الْحَقُّ
وَزَهَقَ
الْبَاطِلُ.
إنَّ
الْبَاطِلَ
كَانَ
زَهُوقاً.
جَاءَ
الْحَقُّ
وَمَا يُبْدِئَ
الْبَاطِلُ
وَمَا
يُعِيدُ[.
أخرجه الشيخان
والترمذي.»النُّصُبُ«
بِضَّمِ
الصَّادِ
وَسُكُونِهَا:
الصَّنَمُ،
وَجَمْعُهُ أنْصَابٌ
.
7. (4282)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) fetih günü, (Mescid-i Haram'a) girdiği zaman
Beytullah'ın etrafında üç yüz altmış
tane dikili (put) vardı. Elindeki çubukla onlara dürtüyor ve:
"Hak geldi, bâtıl zeval buldu. Bâtıl zaten zeval
bulucudur" (İsra 81); "Hak geldi, bâtıl hiçbir şeyi yoktan varedemez,
gideni de getiremez" (Sebe' 49) diyordu." [Buhârî, Megâzî 48, Mezâlim
32, Tefsir, Beni İsrail 12; Müsli, Cihâd 87, (1781); Tirmizî, Tefsir, Beni
İsrâil, (3137).][126]
ـ4283 ـ8ـ
وَعَنْ
جَابِرٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قَالَ:
]أمَرَ
رَسُولُ
اللّهِ # عُمَرَ
بْنَ
الْخَطّابِ
زَمَنَ
الْفَتْحِ
وَهُوَ
بِالْبَطْحَاءِ
أنْ يَأتِىَ
الْكَعْبَةَ
فَيَمْحُو
كُلَّ
صُورَةٍ
فِيَها. وَلَمْ
يَدْخُلْهَا
النّبىُّ #
حَتّى
مُحِيَتْ كُلُّ
صُورَةٍ
فِيهَا[.
أخرجه أبو
داود .
8. (4283)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Fetih sırasında Ömer İbnu'l-Hattâb'a, Bathâ'da iken
Kâ'be'ye gelip oradaki bütün suretleri ortadan kaldırmasını emretti. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) oradaki bütün suretler ortadan kaldırılmadıkça
Ka'be'ye girmedi." [Ebû Dâvud, Libâs 48, (4156).][127]
ـ4284 ـ9ـ
وَعَنِ ابْنِ
عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قَالَ:
]أقْبَلَ
النَّبىُّ #
يَوْمَ الْفَتْحِ
مِنْ أعَْ
مَكَّةَ عَلى
رَاحِلَتِهِ،
مُرْدِفاً
أُسَامَةَ
بْنَ زَيْدٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما.
وَمَعَهُ
بَِلٌ
وَعُثْمَانُ
بْنُ طَلْحَةَ
مِنَ
الْحَجَبَةِ
حَتّى أنَاخَ
بِالْمَسْجِدِ
فَأمَرَهُ
أنْ تَأتِىَ
بِمِفْتَاحِ
الْبَيْتِ.
فَذَهَبَ
عُثْمَانُ إلى
أُمِّهِ
فَأبَتْ أن
تُعْطِيهِ
الْمِفْتَاحَ.
فقَالَ:
وَاللّهِ
لَتُعْطِينَّهُ
أوْ لَيَخْرُجَنَّ
هذَا
السَّيْفُ
مِنْ صُلْبِى.
فَأعْطَتْهُ
إيَّاهُ.
فَجَاءَ بِهِ
رَسُولَ
اللّهِ #،
فَدَخَلَ #
وَمَعَهُ
أُسَامَةُ
وَبَِلٌ
وَعُثْمَانُ،
فَمَكَثَ
فِيهِ
نَهَاراً
طويً ثُمَّ خَرَجَ
فَاسْتَبَقَ
النَّاسُ،
فَكَانَ عَبْدُاللّهِ
بْنُ عَُمَرَ
أوَّلَ مَنْ
دَخَلَ،
فَوَجَدَ
بًَِ وَرَاءَ
الْبَابِ
قَائِماً.
فَسَألَهُ!
أيْنَ صَلَّى
النبىُّ #؟
فأشَارَ إلى
الْمَكَانِ
الَّذِى
صَلّى فِيهِ.
قَالَ عَبْدُ
اللّهِ:
فَنَسِيْتُ
أنْ
أسْألَهُ،
كَمْ صَلّى من
سَجْدَةٍ[.
أخرجه
البخاريّ.»الحَجَبَةُ«
جَمع حاجبٍ،
وَهُوَ
سَادِنُ
الْبَيْتِ.
9. (4284)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Fetih günü Mekke'nin yukarı kısmından, devesinin
üzerinde olarak ilerledi. Terkisinde de Üsâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ)
vardı. Beraberinde Hz. Bilâl ve (Ka'be'nin) hâciblerinden olan Osman İbnu Talha
da vardı. Mescid-i Haram'da devesini ıhtırdı. Osman'a Kâbe'nin anahtarını
getirmesini emretti. Osman annesine gitti. Ancak kadın anahtarı vermekten
imtina etti. Osman:
"Vallahi, ya anahtarı verirsin ya da şu kılıç belimden çıkacaktır!" dedi. Kadın
anahtarı verdi. Osman Resulullah'a getirdi. Aleyhissalâtu vesselâm kapıyı açıp,
Betyullah'a girdi. Onunla birlikte Hz. Üsâme, Bilal ve Osman da girdiler.
Gündüzleyin içnde uzun müddet kaldı,sonra çıktı. Halk (içeri girmede) yarış
etti. Abdullah İbnu Ömer ilk giren kimseydi. Girince, Bilâl (radıyallahu anh)'ı
kapının arkasında ayakta duruyor buldu.
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) nerede namaz
kıldı?" diye sordu. Bilal, Aleyhissalâtu vesselâm'ın namaz kıldığı yeri
işaret ederek gösterdi. Abdullah der ki:
"Kaç rek'at kıldığını sormayı unuttum."[128] [Buhârî, Cihâd 127, Salât 30, 81, 96,
Teheccüd 25, Hacc 51, 52, Megâzî 77, 48; Müslim, Hacc 389, (1329).][129]
ـ4285 ـ10ـ
وَعَنْ أبِي
هُرَيْرَة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]لَمَّا
فَتَحَ اللّهُ
عَلى
رَسُولِهِ #
مَكَّةَ،
قَامَ فِي
النَّاسِ
فَحَمِدَ
اللّهَ
وَأثْنى
عَلَيْهِ، وَقَالَ:
إنَّ اللّهَ
تَعالى
حَبَسَ عَنْ
مَكَّةَ
الْفِيلَ،
وَسَلَّط
عَلَيْهِمْ
رَسُولَهُ
وَالْمُؤْمِنِينَ،
وَإنَّهَا
لَمْ تَحِلَّ
‘حَدٍ
قَبْلِى،
وَإنَّهَا
إنَّمَا حَلَّتْ
لِي سَاعَةً
مِنْ
نَهَارٍ،
وَإنَّهَا
لَنْ تَحِلَّ
‘حَدٍ
بَعْدِي. فََ
يُنَفَّرُ
صَيْدُهَا،
وََ يُخْتَلى
خََهَا، وََ
يُقْطَعُ
شَجَرُهَا،
وََ تَحِلُّ
لُقَطَتُهَا
إَّ لِمُنْشِدٍ،
وَمَنْ
قُتِلَ لَهُ
قَتِيلٌ
فَهُوَ بِخَيْرٍ
النَّظَرَيْنِ
إمَّا أنْ
يَعْقِلَ،
وَإمَّا أنْ
يُقَادَ
أهْلُ
الْقَتِيلِ.
فَقَالَ
الْعَبَّاسُ:
إَّ ا“ذْخِرَ
يَا رَسُولَ
اللّهِ، فإنَّا
نَجْعَلَهُ
فى
قُبُورِنَا
وَبُيُوتِنَا.
فقَالَ: إَّ
ا“ذْخِرَ[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود .
»الْخََ«
الْعُشْبُ.و»اخْتَِؤُهُ«
قَطْعُهُ.وَقوله:
»َ تَحِلُّ
لُقَطَتُهَا
إَّ لِمُنْشِدٍ«
أى
لِمُعَرَّفٍ
لَهَا عَلى
الدَّوَامِ .
10. (4285)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Allah
Teâla Hazretleri, Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'nin fethini
nasib edince, halkın içinde kalkıp, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra dedi
ki:
"Allahu Zülcelal Hazretleri, Mekke'yi filin girmesinden
korumuştur. Mekke'lilere Resûlünü ve mü'minleri musallat etti. Mekke(de
savaşmak) benden önce hiç kimseye helal edilmedi. Bana da bir günün muayyen bir
zamanında helal edildi. Benden sonra da kimseye helal edilmeyecek. Onun avı
ürkütülmemeli, otu yolunmamalı, ağacı kesilmemeli. Buluntular da ancak sahibi
aranmak kasdıyla alınabilir.
Kimin bir yakını öldürülmüşse, o kimse iki husustan birinde muhayyerdir: Ya diyet alır,
ya da ölünün ailesi kısas ister (katil öldürülür)."
Abbâs (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resûlü! İzhir otu bu yasaktan hariç olsun! Zira
biz onu kabirlerimizde ve evlerimizde kullanıyoruz!" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm da:
"İzhir hâriç! buyurdu." [Buhârî, İlim 39, Lukata 7,
Diyât 8; Müslim, Hacc 447, (1355); Ebû Dâvud, Menâsik 90, (2017).][130]
ـ4286 ـ11ـ
وَعَنْ
وَهْبٍ قَالَ:
]سَألْتُ
جَابِراً
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
هَلْ
غَنِمُوا
يَوْمَ
الْفَتْحِ
شَيْئاً؟
قَالَ: َ[.
أخرجه أبو داود
.
11. (4286)- Vehb (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Cabir (radıyallahu
anh)' a sordum: "Mekke fethedildiği gün, herhangi bir şey ganimat kılındı
mı?"
"Hayır! cevabını verdi." [Ebû Dâvud, Harâc 25, (3023).][131]
ـ4287 ـ12ـ
وَعَنْ
جَابِرٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]دَخَلَ
رَسُولُ
اللّهِ #
مَكَّةَ
وَلِوَاؤُهُ
أبْيَضُ
وَعَلَيْهِ
عِمَامَةٌ
سَوْدَاءُ[. أخرجه
أبو داود
والترمذي.
12. (4287)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'ye girdiğinde sancağı beyaz, üzerindeki sarığı
da siyahtı." [Ebû Dâvud, Cihâd 76, (2592); Tirmizî, Cihâd 9, (1679).][132]
AÇIKLAMA:
Kitabımız Mekke'nin Fethiyle ilgili 12 ayrı rivayet kaydetmiş
durumda. Rivayetlerde temas edilip de biraz açıklama gerektiren noktalara
burada sırayla temas edeceğiz. Ancak, ona geçmezden önce, Fetih hâdisesini,
tarihî bir hadise olarak özetlemek istiyoruz.[133]
Mekke, sinesinde barındırdığı Ka'be sebebiyle her devirde
ehemmiyetli bir merkez olagelmişti. Ka'be'ye terettüp eden değişik hizmetleri
ifâ eden Mekkeliler, yani Kureyş Arapları, diğer Araplara nazaran daha
itibarlı, daha şerefli kimseler addediliyordu. Arap yarımadasının her tarafında
yaşayan muhtelif Arap kabilelerinin Ka'be'ye olan müşterek saygıları ve tavaf için aynı
mevsimlerde yaptıkları ziyaret, Mekkelileri, onların hepsiyle tanışmaya, yakinen
tanımaya, dostluklarını kazanmaya sevketmişti. Daha önce de belirttiğimiz gibi,
Mekkeliler itibar ve imtiyazlık
durumunda piramitin başında yer alıyordu. Bu yönüyle Mekke, sadece dini değil,
siyasi ve ticarî bakımdanda mühim bir merkezdi.
Öncelikle bütün Arapları birleştirerek güçlenmeyi, bu güçle de
bütün dünyaya ilahi mesajı götürmeyi planına alan bir hareket, Mekke'yi
fethetmeyi, oranın sağlayacağı maddi ve bilhassa mânevi avantajlardan istifade
etmeyi göz ardı edemezdi. Bu sebeple Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Mekke'yi bir an önce fethetmeyi planlamıştı. Hudeybiye sulhü bu gayeye gitmede
en iyi atlama taşı oldu, zemîni fevkalade hazırladı. Müslümanlar sayıca arttılar, Hâlid İbnu Velid, Amr
İbnu'l-Âs gibi, Mekke'nin dirayetli şahsiyetleri de İslâm'a kazanıldı. Hele
sulhün, bizzat Mekkelilerce ihlâl edilmesi, müslümanların Mekkelilerin üzerine
gitmesine meşru bir gerekçe de hazırlamıştı.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu maksatla sefer
hazırlığına başlamış, Medinelilere ve Eslem, Gifâr gibi müttefiği olan diğer
kabilelere de, sefer hazırlığı yapıp, yerlerinde beklemelerini emretmişti.
Fakat bunun Mekke'ye müteveccih oldğunu en yakınlarına bile sezdirmiyordu. Öyle
ki, bu çeşit işlerde en yakını, "iki vezirimden biri olan Hz. Ebû Bekir (radıyallahu
anh) bile, hazırlığın ne tarafta olduğunu merak ediyor, öğrenemiyor, kızı ve
Resulullah'ın zevcesi olan Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ya soruyordu. O da
Resulullah'tan, istihbar etmiş olmak şöyle dursun, tahmin bile edemiyordu ki, şu
cevabı vermiştir: "Bilmiyorum. Belki Benî Süleym'e, belki Taif'e, belki de
Havâzin'edir." Cevapta dikkat çekici husus Mekke ihtimalinin zikredilmemiş
olması.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), haber sızma ihtimalini
asgariye düşürmek için her çeşit seyahati yasaklar. Bazı rivayetler Medine'den
dışarıya kimsenin çıkamadığını belirtir.
Bu tedbirlerdeki asıl gaye, Mekke'yi ani bir baskınla ele geçirip,
savaşa, kan dökmeye meydan vermemektir.
Şu halde, babın ilk hadisinde (4276) mevzubahis edilen Hâtıb İbnu
Ebî Belta'a'nın mektubunu yakalatma
hadisesini bu çerçevede anlayacağız ve söylenen hususa çarpıcı bir vesika
nazarıyla bakacağız.
* Hazırlıklar tamamlanınca, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Hicretin sekizinci senesi, 10 Ramazanında Medine'yi terketti, ama
yine Mekke istikametine değil. Hazırlanmaları için yazdığı kabilelere
uğrayarak, oralardan sefere hazır olanları ordusuna katarak... Böylece hem
gittikçe güçleniyor, hem de gideceği
istikamet, asıl hedef hususunda tereddütleri artırıyordu.
Bu suretle Mekke önlerine geldiği zaman onbin kişilik bir
orduya ulaşmıştı. Konaklama emri verdiği
zaman, her bir kabilenin ayrı ayrı yerlere yerleşmesini, geceleyin her askerin
ayrı bir ateş yakmasını emretti.[134]
Şimdiden sonra hedefi gizlemeye gerek kalmamıştı. Artık mümkün
mertebe korkutucu, şoke edici, savaş kararı verme hususunda mütereddid kılıcı
ve hatta felç edici bir manzaraya, psikolojik bir tesire ihtiyaç vardı. Bu
sebeple geniş araziye dağılan onbin
ışığın tesiri Mekke'nin şefi Ebû Süfyân ve diğer ileri gelen liderleri şaşkına
çevirmiş ve teslimiyete sevketmiştir. 4278 numaralı Urve İbnu Zübeyr hadisi bu safhayı tasvir
etmektedir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a "son muhacir"
unvanıyla bu Mekke seferi sırasında katılmış olan Abbâs İbnu Adilmuttalib (radıyallahu
anh), İslam ordusu Merru'z-Zahran'da konaklayınca, Resulullah'ın Mekke'ye ani
bir baskınla girmesi halinde Kureyş'in
ebedî bir helâke uğrayacağını düşünür. Bunu önlemek için bir oduncu veya (çoban gibi) herhangi bir adam
bularak Mekke'ye gönderip, Resulullah'ın yerini haber vermek ve gelip
"emân talebetmelerini
sağlamak" maksadıyla Hz. Peygamber'in atına binerek araziyi
araştırır. "Erak vadisinde dolaşırken kulağıma Ebû Süfyân, Hakim İbnu Hizâm
ve Büdeyl İbnu Verkâ'ın sesleri geldi.
Meğerse onlar da haber toplamak için çıkmışlarmış..." der, Abbâs
(radıyallahu anh).
Hz. Abbâs, Ebû Süfyân'a bunun onbin kişilik İslâm ordusu olduğunu
söyledikten sonra "Atıma bin Resulullah'a gidelim, sana emân taleb edeyim,
değilse, seni yakaladı mı vallahi boynunu vuracak" der. Resulullah'ın
bineğinde oldukları için emniyetle askerlerin arasından geçerler. Ancak Hz.
Ömer, Ebû Süfyân'ı görünce, koşarak Resulullah'ın huzuruna girer, öldürme izni
ister. Fakat Abbâs (radıyallahu anh): "Ben
civar verdim, himayesine garanti verdim" diyerek Resulullah'ın
emânını sağlar. Resûlullah: "Sabahleyin gelin" der.
Ertesi sabah Ebû Süfyân, Hakim İbnu Hizâm ve Büdeyl İbnu Verkâ üçü
birden müslüman olurlar.
Bu safhadan sonrası, 4278 numaralı Urve hadîsinde nakledilmiştir.
Ebû Süfyân (radıyallahu anh) bir rivayete göre Mekke'ye Hakim İbnu
Hizam ile birlikte gelir, Ka'be'de şöyle
bağırır:
"Ey Kureyşliler! İşte Muhammed! Karşı koyamıyacağınız güçle
geldi. Kim benim evime girerse emniyettedir. Kim Mescide girerse emniyettedir,
kim kapısını kaparsa emniyettedir!"
Sonra ilave eder:
"Ey Kureyşliler! Müslüman olun selamette kalın!"
Hanımı Hind gelerek, sakalından tutup:
"Ey Âl-i Gâlib, bu ahmak ihtiyarı öldürün!" derse de,
Ebû Süfyân:
"Bırak sakalımı! Yeminim olsun, sen de müslüman olmazsan boynunu
uçuracağım, çabuk evine dön!"der. Hint, terkeder gider.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ordunun bir kısmını Zübeyr'in
emri altında Kedâ'dan sevkeder. Bir kısmını Sa'd İbnu Ubâde komtasında yine
Kedâ cihetinde sevkeder. Sa'd'ın: "Bugün savaş günüdür. Bugün (Mekke'nin)
haramlığı kalkmıştır" dediğini bir muhâcir Resulullah'a getirir. Bunun
üzerine Hz. Ali'yi peşinden göndererek: "Bayrağı ondan al, şehre bayrağı
sen taşı" der.
Bir kısım orduyu Hâlid İbnu Velid'in emrine verir ve Mekke'nin
yukarısından şehre girmesni emreder. Eslem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve diğer
Arap kabileleri hep buradadır. Hâlid, ilk defa burada Resulullah'ın emriyle
İslâm askerlerine komutan olmuştur.
Fetih sırasında ciddi bir çatışma olmaz ise de, İkrima İbnu Ebi
Cehl, Safvân İbnu Ümeyye ve Süheyl İbnu Amr'ın alelacele toplayabildikleri
kimselerle Hz. Hâlid'in önüne çıkıp savaştıklarını, bu çatışmada 13 müşriğin
öldürüldüğünü, müslümanlardan da 3 kişinin şehid olduğunu zikretmek gerekir.
Esasen, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) daha önceden,
kendileriyle çatışma çıkaranlar dışında hiç kimsenin öldürülmemesi hususunda
komutanlarına sıkı tenbihte bulunmuştur. Af dışı tutulanlarda bu yasaktan
hariçti.[135]
Mekke fethedilirken, Resulullah'ın aff-ı umumî dışında tuttuğu ve
"Ka'be'nin örtüsüne sarınsa bile" yakalandığı yerde öldürülmesini
emrettiği kimseler var. Bunlar 8 erkek, 4 kadındır.[136]
Bu, Resulullah'a eza vermede babasına benzemekte idi. Hem şahsi
düşmanlıkta ve hem de İslâm'a karşı savaşmada aşırı idi. Fetih gerçekleşir
gerçekleşmez. Yemen'e kaçtı. Hanımı Ümmü Hakim Bintu'l-Hâris müslüman oldu. Resulullah'tan kocası için
emân istedi. Yanına Rumî kölesini de alarak aramaya çıktı. Kocası tam
Habeşistan'a gitmek üzere gemiye bineceği sırada yetişip: "İnsanların
sıla-i rahme en çok kıymet vereni, en çok halim ve en ziyade kerim olanının
yanından geliyorum, sana emân verdi" diyerek geri götürür.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun dönmesinden memnun olur.
O da müslüman olur ve Resulullah'tan eski günahları için Allah'tan mağfiret
dilemesini taleb eder. Aleyhissalâtu vesselâm da onun adına istiğfarda bulunur,
(radıyallahu anh).[137]
Bu da İkrime gibi başı çeken aşırılardandı. Korkusundan Cidde'ye
kaçar. Resulullah'a gelen Umayr ibnu Vehb, onun için emân taleb eder. Daha önce
de belirttiğimiz gibi Resulullah ona da emân verir ve alâmet olarak Mekke'ye
girerken taşıdığı sarığını verir. Safvân'ı Cidde'de bulan Umayr, Resulullah'ın
"İnsanların en evsal'ı, en halim'i" olduğunu söyleyerek geri gelmede
ikna eder. Geri gelmede iki ay mühlet ister. Resulullah dört ay mühlet verir.
Anak bu müddetler dolmadan, Taif gazvesi
sırasında o da müslüman olur. Samimi bir müslüman olarak kalır ve Cemel vak'ası için Basra'ya yola çıkıldığı
gün Mekke'de vefat eder (radıyallahu anh).[138]
"Bu zât daha önceden müslüman olmuş, vahiy katipliği de
yapmıştı. Resulullah, Azizun Hakîm diye imla ettirdiği halde Alimum Hakîm ve
benzeri şekilde yazdığı olurdu. Sonunda irtidad
edip Kureyş'e gitti. Onlara: "Ben Muhammed'e Kur'an yazdım, dilediğim şekilde tahrif ettim, sizin
dininiz onunkinden hayırlıdır" demiştir. Fetih günü o da süt kardeşi olan
Osman İbnu Affan (radıyallahu anh)'ın yanına
kaçtı. Hz. Osman, ortalık sükûnete erinceye kadar onu sakladı. Sonra
Resulullah'a götürdü ve emân taleb etti. 4281 numaralı hadiste görüldüğü üzere,
Resulullah istemeye istemeye, Hz. Osman'ın hatırı için ona da emân verdi.
Abdullah da mütebaki hayatında samimi bir müslüman olmuştur.
Sudan'ın fethinde bazı deniz seferlerinde cihad etmiştir. Hicrî 36 yılında
Askalan'da vefat etmiştir (radıyallahu anh).[139]
Bu da müslüman olmuştu. (aleyhissalâtu vesselâm), bunu Ensârî bir
zatla yanında kölesi de oldğu halde tahsildar olarak göndermişti. Müslüman
olmuş bulunan köle hizmetlerini yapıyor, yemeğini hazırlıyordu. Köleyi öldürüp
irtidâd etti. Bunun şarkı söyleyen iki câriyesi vardı, Resulullah'ı hicveden
şarkılar okuyorlardı.
Abdullah İbnu Hatal'ı Said ibnu Hureys ve Ebû Berze el-Eslemî
öldürdüler.[140]
Mekke'de Resulullah aleyhine hicviyeler irşadederek (aleyhissalâtu
vesselâm)'a eza veriyor idi. Fetih günü evinden kaçtı. Ali İbnu Ebî Talib
yakalayıp öldürdü.[141]
Bu da, kardeşi Hişâm'ı hata ile öldüren Ensarî'yi öldürmüş ve
irtidâd etmişti. Halbuki kardeşinin diyeti ödenmişti, öldürmeye hakkı yoktu.
Fetih günü Mekkeliler hezimete uğrayınca
o, bir grupla kaçıp bir yere
saklandılar. orada şarap içtilar. Nümeyle İbnu Abdillah el-Kinânî,
yerini biliyordu. Gelip kılıcıyla vurup öldürdü.[142]
"Resulullah'a Mekke'de hicviyeler düzüyor, büyük hakâretler
yapıyordu. Fetih günü o ve Hübeyre İbnu
Ebî Vehb el-Mahzûmî -ki Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'nin kocasıdır- Necran'a
kaçtılar. Hübeyre orada müşrik olarak öldü. İbnu'z-Ziba'rî, dönüp
(aleyhissalâtu vesselâm)'dan özür diledi. Resulullah özrünü kabul edince
müslüman oldu, (radıyallahu anh).[143]
Hz. Hamza'nın katilidir. Fetih günü Taif'e kaçmıştı. Sonra
ailesinin grubuyla Resulullah'a geldi, "Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resûluhu" dedi. Resulullah:
"Bu Vahşî değil mi?" buyurdu.
"Evet!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Söyle bana amcamı
nasıl öldürdün?" diye sordu. Vahşi anlattı. Resulullah ağladı ve:
"Yüzünü bana gösterme!" dedi. Vahşî, içki sebebiyle
ilk celde tatbik edilen kimsedir. Kendi
tabiriyle "cahiliyede insanların en hayırlısını (Hz. Hamza'yı öldüren)
Vahşî, islâm'da da en şerlisini (yalancı peygamber Müseylime'yi)" aynı
harbeyle öldürecek, tevhid davasında mühim bir hizmet ifa edecektir,
(radıyallahu anh).
Huvaytıb İbnu Abdi'l-Uzzâ: Fetih günü kaçanlardandı. Ebû Zerr onu
bir bahçede gizlenmiş görünce (aleyhissalâtu vesselâm)'a yerini haber verdi:
"Biz, öldürülmelerini emrettiklerimiz dışında herkese emân
vermedik mi?" buyurdular. Ebû Zerr gidip, kendisine durumu haber verdi.
Aleyhissalâtu vesselâm'a gelip o da
müslüman oldu. Rivayete göre, Medine valisi Mervan İbnu'l-Hakem'le, bir gün
karşılaşınca Mervan buna laf atar: "Ey müslümanlığı geciken ihtiyar!"
der. İhtiyar, şu cevabı verir:
"Ben kaç sefer arzu etmiştim, ancak buna baban mani
oluyordu."[144]
Fetih günü
öldürülmeleri emredilen kadınlar şunlardır:
Bu kadını, Aleyhissalâtu vesselâm, Hamza (radıyallahu anh)'a
yaptığı muamele ve Mekke'de Resulullah'a verdiği ezalar sebebiyle ölüme mahkum
etmişti. Resulullah'a bir grup kadının içerisinde kendini gizleyerek geldi ve
müslüman oldu. Evindeki bütün putları kırdı ve: "Sizin sebebinizle
aldandım" dedi. Resulullah'a iki oğlak hediye etti ve koyunlarının
kısırlığındandolayı özür beyanetti. Resulullah, koyunlarına bereket duasında
bulundu. Bunun üzerine koyunları çoğaldı. Hind bunlardan bol bol bağışlar ve:
"Bu Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bereketidir. Bize
islam'ı nasib eden Allah'a hamd olsun!" derdi.[145]
Bazı alimlere göre, Hâtıb İbnu Ebî Belte'a'nın Mekkelilere yazdığı
mektubu taşıyan kadın bu idi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a müslüman
olarak gelmişti. Ancak mürted olarak Mekke'ye geri gitti. Resulullah
öldürülmesini emretti ve Ali İbnu Ebî Talib öldürdü. [146]
Bunlar Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı hicveden şarkılar
okurlardı. Aleyhissalâtu vesselâm da öldürülmelerini emretti. Bunlardan Kureyne
adını taşıyan öldürüldü. Diğeri kaçıp izini kaybettirdi. Bilahare Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek müslüman oldu. Hz. Ömer' in hilafetinin
sonuna kadar hayatta kaldı. O sıralarda bir adamın atı çiğneyerek öldürdü.
Ölümünün, Hz. Osman zamanında yine bir kaza ile olduğu da söylenmiştir.
Bazı rivayetlerde Hebbâr İbnu Esved, Ka'b İbnu Züheyr (meşhur
şâir) ve el-Hâris Tulâtil, Erneb Mevlatu İbnu Hatal ve Ümmü Sa'd'ın da bu
listeye dahil olduğunu kaydeder.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ölüme mahkum ettiği bu
kimselerin ekseriyetle o devrin efkar-ı umumiye yapıcıları olan şair ve
şarkıcıların teşkil etmesi dikkat çekicidir. Şiirle ilgili bölümde
Resulullah'ın "dil"in kılıçtan daha derin yaralar açtığını ifade eden
sözlerine yer vermiştik. Dikkatimizi çeken husus şu ki, bu af dışı
tutulanlardan o esnada kaçıp da sonradan af dileme fırsatını bulanların hepsi tekrar aff-ı
nebeviye mazhar olmuşlardır.
Mekke Fethindeki mahkumiyet ve af hadiselerinin yakından bilinmesi
gerekir.İbretler, hikmetler, dersler
var.[147]
* Resulullah Mekke'ye başında siyah bir sarık olduğu halde girdi.
Ka'be'nin kapısı önünde durarak:
"Bir olan Allah'tan başka ilah yoktur. Vaadinde sâdıktır.
Kuluna yardım etmiştir. Tek başına ahzâbı dağıtmıştır" der ve halka
yönelerek:
"Bütün kan davası, intikam hesabı veya hak iddia edilen mal
şu iki ayağımın altındadır. Ka'beyle ilgili sadece iki hizmet devam edecektir.
Sidane ve Sikâye hizmetleri... (Sidane: Ka'be'nin kapısını açma, kapatma ve onu
temizleme vs. işlerini yürütme hizmeti; sikâye, hacılara su verme hizmeti...
Cahiliye ve İslam'da bu hizmet Hz. Abbâs'a aiti)" der ve devam eder:
"Ey Kureyşliler size ne yapmamı istersiniz?"
"Hayır! derler. Sen kerim bir kardeşsin ve kerim bir kardeşin
oğlusun."
"Haydi gidiniz, hepiniz azadlılarsınız" buyurur,
(aleyhissalâtu vesselâm).
Resulullah, Mekke halkına, diğer fethettiği belde ahalisine
yaptığı muameleyi yapmamıştır. Devrin harp hukukunda fethedilen yerlerin ahalisi
esir edilir, malı da ganimet kılınır idi.
Halbuki Mekkelilere: "Gidin serbestsiniz" demiş,
kendisine zulmün, işkencenin, hakaretin her çeşidini yapan bir saat öncesine kadar kendisini yok etmek için bütün
güçleriyle çalışmış, çalışanları desteklemiş, bu maksatla Bedir, Uhud, Hendek
savaşlarını tertiplemiş olan Mekkelileri birkaç kişi hâriç toptan affetmiş,
sizler tulekâ'sınız demiştir. Tulekâ, "azad edilmişler" manasına
gelir. Tulekâ demesi, belirttiğimiz üzere harp hukukuna göre, savaşta ele
geçirilmeleri sebebiyle esir hükmünde olmalarındandır.
* Mekkelileri azad ettikten sonra Ka'be'yi yedi kere tavaf
eder. içine girer, orada namaz kılar. Ka'be'de bulunan 360 put temizlenir.
* Sonra Safa tepesine oturarak önce erkeklerden ve sonra da
kadınlardan bey'at alır.
Erkeklerden: “Güçleri yettikçe Allah ve Resûlüne itaat etmek ve
dinlemek” şartı üzerine bey’at alır.
Kadınlardan da: "Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak,
zina yapmamak, çocuklarını öldürmemek, göre göre iftira atmamak, ma'rufta âsi
olmamak" şartları üzerine bey'at alır. Kadınlar için Allah'tan mağfiret
taleb eder.Kadınlarla bey'at yaparken Resulullah, onların ellerine değmez,
musafaha yapmaz. Rivayetler Resulullah'ın nikah düşen yabancı kadınlarla
musafaha etmediğini belirtir.
* Öğle vakti olunca, Resulullah, Hz. Bilal'e ezan okumasını
emreder, Bilal (radıyallahu anh) Ka'be'nin damına çıkar. Kureyşliler tepelerin
üzerindedir, kimisi emân beklemekte, kimisine emân verilmiş.
Hz. Bilal'in ezanı, Mekkeliler'in bir kısmına ölümden beter üzüntü
kaynağı olur:
* Ebû Cehl'in kızı Cüveyriye: "Bilal'in Ka'be
üzerinde anırmasında hazır olmaması,
babama Allah'ın ne büyük lütfu!" der.
* Halid ibnu Esed: "Allah babama lutfetti de bu günü
görmedi!" der.
* Haris İbnu Hişam: "Keşke bugünden önce ölmüş olsaydım"
der.
* Attâb İbnu Esîd: "Allah babam Esid'e şu söyleneni
işittirmemekle ne büyük ikramda bulunmuştur!" der.
* Ebû Süfyân: "Ben bir şey söylemeyeceğim. Şâyet söylersem
bunu şu çakıllar bile ona haber verecektir!" der.
Derken onlara Resulullah çıkagelir: "Söylediklerinizi
biliyorum"der ve hepsini tekrarlar. Haris ve Attâb:
"Şehadet ederiz ki sen Allah'ın Resûlüsün. Bunu, bizimle olan
şu kimseler ve bir de Allah biliyordu. Başka kimse bilmiyordu! derler.
İbnu'l-Esir, henüz müslüman olmayan başka bazılarının da benzer
sözler sarfettiklerini, ancak sonradan hepsinin müslüman olup,
müslümanlıklarında samimi kaldıklarını belirtir.
Resulullah'ın Kureyşlilere hususî muâmelesi boşa değildir. Kısa
zaman sonra hepsi müslüman olacak, istikbalin zafer dolu seferlerine komutanlık
edeceklerdir.
* 4282, 4283 numaralı hadislerde Ka'be'deki putlardan ve
onların temizlenmesinden
bahsedilmektedir. Ka'be'yi bütün Arapların müşterek mâbedi kılan hususlardan biri, her kabilenin kendine
mahsus putunun orada yer alabilmesi idi. Bu sebeple Ka'be'nin etrafında çok
sayıda put vardı: 360 tane. İbnu Hacer, bunların kurşunla yere tesbit
edildiklerini kaydeder. Bazı rivayetlerde, Resulullah'ın önünden geçtiği her
putun, ensesinin üzerine düştüğü
belirtilmiştir.
Bu hadislerden, ulemâ, suretin bulunduğu yerde namaz kılmanın
mekruh olduğu hükmünü çıkarmıştır. "Çünkü demişlerdir, şirk ihtimaline yer
verir; eski milletlerin küfrü çoğunlukla suretten gelmiştir."
Ka'be'nin dahili ise, Hz. Ömer tarafından temizlenerek
Resulullah'ın girip namaz kılabileceği hale getirilmiştir. Bazı rivayetlerde,
içeride Resulullah'ın da su ve bez
getirterek bazı suretleri bizzat yıkadığı gelmiştir. İbnu Hacer, bunu Hz.
Ömer'in nazarından kaçmış olabilen bazı küçük suretler olabilir diye te'vil
eder.Hatta, bazı sütunlar üzerinde Hz. İsa ve Meryem tasvirlerinin, Abdullah
İbnu'z-Zübeyr zamanına kadar kaldığına, o zaman yeniden inşa edilince tamamen bu
kalıntılardan temizlendiğine temas eden rivayetler gelmiştir.[148]
Burada
ayrıca belirtilmesi gereken bir husus, 4286 numaralı hadiste belirtilen
Mekke'nin ganimet kılınmamasıdır.[149]
O güne kadar yapılan gazvelerde, mağlup
tarafın insanı daima esir edilmiş, malı da ganimet.
Mekke, sinesinde
barındırdığı mukaddes emânetin hürmetine, kandan ve yağmadan korunmuştur.
Resulullah o ilahi emanetin yani Ka'be mukaddesinin hürmetine, en azılı
düşmanları olan Kureyşlileri de o mukaddesi muhafaza ve ona bakımda sebkat eden
hizmetleri hatırına aff-ı umumiye mazhar etmiştir.
Tabiî ki bu beklenmeyen bir
şeydir.Kureyşliler, ilk vehlede, Resulullah'tan, böyle bir zafer kendilerine
müyesser olması halinde, müslümanlara yapacakları muameleye paralel bir muamele
beklemiş olmalılar.
Nitekim bu endişe, bu babta
kaydedilen hadislerde bile görülmektedir. Hatta, rivayetlerin daha umumi bir değerlendirilmesine gidilecek olsa,
bu meselede, Medine menşe'li Ensâr ile,
Mekke menşe'li muhacirler arasında bile bir fark görmek; Medinelilerin, buranın
fethini de diğer fetihler gibi görmeye mütemâyil; Mekke menşelilerin ise şehrin
kandan ve yağmadan korunmasına mütemâyil olduklarını görmek mümkündür.
Söz gelimi, 4278 numaralı
Urve hadisinde Medineli Sa'd İbnu Mu'âz, Ebû Süfyân'a:
"Ey Ebû Süfyân! Bugün,
savaş günüdür, bugün Ka'be'nin helal addedileceği gündür!" der.
Bu rivayette (4278) açık
değilse de, bir başka rivayette, Sa'd'ın ağzından çıkan bu cümlenin "bir
muhacir tarafından" derhal Aleyhissalâtu vesselâm'a ulaştırıldığı
belirtilir.
Ebû Süfyân, Sa'd'ın bu sözü
üzerine Resulullah'ın amcası Abbas'a, Resulullah nezdinde iltimasta bulunarak,
şehrin "istihlâl"den yani "kan ve mal" yönüyle helal addedilmekten korumasını taleb eder: يَاعَبَّاسُ
حَبَّذَا
يَوْمُ الذِّنَارِ "Ey Abbas, (Sen Mekkelisin, üstelik
Resulullah'ın amcasısın, müslüman da
oldun). Bugün muhafaza vazifesi yapacağın en iyi fırsat. Göreyim seni
(şehri yağmalatma!)" der. Bir başka rivayet, Abbas'ın bu endişeyi çoktan
hissettiğini, Mekke'ye zorla değil, halkına emân verilerek girilmesinin yollarını
aradığını, bu maksadla şehre haber gönderecek bir oduncu bulmak üzere
Resulullah'ın atına binerek gezintiye çıktığını, Erâk Vadisi'ne gelince Ebû
Süfyan ve diğer iki arkadaşına rastladığını belirtir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da zaten öyle düşünmektedir ve
kara listeye alınan 3 erkek, 4 kadın ile, savaşmaya kalkacaklar dışında kimsenin
öldürülmemesini komutanlara tenbih etmiş olmasına rağmen, "Mekkeyi
istihlâl" esprisi ızhar etmiş olan Medine menşe'li Sa'd'ı, bu esprisi
kulağına gelir gelmez, derhal komutanlıktan azleder ve onun yerine Mekke
menşe'li Hz. Ali'yi tayin eder.[150] Diğer bir komutan Hâlid
İbnu Velid (radıyallahu anh) zaten Mekkelidir.
Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kara liste ilan etmiş olmasını sonradan af dileme
fırsatı bulanları bilâ istisna affetmiş bulunmasına bakarak- da Mekke'yi
"kan"dan koruma tedbiri olarak görmekteyiz. Böylece hem onların
düşmanlıklarından çok çeken müslümanlara bir rahatlama, hislerini tahfife imkan
vermiş oldu, hem de "bunlar dışında kimse öldürülmeyecek" fikrinin
zihinlerde yer etmesine vesile oldu. Değilse, şahsi kan ve intikam hesapları
araya girebilirdi. Kara liste ilanından bir başka gaye de, bu kişilere
"kaçın!" mesajıdır. Nitekim bir-ikisi dışında hepsi kaçmış veya bir sığınak
bularak gizlenmiş, "hissiyatın yatışması ortalığın sükûnete ermesinden
sonra" eman alanların veya alacakların garantisinde Huzur-u Nebeviye'ye
ulaşarak affa mazhar olmuşlardır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunların
mutlaka öldürülmesini isteseydi "tilkiye kaç" manasına dönüşen böyle
bir ölüm listesi ilan etmeksizin, onları tevkif ettirebilir veya hususi
vazifelilere sessiz sedasız infaz ettirebilirdi.
Bu, birinci düşman Kureyş'in, Feth'e rağmen toptan affı, hele kara
listeye girenlerin de çoğunlukla birer birer affı, İslam'ın civar kabilelerde
birden hüsn-ü kabul görmesine "insanların fevc fevc Allah'ın dini'ne
girmesi"ne (Nasr 3) müessir olan mühim amillerden biri olmalıdır. Böylece
İslam'ın bir senben kavgası, bir dünyalık edinme macerası, bir nefsi tatmin sevdası
olmadığı; insanları, puta tapmak alçaklığından yükseltmek, zulüm, işkence,
haksızlık, kan bataklığından kurtarmak; insanı insaniyetin mertebelerinde
yükseltmek; onu iki dünya saadetine kavuşturmak davası olduğu fiilen
gösterilmiş oluyordu.
Ayrıca, ileriki hadiselerde Mekke emin, sarsılmaz bir merkez
olacak, Resulullah'ın ölümüyle ortaya çıkan irtidad hareketlerinde sâbit kalıp
onların yatıştırılmasında, İslam'ın fetih hareketlerine geniş çapta katkıda
bulunacaktır, Mekkeliler, Arabistan'ın kültürel seviyesi yüksek kişileriydi. Komşu beldelerin, kırallarıyla
iyi yaşıyorlardı. Eski hissiyatlar, bunların öldürülmesi İslam'a bir şey kazandırmaz, çok şey kabettirirdi. Affın gerisinde
bunların da görülmesi gerekir.[151]
Resulullah'ın Mekke'yi fethettiği gün halka yaptığı hitabede yer
verdiği hususlardan biri, Mekke'nin tahrimidir. Yani Mekke şehri, eskiden
olduğu gibi haramdır; Orada kan dökülmez. Hayvanları öldürülemez. Otları
yolunamaz. Ağaçları kesilemez. Bu, İslam'ın çevre korumasında, meskun
mahallerin tahribatının önlenmesinde, tabiî dengenin muhafazasında aldığı ilk örnek tedbirlerden biridir.
Resulullah, bilâhare kendi bölgelerinde benzer tadbirlere başvurmak isteyen
Tâif, Tay, Cüreyş gibi kabilelere bu
izni verecektir.[152] Bu tedbirin ehemmiyetini
anlamak için şunu düşünebiliriz. Taşıyla toprağıyla, bitkisiyle mukaddes
bilinen bu diyardan, hacılar teberrüken birer yaprak koparsalardı, o memlekette
yeşillik diye bir şey kalmazdı. Haram ilan edilmesi bu tahribattan Mekke'yi
korumuştur. Başka maslahatlar mevzumuza girmez.
Mekke'nin eskiden beri haram bilinen statüsü'nün aynen korunması,
İslam'ın diğer Arap kabilelerine benimsenmesinde rol oynadığı gibi, Mekke'de
fethi müteakip çıkabilecek hesaplaşmaları da önlemiş olmalıdır. Bu sebeple olacak
ki, Aleyhissalâtu vesselâm, fetihle birlikte Ka'be önünde yaptığı ilk hitapta
buna yer vermiş, kendisi için Mekke'nin "günün muayyen bir saatinde" helal kılındığını, fetihle
birlikte helal hali'nin derhal son bulduğunu belirtmiştir: Hatta 4285 numarada
kaydedilen Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) hadisine göre, fetih hitabesine,
Mekke'nin bu statüsünü belirleyen hükmü beyanla başlamıştır.[153]
Mekke
fethiyle ilgili olarak zikri geçen Hâtıb İbnu ebî Belte'a vak'ası ve bu hadise
karşısında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın takındığı tavır, üzerinde
biraz durmamızı gerektiren bir mahiyet taşımaktadır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu
anhüm ecmâin)'a karşı İslamî ölçünün, bir çok müslüman zihinlerde -ve hatta
çevrelerde- kaybolduğu günümüz şartlarında, Hâtıb vak'ası'na dikkat çekmemiz.
Resulullah'ın tavrını daha yakından görmemiz, ulemâmızın değerlendirmelerini
bilmemiz daha da ehemmiyet arzeder.
*
Hâtıb İbnu
Ebî Belte'a kimdir? Lahm Kabilesinin Beni Halife koluna mensub bir zattır. Ebû Belte'a'nın
oğludur. Ebû Belte'a'nın ismi ise Amr İbnu Umayr İbnu Seleme'dir. Görüldüğü üzere aslen Mekkeli değildir. Beni
Esed İbnu Abdiluzza'ya halif olmuştur. Sonra da Zübeyr İbnu'l-Avvâm İbni
Huveylid'e halif olmuştur. Ubeydullah İbnu Hamid ibni Züheyr'in mevlâsı olduğu
da söylenmiştir. Bu rivayete göre mukâtebe yaparak hürriyetini satın almış,
Mekke'nin fethinde son taksidini ödemiştir.
Bedir
ve Hudeybiye gazvelerinde hazır bulunmuştur. "Ey iman edenler! Benim de
düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin..." (Mümtehine 1)
ayetiyle Cenab-ı Hakk'ın Hâtıb'ın imanına şehadet ettiği söylenmiştir. Zira bu ayet, Hz. Ali'nin
belirttiği üzere (4276, hadis) Hâtıb'ın hadisesi üzerine inmiş ve Hak Teâla hazretleri,
Allah'a ve müslümanlara düşman olanların dost edinilmemesini ihtar etmiştir.
Muhatab Hâtıb olduğuna göre, iman, teyid-i ilâhiye mazhardır.[154]
Bu hadise 4276 numaralı hadiste geçtiği için vak'ayı burada
tekrarlamayacağız, değerlendirmesi üzerinde duracağız. Burada şu kadarını
belirtelim: Hâtıb mektubu, Vâkidi'nin kaydettiği üzere Süheyl İbnu Amr, Safvân
İbnu Ümeyye ve İkrime'ye yazar ve şöyle der: "Resulullah, halka gazveye
çıkılacağını ilan etti. Sizden başka bir yere gideceğini zannetmiyorum. Sizin
nezdinizde bir elimin olmasını istedim."
Alimler, Hâtıb'ın Mekkelilere mektup göndermesi hadisesini Hz.
Ömer'in ihanetle tavsif ederek, öldürülmesini taleb etmesi karşısında
Aleyhissalâtu vesselâm'ın ifâde buyurdukları cümleyi "Başka hiçbir
gazveye katılanlar için vârid olmayan,
sâdece Bedir gazileri hakkında vaki olan büyük bir beşar" )بِشَارَةٌُ
عَظِيمَةٌ
لَمْ تَقَعْ لِغَيْرِهِمْ( olarak tavsif ederler.
Bu beşaret, rivayetlerde farklı kelimelerle ifade edilmiştir.
Sadedinde olduğumuz rivayette Resulullah "Ama o Bedr'e
katıldı. Ne biliyorsun, belki de[155] Allah Teâla Hazretleri
Bedir ehlinin haline muttali oldu da "Dilediğinizi yapın, sizleri mağfiret
etmişim" buyurdu" demiştir. İfade burada terecci (yani ümitlenme)
sigasıyla gelmiştir. Ancak Ebû Hureyre rivayetinde cezm sigası kullanılmıştır:
"Allah Bedir ehlinin haline muttali oldu ve dedi ki: "Dilediğinizi
yapın ben sizi mağfiret ettim" (Ebû Dâvud). Ahmed İbnu Hanbel'in Hz.
Cabir'den bir rivayetinde "Bedr'e katılan kimse ateşe girmeyecektir" )لَنْ
يَدْخُلَ
النَّارَ
اَحَدٌ
شَهِدَ
بَدْراً( buyrulmuştur.
Alimler "Dilediğinizi yapın" ifadesi karşısında münakaşa
etmiştir. Ehemmiyetine binaen kaydediyoruz.
* Bir kısmı, bunu şeriatın umumi prensibine aykırı bulmuştur.
"Çünkü zâhirinde ibâhe var" demiştir.
* Bir kısım alimler de: "Bu geçmişten ihbardır, yani
"Daha önceki bütün amelleriniz affedilmiştir" demektir" diyerek
cevap vermişlerdir. Bunu şu durum te'yid eder: "Eğer bununla istikbale ait
bir amel kastedilseydi, mâzi sigasıyla gelmezdi, yani "mağfiret
ettim" denmezdi; "Sizi mağfiret edeceğim" denirdi.
* Ancak bu mülahaza da bazı alimlerce tenkid edilmiştir: "Eğer
(sırf) geçmişte işlediği günahlar kastedilmiş olsaydı, Hâtıb kıssasında onunla
istidlal uygun olmazdı. Çünkü, Aleyhissalâtu vesselâm, bu cümleyi Hz. Ömer'i Hâtıb
mevzuunda söylediği sözde reddetme maksadıyla ona hitaben söylemiştir. Bu kıssa
ise, Bedir'den tam altı yıl sonra vukua gelmiştir. Öyleyse hadisten murad,
geleceğe bakar. Mazi sigasıyla gelmesi ise, mübalağa ifade etmek içindir, yani
"mağfiret olunacağınız o kadar kesin ki sanki mağfiret olunmuş
gibi.." demektir.
* Bazı alimler şunu söylemşitir: "Dilediğinizi yapın..." cümlesindeki emir sigası
"teşrif" ve "tekrim" içindir. Murad da bundan böyle
onlardan sâdır olacak şeylerden dolayı
muâheze edilmeyecekleridir. Onlar böyle bir hususiyete mazhar kılınmışlardır.
Zira onların o savaşta izhar ettikleri yüce hal, geçmiş günahlarının mahvını
gerektirmiş, gelecek günahlarını Allah'ın affetmesine de ehil olmuşlardır. Yani
bu hadiseden sonra "işlediğiniz her ne amel olursa olsun
affedilmiştir" demektir.
* Şu da söylenmiştir; Murad, vâki olan günahlarıdır, vâki
oldukça affedilecektir.
* Şu da denilmiştir: "Bu,
onlardan günah vâki olmayacağının beşaretidir."
İbnu Hacer,
"Bu son görüş tenkit götürür" dedikten sonra, Kudâme İbnu Maz'un
örneğini verir. Onun Hz. Ömer zamanında şarap içtiğini,Hz.Ömer'in ona had
tatbik ettğini, bu yüzden onun Medine'den hicret ettiğini, ancak Hz. Ömer'in
rü'yasına giren bir zâtın, Hz. Ömer'e onunla musâlaha etmesini söylediğini,
Kudâme'nin Bedrî olduğunu kaydeder.
İbnu Hacer,
hadisten muradın "Bedrîler bir kısım farzları terketmiş olsalar bile bu
sebeple muâheze edilmeyecekleri, günahlarının "mağfûr olduğu"nun
beyanıdır" der. Buna 4289 numarada
geçen Sehl İbnu Hanzeliye hadisini de örnek gösterir. Orada geceleyin at
üstünde nöbet tutan Enes İbnu Ebi Mersed el-Ganevi'ye Resulullah:
"(Amelinle cenneti kendine) vacib kıldın. Bundan böyle ameli terketmenin
sana bir günahı yok. (Bu amelin cennete gitmen için kâfidir)" buyurmuştur.
Başka örnek de kaydeden İbnu Hacer şu
neticeye gider: "Bütün bunlar şunu iş'âr eder (bize duyurur): "Bazı
sâlih amelleri yapan kimse, öylesine çok sevaba mazhar olur ki bu, pek çok
farzları terketmenin günahına mukabil gelir." Büyük Tâbi'î Ebû Abdirrahman
es-Sülemî'nin sadedinde olduğumuz Hâtıb
kıssasından bunu anladığını belirtir, ona muhalefet eden bazı görüşleri
dermeyan ederse de es-Sülemî'yi haklı gördüğünü ihsas eder.
Ashab hakkında
kîl ve kâl ederken bunların bilinmesinin de gerekli olduğunu, bu maksadla mevzuun
uzaması pahasına bu bilgileri kaydettiğimizi belirterek Hâtıb hakkında bazı tamamlayıcı bilgiler vermeye
devam ediyoruz:
* Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hâtıb (radıyallahu
anh)'ı hicretin 6. yılında Bizans'ın Mısır valisi Mukavkıs'a elçi olarak göndermiştir. Mukavkıs onu yanına
alır. Aralarında şu konuşma geçer:
"Arkadaşından bana haber ver! O gerçekten peygamber
midir?"
"Evet o Allah'ın elçisidir."
"Pekiyi, niye kendini memleketinden çıkaran kavmine o zaman
beddua etmedi?"
"İsa İbnu Meryem'in Allah'ın resulü olduğuna şehadet eder
misin? O niye kavmi onu asmaya kalktığı zaman onlara beddua etmedi de Allah onu
yükseltti?"
"Güzel cevap verdin. Hakim bir kimsenin yanından gelmiş hakim
bir kimsesin."
Hâtıb'tan memnun kalan Mukavkıs, Resulullah'a bir kısım hediyeler
yollar. Kıbtî
olan Mâriye ve kardeşi Sîrîn ve diğer bir cariye, bu hediyeler arasında yer
alır. Resulullah Mâriye'yi kendisine câriye yapmış, oğlu ibrahim (aleyhissalâtu
vesselâm) ondan dünyaya gelmiştir. Sîrîn'i Hassân İbnu Sâbit'e hibe etmiştir.
Hâtıb
(radıyallahu anh) hicri 30 yılında 65 yaşında olduğu halde vefat etmiş, Hz.
Osman namazını kıldırmıştır. Şu hadis onun rivayetidir: "Kim cuma günü
yıkanır, en güzel elbisesini giyer,
erkenden camiye gider imama yakın olursa, bu ona öbür cumaya kadar (küçük
günahlar için) kefaret olur."[156]
ـ4288 ـ1ـ
عَنْ أبِي
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #
حِينَ أرَادَ
حُنَيْناً:
مَنْزِلُنَا
غَداً إنْ
شَاءَ اللّهُ
بِخَيْفِ
بَنِي
كِنَانَةَ
حَيْثُ
تَقَاسَمُوا
عَلى الْكُفْرِ[.
أخرجه
الشيخان.»الخَيْفُ«
مَا انْحدر عن
غليظ الجبل
وارتفع عن
مسيل الماء .
1. (4288)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn Gazvesine çıkmayı arzu edince:
"Yarınki konaklama yerimiz inşallah Beni Kinâne Hayfı'dır.
Onlar küfür üzerine orada yeminleşmişlerdi" buyurdu." [Buhârî, Megâzî
48, Hacc 45, Fedâilu'l-Ashâb 39, Tevhid 31; Müslim, Hacc 345, (1314).][157]
AÇIKLAMA:
1- Hayf, dağ eteği demektir, Beni Kinâne Hayfı'ndan maksad
el-Muhasseb denen yerdir. Müslim'de gelen bir açıklamaya göre, "Kureyş ve
Beni Kinâne, orada bir araya gelip kendilerine Resulullah'ı teslim edinceye
kadar Benî Hâşim ve Benî'l-Muttalib'e karşı, kız alıp vermeme, mal alıp
satmamak şeklinde boykot kararını burada vermişler, burada yeminleşmişler,
ahd-ı mîsakta bulunmuşlardı."
2- Bu hadise Habeşistan hicretinden sonra cereyan etmişti.
Müslümanları Necâşî'nin korunması üzerine, onları teslim almak üzere
Habeşistan'a giden Kureyş heyetinin boş çevrilmesi karşısında fazlaca öfkelenen
Mekkeli müşrikler, müslümanları akrabalık gayretiyle himaye eden Hâşimoğulları
ile Abdulmuttaliboğulları'nı bu himayeden vazgeçirmek için bir antlaşma yaparlar. Bu
antlaşmaya göre, alışveriş, nikâh, hatta sohbet gibi her çeşit beşeri
münasebetlerden bunlar tecrid edilecekti. Antlaşma metni yazılır ve Ka'be'ye
asılır.
Bu boykot hadisesi üç yıl devam eder.Müslümanlar çok sıkıntı
çekerler. Öyle ki, yollarda bulunan kuru deri parçalarını kaynatıp yemek
mecburiyetinde kalırlar. Çocukların feryadları çok uzaklardan işitilir olur.
Bu zulüm tahammülü aşan bir raddeye varınca, Cenab-ı Hak,
ahidnâmeye kitap kurtlarını musallat eder. Allah kelimelerinin geçtiği yerler
hariç, yazıyı tamamen yiyip bitirirler. Durumdan vahyen Resulullah haberdar
olur. O da bunu amcası Ebû Talib'e söyler. Ebû Talib, o yazıyla imza atan
müşrikleri görerek "Kardeşimoğulunun bana haber verdiğine göre, Allah
Teâla Hazretleri sizin ahidnamenize kurtları musallat etmiş, onlar yazıdaki
zulüm ve haksızlık ifade eden yerleri tamamen yemiş, sadece Allah Teâla'nın
anıldığı yerler baki kalmıştır. Yeğenim bana hiç yalan söylemez. Eğer dediği
gibiyse bu kötü işten vazgeçin, şayet yalan söylüyorsa ben onu size teslim
edeceğim, dilediğiniz gibi öldürün" der.
Müşrikler tekliften memnun kalırlar ve "söylediği doğru ise
boykotu kaldıracağız" diye söz verirler. Bakılınca görülürki, ahidnamenin
hali aynen Resulullah'ın söylediği gibidir. Birçoğu Ebû Talib'e verdikleri söze
pişman olsa da, vicdan sahipleri boykotu kaldırırlar. Bu hadisenin, risaletin
onuncu yılı olduğu kabul edilir.
3- Bazı alimler bu hadiseye dayanarak, Resulullah'ın el-Muhassab'a
inmesini, o günleri hatırlayarak Allah'ın lütfuna karşı bir şükran izharı diye
değerlendirmiştir. Bu davranışta Mekkelilere de: "Sizin burada aldığınız
kararlarla yaptıklarınızı bilerek siza af ve hoşgörülü davranmada nasıl
mübâlağa ettiğimizi de bilin" şeklinde bir mesajın olduğuna da dikkat
çekilmiştir.
4- Burada belirtmemiz gereken mühim bir husus, hadiste geçen
Huneyn'le kastedilen vakittir. Bazı alimler bununla fetih seferi'nin
kastedildiğini, çünkü Huneyn seferinin Fethin akabinde olduğunu söylerler.
Nitekim hadisin başka vechinde "Mekke'ye gtimek istediği zaman"
denmiştir. Hatta, bu ifadenin fetih sırasında değil, hacc sırasında söylenmiş
olma ihtimali -dolayısiyle iki ayrı vak'aya delalet edecek iki ayrı hadis olma
ihtmali de- belirtilmiştir. Nitekim Vâkıdî'nin bir kaydı Fetih sırasında
söylendiğine sarâhat kazandırır: Hz. Cabir anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: "Allah bize fethi nasib ederse, menzilimiz
(konaklama yeri), müşriklerin ahidleştikleri Hayf' tır: Ebû Talib şı'bı'nın, bizi
muhâsara ettikleri yerin karşısı
olacaktır."[158]
ـ4289 ـ2ـ
وَعَنْ
سَهْلِ بْنِ
الْحَنْظَلِيَّةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]سِرْنَا مَعَ
رَسولِ
اللّهِ #
يَوْمَ
حُنَيْنِ. فَأطْنَبْنَا
السَّيْرَ
حَتّى
كَانَتْ عَشِيَّةٌ.
فَحَضَرَتْ
صََةُ
الظُّهْرِ
وَجَاءَ
فَارِسٌ.
فقَالَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ! إنِّى
اِنْطَلَقْتُ
بَيْنَ
أيْدِيكُمْ
حَتّى طَلَعْتُ
عَلى جَبَلِ
كَذَا وَكذَا.
فإذَا أنَا
بِهَوَازِنَ
عَنْ
بَكْرَةِ
أبِيهِمْ بِظُعُنِهِمْ
وَنَعَمِهِمْ
وَشَائِهِم،
اِجْتَمِعُوا
إلى حُنَيْنٍ.
فَتَبَسَّمَ #
وَقَالَ:
تِلْكَ غَنِيمَةُ
الْمُسْلِمِينَ
غَداً إنْ
شَاءَ اللّهُ.
ثُمَّ قَالَ:
مَنْ
يَحْرُسُنَا
اللَّيْلَةَ
فقَالَ: أنَسُ
بْنُ أبِي
مَرْثَدٍ الْغَنَوِىُّ:
أنَا يَا
رَسُولَ
اللّهِ. قَالَ:
ارْكَبْ،
فَرَكِبَ
فَرَساً لَهُ
وَجَاءَ إلى رَسُولِ
اللّهِ #.
فقَالَ لَهُ:
اِسْتَقْبِلْ
هذا
الشِّعْبَ
حَتّى
تَكُونَ فِي
أعَْهُ وَ نُغَرَّنَّ
مِنْ
قِبَلِكَ
اللَّيْلَةَ.
فَلَمَّا
أصْبَحْنَا
خَرَجَ # إلى
مُصََّهُ. فَرَكَعَ
رَكْعَتَيْنِ.
ثُمَّ قَالَ:
هَلْ أحْسَسْتُمْ
فَارِسَكُمْ؟
قَالُوا: يَا
رَسُولَ اللّهِ،
مَا
أحْسَسْنَا.
فَثُوِّبَ
بِالصََّةِ.
فَجَعَلَ #
يُصَلِّى
وَهُوَ
يَلْتَفِتُ
إلى
الشِّعْبِ،
حَتّى إذَا
قَضى صََتَهُ
وَسَلَّم
قَال:
أبْشِرُوا
فَقَدْ جَاءَ
فَارِسُكُمْ.
فَجَعَلْنَا
نَنْظُرُ إلى
خَِلِ الشَّجَرِ
فِي
الشِّعْبِ.
فإذَا هُوَ
قَدْ جَاءَ
حَتّى وَقَفَ
عَلى رسولِ
اللّهِ #
فقَالَ
إنَّنِى انْطَلَقْتُ
حَتّى كُنْتُ
فِى أعَْ هذَا
الشِّعْبِ،
حَيْثُ
أمَرَنِى
رَسُولُ
اللّهِ #. فَلَمَّا
أصْبَحْتُ
اطلَعْتُ
الشِّعْبَيْنِ
كِلَيْهِمَا
فَنَظَرْتُ
فَلَمْ أرَ
أحَداً فقَالَ
لَهُ رَسُولُ
اللّهِ #: هَلْ
نَزَلْتَ
اللَّيْلَةَ؟
قَالَ: َ إَّ
مُصَلِّياً
أوْ قَاضِىَ حَاجَةٍ.
فقَالَ لَهُ #:
قَدْ
أوْجَبْتَ
فََ عَلَيْكَ
أنْ َ
تَعْمََلَ
بَعْدَهَا[.
أخرجه أبو
داود .
»جَاءَ
الْقَوْمُ
عَنْ
بَكْرَةِ
أبِيهِمْ« إذا
لَمْ
يَتَخَلَّفْ
مِنْهُمْ أحَدٌ.و»ثَوَّبَ
بِالصََّةِ«
نَادَى
إلَيْهَا
وَأقَامَهَا.و»أوْجَبَ
فَُنٌ« إذا
فَعَلَ مَا
يُوجِبُ لَهُ
الْجَنَّةَ
أوِ
النَّارَ، وَالْمُرَادُ
هُنَا
الْجَنَّةُ .
2. (4289)- Sehl İbnu Hanzaliyye (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la Huneyn günü beraber yürüdük. Öğle
sonrası oluncaya kadar yürümeyi uzattık. Öğle namazı(nın vakti) girdi. Derken
bir atlı geldi.
"Ey Allah'ın Resulü! dedi. Ben sizin önünüzden ilerledim.
Hatta falan falan dağa çıktım. Bir de ne göreyim! Havâzin kabilesi toptan
karşımda. Kadınları, develeri, davarları toptan Huneyn'de
toplanmışlar" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm tebessüm buyurdu ve:
"İnşallah, yarın bunlar müslümanların ganimetidir!" dedi
ve sordu:
"Bu gece bizi kim bekleyecek?"
Enes İbnu Ebî Mersed el-Ganevi
atılıp:
"Ben, ey Allah'ın Resulü!" dedi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Öyleyse bin!" buyurdular. Enes atına bindi ve
Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına geldi. O zaman:
"Şu geçide yönel, en yüksek yerine kadar çık. [Gece boyu
atından inme.] Sakın senin cihetinden geceleyin aldatılmayalım!"
tenbihinde bulundu. Sabah olunca Aleyhissalâtu vesselâm namazgâhına geçti. İki
rek'at namaz kıldı. Sonra:
"Atlıdan bir haberiniz var mı?" diye sordu.
"Bir haberimiz yok!" dediler. Namaza duruldu. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılarken geçide doğru (bazan) göz atıyordu.
Namazı kılıp selam verince:
"Müjde, atlınız geldi!"
buyurdu. Biz de geçidin ağaçları arasına baktık, gerçekten o idi. Geldi,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında durdu. (Selam verdi ve):
"Ben dedi, gittim bu geçidin en yüksek yerine, Resulullah'ın
emrettiği şekilde vardım. Sabah olunca iki geçit daha tırmandım. Baktım, kimseyi görmedim!"
dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
"Gece (attan) indin mi?"diye sordu:
"Namaz veya kazâyı hacet dışında inmedim!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"(Bu amelinle cenneti kendine) vacib kıldın. Bundan böyle
ameli terketmenin sana bir günahı yok. (Bu amelin cennete girmen için
kâfidir)" buyurdular." [Ebû Dâvud, Cihâd 17, (2501).][159]
ـ4290 ـ3ـ
وَعَنْ أنَسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]لَمَّا
كَانَ يَوْمُ
حُنَيْنٍ
أقْبَلَتْ هَوَازِنُ
وَغَطَفَانَ
وَغَيْرُهُمْ
بِذَرَارِيِّهِمْ
وَنَعَمِهِمْ؛
وَمَعَ رسُول
اللّهِ #
يَوْمَئِذٍ
عَشْرَةُ
آَفٍ. وَمَعَهُ
الطَّلَقَاءُ.
فَأدْبَرُوا
عَنْهُ حَتّى
بَقِيَ وَحْدَهُ.
فَنَادَى
يَوْمَئِذٍ
نِدَاءَيْنِ،
لَمْ
يَخْلِطْ
بَيْنَهُمَا
شَيْئاً.
قَالَ: اِلْتَفَتَ
عَنْ
يَمينِهِ.
فقَالَ: يَا
مَعْشَرَ
ا‘نْصَارِ.
فقَالُوا
لَبَّيْكَ
يَا رَسُولَ
اللّهِ،
نَحْنُ
مَعكَ،
أبْشِرْ.
ثُمَّ الْتَفَتَ
عَنْ
يَسَارِهِ.
فقَالَ يَا
مَعْشَرَ ا‘نْصَارِ
فقَالُوا:
لَبَّيْكَ
يَا رَسُولَ اللّهِ،
أبْشِرْ
نَحْنُ
مَعَكَ،
وَهُوَ عَلى
بَغْلَةٍ
بَيْضَاءَ.
فَنَزَلَ
فقَالَ: أنَا
عَبْدُاللّهِ
وَرَسُولُهُ.
فَانْهَزَمَ الْمُشْرِكُونَ،
وَأصَابَ
غَنَائِمَ
كَثِيرَةً
فَقَسَّمَهَا
بَيْنَ
الْمُهَاجِرِينَ
وَالطُّلَقَاءِ،
وَلَمْ
يُعْطِ
ا‘نْصَارَ
مِنْهَا
شَيْئاً.
فَقَالُوا:
إذَا كَانَتِ
الشِّدَّةُ
فَنَحْنُ
نُدْعَى،
وَيُعْطِي
الْغَنَائِمَ
غَيْرَنا.
فَبَلَغَهُ
ذلِكَ
فَجَمَعَهُمْ
وَقالَ: يَا
مَعْشَرَ
ا‘نْصَارِ،
مَا شَىْءٌ بَلَغَنِي
عَنْكُمْ؟
فَسَكَتُوا.
فقَالَ: يَا
مَعْشَرَ
ا‘نْصَارِ،
أمَا
تَرْضَوْنَ
أنْ يَذْهَبَ
النَّاسُ
بِالدُّنْيَا
وَتَذْهَبُونَ
بِمُحَمَّدٍ #
تَحُوزُونَهُ
إلى
بُيُوتِكُمْ.
قَالُوا: بَلى
يَا رَسُولَ
اللّهِ
رَضِينَا. فَقَالَ
#: لَوْ سَلَكَ
النَّاسُ
وَادِّياً وَسَلَكَتِ
ا‘نْصَارُ
شِعْباً
لَسَلَكْتُ
شِعْبَ ا‘نْصَارِ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي.»اَلْطُّلَقَاءُ«
جَمْعُ
طَلِيقٍ هُوَ
الَّذِى
خَلّى سَبِيلَهُ،
وَهُمْ أهْلُ
مَكَّةَ
الَّذِينَ
أسْلَمُوا
بَعْدَ
الْفَتْحِ
قَالَ # ‘هْلِ
مَكَّةَ
يَوْمَئِذٍ:
اِذْهَبُوا
فَأنْتُمُ الطُّلَقَاءُ
.
3. (4290)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Huneyn gününde,
Hevâzin, Gatafân ve diğerleri çocukları ve develeriyle birlikte (savaş yerine)
geldiler. O gün Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ordusunda da 10 bin kişi
vardı. Mekkeli Tulekâ[160] da Resulullah'ın safında
idi. (Savaş başlar başlamaz) hepsi geri kaçtı. Aleyhissalâtu vesselâm yalnız
kaldı. O gün iki defa nidâ etti. İkisi arasına bir başka söz karıştırmadı.
Şöyle ki:
Sağ tarafına yönelip: "Ey Ensâr cemaati!" diye bağırdı. O taraftakiler:
"Buyurun ey Allah'ın Resûlü! Bizseninle beraberiz!
Müjde" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm sonra da soluna döndü:
"Ey Ensâr cemaati!" dye bağırdı. O taraftakiler de:
"Buyur ey Allah'ın Resûlü! Müjde, biz seninleyiz!"
dediler. Aleyhissalâtu vesselam beyaz bir katırın üstünde idi. Katırdan indi
ve: "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim!" dedi. (Müslümanlar toparlanıp
mukabil hücuma geçince) müşrikler hezimete uğradı. Aleyhissalâtu vesselâm çok
ganimet elde etti. Onu Muhâcirler ve Tulekâ arasında taksim etti. Ondan Ensâr'a
hiçbir şey vermedi. Bunun üzerine Ensârîler (radıyallahu anhüm) (serzenişte
bulunup): "Sıkıntı olunca biz çoğalıyoruz: Ama ganimeti bizden başkasına
veriyor!" dediler. Bu sözleri Aleyhissalâtu vesselâm'ın kulağına
ulaşmıştı, hemen Ensârı topladı.
"Ey Ensar cemaati! Herkes dünyalıkla dönerken, siz Muhammed
(aleyhissalâtu vesselâm)'la dönmekten, evinizde onunla beraber olmaktan razı ve
memnun değil misiniz?" dedi. Ensâr:
"Elbette ey Allah'ın Resulü, razıyız, memnunuz!"
dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "İnsanlar bir vadiye yürüseler, Ensar da
bir geçide yürüse, ben Ensar'ın geçidinde giderim" buyurdular."
[Buhârî, Megâzî 56, Humus 19, Menâkıb 14, Menâkıbu'l-Ensâr 1, Ferâiz 34;
Müslim, Zekât 135, (1059); Tirmizî, Menâkıb, (3897).][161]
ـ4291 ـ4ـ
وَعَنْ أبِي
إسْحَاقَ
قَالَ: ]جَاءَ
رَجُلٌ إلى الْبَرَاءِ
بْنِ عَازِبٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
فقَالَ:
أكُنْتُمْ
وَلَّيْتُمْ
يَوْمَ حُنَيْنٍ
يَا أبَا
عِمَارَة.
فقَالَ:
أشْهَدُ
عَلى نَبِيّ
اللّهِ #
أنَّهُ مَا
وَلَّى.
وَلَكِنِ
انْطَلَقَ
أُخَفَّاهُ
مِنَ النَّاسِ
وَحُسَّراً
إلى هذَا
الْحَىِّ مِنْ
هَوَازِنَ وَهُمْ
قَوْمٌ
رُمَاةٌ
فَرَمَوْهُمْ
بِرَشْقٍ
مَنْ نَبْلٍ
كَأنَّهَا
رِجْلٌ مِنْ
جَرَادٍ
فَانْكَشَفُوا.
فَأقْبَلَ
الْقَوْمُ إلى
رسولِ اللّهِ
# وَأبُو
سُفْيَانَ
بْنُ الْحَرِثِ
بْنِ عَبْدِ
الْمُطّلِبِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه
يَقُودُ بِهِ
بَغْلَتَهُ
فَنَزَلَ
وَدَعَا وَاسْتَنْصرَ،
وَهُوَ
يَقُولُ:أنَا
النَّبىُّ َ
كَذِبْ أنَا
ابْنُ عَبْدٍ
الْمُطَّلِبْاللَّهُمَّ
أنْزِلْ
نَصَرَكَ.
ثُمَّ صَفَّهُمْ
قَالَ
الْبَرَاءُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
كُنَّا
وَاللّهِ
إذَا
اِحْمَرَّ
الْبَأسُ
نَتَّقِى
بِرَسُولِ
اللّهِ #،
وَإنَّ الشُّجَاعَ
مِنَّا
لِلَّذِى
يُحَاذِى
بِهِ[. أخرجه
الشيخان والترمذي.»ا‘خِفَّاءُ«
جمع خفيفٍ وهو
المسرع الّذى
ليس له شئٌ
يعوقه.و»الحُسَّرُُ«
جمع حاسرٍ وهو
الّذى
درع
عليه.و»الرَّشْقُ«
الرَّمىُ.و»الرِّجْلُ
من الجراد«
القطعةُ
الكبيرة.و»انْكَشَفُوا«
أى
انهزموا.و»البَأسُ«
الشِّدَّةُ
والخوف.ومعنى
»اِحْمَرَّ
البأسُ« اِشْتَدَّ
الحَربُ .
4. (4291)- Ebû İshâk rahimehullah anlatıyor: "Bir adam Berâ İbnu
Âzib (radıyallahu anh)'a geldi ve:
"Ey Ebû İmâre! Huneyn gününde hepiniz geri mi kaçtınız?"
diye sordu. Berâ: "Ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kaçmadığına
şehâdet ederim! Ancak, askerlerden yükü hafif olan (aceleciler) ile zırh
taşımayanlar Hevazin'in bir kanadına
yürüdüler. Halbuki buradakiler okçu kimselerdi: Onları çekirge sürüsü gibi hep
birden ok yağmuruna tuttular. Bunun üzerine dağılmak zorunda kaldılar. Böylece
düşman, Resulullah'a yöneldi. (aleyhissalâtu vesselâm)'ın katırını Ebû Süfyân
İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib (radıyallahu anh) yediyordu. Aleyhissalâtu
vesselâm katırından indi, dua etti, (Allah'tan) yardım taleb etti. Şöyle
diyordu:
"Ben Peygamberim yalan değil!
Ben Abdulmuttalibin Oğluyum!
Allahım yardımını indir."
Sonra askerleri düzene koydu. Berâ devamla der ki: "Vallahi,
biz savaş kızıştı mı Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sığınırdık.Bizim
cesurumuz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la aynı hizada durabilendi."
[Buhârî, Megîzî 54, Cihâd 52, 61, 97, 167; Müslim, Cihâd 79, (1776); Tirmizî,
Cihâd 15, (1688).][162]
ـ4292 ـ5ـ
وَعَنْ
سَلَمَةَ
بْنِ ا‘كْوَعِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قَالَ:
]أتَى
النَّبِىَّ #
عَيْنٌ مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
وَهُوَ في
سَفَرٍ فَجَلسَ
عِنْدَ
أصْحَابِهِ
يَتَحَدَّثُ.
ثُمَّ
اِنْفَتَلَ.
فقَال
رَسُولُ
اللّهِ #: اِطْلُبُوهُ
فَاقْتُلُوهُ،
فَقَتَلْتُهُ.
فَنَفَّلَنِى
رَسُولُ
اللّهِ #
سَلَبَهُ[.
أخرجه الشيخان
وأبو داود .
5. (4292)- Seleme İbnu'l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferde iken yanına bir düşman
gözcüsü uğradı. Ashabla konuşmaya oturdu. Sonra birden sıvıştı:
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Onu yakalayın ve öldürün!" emir buyurdu. Ben (yakalayıp)
öldürdüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) seleb'ini bana verdi."
[Buhârî, Cihâd 173; Müslim, Cihâd, 45, (1754); Ebû Dâvud, Cihâd 110, (2654).][163]
ـ4293 ـ6ـ
وَعَنْ أنسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]اِتَّخَذَتْ
أُمُّ
سُلَيْمٍ
خَنْجَراً أيَّامَ
حُنَيْنٍ
فَكَانَ
مَعَهَا.
فقَالَ لَهَا
النَّبىُّ #:
مَا هذَا يَا
أُمَّ
سُلَيْمٍ
فقَالَتِ: اِتَّخَذْتُهُ
إنْ دَنَا
مِنِّى
أَحَدٌ مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
بَقَرْتُ
بَطْنَهُ.
فَجَعَلَ
#
يَضْحَكُ.
فَقَالَتْ
يَا رَسُولَ
اللّهِ أقْتُلْ
مَنْ
يَعُدُّنَا
مِنَ
الطُّلَقَاءِ
الَّذِىنَ
انْهَزَمُوا
بِكَ. فقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: يَا
أُمَّ
سُلَيْمٍ
إنَّ اللّهَ قَدْ
كَفى
وَأحْسَنَ[.
أخرجه مُسلم
وأبو داود .
6. (4293)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Annem) Ümmü
Süleym, Huneyn savaşı sırasında bir hançer temin etmişti, yanından ayırmıyordu.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [hançeri görünce] sordu:
"Ey Ümmü Süleym, şu da ne?"
"Bunu, müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa karnına
saplamak için temin ettim!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu
söz üzerine gülmeye başladı. Ümmü Süleym:
"Ey Allah'ın Resûlü, sizinle olup da şu Tulekâ'dan hezimete
uğrayan bizim dışımızdakileri öldür!" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Ey Ümmü Süleym, şurası muhakkakki Allah bize kâfi geldi ve
iyi yaptı" buyurdu." [Müslim Cihâd 134, (1809); Ebû Dâvud, Cihâd 147,
(2718).][164]
AÇIKLAMA:
Huneyn Gazvesi, Mekke Fethi'nin hemen akabinde vukua geliştir.
Yani sekizinci hicri yılın şevval ayının 13'ünde, Huneyn, Mekke'ye üç gece
mesâfede bir vadinin adıdır.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mekke'yi fethedince, Hevâzin
ve Sakif eşrafı birbirlerine ziyaretler yaparak, müslümanlara karşı tedbire ve
ordu hazırlamaya karar verirler. Sorumluluk, otuz yaşlarındaki Havazin lideri
Mâlik İbnu Avf en-Nasrî'ye tevdi edilir.
Onun emriyle bütün malları, kadınlar, çocuklar savaş meydanına
getirilecektir. Böylece Evtâs'a toplanırlar. Diğer imdad kuvvetleri de gelir ve
Resulullah'ın üzerine yürümeye karar verirler. Resulullah haberlerini alınca
Şevval'ın yedisinde onikibin kişi Mekke'yi terkeder. Bunun onbini Medine'den gelenler, ikibini
de Mekkelidir. İslam ordusunda çok sayıda müşrik de vardır.
Hz. Ebû Bekir bu büyük kitleyi görünce:
"Bugün azlıktan dolayı bize galebe çalınamaz" der.
Hüneyn savaşının ilk karşılaşmasında en önde yer alan Benî Süleym
süvarileri bozguna uğrar. Onları Mekkeli Tulekâ takip eder, bunlar da dağılır.
Çünkü Hevazinliler dar bir geçitte müslümanların görmeyeceği şekilde saklanıp hep birlikte ok yağmuruna tutarlar.
Neye uğradığını şaşıran atlılar birden dağılır. Derken onları takiben diğer
askerler de bozguna uğrarlar. Savaş meydanını terketmeyen, Uhud'da olduğu
üzere, yine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve birkaç yakını, Huneyn'de
Resulullah'ın yanından ayrılmayanları İbnu'l-Esir ismen verir: "Abbas İbnu
Abdilmuttalib, Ali İbnu Ebi Talib, Fadl İbnu Abbâs, Ebû Süfyân İbnu'l-Haris
İbni Abdilmuttalib, Rebi'a İbnu'l-Haris İbni Abdilmuttalib, Ebû Bekr, Ömer,
Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anhüm.
Resulullah şöyle seslenir: "Ey Allah'ın ve Rüsûlünün
yardımcıları! Ben Allah'ın kulu ve Resûlüyüm!" Ayrıca sesçe gür olan Abbâs
(radıyallahu anh)'a emrederek bağırtır:
"Ey Ensâr, ey (Hudeybiye'de) Semüre (ağacı altında) bey'at edenler! Ey Bakara suresi ashabı!
Bu çağrıya ashab icabet
eder, yavaş yavaş (aleyhissalâtu vesselâm)'ın etrafında toparlanıp
müşriklerin üzerine saldırırlar. Resulullahda Abbas'tan bir avuç çakıl ister,
"Yüzleriniz sürtülsün!" diyerek müşriklerin suratına fırlatır.
Hepsinin gözüne eser-i mucize olarak bir avuç toprak isabet eder. O gün Cenab-ı
Hak melekten askerlerle yardım gönderir. Meleklerin başlarına, bir ucu iki omuz
arasına sarkan kırmızı sarıklar koymuş olarak göründükleri rivayet edilir.
Kalplerine korku çöken müşrikleri münzehim olarak dağılırlar.
Resulullah kaçanların peşini takip ettirir: "Kim birisini öldürür ve de
isbatlarsa seleb'i onundur"
buyurur. Sonradan on kişiyi öldürdüğünü isbatlayanlar çıkar. Kaçanlar
kovalanır. Kovalıyanlardan biri Seleme İbnu'l-Ekva'dır. Onun hikayesi 4268
numaralı hadiste uzunca, kendi ağzından anlatıldı.
Bu savaşta çok miktarda mal ve esir ele geçirildi. Esir sayısı 6
bin kadardı. 24 bin deve, 40 bin koyun, 4 bin okiyye gümüş vardı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu ganimeti daha ziyade
müellefe-i kulûb'a verdi. Yani, Mekke'nin fethiyle müslüman olmuş, kalplerine
İslâm gerçek manada girmemiş olan Tulekâ'ya verdi. Onları tam olarak İslâm'a
kazanmak istiyordu. Resulullah'ın nazarında Mekkelilerin ehemmiyeti vardı.
Onların gerçek şekilde kazanılması gerekiyordu.
Bizans ve diğer hârici düşmanlara karşı yapılacak savaşlarda başarı için
merkezin sağlam olması gerekiyordu. Merkez de öncelikle Kureyş'e, Mekkelilere
bağlı idi. Bunların ileri gelenlerine daha çok olmak üzere bol bol verdi.
Gerçekten birkaç gün öncesine kadar İslam'ın en azılı düşmanları olan bu
Kureyşliler, mağlub edilmiş olmalarına rağmen affedilmiş, malları ve canları
bağışlanmış olmaktan başka şimdi de servete garkediliyorlardı:
Ebû Süfyân İbnu Harb'e 40 okiyye gümüş, 100 deve;
Hakîm İbnu Hizâm'a 200 deve;
Nasr İbnu Hâris İbni Kelde'ye 10 deve;
Esîd İbnu Câriye'ye 100 deve;
Alâ İbnu'l-Hârise'ye 50 deve;
Mahreme İbnu Nevfel'e 50 deve;
Hâris ibnu Hişâm'a 100 deve;
Sa'îd İbnu Yerbû'a 50 deve;
Safvân İbnu Ümeyye'ye 100 deve;
Kays İbnu Adiyy'e 100 deve;
Süheyl İbnu Amr'a 100 deve...
Bu liste uzundur. İbnu'l-Esir bu verilenin humus'tan olduğu
görüşünü tercih eder. Ayrıca her askere dört deve, kırk koyun pay düşer. Atlı
olanlar 12 deve, 120 koyun alır. Çünkü atları için iki hisse daha alıyorlar.
Havazin'den bir hey'et gelerek, esirlerin bağışlanmasını taleb
eder. Heyette Resulullah'ın süt amcası Bürkan da var. Resulullah mal veya kadın ve çocuklardan birini tercih etmelerini
söyler. Kadın ve çocuklarını tercih ettiklerini bildirirler. Aleyhissalâtu
vesselâm "Bana ve Abdulmuttaliboğullarına ait olanları bağışladım"
der. Diğer müslümanlardan bir kısmı Resûllerinin sünnetine ittibaen kendilerine
düşen köleleri bağışlarlar.
Bağışlamayanlarınkini de Resulullah, en kısa zamanda ödemek üzere borç mukabili bağışlatır.
Böylece Hevazinliler de İslam'a dahil olurlar.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, bu bedevî ve Kureyşlilere
bol bol verdiğini, kendilerni ihmal etmiş olduğunu gören Ensar duruma üzülür ve
bazı
hoş
olmayan değerlendirmelerde bulunurlar. Bu durum kulağına gelince, Aleyhissalâtu
vesselâm Ensarı toplayarak onlara dokunaklı bir hitabede bulunur. Ensar
gözyaşları dökerek pişmanlık izhar ederler. Resulullah konuşmasında, bunların
gönlünü alarak İslâm'a kazandırmak için "dünyalık" verdiğini,
kendileri için Allah ve Resûlü'nün sevgi ve rızasının daha üstün olduğunu ifade
eder. 4290 numaralı hadiste bu hadiseye temas edilir.
Huneyn savaşının bidayetindeki mağlubiyetin -Kur'an'ın teyidiyle-
sayı çokluğuna güvenmek ve kesretle
övünmekten ileri gelmiştir. Ayet-i Kerime şöyle buyurur. (Meâlen):
"Andolsun ki, Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi
böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı yeryüzünün geniş olmasına rağmen
size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti.
Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, mü'minlere güvenlik verdi ve görmediğiniz
askerler indirdi, inkar edenleri azâba
uğrattı. İnkârcıların cezası budur" (Tevbe 25-26).Bu ayetle ilgili olarak
yüce Tâbiî Mücahid şu açıklamayı yapmıştır: "
Bu ayet, Allah'ın mü'minlere olan fazlını, onlara gönderdiği
ihsanını, peygamberleriyle beraber yaptıkları savaşlarda birçok yerlerde
tecelli eden nusretini bildiren ilk ayettir. Ayet, zaferin Allah nezdinden ve
O'nun te'yidi ve takdiri ile olduğunu müslüman askerlerin sayılarıyla
olmadığını belirtmekte, müslümanlara, zaferin Allah indinden geldiğini, bunun
gelmesine azlığın çokluğun tesir etmediğini, nitekim Huneyn gününde
çokluklarının, onların hoşuna gitmesine rağmen bir işlerine yaramadığını,
Resulullah'la sebat eden az bir miktarı hâriç,
hepsinin arkalarına dönüp bozguna uğradıklarını, sonra Allah'ın Resûlüne
ve O'nunla sebat eden mü' minlere gelen yardımıyla zafere ulaştıklarını ifade
etmektedir."
İbnu Kesir bir de ayet zikrederek bu meseleyi vurgular:
"Evet, zafer sadece ve sadece Allah'ın katındandır ve O'nun yardımıyladır.
Savaşanlar az da olsa zafer gelebilir, nice az cemaat Allah'ın izni ile
çok cemaate galebe çalmıştır. Allah
sabredenlerle beraberdir" (Bakara 249). Ahmed İbnu Hanbel'in bir
rivayetinde Resulullah şöyle buyurmuştur: "En hayırlı arkadaş grubu
dörttür, en hayırlı askeri birlik dörtyüzdür, en hayırlı ordu dörtbindir.
Onikibin kişiye azlığı sebebiyle galebe çalınmayacaktır."[165]
ـ4294 ـ1ـ
عَنْ أبِي
مُوسى رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَال: ]لَمَّا
فَرَغَ
رَسُولُ
اللّهِ
# مِنْ
حُنَيْنٍ
بَعَثَ أبَا
عَامِرٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه عَلى
جَيْشٍ إلى
أوْطَاسٍ
فَلَقِىَ
دُرَيْدَ
بْنَ
الصَّمَّةِ
فَقُتِلَ دُرَيْدٌ
وَهَزَمَ
اللّهُ
أصْحَابَهُ.
وَكُنْتُ
مَعَ أبِي
عَامِرٍ
فَرُمِىَ فِى
رُكْبَتِهِ
بِسَهْمٍ.
فَانْتَهَيْتُ
إلَيْهِ فَقُلْتُ:
يَا عَمِّ
مَنْ
رَمَاكَ؟
فَأشَارَ إلى
شَخْصٍ فَقَصَدْتُ
لَهُ
فَلَحِقْتُهُ.
فَلَمَّا رَآنِى
وَلَّى:
فَاتَّبَعْتُهُ.
وَجَعَلْتُ
أقُولُ: أَ
تَسْتَحِى؟
أَ تَثْبُتُ؟
فَكَفَّ. فَاخْتَلَفْنَا
ضَرْبَتَيْنِ
بِالسَّيْفِ
فَقَتَلْتُهُ.
ثُمَّ قُلْتُ
‘بِي عَامِرٍ:
قَتَلَ
اللّهُ
صَاحِبَكَ.
قَالَ:
فانْزِعْ هَذَا
السَّهْمَ.
فَنَزَعْتُهُ
فَنَزَا
مِنْهُ
المَاء. فقَالَ:
يا ابْنَ أخِى
اقْرَإِ
النَّبِىَّ #
مِنِّى
السََّمَ
وَقُلْ لَهُ
يَسْتَغْفِرُ
لِى.
وَاسْتَخْلَفَنِى
أبُو عَامِرٍ
عَلى النَّاسِ.
فَمَكَثَ
يَسِيراً
ثُمَّ مَاتَ.
فَلَمَّا
رَجَعْتُ
أخْبَرْتُ
النّبِىَّ #
فَدَعَا بِمَاءٍ
فَتَوضّأ
ثُمَّ رَفَعَ
يَدَيْهِ، وَرَأيْتُ
بَيَاضَ
إبْطَيْهِ.
ثُمَّ قَالَ:
اللَّهُمَّ
اغْفِرْ
لِعُبَيْدٍ
أبِي عَامِرٍ.
اللَّهُمَّ
اجْعَلْهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
فَوْقَ
كَثِيرٍ مِنْ
خَلْقِكَ،
أوْ مِنَ
النَّاسِ.
فَقُلْتُ:
وَلِي
فَاسْتَغْفِرْ.
قَالَ: اللَّهُمَّ
اغْفِرْ
لِعَبْدِاللّهِ
بْنِ قَيْسٍ
ذَنْبَهُ،
وَأدْخِلْهُ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
مَدْخًَ
كَرِيماً.
قَالَ أبُو
بُرْدَةَ:
إحْدَاهُمَا
‘بِي عَامِرٍ،
وَا‘ُخْرَى ‘بِي
مُوسى[. أخرجه
الشيخان .
1. (4294)- Hz. Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Huneyn Gazvesi'nden fâriğ olunca, Ebû Âmir (radıyallahu anh)'ı bir
askeri birliğin başında Evtas'a gönderdi. Ebû Âmir, orada Dureyd İbnu's-Sımme
ile karşılaştı. Dureyd öldürüldü, Allah da adamlarını hezimete uğrattı. (O
sırada) ben Ebû Amir ile beraberdim. Dizine bir ok atıldı. Yanına gelip:
"Bu oku sana kim attı?" diye sordum. Bana bir şahsı işâret ederek (ok atanı) gösterdi. Ona
yönelip yanına vardım. Beni görünce kaçtı. Ben de peşine düştüm."
Utanmıyor musun, durmuyor musun?"diye peşinden bağırmaya
başladım. Birden durdu. Karşılıklı olarak bir-iki kılıç salladık. Derken ben
onu öldürdüm. Sonra gelip Ebû Amir'e:
"Allah seninkinin canını aldı!" dedim.
"Hele şu oku bir çek!" dedi. Ben oku çektim. (Okun
yerinden) su çıktı.
"Ey kardeşimin oğlu, dedi. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a benden selam söyle, benim için Allah'tan mağfiret deyiversin."
Ebû Amir, birliğin komutanlığını bana devretti. Bir müddet durup
sonra vefat etti. Dönünce, durumdan Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bilgi
verdim. Bir miktar su getirtti, abdest alıp ellerini kaldırdı. Koltuk
altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöyle dua etti:
"Allahım, Ubeyd Ebû Âmir'e mağfiret buyur. Allahım, Kıyamet
günü onu, onun derecesini kullarının -veya insanların- birçoğunun derecesinden
üstün tut!"
"(Ey Allah'ın Resûlü) benim için de istiğfar ediver!"
dedim.
"Allahım, Abdullah İbnu Kays'ın günahını mağfiret et! Onu,
kıyamet günü iyi bir yere koy!" dedi. Ebû Bürde der ki:
"O iki duadan biri Ebû Âmir içindi, diğeri de Ebû Musa içindi."
[Buhârî, Megâzî 55, Cihâd 69, Da'avat 49; Müslim, Fedailü's Sahâbe 165,
(2498).][166]
AÇIKLAMA:
1- Bu hâdise, Huneyn savaşı'nın devamını anlatmaktadır. Huneyn
savaşını anlatırken Huneyn'de bozguna uğrayan müşriklerin kaçtığını,
Resulullah'ın da kaçanları kovalattığını belirtmiştik. Şu halde sadedinde
olduğumuz rivayet, Ubeyd İbnu Süleym adındaki Ebû Âmir komutasında bir
birliğin, Huneyn'den kaçarak Evtas'a gelip toparlanmaya çalışanların peşinden
gönderilme hikâyesini anlatmaktadır.
2- Ebû Amir, Ebû Musa el-Eş'arî'nin amcasıdır.
3- Bazı müellifler Evtâs'ın Huneyn olduğunu söylemiş ise de,
tahkik bunu doğrulamamıştır. Müdakkik alimler Hevazin'den kaçanların bir kısmı
Evtâs'a, bir kısmı Tâif'e, bir kısmı da Büceyle'ye gittiğini, Evtas'a, Ebû
Âmir'i gönderirken, kendisinin de Tâif'e yöneldiğini belirtirler.
4- İbnu Hacer, burada öldürüldüğü belirtilen Düreyd'in meşhur
câhili şâirlerinden olduğunu, öldüğünde 120, hatta 160 yaşında olduğunun
söylendiğini belirtir. [167]
ـ4295 ـ1ـ
عَنِ ابْنِ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما
قَالَ:
]لَمَّا حَاصَرَ
النَّبىُّ #
الطَّائِفَ
فَلَمْ يَنَلْ
مِنْهُمْ
شَيْئاً.
قَالَ: إنَّا
قَافِلُونَ
غَداً إنْ
شَاءَ اللّهُ
فَثَقُلَ
عَلَيْهِمْ.
فَقَالُوا:
نَذْهَبُ وََ
نَفْتَحُهُ، وَقَالَ
مَرَّةً:
نَقْفُلُ.
فقَالَ:
اِغْدُوا عَلى
الْقِتَالِ.
فَغَدَوْا
فَأصَابَهُمْ
جِرَاحٌ.
فقَالَ: إنَّا
قَافِلُونَ
غَداً إنْ شَاءَ
اللّهُ.
فَأعْجَبَهُمْ
فَضَحِكَ #[.
أخرجه
الشيخان .
1. (4295)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Tâif'i kuşatınca hiç bir netice elde edemedi. Bunun
üzerine:
"İnşaallah yarın yolcuyuz (muhasarayı kaldıracağız)"
dedi. Bu Ashabın pek ağrına gitti:
"Yâni Tâif'i fethetmeden gidecek miyiz? -bir rivayette
"dönecek miyiz" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Sabahleyin saldırın!" buyurdular. Sabahleyin
saldırdılar ve birçokları yaralar aldı. Resulullah tekrar:
"Yarın inşaallah gideceğiz!" buyurdular. Bu sefer
askerler memnun kaldılar. Aleyhissalâtu vesselâm (onların haline) güldü."
[Buhârî, Megâzî 56, Edeb 68, Tevhid 31; Müslim, Cihâd 82, (1778).][168]
ـ4296 ـ2ـ
وَعَنْ
عُثْمَانَ
بْنِ أبِي
الْعَاصِ رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]لَمَّا
قَدِمَ وَفدُ
ثَقِىفٍ
نَزَلُوا
عَلى رسُولِ
اللّهِ # فَأنْزَلَهُم
الْمَسْجِدَ
لِيَكُون
أرَقَّ
لِقُلُوبِهِمْ:
فَاشْتَرَطُوا
أنْ َ يُعَشَّرُوا
وََ
يُحْشَرُوا
وََ يُجَبُّوا.
فَقَالَ #
لَكُمْ أنْ َ
تُعَشَّرُوا وََ
تُحْشَرُوا
وََ خَيْرَ
فِي دِينٍ
لَيْسَ فِيهِ
رُكُوعٌ[.
أخرجه أبو
داود.و»المُرَادُ
بِالْحَشْرِ«
جَمْعُهُمْ
إلى
الْجِهَادِ وَالنَّفِيرِ
إلَيْهِ .
وَبِقَوْلِهِ:
»تُعَشَّرُوا«
أخَذَ
الْعُشُورَ
مِنْ
أمْوَالِهِمْ
صَدَقَةً.وَبِقَوْلِهِ:
وَ»َ
يُجَبُّوا«
بِفَتْحِ
الْجِيمِ
وَضَمِّ
الْبَاءِ
الْمُوَحَّدَةِ
الْمُشَدَّدَةِ
وَأصْلُ
التَّجْبِيَةِ
أنْ يَقُومَ
ا“نْسَانُ
مَقَامَ الرَّاكِعِ
وَأرَادُوا
أنَّهُمْ َ
يُصَلّونَ قَالَ
الْخَطَابِي:
وَيُشْبِهُ
أنْ يَكُونَ إنَّمَا
سَمَحَ لَهُ
بِالْجِهَادِ
وَالصَّدَقَةِ
‘نَّهُمَا
لَمْ
يَكُونَا
بَعْدَ
وَاجِبِينِ
فِي الْعَاجِلِ
‘نَّ
الصَّدَقَةَ
إنَّمَا
تَجِبُ بِاَنْقِضَاءِ
الْحَوْلِ،
وَالْجِهَادَ
إنَّمَا
يَجِبُ
بِحُضُورِهِ،
وَأمَّا الصََّةُ
فَهِىَ
رَاتِبَةٌ
فَلَمْ
يُجْزَ أنْ يَشْتَرِطُوا
تَرْكَهَا .
2. (4296)- Osman İbnu Ebi'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Sakif hey'eti geldiği zaman, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
yanına indiler. Aleyhissalâtu vesselâm onları mescidde ağırladı, tâ ki
kalplerini daha bir rikkate getirip müessir olsun.
Onlar (müslüman olup bey'at yapmak için) öşür alınmamasını, cihada
çağrılmamalarını ve namazın kendilerine farz kılınmamasına şart koştular.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sizden öşür alınmasın, cihada da çağrılmayın. Ama rükusuz
(namazsız) bir dinde hayır yoktur" buyurdu." [Ebû Dâvud, Harâc 26,
(3026).][169]
ـ4297 ـ3ـ
وَعَنْ
وَهْبِ بْنِ
مُنَبِّهِ
قَالَ: ]سَألتُ
جَابِراً
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
عَنْ شَأنِ
ثَقِيفٍ إذْ
بَايَعَتْ.
فقَالَ:
اِشْتَرَطَتْ
أنْ َ
صَدَقَةَ
عَلَيْهَا
وََ جِهَادَ،
وَأنَّهُ
سَمِعَ رَسُولَ
اللّهِ #
يَقُولُ:
سَيَصَّدَّقُونَ
وَيُجَاهِدُونَ
إذَا
أسْلَمُوا[.
أخرجه أبو داود
.
3. (4297)- Vehb İbnu Münebbih anlatıyor: "Bey'at yaptıkları zaman
Sakif'in durumu ne idi?" diye sordum.
"Sadaka (zekat=vergi) vermemeyi, cihad etmemeyi şart koştular" dedi ve Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın: "(Onlar gerçek manada müslüman olunca, kendiliklerinden)
zekat da verecekler, cihâda da katılacaklar!" dediğini işittiğini
söyledi." [Ebû Dâvud, Harâc 26, (3025).] [170]
AÇIKLAMA:
1- Taif gazvesi, Hevazin seferinin peşinden yapılan
gazvelerdendir. Hevazin'de bozguna uğrayan müşriklerin bir kısmının Taif'e
sığındığını belirtmiştik. Bunların peşine bizzat Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) düşerek Şevval ayı içerisinde Taif önlerine gelir. Müstahkem kaleler içinde
yer alan Taifliler, bir yıllık ihtiyaçlarını tedârik etmiş olarak kapılrını kapayıp, müdafaaya
geçerler. Müslümanları çekirge sürüsü gibi çok kesif ok yağmuruna tutarlar.
Birçok müslümanlar oklara hedef olup yaralanırlar, oniki kişi de şehid düşer. Said
İbnu'l-Âs ve Abdullah İbnu Ebî Ümeyye şehidler arasında yer alır. Bir ara
ordugâhın yeri değiştirilir.
Hiçbir netice alınmadan 18 gün kuşatma sürdürülür, mancınıklarla
taş atılır. Resulullah üzüm bağlarının kesilip yakılmasını emreder.
Taifliler, Allah ve aradaki rahm (akrabalık) adına yakma işini
terketmelerini rica ederler. Resulullah: "Allah ve rahm adına o işi
bırakıyorum" cevabını verir, ricayı kabul eder.
Müslümanlara katılacak kölelerin azad edileceği ilan edilir. Bir
kısım köleler iltica ederler. Bunları müslümanların yanına vererek İslâm'a
öğrenmeleri sağlanır.[171]
Taif kuşatmasının devamı veya kaldırılması için, Resulullah
Ashabıyla istişare eder. Nevfel ibn Muaviye (radıyallahu anh): "Bunlar bir
deliğe tıkılmış tilki gibidir. Beklersen fethedersin, beklemezsen de bir zarar
yapacakları yok, (Çünkü her taraf İslam'a girdi, tek ve yalnız kaldılar,
mecburen sana gelecekler)" der.
Resulullah muhasarayı kaldırmaya karar verir ve Hz. Ömer'le ilan
ettirir. Ashab "Fethetmeden gidilir mi!" diye itiraz eder. Sadedinde
olduğumuz birinci hadis, bu itirazı aksettirir. Bunun üzerine Resulullah,
"öyleyse sabah mukatele edelim, saldıralım" der ve saldırırlar, hiç
bir müsbet netice alınmaz, üstelik yaralananlar olur. Bundan sonra gitme emri
Ashabı da sevindirir, böylece kuşatma kaldırılır.
Üçüncü rivayet (4297), bir müddet sonra Resulullah'la bey'at
yapmak, müslüman olmak üzere kendiliklerinden gelen heyetin hikayesini
aksettirir. Görüldüğü üzere bu hey'et mağlublar olarak gelmedikleri için
nazlanmak, bir kısım tavizler koparmak havasındadırlar. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm),onların taleblerinden, henüz imanın yeteri ölçüde
kalblerine girmediğini, daha ziyade siyasi bir itaat manasında bir antlaşma,
bir İslamlaşma peşinde olduklarını anlar. Gerçek imanın girmesiyle
kendiliğinden ortadan kalkacak imtiyazlar tanır: Cihada katılmamak, Öşür
vermemek gibi. Halbuki cihad bir mü'min çin en çok arzu edilen şeydir. Öşür de
öyle. Bunlar başka suretle telafi edilemeyicek kıymetli ibadetlerdir. Ancak
Resulullah "namaz kılmamak", "zina etmek" gibi talebleri
reddeder.
Şunu da belirtelim ki, Taiflilerin taleb ettikleri tavizlerin
hepsini sadedinde olduğumuz rivayet aksettirmiyor. Başka rivayetlerde onların
şu şartları ileri sürdükleri belirtilir:
1- Namazdan muaf olmalıdırlar.
2- Zekattan muaf olmalılar.
3- Tâif şehri haram olmalı.
4- Cihada katılmamalılar.
5- Putları yıkılmamalı.
6- Zina yasak olmamalı.
7- Faizli alışveriş serbest olmalı.
8- Alkollü içkiler yasak olmamalı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu tekliflerle gelen bir
heyeti mescidde misafir eder. Hatta bir kısım müslümanlar, "Bunlar
müşriktir, necistir, mescide nasıl sokulur?" gibi itirazlarda
bulunurlar. Aleyhissalâtu vesselâm
"Allah'ın arzını hiç bir şey kirletmez" cevabında bulunur. Taiflileri
mescidde ağırlamasının sebebi, sadedinde olduğumuz hadiste "kalplerine
daha müessir olmak için" denmiştir. Yani, orada okunan Kur'ân'ı
dinleyecekler, Resûlullah'ın vaazlarını dinleyecekler, müslümanların
konuşmalarına ve davranışlarına şahid olup bir şeyler öğrenecekler. Böylece
İslâm'ı daha yakından, daha mükemmel öğrenme fırsatı bulacaklar. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselam)'ın onları mescidde ağırlamaktan maksadı budur.
Resûlullah onları bir müddet Medine'de tutar. Bu esnada her akşam, hiç
aksatmadan belli bir saatte gelir, onlarla meşgul olur onlara İslâm'ı
öğretirdi.
Sonunda, "Putu siz yıkmayın, biz yıktırırız; zina insanın
şerefine yakışmaz; namazsız dinde hayır yoktur" diyerek tekliflerin bir
kısmını hemen reddetmiş, cihada katılma ve zekat verme mecburiyetini kaldırmış,
Tâif şehrini haram ilan edebileceklerini söylemiştir. İçki hususunda cevabı ne
idi kaynaklarımız temas etmez. Faiz hususunda geçici müddet için ruhsat
tanıdığı yapılan yirmiiki maddelik antlaşmadan anlaşılmaktadır.[172]
Ashab, cihad
ve zekat gibi iki mühim esastan nasıl muaf tutulabilecekleri hususunda hayrete
düşmüş ise de, hadiste görüldüğü üzere, Resûlullah tarafından
"...kendiliklerinden." bu vecibe ifa edilecektir diye açıklanır.
Gerçekten de bir müddet sonra isteyerek zekatlarını ödediler, cihâda katılmak
için müracaatta bulundular: Hz. Ebû Bekir'in mürdetlere karşı çıkardığı orduda
Taifli bir gönüllüler birliği mevcut idi.[173]
*
HÂLİD İBNU VELİD RADIYALLAHU ANH'IN BENİ CEZİME'YE GÖNDERİLMESİ
ـ4298 ـ1ـ
عَنْ ابْنِ
عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قَالَ: ]بَعثَ
رَسُولُ
اللّهِ #
خَالِداً إلى
بَنِى جَذِيمَةَ
فَدَعَاهُمْ
إلى ا“سَْمِ.
فَلَمْ يُحْسِنُوا
أنْ
يَقُولُوا
أسْلَمْنَا.
فَجَعَلُوا
يَقُولُونَ:
صَبَأنَا
صَبَأنَا،
وَجَعَلَ
خَالِدٌ
يَقْتُلُ
مِنْهُمْ
وَيَأسِرُ،
وَدَفَعَ إلى
كُلِّ رَجُلٍ
مِنَّا أسِيرَهُ
حَتّى إذَا
كَانَ يَوْمٌ
أمَرَ
خَالِدٌ أنْ
يَقْتُلَ
كُلُّ رَجُلٍ
مِنَّا
أسِيرَهُ.
فَقُلْتُ:
وَاللّهِ َ
أقْتُلُ
أسِيرِى، وََ
يَقْتُلُ
رَجُلٌ مِنْ
أصْحَابِى
أسِيرَهُ.
حَتّى قَدِمْنَا
عَلى رَسُولِ
اللّهِ #
فَذَكَرْنَاهُ
لَهُ
فَرَفَعَ
يَدَيْهِ
وَقَالَ:
اللَّهُمَّ
إنِّى
أبْرَأُ
إلَيْكَ
مِمَّا
صَنَعَ
خَالِدٌ مَرَّتَيْنِ[.
أخرجه
البخاري
والنسائي.»صَبَأ«
إذَا خَرَجَ
مِنْ دِينٍ
إلى غَيْرِهِ
.
1. (4298)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hâlid radıyallahu anh'ı Benî Cezîme'ye gönderdi.
(Yurdlarına varınca Hâlid) onları önce İslâm'a dâvet etti. Onlar "müslüman
olduk!" demeyi güzel söyleyemediler, "Sâbî olduk, Sâbiî olduk!"
dediler. Hâlid de onları öldürmeye, esir etmeye başladı. Bizden her bir askere
esîrini verdi. Sonra bir gün geçince, herkese esirini öldürmeyi emretti. Ben:
"Vallahi ben esîrimi öldürmem! Arkadaşlarımdan da kimse
esîrini öldürmez!" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelince,
durumu haber verdik. Ellerini kaldırıp:
"Allah'ım, Hâlid'in yaptığından beriyim!" dedi ve bunu
iki sefer tekrar etti." [Buhârî, Megâzî 58, Ahkâm 35; Nesâî, Âdabı'l-Kudât
16, (8, 237).][174]
AÇIKLAMA:
1- Bu seriyye, Mekke Fethi'nin hemen akabinde, Huneyn'e
çıkmazdan önce şevval ayında vukûa geldi. Hâlid'in emrinde 350 asker vardı.
Gidiş gayeleri İslâm'a davet idi, savaş değil.
2- "Sâbiî oldu" ifadesi, İslâm'ın başından beri
müslüman oldu mânasında kullanılmış idi. Bu tabirin yaygınlaşmış olmasına
binaen Benî Cezîmeliler, İbnu Ömer'in ifadesiyle "müslüman olduk"
demeyi güzel telaffuz edemedikleri için -ve sâbiî olduk demek daha kolay
geldiği için-, sâbiî olduk diyerek imanlarını ilan ederler. Ancak Hâlid
radıyallahu anh onların kasdını anlayamadığı için taarruza geçer, öldürmeye ve
esir etmeye başlar.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Allah'ım, Hâlid'in
yaptığından berîyim" sözü, Hâlid'in, iyi tahkik etmeden, alelacele
muhataplarının küfrüne hükmetmesi sebebiyledir Hâlid (radıyallahu anh)'ı
aldatan husus, kelimenin zâhîri mânasıdır.
صَبَأْنَا "Bir dinden çıktık diğer bir dine geçtik" demektir.
Hadisin başka kaynaklarda gelen devamına göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ali'yi
gönderip, yanlışlıkla öldürülen bu müslümanların her biri için fidye
ödetmiştir.[175]
*
ABDULLAH İBNU HUZAFE ES-SEHMİ VE ALKAME İBNU MÜCEZZİZ ELMÜDLİCİ SERİYYESİ[176]
ـ4299 ـ1ـ
عَنْ عَلِىِّ
بْنِ أبِي
طَالِبٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]بَعَثَ
رَسُولُ
اللّهِ #
سِرِيَّةً
وَاسْتَعْمَلَ
عَلَيْهِمْ
رَجًُ مِنَ
ا‘نْصَارِ
وأَمَرهُمْ
أنْ
يُطِيعُوهُ.
فَغَضِبَ
فَقَالَ:
ألَيْسَ أمَرَكُمْ
النَّبِىُّ #
أنْ
تُطِيعُونِى؟
قَالُوا:
بَلى. قَالَ:
فَاجْمَعُوا
لِى حَطَباً.
فَجَمَعُوا
فَقَالَ:
أوْقِدُوا
نَاراً. فَأوْقَدُوهَا.
فقَالَ:
ادْخُلُوهَا.
فَهَمُّوا
وَجَعلَ
بَعْضُهُمْ
يُمْسِكُ
بَعْضاً وَيَقُولُونَ
إنَّمَا
فَرَرْنَا
إلى النَّبىِّ
# مِنَ
النَّارِ
فَمَا
زَالُوا
حَتّى خَمَدَتِ
النَّارُ،
فَسَكَنَ
غَضَبُهُ.
فَبَلَغَ النَّبِىَّ
#. فقَالَ: لَوْ
دَخَلُوهَا
مَا خَرَجُوا
مِنْهَا إلى
يَوْمِ
الْقِيَامَةِ.
َ طَاعَةَ فِى
مَعْصِيَةِ
اللّهِ،
إنَّمَا الطَّاعَةُ
فِى
الْمَعْرُوفِ[.
أخرجه الخمسة
إ الترمذي .
1. (4299)- Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir
seriyye gönderdi ve birliğin başına Ensâr' dan bir zat koydu ve askerlere
komutanlarına itaat etmelerini emretti. (Sefer esnasında komutan, bir meseleden)
öfkelenip:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana itaat etmenizi
emretmedi mi?"dedi. Hepsi de: "Evet emretti!" dediler.
"Öyleyse, dedi, derhal bana odun toplayın!" Hemen odun
toplanmıştı. Bu sefer:
"Ateş atın!" emretti. Ashab (odun yığınına) ateş attı.
Komutan:
"İçine girin!" emretti. Girmek üzere ilerlediler. Ancak
birbirlerinden tutup:
"Biz, ateşten kaçarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
geldik (şimdi ateşe girmemiz olur mu?)" diyerek girmediler. Öyle durdular.
Ateş söndü. Komutanın da öfkesi geçti. Bu vak'a Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a intikal edince:
"Eğer girselerdi, Kıyamet gününe kadar bir daha ondan
çıkamazlardı! Allah'a isyanda (kula) itaat yok! Taat ma'ruftadır!"
buyurdular! [Buhârî, Megâzi, 59, Ahkâm, 4, Haberu'l-Vâhid 1; Müslim, İmâret 40,
(1840); Ebû Dâvud, Cihâd 96, (2625); Nesai, Bey'at 34, (7, 159).][177]
AÇIKLAMA:
1- Rivayette, komutanın kim olduğu ve hangi seriyyeye gönderildiği
belli
değildir.
Hadisin Buhârî'deki veçhi böyledir Ancak, başka vecihlerinde, komutan(lar)ın ve
serriyyenin mahiyeti ortaya çıkar. Fakat, bazı ihtilaflardan hâlî değildir.
İbnu Sâd'ın kaydına göre bu hâdise dokuzuncu hicrî senenin Rebuülahir ayında
cereyan eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, Cidde yakınlarında bir
grup Habeşlilerin görüldükleri haberi ulaşır Bunun üzerine derhal 300 kişilik
bir askeri birliği Alkame İbnu Mücezziz komutasında yola çıkarır. Birlik deniz
kenarına kadar iner. Habeşliler onları görünce kaçarlar. Seriyyeden dönüşte,
askerler evlerine dönme hususunda istîcâl gösterirler. Buna kızan Abdullah İbnu
Huzâfe, acele edenlere ateş yaktırıp içine girmelerini emreder.
İbnu İshâk'a göre ise, bu kıssanın sebebi, Zû-Karad gazvesinde,
Vakkas İbn Mücezziz'in öldürülmüş olması seebiyle, Alkame İbnu Mücezziz'in
intikam almak istemesi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın da onu bu
seriyyeye göndermesidir.
Görüldüğü üzere, iki rivayet arasında te'lifi kolay olmayacak
ihtilaf mevzubahis. İbnu Hacer, "İki ayrı seriyye olabilir" diyerek
ihtilafı gidermeye çalışır. Nitekim bu ihtimali güçlendiren husus seriyye
komutanlarının da farklı olmasıdır. Ayrıca
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resûle ve sizden olan emir
sahiplerine de itaat edin) (Nisa 59)
ayetinin Adullah İbnu Huzâfe hakkında indiğini ifade eden bir Buhârî
hadisi de vak'aların farklı olduğuna delil kabul edilmiştir.[178]
*
HZ. EBU MUSÂ VE MUÂZ'IN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ[179]
ـ4300 ـ1ـ
عَنْ أبِي
مُوسى رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]بَعَثَنِى
رَسُولُ
اللّهِ #
وَمُعَاذاً
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
إلى
الْيَمَنِ.
فقَالَ:
ادْعُوا
النَّاسَ،
وَبَشِّرَا
وََ تُنَفِّرَا،
وَيَسِّرَا
وََ تُعَسِّرَا،
وَتَطَاوَعَا
وََ
تَخْتَلِفَا.
فَقَدِمْنَا
الْيَمَن،
فَكَانَ
لِكُلِّ وَاحِدٍ
مِنَّا
قُبَّةٌ
يَنْزِلُهَا
عَلى حِدَةٍ،
وَكَانَ
يَتَزاوَرَانِ.
فَأتى مُعَاذٌ
أبَا مُوسى
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما فإذَا
هُوَ جَالِسٌ
فِي فِنَاءِ
قُبَّتِهِ
وَإذَا
يَهُودِىٌّ قَائِمٌ
عِنْدَهُ
يُرِيدُ
قَتْلَهُ.
فَقَالَ: يَا
أبَا مُوسى!
مَا هَذَا؟
فقَالَ: كَانَ
يَهُودياً
فَأسْلَمَ،
ثُمَّ رَجَعَ
إلى يَهُودِيَّتِهِ.
فقَالَ: مَا
أنَا
بِجَالِسٍ حَتّى
تَقْتُُلَهُ،
فَقَتَلَهُ
ثُمَّ
جَلَسَا
يَتَحَدَّثَانِ
فقَالَ: مُعَاذٌ:
يَا أبَا مُوسى
كَيْفَ
تَقْرَأُ
الْقُرآنَ؟
قَالَ: أتَفَوَّقُهُ
تَفَوُّقاً
عَلى
فِرَاشِى،
وَفِى صََتِى،
وَعلى
رَاحِلَتِى
ثُمَّ قَالَ
أبُو مُوسى
لِمُعَاذٍ:
كَيْفَ
تَقْرَأُ
أنْتَ؟ فقَالَ:
سَأُنَبِّئُكَ
بِذلِكَ،
أمَّا أنَا
فَأنَامُ
ثُمَّ أقُومُ
فَأقْرَأُ،
وَأحْتَسِبُ
فِى نُوْمَتِى
مَا
أحْتَسِبُ في
قَوْمَتِى[.
أخرجه الخمسة
إ
الترمذي.قَوْلُهُ:
»أتَفَوَّقُهُ
تَفَوُّقاً«
أىْ
أقْرَؤُهُ
شيْئاً
بَعْدَ شَىْءٍ
وَوَقْتاً
بَعْدَ
وَقْتٍ، مَنْ
فَوَاقَ
النَّاقَةَ
وَهُوَ أنْ
تَحْلَبَ
ثُمَّ تَترَكَ
سَاعَةً
حَتّى
تَدَرَّ
ثُمَّ تَحَلّب
.
1. (4300)- Ebû Musâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Beni ve Muaz (radıyallahu anh)'ı Yemen'e gönderdi ve
şu tenbihte bulundu: "İnsanların dine (tatlılıkla) davet edin. Müjdeleyin,
nefret ettirmeyin.Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun geçimsiz olmayın.
"Biz Yemen'e vardık. Her ikimizin ayrı birer çadırı vardı,
çadırlarımızı müstakilen kullanıyorduk. Birbirimize ziyaretlerimiz olur,
(birleşirdik. Bir seferinde) Mu'âz, Ebû Musâ (radıyallahu anh)'a geldi. Ebû
Musâ, çadırının önünde oturuyordu. Yanında [zincire vurulmuş], öldürmek
istediği bir yahudi duruyordu.
"Ey Ebû Musâ, nedir bu
manzara (ne oluyor?)" dedim.
"Bu bir yahudidir, müslüman olmuştu, tekrar yahudiliğe
döndü" dedi.
"Sen onu öldürmeyince oturmayacağım!" dedim.Kalkıp
öldürdü. Sonra oturup konuşmaya
başladılar. Muâz (radıyallahu anh):
"Ey Ebû Musâ, Kur'an'ı nasıl okuyorsun?"diye sordu.
"Yatağımın üzerinde, namazımda, bineğimde zaman zaman (fırsat
buldukça) parça parça okuyorum!" dedi. Sonra Ebû Musâ, Muâz'a:
"Ya sen nasıl okuyorsun?" diye sordu.
"Bunu sana bildireceğim: Ben uyurum, sonra kalkar Kur'an'dan
okurum. Böylece uyanıkken ümid ettiğim sevabı uykumda da kazanacağımı ümid
ederim" diye cevap verdi." [Buhârî, Megâzî 60, İcâre 8, İstitâbe 2,
Ahkâm 7, 12; Müslim, Cihâd 7, (1733), Eşribe 71; Ebû Dâvud, Hudud 1, (4354, 4355, 4356, 4357);
Nesâî, Tahâret 4, (1, 10).][180]
AÇIKLAMA:
1- Kitabımızın birinci cildinde (s. 452-453) Resulullah'ın Hz.
Muâz'ı Yemen'e 9. hicrî senede hem muallim ve hem de müfettiş olarak gönderdiğine
temas etmiş, bazı açıklamalar sunmuştuk. Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz.
Muâz'ın oradaki bir macerasını ve Kur'an okumada takip ettiği usulü
aksettirmektedir.
2- Bu hadis, daha hicretin 9. yılında Yemen gibi merkeze uzak
bir yerde, hadd tatbiki gibi, tamamen devlet otoritesinin ifadesi olan icraata
şehadet etmesi yönüyle çok mânidardır. Bu oraların tam manasıyla merkeze
bağlandığını, devlet teşkilatının ve devlet hakimiyetinin eksiksiz kurulduğunu
gösterir.
3- Hz. Muâz şunu demek istiyor: "Ben geceyi cüzlere
böldüm, bir cüzünde okuyup yoruluyorum, bir cüz'ünde de yatıp uyuyorum.
İstirahat için uyumam, kuvvet toplayıp yeniden okuyabilmem içindir. Bu sebeple
istirahatle geçen zamanımda da, okuyarak geçirdiğim zamanın sevabını aynen
rahmet-i ilahiye'den bekliyorum."
4- İbnu Hacer, Ebû Musa el-Eş'arî'ye Sıffın hadisesindeki
hakemliği sebebiyle dil uzatan bir kısım Hâricî ve Rafizilere bu hadis vesilesi
ile bir cevap verir. Faidesine inanarak kısmen alıyoruz:"
TENBİH: Ebû Musa (radıyallahu anh)'ın Yemen'e gönderilmesi Tebük
gazvesinden sonra idi. Çünkü, (radıyallahu anh)'ın Tebük seferinde
Resulullah'la birlikte oldğu bilinmektedir. Bu hadisle, Ebû Musâ'nın alim ve
fetânet sahibi, hâzık bir kimse olduğuna istidlal edilmiştir. Eğer böyle
olmasaydı Aleyhissalâtu vesselâm onu emir olarak tayin etmezdi."
Resullah'tan sonra Ebû Musa'ya Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin itimad edip
vazife verdiklerini belirten İbnu Hacer
şöyle devam eder: "Hariciler ve Rafizilere gelince, onlar Ebû Musâ
(radıyallahu anh)'a ta'n ederler ve gaflet isnad ederler, fetânet sahibi
olmadığını söylerler. Sebep de Sıffîn'de Hakem hadisesinde ondan sâdır olan
durumdur. İbnu'l-Arabî ve başkaları der ki: "Gerçek şu ki, böyle bir
vasfın ona nisbet edilmesini haklı çıkaracak birşey ondan sâdır olmamıştır.
Ondan vaki olan hükmün özü şu idi: Sıffînde iki taraf arasında çok şiddetli bir
ihtilaf gördüğü için, meselenin çözümünü, hayatta kalan Bedir ve benzeri
gazvelere katılmış büyük sahâbelerden müteşekkil bir heyetin istişare ile
çözmesine havale etmenin uygun olacağına içtihad etmişti. Ancak iş, bilinen
şekle döküldü." [181]
*
ALİ İBNU EBÎ TALİB VE HÂLİD İBNU VELİD'İN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ[182]
ـ4301 ـ1ـ
عَنْ
بُرَيْدَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه قَالَ:
]بََعَثَ
رَسُولُ
اللّهِ #
عَلِيّاً إلى
خَالِدٍ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما
لِيَقْبِضَ
مِنْهُ
الْخُمُسَ
فَأعْطَاهُ
فَاصْطَفَى
عَليٌّ
مِنْهَا
سَبِيئَةً.
فأصْبَحَ
وَقَدِ
اغْتَسَلَ لَيًْ
وَكُنْتُ
أبْغَضُ
عَلِيّاً.
فَقُلْتُ لِخَالِدٍ:
أَ تَرَى إلى
هَذَا؟
فَلَمَّا قَدِمْنَا
عَلى رَسُولِ
اللّهِ #
ذَكَرْتُ
لَهُ ذلِكَ
فَقَالَ: يَا
بُرَيْدَةُ
اَتَبْغَضُ
عَلِيّاً؟ قُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
َ
تُبْغِضْهُ،
فَإنَّ لَهُ
فِى
الْخُمُسِ
أكْثَرَ مِنْ
ذلِكَ[. أخَرجه
البخاري.»ا‘صْطِفَاءُ«
اختيارُ، وهو
افتعالٌ من
صفوة
الشّىْءٍ: أى
خياره
وخالصه.»والسَّبِيئةُ«
ا‘مة التي
سُبِّيَتْ،
وإنَّمَا
أبْغضَ
بُريدةُ
عليّاً ‘نَّهُ
ظَنَّ أنَّهُ
أخَذ مَاليس
له، فلمّا
أعلمه رسولُ
اللّهِ # أن
الَّذِى
أخَذَهُ دون
حقّه أحبّه .
1. (4301)- Hz. Büyerde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ali (radıyallahu anh)'ı, humusu (ganimetin beşte
birini) almak üzere Hâlid'e gönderdi. Hâlid (radıyallahu anh), humsu ona verdi.
Ali, ondan (kendine) bir cariye seçti. Ali, geceleyin gusül yapmış olarak
sabaha erdi. Ali'ye kızmıştım. Hâlid (radıyallahu anh)'a:
"Şunu görmüyor musun?" diye söylendim. Sonra da
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelince durumu anlattım.
"Ey Büyerde! buyurdular, sen Ali'ye kızıyor musun?"
"Evet!" dedim.
"Kızma! buyurdular, zira onun humustaki hissesi aldığından
fazladır." [Ondan sonra Ali en çok sevdiğim insan oldu.]" [Buhârî,
Megâzi, 61.] [183]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayette, Hz. Hâlid'in savaşta elde ettiği ganimetin
taksimi için Hz. Ali'nin vazifelendirildiği görülmektedir. Veda Haccı'ndan önce
gerçekleştirilen bu seferden Hz. Ali hacc esnasında dönüp bir kısım develer getirecek ve Veda
Haccına iştirak edecektir. Haccla ilgili bölümde bunu anlatmıştık. İşte bu
taksim sırasında ganimetler arasında yer alan -ve hadisin başka vecihlerinde
cariyelerin en güzeli olduğu belirtilen- bir cariyeyi kendine seçen Hz. Ali'nin
şikayet edildiğini, Resulullah'ın böyle
bir seçimi normal karşıladığını görmekteyiz. Üstelik Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) "Ali'nin humustaki hakkı bundan da fazla"
buyurur. Humus ganimetin beşte birlik kısmıdır. Devlet hissesidir. Âl-i Beyt,
humustan pay alır. Hz. Ali, Âl-i Beyt'ten olduğu için, o da hisse sahibidir.
2- Hadisin ortaya
koyduğu bir problem var; Hz.Ali, cariyeyi kendisi için seçtiğinin gecesinde
temasta bulunuyor. Halbuki istibrası (rahmin hamilelikten hâlî oluşunun sübûtu)
aranmalı idi. Bu da bir hayız dönemi temas etmemeyi beklemeyi gerektirir. Bu
soruya şu açıklama getirilmiştir: Cariye bâkire olabilir. Nitekim daha önce
geçtiği üzere bâkire için istibra aranmaz. Veya Hz. Ali'nin câriyesi hayızdan
yeni çıkmış olabilir. Çünkü cariyelerin istibrası, bir hayız müddetidir.
3- Hadiste dikkat çeken bir husus: Ashabın Resulullah'a
bağlılığı; nefret, muhabbet gibi tamamen
his dünyasına, iç âlemine müteallik hususlarda bile Aleyhissalâtu
vesselâm'ın yönlendirici rolü.. Hadiste, Büreyde Hz.Ali'ye nefret etmekte
olduğu halde, Resulullah'ın "Hz.Ali'ye kızma, sen onu sev"
manasındaki ifadelerinden sonra, Ali, nazarında insanların en sevgilisine
dönüyor.
4- İbnu Hacer: "Hadiste, Hz. Peygamberin kızı üzerine
cariye almanın caiz olduğunun delili var!" der. Çünkü Aleyhissalâtu
vesselâm, Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma (radıyallahu anhümâ) üzerine evlenmesini
yasaklamıştı.[184]
ـ4302 ـ1ـ
عَنْ جَرِيرِ
بْنِ
عَبْدِاللّهِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ: ]قَالَ
لى رَسُولُ
اللّهِ # أَ
تَرِيحُنِى
مِنْ ذِى
الْخَلصَةِ،
وَكَانَ
بَيْتاً فِى
حَثْعَمٍ
يُسَمَّى
الْكَعْبَةَ
الْيَمَانِيَّةَ.
فَانْطَلَعْتُ
فِى
خَمْسِينَ
وَمِائَةِ
فَارِسٍ مِنْ
أحْمَسَ،
وَكَانُوا
أصْحَابَ
خَيْلٍ،
وَكُنْتُ َ
أثْبُتُ عَلى الْخَيْلِ،
فَضَرَبَ
عَلى صَدْرِى
حَتّى رَأيْتُ
أثَرَ
أصَابِعِهِ
فِى صَدْرِى،
وَقَالَ:
اللَّهُمَّ
ثَبِّتْهُ
وَاجْعَلْهُ
هَادِياً
مَهْدِيّاً.
فَانْطَلِقَ
إلَيْهَا
فَكَسَّرَهَا
وَحَرَّقَهَا[.
أخرجه
الشيخان وأبو
داود.»ذو
الْخَلْصَةِ«
قِيلَ كَانَ
اِسْمُ
صَنَمٍ
لِدَوْسٍ،
وكَانَ فِي
ذلِكَ
الْبَيْتِ،
وَقِيلَ ذُو
الْخَلْصَةِ
هُوَ الْبَيْتُ
الَّذى كَانَ
لِخَثْعَمٍ
بِالْيَمَنِ
يَحُجُّونَ
إلَيْهِ
تَشْبِيهاً
بَيْتَ اللّه
الْحَرَامَ .
1. (4302)- Cerîr İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bana: "Beni, Zü'l-Halasa'dan
kurtarmaz mısın?" buyurdu. Bu, Has'amda bir bina idi.
el-Kabetu'l-Yemâniyye denmekte idi. Ahmes kabilesinden yüzelli atlı ile oraya vardım. Ahmesliler at besleyen
insanlardı. Ben ise at üzerinde duramıyordum. [Durumu Resulullah'a söyledim.]
Aleyhissalâtu vesselâm göğsüme vurdu; öyle ki, parmaklarının izni göğsümün
üzerinde gördüm. Sonra:
"Allah'ım, Cerir'i (atının üstünde) sabit kıl, onu hidayete
ermiş ve hidayet edici kıl!" buyurdu. Ben gittim, onu kırdım ve
yaktım." [Buhârî, Megazî 62, Cihâd 154, 162, Menâkibu'l-Ensâr 21, Edeb 68,
Da'avâd, 19; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 137; Ebû Dâvud, Cihâd 172, (2772).][185]
AÇIKLAMA:
1- Bizzat rivayette açıklandığı üzere Zü'l-Halasa, içerisinde
put bulunan bir binanın adıdır. Yani dahilinde cahiliye putlarından biri yer
alan bir tapınak, Halasa, üzüm asması gibi başka ağaçlara sarılıp çıkan bir
bitkidir. Akik gibi kırmızı meyveleri vardır, hoş kokuludur. Müberred, bu
tapınağın yerine, müslümanların, civar ahâlinin ihtiyacı için büyük bir câmi
yapıldığını kaydetmiştir.
Has'am ise, Yemen'de bir kabile adıdır. Kendilerini Has'am İbnu
Enmâr'a nisbet ederler. Bu binânın Ka'be'yi takliden onun yerini almak
düşüncesiyle inşa edildiğini belirtir. Esasen el-Ka'betu'l-Yemaniye diye
isimlendirilmiş olması da yapılış gayesini gösterir. Sahiheyn'in
Kitâbu'l-Fiten'de, Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)'tan kaydettikleri bir hadiste
geçen Zü'l-Halasa'nın başka birput olduğu, sadedinde olduğumuz hadiste geçen
Zü'l-Halasa ile ilgili olmadığı belirtilir. Bu ikinci rivayet şöyle: "Devs
kabilesinin kadınlarının popoları Zü'l-Halasa etrafında titremedikçe kıyamet
kopmaz."
2- Bu düzmece Ka'beyi yıktırmak için Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bölge halkından ve eşraftan olan Cerir (radıyallahu anh)'ı seçmiştir.
"Bizi kurtar" şeklindeki tercümemizin aslı "Bize kalb rahatı
kazandır" şeklindedir.
3- Hâkim'in el-İklil'de kaydına göre, Cerir İbnu Abdillah
(radıyallahu anh), Benî Becile ve Beni Kuyeşr kabilelerinden 100 kadar adamla
Resulullah'a gelirler. Aleyhissalâtu vesselâm Beni Has'am'dan sorar. Cerir,
İslâmî davete icabet etmediklerini söyler. Aleyhissalâtu vesselâm, 300 kadar da
Ensar vererek beraber geldiği kimselerin başına Cerir'i komutan yaparak oraya
gönderir. "İslâm'a davet edip üç gün bu daveti tekrarlayacaksınız.
Girerlerse müslümanlıklarını kabul edeceksiniz ve Zü'l-Halasa putunu yıkacaksınız;
kabul etmezlerse kılıçtan geçireceksiniz" buyurur.
4- Bu sefere katılanların miktarı, rivayetlerde farklı rakamlarla ifade edilmiştir.
5- At üzerinde duramadığını söyleyen Cerir'e, Resulullah dua
eder ve -bir başka rivayette- eliyle tepeden kalçaya kadar hem ön (yüz) ve hem
de arka (sırt) cihetineden sıvazlar.[186]
ـ4303 ـ1ـ
عَنْ أبِي
عُثْمَانَ
النَّهْدِى
قَالَ:
]بَعَثَ
رَسُولُ
اللّهِ #
عَمْرُو بْنَ
الْعَاصِ
عَلى جَيْشِ
ذَاتِ
السََّسِلِ.
قَالَ: فأتَيْتُهُ
فَقُلْتُ:
أىُّ
النَّاسِ
أحَبُّ
إلَيْكَ؟
قَالَ: عَائِشَةُ.
قُلْتُ:
وَمِنَ
الرِّجَالِ؟
قَالَ:
أبُوهَا.
قُلْتُ: ثُمَّ
مَنْ؟ قَالَ:
عُمَرُ.
فَعَدَّ
رِجَاً.
فَسَكَتُّ
مَخَافَةَ أنْ
يَجْعَلَنِى
فِى
آخِرِهِمْ[.
أخرجه الشيخان
.
1. (4303)- Ebû Osmân en-Nehdî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anh)'ı
Zâtu's-Selasil ordusunun başında göndermişti.
Amr İbnu'l-As der ki: "(Ya Resûlulah) sana en sevgili insan
kimdir?" dedim. "Aişe'dir!" buyurdular. Ben tekrar sordum:
"Erkeklerden kim?"
"Onun babasıdır!" buyurdular. Ben bir kere daha sorayım
dedim:
"Sonra kim?"
"Ömer" buyurdular ve bazı erkek (adları) saydılar. Beni
en sona atacak korkusuyla sükût edip başka sormadım." [Buhârî, Megazî 63,
Fedâilu'l-Ashab 5; Müslim, Fedâilu'l-Ashâb 8, (2384).][187]
AÇIKLAMA:
1- Bu, hicretin 8. yılında Cemâziyelâhir ayında cereyan etmiş
bir gazvedir. 7. yılda olduğu, Muta seferinden sonra cereyan ettiği de söylenmiştir. İbnu Sa'd'ın kaydına göre,
Resulullah, Kudâ'a kabilesinden bir büyük grubun, Medine'yi basmak üzere
toplanmakta olduklarını istihbar eder. Bunun üzerine derhal Amr İbnu'l-As'ı
çağırıp beyaz bir sancakla Ensar ve Muhâcir'den 300 kişiyle yola çıkarır.
Arkadan da Ebû Übeyde ile 200 kişilik takviye gönderir.
2- Bu gazveye Zâtu'sselasil (zincirliler) denmesinin sebebi,
müşriklerin savaştan kaçmalarını önlemek için, birbirlerni zincirlerle
bağlamalarından dolayıdır. Başka tahmin de söylenmiştir. Burası Vâdi'l-Kura'nın
gerisinde Medine'ye 10 günlük mesafede bir yerdir. Bu sefer, "Lahm ve
Cüzâm azvesi" diye de adlandırılmıştır. Lahm ve Cüz'âm iki büyük kabilenin
ismidir.
3- Hadis, muhtelif vecihlerden, farklı ziyadelerle geliştir.
Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh)'ı bu soruya sevkeden husus, emrine verilen
askeri birlikte Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer gibi büyüklük ve Resulullah'a
yakınlıkları herkesçe bilinen kimselerinde yer alması. Kendisi şöyle anlatır:
"İçimden kendi kendime dedim: "Benim Resulullah nezdinde
müstesna bir mevkim olmasaydı Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer (radıyallahu anh)'nın da
bulundğu bir ordunun başına beni koymazdı." Gidip önüne oturdum ve:
"Ey Allah'ın Resûlü! Sana insanların en sevgilisi kimdir?" diye
sordum..."
Yani Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh) zanneder ki, kendisini Hz.
Ebû Bekr ve Hz. Ömer'e komutan yapması, Resulullah nezdinde onlardan daha
sevgili olduğnun delilidir. Ancak sorunca anlar ki, en başlarda yok.
Hadis bize şu mesajı vermektedir. Resulullah, kişilere bir kısım
kritik vazife verirken, onların kendisine yakınlığına, muhabbetinin derecesine
değil, öncelikle liyâkata bakıyordu. Nitekim, aynı gazve sırasında Amr'la Hz.
Ömer arasında çıkan ihtilaflar, sefer dönüşü Resulullah'a intikal ettirilince, Amr'ı, her meseledeki tavrı
sebebiyle takdir etmiştir. Şöyle ki:
* Arkadan yetişen Ebû Ubeyde bir kısım gerekçeler ileri sürerek
imamlığa layık olduğunu söyler. Amr "Sen değil, ben komutanım, sen bana
yardımcısın" der, imamlığı vermez. Hatta gece soğuktur, ihtilam olur, yıkanamaz, teyemmümle namaz kıldırır.
* Amr, bu gazve sırasında ateş yaktırmaz. Hz. Ömer bu yasağı uygun
bulmaz, ihtilafa düşerler. Hz. Ebû Bekr: "Amr'ı bırak. Zira, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onu başımıza harp sanatını öğretmeden koymaz"
der. Bir başka rivayette Amr bu yasağa itiraz edenlere sert çıkar: "Kim
ateş yakacak olursa içine atacağım!" der.
* Düşmanla karşılaşılır, Amr, hezimete uğratır. Askerlerden bir
kısmı "peşlerine düşelim!" der. Amr kabuletmez.
Sefer dönüşü bu ihtilaflar Resulullah'a söylenir. Aleyhissalâtu
vesselâm Amr'a niye öyle yaptığını sorar: Amr: "Ateş yakarak düşmana yerimizi
haber vermeyi, sayımızın azlığı hususunda bilgi vermeyi hoş bulmadım. Takip etmeyi de "onların imdad
kuvvetleri bulunabilir" endişesiyle terkettim" der. Resulullah her
davranışını takdirle karşılar.
3- Bu rivayette Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Aişe (radıyallahu anhum)'un faziletleri,
diğer sahabelere nazaran faziletçe akdem oluşları açık şekilde gözükmektedir. Hadis, bu yönüyle Hz.
Ali'nin akdem olduğunu iddia eden Şiilerin aleyhine, Ehl-i sünnet'in lehine
şâhid olmaktadır.[188]
ـ4304 ـ1ـ
عَنْ أبِي
مُوسى رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]أرْسَلَنِى
أصْحَابِى
إلى رَسُولِ
اللّهِ #
أسْألُهُ
الْحُمَْنَ
لَهُمْ فى
جَيْشِ الْعُسْرَةِ
وَهِىَ
غَزْوَةُ
تَبُوكَ. فَوَافَقْتُهُ
وَهُوَ
غَضْبَانُ
وََ أشْعُرُ. فَقُلْتُ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ
أصْحَابِى
أرْسَلُونِى
إلَيْكَ
لِتَحْمِلَهُمْ.
فَقَالَ: واللّهِ
َ
أحْمِلُهُمْ
عَلى شَىْءٍ
فَرَجَعْتُ
حَزِيناً
مِنْ مَنْعِ
رَسُولِ
اللّهِ # وَمِنْ
مَخَافَةِ
أنْ يَكُونَ
قَدْ وَجَدَ فِى
نَفْسِهِ
عَلَيَّ،
فرَجَعْتُ
إلى
أصْحَابِى
فَأخْبَرْتُهُمْ
بِالَّذِى
قَالَ؛ ثُمَّ
أرْسَلَ إلى
َّ فقَالَ:
خُذْ
هَذَيْنِ
الْقَرِينَيْنِ،
وَهذَيْنِ
الْقَرِينَيْنِ،
هذَيْنِ
الْقَرِينَيْنِ
لِسِتَّةِ
أبْعِرَةٍ ابْتَاعَهُنَّ
مِنْ سَعْدٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
حِينَئِذٍ
فَانْطَلِقْ
بِهِنَّ إلى
أصْحَابِكَ.
فَقُلْ: إنَّ
اللّه
تَعالى، أوْ
إنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
يَحْمِلُكُمْ
عَلى هؤَُءِ
فَارْكَبُوهُنَّ.
فَانْطَلَقْتُ
إلى
أصْحَابِى
بِهِنَّ.
فَقُلْتُ:
إنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
يَحْمِلُكُمْ
عَلى هؤَُءِ،
وَلكِنْ
واللّهِ َ
أدْعُكُمْ
حَتَّى
يَنْطَلِقَ
مَعِى
بَعْضُكُمْ إلى
مَنْ سَمِعَ
مَقَالَةَ
رَسُول
اللّهِ # حِينَ
سَألْتُهُ
لَكُمْ
وَمَنْعَهُ
إيَّاىَ
أوَّلَ
أمْرِهِ.
ثُمَّ
إعْطَاؤُهُ
إيَّاىَ
بَعْدَ ذلِكَ
َ تَظُنُّوا
أنِّى
حَدَّثْتُكُمْ
شَيْئاً لَمْ
يَقُلْهُ.
فقَالُوا:
واللّهِ إنَّكَ
عِنْدَنا
لَمُصَدَّقٌ،
وَلْنَفْعَلَنَّ
مَا
أحْبَبْتَ
فَانْطَلَقَ
أبُو مُوسى
بِنَفَرٍ
مِنْهُمْ
حَتّى أتُوا
الَّذِىنَ
سَمِعُوا
قَوْلَ
النَّبِىِّ #
فَحَدَّثُوهُمْ
بِمَا حَدَّثَهُمْ
بِهِ أبُو
مُوسى[. أخرجه
الشيخان .
1. (4304)- Ebû Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ashabım,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a usre (darlık) ordusu, yani Tebük Gazvesi
sırasında yüklerini koyacakları deve hakkında sormam için beni gönderdiler.
Yanına vardığımda meğer öfkeliymiş de ben hissedememişim.
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, arkadaşlarım size, beni
gönderdiler, kendilerine yük devesi vermenizi istiyorlar."
"Vallahi ben onlara hiçbir yük devesi veremem!"
buyurdular. Ayrıldım, ama üzgündüm, hem yük devesi verilmeyişine, hem de bana
kızmış olabileceği korkusuyla üzgündüm. Arkadaşlarımın yanına varıp
Aleyhissalâtu vesselâm'ın söylediğini kendilerine haber verdim.
Sonra Resulullah bana birini [Bilâl'i] göndererek beni çağırdı ve:
"Şu çifti, şu çifti, şu çifti al! Bunları arkadaşlarına
götür. Ve dedi ki: "Allah -veya Resulullah- sizi bunlarla taşıyacak, bunlara binin" dedi.
Ben onları arkadaşlarıma götürdüm ve:
"Resulullah sizleri bunlarla taşıyacak. Lakin, vallahi sizden
biri, sizin için ilk istediğim zaman, Resulullah'ın söylediğini ve vermem dediğini
duyan birine gitmedikçe yakanızı bırakmam" dedim. Arkadaşlarım:
"Vallahi sen yanımızda (müttehem değilsin), doğru söylediğine
inanıyoruz. Ama sen yine de dilediğini yap!" dediler. Ebû Musa, onlardan
bir grupla gitti. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın önce söylemiş olduğu
sözü işitenlere, vardılar. Bunlar Ebû Musa'nın kendilerine söylediği şeyleri
aynen söylediler." [Buhârî, Megâzî
78, 74, Humus 15, Zebâih 26, Eymân 1, 4, 18, Kefâret 9, 10, Tevhid 56; Müslim,
Eymân 8, (1649).][189]
ـ4305 ـ2ـ
وَعَنْ
وَاثِلَةَ
بْنِ ا‘سْقَعِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قَالَ:
]نَادَى
رسُولُ
اللّهِ # فِى
غَزْوَةِ
تَبُوكَ
فَخَرَجْتُ
إلى أهْلى
وَقَدْ خَرَجَ
أوَّلُ
صَحَابَةِ
رَسُولِ
اللّهِ # فَطَفَقْتُ
فِي
الْمَدِينَةِ
أُنَادِى: أَ
مَنْ
يَحْمِلُ
رَجًُ لَهُ
سَهْمُهُ؟
فَنَادَى
شَيْخٌ مِنَ
ا‘نْصَارِ
فقَالَ: لَنَا
سَهْمُهُ
عَلى أنْ
نَحْمِلَهُ
عُقْبَةً
وَطَعَامُهُ
مَعَنَا.
فَقُلْتُ:
نَعَمْ قَالَ:
فسِرْ عَلى بَرَكَةِ
اللّهِ
تَعالى قَالَ:
فَخَرَجْتُ مَعَ
خَيْرِ
صَاحِبٍ
حَتّى أفَاءَ
اللّهُ عَلَيْنَا
فأصابَنِى
قََئِصُ
فَسُقْتُهُنَّ
حَتّى
أتَيْتُهُ
فَخَرَجَ.
فَقَعَدَ عَلى
حَقِيبَةٍ
مِنْ
حَقَائِبِ
إبِلِهِ.
ثُمَّ قَالَ:
سُقْهُنَّ
مُدْبِرَاتٍ
ثُمَّ قَالَ: سُقْهُنَّ
مُقْبَِتٍ.
فَقَالَ: مَا
أرَى
قََئِصَكَ
إَّ كَرَاماً
قُلْتُ:
إنَّمَا هِىَ
غَنِيمَتُكَ الَّتِى
شَرَطْتُ
لَكَ قَالَ:
خُذْ قََئِصَكَ
يَا ابْنَ
أخِى،
فَغَيْرَ
سَهْمِكَ
أرَدْنَا[.
أخرجه أبو
داود.يُقَال
»حَمَلْتُ
فَُناً
عُقْبَةً«
إذَا
أرْكَبْتُه
وَقْتاً
وَأنْزَلْتُهُ
وَقْتاً
فَهُوَ يعقب
غَيْرَهُ فِي
الرُّكُوبِ:
أىْ يُجِىءُ
بَعْدَهُ .
2. (4305)- Vâsile İbnu'l-Eska' (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Tebük Gazvesine katılmak için çağrıda
bulundu. Ben hemen ehlime gittim. Gazveye gitmeye yöneldim. Resulullah'ın
ashâbının ilk kısmı yola çıkmıştı bile, Medine'de seslenmeye başladım:
"(Ganimetten gelecek) hissesi taşıyana olacak bir kimseyi
(devesiyle) taşıyacak bir kimse yok mu?" diyordum. Ensâr'dan yaşlı bir
zât:
"Kendisini münâvebe ile bindirmem ve yiyeceğini de vermem
karşılığında (savaştan elde edeceği) hissesi bize olmak kaydıyla
götürürüm!" dedi. Ben:
"Anlaştık!" dedim. Ensârî:
"Öyleyse Allah'ın bereketi üzere yürü!" dedi. Böylece en
hayırlı bir arkadaşla yola çıktım. Allah ganimetde nasib etti, hisseme bir
miktar deve isabet etti. Bunları sürüp, (beni devesine olan Ensariye) getirdim.
Adam çıkıp devesinin havıdındaki çullardan biri üzerine oturdu, ve:
"Bu develeri sen geri sür!"dedi. Sonra tekrar:
"Sen bu develeri ileri sür, (bana getirme)!" dedi ve
ilave etti: "Ben senin bu develerini
değerli görüyorum" dedi. Vesile
de:
"Bu başlangıçta anlaştığımız şarta göre senin
ganimetin!" dedim. Ama Ensârî:
"Ey kardeşimin oğlu, ganimetini al. Ben senin bu maddi payını
istememiştim (sevaba, manevi kazanca iştirak etmeyi düşünmüştüm)"
dedi." [Ebû Dâvud, Cihad 123, (2676).][190]
AÇIKLAMA:
1- Tebük savaşını anlatmazdan önce, son hadisle ilgili bir
noktayı açıklayalım:
Bu hadiste bir antlaşma mevzubahis: Cihada giden kimse emânet binek alacak mukabilinde,
ganimetten terettüp edecek kimseyi binek sahibine verecek. Binek veren'in
niyeti bu değilmişse de, anlaşılan bu dur. Bu esasa göre anlaşma yapılmıştır.
Alimler böyle bir akit caiz mi değil mi? diye ihtilaf etmiştir. Ahmed İbnu
Hanbel, atını ganimetin yarısı karşılığında veren kimse hakkında: "Bunda
bir beis olmamasını ümid ederim" demiştir. Evzâî: "Ben bunu câiz
görürüm" der. İmam Mâlik mekruh addeder. Şafiî mezhebine göre, atı
ganimetteki pay karşılığı vermek caiz değildir. Böyle bir şey yaparsa, ona binme parası ne tutarsa o ödenir.
2- Tebük Gazvesi, hicretin dokuzuncu yılında, Receb ayında
ve Veda Haccı'ndan önce yapılmıştır.
Tebük, Medine-Şam şehri arasındaki mesafenin yarı yolunda yer alır. Medine'den
ondört merhale uzaklıktadır.
3- Bu gazveye Gazvetü'l-Usre de denmiştir. Usre, sıkıntı,
darlık manasına gelir. Bu isim ayet-i kerimeden alınmıştır. Zira, Tebük
seferine temas eden âyette "Andolsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir
kısmının kalpleri kaymak üzere iken Peygambere uyan Muhacirlerle Ensârın ve
Peygamberin tevbelerini kabul etti" (Tevbe 117).
Seferin bu vasıf alışı, son derece sıcak bir mevsimde yola
çıkılmış olmasından, bineklerin azlığından kaynaklanıyordu. Ayrıca meyve
mevsimi olduğundan, kimse sefere çıkmak istemiyor, meyveleriyle beraber olmak
istiyordu. Seferin sıkıntılı olmasının bir sebebi de bu idi. Nitekim Ka'b İbnu
Mâlik bu yüzden sefere katılamamıştı. Ordu kalabalıktı, ihtiyaç miktarı suyu ve
yiyeceği taşımak müşkil idi. Çok kere susuzluk çekilmiş, develerin kesilip
hörgüçlerindeki su sıkılıp içilmiştir. Binme, yiyecek gibi başka sıkıntılar da
olmuş, netice itibariyle "sıkıntılı" manasına Gazvetu'l-Usre
denilmiştir. Resulullah'ın gerek suyun ve gerekse yiyeceğin bereket
kazanmasıyla ilgili mucizeleri bu sefer sırasında fazlaca görülmüştür.
Tebük isminin bir göze ismi olduğu kabul edilir. Ancak suyu pek
azdır. Aleyhissalâtu vesselâm abdest alır, suyunu gözeye boşaltır. Göze zengin
bir çeşme haline gelir ve bütün ordu su ihtyacını oradan görür.
4- Bu gazveye çıkış sebebi, Medine'ye gelen bir haberdir.
Şam'dan Medine'ye zeytinyağı getiren Nebâtiler "Rumların müslümanlara
karşı büyük bir ordu hazırladığı, bunlara Lahm, Cüzzâm, Gasân gibi henüz
İslâm'a girmeyen diğer Arapların da katıldığı, öncü birliklerin Belkâ'ya kadar
geldiği haberini getirirler."
Aleyhissalâtu vesselâm derhal sefer kararı verir ve halka
hazırlanmalarını ilan eder. Başta Mekke olmak üzere bütün taşradaki müslümanlara, kabilelere, sefer hazırlığı
yapmalarını bildirir. Nereye gidileceğini, düşmanın azametini açıkca belirtir.
Tâ ki ona göre hazırlansınlar. Bazı rivayetlerde, Tebük seferine kadar bütün
seferlerde asıl hedefin söylenmediği, hep başka yerler söylenerek gizlendiği
kaydedilmiştir. Fakat Tebük seferinde "Düşmanın kuvveti, sıcaklığın
şiddeti, mesafenin uzaklığı sebebiyle hedef gizlenmedi.
Seferin sebebini anlamada Taberânî'nin şu rivayetini kadetmede
fayda var.
"Hristiyan Araplar Herakliyus'a şöyle yazarlar:
"Peygamberlik iddia ederek çıkan şu adam var ya! Helâk oldu. Kıtlığa maruz
kaldılar, malları da helâk oldu." Bunun üzerine Herakliyus, Kıbâd adında
bir şefin komutasında 40 bin kişilik bir ordu hazırladı.Haber Resulullah'a
ulaşınca, harekete geçti."
O sıralarda gerçekten İslâm devleti henüz güçlü değildi. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), herkesi imkanı nisbetinde sadaka vermeye,
bağışa davet etti. Herkes bir şeyler veriyordu. Zenginler daha çok veriyordu.
Hz. Osman Şam'a kervan göndermiş idi. "Ya
Resulullah bu ikiyüz deve semeriyle, çuluyla bağışımdır. İkiyüz okiyye
de (para veriyorum" dedi. Bir başka riayette onun bağışı 300 deve, 1000
dinar altın idi. Hz. Ebû Bekr mevcut malının hepsini, Hz. Ömer yarısını
bağışladı.
Resulullah bu sefere imkan nisbetinde çok kimsenin katılmasını
istiyor, mazereti olmadıkça kimsenin
geride kalmamasını emrediyordu. 80 küsür münafık özür beyan etti, onlara
izin verdi. Bedevilerden de bir o kadarı özür beyan ettilerse de onlara izin
vermedi. Ciddi bir mazereti olmayan birkaç müslüman da katılmadı. Anak sefer
dönüşü bu dört kişiyi Resulullah cezalandırdı, Allah'tan af âyeti gelinceye
kadar cemiyetten tecrid etti. Elli gün kadar hayat burunlarından geldi.[191] Bu seferde yedi kişi de
bekkâun (ağlayanlar) diye şöhret kazandılar. Bunlar pek fakir kimselerdi. Resulullah'a müracaatla,
katılabilmek için binek istediler. Aleyhissalâtu vesselâm "Yok,
veremem" deyince ağlayarak ayrıldılar. Müslümanları, o devrin süperine
ezdirmek ümidiyle yahudiler de şamataya, halkın moralini bozmaya başlarlar.
Rivayete göre: "Ey Muhammed, derler. Eğer sâdık bir peygambersen, haydi
Suriye'ye git! Orası mahşer (kurulacak) yerdir. Peygamberler diyarıdır."
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine Şam'a (Suriye'ye) gitmek
düşüncesiyle sefer açar, Tebük'e gelir. Tebük'e vâsıl olunca şu ayet nazil
olur: "Memleketinden çıkarmak için seni neredeyse zorlayacaklardı. O
takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi..."(İsra 76)
5- Resulullah'ın ordusu be seferde 30 bin kişiye ulaşır. Atlıların
sayısı da 10 bini bulur.
Resulullah Tebük'te 20 gün kalır, Rumları bekler. Herakliyus o
sırada Humus'tadır.
Eyle'nin şefi Yuhanna İbnu Rü'be gelerek Hz. Peygamber'le sulh
antlaşması yapar, cizyeye bağlanır. Verecekleri cizye 300 dinardır. Ezruh şefi
ile 100 dinara sulh yapılır. Cerbe,
Makma halkı ile, mahsullerinin yarısı karşlığında sulh yapılır.
Resulullah burada iken Hâlid ibnu Velid'i 420 atlı ile
Dûmetu'l-Cende şefi Ukaydir İbnu Abdilmelik'e gönderir. Bu, Kinde
hıristiyanlarındandır. Hâlid, Resulullah'ın önceden söylediği gibi, Ukeydir'i öküz avlarken yakalar.
Resulullah'a getirir. Onun da hayatı bağışlanır. 2800 deve, 400 mızrak cizye
olarak alınır. Resulullah humus aldıktan sonra gerisi askerlere dağıtılır.
Burada yirmi gün kadar beklendiği halde ne Herakliyus, ne de
Hıristiyan Araplardan kimse savaşa cesaret edip gelemez. Resulullah Medine'ye
döner.
Dönüş sırasında Vâdi'l-Müşakkak'ta, duası bereketine, sızıntı
halinde akan bir su, orduya yetecek berekete ulaşır.
Medine'ye yaklaşınca Mescid-i Dırâr'ın haberini alır. Mâlik
İbnu'd-Duhşum'u göndererek yaktırır.
6- Tebük seferi, çok kârlı bir sefer olmuştur.
* Sıkça müslümanlara endişe kaynağı olan, Bizans heyulasının
korkulacak bir şey olmadığı ortaya çıkmıştır. "Geldik, geliyoruz!"
diye hava sıkan veya münâfık ve yahudilerce "Geldiler! Gelecekler,
müslümanları ezecekler!" gibi moral bozucu
tesirler hasıl eden propagandalara kaynak olan Bizans'ın ne olduğu
anlaşılmış oldu; Bizans süperi, meğerse, artık pençeleri dökülmüş, dişleri
sökülmüş, adaleleri çözülüp güçsüz kalmış ve hatta mefluç hale düşmüş bir
arslan; arslan postuyla yapılmış bir korkuluk haline gelmiş de bilinmiyormuş.
Böylece anlaşılmış oldu. Resulullah'ın Tebük seferiyle meydanlardan kaçtığı
görülen Rum'un üzerine müslümanlar cesaretle gidecek, o da çekile çekile
İstanbul'un surlarına kadar gerileyecek; Suriye, Irak, Mısır, Anadolu birer birer
İslam'ın yed-i beyzâsına teslim olacaktır. Son kalıntılarını da Fatih
İstanbul'dan atacaktır.
* Bizans'a karşı yapılan bu seferin ruhlarda nasıl bir rahatlama hâsıl ettiği şuradan da
anlaşılmalıdır: Sefer dönüşü müslümanlar İbnu Sa'd'ın kaydına göre, "Artık
cihad bitti!" diye silahlarını satmaya başlarlar. Bu durum Resulullah'a
ulaşınca: "Deccal çıkıncaya kadar ümmetimden bir grup Allah yolunda cihâda
devam edecektir" buyurarak silahı bırakmayı yasaklar.
Müslümanları bu havaya getiren husus, kanaatimizce şu idi: Hicaz ve çevresi yani Arap yarımadası şirkten temizlenmiş müşrik korkusu kalmamıştı. Müslümanları yukarıda temas ettiğimiz üzere, Rum korkutuyordu. Tebük seferi'yle Rum'un ne olduğu anlaşılıp, Bizans'ın müslümanlara komşu vilayetleri de cizyeye bağlanınca sanki korkacak bir şey kalmamıştı, İslâm hedefine ulaşmıştı. Ama Resulullah'ın misyonu, insanlığın tamamına mesaj götürmekti. Müslümanlar yeni hedeflere, yeni fetihlere hazırlanmalıydı. Resulullah rahavete düşülmemesi, cihad mevzuunda gevşekliğe sapılmaması için gerekli tedbirleri alacak, yeni hedefler gösterecektir.
* Tebük Seferi, İslam cemiyetinde münafıkların hâla varolmaya devam
ettiğini ortaya koydu. Bir kısım ayetler onların bu vesile ile ortaya
koydukları haller üzerine inmiştir. Şöyle ki:
** Münafık şeflerden biri sefere katılmamak için, bahane
olarak, Resulullah'a: "Gittiğim takdirde Bizans kadınlarına dayanamam.
Beni fitneye atma" manasına gerekçeler ileri sürmüştü. Hakkında şu ayet
indi (meâlen): "Onlardan, "bana izin ver, beni fitneye düşürme"diyen
vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi..." (Tevbe 49)
** Bazıları halka, "sıcakta sefere mi çıkılır!" diye
mâni olmaya çalışmıştı. Haklarında şu âyet indi: "Allah'ın peygamberinin
hilafına (sefere çıkmayıp, Medine'de geri kalanlar, oturup kalmalarına
sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad hoşlarına gitmedi.
"Sıcakta savaşa çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke
bilseydiler" (Tevbe 81).
** Sefer sırasında da bir kısım fitnelere tevessül ettiler.
Birisi şu: "Resulullah'ın devesi kaybolmuştu. Münâfıklardan biri:
"Muhammed size semadan haber getirdiğini iddia eder, ama
devesinin nerede olduğunu bilmez!" der, teşviş çıkarmaya çalışır.
Resulullah işitince: "Vallahi ben gaybı bilmem, Allah'ın bana bildirdiğini
bilirim. Devem falanca vadide, yuları bir ağaca takılmıştır, gidin
getirin" der. Aynen dediği gibi çıkar.
** Medine'de kalan münafıklar, müslümanlardan ayrı olarak bir
araya gelebilmek için kendilerine mahsus,
hususi bir mescid yaparlar. Kur'an-ı Kerim ifadesiyle bu, Mescid-i
Dırar'dır. Bu hususta şu âyet nazil olur: "Zarar vermek, inkâr etmek,
müminlerin arasını ayırmak, Allah ve
peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük (casusluk) yapmak üzere
bir mescid kurup, "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin
edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şâhiddir. Ey Muhammed o mescide
hiç girme. İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan
mescidde bulunman daha uygundur.." (Tevbe 107).
** Tebük'le ilgili mühim hadiselerden biri savaşa izinsiz,
mazeretsiz katılmayan üç müslümanla ilgili olarak gelen ayettir. Resulullah bu
üç kişiyi insanlarla konuşmaktan, insanların herhangi bir hizmetine mazhar
olmaktan yasaklamıştı. Bir nevi içtimâî boykota
mahkum edilmişlerdi. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünü pek daraltan,
çok sıkıntılı bir elli günden sonra onların affını ilan eden ayet gelir:
"Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek, nefisleri kendilerini
sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan savaştan geri
kalmış üç kişinin tevbesini de kabul etti..." (Tevbe 118) [192]
[1] Bu hususu, Hicretle ilgili bölümün sonunda,
daha derin bir tahlile tabi tutarak, sabır, hicret ve savaşın şartlara göre
hedefe götüren farklı -fakat aynı müessiriyette- vasıtalar olduğunu
göstereceğiz.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/83-85.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/85.
[4] Burada Bedr gazvesine kadar
olanları çok kısa olarak tanıtacağız. İleride bunlar hakkında daha geniş bilgi
gelecek.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/85-86.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/86.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/86.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/87.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/87.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/87.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/88-89.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/89-91.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/92.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/92-93.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/93.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/93.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/94.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/94.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/95.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/95-96.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/96.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/97.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/97-98.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/98-99.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/99.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/100.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/100-101.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/101-102.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/102.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/103.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/103-105.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/105-106.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/106.
[34] Bu antlaşma metnini
Hicret'le ilgili bölümün Umumî Açıklama kısmında kaydedeceğiz.
[35] Az ileride Hendek savaşı anlatılacak
(4259-4268. hadisler).
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/106-108.
[37] Humus, ganimetten alınan beşte bir devlet
payıdır. Daha önce genişçe açıklandı.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/108-110.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/111-112.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/112-114.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/115.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/116-117.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/118.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/118-119.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/119.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/119-120.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/121-123.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/123-124.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/124.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/125.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/125.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/126.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/126.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/126.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/127.
[56] Rebaiyye, iki öndişle köpek
dişi arasındaki dişe denmektedir. Dilimizde onun ayrı bir ismi yoktur.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/127-128.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/128-133.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/133-134.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/134.
[61] Bir rivayette şöyle denir: "Ve
aleykesselâm ya Hubeyb. Onu Kureyş katletti" der.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/136-138.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/138-140.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/140.
[65] Bu sözü, malından hayırda bulunması teklif
edildiği zaman, Kârun söyler.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/141-142.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/143.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/144-145.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/146.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/146-147.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/147.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/148.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/149-150.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/150-151.
[75] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/151.
[76] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/151-154.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/154-157.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/158.
[79] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/158-159.
[80] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/159.
[81] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/159.
[82] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/159-161.
[83] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/162.
[84] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/162.
[85] (Zû-Karad ve Hayber Gazveleri de burada
zikredilir.)
[86] Bahsin sonunda bu zât hakkında bilgi
verilecek.
[87] Lât, Kureyş ve Sakîf'in tapındığı belli
başlı putlardan biri idi. "Annenin bezrini yala" şeklinde sebbetmek,
Cahiliye Araplarında bir küfür çeşidi idi.
[88] Vakidînin bir kıssasına göre,
Mugîre İbnu Şu'be müslüman olmazdan önce, Sakîf'in Benî Mâk kabilesinden 13
kişiye Mısır Melikî Mukavkıs'ı ziyaret ederler. Mukavkıs, Mugîre dışında
hepsine iltifatta bulunur, ikramlar yapar. Kendisine ayırım yapılmasına kızan
Mugîre, dönüşte yol esnasında içip sarhoş olup uyuyan arkadaşlarını öldürür,
mallarını gasbeder. Bu hâdise, Benî Mâlik'le Mugîre'nin kabilesi olan
el-Ahlâf'ın arasını açar. Amcası Urve İbnu Mes'ud, Mugîre'nin cinayetinin
gerektirdiği 13 kişilik diyet ödeme cezasını üzerine alarak hâdiseyi yatıştırır
ve onu ödemeye çalışır. Urve bu hâdiseye âtıf yapmaktadır.
[89] Bu rivayete göre, mezkur âyetler, Ebu Basîr
hâdisesiyle ilgili olarak nâzil olmuş gözükmektedir. Halbuki 798 numaralı
hadiste açıklandığı üzere (3.cilt s. 247), Resûlullah'a ani baskın yapmak için
gelen 80 kişilik bir müşrik grubunun yakalanması üzerine inmiştir.
[90] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/172-181.
[91] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/181-182.
[92] "Sa', ile sendere
kilesi ölçelim." Sa' küçük bir ölçektir. Sendere ise büyük ölçek demektir.
Çabuk mânasına da gelir. Az bir güçle çok iş yaparım veya az zamanda çok iş
yaparım gibi mânalara gelir.
[93] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/191-197.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/198.
[95] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/198.
[96] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/198-201.
[97] Süheyl, kolay mânasına gelen sehl kökünden
gelen bir isimdir. Resûlullah'ın güzel isimle tefe'ülde bulunduğuna kaç sefer
temas ettik.
[98] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/201-202.
[99] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/202-203.
[100] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/203.
[101] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/203-205.
[102] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/205-206.
[103] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/206-207.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/207-208.
[105] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/208-209.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/209-210.
[107] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/210-211.
[108] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/211-213.
[109] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/214-215.
[110] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/215.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/216.
[112] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/216.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/217.
[114] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/218-219.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/219-220.
[116] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/221.
[117] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/221-222.
[118] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/223-224.
[119] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/225.
[120] Bu ifadeyi, İbnu Hacer,
başka sahih rivayetlere muhalif bulur. O, rivayetlere göre, "Halid
radıyallahu anh Mekke'nin aşağı kısmından, Resûlullah yukarı kısmından şehre
girmiştir. Muhacirlerin başında olan Zübeyr de yukarı kısmından, Kedâ'dan
girmiştir..."
[121] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/226-228.
[122] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/228.
[123] İbnu Hatal, af dışı ilan edilenlerden biri
idi. Az ileride fethi anlatırken temas edeceğiz.
[124] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/229.
[125] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/230.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/230-231.
[127] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/231.
[128] Bu bahisle ilgili geniş açıklama daha önce
yapıldı (1408.hadis, 5.cilt, s. 513-521).
[129] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/232.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/233.
[131] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/233.
[132] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/234.
[133] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/234.
[134] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/234-235.
[135] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/235-237.
[136] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237.
[137] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237.
[138] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237.
[139] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/237-238.
[140] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[141] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[142] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[143] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238.
[144] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/238-239.
[145] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/239.
[146] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/239.
[147] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/240.
[148] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/240-242.
[149] Mekke sulh yoluyla mı, savaşla mı
fethedildi, ihtilaflıdır. Ganimet kılınmaması sulh yoluyla fethedildi diyenlere
delil olmuştur. Ancak ulemânın ekseriyeti savaş yolu ile fethedildiği, ancak,
affedilerek ganimet kılınmadığı, fethedilen her beldenin ganimet kılınmasının
vecîbe olmadığı, bunun başka beldelerde de uygulandığını söylemişlerdir.
Teferruata girmeyeceğiz. mağlup
tarafın insanı daima esir edilmiş, malı da ganimet.Mekke, sinesinde
barındırdığı mukaddes emânetin hürmetine, kandan ve yağmadan korunmuştur.
Resulullah o ilahi emanetin yani Ka'be mukaddesinin hürmetine, en azılı
düşmanları olan Kureyşlileri de o mukaddesi muhafaza ve ona bakımda sebkat eden
hizmetleri hatırına aff-ı umumiye mazhar etmiştir.Tabiî ki bu beklenmeyen bir
şeydir.Kureyşliler, ilk vehlede, Resulullah'tan, böyle bir zafer kendilerine
müyesser olması halinde, müslümanlara yapacakları muameleye paralel bir muamele
beklemiş olmalılar.Nitekim bu endişe, bu babta kaydedilen hadislerde bile
görülmektedir. Hatta, rivayetlerin daha
umumi bir değerlendirilmesine gidilecek olsa, bu meselede, Medine menşe'li Ensâr ile, Mekke
menşe'li muhacirler arasında bile bir fark görmek; Medinelilerin, buranın
fethini de diğer fetihler gibi görmeye mütemâyil; Mekke menşelilerin ise şehrin
kandan ve yağmadan korunmasına mütemâyil olduklarını görmek mümkündür.Söz
gelimi, 4278 numaralı Urve hadisinde Medineli Sa'd İbnu Mu'âz, Ebû
Süfyân'a:"Ey Ebû Süfyân! Bugün, savaş günüdür, bugün Ka'be'nin helal
addedileceği gündür!" der.Bu rivayette (4278) açık değilse de, bir başka
rivayette, Sa'd'ın ağzından çıkan bu cümlenin "bir muhacir
tarafından" derhal Aleyhissalâtu vesselâm'a ulaştırıldığı belirtilir.Ebû
Süfyân, Sa'd'ın bu sözü üzerine Resulullah'ın amcası Abbas'a, Resulullah
nezdinde iltimasta bulunarak, şehrin "istihlâl"den yani "kan ve
mal" yönüyle helal addedilmekten
korumasını taleb eder: "Ey Abbas, (Sen Mekkelisin, üstelik Resulullah'ın
amcasısın, müslüman da oldun). Bugün
muhafaza vazifesi yapacağın en iyi fırsat. Göreyim seni (şehri
yağmalatma!)" der. Bir başka rivayet, Abbas'ın bu endişeyi çoktan
hissettiğini, Mekke'ye zorla değil, halkına emân verilerek girilmesinin
yollarını aradığını, bu maksadla şehre haber gönderecek bir oduncu bulmak üzere
Resulullah'ın atına binerek gezintiye çıktığını, Erâk Vadisi'ne gelince Ebû
Süfyan ve diğer iki arkadaşına rastladığını belirtir.
[150] Bu husus kaynaklarımızda ihtilaflıdır.
Resûlullah, Sa'd'dan alınan bayrağı oğlu kAys'a veya Zübeyr'e vermiş olmalıdır.
İbnu Hacer şöyle te'lif eder: "Ali, Sa'd'dan alınca, Aleyhissalâtu
vesselâm Sa'd'ın gücenmiş olabileceğini düşünerek, Sa'd'ın oğlu Kays'a
vermiştir. Sonra da Sa'd, oğlu Kays'ında Resûlullah'ın hoşuna gitmeyecek bir davranışı
olabilir endişesiyle Resûullah'a müracaat ederek, sancağı ondan almasını taleb
etmiştir. Bunun üzerine sonunda Aleyhissalâtu vesselâm Zübeyr'e
vermiştir." Zübeyr'in de Mekkeli olduğu mâlum."Kavmi" ne kötülük
yapmaması için başta Ebu Süfyan olmak üzere, Mekkelilerin Resûlullah'a muhtelif
müracaatları olmuştur. Bunu şiir okuyarak yapan "kadın" da vardır.
Resûlullah, Ebu Süfyan'a, Sa'd'ın "Bugün harb günüdür..." sözüne
bedel: "Bugün rahmet, merhamet günüdür. Ey Ebu Süfyan Allah Kureyş'i aziz
kılacaktır" diyerek teselli verdiğini görüyoruz.
[151] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/242-245.
[152] Bu hususta geniş açıklama ve kaynaklar için
İslâm'da Çevre sağlığı adlı kitabımız görülebilir.
[153] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/245.
[154] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/245-246.
[155] Belki de diye ifade
edebildiğimiz tereccî'nin Allah ve Resûlü'nün kelamında, ihtimalî değil, kesin
vukû'u ifade ettiği usul kaidasidir (İbnu Hacer).
[156] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/246-249.
[157] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/249.
[158] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/249-251.
[159] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/252-253.
[160] Tulekâ: Talîk'in cem'idir. Mekke fethedilince esir durumuna düştüğü
halde Hz. Peygamber'in esir muamelesi yapmayıp, azad ettiği Mekke halkı. İçinde
müslüman olmayanlar da vardı.
[161] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/254.
[162] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/255-256.
[163] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/256.
[164] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/257.
[165] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/257-260.
[166] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/261-262.
[167] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/262.
[168] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/263.
[169] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/264.
[170] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/264.
[171] Bu meselede geniş bilgi 1. ciltte geçti: S.
456-457.
[172] Bunların hikayesi Ka'b İbnu Mâlik'in uzun
bir rivayeti olarak daha önce kaydedildi. 654. Hadis (4,14).
[173] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/265-267.
[174] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/267-268.
[175] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/268.
[176] Buna Serriyyetü'l Ensâri de denmiştir.
[177] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/269.
[178] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/269-270.
[179] Veda Haccından önce.
[180] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/271-272.
[181] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/272.
[182] Veda Haccından önce.
[183] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/273.
[184] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/274.
[185] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/275.
[186] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/275-276.
[187] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/276-277.
[188] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/277-278.
[189] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/279-280.
[190] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/280-281.
[191] Bunların hikayesi Ka'b İbnu Malik'in uzun
bir rivayeti olarak daha önce kaydedildi. 654. Hadis (4/14).
[192] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/281-286.