(Bu bölümde yedi fasıl vardır)
BİRİNCİ FASIL
ÂLİMLERİN FAZİLETİ
*
İKİNCİ FASIL
İLME TEŞVİK
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
İLİM ÂDÂBI
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
İLİM ÖGRETME ÂDÂBI
*
BEŞİNCİ FASIL
HADİS RİVAYETİ VE NAKLİ
*
ALTINCI FASIL
HADİSİN YAZILMASI
*
YEDİNCİ FASIL
İLMİN KALDIRILMASI
Son zamanlarda ilim çağı, ilim cemiyeti gibi tabirler yaygınlık
kazandı. İnsanlığın ortak otomasyon devrini de bırakıp ilim çağına geçtiği,
geleceğin insanlığının ilim cemiyeti meydana getireceği söylenmektedir.
Bütün bu ifadeler ilmin ehemmiyetini vurgulamaya yöneliktir. İlim her devirde
insanlık için gerekli olmuş, ilimle mücehhez insanlar ve cemiyetler, ilmen geri olanlara dâima üstünlüklerini
korumuşlardır. Eğer, insanlık tarihi, ilim mikyasıyla bir taksime tabi tutulacak ve illa da bir ilim
devrinden bahsedilecekse, kanaatimizce bunu Kur'an vahyi ile başlatmak gerekir.
Beşeriyete "Oku!" diye başlayan risalet-i Muhammediye böyle bir
devreyi başlatmış, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer
9); "Allah içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri
derecelerle yükseltsin..." (Mücadele 11) gibi pek çok âyetlerle ilmin yüceliğine
dikkat çekmiş, dünyayı isteyene de, âhireti
isteyene de, hem dünya hem âhiret her ikisini de isteyene hep ilmin kesbedilmesini tavsiye etmiştir.
İslam dışı dünya, ilme olan ciddî ve alarmant çağrısını son
yıllarda ele alarak geleceğin bir ilim çağı olacağını söylemiştir.
Bu Umumi Açıklama kısmında, ilim mevzuunda söylenmesi gereken
hususları, kitabımızın birinci cildinde 402-469. sayfaları arasında genişce
işlediğimiz için oraya atıf yapmakla yetiniyoruz.[1]
ـ4102 ـ1ـ عن
أبي أمامة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]ذُكِرَ
لِرَسُولِ
اللّهِ #
رَجَُنِ
عَابِدٌ وَعَالِمٌ.
فقَالَ:
فَضْلُ
الْعَالِمِ
عَلى الْعَابِدِ
كَفَضْلِي
عَلى
أدْنَاكُمْ[.
أخرجه
الترمذي
وصححه .
1. (4102)- Ebu Ümâme
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a biri
âbid diğeri âlim iki kişiden
bahsedilmişti.
"Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan
üstünlüğüm gibidir" buyurdu." [Tirmizî, İlm 19, (2686).][2]
ـ4103 ـ2ـ
وفي رواية له:
]ثُمَّ قَالَ:
إنَّ اللّهَ تَعالى
وَمََئِكَتَهُ
وَأهْلَ
السَّمَواتِ
وَأهْلَ ا‘رْضِ
حَتّى
النَّمْلَةَ
فِى
جُحْرِهَا
وَالْحِيتَانَ
فِي
الْبَحْرِ
يُصَلُّونَ
عَلى مُعلِّمِ
النَّاسِ
الخَيْرَ[ .
2. (4103)-
Yine Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: "...Aleyhissalâtu
vesselâm sonra buyurdular ki: "Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat
ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki
balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında
bulunur." (Hadis Tirmizî'nin aynı babındadır.)[3]
AÇIKLAMA:
1- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm),
Aliyyu'l-Kârî'nin açıklamasına göre, âbid'le farz ibadetlerini yapabilecek
kadar ilmi olup, kâmil şekilde ibâdetini yapan kimseyi; âlimle de, ibadetlerini
eksiksiz yapmakla birlikte ulûm-ı şer'iyyeyi
iyi bilen kimseyi kastettiğini belirtir.
2- Âlimin şerefce âbide üstünlüğü, Resulullah'ın şerefce en
âmi bir sahâbîye üstünlüğüne teşbih edilmiştir. Aliyyu'l-Kârî der ki: "Burada
Aleyhissalâtu vesselâm ilmin faziletini beyanda, mübâlağa üslübuna yer
vermiştir. Zira, "...benim, en âlanıza üstünlüğüm gibidir" demiş
olsaydı, bu ifade de ilmin fazilet ve şerefini belirtmede kâfi idi..."
3- Aliyyu'l-Kârî hadiste geçen meleklerle Arş'ın hamelesi olan
meleklerin kastedildiğini, arz ehli tabiriyle insanlar, cinler, hayvanlar,
bütün canlıların kastedildiğini söyler.
4- Hadiste geçen يُصَلُّونَ
'yi "mağfiret duasında bulunur" diye tercüme ettik. Ancak
"her çeşit hayır ve bereket
talebinde bulunurlar" diye de anlamak
muvafıktır.
5- "Hayır öğreten" ibaresindeki hayırdan öncelikle
kastedilen şeyin din ilmi olduğu belirtilmiştir. Çünkü hem dünyada istikamete,
hem de âhirette kurtuluşa vesiledir. Dolayısıyla her iki dünyanın da saadeti
herşeyden önce dinin öğretilmesine ve öğrenilmesine bağlıdır. Günümüzde
"çalışmak da ibadettir" diye ibadeti istiskal edici sözleri
müslümanlar söylemezler. "Farz ibadetlerini yapanların meşru çalışmaları
da ibadettir" dendiği takdirde dinimize uygun bir söz olur. Farzlarını
yapmadan yapılan çalışmalar meşru bile olsa nursuzdur veya nuru güdüktür.
Âhirete intikal eder mi bilemeyiz. Zira Cenâb-ı Hakk ".Âhireti bildikleri
halde dünyayı ona tercih ederler" (İbrahim 3) mealindeki âyette âhirete
inandığı halde âhiret için çalışmayı ihmal eden, yani "ailemin nafakası
için çalışmam da ibadettir" fetvayı fasidesi ile kendini aldatıp farzları
terkeden kimseleri kasdetmiş olmalıdır. Nitekim bir başka âyette
"ailenizin rızkını kazanmak ibadetinizin terkini meşru kılmaz"
irşadında olmak üzere Hakîm ve Kerîm olan Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"(Herkesin rızkını veren benim, benim yarattıklarım için herhangi bir)
rızık vermelerini taleb etmiyorum, (başkalarını) doyurmalarını da istemiyorum
(ben onları bana ibâdet etmeleri için yarattım), rızkı veren, o pek çetin
kuvvet sâhibi Allah'ın kendisidir" (Zâriyât 57-58).
6- Şârihlerimiz şu hususa da dikkatlerimizi çekerler: Hadîste
dikkat çekilen mağfiret duası'na liyakat kasbedebilmek için öğretme işi
"hayır" la kayıtlanmıştır. Yani her öğretici, hadîste vaadedilen
hayra, berekete mazhar değildir, arz ve semâ ehlinin duasına layık değildir. "Hayır"
öğreten buna layıktır. Hayır ise, kişiyi kurtuluşa götüren şeydir, Allah rızası
için yapılan iştir.
7- Bu rivayet, efdaliyet sebebine de işâret etmektedir: İlmin
hayrı yaygındır, sonsuzca sirâyet eder, ibâdetin hayrı kısadır, onu yapanla
sınırlıdır, çünkü ilm nuru başkasına da geçen peygambere benzetilmiştir.[4]
ـ4104 ـ3ـ
وعن ابن عباس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]قالَ رَسُولُ
اللّهِ #:
فَقِيهٌ
وَاحِدٌ أشَدُّ
عَلى
الشَّيْطَانِ
مِنْ ألْفِ
عَابِدٍ[.
أخرجه
الترمذي .
3. (4104)- İbnu Abbâs
radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Tek bir fakih, şeytana bin âbidden daha yamandır."
[Tirmizî, İlim 19, (2083).][5]
AÇIKLAMA:
Burada fakîhin şeytan tarafından çok zor aldatılacağı ifâde
edilmektedir. Çünkü fakih ilmiyle şeytanın aldatmalarına, iğvalarına kapılmaz,
üstelik halka hayrı emreder, şeytanın hileleri hususunda halkı aydınlatır.
Bin rakamından murad, kesret yani çokluktur. "Ne kadar çok
olursa olsun âbidlerin aldatılmasında şeytan zorluk çekmez' ma'nâsındadır.
Âlimler bunun sebebini şöyle açıklar: "Çünkü şeytan, insanlara ne zaman
bir heva kapısı açar ve kalplerinde bir kısım şehvetleri uyandırır ve câzip
hale getirirse onun hîlelerini bilen fakîh, doğru yolda gitmek isteyen, hayrı
taleb eden sâlihlere şeytanın açtığı bu kapıyı kapatmanın yollarını öğretir ve
böylece şeytanı hüsrana uğratır, gayesini boşa çıkarır. Âbid ise, ibadetle
meşguliyeti sebebiyle, şeytanın hîlelerinden gâfil olabilir." Şevkânî
bazılarınca zayıf sayılan şu hadîsi kaydeder: "Allah indinde din ilmi
kadar faziletli bir şey yoktur. Tek bir fakih, şeytana bin âbidden daha
yamandır. Her şeyin bir direği vardır. Bu dinin direği fıkıhtır." Sehavî,
farklı tariklerden geldiği için, el-Makâsıd'da, "hadîsin
güçlendiğini" söylemiştir.[6]
ـ4105 ـ4ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قال:
]سُئِلَ
النَّبِىُّ #:
أيُّ النَّاسِ
أكْرَمُ
عِنْدَ
اللّهِ
تَعالى؟ قالَ:
أكْرَمُهُمْ
عِنْدَ
اللّهِ
أتْقَاهُمْ قَالُوا:
لَيْسَ عَنْ
هذَا
نَسألُكَ.
قالَ: فَيُوسُفُ
نَبِيُّ
اللّهِ ابْنُ
نَبِيِّ اللّهِ
ابْنِ
خَلِيلِ
اللّهِ.
قَالُوا:
لَيْسَ عَنْ
هذَا
نَسْألُكَ
قَالَ: فَعَنْ
مَعَادِنِ الْعَرَبِ
تَسْألُونِى؟
قَالُوا:
نَعَمْ.
قَالَ:
فَخِيَارُهُمْ
فِي الجَاهِلِيَّةِ
خَيَارُهُمْ
فِي ا“سْمِ
إذَا فَقِهُوا[.
أخرجه
الشيخان .
4. (4105)- Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Allah
indinde en efdal insanın kim olduğu sorulmuştu: "Allah indinde en
kıymetlileri en muttaki olanlardır!" buyurdular. "Biz bunu
sormadık!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halîlullah'ın oğlu,
Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu Yusuf'tur" buyurmuştu. Yine
itirazla: "Hayır, bunu da sormadık" dediler. Bunun üzerine
Aleyhissalâtu vesselâm: "Siz bana Arap hanedanlarından mı
soruyorsunuz?" dedi. "Evet (Ey Allah'ın Resûlü!)" dediler.
"Onların cahiliye dönemindeki hayırlıları, fıkıh öğrendikleri takdirde,
İslâm'da da en hayırlılarıdır!" cevabını verdi." [Buhârî, Enbiya 8,
14, 19, Menâkıb 1, 25, Tefsir, Yusuf 1; Müslim, Fezâil 168, (2378).][7]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, "Allah indinde
en kıymetli (ekrem) kimse" sorulunca, Hucurat suresinin 13. âyetinde
geçen اِنَّ
اَكْرَمَكُمْ
عِنْدَ
اللّهِ اَتْقيكُمْ âyetine muvafık olarak: "İnsanların
Allah indinde en kıymetlisi, en muttakî olanıdır" diye cevap veriyor.
2- Hadîste Hz. Yusuf'un fazîleti de dile getirildikten sonra
mesele hânedanlara geliyor. Gerçi hadîste madenler tabiriyle meseleye temas
ediliyor. İbnu Hacer, burada mâdenler kelimesiyle "kendilerine intisab ve
iftihar edilen kökler (ecdâd)ın kastedildiğini" belirtir. "Bunu der,
madenler olarak ifade etti, zira onlarda muhtelif istidatlar mevcuttur.
Mamafih, onları madenlere benzetmesi, onların şeref kapları olmalarındandır,
tıpkı mâdenlerin cevher kabı oldukları gibi."
İbnu Hacer, hadîste şerefin dört kısımda beyan edildiğine dikkat
çeker.
1) En efdal kimse, hem cahiliyede hem de İslâm'da şeref sahibi
olandır. Bunların cahiliye devrindeki şerefleri hem kendilerinde, hem de
ecdadlarında beğenilen vasıfların bulunmasından ileri gelen güzel hasletleri
taşımalarındandır. İslâm'daki şeref ise, şer'an güzel olan hasletleri taşımalarından
ileri gelir.
2) İkinci derecede yüce olan, öncekine din ilminde derinlik
(tefakkuh) ilave etmesini bilendir. Bunun mukabili, cahiliyede şerefli olup,
İslâm'da (yeni bir haslet ilave etmeden) eski şerefini devam ettirendir. Bu ise
şerefte en düşük mertebedir.
3) Üçüncü kısım: Cahiliyede şerefli olmadığı halde İslâm'da
şerefli olan ve fıkıh (ilim) elde edendir. Bundan düşüğü, İslâm'la
şereflenmekle kalıp ilim elde etme şerefini ilave etmeyendir.
4) Dördüncü kısım: Cahiliyede şerefli olup İslâm'la şereflenendir.
Bu, bir öncekinin altındadır. Eğer fıkıh öğrenirse onun mertebesi cahil
şerefliden üstün olur.
3- Hadis,
cahiliyeden çıkıp, İslâm'a giren cemiyetlerde şeref statüsünün değişeceğini,
eski şerefin korunmasının ve hatta daha da yüceltilmesinin mümkün olduğunu,
bunun öncelikle ilme bağlı olduğunu ifade etmekle, ilim iktisabına teşvik
etmektedir.[8]
ـ4106 ـ5ـ
وعن علي
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #:
نِعْمَ
الرَّجُلُ
الْفَقِىهُ
فِى الدِّينِ
إنِ احْتِيجَ
إلَيْهِ نَفَعَ،
وَإنْ
اسْتُغْنِى
عَنْهُ
أغْنَى
نَفْسُهُ[.
أخرجه رزين .
5. (4106)- Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Dinde fakîh (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir! Kendisine muhtaç
olununca faydalı olur. Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır." [Rezîn
tahric etmiştir.][9]
ـ4107 ـ6ـ
وعنه رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
أحْيَا
سُنَّةً مِنْ
سُنَّتِي
أُمِيتَتْ
بَعْدِي
فَقَدْ
أحَبَّنِي،
وَمَنْ
أحَبَّنِي
كَانَ مَعِي[.
أخرجه رزين .
6. (4107)- Yine Hz. Ali
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "Kim, benden sonra öldürülmüş olan bir sünnetimi ihya ederse beni
seviyor demektir. Beni seven de benimle beraberdir." [Rezîn tahric
etmiştir] [10]
ـ4108 ـ7ـ
وعن أبي
الدرداء
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قال:
]سَمِعْتُ
رَسُولَ
اللّهِ # يَقُولَ:
مَنْ سَلَكَ
طَرِيقاً
يَطْلُبُ بِهِ
عِلْماً
سَلَكَ
اللّهُ بِهِ
طَرِيقاً مِنْ
طُرُقِ
الْجَنَّةِ.
وَإنَّ
المََئِكَةَ
لَتَضَعُ
أجْنِحَتَهَا
رِضىً
لِطَالِبِ الْعِلْمِ،
وَإنَّ
الْعَالِمَ
لَيَسْتَغْفِرُ
لَهُ مَنْ فِي
السَّمَواتِ
وَمَنْ في
ا‘رْضِ
وَالْحِيتَانُ
فِي جَوْفِ
المَاءِ،
وَإنَّ
فَضْلَ الْعَالِمِ
عَلى
الْعَابِدِ
كَفَضْلِ الْقَمَرِ
لَيْلَةَ
الْبَدْرِ
عَلى سَائِرِ
الْكَوَاكِبِ،
وَإنَّ
الْعُلَمَاءَ
وَرَثَةُ
ا‘نْبِيَاءِ،
وَإنَّ
ا‘نْبِيَاءَ
لَمْ يُورِّثُوا
دِينَاراً
وََ
دِرْهَماً
وَلكِنْ
وُرِّثُوا الْعِلْمَ
فَمَنْ
أخَذَهُ
أخَذَهُ
بِحَظِّ وَافِرٍ[.
أخرجه أبو
داود، وهذا
لفظه،
والترمذي .
7. (4108)- Ebu'd-Derda
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle
dediğini işittim: "Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah
onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim
talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde
olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid
üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü
gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem
miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir
nasib elde etmiştir." [Ebu Dâvud, İlm 1, (3641); Tirmizî, İlm 19, (2683);
İbnu Mâce, Mukaddime 17, (223).][11]
AÇIKLAMA:
1- Bu Resûlullah'ın ilmi tafdîl sadedinde beyan buyurduğu
mühim hadîslerden biridir. İçerisinde ilmi ve âlimi tafdil edici değişik
hususlara yer verilmektedir.
* İlm için yola çıkana Allah cenneti kolaylaştırmaktadır.
* Melekler, ilim tâlibine tâzim göstermektedir.
* Arz ve semada mevcut bütün hayat sahipleri tâlib-i ilme
rahmet duası okumaktadırlar.
* İlim ibadetten fevkalâde üstündür, kamerin yıldızlara
üstünlüğü gibi...
* Âlimler peygamberlerin vârisleridir.
* İlim elde eden, dünyada elde edilebilecek
nasiblerin en ziyadesini elde etmiştir.
2- Meleklerin kanatlarını koyması ne demektir? Bu hususta
âlimlerimiz birkaç yorum getirmişlerdir:
* Bir açıklamaya göre, bundan maksad hakkını tâzim, ilmini
tevkîrdir (büyükleme). Zira başka âyette aynı tâbir bu ma'nâda kullanılmıştır.
"Anne ve babana acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger" (İsra 24).
* Bazı âlimler: "Kanat koymadan maksad yanına inmek için uçmayı
terketmektir" demişlerdir. Nitekim hadîste "Allah'ı zikreden bir grup
varsa mutlaka melekler sarar ve onları rahmet bürür" buyurulmuştur.
* Bazı âlimler: "Bunun ma'nâsı, ilim tâlibini, üzerinde,
dilediği memlekete, istediği hedefe götürüp ulaştırmak için kanatları açıp
yaymaktır" demişlerdir.
* Keza: "Bunun ma'nâsı, ilim talebinde tâlibe yardım ve
çalışmasını kolaylaştırmaktır" dahi denmiştir.
3- Denizlerde balıklar(a varıncaya kadar bütün canlılar)ın
âlime istiğfar etmesi mevzuunda Hattâbî der ki: "Allah Teâlâ hazretleri,
balık ve sâir bütün hayvanlar hakkında onların faydaları, maslahatları
rızıklarıyla ilgili bir ilmi âlimlerin dillerine koydu. Böylece hayvanlar
hakkındaki haramlar, helaller nelerdir, onlar açıklamaktadır, hangi şeyler
lehlerine ve faydalarınadır, hangi şeyler aleyhlerine ve zararlarınadır,
insanlara âlimler bildirmekte, onlara iyilik yapılmasını, zarar vermekten
kaçınılmasını vs. hep âlimler tavsiye etmekte, öğretmektedir. Buna binâen
Allah, -kendilerine ülemânın bu şefkatle hizmetlerine bir karşılık olarak-
istiğfar etmelerini hayvanlara ilham etmiş olmaktadır."
4- Âlimlerimiz, bu hadîste beyan edilen fazîlete, farzları ve
müekked sünnetleri yerine getiren ilim tâlibi ve âlimlerin mazhar olacağını,
dünyevî maksadlarla ilim yapanların mazhar olamayacağını belirtmede ittifak
ederler. Keza âbid'den de murad, ibadetinin sahih olmasını sağlayacak gerekli
ilme sahip olan, boş vakitlerini nâfile ibadetle geçirmek suretiyle kendisinde
âbidlik galebe çalan kimsedir.
5- el-Kâdı der ki: "Resûlullah'ın âlimi kamere, âbidi de
yıldıza benzetmesinde şu incelik var: İbadetin kemal ve nuru âbidden başkasına
geçmez, hep kendinde kalır, halbuki âlimin nuru başkasına geçer."
6- Hadîste peygamberlerin dirhem ve dinar bırakmayacakları
belirtilmiştir. Bunlarla dünyanın fâni olan her şeyi ifâde edilmiştir. Zira
dirhem, "gümüş"; dinâr da "altın" para demektir. Bu iki şey
bir değer birimi olmaları haysiyetiyle bütün dünyalıkları temsîl ederler.
Bunların zikri diğerlerini sayıp dökmeye müstağni kılar. Resûller bu fâni
dünyalıklardan ancak zaruret miktarında almışlar ve ölümlerinde de paylaşılacak
herhangi bir maddi miras bırakmamışlardır, tâ ki insanlar, onların tevarüs
edilebilecek dünyalık peşinde oldukları vehmine kapılmasınlar.
7- Son olarak, Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm), ilmî bir
nasîbin fevkalâde bir bereket, dünyalıkla ölçülemeyecek kadar ziyade bir hayır
olduğunu belirtmekte ve bu bolluğa ermek isteyenleri teşvîk etmiş
bulunmaktadır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ilme olan bu övgülerini dünyaya
ve tekniğe bakan ilim açısından ele alsak dahi doğruluğunu te'yidden kendimizi
alamayız: Yeni bir teknik, yeni bir ilaç, yeni bir formül gibi, ma'lûma ilave
edilen yeni bir ilmî tefevvuk sahiplerine, hem ferd ve hem de millet olarak
şerefler ve üstünlükler kazandırmaktadır. Bugün "Nobel kazananlar";
"süperler"; "zengin ve ileri memleketler" hep ilimde
öncülüğü elinde tutan fertler ve milletlerdir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ondört asır önce söylenmiş
bu sözleri bile tek başına bir mucize ve nübüvvetinin hak olduğuna bir delil
olmaktadır.[12]
ـ4109 ـ1ـ عن
حميد بن
عبدالرحمن
قال: ]سمعت
معاوية رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
يقول: سمعت
رسول اللّه # يقول:
مَنْ يُرِدِ
اللّه بهِ
خَيْراً
يُفَقِّهْهُ
فِي
الدِّينِ[.
أخرجه
الشيخان
وأخرجه الترمذي
عن ابن عباس .
1. (4109)- Humeyd İbnu
Abdirrahmân anlatıyor: "Hz. Muâviye (radıyallahu anh)'ı işittim demişti
ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Allah kimin için hayır murad ederse onu dinde fakih kılar." [Buhârî,
Farzu'l-Humus 7, İlm 13, İ'tîsâm 10; Müslim, İmâret 98, (1038), Zekât 98, 100,
(1038); Tirmizî, İlm 1, (2647).]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Buhârî'deki vechi bazı ziyadeler ihtiva eder. Şöyle
ki: "Allah kimin için hayır murad
ederse onu dinde fakih kılar. Ben taksim ediciyim, esas veren Allah'tır. Bu
ümmet Allah'ın emrini yerine getirmeye (Kıyamete kadar) devam edecektir.
Allah'ın emri (Kıyamet) gelinceye kadar muhalifleri, ümmetime zarar
veremiyecekler."
2- İbnu Hacer bu hadisin üç hüküm ihtiva ettiğini belirtir.
* Dinde tefakkuh (ilim
sahibi olma)nın fazileti.
* İlmi veren gerçekte Allah'tır.
* Bu ümmetten bazıları kıyamete kadar daima hak üzere olacaktır.
Devamla der ki: "Birincisi ilimle ilgili bölüme muvafıktır,
ikincisi, sadakalarla ilgili kısma muvafıktır. Bu sebeple de Müslim, hadisi Zekât bölümünde tahric etmiştir.
Buhârî de Humus bölümünde tahric
etmiştir. Üçüncüsü, Eşrâtu's-Sa'at (Kıyametin Alametleri) ile ilgili bölümde
zikredilmeye muvafıktır, nitekim Buhârî, hadisi İ'tîsâm bölümünde de tahric etmiştir,
zira hadiste müçtehidin hiçbir vakit eksik olmayacağı hükmü mevcuttur."
3- Kıyamete yakın geleceği belirtilen Allah'ın emrinden murad,
kalbinde az da olsa iman bulunan herkesin ruhunu kabzedecek olan bir
rüzgardır. Kıyamete yakın böyle bir rüzgarla mü'minler teslim-i ruh ettikten
sonra geriye şerirler hayatta kalacak ve
Kıyamet onların tepesine yıkılacak, Kıyametin korkunç hadisâtını ceza olarak onlar yaşayacaklardır.
4- Hadis, fıkıh ilminin sadece
iktisabla olmayacağını, ilaveten Allah'ın lütfunun tecellisiyle
olacağını ifade etmektedir. Bu da, her halde ilmin Allah rızası için talebi
şartına bağlıdır. Selefi tekzib etmek, dil uzatmak gayesiyle fıkıh öğrenmeye
çalışanlara ilâhî rahmetin hiç bir zaman
açılmayacağı söylenebilir, çünkü niyette ihlas mevcut değil.
Âlimlerimizin anladığına göre hadis, ihlasla tefakkuh edip
Allah'ın rahmetine mazhar olacakların, bu ümmet-i merhume'den Kıyamete kadar
eksik olmayacağını ifade etmektedir.
5- Buhârî, bu grubu, sünneti bilenlerin teşkil ettiğinde cezmetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel: "Bunlar
ehl-i hadis değilse, başka kim olur bilemem!" demiştir. Kadi İyaz: "Ahmed İbnu Hanbel, bu sözüyle ehl-i sünneti ve ehl-i
hadis mezhebine itikad edenleri kastetmiştir" der.
Nevevî de şu kanaattedir:
"Bu taifenin Allah'ın emrini yerine getiren çeşitli mü'min fırkalar olması
muhtemeldir: Mesela mücahid, fakih, muhaddis, zâhid, emr-i bi'lmaruf, nehy-i
ani'lmünker yapanlar gibi her çeşit hayra koşanlardan her biri bu taife
olabilir. Ayrıca, bunların bir mekanda olmaları da şart değil. Bir arada
olmaları da, her tarafta dağınık bulunmaları da caizdir. Keza bu taifelerden
bir kısmının olup bir kısmının olmaması da caizdir, bu hayır fırkalarının
yeryüzünden birer birer tükenerek en sona tek bir fırkanın kalması da caizdir.
İşte, bunların hepsi inkıraz buldu mu Alah'ın emri (rüzgar) gelecektir."
6- İbnu Hacer der ki: "Bu hadisin ifade ettiği mefhum
şudur: Kim dinde tefakkuh etmezse yani İslam'ın esaslarını ve bu esasların
gerektirdiği teferruatı (furû'u) öğrenmezse hayırdan mahrum kalır." Bu
ma'nâya delil olarak hadisin Ebu Ya'la'da gelen bir vechindeki ziyadeyi
kaydeder: "Kim dinde tefakkuh etmezse Allah ona kıymet vermez." İbnu
Hacer, hadisin sened yönüyle zayıf olduğunu, ancak ma'nânın sahih bulunduğunu
belirtir ve: Zira der, kim dinin meselelerini bilmezse ne fakih (bilgili) olur,
ne de fıkıh tâlibi. Böylece "Onun için hayır murad edilmemiştir" diye
tavsif etmek muvafık olur. Bu durumda, ülemânın diğer insanlara karşı
üstünlüğünün açık bir şekilde ifade edilmiş olduğu görülmektedir.[13]
ـ4110 ـ2ـ
وعن أنس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولِ
اللّهِ #: مَنْ
خَرَجَ فِي
طَلَبَ العِلْم
فَهُوَ فِي
سَبِيلِ
اللّهِ حَتّى
يَرْجِعَ[.
أخرجه
الترمذي .
2. (4110)- Hz. Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular
ki: "İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah
yolundadır." [Tirmizî, İlm 2, (2649); İbnu Mâce, Mukaddime 17, (227).][14]
AÇIKLAMA:
Resulullah bu hadislerinde ilim talebi için mü'minleri seyahate
çıkmaya teşvik buyurmaktadır. Bilhassa Resulullah
devrinin şartlarında seyahat hem meşakkatli
ve hem de hayati muhâtaraları (riskleri) olan bir iştir. Bu zahmet ve
muhâtarayı göze aldıracak pek mergub sebeplere, muknî teşviklere ihtiyaç vardı.
Hadis, tefsir, siyer, tarih gibi rivayete dayanan ilimlerin gelişmesinde
seyahatler zaruri idi. İslam medeniyetinin planlayıcısı ve mimarı mesabesinde
olan Aleyhissalâtu vesselâm bu çeşit teşvikleri çokça yapmış ve böylece Sahâbe,
Tâbiîn ve Etbâuttâbiîn ve müteakip İslam nesilleri seyahate gereken ehemmiyeti
vererek İslamî ilimlerin tedvinini ve İslam medeniyetinin teşekkül ve
terakkisini gerçekleştirmişlerdir.
Seyahatin ehemmiyetini müslümanların nazarında tesbit eden bir de
Kur'ânî âmili yeri gelmişken
hatırlatabiliriz: Kehf suresi 65-82 âyetleri arasında Hz. Musa'nın Hz. Hızır
ile seyahat macerası hikaye edilir. Özetle Hz. Musa, "Sana öğretileni
bana, hayra götüren bir ilim olarak
öğretmen için, peşinden gelebilir miyim?" diyerek izin alır; deniz aşırı bir
seyahata çıkarlar, gemiye binerler, köylere uğrarlar vs...
Aleyhissalâtuu vesselâm’ın seyahate teşvikleri, ülemânın
seyahatleri, seyehatlerle elde edilen neticeler gibi, mevzumuzu ilgilendiren
bir kısım tefferruatı birinci cilt 133-144 sayfaları arasında incelediğimiz
için burada kısa kesiyoruz. .[15]
ـ4111 ـ3ـ
وفي أخرى له
عن سخبرة
مرفوعاً:
]مَنْ طَلَبَ
العِلْمَ
كَانَ
كَفَّارَةً
لِمَا مَضى[.
3. (4111)- Yine Tirmizî'nin
Sahbere (radıyallahu anh)'tan kaydına göre, Aleyhissalâtu vesselâm: "Kim
ilim taleb ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur"
buyurmuştur." [Tirmizî, İlim 2, (2650).][16]
AÇIKLAMA:
1- Bazı âlimler, buradaki ilimden maksadın amel edilecek şer'î
ilim olduğunu söylemiştir. Hadiste "ilim" mutlak geldiği gibi,
"Allah rızası için", "ümmet-i merhumenin maslahatları için"
gibi başka kayıtlar da muvafıktır. Sû-i niyetle veya sırf dünyevî niyetle
öğrenilen ilim şerî ilim de olsa kişiye fayda getirmez. Esas olan niyettir.
2- Aliyyü'l-Kârî'ye göre, hadiste dikkat çeken bir husus,
hadisin, kefaret veya hudud gerektiren
bir kısım günahlara da şâmil olacak bir üslubla mağfireti zikretmiş olmasıdır.
Halbuki Kur'an ve bir kısım meşhur sünnetle sabittir ki bazı günahları
temizlemenin yolu had cezası veya kısas veya maddî kefarettir. Öyle ise, ilim
talebini, "küçük günahlara karşı kefarettir" diye kayıtlı olarak
anlamak daha muvafıktır. Nitekim ülemâ: "Zâhire göre, kefâret:
* Ya küçük günahlara,
* Veya tedariki bulunmayan hukukullah'a.
* Veya tedariki mümkün olmayan hukuku'l-ibad'a hastır"
demiştir. Bu durumda ma'nânın şöyle olması muvafıktır: "İlim talebi,
kişinin günahlarına kefaret olacak, tevbe, işlenen zulmün telafisi vs. gibi
şeylerin hepsine vesiledir.[17]
ـ4112 ـ4ـ
وعن عقبة بن
عامر رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
تَعلَّمُوا
قَبْلَ
الظَّانِّينَ،
يَعْنِي
قَبْلَ
الَّذِينَ
يَتَكَلّمُونَ
بِالظَّنِّ[.
أخرجه رزين
وعلقه البخاري
.
4. (4112)- Ukbe İbnu Âmir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Zancılardan önce, ilim öğrenin yani zanlarıyla
konuşanlardan önce." [Rezin tahric etmiştir. Buharî de bunu bir bab
başlığında muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (Ferâiz 2).][18]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin Buhârî'deki aslında, bu söz merfu değil, Ukbe İbnu
Âmir'inşahsî sözü olarak )قَال
عُقْبَةُ
بْنُ عَامِر( kaydedilmiştir.
2- İbnu Hacer, bu rivayeti açıklama sadedinde der ki: "Bu
rivayette şu hususa işaret vardır: O asrın insanları, nass karşısında
duruyorlar, onu tecâvüz etmiyorlardı. Bazılarından re'ye dayanan fetva
nakledilse de bu, nisbeten azdı. Hadiste, re'ye göre konuşanların çoğalmasından
hâsıl olacak fenalıklara karşı bir ihbar, bir inzar (korkutma) mevcuttur."
Şu da söylenmiştir. "Bu hadisin muradı, "Daha ilim indirâs etmemiş ve
bir ilme dayanmadan zannına göre konuşanlar çıkmamış iken..." demektir.[19]
ـ4113 ـ5ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه قال:
]قَالَ رَسولُ
اللّهِ #:
تَعَلّمُوا
الْفَرَائِضَ
وَالْقُرآنَ
وَعَلّمُوا
النَّاسَ
فَإنِّي
مَقْبُوضٌ[.
أخرجه
الترمذي، وعن
ابن مسعود
بمعناه.وزاد
رزين: »وإنَّ
مَثَلَ الْعَالِمِ
الَّذِي َ
يَعْلَمُ
الْفَرَائِضَ
كَمَثَلِ
البُرْنُسِ
الَّذِي َ
رَأسَ لَهُ« .
5. (4113)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Ferâizi ve Kur'an'ı öğrenin ve halka da öğretin, zira
benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranızdan gideceğim)." [Tirmizî, Ferâiz
2, (2092).] İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'tan aynı ma'nâda bir rivayet
yapılmıştır.Rezin şu ziyadede bulunmuştur: "Ferâizi bilmeyen âlimin
misâli, baş kısmı olmayan bürnus gibidir."[20]
AÇIKLAMA:
1- Ferâiz, "farîza"nın cem'idir. Kesmek ma'nâsına
olan farz kelimesinden alınmadır. Âyet-i kerimede geçen نصِيباً
مَفْرُوضاً ibaresinden alınarak, mirastaki pay
ma'nâsına kullanılmıştır. Şu halde Ferâiz miras taksiminde vârislere düşen
paylar demek olur. Böylece Ferâiz ilmi
deyince, bu payların miktarlarını belirleyen, tesbit eden, bu meselelerle
meşgul olan ilmi anlamak gerekecek.
2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadiste ferâiz ilmini
öğrenmeye teşvik buyurmaktadır. Buna teşvik eden başka hadisler de var. İbnu
Mes'ud'un bir rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm şöyle devam eder:
"Ben gidici bir kimseyim. Bu ilim kaldırılacak. Öyle ki iki
kişi ferâiz hususunda ihtilafa düşecek. Ancak, aralarında ihtilafı halledecek
bir kimse bulamayacaklar." Bir başka hadiste: "Ferâizi öğrenin. Zira
o, ilmin yarısıdır. Bilesiniz ümmetimden ilk çekip alınacak ilim de odur."
Ferâizle ilgili bölümde fazla açıklama gelecek (4706-4757.
hadisler).[21]
ـ4114 ـ6ـ
وعن أبي سعيد
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رَسولُ
اللّهِ لَنْ
يَشْبَعَ
مُؤْمِنٌ مِنْ
خَيْرٍ
يَسْمَعُهُ
حَتّى
يَكُونَ مُنْتَهَاهُ
الْجَنَّةَ[.
أخرجه
الترمذي .
6. (4114)- Ebu Sâid
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla
doymayacak." [Tirmizî, İlm 19, (2687).][22]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, kâmil mü'minin bir vasfını beyan ediyor: Öğrenmeye
doyamamak... لَنْ Arapçada
devam üzere nefy ifade eder. Müntehası cennet olmak, "ölmek"
demektir. Yani, "mü'min-i kâmil, ölüp cennete girinceye kadar hayır
işitmekten asla doymayacak, hayatta kaldığı müddetçe, son ânına kadar hayır
işitmekten zevk almaya devam edecek" demektir.[23]
ـ4115 ـ7ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رسولُ اللّهِ
#:
الْكَلِمَةُ
الْحِكْمَةُ
ضَالَّةُ
الْمُؤْمِنِ
فَحَيْثُ
وَجَدَهَا
فَهُوَ
أحَقُّ
بِهَا[. أخرجه
الترمذي .
7. (4115)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu
hemen almaya ehaktır." [Tirmizî, İlm 19, (2688).][24]
AÇIKLAMA:
1- Hikmet, birçok ma'nâya gelen
câmi bir sözdür. Burada da farklı
anlamalar mümkündür. Mesela İmam Mâlik اَلْفِقْهُ
فِى
الدِّينِ "din
ilmi" olarak anlar. Âyet-i
kerime'de Cenâb-ı Hakk: "Allah
hikmeti dilediğine verir" (Bakara 269)
buyurur. Hikmeti: "Temelleri nakil ve akılla sağlam kılınmış, içerisinde
dakik hakikatlar bulunan ve ma'nâları
kargaşa, hata ve fesaddan korunmuş söz" diye de tarif etmişlerdir.
2- Hikmetli söz diye tercüme ettiğimiz tabir, aynı ma'nâda
olmak üzere كَلِمَةُ
الْحَكْمَةُ veya اَلْكَلِمَةُ
اْلحِكْمَةُ gibi farklı şekillerde rivayet
edilmiştir.
Bu hadisten şu ma'nâlar çıkarılmıştır:
* Hakîm, hikmeti arar, bulursa, hikmete ehaktır, başka bir
deyişle onunla amel edip, ona uymaya ehaktır.
* Hikmetli sözü, bazan ona ehil olmayan bir kimse de
söyleyebilir. Sonra bu kelime ehil olana rastlar, işte bu kimse, o kelimeye
-yanında bulmuş olduğu kimsenin hasisliğine iltifat etmeksizin- söyleyenden
ehaktır.
* İnsanlar, ma'nâları anlamada, gizli hakikatları ortaya çıkarmada,
rümuzlarla ifade edilen esrarı açmada
farklılıklar arzederler. Öyleyse, âyetlerin hakikatlarını ve hadislerin
inceliklerini anlamakta nâkıs kalanların, Allah'ın anlayış fehmettiği ve tahkik
ilham ettiği kimseleri inkara kalkışmamaları gerekir. Tıpkı, kaybolan bir mal
bulunacak olsa, kayıp sahibi ile o mal hususunda ihtilaf edilmediği gibi. Zira
malı, sahibi alır, itiraz edilmez.
Veya bir kayıp mal bulunsa, bu terkedilmez, alınır, ancak sahibi
araştırılır ve kendisine iade edilir. İşte dinleyici de böyledir. Ma'nâsını
anlamadığı, künhüne vâkıf olamadığı bir söz işitse, o kimseye buna zayi
etmemesi, bilakis kendinden daha
anlayışlı olana ulaştırması gerekir, ola ki o bunu anlar, veya onun anlamadığı
ma'nâlar istinbat eder.
Veya nasıl ki, yitik sahibini yitiğini almaktan alıkoymak helal
olmaz, zira o buna ehaktır. Aynı şekilde âlime bir şeyin ma'nâsı sorulduğu zaman gizlemesi buna helal olmaz,
yeter ki soranda bunu anlama kapasitesi görmüş olsun.[25]
ـ4116 ـ8ـ
وعن ابن عمرو
بن العاص
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
الْعِلْمُ
ثََثَةٌ،
وَمَا سِوَى
ذلِكَ فَهُوَ
فَضْلٌ: آيَةٌ
مُحْكَمَةٌ،
أوْ سُنَّةٌ
قَائِمَةٌ،
أوْ
فَرِيضَةٌ
عَادِلَةٌ[. أخرجه
أبو داود .
»اŒية
المحكمةُ« هي
التي
اشتباه فيها
و اختف وما
ليس
بمنسوخ.»وَالسُّنَّةُ
الْقَائِمَةُ«
هي الدائمة
المستمرة
التي العمل
بها متصل
يترك.»وَالفَرِيضَةُ
العَادَلَةُ«
هي التي جور
فيها و حيف في
قضائها .
8. (4116)- İbnu Amr
İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "İlim üçtür. Bunlardan fazlası fazilettir. Muhkem
âyet, kâim sünnet, âdil taksim." [Ebu Dâvud, Ferâiz 1, (2285); İbnu Mâce,
Mukaddime 8, (54).][26]
AÇIKLAMA:
1- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) sağlam ve gerçek ilmin
üç olduğunu ifade buyuruyor:
* Muhkem âyet: Kur'an-ı
Kerim'in müteşâbih olmayan, ma'nâsı zâhir olan âyeti. Bu âyette herhangi bir
iştibah, ihtilaf olmadığı gibi mensuh da değildir. Bu çeşit âyetler kesin ilim
ifade eder.
* Kâim sünnet: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan beri
fâsılasız amel edilegelmekte olan, herkesçe fiilen tatbik edilmekte, yaşanmakta
olan sünnet, "Resulullah'tan sıhhatli bir senetle sahih ve sâbit olan
sünnet" diye de tarif edilmiştir.
* Adil farîza'dan maksad, Kur'an-ı Kerim'de belirtilen nisbetlere
uygun olarak taksim edilen miras payıdır. Burada ilâhî ölçüye uyulduğu için
haksızlık mevzubahis olamaz. Herkese layık
olduğu hakkı Allah vermiştir. Bazı âlimler şöyle der: "Hadiste geçen
farîza'dan murad kendisiyle amel vacib
olan her şeydir, âdile'den murad daKur'an ve sünnetten alınan şeylere vücub-i
amel hususunda müsâvî olan şeylerdir. Bununla, icma ve kıyas'a işaret edilmiş
olmaktadır."
2- "Fazlası fazilettir" ibaresi, geri kalan
ilimlerin öğrenilmesi zaruret değil, öğrenilmese de olur, öğrenilirse fazilet
sağlar demektir.
3- Hattâbî der ki: "Bu hadiste ferâiz öğrenmeye teşvik
var ve onun öğrenilmesinin öncelikle ele
alınması istenmektedir. Muhkem âyet, Kitabullah'tır. Bu hususta ihkam
(sağlamlık) şart koşmuştur. Zira âyetlerden bir kısmı mensuhtur, onlarla amel
edilmez, nâsih olanlarla amel edilir.
Kâim sünnet Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan rivayet edilenlerden sâbit
olanlardır." el-Farîzatu'l-âdile hakkında az önce kaydettiğimize yakın bir
açıklama kaydetmiştir.[27]
ـ4117 ـ9ـ
وعن أبي واقد
الليثي قال:
]بَيْنَا
رسولُ اللّهِ
# جالِسٌ في
المَسْجِدِ
إذْ أقْبَلَ ثََثَةُ
نَفَرٍ
فَأقْبَلَ
اثْنَانِ إلى
رسولِ اللّهِ
# فَوَقَفَا
عَلى رَسولِ
اللّهِ #،
فَرَأى أحَدُهُمَا
فُرْجَةً فِى
الْحَلْقَةِ
فَجَلَسَ،
وَجَلَسَ
اŒخَرُ
خَلْفَهُمْ،
وَأمَّا
الثَّالِثُ
فَذَهَبَ
مُدْبِراً
فَلَمَّا
فَرَغَ رسولُ
اللّهِ #
قَالَ: أَ
أُخْبِرُكُمْ
عَنْ
النَّفَرِ
الثََّثَةِ؟
أمَّا أحَدُهُمْ
فَآوَى إلى
اللّهِ
فَآوَاهُ
اللّهُ،
وأمَّا اŒخَرُ
فَاسْتَحْيَا
فَاسْتَحْيَا
اللّهُ مِنْهُ،
وَأمَّا
اŒخَرُ
فَأعْرَضَ
فَأعْرَضَ اللّهُ
تَعالى
عَنْهُ[.
أخرجه الثثة
والترمذي.الفصل
الثالث: في
آداب العلم
9. (4117)- Ebu Vâkid
el-Leysî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
mescidde otururken üç kişi çıktı geldi. İkisi Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a yönelerek önünde durdular.
Bunlardan biri, bir aralık bularak hemen oraya oturdu. Diğeri de onun gerisine
oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (dersinden) boşalınca
buyurdular:
"Size üç kişiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a
iltica etti, Allah da onu himayesine aldı. Diğeri istihyada bulundu, Allah da
onun istihyasını kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz
çevirdi." [Buhârî, İlm 8, Salât 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta,
Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizî, İsti'zan 29, (2725).][28]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin bazı vecihlerinde Resulullah'ın önünde bir halka
olduğu tasrih edilir. Ve buna dayanılarak ilim ve zikir meclislerinin halka
şeklinde olmasının müstehab olduğuna hükmedilmiştir.
2- Hadisten, önde olanın, boş yere oturmaya ehak olduğu,
halkadaki boşlukları kapamanın müstehab olduğu istinbat edilmiştir. Nitekim
namazda da saflardaki açıklıkların kapatılması emredilmiştir. Öndeki
boşlukların kapatılması için arkadakilerin cemaati yararak ilerlemesi caiz
görülmüştür, yeter ki oturanlar rahatsız edilmesin. Nitekim ikinci zat, cemaat
edebine uyarak, yer aramamış, arka kısma oturuvermiştir. Aleyhissalâtu vesselâm
da onu: "O, Allah'tan istihya etti (utanarak edeb tavrı takındı). Allah da
onun bu utanma halini rızasına muvafık
bularak kabul etti." ma'nâsında beyanıyla takdir etmiştir.
İbnu Hacer, birinci zâtın davranışı ile ilgili olarak: "Hayır
arama yolunda müzâheme (sıkıştırma) yapana övgü vardır" der. Ancak
müzâheme yapmayıp arkadaşının gerisindeki müsait yere oturan da takdir
edilmiştir.
Hadiste takbîh edilen davranış
üçüncü şahsın davranışıdır: İlim (veya zikir) meclisini terketmek. O
meclisten, Allah da ondan yüz çevirmiştir. Allah'ın ondan yüz çevirmesi, ona
gadab etmesi, rahmetini esirgemesidir.
Âlimler: "Bu ayrılış özürsüz ise, ayrılan müslüman
ise..." diye kayıtlar. Ancak o kimsenin münafıklardan biri olabileceği
belirtilmiştir.
3- Âlimler, hadisten: "Günahkarın halini, ondan zecretmek
maksadıyla, haber vermenin caiz olduğu" hükmünü de çıkarırlar ve bunun
gıybet sayılması gerektiğini belirtirler.
4- Hadis, âlimlerin mescidde zikir ve ilim halkaları kurmalarının, halkın da bu halkalara devam etmesinin
faziletli bir amel olduğunu ifade edip teşvikte bulunmaktadır.[29]
ـ4118 ـ1ـ عن
أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
سُئِلَ عَنْ
عِلْمٍ
فَكَتَمَهُ
أُلْجِمَ
بِلِجَامٍ
مِنْ نَارٍ[.
أخرجه أبو
داود
والترمذي،
وهذا
لفظه.والمراد
بذلك العلم
الذي يلزم
تعليمه
ويتعين فرضه ككافر
يسأل عن ا“سم
والدين،
وكحديث عهد
با“سم يسأل عن
الصة، وكمن
جاء مستفتياً
في حل وحرام فيلزمه
تعليمه
وجوابه. ومن
منعه استحق
الوعيد، وليس
ا‘مر كذلك في
نوافل العلم
التي يلزم
تعليمها .
1. (4118)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse
(kıyamet günü) ateşten bir gem ile gemlenir." [Ebu Dâvud, İlm 9, (3658);
Tirmizî, İlm 3, (2651).][30]
AÇIKLAMA:
Bu ilimden maksad öğretilmesi gereken, farz olduğu açıkça bilinen
ilimlerdir. Sözgelimi kâfir, İslam ve din hakkında bir şeyler sorsa bunun
ketmedilmemesi gerekir. Keza yeni müslüman olmuş bir kimse namaz hakkında
soracak olsa veya bir kimse gelip, haramhelal hakkında soracak olsa bütün
bunların cecvaplanması, öğretilmesi gerekir. Bildiği halde bunları cevaplamayan
hadisteki tehdide müstehak olur. Ancak hüküm, öğretilmesi gerekmeyen nafile
şeyler hakkında böyle değildir.[31]
ـ4119 ـ2ـ
وعن سهل بن
سعد رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
وَاللّهِ ‘نْ
يُهْدَى
بِهُدَاكَ
رَجُلٌ
وَاحِدٌ
خَيْرٌ لَكَ مِنْ
حُمْرِ
النَّعَمِ[.
أخرجه أبو
داود .
2. (4119)- Sehl İbnu Sa'd
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet
verilmesi, senin için kıymetli develerden
müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır." [Ebu Dâvud, İlm 10, (3661);
Buhârî, Ashabu'n-Nebi 9; Müslim, Fedâilu'l-Ashâb 34, (2046).][32]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet Buhârî'de daha uzun olarak kaydedilmiştir.
Mezkur rivayetteki ziyadeye göre, hadis, Hz. Ali (radıyallahu anh)'a Hayber'in
fethi sırasında söylenmiştir. Fedâil bölümünde (4407) geleceği için burada yer
vermiyoruz.
2- Na'am, "en'âm"ın müfredidir, sığır, davar, gibi
otlatılan hayvanların müşterek ismi ise
de daha ziyade deve kastedilmiştir. Humru'nna'am devenin güçlüsü kıymetlisi
demektir, el-ibilü'lhumru tabiriyle arap, en enfes malını ifade etmiştir. Şu
halde hadiste, bir kişinin hidayetine sebep olmanın ehemmiyeti, getireceği
sevap böyle bir teşbihle ifade buyrulmuştur. Ma'nâ: "Bir kişinin
hidayetine vesile olmakla elde edeceğin
sevap, en kıymetli malı tasadduk ederek
elde edeceğin sevaptan daha üstün"
demek olur.[33]
ـ4120 ـ3ـ
وعن أبي هارون
العبدي قال:
]كُنَّا
نَاتِي أبَا
سَعِيدٍ
الْخُدَرِيَّ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ فَيَقُولُ
مَرْحَباً
بِوَصِيَّةِ
رَسُولِ
اللّهِ #،
إنَّ رَسُولَ
اللّهِ #
قاَلَ لَنَا:
إنَّ
النَّاسَ
لَكُمْ
تَبَعٌ،
وَإنَّ رِجَاً
يَأتُونَكُمْ
مِنْ
أقْطَارِ
ا‘رْضِ يَتَفَقَّهُونَ
فِي الدِّينِ.
فَإذَا
أتَوْكُمْ
فَاسْتَوْصُوا
بِهِمْ
خَيْراً[.
أخرجه
الترمذي وضعفه
.
3. (4120)- Ebu Hârun
el-Abdî anlatıyor: "Biz Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh)'a uğradık. O
bize: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (bize) vasiyetine
merhaba" (derdi ve ilave ederdi): Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
demişti ki: "İnsanlar (dinde) size tabidirler. Size (aktar-ı âlemden
yani) dünyanın her tarafından bir kısım erkekler gelip İslam dinini
öğrenecekler. Onlar geldikleri vakit,
onlara hep hayrı tavsiye edin." [Tirmizî, İlm 10, (3661).][34]
AÇIKLAMA:
Burada, Ebu Sa'îdi'l-Hudrî'nin hadis vs. öğrenmek üzere, kendisine
uğrayan tâliblere Resulullah'ın vasiyeti diye hitab ettiğini görmekteyiz:
"Ey Resulullah'ın vasiyetleri! Hoş geldiniz, merhaba, buralarda rahat
olasınız!" ma'nâsında bir hoşâmedî hitabı.
Niye böyle hitab ettiğini de açıklıyor. Çünkü Efendimiz
(aleyhissalâtu vesselâm), vefatından sonra İslam'a giren nice diyarlardan insanların, dinlerini öğrenmek
üzere Daru'ssünne olan Medine'ye veya sünnetin hameleleri durumunda olan
Ashab-ı kirâm'a fevç fevç geleceklerini haber vermiş, bu taliblere iyi
davranmalarını vasiyet etmiş, "Sizler sünneti benden gördünüz, sözlerimi
işittiniz, öğreniniz, o hususlarda bana
uydunuz. İnsanlar bunları öğrenmek üzere size
gelince, siz de onlara iyi davranın,
hayrı tavsiye edin, hayra uymayanlarını emredin, onlara nasihat edin,
dini eksiksiz öğretin" ma'nâsında
vasiyette bulunmuştur. Gerçekten de Resulullah'ın bu ihbarı aynen çıkmıştır. Hatta el-Alâî: "Bu, Efendimizin
mucizelerinden biridir, aynen olmuş, bu sayede Allah dinini korumuştur"
der.
Bu hadiste, hariçte olanlara, dini öğrenmek üzere Medine'ye,
Ashab'a koşmak emredildiği gibi, Ashab'a
da bu gelenlere karşı iyi davranmaları, anlayışlı olup hüsn-ü kabul göstermeleri,
iyi ağırlamaları tavsiye edilmiş olmaktadır.
Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu
vasiyeti, sadedinde olduğumuz rivayette de görüldüğü üzere gerçekten
müessir olmuştur. Münâvî der ki: "Bazı sahâbeler, kendisine bir tâlib
gelince, ona: "Hoş geldin Resulullah'ın
vasiyeti!" diye hitab ederdi. Hadisten bilistifade, tâlib'in kendi katında
insanların en azizi olduğunu, kendine ehlinden daha yakın bulunduğunu kabul
ederdi. Bu sebeple, selef ülemâsı hayatlarında ve ölümlerinden sonra halka
faydalı olacak bir talebe avlayabilmek için içtihad ağları atarlardı. Ayrıca,
talebelerine karşı fevkalâde mütevâzi davranırlar. Onlar yanlarına geldikleri
zaman hoşâmedî ederler, ikramlarda bulunurlar, hal ve hatırlarını sorarak
gönüllerini alırlar, güler yüzle muamelede bulunurlardı.
Görüldüğü üzere, Resulullah'ın bu tavsiyesi, İslam
memleketlerinde talebelerin himayesine,
onların hocalarıyla olan münasebetlerinin iyileşmesine müessir olmuş, ilmin
artmasına, medeniyetimizin gelişmesine fevkalâde katkıda bulunmuştur. Evet tekrar
ediyoruz, insanlık tarihinin iftihar edeceği İslam medeniyetinin birinci
mühendis ve mimarı Resulü Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'dır. Onun fiil ve
sözleri, bu medeniyetin pek detaylı bir planını ve sonra da yapı taşlarını
teşkil etmiştir[35]. عَلَيْهِ
وَعَلَى
اَلِهِ
وَاَصْحَابِهِ
مِنَّا اَكْمَلُ
السََّمِ
وَاَطْيَبُ
التَّسْلِيمَاتِ
ـ4121 ـ4ـ عن
يزيد بن سلمة
الجعفي قال:
]قُلْتُ يَا رَسولَ
اللّهِ إنِّي
سَمِعْتُ
مِنْكَ حَدِيثاً
كَثِيراً
أخَافُ أنْ
يُنْسِىَنِي
أوَّلَهُ
آخِرُهُ
فَحَدِّثْنِي
بِكَلِمَةٍ تَكُونُ
جِمَاعاً.
فَقَالَ:
اِتَّقِ
اللّهَ فِىمَا
تَعْلَمُ[.
أخرجه
الترمذي. وزاد
رزين: ]وَاعْمَلْ
بِهِ[
»يُقَالُ
كَلِمَةُ
جِمَاعٍ« إذَا
جمعت كلمات .
4. (4121)- Yezîd İbnu
Seleme el-Cûfî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedim,
ben senden pek çok hadis işittim. Ancak bunlardan, sonradan işittiklerimin,
önceden işittiklerimi unutturacağından korkuyorum. Bana (hepsinin yerini
tutacak) câmî bir kelime söyle!"
"Bildiklerinde Allah'a karşı müttakî ol (bu sana
yeter)!" buyurdular."
[Tirmizî, İlm 19, (2684).]
Rezîn şu ziyadeyi yaptı: "...ve onunla amel et!"[36]
AÇIKLAMA:
Burada Resûlullah, istikamet üzere olmak için çok ilim gerekmediğini, az ilimle de
insanın istikametini koruyabileceğini talim buyurmaktadır. Zira, hadise göre,
istikametin temelini, ilim değil Allah korkusu teşkil etmektedir. Gerçek bu
değil mi? Dinimizin haramlarını, farzlarını bilmeyen çıkar mı? Ya bunları
yerine getirenler? İşte bunlar az. Elbette ilmin getireceği kemal inkâr
edilemez. Ama o da âmil olanadır. Bildikleriyle
amel eden kişi ilimle kemâle ulaşır, her amelini mükemmel yapar ama,
ameli olmayan kimseye ilim, ikinci bir vebal getirir. Şu halde öncelikle esas
olan Allah'tan korkup amele koşmaktır.[37]
ـ4122 ـ5ـ
وعن ربيعة بن
أبي
عبدالرحمن
قال: ]َ يَنْبَغِي
لِمَنْ
عِنْدَهُ
شَىْءٌ مِنَ
الْعلْمِ أنْ
يُضَيِّعَ
نَفْسَهُ[.
أخرجه
البخاري تعليقاً.
5. (4122)- Rebî'a İbnu Ebî
Abdirrahmân der ki: "Yanında bir
miktar ilim olan kimseye, nefsini zayi etmesi münasib düşmez." [Buhârî bab başlığında kaydetmiştir. (İlim 21).][38]
AÇIKLAMA:
1- Buhârî bu hadisi "İlmin kalkması, cehaletin zuhur
etmesi" diye başlıklanmış bir babta muallak olarak kaydeder. Bu bab, esas
itibariyle ilme teşvik için tanzim edilmiştir. Çünkü ilmin kalkması demek,
Ulemanın yok olması, yerine âlimin yetişmemesi demektir. Değilse ilim,
insanlara unutturulmak veya kalplerinden sökülüp alınmak suretiyle cemiyetten
çıkacak değildir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhtelif hadislerinde,
ilme himmet gösterilmesi, Ulemanın yetiştirilmesi hususunda dikkat çekmek,
bunun ehemmiyetini duyurmak için "ilmin kaldırılacağı" "çekip
alınacağı" tehlikelerinden bahsetmiştir. Nitekim müteakiben yedinci
fasılda ilmin kaldırılmasıyla ilgili bazı hadisler göreceğiz.
2- Sadedinde olduğumuz hadis maktu bir hadistir. Çünkü, kâili
(söyleyeni) Medine'nin meşhur fakihlerinden Rebi'atu'r-Re'y'dir. Tâbiin'
dendir. Hz. Enes (radıyallahu anh) ve başka sahabîlerden hadis almıştır.
İçtihadla fazla meşgul olduğu için
Rebîatu'r-Re'y diye meşhur olduğu söylenir. 133-142 yılları arasında vefat
etmiştir. Sünneti iyi bilen re'yde dirayetli bir kimse idi. İmam Mâlik:
"Rebî'a'nın vefat ettiği günden beri fıkhın tadı kalmadı" demiştir.
3- İbnu Hacer, Rebî'a'nın bu sözden kasdettiği şey hususunda
birkaç vecih kaydeder:
* Kimde ilim için bir anlayış ve kabiliyet varsa, ona, nefsini
ihmal etmesi ve ilimle meşguliyeti
terketmesi yakışmaz, tâ ki, bu hal ilmin kalkmasına müeddi olmasın.
* Veya maksadı, ehli yani liyakatliler arasında ilmin neşrine
teşviktir, tâ ki âlim, ilmi başkasına
aktarmadan önce ölmesin, zira bu
suretle de ilim ortadan kalkmış olur.
* Veya muradı, âlimin kendini ortaya çıkarması, herkese
arzetmesi ve başkalarının kendinden ilim almasını sağlamasıdır, tâ ki, ilmi
(kendi ölümüyle) zayi olup gitmesin.
* Şöyle diyen de olmuştur: "Bundan muradı ilmi tazim ve ona
saygıdır. Öyleyse nefsini dünyalığa arzederek alçaltmamalıdır."[39]
ـ4123 ـ1ـ عن
عكرمة أن ابن
عباس رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: ]حَدِّثِ
النَّاسَ
مَرَّة في
الْجُمْعَةِ
فَإنْ
أبَيْتَ
فَمَرَّتَيْنِ،
وَإنْ
كَثَّرْتَ
فَثَثاً، وََ
تُمِلَّ
النَّاسَ
هذَا
الْقُرآنَ.
وََ
أُلْفِيَنَّكَ
تَأتِي
الْقَوْمَ
وَهُمْ فِي
الْحَدِيثِ مِنْ
حَدِيثِهِمْ
فَتَقُصَّ
عَلَيْهِمْ فَتَقْطَعَ
عَلَيْهِمْ
حَدِيثَهُمْ
فَتُمِلَّهُمْ،
وَلكِنْ
أنْصِتْ.
فإذَا
أمَرُوكَ
فَحَدِّثْهُمْ
وَهُمْ
يَشْتَهُونَهُ.
وَانْظُرِ
السَّجْعَ
مِنَ
الدُّعَاءِ
فَاجْتَنِبْهُ،
فَإنِّي
عَهِدْتُ
رَسولَ اللّهِ
#
وَأصْحَابَهُ
َ يَفْعَلُونَ
ذلِكَ[. أخرجه
البخاري .
1. (4123)- İkrime
rahimehullah anlatıyor: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) dedi ki:
"İnsanlara haftada bir kere hadis konuş. Buna uymazsan iki kere olsun.
Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı şu Kur'an'dan usandırma! Halk
kendi meselelerini konuşurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek, bir
şeyler anlatıp onları bıktırdığını
görmeyeceğim. Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip
"Konuş!" diye talebte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman
konuşursun. Dua'da seci meselesine
dikkat et ve ondan kaçın. Zira ben, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve
Ashab-ı Kirâm'ın devrinde yaşadım, bunu yapmıyorlardı." [Buharî, Da'avât
20).][40]
AÇIKLAMA:
1- Burada halkı irşad ve talimde mühim bir edeb beyan edilmektedir: Haftada
bir çok kere değil, en ziyade üç kere irşad etmek. Normali bir defadır. Sebebi
de açıklanmaktadır: Usandırmamak..
2- İkinci bir husus, tâlib olmayan, istek izhâr etmeyene de
tahdiste bulunmamak, İbnu Hacer buna mekruh der.
3- Hadis, ayrıca insanların konuşmalarını keserek talimde bulunmayı da yasaklıyor. Âlimler
buradan hareketle "ilim, isteyene, hırs gösterene öğretilmelidir"
demiştir. Öyleyse, ilmi neşredenler, önce öğrenmeye arzu uyandırıcı tedbirler almalı, arzuların
uyanacağı fırsatları kollamalı, ondan sonra anlatmaya geçmelidir. Bu durumlar
göz önüne alınmadan yapılacak neşr-i ilim faaliyeti nefret uyandırır, akim
kalır.
4- Hadis, bir de duada secî denen nesirde kafiyemsi ses
benzerlikleri kullanmayı yasaklamaktadır. Zira bunda bir gayr-ı tabiîlik
(tekellüf) vardır. Ayrıca secî yapacak kelimeler ma'nâ yönünden kısırlık,
zıtlık getirebilir.Bu sebeplerle ne Resulullah, ne ashab, secîye
özenmemişlerdir. Ancak tabiî şekliyle, kendiliğinden vâki olan secînin mekruh
olmayacağı, burada belirtilen yasağa
girmeyeceği de kabul edilmiştir. Nitekim hadiste bunun örnekleri var. Biri
şöyle: "Allahümme münzilü'l-Kitab,serî'u'lhisâb, hâzimu'l-ahzâb. "Ey
kitabı indiren, hesabı çabuk yapan, hizibleri dağıtan Allahım!..."
Ezherî der ki: "Secîli sözü Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın mekruh kılışının sebebi, onun kâhinlerin sözlerine
benzemesidir."[41]
ـ4124 ـ2ـ
وعن علي
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]حَدِّثُوا
النَّاسَ
بِمَا
يَعْرِفُونَ
أتُحِبُّونَ
أنْ
يُكَذَّبَ
اللّهُ
وَرَسُولُهُ[.
أخرجه
البخاري .
2. (4124)- Hz. Ali
(radıyallahu anh) demiştir ki:
"İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resulünün tekzib
edilmelerini ister misiniz?" [Buhârî, İlm 49.][42]
ـ4125 ـ3ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]مَا أنْتَ
بِمُحَدِّثٍ
قَوْماً
حَدِيثاً َ
تَبْلُغُهُ
عُقُولُهُمْ
إَّ كَانَ
لِبَعْضِهِمْ
فِتْنَةً[.
أخرجه مسلم .
3. (4125)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) diyor ki: "Sen bir cemaate akıllarının almayacağı bir
şey söylersen mutlaka bu, bir kısmına fitne olur." [Müslim, Mukaddime 5.][43]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Ali burada, muhatabın anlayacağı şeylerle irşad
yapmayı, anlayamayacakları şeylerden bahsetmemeyi emretmektedir. Hadisin bir başka
vechinde " وَدَعُوا
مَايُنْكِرُونَ..
. "Anlaşılması
zor olacak şeyleri de terkedin" denmiştir.
2- Âlimler bu hadisten hareketle "müteşâbih"
meselelerin ulu orta halka açıklanmasını
mekruh addetmişlerdir.
İbnu Hacer, bir kısım hadislerin tahdis edilmesini (anlatılmasını)
mekruh addeden Selef'ten örnekler verir:
* Ahmed İbnu Hanbel, zâhiri sultana isyan etmeyi ifade eden hadisleri;
* İmam Mâlik, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarıyla ilgili hadisleri;
* Ebu Yusuf, garâibe giren hadisleri;
* Hz. Ebu Hüreyre de halkın anlayamayacağı endişesiyle bir
kısım hadisleri rivayet etmediğini söylemiştir ki bunların Huzeyfe (radıyallahu
anh) tarafından rivayet edilen fitne ile ilgili rivayetler olduğu kabul
edilmiştir.[44]
* Hasan Basrî hazretleri, Hz. Enes (radıyallahu anh)'ın
Resulullah'ın Ureynelilere verdiği cezaya müteallik haberi Haccâc'a anlatmasını
hoş karşılamamıştır. Zira Haccâc, müslümanların kanını ölçüsüzce dökmede onu
esas almış, hiç bir fıkhî usule uymayan hükümler çıkarmıştır.
Rivayet edilip edilmeyecek
meseleyi tesbitte ölçü, hadisin zâhirinin bid'ayı takviye etmesidir. Aslında,
bu çeşit hadislerde zâhir murad değildir. Bu çeşit hadislerin zâhirini almaya
kalkılacağından korkulduğu durumlarda, o
hadisleri (veya meseleleri) rivayet etmemek daha iyidir.[45]
ـ4126 ـ1ـ عن
ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قالَ
رسولُ اللّهِ
#: نَضَّرَ
اللّهُ
امْرَأً سَمِعَ
مِنَّا
شَيْئاً
فَبَلَّغَهُ
كَمَا سَمِعَهُ
فَرُبَّ
مُبَلِّغٍ
أوْعَى مِنْ
سَامِعٍ[.
أخرجه
الترمذي
وصححه.»نَضَرَ
اللّهُ اَمراً«
بتخفيف الضاد
وتشديدها
معناه: حسنه
وجمله .
1. (4126)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Benden bir şey işitip onu (artırıp eksiltmeden) işittiği
şekilde başkasına ulaştıran kimsenin (Kıyamet günü) Allah yüzünü taze kılsın.
Zira, kendisine ulaştırılan öyleleri var ki, bizzat işitenden daha iyi
kavrar." [Tirmizî, İlm 7, (2658).][46]
ـ4127 ـ2ـ
وعن ابن عمرو
بن العاص
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: ]قَالَ
رسولُ اللّهِ
# بَلِّغُوا عَنِّي
وَلَوْ
آيَةً،
وَحَدِّثُوا
عَنْ بَنِي
إسْرَائِيلَ
وََ حَرَجَ،
وَمَنْ كَذَبَ
عَلَيَّ
مُتَعَمِّداً
فَلْيَتَبَؤَأْ
مَقْعَدَهُ
مِنَ
النَّارِ[.
أخرجه البخاري
والترمذي.قوله
»حَدِّثُوا
عَنْ بَنِى إسْرَائِيلَ
وََ حَرَجَ«
ليس فيه
إبَاحة الكذب
في اخبار عنهم
ورفع ا“ثم عمن
نقل عنهم
كذبا، ولكن
معناه الرخصة
في الحديث
عنهم على معنى
البغ وإن لم
يتحقق ذلك
بنقل ا“سناد
‘نه أمر تعذر لبعد
المسافة وطول
المدة.
2. (4127)- Abdullah İbnu
Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bir âyet bile olsa benden başkasına götürün.
Benî İsrail (hikayelerin)den de rivayet edin, bunda bir mahzur yok. Ancak kim
bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazırlasın."
[Buharî, Enbiya 50; Tirmizî, İlm 13, (2671).][47]
AÇIKLAMA:
1- Bu iki rivayet, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın,
Ashabını hadis rivayetine yapmış olduğu teşviklere örnek teşkil etmiştir. Şeriat-ı garramızın ikinci kaynağı
olarak hadisin ehemmiyetine mütenasib bir ciddiyet ve ısrarla Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) hadislerin öğrenilmesine ve rivayet edilmesine gereken
ihtimamı göstermiştir.
2- Birinci hadis, yapılacak rivayetlerin aslına uygun olması
gereğini vurgulamaktadır. Anlamasa bile, nasıl işitti ise öyle rivayet etmesi
istenmekte, doğrudan dinleyen, yeterince anlamamış olsa bile kendisine
ulaştırılanın ondan daha iyi anlayabileceğine dikkat çekilmektedir. Bu sonuncu
ifade dahi, asla uygunluğa riayeti sağlamaya yöneliktir.
Resulullah'ın hadislerini rivayette, en mühim hususlardan biri
asla uygunluktur. Âlimler lafzî
rivayeti, manevi rivayete üstün kabul etmiştir. Ancak, manen rivayete de cevaz
verilmiştir, çünkü hadisler, Kur'an vahiyleri gibi Resulullah'ın sıkı kontrolü
altında yazdırılmadı.
3- İkinci hadiste farklı bir husus, İsrailiyat'ın rivayetine
cevazdır. Zira İsraili hikayelerde bir kısım ibretler var. Bu hikayelerin asla
uygunluğu oldukça meşkuk bir durum arzeder. Bunlar zaman içinde uydurulmuş da
olabilir. Bu, uydurma olma ihtimaline rağmen, Resulullah'ın onları rivayet
etmeye müsaade etmesi yalan rivayetlere ruhsat verme değildir. Uydurma hadis
rivayet etmenin hükmü de hadiste belirtilmiştir.
Şu halde, İsrailî olduğu belirtilerek yapılan rivayetler
"yalanı rivayet etme"nin şümulüne girmeyecektir.
4- Resulullah'a yalan nisbeti yasaklayan rivayet çoktur ve
mütevatirdir. Belki de en çok sahabe
tarafından rivayet edilme şerefine bu hadis ermiştir. Resulullah'ın
"işittiğiniz şekliyle rivayet edin" emriyle, "Bana yalan nisbet
eden cehennemdeki yerini hazırlasın" tehdidini birleştiren, pek çok
sahabeyi, Resulullah'tan duyduklarımı rivayet ederken aynıyla rivayet edemez miyim, kendimden bir kelime mi
katarım veya bir kelime eksik mi bırakırım, böyle olunca Resulullah'a yalan
nisbet etmiş duruma mı düşerim? diye fevkalâde ciddi
endişeye sevketmiş rivayet hususunda kendi kendini frenlemeye, az rivayet
etmeye -ve hatta Saîd İbnu Zeyd örneğinde olduğu üzere-
hiç rivayette bulunmamaya sevketmiştir.
Bu çeşit durumlar, bizim hadise karşı olan güvenimizi
artırmaktadır. Zira bunlar bir taraftan Resulullah'ın tedbirini, diğer taraftan
Ashab'ın bu tedbirlere riayetini göstermektedir.
5- İbnu Hacer, İsrâilî
hikayelerden rivayet izninin muahhar ve hatta, ahkamın ve dînî
kaidelerin istikrar bulmasından sonraya rastladığını, daha önce fitne
endişesiyle onlardan rivayet ve hatta kitaplarını okumasının dahi
yasaklandığını belirtir.
6- "Mahzur yoktur" ibaresi ile şu manaların
kastedildiği belirtilmiştir.
* Onlardan işittiğiniz acib şeylere kalbiniz daralmasın, bu onların
başına sıkça vâki olmuştur.
* Onlardan anlatmanızda da bir mahzur yok. Zira önceki حَدِّثُوا ifadesi emir sîgasıdır ve vücub ifade
eder. Şu hade bu sîga ile vücub kastedilmediğine "...mahzur yoktur"
ibaresiyle işaret edilmiştir.
* Bundan murad, onların hikayelerini anlatan kimsenin
kullanacağı kötü kelimeler sebebiyle hatıra gelecek mahzurun ondan
kaldırıldığını ifade eder. Mesela
ayette, onların Hz. Musa'ya söyledikleri
"Sen ve Rabbin, ikiniz gidin ve savaşın biz burada kalacağız"
(Mâide 24) sözlerini nakil böyledir, benzeri edebsizliklerini naklide mahzur
yok demektir.
* Benî İsrâil'den murad, bizzat İsrâil'in çocuklarıdır. Bunlar da
Hz. Yakub'un evlatlarıdır. Böyle olunca murad, "Onların babaları Yusuf
(aleyhisselâm)'la olan kıssalarını anlatın" olur. Ancak bu tevilin en uzak
tevil olduğu belirtilir.
* İmam Mâlik der ki: "Bundan murad onların güzel hallerinin
anlatılmasının cevazıdır. Yalan olduğu bilinenlerin rivayeti caiz
değildir."
* "Onlardan, Kur'an ve sahih hadiste gelmiş olan meselelerini
tahdis edin" demektir.
* Onların hikayesi, inkıtâ, belâğ her ne suretle vâki olduysa öyle
rivayete cevazdır, çünkü onları rivayette ittisal kurmak mümkün değildir. Ancak
İslamî ahkâmı tesbit eden
rivayetler böyle değil. Zira
bunları rivayette asıl olan, ittisaldir. Öbürü, zamanca uzaklık sebebiyle
ittisal mümkün değil ise, beriki zamanın yakınlığı sebebiyle ittisal mümkündür.
* İmam Şâfiî der ki: "Malum olduğu üzere, Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) yalan haberin rivayetini tecviz etmez. Öyleyse ma'nâ:
"Benî İsrail'den yalan olduğunu bilmediklerinizi rivayet edin. Size tecviz
edilenlerin onlardan rivayet edilmesinde sizin için bir mahzur yoktur. Bu
Resulullah'ın şu sözüne benzer: "Ehl-i kitap size bir rivayette bulunursa
onları ne tasdik edin ne de tekzib." Sıdkı kesin olan şeylerin söylenmesi
hususunda ne yasaklama, ne de izin vârid olmadı."
7- Ehl-i sünnet ülemâsı, Resulullah'a yalan nisbet etme
karşısında tavizsiz olmada ittifak eder ve büyük günahlardan addeder. Şeyh Ebu
Muhammed el-Cüveynî daha da ileri gidip, Resulullah'a yalan nisbet etmeye küfür
hükmünü vermiştir. Ebu Bekr İbnu'l-Arabî de buna meyletmiştir. Başta Kerramiye
olmak üzere sapık fırkalara mensup bazıları, dinî umura hizmet, sünnet
ehlininin yolunu güçlendirmek, tergib ve terhibe yardımcı olmak gibi gayelerle
Resulullah'a yalan nisbet etmenin caiz olduğunu söylemiş ve şöyle bir
gerekçe ileri sürmüşlerdir: "Bu hususta
vaîd, Resulullah'ın aleyhindeki
yalan hakkında vârid oldu, lehindeki yalan için değil. İbnu Hacer der ki:
"Bu bâtıl bir gerekçedir, zira vaîd Aleyhissalâtu vesselâm'dan yalan nakil
hakkında gelmiştir, lehinde veya aleyhinde diye bir ayırım yoktur. Dinimiz ise,
Allah'a hamdolsun kâmildir, yalanla tamamlanacak bir eksik yönü yoktur. Takviye
görmek için yalana, bâtıla muhtaç değildir.[48]
ـ4128 ـ3ـ
وعن محمود بن
الربيع
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال:
]عَقَلْتُ
مِنْ رَسُولِ
اللّهِ # مَجَّةً
مَجَّهَا فِي
وَجْهِي مِنْ
دَلْوٍ مِنْ
بِئْرٍ
كَانَتْ فِى
دَارِنَا
وَأنَا ابْنُ
خَمْسِ
سِنِينَ[.
أخرجه
الشيخان .
3. (4128)- Mahmud
İbnu'r-Rebî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ben beş yaşlarımda iken, evimizin kuyusunun kovasından ağzına
aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum." [Buhârî, İlm 18; Müslim,
Mecâcid 54 (33).][49]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisi Buhârî "Çocuğun hadis dinlemesi ne zaman
sahih olur" adını taşıyan bir babta kaydeder. Öyleyse hadis,
çocuğun daha büluğa ermezden önce hadis dinleyebileceğini ve dinlediği hadisin
muteber addedilmesi için bülûğun şart olmadığını ifade etmektedir. Aksi
takdirde beş yaşında görülen bir hadisenin bilahare rivayeti makbul olmamalı
idi.
Ancak şunu belirtelim ki bu husus biraz ihtilaflıdır. Yahya İbnu
Maîn, hadis dinleme yaşını en az onbeş kabul eder, delil olarak henüz büluğa
ermemiş olan İbnu Ömer'in Uhud savaşına alınmayışını gösterir. Bu görüş Ahmed
İbnu Hanbel'e ulaşınca: "Hayır, işittiğini aklında tuttu mu hadis dinler;
İbnu Ömer hadisesi savaşla ilgilidir" der.
Hatibu'l-Bağdâdî el-Kifâye'de küçük yaşta öğrendiklerini sonradan
rivayet eden ve muhaddislerce makbul addedilen zevattan örnekler verir.
Muhaddisler arasında esas olan görüş de budur: Temyiz halinde
dinlediğini bilahare büluğdan sonra
rivayet etti mi makbuldür.
Buhârî, bu rivayeti kitabına aldığına göre, o da küçük yaşta
dinlemenin caiz olduğu görüşündedir.
2- Hadiste başka faideler
de var:
* İmam, arkadaşlarının evini ziyaret eder.
* Ziyaret sırasında çocuklara şaka yapar.
* Beş ve hatta daha küçük yaştaki çocuklar ilim halkalarına
götürebilir.
* İlim meselesinde yaşa itibar edilmez, hitab edileni tam
olarak anlama durumuna bakılır.
* Fukaha temyiz yaşını 6-7 olarak tesbit eder.[50]
ـ4129 ـ4ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]حَفِظْتُ
مِنْ
رَسُولِ اللّهِ #
وِعَاءَيْنِ
فَأمَّا
أحَدُهُمَا
فَبَثَثْتُهُ
فِيكُمْ.
وَأمَّا
اŒخَرُ فَلَوْ
حَدَّثْتُكُمْ
بِهِ
لَقَطَعْتُمْ
هذَا الْبَلْعُومَ[.
أخرجه
البخاري.
وقال
»البلعوم«
مجرى الطعام .
4. (4129)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan iki
kap ilim hıfzıma aldım. Bunlardan birini aranızda neşrettim. Ama diğerini
söyleyecek olsam şu gırtlağımı kesersiniz." [Buhârî, İlm 42.][51]
AÇIKLAMA:
Ebu Hüreyre hazretleri, burada Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)' dan öğrendiği hadislerden bir kısmını rivayet etmekten çekinerek
ketmettiğini belirtmektedir. Ülemâ, neşredilmeyen ilmin, kötü emirlerin isim ve
ahvalini ve çıkacakları zamanı beyaneden
hadisler olduğunu söylerler. Ebu Hüreyre'nin bunların bazılarına kinâye yoluyla
işaret ettiği, ama tasrih etmekten
korktuğu söylenmiştir. Mesela şu sözü onlardan biridir: "Altmışın başından
ve çocuğun başkanlığından Allah'a sığınırım." Bununla Yezîd İbnu Muâviye'nin hilafetine
işaret ettiği belirtilir. Çünkü, onun hilafeti
hicretin 60. yılında idi. Allah Ebu Hüreyre'nin duasını kabul etmiş ve
ruhunu bir yıl önce kabzetmiştir.
Ebu Hüreyre, "Gırtlağımı keserdiniz" sözüyle, zalim
idarecileri kastetmiştir. Ayıplarını işitmekten rahatsız olarak, hayatına
kıyacaklarından korktuğunu belirtmiştir.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'ın rivayetten çekindiği fitne
ile ilgili hadisleri, "Herkes hayırdan sorarken, gelip bana bulaşır mı
korkusuyla ben şerden sorardım" diyen Huzeyfe (radıyallahu anh), kısmen
rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre'nin
haklılığını, yani Resulullah'ın fitne ilgili olarak çok sayıda ve pek
teferuatlı açık beyanlarının bulunduğunu anlamak için, Ebu Dâvud'da yer
alan bir Huzeyfe hadisini kaydediyoruz. Der ki: "Vallahi
bilemiyorum, arkadaşlarım gerçekten
unuttular mı, yoksa unutmuş mu görünüyorlar. Vallahi Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Kıyamete kadar gelecek ve adamlarının sayısı üçyüz ve
daha fazla olacak bütün fitne başlarını bize adıyla, babasının ve kabilesinin
adıyla zikretti."[52]
ـ4130 ـ5ـ
وعن أبي ذرّ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ أنه قال:
]لَوْ
وََضَعْتُمْ
الصِّمْصَامَةَ
عَلى هذِهِ،
وَأشَارَ إلى
قَفَاهُ،
ثُمَّ
ظَنَنْتُ
أنِّي
أُنْفِذُ كَلِمَةً
سَمِعْتُهَا
مِنْ رَسُولِ
اللّهِ #
قَبْلَ أنْ
تُجِيزُوا
عَليّ
‘نْفَذْتُهَا[.
أخرجه البخاري
تعليقا.»الصِّمصامةُ«
والصمصام:
السيف .
5. (4130)- Ebu Zerr
(radıyallahu anh) demiştir ki:
"Eğer kılıncı şuraya koysanız
-eliyle ensesini göstermiştir- ben bu esnada, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan işitmiş bulunduğum bir hadisi, sizin işimi bitirmezden önce
söyleyebileceğime kanaatim gelse onu mutlaka söylerim." [Buhârî, İlm 10.][53]
AÇIKLAMA:
Ebu
Zerr (radıyallahu anh)'ın bu sözü, Ashabtan bir kısmının, Resulullah'ın
sözlerinden bildiklerini rivayette pervasız olduklarını söylemek, rivayet etmek
hususunda ölüm dahil hiçbir şeyden korkmadıklarını göstermektedir. İşte Hz. Ebu
Zerr bu gruba girenlerden biridir.
Hz.
Ebu Zerr, daha önce de temas ettiğimiz üzere ihtilalci hak bildiğini dobra
dobra söylemekten çekinmeyen bir mizaca sahiptir. Günlük hayatta sadelik
ve tevazuyu esas alan zâhid bir meşrebe mensup. Bu meşrub Resulullah'ın şahsî hayatında da
mevcut, Ebu Zerr ister ki, herkes bu meşreb üzere olsun, zira ona göre kâmil
İslam budur. Bunu açıkça tebliğ eder. Sadeliği esas almayan debdebe ve israfa
da yer veren idarecilere müdahale eder. Sert tepkiler gösterir. Sebep olduğu
rahatsızlık Halife-i zişân Hz. Osman-ı Zinnureyn (radıyallahu anh) efendimize
şikayet edilir. Medine'ye çağrılan Ebu Zerr'e orada bazı kısıtlamalar tatbik
edilir. O yine pervasız davranmaya devam eder. Sorulan soruları cevaplar,
açıklamalar yapar. Fetva verme hussundaki yasaklamayı hatırlatan bir kimseye,
cevab olarak sadedinde olduğumuz sözleri sarfeder: "Allah'a yemin olsun,
Resulullah'tan duyduğum bir kelimeyi terketmem için kılıcı boğazıma dayasanız, siz kesme işini tamamlayıncaya kadar ben onu
yine de söylerim."[54]
Dârimî'nin
Müsned'inde, Ebu Zerr (radıyallahu anh)'ın,
bu sözü, Mina'da el-Cemretu'l-Vusta'nın yanında, kendinden fetva sormak
maksadıyla halkın etrafını sardığı bir
hengâmda bir adamın gelerek: "Sen fetvadan men edilmedin mi?"
demesi üzerine, başını kaldırıp adama yönelerek: "Yoksa sen benim
müfettişim misin?" diye çıkıştıktan sonra sarfettiğini kaydeder.
Rivayetler arasındaki ihtilafa burada girmeyeceğiz. [55]
Hadislerin
yazılması bahsinde, burada nazariyetle
igili teferruata girmeyip, sadece hadislerin kısa meallarini ve zaruri durumlarda müphem
noktalarını kısaca tavzihini yapıp geçeceğiz.[56]
ـ4131 ـ1ـ عن
ابن عمرو بن
العاص رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: ]كُنْتُ
أكْتُبُ
كُلَّ شَىْءٍ
سَمِعْتُهُ
مِنْ رَسُولِ
اللّهِ #
فَنَهَتْنِي
قُرَيشٌ.
وَقَالُوا:
تكتب كُلَّ
شَيْءٍ
وَرَسُولُ اللّهِ
# بَشَرٌ
يَتَكَلَّمُ
فِى الرِّضَا
والْغَضَبِ
فَأمْسَكْتُ
عَنِ
الكِتَابِ
حَتّى
ذَكَرْتُ
ذلِكَ
لِرَسُولِ
اللّهِ #.
فَأوْمَأ
بِإصْبُعِهِ
إلى فِيهِ
وَقَالَ:
اكْتُبْ فَوَالَّذِي
نَفْسِي
بِيَدِهِ مَا
يَخْرُجُ مِنْهُ
إَّ حَقّاً[.
أخرجه أبو
داود .
1. (4131)- İbnu Amr
İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ben Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş bu işten beni men etti.
Dediler ki: "Sen her (işittiğin) şeyi yazıyorsun, halbuki Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bir insandır, memnun ve öfkeli halde de konuşur."
Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a anlattım. Parmağı ile ağzına işaret ederek:
"Yaz, nefsimi elinde tutan zata yemin olsun, ondan haktan
başka bir şey çıkmaz!" buyurdu." [Ebu Dâvud, İlm 3, (3646).][57]
ـ4132 ـ2ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]شَكَا رَجُلٌ
مِنَ
ا‘نْصَارِ إلى
رسولِ اللّهِ
# فقَالَ:
يَارسولَ
اللّهِ إنِّى ‘سْمَعُ
مِنْكَ
الْحَدِيثَ
فَيُعْجِبُنِي
وََ
أحْفَظُهُ.
فَقَالَ #:
اسْتَعِنْ
بِيَمِينِكَ
وَأوْمَأَ
بِيَدِهِ إلى
الْخَطِّ[.
أخرجه
الترمذي .
2. (4132)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensârdan bir zat Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a (hafızasını) şikayet ederek dedi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! ben
senden hadis işitiyorum, çok hoşuma gidiyor, ancak hafızamda tutamıyorum. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) ona şu cevabı verdi:
"Sağ elini yardıma çağır!" ve eliyle yazma işareti yaptı." [Tirmizî, İlm 12,
(2668).][58]
ـ4133 ـ3ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]خَطَبَ
رَسُولُ
اللّهِ #
فَذَكَرَ
قِصَّةً فِي
الْحَدِيثِ.
فقَالَ أبُو
شَاهٍ:
اكْتُبُوا
لِي يَا
رَسُولَ
اللّهِ؟
فقَالَ:
اكْتُبُوا
‘بِي شَاهٍ[.
أخرجه
الترمذي
وصححه .
3. (4133)- Ebu Hüreyre (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün, halka)
hitabetti, (Ebu Hüreyre, hadisin vürûdu ile ilgili) bir kıssa anlattı (hadiste
şu ibare de vardı): "Ebu Şah dedi
ki: "Ey Allah'ın Resulü! (bu hutbeyi) bana yazıverin!" Bu taleb
üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet Ebu Şâh'a yazıverin!" emir buyurdular." [Tirmizî, İlm 12, (2669);
Buhârî, İlm 39, Lukata 7, Diyât 8; Ebu Dâvud, İlm 3, (3649).][59]
AÇIKLAMA:
Hadiste işaret edilen
kıssa, hadisin vürûdu ile ilgili. Rivayetin Buhârî'deki bir vechinde kıssa
mevcuttur. Şöyle der: "Huzâ'alılar, Mekke' nin fethedildiği senede, Benî
Leys'ten birini, onların kendilerinden bir kimseyi katletmelerine mukabil
olarak öldürdüler. Bu durum, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a haber verildi.
Bunun üzerine bineğine atlayarak bir hitapta bulundu. Dedi ki: "Allah
Mekke'den katli veya fiili engelledi."
-Buharî fiil veya katl şekkinin hocadan geldiğini belirtir.- Ancak
Resulullah'ı ve mü'minleri onlara musallat etti. Bilesiniz, Mekke'de kan dökmek benden
önce kimseye helal değildir. Benden sonra da kimseye helal olmayacak.
Bilesiniz, bana da, bir gündüzün belli
bir anında helal kılındı. Haberiniz olsun, o da şu ândır. (Mekke herkese)
haramdır. Dikenine varıncaya kadar hiç bir otu yolunamaz, ağacı sökülemez,
yerde görülen yitik mallar alınamaz, ilan etmek, sahibini aramak için alınabilir. Kim öldürülürse iki şıktan
biriyle muhayyerdir: "Katil öldürülür veya öldürülen tarafın ailesine diyet ödenir."
(Resulullah'ın bu hutbesi üzerine), Yemenlilerden biri gelerek: "Ey Allah'ın
Resulü! Bu hutbeyi bana yazıverin!" dedi. Resulullah: "Ebu Fülâna
yazıverin!" emir buyurdu. Kureyş'ten biri: "Ey Allah'ın Resûlü!
İzhir'i yasaktan hariç tutun, çünkü biz, onu evlerde ve kabirlerde kullanıyoruz!" dedi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da: "İzhir hâriç, izhir hâriç!" dediler.
Şu halde, sadedinde olduğumuz hadiste işaret edilen kıssa budur.
Böylece Ebu Şâh'ın, Mekke'nin fethedildiği gün Resulullah tarafından irad
edilen hutbenin metnini istediği anlaşılmış olmaktadır. Resulullah bu metnin
yazılıp Ebu Şâh'a verilmesini emir buyuruyor. Buhârî, bu rivayeti Aleyhissalâtu
vesselâm'ın, hadislerin yazılmasına
karşı olmadığını göstermek için kaydetmiş bulunmaktadır.[60]
ـ4134 ـ4ـ
وعنه رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]مَا كَانَ فِى
أصْحَابِ
رَسُولِ
اللّهِ #
أكْثَرُ حَدِيثاً
مِنِّى إَّ
مَا كَانَ
مِنَ ابْنِ
عَمْرٍو.
فإنّهُ كَانَ
يَكْتُبُ وََ
أكْتُبُ[.
أخرجه
البخاري
والترمذي .
4. (4134)- Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) diyor ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashabı
arasında İbnu Amr hâriç, benden daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi
şuradan ileri geliyordu:) O hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum."
[Buhârî, İlm 39; Tirmizî, İlm, (2670).][61]
ـ4135 ـ5ـ
وعن زيد بن
ثابت رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قَالَ:
]أمَرَنِي رسولُ
اللّهِ #
فَتَعَلَّمْتُ
لَهُ كِتَابَ
يَهُودَ
بِالسُّرْيَانِيَّةِ،
وقَالَ: إنِّي
وَاللّهِ مَا
آمَنُ
يَهُودَ عَلى
كِتَابِي. قَالَ:
فَوَاللّهِ
مَا مَرَّ بِي
نِصْفُ شَهْرٍ
حَتّى
تَعَلَّمْتُهُ
وَمذَقْتُهُ
فَكُنْتُ
أكْتُبُ لَهُ
إلَيْهِمْ
وَأقْرَأُ لَهُ
كُتُبَهُمْ
إلَيْهِ[.
أخرجه
البخاري
وأبو
داود
والترمذي .
5. (4135)- Zeyd İbnu Sâbit
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana
emretti, ben de onun için, Süryanice (yahudi) yazısını öğrendim. Şöyle demişti:
"Allah'a yemin olsun , ben yazı işimde yahudiye emniyet edemiyorum!"
(Zeyd) der ki: "Allah'a yemin olsun bir ayın yarısı geçmeden, o yazıyı öğrendim ve hazâkat
kazandım. Resululah'ın onlara olan mektuplarını yazıyor, onların
gönderdiklerini de ona okuyordum."[62] [Buhârî, Ahkâm 40; Ebu
Dâvud, İlm 2, (3645); Tirmizî, İstizân 22, (2716).][63]
ـ4136 ـ6ـ
وعن المطلب بن
عبداللّه بن
حنطب رَضِيَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
]دَخَلَ
زَيْدٌ بنُ
ثَابِتٍ إلى
مُعَاوِيَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُما.
فَسَألَهُ
مُعَاوِيةُ
عَنْ حَدِيثٍ
فَأخْبَرَهُ
بِهِ فَأمَرَ
مُعَاوِيةُ
إنْسَاناً
يَكْتُبُهُ.
فَقَالَ
زَيْدٌ: أمَرَنَا
رسولُ اللّهِ
# أنْ َ
نَكْتُبَ
شَيْئاً مِنْ
حَدِيثِهِ
فَمَحَاهُ[.
أخرجه أبو داود
.
6. (4136)- el-Muttalib İbnu
Abdillah İbni Hantab (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Sâbit Hz.
Muâviye (radıyallahu anhümâ)'nın yanına girmişti. Hz. Mu'âviye ona bir hadisten
sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muâviye (orada hazır bulunan bir
adama) hadisi yazmasını emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), hadislerinden hiçbir şey yazmamamızı emretmişti"
dedi. Bunun üzerine Hz. Muâviye yazılanı derhal imha etti." [Ebu Dâvud,
İlm 3, (3647).][64]
ـ4137 ـ7ـ
وعن أبي سعيد
الخدري
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
تَكْتُبُوا
عَنّي
شَيْئاً
غَيْرَ
الْقُرْآنِ،
وَمَنْ
كَتَبَ شَيْئاً
غَيْرَ
الْقُرْآنِ
فَلْيَمْحُهُ[.
أخرجه
مسلم.وا“ذن في
الكتابة
ناسخ للمنع
منه بإجماع
ا‘مة على جوازه
و يجتمعون إ
على أمر صحيح،
وقد قيل إنما
نهى أن يكتب
الحديث مع
القرآن في
صفحة واحدة
فيختلط به
فيشتبه .
7. (4137)- Ebu
Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle emrettiler: "Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim,
Kur'an'dan başka bir şey yazmış ise, onu imha etsin." [Müslim, Zühd 72,
(3004).][65]
AÇIKLAMA:
Genişçe açıklandığı üzere (1.cilt, 26-27, 33-35) bazı rivayetler
hadis yazmayı yasaklarken, diğer bazıları teşvik eder, ruhsat tanır.
Ülemâ yasağın kayıtlı olduğunu, -İslam'ın başında yazı bilenin az
olduğu sırada, hafızası kuvvetli olanlara mahsus olarak- ruhsat ifade eden
hadislerin, öbürlerini neshettiğini belirtirler. Nitekim sadedinde olduğumuz
hadise şu açıklama eklenmiştir.
"Yazı izni, yazı yasağını, yazının cevazı hususundaki icma-ı
ümmet ile neshetmiştir. Ümmet, hiçbir zaman sahih olmayan bir meselede icma
etmez. "Resulullah, hadisi, Kur'an'la birlikte aynı safyaya yazmayı
yasaklamıştı. Çünkü bu durumda Kur'an'la hadis birbirine karışır, müşkilata
sebep olurdu" dahi denmiştir."[66]
ـ4138 ـ1ـ عن
ابن عمرو بن
العاص رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إنَّ
اللّهَ َ
يَقْبِضُ
الْعِلْمَ
اِنْتِزَاعاً
يَنْتَزِعُهُ
مِنَ
النَّاسِ
وَلكِنْ يَقْبِضُ
الْعِلْمَ
بِقَبْضِ
الْعُلَمَاءِ.
حتَّى إذَا
لَمْ يُبْقِ
عَالِماً
اتَّخَذَ النَّاسُ
رُؤُساً
جُهَّاً،
فَسُئِلُوا
فَأفْتَوْا
بِغَيْرِ
عِلْمٍ
فَضَلُّوا
وَأضَلُّوا[.
أخرجه الشيخان
والترمذي .
1. (4138)- İbnu Amr
İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], insanların
[kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi,
ülemâyı kabzetmek suretiyle alır. Ülemâ kabzedilir, öyle ki, tek bir
âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur,
onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem
kendilerini hem de başkalarını dalâlete
atarlar." [Buhârî, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573);
Tirmizî, İlm 5, (2654).][67]
AÇIKLAMA:
1- Köşeli parantez
içerisindeki ziyadeler hadisin başka vecihlerinden alınmıştır.
2- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), farklı bir
üslubla ilme teşvik etmektedir: İlim müslümanlar arasından kaldırılacaktır.
Ancak bu kaldırma işi, bilenlerin göğsünden mucizevi bir tarzda ilim
çıkarılarak değil, âlimlerin birer birer ölmeleriyle olacaktır. Öyleyse İslam
ümmeti böyle bir tehlikeyi gözönünde canlı tutarak, tedbirde kusur etmemelidir.
Bunun tedbiri de yeni âlimlerin yetişmesi için gayret göstermektir: Mektep ve
medreseler açmak, talebelere barınak temin etmek, burs vermek, onların ilmî
gayretlerini artırmak için, derece alanlara mükâfatlar vermek, eser verenleri madden ve ma'nen taltif ve tatmin etmek gibi...
Zamanımızda sportif faaliyetlerin gelişmesi için memleketimizde yapılan
teşvikleri görmekteyiz. Başarılı
sporculara araba, villa, büyük meblağları bulan nakit para, alkış, şöhret...
Bütün bunlar o sahaya teşvik etmek,
himmetleri o istikamete yönlendirip kabiliyetleri o sahada tenmiye
etmek, geliştirmek için yapılmaktadır. Resulullah sadedinde olduğumuz hadisle
bu teşvik seferberliğinin ilme yapılmasını irşad buyurmaktadır.
İbnu Hacer der ki: "İlim taleb edenler varolduğu müddetçe ilim
kaldırılmaz." Hz. Enes'in yaptığı bir rivayette, ilmin kaldırılmasının
Kıyamet alâmetlerinden biri olduğu ifade
edilmektedir.
3- Hadisin, Ahmed İbnu Hanbel'de gelen bir vechinde
Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu meseleyi Veda Haccı sırasında beyan buyurduğu
görülmektedir. Ebu Ümâme'nin rivayet ettiği bu hadis şöyle: "Veda
Haccı'nda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuşlardı: "İlim
kabzedilmezden -veya refedilmezden (kaldırılmazdan)- önce onu alın!" Bir
bedevî: "İlim nasıl kaldırılır?" diye sordu. Bunun üzerine
Aleyhissalâtu vesselâm: "Bilesiniz, ilmin gitmesi onun hamelesi olan
ülemânın gitmesi demektir" dedi ve bunu üç kere tekrar
etti."İbnu'l-Münir der ki: "İlmin göğüslerden çıkarılması da Allah'ın
kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, böyle bir hadisenin olmayacağına
delildir."
4- Görüldüğü üzere hadis, sadece ilmin muhâfazasına teşvik
etmekle kalmıyor, aynı zamanda cahillerin iş başına getirilmemesini de ders
veriyor.
* Hadis, fetvanın gerçek riyaset olduğuna delildir.
* İlimsiz fetvaya cür'et edenler zemmedilmektedir.
* Cumhur, her zaman müçtehidin bulunacağına hükmetmiş,
"müçtehidin yetişmeyeceği devir
gelecek" diyenlerin aleyhine hadisten delil çıkarmıştır.
5- Ülemânın gitmesiyle ilmin de gideceği endişesine düşen Ömer
İbnu Abdilaziz, âlimle birlikte onun kesbettiği ilmin kaybolmama çâresini ilmin yazı ile tesbitinde bularak hadislerin tedvini için
devlet emri çıkarmıştır. Bunun teferruatını Tedvîn bahsinde görmüştük (Birinci
cilt, 113-116).[68]
ـ4139 ـ2ـ
وعن أبي
الدرداء
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]كُنَّا
مَعَ رَسُولِ
اللّهِ #
فَشَخصَ
بِبَصَرِهِ
إلى
السَّمَاءِ.
ثُمَّ قَالَ: هذَا
أوَانٌ
يُخْتَلَسُ
الْعِلْمُ
مِنَ
النَّاسِ
حَتّى َ
يَقْدِرُوا
مِنْهُ عَلى
شَىْءٍ
فقَالَ:
زِيَادُ بْنُ
لَبِيدٍ ا‘نْصَارِيُّ:
كَيْفَ
يُخْتَلَسُ
الْعِلْمُ مِنَّا
وَقَدْ
قَرَأنَا
الْقُرآنَ؟
فَوَاللّهِ
لَنَقْرَأنَّهُ
وَلْنُقْرِئَنَّهُ
أوَْدَنَا وَنِسَاءَنَا.
فقَالَ:
ثَكِلَتْكَ
أُمُّكَ يَا
زِيَادُ، إنْ
كُنْتُ
‘عُدُّكَ مِنْ
فُقَهَاءِ
الْمَدِينَةِ،
هذِهِ
التَّوْرَاةُ
وَا“نْجِيلُ
عِنْدَ
الْيَهُودِ
وَالنَّصَارَى،
فَمَاذَا
تُغْنِي
عَنْهُمْ؟
قَالَ
جُبَيْرٌ:
فَلَقيتُ عُبَادَةَ
بْنَ
الصَّامَّتِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
فقُلْتُ: أَ
تَسْمَعُ مَا
يَقُولُ أخُوكَ
أبُو
الدِّرْدَاءِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ؟
فَأخْبَرْتُهُ
الَّذِي
قَالَ،
فقَالَ: صَدَقَ؛
فإنْ شِئْتَ
أخْبَرْتُكَ
مَا أوَّلُ
عِلْمٍ يُرْفَعُ؟
أوَّلُ
عِلْمٍ
يُرْفَعَ
مِنَ النَّاسِ
الْخُشُوعُ
يُوشِكُ أنْ
تَدْخُلَ الْمَسْجِدَ
الجَامِعَ
فََ تَرَى
فِيهِ رَجًُ خَاشِعاً[.
أخرجه
الترمذي.»شَخَصَ
ببصره« إذَا
نظر إلى شئ
دائماً فلم
يردّ عنه نظره
كنظر المبهوت
والمغمى
عليه.و»اخْتَِسُ«
استب، وأخذ الشئ
بسرعة.و»الثَّكْلُ«
فقد ا‘مّ
ولدها .
2. (4139)- Ebu'd-Derdâ
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Şu anlar, ilmin insanlardan
kapıp kaçırıldığı anlardır. Öyle ki, bu
hususta insanlar hiçbir şeye muktedir olamazlar!" buyurdular.
Ziyad İbnu Lebîd el-Ensârî araya girip: "Bizler Kur'an'ı
okuyup dururken ilim bizlerden nasıl kapıp kaçırılır? Vallahi biz onun hem
okuyacağız, hem de çocuklarımıza, kadınlarımıza okutacağız!" dedi.
Resulullah da: "Anasız kalasın, ey Ziyad,
ben seni Medine fakihlerinden sayıyordum. (Bak) işte Tevrat ve İncil,
yahudilerin ve nasranilerin elinde, onların ne işine yarıyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubâde
İbnu's-Sâmit (radıyallahu anh)'a rastladım. Kardeşin Ebu'd-Derda ne söyledi,
işittin mi? dedim. Ve ona Ebu'd-Derda'nın söylediğini haber verdim. Bana:
"Ebu'd-Derda doğru söylemiş, dilersen kaldırılacak olan ilk ilmin ne
olduğunu sana haber vereyim: İnsanlardan kaldırılacak olan ilk ilim huşudur.
Büyük bir camiye girip huşu üzere olan tek şahsı göremeyeceğin vakit
yakındır!" dedi." [Tirmizî, İlm 5, (2655).][69]
AÇIKLAMA:
1- Ziyad İbnu Lebîd, aslen Medinelidir. Ensarî'dir. Ancak,
hicretten önce Mekke'ye Aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına gelmiş, Efendimizle
hicrete kadar orada ikâmet etmiştir. Bu sebeple "Muhacirî Ensarî"
lakabını almıştı. Akabe, Bedir, Uhud, Hendek vs. bütün gazvelere Resulullah'la
beraber katılmıştır. Aleyhissalâtu vesselâm Hadramevt'e âmil olarak göndermiştir.
Hz. Muaviye (radıyallahu anh)'ın hilafetinin başlarında vefat etmiştir,
(radıyallahu anh).
2- Ziyad İbnu Lebîd, hadiste Resulullah'ın ilmin
kaldırılacağına dair ihbarını hayretle karşılamakta: "Biz ve çocuklarımız
hep Kur'an okuyoruz, bu hal Kıyamete kadar da böyle devam edecek, nitekim
Kur'an-ı Kerim'de "Kur'an'ı biz indirdik, onu biz koruyacağız" (Hicr
9) buyrularak, "Kur'an'ın Kıyamete kadar korunacağı ilâhî garanti altına alınmıştır, bu halde nasıl ilim kalkar?" ma'nâsında hayrete düşer. Ancak Resulullah,
İncil ve Tevrat'ın, Ehl-i Kitap arasında mevcudiyetine, onlar tarafından
okunmakta olmasına rağmen, onların ahkâmıyla amel etmediklerini, dolayısıyla,
sanki yokmuş gibi onlara hiçbir fayda sağlamadığını misal verir ve bu durumun
Kur'an'ın da başına gelebileceğini hatırlatır. Bu hatırlatma ile Resulullah,
ilmiyle amel etmeyen âlimi cahil derecesine indirmiş olmaktadır. Dahası, böyleleri hımar durumundadır. Çünkü,
Cuma suresinde, kitabı okuduğu halde amel etmeyenler, kitap yüklü hımara teşbih
buyurulmuştur: "Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini
yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir" (Cuma 5).
Aliyyu'l-Kârî der ki: "Yani onların İncil ve Tevrat'ı amel
etmeden okumaları sebebiyle istifade etmedikleri gibi, ey müslümanlar siz de
böylesiniz, Kur'an'ın içindekilerini anlayıp
amel sahasına intikal ettirmedikçe, Kur'an'dan istifade edemezsiniz
demektir."
3- Huşû "ses" ve "göz" de namazın edebine tam uyma halidir. Hudû da bedenin
edebi olduğu gibi... [70]
ـ4140 ـ3ـ
وعن عمر بن
عبدالعزيز
رحمه اللّه
]أنَّهُ كَتبَ
إلى أبي
بَكْرِ بْنِ
حَزْمٍ:
انْظُرْ ما
كَانَ مِنْ
حَدِيثِ
رَسُولِ
اللّهِ #
فَاكْتُبْهُ.
فإنِّي
خِفْتُ
دُرُوسَ
الْْعِلْمِ
وذهَابَ الْعُلَمَاءِ،
وََ تَقْبَل
إَّ حَدِيثَ
رَسُولِ
اللّهِ #
وَلْيَفْشُوا
الْعِلْمَ
وَلْيَجْلِسُوا
لَهُ. حَتّى
يُعْلَمَ
مَنْ َ
يُعَلّمَ.
فإنَّ
الْعِلْمَ َ
يَهْلِكُ
حَتّى يَكُونَ
سِرّاً[.
أخرجه
البخاري
ترجمة.»يُفْشُوا«
يظهروا .
3. (4140)- Ömer İbnu
Abdilaziz rahimehullah'dan nakledildiğine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr İbnu
Hazm'a şöyle yazmıştır: "Bak, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin
kaybolmasından ve ülemânın gitmesinden korkuyorum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
hadisinden başka bir şey kabul etme. Âlimler ilmi yaysınlar, ilim için (herkese
açık yerlerde) halkalar teşkil etsinler, tâ ki bilmeyenler de böylece öğrensin.
Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz." [Buhârî, İlm 34.][71]
AÇIKLAMA:
Bu hadis, sünnetin tamamının, devlet eliyle resmen yazdırılması
demek olan tedvin'in başlamasını noktalar. Ömer İbnu Abdilaziz'in bu mektubu,
bütün taşra vilayetlerine gönderdiği bazı rivayetlerde tasrih edilmiştir.
Sadedinde olduğumuz rivayet, mektubun sâdece Medine Valisi Ebu Bekr İbnu Hazm'a
yazıldığını ifade etmektedir.
Bu hadis Tedvîn bahsinde açıklanmıştır. Fazla bilgi için oraya
bakılmaldır. (1. cilt, 113-118).[72]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/482.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/483.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/483.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/483-485.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/485.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/485.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/486.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/486-487.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/487.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/487.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/488.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/488-490.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/491-493.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/493.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/493.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/494-495.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/495.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/495-496.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/496-497.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/498.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/498-499.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/499.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/499-500.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/501.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/501.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/502.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/502.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/502-503.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/503-504.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/504.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/504.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/505.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/505.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/506.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/506-507.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/507.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/507.
[44] Ebu Hüreyre der ki: "Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam'dan iki kap dolusu hadîs belledim. Bunlardan birini
halka yaydım. Ötekine gelince, şayet onu yaymış olsam şu gırtlak kesilirdi.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/507-508.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/509.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/510.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/510-512.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/512-513.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/513.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/514.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/514.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/515.
[54] Bu rivayeti da önce de kaydettik (Birinci
cilt 57. Sayfa). Ebu Zerr!in ihti,lafı diğer bir sahabî Hz. Muâviye ile idi.
Tevbe suresinin 34. ayetinin te'vili hakkında idi.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/515-516.
[56] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/517.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/517.
[58] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/518.
[59] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/518.
[60] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/518-519.
[61] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/519.
[62] Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh'ın yazı
öğrenme hâdisesi daha etraflı olarak açıklanmış idi (1. Cilt, s. 417-418).
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/520.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/520.
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/521.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/521.
[67] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/522.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/522-523.
[69] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/524-525.
[70] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/525.
[71] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/526.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 11/526.