Kadere
İmanla İlgili İkinci Fasıl
(4)
Kabir Azabının İsbati Babı Birinci Fasıl
Kabir
Azabı İle İlgili İkinci Fasil
Kabir
Azabı İle İlgili Üçüncü Fasıl
Kitap
Ve Sünnete Sarılma Babı Birinci Fasıl
Kitap
Ve Sünnete Sarılma İle İlgili İkinci Fasıl
Râvî Hz. Âlî (R.A.)
kimdir?
Hz. Alî {R.A),
Peygamberimizin amcası Ebû talibin oğlu. Kızı HZ. Fati-manır. efendisi,
dördüncü halifesi emirüf müminin vasfına haiz Ebil hasen künyesi ile mârufdur.
Aynı zamanda Ebitturabda denir.
Bütün izahat ve
beyanlarda, çocuklardan ilk müslüman olanlardandır. Kendisi henüz yedi yaşında
iken ıslama girmişdir. Bazı görüşlere görede, sekiz, veya on veya onbeş
yaşlarında müslüman ofmuştur. En meşhuru, yedi veya sekiz yaşında müslüman
olmuştur.
Resulü Ekrem
efendimizle beraber bütün muharebelerde bulunmuştur. Ancak Tebuk seferinde
bulunamamıştır. Önada gidemeyişi, Resulü Ekrem efendimiz onu ehü iyâünin başına
halef olarak koymuştu. Ve Hz. Mûsanın Mikada gidişi anında kardeşi Hz. Hârunu
kavminin başına koyduğu gibi, Re-sûiü Ekrem efendimizde Hz. Aliyi ehü iyâlinin
ve ümmetinin kalanlarının başına koymuştu ve şöyle buyurmuştu :
«Sen bana Horunun
Mûsaya oluşu menzillinde olmana razı olmalısın.»
Hz. A!j (R.A) sert
tabiotiı, gözleri büyükçe, orta boyîu, şişmanca ve vücudu çok kıllı, sakalı
enlice, sakalı ve başı bern beyaz idi. Hz. Osmanın şehid edilmesinden sonra
hilafete getirüdi. O hilâfete getirlidiği günde, bir cuma günü, hicretin otuz
beşinde zilhiccenin 18. gününe rasiamıştı.
Hicretin kırkıncı
yılında ramazon ayının 17 sinde cuma bir günün sabah namazsnı edâ ederken
Abdurrahman bin mülcem isimli bir zındık tarafından küfede camide zehirli bir
kılıçla yaralanmıştır. Bu yaralamadan üc gece sonra vefat etmiştir.
Şehâdeîine sebeb olan
«Havaricler» hakkında gerekti malumat «Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde
vardır.
Cenazesini oğullan,
Hz. Hasan ve Hz, Hüseyin (R.A) la beraber Abdullah bin Cafer (R.A) yıkadılar.
Namazımda Hafîdi Resûlüllah (S.A.V) olan oğlu Hz. Hasan (R.A)
kıldirrmştır. Vefatı anında, altmış üç yaşlarında idi.
Hilâfeti, dört sene,
altı ay ve bir kaç gün devam etmiştir. Kendisinden oğullan, Hasan, Hüseyin, Muhammed
(R.A) la birlikde sahabe ve tabiînden pek çok kimseler, Hadisi şerifler rivayet
etmişlerdir. Allah (c.c.J hepsinden razı olsun. Amin.
Yukardaki hadisi
şerifi tekrar tekrar okumalı, Mukaddarata boyun eğmek ve mukaddaratın ne
şekilde tecelli edeceğini hiç bir kimsenin bilemi-yeceği, dolaysiyie irâde ve
amel ile mükellefiyetin ne şekilde ve nasıl olması gerektiği beyan edilmiştir.
İnsana düşen kendini irâde ve amelin iyi olması ve iyi şeylerle meşgul olması
gerekir. Tedbirle mükellef olunduğunu bilen her insan, tedbirini alır, kendine
düşeni yapar, takdire karşı isyan
etmez. Takdirin ne
şekilde olduğunu ve nasıl tecelli dceğini hiç bir ferd bilemez. Bilmeye
çalışamazda. Bilirim diyenler veya bilinir iddiasında olanlar basiretsiz kâfir
kimselerdir.
Hulasa, bizler
tedbirle mükellefiz. Takdirle mükellef değiliz. Tedbirimizi tam alırsak
takdire karşı ihanet etmeyiz. Şayet tedbirde kusurumuz olursa, takdire kusur
bulmamalıyız. Takdirin tecellisi, bizlerin tedbir ve irâdesine bağlıdır. Biz
irâdemizi hayra sarf edersek takdirde tecelli edende hayır olur Şayet biz
irâde ve tedbirimizi şerre öiet edersek, takdirde tecelli edende şer olur.
Akaid kitaplarında şöyle denilmiştir. «Mukadder, Mumad-derle değişir.»
Yani Levhİ mahfuza vasfı olarak yazılan şey, her hanki bir sebeb ve irâde ile tebdil edilir veya olduğu gibi tesbit edilir. Kesinlik hükmü, irâdenin sarfına ve sebebini işlemeye bağlanmıştır. Mukadderatın mahiyetini ve neticenin ne şekilde tecelli edeceğini hak teâla bilir. Biz irâde ile mükellefiz. Açıklayıcı îzahat, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurafeler» le «İslâmda Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde zikredilmiştir. [1]
86 - {8} Ebû
Hureyre (R.A} den mervidir, demiştir: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu ki:
«Şüphesiz Aliâhü
teâlanın Âdem oğluna zinadan nasibini
yazmıştır, mutlaka o nasibine kovuşur,
— Binâen aleyh gözün zinası, (harama)
bakmaktır,
— Dilin zinası, (cima' kelimesini ve haramı)
konuşmaktır,
— Nefis zinayı temenni eder ve iştahlanır,
fercde onu (zinayı) ye tasdik eder yada tekzib eder.»
Buhcıri, Müslim
— Müslimin (diğer) rivayetinde Rasûlullah şöyle
buyurdu :
«Âdem oğlunun üzenine
zinadan nasibi yazılmıştır. Ona (zinadan nasibine) elbet kavuşucudur.
— Gözlerin zinası, (harama) bakmaktır,
— Kulakların zinası, (haramı ve cima'
sözlerini) işitmektir,
— Dilin zinası, (cima ve haram kelimeleri)
konuşmaktır,
— Elin zinası (şehvet ve harama) yapışmaktır,
— Ayağın zinası, (zinaya ve haram yollara) adım
atmaktır.
— Kaib, zinayı arzu ve temenni eder. Onu (zinayı) fere, tasdik eder, yada tekzib eder.» [2]
87 - (9)
Imrân bin Husayn (R.A) den mervidir; Müzeyne kabilesinden iki adam dediler ki
: Yâ Resûlellah! bana haber verirmisin bugün insanlar ne yapıyor ve nerede
çalışıyorlar? Onların üzerine bir şey hükmo-lunup ve onlar hakkında bir kaderde
sebkat etmiş olsa veya onlara peygamberlerinin getirdiği bir şey (hüküm,
hayır) la karşılamaları takdirinde ve onların aleyhine delil sabit olsa (nasıl
olur bildirirmisin)?
— Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Teretdüt etme, belki
bir şey onlara takdir olunur ve onlar hakkında sebkat eder. Bu hükmün böyle
olduğunu aziz ve celil elan Allanın kitabında şöyle tasdik olunmuştur:
«Her bir nefse ve onu
düzenleyene,
— Sonrada ona hem kötülüğü, hem (ondan)
sakınmayı ilham edene ki, onu (nefsini) tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna
ermiştir.
(Şems sûresi, 7-9) Müslim[3]
Râvî Hz. İmran bin
Husayn (R.A), Ebâ nüceyd künyesi ile mârufdur. Hayberin fethi senesi müslüman
olmuş, vefat edinceye kadar Basrada sakin olmuştur. Sahabenin fakih ve
fazıllarından idi, Hayberin fethi yılı olan hicretin yedinci senesi kendisi ile
babası müslüman olmuştu.
Vefatı, hicretin elli
ikinci senesinde vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun.
Hadisi şerjfde
Resûlullah (S.A.V) efendimiz, kaderi ilâhîde sebkat etmiş olan her hangi bir
şeyin, olmasının mukadder olduğunu beyan buyur-dukdan sonra, sebkat edip
yazılan bir şeyin başka bir yazılan kaderle değişebileceğimde zikretmektedir.
Hatta bir nefsin hakkında cereyan eden şeyin değişip değişmeyeceği hususundaki
suâle, değişebileceğini beyan sadedinde «Tereddüt etme!» buyurmuşlardır.
Yukarda bir akâid
kaidesini yazmıştık : «El mukadderü yuğayyeru bilmu-kadderi — mukadder olan
şey, diğer bir mukadderle tağyir ve tebdil olunur.»
Az sadakanın çok
belayı def edeceği, makbul bir duanın inen veya inecek olan belayı def edip
önleyeceği, tevbe ve istiğfarın hayatta çok değişikliğe sebeb olduğu gibi
ahirettede pek çok faydası olacaktır. Bu hususda âyeti kerime ve hadisi
şerifler Pek çoktur.
Bir âyeti kerimede
şöyle buyuruîmuştur:
«Allah (c.c.) dilediği
hükmü kaldırır ve dilediğini yerinde sabit kılar (veya değiştirir).» Râd sûresi, 39
Bir hadisi.şerifde
şöyle beyan edilmiştir:
«Sadaka, belayı def
eder ve ömrü artırır.»
Ayeti kerime ve hadisi
şerifin hükümlerini tatbiki olarak yaşayan Hz. Ömerin bir hâdisesini
nakletmekle iktifa edeceğiz.
Hz. Ömer (R.A) samda
vâki olan taun hastalığını duyunca şama gir-meyip dönmek üzere hareket ettiler.
Hemen orada Şam Vâiisi Ebu Ubeyde (R.A.) şöyle dedi:
«Kazayı ilâhîden
kaçıyormusun?»
Hz? Ömer (R.A) de
dediki:
«Allahü teâlanın
kazasından kaderi nahiyesine kaçıyorum.»
Kaza ile kader hakkında geniş malumat, yukarda iki nolu cibril hadisinin altında zikredilmiştir. [4]
88- (10) Ebû
Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir : Dedim ki : Yâ Resûlellâh! Ben genç
(şehvet sahibi) bir adamım, ve ben kendi nefsim üzerine zina yapmakdan
korkuyorum, ve kadınlardan nikahlayacak bir şeyde bulamıyorum, sanki o (Ebû
Hureyre) ondan (Resûlullahdan) hayalarının burulması hakkında izin isteycrdu,
Ebû Hureyre dedi:
:— Resûlultah (S.AV)
bana cevab vermekten sustu, sonra ben yine aynısını söyledim. Resûluİlah yine
bana bir şey söylemedi susdu, ondan sonra yine aynı kelimeleri söyledim, —
Resûluİlah bana karşı yine susdu, sonra yukardaki sualleri ve cümleleri aynen
söyledim,
— Bunun üzerine
nebiyyi Ekrem (S.A.V) buyurdu :[5]
«Ey Ebâ Hureyre! başına gelecek şeyleri (yani, söylediğin veya yapacağın şeyleri) kalem yazdı. Binâenaleyh bunun üzerine ister hayalarını burdur, veya ister (hayaları burdurmayı) terk et.» [6]
89 - (11)
Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûluİlah (S.A.V)
buyurdu :
«Muhakkak Âdem oğlunun
hepsinin kaibleri, bir kalb gibi Rahman olan Allâhın parmaklarından iki parmak
arasındadır. Onu (Âdem oğlunun kalbini) dilediği şekilde sarf eder.»[7]
— Bundan sonra Resûluİlah
(S.A.V) buyurduki :
«Kaibleri yönelten Ey
Allâhım! bizim kalbierimizide tâatın üzere yönelt.» [8]
Resulü Ekrem
sallallahü aleyhi vesellem efendimizin, «Adem oğlunun hepsinin kalbi» cümlesi
ile Peygamberler, AÜmler, Arifler, Evliyalar, Müminler ve kafirler-in hepsine
şamil olduğunu beyandır.
Yâni cenabu hakka
göre, bütün insanların kalblerini tasarruf edib değiştirme veya bir şey
üzerinde sabit kılması, bir kişinin kalbini tasarrüt etmesi gibidir. Onun için
hiç güçlük yoktur.
Hadîsi şerifin bu
cümlesinde şu rnealdaki ayeti kerimeye işaret vardır :
«Sizin (hepinizin
yoktan) yaratılmanız ve öldükten sonra diriitümeniz, ancak tek bir kişinin
yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Ol, emri ilâhisi ile her şey oluverir).» Lukman sûresi. 28
Kalblerin hepsinin
cenabu hakkın iki parmaklan arasında oluşuda mecazi olarak bir nevî teşbihi
şekilde halkın anlayışı ile beyan buyurulmuştur.
Halk arasında. «Ben
seni parmaklarımla oynarım veya oynatırım, ben seni parmaklarımla fırıldak gibi
döndürürüm. O adam, o kimseyi (diğer kişiyi) çok çabucak ve kolayca halleder,
işini bitirir.» gibi manalar anlaşılmak tadır.
Halikı zülcelâlın
kudret ve azametini anlatmak için Resulü Ekrem (S.A. V) efendimizde bu
ifâdelerle buyurmuştur ki, cenabu hak için kaibleri bir şey üzerinde sabit
kılması veya tebdil edib değiştirmesi, çok kolay ve çok çabuk olur. Onun için
güçlük yoktur. O mutlak tasarrufa sahibdir. Kaibleri dilediği şekilde
değiştirib sabit kılma kudreti ve yetgisi direk kendisine aittir. Hiç bir
varlık ona 'galib gelemez ve onun kudretini engelleyemez, O her şeyinde muhtar
ve muktedirdir
Netekim Peygamberimiz
(S.A.V) efendimiz hadîsi şerifin son cümlesinde bu hususu şöyle beyan
buyurmuşlardır.
«Kafbleri yönetib
çeviren ey Allâhım! Bizim kalblerimizi de tâatın üzere yönelt.»
Hadîsi şerifdeki,
«Parmak» tabirinin halikı zülcelâla isnadı «Kudret ve Kuvvet» manaları ile tzah
edilmiştir. Yoksa halikı zülcelâlın insanların parmaklarına benzeyen
parmaklarının olması manasında olamaz. Cenabu hak öyle teşbih ve teşebbühün her
nevîsinden münezzeh ve âlidir, [9]
90 - (12)
Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir
Resûluİlah (S.A.V)
buyurdu :
«Her doğan çocuk ancak
fıtrat (İman ve islam fıtratı) üzere doğar. Sonra babası anası (yahûdi ise)
onu (çocuğu) yahûdi yaparlar, (Hiristiyan ise-!er) Hıristiyan yaparlar, (Mecûsi
iseler) Mecûsi yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz
kulağı, dudağı, burnu ve ayağı kesik oîanını hiç görüyormusunuz?
— Bundan sonra Resûfuflah (S.A.V) Şu mealdeki
âyeti okuyor : «Allanın fıtratı öyle şeydirki o (Allah C.C.), insanları bunun
(İslam fıtratı) üzerine yaratmıştır. Allanın yaratışına (hiç bir şeyi) bedel
olmaz, 6u dimdik ayakta duran bıir dindir.»
{Rum sûresi, 30) [10]
Hadîsi şerifin baş
tarafında şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır:
— «(Habîbim!) O vakti hatırla ki, Rabbîr», Adem
oğullarının sulbierînden zürrlyetlerini çıkarıb da onları nefislerine karşı
şahit tutarak; «Ben siz'n Rab-biniz değilmiyim?» diye buyurduğu zaman, onlarda;
«Evet Rabbimizsin, şahit olduk» demişlerdi.»
Araf sûresi, 172
Evet anasından doğan
her çocuk, îman fıtratı üzere doğar. Yani ezeldeki îmanı üzere müslüman olarak
doğar. O îman yedi yaşma kadar muteberdir. Yedi yaşından sonra babası anası
çoouğa tâlim ve telkinle ya aynı îmanda sabit ve dâim olmasını sağlarlar. Yahut
babası anası yahûdî iseler, çocuğa yahûdiliği teikin ve tâlim ederek yahûdî
yaparlar. Eğer babası vö anası Hıristiyan iseler, çocuğa hırıstıyanlık telkin
ederek Hıristiyan yaparlar. Şayet çocuğun baba ve anası ateşe tapan Mecûsi
iseler. Çocuğa mecûsilik telkin ederek Mecûsi yaparlar.
Cenâbu hak neslimizi
îman telkini ile yaşatıp yeşerterek müslüman baba ve analardan olmamızı nasîb
edib kafir babası ve kafir anası olmakdan muhafaza buyursun. Amin. [11]
91- (13) Ebû
Musa el Eşâ'ri (R.A) den mervidîr, demiştir : Resûlullah (S.A.V) aramıza kalkdı
beş kelimeyi tavsiye etti ve dediki : «Muhakkak Allâhu teâla uyumaz,
— Ve uyumak ona (Allâha) lâyık değildir (sahih
ve mümkün değildir),
— Her ferdin nasibini (Rızkını) daraldır ve
genişletir,
— Gündüzün amelinden
evvel gecenin ameli ve gecenin amelinden evvel gündüzün ameli Cenâbu hakka arz
edilir.[12]
— Cenâbu hakkın hicabı
(yani, kul ile Allah arasındaki mânevi perde) Nurdur. Eğer hicab kalkarsa,
insanın yüzünün nurlarını (Ve gözünün nurlarını) yakar, bu sebebiede Cenâbu
hakka mahlukâtından hiç birinin gözü (görmesi) vâsıl olmaz.» [13]
92 - (14)
Ebû Hureyre {R.A) den mervidir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Allâhü te âl an in
yedi (kudret ve atası), her yeri doldurur hiç noksanlık olmayan nafaka ihsan
eder. (Allanın ihsanı) gece ve gündüz yağar (iner).
— Yer ve gök yaratıldığı zamandan beri
(oradakilerin nefekasını) nasıl infak ettiğini görüb bilmedinizmi? Zira Cenâbu
hakkın yedi kudretinde olan nafaka ihsanı hiç noksan olmamıştır, ve Allâhın
arşı suyun üzerinde îdi.. Ni'metin ihsanı ölçüsü, yedi kudretindedir. (O ihsanını)
daraltır ve genişletir.» [14]
Müslimin Rivayetinde
ise; «Allanın bereketi, doldurucudur.
— İbni Nümeyr, Ni'met doludur. Öyle bir nimet
yağışıdırki, O nimetin çokluğundan gece ve gündüzün hiç bir şeyi noksan
(mahrum) olmaz dedi.» [15]
93- (15)
Ondan {Ebû Hüreyreden) rivayet edilmiştir, demiştir : Resûlullah (S.A.V) e
Müşriklerin zürriyetlerinden soruldu.
Resûlullah (S.A.V) de buyurdu :[16]
«Onların (müşriklerin)
amel ettikleri şeyi (cennet veya cehennem ameli olduğunu) Allahü Tealâ bilir.» [17]
94 - (16)
Ubâde bin es samit (R.A) den mervidir, demiştir : Resulullah (S.A.V) buyurduk!
: «Şüphesiz Alfahü teâlanın ilk yarattığı şey kalemdir. AUahüteâla kaleme dedi
ki: yaz.
— Sunun üzerine kalem : ne yazayım? dedi.
— Allohü teâla buyurdu : kaderi yaz.
— Hemen kalemde olanı ve ebediyyete kadar
(kıyamete kadar) olacak olanı yazdı.» Tirmizî (Tirmizî : bu hadis, isnad
cihetinden garibtir, demiştir). [18]
95 - (-J7)
Müslim bin Yesâr (R.A) den mervîdîr, demiştir:
Ömer bıin el Hattab
(R.A) a şu âyetten soruldu :
__ Hani Rabbin Âdem
oğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden)
hürriyetlerini çıkarıp
- kendilerini nefislerine şahit tutmuş, ben sizin Rabbiniz değümiyim?,
(demişti)»
(Araf Sûresi, 192),
— Ömer (R.A) dedi.: Resulullah (S.A.V) dende bu
âyetten sorulduğunu işittim, Resulullah (cevabda) şöyle buyurmuştu :
«Şüphesiz Allahü teâla
Âdemi yarattı, sonra Âdemin sırtına kutretiyte mesnetti ve ondan (Âdemden) bir
zürriyet çıkardı ve cenâbu hak buyurdu : Bunları Cennet için yarattım ve bunlar
Cennet ehlinin amelini işlerler.
— Sonra Âdemin sırtına kudretinin tesirini
dokundurdu ve ondan bir zürriyet çıkardı.
— Bundan sonra cenâbu hak buyurdu : Bunları
cehennem için yarattım ve bunlar cehennem ehlinin amelini işlerler.»
— Bunun üzerine bir adam dedi : Amel bir şey
ifâde edermi? Yâ Resû lellah!
— Hemen Resûluitah (S.A.V) buyurdu :
«Şüphesiz AHchü teâla
bir kulu cennet için yarttığı vakit, ona cennet ehlinin amelini ycbdırır, hatta
ehli cennetin amellerinden emel (ten İşlemek) üzere (iken) ölür ve bu amelî
ilede cennete girer.
— Ve Atlâhü teâla bir kulu cehennem için
yarattığı vakit, o kula cehennem ehlinin amelini yapdırır. Hatta cehennem
ehlinin amellerinden bir amel üzenine ölür vs bu sebeblede cehenneme girer.»
(Hadisi, Mâlik, Tirmizi. Ebû-Dâvud rivayet etmişlerdir.)
(Not : Râvi müslim bin
yesar (R.A), cühenî kabilesine mensub tabiînden bir zattır. Tirmizi bunun
hadîsini, Araf sûresinin tefsirinde rivayet etmiştir. Bu zat hadîsi, Ömer bin
el Hattab (R.A) den rivayet etmiştir. Ve Tirmizî bu hadîsi, «hasen» hadis
olarak zikretmektedir.) [19]
96 - (18)
Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûiullah (S.A.V)
çıkdı ve iki elinde iki adet kitab vardı ve dediki :
«Bu iki kitabı
bilirmismiz?»
— Biz dedik : Bilmeyiz, Yâ Resûlellah! ancak
sen bize haber vermenle (biliriz.)
— Bunun üzerine
Resûiullah (S.A.V) sâğ elindeki kitab için dediki ;
«İşte bu kitab âlemin
Rabbisinden bir kitab dır, bu kitabda cennet ehlinin isimleri, babalarının ve
kabilelerinin ıisim!eri vardır. Bundan sonra ahirlerinde hulâsa edilmiştir.
Binâenaleyh bunlarda ziyadelik ve noksanlık katîyyen olmaz.»
— Sonra Resûlultah (S.A.V) sol elindeki kitaba
işaret ederek şöyle buyurdu:
— Bu kitab, âlemin Raob'sı tarafındandır, bu
kitabda cehennem ehlinin isimleri, cehennem ehlinin babalarının ve
kabilelerinin isimleri vardır. Sonra onların sonunda hulâsa edilmiştir,
Binâenaleyh onlarda ziyadelik olmaz ve onlardan noksanlıkda asla olmaz.»
— Resûiullâhın Ashabı dedikti : Şu halde
amelden fariğ olunan bir iş halı olduğuna göre ameti kazanmak ön ki fâide
nedir? Yâ Resûlellah1
— Hemen Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Amellerinizi doğru
yapın ve Allâha yaklaşmayı taleb edin, zira Cennet adamı, hangi amelle meşgul
olursa olsun, son nefesi cennet ehlinin ameli ite hitam bulur. Ve cehennem
adamı, hangi amelle meşgul olursa olsun, nefesi cehennem ehlinin ameli ile
hitam bulur.»
— Bundan sonra Resûiullah (S.A.V) iki elindeki
kitabları attı ve sonra buyurdu ;
«Rabbiniz, kulların
işlerini takdir etmiştir; (kıyamet günü toplananlardan) bir takımı cennetde,
bir takımı cehennemdedir.» (Şuura Sûresi, 7}[20]
97 - (19)
Ebi Hızâme (R.A) den oda babasından rivayet etmiştir, demiştir : Dedimki : Yâ
Resûlellah! Okunup üflenerek (şifa âyetli ve duaları okunarak) tedavi taieb
etmemizi, bir ilaçla tedavilenmemizi ve kaçınılacak şeyden kaçınmamızı bana
haber ver, Acebâ Allanın takdirinden bir şeyi (bunlar) red edermi?
— Resûiullah (S.A.V)
buyurduk!:[21]
«O (zikredilen üç
şey), Allâhın kaderindendir.» [22]
Râvî Ebî Hızâme {R.A},
tabiînden ve Beni Hars bin sâd neslindendir. Bu muhaddis olan Ebî Hızâme bin
yâmur (R.A) dır.
Hadîsi şerifde,
şifaianmak için okunup üflenmeyi, bir deva emsinden ilaçla tedavîlenmeyi ve
zararlı olanlardan kaçınmanın fâidesînîn olup olmadığını soran zâte, Resulü
Ekrem efendimiz; bunlarında birer sebeb olduğunu beyan ederek hastalığın nasıl
bir kaderi ilâhî olduğu sabit ise, bunlarla te-dâvîlenmeninde birer kaderi
iiâhi olduğunu beyan buyurmuştur. Dolaysiyîe bu yollarla tedâvîlenmenin
cevazını îzah etmiş oluyor. Fetvada câ'izdir. Fakat tevekkül ve takvaya göre
caiz değildir.
Bu mes'elelerin geniş
İzahı, «Müiteka tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinde zikredilmiştir.
Ayrıca batıl ve uydurma yollarda tedavilerime şekil ve yollarının kötülüklerini
de «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı eserimizde beyan ettiğimizi
hatırlatırız. [23]
98 - (20)
Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştir:
ResûMlah (S.A.V)
yanımıza çıka geldi, bizde o anda kader hakkında münazaa ediyor idik.
Rssûlullah (S.A.V) gazablandi, hatta yüzü kıbkırmızi oldu ve hatta sanki iki
yanağında nar dânesi sıkılmış gibiydi.
— Bunun üzerine
Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
aBununlamı
emrolursdunuz? Yoksa benmi bununla size gönderildim?! Ancak ve ancak sizden
evvel geçen kimseler, bu işde (kader meselesinde) münazaa ettikleri vakit,
helak olmuşlardır. Size kesinlikle beyan ediyorum, kesinlikle arz ediyorum;
Bunda (kader hakkında) münazaa (Ve münâkaşa) etmeyiniz.»
99- (21)
İbni Mâce bu hadis gibisini, Amr bin Şuayb dan, onun babasından ve dedesinden
rivayet etmiştir. [24]
100 - (22)
Ebû Mûsâ (R.A.) den mervidir, demiştir :
Resûlullah (S.A.V) den
işittim, diyor'du :
«Muhakkak Allâhü teâla
Ademi yerin hepsinden kabzalanmış b.'r kabtadan yarattı. Âdemoğlu yer yüzünün
(bütün renk ve çeşitli tabiatlarının) mîkdârı (çeşitleri) üzerine gelmiştir,
(çeşitlerden yaratılmıştır), kırmızı, beyaz* siyah ve bunların arasındaki
şeylerde onlardan (yeryüzünün çeşitlerinden) dir, yumuşakiık, sertlik ve
güzellik (yani, Ahlâkî yönde ki bu hallerde) onlardan (yerin çeşitlerinden)
dir.» (Hadîsi, Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvud rivayet etmişlerdir.) [25]
101 - (23)
Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, demiştir : ResulSah (S.A.V) i İşittim
buyururdu ;
«Şüphesiz ASlahü
teâfa (insan ve
cinnîierden) halkını (mahlûkatını, nefsi emmârenin) karanlığında
halk etti ve onlara nurundan (bir şey) döktü.
— Binâenaleyh bir kimseye o nurdan isabet
ederse, hidâyete erişir. Ve bir kimseye de o nur vâsıl olmazsa, dalâlette kalır
(hak yoldan çıkar).[26]
— Bu sebebten dolayı derimki : kalem Allarım
îlmi üzere cereyan eder (yazar ve hükmeder).» [27]
102 - (24)
Enes (R.A) den mervîdir, demiştir:
Resûlullah (S.A.V) şu
düâyı cok söylerdi :
«Ya Mukallibei kulûb!
Sebbit kalbi, alâdînike - Ey kalbleri çeviren (yöneten)! benim katbimide
dıniyin üzerine sabit kıl»
~- Bunun üzerine
dedimki: Ey Allanın Nebisi! sana ve senin getirdiğine îman ettik, bizim
üzerimize korkarmısın?
—- Resûlullah (S.A.V)
buyurdu :[28]
«Evet (sizin üzerinize
korkarım), Zira kalpler, Atlahü teâlanın parmaklarından fiki parmak
arasındadır, onları (kalbleri) dilediği şekle çevirir»[29]
103 - (25)
Ebû Musa (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (SAV) buyurdu :[30]
«Kalbin misâli,
nebâtatsız düz arazi üzerindeki kuş tüyü gibidir, onu rüzgâr (her saat ve
saniyede) üstünü altına (ve altını üstüne) çevirir.» [31]
104 - (26)
Ali (R.A) den mervîdir, demiştir :
Resûiullah (S.A.V)
buyurdu :
«Her hangi bîr kul, şu
dört şeye inanmadıkça mümin olamaz.
a) Allahtan başka ilâh olmadığına ve beni hakla
gönderen Ailahın Resulü olduğuma şehâdet etmesi,
b) Ölüme îman etmesi,
c) Öldükten sonra dirilmeğe îman etmesi,[32]
d) Ve kadere iman etmesi ile (mü'min olur).» [33]
105 - (27)
İbni Abbas (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurdu :
«Ümmetimden iki sınıf
İçin islamda nasib yoktur, (onlarda : ) Mürcİ-e ve kaderiyelerdir.» Yirmizi,
Tirmizi: bu hadis garib (hasen ve sahih) dlr, dedi.
(NOT :
Mürcie ve kaderiye hakkında, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı
eserimizde geniş malûmat yazılmıştır.) [34]
106 - (28)
İbni Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûiullah (S.A.V) den işittim
buyuruyordu :
«Ümmetimde (ümmeti
icabette) yerde hareket (zelzele) ve yer yutmaları ve suretin çevrilmesi olur.
Evet bu hal kaderi tekzib edenler içinde olur.» Ebûdâvut, Tirmizîde böyle
rivayet etmiştir.
(NOT : Bu
hadîsi şerifin kısa acıkiamah
temsili örneği, «Bid'at ve Hurafeler adlı eserimizle Evliya
meselesi» isimli eserimizde mezkurdur.) [35]
107 - (29)
Yine (İbni Ömer) den rivayet olunmuştur, demiştir: Resûiullah (S.A.V) buyurduk[36]
«Kaderiyye, bu ümmetin
mecûsîsidir, eğer hastalanırlarsa, ziyaret etmeyiniz, ve eğer ölürlerse,
cenazelerine hâzır olmayınız.» [37]
108 — (30)
Ömer (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (SAV) buyurdu :
«Kaderiye ehli ile
oturmayınız ve onlara havale etmeyiniz {veya onlara «elamla
başlamayınız).» Ebûdâvud[38]
109 - (31)
Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: «Resûlullah (S.A.V) buyurdu :
«Aİti şeye (kimseye)
ben lanet ettim, Allahü teâla ve düâsı müstecâb olan her Peygamberde iânet etti
(onlarda şunlardır:)
a) Allahü teâlanın kitabına (kur'anı kerîme)
ziyâde eden,
b) Atlahü teâlanın kaderini tekzîbeden,
c) Allahü teâfantn aziz kıldığı kimseyi zelil ve
zelil kıldığı kimseyide aziz yapmak
için ceberutla musallat olan,
d) Allahü talanın haremini (harem dahilindeki
haramları) helâl kılan,
e) Ehli beytimden olanlara (ezâ ederek tâzîmi
terketrnek gibi şeyleri) Allahü teâlanın haram kıldığı şeyi helal kılan,
f) Ve benim sünnetimi terk eden kimsedir.»
Beyhakî «Medhal» de ve Rezinde kitabında rivayet etmiştir. [39]
Hadisi şerifde beyan
edilen altı sınıf kimselere, Aflâhü teâlanın laneti demek, rahmetinden
uzaklaştırmak, azabı ilahisine dûcar etmektir.
Peygamberimiz ve bütün
peygamberlerin laneti ise, bu kişilerin Allahû teâlanın rahmetinden uzak oulp
gazab ve azabı Nahiyeye müstehak olmalarını dilemeleridir,
Altı sınıf kimselerin
fenalıklarımda kısaca açıklayalım.
a) Kitabı
ilâhiye ziyade eden kimseler, Kur'anı kerime ve diğer semavi kitaplara ilâve
yaparak yahûdi ve hırıstıyanların Allah in buyurmadığım; «Allah buyurdu» gibi
yalan isnad ve iftiralarda bulunmaktırki, kesin ve açık hükümleri tahrif edip
tebdif ve tağyir suretiyle yazan, söyleyen ve hüküm beyan eden kimseler, ayeti
kerimelerin acık ve zahiri hükümlerini ve nazımlarını inkar temiş
olduklarından kâfir olurlar.
Fakat kitap ve
sünnetin hükümlerini tevii ederek beyan edilen hüküm, kitap ve sünnetin
hükümlerine muhalif olursa, bu tevilj yapan kimse, ehli Bid'at olur ve islenen
amel ve tevilede Bid'at denir. Bid'at-cıların ve Bid'atın fenalıkları, «Islama
sokulan Bid'at ve Hurafeler» ad!ı eserimizde uzun uzun İzah edilmiştir.
Gününmüzde indî
düşünce ve görüşler ortaya atarak Kur'anın aç'k hükümlerine zıd bir takım
kanun, tüzük veyönetmelikler yapanlar, çıkaranlar ve onları tasvib edip iyi
karşılayanlar, açıkça kitabı ilahiyeye ziyâde yapan veya yapmaya çalışan haham
ve papaz kafalı beyinsiz sapıklardır. Belki-de kâfirlerdir.
b) Kaderi ilâhiyi inkar edip yalanlayan kimsede.
Allanın ve Resullerinin lanetine müstehak oian kişidir. Zira kaderin aslı
malum, vasfı meçhuldür. As İma ve esasına inanan kişi, iki cihan seâdetine nail
olur.
c) Zulüm çemberi kurarak Allanın indinde şerefli
ve izzetli kişileri, zelil ve ahlaksız rezil kimseieride şerefli kılmaya
çalışan zâlim ve cebbar kimseler de, Aîlâhın ve Resullerinin lanetine müstehak
olan zâlimlerdir.
İlim ve amelleri isiam
esasları dahilinde âlim ve salih kişilere itibar etmeyip, içkici, kumarcı,
zinacı, yalancı, iftiracı ve her çeşid ahlaksızlıkları işleyen veya işlemekten
çekinmeyen mikrop adamlara değer veren zavallılar, işte bu adamlar, zulüm
çemberi kuran cebbar ve kaddar kimselerdir. Rahmeti ilâhiden mahrum, azabı
ilâhîyeye lâyık ve müstenak olan beyinsizlerdir.
Haksızı haklı ve
haklıyı haksız çıkaran veya çıkarmaya çalışan hüküm ve karar sahipleri, yalancı
şâhidier, yalan yere yemin edenler, rüşved yoluyla haksızlara hak verenler hep
aynı zalim ve cebbarlardır. Şeref ve haysiyetleri tahrip eden millet ve
cemiyetin mikroplarıdırlar.
Nihayet hak olan
hükümleri, çeşidli sebeblerle tebdil ve tahrif eden yahûdi ve hırıstiyanlan
takîid eden, adaletle hüküm vermek isteyenlere en şiddetli düşman olan
kaddarlardır.
d) Haremi şerif dâhilinde avlanılması yasak ve
haram olanları helâl kılmak ve ihramsız halde yapılanları ihramda da yapmak
gibi amelleride helal gibi yapmak ilahi gazaba müstehaklık icap ettirir.
Ayrıca Allahü teâlanın
haram kıldığı şeyleri, heial yapmak veya helal-laştırmaya çalışmakda rahmeti
ilahiden kovulup azabı ilahiyeye müstehak olmaya sebebdir.
Kur'anı kerimde
haramlığı açıkça belirtilen hüküm ve âyet hakkında helallaştırma emeline
kapılmak, günümüzdede pek çoğalmıştır.
Adam haramın içine
dalmıştır ve onun gibi aynı haramı işleyende vardır. Kendi amel ve amellerine
göre hüküm verenler veya hükmün verilmesi gerektiğini söyleyenler, maalesef vardır.
Münakaşa dahi edilmiştir
Meselâ : Faiz
haramdır, Zina haramdır, İçki haramdır. Kumar haramdır. Namazı terk edip
kılmamak günahdır ve bu hükümlere benzer çok haramları işleyenler, fasit
çemberin içine kendilerini atmışlardır. Böyle sapık ve fa-sid düşüncelerden son
derece sakınmak en doğru ve en salim yoldur.
e) Peygamberimizin nesli Pâkinden olan süiâle-i
necibine hürmeti terk edip hakaret ve ezayı helâl görmek veya ezada bulunmakda
ilâhi rahmetten kovulmaya sebebdir. Peygamberimizin «itreti», Hz. Fatıma ve
onun zürriye-tidir.
f) Peygamberimizin sünnetini terk edip
işlememekte, ilâhî rahmetden uzaklaşmaya sebeblerden birisidir. Akıllt insan,
Peygamber efendimizin sünnetine sim
sıkt sarılır. O sünnete sarılmanın mükâfatı ise, şefaati Resul ile cennete
girmektir[40]
110 - (32)
Matar bin U kûm is (R.A) den mervidir, demiştir ; Resülullah (S.A.V) buyurdu :[41]
«Allöhü teâla bir
kulu, bir yerde öldürmeyi hükmettim!, o yere o kul için bir ihtiyaç kılar (bu
sebeble kul oraya getir ve orada ölür).» [42]
Râvi matar bin Ukâmis
(R.A), Beni süieym kabilesine mensubdur. Kû-feli zevatı muhterden sayılmıştır.
Bir tek hadisi şerif rivayet etmiştir. Oda bu hadîsi şerifdir. Kendisinden Ebî
İshak Essebîî rivayet etmiştir.
Hadîsi şerifde beyan
edilen hükümde şu mealdâki âyeti kerimeye işaret vardır:
«Bir nefis (şahıs),
hangi yerde (nerede) öleceğini bilemez.» Lukman
Sûresi, 34
Evet bir kimse, hangi
saatde ve nerede ne şekilde ö'eceğini bilemez. Ancak Allahü teâla bilir. Aynı
zamanda bir kişi nerede ve hangi mekanda ne şekilde ölecekse günü saati gelince
eceli onu çeker, o adam oraya gider ve orada ölür. Hakkında tecelli edecek
kaderi ilâhiyi hiç bir nefis bilemez. Onun iimi, Allanın yanındadır.
Bir kimse ölüme
mukadder olan yere gitmesi için, o kişiye orada bir ihtiyaç ve iş kapısı
açılır. O işini görmek üzere gider. Ecelide onu orada bulur ve hakkın
rahmetine veya azabına kavuşur.
Yukardaki âyeti kerime
ve hadisi şerifi açıklayıcı bir hâdise, tefsirlerde şöyle beyan edilmiştir:
«Rivayet olunduğuna
göre, Ölüm meleği bir gün Süleyman Aleyhisse-lamın huzuruna giriyor. Orada
oturan kimseler içinde bir adama dikkatla bakıyor. O adam kıyafet değişikliği
ile gelen öiüm meleğinin kim olduğunu soruyor.
— Süleyman Aleyhisselamda, öiüm meleğidir,
diyor.
— Bunun üzerine o adamcağız, bu sanki beni arzu
ediyor gibi, ne olur rüzgara emret beni yüklenip Hindistana kavuştursun, diyor.
— Hemen Süleyman aleyhisselam öylece işleyor,
rüzgar o adamı Hindistana götürüyor. .
— İşte o anda ölüm meleği diyorki; «Benim o
adama dikkatla ve de vamiı bakışım teaccübümden idi. Zira ben o adamın ruhunu
hindistanda almakla emrolundum, halbuki, o adam senin yanında (kudusde) dir.»[43]
Evet insanın nerede,
ne zaman ne şekilde öleceği kaderi Hâninin tecellisine bağlı olduğu için, onu
Allahdan başka kimse bilemez. Ancak ece! nerede, ne zaman ve ne şekilde vuku
bulacaksa, sebeblerini Allahü teâia yaratır. Öylece vâki olur. Ecel saati
geldiği zaman, ne bir saat geri ahnır ve nede bir saat ve saniye evvel olur.
Takdir edilen saat ve zaman ne ise, o şekilde tecelli eder. [44]
111- (33)
Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir, dedimki : Yâ Resûleilah! Mü'minlerin
zürriyetlerinin hükmü nedir (cennette veya cehennemdelermi)? Resülullah (S.A.V)
buyurdu :
«Onlar (mü'minlerin
zürriyetîeri) babalarından {mü'miulerden) dlr.» -1- Bunun üzerine ben dedim :
Yâ Resûleilah! amelsiz olarakmı? — Resülullah (S.A.V) buyurdu ; KAllâhü teâla
amel edenleri bilir.» Dedimki :
Müşriklerin zürriyetlerinin hükmü nedir? Resûluilah (S.A.V) buyurdu :
«Onlar (müşriklerin
zürriyetleri) babalarından (müşriklerden) dir»
— Ben dedimki : amelsiz olarakmı?
— Resûlulah (S.A.V) buyurdu :[45]
«Allahü teâla amel
edenleri bilir fbinöon aleyh hükmü o verir).» [46]
112 - (34)
İbni Mes'ûd (R.A) den mervîdir, demiştir:
Resûlullah (S.A.VJ
buyurdu :
«Küçük (yeni doğan)
kız çocuğunu diri diri gömen anne ve gömülen çocuk (veya göz yuman ebe)
cehennemdedir.»[47]
Bu hadisi şerifde şu
mealdeki âyeti kerimeye işaret vardır ;
«Onlardan
(müşriklerden) birine, kız doğum haberi : (Verilip bir kızın doğduğu)
müjdelenince öfkelenerek yüzü simsiyah oluyor.
— Verilen müjdenin
yaptığı kötü tesirle utanıp kavminden gizleniyor, acaba o çocuğu zillet ve
horlayarak saklayacakmı, yoksa toprağamı gömecek? Bakki hüküm verdikleri
şeyler ne köîü.» Nahl Sûresi, 58-59
Yukarıdaki hadisi
şerifin zahiri hükmüne göre, müşriklerin küçük yanda ölen çocuklarının azab
olunacağı beyan edilmiştir.
Fakat hadisi şerifin
hükmünü tevil ederek doğum yaptıran ebenin ve doğuran annenin çocuğun diri diri
toprağa gömülmesine rıza gösterdikie-rinden çocuğun değil, onların azab
olunacakları beyan edilmiştir. Zira doğum zamanında doğuracak kadın doğum
saati ve sancısı gelince bir çukur kazar eğer doğan erkek olursa, alıkor. Şayet
kız doğarsa hemen cukuca gömerdi ve o doğuracak kadının başında doğumcu ebede
hazır bulunur idi.
İşte kız doğuran
kadının çocuğu diri diri toprağa gömmesine o ebede razı olduğundan hem doğuran
kadın, hemde doğum başında bulunan ebe cehennemde azab olunacaklardır.
Ana rahminden dört
ayltk olan diri çocuğu, ilâç vesaire ile düşürerek öldüren kişilerde, aynı diri
diri çocuklarını toprağa gömen müşrikler gibi cehennem azabı ile azablansalar
gerek. Esasen Cocuklann ölümüne sebep olan her kişi, mutlaka cezalanır.
Zinadan gizlice doğum
yapan ve doğumdan sonra çocuğu öldüren ve ya ölüme atılan çocukların sahiplen
(anaları) da, azana musrehak olurla". Hem zinanın cezasını çeker ve hemde
zinadan hamile olduğu çocuğun hn-yatına kast etmesinden için azablanır.
İmamı azam (R. A)
hazretleri, çeşitli sebep ve nedenlerden dolayı, müşriklerin çocuklarının küçük
halde ölenleri hakkında cennetlik veya cehennemlik hükmünü verememiş tevekküf
etmiştir
İmamı Azam
Hazretlerinin tevakkufuna sebep, yukarda beyan edilen hadîsi şeriflerde «Her
doğan çocuğun İslâm fıtratı üzere doğar.» hükmü i!e bu hadîsi şerifin hükmünün
izahı ve telifi hususu gibi meselelerdir.
Günümüzde çocuklar»
dört aylık oldukdan sonra düşürenlerle çocuk jarına din ve îmanını öğretmeden
rızık derdi ile tahsile gönderip çocuklarını îman ve ahlak dışı yaşantıya atan
ve itenlerde aynı cinayeti işleyen zalimlerdir.
Bir âyeti kerîmede
şöyle buyurulmuştur.
«Fakirlik korkusu ile
(câhiliyyet devrinde olduğu gibi) çocuklarınızı öldürmeyin. Zira onlara da,
size de rızkı biz (azîmüşşan) veririz.»(İsrâ sûresi, 31)
Yukardakj hadîsi şerif
ve âyeti kerime ile ilgili geniş İzahat; «Mülteka tercümesi» nin birinci
cildinin «Köleyi Nikahlama Babı» başlığında zikı edilmiştir[48]
113 - (35)
Ebudderdâ (R. A) den mervîdir, demiştir : . «Aziz ve celil olan Allhâhü teâla
her kuluna beş şey-İn taktîrini netî-ceiecelemiştir (o beş şeyde
şunlardır)
a) Ecelini
(yâni, ömrünün müddetini ve yaşayacağı zamanı},
b) Amelini (yâni, kulun hayır ve serden neler
işleyecenîğini),
c) Nerede karar edip kalacağını (yer ve
mekânını),
d) Hareket ve ızdırarlı hallerini,[49]
e) Ve helâl veya haramdan rızkını taktir
etmiştir.» [50]
Râvi Hz. Ebudderdâ
{R.A), uveymir bin mâlik hazrec kabilesine mensup ensâri kiramdandır. Uhut
muhaberesinden başka bütün muharebelerde Peygamberlerimizle hazır bulunmuştur.
Hz. Ebudderdâ (R.A),
sahabenin fakih, âlim, fazıl ve
hakimlerinden idi. Bu sebepten Peygamberimiz (S.A.V.) onun hakkında şöyle
buyurmuştur:
«Her ümmetin bir
hakimi vardır. Bu ümmetin hakimi de, Ebudderdâ-dır.»
Samı şerifin fethi
esnasında muharasada bulunmuşlardır ve fethinden sonrada şama hâkim tâyin
edilmiştir. Hz. Osmanın hilâfeti zamanında şam kazısı iken hicretin okuz
ikinci senesinde vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
Yukardaki hadisi
şerifin lafız ve manalarını her müminin ezberleyip hayatına düstûr ve delil
olarak hedef olmalıdır. Rızık derdine,
mesken ve mekan derdine düşüpde ilâhi takdir ve tecelliyi unutmamak lâzımdır. Çalışmak ve doğru işlere
yapışmak, rızkın helâl olmasına ve helâldan takdir edilmesine sebep olur.
Birde insan az yaşasa
çok yaşasg mutlak ve muhakkak bir gün ölüm başa gelecektir. Onuda hiç unutmayıp
iyi hazırlanmak ve daima iyi amellerle meşkul olmak lazımdırki, insan nasıl
yaşarsa, öyle ölür. Nasıl ölürse, öyle
haşrolunur. [51]
114 - (36)
Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.V) den işittim, buyuruyordu
:
«Bir şey hakkında bir
kimse kaderden bahsederse, kıyamet gününde o kimse sual olunur,
— Ve bir kimse bir şey
hakkında kaderden bahsetmezse, ktyâmet gününde o kimsede ondan (kaderden) sual
olunmaz.» [52]
115 - (37)
İbni Deylemî (R.A) den mervîdir, demiştir: «Übey bin kâbe geldim, ona dedimki :
nefsimde kaderden birşey (vesvese) vâki ve bana bir söz söyledi. Fakat umarımki
Allâhü teâlo onu (vesveseyi) kalbimden giderir.
— Bunun üzerine Übey bin kâb dedi : Eğer aziz
ve celil olan Allâhü teâla semâ vat in (göklerin) ve yerin ehlini azap etmesi
farz olunsa, onları (göklerin ve yerin ehli olanları,) o (Allâhü teâla) onlara
zulmetmediği halde ozâbeder (zîra azabı ilâhîsi, adlinden ve rahmetide
lutfundandır).
— Ve eğer Allâhü teâla onlara (yer gök ehline)
rahmetini ılhsan etse, onlara rahmeti ilâhîsi, onların (iyi) amellerindendir.
Eğer sen Allah yolunda Uhud dağı kadar altun infak etsen, Allâhü teâla senden o
Uhud dağı kadar thayrın) infâkını kabul etmez, tâki kadere îman edesin. Ve sen
bilmelisinki, muhakkak sana (ni'met, belâ, tâat ve mâsiyetten) isabet eden şey,
sanin hatâ etmenden olmamıştır, ve (hayır ve serden) senin hatâ ettiğin şey,
mutla ka sana isabet etmek için olmamştır.
— Eğer sen (Ey İbni Deylemî!) şu (kadere îman)
akidesinden başka (küfür) akidesi üzerine ölürsen, elbette cehenneme girersin.
— Ibni Deylemî dedi : Bundan sonra Abdullah bin
Mes'uda geidim, fa-kat Abdullah bin Mes'ud da aynı böyle söyledi,
— İbni Dyelemî dedi : Sonra Huzeyfe bin
Elyemâne geldim, hemen Hu-zeyfe de aynı şeyi söyledi.[53]
— Ondan sc-nra Zeyid bin Sabite geldim, oda
Nebiyyi muhteremden naklen bana aynı
öylesini söyledi.» [54]
Râvî İbni Deylemî
(R.A) kimdir?
Hz. İbni Deylemî (R.A)
Ebû Abdullah, yahut Ebû Abdurrahman veya Ebûzzahhak feyrûziddeyleınîdir.
Kendisi humeyrîden geldiği için «humeyrı» de denir. Kisra isimli melik
tarafından Yemene gönderilen fârisi oğulların-dandır.
Muhammed Bin Seîd
(R.A) dediki : İbni Deylemî ehii hadisden »lan büyük bir zattır. Feyrûza
eddeylemi denir. Resulü Ekrem efendimizin huzuruna gelen feyruz cemaatının bir
kişisidir.
Yemende Peygamberlik
iddiasında bulunan yalancı Peygamber esvedi inşa isimli kâfiri bu zat
öldürmüştür. Peygamberimize ölüm hastalığından bu zatın o yalancıyı öldürdüğü
haberi gelince, Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu :
«Onu öldüren Feyruz
faz, Feyruz Faz, Feyruz Faz isimli sâlih bir yiğit kimsedir.»
Bu zatın sahabe veya
tabiinden olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Şârih aliyyülkâri merhum
sahabeden olduğuna kaildir. Mussanîf hatibi Tebrizî merhum ise, «Esmaürrical
Mlmişkat» İsimli eserinde tabiinden olduğunu beyan etmiştir. Hz. Osman veya
Hz. Muaviye zamanında vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
İbni Deylemînin gelip
sorduğu Übey bin kâb (R.A) ise, sahabenin en güzel Kur'anı kerim okuyanlarından
ensârı kiramın hazrec kabilesindendir.
Peygamber (S.A.V)
efendimizin vahiy katiplerinden idi. Peygamber efendimiz zamanında Kur'anı
kerîmi tam ezberleyip hafız olan altı kişidsn birisidir.
Peygamber (S.A.V)
efendimiz kendisine «Ebal Münzir» Künyesini buyurmuşlardı. Hz. Ömer (R.A) da
«fcoat tıfıl» künyesi ile künyelemişti.
Peygamber (S.A.V)
efendimiz, «Seyyidül ensâr» ismi ilede isimlendirmişti. Hz. Ömerde «Seyyidül
müslimin» İsmini vermişti. Hz. Ömer (R.A), Teravih namazını, bu ümmetin en iyi
okuyanı diyerek imam yapıp bemaatla teravih namazını kıldırmıştı. Kendisinden
pek cok halk hadis rivayet etmiştir.
Her iki zad ve ibni
Mes'ud (R.A) in aralarında gecen mes'elenin anla< şılmayacak tgrgfı yoktur.
Tekrar tekrar okumak faideli olur. [55]
116 - (38)
Nâfi (R.A} den rivayet olunduğuna göre, bir adam ibni Öme-re (R.A) geldi ve
dedi: Muhakkak falan kimse sana selam ediyor,
— Bunun üzerine İbni
Ömer dediki : O adam kaderi tekzib ederek dinde olmaycm Bld'atı işlediği bana
erişti. Binaenaleyh eğer o kimse, o bid'-atı işledi ise san benden ona selam
söyleme. Zira Resûlüllah (S.A.V] den işittim buyuruyordu :
«Ümmetimin veya bu
ümmetin kader ehli için {Bid'atçılar için), yer yarılması, veya suret
değişmesi veya gökden taş yağması olur.»[56]
İmamı tirmizi bu
hadis, hadisi hasen, hadisi sahih ve garibdir, JJedi. [57]
Râvî Nâfî (R.A)
kimdir?
Hz. Nâfî bin sercis
(R.A), Abdullah bin Ömer (R.A) in kölesi, deylemî ye mensub tabiînin
büyüklerindendir. Sahabe ve tabiînden pek çok kişi hadis rivayet etmiştir.
Hadis bilginlerinin sika ve meşhurlarındandır.
Mâlik bin enes (R.A),
Nâfî den rivayet yoluyla ibni Ömerden de mervî olan hadîsi işitince başka
kimseden işitmeye iüzum olmadığını beyan etmiştir. Nâfî (R.A), hicretin yüz on
yedi (117) târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [58]
117 - (39)
Ali (R.A) den mervîdir, demiştir :
Hatice (R.A) Nabİyyİ
muhtereme (câhiMyyet devrinde ölen) kendisinin iki çocuğundan sordu:
— Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«O câhiiiyyet devrinde
ölen çocuğun, cehennemdedir.»
— Hz. Ali (R.A) dedi : Vaktaki Resûlüllah (SAV)
Hz. Haticenin yüzünde üzüntülü hâli gördü, hemen dedikji:
«Eğer sen onların
(çocukiarıyın) yerini görseydin, şüphesiz onlara bugz ederdin.»
— Hz. Hatice (R.A) dedi : Yâ Resûlüllah! Senden
olan çocuğumun durumu nerededir?
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Cennettedir.»
— Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:
«Muhakkak surette
müminler ve evlatları, cennettedir, müşrikler ve ev-lâtlarıda Cehennemdedir.»
— Sonra Resûlüllah (S.A.V) şu âyeti okudu :
«{İman edipde
zürriyetleride îman ile kendilerine tâbi olanlar yokmu? biz onların
nesillerimde kendilerine kattık), (tûr sûresi, 21) Bu hadisi, Ahmed rivayet
etti. [59]
118 - (40)
Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir:
Resûlüllah (SAV)
buyurduki:
«Allâhüteâla Adem
(A.S) ı yarattığında sırtına mesnetti. Hemen sırtın dan Ademin zürrlvetinden kıyamete
kadar yaratacağı her ruh sahibi çıktı. Ve her insanın iki gözü arasına nurdan
bir parlaklık yarattı. Ondan sonra o zürrlyetf olan insanları Adem (A.S) a
arzettl.
— Bunun üzerine Adem (A.S) dedi: Ya Rabbil
Bunlar kim? Allohü teâla buyurdu : (Bunlar) senin zürriyetindlr.
— Hemen Adem (A.S) zürriyetterinden bir adamın
iki gözünün arasında bir parıltıyı gördü ve teaccüp etti, dedi Ey Rabbim! bu kimdir?
— Cenâbu hak buyurdu, Dâvud dur.
— Adem (A.S) dedi: Ya Rabbi! Onun ömrü kaç
senedir?
— Cenabu hak buyurdu : Altmış senedir.
— Sonra Adem (A.S.) dedi : Rabbim! Benim
ömrümden onun ömrüne kırk sene İlâve et.
«Vaktaki Adem (A.S) in
(Dâvud A.S. a feda ettiği) kırk senelik ömrü hariç, ömrü hitame erdi, ölüm
meleği Ademe (A.S) ruhunu kabzetmek için geldi. Hemen Adem (A.S) dedi:
Ömrümden kırk sene kalmodımı?
— Cenobı (hak veya melek) dediki :Sen o kırk senelik ömrünü oğîun Pavuda
vermedinmi?
— Bunun üzerin© Adem (AS) inkar ettf, buna
binâen zürriyetide inkâr etti. Adem (A.S) unuttuda oğaçdan yedi. Binaenaleyh
zürriyetide unuttu. Adem (A.S) hata etti
zürriyetide hata etti.» [60]
119 - (41)
Ebudderdâ (R.A) den rivayete göre, Resulütlah (S.A.V) den rivayet olunmuştur,
buyurdu ki: «Allhü teâla Adem (A.S) i yarattığı zaman (bir sebeb ve vasıta ve İlâhi kudreti ile) sağ omuzuna (Melek)
vurdu, hemen sağ küreğinden zerre misali (küçük karıncalar misâli) nûrânî
bembeyaz zum yet çıkarda,
— Ve birde İlâhi kudretle Ademin sol küreğine
(Melek) vurdu, hemen simsiyah kömür gibi zürriyet çıkardı.
— \şt& o anda AHahü teâia buyurdu :
— Şu sağ tarafdan çıkarılanlar, cennete vasi)
olurlar ve bundan dolayı benim' İçin hiç bir iftihar ve değişiklik yoktur.[61]
— Ve sol tarafdan çıkarılanlar içinde, bunlar
Cehenneme gideceklerdir, bu haldede benim için bir hal ve zaruret değişikliği
yoktur (yani ben istediğimi işlemekde hür ve muhtarım), buyurmuştur.» [62]
120 - (42)
Ebi nadra (R.A) den mervidir:
— Peygamber saflallahü aleyhi vesellemin
ashabından Ebû AbdilJah denilen bir adam ağlayarak Resûlüllahın ziyaretine
geldi ve yanına girdi,
— Ashabı kiram o addama dedier :
«Sen; ağlatan şey
nedir? Sana ResûlüUah (S.A.V) ;
— (Bıyığından al) sonrada bana (havzı kevser
başında) kavuşuncaya kadar öylece devam et demedimi?»
O adam evet, (buyurdu)
dedi. Ve fakat Resulüllah (S.A.V) dan işittim, buyuruyorduki:
«Muhakkak AHahü teâla
sağ eliyle (sağ kudreti ile) bir kabza kabzala-mış (bazı zürriyetini sağdan
yaratmış) tır. Ve diğer bazısını da sol eliyle kat-zalamıştsr.
— Sonrada demiştirki : «Şunlar, şunlar için,
bunlarda bunlar içindir. Bununla
beraber bende bir değişiklik yoktur.»
— Resûlülİah (S.A.V) kendisi hakkındada, ben bu
iki kabzanın hanki-sinden oiduğumuda bilmiyorum, diyor.» [63]
Râvî Ebî Nadra (R.A)
kimdir?
Hz. Ebî Nadra, Basralı
tâbiindendir. Hz. Hasan (R.A) in şehâdetinden az bir zaman evvef vefaî
etmiştir. Kendisi İbni Ömer, Ebû Said ve îbni Ab-bas (R.A) den hadisi şerif
işitmiş ve öğrenmiştir. Ondanda İbrahimi etteymi, katâde ve said bin zeyd hadis
rivayet edip öğrenmişlerdir. Allah ondan razı olsun.
Bu hadisi şerifde
Resûlütlahın huzuruna gelen kişinin bıyığını uzatıp dudağını kaplayarak ağzına
giren şekli varmış, o halin iyi olmadığını, bıyığın uzununun kesilmesi
hakkında Peygamberimizin tavsiyesini ashabı kiram o adama hatırlatıp
uyarıyorlar.
Evet fıkıhda beyan
edildiği üzere, bıyığın üst dudağı kapatacak kadar uzaması, kerahattır.
Resulüilah saliaüahü
aleyhi vesellem efendimizin, kıyametde havzın başında kendisine kavuşuncaya
kadar bıyığın kısaltılıp kesilmesini buyurmo sida, sünneti muvakkat bir zaman
işleyip terk etmenin doğru olmadığına işarettir.
Evet sacını, başını ve
bıyığını karıştırıp erkekmi kadınmi bilinmeyecek derecede pislik içerisinde gezen
zavallıların hali perişandır. Sâde bıyığı uzun olupda yemeğe oturanın artığı
'dahi kerâhat iken, her tarafı pislik içinde olan böyle kimseleri cenabı hak
ıslah eylesin.
Halk arasında bâzı
kimseler, bıyığını uzatıp üst dudaklarını örtecek şekilde terk ediyorlar. Ve
bu hallerini «falan filan kimseler işlemiştir» diyerek müdofo ediyorlar.
Yukardaki hadisi şerif
gibi pek çok hadisi şerifler ve bu hadisi şeriflerin hükümlerini en güzel
şekilde açıklayan fıkhı hükümler, meydanda iken filan şöyle yapmış, falan şöyle
idi, demek sapıklık ve zındıklık olur. O hali İşleyenler, Peygambere muhalefet
eden mikrop, zındık ve sapık kimselerdir.
Bıyıkların uçlarını
uzatmak ise, harp meydanlarında daha yiğit görünmeyi sağlamak için caiz olduğu
ve Hz. Ömer askerlere cephede aynı şekli yaptırdığı vakîdlr.
Ehli sünnet yolunu
takip edip cenneti âlâda Peygamberimizle komşu oimak isteyen her müslüman
sünnete uyar ve sünnetin dediği ile amel eder[64]
121 - (43)
İbnl Abbas (R.A) dan meraldir.
Peygamber sallallahü
aleyhlvesellem buyurduk!:
«Aliahü teâla,
Arafatda Nâman isimli dağda Ademin neslini sırtından çıkardığında söz (and)
aldı. Hemen kıyamete kadar yaratılacak zürrlyetinin hepsini sulbünden çıkardı,
Zerreye (küçük karıncaya} benzer şekilde bütün neslini Ademin önüne (veya
bazısını sağına, bazısınıda soluna) dağıttı. (Yani Ademin önüne veya sağına
soluna toplu halde veya dağınık şekilde yığdı). Sonra açık bir ifade İle onlara
söyleyerek dedik!:
— Ben sizin rabblnlz
devimiyim?[65]
— Onlarda evet
(RabbimizsinJ! dediler. (Cenubu hakda) kıyametde biz bundan gafillerden idik
yahut bizden evvel gecen babalarımız şirk etmişlerdi, btzde onlardan sonra
gelen zürrlyetlerden İdik, bu sebeble batıl yolda gidenlerin yüzünden blzt
helâkmı edeceksin? dlyememelerinlz için biz aşlmüşşan satıid olduk (dedi).» [66]
Bu hadisi şerlfde
beyan edildiği üzere, AIEahü teâla Adem aleyhisselâ-mı yarattıkdan sonra kendi
sulbünde meydana gelecek bütün neslini ara-fatın yakınında veya tâlfle arafat
arasında «Nâman» isimli dağda iken bütün zürrlyetinl küçük karıncalara benzer
şekilde zerrecikler halinde ve Ademin önünde veya bazısını sağında diğer
bazısınıda solunda yığınlar halinde yaratıyor.
Sonrada «Ben sizin
rabblniz değilmiyim? diyor» Bütün insanlar top yekûn «Evet rabbimlzsin»
diyorlar.
Bunun üzerine Ademin
neslinin kıyamette bu ikrarlarını inkar etmeme teri veya inkar edememeleri
için, kendini, veya Melekleri veya insanları bir birlerine şâhid diktiğini ve
hatta insan neslinin «bizden evvel gecen babalarımız şirk etmişlerdide,
bizlerde onlardan sonra gelenlerden idik, onların kötü îtikad ve amellerinden
dolayı bizi helak mi edeceksin» diyememeleri fçin şâhld diktiğini beyan ediyor.
Evet insanın nesli, tâ
Adem Aleyhissetâmın yaratılışı zamanında ilahi hitaba müsbet cevab vererek iman
ettiğinden, müslümanın ve kâfirin yeni doğan çocuktan vaktiyle îman ettikleri
fıtrat üzere doğarlar. Bu daha acık bir ifâde ile yukarda doksanıncı (90)
hadisi serifde beyan edilmiştir. [67]
122 - (44)
Obeyyibni Kâb (R.A) den rivayet olunmuştur, AMahü te-âianın şu meâfdaki :
«Habibim hatırla o zarnanıki,) Rabbin, Adem oğullarının sulblerinden
zürriyetlerini çtkarıb söz aldığı vakit» Kavli kerimi hak-kmnda (Übeyyibni kâb
R.A) dedi:
— Ademin zürriyetini cem etti. Topladı ve
onları erkekli dişili yarattı. Ondan sonra onlara suret verdi, onlara konuşma
kabiliyyeti (akıl ve nutuk) verdi. Bunun üzerinede onlar Allah in dilemesi ile
konuştular. Ondan sonra da cenabu hak, onlardan ahdi m İs ak (ikrarlı söz)
aldı. Ve kendilerine kendilerini (birbirlerine ve kendi nefislerine
kendilerini) şâhid tutarak :
— Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? (dedi.)
— Onlarda (Ademin zürriyetide), Evet
Rabbimizsin, şâhid olduk, dediler.
— AMahü teâlada buyurdu :
— Elbet bende yedi kat semayı ve yedi kat arzı
şâhid dikiyorum ve babanız Ad em ide sizin üzerinize şâhid dikiyorumki,
kıyamet gününde biz bunu gerçekdeh bilmeyorduk demeyesiniz. Bilinizki, benden
başka ilâh yoktur. Benden başka Rap, yoktur. Bana hiç bir şeyi ortak
koşmayınız. Eibet ben size ahdi misâkımı hatırlatıp uyaran elçilerimi
göndereceğim. Kitaplarımı üzerinize (Elçilerim vasıtası ile) indireceğim.
— Onlar (Ademin zürriyetide) dediler :
— Bildik ve itiraf ettikki, Elbet sen bizim (ve
bütün varlıkların) Rabbi-miz ve iiâhımızsın. Senden başka bizim için Rab yoktur
ve senden başka ilâhımız yoktur.
— İşte böyle Ademin zürrjyeti bu
zikredilenlerin hepsini ikrar ettiler.
— Adem Aleyhisselam onlara (zürriyetierine)
bakar halde iken maka mı ûHye yükseltilerek onların üzerine kaldırıldı.
— Âdem onlardan zengin, fakir, güzel suretti ve
güzel sûretliden başka sini gördü ve hemen : (Ey Allahım!} Keşke kulların
arasında müsavat yapaydın (hepsini aynı seviyede yarataydın), dedi.
— AHahü teâlada : Elbet ben şükredilmem!
istedim, dedi.
— Ve Adem (A.S) onların içinde (zürriyetieri
içinde) üzerlerinde yanan ışıklar (lambalar) misali nurlu Peygamberleri gördü,
o Peygamberler umumî misak (sözleşme) den sonra risâtet ve nübüvvet hakkında
husûsî mâhiyette başka bir misak ile tahsis edilmişlerdi.
— Ve o Peygamberlerle olan ahdi mîsakda AHahü
teâlânın şu kavli şerifi ildi:
— «(Ey Habibim!) hatirlaki bir zaman
Peygamberlerden söz almıştık, sendende Nuhdanda, İbrahim, Musa ve Meryemin oğlu
İsâdanda, onlardan sağlam bir söz almışdık.»
(Ahzab sûresi, 7)
— îsa (Peygamber) işte şu Peygamberlerin
ruhlarından idi. Hemen onu (Hz. Isayı)
AHahü teâla Meryeme (Cebrâü Aleyhisseiam
vasıtası ile) îlkâ edip gönderdi.
— İşte bu hüküm Übeyyibni kâbden tahdis olunup
şöyle söyledi : «O ruh (İsa Aleyhisselam), annesinin ağzından girdi.» Ahmet bin
hanbel
(NOT : Râvi
Übey bin kâb hakkında kısa malumat, 115, hadîsi şerifin altında geçmiştir.) [68]
123 - (45)
Ebidderdâ (R.A) den mervîdir, demiştir;
«Biz Rasûlüllâhın
yanında hâdiselerden bir şeyler müzâkere edip konuşuyor idik, hemen Resulü
Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem buyurduki:
«Bir dağı yerinden
kayıp yer değiştirdiğini işitirseniz, bu hadiseyi tasdik ediniz. Ve fakat bir
adamın ahlakının değiştiğini işitirseniz, tasdik etmeyiniz. Zira adamın
ahlakı, cibilliyyetf ne ise, öyle olur.» [69]
Râvî Ebidderdâ (R.A)
in kısa hal tercümesi, biraz yukarda geçmiştir.
Hadisi şerifin manası
ve temsîfi izahı, çok ve çok dikkat gerekir. Zira dağın yerinden değiştiğine
veya dağda tamamen tebdili mekan ve şekil olması duyulduğunda inanılmasını
tavsiye buyururken, adamın ahlakının değiştiğine dair işitilen cümleleri
tasdik etmeyip red etmenin lüzumunu beyan etmesi, elbet telif ve tevil hususu
her kişi tarafından anlaşılamaz. Fakat biz kısada olsa açıklamaya çalışacağız.
Evvelâ dağın yer
değiştirmesi meselesi, günümüzde daha ayan beyan görülmektedir. Zelzeleler,
âfetler, yer altı patlamaları, mâden ve emsali şeylerin meydana gelmesi gibi
haller dağın tebdili mekan etmesine sebeb olmaktadır. Hatta daha evvel bazı
dağların uçtuğuda yazılmaktadır. Her ne ise dağın yerinden uçtuğu ve uçabileceğ
muhakkaktır. Ataların bir sözü vardır. «Deniz yanarmı, ihtimal»
Nitekim bir zamanlar,
Istanbula gelen bir vapurun benzini patlayıp kara denize dökülüyor. Günlerce
denizde yangın devam etmişti. Bu hâli gözümüzle görmüştük ve pek çok
kimselerde gördüler.
Adamın ahlak ve
teabiatının değişmesi meselesi ise, şöyle anlaşılması gerekir:
İnsanın yaratılıştaki
soy sop, cibilliyet ve tabiatı îcobı, hakkında kaderi ilâhide ne şekilde tesbit
edilip yazıldı ise, o yazılan kaza ve kader şeklinin icâbı, amel ve ahlakına
tabî olan kişide tabiat ve ahlakının değişmesi olmaz, Yani asılda değişme
olmaz. İleride gelecekği üzere, vasıfda değişme
olabilir. Asıl hali
izah edelim; Mesele); akıllı, ahmak olmaz. Sahi kimse, pahıl olmaz. Şecaatlı
kişi, korkak olmaz. Keza bunların akside tab'an ve adeten değişmez. Yaratılış
cibiltiyyet ve kâbiliyyet ne ise öyle olur. Asıl cibillî ahlâk değişmez.
İnsanın içinde karar eder.
İnsanın tabiat ve
cibilliyetinin İcabı, nefsinde kararh ve dâima görülen veya görülebilecek ofan
hallerin beyanı bâzı âyeti kerime ve hadisi şerif-İerdede açıklanmıştır.
Bir âyeti kerimede
şöyle buyurulmuştur:
«Öfkelerini yutanlar,
takva sahipleridir.» (Ali imran sûresi, 134)
Bu âyeti kerimede
«öfkelerini yutanlar. » buyurulmuşturda «Öfkelerini yok edenler.»
denilmemiştir.
Ayeti kerime de beyan
edildiği üzere, öfke ve kazabı tamamen yok etmek zikredilmeyorda,, öfke ve
kazabı yutarak kötülüğü önleyenlerin faziletinden bahsediliyor.
Demek oluyor ki. Kötü
ahlâkdan olan gazabın aslını söküp atmak imkânı olmayor veya olmayacak da, o
öfke ve gazab dururken zararını önlemek için öfkenin yutularak sabra tahvil
etme imkânı oluyor veya öyle olabileceği beyan buyuruîuyor.
Diğer bir âyeti
kerîmede de tabiat ve cibilliyetin sabitliği şöyle Deyan buyurulmuştur:
«(Ey habîbim!) Deki,
eğer siz, Rabbimin rahmet hazînelerine sâhtb olsaydınız, o zaman harcayıp
tüketmek korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz. İnsan (tabiat ve cibilliyeti İcabı)
çok cimridir.» (fsrâ sûresi, 100}
Ayeti kerime de beyan
edildiği üzere, insanın mayasında tutuculuk ve mal, müfk makam ve mansıb hırsı
vardır.
Bir hadisi şerifde de
şöyle buyurulmuştur:
«Eğer Adem oğlunun,
iki dere dolusu altını olsa, üçüncü dereyi arzu eder, Adem oğlunun kursağını,
ancak toprak doldurur. Tevbe edib hırsa ka-pilmayanların tevbesıni, Allâhü
teâla kabul eder.» [70]
Ataların bir sözü
vardır: «Can çıkmayınca, huy çıkmaz.»
Ataların diğer bir
sözieride şöyledir:
«Asıl azmaz. Her şey
aslına çeker. Her şey aslına rucû eder.»
Bu sözlerde,
cibilliyet ve tabiatın aslı değişmeyeceğini beyan eden hadîsi şerifin hükmüne
muvafıkdırlar.
İnsanın cibilliyet ve
tabiat esâsına dayanan asıl mayası ve aslı esası değişmez. Fakat yaşantı ve dış
âlemle ilgili görüntülerde ki, ahlâkî hayatta değişme olabilir. Yani yaratılışı
olan aslı ve iç güdüsü ki kaderi ilâhiye dayanan esaslarda değişme ve tebdil
veya sabit olmak gibi haller ne ise, o şekilde tecellî eder. Aslî oian şeyde
her ne kadar değişme olmaz isede vasfî olanlarda irâde ve çalışmanın esâsına
dayalı şekilde tezahür ederek değişme olur veya olabilir. Vasfî olan ahlâkın
değişmesi ve tebdil? mümkindir.
Netekim bir âyeti
kerîme de şöyle buyurufmuştur:
«Şüphesiz Allâhın
(küfür ve mâsıyetten) temizlediği kimse, (korktuğundan) kurtulmuştur» (Şems sûresi, 9)
Diğer âyeti kerîme
meali şöyledir :
«(Habîbim!) Sen
bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (Araf sûresi,
198)
Bu ayeti kerîmelerde
ve bu ayeti kerîmeler gibi pek çok ayeti kerîmelerde insanların, hem kendi
nefislerini ve hem başkalarını isiah edib düzeltmekle emrofunmaları, kötü
ahlakın tebdil ve teğyîrinin mümkün olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Şu halde asıl maya ve
tabîat her ne kadar değişmez isede, dış alemle ilgili ahlâkî.yaşantı ve
düşüncelerin değişebileceği gayet açık şekilde belirtilmiştir. Vâzu nasîhat,
talim terbiye, iyilerle teşriki mesâi ve ıslâhı nefis gibi hareketler, «Din
nasihattir» esâsına dayalı olarak yaşamak ve ahlakın güzelleştirilmesi için
gayretler dînin en güzel icraat işlemidir.
Bir hadîsi şerifde
şöyle buyurulmuştur:
«Ahlakınızı,
güzelleşiriniz.»[71]
Diğer hadîsi şerif
meali şöyledir:
«Ey Allahım!
Yaratılışımı güzel halk ettiğin gibi, Ahlakımı da güzelleş-tir.» [72]
Calibi dikkat bir
hadîsi nebevide de şöyle buyurulmuştur:
«Rabbim beni terbiye
ettiği için, güzel terbiye etti.»[73]
Yukarda naklettiğimiz
iki yönlü hükümleri okuyarak rasûlü Ekrem efendimizin mübarek .sözlerini iyi
anlayalım. Tezat halinde hükümler olduğu ze-hâbinden kendimizi böylece
kurtaralım. Şayet dikkat etmez iyi araştırmaz isek, belki yanlış hüküm veririz
ve sevgili Peygamber efendimizde veya onun beyanlarında eksiklik arayanlar
sırasına gidebiliriz. Bu ise, çok ve çok tehlikeli ve sapıklıkdır.
Bir âyeti kerîmede
şöyle buyurulmuştur:
«Ey îman edenler!
Allahdan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.» (Tevbe sûresi, 119)
Peygamber (S.A.V)
efendimizde şöyle buyurmuştur : «Kişi, arkadaşının dîni üzeredir. Binaenaleyh
sizden biriniz kimle arkadaşlık yapıyor, ona iyi baksın.» [74] .
Yine denilmiştir :
«Tabiat tabiattan çalar, sahibinin haberi bile olmaz.»
Halk arasında :
«İnsanı, akranı azdırır.» denilir.
Hülâsa mümin, mazbut
ve iyi ahlak sahibi olmak için, ahlakını güzelleştirici amelleri işlemesi ve
güzel ahlaklı kimselerle taşrîki mesâide bulunması lâzımdır. [75]
124- (46)
Ümmü seleme (R.A) den mervîdir, dediki:
«Ya Resûlellah!
(Hayberde) yediğin zehirli koyundan meydana gelen elem, senenin hepsinde sende
tesiri görülüyor, hiç ayrılmıyor.[76]
— Resûlülfah buyurdu :
«O koyundan olan şey
(Zehir), bana isabet etmemiştir. Ancak Adem balçık halinde iken benim hakkımda
yazılmış olan elem bana tesir etmiştir.» [77]
Râvî Ümmü Seleme
(R.A), Peygamberimiz efendimizin hanımlarından, dolaysıyie vâlidelerimizdendir.
Ebi ümeyyenin kızıdır. Peygamberimiz bu vâlidemizide dul olarak nikahlayıp
almıştır. Hicretin dördüncü nenesi şevval ayında izdivaç buyurmuştur.
Vefatı, hicretin elli
dokuzuncu senesinde seksen dört (04) yaşında Medine-i Münevverede vuku
bulmuştur, kabri şerifi Cennetül Bakîdedir. Hamdü senalar olsun ziyareti acizanem
olmuştur. Allah razi olsun ve şefaatini nasib buyursun. Amin.
Bu hadîsi şerifde şu
âyeti kerîmeye işârst buyurulmuştur:
«{Zelzele, kıtlık ve
kuraklık gibi şeyler) ne yerde, ne de (zehirlenme, hastalık ve musibet gibi)
nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, ancak bılz onu yaratmazdan evvel o
bir kitabda (levhi mahfuzda - Aliâhın ilminde yazılmıştır. Şüphesiz bu, Aİlaha
göre kolaydır.» {Hadîd sûresi, 22) [78]
125 - (I)
Berrâ ibnj Âzib (R.A) den rivayet olunduğunu göre. Resûlül-llah (SAV) buyurdu:
«Müslüman, kabirde
sual olunduğunda, Alfandan başka iiah oimadığı-na ve Muhammed-in Allahın Rasûlü
olduğuna şehâdet eder. İşte bu (rnüs-lümanın şehâciet hükmü), Allâhü teâlanın
şu kavli şerifidir ; Allah (c.c.) müminleri hem dünyada ve hem Öhirette
(kabirde) sâbiî söz!o (şahadet kelimesi ile) tevhide bağlı kılar.»
Diğer rivâyetde
Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :[79]
«(Allahü teâlantn,)
Allah, müminleri hem dünyada, hem âhiretde (kabirde) sabit sözle (şehâdet
kelimesi ile) tevhide bağiı kılar, kavli şerifi kabir azabı hakkında nazil
olmuştur. Mümine kabirde danlr: Rsbbin kîm? Hemen oda, Rabbim Allah, nebim
Muhammeddİr, der.» [80]
Râvi Berrâ ibni Âzib
kimdir?
Hz. Berrâ ibni Âzib
(R.A), Medine-i münevvereü Enseri kiromdandır. Bu zatın babasıda sâhâbe-i
kiramdan idi.
Künyesi, Ebü umâretül
Ensârîdir. Küfeye Hz. Alinin yanma nakli mekan etmişti. Hz. Ali (R.A) ile
cemel ve sıffîn muharebelerinde hazır bulunmuştur. Ve kendisi Küfede vefat
etmiştir. Kendisinden pek çok kimseler. Hadis rivayet etmiştir, ASah ondan razı
olsun.
Yukardaki hadisi
şerifde beyan edildiği üzere, Ahiretin ilk evi ve mekânı olan kabirde, sual,
cevab, seâdet veya azab olunacağı beyan buyurul-maktadır. Müminler, îrad edilen
suâle karşı iyi cevab ve şehâdetde bulunacaklarını cenabu hak haber veriyor.
Ve kabirde ilk sualin,
Allahın varlığı, birliği, mabûdû hakîki olduğu, ondan başka bir ilahın
olmadığı ve Muhammed Aleyhisselâmtn onun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet
hususunda olacağı açıklanmıştır.
Kabirde Allahdan ve
Peygamberlerden sual edenler© karşı müminlerin rahatlıkla iyi cevab
verebileceği hem âyeti kerime ve hem hadisi şerifde beyan edilmiştir. Fakat
kâfir ve fasık müminlr, kabirde sual soran Melekleri, görünce onları, korku,
heyecan ve hayret etme halinin galebe calip cevab vermede şaşkınlığa kapılıp
iktidarları kalmayacaktır. Bilhassa kâfirler, hiç cevab vermeyip hapt olup
kalacaklardır.
İşte bu sebebden
kâfirler, kabir azâbtnı muhakkak surette görecekler. dir. Âsî müminler ise,
ilahi afve nail olmazlarsa, onlarda kabir azabını göreceklerdir.
Kabir sıkması ise, her
ferde şâmildir. Kabir sıkmasını görmeyen kimse olmayacaktır. Ancak kâfir ve
zalimlerin kabir sıkması, kuvvetli iki şeyin arasında ezilip pestil halini
alarak et ve kemikler bir birine geçerek sıkışıp perişan olanlar gibi, kabir
sıkışacak onlarda böyle perişan olacaklardır.
Müminleri kabir
sıkması ise, bir ananın yavrusunu kucağına alıp sevgisinden dolayı
sıkıştırması gibi olacaktır.
Kabir azabı hakkında
ehli sünnetin delil olarak naklettikleri delillerden şu âyet meallerimde
okuyalım :
«Onlar (kâfirler,
kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arz edilecektir.» Mûmün
sûresi, 46
Diğer âyeti kerime
meâll:
«Biz (azimüşşan),
onları (münafık ve zalimleri} iki defa (dünyada ve kabirde) azablandıracağız.
Sonrada kıyamette,
büyük bir azaba (ateşe) atılırlar.»Tevbe sûresi, 109
Resûlüllah (S.A.V)
efendimiz bir hadisi nebivisinde şöyle buyurmuştur:
«Kabir, Cennet
bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.»[81]
Diğer hadisi şerifde
şöyledir:
«Muhakkak kabir,
âhiret menzillerinin ilk durağıdır. Bnâenaleyh bir kimse, oranın azabından emin
ofur kurtulursa, ondan sonrasıda kolay olur. Şayet o kabrin azabından emin olup
kurtulmazsa, ondan sonrası daha eşed olur.»
[82]İmamı
Azam' (R.A) de Fıkhul Ekberinde şöyle zikretmiştir; «Kabir azabı, kâfirlerin
hepsi ve bâzı âsi müslümanlar için hakdır. Olacaktır.»
Evet ölen her insan
nereye gömüiürse gömülsün, mutlaka kabir azabı veya kabir nimeti olacaktır.
Kâfir ve zalimler, kabir azabına müstehak olacaklar ve göreceklerdir. Salih ve
mülteki müminler ise, kabirde rahmeti ilâhiye, cennet nimetlerinden bir hayata
kavuşacaklardır.
Kabirde, ruhların
sahiplerine iadesi veya güneşin tesiri gibi uzakdan tesir ederek bir hayatın
olup sevine veya azab görüleceği keyfiyeti îzah edilmiştir.
Ölen kimseye, ruhun
tesiri veya iade yoluyla hayat bulup kabir ahvalini yaşamasını, uykuda oian
insana temsil etmişlerdir. Uyuyan kişi, bir nevi ölü demektir. Ruh çıkmış gibi
fakat ruhun kendine tesiri devam ettiği için, uykuda iken rüyasında bâzı
kimse, çok korkunç şeyler görür, terler. Adetâ savaşmış, mücadele etmiş ve
yırtıcı mahluklardan kaça kaça kendisini parçalayacak duruma gelmiştir. Uykudan
uyanınca kurtula katır. İşte kabirde azab gören veya, görecek olan kimse, bu.
adama benzetilmiştir. Bu adamcağızın ızdirab ve azabından, dışarda veya yanında
uyanık halde bulunan kişilerin hiç haberi olmaz.
Uykuda zevkli rüyalar
görüpde neşelenen adamda, kabirde cennet bahçelerinden bir bahçede zevklenen
veya zevklenecek olan kimseye teşbih edilmiştir.
Kabirde ruh olmadığı
halde insanın eti nasıl azab göreceği ResûlüÜa-ha sorulduğunda, Peygamberimiz
şöyle cevab vermiştir:
«Senin dişinde ruh
olmadığı halde nasıl ağrıyıb acı duyuyorsan, öylece olacaktır.»
Kabir azabının,
kafirlerde daimi olmakla -beraber, cuma günleri veya cuma geceleri ve Ramazan
ayında kabir azabı kalkacağı beyan edilmiştir. Ancak bu gün ve aylar geçtikden
sonra azabın tekrar avdet edip etmeyeceğinde ihtilaf edilmiştir. Asan olan
görüş, kafirlerin kabir azabr avdet edip devam edeceğidir.
Kâfirlerden, cuma
günü, cuma gecesi ve Ramazan ayında kabir azabının kalkması. Peygamber
sallallahü aleyhi vesellem efendimiz hürmet inedir. Yani, kâfirler dahi.
Peygamberimizin âleme Rahmet olarak gönderilmesinden istifade etmiş oluyorlar.
Cuma günü veyo cuma
gecesi ölen müminler, kabir azabı görmüyecek-leri hususunda beyanlar vardır. Bu
beyanlar ulemânın çeşidli delil ve kaynaklardan aldıkları bilgilerin
mahsûlüdür.
Meraktl felahda Şu
mealdeki hadisi şerif nakledilmiştir:
« Üç kişiyi Atfifhü
teâta kabir azabından koruyacaktır. (O üç kişide şunlardır:)
«Müezzin, şehîd ve
cuma gecesi vefat eden kişidir.» Cuma babı
Merakıl felah
tahtavisindede Şu görüşler zikredilmişti'-
«Ebül muîn usûlunda
dedikj : Ehli sünnet velcemaat dedi; Kabir azabı ve münker, Nekir Meleklerin
suâ'i hakdır. Fakat o kabirdeki kişi, kâfir olursa, işte bunun azabı ktyameie
kadar deva meder. Ancak Peygamber sallallahü aleyhi vesellem hürmetine, cuma
günü ve Ramazan ayında kabir azabı onlardan kalkar,
«Bundan sonra
müminlerde iki kısımdırlar. Eğer mümin itaatkar olursa, onun için kabir azabı
yoktur. Ve fakat kabir sıkması olacaktır. Bu kabir sıkmasının korkusunuda
Altahtn verdiği nimete karşı hakkı ile şükredeme-diğinden görüp tadacaktır...
«Şayet ölen mümin asi
ve günohkar olursa, onun için kabir azabı ve kabir sıkması vardsr.
Ancak bu âsî müminden
cuma günü ve cuma gecesi Kabir azabı kesilir ve bir daha kabir azabı kıyamete
kadar avdet etmez. Eğer o âsî mümin. ouma gecesi veya cuma günü ölürse, kabir
azabı ve kabir sıkınası, bir oaat kodar bir şey olur. Ondan sonra ondan kabir
azabı kesilir, kıyamete kadar bir daha avdet etmez. Mecmaürrivâyei ve
tefarhâmyedede böylece dır.»[83]
Daha geniş izah
Aliyyül kârinin Fıkhul Ekber şerhinde mezkûrdur. Ayrıca kabir azabı ve
kabirdeki diğer ahvaliara âit deiii ve hükümler, hemen ileride gelecektir.
Esasen kabir âlemi,
âhiret hayatının başlangıcı olması hasebiyle bir nevî gaibdir. Bu âlemdeki
hayatın İzahı, âyet ve hadîsi şeriflerdeki beyan lardan ibarettir. Dünya
umuruna benzetilemez, kıyas edilemez.
Akâid kitablarında bu
husus şu ifâde ile açıklanmıştır.
«Gâib oian şeyi, şâhid
ve hâzır oian şeye kıyas etmek, Fasittir.» [84]
126 - (2)
Enes (R.A) den mervîdîr, dedi:
«Muhakkak kul (ölü)
kabrine konduğu ve adamları ondan ayrılıp gittikleri vakit, o kabir sahibi
adamlarını ayakkapEarının tıpırdttarını işitir halde iken ona iki tane Melek
gelir, hemen onu (kabirdeki kutu) oturturlar ve derler :
— Muhammed saüallahü aleyhi veseüem olan bu
adam hakkında ne dersin?
— İşte o sorutan kişi mümin cîursa, hemen ; Ben
şehâdet ederimki, elbette o (Muhammed
AS), AÜahm kuîu ve Resulüdür,der.
Bunun üzerine o
kimseye şöyle denir:
— Cehennemde oian makamına bak artık ANahü
teâla senin o makamını cennet makamına tebdil etti. İşte o anda bu kimse, o
,;ki meleği tama-miyle görür.
— Şayet o sorulan kimse, münafık ve kâfir
olursa, ona denir : Bu adam (Muhammed
Aleyhisseiam) hakkında ne dersin?..
— Bunun üzerine Münafık ve kâfir) bilmiyorum, der.
İnsanların (Müminlerin) dediğini bende (dünyada) der ic'/m : hemen ona : Doğru
olanı bil-medin ve gerçeğe tâbi olmadın, denir ve Demirden yapılmış kırbaç
şiddetle vuruiur. O vurulan kişi (Kâfir veya münafık) şiddetli bîr şekilde
bağırır, onun bu bağrışını insanlarla cinnilerden başka kendisine yakın olan
(hayvanlar, melekler ve kuşlar gibi canh) şeyler işitir.» [85]
Hadisi şerifin baş
tarafında, kabre konan ölünün kendini kabre getirip koyanların ayak
tıpırtılarını işittiği beyan buyurulmaktadır. Bu hükümle kabirde bir nevi
hayata kavuşma keyfiyeti ortaya çıkıyor. Haîta bazı hadisi şeriflerde Ölünün
kendini kefenieyeni, namazını ktlanı ve yüklenip gidip kabrine defneden
kimseleri bilir, olduğu zikredilmiştir. Kabirdeki bu şekildeki anlayış, duyuş
ve bilme halleri bir nevi hayatın olduğunu ortaya koyuyorki, kabirde mutlak
hayat şekli vardır. Ancak hayatın durumu ve mahiyeti açıklanmamıştır.
Kabirdeki hayat hakkında ulema ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı ruhun
iadesi ile olduğunu beyan etmişler. Diğer bir kısım bilginler ruhun iadesi olmayıp
kabirde sual ve cevabları anlayıp cevab verebilecek ve bâzı hal ve hadiseleri
anlayıp bilecek kadar bir kabir hayatı (di;...ne şskli) olacağı hu susunu
belirtmişlerdir.
Böyle ihtilaflı
anlayış ve izah ediş şekillerinin ihtilafından dolayı, İmamı Azam Ebû Hanife
(R.A) kabirdeki hayat şeklini izah etmeyip tevekkuf etmiştir.
Hadisi şerifde, «Ona
iki tane melek gelir...» Cümlesinin ihtiva ettiği hükümdede «Münker» ve.«Nekir»
ismini alan meleklerin ölüye gelip sual sorup ölünün durumunu tesbit etmeye
geleceklerini beyan buyurmaktadır. Bu meleklerin-isimlerini beyan eden hadisi
şerifler hemen ileride gelecektir.
Hadîsi şerifde beyan
edilen diğer bir husus da, kabre konan mümin ise, meleklerin suallerine güzel
cevab neticesi kabirde kendisine cennet bahçelerinden bir bahçe gösterilerek
«işte burası senin mekânın» denerek hemen seâdet hayatına oradan başlayacağı
beyan buyurulmaktadır,
Hadîsi şerifde münafık
ve kâfirier'in suale karşı müsbeî cevab vere-miyecekieri ve bu sebeble de kabir
de şiddetli bir azaba duçar olacakları zikredilmektedir.
Demirden kırbocın şiddetle
vurulması keyfiyetinde ise şu âyeti kerimeye işaret vardır:
«Şu iki sınıf
(müminlerlerle kâfirler}, Rablerinin dîni hakkında bir bir-leriyie davaya
kalkışan1 iki hasımdır.
— İşte o kâfir (ve münafık) olanlar için
ateşten kaftanlar biçilmiştir. (onların) başlarının üstünden kaynar su dökülür.
— Kaynar su ile karınlarında olan şeyier ve
derileri eritilir.
— Onlar için birde demirden kamçılar var.
—- Her ne zarnan onun
(Gteşin) ;zd ırasından ateşten çıkmak isterle.-ser yine (o demir vurularak)
içine döndürülürler. Ve onlara : Haydi tadın yangın azabını, denir.» (Hac
sûresi, 19-22)
Bir az yukarda geçtiği
üzere, kabir seâdetli ve iyi olursa, âhiretin diğer safhalarıda iyi olur.
Allah muhafaza, kabir hayatı kâfir ve münaffkia-rın uğrayacakları kötülüklerle
dolu olursa, âhiretin diğer safhalanda çok kötü ve perişn olur.
Cenabu hak, bütün
>müslüman kardeşlerle bizleri, kabri mes'ud olup âhiretin diğer saflarıda
mes'ud ve iyi olanlardan eylesin. Amin.
127 - (3)
Abdullah bin Ömer (R.A) den menfidir, dedi:
Resûlüliah (S.A.V)
buyurdu :
«Sizin biriniz
öldüğünde kuşluk ve akşam (Sabah, akşam) ona (ölen kimseye) mekanı arz olunur.
Eğer o ölen kimse, cennet ehlinden İse, onun mekanı (ve makamı) da, ehli cennet
mekânıdır. Ve eğer o öten kimse, Cehennem ehlinden ise, mekanıda, cehennem
ehlinin mekânıdır.[86]
— İşte bu şekilde arz
etme hati o odama:
«Seni Allahü teâla
kıyamet gününde dinlenceye kadar, işt® mekânın budur, denir.» [87]
128 - (4)
Aişe (R.A) den rivayet olunduğuna göre,
«Yahudi b.ir kadın
Aişenin yanına girdi. Kabir azabını zikretti, hemen vahûdî kadın Aişe (R.A) ye
dedi ki : Allah (c.c.) seni kabir azabından muhafaza etsin.
— Bunun üzerine Aişe
(R.A), Resûlüüah (SAV) e kabir azabından
— Resûlüliah (S.A.V) de : Evet, kabir azabı
hakdır, buyurdu.»[88]
— Aişe (R.A) : Ondan sonra Resûlüliah
sallalfahü aleyhi veseiieml her
namazdan sonra daima kabir azabından Allaha sığınır gördüm dedi.» [89]
129 - (5)
Zeyd bin Sabit (R.A) den mervîdir, dedik!:
«Resûlüliah (S.A.V)
aramızda Beni neccâra (ensardan bir
kabileye)
ait bahçede onun bir
dişi katın üzerinde idi. Bizde onunla beraber idik. O
halde iken dişi katır
ürktü nerede ise, dişi katır onu (Resûlüllahı) üzerinden
düşürüyordu. Hemen o
halde iken attı veya beş adet kabir, zuhur ediverdi.
— Bunun üzenine Resûlüliah (S.A.V) : 3u
kabirlerin adamlarını kim bili;-? dedi.
— Bir adam ben dedi.
— Resülüfiah (S.A.V) «Ne zaman öldüler?» dedi.
— O adam : Müşrik oldukları halde öldüler dedi.
— Resûlütlah (S.A.V) «Şüphesiz bu ümmet,
kabirlerinde imtihan olunur. Eğer defn olunma salardı, kabir azabından benîm
işittiklerimden İmtihan olunanları size işittirmesi İçin Aİlahü teâlaya
dua ederdim, dedi, Sonra Resûlülfah
bize doğru döndü ve şöyle dedi:
«Kabir azabından,
Ailaha sığınınız.»
— Ashabı kiram dediler: Kabir azabından ANaha
sığınırız.
— Resûlüllah (S.A.V) dedi :
«Gizli ve aşikâr
fitneden, AMöha sığınınız,»
— Ashabı kircm dediler : Gizli ve aşikar
fitneden Allâha sığınırız.
— Resûlüllah (S.A.V) dedi : «Deccâlın
fitnesinden, Allâha sığınınız.»[90]
— Ashabt kiram dediler : Deccâlın fitnesinden
Allâha sığınırız,» [91]
Ravî Zeyd bin Sabit
(R.A) kimdir?
Hz. Zeyd bin Sabit
(R.A), Peygamberimizin vahy kâtiblerinin en efdait, sahabenin en fakihlerinden
ve ferâiz ilmini en iyi bilenlerinden idi. medînei münevvereli ensardandır.
Peygamber efendimiz
Medİne-i münevvereye hicret ettiği zaman, Hz. Zeyd bin Sabit onbir yaşlarında
idi. Küçük yaşlı olması hasebiyle Bedir muhaberesine iştirak edememiştir.
Fakat Uhud muharebesi ile diğer muharebelerde haztr bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir (R.A)
zamanında Kur'am kerimi cem edenlerin birisi idi. Hafızı kur'an olan bu zat,
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Hilâfete zaman zaman vekil bırakılmıştır,
Hatta Hz. Osman da bu zatı hilâfete vekil olarak biraktıkları olmuştur. Demek
oluyorki, bu zot, ilim, dirayet ve idâri yönden sahabenin en şereflilerinden
birisidir. Hz. Osman zamanında Bey-tulmalın memuriyeti, buna verilmiş idi,
Kur'anı kerîmi mushaft
şerife nakletmek, yine Hz. Osman zamanında bu zat tarafından icra edilmiştir.
Peygamber efendimizden
doksan iki (92) hadisi şerif rivayet etmişlerdir. Ve kendisinden pek çok
kimseler hadis rivayet etmiştir.
Vefatı, Hicretin kırk
beş (45) inde elli altı (56) yaşında Medîne-i münevvere de vuku bulmuştur.
Allah ondan râzî oisun.
Hadîsi şerifde Şirk
üzere ölenlerin cehennemde oldukları beyan bu-yurulduktan sonra, Kabir
azabından, fitneden ve Deccâlın şerrinden Allâha sığınmanın ehemmiyeti
zikredilmiş ve ashabı kiram efendilerimiz de hemen peygamber efendimizin
tavsiyesine ittibâ ederek Allâha sığınıyorlar. Bizler için çok uyarıcı bir
husustur. Cenâbu hak bu tavsiye ve uyarılara dikkat edenlerden kılsın. Amin. [92]
130 - (6)
Ebî Hüreyre (R.A) den mervîdir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:
«Ölü kabire konduğu
vakit, siyah yüzlü ve gök gözlü iki melek o ölüye gelirler. Bu Meleklerin
birine «Münker,» diğerine «Nekir» denir.
— Bu iki Melek : «Bu adam (Muhammed
Aleyhisselâm) hakkında ne dersin?, derler.
— Hemen o ölü : O adam, Allahin kulu ve
Resulüdür, Allahdan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allanın kulu ve Resulü
olduğuna şehâdet edirim, der.
— Bunun üzerine o iki Melek : Biz biliyoruz,
sen bunu daha evvel söylerdin, derler. Bundan sonra o kulun kabri yetmiş arşında
yetmiş arşın (yani, çevresi yetmiş arşın) genişler, sonrada o kabrin içi
nurlanır (nurla doldurulur). Sonra o kula : Uyu denir.
— Bu söz üzerine o kul : Ehli i yalıma
deneyimde onlara bu hali haber vereyim, der.
— İşte o anda iki Melek derlerki : Zifaf
gecesinde uykudan sevgili ehli,
muhabbet ve sevgi ile kaldırmadıkça uykuya dalan gelinin uyuması gibi, uyu, tâki Allahü teâla onu
yatağından diriltip kaldırıncaya kadar (uyu, derler).
— Şayet iki Meleğin geldiği o ölü, münafık
olursa, o münafık : İnsanlardan işittim, onlar bir şeyler derlerdi, bende
onların dedikleri gibi derdim, bilmiyorum, der.
— Bunun üzerine o iki Melek ; Biz seni daha
eyveS bilirdik, sen böylece derdin, derler.[93]
Yere) den irk i :
Bunun üzerine kavuş bunu sıkıştır. Hemen yer, onun üzerine kavuşur, onu
sıkıştırır. Bu sıkıştırma ile o ölünün kemikleri bir birine girer {âdeta
pestil halinde sıkıştırır), bu sıkıştırma hâli, Allahü teâfantn onu yatağından
tekrar diriltip gönderinceye kadar azab olarak devam eder.» [94]
Yukardaki hadîsi
şerifin uzun cümle ve İzahlarında münker, nekir meleklerinin kabirde suale
çekecekleri ve onların suallerine mümin olan ktm-seierin rahatlıkla cevab
verebilecekleri ve meleklerin onlara iyi şehâdet edip nimete devamlarını tebşir
ediyorlar.
Şayet ölü münafık ve
kâfir olursa, cevab veremeyecekleri ve kabirde şiddetli sıkma ile azab
olunacakları beyan buyurulmaktadır.
Ayrıca kabirdeki
seâdet ve nimete kavuşan müminlerin, dünyaya dönüp ehil (yalına o nîmetten
haber vermek için taleb edeceğini ve fakat izin verilmeyip huzur ve seâdet
içinde tekrar mahşere dirilip gelinceye kadar uykuda devam etmeleri
söylenecektir. [95]
131 - (7)
Berrö İbni Âzib (R.A) den rivayet olunduğuna göre, Resulü!-!ah sallallahü
aleyhi vess'İem dedik!:
«(Kabre konan
kimseye)' iki melek getir, onu olurdurlar ve o kimseye : Rabbtn kim? derler.
— Bunun üzerine (Mümin) ı Rabbim Allah, der.
— Melekler tekrar o kıîmseye : Dinin nedir?
Derler.
— Hemen o adam (mümin), dinim îslamdır, der.
— Melekler yine derlerki : Size gönderilen bu
adam (Muhammed Aiey-hisseiam) kimdir?
— O ölü derki: O adam,
Altohın Resulüdür.
— Melekler derlerki: Sana bu haber nereden
yetişmiştir?
— O kimse derki : Allanın kitabını okudum ve tasdik
ettim, işte o da şu kavli ilâhidir.
«Aİlah, müminler^ hem
dünyada, hem âhsrette (kabirde) sabit sözle (ke-lime-i şehâdet İle) tevhide
bağlı kılar.»
(İbrahim sûresi, 27}
— Resûlüilah (S.A.V) dediki:
«Semâdan nida eden bir
nidaci, (hak tarafından) şöyîe nida eder : Kulum doğru söyledi, onun için o
kuluma cennet yataklarından bir yatak seriniz ve cennet elbiselerinden bîr
elbise, giydiriniz ve ona cennete acilen kapıyı açınız, kapıda hemen açılır.
— Resûlüilah (S.A.V) buyurdu : O adama cennetin
güzel yeli ve mübarek kokusu gelir ve o adama gözünün yetişip görebildiği
mikdarda kapri genişletilir.
— Fakat © öien kişi
kâfir İse, işte onun ölümünü Resûlüilah zikretti, de-
«Kafirin ruhu cesedine
avdet eder ve iki melek gefir, onu oturturlar,
— Hemen kâfir der : Hey hey, bilmiyorum!
— Bunun ürerine melekler derler ; Size
gönderilen bu adam {Muhammed Aleyhisselam) hakkında ne dersin?
— Hemen kâfir der : Hey heyki ben bilmiyorum!
— İşte bu anda hemen semadan nida eden bir
nidacı şöyle nida eder : Bu kâfir yatan söylemiştir, bu sebeble buna cehennem
döşeklerinden bir döşek seriniz ve cehennemin kapısını bu adama açınız.
— Resûlüilah (S.A.V) dediki : Bu kâfire
cehennemin harareti ve sıcak rüzgârı gelir.
— Resûtüllah (S.A.V) buyurdu : Kabir o kâfiri
öyle sıkarki, nerede ise, kemik ve etlerini bir birlerine katar. Sonra ona kör
ve sağır oian zebani (hiç bir şeye kulak verip görmeyen, azgın zebânî) musallat
olur. O zebanide demirden yapılmış kırbaçda beraberdir. Eğer o kırbaç bir dağa
vuruisa, o dağ dağılarak toprak olur. İşte bu kırbacı o zebânî, o kâfire bir
vurdumu, insanlar ve cinnilerden başka doğu batı arasında ki bütün varlıklar o
kırbacın sesini işitir. Hemen o kâfir, toprak olur. Ondan sonra ruh, tekrar o
kâfire iade olunur (yani, tekrar yine diriltilir, azabı böylece deva meder).»[96]
132 - (8)
Osman (R.A) den rivayet olunduğuna göre, (Hz. Osman} çok zaman bir kabrin
başında durdumu, sakalı ısianıncaya kadar ağlardı. Kendisine denildiki : Bu
kabjr, cennet ve cehennemi hatırlatıyor, bu sebeb-den ağlamalısın ve bu
kebirden içinmi ağlarsın?!.
— Bunun üzerine Hz. Osman dedi : ResûlüMah
(SAV) buyurmuştuki :
— Muhakkakkî kabir, Ghiret mekanlarından ilk
mekandır. Binaenaleyh bîr kişi burada kurtuluşa nail olursa, bundan sonrası
buradan daha kolay olur.»
— Şayet bir kimse, burada (kabirde) necata
kavuşamazsa, bundan sonrası, buradanda
eşed olur.»
— Osman (R.A) dedi,
— Resûlüilah (S.A.V) buyurdurki:[97]
«Kabirden daha korkunç
bir manzara (mekan ve mevzi!) görmedim. Ancak orayı en korkunç yer gördüm,» [98]
133 - (9)
Yine Osman (R.A) den mervîdir, d f; diki:
— Resûlüllah (S.A.V)
ölüyü defnedip fariğ olduğunda o ölünün başında dururdu ve derdik!:
«Kardeşinize istiğfar
ediniz, sonra ona kavli sabit için (Kelime-i tevhidi söylemesi için) dua
ediniz. Zira şu anda o, sual olunmaktadır.» Ebû Davud[99]
Bu hadîsi şerîfde,
kabre konulan bir mevtanın mağfireti için dua etmenin iyi bir vazife ve amel
olduğu beyan buyurulmaktadır. Her ne kadar açıkça telkin meselesini beyan
etmeyorsada, kabre konan mevtanın sual olunacağı ve bu suale sabit ve iyi bir
şekilde cevab verebilmesi İçin, ölü hakkında hayırlı dua edilmesi hususunun
tavsiye buyurulması, bir nevî telkindeki dilek ve temennilerin icrası beyan
buyurulmaktadır.
Aslında kabirde telkin
merasimi yoktur. Hatta Bid'attır. Fakat yukardaki hadîsi nebeviler gibi
muhtelif hadîsi şeriflerin hükümlerini tatbik etmek keyfiyeti, ölüye bir nevî
hayır dua ve istiğfar olduğunu beyan ederek müteahhi-rîn âlimleri, telkini
güzel görmüşlerdir.
Netekim bu hususdaki
mes'elenin yönleri, Fıkıh' kitabiarında beyan edilmiştir. Bilhassa «Mülteka
tercümesi» adlı eserimizin cenaze bahsinde kısa yoldan İzah edilmiştir.
Şârih Aliyyülkâri şu
hükümleri zikretmektedir:
İmamı Şâfi-Î ve
ashabına göre, kabirdeki ölünün yanında Kur'andan âyetler okumak müstehabdır.
Şâfi-Î Alimleri ise,
dedilerki : Kur'anı kerîmin tamamını öiünün huzurunda yani, mezarının başında
hatmetmek güzeldir.
Beyhakî-nin süneninde
de şöyledir : Ölü defnedildikten sonra kabrin başında süre-i Bakaranın başını
ve sonunu okumak, ibni Ömer {R.A) a göre müstehabdır.
Bir rivayette de,
süre-i Bakaranın evveli, ölünün başında ve sonu ölünün ayak ucunda okunur [100]
Hulasa her ne şekil ve
surette olursa olsun, ölüye kabri başında ve kabir ziyareti ânında dua,
istiğfar, teşbih, tehlil ve iyi dileklerde bulunmak iyidir. Ölüye mutlaka
fâidesi vardır.
Daha geniş malûmat,
Akâid kitabiarında mezkurdur. [101]
134 - (10)
Ebİ Saİd (R.A) den mervidir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Elbet kâfire,
kabrinde doksan dokuz adet büyük yılan (zebani) musallat olur. O büyük yılan,
o kâfiri kıyamete kadar ısırır ve sokar. Eğer o büyük yılandan bir tanesi yer
yüzüne üfleyip ağzının rüzgarı vasıl olsa, o yerde hiç yeşillik bitmezdi.»
Dârimî, Tirmizi buna mümasil rivayet ettiği hadisde «doksan dokuz» yerine
«yetmiş» diyerek rivayet etmiştir. [102]
Hadîsi şerifde geçen
doksan dokuz zebânî hakkında bâzı îzahîar yapılmıştır. Biz de onlardan bir
kısmını açıklamaya çatışalım.
Evvelâ «Tinnîn»
kelimesinin «Büyük yılan, cehennem zebanilerinin büyüğü» olarak açıklandığını
hatırlayalım. Sonra Zebaninin niçin doksan dokuz olduğu cihetini öğrenelim.
Zebaninin doksan dokuz
olması, Cenâbu hakkın doksan dokuz ismi ilâhisi vardır. Kâfir olan kişi,
Aİiâhü tealaya doksan dokuz ismin karşıhğındq doksan dokuz çeşit küfür ve şirk
isnadında bulunmuştur. Ceza amelin cinsinden olması hasebiyle, Kâfire de
doksan dokuz adet büyük yılan Zebânî kabrinde azob etmeye başlayarak cezasını
çektirmektedir. Yâni her isim karşılığında bir zebânî musallat kılınarak
azablanacaktır.
Yahut Cenabu hakkın
rahmeti ilâhîsinin tecellîsi, yüz (100) derecedir. Yüz derece rahmeti
ilahîsinden bir derecesini dünyada kullan üzerine ve varlıklara lütfetmiştir. O
bir derece rahmeti ilâhinin tecellîsinin şum-'ılü ila insanların bir birlerini
sevmesi, kan ile kocanın mehabbetleri, ananın ycv-rulartnı sevmesi, vahşî
hayvanların dahî yavrularını korumaları, büyüklerin küçüklere şefkat etmeleri
ve küçüklerin, büyüklere hürmet ve saygıda bulunmaları ve bunların emsali
iyiliklerin cereyan etmesi, hep bir rahmeti ilâhînin tecellîsidir.
Yüz derece rahmeti
Hâninin doksan dokuzu, ahirette tecellî edecek ve doksan dokuz rahmeti üâhînin
hebsi müminlere yayılıp şümullanacaktır.
İşte müminlere tahsis
edilip şumullanacak olan doksan dokuz derece töhmeti ilâhînin karşılığında,
kafirlere de doksan dokuz büyük yılan Zebanı, azab etmek üzere musallat
kılınmaktadır.
Bu görüş ve izahları,
fbni melek de aynı şekilde beyan etmiştir
îmcms gazaîî merhum
ise. Kâfire yapılan bu kadar adet yılanın azabı, kötü ahlakın adedi o kadardır
da onun içindir, demiştir. Yâni kötü ahlak-ın adedi. Doksan dokuz, olduğundan
ve Kâfir o kötü ahlakın hepsini işlediğinden, her kötülük karşılığında bir
büyük yılan takdir edilib azablandınlıyor.
Her ne suret ve
sebebie olursa olsun, kâfir mutlaka kabrinde bu cezayı çekecek, ahîretin ilk
evi ve menzili olan kabirde azablanmaya böylece baş-İayıp cehennemde ebedî
olarak azabı devam edecektir. Cenabu hak, küfür üzere ölmekten cümlemizi
koruyup İman üzere ölmemizi nasib buyursun. Amin. [103]
135 - (II) Câbir
(R.A) den mervîdir, dedtki:
«Sâd ibni muaz-ın —
Muoz oğlu Sâd-in vefatından onun yanına Resulü Ekrem salfallahü aleyhi
vesellemle beraber çıkmıştık. Resûlüllah {SAV} Sâd-in cenazesini kıldı, cenaze
kabrine kondu ve üzeri örtüldükten sonra Resûlüilah (S.A.V) teşbih getirdi.
Bizde aynı teşbihi getirdik. Sonra tekbir getirdi, bizde tekbir getirdik. Bunun
üzerine denildik! : Yâ Resûlüllah! Niçin teşbih getirdin, sonra tekbîr ettin?[104]
— Resûfüllah (S.A.V)
buyurduki:
«Bu sâlih kulu kabir o
kadar acâib sıkmıştı (onun o hâline muttali dunca ben teşbihe, tekbire devam
ettim, sizde devam ettiniz) Nihayet Ailahü teâlâ ondan o kabir sıkmasını
kaldırdı.» [105]
Bu hadisi şerifde
belirtildiği üzere, ölen kimse, ne kadarda salih vo iyi olsa, mutlaka kabir
sıkması olacaktır. Sahabenin en salihisrinden birisi olan Hz. Sâd, kabir
sıkmasını görmesi hâlinde ondan sonra gelen her sâlih ve iyi kimsede bu hali
mutlaka görecektir.
Evst kabir azabı,
saiih kişilere olmayacak, fakat kabir sıkması olacaktır. Kabir sıkması, kabir
azabı gibi değHdir. Her biri ayrı ayrıdır. 125. Hadisi şerifin izaht ile 131.
hadisi şerifin meâîini okumak lazjmdır ve birde hemen şu aşağıdaki hadisi
şerifi okuyalımda, Hz. Sâd-in dâhi kabir sıkmasından kurtulmadığı hâli
düşünelim.
Düşüneümrie, kabrin
her türlü ızdırabından korunma yollarını ve Kabir de yatanlara hayırlı dua ve
istiğfarda bulunmayı ihmai etmeyelim. [106]
136 - (12)
Ömerin oğlu Abdullah (R.A) den mervtdîr, dedi:
Resûiüllah (S.A.V)
buyurdu :[107]
«(Bunun yani, Sâd'in
ölümü) için arşı alâ titredi, unun için sema kapılar* (Rahmet inmek için gök
kapıları) açılmıştır ve yetmiş bin melek cenazesine hazır olmuştur. Böyle iken
yine sâd-j, kabri o kadar acâib bir sıkma ile §ik-dt, sonra o hal ondan
kaldırıldı.» [108]
137 - (13}
Ebu Bekirin kızı Esma (ft.A) den mervîdir, demiştir:
Resûîüllah (SAV),
hutbe okumak üzere ayağa kalkdı, bir kişinin ibtild
olunacağı kabrin
fitnesinden bahsetti. Resûlüllah (S.A.V) bu hali zikredince, müslümanlar acâib
bir şekilde feryadı figan ettiler.» Buharı böylece rivayet etmiştir
Mesâide şunu ziyâde
etti. Benimle Resûlüllahın kelâmını anlamama âit Öğle bir hal ortaya çiktıki,
vaktaki onların feryadı sükûnet buldu, hemen bana yakın olan adama dedim :
Allah sen] bu amelinde mübarek etsin,! Resûlüllah (S.A.V] sözünün sonunda ne
dedi?
— O adam dedi:
Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Bana vahyolunduki,
Muhakkak siz, yakında deccalın fitnesi ile kabirde fitnelenirsiniz.» [109]
Râvı Esma binti Ebi
Bekir (R.A) kimdir?
Hz. Esma (R.A), Hz.
Ebû Bekir (R.A) in kızı, Abdullah bin Zübeyrin annesi, Dolaysiyle Zübeyr bin
Avvam (R.A) in hanımı saliha bir hanım idi. Mekke-i mükerrerne de müslüman
olmuştur. Müslümanların on seKizıncısı pıaugu beyan edilmiştir. Hz. Aişe
validemizin kız kardeşidir. Hz. Aişe validemizden on beş yaş büyüktür.
Çok zaman kadınların
mesele ve dertlerini bizzat bu hanım Peygamberimiz efendimize getirir anlatır
ve cevâbını alır kadınlara İzah ederdi.
Hz. Esma (R.A), oğlu
Abdullah (R.A) in haccact zalim tarafından Mekke-i mükerreme de mancınık-a asıb
şehit olmasından sonra on veya yirmi (20) gün sonra yüz (100) yaşında hicretin
yetmiş üç (73) tarihinde Mekke-i mükerreme de vefat etmiştir. P^k çok kimseler
kendisinden hadîsi şerif rivayet etmiştir. Allah ondan râzî olsun.
Haccacı zalim
tarafından oğlu Abdullah (R.A) in, ne şekilde ve ne zaman öldürüldüğü ve
annesinin neler söylediğini öğrenmek İsteyenler, (Mehmet Zehni merhumun
«ElhakaiK» eseri ile «Meşâhirunn'sâ) adlı eserine müracaat etmeleri gerekir.
Hadîsi şerifde kabir
de çok acaib bir fitne ile karşılaşılacağı beyan bu-yurulmuştur. O kabir de
olacak fitneyi duyan sahabe, feryadı figan ediyorlar ve resûlüllahın sözünün
sonu bile gürültüden anlaşılmayor. Hz. Esma (R.A} kendisine yakın olan bir zata
resûlüllahın sözlerinin sonunu soruyor. O adam da ResÛIülIahın kabir de
Deccalın fitnesi ile karşılaşılacağından bahsetmiş olduğunu beyan ediyor.
Bu son cümleden de
anlaşıldığı üzere, Deccalın fitnesi çok kötü ve fena bir fitnedirki, kabir de
dahi onun fitnesi-insanı rahatsız edeceği veya onun fitnesi gibi çok acaib
fitnenin kabirde de cereyan edeceği beyan buyurul-muştur.
Bir az ilerde Deccalın
çeşit ve fitnelerinden bahsedilecektir. Aynı zamanda yukarda ikinci hadîsi
şerifin altında kısada olsa Deccal hakkında îtikâdî yönler zikredilmiştir.
Orayı da tekrar okumak faydalı olur. [110]
138 - (14)
Câbİr (R.A) den rfvâyeî
olunduğuna göre, Resûlüîlah (S.A.V) dedik* :[111]
«Öiü kabre konduğu
vakit, güneş battığı zamanki şekli o ölüye temsili olarak gösterilir. Göîlerine
mesheder halde oturur ve derki: Beni bırakın ben namazı kılayım.» [112]
Bu hadisi şerifde Resulü
ekrem efendimiz, kabrine konan bir ölüye güneşin battığı iarnonki fersizieşip
batmaya doğru yönelen şekli gösterileceğini, o öiüde o zaman kendinin dünyada
yaşadığı zannı İle ikindi vakti çıkmadan namazını kılmak için izin istediğini
beyan buyurmuştur.
Bu beyan dünyada iman
ve amel sahibi mümin olan kişiler hakkındadır. Zira namazını kıları kişi ancak
ve ancak mümin olur. Namazını sıhhatında kılan mümin, ölürken öyie ölür.
öidüğü gibi de kabirde ve mahşerde aynı amel ve mükâfatı ile yargılanır.
Bu hadîsi şerifde şu
mealdeki âyeti kerîmeye işaret vardır :
«Kıyameti (ölüm ve
ötesini] gördükleri gün, dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar
kalmış olduklarını sanırlar.»(Nazîat sûresi, 46-47)
139 - (15)
Ebi Hureyre (R.A) den mervîdir. Resölüllah (SAV) den ri-vâyeî ettiğine göre,
Resulü ekrem (S.A.V) buyurduki;
«Muhakkak öfü kabre
konur, Hemen adam kabrinde korkusuz ve fitne-siz kabrinde oturtulur.
— Ondan sonra denirkj :
— Hangi dinde yaşadın?
— Bunun üzerine o adam der:
— İslorn dininde yaşatan.
— Derhal denirki :
— Bu adam kimdir?
— Kabirde ki edam derki:
— O adam AHahın Resulü Muhammed (A.S) dır,
Allah tarafindan bize açık ve kesin hükümleri beyan etmek üzere geimiştir,
bizde onun getirdiği hükümleri tasdik etmiştik.
— Bundan sonra o kabirdeki adama denirki:
— Aliahü teâlayı gördün mü?
— Buna cevab olarak o adam derki:
— Hiç bir ferti için AHahi görmek layık olmaz.
— İşte o anda o adam için kabirde cehennem
cihetinden bir delik açılır. O odam hemen orada bir birine bitişik ateş
tuttuklarının oluşuna bakar.
— O adama denirki -.
— Bak bu ateş ki, Aliahü teâla seni buraya
atılmandan korudu.
— Bundan sonra o adama cennet cihetinden bir
yer açılır. Oranın yeşilliklerine ve diğer nimetlerine bakar.
— İşte o anda adama denirki:
— Burası senin mekan ve merdindir, senin kesin
ve sabitlikle buraya inanç ve amelin devam ederdi. Ve sen bu itikad üzere
öldün. İnşaattan onun üzerine tekrar diriltilirsin.
— Kötü adamda kabrinde korku ve fitne
tehlikesiyle oturtulur, denirki:
— Sen hangi dinde yaşadın?
— O adam derki: bilmiyorum!
— Tekrar denirki: Bu adam kimdir?
— Adam derki : İnsanlardan işitmiştim onlar bir
söz söylerdi, bende onların söylediğini söylerdim.
— Bunun üzerine hemen Cennet tarafından bir
delik açılır. O adam Csn netin yeşilliklerine ve diğer güzel nimetlerine bakar.
— Hemen o adama denirki:
— Bak şu nimetlere ki, Aliahü teâla seni o
nimetlere kavuşmakdan men etmiştir.
— Sonra cehenneme doğru bir yol açılır. Oradaki
ateşlerin bir birlerine bitişik şiddetli yanışlarına bakar.[113]
— O adama dsnîrki : İşte burası senin varacağın
yerdir. Sen buranın varlığı ve olacağında şek üzere idin. Ve bu şek üzerede
Öldün. Ve bu şek üzerine inşaallah tekrar diriltileceksin.» [114]
140 - (i)
Ajşe (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüilah (S.A.V)
buyurdu :
«Bir kimse, bizim bu
işimizde (dinîmizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olmayan yeni bir şey
(Bid'at) ihdas ederse, işi® o kimse (onun getirdiği Bid'at) merdütdür.» (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet
etmiştir.) [115]
îman bahsinin son
kısmi olan kitap ve sünnete sarılma bahsinde de çok mühim hadîsi şerifler ya.ılmıştır.
Hadîsi şeriflerin ihtiva ettikleri hükümler, lafızları ife ilerde gelecektir.
Biz hadîsi şeriflere geçmezden evvel kitap ve sünnete sarılmanın ehemmiyetini
beyan eden bir kaç âyeti kerîme meali arzedelim. Ondan sonra da yukardaki
hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümleri açıklamaya çalışalım.
Kitap ve sünnete
sarılmanın ehemmiyeti iie ilgili âyet mealleri :
«Top yekûn hepiniz
Allanın sağlam ibihe (Kur'anı kerîmine) sımsıkı sarılın. Birbirinizden ayrılıb
dağılmayın.»
(Ali İmran sûresi, 103)
Diğer ayeti kerîme
meali şöyledir:
«İşte size, Allahdan
bir nur (Hz. Muhammed aîeyhisselam) ve her şeyi açıklayıcı bir kitap (kur'an)
geldi, (o nur ve kitapla) Allah, rızasına uyanları (o nur ve kitapla) selâmet
yollarına İletir. Ve onları (Allanın) izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp
doğru yola (İslama) götürür.» (Mâide
sûresi, 15-16)
Diğer bir âyeti
kerîmede de şöyle buyurulmuştur:
«Elbette bu kur'an,
insanları en doğru yola sevk eder.» (İs'rö sûresi, 19) ' Yukardaki âyeti
kerimeler gibi pek çok kur'an ayetleri mevcuttur. Çok uzayacağından bu kadarla
iktifa ediyoruz.
Bu âyeti kerime
meallerini ve emsalini, müslümanlar ve top yekun insanlık okumalıdır.
Okumalılar da ondan sonra en doğru ve en İyi yolu bu! malıdırlar, Her şeyi
yaratan ve bütün yaratıkların cibillî veya tabiatlarını en iyi bilen ve bunlann
irâde ve idare yönlerini de en doğru şeklide izah eden halikı zülcelâlın
hükümlerine kayıtsız ve şartsız bağlanırlar. Aynı zamanda tek kurtuluşun islam
ve kur'an yolunda olduğunu idrak ederler.
Kitabı ilâhinin hükümlerine
tabî olmak nasıi kurtuluş ve huzur yolu İse, o kitabı ilâhiyi ümmetine tebliğ
eden mürşidi hakîk.mız Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve seilem
efendimizin mübarek buyruklurına ve sünnetlerinin her çeşidine sarılmak da,
kurtuluş ve huzurun yoludur. Ve Rasûiüliaha itaat, Allah'a itaattir.
Bu hususu beyan eden
bir kaç âyeti kerime mealini de arzedelim;
«(Ey Habîbim!) De ki :
Eğer siz Allah; seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allâhda sizler; sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Zira-Allah çok bağışlayıcı ve çok
esirgeyicidir.» (Aİi İmran sûresi, 31)
Diğer ayeti kerîme
meali şöyledir:
«Her kim, Peygambere
itaat ederse, muhakkak Âiiâha itaat etmiş olur.» (Nisa süresi, 80}
Başka bir âyetLkerîme
de şöyle buyuruimuşîur:
«Peygamber, size ne
verdi ise, onu alın (emir ve sünnetlerini tutun.) Ve size neyi yasak etti ise,
onu da almayın (yapma dediğini yapmayın),» (Haşr
sûresi, 7)
Bâzı kimseler bilhassa
kendisini beğenen tipinden olanlar, «Aliâhü te-alanın yaratıcı olması ve bütün
yaratıkların rızıktarını vermesi gibi 'hususların hak îeala tarafjMan
olmasından için, allanın dediğini tutmak lazımdır, ama peygamber kendi beşerî
görüşlerini söylemiştir, ona itaat etmek ve ona tabî olmak yersizdir., gibi..»
cümleleri söyleyenler oluyor. Bu sözîsr ve bu sözler gibi kötü akîde sözler,
inançlar çok ve çok sapık, zındık ve mülhidlerin sözleridir.
Yukarda naklettiğimiz
âyeti kerîr elerde olduğu gibi, pek çok âyeti kerîmelerde Peygambere itaat,
Allâha itaat olduğu ve Peygamber söylediği her sözü mutlaka hakkın vahyi ile
söylediği beyan buyuruimuştur.
Netekim bir âyeti
kerîme de şöyle buyurulmuştur:
«AKâha ve onun
Rasûlüne itaat ediniz. Ve birbirinîzle çekişmeyin. Sonra içinize korku düşer
ve kuvvetiniz elden gider.» (Enfal sûresi, 46)
Diğer âyeti keriyme
meali:
«Hor kim, Allâha ve
Rasûlüne itaat ederse, o kimse mutlaka fevzü necata (Cennete) kavuşmuştur.»
Peygamber efendimizin
her söylediği ilâhi vahy ile olduğunu beyan eden âyet meali şöyledir:
«O (Peygamber),
nevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Elbette o (Kur'an) sâde bir vahydir,
ancak vahyolunur.» (Necm
sûresi, 3-4)
Yukardaki âyeti,
keriymeleri okuyan her müslüman, insanlığın tek kurtuluşu ve en doğru yolun,
kur'an ve sünnete tabî olmakda olduğunu bilir ve bu iki yola en samîmi gayreti
ile tâbi olur.
Şimdi yukardaki bu
bahsin ifk hadîsi nebevisi olan şu mealdaki : «Bir kimse, bıizim bu işimizde
(dînimizde, şeriat ve sünnetimizde) o dinden olmayan yeni bir şey (Bid'at)
ihdas ederse, işte o kimse (ve o getirdiği Bid'at) merdüttur.» hadîsi şerifin
kısa açıklamasını yapalım.
Evvela dînin kısa
tarifini öğrenelim. Ondan sonra yeni ihdas edilen Bid'atın tarif ve izahını
açıklamaya çalışalım.
DİN : Lügatta, itaat,
âdet, yol, alâmet, şan şeref, oeza ve mükâfat
mâ nalarına gelir.
Şeriatta Din : Atlahü
tealanın koyduğu bir kanundur ki, o kanun akı1 sahiblerini kendi irâdeleri
dâhilinde arzulariyle, hayra, hakka, iyilik ve doğ rüya götürür.
Târifindende
anlaşıldığı üzere, din; İlâhi bir kanundur. Dîni Aliahdan başka kimse
koymamıştır. Ve din hiç eksiklik kalmadan mükemmel bi' şekilde Allah
tarafından konulmuş ve onun hükümlerini ve o kanunu ilâhinin esâsı oian kur'am
kerimi, kıyamete kadar koruyup muhafaza edeeek olanda yine Hz. Allahdır. Ve o
din, inanıp kabul eden her mümini en doğru yola ve en hayırlı yöne sevk eder.
Dînin kemal ve
tamamlığı ile ilgili bir âyeti kerime meali şöyledir:
«Bugün sizin için
dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak
İslama razî oldum.» (Mâide sûresi, 3)
Dînin tarif ve
açıklaması ile bu âyeti kerimede beyan edilen hükümler gayet açık iken, her
asır ve devirde pek çok sapık ve zındıklar, dîne yeni yeni uydurmalar ihdas
ederek bir çok batıl ve hurafeler sokmaya çatışmış lardır. Böyle uydurmaları
dîne sokmanın fenalık ve kötülükleri hem kur'ânı kerimde ve hem hadîsi
şeriflerde beyan edilmiştir.
Aslında dinî hiç bir
şekilde tahrif edip yıkamıyaaaklardır. Fakat din sömürücüleri her zaman
uydurmalarla, müslümanları şaşırtmışlardır.
Dine sokulmaya
çalışılan ve dinden olmayan Bid'atın tarif ve tehlikelerini hülasa olarak arz
edelim.
BİD'AT : Lugâtta, yeni
iş ve sonradan meydana getirilmiş, ihdas edilmiş şeydir.
Şer'î İstîlahda :
Peygamberimizin bulunduğu asırdan sonra, ne kavlen, ne fiilen, ne sarahaten ve
ne işâreten dînî bir izni şer'i anlamı olmayan ve dinde yapılan ziyade ve
noksanlığa BİD'AT denir.
Şer ve bâtıl olarak
ihdas edilen Bid'at ve Hurafelerin fenalıklarını ve kimler tarafından ihdas
edildiklerini objektif olarak kısaca şöyle hulâsa edebiliriz :
Bid'at: Zındık ve
sapıkların uydurdukları batıllardır.
Bid'at: Küfürden sonra
en büyük günahdir.
Btid'at : Allah
muhafaza sahibini dinden, imandan eden eh tehlikeli bir
şeydir.
Bid'at : Mümini hak
yoldan bâtıl yola çeviren bir felâkettir.
Bid'at : Müminin,
namazının, orucunun, haccının, zekatının, farzının, nafilesinin ve cihadının
kabulüne mânidir.
Bid'at: Tevbenin
kabulüne mânidir.
Bid'at : İnsanı
hakîkata tâbi etmeyip, batıl veya aslı esası olmayan vehmin mahsulü olan
şeylere tabî kılar.
Bid'at: Firakı dâlle
yoludur. Ehli sünnet yolu değildir.
Bid'at : İnsanı;
Zulüm, cehalet, yalan, iftira, hîle, buğuz gibi kötü hastalıklara sevk eder.
Bid'at : İnsana; riya,
süm'a, ucub, kibir, hased, gibi kalp hastalıklarını yaptıran en korkunç mânevi
mikroplardandır.
Bid'at : İnsanı;
kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukaha olan edil-le-i şer'iyyeye düşman
kılar.
Bid'at :
Peygamberimizin mübarek kelâmında «Bid'atın hepsinden kaçının. Zira Bid'atın
hepsi dalâlettir. Ve dalâletin hepsi de cehennemdedir.» Buyurduğu üzere en
korkunç tehlikedir.
Bid'at : Kaçınılması
ve şerrinden Allah'a sığınılması lazım olan en kötü ve en çirkin yoidur. Zira
insanı dünya ve âhiret saadetinden mahrum eden bir âfettir.
Bid'at icad edene, «Mübdî
veya mübtedî» denirki, dine birtakım yalan ve uydurmaları sokmaya çalışan bâğî,
Azgın ve din sömürücüsü eşkiya, din simsarj demektir. Böyle din simsarlığı
yapmanın ve Allah'a ifîirâ ederek azgınlıkta bulunmanın ne kadar şenî, ve fena
olduğu aşikârdır. Bu kötülükleri çok felâket olan Bid'at, Bid'aîı seyyie ismini
alan kitap ve sünnete muhalif olan Bid'attır.
Kur'anı kerimde şöyle
buyurulmuştur:
«Ey ehli kitap!
Dininiz hususunda haddi aşmayın. Aİlaha karşı hak olandan başkasını
söylemeyin.» (Nisa sûresi,
17)
Bid'at, bir nevî
Aİlaha iftira olduğundan müfterilerin kötülüğü şöyle beyan edilmiştir.
«Allâha iftira ederek
yalan uyduran {Bid'atları uydurub çıkaran) veya
' onun (Allâhın)
âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? şüphesiz
o {Aliâhü teala),
zalimleri felaha kavuşturmaz.» (En'am
sûresi, 21)
Bid'atin kötülükleri
ile ilgili hükümler ve Bid'atın Seyyie ve hasene olarak reşitleri hakkında
geniş malûmat, «İSLAMA SOKULAN BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizde uzun uzun
İzah edilmiştir. Ayrıca «Amellere sa-kulan Bid'atlar» hakkında geniş İzahlarla
çıkaracağımız üçüncü cildide çık-dığında alıp okumak şayanı tavsiyedir.
Bid'at ve
Hurâfeler-in, bâtıl ve kötülüklerini hemen ilerde Resulü Ekrem efendimizin mübarek
sözlerinde de en bariz şekilde okuyacağız. [116]
141 - (2)
Câbir (R.A) den mervîdir dedi:
ResûJüllah (S.A.V)
buyurduki;
«Artık bundan sonra,
şüphesiz sözün hayırlısı, Allah'ın (c.c) kitabı ve doğru yolun hayırlısı,
Muhammed (A.S) in yoludur.[117]
— İşferin şerlisi,
yeni çıkan Bid'atlardır. Ve her bid'at dalâlettir.» [118]
Hadîsi şerifin birinci
cümlesinde, «Sözüp hayırlısı, Allanın kitabı ve doğru yolun hayırljsı,
Muhammedin yoludur.» ifâde buyurulmuştur. Bu ifâde ile yalancıların çıkardıkları
kitab,.kanun, kararnameleri, tüzük ve yönetmelikleri, kitabullahın hükümlerine
ayıkri oldukça ve peygamberin yoluna tabî olmadıkça batıl ve kötü şeylerdir.
Onların bu amelleri bâtıl ve fasit olması hasebiyle onları tasvib edîb onlara
tabî olanlarda aynı fesadın içinde olan sapıklardır.
Birde bâzı kendine
alim süsü veren cahil müctehidler veya okumuş cahillerde, «efendim kitab ve
sünnetten başkasına uyulmayacağt hususunda Peygamberin tavsiyesi vardır.
Binâenaleyh bu iki esasdan başkasını tanımayız. İmamı âzam, Mâlik, Şafiî ve
Ahmet bin hanbel gibi mücîehidlerin fikir ve kanunlarına tabî olmak veya onları
kabul etmek olamaz. Ve biz ken
di içtihadımızla
kur'an ve sünnetten hüküm çıkarırız, gibi...» fikir ve iddia da olanlara ve
hatta böyle yazıb çizenlere şahid olduk ve hâlada öyleler
vardır.
Zavallılar,
Peygamberimizin, «Benim ve hulafâi râşidînimin yoluna tabî olun» sözü ile
«Geçen ümmet yetmiş iki fırkaya ayrıldı, benim ümmetimde yetmiş üç fırkaya
ayrılacak, bu yetmiş üç fırkanın yetmiş ikisi cehennemlik olacak, ancak benim
ve ashabımın yoluna tabî olanlar helak olmayıp seâ-dete erişeceklerdir.»
buyuruğuna dikkat etmemekte veya bilmemektedirler.
Kâmil bir îmana sahib
olmayan ve sâlih amelde bulunmayan bir takım zındık ve sapıklar, her asır ve
devirde islamı ve islâmın hükümlerini kendi haris amel ve emellerine uydurmaya
çalışmışlar. Günümüzdeki güya ted-kik ve tahkikcî, sağını solundan, iyiyi
kötüden ayırd edemiyen sözde mücte-hid ve âlim taslaklarıda böyle davranış
içindedirler.
Günümüzdeki câhil
müctehid tasfakları olan mukallidlerin durumlarını belirten cümleler uzun uzun
îzah edilmiştir. Biz burada kısaca şu mısraları' okuyalım :
Mukallid den dahi
dördüncü kışımı, değildir muteber ismi ve resmi.
Bular (bunlar) fark
eylemez gassü semini (yağsız ile yağlıyı fark edemezler), şimalinden temyiz
etmez yemini (sağından solunu ayırd edemez)
Adamlar, kur'anın
dediği hükümleri yaşamazlar, sünneti nebeviyyo-den hiç birisine tâbi
değillerdir, o haldede kalkarlar, kitab ve sünnet mü-dâfiî kesilirler.
Bu iddia ve fikirlerini
beyan ederken, kitab ve sünnete tâbi olan ve bu iki hükmün yolcularının en
güzel örnekliğini veren yüksek fazîiet sahtb-lerinide kötülemek denâetinîde
bırakmamışlardır.
Akıllı müslüman,
kitaba ve sünnete ve bunların hükümlerine tâbi olan Ashab, tabiîn tebaı tabiîn,
müctehid, âlim ve kâmil kişilere iktida edip tâbi olur. Kur'an ve sünnet
yplunda ahirete gidenleri, mümin rahmetle yâd eder. Zındık ve sapıklara tabî
olmaz, zındık ve sapıkların şerlerinden Aflaha sığınır. [119]
142 - (3)
İbnİ Âbbas (R,A) deh mervîdir, dedi i ftesûlüllah (S.A.V) buyurduki i
«AHâha karşı
insanların en buğuzlusu (en sevimsizi), üç kişidir (ve şunlardır) :
a } Haremde
ilhad eden kimsedir.
b } İslâm
yolunda câhiîiyyet devri sünneti talep eden kimsedir.[120]
c) Haksız
yere bir kişinin kanını akıtma talebinde bulunan kimsedir.» [121] .
Hadîsi şerifde beyan
edilen hak teala indinde en buğuzlu ve sevilmeyenlerden, Harem-i şerif
dahilinde azgınlık ve fenalıkda bulunmak demek, oraya gelen müslümanlara eza ve
cefâda bulunmak, oraya hizmette bulunan haremin hizmetçilerine hakaret edib
sövmek ve emsali kötülüklerde bulunmak, başka yerlerde başka şahıslara hakaret
edib zulmetmekten daha kötü ve daha iğrenç buyurmaktadır.
Hakikat böyle iken,
uzun yollar kat edib gelen pek çok kimseler, hem oraya gelen Allâhın
müsafirleri hak aşıklarına kötü hareket ve zulümde bulunuyorlar ve nemde oraya
gelen haremin ve Allâhın müsafirlerine cşkla hizmet ve hürmet etmeye çalışan
kimseler, hakaret eden ve hakir gören ve onlara en ağır ifâdelerle eziyet eden
zavallı cahilleri gördüğümüz zaman içimiz üzülüyor idi.
Be hey zavallı! Oraya
niçin geldin? ayıp aramaya ve ona buna hakaret etmeyemi geldin? Niçin geldiğini
ve nelerle meşkul olman gerektiğini iyi öğrenib gelsende oraya kirli gelib
tertemiz anasından yeni doğan günahsız çocuk gibi dönsen veya öyfe dönmeye
çalışsan ya! Orada işlenen ibâdetlerin, hayır ve hasanatların sevabı kat kat
olduğu gibi, günah ve kabahatların cezasıda, o nisbette büyük ve tehlikelidir.
Mübarek yere, iyi gelip iyi giden kimseler, çok ve çok mutlu kimselerdir.
Hadîsi şerifde geçen
ikinci hükümde ise, İslâm yolunda gidenlerin ca-hiiiyyet devrinin adetlerini
tatbik ettikleri kötü ve hissî amellerini tatbik etmenin de en âdi ve en
sevimsiz amellerden olduğu byan buyurulmuştur.
Câhiîiyyet devrinin
kötü adetlerinden bâzıları şunlardır:
a) Bir ölüm olduğunda hemen toplanırlar o ölü
için bağırırlar çağırırlar, yakalarını paçalarını yırtarlar, günlerce ölünün
kapısı önünde veya evinde böyle matem
feryadında bulunurlardı.
İşte böyle matem
yapmanın Alfanın en çok buğz ettiği ve sevmediği amellerden olduğunu rasûlü
Ekrem efendimiz beyan buyuruyor.
b)
Câhiîiyyet devrinde kumar oynamak, navruz gününde şenliklerde bulunmak,
evlatlarını öldürmek, kız çocuklarını hakir görmek ve bir kabileden bir
kişinin işlediği bir cinayetten dolayı bütün kabileyi cezalandırmaya kalkışmak
gibi pek çok kötü adetleri var idi.
Müslümanlar, bunların
bu kötü adetlerinden kaçınmalı ki, sevimli müs-iümanlardan ve en doğru yolda
olanlardan olsunlar.
Hadîsi şerifde beyan
edilen üçüncü hüküm olan «Haksız yere bir kişinin kanını akıtmak arzusunda
bulunan kimsenin» günahı hakkında bir nebze izahat yukarda «Büyük günahlar
babı» başlığının altında beyan edilmiştir. [122]
143 - (4)Ebî
Hureyre (R.A) den mervîdir, demişiir;
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu.
«Ümmetimin hepsi
cennete girecekler, ancak ibâ eden (kaçınan) kimse girmiyecekîir.»
— Denildi: O ibâ eden (çekinip kaçınan) kimdir?
— Bunun üzerine Resûlülfah (S.A.V) buyurdu :
«Kim bana itaat
ederse, cennete girer ve bana isyan eden kimsede, benden ibâ eden (kaçınan)
kimsedir.»
Buhârî
(Not: Hadîsi şerifde
beyan edilen «ümmet» ümmeti icabet denilen kim-selerdirki, îman edib ameii
sâlihde bulunan ümmetlerdir.) [123]
144 - (5)
Câbir (R.A) den rivayet olunmuştur, dedi:
Resûlülfah (SAV) uyur
halde iken bir gurub melek ona geldi, dedilerki : Muhakkak şu (uyuyan)
sahibimiz için misal vardır. Binaenaleyh ona birm isa! arz ediniz. Meleklerin
bâzısı, bu zatı muhterem uyuyor, dedi. Diğer bâzısıda ; Şüphesiz göz (Muhammed Aleyhisselâmın gözü), uyur, kalbi
— Bunun üzenine melekler dediler : Bu zatın
misâli, bir ev yapıp içine bir sofra hazırlayan ve (o sofraya adam davet etmek
için) davetçî gönderen udam oibidirki, Ö davetçinin davetine icabet eden, eve
girer ve o zadda beraber sofradan yer. Davetçinin davetine icabet etmeyen
kimsede, o eve girmez ve o sofraya davet eden zatla oturup yemez.
— Melekler tekrar dediler : Ona bu temsilî
misâli tevil edip beyan edi-nizde o misali anlasın.
— Yine meleklerin bâzısı, bu zat (Muhammed
Aleyhisselam) uyuyucu-dur. dedi. Diğer bazıları da, Muhakkak göz (onun gözü)
uyur, kalbi uyanıktır, dedi.
— Nihayet melekler dediler : O ev, Cennettir.
Dâvetci de, Muham-meddir. Binâenaleyh bir kimse, Muhammede (A.S) îtâat ederse,
Elbet Al-laha itaat etmiştir. Bir kimsede, Muhammed (A.S) a isyan ederse,
şüphesiz Allaha isyan etmiş olur. Muhammed (A.S.), insanlar (Müminler ve
kâfirler) arasını (tasdik veya tekzip etmelerini) belirten bir farktır, (mihenk
taşıdır)»[124]
Yukarda beyan edilen
hükümlerde görüldüğü üzere Melekler, Peygamber efendimizin uyurken gözlerinin
uyuyub kalbinin uyanık olduğu açıklanmaktadır. Böyle olan mübarek
peygamberimiz efendimizin bir ev sahibinin sofra hazırlayıp insanları o sofraya
davet ettiğinde davete, icabet edib gelenlerin o sofradan karınlarını
doyurdukları gibi, isiâmın dâvetcisi olan ruhun manevî kıdası olan dâvetine de
icabet edenin gönlünü îman nuru ile doyuracağını ve neticede ona tabî olmanın
mükafatı olan cenneti alaya dahi! olunacağı îzah buyurmaktadır.
Burada hemen şu hususu
belirtelim, Melekler «islâmin dâvetcisi» cümleleri ile şu âyeti kerimenin
ihtiva ettiği hükme işaret etmiş oluyorlar:
«Ey Peygamber! Seni
(Ümmetlerin üzerine) bir şâhid, (İman edenlere cenneti) bir müjdeleyici ve
(Kâfirlere cehennemle) bîr korkuducu gönderdik.
— Hem Allâhin dinine ve ona ibâdet etmeye onun
izniyle bir dâvetci ve hemde nur saçan bir kandil olarak gönderdik.» (Ahzab
sûresi, 45-46)
Meleklerin, «Muhammede
itaat eden, Aliâha itaat etmiş olur ve Muhammede isyan eden kimse, Ailâha
isyan etmiş olur» cümlelerinde de şu âyeti kerîmeye işaret vardır:
«Kim, Peygambere itaat
ederse, muhakkak Allâhci itaat etmiş olur.» (Nisa sûresi, 80)
Yukardakl hakikatler
gereğince, en doğru yoi islam yoiu olan Pqyğam ber yoiudur. Dünya ve ahiret
seadeîi de yine islamda ve ıslama tabî oimak-dadır. Tek önder ve mürşidi
hakîkimiz sevgili Peygamberimize tâbi olup her türlü küfür ve batıl yollardan
Allanın bütün müminlerle bizleri ve neslimizi muhafaza buyursun ve hidâyeti
rabbaniyye likâkat kazanan kafirlere, doğru yol olan isiâmı nasîb buyurmasını
yine yüce mevladan dileriz. [125]
145 - (6)
Enes (R.A) den Rivayet edilmiştir dedi:
Peygamber (S.A.V) in
ibâdetinden sual sormak için üç gurub halinde cemâat Peygamberin hanımlarına
geldi. Peygamberin hanımları, Peygamberin ibâdetinden haber verince,
Kendilerince Peygamberin, ibâdetini azın-sıdılar, dedilerki : Biz neredeyiz.
Peygamberle hiç bir zaman bir olamayız. Zira Allâhü teâla onun geçmiş ve
geleceteki günahını bağışladı.
— Bunun üzerine İçlerinden birisi dedi :
Duyunuz, ben dâima geceleyin namaz kılacağım.
— Diğer birisi dedi : Ben bütün gündüz oruç
tutacağım ve hiç iftar et-miyeceğîm.
— Diğer biriside dedi : Ben kadınlardan ayrı
duracağım hiç evlenmi-Veceğim.
— İşte o anda neb/ıyyi
muhterem saliailahü aleyhi veselem onların yanına çıka geldi ve hemen buyurdu :
«Siz, şöyle şöyle
dediniz değ i (m i? Duymuş olunuzki, vallahi ben Allah-dan sizden daha çok
korkarım, ben Allahdan daha çok çekinir inikat ederim. Bununla beraber ben
oruç tutarım ve iftarda ederim. Namaz kılarım,[126]
yatağa yatar uyurum ve kadınlarıda nikahlarım Binaenaleyh kim, benim
sünnetimden yüz çevirirse, işte o kimse, benden (benim ümmetimden) değildir.» [127]
Hadîsi şerifin baş
tarafında geçen ve Hz. Aişeye gefen cemaat arasında konuşulan şu : «Biz
neredeyiz, Peygamberle hiç bir zaman bir olamayız. Zira Allâhü tealâ en
un geçmiş ve gelecekteki günahını
bağışladı.»
cümleleri hakkında bir
kaç İtikat meselesi arzedefim.
Hz. Aişeyi ziyarete
gelib Peygamberimizin ibâdetini Öğrenen bu sahâ-bei kiramın bu cümlelerinde,
Peygamber efendimizle kendilerinin iman ve amel bakımından bir oiamıyacağjnr
beyan ederek kendilerine ayrı ayrı vazife ve yasaklar yükletirken,
resûlüllahın masum bir kişi olduğunu beyan ederek şu mealdâki âyeti kerimeye
işaret etmişlerdir :
«(Habîbjm!) Alfah, senin
geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak için üzerindeki nimetini (dînin
yücelmesini) tamamlayacak ve sera dosdoğru bir yolda sabit kılacaktır.» (Fetih
sûresi, 2)
Peygamberler' hakkında
bilinmesi gereken sıfatlardan birisi, «Ismet-Peyğamberin günahlardan beri ve
masum olması.» keyfiyetini bilip inanmaktır. Ancak onlardan bir takım zeile ve
hatalar olmuştur.
İmâmı âzam hazretleri,
«FIKHÜLEKBER» isimli eserinde şöyle beyan etmiştir:
«Peygamberlerin hepsi,
küçük ve büyük günahlardan, küfür ve kötü olan fenalıklardan münezzehdirler. Ve
fakat onlardan Zelleler ve hatalar sadır olmuştur.»
Adem aieyhisselâmın
yasak olan ağaçöan yemesi, zelleye misal olabilir. Musa afeyhisselâmın
fir'avnın kavminden birine öldürmek kasdı olmadan sâdece vurmak kasdı ile
dokunuverince ölmesi de hataya misaldir.
Her ne şekil ve
suretle olursa olsun, bütün Peygamberler ayıp olan kabin cinsinden büyük ve
küçük günahlardan masumdurlar. Göz açıp yumacak kadar şirkde ise asla
bulunmamışlardır. Kendilerinden sâdır olan zelie ve hatalarda, «Hasenâtülebrar,
Seyyiatülmukarrabin = iyi kimselerin İyilikleri, Mukarrabin olanların
(Peygamberlerin ve ernsallorının) günahlarıdır.» kabîiindendir. Yani Peygamber
ve emsallerinin günahları. Kendilerini Allâha yaklaştırmada, Allanın kabul
edeceği iyi amel ve hayırda bulunanların iyilikleri gibidir.
Peygamberler hakkında
gerçek İtikat, kesin ve net olarak böyledir. Hakikat böyle olmakla beraber
cumhuru ulemâya göre, Peygamberlerde sehven büyük günahların sadır olması
caizdir. Ve yine bilerek küçük günah işlemeleri de caizdir.[128]
Hz. Aişeye gelen
zatların kendilerine çeşitli şeyleri yasaklamaları va kendilerine fazladan
ibâdet yüklemeleri karşısında. Resulü Ekrem saîiâhü aleyhi veseliem efendimiz
şöyle buyuruyor :
«Siz, şöyle şöyle
dediniz değilmi? Duymuş olunuzki! Vallahi ben Aliah-dan sizden daha çok
korkarım.»
Peygamber efendimizin
buyurduğu üzere Allahdan en çok korkan kendisidir. Zira Resulü Ekrem efendimiz
cenabu hakkı en iyi bilendir. Allâhü tealayı iyi bilen daha çok korkar.
Bu hususu cenâbu Allah
bir âyeti keriymesinde şöyle buyurmuştur:
«Altahdan kulları
içinde, ancak âlimler korkar.» (Falır
sûresi, 28)
Aiiâhın âyetlerinde ve
resulünün mübarek sözlerinde hakîkatlar bu minval üzere iken, asrı seadet de
bâzı kimselerin azda oisa böyle acciblik-lerinin yanında, günümüzde de pek çok
kara cahiller kendilerine evliya ve allâme süsü veriyorlar. Kur'an ve sünnete
aykırı pek çok batı! ve hurafelerle meşkui oluyorlar ve kendilerine gelip
teslim olanlara. dG ilim ve ulema düşmanlığı aşılayorlar. Mikrop hayat ipine
dalan zavallılar, «Biz ehü bâtınız, hocalar zahircidir, onların yanlarına
uğramayın ve sözlerine kulak asmayın, gibi» sözlerle zavallı cahilleri
zehirleyorlar ve buz gibi Kur'an, hadis, ilim ve ulema düşmanlığını telkin
ediyorlar.
Hatta onlardan
bazıları şu cümleleri de söylemektedirler: «Az amel, çok ilimden hayırlıdır.
İlmi bırakın, amele bakın... v.s.» Bu cümleler ve emsali fikirler isfâmın ana
esaslarına ayktridir. Fakat cahil millet bu gibi bâtıl yolcularını anlamakta
güçlük çekmektedirler. Bunların fenalıkları ve iimin fazilet ve üstünlüğü bu
eserimizin ikinci ciidinin hemen baş tarafında gelecektir. Ayrıca «İSLAMDA
EVLİYA MESELESİ VE HARİKALAR» İle «İSLAMA SOKULAN BİDA'T VE HURAFELER» adlı
eserimizin ikinci cildinde hulâsa olarak yazılmıştır.
Ancak böyle sapıklara
şu mealdeki : «İlim, amelden hayırlıdır.» hadisi şerifi hatırlatırız.
(îvlerakiifelah tahîavîsi, 6)
Hadîsi şerifde beyan
edilen şu cümlelerde şayanı dikkattir: «Ben Allahdan daha çok çekinir ittika
ederim, bynunla beraber ben oruç tutarım ve iftar da ederim. Namaz kılarım,
yatağa yatarım ye kadınları da nikahlarım. Binâenaleyh kim, benim sünnetimden
yüz çevirirse! işte o kimse benden (beriim ümmetimden) değildir.»
Hadîsi şerifin bu cümlelerinde şu âyeti kerîmeye
işaret vardır : «Ey îman edenler! Allanın size helal kıldığı nimetlerin
temiz ve tîyble-
Tini kendinize haram
etmeyin, aşirîiik edib hattı tecâvüz etmeyin. Çünkü Allah, aşirîiik yapanları
sevmez.»
(Maide sûresi, 87)
Bu âyeti kerîme efe ve
yukardaki hadîsi şerifin son cümlelerinde belirtildiği üzere Aliâhü îealanın
buyurduğu gibi resulü Ekrem efendimiz, oruç tutuyor ve iftarda bulunuyor,
namazı ise vaktinde ve gece gündüz ibâdetini îfa ettiği gibi, yatıp istirahatta
da bulunuyor Ve insanın nefsinin tehlikeden korunmasını sağlayan aynı zaman
neslin devam etmesi için kadınlardan nikahlayıp evlenirdi. Ve bu ameller
kendinin sünneti olduğunu beyan buyurmuştur.
Peygamber efendimiz,
rivayetlere göre onbir veya on iki hanım nikahlamıştı. Bunlardan dokuz adedi
birlikte bulundukları vâkîdir. Bu hanımların isimlen ve bağlı oldukları sülâle
ve kabileleri şöyle idi:
Altı {8) adedi kureyş
kabilesinden idiki, onlarda şunlardır : Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz.
Ümmü habîbe, Hz. Ümmü seleme ve Hz. Şevde ro-diyaifahü anhümdür.
Dört (4) adedi de arab
sülelesine mensubdur. Onlarda; Hz. Zeyneb bin-ti cahş, Hz. Meymûns, Hz, Cüveyre
ve miskinlerin anası sayılan Hz. Zeyneb binti Hüzeymetülhiiâlîye dir. Allah
hepsinden râzi olsun:
Bir adedi de.arab
sülâlesinden oîmayıb Benî israil sülâlesinden Hz. Safiyye bitni Hay radıyallahü
teala anhadır.
Bunlardan Hz. Hatice
ile ürhmül mesâkîn-Miskinlerin annesi sayılan Hz. Zeyneb, Peygamber
efendimizden evvel vefat etmişlerdir. Peygamber efendimiz ahirete teşrif
ttiklerinde diğer dokuz adedi hayatta idiler.
Bu hanımlarından başka
dört adet de döşeklik cariyesi var idi. Onlarda şunlardır : Mariyetülkıbtlyy^,
Reyhâne, birisimde Zeyneb binti cahş isimli hanımı bağışlamış idi. Diğer birisi
de harblerde alman esirlerden bîr cariye idi.
Şimdi Peygamber
efendimizin hanımının bu kadar çok oluşuna karşı bâzı sivri akıllı kimseler
veya din düşmanları laf edib dil uzatırlar. Onlar ev. velâ iman etmelidirlerki,
ondan sonra Peygamberin kendisindeki beşeri kuvvetle zaruretler karşısmda bazı
hanımların iffet ve namusunu korumak maksadiyle himayesine almak durumunda
olduğunu aniayabilmelidirîer.
Bir defa Aîlâhü
teâlanın hiç bir ferd de bulunmayan maddi ve manevî kuvvet ve hasletleri ona
verdiğini bilmek gerekir. Siyer ve ahlak kitablan-nın beyanlarına göre
Peygamber efendimiz, bir gecede ailesinden dokuzunun evini ziyaret eder beşerî
ve ailevî ihtiyaçları karşılar idi, aynı zamanda dokuzu ilede ailevî
münasebette bulundukları beyan edilmektedir.
Aslında bir
peygamberde kırk erkek kuvvetinin olduğu ve Peğâmber efendimiz de kırk
Peygamber kuvvetine sahib olduğu bâzı ahlâk ve siyer kitablarında yazılmıştır.
Her ne ise cenabu hak sevgili habîbine mubah
ve helal kıldığı
amelleri, Hz. Peygamber efendimiz işlemiştir. Beşerî kuv-vet ve âdetlerin
üstündeki haller ve ameller, hiç bir zaman normal hayatla mukayse edilemez.
Hal böyle iken
günümüzde izdivaç hayatını kerih gören veya evlenme-yip bekar durmanın
sultanlık olduğunu savunarak aile hayatını kurmayan bir takım şerliler vardır.
Hatta bazı kişiler bu hayat! işlemeyen zavallıları, evliya olarak tanıtmaya
çalışıyorlar. Evlenmeye bir manisi yok iken nikahlanmayan kimse, bu ümmetin en
şerlisi olduğu Hz. Rasul tarafından açıklanmıştır.
Nikahlanıp evlenmek,
normal kişifer için sünnettir. Nefsi azgın ve kuvvetli kişilerin nikahlanıp
evlenmeleri, vacibdtr. Evlilik hayatında kadının hakkını koruyamıyacak ve
idaresinden korkan kimse ise, evlenmesi mekruh oînr
tvıenmenin yönlerini,
nikahlanmanın lüzumu ile diğer hükümleri hakkında geniş malumat, «MÜLTEKA
TERCÜMESİ» nin birinci cildi ile «İS-LAMDA TESETTÜR VE HAYAT» adlı eserimiz de
yazılmıştır. Oralardan okumak ve bu suretle en doğrusunu öğrenmek iyi yolun ta
kendisidir.
Peygamber efendimizin
ashabını uyarıp, kendisinin yolunu takib edenin ümmetinden oiup, onun yolunu
bırakıp kendi görüş ve düşünceleriyle amel edenlerin de ümmetinden olmayacağını
açık bir dİUe beyan buyurmuştur. Akıllı insan, bu sözleri kendisine rehber
edinir, yalancı vei uydurmacıların batıl söz ve amellerine iltifat etmez. [129]
146 - (7)
Aişe (R.A) den rivayet olunmuştur, dedi i
Resûlüllaft (S.A.V)
yep yeni bir şey İstemişti v© (iş amei} hakkında yapılabileceğine dâir ruhsat
vermişti, Fakat bözi cenaat onu işlemekten kaçındı. Onların bu halleri
Resûlüllah (S.A.V) e erişdi.
Bunun üzerine
Resûlüllah (S.A.V) hemen kir hutbe Srâd stti, sonra *> buyurduki ı[130]
«Bâzı kavmin haîıi
nedfrki, benim işlemiş olduğum şeyden onlar kaçım yarlar?! Allaha yemin
ederimkl, Elbet ben Allah, onlardan daha iyi bilirim* yş ben onların Allardan
daha çok korkanıyım.» [131]
147 - (8)
Râfi Bin Hadîc (R.A) den mervidir, dedi :
Nebiyyi muhterem
sallallahü ateyhi vesellem hurmayı aşılayan bir cemaat yanına geldi, dsdiki:
«Ne yapıyorsunuz?» *
Ashabı kiram dediler :
Biz hurmayı aşılama ile meşkul oluyor idik.
Resûlüyah (Ö.A.V)
buyurdu : «Siz bu işi istemeseniz hayırlı olurdu.»
Bunun üzerine ashabı
kiram o işi terk ettiler; öyle oluncada hurmanın meyvası noksanlaştı.
Râîî dedi : Ashabı
kiram bu hâli nebiyyi muhtereme
zikrettiler.
Hemen Resûİüliah
{S.A.V) buyurdu :
«Ancak ben bir
beşenim, size dininizden bir şeyi emredersem hemen onu tutunuz, alınız. Ve eğer
size kendi reyimden bir şeyi emredersem, ancak ben bir beşerim.»[132]
Râvî Hz. Râfî bin
Hadîc (R.A), Eba Abdiliah elhâriaî künyesi ile künye-lenen Medîne-i münevvereli
Ensârı kiramdandır. Uhud muharebesinde kendisine bir ok isabet etmişti. İşte o
anda hemen Rasûfüllah (S.A.VJ ; Ben kıyamet günü şahidim] buyurdu, o ok
yarasının acısı, Emevîlerden Abduime-lik bin Mervan zamanında kesiimiş ve
hicretin yetmiş üçüncü .senesinde Medînei münevvere de seksen aitı (86) yaşında
veîot etmiştir. Kendisinden pek çok kimseler, hadîsi şerif rivayet etmiştir.
Allah ondan râzî olsun.
Resulü Ekrem efendimiz
Medîne-i münevvereye geldiğinde bakdıki En-sardan bir kıstm insanlar,
bahçelerinde hurma ağaçlarının verimlerinin iyi olması için aşılama ve emsali
çiçeklerin eşleşmelerini ve meyvalann iri, bol olmasını sağlamak maksadı ile
bir takım ilaçlama gibi amellerle meşgul olu yarlardı. Bunun üzerine Resulü
Ekrem efendimiz, bu ameli terk etmelerini buyuruyor. Fakat o sene verimin az
olduğu görülünce hemen ashabı kiram haber veriyorlar. İşte o zaman şu mübarek
cümleyi buyuruyor.
«Ancak ben bir
beşerim. Size dîninizden bir şey emredersem, hemen onu tutunuz - alınız. Ve
eğer size kendi reyimden bir şey emredersem, ancak ben bir beşerim.»
Bu cümleleri ile âdet
ve tabîatlardaki yenilikler veya değişiklikler, Bid'at değildir: Resûlülah
(S.A.V.) bu hadisi şerif de. Dünya işleriyle ilgili san'at, teknik, ziraî
yenilikler, her memleketin âdet ve tabîotma ve hatta havasına göre çeşitli
tecrübe ve tatbiklerde değişiklik utabileceğim beyan buyurmuştur. Sıcak
ülkelerdeki, giyim âdetlerinin soğuk ülkelerde mümkin. olmadığı gibi.
Netekim başka rivâyetü
bir hadîsi şerif de şöyte buyurulduğu mezkûrdur :
«Siz, dünya İşlerinizi
daha iyi bilirsiniz. Binaenaleyh eğer ben size dininizden bir şeyi emredersem,
hemen onu tutunuz.»
Daha evvel gecen ve
gelecekte beyan edilecek olan Bid'atlc ügili hadisi şerifler, itikat ve
ibâdete sokulan Bid'atları beyan etmektedir. Yoksa âdet ve tabiattaki
yenilikleri yasaklamak yoktur. Eğer âdet ve örflerdeki yenilikleri de içine
almış olsaydı, bu mübarek sözündeki hükümleri Resulü Ekrem efendimiz
buyurmazdı.
îtikat ve İbâdete
sokulan veya sokulmaya çaılşılan BİD'ATLAR'ın kötülükleri. «İSLAMA SOKULAN
BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizin bir ve ikinci cildinde beyan ettikten
sonra âdet ve teknik sahadaki yenilikler hakkındada bir nebze bahsettiğimizi
hatırlatırız. Ancak âdet ve örfdeki veya tabîat ve teknikdeki yenilikler,
dînin kesinlikle haram ve yasak kıldığı hükümlere aykırı olursa, işte bunlarda
dîne muhalefet olduğundan haramdır.
Netekim zaman ve örf
icabı ve zamana göre evladlan yetiştirmek gerektiği iddiası ile, kız
çocuklarını soyup çıplak halde veya erkeklerin kıyafetlerine girib erkekli
kadınlı karışık nazaretme, setrülavreti terk etme, halvet ismi verilen yabancı
erkekle bir kadının tek başlarına bir odada kalma haramlığını işleme, haya ve
edebden sıyrılmış bir şekilde yabancı erkeklerle karşı karşıya veya yan yana
durub sözde ilim tahsilinde bulunma gibi dinin haram kıldığı âdetler ise,
Kur'anın ve sünnetin şiddetle yasakladığı kötü İslâmın haram kıldığı şeyler, hiç bir zaman âdet ve
Örf diyerek işfene-rnez : Haram olan bu amelleri işleyenler, eğer helâl ve iyi
derlerse, dinsiz, imansız namus düşmanlarıdırlar.
Şayet haramlığtnı
itikad ederek işlerlerse, iffet ve namuslarını kıskanma yan deyyus huylu
ahlaksızlardır. Ahlak yoksunu haya ve edebini yitirmiş, hasta ruhlu yaratanını
düşünemiyen beyinsiz müminlerdendirler.
Cenabu hak, bütün
mümin kardeşlerimizle bizleri, böyle beyinsiz, edeb ve haya yoksunu insanlardan
oimamayt nasib buyursun. Amin. [133]
148 - (9)
Ebû Musa (R.A) den mervidir dedi:
«Ancak benim misalim
ve benimle gönderilenin misali, bir cemaata gelip şöyle diyen adamın misâli
gibidir: «Ey kavmim! Ben düşman ordusunun gözümle gördüm, ben acık bir şekilde
(sizi o düşmanın tehlikesinden) korku-ducuyum (ikaz ediciyim)! Binaenaleyh
kaçının, kaçının (uyanık ve dikkatli oiun, buradan ayrılın.)
— Bunun üzerine c< adama cemcatden bazısı
itaat eder, hemen geceleyin giderler, sükûnet ve usulca oradan ayrılırlar.
Nihayet o cemaat düşmanın tecâvüzünden
kurtulurlar.
— Ve o cemaatdan bir kısmıda o adamı yalanlar
ve yerlerinde sabahlarlar, düşman ordusu da sabahlar. Bunun üzerine düşman
ordusu o gerçeğe inanmayıp yalanlayan cemaatı helak ve perişan ederler.
— İşte bu adamlar bana itaat edip benim
getirdiğim hükümetlere tâbi olan kimsenin misâli ve bana isyan edip benim hak
teâladan getirdiğimi yalanlayan kimsenin mâslı gibidir.» (Hadisi, Buhâri,
Müslim rivayet etmiştir.) [134]
Râvî Hz. Ebû Musa
(R.A) in hayatı, yukarda ki hadîsi şeriflerin izahatında geçmiştir.
Hadîsi şerifde Resulü
Ekrem efendimiz, kendisi ile getirdiği hükmü ilâhinin ümmetine duyurmasını ve
netice hakkındaki ümmetinin davranışlarını temsili olarak beyan etmiş ve şöyle
açıklamıştır:
Bir kavmin inandığı
bir kimse, o kavme geliyor diyor ki : Ben size mühim ve hayâtı bir hususu
açıklıyorum, iyi dikkat ediniz, gözümle gördüm düşman ordusu geliyor, buradan
kaçarsanız ve kendinizi kurtarmak için çok acele ederseniz çok iyi edersiniz.
Aman dikkat ediniz buradan ayrılınız!
Bu tebliğ ve ikaz o
kavmden bir kısmı dinleyib hemen çek'nip derlenib toplanarak oradan ayrılırlar.
Bir kısmı da o îkaza kulak asmazlar, yerlerinden ayrılmazlar ve nihayet düşman
ordusu gelir onları helâkü perişc.ı ederler.
Keza peygamberimiz
efendimizin tebliğ ettiği hükümlere tabî olub yerine getiren müminler de,
cehennem ateşinden kendilerini korurlar cenâbu hakkın büyük ve ebedî azabından
kendilerini kurtarırlar.
Şayet Resulü Ekrem
efendimizin buyruklarına tabî olmayıp isyan ederler ve hatta yalanlarlarsa,
işte onlarda düşman ordusundan kaçmayıp helak olanlar gibi, helâkü perişan
olup cehennemi boylarlar.
Binâenaleyh akıllı
müsiüman bu teşbihli izaha çok dikkat eder, Kendisine çeki düzen verir, Resulü
Ekrem efendimizin buyuruklarına ciddiyetle sarılır. Ve bütün müminleri de
uyarıp seadet ve felaha kavuşturmaya çalışır. Peygamber efendimize tâbi olmak
aneak böyledir.
Bir âyeti kerîmede
şöyle buyurulmuştur :
—; «(Habîbirn!) Deki :
Eğer çiz AEİâhi seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Aüah da sizleri sevsin ve
günohlarmızı bağışlasın.» (Ali İmran sûresi, 31)
Resûlüllaha isyan edib
kötü yolu tâkib eden basiretsizler ise, dünya ve âirret felâketine
uğrayacakları muhakkaktır.
Bir âyeti kerîmede
şöyle buyurulmuştur :
«Binâenaleyh
Peygamberin emrine muhalefet edenler, başlarına bir belâ inmekten, yahut
kendilerine şiddetli bir azab isabet etmekten sakınsın-Icr.» (-Nur sûresi, 63) [135]
149 - (10)
Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :
«Benim misâlim ateş
(ışık) yakan bir adamın misâli gibidir,. Her ne zaman ateş çevresini
aydınlatırsa, döşek ve bu ateşin (ışığın) içine düşecek hayvanlar, düşmezler.
Halbuki o hayvanlar (karanlıkda) gidemezlerdi ve karanlık kaplar kendilerini
ateşin tehlikesine atarlar, tşte bende sfzj ateşe düşmekdsn koruyucuyum.
Halbuki siz kendinizi o ateşe atmaya çalışıyorsunuz. «Bu hadis, Buhârinin
rivayetidir. Müslimin rivâyetide böylecedir. Ancak müsüm hadisin sonunda
demiştir :
Resûlüilah (S.A.V)
buyurdu :[136]
«İşte bu, benim ve
sizin misâiınızdır. Binâenaleyh ben sizi ateşden koruyan bir kişiyim. Ateşden
uzaklasın. Gelin Eğer bana gâffp gelirseniz (yani ateşden uzaklaşmazsanız),
kendinizi ateşe atarsınız.» [137]
150 - (II) Ebû
Musa (R.A) den mervîdir. dedi:
«AEIahü teâiânın itim
ve hidâyetle beni göndermesinin misali, bir araziye cokca yağıp isabet eden
yağmurun misâli gibidir.
— Binaenaleyh o arazinin bir kısmı güzeldir,
suyu kabul edip emer, pek çok ekin ve ot bitirir. Ve o araziden bir kısmıda
sert d ir suyu emmez* Allahü teâla o sudan insanları menfaatlandırır. O suyu
içerler, sularlar ve ziraat işi
yaparlar,
— Yağmur suyu diğer bir kısım araziyede isabet
eder, fakat o arazi kaygandır (düzgündür) su tutmaz, (suyu emmez), (Çorak topraktı
arazi gibi), Ot bitmez.[138]
— İşte bu arazide Allanın dininde fakıih olup
Allanın beni gönderdiği şeyden faydalanarak (amel ederek) ilim öğrenen ve
öğreten kimsenin misâli gibidir ve (münbit olmayan arazide) Allanın
dîninindeki hükümelerle fıkhı (şeriatı) bslîemeyib (veya fıkhı öğrenib amel
etmeyerek) bir baş olub (gi-birlenib) yükselen ve benim gönderildiğim şeyleri
ki, Allanın hidâyetini kabul etmeyen kimsenin misâli gibidir.» [139]
Hadîsi şerifde beyan
edilen, «Allanın, beni ilim ve hidâyetle göndermesinin misâli» cümlesinin
hükmü iki cihetli olarak anlaşılabilir.
a) Birisi,
mutlak hidâyete delâlettirki, bu hüküm şu mealdâki ayeti kerîme ile beyan
buyurulmuştur:
«Semûd kavmine
gelince, biz onlara hidâyeti (doğru yolu) gösterdik, onlar körlüğü {eğri yolu)
hidâyete (doğru yola) tercih ettiler.» (Fussilet
sûresi, 17)
b) Hidâyetin
diğer anlamı ise, hakka vasıl edici olarak gönderildiğini beyandır ki şu âyeti
kerîmede îzah edilmiştir ;
« (Habibim!) muhakkak
ki sen, sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah, öyle bir kudret
sahibi ki, kimi dilerse, ona hidâyet verir ve o (Allah), hidâyete erecekleri
daha İyi bilir.» (Kasas sûresi, 56)
Yukardaki birinci
ayeti kerîmede. Peygamberlerin kendileri mutfak hidâyet yolu üzere
gönderildiğinden kendileri direkman hidâyettir. Binâenaleyh onları kabul eden
mutlak hidâyeti tercih edip inanmış olurlar. Yani onları kabul etmekle, mutlak
mutasarrıf olan hâliki zülceiâlın lutfu inayetine en çabuk ve en yakın yoldan
nail olunmuş olunur.
İkinci âyeti kerîme
iiede. Peygamberler hidâyet yoluna delâlet eden, kendileri davet ettikleri
kimseleri hidâyete eriştiremiyecekleri, ancak halikı zülceiâlın lutfu inayeti
ile hidâyete erişebilecekleri beyan buyurulmakta dır.
Hadîs şerifde «İHmle
gönderilişimin misâli» cümlesi ile de, Hz. Peygamber efendimiz doğru yolu
göstermekle beraber doğruyu bildiren ve öğreten bilgilerle gönderildiğini
beyan buyurmuşturki, doğruyu gösteren ve öğreten bilgilerle amel edilirse,
daha mükemmel ve makbul bilgiler, ameller ve doğru yollar ilâhî lutufla elde
edilir.
Netekim bir hadîsi
şerifde şöyle büyütülmüştür : «Bir kimse, bildiği ile amel ederse, Allahıi
teala o kimseye bilmediği şeylerin ilmini ona varis kılar (bildirir).»
Bir kimse bildiği ile
amel etmez ise, o kimseye doğru yol gösterilmez, doğruyu bulamaz, dalâlet ve
felâketin içine düşer.
Bu hususu belirten bir
gerçekte şöyle denilmiştir : «Bir kimsenin ilmi artar ve fakat hidâyeti (doğru
yola gidişi) artmaz ise, o kimsenin
Alfandan uzaklaşması ziyâdeieşir.» [140]
Bu hakikatlardan da
anlaşıldığı üzere, insanın en iyi kazancı, kendini doğru yola, hak ve hakikata
götüren faydalı ilimdir. Bir ilim, sahibine fayda vermez ise, o kimse, o ilmin
yükünü cekib âhirette vizir ve vebalını artırmaktan başka bir şeye yaramaz.
İlmi ile amel
etmeyenler hakkında cenâbu hak şöyle buyurmuştur : «Kendilerine tevralla emel
etmeleri teklif edildikten sonra, onunla amel etmeyen kimselerin misâli,
ciltler hâlinde olan kitbaları sırtında taşıyan (vefakat kitabların içindeki
bilgiden haberi olmayan) eşeğin misâMne benzer.» (Cuma sûresi, 5)
3ir çok bilgiyi
öğrenibde amel etmeyenler, sırtlarında ciltler, halinde kitabiarı yüklenip
sıkıntısını çeken ve fakat kitabların içindeki bilgilerden hiç nasîbi olmayan
eşekler gibidirler.
Şu halde akıllı ve
faydalı bilgiye sahib olan müslüman, bu rezil mertebeye düşmemesi için, imkan
dahilinde bildiği ile amel eder.
Peygamber efendimiz
hadîsi şerifin devamında kendisinin gelişini, gökten yağan yağmura temsil
ederek yer yüzüne yağan yağmurdan faydalanan arozî ile hiç bir fayda ve tesiri
görülmeyen toprakların durumunu beyan buyurmuştur.
Münbit ve /erimli
arazî, yağan yağmurdan faydalanarak çok güzel verim verir. Bire on. Lire
yetmiş ye hatta bire yediyüz ve daha çok güzei verimler ve faydalar suğlanır.
Fakat çorak ve killi
olan topraklar, yağmurdan hiç bir fayda görmez, sahibine en ufak bir verimde
bulunmaz.
Peygamber efendimizin
getirdiği güzel hükümleri de, hüsnü kabul ile kabüllenib olduğu gibi inanıb
öğrendiği ile amel eden her insan da, mün-Dit dan arazî gibi, kendisine gelen
v« tâlim, telkin edilen hükümleri içine alıyor ve başkalarınada fayda sağlayor.
Peygamber efendimizin
getirdiği hükümleri kabul etmeyip inkar eden ı/eya inanamayıp red eden zavallı
kimselerden yağmurdan faydalanmayan ve başkalarına da faydcsı olmayan çorak
topraklar gibidirler.
Mümini muhlis, temsil
ile beyan edilen bu gerçeklere dikkat eder. kendisini en iyi ve faydalı
insanlardan olması için azamî gayreti sarfeder. Resulü Ekrem efendimizin
getirdiği hükümlere sımsıkı sarılır. Bildiği ile amel ederek dünya ve âhiret
seadtine naii olur.
Hadisi şerifin başdan,
sona kadar ihtiva ettiği hükümde, şu hakîkatlara işaret vardır :
a) Peygamber sallalluhü aleyhi vesellem, ilim ve
hidâyetle gönderilmiştir,
b) Onun getirdiği hükümleri, öğrenib kabul
edenle kabul etmeyip red edenler, münbit ve verimli ioorek ile verimi ve bitgi
kabiliyyeti olmayan toprağa teşbih şekli vardır.
c) Münbit topraklar, yağmur yağdıkça verimi
artırırken, çorak olup münbit olmayan
topraklarda yağan yağmurdan hiç bir netice
sağlayıp verim vermez.
d) Peygamberin getirdiği hükümleri kabul eden
kimseler, verimli topaklar gibidirler, şâyeı red edib İnka* eden olursa,
onlarda verimsiz çorak toprak gibidirler.
e) Peygamber efendimizin getirdiği hükümleri
kabul edıb amel edenlerin, şeriat ve fıkıh ilmine vakıf olan âlimlerin
olabileceği beyan buyurulmuş tur.
f) Şeriat ve
fıkıh ilminden mahrum olup.cehlinin kurbanı hâlinde gurur ve kibirli kimselerin
ise. Peygamber efendimizin getirdiği gerçeklerden fay-dalanamıyacağı açıklanmaktadır.
g). Kibirli
kimselerin, hak ve hakikati kabu/ etmeyib dalâlet yolunu tercih edecekleri de
hadîsi şerifin son cümlesinde beyan buyurulmaktadır.
h) Hidâyete
erişmek ve dalâlet yoluna sapmak ilâhi kudretin tecellisi ile kulun ihtiyacına
bağlı olduğu muhakkaktır. Fakat hidâyete liyakat kazanan kul, cenâbu hakkın
lutfu keremi ile, sapıtmaz. Bu sebebden mümin, cenâbu hakkın inayetine mazhar
olmak için, elinden gelen gayreti sarfedib doğru yoldan ayrılmamalıdır.
Bunun da en çıkar
yolu, edille-i şer'iyye den olan kitab, sünnet, icmâı ümmet ve kıyâsı fukaha ya
sarılmaktır.
Kitab ve sünnetin
İtikadı hükümleri, akâid ve iimi kelam kitablarında zikredilmiş, amelî ve
tatbiki olan kısımları da fıkıh ilmini ihtiva eden fıkıh kitabiarında uzun uzun
beyan edilmiştir. [141]
151 - (12)
Aişe (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüîlah (S.A.V) şu
âyeti okudu.
«O (Allah), sana
Kur'anı indirmıiştir, o kitapda kinin (Kur'anın) bir kısmı, muhkem âyetlerdir.
Bunlar Kur'anın esasıdır. Diğer bıir kısım âyetlerde vardırki (onların manası
sizce anlaşılmaz) Müteşabihdirler... Resûlüîlah bu âyeti kerimenin sonu olan,
«Bunları ancak akılları tam olanlar., iyice düşünür.» Cümlesine kadar
okumuştur.
— Aişe (R.A) dedi:[142]
— Resûlüîlah (S.A.V) dediki : Kur'andaki
müteşâbih olan (Anlaşıiamı-yan) hükümlere tabî olan kimseleri; sen gördüğünde -
Müslimin rivayetinde : Siz gördüğünüzde; işte onlar, Allahü teâlanın
hükümleri hakkında kalblerinde şüphe
olup fitne ve fesatlığa sapmak isteyenler, diyerek isimlendiği kimselerdir.
Binâenalyh onlardan kaçınınız.» [143]
Hadîsi şerifde
belirtildiği üzere, Kur'anı Kerîmin hükmü, lafız ve mânaları gayet açık olarak
beyan edilen tevil ve tefsire ihtiyacı olmayan «muhkem» ismi verilen âyetler,
hak teâlanın manasını açıkça beyan buyurma-dığı ve Resulü Ekrem efendimize de
mânasını açıklamadığı «Müteşâbih» adı ile vasıflandırılan âyetleri ihtiva
etmektedir.
îmanın esasları,
şirkin fenalığı, beş vakit namazın farzltğı, zekat, oruç ve haccın farzlığı
açıkça ve sarahatla beyn buyurulan hükümlerdendir.
Ayrıca faizin
haramlığı, şarabın, zinanın, haksız yere adam öldürmenin, hırsızlığın, yalan
söylemenin, gıybetin, iftiranın, kibir ve hased gibi kalb hastalıklarınında
haramlığı kesin ve açık hükümlerle beyan buyurulan âyeti kerîme hükümlerindendir.
Müteşâbih hükümleri
ihtiva edenler ise; Sûre başlarındaki kelime ve harfler, Cenâbu hakkın eli,
üstü, arşı âlâya istivası. Âdemi kendi suretinde yarattığı gibi hükümler,
açıklanmamış, Aüahü teala tarafından Resulüne sarahaten beyan buyurulmamıştır.
İşte biz burada muhkem
ayetlerin hükümlerini izah etmeyib, Müteşâbih âyetler hakkında bir kaç hüküm
nakledeceğiz.
Cenâbu hak, zat ve
sıfatında hiç bir şeye benzemez. Binaenaleyh zatı ilâhi ve sıfatı ilâhi ile
ilgili teşbih hükümlerini en iyi bilib anlamak için şu âyeti kerîmenin ihtiva
ettiği gerçeklere dikkat etmek gerekir :
«Hiç bir şey ona
(Ailâha) denk olmamıştır.» (İhias
sûresi, 4)
Diğer âyeti kerîme
meali şöyledir :
«Onun (Allanın) misli
(benzeri) hiç bir şey yc&tur.» (Şûra sûresi, li)
Akâid kitablarında
zâtı ilâhi ile ilgili hükümde şöyle buyurulmuştur :
«Arşın Rabbî (Allah),
Arşın fevkındedır. Fakat o arşa karar edici ve muttasıl şekli vasfedilmeksizin
arşın fevkındedir.»
Emâlînin diğer
beytinde de şöyle denilmiştir :
«Rahman olan Allah,
Hiç bir surette bir şeye benzemez. Binâenaley fasit îtikadlılardan kendini
muhafaza et.»
İmamı MaÜk (R.A),
Müteşâbih hakkında şöyle demiştir :
«İstiva (Arşın üstüne
Allanın yükselmesi), Malumdur. Keyfiyeti, meçhuldür. İstivanın esasına îman
etmek vacibdir. İstivadan sual etmek ise, Bid'attır.»[144]
İmamı Âzam (R.A) da,
İmamı Malik (R.A) in bu beyanatını, tasvib edib güzel görmüştür.
Akıllı müslümanda,
halikı zülcelal hakkında ve beyan ettiği muhkem ve müteşâbih ayetler hakkında
ne şekilde ve nasıl inanılması gerekirse, öylece inanır.[145]
imamı ŞâfM (R.A) da
müteşâbih hakkında şöyle demiştir : «Müteşabih âyetler;! tefsir etmek, helal
olmaz. Ancak ResÛlüllahdan bir senedle
veya sahabeden bir zatın haberi ile veya ulemânın ittifak ettikleri bir tevil
ile tefsir edilebilir.» [146]
152 - (13)
Abdullah Bin Amr (R.A) den mervîdir,
dedi .Resûlüllah (S.A.V) bir gün öğleyin (sıcakda) geldim, dedi: İki kişinin
bir âyet hakkında ihtilaf ettikleri
sesleri işitiliyordu.[147]
— Hemen Resûlüllah
(S.A.V) in yüzünde gazablı olduğu bilinir halde yanımıza çıka geldi. Buyurdu ki:
«Ancak sizden evvel
geçen kimseler, kitapda ihtilafları ile helak oldu [148] .
Hadîsi şerifde şu
mealdaki âyeti kerîmelere işaret vardır:
«Kâfirler, hakkı
(Kur'anı), bâtıl ile yok edib gidermek için mücâdeleederlerB- (Kehf sûresi, 56)
Diğer âyeti kerîme
meali :
«İnsanlardan bir kısmı
da, Allanın dîn,i hakkında bir bilgisi olmadığı halde mücâdele eder ve her
inatçı şeytana uyar.» (Hac sûresi, 3)
Diğer âyeti kerîme
meali :
«Ve müşrikler şöyle
demişlerdi : Bizim ilahlarımız (Putlarımız) mı daha hayırlı, yoksa omu?
(Meryemin oğlu İsamı?), (Habîbim!) Müşrikler bunu sana sırf bir mücâdele olarak
misal veriyorlar. Aslında onlar, çok çekişken adamlardır.» (Zuhruf sûresi, 58)
Peygamber efendimizin
yasakladığı hakkın izhârı için olmayıp, sırf enâniyet ve bir kuru iddianın
devamı olan mücâdeledir. Sahâbe-i kiram efendilerimiz, Müteşâbih ayetlerden
bahsedib münakaşaya başladıklarını görünce mübarek cümleyi buyurarak her aeşid
ve lüzumsuz münakaşadan men etmiştir.
Ayeti kerîmelerde de
belirtildiği üzere, münakaşa yapan kişiler hemen hemen müşrik ve kâfirler
olduğu görülüyor. Hakkın izhârı için münakaşa ve mücâdele yapanlar, pek
aztnhkda oluyorlar.
Bu sebeble haklıda
olunsa imkan dâhilinde münakaşadan kaçınmak ensâlih yoldur.
Netekİm Peygamber
efendimiz bir hadîsi nebevisinde şöyle buyurmuştur :
«Bir kimse, haklı
olduğu halde cidal ve münakaşayı terk ederse, o kimse içîn cennetin yükseğinde
bir beyt (ev, köşk) bina ediiir. Ve bir kimsede haksız olduğu halde cidal ve
münakaşayı terk ederse, o kimse için cennetin aşağısında bir beyt (ev) bina
edilir.» Tirmizi (Şerhi aynülilim, 455)
Cidal ve münakaşanın
doğru olmayan yönlerin en mühimmi, zatı ilahi ve sıfatı ilahi hakkında yapılan
münakaşadır. Hükmü ilâhîler ve başka meseleler hakkında da imkan dâhilinde
dedi kodu ve çekişmelerden son derece kaçınmak lazımdır. Zira cidal ve
münakaşa neticesinde şu gibi haller ortaya çıkabilir.
a) Cidai ve münakaşadan sonra insanda, öfke ve
gazab hali olabilir.
b) Münakaşa esnasında, iftira ve yalan söyleme
halleri görülebilir,
c) Münakaşa ânında, rakibine galib gelmek için
çeşitli hilelere sapma hali olabilir.
d) Cidal ve münakaşa yapan kimse, rakibine
karşı kibir ve gururlu bir tavru
harekette bulunma hâli de olabilir.
e) Cidal ve münakaşa yapan kimse, nefsin ve
şeytanın esîri olarak hissî hareketlere kapılabilir.
t) Cidal ve
münakaşa, insanda buğz, kin, adavet, hased, riya, ucub ve kibir gibi kalb
hastalıkları oian manevî mikrobları meydana getirebilir.
g) Hulasa
bilhassa haksız ve lüzumsuz yere yapılan münakaşalar, nefsin esareti, hak ve
hukukun düşmanlığını ortaya kor.
Her ne pahasına olursa
olsun, haram ve yasak olan cidal ve münakaşadan kaçınmak en doğru yoldur.
Ancak hakkın izharı,
veya hak olan bir şeyin tesbiti ve hak yolcularının tasvib ve takdiri gibi
hallerin yanında Allah ve hak için mücadele, haddi aşmamak kaydı ile caizdir.
Bu hususu açıklayıcı
hükümler, yukarlarda geçmiştir. [149]
153- (14)
Sâd Bin Ebî Vakkas (R.A) den mervîdir, demiştir : «Müslümanlar içerisinde (veya
hakkında) müsiümanların en büyük cürüm
(günah) işleyeni, insanlar üzerâne haram kılınmamış her hangi bir şeyden [150](Peygambere)
sual soran kimsedirki, onun sorması sebebi ile o sorulan şey haram kılınır.» [151]
Râvî Sâd bin Ebi
Vakkas (R.A), Cennetle müjdelenen on sahabeden birisidir. Ebû ishak namiyle
künyefenmiştir. Babasının ismi, Mâlikdir. Annesinin ismi ise, Hamnedir
Hz. Sâd, kureyş kabilesinden Benî Zühre
sülâlesindendir. Annesi tarafından bu nesle bağlı olması nedeniyle
Peygamberimizin annesi ile nesil birliği olduğundan Resulü Ekrem efendimiz, Hz.
Sâd-e; «Benim dayımdır.» buyururlardı.
Hz. Sâd (R.A), ilk
müslümanlardandır. Müslümanların yedincisi veya beşincisi olduğu beyan
edilmiştir. İslahla girdiği sırada, on yedi (17) yaşında idi. Allah yolunda
ilk kâfir kanı döken ve düşmana ok atan bu zatı muhteremdir.
Peygamber efendimizle
beraber bütün muharebelerde hazır bulunmuştur. Uhud muharebesinde Hz. Sâd, bin
(1000) ok atmıştır. Ve Resulü Ekrem efendimiz kendisine; «Anam babam sana feda
olsun at, ey sâd!» diyerek taltifde bulunmuştur. Peygamberimizin böyle taltifi,
Handek muharebesinde Hz. Zübeyr bin Avvama da olmuştur.
Bizim memleketimiz
olan türkiyede kadınlar arasında, «Şeydi vakkası-na uğrayasıca» diyerek
öfkelerini gidermek için çocuklarına veya gazab-landıkiarı kimselere söylerler.
Kadınların bu sözleri, Sâd bin Ebî Vakkas (R.A) in uhud muharebesinde atmış
olduğu okların vak'asını kasdederek söyleyorlar. Fakat tahrif edilmiş altından
üstünden kelime ve harf koparılarak söylenmektedir. Aslı şöyle olması gerekir
: «Sâd bin Ebî Vakkasın vck'asına uğrayasıca.»
Hz. Sâd (R.A), Uhud
muharebesinde ok atarken takriben otuz iki yaş-tarında idi. Bu zat daha mekke-i
mükerreme de ilk m'üslüman olduğu sıralarda müşriklerden bir takım zalim
kişilerin saldırısı karşısında, devenin çene kemiğini birinin başına vurub yarmıştır.
işte islam yolunda yere akıtılan ilk kan, budur.
Bu zatın attığı okun
ve yapmış olduğu duanın kabul olması hususunda Resulü Ekrem efendimiz şöyle
buyurmuştur : «Ey Aüahım! Bu zatın okunu rast getir ve duasını kabul et.»
Resulü Ekrem
efendimizin bu duasından dolayı onun bu hâlini bilen muslümanlar, Sâd (R.A) in
aleyhlerinde dua yapmasından korkarlardı. Bu sebeble kendisinden çekinirler ve
hayır duasını taîeb ederlerdi.
Hz. Sâd (R.A), Küfenin
banisi, bilâ ahire valisi oldu. Kadsiye muharebesinin baş kumandanı ve İranı
fethedenlerin birincisidir.
Hz. Sâd (R.A), seksen
yaşını mütecaviz olduğu halde hicretin eüî beş (5fcj senesinde Medinei
münevverede (Akik) nâmi ile anılan mahaldakı evinde vefat etmiştir. Vefatından
sonra cenazesi, Medine-i münevvereye getirilib mescidi nebevinin içine kondu ve
namazını c zcman Medine valisi olan rnervan kıldırmıştır. Ve cenazesi,
cennetülbîa defn olunmuştur.
Cenazenin mescide
idhal edilerek kılınmasındaki hikmet, Hz. Aişenin talebi ve validelerimizin de
cenazeyi kılmaları içindir. Cenazenin mescide sokulup sokulmaması ile ilgili
geniş malumat, fıkıh kitablarında mezkûrdur.
Hz. Sâd, Cennetle
müjdelenen sahabenin en son vefat edenidir. Al-iah ondan râzî olsun ve âhirette
şefâatma cümlemizi cenabu hak nasib buyursun. Amin,
Hz. Sâdin rivayet
ettiği hadîsi şerifde Resulü Ekrem efendimiz gayet açık ve kesin ifâdelerle
beyan buyurmuştur ki, «En büyük günGh, müslü-manlann bir mes'ele hakkında beyan
edilen bir hüküm yok iken onu sorup sual ederek müstümanlara haram kılan kimselerin
günahlarıdır.»
Burada pek çok mes'ele
ve hakîkatlar açıklanması gerekir. Fakat biz bîr kaç misal ve hüküm naklederek
esasları belirtmeye çalışacağız.
Evvelâ bir mes'ele
kısa yoldan beyan edilmiş ise, o meseleyi enine boyuna uzatarak sual ve cevablar
alınmaya çalışılması hiç iyi değil kolay ve rahatlıkla ifade edilecek iş ve
amel güçleşir.
Meselâ : Hz. Musa
aleyhisseiam zamanında bir adam öldürülmüştü, bu adamın öldüreninin bilinmesi
için İsrail oğulları Hz. Mûsaya-müracaat ettiler, Hz. Mûsada cenâbu hakdan
aldığı emri ilâhi olan Öküzü (İneği) boğazlamalarını buyurunca, İsrail
oğulları işi sual ve cevab yoiuna döktüler, sığırın, rengini sordular. Rengi
beyan edilince renk üzerinde belirli bir alâ-metden sordular. Ona da cevabı
alınca mevcut sığırlardan dnha başka bir
hale sahib olup
olmadığı gibi suallere geçtiler ve, nihayet kesin cevabı aldılar ama, o sığırı
bulup kesinceye kadar pek çok sıkıntı çektiler.
Bu hükümleri satırlar
hâlinde okumak isteyenler, Bakara sûresinin 67-73 âyetleri okumalarını tavsiye
ederiz.
Bu hüküm ve kıssadan
da anlaşıldığı üzere, kısa yoldan beyan edilen bir amel veya mes'eleyi veya
yapılması istenen bir işi, enine boyuna sual ederek uzatmak pek çok güçlüklere
sebeb olabilir. Bu sebeble bir mes'ele kısa yoldan açıklanmış ise, onu uzatib
güçleştirmemeli. Olduğu gibi veya beyan edildiği şekli ile icra etmelidir
Yine bir misal, Hz.
Peygamber efendimiz : «Ey insanlar! size hac farz kılınmıştır. Binaenaley
hocanızı îfa ediniz.» hükmünü buyurunca ashabdan bazıları, «her senemi yâ Resûlulla!»
diyerek sual edenler oldu. Bu sual üç sefer tekrarlandı. Nihayet üçüncü seferde
Resulü Ekrem efendimiz «Hayır» buyurdular. Eğer bu suallere karşı Rasûlü Ekrem
efendimiz «Evet» buyuraydı, İşte güçlük ve ızdirab o zaman ortaya çıkardı.
Yukardaki hükmü
ilâhinin kesin şeklini îzah ettikden sonra Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu
: «Eğer ben hayır, demeyipde evet diyey-dim, hükmü ilâhi öylece kesinleşirdı.
Böyle oluncada hac farîzass her sene vacib olurdu.»
Bu hükmü ilâhinin
kesin be/anını yapdıkdan sonra Resulü Ekrem efen dimize şu mealdeki âyeti
kerîme geimiştir:
«Ey Müminler! Öyle
şeylerden Peygambere sormayın ki, size (o sorduklarınız} açıklanırsa, fenanıza
gidecektir. Halbuki kur'an indirilirken sual ederseniz, onlar size açıklanır.
Allah şimdiye kadar sorduklarınızı bağışladı. Allah çok bağışlayıcıda,
azabında aceleci değildir.» (Maide sûresi, 101)
Asrı seadette uzun
sual ve cevab hâli görülenlerden bir zat da Abdullah bin Amr bin el as (R.A)
dır. Uzun sual ve Resûlüİlahın cevabından bir kısmını kısaca şöyle nakledelim :
«Haber alındığına göre
sen Kuranı gecenin tamamında hatmediyorsun?
— Abdullah bin Amr hemen dedirnki. Evet ey
Allanın Rasûlü! Muhakkak ki ben o kur'anı bir gecede hatmetmekle ancak hayır
umuyorum.
— İşte bu andan hemen Resûlüllah (S.A.V) ona
şöyle buyurdu : «Kur'anı her ayda bir defa hatmedib oku.»
«Abdullah (R.A}, Ey
Allâhın Nebisi! ben bundan fazlasını yapmaya kadir olurum dedi.
— Resûlüllah (S.A.V} buyurduki,
«Öyle ise, yedıi günde
oku. Bunun üzerine ziyâde etme.»
— Abdullah bin Amr (R.A) dedi : Ben
şiddetlendirdikçe, Resûlüliahda şiddetlendirdi ve bana dediki, «Sen bilmezsin, belki ömrün
uzun olur.»
— Hz. Abdullah (R.A)
dediki; Nihayet yaşlandım, peygamber sallallâ-hü aleyhi vesellemin dediği gibi
ihtiyarladım ve dedimki : Keşke Resûiülla-hın bana beyan etmiş olduğu ruhsatı
(kolaylığı) kabul edib sussaydım.»[152]
Bu gerçeklere dikkat
edilmeli ki, lüzumsuz suallerden ve hatta bir işin kolay, yolu tarif edilmişken
zorlaştırmak için uzun uzun sual sormaya kalkışmamalıdır.
Ve bir büyükten iş
yapdıracak veya sual soracak kişi, işini en kısa yoldan sorub, verilen cevabı
yerine getirmelidir. Lüzumsuz sorular ve fazla sözler aksi tesir eder, İyi ve
kolay yoldan olacak şey, birde bakarsın güçleşir. Belkide olmaz.
Hatta bâzı sualler,
yersiz ve lüzumsuz olur, karşıdaki kişiyi infiale sevk ederek iyilik yerine
kötülük elde edilir. Yersiz ve hazmı güç olan sorulardan son derece kaçınmak en
doğru yoldur.
Gecen ümmetlerden pek
çok kimseler, hazmedemiyecekieri sualleri sordular ve nihayet suallerinin
karşılığını görünce inkâra kalkışdılar ve helak olmalarına sebeb oldu.
Meselâ : Salih
aleyhisselamın kavmi kayadan devenin çıkmasını ta-İeb edib sormuşlardı, Musa
aleyhisselamın kavmi Allâhı açıktan göstermesini istemişlerdi ve îsâ aleyhisselamdan
eennet sofrass istemişlerdi, bu istekler imkan dâhilinde gösterilince
inanmıyan zavallı kafirler helak edilmişlerdi. Bu hükümler kur'anı kerimde
uzun uzun bir kac sûrede beyan edilmiştir.
Eşyada asıl olan
taharettir, hükmü gereğince elimize geçen bir maldan veya evine vardığımız
müslümanın kazancından veya getirdiği suyun temiz ve pisliğinden sormak şer'an
doğru değildir. Müslümanın evine girince ancak kıble sorulur ve namaza
durulur. Evin eşyasının temiz veya murdar yönlerini sormak doğru değildir.
Zira müslüman her şeyi ile temiz insandır. Açıklayıcı İzahat, «Mütleka
tercümesi» adlı eserimizin birinci cildinin taharet bahsinde zikredilmiştir,
Burada bir hususu
belirtmek isteriz. Bu hadisi şerifin açıklamasından belki bâzı kişiler
bilmedikleri şeyleri ehline sormanın iyi ve caiz olmayacağını zannedr. Hayır
ilim bizim yitiğimizdir. Nereden bulursak oradan sorub sual edip öğreneceğiz.
Bizim açıklamaya çalışdığımız hükümler yukarda zikrettiğimiz gibi, kendisini
ıslah ve İkaz maksadını taşımayan inad, iddia, bilgiçlik, başkasına karşı kibir
izharı, diğerini hakir görme ve birde lüzumsuz sorularda bulunrnakdır.
Aksi takdirde hakikati
öğrenmek için ehline sormak vazifelerimizin en mühimmidir, cenabu hak kur'anı
kerimde şöyle buyurmuştur :
«Eğer bir şeyi
bilmiyorsanız, ehli zikre (şeriat âlimlerine} sorunuz,»
(Nahİ sûresi, 43) [153]
154 - (15)
Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi : Resülüllah (S.A.V) buyurdu :[154]
«Ahir zamanda yalancı
deccallar olacaktır. Onlar sizin ve babalarını-zın işitmediği hadislerden
(sözlerden) size gelirler (söylerler). Siz, kendinizi onlardan ve onlan
kendinizden uzaklaştırınız. Uzaklaştırınızki, sizi kötü yo'a sapıtmasınlctr
v& sizi fitnenin içine dü'şüremesinler.» [155]
Hadîsi şerifde beyan
edilen «yalancı Deccallar» demek, Hakkı, batıl ile örtüp karıştran, kendilerini
din âlimleri ve.meşâyihler den olduklarını söyleyen yalancı Deccallar
çıkacaktır. Öyle ki. Din ve şeriat Miminden hiç bir şey bilmedikleri halde din
ve îman meselelerinden dem vururlar, Kur'an ve sünnette olmayan bir tnkım
hükümleri yalan ve iftira yolu ile Kur'an ve sünnet de olduğunu söylerler.
Aslında Kur'anı Kerimin okumasını dahî bilmezler veya Kur'an ve sünnetin nasıl
bir kaynak olduğunudan haberleri yoktur, ve fakat dünyalıktan yüksek bir mevkie
çıkmışlardır, bu sebble kendilerini her sahada yetgili görür ve derlerki :
«Benim görüşüme göre veya benoe veya benim mantığımaa şöyle böyle olmalıdır.»
gibi cümlelerle fikir beyan ederler. Hatta bu görüşlerin yalan ve iftira yolu
ile dinde yeri olduğunu da savunurlar.
Yalan ve uydurmalarla
kendi fikir ve görüşlerini savunan yalancı deç-çatlar, her asır ve devirde
buhnmuştur. Günümüz de de pek çoktur. Hatta ataların «Yarım hoca din yıkar,
yarım tafoib can yakar» dedikleri gibi, İslâmı bilmeyen pek çok kara cahil ve
fakat âlim diye ulemâ postuna oturtulmuş yalancı deccallar eksik değildir
Yaranacağım, mevkîmi muhafaza edeceğim, danada yükseleceğim, diye nefislerinin
arzu ve isteklerine uyan ve ahlaksızların keyif ve arzularına göre hüküm çıkaran
ve o zalimlerden takdir alan âlim taslaklı cahîl başlar ortada kol gezmektedir.
Böyleleri gördükçe.
Mübarek Peygamberimiz efendimizin asırlarca evvel buyurduğu bu mübarek
hükümlerinin bir mûcizei Rasul olarak gayet açık ve seçik bir şekilde anlamış
oluyoruz. Bu sapık ve zındıkları gördükçe hemen bilinmelidirki, o adamlar, o
zamanın ve o milletlerin yalancı Deccat-larıdırlar.
Yalancı Deccallar,
daha çok ilmi kelam meselelerinde islam aleminin başına dert açmışlardır.
Cenâbu hakkın zâtı ilâhi ve sıfatı ilâhîleri hak kında yalan isnatlar ve doğru
olmayan teşbihlerde bulunmuşlardır. Bu se-bebden pek çok büyükler ve mürşidi
hakîkiler, ilmi kelam meselelerinde münâkaşa ve münazaradan nehyetmişlerdir.
Meselâ İMAMI MALİK
(R.A), şöyle demiştir :
«Aman BİD'AD dan kaçınınız!
Denildiki : BİD'AD nedir? İmamı Malik hazretleri dediki : Bİd'at sahiblerinin,
Allâhü tealanın isimleri, sıfatları, kelâmı ilâhisi, iimi ilâhisi ve
kudretinden bahsedib konusrnniandgr ki, Sahabe ve tabiin onlardan sükût edib
konuşmamışlardır. Eğer onlardan bahsedib konuşmak olmuş olsaydı, Şer'i
hükümlerden bahsedib konuşdukları gibi onlaidanda bahsederlerdi.»[156]
Tatarhâniyede
Nevazilden naklen beyan edildiğine göre, Ebû Nasr (R.A) dedik,} : Bana ulaşan
bilgiye göre, Ebû Hanifenin oğlu Hammad (R.A) İlmi kelam meşelerinde könuşub
münazara yapıyordu. Ebû Hanîfe (R.A) bundan nehyetti. Bunun üzerine oğlu Hammad
(R.A) dediki : Elbet ben seni ilmi kelam meselelerinde konuşur gördüm. Nasıl
oluyorda sen beni bundan nehyediyorsun?
İmamı Azam Ebû hanîfe
dediki :
«Ey oğlum! Biz her
birimiz ilmi kelam meselelerinden bahsederiz. Fakat bizler birbirimizi sanki
başımızda saadet kuşu gibi kabul ederizki, o. kimsenin başımızdan düşmesinden
korkarız (yani küfre kaymasından korkarız.) Sizier ıise, bugün konuşup
münazara yapıyorsunuz ve her biriniz karşısındaki arkadaşının ayağının
kaymasını ister, arkadaşınızın küfrünü arzu eder söylersiniz. Bir kimse,
arkadaşının küfrünü arzu ederse, arkadaşı kafir olmazdan evvel o kimse, kafir
olur,» (Tarikatı Muhammediye, 29)
İşte yukarda
naklettiğimiz İmamı Malik ve İmamı Azam hazretlerinin sözleri ve tavsiyeleri
gereğince, ilmi kelam.ve îtikat meselelerinde çok dikkatli olmak lazımdır.
Öyle olur olmaz meseleden veya münakaşadan dolayı hemen mümin kardeşlerini
tekfir edenler kendilerini küfre itmiş ve atmış olurlar. Bilhassa zatı ilâhi ve
sıfatı ilahileri hakkında münazara ve münakaşadan son derece kaçınmak en doğru
yoldur. Zira insan oğlunun aklı nın eremediği ve eremiyeceği meselelerde, İman
ettim, deyib sükût etmek kurtuluşun en çıkar yoludur.
Halböyle iken,
günümüzde âlim geçinen pek cok cahiller ve yalancılar, Dini mübini islâmi
kendi emel ve gayelerine âlet ederek dünyalıklarına kavuşmak veya
dünyalıklarını korumak maksadı ite imanlı ve islâmın hükümlerinden pek
çoklarını yaşayan müslümanlara küfür kelimesini isnad etmektedirler.
Başkalarını küfre itmek, isteyenlerin kendilerinin kafir olduk larını yukarda
öğrenmiştik, evet başkalarına kafir diyenler kendileri kafir olacaklarından
veya olduklarından haberleri olmalıdır.
Kendilerinden
bşkalannın îmanları muteber değil, ancak onların amelleri makbul ve en iyi
görüş sanki onlarda imiş ve onların hiç hatası günahı olmazmışcasina harakeî
eden ve böyle görüş sahibi olan bir takım zavai-lilar, asırlardan beri devam
ede gelmiş, bugünde aynı fitnelerin içinde yüzen, ucub, kibir ve Riya
sahibleri maalesef evliya kılığına bürünmüş ve hatta en doğru yolda
olduklarını savunmaktadırlar.
Behey zavallılar!
Büyük müctehidi mutlak İmamı Azam hazretleri, zamanının padişahının vereceği
ve icra edeceği hükmüne belki müdahale ederde hakkı ile hüküm veremem diye
kâdîliği kabul etmiyor. Zindana atılıyor. Kırbaçlanıyor ve o kırbac'ın tesiri
ile vefat edib rahmeti rahmana kavuşuyor. Bu büyük imam fetva üzere yaşamaya
çalışan bir mütîekî idi. Bu büyük zat böyle yaparken, Zamanın padişahı bir suç
işlerse, mahkeme huzuruna da çıkardı ve cezası olursa, cezalanırdı.
İmamı Azamin talebesi
imamı Muhammed-in talebesi ve itikadda ehli sünnet görüşünün imamı olan imamı
Ebî Mansûri Mâtüridî (R.A) in şu sözüne dikkat edilmelidir:
«Bir kimss,
zamanımızın sultanına (padişah ve devlet reisine) âdil derse kâfir olur.» [157]
Hayatın islam
esaslarına göre tanzim edildiği bir zamanda büyük irnam, makam ve mansıbdan
kaçınıp çekinirken, bütün pirensipler ve icraatlar islam esasları dahilinde
olmayıp beşerî esaslara göre icra edilen bir mekân ve zamanda büyük imamın tam
tersine makam ve mansıb hırsına düşkün kimseler, kalkıyorlar kendilerini ve
gittikleri yolu «islâm yoludur.» diyorlar. Binaenaleyh onlara tabî olunmaz veya
onların hataları söylenirse, söyleyen adamlar ya münafıklar, ya ahlaksız veya
kafir damgası ile mühürleniyorlar, Aslında başklarma kafir diyen, makama,
mansıba ve dünya menfeatına" düşkün hırslı adamlar kâfir olurlar.
İslama ve insanlığa
hizmete koyulanlar, her şeye tahammül ederler ve her ferdin îkaz ve
uyarmalarına dikkat ederler. Onların söz ve ikazlarına teşekkür ederek
eksiklerini tamamlamaya çalışırlar. İslâm ahlakını esasları, bu ve pirensibieri
böyledir. Binâenaleyh islam esaslarına uymayan ve fakat müslüman geçinen ve
hatta islam dâvasında olduklarını söyleyenlerde
olsa, islam esâsına
uymayan iddia ve görüşler Yalancı Deccallann görüş-io' '-'den ileriye gidemez.
İmamı Süfyönı Sevrı
(R.A) da şöyie demiştir :
«Nerede olursan ol,
Kakdan bâtılı oyırd edib batılı terk et. sünnete tâbi c-1 ve Bid'at! terk et.»[158]
İmâmı Şafiî (R.A)
demiştir:
«(Bir ademin Allaha
şirkden başka, AIEâhın nehyeıîiklerinden mübtelâ olduğu her hangi bir günah ile
mübtefâ olması, ilmi kelam münakaşasına mübtefâ olmasından hayırlıdır.»
(Mirkat, 190)
Yani ilmi Kelam
meseleleri ile münakaşa edib dedi koduda bulunmak, şirkden başka diğer günahların
en büyüğü ve en kötüsüdür. İlmi kelam münakaşasında bulunmakddn diğer günahlar
daha hafif veya vebalı ona nisbetle azdır. Fakat Allâha şirkden sonra en büyük
ve en kötü günah, ilmi kelam meselelerinde münakaşa ve münazarada bulunmaktır.
Çünkü sahabe ve tâbînin kaçındığı ve büyük müetehitlerin dikkatle üzerinde
du-rub ikazda bulunduğu çok mühim ve aynı zamanda Bid'at olan bir ameldir.
Küfürden sonra en büyük günah, Bid'at olması hasebiylede ilmi kelam
meselelerinden bahsedib münakaşa da bulunmak en büyük günahtır. İma-mi Şafiî
hazretleri de bu cihetten yukardaki kıymetli sözünü buyurmuşlardır. Bu
sebebden. ilmi ke*arn meselelerini öğrenmek farzı kifâye olarak ■beyan
edilmiştir.
Resûiü Ekrem
efendimizin mübarek sözünde buyurmuş olduğu pek çok «Yalünçı Deccallar»
türeyecoği hususu, her asır ve zamanda ve hatta her kavim ve milletlerde böyle
sapık ve zındık adamların türeyip müslü-manları şaşırtacağına işarettir. Her
kavmin bir fir'avnı ve her miHetin bir Ebû cehili şeklinde çeşitli zaman ve
mekanlarda böyle zalim ve yalancıların çıkacağını beyan etmekle, muhtelif
zaman ve mekânlarda görülen zalîmana hareketler ve yalancı fetvacılar bu kabil
Yalancı Deccallar olmuş oluyorlar. Yoksa Mehclî Ali Resulün karşılaşacağı ve
Hz. İsâ aleyhisseîâmın öldüreceği Deccâii kebir, değildir. O Deccal en son gelecek
ve kıyametin son zamanında görülecek ve alnında kafir yazılı olan mel'un dur.
Deccal hakkında
yukarda ikinci hadîsi şerifin izah bölümünde bir nebze bahsettiğimizi
hatırlatırız. Daha geniş malûmat, akâid kitablarında ve ayırca kıyamet
alâmetlerinden bahseden muhtelif eserlerde mzkürdür.
Yukarda izahını
yapdığımız hadîsi şrifin şu, «Siz, kendiniz! onlardan ve onları kendinizden
uzaklaştırınız. Uzaklaşana ki, sizi kötü yola sapıtmasınlar ve sizi fitnenin
içine düşülmesinler.» cümlelerinde de çok dikkat edilecek hususlar vardır. Zira
Yalancılardan kaçınmak kurtuluş yoludur.
İnsan, kendini
ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilerle beraber ettikçe onların huyuna sahib olur,
onların işledikleri yalan sözlere kanar ve hatta öyle yalancıların müdafii
kesilir. Nihayet hak müdafii yerine batıl ve haramların müdafii olur.
Hadîsi şerifde, «Sizi,
kötü yola saptırmasınlar» cümlesinde şu meal-daki ayeti kerîmeye işaret vardır
:
«Ey îman edenler!
Nefislerinizi düzeltmek üzerinize borcdur. Siz dü-zelib doğru yolda bulduktan
sonra, yolunu şaşıranlar size zarar vermez.» (Maide sûresi, 105)
Diğer âyeti kerîme
mealide şöyledir:
«Bir de öyle bir
musibetten ("fenalık ve belâdan) korkun ki; o, yalnız içinizde
zulmedenlere isabet etmez (o bela ve felâket umûmî olur.) BiMnki AMâhın azabı
çok şiddetlidir.» (Enfai sûresi, 5}
Bu her iki âyeti
kerîmede de belirtildiği üzere, kötülükten ve kötülerden kaçınmak her
müslümanın dünya ve ahiret seadetini sağlar. Kaçınma-yıp fenalıklara ve fena adamlara
iltifad edib yaklaşmak ise, dalâlet ve felâketin ta kendisidir. [159]
155 - (16)
Yine ondan (Ebî Hureyre R.A. den) mervîdir, dediki : Ehli kitab (yahûdiler,
Hıristiyanlar), Tevratı ıbrânîce okuyorlar ve müslümanla-ra araboa olarak
tefsir ediyorlar idi.
— Bunun üzerine
Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[160]
«Ehli kitabı tasdik ve
tekzip etmeyiniz, ve (deyinizkî, AHaha ve bize indirdiklerine îman
ettik.}» [161]
Bu hadîsi şerifde
dikkat edilmesi gereken bâzı hususlara işaret edilmiştir. Peygamber
efendimizden evvel geçen peygamberlerin hak ve kendilerine gelen ilâhi
hükümlere inanmanın da farz olması hasebiyle ehli ki-iabdan olan yahûdî ve
hırıstıyanların verdikleri haberler onların getirdikleri gerçekler olabileceği
cihetle inkar edilmemesi gerektiği
veya onlara isnat edilerek yalan
söyleyebilecekleri cihetiede tasdik edilmesi hâlinde yalan ve uydurmaların
tasdik edilebileceği cihettende tasdik ediimeyib su-sulması gerektiği beyan
buyurulmaktadır.
İlâhî kitabların top
yekûn hepsine inanmak ve peygamberler arasında tefrik etmeden inanmak, islamın
ana esaslarından biridir. Bu sebeble Hz. peygamber efendimiz Yahûdî ve
Hıristiyanların getirdikleri veya okudukları hükümlere hemen inanmayıp ve
tekzibde de bulunmadan : «Allâha ve bize indirdiklerine îman ettik.» diyerek
neticeye bağlamayı tavsiye buyurmuşlardır.
Peygamber efendimiz,
bu mübarek sözlerinde şu mealdâki âyeti kerimeye işaret buyurmuşlardır:
«(Ey müminler! Yahûdî
ve Hıristiyanların sizi kendi dinlerine davetlerine karşı) şöyle deyiniz : Biz
Allâha ve bize indirilen Kur'ana, İbrahim-e Ismâil-e, İshak-a, Yâkub ve
torunlarına indirilenlere, Musa ve İsâya verilenlere (kitablara) ve bütün
Peygamberlere Rabları tarafından verilen ki-tablara îman ettik. Onların hiç
birini diğerinden ayırd etmeyiz. Biz, ancak Allâha boyun eğen müslümanlarız.»
(Bakara sûresi, 136)
Hadîsi şerifdeki şu,
«Sizi, fitnenin içine düşürmesinler.» cümlesinde şu mealdâki ayeti kerîmelere
işaret vardır:
«Fitne, adam
öldürmekten daha eşetdir.» (Bakara sûresi, 191)
Diğer ayeti kerîme
meali şöyledir:
«(Cehennemdeki
melekler onlara şöyle derler :) Daha evvel (dünya da) acele etmiş olduğunuz bu
fitnenizi (azabınızı) tadın.» (Zâriyat sûresi, 14)
Birinci ayeti kerîmede
dünyada, İnsanlar arasında fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötü olduğunu
beyan buyurmaktadır. Şu halde dünyada en eşed fitnecilerden olan yalancı
Deccallardan kaçınmak ve her türlü fitne ve fitnecilerden uzak durmak en doğru
ve en iyi yoldur.
İkinci aytj kerimede
de, dünyada fitneciliğin cezası, ahirette şiddetli azaba müstehak olmaya
sebebdir. Öyle ise akıllı müslüman hem dünyada huzurlu olmak ve hem ahirette
cehennem azabından kurtulmak için, fitne ve fitnecilerin her çeşidinden
kaçınarak mutlu insanlardan olmaya çalışır.
Cenabu hak, bütün
müslüman kardeşlerle bizleri, Yalancı Deccallardan ve yalancı Deccallara tabî
olmakdan muhafaz buyursun. Amin. [162]
156 - (17)
Ondan (Ebî Hureyre R.A. denjmervidir, dedi
— Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :[163]
«Her işittiğini
(araştırıp incelemeden} nakletmek, kişiye yalan (ve günah) yönünden kâfidir.» [164]
Bu hadîsi şerifde de
cok nazik ve dikkat edilmesi gereken bir hususa işaret edilmiştir. İnsan, her
işittiğinin arkasına düşmemeli ve her işittiği ile hüküm verecek olursa,
yanıiGbileceğinden, en büyük ve en çirkin amellerden birisini İşlemiş olur. Bu
sebebie ondan bundan işitilen sözlerle hüküm vermeye kalkışılmamalı ve o
duyulan sözlerin doğru veya eğrilik hususları araştırılfb incelenmeye tabî tutulmalıdır.
Bilhass günümüzde pek
çok insanlar, şahsî veya fırkavî çıkarları için her çeşit yalan ve iftira
yollarına baş vuranlar görülmektedir. Bunun için en doğru adam zannedilen
kişilerdende işitilse, hemen işitilenle hüküm vermemeli ve işitilen kelimeleri
başkalarına nakltme vebâlınada d-üşülme-melidîr. Belki yalan olabilir, o
söyleyen kimse de başkasından duymuştur. Dolaysiyle aslı olmayan bir şeye doğru
diyerek inanıp başkalarına da ak-îarımar
suretiyle bir yalancı ve yalan aktarıcı müfteriler sırasına girilmiş
Asrı seadette Hz.
Peygamber efendimize dahi zanla ve duymalarla hüküm veren bir takım kimseler,
şüpheye düşürerek büyük günah işiemiş ierdir. O yalan sözleri aktaran vehim ve
zancıtarm fasit haberlerine inanan kimseler, hem asrı seadet de ve hem ondan
sonraki zamanlarda dâima pe-şiman olmuşlardır. Biz de hem günaha ve hem
peşimanlığa uğramamak için., her söze, her söylenene ve her söyleyenin sözüne
kanıverib duyduk lanmızi incelemeden hüküm verir veya başkalarına aktarırsak,
hiç günahı mız olmasa, bu söz aktarma günahımız bize yeter ve artar.
Yukarda açıklamaya
çalışdığımız hadîsi nebevide şu meaidaki âyeti kerimeye işaret vardır.
«Ey müminler! Eğer
sîze bîr fâstk, bir haber getirirse, onu araştırınız (doğruluğunu anlayıncaya
kadar tahkik ediniz). Belki bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yapdtğimza
peşiman olursunuz.» (Hucurat sûresi, 6)
Evet şuurlu ve temiz
müslüman, işittiği bir haberin arkasına düşüp başkasına nakletmez. Doğru veya
yanlış olabileceği hususunu inceler, araştırır ondan sonra hükmünü ve başkasına
nakletmeyi yapar. Çünkü inceleyib araştırmadan duyulan her sözü nakietmek yalan
ve günah bakımından yeter ve artar.
Bu sebebie duyulan her
sözü başkalarına aktarmamak ve aynı zamanda incelemeden inanıvermek iyi
değildir. Günahsız ve lekesiz olan amel
defterini kirletmekle
lekelemek istemeyen müslüman, bu hususa çok ve çok dikkat eder ki-, hem
dünyasını ve hem ahîretini kazanmış mutlu insanlardan olur. [165]
157 - (18))
İbni Mes'ud (R.A) den mervîdir, dedi; , — Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Benden evvel ümmetine
Allâhın gönderdiği her Peygamber için, mutlaka o ümmetlerinden kendisinin
hâvarıiyieri ve ashabı var îdiki, o havâriy-ler ve ashabı o Peygamberin
sünnetini tutarlar ve emrine iktidâ ederlerdi.
— O kimselerden sonra bir takım kişiler halef
olarak gelirler, işlemediklerini söylerler ve emrolunmadıklarını işlerler.
— Binaenaleyh bir kimse, oniarta eJiyîe cihad
ederse, işte o kimse mümindir
— Ve bîr kimse, onlarla diliyle cihad ederse,
işte o kimsede, mümindir.
— Yine bir kimse, onlarla kalbi ile cihad
ederse, işte o kimse, mümindir.[166]
— Bundan (kalb ile
clhaddan) başka hardal dânesi kadar dahi îman-aan bir mertebe yoktur.» [167]
Hadîsi şerifin baş
tarafında her Peygamberin kendisine sadakatla inanan havarileri ve ashabı
olduğunu ve o havarilerin peygamberin en samîmi tâbîleri şeklinde
bulunduklarını açık bir ifâde ile beyan buyurmaktadır.
Bu ifâdelerle Hz.
Rasûl (S.A.V) efendimiz şu meaidaki ayeti kerimeye işaret buyurmuştur:
«Ey îman edenler!
Aliâhın (Dîninin) yardımcıları olunuz. Meryem in oğlu İsâ, HavârHeri : Allâha
(yönelerek) benim yardımcılarım kimdir, dediği gibi. Havârtterde (îsâya bağlı
olanlarda) şöyle cevab verdiler : Aliâhın yardımcıları biziz,..» (Saf sûresi,
14)
Bu âyeti kertmedeki
belirtilen sadık Havariler gibi ihlastı müslüman sahâbîler Peygamber sallallahü
aleyhi vesellem efendimizin sadık yardımcıları, dîni mübîni islâmın en ciddî
müdafii ve en güzel yardımcısı idiler. Al-lâhü tealanın rızasını tahsil etmek
ve Peygamber efendimizin koruyucu sadık sevgillileri olduklarını fiilleri ile
ibraz etmek için, evini, bağını bahçesini, anasını babasını, karısını,
çoluğunu çocuğunu ve sairesini bırakıb Hz. Rasûlü Ekrem efendimizin aşkına din
için fî sebîillah Mekke-i müker-remeden Medînei münevvereye hicret ettiler.
Medîneli müslümaniarda Al-lâhın sevgilisi efendimize en son ikram ve ihtiramı
göstererek hem kendisine ve hem yanında gelen muhacir müslüman kardeşlerimize
her şeylerini bağışlarcasina ikramı izzette bulundular. Bu sebeble Mekkei
müker-remeden hicret eden yiğitlere «MUHACİR» ve Medînei münevverede İslama
yardıma koşanlara da «ENSAR» denilmiştir.
Hadîsi şerifin devam
eden hükümlerinde ise, o mübarek sahabeden sonra gelecek kimseler hakkında
Rasûlü Ekrem şöyle buyurmuştur : «İşlemediklerini söylerler ve errıro!unmadıklarını işlerler.»
Hadîsi şerifin bu
cümlesinde de şu mealdaki âyeti kerîmeye işaret vardır :
«O işledikleri
fenalıklara sevinen ve yapmadıkları şeyde (bir şeyi işlemedikleri halde
işlemiş gibi) övülmeyi seven kimseleri de sakın azabdan kurtulmuş bir yerde
sanma, onlar için çok acıklı bir azab vardır.»
(Ali İmran sûresi,
188)
Diğer ayeti kerime
meali şöyledir:
«Ey îman edenier!
niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Aliâhın
katında buğz bakımından çok büyüktür.» (Mümtehine
sûresi, 2-3)
Bu ayeti kerîmeierdeki
hükümler, günümüzde daha ayan beyan anlaşılmaktadır. Adam yapmayacağı, tersini
yapacağı şeyleri vâd ediyor, yap-mayor ve yapmadığı ve fakat kendisinin yapdığını
söyleyenlerin sözleri ile övünüp iftihar ediyor. İşte bu adam, Allahın buğz
ettiği ve en şiddetli azab ile azablandıracâğı adamdır.
Sülâlesiyle, dedesi,
babası ve hocası ile övünüp de onların işledikleri güzel amelleri işlemiyen ve
fakat haram ve günah olan pek çok kötülükleri işleyen bir takım sefih, zındık
ve sapıklar, yukardaki âyeti kenmelerdekı ve peygamber efendimizin hadîsi
şerîfindeki «işlemediklerini söylerler ve emrolunmadıklannı işlerler»
cümlesinin hükmünü yaşayan zavallılardır.
İşte böyle fasık ve
ahlaksızlarla; evvela elimizle, sonra dilimizle ve en son olarak da kalbimizle
cihad etmemiz Rasûlü Ekrem efendimizin tavsiyeleridir. Emri bilmâruf nehyi
anilmünker vazifesi olan bu üç yol ile cihad etmeyi terk edip fasık ve
zâlimlerin kötülüklerini ört bas etmek veya ehern-miyetsizmiş gibi ilgilenmeyip
ikazda ve buğuzda bulunmamak, en çirkin hal ve en zâif îmanın neticesidir.
Hal böyle iken zâlim
ve ahlaksızlarla dost olup işbirliğine iştirak ederek kötülüklerini hoş
karşıfarcasına hareket eden ve hatta zâlim, hâin, bâği ve kâfir iddialı
kimseleri iyi göstermeye çalışan bir takım beyinsizler, kendilerini evliya ve
mücâhid olarak göstermeye çalışıyorlar.
Aslında zalimleri ve
hâinleri savunan veya onlarla çekinmeden işbirliğinde bulunan ve kötülükleri
ile mücadelede bulunmayan kimseler, Evliya değil, eşkıyadırlar. Mücâhid değil,
münafıktırlar. [168]
158 - (19)
Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi :
— ResûlüHah (S.A.V)
buyurdu :
«Bir kimse, hidâyete
davet ederse, o davet eden kimse için, dâvetine ittibâ eden kimselerin ecirleri
kadar ecir vardırkj, o tâbi olanların günahlarından hiç bir şey noksanlaşmaz.»
[169]
(Not : Bu hadîsi
şerifin hükümlerini İzah eden beyanlar, yukarda birinci hadîsi şerifin îzah
kısmında geçmiştir.) [170]
159 - (20)
Ondan (Ebî Hureyre R.A. den), mervîdir, dedi
— ResûlüHah (S.A.V)
buyurdu : [171]
«İslam, garip olarak
başladı ve yine başiadsğı gibi garipliğe avdet edecektir. Binâenaleyh garip
müsiümanlara müjdeler olsun.» [172]
Yani islam, ilk günlerinde
inananların azjığı ve islam düşmanlarının zulümleri ile gariblik ve ızdırablı
bir şekilde başlamıştır. Mesela, pek çok sahabe işgenceye uğramış, Hz. Resulü
Ekrem ve sahabeleri çeşitli ve iğrenç saldırılarla karşılaşmışlardır. İnanan
müslümanlardan Hz. Bilal (R.A) boynuna ip bağlanıp sokaklarda sürüdülmüş ve
sıcak taşlar arasına bastırılarak eziyetler edilmiştir. Yine de Bilâli habeşi
(R.A), Allah bir Allah bir, diyerek îmanında sebat etmiştir.
Bâzı sahabeler
islamını saklamışlardır. Bâzslarıda evlerinde gizli gizli kur'an okumak, ibâdet
yapmak zorunda kalmışlardır. Çarşıda pazarda rahat gezemezlerdi. Hatta alış
verişe dahi çıkamayıp günlerce yiyecek sıkıntısı çektikleri zamanlarda
olmuştur, müsiümanlara mal satmamak, onlarla alış verişde bulunmamak,
pazarları onlara yasak etmek ve müsiü-manlardan kız alıp vermemek gibi BOYKOT
muamelesini de uygulamışlardı.
işte görüldüğü üzere,
BOYKOT müşriklerin müsiümanlara bir zuium ve işgence olarak icra ettikleri en
zalimane bir harekettir. Hal böyle iken müslümanların birbirlerine karşı
boykutta bulunmaları cidden esef verici şeydir.
İslamın başlangıcında
böyle çileli hallerin görüldüğü gibi, son zamanlarında da aynı hal
görülecektir. Hz. Rasûlü Ekrem efendimiz bu hâlin aynı şekilde cereyan
edeceğini açık bir ifâde ile beyan buyurmaktadır.
Fakat islam, garib
olarak başladı ve zamanla gelişti dünyaya yayıldı. Salihleri en ciddi ve en
güzel şekilde islamı yaşadılar ve el'an islam şâşâsı-nı ve kuvvetini muhafaza
etmektedir. Her ne kadar sâlikieri azalmış ve ciddiyetini eksiltmiş isede, yine
islam gâlibdir ve yine islam galib gelecektir.
İslam, başladığı gibi
tekrar yine garibliğe dönecektir. Hadîsi şerifin bu cümlelerini de şöyle
anlamak gerekir:
a) İslam, ilk günlerindeki garibliğine yine
avdet edecek, sâiikieri azalacak ve aynı zamanda müsiümanlar çeşitli şeküde
işgence ve eziyetlere mâruz kalacaklardır.
b) İslam, daha evvel nasıl ki garib olarak
başladı ve nihayet gelişti, yayıldı ve etrafa dağıldı. İşte son zamanda da
yine aynı hal olacaktır ve islam ilk günlerindeki gariblikten sonraki gelişmesi
son 2aman görülecektir. Yer yüzünde İslama girmeyen kimse kalmayacak ve İslamın
girmediği ev bulunmayacaktır. Her eve ve her insana islam mutlaka girecektir.
İslamı, ya izzet ve şeref olarak kabul edecekler veya islamın izzetinden
korkarak zelil ve hakir olarak boyun eğib İslama gireceklerdir. İslamı kabul
etmeden başka çare kalmayacaktır. Zira müsiüman olmayıp kafir olanlar,
öldürülecekler.
İşte bu sebeble İslam,
mutlaka galib ve âlidir. Onu kıyamete kadar, koruyacak ve muhafaza edecek,
halikı zülceialdır. Islâmın her eve ve kişiye erişeceğini beyan eden
hükümlerin ana esasları, yukardaki hadîsi şeriflerde geçmiştir. Ayrıca «İSLAMA
SOKULAN BÎD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizin ikinci cildinde uzunca îzah ettiğimizi
hatırlatırız. [173]
160 - (21)
Ondan (Ebî Hureyre R.A. den) mervîdir, dedi:
— ResûiüÜah (S.A.V) buyurdu :
«Eibet iman yılanın
deliğine akdığı gibi, m edin ey e dönüp akacaktır.» (Hadisi, Buhâri, Müslim
ittifakla rivayet etmiştir.)
— Ebî Hureyrenin hadîsini, Menâ?;ik kitabında
«size terk ettiğim şeyi öylece bırakınız.» «Şeklinde zikredeceğiz, muâvîye ve
câbir (R.A) in : » Ümmetimden zâii olmaz. «Ve diğeri : «Ümmetimden
bîr taife zail olmaz.» Hadisîmide, (Bu ümmetin sevabı babı) başlığında
inşaallah zikredeceğiz. [174]
Bu hadîsi nebevide de
gelecekle ilgili kıyamet alâmetlerinden bir hükmün beyânı arzediimektedir.
Aynı zamanda îman ve îlsâmtn Medînei münev-vereye avdet edişi, yılanın deliğine
dönüb akışına teşbih edilmektedir. Yılan çıkmış olduğu deliğine gerisin geri
avdet ederken kuyruğunun üzerine tekrar aynı yoldan dönüb aktığı gibi, îman ve
islamda Medînei münevvereden etrafa dağılmıştır. Tekrar etrafa yayılıp gittiği
yollardan avdet edecektir. Her tarafa islamt yıkıcı fitne girecektir. Ancak
Medînei münevvereye girmeyecektir. İslam en güzel şekilde varlığını ve
kuvvetini orada gösterecektir.
Bu mübarek sözün mana
ve muhteviyatı, günümüzde dahi görülmektedir. İslamın pek çok hükümleri başka
ülkelerde gereği şekilde icra edilmez haldedir. Fakat orada halis ve muhlis
müs.lümanlık ve müslümanlar görülmektedir. Hatta islâm in hükümlerinden Haccın
ifasına giden her müs-lüman oraya mutlaka uğramaktadır ve oradaki hâlis ve
muhlis hayata hayran olub gelmektedir.
Hadîsi şerifde beyan
edilen «Medine» tabiri, Islâmın gelişme merkezini beyan etmek içindir. Esas ve
gerçek anlamı hakkında başka hadîsi şeriflerle açıklanmaktadır ki, Haremeyn
denilen iki şehre şamildir. O iki şehirden birisi, İslamın doğuş ve başlangıç
merkezi olan Mekkei mükerreme, diğeri de Hicret edilen Medînei münevveredir.
Netekim bu gerçek bir
hadîsi nebevide şöyle beyan edilmiştir :
«Muhakkak ki islam,
garib olarak başladı ve başladığı gibi (garibliğe veya garib olarak) avdet
eder. Ve islam, Yılanın efeliğine sığındığı (akdığı) gibi, iki mescid (Mescidi
haram ve Mescidi nebi) arasına sığınır (akar).»[175]
Hadisi nebevide beyan
edildiği üzere islam garibleştiği zaman, Mescidi haramın bulunduğu şehir olan
Mekkei mükerreme ile Rasûlüllahm Ravzasının bulunduğu şehir olan Medînei
münevvereye sığınıp akacaktır.
Bu hadîsi şeriflerin
hükümleri bugün bir mûcizei Rasûl olarak görülmektedir. Ve aynı zamanda yarın
gelecekte de müşahede edilecektir.
Evet asırlarca evvel
söylenmiş olan bu mübarek sözün hakikat ve esâsını pek çok müslümanlann görüb
bildiği gibi, bizde bizzat gidib gördük ki, Mekkei mükerreme ve Medinei
münevvere de ve o iki şehrin civarında islam en güzel şekilde saflığını ve
varlığını göstermektedir. Hemen hemen insanlar ve bütün varlıklar huzur içinde
diğer ülkelerdeki hırsızlık, hainlik, katillik, canilik, zânîlik ve emsali
kötülükler orada pek azdır. Aynı zamanda böyle suçları işleyenler hemen
cezalandırılmaktadır. Irz, namus ve mal emniyeti, diğer şehir ve ülkelere
nazaran çok ve çok emniyettedir. Hatta islamın safiyetine bağlı saf ve temiz
müslümanlarda oralarda görülmektedir.
Yirminci (20.) asırda
pek çok ülkelerde teknik ve san'at zirveye ulaşmıştır. Maddi bakımdan
fevkalâde gelişmeye rağmen, insanlık huzur ve sükûn içinde değildir. Kitallar
zinalar, içkiler, cinayetler ve pek çok kötülükler kol gezmektedir. Bu
cinayetleri işleyen eanîler hapishaneleri doldurmuşlardır. Hatta sokakları
doldurmuşlardır. Fakat o mübarek ülkede hapishaneler boş, sokaklarda huzur ve
emniyet gayet hoştur. Pek çok mallar
meydanlarda
durmaktadır. Başka ülkelerdeki kadın fitnesi hâlini almış olan, cıblaklar,
sokaklar da hiç görülmez. Kur'an tâlimi ile meşkul olan islam yavruları,
insanlara hayret vermektedir.
Keza islamın sığınak
merkezi olan Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere ve civarından başka
ülkelerde, mürtedier, katiller, cânîler, hırsızlar, bağîler, eşkıyalar,
zânîier ve emsali kötülükleri işleyenler, islamın dediği ceza ile
cezalandırılmadıkları gibi, bunların afvı hususu yabancı kul tarafından
yapılamıyacağı halde bağışlayıp afv edenler oluyor. Fakat o mübarek beldelerde
kulun afv etme hakkı olmayan, mürtedlik, hırsızlık, bağîlik ve zânilik gibi
fenalıkların cezası hemen infaz ediliyor.
O mukaddes ülkeden
başka yerlerde ise, böylelerini afv eden papaz kafalı beyinsizler görülüyor ve
olmaktadır.
Katilin afvi hususu,
maktulün (öldürülenin) yakınlarının bağışlamaları hâlinde olması caizdir. Bu
hükmün geniş İzahı, 'Mülteko tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinin son
kısımlarında mezkûrdur.
Hiç hakları ve hadleri
olmadıkları halde, islâma aykırı olan böyle afv ve bağışlamaları, «Afv bir
atûfettir» diyen kara câhil ve makam, mansıb hırsına sahib olan zavallıları da
malesef gördük ve münakaşasını yapdığımız kişi'er de olmuştur.
İsiâmı bilmeyen câhi!
başlar, ağızlarına «İslâm-; kelimesini almışlar, her düşünce ve sözleri sanki
islammış gibi hareket ediyorlar. Halbuki islam başka, ahlak başka ve islamın
ana esasları başka şeydir, onların fikirleri, savunmaları ve hükümleri yine
başkadır. İslam cihanın malıdır.
Böyle olmakla beraber,
son zamanlarda islamır* ismi, Kur'anın resmi kalacağını ve fitnelerin de bilgin
geçinen kimselerin yakasından çıkıp eteğine çıkılanacağı muhtelif hadisi
nebevilerde beyan edilmişti. Bu hükmü açıklayan hadîsi nebeviler, ilerdeki
ciltlerde gelecektir.
Hal ve hareketleri,
söz ve amelleri islâma uymayan ve fakat ahlakdan ve takvadan bahseden pek çok
cahiller, kendilerine «müttekî ve mutasavvıf» süsü vererek câhil milleti
aldatıyorlar. Halleri fetvaya dahi uygun olmayan bu zındıklar, kendilerine
takva ehli dedirtiyorlar.
Böylelerine büyük
âlimler şöyle demişler:
Fukahâya göre kudda-ı
tarîk.
Oldu soofiyye gurûhu
tahkik.[176]
NOT : Kuddar-ı tarîk;
yol kesici eşkıya, demektir.
Yine âlimler şöyle
demişlerdir:
«Tasavvuf, daha evvel
hal idi (Yaşanma idi). Sonra kal (sözden ibaret) oldu. Sonra hâl ve kâl hâli
giddi. Şimdi hayal (tasavvufun hayali) kaldı.»[177]
Bu cümleleri
nakletmekle, islâmı bilmeyen ve amel etmeyen bir takım karo câhillerin aldaticı
ve islâmı tersine anlatıcı durumlarını bildirmek gerektiğine işaret ediyoruz.
Dolaysiyle islâmı ve müslümanları esas garibteş-tîren ve dejenere hâline
getiren böyle sapıklar olduğunu bilmek lâzımdır.
Huiasaî kelam dünyanın
son zamanlarında her tarafı kaplayan pek cok fitneler, o mübarek şehirlere
giremiyecektir. İslam, kıyamete.kadar ve kâbei muazzama yer yüzünden
kaldırılıncaya ve kalblerden îmanın silinip yok edilme zamanına kadar, islam o
iki beldede safiyetini muhafaza edecek, müslümanlar da huzur içinde Rablerine
kulluklarını ifâ edeceklerdir.
Yukarda 160 nolu
hadîsi şerifdeki «MEDİNE» kelimesini, bâzı ulema-«şehir» manasını ifade
etmektedir, diyerek, «İslam Medine ismini alan, yani şehir manasını ihtiva eden
her şehre islâm akacaktır» şeklinde îzah etmişlerdir. Bu manayıda bir nebze
görmek ortadadır. Zira bütün halkı şehre akın etmek için çabalamaktadır.
İslâmınh ükümlerini iyi bilen ve iyi okuyanların hemen hemen hepsi şehir
merkezlerinde toplanmaktadırlar.
Bu görüş de kıyamet
alâmetlerini beyan eden muhtelif hadîsi şeriflerde zikredilmiştir. Yâni kıyamet
alâmetlerinden biriside, islam garibleştiği zaman, müslümanların
ekserisi.şehir merkezlerine akın edecekler, demektir.
Bugün köyden gelib
ilim tahsil eden ve islâma hizmet aşkı ile gayret edenlerin ekserisi şehir
merkezlerindedirler. İyi bilen, iyi okuyan, iyi san'at-kar ve iyi iş
adamlarının pek çokları şehir merkezlerine toplanmaktadırlar. Bu da
gösteriyorki, köylerde karar edenlerin pek çokları son zamanlarda şehir
merkezlerine akın edeceklerdir.
Bu görüşün yaşantıssda
cok açık bir şekilde görülmektedir. Bir çok kimseler, köyündeki evini, bağını,
bahçesini, tarlasını, takkasını bırakıyor şehre geliyor. Sorulduğunda köyünde
huzurun kalmadığından bahsedenler çoğunluğu teşkil ediyor. Demek oluyorki,
İslam garibleştiği zaman, huzur ve sükûn merkezi, şehirler oluyor. Kendine göre
bir huzur sağlayacak işe veya başka şeylere sahib olma imkanı şehirlerde daha
elverişli olmaktadır.
Büyüklerinde şöyle bir
sözleri vardır: «El'ulemaü minelkura, lâ filkura : alimler köyden yetişir,
fakat köyde kalmazlar.»
Hayatta bulunan ve
daha evvel geçmiş olan âlimlere nazar edilirse, ilim sahihlerinin ekserisi
köyden .a köy çocuklarından yetiştikleri görülür. Bilhassa, din iimine çalışan
ve ve yetişen büyük bilginlerin hemen hemen ekserisi köyierden gelmişler ve
yetişgin alimler olarak şehir merkezlerinde karar etmişlerdir. Din ve îman
hizmetinde buiunan Diyanet reisi, müfti, vaiz, imam, hatib, müezzin, Kur'ani Kerim
hocası ve mesâlî din hizmetinde bulunanların ekserisi köyden gelmiş ve Köy
halkının çocuklarıdırlar.
Yukardaki hadisi şerif
de bu hususlara da işaret vardır. Hayatın bu noktada görülmesi de, bir nevî
roûcizei Rasûlün tezahürü olmuş oluyor. Cenabu hak nerede olursak olalım.
İslama bağlılığımızı hem kendimizden ve nemde neslimizden eksik etmesin. Vs Her
müslümanı ilsâmını korumak için iyi yollan, yerleri ve iyi arkadaşları arayıp
oralarda ve öyle makbul kişilerle islâmını huzurluca yaşayan mutlu insanlardan
olmayı nasîb buyursun. Amin. [178]
181 - (22)
RabÎGîül Cüreşi (R.A) don mervîdir,
dediki : Resûlüllah (S.A.V.) e gelindi, ona denildi.
«Senin gözün uyur,
kulağın işîfir ve kalbinde o halde iken anlayor.»
— Resûlüilah (S.A.V.) buyurdu :
«Elbet benim gözüm
uyur. Kulaklarım İşidir ve kalbimde idrak edip onlar.»
— Resûlüllah (SAV) dedi:
«Bana denildik!: (bu
adam), ©v bina eden bir efendîdirki, o evde sofra-¥' hazss-lar ve etrafa
(sofraya adam çağırmak için) dâvetci gönderir.
— binâenaleyh bir kimse, dâveteiye icabet
ederse, eve girer, hazırlanan sofradan yer ve o sofranın sahibi efendi adam
memnun ve râzî olur.
Ve eğer bir kimsede
dâvetciye icabet etmezse, eve giremez sofradan yemez ve o sofrayı hazırlayan
efendide o kişiye gâzablanır.»
ResûlüNah (S.A.V)
buyurduk!:
«İşte Allah (C.C.)
efendidir, Muhammed (A.S.), dâvetcidir, ev, istamdır ve sofra cennettir.» [179]
Râvî Rabîatülcüreşî,
(R.A), yemenlidir. Peygamberimizin sahabesinden olduğu ve kendisinden hadîsi
şerif rivayet edib naklettiği beyan edilmektedir. Ayrıca sahabeden olmayıp
tabiîn'den olduğunu da zikredenler olmuştur."
Rabîa (R.A) in
memleketi olanCÜREŞÎ : Yemenin yakınında bir nahiyenin ismidir.
Hadisi şerifin baş
tarafında Resulü Ekrem efendimizin kendisine gelen kimsenin ona gözlerinin
uyuduğu halde kulaklarının İşittiğini ve kalbinin de anlar olduğunu beyan
etmesi, şâyani dikkattir. Zira her ferd de görülmeyen ve görülmesi nâdir olan
bir hâli haber veriyor. O haberi verenin kim olduğu beyan edilmemekte ama, o
gelib söyleyen kimsenin melek olduğu anlaşılmakta ve böyle beyan edildiği
yazılmaktadır.
Meleğin dediğinde
hemen Resulü Ekrem efendimizin, «Elbet benim gözüm uyur, kulaklarım iştir ve
kalbimde İdrak edib anlar» diyerek cevabda bulunmasında şu âyeti kerîmeye
işaret vardır :
'.(İbrahime
(Aleyhisselâm-a) Rabbisi; Benim emrime teslim ol, buyurduğu zaman, o da şöyle
demişti : Kendimi âlemlerin Rabbisine teslim ettim.»
(Bakara sûresi, 131)
Resulü Ekrem
efendiiüiz, hadîsi şerifin devamında hâltkı zülceiâlı, bir efendiye kendisini
dâvetciye ve davet edilen evi de islama ve hazırlanan sofrayı da cennete teşbih
etmektedir. Bu teşbihleri islam dâvasını en güzel şekilde îzah eden peygamber
efendimiz, kendisini tâkîb eden ümmetlerinin de aynı şekilde davete İcabet
etmelerini ve davetin kudsî bir görev olduğunu bilerek zevkle devam edilmesini
beyan buyurmuş oluyor.
İbni Melek dediki :
«Bu beyandan anlaşılmıştaki, islam cennetten daha geniştir.»[180]
Aiîyyülkâri (R.A) da
diyorki, Bende derim : Burada şu hadîsi şerife işaret vardır : «Beni arzsm ve
semeni yükienememiştir. Fakat mümin kulumun kalbi beni yüklenmiştir.» [181]
162- (23)
Ebî Râfî {R.A} den mervtdir, dedi:
— Resûlüllah (S.A.V)
buyurduki :[182]
«Sizin her hangi
bir'nizi koltuğuna dayanmış mütekebbir ve mösteğnî vaziyette bulmayayım, ona
benim emrimden bir emir veya nehyetmiş oldu ğumdan bir şey gelirde oda derse;
Ben b,ir şey bilmiyorum. Biz ancak Allâ-hın kitabında bulduğumuz şeye tebî
ouluruz.» [183]
Râvî Ebi Râfî (R.A),
Peygamber efendimizin âzad etmiş olduğu köleie-rindendir. İsmi Eşlemdir. Fakat
künyesi galebe ettiğinden onu söylemek ve yazmak daha meşhur olmuştur. Kıbdî
sülâlesine mensubdur. Râvî daha evvel Hz. Abbasın kölesi idi, Resûlüllah
(S.A.V) efendimize hibe etmişti. Bu köle Hz. Abbas-ın îman ettiğini Hz.
Peygamber efendimize müjdelemişti de Resûlüllah efendimiz de onu kölelikten
âzad etmişti. Kendisinden pek çok sahabe ve tabiîn hadisi şerif rivayet
etmiştir. Vefatı, Hz. Osman (R.A) in şehid edilmesinden az bir zaman evvel
olmuştur. Allah ondan râzî olsun.
Hadîsi şerifde beyan
edildiği üzere, günümüzde olduğu gibi bâzı kimseler kendisini allâme yerine
koyarak Kur'anda beyan edilmeyen bâzı meseleleri Peygamber efendimiz beyan
etse dahî, «Biz Kur'anda bulduğumuza tabî oluruz» diyerek peygamber efendimizin
sünnetine tabî olmayı red edenler olabileceğine işaret ediyor. Gecen asırlarda
böyle zındıklar olduğu gibi, günümüzde de vardır. Zira Allâhm buyruğuna itaat
etmeyi vazife sayıp Peygambere İtaat etmeyi zait sayanlar görülmektedir.
Halbuki Peygamber
efendimiz, söylediği her hükmü ve yapdıkları amelleri mutlaka ilâhî vahye
müstenid olarak beyan edib işlemektedir.
Hakikatin böyle olduğu
şu meaidaki âyeti kerîmede beyan edilmiştir: «O (Peygamber) hevödan (kendi
nefsinden) söylemiyor.» (Necm
sûresi, 3)
Peygamber efendimizin
getirib beyan ettiği hükümlere tabî olmak Kur'-ana uymak olduğu diğer bir âyeti
kerimede şöyle beyan edilmiştir,
«Peygamber, size ne verdi
(getirdi) ise, onu alın (tutun). Ve size neyi ycsak etti ise onuda almayın
(kaçının, uzak durun).» (Haşr sûresi, 7)
İşte bu ayeti
kerîmelere ve yukardaki hadîsi nebeviyeye göre, peygamber efendimizin
buyurduğu ve işlediği her hüküm, ilâhi hükümlere bağlı olması, hasebiyle
sarılınması lazım ve vacib olan hükümlerdir. Hadîsi şerif-de beyan edildiği
gibi, bâzt kibirli ve gururlu kimseler, «oda bizim gibi bir insandır, ona tabî
olmak olamaz., v.s.» sözlerle mütekebbirâne konuşub isyan edebilirler. Akıllı
müslüman, böyle sapık ve zındıklara kulak vermez ve böyle mel'unlardan uzak
durub tehlikelerinden kaçınmayı tercih eder. Zira ataların bir sözü vardır :
«Mis yanına varırsan, mis kokar. Pis yanına varırsan, pis kokar.»
Hayatta pek çok
kimseler böyle kibirli ve gururlu kimselerin ağzına bakıp sapılmışlardır.
Kendisini peygamberden üstün gören zındıklara kanmış-lardır. Hatta günümüzde
dahi kendilerini Peygamberden ve onların topluluklarından mutlu olduklarını
söyleyen zalim ve hainlerin küfür kokan lakırdılarını kulaklarımızla duyduk.
Karşısındaki kalabalık
cemaatı görünce, «Nuh Aleyhisselam 950 sene davet de bulundu. Karşısında 70 -
80 kişiyi geçmemiştir. Benim karşımda yüz lerce kişi vardır.» diyerek
peygamberi küçümseyen ve kendisini peygamberden üstün ve mutlu göstermeye
çalışan sözde alim aslında ilim ve îman cellâdı hâin olanların beyanlarımda
işittiğimizde hayretle içine dafmışızdır.
Kibir ve gurur;
iblisin, firavn ve Ebu cehillerin sıfatıdır. Allah muhafaza Adem oğlu bu
hastalığa mübtela oldumu, artık çok kötü ve çok iğrenç hata, küfür ve
felâketlere sapıtıyor. Dünyada rezil ve perişanlığa uğradığı gibi, ahtrette de
şiddetli ve ebedî azaba müstehaklik mukadder olur. [184]
163 - (24)
Mikdâm bin mâdî kerb (R.A) den mervidir dedi: .Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:
«Duymuş olunuzki,
şüphesiz ben Kur'Gnı ve onun gibisini beraber getirdim, dikkat ediniz tok
karınlı bir adam sedirine (koltuk veya döşeğine) kurulup oturur ve derki :
Yalnız bu Kur'ana sarılmanız lâzımdır, binâenaleyh bu Kur'anda helâldan bir şey
bulursanız, onu helal İtikat ediniz ve helal hükmünü veriniz, işleyiniz. Ve
eğer o Kur'anda haramdan (yasak ve haram olandan) bir şey bulursanız, hemen o
haramı; haram itikat edip kaçınınız.
Şüphesizki,
Resûlüllahin haram kıldığı şey. Allanın haram kıldığı şey gibidir;
— Dikkat edıinizki, size ehlüeşmiş olan eşek
helal olmaz, yırıtıcı 'hayvanlardan her dırnaklı hayvanda helal olmaz,
müslümanlarla anlaşma yapılmış olan kâfirin yitik (sokağa düşmüş ve gaybolmuş)
malını alıp yemekde he lal olmaz. Ancak o sokağa atılmış ve yitik maldan sahibi
müsteğnî olursa (ihtiyaç his etmediği ve kendisinin sokağa atıverdiği gibi
ehemmiyetsiz bir mal olursa), bu takdirde helal olabilir.[185]
— Ve bir kjmse, bir cemaat ve topluluğa inip
misafir olursa, o topluluğun o kimseye ikram etmeleri lâzımdır. Şayet o
topluluk o müsâfire ikram etmezlerse, bu takdirde o misafire onların
yapdıklarının aynını yapması gerekir.» [186]
Rövî Mikdâm (R.A), şom
ehlinden sayılan ve Ebû küreyme künyesi ile, künyelenen bir sahâbîdir. Samda
çok durmasından dolayı samlılardan sayılmıştır. Ve kendisi doksan bir (91)
yaşlarında iken Samda vefat etmiştir. Allah ondan râzî olsun. Pek çok kimse
kendisinden hadîsi şerif rivayet etmiştir.
Yukardaki hadîsi
şerifin baş tarafında da yine Kur'anin hükmü kadar ve belki de dahada fazla
serî hüküm ile geldiğini resulü Ekrem efendimiz beyan buyurmaktadır. Ve hadîsi
şerifin devamında bir kac sefer dikkat çekerek mühim İkaz ve tenbîhatta
bulunarak kitabi ilâhînin hükümleri ile beraber kendisinin getirmiş olduğu
sünnetlere de ehmmiyetle sarıiınmasım tavsiye buyurmaktadır. Aynı zamanda
Resûiüllah sallallâhü aleyhi vesellem. efendimizin haram kıldığı şeyin, Allâhü
tealânın haram kıldığı gibi haram olduğunu beyan buyurmaktadır.
Kur'an kerimde kesin
ve açık bir şekilde beyan edilmeyen meseleden birisi olan eşeğin etinin
haramlığı meselesini beyan ederek şöyle buyurul-muştur:
«Dikkat ediniz ki,
size ehlîleşmiş olan eşek helâl olmaz.»
Evet bu hükmün kesin
şekli Kur'anı Kerimde zikredilmemiştir. Kur'anı Kerimde bu ve emsali
hayvanların bir binit hayvanı olarak zikri şöyle geçmektedir :
«Hem kendilerine
binesiniz ve hemde zinet ve süs olsun diye Allâhü teâia atları, katırları ve
merkebleri (eşekleri) yarattı ve şimdi s'zin bilemediğiniz daha neler
yaratacak.» (Nahl sûresi, 8} Kur'anı kerimde habis cinsinden olan her hayvanın
haramlığı şu âyeti kerîmede beyan edilmiştir:
«(Allâhü teâla)
onların (insanların) üzerlerine murdar olan şeyleri de haram kılıyor.» (Araf sûresi, 157)
Eşeğin ve diğer habis
cinsinden ve etlerinin yenmesi haram olan hayvanların hükümleri ile ilgili
geniş malûmat, islam hukukunun esasını teşkil eden fıkıh kitablarında
mezkûrdur. Bu oümieden olarak «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin dördüncü
cildinde zikredilmiştir.
Hadîsi şerifin son
cümlelerindeki müsâferet meselesi ile ilgili hükümde zaruret karşısında
haramların helal olması hükmüne binaendir. Yoksa ikramda bulunmayana karşı o
şekilde muamele, normal hayatta doğru değildir. Kuvvet kullanarak bir şeyler
almak dînimizde haramdır. Evet müsâfire ikram vacibdir. Fakat ikramı terk
etmeleri hâlinde zarurî muhtaçlık ve hayat tehlikesini îcab ettiren bir hal
olmadıkça misli ile mukabele etmek caiz olmaz. Zaruret hali her şeyi mubah
ktlar, ölmeyecek kadar bir kac lokma verilmesede yenilebilir.
Kur'anı Kerimde
«Nefsinizi tehlikeye atmayınız» buyuruîmuştur. Ayrıca, «Muzdar kalırsanız,
haramlar mubah olur.» buyuruîmuştur.
Bu âyeti kerîme
meallerinin her ikiside. Bakara sûresinde mezkûrdur. Yalnız zaruretler, ölüm
tehlikesi ve bir farzın îfası şeklinde karşılaşıldığında işlenir. Yoksa
günümüzdeki bâzı ahlaksızların işlediği
gibi, bütün .mallan v© mülkleri ve hatta senelerce ihtiyaçları karşılanmış
vaziyette iken «zaruret» diyerek haramları alıyorlar, işleyorlar ve yiyip
içiyorlar. Bunların hayatı cehennemî bir hayattır. Allah muhafaza birde
haramlara helâl diyecek olurlarsa, dinsiz îmansız kâfir olurlar. [187]
164 - (25} Irbaz Bin
Sâriye (R.A) den mervicf.ir, dedİki: Resûiüllah (S.A.V) ayağa kaikdı ve dedi:
«Sizin biriniz,
tahtına (koltuğuna) kurularak dayanıpda Allâhü teâlanın Kur'andaki hükümlerden
başka hiç haram kıldığı yokmu sanır?!
— Duymuş olunuzki, şüphesiz ben Allâha yemin
ederim elbet ben emrettim, vâzû nasihatda bulundum ve ben Kur'anı kerimdeki
kadar veya ondan da çok eşyalardan nehyettim (Pek çok şeylerin haramhğını
beyan ettim).[188]
— Şüphesiz AHahü teâla size ehli kitabın izni
ile helal kılmıştır. Onların kadınlarını dövmeyide helal kılmamıştır ve onlara
cizye olarak bağladığı mailen verdikleri vakit kalan mallarının meyvalarını!
(ve emsalini) yeme nizde size helal olmaz.» [189]
Râvî Irböz bins âriye
(R.A), ashabı suffa denilen hak aşıkları ve fukarayı sâbirinden idi ve aşkı
ilâhi neticesinde çok ağlardı. Hak teâiaya kavuşma aşkı çok olduğundan hak
tealaya şu duada bulunurdu : «Ey Allâhıml yaşım büyüdü ve kemiklerim zaifledi,
binaenaleyh beni kendine kavuştur.»[190]
Râvî son zamanlarda
Samda sakin olmuştur..Kendisinden sahabeden Ebi Umâme (R.A) ve pek çok tabiîn
hadîsi şerif rivayet etmiştir. Rivayet ettiği hadîsi şerif adedi, otuz bir
(31) hadisdir. Yetmiş beş yaşında iken Samda vefat etmiştir. Allah ondan râzî
olsun.
Hadîsi şerifde beyan
edilen ilk hükümler ile ilgili kısa îzahat, yukarıki hadîsi şeriflerde
zikredilmiştir. Biz burada hadîsi şerifin son cümleleri ile ilgili hükümleri
kısa yoldan açıklamaya çalışacağız.
Müslümanlarla
kâfirlerin harbleri neticesinde, müslümanlar galib gelib kâfirlere tazminat ve
temînat olarak senelik bağlanan cizyeyi ödedikleri takdirde onların canları,
mal ve mülklerine tecavüz edilemiyeceği beyan edilmektedir. Evleri, hanımları
ve malları her türlü saldın ve tecâvüzdan berî olması gerektiğini kesinlikle
beyan buyurmaktadır.
Şu halde böyle emniyet
ve emanda olmaları gereken gayri müslimleriı mallarına, ev ve meskenlerine ve
aile efratlarına tecavüz edib saldırmak, müslümaniara saldırmak kadar ve hatta
müslümanlara zulümden de eşettir. En âdî ve iğrenç harekettir[191]
165 - (26J
Yine öhdan {irbaz bin srâiye R.A den) mervîdir, dedi i
«Resûlüllah (S.A.V)
günlerden bir gün bizimle beraber namaz kıldı, sonra yüzünü çevirib döndü ve
bize gayet ciddi bir vâzu nasihatda bulundu ki, O nasihatten gözler ağladı ve
kalbler korkup titredi.
— İşte o anda bir adam dediki : Ya Resûlüllah!
sanki! bu vâzu nasihatiniz vedalaşma nasihati gibidir. Binaenaleyh bize
vasiyet ediniz.
— Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«Size, Allahdan korkma
ile Habeşi i zenci bir kölede olsa, emrine kulak verip itaat etmenizi tavsiye
ederim. Zira sizden bir kimse, benden sonra yaşarsa, pek çok ihtilafı
görecektir.[192]
— İşte c ihtilafın çoğaldığı zaman, benim
sünnetime ve doğru yolda olan hulefâ-i Reşâdİmin (dört halifemin) sünnetine
sanlınız. O sünnetlere öyle sanlınki,
sanki onlara azı dişlerinizle sim sıkı sarılınız ve yeni ihdas edilen işlerden
(dine sokulan yeni uydurma ve Bid'atlardan) kaçınınız; Zira her yeni çıkan (ve
dinde yeri olmayıp dine aykırı olan), Bid'atttr ve her Bid'at dalalettir
(sapıklıktır).» [193]
Hadîs şerifde calibi
dikkat olan bâzı cümleleri kısa yoldan açıklamayû çalışalım. Hadîs) şerifin bir
cümlesinde, «Size, Allahdan korkmayı tavsiye ederim.» buyurulmuştur.
Bu cümle ile bütün
hikmet ve faziletin başı Allahdan korkmaya bağlı olmasından dolayı, Allaha şirk
etmekten, isyan ve tuğyanda bulunmakdan berî olarak emri ilâhîlere sarılıb
nehyi ilâhîlerden kaçınmayı kesin olarak ilk hamlede tavsiye edib emir
buyurmuştur.
Peygamber efendimizin
bu tavsiyesi. Halikı zülcelâlın ilahî tavsiyesine muvafık olarak buyurulmuştur.
Cenâbu hak bir âyeti kerîmesinde şöyle tavsiye buyurmuştur:
«İzzi ceâlım hakkı
için, biz, senden önce kendilerine kitab verilenlere de, size de hep «ALLAH dan
korkun» diye tavsiye ettik...» (Nisa sûresi, 131)
Allahdan korkan
kimseler, din millet ve vatan için iyi şeyler yapar ve iyilikler düşünerek
dâima hakkaniyeti izhar ederler. Allahdan korkmayanlar ise, hem kendüeî-ne
zarar getirirler ve hem dine, vatan ve millete zarar lan olur. Ahirette de
şiddetli azaba müstehak olurlar.
Bir ayeti kerîmsae de
şöyle buyurulmuştur:
«Ey îman edenler!
Allahdan gerçekten ve ciddî olarak korkun ve ancak müslüman olarak ölün.» (Ali İmran, 102)
Bu ayeti kerîmenin ve
yukardakj hadîsi şerifin manalarını anlaşılır şekilde açıklayan büyük İmanlı
şâirimiz MEHMET AKİF merhum şöyle beyan etmiştir :
Ne irfandır ahlâka
yükseklik veren ne vicdandır;
Fazilet hissi
insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş
farz edilsin hafvı yezdanın (Allah korkusunun).
Ne irfanın kalır
tesiri kat'iyyen ne vicdanın.
C -jem'iyyet ki
vicdanında hâkim havfı yezdandır (Allah korkusudur.)
Bütün dünyaya
sahibtir, bütün akvama (kavimlere) sultandır.
Fakat efradı Allah
korkusundan bî haber mîllet,
Çeker, milletlerin menfuru
kıbdiler kadar zillet.
Meâiî (yüksek) meyli
hiç kalmaz, şehâmet büsbütün kalkar;
Ne hakimlik tanır
artık, ne mahkum olmakdan korkar.
(SAFAHAT, 307 — 308)
Ey mümin kardeş! AKİF
merhumun feryad ederek ilâhî aşkla söylediği bu kıymetli sözlerini dikkatla
tekrar tekrar oku, okuda günümüzdeki melanetlere iyi teşhis koy ve kendini
Aflahdan korkan, hak hukuk tanıyan, büyüğüne hürmet, küçüğüne şefkat ederek
yatan ve millete hayır getiren veya getirecek kişilerden olmaya çalış. Aynı
zamanda cenabu hakka hayırlı dua et ve ellerini açda nesiininde böyle Allahdan
korkan yüksek ahlaka sahib olan kişiler hâlinde devamını dile.
Yukardaki satırları
okuyan her müslüman, iyi düşünmeli ve hayattaki eşkiyayı ve birbirlerine
zulmetmeyi ve hatta fitnenin esas tahrikçisi hâlinde görülen ve dâima hayasız
ve edebsizlere yardım eden hatta afv edib sırtlarını okşayan zalimleri iyi
anlamak gerekir. Her çeşit zümrevî ve fırkavî hastalıklardan uzak olan hakikî
müminler, en doğruyu ve en iyisini görebilirler. Fakat kendilerini ve
beyinlerini bir tarafa yanı bir fırkaya veya bir şahsa şartlamış iseler, bu
zavallılar kolay kolay doğruyu ve Allahdan korkmayan hâinleri göremez,
anlayamaz ve hatta savunmalarını yaparlar.
Böyleler hakkında
Resulü Ekrem efendimiz mübarek sözünde şöyle buyurmuştur:
«Senin bir şeyi
sevmen, seni kör ve sağır eder.»[194]
Netekim atalar
sözlerinde, «Kork Aflahdan korkmayandan» demişlerdir.
Hadisi şerifde ikinei
tavsiye ise şöyledir:
«Size habeşli zenci
bir köle de olsa, âmirinize kulak verib itaat etmenizi îavsiye ederim.»
Gayet inee ve açık
ifâde İle beyan edilen bu hükme de, çok dikkat etmek ve gereğini icra etmek çok
mühim ve elzem bir mes'eledir. Zira «müs-
lümanım» diyen ve
fakat âmirlerine itaat etmeyen pek çok kimseler geç-mişde görülmüştür ve hâlada
görülmektedirler.
Kendilerinin etrafı
olursa veya maddi bakımdan bir az varlık sahibi iseler, bakarsınız başlarına
gelen as[en köylü veya fakir kimselerden ise, o âmiri küçümseyip beğenmeyen ve
hatta takma atlar falan uydurarak hakaret etmeye kalkışanlar, zamanı
sabıklarda olduğu gibi, günümüzde de aynı haller görülmektedir.
Böyle zavallı
kimselerin Allanın kulu Peygamberin ümmeti olmaları gülünçtür. Zira gerçekten
Allanın kulu ve peygamberin ümmeti olmuş olsalardı, Habeşli zenci bir köle de
olsa meşru ve doğru olan her emrine itaat edildiği gibi, saygı ile hürmetine
devam ederlerdi.
Hicretin sekizinci
senesinde kuzâa taifesinden Bella ve azre kabileleri Medînei münevvere
hayvanlarını toplayıp götürmek için Vâdiyil kura denilen mahalle toplandıkları
işitiliyor, bunun üzerine Amr bin As (R.A), baş buğ tâyin ediliyor ve otuz kişi
ile onları tedib edib dağıtmak üzere gönderiliyor. Fakat oraya yaklaşınca
düşmanın adedi çok olduğunu öğrenen başbuğ Amr bin As (R.A) hemen Resûlüllaha
elçi gönderiyor ve takviye isteyor.
Bunun üzerine Resulü
Ekrem efendimiz ikiyüz kişiyi Ebû ubeyde Bin cerrah (R.A) kumandasında takviye
olarak gönderiyor ve «ihtilaf edib fitne çıkarmayınız. İttifak üzere olunuz»
buyuruyor.
Bu ikiyüz (200)
kişilik takviye ordusunun içinde Ashabın en efdalı Ebû Bekir ve Ömer (R.A) de
varlardı. Ebû Ubeyde (R.A) Amr bin As (R.A) in yanına varınca askerlere İmam
olmak istedi. Amr bin As (R.A) ise, «Sen bana imdad geldin. Asıl askerlerin
emîri benim» dedi. Ebû Ubeyde mülayim bir zat idi ve «Resulü Ekrem, ihtilaf
etmeyiniz, diyerek emir buyurdu, sen bana uymaz isen ben sana uyarım.» diyerek
Amr bin As (R.A) in imam olmasına muvafakat edib eemaatı müslimin ile beraber
namazı kıldı. (Kısası Enbiya, 8. hicret bahsi)
Görüldüğü üzere Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer hem takviye için gelirlerken Ebû Ubeyde (R.A) in
riyaseti altında bulunuyorlar ve hemde bizzat ordunun başbuğu olan Amr bin As
(R.A) in riyaseti altında inkıyad ederek itaat ediyorlar. Halbuki bu iki zat,
bu ümmetin en efdal kişileridir.
Bu icraatı işlemekle
Hz. Resûlallah sallellâhü aleyhi vesellem ümmetlerine örnek hayatı tatbik
ettirmiş oluyor ve işte sizde böyle olunuz, diyerek talim ve terbiyeyi bilfiil
gösteriyor. Alıbda amel eden müsiümanlara ne mutlu, şayet bu hüküm ve
yaşantılara inandım, deyibde amel edemiyen ve her âmirine isyan etmek için
çeşitli yalan ve iftiralar uyduranlara yazıklar olsun. Böyle adamlar, gerçekten
Allanın kulu ve Peygamberin ümmeti olamazlar. Nefislerinin ve menfeatlarının
kulu olabilirler.
Ülülemre itaat etmenin
bir ilâhî emir olduğu şu âyeti Kerîme ile beyan edilmiştir :
«Ey müminler! Allâha
itaat ediniz. Peygambere ve sizden olan ülülemre de itaat edimiz..»
(Nisa sûresi, 59)
Ayeti kerîmede
belirtildiği üzere «bizden, yani biz müslümanlardan» olan ülülemre itaat etmek
kaydı vardır. İslamı kabul etmeyen ve islâmın hükümlerini tahkir eden ülüiemre
itaat meselesi bu kaydın dışında kalır. Namazını kılan, orucunu tutan, kurbanı
kesen ve cenaze namazını eda eden her kişi bizdendir, müslümondır. Böyle olan
amirlerin meşru ve doğru olan emirlerine itaat etmek, hem Allanın emrine ve
hemde peygamberimizin buyruğuna itâaat etmektir.
Şayet Müslümanlardan
olduğu halde kötülükleri emreden bir ümerâ olursa, böyle kötü ve haram olan emirlerine
iâat etmek haram ve günahtır. Caiz değildir. Zira böyle kişiler kendilerini
hâşâ Allâhın üstünde gören mel'un kimselerdir, itaat etmek doğru olamaz. Farz
olan amelleride terk ettirmeye kalkana da itaat edilmez. Zira âmirlerin âmiri
ve hakimlerin hâkimi mutlakı olan Allâha îtâaî etmek her şeyin üstünde bir
farzdır.
Bu gerçek bir hadîsi
şerifde şöyle buyurulmuştur:
«Allâha isyan oîan
şeyde, hiç bir ferde itaat etmek olamaz. Ancak itaat, mâruf (iyi ve helal)
olan şeydedir.»[195]
Bu son hadîsi şerifi dikkatla
okuyahmda nefsânî arzularımıza uygun olarak emir ve tavsiyelerde bulunan zâlim
emirlere itaat etmenin caiz olmayacağını iyi bilelim.
Hakikat böyle iken,
günümüzde pek çok kişiler, başa geçen zâlimlerin islâmın ruhuna ayktrî
çıkardıkları kanunlara, emir ve sözlerine «uiülemre itaat» diyerek bağlanıb
onlarla iş yapıyorlar ve o hükümlere tabî olmayı suç saymayorlar.
Ey zavallılar : Allahm
kelâmı olan kitabımız Kur'anı Kerimde beyan edilen kesin ve açık hükümlere
muhalif hükümler veren veya haram olanları işlemek için emir verenler, ilâhî
hükmü değiştirmeye haklan ve hadleri yoktur, onlar şeytanın dostları, cehennem
odunlarıdırlar. Yanlarına arkadaş çoğaldıp beraber cehenneme yoldaş arayan
zâlimlerdir.
Evet böyle zâlimlere
ve zulüm emri verenlere itaat edilmez. Fakat isyan ederek fitne de çıkarılması
doğru değildir : Ancak onların kötü olan emirleri yerine getirilmez mümkin
olur ve menfeat umulursa, ikaz edilir.
Hadîsi şerifde İzahını
yapdığımız cümleler içinde, «Habeşli zenci bir köle de olsa» hükmü ile başa
getirilen ve getirilmesi gereken emîrin, mutlaka erkek olması beyan
buyurulmuşîur. Zira emirlik hakkı ve iyi neticeli umerâlık vazifesi, erkeklere
verilmekle hem dünyevî ve hem dînî ve uhrevî selâmet
ve seadete nail
olunur. Hem akıl bakımından ve hemde din bakımından eı keklerden noksan olan
kadınlara emirlik vermek ise, o memleket ve milletin her bakımdan felâket ve
belâsına sebeb olur.
Netekim Peygamber sallallâhü
aleyhi vesellem efendimiz şöyle buyurmuştur :
«İşlerinin başına
kadın geçiren (kadını emir yapan) bir millet, asla felah bulamaz.»[196]
Diğer bir hadîsi
şerifde mealen şöyle buyurulmuştur:
«Ey ümmeti Muhammedi
eğer sizin âmirleriniz hayırlılarınızdan, zenginleriniz sehâvetli kimseleriniz
hâlinde olurlarsa ve işlerinizi aranızda müşavere edenlef 'îâlinde olursanız,
işte bu takdirde yerin üstü (yaşamanız), siz.in için yerin altından
(ölmenizden) daha hayırlıdır.
— Ve eğer sizin
âmirleriniz, şerlilerinizden, zenginleriniz pahillerlnîz hâlinde olanlardan
olurlarsa ve işlerinizi kadınlarınıza havale ederseniz (Kadınları başınıza âmir
yapar veya bütün söz ve yetgiyi kadınlarınıza verirseniz), işte bu takcfıirde
sizin için yerin altı üstünden (ölmeniz yaşamanızdan) daha hayırlıdır.»[197]
Yukardaki hadîsi
şerifleri okuyan her müslüman iyi dikkat etmeli ve iyi düşünmelidir. İyi
düşünüp inanmalıki, günümüzde kızlarını milletin içine çı-rıl çıplak salıp
ondan sonrada medeniyet, hürriyet ve ilericilik gibi kelimeler le islâmın ana
esaslarını inkar veya tahkir edercesine hareket edib bir nevî kafir olanları
veya bu işin yönlerini bilemeyip câhillerin işledikleri hallere bakmalıki, ne
kadar islâma aykırî ve ne kadar felâkettir. Bu hâli işleyenlerin zararı sırf
kendilerine münhasır değil, bütün millet ve memleket belâlara ve felâketlere
sürüklenmiş oluyor.
Hal böyle iken yabancı
erkeklerin içinde oturmasına, kalkmasına, gidib gelmesine veya beraber yeyip
İçmesine ve çeşitli hizmet ve vazife görmelerine kızlarını ve hanımlarını
müsâade edenlerin ne kadar kötülük ettikleri, millet ve memleketin baş belâsı
oldukları ortaya çıkmış oluyor.
Bu durumların dışında
haram oîan halvetler işleniyor, göz zinaları, dil zinaları, el ve ayak zinaları
ve hatta sokaklarda âdeta alenî zinanın her çeşit başlangıcını çekinmeden
yapmalarına gözlerini yuman veya görmezlikten ve bilmezlikten gelen baba ve
analar, diğer hadîsi şeriflerde beyan edildiği üzere «DEYYUS ve DEYYÜSE»
kimselerdir. Aynı zamanda ataların bir sözü vardır: «Dişisini kıskanmıyan,
domuzdur.» Bu sözü anlayıb öğrenmek isteyen hayvanat bahçelerine giderlerse,
erkek domuzların dişilerini kıskanmadığını görürler.
Bu meselelerin daha
geniş îzahı, «İSLAMDA TESETTÜR VE HAYA» adlı eserimizde geçtiğini müsiüman
kardeşlerimize ehemmiyetine binaen bildi-riniz. Oradan mutlaka okumalarını
tavsiye ederiz. [198]
166 -[27)
Abdullah bin Mes'ud (R.A) den mervîdir, dedi :
Resûlüllah (S.A.V)
bize bir çizgi çizdi, sonra dediki :
«İşte bu dosdoğru
çizgi, Allanın yoludur.»
Sonra Resûlüllah
(S.A.V) o doğru çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi ve dediki :
«İşte bu çizgiler,
yollardır. Bu yolların her birinin üzerinde bir şeytan vardırki, o bâtıl yofa
(insanları) davet eder.»[199]
Resûlüllah (S.A.V) Şu
meal d a ki âyeti kerîmeyi okudu :
«Şu emrettiğim yol,
benim dosdoğru yolumdur: Dâima ona uyun. Başka (bâtıl) yollara ve dinlere uyup
gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar..» (En'am sûresi, 153) [200]
Hadîsi şerifde
belirtildiği üzere, Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz evvelâ bir
tek yol çiziyor ve diyor ki : «İşte bu dosdoğru çizgi, Al-lâhın yoludur.»
Resûlüllah bu ifâdesi
ile şu hususlara işaret buyuruyor :
a) Doğru yolu Allâhü teala beyan etmiştir. Ve
her yönüyle apaçık belirtilmiştir.
b) Bu doğru
yol, aynı zamanda hakkın tek olduğunu beyandır. Allâhü tealânın beyan ettiği
hak birdir. Binâenaleyh bir meselde ihtilaf edilirse,, mutlaka biri haklı
diğeri haksızdır. Her ikisi haklı olamaz. Çünkü hak birdir.
Şu halde ihtilaf
sahihlerinin her birine haklılık verilecek olursa, hak ile bâtıl
karıştırıldığından fesat bir hüküm verilmiş olur. Bu mes'elenin daha geniş
İzahı usul ilimleri İle akâid kitablarında zikredilmiştir.
c) Peygamber efendimizin yukardaki ifâdesi ile
şu gerçekler de anlaşılmaktadır :
Çeşitli alim ve
müctehidlerin beyanları, eğer kitâbullâha ve sünneti nebeviyyeye uygun oiursa,
onlarda dosdoğru yoldur. Binaenaleyh o yola tabî olanlarda Allanın hak olan
yoluna tabî olmuş olurlar.
Hadîsi şerifin devam
eden hükümlerinde beyan edilen sağlı sollu çizilen yollar İse, bâtıl
yollardırki, o yolların üzerinde şeytanlar bulunmaktadır. Binâenaleyh o batı!
yollara tabî olanları cehenneme götürmek üzere yerleşmişlerdir. Akıllı
müslüman dosdoğru yol olan tek ve hak yola tabî olur. Şeytanların üzerlerine
durubda sâliklerini cehenneme götürecekleri bâtıl yollara gir mez.
Bâtıl yollara duran
şeytanların gaye ve emellerini cenâbu hak muhtelif âyetlerinde belirtmiştir.
Cümleden bir kaç tanesi şöyledir :
«Ey müminler! Hepiniz
iç ve dışınızla sabit bir şekilde islâma ç'riniz. Şey tanın adımlarına
(izlerine, tuzaklarına ve yollarına) uymayınız. Çünkü o (Şeytan), sizin apaçık
bir düşmanınızdır.» (Bakara sûresi, 208)
Diğer ayeti kerime
meali :
« (Habîbiml) Sana
indir Men Kur'ana ve senden evvel indirilen kitabîara îman ettik, diyerek
samimiyetsiz iddiada bulunanlara bakmazmısın?! (Onlar) o azgın şeytana
muhakeme olmak isteyorlar. Halbuki onu (Şeytanı), tanımamakla emrolunmuşlardı,
Şeytan ise, onları çok uzak bir sapıklığa düşürmek ister.»
(Nisa sûresi, 60)
Bu âyeti kerîme bir
münafık ile bir yahûdî arasında geçen bir dâvayı, hakeme havale etmek
istediklerinde, münafık-ın Hz. Peygamberi bırakıb Yahûdîlerin reîsi olan Kâb
bin eşrefe gitmek istemesi üzerine nail olmuştu. Bu hâdisenin şekil ve îzahı bu âyeti kerîmenin tefsirlerinde mezkûrdur.
Diğer bir âyeti kerîme
meali şöyledir:
«Muhakkak Şeytan, size
ezetî bir düşmandır. Binaenaleyh sizde onu düşman tanıyınız. Çünkü o, etrafına
toplanan avenesini ancak cehennemlik olsunlar diye çağırır.» (Fatır sûresi, 6) [201]
167 - (28)
Abdullah bin Amr (R.A) den mervidir, dedi:
Resûtüllah (S.A.V.)
buyurdu :
«Sizin birimiz (Hakîkî
ve kamîl) mümin olamaz, tâki benim getirdiğime (kitap ve sünnete) hevâsı (arzu ve ameli) tâbi ola.»
{Hadisi, İmamı Beğavî
«Şerhissünne» adlı eserinde rivayet etmiştir. İmamı Nevevi «Hadisi Erbein»lnde,
bu hadis sahihdir, demiştir. Bizde «Kita-bul hucce» de Sahih isnadla rivayet
ettik.) [202]
Yâni her hangi bir
müslümanın kâmil ve olgun îmâna sâhib.olması, Re-sûlülah (S.A.V) efendimizin
getirmiş olduğu hükümlerine ve sünneti nebe-viyyelerine, içten ve gönülden
bağlı olarak tabî oimasına bağlıdır. Hakîki ve gerçek mümin, meylü mehabbetini
en güzel bir şekilde Rasûlülâha bağlar ve her hâlü kârında ona uymayı şiar
edinir.
İtikat ve îmanda,
ibâdet ve ahlakda, ticâret ve alış verişde, nikahlanma ve boşanmada, insan ve
hayvan haklarında, mahlûkata şefkat ve merhamette, bâtıl ve küfürle
mücâdelede, haramlardan kaçınıb helaliarı işlemekde ve bunların gibi islâmın
hükümlerini icra ve tenfiz etmede, adım adım ve nokta nokta Resûlüllâha tâbi
olur, her türlü muhalefetten kaçınır.
Peygambere tâbi olanla
olmayanların kısımlarını şöyle sıralayabiliriz :
a) Bir
kimsenin din ve îmana sevgi ve mehabbeti, şer'i şerifin esâsına bağlı olarak
tezahür ediyor ise, İşte o şer'in emirlerine son derece bağlılığını gösteren
kimse, vahdaniyeti ilâhiyyeye gerçekten inanmış mümini kamildir ve Peygambere
en kemailı bir şekilde tâbi olan kişidir.
b) Bir
kimsede hevâyı hevesine tabî olarak şer'in emirlerine muhalefet eder ve hevâyı
hevesinin arzu ve isteklerine tabî olursa, işte bu kimsede nefsânî arzularını
ifah edinen kimse olması hasebi ile dünya ve ahi-rette zarar ve ziyana uğrayan
kâfirdir.
Bu İzahımız, islamın
her hükmünü tahkir edib veya inkar edercesine davranıb kendi arzu ve emellerine
tâbi olan münkirleri zikretmiş oluyoruz.
Böylelerini Cenâbu hak
Kur'anı keriminde şöy beyan buyuruyor: «—(Ey habîbim!) şimdi o kimseyi gördün
ya: (Hak ve hakikati bırakıb keyfine
taparcasına) nefsânî arzusunu kendine
ilah edinmiştir.» (Casiye sûresi,
23)
c) Bir kimse de şeriatın îman ve îtikad
esaslarına inananarak tabî olur ve fakat furûu amel denilen abdest, namaz,
zekat, oruç, hac, nikah ve helal olan muameleter gibi şer'î amelleri işlemezse,
işte bu kimse fâsıktır.
d) Ve bir kimse de, îman ve îtikad esaslarına
içten inanmayıp sâdece dış görünüşden islâmın amelî hükümlerini işlerse, işte o
kimse münafık ame. linl işlemekle münafıktır.
Yukardaki taksimatı
öğrendikten sonra, hak ve hakîkatı arayan ve Hz. Peygambere adım adım, nokta
nokta tabî olmak gayesine tâbi olan
kışı, kendisini
araştırmalıdır. Aceba bu sınıfların hangisindendir. Kendi itikat ve amellerini
kontrol eden her müslüman yolunun doğru veya eğri olduğunu mutlaka görecektir.
Yeterki dikkatla ve halisane bir şekilde araştırılsın.
Şayet bir kişi,
islâmın esaslarına hakkı ile vakıf değilse, bu takdirde is-lamı iyibilen ve
bildiklerine ihlasla îmân edib amel eden âlim ve kâmil kişilere müracaat
ederek îtikat ve ameelerinin eksik yönlerini öğrenib düzeltmeleri zarurî bir
vecibedir. [203]
168 - (29) Bilâl bin elhars elmüzenî (R.A) den mervidir,
dedi : Resûlüilah (S.A.V) buyurdu :
«Bir kimse, benden
sonra benim öldürülmüş sünnetimden bîr sünetimi ihya ederse, muhakkakki o
sünneti ihva eden kimse için, o sünnette amel edenlerin ecirlerinden hiç bir
şey noksanlaşmaksızın o sünneti işleyenlerin ecri kadar ecrü mükcfat vardır.
— Bir kimsede Allah
(C.C) ve Resulünün râzt olmadığı kötü Bid'atı ihdas ederse, o Bid'atla amel
edenlerin vizir ve günâhları noksanlaşmadan onların günâh ve vebali kadar
günâh, o Bid'atı ihdas edenede vardır.»[204]
169 - (30)
Yukardaki hadîsi şerifi, ibni mâce, kesir bin
Abdillah bin Amrden, oda babasından, oda dedesinden rivayet etmiştir. [205]
Râvî Bilâl bin elhars
veya elhâris elmüzenî (R.A}, Medînei münevvere-li sahâbîlerdendir. Hicretin
beşinci senesinde müslüman olmuştur. Medînei münevverenin biraz uzağında olan
«İstîrâ» denilen mahelde sakin olurdu. Fakat zaman zaman medînei münevvereye
gelirdi.
Hz. Bilâl bin elhars
(R.A), Hz. Muaviye (R.A) in zamanında hicretin altmış (60) ında vefat
etmiştir. Kendisi vefatı ânında, seksen yaşında idi. Ken-
dişinden oğlu
Abdurrahman ile Alkarna bin elvakkas (R.A) hadis rivayet etmişlerdir. Allah
ondan râzî olsun.
Hadîsi şerifde geçen
hükümler, calibi dikkat meseleleri ihtiva etmektedir. Zira Resûlüllâhın ölmüş
sünnetini ihya etmek, çok güç bir
meseledir. Bu güç olan meseleyi yaşamak ve yaşatmak efbette fevkalâde bir
ameldir.
Günümüzde Resûlüllâhın
ölmüş sünnetleri pek çoktur. Hatta farzlar dahî işlenmeyen bir memlekette elbet
ölmüş sünnet çok olur. Öyle ise farzları işlerken terk edilen sünnetleri ihya
edenler, alış verişde işlenmeyen sünnetleri ihya edenler, nikah ve mchir
meselelerinde ölrnüş sünnetleri ihya edenler, geyinme, yeme ve içme ânında
öimüş sünnetleri ihya edenler, konuşma ve davranışlarda ölmüş sünnetleri ihya
edenler, Cami eemaat meselelerinde ölmüş sünnetleri ihya edenler, komşu
haklarına riayet hususunda ölmüş olan sünnetleri ihya edenler. Karı koca ve
ana baba hak-iarında ölmüş sünnetleri ihya edenler, evlad terbiyesi hususunda
ölmüş sünnetleri ihya edenler, Setrül'avrete riayet etmiyerek öldürülmüş sünnetleri
ihya edenler, Hak ve hukuk meselelerind adaletle hüküm verme hususunda
öldürülmüş sünnetleri ihya edenler ve bunlara benzer hayatta yapılan ve yapılması
îcab eden ve fakat yapılmayıp terk edilen sünnetleri ihya edenler, en büyük,
tükenmeyen ve daimî bir ecir yolunu ihdas ve ihya eden kimselerdirler..
Yukardaki saymış
olduğumuz hayatî meselelerden bir kaç meseleden misal vererek açıklamaya
çalışalım..
Kur'ânı kerimde ve
Peygamberimizin sünnetinde her bakımdan duru mu müsâid olan bir erkek için
birden fazla hanım alma hakkı vardır. En az bir ve en çok dört hanım almak
mubah ve sünnet iken, bu sünneti işleyenler pek azınlıktadır ve hatta bu
sünneti işleyenlere, «Metres taşıyor, gayri meşru hayat yaşıyor» diyenleri
mealesef duyduk ve vardırlar.
İşte her türlü tehlike
ve tahkirlere rağmen bu sünneti adalet üzere işleyen müslümanlar, ölmüş
sünneti ihya ettiklerinden en güzel ve en karlı bir sünnet işlemişlerdir.
Keza sakal sünnetini,
veraset haklarını islamî hüküm üzere icra edenler de aynı ecre nail olan
kimselerdir.
Ölmüş sünnetleri ihya
edib yaşamalarına sebeb olan müslümanlar, kendilerinin işledikleri amellerin
ecrine nail oldukları gibi, ondan sonra onların işleyip ve ihya ettikleri
sünnetleri işleyenlerin eçirlerindende aynısını onlarda alacaktır. Yani sünneti
ihya eden müslümanlar, kendileri ölseler dahî ihya ettikleri sünnetleri
işleyenler devam ettikçe, o adamların amel defterleri kapanmaz, dâima yazılır.
Öldükten sonra amel
defteri kapanmayan müminlerden bâzılarını Resulü Ekrem sallallâhü aleyhi
vesellem efendimiz şu mübarek sözlerinde açıklamışlardır :
«İnsan (Mümin) öldüğü
zaman, ameli kesilir (amel defteri kapanır). Ancak üç kişinin ki kapanmaz.
(Onlarda şunlardır:)
g) Devam
edib çalışan sadakadır (yani; Cami, çeşme, seccade sermek, ağaç dikmek, hastane
ve yo! yapmak, yapdırmak gibi yaşayan sadakalardır.)
b) Kendisinden faydalanılan Mimdir (yani, ilim
sahibi oiur ve o ilmin-dende başkalarını okutmak, eser yazmak, nasîhatta
bulunmak ve bilmeyenlerin yollarını öğretip doğrultmak gibi faydalar temin
edilen ilim sahibinin de amel defteri ^kapanmaz}.
c) Kendisine hayırlı dua eden evladı bırakan iyi
evlad sahibidir. (Yâni, bir müslüman ölünce arkasında hayrüihalef olarak
kendisini rahmetle anacak ve başkalarına zulümde bulunmayacak iyi ve sâlih bir
evlad bırakan kimsenin de amel defteri kapanmaz}. [206]
Bu hadîsi nebevinin
hükümlerini okuyan her müslüman, iyi bellemeli ve kendisine bakmalıdır. Acebâ
ölmezlik ve amel defterini devamlı hayırla dolduran bu üç amel ve halden
hangisi kendisinde vardır. Şayet her üçüne de malik îse, çok ve çok mutlu
insandır. Zira her ne kadar kendisi bedenen dünyadan ayrılmış olsa da manen ve
rûhan yaşayor gibi dünya ile irtibatı devam etmektedir.
Şayet bu üç amelden
hiç birisine sâhib olamamış kimseler hâlinde ise, o adamcağızda üzülmelidir.
İyi insanlara gıbda etmelidirki, o iyilik sahibini sevmekle bari bir fazilet ve
ecre nail olabilsin. Ameller niyyetîere göre olması hasebiyle iyi niyyetler
çok güzel iyilikler ve iyi neticeler meydana getirir.
Cenâbu hak, bizleri ve
müslüman kardeşlerimizi bu kıymetli amel ve faziletlerden nasibini alanlardan
eylesin. Amin.
İyi niyyet, iyi kazanç
ve iyi niyyetle işlenen hayırlı amellerin mükâfatı ife ilgili geniş İzahat,
yukarda birinci hadîsi şerifin İzahatında geçmiştir.
İşte bu mutlu
insanlar, her ne kadar bedenen dünyadan göç edib ahi-rete gitselerde
ölmemiş'yaşayan insanlar menz'ilindedirler. Mutlu insanlar, böyle öldükleri
halde ölmemiş insanlar sınıfından amel defterleri iyiliklerle dolan ve çalışan
adamlardır.
Bu iyilikleri ihya
edenlerin zıddına bâzı kimselerde şer ve haramları ihdas ederler, kumar
bilmeyenlere kumar öğretenler, çalgı öğretenler, hırsızlık ve uğursuzluk
öğretenler, çalgılı şarkılar ihdas edenler, dans ve balu yapanlar ve
öğretenler, içki içib başkalarına da içtirib alıştıranlar, namazı terk
ettirenler, bir yerde kumar hâne açıb
orada kumar oynatanlar, keza fuhuş hâne açıb1 fuhuş yapdıranlar, alış
verişlerde ihtikarda bulunanlar, yalan söyleyerek alış verişde bulunanlar,
karaborsa mal satanlar, faizciliği mubah-mış gibi işleyib başkalarına da teşvik
edenler, yeni yetişen genç dimağlara kötülükleri telkin ederek; Allah;
Peygamber, din îman, vatan, millet, düşmanlığı yapanlar, ana baba ve büyük
tanımayan aynı zamanda her türlü haksızlıkları mubahmış gibi telkin edib
işletenler ve daha saymakla bitmeyecek kadar pek çok kötülükleri işleyenler,
işleten ve teşvik edenler de o işledikleri kötülüklerin vizrini çekecekleri
gibi, o işledikleri veya tâlim edib işlettikleri kimselerin ilâ nihâye
günâhları devam ettikçe o ilk ihdas edib çıkaran veya yapanların vizirleri de
devam eder, onların vizri kadar vizir ve cezaya çarbacaktirlar.
İşte böyle kötülükte
örnek olan kimselerde, çok kötü ve çok zararda olan bir ahmak ve mücrimdirler.
Bu adamlar âhirette başkalarının işlediği günahların yüzünden şiddetli ve kat
kat azaba müstehak olacaktırlar. Böyle felâket olan kötülüklerden Allâha
sığınmak en çıkar yoldur. Cenâbu hak bütün ümmeti muhammedle bizleri ve
neslimizi bu gibi iflas ettirici ve çok çok kötü amellerden muhafaza buyursun.
Amin.
Yukardaki hadîsi
şerifde beyan edilen ve ikinci hükmü hâmil olan büyük veba! ve vizir
sahibleride böylece anlaşılmış oluyor. Bu kısa izahattan sonra tekrar yukardaki
hadîsi şerifi okuyalım ve üzerinde iyi düşünelim. İyi düşünelimde kendimizi
tehlike ve veballardan korumuş olanlardan olalım. [207]
170 - (31)
Amr bin Avf (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Muhakkak din, hicaza
sığınır, yılanın deliğine akıp sığındığı gibi ve elbette din, hicazda muhafaza
edilip korunacaktır, dağın tepesindeki sığınıp korunma merkezinde geçinin
sığındığı gibi.[208]
— Şüphesiz din, garib
olarak başladı ve gelecekde başladığı gibi garipliğe avdet eder. Binâenaleyh
gariplere müjdeler olsun ve o garipler, benden sonra benim sünnetimden ifsad
edilenleri ıslah eden kimselerdir.» [209]
Râvî Amr bin Avf
(R.A), hicretin beşinci senesinde müslüman olan ve medînei münevvere yakınında
«Müzenî» isimli bir mahalde karar ederdi, ken dişinin medînei münevverede de
bir evi var idi, zaman zaman burada da sakin durdu. İlk iştirak ettiği
muharebe, Handek muharebesidir.
Kendisinin îman etmesi
üzerine hal ve hareketini ve kendisi gibilerin durumlarını yüce Allah överek
hakklarında şu âyeti kerîme nazil olmuştur :
«Peygambere indirilen
(Kur'an-ı kerîmi) dinledikleri vakit, hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin
yaşla dolub taşdığını görürsün onların. (Onlar şöyle) derler : Ey Rabbimiz!
îman ettik, artık bizi (hakka) şahid olanlarla beraber yaz.» (Mâide sûresi, 83)
Bu âyeti kerîmede
beyan edilen Allah aşkı ve Allah korkusundan doiayı gözleri yaşla dolub ağlayan
ve halleri Hâliki zülcelâl tarafından övülen zatlardan biriside, yukardaki
zâtı muhterem olduğu beyan edilmiştir.
Tebük seferinde Allah
aşkı ve ümmet derdi ile ağlayanlardan birisidir.
Medînei münevverede
sakin olurken Hz. Muaviyenin hilâfeti zamanında vefat etmiştir. Allah ondan
râzi olsun.
Hadîsi şerifîn baş
tarafında beyan edilen cümlelerde, ahir zamanda fitne ve fesatların zuhur edib
etrafa dağıldığında din, evvelce olduğu gibi tekrar Hicaz bölgesine sığınacağı
ve bu sığınıb akma bir nevî deliğine akan yılana teşbih edilmiştir.
Yukarda 160 nolu
hadîsi şerifde bu mânayı ifade eden cümlede «îman» tâbiri ile zikredilmişti.
Din ile îman kelimesinin mânası aynı hükmü ifade etmektedir. Onun için burada
açıklamak îcab eden hususlar bir nebze orada zikredilmiştir. Muhterem
okuyucularımıza 160 nolu hadîsi şerifi ve "aah bölümünü okumalarını
tavsiye ederiz. [210]
171 - (32)
Abdullah bin Amr (R A) den mervidir, dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«And olsunki, benî
İsrail üzerine gelen şey gibi tıpa tıp, adım adım belim ümmetim üzerinede
gelecektir. Eğer onlardan bir kimse, annesine aleni olarak gelmişse (açıkça
tecâvüz edip zina etmişse), elbette o işlenenin aynısını benim ümmetimdende
işleyen olacaktır.
— Şüphesiz beni israil yetmiş iki millete
ayrılmıştır. Benim ümmetimde yetmiş üç millete ayrılacaktır. O yetmiş üç
milletten bir tanesi hariç diğer-erinin hepsi {yetmiş ikisi) cehennemdedirler.
— Ashabı kiram decMler : O cennete girecek bîr
millet kimdir ya Resû-üllah![211]
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Benim ve
ashabımın yolu üzere olandır.» [212]
Hadîsi şerifde
geçmişve gelecekle ilgili pek mühim ve acâîb hükümler Deyan buyurulmştur. Benî
İsrail ismini alan Yahûdî ve Hıristiyan milletinin işlediklerini bu ümmetinde,
aynısını tıpatıp, adım adım tâkib edib işleyeceğini hatta onlardan annesine alenî tecâvüz edib
zinada bulunan olmuş ise, ümmettende
işleyenlerin olacağı beyan buyurulmuştur.
Resûlüllah (S.A.V)
efendimizin bu mübarek sözleri istikbaldaki hallerin zuhuru ile ilgili olması
ve o hallerinde aynısının görülmesi bir mûcizei Resuldür. Zira bugün sokaklarda
geçmiş milletlerdeki vahşeti işleyenlerin zina ve fuhuşun çeşitleri işlenir
durumdadır. El zinası, di! zinası, ayak zinası, göz zinası ve nihayet cinsi
münasebet zinasını dahî çekinmeden yasanlar görülür hale gelmiştir.
Annesini, kardeşini,
halasını, teyzesini, gelinini ve hatta kızını dahî dans ve balo salonlarında
kucağına alıb hayasızca dans edenler, alenî zinayı yapanların ta
kendisidirler. Kendi karısını çeşitli toplantılara götürüp rast geleninin
kucağına verircesine el sıktıranlar, öpüştürenler, dans ve balo yapmalarına
rıza gösterenler, karşı karşıya oturtup sulu sulu şakalarda bulunduranlar ve
daha akla hayale gelmedik deyyüslükleri işleyenler, Asırlarca evvel Hz.
Peygamber efendimizin beyan buyurdukları hayasızlık ve namusunu yıkma hastalıklarının
tezahürüdür.
Yâni, bu halleri
görmekle Peygamber efendimizin mucizeleri görülmüş oluyor ve dolaysiyle
sözündeki sadakat ve doğruluğunu asırlarca sonra yine isbat etmiş oluyor.
Resûlüllah sallallâhü
aleyhi veseîlem efendimizin bu açıklamalarındaki hikmet şudur: Benî İsrail
ismini alan o yahûdîler ve Hıristiyanlar, analarına tecavüz ederek o kötülüğü
işleyib helak olmuşlarsa, bu ümmet de de aynısı nı işleyenler helakü perişan
olurlar. İlâhî adet böyle cereyan etmiştir. Aynı şe kilde devam edecektir. Bu
helak oluş, şiddetli rüzgarın acâib şekilde altı üste karıştırmasına teşbih
edilmiştir.
Kur'anı kerimde şöyle
buyurulmuştur :
«Öybe helak ecfıici
bir rüzgâr ki, uğradığı bir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi
savuruyor.» (Zâriyat sûresi, 42)
Bu hadîsi şerifdeki
«Ümmet» kelimesinin anlamı, «Ümmeti davet» olarak vasıflandırılan, inanan
kimselerdir. Zira Peygamber efendimiz bu ümmetin vasfını beyan ederken,
kendine izafe ederek beyan etmiştir. Binaenaleyh kendine izafe ve nisbet
etmekle de hak ve hakîkata inanmış kimseler olmuş oluyor. Bâzı âlimler,
«Ümmeti davet» e şamil olduğunu zikretmişlerdir.
Hadîsi şerifde ikinci
bir hOKüm ise, şu cümlelerle İzah buyurulmuştur: «Şüphesiz ki, Benî İsrail
(Hıristiyan ve diğer ehli kitablar), yetmiş iki millete ayrılmıştır. Benim
ümmetimde yetmiş üç millete ayrılacaktır.»
Bu cümlelerdeki, «Benî
İsrail» cümlesinin Ehli kitablardan hınstıyan-lar olduklarını bilmek gerekir.
Zira Peygamber efendimiz diğer bâzı hadîsi şeriflerinde, Yahudilerin, yetmiş
bir fırkaya, Hıristiyanların, yetmiş iki fırkaya ve kendi ümmetininde yetmiş
üç fırkaya ayrılacağını beyan buyurmuşlardır.
Cümleden bir hadîsi
nebevîsinde şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz ki, Mûsâ (A.S) m kavmi (Yahûdîler), kendisinden
sonra yetmiş bir fırkaya ayrılmışlardı. Yetmiş fırkası helak olmuştu, bir
fırkası halas buiub kurtulmuştu.
— Isa (A.S) in kcvmi de kendisinden sonra
yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardı. Bu fırkalardan yetmiş biri helak olmuştu ve
bir fırkası da helak olma-yıb kurtulmuştu.
— Muhakkak ki, benim ümmetimde yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.
İşte o yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisi helak olacaktır, bir tek fırkası helak
oimayıb kurtulacaktır.
— Ashabı kıiram tarafından sorularak denildi
ki, Ya Resûlellâh! O kurtulan fırka kimdir?
— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :
«O helakdan
kurtulanlar, Sünnete ve cemaata sarılan kimselerdir.»[213]
Hadîsi şerifde geçtiği
üzere, bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Ve de, şimdiye kadar yetmiş üç
fırkası da ortaya çıkmıştır. Yetmiş ikisi dalâlet ve sapıklıkda olacaklar, bir
fırkası ki, necat fırkası helak olmayacaklardır.
Dalâlet yoluna sapmış
olan yetmiş iki fırka, ilmi kelam ve akâid kitab-larında uzun uzun yazılmıştır.
Biz de burada ana kollan ile o kollara bağlı olan şubelerin isimlerini ve
sapıtmalarına sebeb olan kötü akidelerinden birer örnekle iktifa edeceğiz.
Şârih Aliyyülkârî
merhum şu cümleleri naklederek hulâsalaşmıştır :
«Sen bi! ki,
Bid'atcıların (sapık fırkaların) aslı, Mevâkıf da nakledildiği gibi sekiz kısma
ayrılır (ve şunlardır) :
1) MUTEZİLE
dir. Bunlar, kullar kendi amellerinin yaratıcısıdır, derler. Cenâbu hakkın
görülme imkânını inkar ederler ve sevab ile cezanın verilmesi gerekenlere
sevab ve cezayı vermesi Allâha vâcibdir, derler, {işte bu görüşler, ehl isünnet
görüşüne zıddır.) Bu MUTEZİLELER, yirmi (20) fırkaya ayrılmışlardır.
2)
ŞÎALARDIR. Bu Şîalar da, Hz. Ali kerremeilâhünün mehabbet ve sevgisinde çok
aşirî giden kimselerdir. Bunlarda yirmi iki (22) şubeye ayrılmışlardır.
3)
HAVARİC'lerdir. Bunlarda, Hz. Aliyi ve büyük günah işleyenleri tekfir eden
sapıklardır (ve aynı zamanda Hz. Aliyi Küfe de mescidde zehirli kılıçla şehid
eden hâinlerde bunlardır). Bunlar, yirmi (20) şubeye ayrılmışlardır.
4)
MÜRCİE'lerdir. Onlarda, Mümine îmanlı iken mâsiyet zarar vermez, kafire ibâdet
ve tâatın menfeatı olmadığı gibi, diyerek ehli sünnete aykı rî görüşleri iddia
etmişlerdir. Bunlar, beş (5) şubeye ayrılmışlardır.
5)
Neccâriyyelerdir. Bunlar da, Kulların fiillerinin yaratılışında ehli sünnete
muvafakat ederken, ilâhî sıfatları inkar edib nefyetmede ve kelâmı
ilâhînin hadis olduğu
İddiasında Mutezilelere muvafakat eden sapıklardır. Ve bunlar, üç {3) şubeye
ayrılmışlardır.
6)
CEBRİYE'lerdir. Bunlarda, kulların ihtiyarı olan irâdeî cüziyyele-rini inkar
ederek ehli sünnet îtikadına muhalefet etmişlerdir. Ve bunlar, bir tek
şubedirler.
7)
MÜŞEBBİHE'dirler. Bunlarda, hak tealayı mahlûkata ve cisimlere benzeten
sapıklardır. Bunlarda, bir fırkadır.
8')
HULÛLİYE'dirler (Bunlarda, mes'eleleri halletmek ve emsali hükümleri öğrenmek
için kitab ve sünnete müracaat etmeyib direk Allâha hulul edib işlerini
hallettiklerini ve buna benzer pek çok sakat ve kötü olan iddialarda bulunan
kimselerdir.) Ve bunlar, bir şubedirler.
Buraya kadar saymış
olduğumuz firakı dâlienin adedi, yetmiş iki olmuştur. İşte bu yetmiş iki
fırkanın hebsi cehennemliktirler.»[214]
Yukardaki firakı
dâllelerden bâzılarının fasid akîde ve görüşlerini bir nebze îzah ederek
günümüzde bu sapıkları kimlerin kimleri taklid ettiklerini, «İSLAMA SOKULAN
BİD'AT VE HURAFELER» adlı eserimizde yazdığımızı hatırlatırız.
Hadîsi şerifin son
kısmında necat fırkasını da Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz
şöyle beyan buyurmuşlar :
«Benim ve ashabımın
yolu üzere olandır.»
Evet bir ferd veya bir
zümre, doğru yolda olduklarını iddia ederlerse o kimselerin îtikad, amel ve
ahvâllarına bakılır. Kitab ve sünnete uyar ve aynı zamanda ashabı kiramın takîb
ettikleri yol ki «icmâı ümmet» denilen hükme uyarsa, doğrudur.
Şayet bu ana esaslara
uymaz ve aynı zamanda yasak ve haram olan hükümleri ihtive eder eskilde olursa,
işte bu sapıklıktır ve işleyenler de zındık, sapık ve Bid'atci
kimselerdendirler.
Her zaman olduğu gibi
günümüzde de pek çok fırkalar ve fikir ihtilafları görülmektedir. İhtilaf ve
münakaşalar, islam esaslarını izhar için veya her hangi bir islâmi hükmün icra
ve tenfizi jçin olursa, yerinde ve güzel bir citiaddır. Fakat öyle olmazda
çeşitli nedenlerle dünya menfeptını elde etmek, makam, mansib ve bir mala
vâsıl olmak gayesine matuf olarak ihtilaf edilirse ki, günümüzdeki ihtilaf ve
münakaşaların pek çoğu bu gayeler doğrultusunda dır.
İslamda, ihtilâf
caizdir ve fakat iftirak, caiz değildir, haramdır. Böyle olmasına rağmen
günümüzde ihtilaf ile iftirakı bilmeyen pek çok kimseler, iftirâkı
(fırkacılığı) bir meslek ve san'at hâlinde İşlemektedirler.
İftilöf; Hakkın ibrazı
ve izharı için veya kadre uğrayan bir hakkın dikilmesi, bir farzın îfası veya
bir hayrın icrası gibi pek çpk yönleri olan dînî hükümlerin tesbit ve tâyîni
için yapılan ictihad ve gayretin tâ kendisidir.
Resûlüllah (S.A.V)
efendimiz, «Ümmetimin ihtilafı, geniş rahmettir.» buyurarak bu hususun cevaz ve
iyiliğini beyan etmişlerdir. Ve aynı zamanda ictihad neticesinde ihtilâf
edilen bir mesele de, hakkı bulub isabet edene iki ecir ve isabet edemeyib hata
edene de bir ecir olduğu muhtelif hadisi şeriflerde ve usul kitablarında
yazılmıştır.
Fakat islâmın yasak ve
haram ettiği iftirak (fırkacılık) ise, birbirlerini tekfir eden ve en ağır
kötülemelerle savunma yapan ve her vasîlelerle kendilerini en iyi ve en doğru
yolda olduklarını savunarak kendilerine iltihak etmeyenleri veya kendilerinin
hata ve eksiklerini söyleyenleri, hemen karalayıp küfre itenlerin, hal ve
hareketleri ki, yukarda sekiz sınıfda hulasa edilen ve «firakı dâlle» denilen
zındıkların yollarını tökib edenlerin meslek ve meşrebleri olması hasebiyle
haram ve günahtır.
Fırkacılığın islamda
haramlığı pek çok şer'î delillerde açıklanmıştır. Cümleden bir âyeti kerîmede
şöyle buyurulmuşîur:
«Hepiniz, tcpdan
sımsıkı AlEâhın ipine (Kur'ânı Kerîme, islâm dinine) senlin. Parçalanıp
ayrılarak fırkacılık yapmayın.» (Ali
İmran sûresi, 103)
Diğer ayeti kerîme
meali de şöyledir :
«Dinlerini parça parça
edenler (dinde fırkalara ayrılanlar), ayrı ayrı fırkalar olanlar (yok mu?) sen
hiç bir vech i!e onlardan değilsin.» (Enam
sûresi, 159)
Bu son ayeti kerîme de
«Siye an» kelimesi buyurulmakla, bu şu demek oluyor: bir reis ve lidere tabî
olup ve ona yardımcı insanlardan mürek-keb cemaat, demektir. İşte bu şîacılık -
fırkacılık; Allah ve peygamber yolu değildir. Haram ve sapıkların yoludur.
Hal böyle iken ey
zavallı müslümanlar! Şu günümüzdeki çıkarcı makam ve mansib hırsına bürünmüş
gözleri dönmüş muhteris, kin ve buğz saçan ve kardeşi kardeşe hasım yapan ve
yapdıran kimselerin hal ve hareketleri, acaba bu fırkacılık değildir de nedir?
Elbette katıksız ve açıkça fırkacılıktır. Haramdır. Binaenaleyh bu haram ameli,
sanat ve meslek edinmekte haramdır. Haram olan bu hâli «haram» diyerek
işleyenler, fasık müminlerdirler ve fakat haram olan bu fırkacılığı «helâl»
diyen ve hiç günah kabul etmeyenler, Allah muhafaza din ve İmandan olurlar,
dinsiz ve îman-sız kâfirdirler.
Öyle ise, müslüman
kardeşlerimiz, çok uyanık olmalıdırlar ve çok dikkat etmelidirler. Zira
islâmın yasak ve haram kıldığı şeyleri bilmeyerek helâl ve iyi gibi işliyorlar,
sâdeee işlemekte de kalmayıp haramları, en iyi ve en güzel meslek, iş ve meziyet gibi göstermeye ve
savunmaya kalkabiliyorlar.
Cnabu hak bütün
müslüman kardeşlerimizle bizleri ve neslimizi, eehâ-lete kurban olubda haramları,
helâl ve küfürleri îmandan sayacak ve savunacak derecede abdallaşan ve
sapıtanlardan olmamayı nasîb buyursun. Amin.
Ehli sünnetin îman
esaslarını, yukarda ikinci hadîsi şerifin îzah bölümün de kısmende olsa
yazıldığını ve tefrikanın tehlike ve dayanağını açıklayıcı hükümelerini de,
«İslamda Evliya meselesi ve Hârikalar» adh eserimizin «Giriş» kısmında
yazdığımızı hatırlatırız.
İhtilaf ve iftirak
meselelerini kısa yoldan açıkladıkdan sonra, şimdi günümüzde birde «Teltik veya
Telfiki mezâhib» meselesinin tartışması yapılmamaktadır. Aslında bu mesele
uzun zamandan beri münakaşa edile gelmiştir.
Elimizde bulunan islam
hukukunun ehli sünnet hükümlerini beyan eden ana kaynaklardan naklederek bir
kaç satırla anlatmaya çalışacağız.
TELFİK :
Luğatta, bir yere cem edip toplamak ve birj birine zammedip bitiştirmek
manasınadır.
İstilahda Telfik : Bir
mes'ele ve hadisede mezhepleri içtima edip bir merkezde toplama usûludurki, bu
şekildeki hareket, ashabın ve müetehid-lerin rahmet olan ihtilafını red etmek
olduğundan bâtıldır.
Dürrün muhtar şerhi
Reddül muhtarda şöyle denilmiştir:
«Muhakkakki, bir hüküm
telfiki, (ulemâ ve fukahönın) icma-ı ile bâtıldır.» [215]
Yani bir hükmü,
müctehidlerin görüşlerini birleştirerek işlemek, bütün ulemanın icma-ı ile
batıldır.
Telfik-in batıllığına
misal olarakda İbni Abictfn şu misali zikretmiştir:
«Abdestli bir kimsenin
bedeninden kan aksa ve kadına dokunsa, sonrada namaz kılsa, işte bu namazın
sıhhati meselesi, Şafi-Î ve Hanefî mezhebine binâen telfiklidir. Telfik ise,
bâtıldır. Binaenaleyh namazda sahih ve caiz değildir.»[216]
Yani telfik yaparak
mezheblerin görüşlerini bir noktada cem etmek isteyen bir kimse, Abdest alsa ve
Abdesti aldıktan sonra bedeninden her hangi bir sebeble kan çıksa ve kadına
elini dokunmuş olsa, İmamı-Şâfi-Î hazretlerine göre, bu adamın abdesti, kon
çıkınca bozulmaz, fakat kadına dokunmakla abdesti bozulur.
İmamı Azama göre ise, abdestli
kimsenin bedeninden çıkan kan abdesti bozar, kadına dokunmakla abdesti
bozulmaz.
İşte mezheblerin bir
noktada cem edilmesi iddiasında bulunan müfsid-lerin yapacakları ve iddia
ettikleri böyle fasidlikleri müslümanların başına
getirmek istemektedirler,
bunlar, müslümanları şaşırtıp hak yoldan batıl yola sapıtmak suretiyle
şeytanın yolunu takip eden sapıklardır.
Binaenaleyh telfiki
mezâhib iddiasında bulunanlara tabî olanlar, «Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.»
Buyuran Peygamber efendimizin mübarek sözünü bırakıp veya kötüleyip şeytanın
telkin ve iğfalina uyan kimselerdir.
Teltik yolunu
bırakıpda ayrı ayrı meselelerle veya iki meseleden birinde bir imamı ve diğer
birindede diğer bir imamı {Müctehidi) taklid etmek caizdir.
İbni Abidinin torunu
Allâme Alâeddin merhum Hediyetül alâiyyesinde şu hükümleri zikretmiştir:
«İnsan için, amel
ettiği mezhebinin muhalifi olan başka bir mezhep imamının görüşünü takiid
ederek amel etmesi, o mezhebin şartlarına haiz olmak kaydı ile caizdir,
velevki meselenin vukuundan sonra olsun (yine caizdir),
— Ve bu amelin cevaz şekli, bir birine zıd iki
hâdisenin işlenmesinde-dirki, birisi diğeri ile hiç alâka ve münasebeti
olmaması lazımdır.
— Fakat bir hadisede cem etmeye kalkışmak caiz
değildir. Zira telfik-tir. Bir hükümde ki, bir birine zıd olan hükümleri cem
edip toplamak şeklindeki telfik, batıldır.» [217]
Yukardaki hükmün baş
tarafında beyan edildiği üzere, bir insan bir mezhebi taklid ederken o mezhebin
muhalifini beyan eden diğer mezheb sahibinin görüşünü tek başına taklid edip
onunla amel etmekde caizdir. Tâ-bîîki hadiseler ayrı ayrı olmak ve iki mezhebin
görüşünü cem etmek gâye-side olmamak şartı ile caiz ve sahihtir, velevki bu
îaklid, amelden sonra olsun, yine caizdir.
Bu hususu açıklayan
bir hâdise şöyle cereyan etmiştir : «İmamı Ebî Yusufdan rivayet olunduğuna
göre, İmamı Ebû Yusuf bir gün cuma namazını bir hamamda gusul edip kılmişdı.
Sonra kendisine o hamamın kuyusunda (havzında) ölü farenin olduğu haber
verildi.
— Bunun üzerine İmamı Ebû Yusuf dediki:
«Bizde Medine Ehlinden
olan kardeşlerimizin (İmamı Mâlikin) kavli "İle amel etmiş oluruz, (onlara
göre) Su, iki kuleye {yüz elli rıtıl alan büyüklük-de iki testinin dolusuna»
ulaştığı zaman necaset yüklenmez (necislik kabul etmez).»
— işte bu, meselenin vukuundan sonra yapılan
bir takliddir.»
(Hediyetülalâiyye,
305) (Keza bak, İbni Abidin, C. 1, 70) Şu halde bir insan, belli bir mezheble
amel ederken bir meselede veya muzdar kalınan bir kaç meselede telfik yapmadan
sâdece muhalif mezhep sahibinin görüşü ile amel edebilir. Bu meselenin en bariz
açıklayıcı misâli yukardaki İmamı Ebû Yusufuun amel şeklidir. Kendisi mezhebde
Müctehid olarak İmamı Azam hazretlerinin kanunlarını tatbik ederken, bir ameli
işledikten sonra kendisine o amelîn durumu hakkında tehlikeden bahsedilince,
hemen İmamı Mâlikin görüş ve içtihadı ile amel ediyor.
Evet zaruretler
karşısında kalan kimselerde, ister mesele işlenmeden evvel olsun, ister
meselenin vukuundan sonra olsun, .taküd ettikleri bir mez hep İmamının
muhalifini beyan eden diğer bir müctehidi taklid edip bir meselede veya muzdar
kılınırsa hayatta muhtelif zamanlarda bir kaç meselede Müctehidi taklid etmek
caizdir.
Daha geniş malumat,
fıkıh kitaplarında mezkûrdur.
Telfiki mezâhibin
bâtfllığı yanında, İntikali mezhebin - Mezhep değiştirmenin dünyevî bir garaz
olmadan sırf dîni bir kanaat ve anlayışdan dolayı caiz ve mubah olduğunuda
bilmek ve bildirmek lâzımdır.
Nitekim
Hediyetülalâiyye de şöyle denilmiştir :
«Câhil ve avamdan olan
bir kimse, kendi, mezhebinden diğer bir başka mezhebe intikal edip geçmek
istediğinde, eğer bir dünyevî maksad için olursd, mekruhdur. Zira böyle adamın
belli başlı bir mezheb ve yolu yoktur. Bu takdirde yeni bir mezhebe intikal
edip başlamasıda iyi bir şey olmaz.
— Şayet mezhebinden
diğer bir mezhebe intikal eden kimse, kendi mezhebi ile iştigal eden bir âlim
bulamaz ve mes'elesini öğrenemez ve fakat diğer mezhebde kolaylık ve öğreten
kimseyi bulursa, İşte bu dîni garazdan dolayı mezhep değiştirip diğer mezhebe
intikal etmesi, vacib olur. Çekinip geri durmasıda haram olur. Zira bir
mezhebe cahil bir şekilde bağlanıp hiç bir şeyi belleyemeyip durmakdan, diğer
mezheplerden bir mezhebin şeriat ilmini öğreten bir kişinin bunlunması halinde
ona intikal etmek daha hayırlı ve yidir. Çünkü şer'i hükümleri bilmemek büyük
bir vebal ve günahtır. Aynı zamanda ibâdetin sahih ve makbul olmasıda çok az
olur.
—Ve eğer mezhep
değiştirib bir mezhepden diğer bir mezhebe İntikal eden kimse, ne dini bir
garaz ve nede bir dünyevî garaz olmayıp ancak mezhep değiştirme kasdınt
kullanarak intikâl ederse, bu takdirde beis yoktur. (Fakat lâbese bihi — beis
yoktum, terk etmek evlâdır.)»[218]
Mezhebinde fakih
olanlarında dinde bir kolaylık ve şâire gayesi ile mezhebinden intikal etmesi,
vacib veya caizdir. Dünyevi maksadla olursa, kerahettir, böyle olunca, ise,
Şer'î hükümlerle oynamak ve alaya almak olacağın-dan haramdır.
Mezheb sâhiblerinin
taktid ettikleri mezhebleri ile diğer mezhebler hakkında amelî ietihad
hükümlerinde savab ve doğru olan şöyle denmelidir.
«Mezhebimiz savabdır,
fakat hata olmak ihtimali vardır ve bizim mu* hatiflerimizin mezhebi hatadır,
fakat savab olmak ihtimali vardır.»[219]
İetihad ve müetehidler
hakkında geniş malûmat, bu eserin İkinci cildinde gelecektir. [220]
172 - {33}
Ahmet bin Hanbel ve Ebû Davûdun Muâviye (R.A) den rivayetinde şöyledir:
«Yetmiş ikisi
Cehennemdedir. Bir tâneside Cennettedir. O Cennette olan bir millet de
cemaattır.
— Şüphesiz benim
ümmetim içinde öyleler çıkarki, onlara hevâfarı (Nefsâni arzuları olan
Bid'atlar) her taraflarına sirayet edib yerleşir. Sanki Kuduz Köpeğin sahibini
ısırınca damar ve mafsallardan hiç bir yer kalmadan her tarafına sirayet edip
girdiği gibi»[221]
Bu hadîsi şerifin baş
tarafında yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisinin cehen. nemlik olup, bir tanesi
cennetlik olacağını beyan ederken, o cennetlik olan fırkanın «cemaat» olduğunu
beyan buyurmuştur. Yani cennetlik olan fırka, ilim ve islam esaslarını teşkil
eden ve Peygamber efendimizin izine tabî olan fıkıh (Din ve şeriat) ilmine
bağlı olan cemaat topluluğudur.
Bu cemaatı temsil
edenler, bu vasıflara schib olan kimselerdir, velevki bu esaslara bağlı ehli
sünnet yoluna tabî olan dağ başında tek bir kişi olsun, yine o tek kişi ehli
sünneti temsil eden kimsedir.
Bu hususu Büyüklerden
Süfyânı sevrî (R.A) şu cümleleri ile beyan etmiştir :
«Eğer din ve şeriat
ilmine vakıf olan bir fakıh, tek başına dağın tepesinde olsa, İşte o k,imse
cemaattır.»[222]
Yani dağın başındaki
tek başına duran gerçek ve hakîki alim (İlmi ile amel eden kemal sahibi âlim),
ehli sünnet makamına kâim oiması hasebiyle ehli sünnet velcemaat topluluğunun
temsilcisi ve gerçek cemaat topluluğu o kimsedir.
Şu haide hak ve
hakîkata; îman, ilim ve amelleri uymayan ve fakat dillerinde öyle olduklarını
söyfeyen bir yığın insan topluluğu, cemaat topluluğu
değildirler. Onlar
olsa olsa sapık yolda olan firakı dâlleden olurlar. Zira ehli sünnet velcemaata
bağlı ve o cemaatı temsil edebilmek için, îtikadları, amel ve ahlakları ve her
hareketleri Peygamberimize ve onun yolunu tâkîb eden ashabının yoluna tabî
olması şarttır. İlim ve irfandan yoksun aynı zamanda esâsa dayanmayan bir çok
laf ebeleri ve batıl yığınakları, hiç bir zaman ehli sünnet temsilcisi
olamazlar.
Hatta bâzı kurubların
kuruluşları ve tâkib ettikleri yol ve metodları, tamamen ilâhî hükümler
dışında ve beşerî pirensiblere göre oluyor, bununla beraber kendilerini ehli
sünnet velcemaat yolunda olduklarını savunmaktadırlar. Bunların iddia ve
düşüncelerinin hakîkatla hiç alakası olmadığını iyi anlaya bilmek için hemen
yukarda 171 nolu hadîsi şerifin izahını okumak kifayet eder. Orayı mutlaka
tekrar tekrar okuyalım.
Hadîsi şerifin ikinoi
paragrafında ise peygamber efendimiz, nefsanî arzularına tabî olan Bid'ad
sâhiblerinin tehlike ve fenalıklarını îzah ederken, kuduz bir köpeğin
ısırmasına teşbih buyurmuşlardır. Kuduz köpek kimi ısırır-sa, ısırdığı saatte
hemen o adamı helak edici bir zehir kaplar, eğer hemen kuduz aşısını yapıp
önlenmezse, o adamda kudurur derhal helak olup gider.
Kendi arzu ve
isteklerine şeriatı uydurmaya çalışan Bid'adcılarda bir adama musallat
olurlarsa, o adamın din ve îmanını zehirleyib harab ederler. Doğru yoldan
kaydırırlarsa, o adamacağız kolay kolay onların zehirinden kur tulamaz. Çünkü
nefsin ve şeytanın isteği olan. böyle kötülüklerdir. O da hasıl olunca
kurtulmak çok güçdür.
Peygamberimiz diğer
bir hadîsi şeriflerinde Bid'atcıları şöyle vasıflan-dırmışlardır:[223]
«Bid'at ve uydurmacı
kimseler, cehennem köpekleridirler.» [224]
173 - (34)
İbni Ömer (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüllch (S.A.V)
buyurdu :[225]
«Şüphesiz Allahü teâla
benim ümmetimi -veya Resûlüllah dedi: Ümmeti muhammedi- dalâlet (sapıklık)
üzerine içtimâ etmez. Allanın yardım ve kudreti, cemaat üzerinedir, Bıîr kimse
cemaatdan ayrılırsa, kendisini cehenneme atar.» [226]
Bu hadîsi şerifin
ihtiva ettiği hükümlerde, edillei şer'iyyeden icmâı ümmet üzerine delil
vardır. İcmâı ümmetin hakîkat üzerine ittifak etmesi ise, ashabın ittifakı veya
ashabın yolunu tâkîb eden ehli sünnet İtikadına sahib olan ümmeti icabet
kimseler, dalalet ve sapıklık üzerine ittifak etmezler.
Aslında «ÜMMET»
kelimesinin mâna ve mahiyetini gerçekten ihtiva eden ümmeti muhammed, hiç bir
zaman dalâlet ve küfür üzerine ittifak etmezler. İslam esaslarına âlim ve
vâkıf olan ve şer'î hükümler ile amel eden hak aşıkları olan bir topluluk hiç
bir zaman bâtıl üzere ittifak etmemişlerdir, ve kıyamete kadarda ittifak
etmeyeceklerini mübarek Peygamber sallallâhü-aleyhi vesellem efendimiz
yukardaki sözlerinde buyurmuşlardır.
İslam esaslarına âlim
ve vâkıf olan ümmetin dalâlet ve küfür üzerine ittifak etmeyeceklerini beyan
edib îzah etmekle, bir takım cahil kimselerin veya ilim zırhına bürünmüş ve
fakat islâmın esaslarından hiç haberi olmayan sâdece bir az bir şeyler okuyub
konuşuvermekle kendilerinde ulemâ süsü görenlerin veya başkalarının böyle
câhilleri başlarına gelmekle âlim diye kıymet vermeleri ile kendilerine ulema
süsü verenler, hiç bir zaman ümmetin ittifak ve icmâi kabul edilemez.
Hele islamın haram
kıldığı fırkacılık pirensiblerine bağlı olarak kurulan güruhların ve
toplulukların ittifakları hiç bir zaman icmâı ümmet olamaz. Zira onların
kuruluş pirensibleri, bir topluluk hasıl olurda yetkili icraata sahib
olurlarsa, islâmın esasları ile değil beşerî kanunlarla veya kendilerinin
çıkaracakları beşerî pirensib ve kanunlarla hüküm vermekteler veya vereceklerdir.
O toplulukların kuruluş ve neticede icrâât esasları bu şekilde cereyan
etmektedir.
Hal böyle iken
haramlarla ve hatta belkide küfürlerle' iştigâl eden ve hiç bir zaman islam
esaslarını delil olarak ele alıpda o esaslara göre icrâât yapma yetgisine ve
hatta o ana esasları savunmak dahî suçk abul edilen bir topluluğun ittifak ve
içtimâ etmeleri hiç bir zaman ehli sünnet velcema-at topluluğu olmaz ve hiç bir
zaman bu topluluğa icmâı ümmet denilemez. Denilse denilse, böyle topluluklara
«icmâı dalâlet ve icmâı cinayet» denilebilir.
Hak ve hakîkat üzerine
ittifak eden topluluk üzerine Allâhü teâlanın yar dimi olacağını beyan
sadedinde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurmuştur :
«Allâhın yardım ve
kudreti, cemâat üzerinedir.»
Evet hak teâîanın
yardımı islamın esaslarına inanan müminlere ve onlarla beraber hak yolcularına
dır.
Allâhü teâlada bir
âyeti kerîmesinde şöyle buyurmuştur : «Muhakkak ki biz azîmüşşan,
Peygamberlerimize ve îman eden müminlere hem dünya hayatında ve hem Meleklerin
şâhid olacakları günde (kıyamet de) yardım edeceğiz.» (Mümin sûresi, 51)
Ataların da bir sözü
vardır, «Doğrunun yardımcısı, Allahdır.» Hadîsi şerifde, «Bir kimse, cemaattan
ayrılırsa, kendisini cehenneme atar.» cümlesi üzerinde de bir nebze durmak
gerekir.
Allâhın yardım ve
nusreti hak ve hakîkatta içtimâ eden cemaat üzerinde olması hasebiyle, böyle
bir cemaattan ayrılanların varacağı cehennem ateşidir. Zira ilâhî nusredden
mahrum olanların akibetleri hep öyle olmuştur ve öyle olması da mukadderdir.
Halikı zülcelâl bir
âyetinde şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz ki Allah,
bir topluluğa verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki (birlik ve yardımlaşma gibi)
iyi holi fenalığa çev.irmedikçe bozmaz. Bir topluluğa da Ailah bir kötülük
diledimi, artık onun geri çevrilmesine hiç bir çâre yoktur. O topluluk için
(kendilerine yardım edecek) Allahdan başka fyir yardımcı da yoktur.» (Ra'd
sûresi, II)
Diğer âyeti kerîme
meali şöyledir:
.«(Ey müminler!),
gevşemeyin (dağılıp parçalanmayın), mahzun olmayın, siz eğer (gerçekten) mümin
iseniz (düşmanlarınıza galib ve onlardan) çok üstünsünüzdür.» (Ali İmran, 139)
Evet hak ve hakîkatta
ittifak edib birleşen cemaata hak teâlanın yardımı mutlaka ulaşır ve ilâhî
vadi de öyledir.
Netekim bir ayeti
kerîmede şöyle buyurmuştur;
«Ey müminler! eğer siz
Allâha (Allâhın dînine) yardım ederseniz, o da size yardım eder ve (hazarda,
seferde) sizin ayaklarınızı kaydırmaz.» (Muhammed
sûresi, 7)
Yukardaki âyeti
kerîmelerde belirtildiği üzere, hak yolda birleşilir ve yar-dımlaşılırsa,
Allâhın yardımı da o cemaat üzerinde tecelil eder. Dolaysiyle en iyi yol elde
edilmiş olur. Şayet cemaat topluluk hâlinden aynlırsa veya bir kimse hak yolda
toplanan cemaattan ayrılırsa, işte bu kifeilerin akıbeti hem dünyada ve hem
âhirette. perişanlıktır. Dünyada çeşitli belâ ve musibetlere mübtelâ olurlar,
âhirette de cehennem azabına müstehak olurlar.
Resulü Ekrem efendimiz
de bu hususa işaret ederek cemaattan ayrılan kimsenin, kendisini cehenneme
attığını ifâde buyurmuştur.
Din yolunda içtimâ
etmiş cemattan ayrılanların bir gün mutlaka helak olup azab olunacaklarını
beyan eden ilâhî âyet meali şöyledir :
«Kendilerine (hak
dînin) ilmi geldikten sonra, ayrılığa düşmeleri ise, sırf aralarında hased ve
azgınlıklarından dolayıdır. Eğer Rabbinden tâyin
edilmiş bir vakte
(kıyamete veya ömürlerinin sonuna) kadar azabın gecikmesine dâir bir söz (vadi
ilâhî) geçmiş olmasaydı, aralarında (kâfir olanların veya tefrikaya
dalanların) helak işleri mutfak surette bitîniverir di.»
(Şûra sûresi, 14)
Ataların da bir sözü
vardır: «Sürüden ayrılanı, ktırd yer.» Yine atalar bir sözlerinde de birlikten
ayrılmamayı tavsiye ederek demişler :
«Bir elin nesi ver,
iki elin sesıi var. Birlikten kuvvet doğar.» Saymış olduğumuz bu gerçekleri
okuyan her müslüman .kendisini kontrol etmelidir. Acebâ benim gittiğim yol ve
birleştiğim kişiler, islam cemaatı-mıçJır, yoksa fırka cemaatı jnıdır. İslam
esaslarına mihenkleyib ondan sonra kararını vermelidir. Şayet islam esaslarını
bilemiyor veya mihenkleyecek kudrete sahib değil ise, hemen islam esaslarına
vâkıf aynı zamanda günün fırkalarına ve fırkacılarına kendisini kabdırmamış
kemal -sahibi bir âlime muracat etmesi lazımdır. Zira her kişi ve her âlim hak
ve hakikati gösterme ye muktedir olamaz. Bilhassa günün salgın hastalığı hâline
gelmiş olan fırkacılığa saplanmış olan bilginler, çok ve çok yanılabilirler.
Bu sebebdende doğruyu göstermeyebiiirier. Binâenaleyh her şeyin ehli arandığı
gibi, bu mes'eleninde ehli aranmalıdır. [227]
174 - (35)
Yine ondan (İbni Ömer R.A. den) mervîdir, dedi: Resûlüliah (S.A.V) buyurdu :[228]
«Doğruluk üzerine
toplanmış büyük cemaata tâbi olunuz. Zira cemaat-don ayrılan kimse, kendisini
Cehenneme atan kimsedir.» [229]
Bu hadîsi şerifin
ihtiva ettiği hüküm hakkında hemen yukardaki hadisi şerifin îzah bölümünde bir
nebze beyanda bulunduğumuzu hatırlatırız. Biz burada hadîsi şerifin hükmünde
işaret edilen bir kaç âyeti kerîme mealini nakledeceğiz.
İslam cemâati hâlinde
toplanmayı halikı zülcelal şöyle emir buyurmuştur:
«Dini, elbirliği İle
tatbik ediniz ve ayrılığa düşmeyiniz.!» (Şûra
sûresi, 13)
Yukardaki hadîsi
şerifde beyanediien, «Sevâdülâzam : Doğruluk üzeri ne toplanmış büyük cemaat»
hükmünü ashabı kiram hakkı ile yaşamışlardır. Zira akâid kitablarmda beyan
edildiği üzere, ashabı kiram efendilerimiz, fitneden evvel ve fitneden sonra da
adaletli idiler. Adaletli kimseler ise. el-Def doğruluk üzerine içtimâ ederler.
Her ne kadar bâzı kişilerinde büyük günahlar' görülse de, yine ashabı kiram
adi! idiler ve doğruluk üzere İçtimâ etmişlerdir.
Hulâsai kelam doğruluk
üzerine içtimâ eden büyük cemâat, ashabın yolunu tâkib eden ve ilmi şeriatı
hakkı iie bilip tatbik eden âlim ve kâmil kişilerin meydana getirdiği büyük
cemaattır. Böyle büyük cemaata uymak ve o oemattan ayrılmamak, şayanı tavsiye
olan cemaatın
Kendilerinden
başkalarına müslüman gözüyle bakmayan, kendilerinin ibâdetleri makbul, başkalarının
ibâdetleri sanki makbul değilmiş gibi görüş sâhiblerinin ittifak ve içtimaları
hiç birsûrette ve hiç bir zaman büyük cemaat olamaz. Velevkİ etrafları çok
olsun ve hatta içlerinde görünüşde islam kıyafetine bürünenler olsun, yinede
hak yolda toplanmış cemaat değildirler.
Hak yolda içtimâ eden
cemaatm akidelerinden bâzılarını, Cibril hadîsi diye vasıflandırılan ikinci
hadîsi şerifin îzah bölümünde zikrettiğimizi hatırlatırız.
Şu halde en iyi ve en
doğru yolu ve cemaatı tâkib edib birleşebilmek için, islam esaslarına
îtikadları, amelleri ve sözleri uyduğu takdirde o kimseler büyük cemaat
olmaları hasebiyle uyulmasında sakınca olmayan iyi "e büyük cemaattırlar. [230]
175 - (36}
Enes (R.A) dert mervîdir, dedi: Resûlüliah (S.A.V) bana buyurdu :
«Ey Oğulcuğum! Eğer
sen hiç bir kimseye kalbinde buğu* ve öfken ol' madan sabahlama ve akşamlamaya
kadir olursan İşle.» — Bundan sonra ResûKillah (S.A.V) buyurduk!:[231]
«Ey oğlum! İşte bu
benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi sever-se, beni sevmiştir. Beni seven
kimsede, benimle beraber Cennettedir.» [232]
Resulü Ekrem
efendimizle bizzat yaşayıp ve kendisinin on sene hizme-' tinde bulunan ve manen
oğlu olan Hz. Enes (R.A) ö tavsiye buyurdukları sünnet de, şu âyeti kerîme de
beyan edilen hükümlere işaret vardır :
«Onlardan
(Muhacirlerle ensardan) sonra gelenler, şöyle derler : Ey Rabbimiz! bizi ve
bizden evvel îmanla âhirete göçmüş olan kardeşlerimizi bağışla ve (Dünyada)
îman etmiş (Hayatta) olanlar için kalblerimiz de bir kin bırakma..» (Haşr sûresi, 10)
İnsanların iç ve ruh
hastalıklarından en ızdırablısı, kalblerde kin ve buğz beslemek ve taşımaktır.
İnsanı evinde, işinde, yatağında ve her yerde kendisini rahatsız eden ve
huzurunu kaçıran en büyük ve tehlikeli hastalıklardan birisi olan buğz,
insanın din ve îmanını yıkıp yok edecek derecede tehlikeli zaman ve saatiarı
olabilir.
İşte bu gibi tehlike
ve felâketlerden dolayı Resulü Ekrem efendimiz. Hz. Enese, yapabilirsen akşama
kadar ve sabaha kadar hiç bir ferde buğ-zun olmadığı halde hayatına devam et,
şeklinde nasîhatta bulunmuş olması hemmiyetine binaen buyurulmuştur.
«Geçen ümmetlerden
size sirayet edib geçen hasütlük ve buğz vardır. O (buğz ve hased),
kazıyıcıdır. Duymuş olunuzki, ben kılı kazır demiyorum. Ve fakat a (hastalık)
dîni kazır.»
(Tirmizi)
İşte müminin îmanını
yıkan veya yıkabilecek olan buğz ve hased, kalb hastalıklarının en eşeddi ve en
kötüsüdür. Bu hastalıklar, gözle görülmez, kalbden dışa yaşama zamanında
sızıntı ortaya çıkar. İblisin huzuru ilâhiden kovuluşu, Fir'avnin Musa (A.S.) a
hasımlığı, Adem aleyhisselâmm oğullan arasında cereyan eden fena halin oluşu ve
Ebû Cehilin hasımlıkda zirveye ulaşması ve günümüzde cereyan eden ve bir türlü
önlenemiyen ve giderilmesi sağlanamıyan fırka ve hısımların hasımlıklarının
devamı, hep hased ve ğzun neticesidir. Yoksa böyle bir hastalığa mübtelâ
olunmasa, her ferd ve cemaat biliyor ve iddia ediyorlarki, «birleşelim,
birleşilsin, sevişelim v.s.», fakat bir türîü söz yerine gelmiyor.
İmamı gazali merhum
bir sözünde şöyle buyurmuşlar : «Bütün kin ve düşmanlıkların giderilmesi
umulur. Ancak hasüdlükden lolayı olan düşmanlık'ın tedavisi umulamaz.»
Hısımların,
hasımlıklarının önlenememesi, aynı cins ve meslekden olan-arm hasımlıklarının
bir türlü giderilememesi, komşuların aralarındaki husû-
metin yok edilememesi,
Birbirlerine karşı hased besleyenlerin sevişememe-leri ve bunlara benzer pek
çok yönler ve sebeblerle buğz ve kinin giderile-memesinin bir tek sebebi
vardır. İşte oda yukarda İmamı gazali merhumun buyurdu gibi, «hased : çekememe»
hastalığının bulunmasmdandır.
Hadîsi şerifin son
cümlesinde de, kim, benim sünnetimi severse, beni sevmiş olur, buyurmakla
kendisine ittibâ eden kişinin mutlu ve mübarek kişi olduğunu beyan buyurmuştur. [233]
176 - (37)
Ebi Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resülüllah (S.A.VJ buyurdu :[234]
«Bir kimse, ümmetimin
fesad olduğu zaman, benim sünnetime sarıhrsa, işte o kimse için, yüz şehıid
ecri vardır.» [235]
Bu mübarek hadîsi
nebevide de sünnetin öldürülüb Btd'atın-diriltildiği ve fesatlıkların kol
gezdiği bir zamanda. Peygamber efendimizin sünnetlerini harfi harfine yapmaya
çalışır ve hatta kınanıp ayıplansa dahî sünneti rahatlıkla ve gönül hoşluğu
ile işleyen kimsenin çok büyük ecre nail olacağı beyan buyurulmuştur.
Harb meydanlarında din
için, vatan ve millet için savaşırken Allah yolunda şehit olan'şehidlerden yüz
adedinin ecrini, evinde, dükkanında, tarlasında ve her nere de olursa,
sünnetleri işleyip ihya eden kimse alacaktır. Zira cehaletin kol gezdiği ve
haramların çekinmeden işlendiği, farzların ise ayıplandığı veya yapdırmanın
yasaklandığı yerlerde hiç aldırmadan dîni mü-bînin hükümlerini işler ve yapmak
için en ciddi gayreti sarfederse, işte bu kişi, nefsine hâkimiyyetinî sağlamış
büyük cihâdın yiğit kahramanıdır.
Elbette böyle adam,
Cebhedeki savaşda şehid olan şehidin yüz adedinin ecrini alır. Şu halde bir
dâire amiri, maiyyetindeküere; «namazı kılmayın, vazife mukoddesdir. Sizin
günahınızı ben yüklenirim. Siz şu işi görürseniz, bu namazdan efdaldır,
gibi..» ifâdelerle Aiiâhın emri olan beş vakit namazı kıldırmayacak olursa,
işte burada en iyi ve ciddi hareket, «senin kendi günahın sana yeter artar, hiç
bir kimse diğerinin günahını çekmeye mecbur değildir ve aynı zamanda her koyun
kendi bacağından asılır. Evet sen ken-
di günahınla beraber
bize engel olma ve kötülüğe teşvik etme cezasını da ayrıca çekeceksin. Ülüİemre
itaat, doğru ve iyi olan emirlerdedir. Haram ve günah olan emirlerde itaat
edilmez. Çünkü sende Allâhın yarattığı bir varlıksın. Allâhın emirleri senin
emrin üzerine takdim.edilir. Zira Allâhü teala âmirlerin âmiri ve hâkimlerin
hakimi mutlakıdır.
Öyle oluncada senin
emrin onun emrine muhalefet ederse, senin emrin terk edilir. Hakimlerin hâkimi
ve âmirlerin âmiri olan Allâhın emrine itaat edilir. Sen bugün var yarın
yoksun. Fânisin ve fakat Allâhü teâla dâim ve-bakidir.» gibi cümlelerle cevab
vermek gerekir.
İşte bizim bu kısa
misalleme ve açıklama yapmaya çalıştığımız hayat meselelerinden bir tanesidir.
Müslüman kardeşlerimiz bu gibi misâlları çoğaltıp aynı şekilde ınîamaya ve
anlatmaya çalışırlar. Sonra da çalışdıklan-nın ecrini kat kat a:,rlcr.
Bu cümleleri CKudukdan
sonra yukardaki hadîsi şerifi tekrar bir daha okumalarını her okuyucu
kardeşimize tavsiye ederiz.
Fesatlık yaparak her
hangi bir âmirin memuruna, ağanın işçisine, babanın oğluna, komutanın askerine
ve emsali idarecilerin maiyyetlerindeki kimselere; «Cuma namazını kılma, ne
günahı varsa ben çekeyim, demeleleri, keza beş vakit namaz, zekat, oruç, hac
ve diğer iyi amelleride yapma onların vebâllarını ben yüklenirim, sen şu
vazifeleri yap onların hesabını ve sorulduğunda cevabını ben veririm, gibi..»
cümleleri müslüman söylemez, böyle sözleri va deli olanlar söyler veya gayri
müslimier söyler.
Hatta bâzı beyinsiz
fasıklar, «gel canım bir âlem yapalım, içelim, kadın oynatalım, zina yapalım,
kumar oynayalım, çaialım çağıralım, dövelim öldürelim ve saire...» haramları
teklif ve tahrik eder, arkasındanda, «canım bunlardan çekinme onların günahını
bana yüklet ben çekerim. Korkma ben onların hepsine cevab vermeyi üzerime
alıyorum, böyle şeylerle zevklenmeyen kimseyide adamdanmı sayıyorsun, gel sen
yaşamaya bak... gibi.» haramları işletmeye teşvik eden veya işletmeye çalışan
ve işleden kimselerin söyledikleri lakırdılar ve bu sözlere benzeyen sözleri
ancak Allâha ve âhrret gününe inanmamış kâfir ve zâlimler söyleyebilirler.
Netekim bir âyeti
kerîmede halikı zülcelal şöyle buyurmuştur : ,
«Kâfirler, îman eden
müminlere şöyte dediler (keza hâla da derler} : Bizim yolumuza (Putlarımıza,
isyan ve kötülüklerimize) uyun da sizin günahlarınızı biz yüklenelim. Halbuki
oniar (kâfirier), bunların (müminlerin) günah larından hiç bir şey yüklenici
değillerdir. Şüphesiz ki onlar (kâfirler), sözlerinde yalancı kimselerdir,
— Muhakkak ki onlar
(kâfirler), kendi günahlarını ve o günahlarla beraber daha bir cok
(sapdırdıkları kimselerin) günahlarını onların günahları ek-
silmeden aynısını
yüklenecekler ve muhakkak ki, (Allâha) iftara ettikleri şeylerden kıyamet günü
sorumlu tutulacaklardır.» (Ankebût
sûresi, 12-13)
İşte bu gerçekleri
okuyan her akıllı müslüman, Kendilerini en ağır yük ve çirk altında bulunduran
ve kendi günahını çekmekden aciz kalan veya aciz kalacak olan bir kâfire veya
kâfirleri takiid eden bir zalim, hâin ve fâsık kimsenin sözüne aldanmaz ve o
kötü sözü söyleyen zavallıya, «sen kendin! kurtarmakdan aciz bir fasık ve
zalimsin. Eğer iyi bir adam olsaydın bu yap-dıklanndan çekinir uzak olur hem
dünyada paranı ve malını böyie haram olan şeylere sarf etmez, çoluğuna ve
çocuğuna sarf eder onları güldürür ve yaratan halika karşı vazifeni yapar isyan
etmezdin. Sen cehennem odunusun kendine oraya beraber gitmek için yoldaş arayan
bir beyinsiz gibi...» cümlelerle cevablandırır ve onu ıslah etmek için gayret sarfeder.
Cenabu hak, ümmetin
böyle fesat olduğu zaman da ve bilhassa günümüzdeki fasitlerin içinde,
kendisini koruyan kimselerden olmamızı hem bize ve hem neslimize nasib etsin.
Amin. [236]
177- (38)
Câbir (R.A) den mervîdir, Resûiülfah Sailallâhü Aleyhi ve-sellemden rivayet
edildiğine göre, Ömer (R.A) ResûlüHah (S.A.V) e geldi de-diki : Biz,
yahûdîlerden bizi teaccübe düşüren sözler işitiyoruz, bu sözlerin bâzılarını
yazmamızı uygun görürmüsün?
— Bunun üzerine
ResûlüHah (S.A.V) buyurdu : Yahudi ve Hıristiyanların hayretleri gibi
Siz (dininizde)
hayretmi edicilersiniz?! Elbet ben size açık bir şekilde nur gibi bembeyaz
hükümlerle geldim[237].
Eğer Mûsâ (AS) diri olmuş olsaydı, onunda benden başkasına tabî olması olmaz,
ancak bana tabî olurdu.» [238]
Hadîsi şerifin baş
tarafında geçtiği üzere, Hz. Ömer (R.A), bâzı Yahudilerin «Benî israil
hikâyeleri» diye vasıflandırılan hikâyelerini duyunca doğ.
ru veya eğriliği
hususunda şüpheye dalıyor ve böyle şüphe ve teaccubun-dan dolayı da Resülüllah
sallallâhü aleyhi vesellem efendimizden soruyor. Fakat Resulü Ekrem efendimiz
çok kesin ve açık bir ifâde ile yasaklayıp ayıplayarak buyuruyor: «Yahudi ve
Hıristiyanların hayretleri! (tefrikaya ve ba tılİara dalmaları) gibi siz de
(dîniniz de) hayretmi edicilersiniz.»
Resulü Ekrem
efendimizin bu cümlelerinde kitablarını bıraktpda Ruhban ve^apazlarının
fikirlerine uyan yahûdî ve Hırıstıyanlara uyulmaması ve onların
hareketlerinden son dereoe kaçınılmasını tavsiye buyurmaktadır.
Bu mübarek cümlelerde
şu mealdâki âyeti kerîmelere işaret vardır :
«Onlar (Yahûdî ve
Hıristiyanlar), âlimlerini ve Rahiblerini Ailahdan başka Rablar edindiler..» (Tevbe
sûresi, 31)
Diğer âyeti kerimede
de şöyle buyurulmuştur.
«(Eymüminler!)
Kendilerine apaçık deliller ve âyetler geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa
düşen Yahûdî ve Hıristiyanlar gibi olmayınız. İşte onlar için çok büyük bir
azab vardır.» (Ali İmrân sûresi, 105}
İşte bu âyeti
kerîmelerde de belirtildiği üzere Yahûdî ve Hıristiyanların sapıtmalarına
başlıca sebebler, kendi nefislerine ve şeytanın arzusuna uygun olarak bir
takım uydurma ve yalan hikâyeler ve hükümler çıkararak hak ve hakikati beyan
eden kitablarını ve peygamberlerinin buyruklarını bırakmaları i!e ayrı ayrı
fırkalara bölünmüşlerdir ve her fırkada kendilerinin doğru yolda olduklarını
savunurlardı. Aynı zamanda o fırkacıların fırkalarında devam etmelerine de
onlarca âlim tanınan kişilerde bu işlerin yöneticileri oluyorlardı.
Şu halde daha evvel
geçen hadîsi şeriflerde açıklamış olduğumuz fırâ-kı dâlleden olan yetmiş iki
(72) fırkanın da yine bir yöneticileri ve savunucuları vardır. Bunların bu
şekilde oluşları geçmişdeki hak yolu bırakıp batıl yollan ihdas eden Yahudi ve
Hırıstıyanları taklid etmekden başka bir şey değildir. Bu sebeble de Rasûlüllah
sailailâhü aleyhi ve sellem efendimiz, Hz. Ömeri uyarıb dikkat çekiyor ve
onların yoluna düşebileceği hususu belirtiyor.
Gerçekler böyle beyan
edilmesine rağmen, günümüzde şiddetle ve çok hızlı bir şekilde fırkacılığa
dalanlar vardır ve sanki helal ve iyi bir iş yapılıyormuş gibi, savunuluyor.
Ağızlarda «islam» kelimesi vardır. Hareket, icraat ve bir çok sözler hiç de
islâmî değil, tamamen fırkacıların tâkîb edib işledikleri yollardır, Aynı
zamanda tuttukları bu fırkacılığı tasvib etmeyen veya :enkid edib îkazda
bulunmak isteyenleri, en ağır kelimelerle itham edip suçlayanlar. Daha ileri
gidip küfürle mukabelede bulunanlarda oluyor.
Zavallılar, din ve
îmanın esâsını bilemeyince önlerine düşen muhteris nsanların kurbanları
oluyorlar ve böylece dinlerini tahrif
tebdil ve tağyir ederek
batılları savunan Yahûdî ve Hıristiyanlar! taklid ettiklerinin farkında
değildir.
Günümüz de dahi.
Dinlerinin haram kıldığ; bir çok hükümleri yeni yeni fetvalarla değiştiren papazlar
görülmüştür. Meselâ, Homoseksüel denilene, «LİVATA» yi ingiltere de bâzı
papazlar fetva vererek helal diyebilmiştir. Bunlar kâfirlerin tuttukları
yoldur. Müslüman böyle haram ve hatta küfür yollara sapmaması lazımdır. Aksi
takdirde Allah muhafaza kâfir olur.
Resülüllah sallallâhü
aleyhi vesellem efendimiz mübarek sözünün devamında şu :
«Eğer Musa (A.S.),
diri clmuş olsaydı, onunda benden başkasına tâbi olması olmaz, ancak bana tabî
olurdu.» cümlesinde de şu âyeti kerimelere işaret vardır:
«Muhammed
(Aleyhisselâm, Zeyd gibi) erkeklerinizden hiç birimin babası değildir, fakat o
(Muhammed aleyhisselam), Allanın Resulü ve Peyğam herlerin sonuncusudur. Allah
her şeyi bilendir.» (Ahzab sûresi, 40)
Evet âyeti kerîmede de
belirtildiği üzere Resulü Ekrem efendimiz. Peygamberlerin en son gelenidir. Ve
bir daha peygamber gelmeyecektir. Ondan sonra gelenler kim olursa olsun, ona
ve onun şeriatına tâbi olacaktır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi, Musa
aleyhisselamda gelse, oda Peygamber efendimize tabî olacaktır. Nitekim Son
zamanda Hz. İsa aleyhisselam yer yüzüne indiğinde oda Peygamber efendimizin
getirmiş olduğu şeriat hükümleri ile hükmedecektir. Daha yukardaki hadîsi
şeriflerin îzah kısmında naklettiğimiz gibi, Ancak cizyeyi kaldıracaktır.
İslamdan başka hiç bir şeyi kabul etmeyecektir.
Peygamberler
ahidlerine vefalı kimselerdir. Daha evvel verilen sözleri harfiyyen yerine
getirirler. Netekim bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur :
«Allah, vaktiyle
Peygamberlerin mîsâkını (bağlılık sözünü) şöyle almıştı : Celâlim hakkı için,
size kitab ve hikmetten verdim. Sonra sıîze, beraberi-nizdekini tasdik eden bir
Peygamber geldiğinde mutlaka ona îman edeceksiniz ve muhakkak ona yardımda
bulunacaksınız. Bunu ikrar ettinizmi ve bu ağır ahdimi üzerinize alıp kabul
ettiniz mi?, buyurdu. Onlar da (Peygamberler de) : ikrar ettik, dediler. Allah
da şöyle buyurdu : Öyle ise, birbirinize karşı şahid olunuz ve bende sizinle
beraber şâhidlerdenim.» (Ali
İmran sûresi, G!J
Yukardaki hadîsi
şerifi açıklamaya çalıştığımız üzere, şu anda en doğru ve en iyi gidilip tâbi
olunacak tek yol Kur'an ve sünnet yoludur. İcma', ümmetle kıyası fukaha da,
esas İtibariyle kitab ve sünneti açıklayıcı bireı delil ve yollardır.
Binaenaleyh bütün yollar ve ameller, islâma dayanmalıdır ki, mükemmel olan
doğruluğa kavuşmuş olsun.
Tâkib edilen yollar
islamdan ve Peygamber yolundan başka yol olursa, o yol çıkmaz sokak
menzilindedir. Sonu perişanlıktır, arzu edilen hedefe varılamaz ve hatta eğri
olması hasebiyle pek çok tehlikeli uçurumlara da götürebilir.
Bu sebeble dinden ve
din yolundan ayrılan bütün milletler ve devletler, payidar olmamıştır. Dinsiz
millet yaşayamamıştır. Cok geçmeden yıkılmışlardır. Hatta islam esaslarına
bağlı olduklarını beyan eden ve fakat tatbik ve İcraatları İslama ters düşen
pek çok sahte görünüşlü millet ve devletlerde, yıkılıp perişan olmuşlardır.
Bütün beşeriyyetin
kurtuluşu. Tek yol islam'a ve tek lider Hz. Peygamber efendimize tabî
olmaktadır. Huzur, sükûn, ağız tadı ve her çeşit hayati kalkınmaların refahı,
beşeriyyetin tek önder ve lideri olan Hz. Peygamberin izindedir. [239]
178 - (39)
Ebî Saîd Elhudri (R.A} den mervîdir, dedi: Resûlüfiah (SAV) buyurdu :
«Bir kimse, tîybı yer,
sünnetle amel eder ve insanlar onun mihnet ve meşakkatinden emin olursa, Cennete
girer.»
— Bunun üzerine bir adam dedi : Ya
Resûlüllah! Şüphesiz bu şekil (tîyb
yeme, sünnetle amel etme ve insanların o kimsenin fitnesinden eminli-ği) bugün
insanlar içinde pek çoktur?[240]
— Resûlüllah (SAV) buyurdu :
«Benden sonra gelen
senelerde olur.» [241]
Hadîsi şerifde beyan
edilen tîyb lokma yemek, sünnetle amel etmek ve insanların fitne ve belaya
uğratılmaması hükümlerini kısa tarif ederek açıklamaya çalışalım.
a) Tiyb,
halaldan daha üstün nimettir ki, kazanç esnasında mâsiyet ve günahla ilgili hiç
bir kabahat işlenmeden ve ibâdetler de en güzel kemali
bulundurarak îfa eden
kişinin kazandığı şeydir. İşte bundan yemek çok güzel ve iyi bir nimettir.
Semtine haram ve
şüpheli olma kokusu dahi uğramayan ve verâ sahibinin kazandığı böyle nimetler,
hemen hemen çok güç ve yok denecek kadar zordur. Zira günümüzde Tîyb değil
helal kazanmak dahi meseledir. Adam namaz kılmaz, yahud kendisi kılar oğlu kızı
veya ailesi namaz kılmaz. Yalan söyleyen, hiyle yapan, faiz ile muamelede
yüzen, cemaatla namaza bi hakkın riayet etmeyen ve daha saymakla bitmeyecek
derece de harama yak' laşan işlerle meşkul olan bir cemaat ve cemiyetin
kazancı, elbette tîyb olamaz. Çünkü helal olmayan bir nimet asla tîyb olamaz.
Hadîsi şerifde Tîyb
yemeyi, ameli sâlihden evvel zikretmekte ki hikmet ise, Tîyb lokmayı yemeden
ameli sâlih olamıyacağı içindir ve bu hükmün böyle olduğunu beyan eden şu âyeti
kerîmeye işaret vardır :
«Ey Resuller! Tiyb
şeylerden yiyiniz ve sâiih amel işleyiniz.» (Müminun sûresi, 51)
b) Ameli sâlih, yani işlenen her amel ve
söylenen her söz, şer'i şerifin hükümlerine muvafık olan şeydir. Ameli sâlihin
görülebilmesi, temiz ve helal lokmayı yemeye ve yapılacak amelden evvel
bedenî, ruhîye cismî kabilden olan her türlü temizliğe riayet edilmesi ve
yapılan amelin şartlürına hakkı
ile bağlı kalınması da şarttır.
c) Keza bir kimsedende insanlar salim ve emin
olarak yaşamalı, o kimsenin hiç bir kimseye zulmü, iftirası, eziyet ve fitnesi
dokunmaması lazımdır.
İşte bu üç hal bir
kimsede bulunursa, varacağı yer doğrudan doğruya cennettir. Şayet Tîyb yemez,
ameli salihde bulunmaz ve insanlarda o kimsenin zulüm ve fitnesinden
kurtulmazsa, işte bu adamcağız cennetten uzak, cehenneme müstehak olur.
Hadîsi şerifin son
kısmında yukardaki üç hâlin bulunmadığını beyan eden ashabı kirâme Hz. Resul
şöyle buyuruyor: «Benden sonra gelen senelerde olur.»
Resulü Ekrem
efendimizin bu mübarek sözü de çok evvel görülmüş ve günümüzde artık son hızına
ulaşmıştır. Zira pek çok kimseler, yediklerine heialdan haramdan hiç dikkat
etmemekteler, kazançlarını daha cok haramdan kazanmaktalar, namaz ve abdeste
riayet etmeden kazananlar ise, pek çoktur. İşte böyle kazançlar, değil Tiyb,
helâl bile olmaz.
Keza ameli sâlih ve
insanlara eziyet ve zararları tokunmadan hayat geçirenler de azınlığı teşkil
etmektedir. İşte bu hallerin böyle olacağını söyleyen peygamber efendimizin
mucizesini görüyoruz. [242]
179 - (40)
EbîHureyre (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Ey ashabım!
Muhakkakı* siz, şerefli ve dinin ari2 olduğu bir zamandasınız. Sizden bir
kimse, emroiunduğu şeyin onda bîrini terk ederse, helak olur.[243]
— Sizden sonra bîr
zaman geiirki, o zamandaki insanlardan (müminlerden) bir kimse, emrolunduğunun
onda birini işlerse, necat bulur.» [244]
Hadîsi şerifde
belirtildiği üzere, islâmın şaşaa ve debdebe ile yaşandığı ashab devrinde ilâhî
emirlerden- onda birini bir sahâbî terk edcek olursa veya ilâhî nehiylerden
onda birini işleyecek olursa, o kimsenin helak olacağını Allanın resulü
buyuruyor.
«Üzüm üzüme baka baka
kararır» kabîlinden bütün ferd islârru tatbikle meşkul iken onların içinden bir
kişinin çıkıpda tersini işlemesi, elbette çok ve çok ayıb ve günah olur. Günah
oluncada cehennemi boylamak mukadder olur.
Keza islamıi";
sahabe devrinden sonraki zamanlarda ki, bizim zamanlarımızda, bir müslüman
ilâhî emirlerden on emirden bir emri Üâhiyİ işlerse ve on nehyi ilâhîden bir
nehyi ilâhîden kaçınırsa, işte o kimsedt. felah ve necatdadtr. Allâhm resûîü bu
mübarek cümlelerinde müjdeleyici bir hüküm beyan buyurmuştur. Zira insan
hayatını kontrol eder bakarsa, bu hâli bulmak güç olmaz inşallah, Şayet bir
kişi bu ruhsat ve müjdeden de ileri giderek bütün emri ilâhîleri yapmaya
çalışır ve yasaklcrdan kaçınırsa, işte o kimse nurun alâ r\ür kabîlinden çok ve
çok mutlu kimsedir. Allahdan umud kesilmez. Böyle kolay ve hoş müjdeler
müminler için büyük bir nimettir.
Ey mümin kardeşim!
Kendini ve yakınlarını bu hükümlere göre iyi kontrol et, şayet islâmın on
emrinden bir eminni ve on nehyinden bir nohyini nazara alıpdo emirleri yapıyor
vq nehiylerdende kaçınıyorsa, bu hale çok çok şükür et, Şükür ette 2za
şükredince çok nîmete kavuş.
Cenabu hak bir ayeti
kerîme de şöyle buyurmuştur : «Andolsun, eğer şükrederseniz, elbette size
nimetimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun, gerçekten
azabım çok şiddetlidir.» (İbrahim
sûresi, 7)
Ayeti kerîmede de
belirtildiği gibi, aza şükredersek çoğuna kavuşuruz. Şayet aza şükretmez,
kendimizdeki az çok bir islam yaşantısına ve Allah korkusuna şükretmez isek,
yerli perişan oluruz. Hem kendimiz yoldan çıkarız ve hemde evladlarımız yoldan
çıkar ve nankörlük efcniş olduğumuzdan o devlet elimizden gider. Ayrıca
ahirette şiddetli azaba müstehak oluruz.
Bu kısa açıklamadan
sonra yukardaki hadîsi şerifin cümlelerini tekrar tekrar okuyalım ve üzerinde
ciddi bir şekilde düşünelim. Düşünelim ki, yanıldığımız tarafları anlamaya
çalışalım. Cenabu hak dâima doğruyu ve hakkı görenlerden kılsın. Amîn. [245]
180- (41)
Ebı Umâme (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurduki : .
«Bir kavm (bir oemaat)
hidâyete eriştikden sonra sapıtmaz ancak cedel (kavga - çekişme) yaparlarsa,
sapıtıp dalâlet* giderler.»
— Sonra Resûlüllah
sallallahü aleyhi vesellem şu meâldaki âyeti oku du:[246]
«(Hobibim!) bunu sana
sâdece bir mücâdele olarak misal veriyorlar. Aslında onlar çok çekişken bir
kavm {millet) dir.» (Zuhruf sûresi, 58) [247]
Râvî Ümâme (R.A),
hakkında gerekii malumat, yukarda geçmiştir.
Hadîsi şerifde bir
millet ve cemaatın helak olmasına sebeb olan cidal ye kavganın fenalığı heyan
buyurulmuştur ve aynı zcmanda ilâhî hükmün kesin beyânını da okuyan Resulü
Ekrem efendimiz, cidal \e kavgadan kaçınmayı tavsiye buyurmuştur.
Cidal yapan kavmin
helak olduğunu veya helak olacağını beyan eden âyeti kerîmenin geliş sebebi
şöyledir:
Resûlüllah salallâhü
aleyhi vesellem efendimiz. Melekleri ilah tanıyıp tapınan müşrikelere tapdıklan
putları ve kendileri cehennemde olduklarını beyan buyurunca, müşrikler,
kendilerinden evvei geçen Hıristiyanların Isr ,A.S) ı ilah tanımalarını deli!
getirerek /öyle demiş olduklarını cenâbu hak naklediyor: «Bizim ilahlarımız
(Melekler) mi daha hayırlı, yoksa o (Mer-yemin oğlu İsâ) mı?» (Zuhruf sûresi, 58)
İlâhî hükümler
karşısına dikilip putlarını savunan müşrikler, görüldüğü üzere hasımca
davranarak hakkın karşısında dikilip cidal ediyorlar. Binaenaleyh her hangi
bir kimse veya cemaat da Kur'anı kerimde açık ve kesin olcrk beyan edilen
hükümler veya bir tek hüküm karşısında, «Ben bunu kabul etmem. Çünkü benim
mantığıma uygun değildir. Eğer faizle iş yap-masak batarız. Memleket faizle
kalkmıyor, bu zamanda örtünmek ve öcü gibi elbiselere bürünmek olamaz. Çünkü
hürriyysti kısmak ve yok etmek vardır. Namaz sipordan ibarettir ben o siporu
zaman zaman yaparım. Binaenaleyh" namaza lüzum yoktur, Zina anlaşma, ile
olduğundan neden haram olsun ve şarabın üzümünü, pekmezini yeyipde ondan hasıl
olan şarabın hararnlığı mantık dışı bir şeydir gibi» kesin âyetler karşısında
fel şefe yapıp cidal yapanlar, müşrikleri taklid eden dinsiz, İmansız kâfiri bil-lah
olan kimselerdir.
Evet Kur'anda
'.iaramlığı kesin ve kat'î olan hükümlere ve yapılması mutlak farz olarak beyan
edilen emirlere karşı dikelip kendi nefsinin ve şeytanın iğvasi ile bir takım
felsefe ve akıllılık taslayanlar, müşriklerin yollarını tökib eden cehennem
odunu ve iblisin insan neslinden, insanlar ve bil-Massa müminier için en
zararlı mahluklardır. Böyle adamlarla münakaşa ve münazara yapmak, hiç doğru
değildir. İnsanı günaha sokmaktan başka bir şeye yarumaz ve belkide Ooğru
yofdcn eğri ve küfür yoluna sapıtmak için en tehlikeli hal olabilir. Bu
sebebrten bu adamlardan kaçınmak, en salim ve en doğru yoldur.
Günümüzde de pek çok
sivri akıliı ve isfam düşmanlığı her cihetten açık olan zâlim ve hâinler,
ortaca kol gezmektedir. Öylelerle karşılaşınca Kur'ana inanıb inanmadıkları
sorulmalı ve Peygamber efendimize bağlı olup olmadıkları da sorulduktan sonra,
kitab ve sünnete bağlı ve imanlı olduklarını söyledikleri takdirde, böylelere
cevabı bilenler, en iyi ve güzel şekilde ikna edib yolunu düzeltmelidirler.
Eğer zavallı halde konuşan kimseleri ikna edecek biigiye sahib olamıyanlar
karşılaşırlarda, onların susmaları ve o adamları hemen İyi bilen ehil ve ilmi
ile âmil olan bir âlime götürüb aydınlatmak en iyi yoldur.
Esasen hak ve hakîkata
inanan müslüman, her hangi bir islâmî hüküm, de şüpheye düşer veya iyi
anlayamaz ise, hemen ehli olan bir âlime müracaat etmesi lâzımdır.
Anlayamadığı hükümler karşısında indî fikirlerde itiraz etmesi veya tevile
yeltenerek nefsânî arzularına göre îzaha kalkışması büyük hata vç vebal olur. [248]
181 - (42)
Enes bin Mâlik (R.A) den mervîdir, elbet Rasûlüliah sal-
lallâhü aleyhi
vesellem diyorduk,! :
«(Dininizde) nefsiniz
üzerine (bir amel ve işi ağır teklif edip yükleyerek) şiddetlendirmeyiniz. Bu
takdirde Allahda şiddetlendirir. Çünkü gecmişde bir kavm (cemaat ve millet)
kendilerine şiddetlendirdiler, Allah (C.C) da onlara şiddetlendirdi. İşte
Hıristiyanların kiliseden, yan udilerinde hauradan başka yerlerde ibâdet
yapılamaması, o şiddetin bakiyestdir. (Nete ki m cenabı hak âyetinde şöyle
buyurmuştur:)[249]
«Birde Rehbâniyyetki,
bunu onlar (Hıristiyanlar) îcad ettJler, biz onu, üzerlerine farz
kitmamıştık.»)
(Hadid sûresi, 27) [250]
Hadisi şerifin İlk cümlelerinde
dinimizin esasları olan ibâdetlerimizde, nefsimizin tehâmmül ve îfası çok güç
olan veya bir zaman yapılıp diğer zamanlarda yapılamıyacak veya nefsin isyan
ve inkarı ile yapılmayacak hale gelebilecek olan mecburî ve farz olmayan nafile
ibâdetler yüklenmekten kaçınmamızı tavsiye buyuruyor.
Meselâ : Meşakkatli ve
güç olan amellerden «savmı dehr - senenin bütün gününü oruç tutmakla» ve
gecenin tamamını ihya etmekle yükümlenip kendisine hayatı boyunca vazife
edinmek, insanın hakkı ile devamlı olarak yapması çok zor ve güç olan bir
ameldir.
Müminin tahammül edip
îfa edebileceği beş vakit namazın emir bu-yuruluşu ve senenin bir ayında
Ramazan orucunu tutmakla mükellef olun-
makda hikmet gayet
açıkdir. Hatta ayakda namaz kılamıyacak kimselerin cîurdukları ve hatta
yattıkları halde namazlarını kılabilecekleri, aynı zamanda sefere çıkan
kimselerden namazlarını kısaltma hususiyeti ile oruçlarını yeyip evlerine veya
ikâmet ettikleri mekânlarına gefince kaza edebilecek-Irİni ve hatta hasta olan
kimselerinde namaz ve oruç meselelerindeki kolaylıklarda açık bir şekilde
beyan edilmiştir. Keza unutup orucunu yiyen kimsenin ihtiyar olması halinde
karnını doyuruncaya -kadar ikaz etmeyip durmayı tavsiye eden şeriat, olduğu
gibi kolaylıklar beyan eder.
Cenâbu hak bu
hükümlerin kolaylığını şu âyeti kerimede beyan buyurmuştur :
«Yer ytüzünde sefere
çıktığınız zaman, kâfirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız (farz
namazlarının) dört rekûtlı namazdan kısaltmanızda üzerinize bir günah yoktur.»
(Nisa sûresi, 101.) Oruçla ilgili hükümde şu âyeti kerimede buyurulmuştur: «Kim
hasta olur veya seferde bulunursa, oruç tutmadığı günler sayısınca sıhhat ve
ikâmet halinde iken orucunu kaza etsin. Allah (Bu hükmün böyle yapılmasını
beyan buyurmakla) size kcîaylık diler, Size güçlük dilemez.» (Bakara sûresi,
185)
ResûlüIIah Sallallâhü
aleyhi vesellem efendimiz, «Nefsiniz üzerine (Farz olmayan ve tahammülü güç
olan bir amel ve işi) yükleyerek şiddetlendirmeyiniz.» Cümleleri ile yukardaki
âyeti kerimelerdeki hükümlere ve bu âyetlere mümasil hakikatlara işaret
buyurmaktadır.
Esasen amellerin en
afdal ve hayırlısı, devamlı olanıdır. Bir amelki, işlenmesi devamlı yapılamaz
veya yapılması bir çok sıkıntı ve hatta sonunda şikâyet veya terk etmek
zarureti olur ve o amelide devamlı yapmak üzere başlanırsa, işte bu amel,
makbul bir amel olamaz. Çünkü ileriki gün ve zamanlarda terk etmek hâli
olabilecektir.
Nitekim bir âyeti
kerimede şöyle buyurulmuştur:
«Ey Müminler! Allâha
itaat ediniz ve Resule de itaat ediniz ve (Küfür, nifak ve amellerde riya gibi
şeylerle) Amellerinizi iptal etmeyiniz.» (Muhammed
Sûresi, 33)
Evet amelin en iyisi,
dünyadan veda edinceye kadar devamlı işlenenidir. Onun için müminin farz olan
ibâdetlerin dışında tahammül edip devam edebileceği ameller, fıkıh kitaplarımız
da beyan buyurulmuştur.
Hal böyle iken bir
kimse, senede bir defa dahj Kur'anı kerimi hatmetmez ise, işte bu adamcağız
gönlü kararmış, basireti kapanmış ve ruhu manen ölmüş demektir. En Efdal zikir
ve en güzel kelâm, Allah kelâmını oku-makdır. Bu değer ve faziletten uzak olan
adam, AMahdan uzak olan adamdır.
Yine br kimsede
gençliğine, dinçliğine güvenerek Kur'am Kerimi haftada veya üç gün de ve hatta
bir günde hatim etmek azmi ve kararı ile amele başlarsa, ilerde çeşidli
nedenlerle bu ameli terk etmek veya bu amelden şikâyet etmek durumuna
düşebileceğinden böyle sıkıntılı yükden kaçınarak hayat boyunca tahammül
edebilecek normal şekil ile amel etmek ve öylece devam etmek en iyisi ve en
doğrusudur.
Keza bâzı kimselerin
kadınlardan uzak olup evlenmemeyi, devamlı et yememeyi, devamlı konuşmamayı ve
emsali amelleri nezredip yemin ederek yapmak azminde bulunmalanda ilâhi
emirlere ve mubah olup sünnet olan amellere karşı işlenen ve insanların
nefislerine şiddet yükleyerek zorla kendilerini sıkıntı ve felâketin altına
atan zavallılardır.
Dinimiz kolaylık ve
huzur dinidir. Hiç bir nefse tahammül edemiyeceği şeyi yüklemez. Fakire zekât
ve hac farz değifdir. Suyu bulamıyan veya kuijanmıya kudreti olmayan kimseye
teyemmümle temizlenerek abdest ve gusul yapabileceği beyan buyurulmuştur.
Ayaklara giyilen mestler, özürlü kimselerin kendilerine verilen ruhsatlar ve
daha pek çok hükümlerin en güzel ve kolay şekilleri hem Kur'anı kerimde hem
hadisi şeriflerde ve hem islam hukukunun hükümlerini en geniş şeküde îzah eden
«Fıkıh» kitaplarında zikredilmiştir.
" Hiç bir nefse ve şahsa tahammül
edemiyeceğini halikı zülcelal yüklemediğini ve yüklemiyeceğini şu âyetinde
beyan buyurmuştur.
«Allah, bir nefse (bir
şahsa), ancak gücü yettiği kadar teklif eder.»(Bakara sûresi, 286)
Diğer âyeti kerimede
şöyle buyurulmuştur:
«Allah, (din ve şeriat
hükümlerinde) sizden ağır teklifleri hafifletmek ister ve insan (her yönden)
zaif yaratılmıştır.» (Nisa sûresi, 28)
Diğer âyeti kerime
meali:
«Allah, (dininde) size
hiç bir güçlük dilemez.» {Mâide sûresi, 6}
Başka âyeti kerimedede
şöyle buyurulmuştur:
«Allah yolunda (Emri
ilâhiyi tebliğ ve îfa hususunda ve nehyi ilahiyden kaçınmak ve men etmek
uğrunda) gerektiği şekilde hakkı ile cihad ediniz. Allah dinini galip ve üstün
kılmak için (Ey ümmeti Muhammed) sizi seçti ve dinîn hükümlerinde üzerinize bir
güçlük yüklemedi.» (Hac sûresi, 78)
Evet geçen ümmetteki
güçlüklerden bir çok sıkıntılı ve ağır hükümler, bu ümmete yükletilmemiştir.
Meselâ : Musa
Aleyhisselamın kavmindeki; tevbenin kabulü İçin günah işleyenin kendi nefsini
öldürmesi, bilerek ve hata yoluyla adam öldürmenin kısasla öldürülüp kan
bedeli olan diyetin haram kılınması, hata işleyen azaların kesilmesi, elbise
ve emsalinin necis olan yerinin makasla kesilmesi, bir yere necis düşerse
oranın kazılıp oyulması, cumartesi günleri amelin
terk edilmesi, kesilen hayvanların damarlarında kalan kanın ha-ramlığı,
ganimetlerin yakılması, namazın elli vakit farz olunması, havra ve kiliselerden
başka yerlerde ibâdetin caiz olmaması, malın dörtde birinin ze-kâtınnın
verilmesi ve bunlara benzer pek çok şiddet ve güç olan amelleri Cenâbu hak bu
ümmeti Muhammedden kaldırmış, en kolay ve rahat olan hükümleri buyurmuştur. [251]
Bu hükümler Kur'anı
kerimin muhtelif sûre ve âyetlerinde uzun uzun beyan edilmiştir. Ayrıca kütübü
fıkhiyyede bilhassa «Mülteka Tercümesi» adlı eserimizin ciltlerinde
zikredilmiştir.
En son din olan bizim
dinimizin hemen bütün hükümleri kolaylık ve hafiflik esaslarına dayanır. İslam
Hukukunun hükümlerini hâvî olan fıkıh kitaplarında en uzun ve ayrıntılı
şekilde delil ve kaynaklarla izah edilmiştir. BJz burada bazılarını maddeler ve
kelimeler hâlinde sıralayarak bir hatırlatma yapalım.
«Eşbch vennezâir» adlı
eserde kısa yoldan şöyle zikredilmiştir :
1 ) Üç. gün
ve üç gece (18 saatlik) mesafeye sefere çıkan kişiden, orucu tutmayıp sonra
kaza etmesi, namazı kısaltması, mestler üzerine üç gün üç geçe meshetmesi,
kurbanın sükûtu, cuma ve bayram namazlarının terki. Nafile namazların hayvan üzerinde kılınması, teyemmümün cevazı, bir kaç ailesi
olan kişinin hanımları arasında Kur'a çekerek birisi ile sefere gitmesinin
mubahlığı, namazı kısaltma gibi ve bunlara mümasil seferdeki kolaylıklar vardır.
2 ) Hasta olan
kişidende orucu yeme mubahlığı, nefsine bir teh likeden korkulduğunda suyu kullanmayıp teyemmümün
mubahlığı, suyu kullanmakla hastalığı veya yarası artacak olursa, yine
teyemmümün mubahlığı hasta kişi ayakda dikelmeye kudreti olmazsa, farz
namazları oturduğu veya yattığı yerden kılacağı, oturduğu yerden rükû ve secde
ile kılmaya takati olmaz ise, kafası ile İma ederek namazını kılacağı, cemaata
çıkma niyyetinde olan hasta kişinin cemaata çıkamadığı zaman aynı cemaat
fazilr.-Mne" nail olacağı, şeyhi fânî olan ihtiyar için ramazan orucunu
yiyebilect-g* vo bu şeyhi fânî maddi imkâna sâhib olursa, tutamadığı ramazan
oruçtan için fidye verebileceği, Hacca başkasının bedeli olarak diğer birisinin
gitmesinin cevaz ve mubahlığı, şeytan taşlamadada aslın atma imkanı olmayıp taş atmakdan aciz olunca
başka birisinin bede! olarak atabileceği, necis olan şeylerle ve şarapla iki
kavilden birine göre tedavilen-menin câizliği, boğaza dikiz ve ve ham bir şeyin
tıkanması halinde şarapla eritip yutmanın çaizliği, doktorların tedavi için
avret yerlere bakmalarının cevazlığı ve hatta kırık, çıkık ve ebelik gibi
meselelerde bütün imkanların kullanma cevazı gibi haller dinin kolaylık olarak
beyan ettiği meselelerdir
3 ) İkrah
yoluyla işlenen hükümlerde geçersizdir. Bir kimse ölüm ve emsali tehditlerle
karşılaşır ve o anda küfür yapması ile oebrolunur, o adamda mecburiyet
karşısında gönülden istemediği halde dili ile küfür ederse, bu kimse mümindir.
Fakat nikah ve talak mevzuunda ikrah karşısında söyleyen kimselerin sözleri,
İmamı Azama göre geçerlidir. İmamı Şâfi-Î geçersiz ve mazurdur, diyor.
4 ) Unutarak
işlenen günahlarda mafuvdur, cezası yoktur. Cenabu hak bu şekilde günah
İşleyenlere büyük vebal yüklememektedir. İşte buda en bariz kolaylık hükümlerindendir.
Nitekim unutanların ilki, Adem (A.S) dir.
5)
Cehaletten dolayıda bâzı hükümlerin afvini halikı zülcelal beyan etmiştir.
Mazur olamıyacağıda açıklanmıştır.
6) Çeşidli
zorluklar ve «Umûmî belvâ» denilen umûmi bela ve ız-dırapîar karşısında da bir
çok hükümlerde klaylık beyan edilmiştir.
Meselâ; Fazla kabul
edilmeyip muaf kabul edilen az bir necasetle namaz kılmak gibi ki, necaseti
hafifeden elbisenin dörtde birinin azı necis olursa ve necaseti galîzeden
dirhem miktarından az olan necisler, namaza manî değildir. Özür sahibi bir kişi
elbisesini her çıkarışında her ne kadar yıkasada çıkarmadığı zaman elbise ve
bedenine isabet eden necisin 'bir manî teşkil etmediği, pirelerin, sivri sinek,
kara sinek ve emsali hayvanların kanlarının her ne kadar çokda olsa, necis
olmadığı, idrar sıçrantısıki, iğne yurdu ve başı gibi gayet küçük damlacıkların
sıçramaları bir mâni teşkil etmez (ancak idrar sıçrantısından kaçınmak iyi ve
elzemdir), yollarda birikmiş suların her hangi bir sebeble sıçraması umûmi bir
belâ olmas hasebiyle bir mani teşkil etmemektedir. Aneak o suyun içine neeisin
aktığını bizzat gören olursa, bu takdirde neçis olabilir. Böyle bir durum
olmadığı takdirde zanla hüküm verilemez. Binâenaleyh insan üzerine yoldaki su
birikintileri sıçrarsa, neeis olmaz.
Uyuyan kişinin talak
vermesi, müftabih olan geçersizdir. Çünkü uyuyan kimse, kendinden haberi
olmayan bir mazurdur. Keza sar'a hastalığına mübtelâ olan bir kimsede, Sar'alı
iken hanımını boşasa, talak vâki olmaz[252].
Serçe ve emsalinin ve
güvercinin tersi tâhirdir. Zira kaçınmak gücdür. Bu sebeble halikı zülcelal
onların terslerini necis olarak beyan buyurma-mıştır:
Arı, kurbağa, böcek ve
keler gibi akıcı kanı olmayan hayvanların kânları necis değildir. Buda dinde
kolaylıkdan içindir.
İnsanın arkasından ve
önünden çıkan yel (Rüzgâr) necis değildir. Hatta geyilmiş ıslak gömlek ve
donada dokunsa, fetva olan onuda necis yapmaz. Buda dîni bir kolaylık
neticesidir.
İnsan ve hayvan
tersleri, yanmakla kül haline geldiğinde o kül necis değil, dinde kolaylıkdan
için tâhirdir. Zira o kül necis olmuş olsa, şehir ve
köylerde yapılan
ekmeklerin bir çokları necis olması gerekir. Binâenaleyh o kül tahirdir, içine
düşen ekmekde tâhirdir.
Ahır, tuvalet ve
emsali yerlerin tavanındaki rutubetten hasıl olan damlalarda tâhirdir.
Binaenaleyh bu damlalar insan üzerine damlarsa, necis yapmaz. Ancak tavanda
necis olan bir şey olurda ondan damla düşerse, bu takdirde necis olabilir.
Fakat mâni olan necaset miktarı mevzuunuda unutmamak gerekir.
İmamı âzam ibâdetlerin
tamamında en kolay yolu tarif ve izah etmiştir. Meselâ abdestli bir kişi,
kadına veya zekerine dokunmakla abdestine bir şey lazım gelmez, demiştir.
Kur'an tâlimi için
küçük çocuklara abdestsiz Kur'anı kerime mest edip eline alması dini bir
kolaylık olarak caizdir.
Namazda farz olan
kıraat için, okumaya en kolay olanı okumanın ceva-zıda dîni bir kolaylıktır.
Zira belli bir âyet
veya sûreyi okumak lazım olsaydı, güçlük olabilir.
İmama uyan cemaatdan
kıraatin men edilmesi, imama şefkat ve bağ-lılıkdan ve birde imamın kıraatini
karıştırarak yanıltmak ve yanılma güçlüğü nü gidermek içindir.
Zekatın masrıfı olan
sekiz sınıfdan her birine mutlaka verilmesi lüzumunu beyan etmeyip, o sekiz
sınıfdan bâzılarına ve hatta birisine dahi zekâtın verile bileceğini beyan
etmek, bir dîni kolaylıktır.
Hac için ruknun ikiye
inhisar ederek, arafatda vakfa ile tavafı ziyaret olduğunu beyan etmek, dîni
kolaylığın neticesidir ve aynı zamanda tavafın yedi şavtının vacib olmayıp
ekserisinin (dört şavtımn) vacib olmasıda, yine kolaylıkdandır. Ömre haccınında
hayatda bir defa yapmanın vacib olmayıp sünnet oluşuda, müminlere
kolaylıkdandır. Ömre senenin bayram günlerinin dışında caiz olan sünnetlerden
oluşuda bir kolaylıktır.
Yaz gününün sıcak
günlerinde öğle namazını biraz tehir ederek serîn za manda (günün eğilmesinde)
kılmak müstehabdır. Buda bir kolaylık neticesidir.
Mâruf olan özürki,
yağmur ve emsali durumlarda cemaata ve cumaya gitmeyip terk etmenin cevazı,
dîni bir kolaylık neticesidir. Keza İmamı Azama göre, iki gözü kör olan
kişiden, kendisini götürecek destekciside olsa, cuma namazı ve hac farizası
sakıttır, farz değildir.
Aybaşı gören haizli
kadına, haizli iken geçirdiği namazların kazasının gerekmeyip orucun kazasının
gerektiğide, bir dini kolaylıktır. Zira her ay tekerrür eden özürün zuhuru,
kadının hiç bir Sun'u olmadan görülmekte ve geçen namazların adedide çoktur.
Oruç ise, senede bir defa veya iki defa rast gelebilir. Bu sebeble orucun
kazası kolay olduğundan lazım ve farzdır. Fakat namazın kazası, farz değildir.
Gemide farz namazını
kılan kimse, ayakda kılmaya kudreti var iken oturduğu yerden kılmasının cevazı,
ayakda baş dönmesi olup bir güc durumun ortaya cıkabileceğindendir. Buda dini
bir kolaylıktır.
Orucun : Senede bir
defa farz olup, Haccın : Hayatta bir defa farz oluşu ve zekâtın : Malın kırkda
birinin verilmesinin farzlığı, dînî bir kolaylıktır. Hatta mal helak olup yok
olunca zekat sakıt oluyor, buda ayrı bir kolaylıktır.
Muzdar kalınıp ölüm
tehlikesi gibi hallerle karşılaşan kişiye, murdar hayvanın ve başka kimsenin
malından ölmeyecek kadar zaruret miktarı yemesinin cevazıda, dini bir
kolaylıktır. Ancak yabancı bir kimsenin malının bedeli sonra ödenmesi gerekir.
Yetimlerin velîsi ve
vasisi olan koruyucularına, o yetimleri ve mallarını korudukları nisbette
emsali misilli bir mikdar onların mallarından ücret almalarının cevazıda dîni
kolaylığın neticesidir. (Bak, Nisa
Sûresi, Ayet, 6)
Alış verişde şart
muhayyerliği ve görme muhayyerliğinin meşruluğu, sonunda nedameti gidermek
içindir. İşte bu cevaz ve meşruluk keyfiyeti, dînî bir kolaylıktır.
Keza gabni fahişle
yapılan alış verişde gerisin geri reddetme muhay-yerliğinide, müteâhhirin
uleması eevaz görüp fetva vermiştir. Buda dînî kolaylıktandır.
Alınan bir malda her
hangi bir ayıp çıkarsa, o mahn gerisin geri reddedilme meşrûiyyetide, bir dînî
kolaylıkdır.
Alış verişde, ikâle,
havale, Rehn, Tazminat, ibra, karzı hasen, ortaklığın cevazı, sulh, Bazı
kişilere ticarî yasaktık denilen hicr, vekâlet, îcarlar, zirâi ortaklık cevazı,
şirketi mudârebe, Ariyet, emânet, vakfın cevazı, vasiy-yet ve mîras
hükümlerinin meşruluğu gibi' şer'i hükümlerin en rahat ve açık bir şekilde
beyanları, dînî kolaylıkların neticesidir.
Asrı seâdetin Medine
devrine kadar «Zıhar» in talak olarak icra edilmesi geçen şeriatların bir
hükmü iken, Resulü Ekrem efendimize sürei müca dilenn birinci sahifesindeki
âyetler gelerek «Zıharın» talak olmayıp keffâ-ret yolu ile tekrar aile
hayatının devamı beyan buyurulmuştur. İşte buda dînî bir kolaylıkdır.
Zıhar : Kocanın,
karısının bütün vücudunu veya bütün vücudundan sayılan azalarından boynunu,
sırtını ve ferci gibi bir azasını kendisine nikahlaması haram olan
yakınlarından (anası, kız kardeşi, halası ve teyzesi gibilerden) birisinin veya
bir kaçının bedenine veya azasına teşbih etmesidir.
Zıhar hakkında daha
geniş malumat, fıkıh kitaplarının nikah ve talak bahislerinin devamında özel
babında zikredilmiştir. Keza «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin ikinci
ciidinin«Zıhar Babı» bölümünde uzun bir şekilde açıklanmıştır.
Keffâreti zıhar,
keffâreti savm, keffareti yemin, keffâreti kati ve keffâreti iftar gibi,
keffâretlerin meşruluğuda dîni bir kolaylık neticesidir.
Bir erkeğin dört
kadını nikahlayıp alabileceği hususunun mubah ve meşruluğu hem erkek ve hem
kadınlar için çeşidli kolaylık sebeblerinden-dir. Dört kadından fazlasının caiz
oimayışındaki hikmeti ise, erkek için hakkı ile adalet yapamayıp pek çok
meşakkatların olabileceğinden olduğu beyan edilmiştir.
Talâkın meşruluğu ve
üç adet oluşu, ayrıoa talâkın ric'î olarak verilip üç iddeti beklemeden kalan
talakların hakkı olarak aile hayatına devam etme imkanının meşruluğuda dînî
kolaylıkdandır.
Bütün bu kısa
ifadelerden anlaşıldığı üzere, dînimiz kolaylık dinîdir. Kur'anı kerim ve
Peygamber efendimizin sünnetleri en güzel ve en kolay hükümleri beyan buyurmuştur.
Biz burada bazı Şer'i hükümlerin k\$a yoldan açık'lama ve hatırlatmasını yapmış
olduk.
Peygamber efendimizin
mübarek cümlesi ile neticeyi bağlayalım :
«Muhakkak ki, bu din,
olduğu gibi kolaylıkdır.»[253]
Yukarda bir nebze
açıklamaya çalışdığımız 181 riolu hadîsi şerifin devam eden diğer cümleleri
üzerinde de bir nebze duralım.
Resûlüllah sallallâhü
aleyhi vesellem efendimiz devamla şöyle : «Bu takdirde (nefsinize güçlükleri
yüklediğiniz takdirde) AHahda şiddetlendirir. Çünkü geçmişde birkavm (bir
cemaat ve millet) kendilerine şiddetlendirdiler, Allah da onlara
şiddetlendirdi.»
Bu cümlelerin
açıklamaları ile ilgili bir nebze İzahat, yukardaki hadîsi şeriflerde
geçmiştir. Ancak Musa aleyhisselâmın kavminin öküz kıssasını sûrei Bakara dan
tekrar okumayı ve Peygamber efendimizin ashabı arasında cereyan eden
hâdiseleri biraz yukarda nakletmiştik, onuda okumayı tavsiye ederiz.
Resulü Ekrem efendimiz
başka sözlerinde bu cümleleri tefsir ve îzah ederk şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz ki işte bu
Din, (aynı ile) kolaylıkdır. Hiç bir kimse yokturki dînin İfası babında
(eksiksiz amel edeyim diyerek) kendini (çeşitli küçüklere) zorlasında dıin ona
galib gelmesin (mutlaka din o adama galib gelir). Şu halde ortalama ve adaletli
olarak amel ediniz. (Allâha ve doğruya) yaklaşınız, birbirinizi müjdeleyiniz
(kolaylıklarla teşbir ediniz). Yola çıkarken (veya yolda) Sabah -akşam ve
birazda gece yürüyüşünden yardım alınız (Yardımlasınız, yolda istirahatle
gidiniz ve kendinizi yormayınız).»[254]
Bu hadîsi şerifde de
belirtildiği üzere, mümin ilâhî emirleri îfa edib ne-hiylerinden kaçınarak en
güzel ve en kolay şekilde amel edebilmek için, ilâhî ruhsat ve kolaylıklarla
amel etmesi gerekir. Aynı zamanda altından kai-
kamıyacağı veya sonra
güçlüğünden dolayı terk edeceği amelleri yüklenmemesi lazımdır. Zira amellerin
en sevimli olanı, devamlı olanıdır.
Hz. Aişe (R.A) in
rivayeti ile sabit olan bir hadîsi şerifde Resulü Ekrem efendimiz şöyle
buyurmuştur:[255]
«Amellerin Ailâha en
sevimlisi, azda olsa devamlı olanıdır.» [256]
182 - (43)
Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Kur'an beş vecih
üzere indi (o beş vecihde şunlardır :), Halal, Haram, Muhkem, Mütesâbih ve
misallar (kıssalar) dır,
— Binâenaleyh helaüarı
helâl îtikad edip amel ediniz. Haramları haram itikad edip kaçınınız. Muhkem
ile amel ediniz ve misallardan (kıssalardan) ibret alınız.» Bu hadis,
mesâbihin lafzîdır.
Beyhaki, «Şuabil
imanın» da şu lafızla rivayet etmiştir :
«Helâli, işleyiniz,
haramdan kaçınınız ve muhkeme tabî olunuz.» [257]
1 ) Hadîsi
şerifde zikredilen beş hükümden birisi olan «Helâl» kelimesinin bir nebze
üzerinde duralım.
Helal : Allâhü
tealânın yenmesini, içilmesini, yapılmasını ve söylenmesini mubah ve temiz
olarak beyan etmiş olduğu hükümlerdir. İşlemek iyi ve doğru olan amellerdirki
sonu cennet ve nimetle rtfükafatlandırılır.
Hadîsi şerifde ki,
«HELAL» kelimesinin söylenmesinde şu âyeti kerîmelerin hükümlerine işaret
vardır:
«Ey müminler! size
verdiğimiz rızıkların temiz ve helâlından yeyiniz ve eğer ona (Allâha)
tapıyorsanız, Aüâha şükrediniz.» (Bakara
sûresi, 172)
Diğer âyeti kerîme
meali şöyledir;
«Ey müminler!
kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız mahsullerin en temiz ve
helâlından Allah yolunda harcayınız (zekat ve sadaka veriniz.)» (Bakara sûresi, 267)
Diğer bir ayeti kerîme
de şöyle buyurulmuştur:
« (Ey habîbim!) Onlar
kendilerine hanki şeylerin helal kılındığını sana soruyorlar, deki : Bütün Tîyb
ve pak olan nimetler, size helaf kılınmıştır. Bir de alıştırarak ve A Nah in
size öğrettiği av terbiyelerinden öğreterek yetişdir-tiiğiniz avcı hayvanların
size tutuverdiklerinden de yeyiniz ve o hayvanın üzerine Allanın adını anınız
(Bismillah, deyiniz). Allahdan korkun, Çünkü Allah'ın hesaba çekişi gayet
çabuktur.
— Bugün temiz ve pak
olan nimetler, size helal kılındı. Ve kendilerine kitab verilenlerin
(Hıristiyan ve yahûdîlerin) yiyeceği, size helal olduğu gibi, sizin
yiyeceğinizde onlara helaldir. Ve namuslu, zina yapmamış ve gizli dostlar
edinmemiş olduğunuz halde, müminlerden hür ve iffetli kadınlarla kendilerine
sizden evvel kitab verilenlerden (Hıristiyan ve yahûdîlerden) yine hür ve
iffetli kadınlar da, siz onların mehirlerini verib nikahlayınca, onlar size
helaldir...» (Mâide sûresi, 4-5)
Bu ayeti kerimelerde
helal nîmetin tarifi ile hükümleri mahdudda olsa, bir nebze beyan edilmiştir.
Cenabu hakkın helal kıldığı nîmetler saymakla bit mez. Biz ancak bir kaç misal
ile iktifa ediyoruz.
İlâhî nîmetin sayılma
ile bitirilemiyeceğî şu âyeti kerîmede belirtilmiştir.
«Eğer Allanın nimetini
teker teker saymaya kalkışsanız, hulâsa olarak bile sayıp bitiremezsiniz.
Şüphesiz ki Allah, gafurdur, Rahimdir.» (Nahİ
sûresi, 18)
İnsan oğlu, zaman
zaman kendisinde varlıklar görür ve kabına sığa-maz. Halbuki kendisi ve bütün
varlığı, olduğu gibi ilâhî nimettir ve Allanın malik ve sâhib olduğu kudret ve
nimetlere zerre kadar sahib değildir ve aynı zamanda başkalarını değil sâdece
kendi üzerinde yaratılan ve verilen nimetlerin sayımından acizdir, yinede bir
şeyleri olduğunu sanır. Akıllı insan, vücudundaki âza ve kılların adedini ve
faydalarını gereği gibi bilemediğini düşünür.
Helal ve mubah olan
hükümlerin bir kısmını beyan eden ilâhî âyetlerden bâzılarını zikretmiş olduk,
zikrettiklerimizden bilhassa ehli kitab olan yahû-dî ve Hıristiyanların yemeklerinin
ve yenecek eşyalarının müslümanlara helâl olduğunu gayet.açık bir ifade ile
beyan buyurması, çok dikkat edilmesi gereken bir husustur. Zira günümüzde bâzı
kimseler, kâfir memleketlerinde çalışan ve onların kazanç ve mallarından
getirenlerin veya orada çalışanların kazançları yenmeyeceği keyfiyetini
savunmaktadırlar.
Yukardaki Mâide
sûresinin Beşinci (5.) âyeti kerîmesinde helal ve mu-bahliğı kesin bir ifâde
İle beyan edilirken, elbet bu adamların iddia ve savunmaları çok ve çok
yersizdir. Hatta kafirlerden gelen elbise ve yiyecekler hakkında necis olduğunu
savunanlarda yanılmaktadırlar. Eşyada asıl olan tâhirliktir. Ancak necis olduğu
kesin olarak bilinirse, bu takdirde necis olabilir. Yoksa zanla hüküm
verilemez.
Bu hususta daha geniş
açıklama ve misallar bu eserin ikinci cildinde gelecektir. Ancak şu kadarını
belirtelimki, Peygamber efendimize Yahudi ve Hırıstjyanlardan ve Hatta îran
mecûsîlerinden yağ, peynir, geyecek mest ve şâire gelmiştir, onları yemiş,
içmiş ve kullanmıştır. Hiç de bunlar kâfirlerden gelmiştir, diyerek yemekten
ve kullanmaktan çekinmemiştir.[258]
İlgili Fetva
Müslüman olan marangoz
Zeydin, bir kilisede ücretle marangozluk yapması caiz olurmu?
ELCEVAP...OIur.
Bu surette zeyde,
kiliseden amelinin karşılığında aldığı ücret helal olurmu?
ELCEVAP... Olur. (İbni
Nüceym, 331 - Mülteka Tercümesi, C. 4. 141) âyeti kerîme ve fetvalarda hükümler
gayet açık iken, kendi aralarında kendilerini allâme veya müttekî göstererek
isiâmın hela! dediğine, haram, demek elbette küstahlık ve en ağırından Allanın
helal kıldığına rıza göster-meyib isyan etmek olur ki, Allah muhafaza sonu
tehlikeli bir iddiadır. Cahil olunur hüküm bilinmediğinden iddia edilirse, bir
dereceye kadar mazur olabilirler. Her ne ise, İsiâmın helal ve mubah dediğine
hiç bir fert haram diyemez ve dememesi lâzımdır. İsiâmın mubah ve helal
dediğine, «Haram» diyenler kâfir olurlar. İki üç aileyi şer'î nikâhla alanlara
gayrı meşru yaşayor, diyenler bu kabiledendirler.
2 ) Hadîsi
şerifde ikinci hüküm olarak geçen meselede «HARAM» dır. Bu haramın ne demek
olduğu ve hükmü ile ilgili hükümlerini de kısa yoldan açıklamaya çalışalım.
HARAM : Aîlâhü
tealanın kesin olarak yasaklayıp men ettikleri ve işlenmesi hâlinde cezaî
müeyyidelerle cezalandırılması veya âhireîte şiddetli azaba müstehak kılacağı
beyan buyurulan ve memnu olan hükümlerdir.
Haramın da pek çok
çeşitleri ve kötü olanları vardır. Biz onian ve cezaî müeyyidelerini teker
teker bahsedecek değiliz. Ancak haramla ilgili bâzı hüküm ihtiva eden âyet ve
hadîsi şerifleri naklederek neticelemeye çalışacağız.
Kur'anı kerimde
haramhkları kesin olarak beyan edilenlerden bâzıları şunlardır:
«Allah size, (eti
yenen hayvanlardan) boğazlanmadan murdar ötmüş olan hayvanı, akan kanı, Domuz
etini ve Allahdan başkası için (Putlar, şahıslar ve emsali adına) kesilenleri
kesin olarak haram kıldı.»(Bakara sûresi, 173)
Diğer âyeti kerîme
meaii şöyledir:
« (Ey müminler!) Size,
şunlar haram kılındı : (Eti yenen hayvanlardan boğazlanmadan) murdar ölen
hayvan, akmış kan. Domuz eti, Allahdan başkası adına (Putlar, ölüler, diriler
ve emsali fânîler adına) boğazlanan hayvan, bir de henüz canı üzerinde iken
yetişip kesmediğiniz boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış başka bir hayvan
tarafından süsülerek öldürülmüş, canavar tarafından parçalanmış hayvanlar, dikili
taşlar üzerinde (Chiliyyet devrinde olduğu gibi taşlara ve putlara ve
heykellere) kesilenler, fal okları ile kısmet aramanızdır. İşte bunlar
haramları irtikap ederek yoldan çıkıştır.» (Mâide
sûresi, 3)
Bu saydıklarımızdan
başka pek çok haramlar vardır. Şarap içmek, kumar oynamak, zina etmek, yalan
sölemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek, rüşvet yemek, rüşvet
alıp vermek, anaya babaya isyan etmek, dans yapmak, baloya gitmek ve karısını
yabancı erkekden kıskanmamak, kin, buğuz ve hasedlik gibi kalb hastalıklarına
mübtela olub yaşamak, kibir, ucub, riya ve emsali büyük günahları işlemek,
faiz yemek, domuz eti yemek, komşuya ve insanlara zulumda bulunmak, beş vakit
namazı vak tinde kılmamak, zekatı vermemek ve hac gibi dîni farizaları yapma
kudretine mâlik iken işlememek de büyük günah olması hasebiyle kimisini işlemek
ve kimisini de işlememekle haram irtikab edilmiş oluyor.
işte bu saydıklarımızı
ve bunlardan başka haramları işleyen kimseler, haram ve günah olduğunu bilib bu
inançla işlerlerse, âsî, günahkar ve zâlim müminlerdendirler. Fakat bu haram ve
kesin günahtan işleyenler, helal derler veya haram ve günah olarak kabul
etmezlerse, Kur'anı kerimde haram ve kötülükleri kesin olarak beyan edilen
hükümlere helal veya günah değildir diyerek hüküm vermekle kur'anı inkar ve
Alâha küfüretmiş olduklarından kâfir olurlar. Kafirlerin ise, varacakları yer,
cehennemdir.
Yukardaki saymış
olduğumuz bâzı haramlara ilâve ederek ehemmiyetine binâen şu hükümleri de
zikredelim :
«Kumar oynayarak elde
edilen ve satılan yumurtanın yenmesi ve alınması caiz değildir. Tenbel
kimselerin bekledikleri piyango ve emsali şeylerde aynı şekildedirki, yenmesi
ve oradan ahnan şeylerin caiz ve helal olmadığıdır. Velevki gayri müslimden
alınsın, bizim memleketimiz olan islam diyarında sigortadan alınan (Yanî hayat
sigortası ve vasıtaların bir kıymeti biçilip sigortalamak olan kasko sigortası
gibi sigortalardan alınan) para ve malda aynıdırki, o para ve malın yenmesi ve
alınması caiz ve helâl değildir.
Fakat Dâri harb
dediğimiz küffar diyarında sigortadan almak ve yemek caizdir.
— Müslüman bir kimse,
dâri harbe bir emni eman i!e girse, onların rıza ve muvafakatlan dâhilinde
onlardan sigorta parasını hanki sebeb ve cihetle olursa olsun almasında bir
beis yoktur. Zira bir kaddarhk şekli olmadığı takdirde onlardan almak
mubahtır. Öyle olunca da alıb yemek temiz ve helal olur. Ve dâri harbdeki
kimselerin, esir ve emanlı kimselerden olmalarında fark yoktur, hepsi
müsâvîdir. Hatta dâri harbde bir dirhemi iki dirheme (yani, bir lirayı iki
liraya) satmak dahi caizdir veya murdar ölmüş hayvanı dirhemlere (paralara)
karşılık olarak onlara stmak veya onlardan kumar yolu ile mal almak, işte bu ve
emsali amellerin hepsi onların diyarında (onların memleketlerinde) müslümanîar
için helal ve tîybdir. (Çünkü düşmanı çeşitli yollardan zaifletmek vardır)»[259]
Bu son satırlar
içerisinde geçen «dâri harb ve dâri islam» hakkında geniş malûmat «MÜLTEKA
TERCÜMESİ» adlı eserimizin üçüncü cildinin «FAİZ BÂB1» başlığının son kısmında
zikredilmiştir. Orayı mutlaka okumak gerekir.
Dürrü muhtarda dâri
islamla İlgili şu cümleyi de burada ilâve edelim : «Deri harb, ehli islam olan
müslümanların o memlekette cuma ve bayram namazı kılmak gibi hükümlerin icra
edilmesi ile dâri islam olur.»
[260]İslam hukukunun esaslarını ihtiva ve izah eden dna
kaynaklarımızdan Dürrü muhtar yukardaki hükümleri beyan ederken, bir memlekette
cuma ve bayram namazından başka daha pek çok islâmî hükümler yaşanır ve tâlim
edilirse, elbette orası daha âlâ «dâri islam» olur. Cuma ve Bayram namazı
kılınan ve aynı zamanda beş vakit namaz ve teravih namazı edâ edilen, Hac
farizası rahatlıkla yapılabilen, Şer'î fetvalardan bir çokları verilen,
camilerde devamlı nasihat yapılan, Kur'an kurslarında Kur'anı kerim ve diğer
dîni hükümter öğrenilib öğretilen, İmam Hatib okullarında, İslam enstitülerinde
ve Mâhiyet fakültelerinde islâm: ilim tahsîli yapılan ve daha islâmın şiarından
olan bir çok islam esasları öğrenilib İcra edilen bir memlekete ki, Türkiyeye
Dâri islam demek elbet en doğru ve en isabetli bir hüküm olur.
Hakikat böyle iken
kendini ve neticenin nereye varacağını .bilemiyen ve hana islam esaslarını
beyan eden kaynaklardan gereği şekilde jlgi ve bilgisi olmayan, bâzı
zavallılar, Türkiye dâri harbdir, diyerek fesatlık yapmak-dadırlar. Bu
zavallılar aynı zamanda cumayı kılarlar, faize haram derler, ku-mar oynamak
haram derler, nikah ve talak mesfelerini isiam esaslarına göre icra ederler,
belkide bir tarafdan halka nasîhatta da bulunurlar. İşte
islam ölçüsünü ve islam hukukunun
esaslarını hakkı ile bilemiyen câhil kimseler, böyle tezatlara düşüyorlar. Dâri
harbde bir çok hükümler, dâri islamdaki gibi olmadığını öğrenmiştik. Şu halde
bu adamların hüküm ve hareketleri çok ve çok yanlış ve tezathk içindedirler.
Evet Türkiye «dârj
islamdır» ve yapmış olduğumuz dînî ibâdet ve icraatlarımız hak indinde
makbuldür. Elimizdeki islam esaslarına uyduğumuz müddetçe, Allanın indinde
makbul olur ve âhirette ecrü mükâfatını görürüz. Tek kelime ile, Türkiye bir
islam diyarıdır. Binaenaleyh İslâmın hela! ve haram olarak beyan ettiği
hükümler, hiç bir değişiklik olmadan riayet edilmesi şart olan ve hakka yapılan
ibâdetlerin ecrü mükâfatı mutlaka verilecek ve görülecek bir memlekettir.
Allâhü teala hak olan doğru yoida bütün müslümanları yürütüp kendini bilmeyen
sapıklardan koruyarak ahi-rette seadet merkezi olan cennet ve nimetine nail
etsin. Amin.
İlgili fetva ;
Kâfirlerin vilâyetinde
(memleketinde) olan islam beldesinde (şehrinde) vâii olmayıp vali ve
hâkimlerinin hepsi kâfirlerden olunca, zikrolunan (islam) beldelerindeki
müslümanlar. Cuma namazını ve Bayram namazını ikâmet edip içlerinden şeriatı
mutahharenin hükümlerine âlim bir müslümanı rızâla-rıyla kadı (Diyanet reisi
veya müfti) yapıp ona muraeaat etmeleri şer'an caiz olurmu?
ELCEVAP... Olur.
Bu surette Hutbe kimin
nâmına okunur ve bir padişah nâmı anılma-yınça hutbe sahih oiurmu?
ELCEVAP... Olur. [261]
Yukardaki fıkhî
hükümler ve fetvalar gereğince kâfir beldeleri içinde yaşayan ve orada bir
müslüman beldesi ve cemaatı hâlinde olanların Cuma ve Bayram namazlarının caiz
ve sahih olduğu beyan edilirken, islam diyarı olan Türkiye de Cuma ve Bayram
namazlarının caiz ve sahih olmadığını söyleyenlerin iddiaları, indi ve fikrî
bir hükümden ve aynı zamanda bâtıl ve geçersiz iddiadan başka bir şey değildir.
3 ) Hadîsi
şerifde geçen beş hükümden birisi de Kur'anı kerimde olan bir hükümde «Muhkem»
âyetler vardır.
MUHKEM : Lafzın
açıklığı İtibârı ile kuvvetli, nesih ihtimali olmayan, îtikad ve amel edilmesi
vâcib olan hükümleri ihtiva eden âyeti kerimelerdir. İnkâri küfrü de îcab
ettirir ki, hükümde kesinlik ve kad'iyyet ifâde eder.
Bu muhkem ya doğrudan
doğruya bi aynihi muhkem olur ki, nesih ihtimali kad'iyyen ve ebediyyen olmayan
âyet ve kesin hükümlerdir.
Meselâ, Peygamber
sallallâhü aleyhi veseilem efendimizin hanımlarını kendinden sonra ebediyyen
başkalarının nikahlama imkanını yasaklayan kesin hükmü beyan eden âyeti
kerimedir.
Bu hususu beyan eden
âyeti kerîme meali şöyledir :
«Ve Resulünün
arkasından (ahirete irtihatinden sonra) onun zevceleri ni nikahlamanız, hiç bir
zaman caiz olmaz.» (Ahzab sûresi, 53)
Diğer bir misalda
Allâhü tealanın sıfatlarının hiç bir zaman tebdil ve tağyir edilemiyeceğinj
beyan eden ilâhî hükümlerdir. Cümleden bir ayeti kerime meali :
«Muhakkak ki Alloh,
her şeyi biliyor.» (Ahzab sûresi, 54)
Evet cenabu hak zât ve
sıfatında ezetî ve ebedî-dir. Hiç bir zaman tebdil tağyir ve fenaya mâruz
kalmamıştır ve ebediyyen her türlü noksanlıklardan beri ve münezzehtir.
Diğer bir misalda şu
mealdaki hadîsi şerifdir:
«Cihad, kıyamete kadar
devamı kesinleşen bir ameldir.»[262]
Muhkem olan âyet ve
hükümlerin bir kısmı da zamanı seâdetten sonra hiç bir zaman neshedilib tebdil
ve tağyir imkanı olmayanlardır. Bunlara da muhkem liğayrihi denilmiştir. Zahir,
nas ve müfesser hükümleri hâmil olan bütün âyetler, muhkem demektir. Zira
resulü Ekrem efendimizden sonra bu hükümlerin neshi ve tebdili mevzu bahis
değildir.
Muhkem olan âyetler
kesinlik ve kat'iyyet ifâde eder. Onun için hükmü kad'iyyet ifâde eden âyetleri
ve ihtiva ettikleri hükümleri inkar, küfürdür.
Umûmî olarak muhkem
hüküm ifâde eden âyeti kerîmelerden bir kaçı şöyledir:
«(Habîbim!) Deki,
Geliniz size Rabbinİz neleri haram etmiştir, okuyayım : Ona hiç bir şeyi ortak
koşmayınız, anaya babaya iyilik ediniz, fakirlik yüzünden çocuklarınızı
öldürmeyiniz; sizinde onlarında rızıklarını biz veririz. Zina gibi kötülüklerin
açığına da gizlisine de yaklaşmayınız. Alâhin kıymetli kıldığı nefsi (bir
şahsı ve canı) haksız yere öldürmeyiniz. İşte bu yasaklara riayet etmeyi Allah
size tavsiye ettiki, belki düşünür ve aklınızı erdirirsiniz.» (En'am sûresi, 151)
Emri ilâhî olarak
sabit olan muhkem âyete misaldan bir tanesi:
«Ey îman edenler!
Allah ve insanlar arasında yapmış olduğunuz sözleşme ve bağlantıları, yerine
getiriniz.»
(Maide sûresi, 1)
Nehyi ilâhî ile ilgili
bir ayeti kerime meali:
«Yer yüzü (îman ve
adaletle) düzeldikten-sonra, orada (fitne ve fesatlık yaparak) ifsad
etmeyiniz...» (Araf
sûresi, 56)
Diğer bir âyet meali :
«Allâha ve onun
Resulüne itat ediniz ve birbirinizle niza edib çekişmeyiniz.Çünkü liçinize
korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.»
(Enfal sûresi, 46)
Muhkem hükümleri beyan
eden emir, nehiy ve nasîhatla ilgili pek çok âyeti kerîme ve hadîsi şerifler
vardır. Fakat biz burada sâdece bir kaçı ile iktifa ediyoruz.
4 ) Yukarda
182 nolu hadîsi şerifde beyan edilen beş hükümden dördüncüsü de «Müteşâbih»
hükümlerle ilgili cümledir. Fakat kur'anı kerimde geçen Müteşabihler hakkında
kısa yoldan açıklamalı îzahat yukarda geçmiştir. Müteşâbih hükümler olan,
«Rabbin geldi, Allanın eli onların ellerinin fevkında, sûrelerin
evvellerindeki harf ve kelimeler
hâlindeki müteşabihler ve daha diğer müteşabihler gibilerin» tevil ve inanç
yollarını huîasa olarak öğrenmek için yukarda geçen 151. hadîsi şerifin
kendisini ve îzahını okumak kifayet edebilir.
5 ) Hadîsi
şerifde geçen beş hükümden beşincisi de, «emsailar -Kıssalar» dır. Yânj Kur'anı
kerimde geçen ve sabit olan hükümlerden biri olan beşinci ve sonuncu hükümde,
ibret almak ve nasîhatlanmak için kur'anı kerimde geçen Peygamberler,
kavimler, şahıslar, hayvanlar, böcekler ve sârir varlıklarla ilgili geçmiş ve
el'an devam eden kıssaları okumak elbette en iyi ve en doğru yoldur.
Hayatta görürüz, bâzı
câhiller \/e bâzı ilim ve islam âlimleri sınıfına dâhil olan kimseler, halk
toplantılarında veya vâzu nasîhat kürsüleri ve hutbelerinde halka neler
anlatalım diye sorarlar veya Kur'an kıssalarını bırakırlar asıllı asılsız
pek-çok uydurma ve belkide dînî mahzuru ihtiva eden hâdise ve meseleleri
anlatarak zamanını meşgul edib boşa geçirenler, dün olduğu gibi, bugünde
oluyor.
Hatta bizzat gelib
soranlar olmuştur ki, vâzu nasîhatta ne gibi kıssalar tavsiye edersiniz, bizde
Kur'an kıssalarından bâzılarını tarif edrek «kur'an kıssalarını tavsiye ederiz»
dediğimiz olmuştur.
Kur'anı Kerimde kıssa
ve misallarla ilgili pek çok âyeti kerimeler vardır. Biz böcek ve hayvanların
durumlarını misallayıp bir hüküm beyan eden bir ayeti kerime mealini şöyle
nakledelim :
«Allahdan başka
dostlar edinenlerin (putlara ve heykellere tapanların) misali, kendine bir ev
yapan örümcek böceğinin misâli gibidirki, muhakkak ki evlerin en zaifi,
örümcek yuvasıdır, Eğer bilmiş olsalardı.» (Ankebût
sûresi, 41)
Böyle misal ve
kıssaların niçin zikredildiğini halikı zülcelâl şöyle beyân ediyor:
«İşte bu misaller
varya, biz onları insanlar için beyan ediyoruz, Bunları (Bu misalların
neticesini ve faydaların!) ancak âlimler anlar.» (Ankebût sûresi, 43)
Diğer âyeti kerime de
şöyle buyurulmuştur:
«Elbette
peygamberlerin kıssalarında, akıl sahibleri için büyük bir ibret vardır.» (Yûsuf
sûresi, 111) [263]
183 - (44)
İbni Abbas (R.A) den mervîdir, dedi :
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Emr, üç nevidir (ve
Şunlardır) :
a) Doğru ve sevablığı açık olan emirki, buna
tâbi ol.
b) Dalâlet ve fenalığı açık olan emir (iş) ki,
bundanda ictinab et (kaçın).
c) Doğruluk
veya eğriliği ihtilaflı olan emir (iş) ki, bunuda aziz ve celil olan Allâha
havale et.»
(Hadisi, Ahmet rivayet etmiştir.)
(Not : Bu hadîsi
şerifin hükümleri ile ilgili gerekli îzahat, yukardaki hadîsi şeriflerin İzahatlarında
zikredilmiştir. Bilhassa son cümle hakkında 151. hadîsi şerif ile devamındaki
hadisi şerifleri okumak lazımdır.) [264]
184 - (45)
Muaz Bin Cebel (R.A) den mervîdir, dedi
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Muhakkakki Şeytan;
koyunun kurdu gibi, insanın kurdudur. O kurd, sürüden ayrılan, sürüden
uzaklaşan ve sürünün kenarında (bir ucunda) kalan koyunu kapar.[265]
— Aman Şubelere (fırka
ve zümrelere) ayrılmaktan hazer edininiz. Cemaata ve umûma (doğru yolda
toplanmış ehlî sünnet cemaatı toplumuna) sarılınız.» [266]
Hadîsi şerifin baş
tarafında Şeytan, kurda teşbih edilmektedir. Kurd koyun sürüsünü ifsad edib
helak etmekde ne kadar hırslı ve ne kadar kaddar
ise, Şeytanda insan
oğlunu azdırıb yoldan çıkararak ifsad ve helak etmekte o derece hırslı ve o
derece düşmandır, demek istiyor. Kurd, bir koyun sürüsüne girerse, fırsat
buiursa, o evveia sürünün hepsini veya hırsı gidinceye kadar bir çoğunu
parçalayacaktır. Ondan sonra yine fırsat ve imkan olursa, içinden birini veya
karnı doyuncaya kadar bir kaçını yer, ondan sonra rahatlayabilir. O hayvanın
yaratılış gayesi ve vazifesi budur.
İnsan oğlunun
yaratılışından beri en azılı düşmanı olan Şeytanın hırsı ve vazifesi de,
kıyamete kadar Adem aleyhisselâmın neslini hak yoldan bâtıl yola çıkarmak ve
dünyasını ahiretini başına zindan yapmaktır. O da Allâhü tealâdan böyle yapması
İçin yetgi ve izin istedi, Halikı zülcelal da Salih ve ihlash kullarına bir şey
yapamiyacağını fakat bir çoklarını da yapabileceğini beyan ederek ona bu
yetgiyi verdi. İşte bu yetgi ve salâhiyyeti alan iblis, insan oğlunun amansız
ve en azılı düşmanlığını şimdiye kadar yapmıştır, hâlada şiddetle ve aynı hırsda
düşmanlığına devam etmektedir.
Rasûlü Ekrem efendimiz
de bu düşmanlığı, yırtıcı mahluklardan kurda teşbih buyurmuşlardır. Bu teşbihle
düşmanın ne kadar kaddar ve ne kadar hırçın ve tehlikeli olduğunu gayet acık ve
kesin bir şekilde beyan etmiş oluyor.
Hadîsi şerifin baş
tarafındaki cümlelerde şu âyeti kerîmelere işaret vardır:
«Muhakkak ki Şeytan,
(devamlı olarak) sizin düşmanınızdır, Binaenaleyh sizde onu düşman tanıyınız,
Zira o (Şeytan), etrafına toplanan avenesini ancak cehennemlik olsunlar diye çağırır.»
(Fatır sûresi, 6)
Diğer âyeti kerîme
meali:
«Şüphesiz ki Şeytan,
insan için açık bir düşmandır.» (İsra sûresi, 53)
Diğer bir ayeti kerime
de şöyle beyan edilmiştir:
«Bîr kimse, Şeytanı
kendine arkaciaş olarak tutarsa, işte o arkadaş, ne fena arkadaşdır.» (Nisa sûresi, 38)
Resulü Ekrem
efendimizin Şeytanı, koyun sürüsünü harab eden yırtıcı kurda teşbih etmesindeki
hikmet, bu âyeti kerîmeleri okuyunca daha iyi anlaşılmış oluyor. Daha ayrıca
şeytanın tuzaklarını beyan eden âyeti kerimeler de vardır. Bir kısmını
yukardaki hadîsi şeriflerin îzah bölümünde zikrettiğimizi de hatırlatırız.
Hadîsi şerifin şu : «O
kurd, sürüden ayrılan, sürüden uzaklaşan ve sürünün kenarında (bir ucunda),
kalan koyunu kapar.» cümlesindede cok dikkat edilmesi gereken îkazlar vardır.
İslam cemaatını teşkil
eden ve ehli sünnet yolunda toplanan kimselerin, bir birlerinden
ayrılmamalarını tavsiye ederek, cemaattan ayrılanların helak olacaklarına
işaret vardır.
Cemaattan ayrılanlar,
sürüden ayrılan koyunlara teşbih ediliyor. Binaenaleyh sürüden ayrılan
koyunları, nasılki kurd kapar ve helak olursa, cemaattan ayrılan kimselerinde
helak olacağını beyan buyurarak, aman. cemaata iyi sarılın, ayrılmayın, demek
isteyor.
Atalarında bir sözü
vardır : «Sürüden ayrılan koyunu, kurd yer.»
Ataların bu kıymetli
sözü de mübarek peygamber efendimizin cümlelerinden alınarak kısaltılmış şekli
ile söylenmiş oluyor. Her ne ise, fırka ve parçalara ayrılmak en tehlikeli ve
şeytanın insanların yolunu keseceği en korkunç yollarından birisidir. Çok ve
çok dikkat edib şeytanın duzağına düşmemek için her türlü fırkacılık ve
fırkacılardan kaçınmak lazımdır.
Bu hususun böyle
tehlikeli olduğunu beyan sadedinde Resulü Ekrem Hadîsi şerifin devamında şöyle
buyurmuştur ;
«Aman Şubelere (Fırka
ve zümrelere) ayrılmaktan kaçınınız. Cemaata ve Umûma (doğru yolda toplanmış
ehli sünnet cemaatına) sarılınız.»
Fırka ve zümrelere
ayrılanlar, Şeytannın açmış olduğu yolu takib eden ve islam düşmanlarına hizmet
eden kimselerdir. İslam düşmanlarının bir sözü vardır: «Böl, parçala, yut»
binaenaleyh akıllı müslüman, bölünüp parçalanmaz ve aynı zamanda bölünüb
parçalanmamak için en iyi ve yapıcı yoHara baş vurur. Her türlü anlayışı ve her
ceşid anlaşma yolunu dener. Bakdıki birleştirme imkânı yoktur. Bu takdirde bu
işin tehlikesini beyan ederek bölücü ve fırkacılardan uzak durur ve aynı
zamanda müslümanların ve islam cemaatının başına dert açacak olanların ic
yüzlerini ve bölünmenin tarih boyunca zararlarını ve aynı zamanda dindeki
beyan edilen nur gibi parlak hükümleri de açıklayarak müsiümanları îkaz etmek
vazifesini yerine getirmesi lâzımdır.
Burada cok mühim bir
hususu belirtmek isteriz, ortaya çıkan yeni yeni fırka ve zümreler kendilerini
ehli sünnet cemaatı olarak îlan edib savunmaya kalkışıyorlar. Bu adamlar,
fırkanın ve fırkacılığın islamda haram ve günah olduğunu bilmeleri lazımdır.
Fakat hal böyle iken, geçmişte olduğu gibi günümüzde de aynı iddiayı yapanlara
rastlayoruz. Hic de doğru değildir. Her zümre bâtıl yoldada olsalar,
kendilerini savunurlar.
Netekim bir âyeti
kerîme de şöyle buyurulmuştur:
«Onlardan {müşrik ve
müfsidlerden) bir kısmı, dinlerini (dinlerinin hükümlerini bırakıb ihtilafa
düştüler de) parçalara ayırdılar ve kendileri de fırka fırka olmuşlardır. Her
hizib (fırka ve zümre de) kendilerindeki olanla böbürlenirler.» (Rum sûresi,
32) [267]
185 - (46)
Ebî Zer (R.A) den mervidir, dedi:[268]
«Bir kimse (islam)
cemaatından bir karış ayhlırsa, şüphesizki, o kimsenin boynundan islam bağı
soyulmuştur.» [269]
Bu hadîsi şerifde de
«İslam Cemaatı»nı teşkil eden topiulukdan ayrılmamaya azamî gayret sarfedib
birlik hâlinde yaşamanın ehemmiyetini beyan buyuruyor. Aksi takdirde islam
cematından az bîr zamanda olsa, hatta şâ-rih demiştirki, «Velevki bir saat
olsun» ayrılmak müminin îmanının tehlikeye uğrayacağını acık bir ifâde ile
belirtmiştir.
İslam Cematının
birleştiği ve ehli sünnet velcemaat denilen birlik yolunun esaslarının ana
hatlarından mühimlerini sıralayalımda her ferd ve topluluk kendi görüş ve
amellerini bu esaslara göre mihenklesinler.
İslam cemaatının inanç
ve îtikad esaslarından bâzıları şunlardır :
Evvelâ inanan mümin,
îmanında şek ve şüphe etmeyecektir.
Âllâhü teâlanın zati
ilâhî ve sıfatı ilâhîsi ile ezelî ve ebedî olduğuna inanmaktır.
Ashap ve Tabiînin
ittifak ederek icma ettikleri müslüman cemaatı toplu luğunun birliğine
muhalefet etmemek lazımdır.
İyi ve kötü her
müminin arkasında namazı kılmak ve iyi ve kötü ölen her müslümanın cenazesine
hazır olup kılmaktır.
Günah ve haramlara
hela! demedikçe, günahı ile beraber kıbleye dönen her ehli kıbleyi tekfir
etmemek (kafir dememk) lâzımdır.
Hayır ve şer her şeyin
Ailahdan olduğuna ve ondan geldiğine inanmak lazımdır,
Bi gayri hakkın hic
bir müslümana kılıcı veya bıçağı çekmemek lazımdır.
Seferde ve hazarda
mestler üzerine meshetmeyi hak görüb işlemektir.
Cuma ve Bayram
namazını kılan bir emîrin arkasında namaz kılmayı hak görüb kılmaktır.
Mümine îman, bir Allah
vergisi ve kulun kazancı olduğunu bilmektir.
Kulların İşlerini,
Alâhü tealanin yarattığına inanib öyle itikad etmektir.
Kabir azabının hak
olduğuna inanmaktır.
Allahü teâlanın kelam
sıfatının mahluk olmayıp gayrî mahluk olduğuna inanmaktır.
Kabirde Münker ve
Nekir meleklerin gelib sual soracağına inanmaktır.
Dirilerin, ölülere
yapdıkları dualar ve verdikleri sadakaların faydası olacağına inanmaktır.
Peygamber efendimizin
şefaatinin hak olduğuna ve ahirette muhakkak olacağına inanmaktır.
Peygamber efendimizin
Mîracının hak ve sabit olduğuna inanmaktır. Kfyamette insanların amellerini
belirten amel defterlerinin okunacağı-na inanmaktır.
Kıyamette; Hisabın,
Mîzanın ve Sıratın hak ve var olduğuna inanmaktır.
Cennet ve Cehennemin
sonradan yaratılmış, el'an var olup fenaya uğramayacağına inanmaktır.
Peygamber efendimizden
sonra bu ümmetin en afdalı, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve aşerei Mübeşşere
(Allah hebsinden râzî olsun) olduklarına inanmaktır.
Peygamber efendimizin
Ashabının kendisinden sonra gelen bütün insanlardan afdal olduğunu ve ashabın
hebsinin âdil olduklarını kabul edib inanmaktır.
Ahirette cenabu hakkın
baş gözle müminler tarafından görüleceğine inanmaktır.
Büyük ve küçük günahı
işlemekle, bir kimsenin kâfir olmayacağına ancak helal derse kâfir olacağına
inanmaktır. Daha başka îman ve islam esaslarının top yekûn hepsine
inanmaktırki, uzun İzahı akâid ve kelâm ki-tablarında yazılmıştır. [270]
186 - (47)
Mâlik Bin Enes (R.A) den mürsel olarak rivayet edilmiştir, dedi:
Resûlülloh (S.A.V)
buyurdu :[271]
«Size iki emr (iki şey
ve iki büyük hüküm) bırakdım. Bu iki şeye ciddiyetle sarıisanız, asla ve kat'â
sapıtmazsınız (O iki şey) : Aliâhın kitabı (Kur' anı Kerim) ve Resulünün
sünnetidir.» [272]
Hadîsi şerifi rivayet
eden Tabiînden olan Mezheb sahibi İmamı Mâlik olması hasebiyle rivayetinde de
belirtildiği gibi, mürsel ismini alan hadîsi şeriflerdendir.
MÜRSEL : Bir
hadîsi şerif, direk Tabiînden rivayet edilerek Peygamber efendimizden rivayet
edilib sahabe ismi zikredilmeyen hadîsi şerifdir. Meşhur olan tarif ve ehli
hadîsin meşhur görüşü budur. Fakat fıkıh ehline göre, tâbiîndende bir derece
aşağı olan tebeı tabiînden rivayet edilene de Mürsel hadis denir. Hadis
kitablarında, Mürsel hadis olarak zikredilenler, hadis ehlinin görüşü olan
Tabiînin rivayet ettiği hadîsi şerifdir.
İmamı Mâlik (R.A)
hakkında gerekli kısa malumat, eserin baş tarafında geçmiştir.
Hadîsi şerirde
belirtildiği üzere. Peygamber sallailâhü aleyhi veseliem efendimiz, kendisi her
ne kadar fena olub âhirete irtihal etmişsede, kendisinden sonra gelen
ümmetinin doğruyu bulması ve her türlü tehlikelerden korunabilmesi için, çok
mühim ve en büyük iki şey bıraktığını, şayet bu iki şeye dikkatla ve ciddiyetle
sanlınırsa, mutlaka kurtuluşa ve neaâta erişileceğini beyan buyurmuştur. Ve o
iki şeyin ismini açıklayarak Allâhü teâlanin tebdil tağyirden beri ve en
mükemmel şekilde hakîkatları beyan eden Cebrail aleyhisselam tarafından
Peygamber efendimize tam yirmi, üç senede getirdiği kelâmı ilâhi kur'anı kerim
ile Peygamber efendmizin mübarek sözü, fîli ve takriri olan sünnetidir.
Dünya hayatının en son
Rehberi, önder ve Mürşidi ve bütün beşerin tek lider ve halaskarı Peygamber
sallailâhü aleyhi veseliem efendimizin, beşeriyyetin tek kurtuluşunun yolunu
açık bir ifâde ile belirtmiştirki, İslam-dır. Yâni kitab ve sünnetin mecmuunu
kendisinde toplayan tek isimle beyan edilen islâm, şeriat ye din, beşeriyyetin
tek kurutuluş yoludur. Binaenaleyh Kitab ve sünneti ve kitab, sünnetin içtima
ettiği islâmı bırakıbda baş.ka yollardan ve prinsepilerden kurtuluş ve huzur
arayanlar, islamın ilk devrinden beri devam ederek geldiği ve görüldüğü gibi,
bugünde aynı şekilde görülmektedir ki, dalâlette ve bataklık cindedirler ve
kitab ve sünneti bırakıbda bir takım kâfir ve mülhidlerin pirensiplerini
kendilerine rehber edinenler veya kitab ve sünnetten ilham ve kaynak olarak
istifâde etmeden aynı zamanda kitab ve sünnete muhalif olan bir takım indî ve
şahsî görüşlerini esas olarak veya beşerî fikir ve kanunlara dayanarak bir
takım prensip ve kanunlar yaparak hareket edenler, kurtuluşa ve huzura
kavuşamtyacaktardır.
Bir mesele, ve işde
ihtilâf ediür ve doğru yol aranırsa, hemen kitab ve sünnete muracat edib oradan
halletmek veya kitab ve sünnetten hakikati aydınlatacak tam bir istikâmetli
bilgiye sahib olan âlim ve kâmil kişiye muracat ederek doğruyu bulmak, en isabetli
ve en doğru yoldur.
Kısa açıklama ve
tatbik yönünü belirttiğimiz mübarek hadîsi şerifde şu ayeti kerîmelere İşaret
vardır:,
«Şayet bir şey
hakkında münazaa ve münakaşa ederseniz, hemen onu Allâha (Kitaba) ve Resulüne
(Sünnete) havale ediniz, eğer Allâha ve âhiret gününe inanıyorsanız.. İşte bu
müracaat, hem hayırlı ve hemde netice bakımından daha güzeldir.» (Nisa, 59)
Diğer âyeti kerîme
meali :
«Şüphesizki bu Kur'cn,
insanları en doğru yola sevk eder, götürür..» (İsra sûresi, 9)
Diğer bir ayeti kerimede
şöyle buyurulmuştur.
«Elbette peygamberin
emrine aykırı hareket edenler, başlarına (dünyada) bir belâ inmesinden veya
(âhirette) kendilerine elem verici bir azab isabet etmesinden sakınsınlar.»
(Nur sûresi, 63) [273]
187 - (48)
Guzeyf Bin Elhâris essümâlî (R.A) den mervidir, dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :[274]
«Bir kavm, bir (kötü)
Bid'at ihdas ederse, ancak o (kötü) Bid'atın misli bir sünnet kaldırılır :
Binaenaleyh bir sünnete sarılıp amel etmek, bir Bid'at ihdas etmekten
hayırlıdır.» [275]
Râvî Guzeyf bin
Elhâris Essümâlî (R.A), sahabe ve tabiinden olduğunda ihtilaf edilmiştir.
Fakat sahabeden olduğu hususu tesbit edilib kararlaştırılmıştır. Askalânî
merhum takribinde ashabdan olduğu tesbit edildiğini be-
yan etmiştir.
Aliyyülkâri de aynı hükmü zikretmektedir. Eba esmâi Şâmî künyesi ile
künyelenmiştir. Peygamber efendimize yetişmiştir. Fakat sohbetine oturııb
oturmadığı ihtilaflıdır. Kendisi diyorki, «Rasulüllah sallallâhü aleyhi
vesellemin zamanında doğmuş, ve yetişmiştim de ona biat etmiştim ve oda benimle
musafaha etmişti.»[276]
Kendisinden Hz. Ömer,
Hz. Ebâ Zer ve Hz. Aişe hadîsi şerif işitmiş ve dinlemişlerdir. Ayrıca Mekhul
ve Selim bin Amir (R.A) da hadis rivayet etmişlerdir.
Vefatı, Hicretin atmış
(60) küsur tarihinde vuku bulmuştur.[277]
Hadîsi şerifde
belirtilen, «BİD'AT» kelimesinin anlam ve açıklaması yukarda geçmiştir. Biz
burada sâdece bir Bid'at işlenince, bir sünnetin terk edileceği hususunu belirten
bir kaç misal vermeye çalışacağız.
Bid'at olarak inanılan
ve amel edenlerden bâtıl şeyler bek çoktur. Tabi-iki o Bid'atları işleyenler,
Bid'at değil iyi bir amel veya iyi bir şey zannederek inanıb işlemekteler.
Halbuki Bid'at, Küfürden sonra en büyük günahlardan birisidr.
Bid'at, itikad da
olduğu takdirde bâzıları küfür olur. Müeessimelerin, Al-lâhü tealayı diğer
cisimlere teşbih etmeleri ve Cesed ve cisimle beraber ahirette haşrulunmayı
inkar edenlerin îtikadlan bu cinsdendir. Bu îtikad gibi bâtıl îtikadlar her ne
kadar islamdan evvel var isede. Resulü Ekrem efendimizden sonra da müslümanlar
arasında bu kötü akideler gibi pek çok bâtıl ve Uydurma akideler görülmüştür.
Aynı Bâttl ve Bid'at akideleri savunanlar zmaan zaman yine görülüyor.
Ameldeki Bid'atlara da
şöyle bir kaç misali vererek İktifa edelim :
a- Bayram
günleri bayram namazından sonra hutbeleri dinlemek sünnet iken. Bayram namazını
kılan cemaattan bir kısmı hatta bâzı memleketlerde pek çoğu Bayram namazını
kılınca hemen kalkıp camiden veya namaz kıldığı yerden çıkıp gidiyorlar. Bu
adamlar sünneti terk ederek Bid'atı işleyorlar ki, bu Bid'atı işlemekle bayram
günü sürür ve sevişme esaslarını yok ettiği gibi, daha bir çok dînî hükümleri
işlemekten mahrum oluyorlar. Hatibin hutbesinde camiden çıkınca yapılacak dînî
vazifelerin bir kısmını öğrenmekten, mahalle ve köy halkının bir birini tanıyıp
hal hatır sormalar, selamlaşmak ve el sıkma sünnetinden.mahrumiyetler, camide
toplu halde dua etmekten ve daha pek çok iyi ve sünnet amellerden mahrumiyet
gibi hallerin bulunması görülür.
Bayram namazından
sonra kalkıp hutbeyi dinlemeden çıkanlar, hem cemaatı üzerler ve hemde hutbeyi
okuyan hatib efendiyi rencide ederler. Hutbeyi dinleyecek cemaat ise,
kalkanların hareket ve davranışlarından dolayı, huzurlu hutbe dinleyemezler.
İşte bu sebebden
Bayram namazını kılınca hutbeyi dinlemek, en güzel ve İyi amellerden birisidir.
Bu sünneti mutlaka işlemeliyiz. İşlemeliyiz ki. pek çok iyiliklere ve hayırlara
nail olmalıyız.
b- Cuma
günleri tek başına oruç tutmak ve cuma gecesi bâzı cami ve mescidlerde toplanıp
toplu halde cuma gecesine mahsus olmak üzere cehri bir şekilde zikirler ve
toplu namaz kılmalar da Bid'at ve yasak olan ameNerdendir. Zira cuma günü ve
gecesi için ayırım yaparak gündüz oruç tutmak ve geceleyin diğer gecelerde
yapılan ibâdetlerden değişik ve tahsisli bir şekilde meşru olmayan ve izni
şer'î bulunmayan ibâdetlerle meşkul olmak yasaklanmıştır.
Müslim, Ebi Hureyre
(R.A) dan rivayet ettiği bir hadîsi şerifde Resulü Ekrem efendimiz şöyle
buyurmuştur:
«Cuma gecesini, diğer
geceler arasından ayırarak kâim olmak suretiyle (Fazladan İbâdet yapmak
suretiyle) tahsis etmeyiniz ve Cuma günü de diğer günlerden değişik olarak oruç
tutmak suretiyle tahsis etmeyiniz. Ancak sizin birinizin mûtad üzere tuttuğu
gün o güne tesadüf ederse, bu takdirde caizdir.» [278]
Evet cuma gününün
faziletini elde etmek için, salâvatı şerîfeler, zikri ilâhîler, Kur'andan bâzı
sûreler okumalar, dua, gusül, misvak kullanmak, koku sürünmek, dırnak kesmek ve
etek temizliğinde bulunmak ve güzel elbiselerle camiye erken saatte gitmek gibi
iyi ameller, bizzat Resulü Ekrem efendimiz tarafından tavsiye buyurulmuştur.
Fakat cuma günü gündüz tahsis etmek suretiyle tek başına cuma günü oruç
tutmak, haftanın diğer günlerini ihmal edib hiç bir kıymeti yokmuş gibi bir
hâlin olabileceğinden o güne mahsus olmak üzere oruç tutmak yasaklanmıştır.
Oruç tutmak yasaklanınca cuma günleri oruç tutan kimse, Bid'at işlemiş olur.
Bid'atı işleyince sünnetin hükmünü de terk etmiştir.
Cuma günü ve gecesi
ile ilgili pek çok faziletler beyan edilmekle beraber, diğer gün ve
gecelerinde kıymetini takdir etmek lâzımdır. İşte bu haftanın diğer günlerine
de değer vermek için, o güne ve o gece mahsus değişik ibâdet şekli
yasaklanmıştır.
Türkiyede bir çok
yerde cuma gecesine mahsus olmak üzere tevbe ve nikah tazeleme yapılır.
Haftanın diğer günlerinde ve diğer vakitlerinde yapmayıp sâdece cuma gecesine
mahsus olmak üzere yapıldığından, o gece ce-mat camide çoğalır. Sebebi de İmam
nikah tazeledecek ve günahımıza tevbe ettirecektir. Cumaya mahsus bir ibâdetin
icrasını yasaklayan mübarek peygamber efendimizin buyuruğu, seneler sonrası ne
şekilde tehlikelere sebeb olduğunu göstermiş oluyor.
Tevbe ve istiğfar ve
her hangi bir nikah tehlikesi karşısında nikah tazelemek şer'an var ve
lazımdır. Fakat böyle bir geceye veya bir vakte tâyin
etmek doğru değildir.
Tevbe ve istiğfar her saat yapılabilecek ve yapılması icab eden bir vazifedir..
Nikah tazelemek ise, ne zaman îcab ederse, vakit geçirmeden zamanında yapılması
lazımdır.
Aslında beş vakit farz
namazın akebinde istiğfarda bulunmak (istiğfar etmek) sünnettir.
Tecdidi îman ve nikah
hükümlerinin geniş şekilde izahı, fıkıh ve.ahlak kitablarında zikredilmiştir.
Bir nebze malumatta, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı esermizin ikinci
çilelinde mezkûrdur.
c - Bid'at
amellerden birisi de, Muharrem ayının onuncu günü (Aşura günü) tek başına oruç
tutmaktır.
Yahudiler daha evvel
muharremin onuncu günü çeşitli sebebierden dolayı oruç tutarlardı. Bu Medîneye
hicret eden Rasûlüllah saüallâhü aleyhi veseflem bu hâli görünce veya hayberin
fethinde yahûdîierin bu hâlini gördüğünde şöyle buyuruyor:
.
«Aşura günü
(Muharremin onuncu günü), oruç tutunuz, fakat bir gün evveli veya bir gün
sonras.ı ile beraber tutarak yahudilere muhalefet ediniz.»[279]
Şu halde sünnete uygun
olan. Muharrem ayının onuncu günü oruç tutmak isteyen kimse, ya dokuzuncu gün
ile onuncuyu beraber tutacak veya onuncu gün ile onbirinci günü beraber
tutacaktır.
Binaenaleyh tek başına
muharremin onuncu gününü tutmak sünnete muhalif ve izni şer'İ bulunmayan bir
Bid'attır.
Bid'atın îtikad ve
amelle ilgili olanlarının bir kısmını «İstâma Sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlı
eserimizde beyan ettiğimizi hatırlatırız. Birde aynı eserin üçüncü cildinde
sâdece amellerle ilgili Bid'attları, yakın zamanda müslüman kardeşlerimize
sunacağımızı bildiririz. [280]
188 - (49)
Hassan (R.A) den mervidir, dedi:[281]
«Bir kavm dinlerinde
(kötü olan) Bir Bid'atı ihdas ettiklerinde, Allâhü teâla o Bid'at kadar
sünnetten saymayı takdir eder. Ondan sonrada o soyulan sünnet (iyilik ve iyi
amel) kıyamete kadar o Bid'atı ihdas eden kavme bir daha avdet etmez.» [282]
Râvî Hassan bin sabit
(R.A), Medînedeki hazrec kabilesine mensub En-sâri kiramdan ve peygamber
efendimize inananların evvelinde olanlardan dır. Fakat biraz korkaklığı olması
hasebiyle muharebelere iştirak etmediği zikredilmektedir. Bununla beraber gayet
güzel şiir söylediğinden Rasûlü Ekrem efendimizin medhiyesini en güzel
ifâdelerle yapar ve islam düşmanları müşrikleri de fevkal'âda hicv edici
cümlelerle zemmederdi.
Kendisinin künyesi,
Ebülveliddir. Ebû Abdirrahman da denirdi. Peygamber efendimizi müdâfaa ve
müşrikleri kötüleyci ifâdeleri ile onları perişan ettiğinden kesici kjlıc
babası manasını ifâde eden «Ebülhassam» künyesi ilede söylenirdi.
İslâmı kabul ettiği
zaman, kendisi altmış (60) yaşında idi. Müslüman oldukdan sonra da bir altmış
sene daha yaşayarak yüz yirmi yaşına kadar yaşamıştır.
Şâırunnebİ -
Peygamberin şâiri olmasıhasebiyle, Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem
efendimiz Mescidi şerifde Hassan (R.A) için bir hitabe yeri ayırmıştı.
Peygamber efendimiz hakkında güzel hitabette bulundukları zaman, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi vesellem onun hakkında şöyle buyururlardı :
«Rasûiüliâhi müdafa
ettikçe hak celle ve alâ Hassanı teyid eder.»[283]
Hz. Hassan {R.A}, yüz
yirmi yaşında hicretin elli dört (54) tarihinde Medînei münevvere de vefat
etmiştir. Kendisi gibi. Pederi, büyük pederi ve daha büyük pederi yüz yirmi
(120) şer yaşlarında vefat etmişlerdir.
Kendisinden Hz. Aişe,
Hz. Ömer ve Ebî Hureyre hadîsi şerit rivayet etmişlerdir, Allah hepsinden razî
olsun. Amin.
Hz. Hassanın beyan
ettiği mübarek cümlede çok mühim bir husus belirtilmektedir. Bir cemaat ve bir
millet de, Bid'at-ı seyyie denilen kötü bir Bid'at işlenirse, orada mutlaka,
bir sünnetin yok olacağı beyan buyurulmaktadır. Bu mübarek sözün ihtiva ettiği
hükmün manası da günümüzde pek ayan ve beyan şekilde görülmektedir.
Meselâ, Cuma günleri
hatib efendi hutbeye çıkınca namaz, niyaz, kelam, selam ve emsali her türlü
okuma ve diğer ibâdetler yasak iken, hatib hutbeye çıkınca içerde okunan ezana
ya evvelinden itibaren İcabet edenler görülür veya ezanın bitiminde mutlaka
müezzinle beraber, «LAİLÂHE İLLALLAH» diyeceklerdir. Ne kadar da îkaz edilse,
farz ve sünnetin yerini bir Bid'at işgal edince, onu bıraktırmak çok güç
olduğundan bırakmazlar.
Keza farza başlamazdan
evvei bâzı memleketlerde müezzinler ihlas okurlar. Bu yapılan amei Bid'attır.
Bıraktırmak meseledir. Bu meselenin iç
yüzünü bilenler dahi
çeşitli nedenlerle ihtilafa düşerler, nihayet, «ihlâslılar ve ihlassızlar»
diyerek dedi kodu yaparlar. İşte buda gösteriyorki, ihdas edilen bir Bid'at,
yok edilmekte çok güçlük çekilmektedir ve aynı zamanda o Bid'atın yıkdığı
sünneti ki. Peygamber efendimizin işlediği şekli tekrar yapmak ve yapdirmak
meseledir,
Mezarlıkda kabirler
üzerine yapılan taşlar, kubbeler ve daha başka haram olan israf ve Bid'atları
yok etmek veya önleyib sünneti icra ettirmek-de, bir başka felâkettir. Hadîsi
şerifde belirtildiği üzere, öldürülen sünnet, nerede ise, bir daha ihya
edilemiyor.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi veseliem efendimizin işlediği şeklini bırakıb kendilerinin ihdas ve îcad
ettikleri Bid'adlardan birisi de, beş vakit namazdan sonra cami içinde
sıralanıp birbirleri ile musâfahalaşmakttr. Gerçi bâzı bilginler, Bid'atı
hasene kabul ederek cevaz vermişlerdir. Fakat gerçek ve hakikat olan. Mekruh ve
Bid'attır.
İmamı Nevevîden naklen
İbni Abidin şu cümleleri nakletmiştir: «Sen bilki, Her karşılaşmada musâfaha
yapmak müstehabdır. Fakat insanların âdet edindiği sabah ve ikindi namazından
sonra yapılan musafa-halaşma'nın şer'i şerifde aslı yoktur. Lakin
musafahalaşmakda yinede beis yoktur. Zira musafahanın aslı sünnettir...
— Şeyh Ebilhasen El Bekri (R.A) İse dediki :
İmamı nevevînin ikindi ile sabah namazını kayıtlaması, onun zamanında o iki
vakitte âdet olduğundandır. Aksi takdirde bütün vakitlerde yapdıkları da tâkib
eden hallerdendir. Şirinbilâlîde, «Musâfaha»
risalesinde aynen zikretmiştir. Ve Şemsilhanûtî (R.A) dan şunları da
nakletmiştir : Nassın umûmunun hükmü, musafahanın aslının meşrûiyyetinden
dolayı cevazına fetva vermiştir. Muvafık olanda budur. Metinlerin mutlak
musafahanın meşrûiyyetini zikretmesinden dolayı şârihde böylece zikretmiştir.
— Fakat namazdan sonra musâfahaya husûsî olarak
devam edilirse, bilhassa buralarda bu musafahanın sünnet olduğu cahillerce bir
hükme varılabilir, denilir. Böyle olunca da diğer vakitlerde (karşılaşınca)
yapılması gereken sünnete ziyade olarak bir sünnetin ver olduğu anlaşılabilir.
Halbuki buralarda (namazlardan sonra) musafahalaşmak siefden hiç bir kimse ele
işlemediği kelamlarından açıkça anlaşılmaktadır.
— «Muîtekad» isimli eserden naklen
«Tebyinulmeharim» de şöyle nakl-oiunmuştur:
«Her hâlü karda
namazın edasından sonra musafahalaşmak, kerâhat-tır. Zira sahâbei kiramdan
(Allah onlardan razî olsun) hiç birisi namazın edasından sonra musâfalaşmamışlardır.
Ve namazdan sonra musafahalaşmak, Râfızîlerin sünnetlerindendir...
— Sonra Şafiilerden
İbni hacerden beyan edildiğine göre; Namazın edasından sonra musafahalaşmak,
şer'i şerifde aslı olmayan bir mekruh ve Bid'attır. O Bid'atı işleyen, evvelâ
uyarılır, ikinci sefer tâzir edilir. Sonra İbni Hacer (R.A) dediki :
Mâlikîlerden İbnülhac MEDHAL adlı eserinde dedi :
«Namazın edasından
sonra musafahalaşmak, Bid'atlardandır. Şer'i şerifde musafahalaşmanın yeri,
ancak ve ancak müstüman diğer bir müslü-mn kardeşi İle karşılaştığı zamandır.
Namazların arkasında değildir. Binaenaleyh Şer'î şerif musafahayı nereye ve
nerede koymuş ise, koyduğu yerde işlemek gerekir. Yerinden başka yerde
yapılırsa, o musâfaha yasaklanır. Ve namazlardan sonra musafahayı işleyenler,
sünnete muhalif olarak işledik lerinden men edilir...»[284]
Yukarda en açık bir
şekilde naklettiğimiz gerçekler karşısında, müslü-man kardeşlerimize dikkatli
ve uyanık olmalarını tavsiye ederiz. En doğru olanı, namazlardan sonra
musafahalaşmayı terk etmektir. Başka zaman ve mekanlarda müslüman müslümanla
karşılaşınca velevki âdet vechi üzere olmadan cami içinde tesadüf edilse dahi,
birbirleri ile musafahalaşmaları sünnet veya müstehabdır. Çok ve çok sevabdır.
Bu Mes'elenin namazdan
sonra ki yönü, «İslama sokulan Bîd'at ve Hurafeler» adlı eserimizde bir nebze
bahsedilmiştir. Diğer vakitlerde yapılması meşru olan musâfaha hakkında da,
«Mülteka Tercümesi» isimli eserimizin n\<rdüncü cildinde zikri geçmiştir.
İşte bir kaç misal ile
açıklamaya çalıştığımız Bid'atı, işleyib-sünneti öldürmenin açdığı yaralar ve
o ihdas edilen Bid'atın giderilmesi ile tekrar sünnetin ihyası ne hal ve durum
alıyor. Allâhü teala Peygamber efendimize muhalefetten bütün müslümanlarla
bizleri korusun. Amin.
Sünneti yıkmak, bir
yetişgin ağacı kökünden söküp atmağa teşbih edilmiştir. Gelişmiş ve kökleşmiş
bir ağaç bütün kök ve budaklarından kopduğu için, tekrar başka bir yerede
dikilse, tutması ve dirilip hayata devam etmesi çok ve çok güçdür.
Yıkılmış bir sünnetin
tekrar diriltip yerine oturtarak İhya edilmeside o kadar güçdür. .
Birde Bidîatla
mücadelede, fitne ve cidal yoluna girmeden yok etme yolunu tâkib etmek, en
doğru ve isabetli harekettir. Zira âyeti kerîme ve hadîsi şeriflerde beyan
edildiği üzere, fitne çıkarmak veya uyuyan fitneyi uyandırmak, adam
öldürmekten daha eşed ve daha büyük günahdtr.
Şu halde mes'eleyi iyi
bilen, nasihat ve ikaz yolunu iyi yapabilecek ve sözü dinlenecek bir yetgiii,
emri bilmâruf ve nehyi anilmünkerle mücâdele yolunu tatbik etmelidir. [285]
189 - (50)
İbrahim Bin meysere (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu :[286]
«Bir kimse, Bid'at
sahibine tazim (ve yardım) ederse, işte o kimse mutlak surette dînin
yıkılmasına yardım etmiş olur.» [287]
Râvî İbrahim bin
Meysere (R.A), Taiflidİr. Mekkei Mükerremeye gelib sakin olduğu da olmuştur.
Tâbiîndendir. Tabiînin hadis hafızlarındandtr ve hafızların beşinci derecede olduğu
beyan edilmektedir. Vefatı, hicretin otuz ikinci (32.) senesinde vuku
bulmuştur.[288]
Hadîsi şerifde beyan
edilen hükmün ehemmiyetini günümüzde daha fazia anlamış oluyoruz. Zira pek çok
Bid'atcı ve sapık zındıklara iltifat edilir veya onlarla oturulur ve belkide
yapdıkları uydurma batıllara nazar-etmeden çeşitli nedenlerle yardım
edildiğinde, kendisine tabiî olan avenelerinin yanında şirinleyor ve
kendisinin din tahribatı dahada kuvvet bulmuş oluyor.
Dîni tahrib etmekte en
azılı ve en tehlikelilerden birisi olan Bid'atcilara yardım etmek veya onlara
iltifat edib mücâdeleyi terk etmek, Rasûlü Ekrem efendimizin buyurduğu üzere
dînimizin yıkılmasını veya en ağır din tahribatını meydana getirir.
Bid'atcı ile mücâdele
terk edilince, o sapık kendisinin kötülüklerini göremiyen cahillere kendisini
haklı ve doğru yolda olduğunu göstererek ve hatta kendisine iltifat eden kimse,
biraz dînî yetgiye sahib olursa, bu takdirde de o bilgin adamın kendisine
bağlı olduğunu savunarak dahada zararının artmasına sebeb olur. Bu hallerin
böyle olduğu şekillere ve hâdiselere pek çok yerde ve çeşitli zamanlarda bizzat
şahid olduğumuz vâkîdir.
Bu kabil tehlikeler,
müsfümamn batıl ve belkide küfür olan bir çok kötü akîde ve amelleri doğru ve
hak zannederek inanıb amel edeceklerdir. İşte böyle tehlikelerden korunmak
için, Bid'atcı kimselere yardım etmemek, onlarla oturmamak ve karşılaşıldığı
zaman, kendilerine iltifat etmeyip îtikad ve amellerinin kötülüğünü îkaz
ederek mücadele etme yolunu yap maya çalışmak, en güzel ve isabetli harekettir.
Hasanı Basri
rahimehullah şöy demiştir:
«Bid'at sahibi ile
oturma, zira o kimse senin kalbini hastalaştırır.»
(Elbidau.47] İmamı
Evzâî (R.A) de şöyle demiştir:
«Bıid'at sahibi ile
münakaşada kendinizi emin görmeyiniz. Zira onun fitnesi, sizin kalbinize şüphe
kanalı ile intikal edebilir.»
{Elbidau vennehyü
anha, 53) İbrahim Teymî Hz. ri de şöyle demiştir:
«Bid'atcılaria
konuşmayınız. Zira kalbinizıin irtidad etmesinden (Dinden çıkmasından)
korkarım.» (îtisam, C. 1,
84)
Yahya bin ebî Kesîr
fR.A) de demiştir ki : «Yolda bir Bid'at sahibi ile karşılaşdığında, hemen
başka bir yolu tut.»
(îtisam, C. 1,84)
Fudayl biri lyaz (R.A)
da şöyle demiştir : «Bir kiimse, Bid'at sahibi ile oturursa, ona ilmi hikmetten
verilmez.»
(îtisam, C. 1,90) Ebû
kılâbe (R.A) de demiştir: «Bir adam, bir Bid'at uydurursa, kılıçla boynunu
vurmak helal olur.»
(îtisam, C. 1,83)
İmamî Gazâlî merhumda şöyle demiştir:[289]
«Şüphesiz böyle
(zındık, sapık ve Bid'atcı sahte) adamlgrı öldürmek, yüz kâfiri öldürmekten
daha evla ve sevabdır.» [290]
190 - (51)
İbni Abbas (R.A) den mervidir, dedi:
«Bir kimse, Âlânın
kitabını (Kur'anı Kerimi) tâlim eder, sonra o Kur'ani kerimde (emri ilâhi ve nehyi ilâhîden) olan
hükümlere tâbi olursa/Allahü
teâla, o kimseyi
dünyada dalâletten hidâyete sevk eder ve kıyamette o kimseyi kötü hesabdan
korur.»
Diğer bir rivayette
İbni Abbas (R.A) şöyle dedi :
«Bir kimse Allahü
teâlamn kitabına (Kuranı Kerime) iktidâ ederse, dünyada sapıtmaz ve âhirette
zahmet çekmez, azab olunmaz. Sonra şu meal-laki âyeti kerimeyi okudu :[291]
«Kim benim hidâyetime
uyarsa, işte o sapıklığa düşmez ve âhtrette zahmet çekmez.» " [292]
İbni Abbas (R.A) in
beyan ettiği mübarek cümlelerde de dünya ve ahi- seâdetinin Kur'ana tâbi olup
Kur'anı kerimin.hükümierine gerçek şekil-. Je İtirazsız inanıb dediği
hükümlerle amel etmektir.
Evet Kur'ana tabî olup
dediği ile amel etmek, insanı dünyada pek çok syan ve kötülükden muhafaza eder
ve âhirette de çetin ve korkunç hisab-lan ve cehennem azabından korur.
Meselâ ; Kur'anı
kerim, namaz kılmayı, zekat vermeyi, hacca gitmeyi, maya babaya itaat etmeyi,
akrabalara sılaya gitmeyi, selamlaşmayı, ihlas a amel etmeyi, setrulavrete riayet
etmeyi, komşu hakkına ve yetimlerin korunmasına dikkat etmeyi ve daha pek çok
emirlerin yanında, Şarab içmeyi, kumar oynamayı, yalan söylemeyi, hırsızlık
yapmayı, haksız yere jdam öldürmeyi, iftira etmeyi, zina yapmayı, gıybet
etmeyi, zulumda bulunmayı, kin ve buğuz etmeyi, hased ve fesatlıkda bulunmayı,
kibir ve ucubda )ulunmayı ve daha pek çok haramları yasaklapıış «yapmayınız,
yaklaşmadınız, uzak durunuz» demiştir.
Yukarda
saydıklarımızın her birine hakkı ile riayet edenler, hem dünya- huzur ve sadetini
görür ve hemde âhiretteki elim hesab ve azabdan kur-:ulur.
Meselâ; namazını
dosdoğru kılan bir kişi, her türlü kötülükten kendini îorur ve imkan dâhilinde
bütün iyiliklere yanaşır ve kendisinden ne bir nsan ve nede bir hayvan zarar
görmez. Tabiîki, bu namazı dosdoğru kılan plmselerde görülür. Yoksa şartlarına
riayet edilmeyen, gösteriş ve başkasının baskısı, korkusu ile kılınan
namazlarda böyle şeyler görülmez. Keza fidet ve görgü İcabı namazı kılıb hakkın
rızasına uygun olub olmadığı hususlar düşünülmez ise, bu namazdanda hiç bir
fâide görülmez. Beikide Allah muhafaza yerli azıb sapıtmasına ve çeşitli hile
ve dalavereye tevessül itmeye sebeb olabilir. Çünki bir ibâdet ve iş, şartına
riayet edilerek yapıl-nazsa, o işin sonu felâket ve en azından o işin zararını
görmektir.
Zaman ve şartına
riayet edilmeden evlenenler, tarlaya tohum atanlar, her hanki bir işe keza
şartına riayet etmeden başlayanlar, hiç bir zaman randıman alamazlar ve hatta
yerine göre çok yaralar açan ve altından kal-kılması güç olan mesele ve
zararlarla karşilaşanlar çok görülmüştür ve aynı şekiller görülebilir.
Keza şarab içen bir
kimse de, namazdan niyazdan uzaklaşır. Sevgili dostları ile düşman olur.
Tenbellik ve atâlet ve daha zina, yalan, iftira, adam öldürmek gibi pek çok
kötülükleri işlemeye ve işletmeye sebeb olur. Evinde huzur ve rahatlık diye
bir şey kalmaz. Komşuları bîzar eder, sarhoşkafa ile gelib ailesine talak
verir, böylece karısını boşar. Aile ve çocuklarına bakmaz, onların
ihtiyaçlarını hiç düşünmez.
İçki içen kimseden,
melekler uzaklaşır, şeytan musallat olur. insanların maskarası olur. Allanın
sevgisinden mahrum olduğu gibi insanların içinde itibar ve sevgisinide yok
eder.
Hulasa beş vakit
namazını kılmayan veya hakkı ile namaz kılmayıp aldatmaca namaz kılanlarla,
içkiye mübtelâ olan kimseler, cemiyet, cemaat, aile ve millet için çok zararlı
ve kötü adamlardır. Buradaki kötülüklerinin cezası, ile ahirettede çok şiddetli
hisab ve azaba müstehaklık vardır.
Öyle ise, tek kurtuluş
kur'anda ve .kur'ana tabî olmaktadır.
İşte Kur'ana tâbi olan
ve olmayanlara âit vermiş olduğumuz bir İki misal ile, İbni Abbas (R.A) m ne
demek istediğini açıklamış oluyoruz.
Kur,arıı kerîme ittiba
edib buyurduklarını harfiyyen yerine"^getirenlerle, muhalefet edenlerin
fenalık ve felâketlerini bir kaç âyeti kerîme ve hadîsi şe_ firleride
zikrederek bu beyan ettiğimiz kıymetli sözün ve bizim açıklamamızın ana
kaynaklarını öğrenmiş ve öğretmiş olalım.
Kur'anı kerimin bir
âyetinde şöyle buyurulmuştur:
«Bu, O kitabdırki
kendisinde (Allah katından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur. (O kitab) Takva
sohibleri için doğru yotun tâ kendisidir.» (Bakara
sûresi, 2)
Ayeti kerîmede beyan
edildiği üzere hakka inanıp hak teâladan gerçekten korkan kimseler, Kur'anın
hidâyet ve rahmetinden müstefid olurlar. Kur'ana hakkı ile inanıp hak teâladan
gerçekten korkmayanların ise hidâyeti Kur'anın riasîbi hemen hemen yoktur.
Takva sahibi olarak Ailâhın yasaklarından kaçınıp emir buyurdukları hükümleri
işleyerek Kur'anın hidâyetinden istifâdeye çalışmak, akıllı müslümanlar'ın
amelleridir.
Diğer âyeti kerîme
meali şöyledir:
«Ey insanlar! İşte
size, Rabinizden bir nasihat, kalblerdeki şüphelere bir şifa ve müminler için
bir hidâyet ve rahmet olan Kur'an geldi.» (Yûnus
sûresi, 57)
Diğer bir âyeti kerîme
meali:
«Hepiniz Allanın ipine
(din ve şirîatına, Kjur'anı kerîme) sımsıkı sarılın, birbirinizden ayrılıb
dağılmayın.»
(Ali İmran sûresi, 103}
Kur'anı kerîme sanlıb
hidayet ve seâdete nail olmanın yolunu tarif ve îzah eden âyeti kerîmeler daha
pek çoktur. Ancak biz bir kaç âyeti kerîmenin mealini nakletmekle iktifa
edeceğiz. Ayrıca bâzı âyeti kerimelerin meallerini de yukardaki hadîsi
şeriflerin îzah kısmında naklettiğimizi de hatırlatırız.
190 nolu İbnİ Abbas
(R.A) in kıymetli sözünü açıklayan ve dayanağı şeklini alan bir kaç hadîsi
şerifi de nakledelim.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi vesellem efendimizin beyan buyurduğu bir hadîsi şerifinde Kur'anın
yegâne hidâyet ve doğruluk kaynağı olduğu şöyle zikredilmiştir:
«Muhakkak ki Kur'an,
şefaat edicidir ve şefaati kabul olunmuştur (kabul olunacaktır) ve Kur'an
(inananmayan veya amel etmeyenler hakkında) davacıdır ve dâvasıda kabul
olunmuştur (mutlaka dâvası kabul olunacak-t.r.)
— Bir kimse, Kur'anı önüne alırsa (Kur'anın
dediği ile amel ederse), Kur'anı kerim o kimseyi cennete götürür.
— Bir kimse de, Kur'ant arkasına bırakırsa
(Kur'anın dediği ile amel etmeyip tersine giderse), Kur'an o kimseyi cehenneme
götürür.»[293]
Diğer bir hadîsi
şerifde şöyle buyurulmuştur:
«Bir kimse, Kur'anı
okur ve kalbinde hafız olarak muhafaza eder, sonrada Kur'anın helal dediği ile
amel eder ve haram dediğinden kaçınırsa, Al-lâhü tala o kimseyi cennete katar
ve o kimsenin ehli beytinden on kişinin hepside cehennemlik iken on adedine
şefaatini kabul eder.»
(Tirmizi, Ali R.A den
rivayet etmiştir. Berîka, C. I, 69) me sevk edileceğini beyan buyurmuştur.
Yukarda mealerini
nakletmiş olduğumuz hadîsi şeriflerin birincisinde, Kur'anı kerime sarılıp
mueibi ile amel eden kimseye, kur'anın âhirette şefaatçi olacağını ve şefaatinin
da mutlaka kabul olunacağını beyan buyurmuş ve aynı hadîsi şerifin devamında
Kur'anı kerîmin hükümlerine riayet etme-vip tersine giden kimseyede kur'an!
kerîmin dâvâcı olacağını ve dâvasının-da kabul edileceğini beyan buyurmuştur.
Aynı zamanda şefaat
edilenleri, kur'anı kerim ebedî seâdet yeri olan cennete katacağını ve davacı
olduğunuda, ebedî azab yeri olan cehenneme sevk edeceğini beyan buyurmuştur.
İkinci hadisi
şerifdede, Kur'ant Kerimi okur ve lafzını ve mânasını kalbinde muhafaza ederek
mucibi ile amet edeni de, Allâhü teâla cennete katacağını ve kur'anın hükmü
ile amel eden hafızı kelam âlim, akrabasından
cehenneme gitmeleri
vâcib olanlardan on adedine şefaat edip cennete girmelerini sağlayacağını
beyan buyurmuştur.
Ne mutlu o kimselere ki,
kur'ana bağlı ve kur'anin hükmü ile amel edenlere ve kur'ana hafız olup
kur'anın dediği ile amel eden bir hafızı kelâm âlimin akrabası olanlara!..
Ve ne kadar yazık o
kimselereki, Kur'anı kerîmi öğrenib ve evinde bu-iundurubda mucîbi ile amel
etmeyip Kur'anın davacı olduğu adamlara!.
Cenabu hak bütün
müsîümanlarla bizleri ve neslimizi, Kur'anın hükümlerine bağlı olarak kur'anı
kerimin şefaatına nail olanlardan kılsın. Amin. [294]
191 -
(52)İbin Mes'ud (R.A) den mervîdir.
, «Allâhü teata, sıratı
müştekimi (doğru yolu) misal ile beyan etti {ve buyurduk! :) Sıratı müştekimin
iki tarafında iki duvar vardirki, o iki duvarda aa açılmış kapılar vardır.
Kapılar üzerinde sarkan örtüler vardır. Sıratın (doğru yolun) başında dâvetci
vardır.
— O dâvetci derki ; Doğru yol üzere istikamet
ediniz (Doğru yoldan gidiniz) Ve eğriliklere sapıtmayınız.
— O sırâtm başında ki dâvetçinin üstünde bir
dâvetci daha vardır O da, şöyle davet eder; her ne zaman bir kul o kapılardan
(eğri yollardan) bir
şey açmak isterse,
hemen o dâvetci, yazıklar olsun aman o kapılardan en azını (kolay ve harfifini)
dahi açma. Zira açarsan içerisine g,irersin.
— Rasûtüllah sallâllahü aleyhi vesellem
efendimiz, bu temsilî beyandan sonra bu cümleleri şöyle tefsir buyurdu ve
haber verdi ki:
— Muhakkak o sıratı müştekim, İslamdır.
— Sıratı müştekimin etrafındaki duvarlar da
açılmış kapılar, Allâhın haram kıldığı şeylerdir.
— Şüphesiz ki sarkan örtüler, Afâhü teaianm
hadleri (Çizdiği hudüdlar, cezaî müeyyideler veya açıkça beyan etmeyip şüpheli
olan hükümleri) dir.
— Sıratı müştekimin başındaki dâvetci, Kur'anı
kerimdir.
— Onun (Kur'anı kerîmin) üstündeki dâvetci, her
müminin kalbindeki Allâhın vaizidir. (Melek-in ilham ve İkazıdır)»
(Hadîsi, Rezîn ve
Ahmed bin hanbel rivayet etmiştir.)
192- (53)
Yukardaki hadîsi, Beyhakî «Şuabil îmânında» Nevvas bin Sem'an (R.A) den rivayet
etmiştir. Keza Tirmizi de bu zattan rivayet etmiştir. Ancak Tirmizî daha
muhtasar olarak zikretmiştir. [295]
Hadîs şerifde Rasûlü
Ekrem efendimiz çok açık bir şekilde teşbih ve temsil ederek, Sıratı Müştekimi
ve onun nasıl bir yol olduğunuda beyan bu-'yurmuştur. Sıratı müstekîmin
başındaki dâvetcininde' kim olduğu beyan buyurularak en bariz şekilde
aydınlatmayı yapmıştır.
Sıratı Küstekîmin,
islam olduğunu ve Sıratı müstekîmin etraf duvarlarındaki kapıların, Allâhın
haram kıldığı şeyler olduğunu ve duvar etrafında sarkan örtülerin de hududu
ilâhîler veya şüpheli olan hükümler olduğunu beyan buyurmuştur.
Sıratı müstekîmin
başındaki Dâvetcinin İslamın esası ve ana kânunu olan Kur'anı kerim olduğunu,
ve onun üstündeki dâvetcininde her müminin ilâhî hidâyete erişmesine liyakat
kesbeden kalbi olduğunu beyan etmiştir ki, hak ve hakîkaîa susamış hakkın
lutfuna mazhar olmuş kalbler, bu davetlere ve dâvetcilere kulak verib nasibini
alırlar.[296]
192 nolu hadis Râvîsj
Nevvas bin Sim'an veya Sem'an (R.A) ashabı kiramdandır ve ashabı suffadan
olduğu beyan edilmiştir. Samda sakin olmuştur. [297]
193- (54)
İbni Mes'ud (R.A) den mervidir, dedi:
«Bir kimse, sünnet
işlemek isterse, ölmüş sünneti işlesin. Zira sünneti dirilten kişi, fitneden
emin olmaz. İşte ölmüş sünneti gerçekten ihya eden kimseler, Muhammed
Sallâllahü aleyhi veseilemin ashabıdırki, bu ümmetin en efdahdır. Kalpleri en
ihlaslı, ilmin derinlerine en iyiî vakıf olan ve amelde külfeti en az olan
kimselerdir.
— Onları Allahü teâla mahlukatı arasında nebisi
ile sohbet etmeye ve dini mübîni islâmın ikâmesine seçtiği mübarek kimselerdir.[298]
— Binâenaleyh onların başka kimselere
üstünlüğünü bildiriniz, onların eserleri {tâkib ettikleri yolları) üzerine
tabî olunuz ve onların ahlak ve iyi haHei-ıini kudretiniz yettiği nisbette
sarılınız. Zira onlar, dosdoğru yol üzere-dirler*î) [299]
Sohâbeı kiramın fakih,
Müfessir ve âlimlerinden birisi olan ve aynı zamanda Rasûlüllah sallâllahü
aleyhi vesellem efendimiz zamanında fetva verme hakkına sâhib olanlardan İBNİ
MES'UD (R.A) in yukardaki kıymetli sözünün birinci cümlesi olan, «Bir kimse, sünnet
işlemek isterse, ölmüş sünneti işlesin. Zira sünneti dirilten kişi, fitneden
emin olmaz.» bu kelime ve tavsiyelerine aikkat etmek gerekir.
Ölmüş sünneti ihya
ederek amel etmek, bilhassa günümüzde çok mühimdir, erkeklerden camiye cemaata
gelmeyenlerin içinde kalkıp camiye eemaata gitmek, hdtta namazları
kılmayanların içinde kalkıp namazı kılmak, kadınların çırıl çıplak sokağa
çıkdıkîarı bir zmanda, knsını. kızını ve diğer yakınlarının hanımlarını islamın
beyan ettiği tesettüre bürüyerek elbiseterini giydiren ve gayen kimseler,
elbette çeşitli itham ve taaruzlara maruz kalacaklardır.
Beş vakit namazını
kılan ve cemaata giden müslümana, «Gerici, yobaz, mürteci eski kafa, ham adam,
zevk ve hayattan haberi yok zavallı, moüa, bizim softa, şeriatçı ve sair»
kelimelerle sözde itham ederler. Aslında bu kelimelerin bir çoklarını duyan
müslüman, iftihar etmesi lazımdır. O zavallılara da ıslahları için hayırlı
duada bulunması en doğru yollardan biridir.
Örtünmüş islam
kıyafetli hanım ve kizlaradd, «dadı gibi geyinmiş, küflü kafalı kadın, öcü gibi
kendini saklayan mahluk V.S» cümlelerle hakaret etmeye çalışırlar.
İbni Mes'ud (R.A) in
tavsiyesi de böyle terk edilmiş veya yapılması güçlük kazanmış islam esaslarını
işlemek, en iyi ve en güzel amellerden olduğunu beyan buyurarak bu tahkir ve
tezyiflere karşı sabırla mukabele etme yolunu da tavsiye etmiş oluyor.
Günümüzde baldırı
bacağı açık islam kadınına benzemeyen çıplak kıyafetli kadın ve kızların ve
hatta erkek pantolonu giyerek en âdî şekillere bürünen bir cemiyetin kadın ve
kızlarının içinde kadınların kendilerine has bürünme ve örtünme olan
elbiselerini giyerek setrülavrete riayet eden hanım lar, elbette göze batacak,
elbette o ahlaksızlar tarafından ayıblanacaklardır. Çünkü onlar gibi geyinib
veya onlar, gibi örtüp saklanması farz olan vucud-iarını açmayorlar, yabancı
erkeklere kendilerini peşkeş çekercesine sokağa çıkmayorlar. O müslümanlığm
gerektirdiği elbiseye bürünen hanımlar, onlar gibi gayri müsiim kadınları ve
onların giyimlerini taklid etmiyorlar. İslamın ve müslüman hanımların emir ve
giyimlerini tatbik ediyorlar. Müslüman hanımlar, yabancı erkeklerden
kaçınırlar, onlar gibi rast gelen erkekle arkadaş olub iffet ve namuslarını
yıkmazlar.
Keza sakal, bıyık,
hac, kur'an tâlimi ve din tedrisatı yapılan okul, müessese ve emsali yerlere
din tâlimine gidenlere karşı, kötü davranışda ve kem gözlerle bakışlar da
bulunanlar karşısında, hiç çekinmeden ve yılmadan bu kudsî vazifeleri
yapmakda, İbni Mes'ud hazretlerinin tavsiye ettiği ölmüş veya ayıblanır hâle gelmiş
sünnetleri ihya etmek, elbette çok fevka-lâda bir ameldir.
Gerçi bu saydıklarımız
ve daha saymadığımız pek çok islam esaslarını icra etmek, kolay olmayor.
Çeşitli itham ve tahkirlere mâruz kalınabiliyor. Zâten İbni Mes'ud
hazretlerininde dikkat ve tavsiyesi, ölü bir sünneti veya ayıplanan bir islam
esâsını yaparak diriltme esnasında çeşitli fitne, ve fesatlıkların
olabileceğini de hatırlatması o mühim olan amelleri işlemezden evvei bu
hallerin olabileceğini düşünerek ona göre tedbir ve dikkat etme hususunu
belirtmektir.
Ashabın ilk müslüman
olup islam esaslarını nasıl icra ettikleri ve ondan sonraki asırlarda gelen
pek çok büyükler, islâmin ana esaslarını yaşamak ve yaşatmak için ve hatta
islâmı yıkmaya veya tahrib etmeye yönelik ne kadar, Bid'at ve hurafeler, ortaya
atılmış ise, onlarla amansız bir şekilde yılmadan hayat pahasına da olsa,
mücâdelelerine devam etmişlerdir.
Günümüzde islâmı
bilmeyen bir takım cahil kimselerin, islam dellalhğına çıkarak islâmın
mübelliği Peygamber efendimizin yaşantı ve buyruklarına zıd hareketler ve
sözlerde bulunmaktadırlar. Haddini bilmeyen cahil zorbalarla efbet mücâdele
etmek cidal olacağından sâdece islâmın esâsını beyan ederek gerçekleri
aydınlatmakla itifa edeceğiz.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi vesellem efendimiz, haç vazifesini îfa ederken ihrama girince başını
açmış ve başı açık olarak gezmiş ve ibâdet yapmıştır. Diğer zamanlarda hep
başına bir şey geymiş ve başına sarığını sararak hayatına devam etmiştir.
Rasûlüllah (S.A.V)
efendimizin hayatı bu şekilde devam ettiğinden, fu-kaha ve muhaddisler, hac
mevsiminde ihramlı iken başın açık olmasından başka yerlerde, başı açık namaz
kılmanın kerâhat olduğunu beyan etmişler ve sokaklarda başı açık gezenlerin
naklettikleri veya şehâdet ettikleri hadîsi şerifin makbul olmayacağı ve hatta
mahkemelerde şehâdetlerinin red edileceği beyan edilmiştir.
Fıkıh kitablarının
metninde şu hüküm mezkûrdur :
«Başı açık namaz
kılmak, mekruhdur. Ancak tezellül ve tevazu için olursa, mekruh değildir.»[300]
Fethulkadir de şu
hükümler mezkûrdur:
«Haya etmeyen bâzı
kimselerinde, şehadetleri makbul değildir. Tek başına gömiekcek insanların
yanında yürümek (dolaşmak) ve ayak uzatmak ve hafiflik (aşağılık, adîlik)
sayılan, edebsizlik, mürüvvet ve hayanın azlığından sayılan yerde başını açan
(başı açık gezen kimseninde) şehâdeti mer-düttür.» [301]
Usûlü Hadis şerhinde
de Davudulkârısî şu satırları yazmıştır:
«Ve hafiflikden,
hayanın azlığından sayılan yerde başını açan kimsenin, hadisi şerifler
hakkındaki şehâdeti kabul olunmaz.»[302]
İşte sokaklarda başı
açık dolaşıbda başlarına memleketin örfü ve zaruri halleri karşısında çeşitli
fes, şabka gibi bir şeyler giyerek başlarını örtenlere laf atan zavallılar,
çok tıata ve yanlışlık içinde olduklarını bilmelidirler. Eğer teşbih maksadını
iddia ediyorlarsa, şimdi başı açık gezmek daha fazla teşbihi gerektirmezmi?...
Aynı zamanda müminler
çeşitli yasak ve nedenlerle, başlarına sarık ve takke giyemeyince başlarını örtmeleri
gerektiğine göre, ne giymelidirler?...
Zaruretler, haramları
bile mubah kıldığına göre, başlarına mutlaka bir sey giymeleri lazım
olduğundan, teşbih ve teşebbüh maksadı olmadan, kasket ve sâireyi giymek bir
mahzur teşkil etmemesi gerekir. Teşbih maksadı ile geyildiği takdirde, küfür
olduğu yazılmıştır.
Hulâsa adlı eserin
elfazı küfür bahsinde şu cümleler mezkûrdur:
«Bazı müteahhirin
uleması dedi ki, eğer başa geyilen şabka ve emsali olanı sovuğu def etmek
(soğuktan korunmak) için veya gayri müsümden alınan inek ancak sahibinin
şabkasını geyince südünü sağdırsa, tekfir olunmaz. Şayet şabkayı geymeden inek
südünü sağdırırsa, bu takdirde kâfirin şabkasını geye.ı kâfir olur.»[303]
Fetâvâyt Bezâziye de
de şu hükümler mezkûrdur:
«Mecûslnin şabkasını
bir kişinin başına koyması, denildiki o kimse, kâfir olmaz. Zira o kmse dili
ile cenâbu hakkı tevhid edicidir ve kalbi Üe de tasdik edicidir.
— İmamı Azam (R.A)
dediki; Hiç bir kimsenin îmanı çıkmaz, ancak girdiği kapıdan çıkar. îmanın
girmesi ise, dil ile ikrar ve kalb ile tasdikdir. Halbuki onlarda dâim ve
kâimlerdir.»[304]
Yukardan buraya kadar
nakletmiş olduğumuz esaslara göre, bir müs-lüman ortada yok edilen ve
yaşanmayan sünnetlerden birisi olan başına bir şey geyip gezmeyi yapmakda elbet
haklı ve cok yerinde bir amel yapmış oluyor. Bu doğru ve iyi ameli her ne kadar
bâzı cahil ve tefrikacılar tasvib etmeseler ve hatta tahkir etseler de, en
çıkar yol, mümkin olanı yapmak en doğru yoldur. Başlarına bir şey gelmeden
gezenler, Peygambere, muhalefet ettiklerini düşünerek ölmüş veya öldürülmek
istenen sünneti ihya etmenin yolunu aramalıdırlar.
Şimdi sünnete muhalif
olarak işlenen bir amelde, kolları acık vaziyette namaz kılmaktır. Buda yakın
zamanda zuhur etmiş ve bunu bir beis yokmuş gibi işleyen ve savunanlar da
maalesef görülmektedir.
Bu hususu da Mehmed
Zehnî merhum «NÎMETÜLİSLAM» adlı eserinde şu satırları yazmıştır:
«Erkek olan kimsenin
(namazda) kolunu acık bulundurması, mekruhtur. Bu mekruhluk gerek namaza kolu
açık dursun, gerekse durduktan sonra kolunu kolayca bir amelle açsın. İbni
Abidînin ifâdesine göre; Etek de, yen gibidir. Elini, eteğini cemreyib abdest
almayı müteakıb imama rek'atta yetişmek üzere acele ederek öylece namaza durmuş
olan kimse hakkında efda! olan, onları (yen ve etekleri) az bir amel ile
indirvermektir.[305]
Kadınların kollan
açıldığı ve bir rükün edâ edecek kadar veya açık olarak durdukları takdirde,
namazları fasittir.»
Gerçekler orta da
iken, yine bu meselede de çeşitli indî ve şahsî görüşler ortaya atarak allâme
kesilen yeni müetehid taslakları, çıplak kol ile veya kısa kol ile erkeklerin
namaz kılmalarının kerâhat olmadığını savunmaktadırlar. Bu adamlar gibi,
kendilerini beğenmiş ve kendi görüş ve düşüncelerini hak ve doğru zanneden
iblis kafalı adamiar, her devirde bulunmuştur.
Bütün mesele böyle
sapık ve zavallıların karşısında veya yanlarında ölmüş olan her hanki bir
sünneti ihya etmek, elbette kolay olmayacaktır. Ciddî mücâdele gerekir.
Şayet hakîkat ortaya
konub amel edilmezse, hak ve doğru olan mesele ve sünnetler, tamamen tersine
çevrilib bâtıl ve hurafeler birer birer sünnetin yerini tutar.
Sünnetlerin bu
yollarla yıkılacağını Abdullah bin Deylemî (R.A) şöyle beyan, etmiştir :
«Bana ulaşmıştır ki,
şüphesiz ki dînin gitmesi, sünneti terk etmekledir. Din, birer birer sünnetin
gitmesiyle gider. İpin kuvvetininde birer birer kop-masiyle gittiği gibi.» [306]
Yukarda saymış
olduğumuz bazı terk edilen sünnetler ve hatta farzlar gibi, isfâmin nurlu
yollarını görmeyen ve yaşamayanların içinde, o gerçekleri yaşamak ve hakkı ile
müdâfaa etmek, elbette kolay bir şey değildir. Çeşitli imtihan ve ibtilâlarla
karşılaşılacaktır. Hak yolcusu ve Bid'aîi yıkıp Sünneti dikme yolunu tutan
mücâhid kişiler, her asırda ve her yerde böyle şeylerle karşılaşmışlardır.
Yinede yılmadan hak bildikleri dâvaya sadâkatla devam etmişler ve hatta o yolda
pek cok şehidler olmuştur.
Şimdi en mühim ve
ciddî mücâdeleleri yapmaya çalışanlarda, selefi sâ-lihîni göz önüne alarak
büyük bir iştiyakla ve ruhunu hoşlandıran bir zevkle yapmaya çalışmalıdırlar.
Hak yola inaanlann ve
hak müdâfîlerinin öyle olacaklarını cenâbu hak bir âyeti kerîmesinde şöyle
buyurmuştur:
«İnsanlar, sandılarmı
ki, «İman ettik» demeleriyie birakılıbda imtihan edilmiyecekier?
— Elbette biz (azîmüşşan),
onlardan evvelkileri de (pek çok musîbet-lerle) imtihan ettik Muhakkak ki
Allah, (imtihan netîcesiyle) sâdık olaniarıda bilecek ve yalancı olanları da
bilecek.» (Ankebût sûresi, 2-3)
Hz. Lukman
aleyhisselâmın oğluna vasyyet ve nasihatini da halikı zülcelal şöyle beyan
buyurmuştur:
«Ey oğlum! Namazı
dosdoğru kıl, İyiliği emret ve fenalıkdan nehyet. Bu esnada sana isabet eden
her hangi bir musîbete sabret. Çünkü bunlar (yukardaki dört vazife), kesin
olarak farz olan amellerdendir.» .(Lukman sûresi, 17)
Yukardaki her iki
âyeti kerîmede de beyan edildiğine göre, islamı yaşarken ve islâmtn esaslarını
yaşatmak veya öğretmek için gayret ederken, mutlaka çeşitli itham, iftira ve
eziyetlerle karşılaşılacaktır. Çeşitli şekilde musibetlerin olması, bir ilâhî tecelli
ve imtihandır. Bu imtihanı başarı ile kazanabilmek için de sabır ve tahammül
ederek yapılan hayırları yıkmamak gerekir.
İbni Mes'ud (R.A) in
yukardaki 193 nolu kıymetli sözünün devamını tekrar okuyarak Peygamber
efendimizin ashabının fazilet ve değerlen hakkında ibini Mes'ud Hazlerinin
şehödetini her mümin bilmeli ve ashabı kirama tâbi olmanın yolunu
tutmalıdırlar.
Ailâhü tealanın
terbiyesi ile terbiyeienen dünyanın efendisinin huzurunda bulunup nuru
nübüvvetden istifade eden feyizli ve bereketli fâzılları ve onların iyi
hallerini kendimize rehber edinmek, elbette en doğru ve en güzel yoldur.
Ashabın her biri yer
yüzünün yıldızları gibi olduklarını mübarek pey-ğmaber efendimizin kıymetti
sözlerinde açıklanmış ve bunlara tabî olmanın direk hidâyete tabı olmak
olduğuda yine aynı şekilde beyan edilmiştir.
İbni Mes'ud (R.AJ in
rivayet ettiği bir hadîsi şerifde Rasûlü Ekrem (^ A.V) efendimiz şöyle
buyurmuştur:
«insanların hayırlısı,
benim bulunduğum asırdaki (yüz senenin içindeki) terdir. Sonra onları tâkîb
eden ikinci a sırda kilerdir. Sonra onları tâkîb eden (üçüncü) asırdakiler
hayırlıdır. Bir rivayette de; ondan sonra, yalan ortaya Ctkar. Binaenaleyh
üçüncü asırdan sonra gelenlerin sözlerine ve tüllerine itimad etmeyiniz.»[307]
Diğer bir hadîsi
şerifde şöyle buyurulmuştur:
«Benim ashabım (beni
bizzat görüb inanan ashabım) zikrolundumu, hemen (aleyhlerinde bir söz
söylemekten kaçınarak) susunuz.»[308]
yâni ashabı kiram
hakkında her hanki bir sebeble aralarında geçen meselelerden dolayı olsun veya
başka bir sebeble olsun, ayıblartndan bahsedib kötülemekten kaçınınız.
Aleyhlerinde bulunmayınız.
Akılı ve gerçek îmaniı
müslüman, Peygamber efendimizin ashabı hakkında ne bir kötü kelimede bulunur,
ne bir onlar hakkında kötü isnad ve kelimelere kalbinde yer verir ve ne de
ashabı kiram hakkında kötü kelime ve iftirada bulunanlara iltifat eder. İltifat
etmediği gibi, o zındık ve sapıklarla gerçek şekilde mücadele yaparak ashabı
kiramın müdafaasını yapar.
Cenabu hak bütün
müslümaniarla bizleri, Ashabı kirama ve diğer selefi sâlihine karşı saygılı
olup geçmişini rahmetle anan ve mevcud müslü-manlarada gönülden sevgi besleyip
iltifat ve ülfet edenlerden kılsın. Amin. [309]
194 - (55)
Câbir (R.A) den mervîdir, Ömer bin elhattap (R.A) Resûlül-lah sallcllahü aleyhi
veseİleme tevratdan bir nüsha ile geltfi, dediki : Ya Resüiüllah! İşte bu
Tevrattan bir nüshadır. Bunun üzerine Resûlüllah (S. A.V) sükût etti. Ömer
(R.A) o sahifeyi okuyor idi, Resûlüllah saliallahü aleyhi vesellem-in yüzü
değişiyordu.
Bunun üzerine, Ebû
Bekir (R.A) dedi : Anaları yitiresi! Resûlüllah (S. A.V) in yüzünü
görmüyormusun?!
— İşte hemen Ömer (R.A) Resûlüllah (S.A.V) ,:n
yüzüne bakdı ve derhal dediki : Allanın ve Resulünün gazabından Allaha
sığınırım. Rab yönünden Allâha razı olduk. Din yönünden İslama ve nebi
yönündende Muhammed (A.S) e râzi olduk.
— Hemen Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[310]
«Nefsi Muhammediyyem
yedi kudretinde olan Allâha yemin ederim-ki, eğer size Musa (A.S) zuhur edip
gelse ve ona, tâbi olup bana ittibâ-ı terk etseniz, mutlak ve muhakkak siz
doğru yoldan dalâlete sapmış olursunuz. Eğer (Musa) dünyada sağ olsa ve benim
nübüvvüvetjîme erişmiş olsaydı, elbet bana tâbi olurdu.» [311]
Yukardaki hâdiseli
meselede de, dikkat edilmesi gereken pek çok mühim meseleler vardır. Şöylece
sıralayıp açıklamaya çalışalım :
a ) Hz. Ömer, Rasûlüllah sallallahü aleyhi vesellem
efendimize tevrattan bir nüsha getirib okuyor.
b ) Hz. Ömer'in, bu okuması, kendisinin bu hususda acaba
izni Ra-sul varmıdır? diye bir istîzan da bulunmak istediği ortaya çıkıyor.
c ) Fakat bu
gaye ilede olsa. Benî İsrail hikâyelerine bir yoi açmak olacağından ve aynı
zamanda en son kitabı ilâhî nurlu, kesin, ve açık hükümleri hâvi kur'anı kerim
var iken bir çok bâtıllarla karışmış ve-tahrif edilmiş nüshalara bakmak uygun
olmadığından, Rasülüllah sallallâhü aleyhi-vesellem efendimiz hemen
gazablanıyor ve gazablandığına alâmet olarak-da, efendimizin yüzünün rengi
değişiyor.
d) Rasûlüllâhın
bu hâlini müşahede eden Hz. Ebûbekir de, derhal Hz. Ömer-e müdâhale ediyor ve
arablarm örflerinde kullandıkları sitâyişli Dir kelime ife şöyle hitab ediyor:
«Anaları yttiresi,
Rasûlüllâhın yüzünü görmüyormusun?»
e) Hz. Ebû
Bekirin îkazından sonra Hz. Ömer hemen Rasûlüllâhın yüzüne bakıyor ve diyorki :
«Allanın ve Rasûlünün gazabından Allâha sığınırım. Rab yönünden Allâha râzî
olduk, din yönünden .Islama ve Nebi yönünden de Muhammed (AS) e râzi olduk.»
Peygamber efendimizin
huzurunda bulunan bu iki dostun durumları çok enterasandır. Birisi bir hata ve
ayib bir işi yapınca, diğeri hemen kardeşini ikaz edib her ikisi de hak yolda
birbirlerini uyararak hak yola sevk ediyorlar. Uyaran zata karşı diğer dost
da, en ufak bir üzülme olmadığı gibi Hemen Rasûlüllahın huzurunda özür dileme
de oluyorki, bu hal bizler için çok ibret amiz bir hâdisedir.
Esas dostluk böyledir.
Birisi bir hata ve kusur işledimi, hemen diğeri uyarır ve uyarılan hata sahibi
de, teşekkür ederek veya kusurunu itiraf ederek hemen tâkib ettiği yol ve
amelden vaz geçer. Zira, «insana, noksanını bilmek gibi kâmili irfan olamaz.»
Elbet kemailı
insanlardan, kâmil ve yüksek ahlak örnekliği görülür. Böyle kemallılardan
nasibini de, onları kendilerine rehber edinenler alırlar,
f) Bu hadîsi
şerifin en son cümlelerinde görüldüğü üzere, Hz. Peygamber efendimizin
kendisinin getirdiği gerçeklere bağtanmakda ve kendisinden başka kim olursa ve
kim gelirse gelsin, her ferdin mutlaka kendine tabî olması ve hatta Hz. Musa
da gelse, onunda kendisine tabî olması gerektiği ve gelmiş olsa mutlaka kendine
îâbî olaeağını beyan buyurması, çok mühim meseleleri ihtiva etmektedir.
Bu hususda evvelâ
uydurma isrâiliyyata daimamayı ve israil kıssalarını okumamayı ve hatta onlara
karşı bir senpati dahi göstermemeyi, hassasiyetle beyan etmiş oluyor.
Meselâ, Bakara
sûresinde geçen Hârul ve Marut kıssası açık ve sarih iken, onlar hakkında içki,
içip kadına tasallut olma meselesi gibi pek çok uydurma beyanlarda bulunanlar
olmuştur. Hatta onlar hakkında Hz. Peygamber efendimizden muhtelif hvâyetü
hadîsi şerif diye uydurma sözler
nakledilmiştir.
Halbuki Rasülüllah sallallâhü aleyhi veselfem efendimizden sahih ve sağlam
rivayetü hiç bir hadîsi şerif vârid olmadığı sağlam kaynak^ larda
zikredilmiştir.
Kâdî lyazdan
nakledildiğine göre. Tefsirlerde ve haber beyan eden kitablarda zikredilen
kıssalar ve hadis dîye zikredilenlerin hepsi asılsız ve uydurma şeylerdir.
Yahudilerin kitablarında onların haber ve yalanlarından ibarettir. Daha ziyâde
Kâbulahbar denilen yahûdîlerin hikâye ve uydurucu-larının ifâdeleridir. [312]
Muhammed Cemâlüddînı
Kâsimî, Bakara Sûresinin 102. Ayeti kerîmesinin tefsîrinde uzun izahatı
esnasında Hârut, Mârut hakkında şu cümlelere yer vermiştir:
(.Muhakkik bilginlerin
beyanlarına göre, Muhakkak ki Hârut ve Mârut Bâbil şehrinde takva ve salah
sahibi olarak alenen bilinen iki adamlardı. O Bâbil; Fırat nehri üzerinde Iraka
bağlı bir şehirdir. O iki kişi insanlara sihir tâlim ederlerdi. Onlardaki
güzel îtikadlan, o iki kişinin gökden inmiş meleklerden zannetmeleri ve
insanlara Sihri öğretmeleri, işte o Ailahdan bir vahiydir,
zannetmişlerdir.» [313]
Bâbil şehrinin şimdiki
yeri hakkında ihtilaf edilmiştir. Bâzıları, Küfenin olduğu yer olduğunu
söylerler. Diğer bâzı bilginlerde, Nusayb:în şehrinin olduğu yerden itibaren o
havale olduğunu beyan etmektedirler.
Ayeti kerîmedeki,
«Melekeyni» kelimesindeki iki melek-in yer yüzüne bir sebebe binâen indiklerini
beyan eden âlimlerde vardır. Yâni âyetin sarih ifâdesi ile hükmetmişler ve
doğrudan doğruya o zikredilenler hak tarafından insanlara sihri öğretmek için
ve sihrin haramlığını da bildirmek için gelmişlerdir.
Evet sihir yapmak,
haram ve sihire helal demek küfürdür. Fakat o melekler, sihirin ne şekilde
yapıldığını ve tefsirinin olup olmadığını ve sihir hakkındaki gerçek inancın
nasıl olması gerektiğini, en güzel şekilde tâlim edib öğretmek üzere
gelmişlerdi. Sihir şer ve kötü olmakla beraber, ondan korunmak için onu
öğrenmek ve bilmekde mahzur olmadığıda beyan edilmiş oluyor. Zira şerri İşlemek
için değil, şerrin kötülüklerini öğrenib ondan korunmak için şerri öğrenmek
caiz, ve belki de yerine göre vacib de olur.
İşte Hârut ve Mârut
Melekde olsa, onların gelib insanlara sihri öğretmeleri bu sebebe binâendir.
Aslında pek çok rivayet ve îzahtarda melek oldukları açıklanmıştır. Melek
olduklarına göre. Melekler günah işlemekten masum ve bendirler. Öyle ise,
onların yer yüzüne inişleri, yer yüzünde sihir hakkında kötü bir akîde ve
inancı yıkıp silmek için, gerçeği insanlar öğretmek için inmişlerdir.
Bir şeyi bilmek ve
öğretmek başka, tatbik etmek yine başkadır. Nitekim her hangi bir mâyiin içki
nevinden olduğunu bilmek de hiç bir mahzur yoktur. Hatta bir mayiin içki
olduğunu bilmek, ondan sakınıb korunmak için
bilmemekten daha
evladır. Bıçak adamı da keser, ekmeği ve koyunuda keser ve onun kesici
olduğunu biimek cinayete kullanmak gibi olamaz. Onun kesici olduğunu bilmek
tehlikesinden korunmak içindir.
Netekim, «Hamt ve
mârut» isimli iki melekde böyle yaparlardı. İlgili âvet meali şöyledir:
«Bİ2 ancak fitneyiz
(imtihan için gönderilmişizdir.) sakın (sihir yapmayı caiz deyibde) kâfir
olma, demedikçe hiç bir kimseye (sihir) öğretmezler-di.» (Bakara sûresi, 102)
Allâmei Teftâzânî Hz.
leri de, «Şerhi akâid» adlı eserinde «HARUT ve MARUT» un
iki melek olduğunu beyan sadedinde şöyle zikretmiştir :
«Ama Harut ve Marut,
asah olan onlar kendilerinden küfür ve büyük günah sâdır olmayan iki adet
melektir. Onların azablanmaları, Peyğamber-lerdeki Zelle ve hatalarına karşılık
itablandıkları gibi ontarinki de itablan-mak şeklindedir. Onlar insanlara
nasihat ederlerdi ve derlerdiki; Biz ancak fitneyiz. Sakın sihir yapmayı caiz
deyibde kâfir olma. Sihri öğrenib öğretmekte küfür yoktur. Ancak sihrin
helalliğim îtikad edib İşlemek küfürdür[314]
Şu halde Harut ve
Mârut, haklarında nakledilen şarap içme ve kadınla ilgili gayri ahlâkî ve büyük
günâh olan fiillerden beridirler. Söylenen ve yazılanlar, isrâiliyyattan
ibarettir
Yine Isrâilliyattan
olan en şenî ve en kötü iftiralardan birisi de, Hz. Dâvud alehisselâma nisbet
edilen çirkin kıssadır. Kıssanın çirkin şekli ve ifadeleri, Sûre-i şadın 22. ve
27. ayetlerin tefsirlerinde zikredilmiştir. Maiy-yetindeki bir kişinin ailesine
bir peygamber göz koyub onu harbe göndererek onun ölümünü sağlamak suretiyle o
kimsenin hanımını aldığına dâir şenî iftira ve tezyifleri yine Yahudiler
uydurmuşlardır.
Bu sebeble Hz. Davudun
kıssasını gerçek şekilde bilemeyenler ve bel-kide yanlış bilen kimseler
olabileceğinden, onun hakkındaki kıssayı nakledene Hz. Ali şöyhe demiştir :
«Davud aleyhisselâmın
kıssasını kıssa düşgünieri bilir bilmez her yerde hikâye edrlerse, yüz altmış
(160) değnek vurdururum.»[315]
Hz. Dâvud hakkında
çeşitli şekilde beyan edilen bu kıssanın her yönüyle asılsız olduğu meydandadır.
Zira büyük ve küçük günah işlemekten masum olan bir Peygamber böyle isnad ve
kötü fiil asla olamaz ve olmayacağı gayet açıktır.
Fahruddîni Râzî merhum
Tefsiri kebirinde, Kadı Beydâvî de tefsirinde bu meselenin iftira ve yalan
olduğunu beyan etmişlerdir, Ayıb ve kötü şeylerden bütün Peygamberler halikı
zülcelâlın hıfzu emani ile masum ve mahfuzdurlar. Öyle denî olan fiil ve
sözlerde bulunmazlar.
Hal böyle iken bu
mübarek Peygambere isnad edilen uydurma kıssayı aslı varmış gibi hikâye ederse,
Hz. Ali efendimizin buyurduğu gibi yüz altmış değnek vurulması gerekir.
Akıllı müslüman, her
hangi bir kıssa ve hâdiseyi işidince, şer'î yönünü, düşünerek o mesele ve
hikâyeyi evvel emir islam terazisine ölçmeîidir, sonra o mihenk've
değerlendirmeye göre, hüküm vermelidir. Yoksa her duyulan veya her yazılan ve
nakledilen doğru olmayabilir. Belki yalan yere söylenmiş ve yazılmışda
olabilir. Bu sebeblerden Kur'an ve sünnetten başka diğer kaynaklarda çok hassas
ve ciddî olmak lâzımdır.
Açıklamaya
çalışdığtmız bu iki kıssanın kısa yönlerinden ve değerlendirmemizden,
anlaşılmıştırki. Dîni mübîni islâmt tahrif edemiyecekler ama, şaşırtmak İçin
bir çok yalan ve uydurma şeyleri içine sokmaya çalışmışlar ve çalışacaklardır.
Kur'an ve sünneti ve
Kur'an ve sünnetin hükümlerini beyan edip açık layan ana kaynaklara, yanî
fıkıh, tefsir hadis ve akâid kitabları gibi eserlerden başka pek çok yeni yeni
isimler ve cisimlerle ortaya çıkan yalan ve uydurmacıların kitabları piyasaya
sürülmüştür.
işte iyi bir islam
akaidine sâhib olan kişi, Dînin esaslarına aykırı olan her hüküm ve eserleri
inceler. İsrail i vyata kaçanı ve dinin ana esaslarına aykırı olduğunu görürse,
hemen red eder.
Hadîsi şerifin son
cümlelerinde beyan edilen hükümlerde şu hususlara da işaret vardır;
Geçmiş peygamberlerin
şeriat ve dinlerinin hükümleri, ya bu son ki-tabda nakledilip kıssalanmıştır.
Yahut bu ümmete farz olmayıp hükümler neshedilerek zikredilmeyip
kaldırılmıştır.
Binâenaleyh bizden
evvel geçenlerin şeriatlarından bizim şeriatımızda nakledilip kıssalanan
hükümler, bizim şeriatımızdır.
Şayet Kur'anı kerimde
nakledilib kıssa fa nmamış ve peygamber efendimiz haber vermemiş ise, geçen
şeriat hükümleri ya neshedilmiştir. Veya isrâiliyyat kıssalarından olması
hasebiyle şer'i şerife muhalifdir. Bu sebeb-dende nazar edilip okumak ve
dinlemek doğru olmaz.
Usul kitablarında şu
hüküm zikredilmiştir:
«Bizden evvelkilerin
şeriatı, Allâhü teâla kıssalar ve inkar ve neshetme olmadan peygamber efendimiz
haber verirse, bizim içinde şeriattır.»[316]
Kur'anı kerimde zikredilen
geçmiş ümmetlerle ilgili hükümler ve peygamberlerin ibret verici kıssaları,
bizim için, şeriat olan hükümler meyanın-dadır..
Geçen ümmetin
hükümlerinden kıssalanıp nakledilen hükümleri hâmil olan bir âyeti kerime meali
şöyledir:
«Biz anda (Tevrat da)
onların üzerine sunuda yazdık : Cana can göze göz, buruna burun, kulağa, kulak,
dişe diş (karşılıkdır). Bütün yaralar birbirine kı-sasdır. Fakat kim bunu (bu
hakkını) sadaka olarak bağışlarsa, o kendisine (günahına) keffâret (onun
yargılanmasına vesile) dir. Kim, Alanın indirdiği ahkam ile hükmetmez ise onlar
zâlimlerin tâ kendileridir.»
İşte kısasla ilgili
hükmün geçen ümmetlerdeki bu hükümler, biz ümmeti muhammed de de aynen
câridir. Daha geniş îzahat, fıkıh kitablannda mezkûrdur. Bizim, «Mülteka Tercümesi!»
adlı eserimizin dördüncü cildinde de açıklayıcı hükümler zikredilmiştir,
Şu haide kur'anı
kerim, geçmiş ve gelecek bütün insanlığın hükümlerini en doğru ve en İyi
şekilde cami olan yegâne hidâyet kaynağıdır. Kurtuluş, Kur'anda ve Kur'ana
sarılmaktadır. Tek kelime ile, Kur'an ve sünneti cem eden İslam, hidâyet ve
seadetin ta kendisidir.
Bir âyeti kerîmede
şöyle buyurulmuştur:
«Muhakkak ki, Allah
katında hak din, islamdır.»(Ali İmran sûresi, 19) [317]
195- (56)
Yine ondan (Câbir R.Aden) mervîdir dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :[318]
«Benim kelâmım,
Allanın kelâmını neshetmez, Allanın .kelâmı benim kelâmımı nesheder (hükmünü
kaldırır) ve Allanın kelâmının bâzısı diğer bâzısının hükmünü nesheder
(Kaldırır).» [319]
Hadisi şerifde beyan edilen
«nesih» kelimesinin tarifini ve kısa açıklamasını yaparak «Nâsıh ve Mensuh»
ile ilgili bir kaç hüküm beyan etmeye çalışalım.
NESH :
Luğatta, tebdil ve tağyir manasındadır. Ayrıca nakil ve izâle
manalannada gelir.
Şer'i İstilanda : Her hangi bir şer'î hükmün nihayet bulduğunu beyandır.
Yâni, Şer'i şerifde
ayet ve hadisle beyan ediien hükümlerin, sonraki gelen ve beyan edilen âyet ve
hadîsi şerifle aynı hüküm ibtal edilib kaldırılması şeklidir.
Neshin meşr»iyyetl,
Kur'an ve sünnetle sabittir. Sünnetten olan delil yukardaki hadîsi şerifle bir
az ilerde gelen hadîsi şeriflerdir.
Kur'anı kerimde Neshin
meşrûiyyetini natık âyeti kerîme meali şöyle dir:
«Biz neshettiğimiz
(hükmünü diğer bir âyetle değiştirdiğimiz) veya unutturduğumuz (geri
bıraktırdığımız) bir âyetin yerine ya ondan daha hayırlısını veya onun
benzerini getiririz. Allanın her şeye kadir olduğunu bilme-dinmi? (Elbette
bii^fn), (Bakara sûresi, 106)
Nâsıh ve Metfsuh olan
âyetleri ve bu hususda bilinmesi lâzım olan bilgi leri bilmenin gerektiğini
beyan eden şu cümlelere de dikkat etmek lâzımdır.
Hz. Ali, günlerden bir
gün bir kadıya uğradı ve dediki : Mensuhdan nâ-sıhı bitirmişin?
— O kadı dedi; Bilmiyorum.
— Hz. Ali, «Kendin helak oldun ve başkalarını
da helak ettin, dedi.»[320]
Dahhakdan mervîdir,
İbni Abbas (R.A) bir kadı hüküm verirken onun yanına vardı, ayağını dürttü ve
dedi ki : Mensuhdan nâsıhı biliyormusun?
— O kadı dedi, Mensuhdan nâsıhı kim bilir?
— İbni Abbas (R.A), yine dedi, Mensuhdan nâsıhı
biliyormusun?
— O hâkim de, bilmiyorum, dedi.
— İbni Abbas (R.A), «Sen kendin helak oldun ve
başkasımda helak ettin» dedi. [321]
Kur'an ve sünnetle
ilgili nâsıh ve mensuh hükümlerini ve onların nâsıh olanla mensuh olanlarını
ayrı ayrı bilmek mutlaka lâzım ve şart iken, bu hükümleri bilmeyen pek çok
kimseler, âyeti kertme.ve hadîsi- şerifler okuyar ve başkalarına hüküm
öğretmeye kalkışıyorlar. Yukarda sahabenin ulularından naklettiğimiz gerçek
karşısında aklı başında olan her kişi, evvela nâsıh ne demek ve mensuh ne
demektir, bunları ve bunlardan hanki âyetin diğer âyeti ve hanki hadîsin
diğerini neshettiğini teker teker bilmesi lazımdır. Bu hususda bilgisi olmayan
ve bu bilgileri İncelemiş kimselerin eserlerindeki hükümleri gereği gibi
bilemiyenin, hiç bir hüküm beyan etmemesi gerekir. Bilirse, bu hükümlerin
incelenmesini yaparak en kesin ve isabetli hükümleri cem etmiş olan fıkıh
kitablarındaki hükümleri öğrenib öğretme yolunu tercih etmesi en isabetli ve
doğru yoldur.
Nâsıh ve mensûhun
meşrûiyyetini ve varlığını beyan eden diğer bir âyeti kerime meali şöyledir:
«Biz, bir âyetin
yerine, başka bir ayeti değiştirib getirdiğimiz zaman (önceki âyetin hükmünü
kaldırdığımız vakit), Allah ne indirdiğini pek âla bilmişken, kâfirler dedilerki
: Sen ancak bir .iftiracısın. Hayır, onların çoğu Kur'anın hakikatim ve hüküm
değiştirmenin faydasını bilmezler.» (Nahl
sûresi, 101)
Evet Allâhü tealâ bir
âyetin hükmünü değiştirirken, mutlaka onda bir hikmet ve fayda vardır. Daha
evvel gönderilen her hanki bir hükmün değiştirilmesi, insanların menfeat ve
faydalarına yeni gelen hükümde daha fazla bir maslahat olduğu için, o hükmü
değiştirmiştir.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi vesellem efendimizin de daha evvei buyurmuş olduğu bir hükmü, sonra
değiştirmesi, ya daha evvel zarurete binâen söylemiştir, yahut daha evvel o
mes'elenin tatbiki küçdür, onun için yasaklamıştır veya men etmede o an için
bir mahzur vardır, Onun için evvelâ müsâade eder bilahire ondan men ederek
neshetme şekii olmuştur. Yahut da o müsâade veya men ettiği mes'ele şahsa âid
olarak beyan edilmiş olur, sonra da o mes'elenin umûma âit olan hükmün
açıklamasını yapar. Her ne ise, Rasûlü Ekrem efendimizin de neshetmesinde bir
hikmet ve maslahat mutlaka vardır.
Neshin meşrûiyyeti,
hem şer'an ve nemde aklen sabittir. Şer'an sabitliğine dâir yukardaki âyeti
kerîmeler ve 195 nolu hadîsi şerifle diğer hadîsi şerifler beyan
buyurmaktadır.
Adem aleyhisselâmın
evladları arasında nikahlanmak caiz iken, sonra bütün Peygamberlerin şeriatında
ve aklen kardeşlerin birbirlerini nikahlamaları neshedilib yasaklanmıştır.
Kur'anı kerimde nesh,
iki şekildedir.
Birisi, Kur'anı
kerimin âyetinin yazılışını bir yerden diğer bir yere nakil
şeklinde olur. Bu şekildeki neshin
şeklini beyan eden âyet kerîme meali şöyledir:
«Şüphesizki, neler
yapıyor idiyseniz bizi (onların hepsimi meleklere) yazdırıyoruz.»
(Câsiye sûresi, 29)
İkinci nesih şekli
işe, Bir hitabla sabit olan hükmün diğer bir hitabla kalkmasıdırki, ikinci
hitab olmasa evvelki hitab ofduğu gibi sabit olurdu.
NÂSIH :
Hükmü kaldırana «nâsıh» denir.
Mensuh :
Hükmü kaldırılıp terk edilerek amel edilmeyen şeye de «Men-suh» denir.
Mensuh olan âyet ve
hadislerin neshedilme şekilleri de üç şekilde olur ve şöyledir:
a ) Bu
neshedilen şekü, âyeti kerîmenin hem hattı ve hükmü kaldırılandır. Neshedilen
âyeti keriymelerin bu şekillerin vukuu pek çok şekilde ve bir çok sahabe
arasında rivayetleri görülmüştür. Cümleden bir tanesi şöyledir:
«İbni Mes'ud
radıyallâhü teâla anhden rivayet edilmiştir, dediki : Peygamber sallallâhü
aleyhi vesellem bana bir âyeti ve sûreyi okurdu, bende ezberleyib mushafıma
tesbit edib yazardım. Geceleyin olduğunda ezberle-
diğimi okuyayım diye
gayret ettiğimde gönlümde hiç bir şey bulamazdım. Sabahleyin Mushafıma nazar
ettiğimde o yapraklarda onu yine bulamazdım, yaprablar beyaz vaziyette idî. Bu
hâli Rasûlüllah sallâllâhü aleyhi veselleme olduğu gibi haber verdim.
— Bunun üzerine
RasûIüMah sailalfâhü aleyhi vesellem buyurdu ki : Ey İbni Mes'ud! O âyet dün
kaldırılmıştır.»[322]
Keza Ahzap sûresinin
uzunluğu, Bakara sûresi kadar iken, sonra bir çok âyetler neshedilmiştir ve
Ahzab sûresi Bakara sûresinde az kalmıştır.
b )
Neshedilenin ikinci şekli, Hatti-Yazılışı kaldırılıp hükmü kaldı-nlmayandır.
Buda Muhtelif kişilerin'rîvâyet ettikleri şu hâdise ve mesele ile
açıklanmıştır:
«Ömer Radıyalâhü anh
dediki; Eğer İnsanlar, Ömer kitabulâlha ziyâde etti, demeselerdi, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi vesellem zamanında; ihtiyar erkek ve ihtiyar kadın zina
ettikleri vakit, onları elbette Aliahdan ceza olarak recmediniz, hükmünü beyan
eden Recim âyetini elimle yazardım.»[323]
c ) Hükmü
kaldırılıb lafzı ve hattı kaldırılmayan âyeti kerîmelerdir. Kur'andaki âyeti
kerîmelerin hemen hemen hepsi bu kabil mensuh âyetlerdir. Cümleden bir tanesi
şu mealdaki âyeti kerîmedir :
«Sizin dîniniz size,
benim dînim bana.» (Kafirûn sûresi, 6)
Bu âyeti kerîme
müşrikleri cihad yaparak öldürme Ne ilgili şu mealdaki âyetle nesholunmuştur:
« (Dokunulması) haram
olan aylar çıkdığı zaman, artık o müşrikleri, onları nere de bulursanız öldürünüz.» (Tevbe
sûresi, 5)
Nasıh da dört kısma
ayrılmıştır ve şöyledir:
a ) Kitab,
kitabı (Yâni, âyet âyeti) nesheder.
Yukarda Bakara
sûresinin 106. âyeti kerimesi ile Nahl sûresinin 101. âyeti kerimesinin
hükümleri bu hususu beyan etmektedir. Pek çok misal ve örnekler verilebilir.
Fakat hemen yukarda kâfirûn sûresinin 6. âyetini. Tevbe süresindeki Cihad
âyetinin neshedişi kifayet eder.
b ) Sünnet,
kitabla neshedilir.
Buna da pek çok misal
vardır. Ancak biz Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin Medîneye
hicretlerinde oradaki Yahûdîlerin aşura gününde oruç tutmalarını görünce :
«Yahudilerden daha fazla biz oruç tutmaya layıkız.» buyurarak oruç tutulmasını
beyan etmişlerdi.
Fakat sonra Ramazan
ayında oruç tutmanın farzlığını beyan eden şu âyeti kerîme geldi ve bu hadîsin
hükmünü (farziyet veya vacibliğini) neshetti:
«Öyle ise, içinizden
kim o aya (aramazan ayına) erişirse, onu (orucunu) tutsun.»
(Bakara sûresi, 185)
Keza Rasûlüllah
salallâhü aleyhi vesellem efendimiz, Peygamberliğinin ilk günlerinde Kâbei
muazzamaya karşı veya onun cihetine namazını kılardı. Sonra yönünü Beyti
makdis - Kudüs tarafına yöneltdi, sonra Cenabu hak Bakara süresindeki kıbleye
{mescidi harama) teveccüh etmeyi beyan eden âyeti kerîmesi ile, Rasûlüllahın
kendisi tarafından döndüğünü, yani kendi sünnetini âyet neshetmiş oldu.
c ) Sünnet, sünnet ile nesholunur.
Bu hükmün misaiları da
pek çoktur. Fakat biz bir kaçını nakletmekle İktifa edeceğiz.
Meselâ; Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi veseliem efendimiz, İslamın ilk günlerinde kabir ziyaretini
yasaklamış, sonrada ziyaret edilmesini tavsiye ederek şöyle demişti :
«Duymuş olunuz ki, ben
daha evvel sizi kabı'r ziyaretinden nehyederdim. Dikkat ediniz ve biliniz ki,
artık kabir ziyaretini yapınız.»[324]
Diğer hadîsi şerifde
şöyledir:
«Dikkat edimiz, ben
daha evvel size Kurban etlerini muhafaza edtb üç gün fazla durdurmanızı
yasaklamıştım. Duyunuz ki, bugün, size ne kadar zaman lüzum ve ihtiyaç ederse,
o kadar zaman saklayınız.» (Aynı eser, 4)
d) Kitab
(Kur'anı kerim), sünnetle nesholunmakdır. Fakat bu ihtilaflıdır. Bâzı ulema
caizdir, dediler. Diğer bâzısı da, caiz değildir, dediler.
Cevaz verenlerden
birisi de, îmamı âzam Ebû Hanifedir. Ve imamı malik de cevaz vermiştir.
Bunların delili şöyledir:
Vasiyyetle ilgili şu
mealdaki âyeti kerîme «Sizden bîrinize ölüm gelib çattığı zaman, eğer mal
birakacaksa, cnaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir şekilde vasiyette
bulunması, takva sâhibleri üzerine bir hak olarak farz edildi.» (Bakara sûresi,
180)
Bu âyeti kerîmenin
hükmü. Nisa sûresinin veraset ve intikal âyeti ile neshedilmiştir. Ancak o
âyeti kerimede varislerin alacakları hükümler beyan edilmiştir. Fakat Öiüm
döşeğine yatan veya her hanki bir sebeble Varislerine mal vasiyyet etmenin
yasaklığı kesin olarak beyan edilmemiştir. İşte bu hükmü de, Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz şu sözü ile beyan buyurmuştur:[325]
«Varis için, vasiyyet
yoktur.»
İşte bu hadîsi şerifin
hükmü gereğince, biz hanefîlere göre, mümin öldükten sonra kendisinin malını
vârislerinden birisine veya bir kaçına vasiyyet edib diğerlerini mahrum etmeyi
yapamaz. Yasaktır, doğru değildir.
Hatta Varislerinden
birine malını bağışlayıb diğerlerini mahrum etmesi şeklindeki hibesi dahi,
doğru değildir. Bu hükmün cevaz şekli her ne kadar Sûrei bakaranın 180,
âyetinde cevaz yönü beyan ediliyorsa da, o ayeti kerîmenin hükmü hem verasetle
ilgili âyetle ve nemde vasiyyetin yakın vârislere yapılamıyacağını beyan eden
hadîsi şerifle neshedilmiştir.
Daha geniş hükümler,
Fıkıh kitablarınin «Vasiyyet bahsi» adı altında beyan edilmiştir.
Birde veraset
hükümlerini beyan eden nisa süresindeki 11-1k". âyeti ke-rimelerdeki
veraset hükümlerinin Peygamberlere tatbik edilmeyeceği hususunu Peygamber
efendimiz bir hadîsi şerifinde şöyle buyurmuştur :
«Biz Peygamberler
topluluğu, Vâris olunmayız.-»[326]
Yani, Peygamberlerin
mallarına vâris olunmaz. Onların malları varisieı arasında taksim edilmez. İşte
bu hadîsi şerifde verasetle ilgili âyeti kerîmeden istisna ederek bu hükmü
beyan etmiş olmakla, hadisin - sünnetin, kitabı.neshedeceğine delil
gösterilmiştir.
Sünnetin, kitabı
neshetmesini caiz görmeyenler ise, îmcmı şâfii, Ahmed bin Hanbel ve İmamı
Süfyani sevrîdir.
Bunların deiileride
Yukardaki 195. Hadîsi şerifin birinci cümlesidir
«Benim kelamım,
Allanın kelamını neshetmez.»
Bu her iki görüşün
yönlerini detayN bir şekilde îzah eden've Nasih ve meksuh hükümlerini yazan
eserler, zikretmişlerdir. İsteyen oralara müracaat eder.
Şimdi umûmî mahiyet
taşıyan, Nâsıh ve Mensuh hükümlerini hulâsa ederek neticeleyelim.
Evvelâ Nâsıh ve
mensuhun birlikte bulunduğu sûrelerin adedi, otuz bir (31) dir. İsimleri
şunlardır; Bakara sûresi, Ali İmran, Nisa, Mâide, Araf, Enfai, Tevbe, Nahl,
Benî İsrail, Meryem, Tâhâ, Enbiya, Hacc, Mümin, Nur, Furkan, Şuarâ, Ahzab,
Sebee, Hamim Müminûn, Şûra, Muhammed, Zâriyat, Tûr, Vakıa, Mücadile, Mümtehıne,
Müzzemmil, Tekvir, ve Asr sûreleridir.
Nâsıh ve Minsuh
olmayan sûreler de Kırk üc (43) sûredir, ve şunlardır; Fatiha sûresi, Yûsuf,
Hucurat, Rahman, Hadîd. Saff, Cumua, Tahrim, Mülk, Hakka, Nuh, Cin, Murselat,
Nebee, Nâziat, İnfitar, Mudaffif, İnşikak, Burûc, Fecr Beled, Şems, Leyi, Duha,
Elem neşrah, Tiyn, Alak, Kadr, Beyyine Zilzal, Adiyat, Karia, Tekâsür, Hümeze,
Fil, Kureyş, Mâûn, Kevser, Nasr, Tei ; et, İhlas, Felak ve Nas sûreleridir.
Nasıh bulunub, Mensuh
bulunmayan sûreler de altı (6) adettir ve şunlardır; Fetih sûresi, Haşr,
Münafikûn, Teğcbün, Talak ve âlâ sûreleridir.
Mensuh bulunub da
Nâsıh bulunmayan sûreler de otuz dört (34) adettir, ve Şunlardır; En'am sûresi. Yûnus, Hûd, Râd, İbrahim, Hıcr,
Kehf, Nemi.
kosas, Ankebût, Rum,
Lukman, Secde, Fâtır, Yasin, Sâffat. Sad, Zümer, Hamım secde, Zuhruf, Duhan,
Casiye, Ahkaf, Kaf, Necm, Kamer, Nûn, Mearic, Kıyamet, İnsan, Abese, Târik,
Ğâşiye ve Kâfirûn sûreleridir.
Yukarda Nösıh ve
mensûhun bulunub bulunmayanını zikrettiğimiz sûrelerin âyetlerini ve gerekli
İzahatı, «Nâsın ve Mensuh» hükümleri mufassa-lan zikreden eserlerden okumak
gerekir. Biz burada sâdece kısa yoldan bir nebze malumat hulâsası yapmış olduk.
Daha geniş mâîûmat isteyenler, Mezkür.eserlere müracaat ederler.
Kur'an ve sünnette,
nâsıh ve mensûhun olmadığını söyleyenler, yahû-dîlerin iddialarını savunan
mülhidlerdir - sapıklardır. [327]
196 - (57)
İbni Ömer (R.A) den mervîdir dedi:
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :
«Şüphesizki, benim
sözlerimin bâzısı diğer bazısını nesheder, Kur'anın
(bâzısı, diğer bâzısını) neshettiği
gibi.» [328]
Hadîsi şerifdeki şu
birinci cümle, «Şüphesizki, benim sözlerimin bâzısı, diğer bâzısını nesheder.»
olan hüküm, yukarda maddeler arasında saymış olduğumuz, «Sünnetin, sünneti
neshetmesi» keyfiyetini beyan etmiş oluyor.
Hadisin, hadisi ve
sünnetin. Sünneti neshettiğine dâir pek çok misal wcır dır. Kisa yoldan bir
kaçını zikretmekle iktifa edelim.
Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi veselleme çölden gelen ve sıcakdan deve İdrarından başka akıcı bir
maddenin bulunmadığını beyan eden, «Irniyyîn» cemaatına, devenin idrarını içmek
hususunda izni Resû! vakî olmuştur. Bu izini Rasul, Zarurete binaendi. Sonra
normal hayatda başka bir zaman onu yasaklamıştır. Dolaysiyle evvelceki hadîsi
şerifini sonra neshederek hükmünü değiştirmiştir. [329]
Bu son hüküm gereğince
ve kesin olan, develer-in idrarları içilemez. İçilmesi oaiz değildir. Çünkü
evvelceki hükmü, sonraki hükmü ile neshedil-' mistir.
Bu nâsın ve mensuh
halin anlaşılması güç değildir. Zira günümüzde beşerî kanunlardan, sonradan
çıkarılan kanunlarla, evvelceki kanunlar ibtal
edilmektedir. Yani
sonraki hükümler, daha evvel ki hükümleri bozub iptal etmektedir.
Öyle ise, Halikı
zülcelal ve Onun Rasülü Muhammed aleyhisseiam da kendi hükümlerini değiştirib,
daha evvelki hükümlerinin yerine başka hükümler, koymaya elbette daha evla ve
yetkilidir. İlâhî âyet ve hadisleri, dîğer beşerler ve onların fikir ve kanunları
değiştiremez. Zira kanunu yapan ve yapma yetgisine sahib olan Allah ve
Resulüdür- Değiştirme yetgisjde onlarındır.
Burada çok mühim bir
hususu belirtmek isteriz. Nasıh ve mensuh hükümlerini iyi bilmek için âyet ve
hadislerin ne zaman ve hanki tarihde beyan edildiğini veya geldiğini bilmek
zarûratı vardır. Hal böyle olunca, bu hükümlerin bizzat geldiği zamanda
bulunulamadığına göre, şimdi bizim zama-nımızdaki kişilere düşen, selefi
sâlihînin sağlam eser ve kaynaklarına müracaat edib bu meselenin esasını
öğrenmektir.
Daha kolay ve doğru
olanı, Fıkıh, tefsir, Hadis, akaid ve ahlak kitab larından sağlam eserleri
okuyup amel etmektir. Zira selefin tedkik ve tahkik etme imkanları ve gayet iyi
bilenleri vardır. Onların eserlerine nazar ederek doğruyu öğrenmeye çalışmak,
fevkalâda doğru bir yoldur.
Ayrıca nâsıh ve mensuh
hakkında. Usûlü Fıkıh ve Usûlü Hadis kitab-larına da müracaat etmek çok faydalı
olur[330]
197- (58)
Ebî salebe Elhuşenî (R.A) den mervîdir, dedi :
Resûlüllah (S.A.V)
buyurdu :[331]
«Muhakkakki, Alâhü
îeâla bir çok farzları emir buyurmuştur, işte o farzları zayi etmeyiniz, bir
çok haramlarıda yasaklamıştır, öyle ise onları işfemekden hazer edininiz, bir
çok hududlar {riayet edilmesi gereken hükümler) çizib beyan etmiştirki, o
hududları tecâvüz edip aşmayınız. Ve Al-lâhü teâla unutma şekli olmaksızın bâzı
şeyleri açıklamayıp sükût etmiştir Binâenaleyh o açıklanmayan şeylerden
bahsedip sual etmeyiniz.» [332]
Râvi Ebi Salebe
Elhuşeni (R.A), Kudâa kabilesine mensubîur, İsmi, Cürsüm bin Naşirdir.
Biatürrıdvando da bulunmuştur. Bu zatı Rasûlü Ekrem efendimiz, müslüman olunca
kavmine gönderdi, onlarda hepsi müslüman oldular. Şama geldi ve orada Hicretin
yetmiş beş (75) tarihinde vefat etmiştir. Rivayet ettiği hadîsi şerif, kırk
(40) adettir. Allah ondan râzî oisun, Hadîsi şerifde, «Muhakkck ki, Aüâhü teala bir
çok farzları emir buyurmuştur. İşte o farzları zâyî etmeyiniz.» buyurulan bu
cümlede. Beş vakit namaz, zekat, oruç, hac. Anaya babaya itaat ve bu amellerin
şartlarına riayet ederek hakkını vermek gibi hususlara dikkat edilmesini beyan
buyurmuştur.
Aüâhü tealanın kesin
olarak buyurduğu hükümlere itaat etmek, her müminin vazîfesidir. Bu hususa
riayet etmez ve beikide inkara kalkışan kişiler, islamla ve İmanla ilgisi
kalmaz, Allah muhafaza kâfir olurlar.
Hadîsi şerifin devam
eden hükümlerinden birinde de, haramlardan kaçınmayı ve haram olanlara
yanaşarak hak tealanın çizmiş olduğu hudutları aşmamayı beyan buyuruyor.
Yasaklara riâyet etmekde, kolay bir iş değildir. Fakat nefsine hakim olup,
haramlardan kaçınan müslümanlar, elbette yer yüzünde en çok hayrı
işleyenlerdendirler. Zira bir hadîsi şerifde, «Zerre ka dar bir haramı terk
etmek, insanlarla cinnîlerin ibadetinden hayırlıdır.» buyurulmuştur. [333]
Hududu ilâhileri
aşmamak hususundaki hükümde de şu âyeti kerîmeye işaret vardır:
«İşte bunlar, Allâhın
sınırlarıdır. Kim Alla ha ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından
ırmaklar akan cennetler esokar ki, onlar arada ebedî kalıcılardır. Bu en, büyük
bir kurtuluş (ve seadet) dir.
— Kim de, Allâha ve
Peygamberine isyan eder ve (Allâhın) sınırlarını ciğneyib geçerse, onuda içinde
dâimi kalıcı olarak ateşe atar. Onun için hor ve hakîr edici biir azab vardır.»
(Nisa sûresi, 13-14)
Hadîsi şerifin son
cümlesinde beyan edilen mesele ise, açıklanmayan hükümler hakkında sormama
hususndaki tavsiye ile ilgili geniş malumat. yukardaki hadîsi şeriflerin İzah
kısmında beyan edilmiştir. Oradan okuyarak gerçek yolu işlemek gerekir.
Zâtı ilâhî, sıfatı
ilâhîler, hükümler, eşya ve ayanlar hakkında açıklanmayan bâzı meseleler ve
müteşâbihler hakkında şuurlu ve isabetli hareket etmek için şu cümlelere dikkat
etmek gerekir;
Rasûlüllah (S.A.V) bir
hadîsi şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
«Allâhü tealanın
sayısız nimetlerini düşününüz. Zâtı ilâhîsinin hakîkat ve künhünü düşünmeyiniz.
Zira esrarı ilâhisini keşfedip azameti ilâhisine, takdiri ilâhîsine kudretiniz
asla kâfi gelmez.»
Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ali (R.A) e isnad edilen şu mısrâlarda calibi dikkattir :
«İdrak edilebilecek
bir hakikatin idrâkinden âciz olmayı bilmek, Cenâbu hakkı bîlmekde kâfidir.
— Ve Allâhü teâlanm
zâtı ilâhisinin sırrından bahsetmek, müşriklikdir.»[334]
Akâid kitablarında şu
ibare yazılmıştır;
«Akıl, kulluk
vazifelerini ifâ etmek içindir. Cenabu hakkın rubûbiyyeti-nin (zatının)
esrarını idrak için değildir.»
İmâmı Azam Hz. leride
Fıkhulekberinde şöyle demiştir:
«Biz, Allâhü teâlayı
kitabı ilâhisinde sıfatı ve isimlerinin cemisi ile nefsini (zatım)
vasıflandırdığı gibi, gerçek şekilde biliriz.»
Evet hak ve hakîkat
yolcusu müslüman, dâima haddini ve aczini bilir, kendini ve aczini bilende
halikını ve halikının hükümlerini ne şekilde bilip inanmak gerekirse, öylece
bilir ve inanır.
Buraya kadar tercüme
ve izahını yapmış olduğumuz hadîsi şeriflerde, her hanki bir hata ve eksiklik
olmuşsa, evvelâ halikı zülcelâlın affına sığınır, sonra efendimiz ve tek
önderimiz mübarek Peygamber sallallâhü aleyhi ve-sellemin şefaatini umarak
hakka sığınırım. Ayrıca Meslekdaş ve okuyucu kardeşlerimizin hayır dualarını da
beklerim. Sâyu gayret bizden tevfik ve merhamet Allahdandır. [335]
[1] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/214-215.
[2] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/215-216.
[3] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/216.
[4] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/216-217.
[5] Buharı
[6] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/218.
[7] Müslim
[8] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/218.
[9] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/218-219.
[10] Buhâri, Müsüm Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih
Tercümesi, Uysal Yayınları 1/219-220.
[11] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/220.
[12] Müslim
[13] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/220-221.
[14] Buharı, Müslim
[15] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/221.
[16] Buhâri, Müslim
[17] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal
Yayınları 1/221.
[18] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/222.
[19] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/223.
[20] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/224-225.
[21] (Hadîsi, Ahmed, Tirmizî, İbni Mâce rivayet
etmişlerdir.)
[22] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/225.
[23] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/225-226.
[24] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/226.
[25] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/226-227.
[26] (Hadîsi, Ahmet
Tîrmizi rivayet etmiştir.)
[27] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/227.
[28] Tirmizî, Ibna mâce
[29] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/227-228.
[30] Ahmet bin Hanbel
[31] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/228.
[32] Tİrmfzî, İbni Mâce
[33] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/228.
[34] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/228-229.
[35] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/229.
[36] Ahmet, Ebûdâvud
[37] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/229.
[38] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/229.
[39] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/230.
[40] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/230-232.
[41] (Hadîsi. Ahmet, Tirmİzî rivayet etmiştir.)
[42] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/232.
[43] Mecmuatüttefasir, C. 5, 70
[44] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/232-233.
[45] (Hadîsi, Ebûdâvud rivayet etmiştir.)
[46] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/233-234.
[47] (Hadisi, Ebûdâvud rivayet etmiştir.}
[48] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/234-235.
[49] Hadîsi, Ahmed rivayet etmiştir.
[50] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/235-236.
[51] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/236.
[52] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/236-237.
[53] (Hadisi, Ahmet, Ebû Dâvud, İbni Mâce rivayet
etmişlerdir.)
[54] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/237-238.
[55] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/238-239.
[56] Tirmizi, Ebû Davud, İbni Mâce.
[57] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/239.
[58] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/239.
[59] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/240.
[60] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/241-242.
[61] (Hadîsi, Ahmet bin tfanbel rivayet etmiştir.)
[62] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/242.
[63] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/243.
[64] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/243-244.
[65] Ahmet bin hanbel
[66] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/244.
[67] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/245.
[68] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal
Yayınları 1/246-247.
[69] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/248.
[70] (Mirkâtülmefatîh, 162)
[71] (Mirkat, 162)
[72] {Mirkat, 162)
[73] (Receb efendi, C, 2, 40)
[74] (Aynul ilim. C. 1, 356)
[75] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/248-250.
[76] İbni mâce
[77] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/251.
[78] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/251.
[79] Buhâri, Muslini
[80] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/252.
[81] Tirmizi, Tabarâni
[82] Tirmizî, (Küçük Fıkhul Ekber şerhi Aliyyülkârî, 183)
[83] Merakıi felah Tahtavisi, 28£
[84] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/252-255.
[85] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/256.
[86] (Hadîsi,
Buharı, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)
[87] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/257-258.
[88] (Hadîsi, Buharı, Müslim ittifakla rivayet
etmişlerdir.)
[89] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/258-259.
[90] (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)
[91] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/259-260.
[92] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/260.
[93] (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.)
[94] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/261-262.
[95] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/262.
[96] (Hadîsi, Ahmed, Ebû Davud rivayet etmiştir.)
Mustafa Uysal, İzahlı
Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/263-264.
[97] (Hadîsi, Tİrmizi, ibni mâce rivayet etmiştir, ve
tirmizi, bu hadis, garibdir, dedi.)
[98] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/265.
[99] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/266.
[100] (Mirkâtül Mefâtih, C. 1, 173)
[101] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/266.
[102] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/267.
[103] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/267-268.
[104] (Hadîsi, Ahmet rivayet etmiştir.)
[105] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/268.
[106] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/269.
[107] {Hadîsi,
Nesâî rivayet etmiştir.)
[108] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/269.
[109] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/269-270.
[110] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/270-271.
[111] (Hadîsi, ibni mâce rivayet etmiştir.)
[112] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/271.
[113] (Bu hadisi, İbnİ mace rivayet etmiştir.)
[114] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/271-273.
[115] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/274.
[116] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/274-278.
[117] Müslim
[118] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/278.
[119] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/278-279.
[120] (Hadîsi, Buhârî rivayet etmiştir.)
[121] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/279-280.
[122] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/280-281.
[123] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/281.
[124] (Hadîsi, Buhâri rivayet etmiştir.)
Mustafa Uysal, İzahlı
Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/282.
[125] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/282-283.
[126] (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.)
[127] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/283-284.
[128] (Bak Mirkat, 181}
[129] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/284-287.
[130] [Hadîsi, Buharı, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.)
[131] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/287-288.
[132] (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)
Mustafa Uysal, İzahlı
Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/288.
[133] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/288-290.
[134] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/290.
[135] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/291.
[136] (Hadisi, Buharı, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)
[137] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/292.
[138] (Hadisi; Buhâri, Müsüm ittifakla rivayet etmişlerdir.)
[139] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/293.
[140] (Mirkâtülmefatıh, 186)
[141] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/293-296.
[142] (Hadisi, Buhari ve Müslim ittifakla rivayet
etmişlerdir.)
[143] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/296.
[144]
(Mirkatüîmefatih, 188)
[145] (Mirkatülmefatıh, 189
[146] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/297-298.
[147] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)
[148] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/298.
[149] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/298-299.
[150] (Hadisi, Buhari, Müslim ittifakla rivayet
etmişlerdir.)
[151] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/300.
[152] (Berika, C. 1,177-178)
[153] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/300-303.
[154] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir)
[155] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/304.
[156] (Mirkat, 190)
[157] (Küçük ebad, Fıkhülekber şerhi, 358}
[158] (Mirkat. 189}
[159] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/304-3058.
[160] (Hadisi, Buhari rivayet etmiştir.)
[161] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/308.
[162] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/308-309.
[163] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.}
[164] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/309-310.
[165] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/310-311.
[166] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)
[167] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/311.
[168] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/311-313.
[169] {Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)
[170] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/313.
[171] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)
[172] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/313-314.
[173] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/314-315.
[174] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/315,
[175] (Müslim, İtisam, c. 1,18)
[176] (Şerhi Nuhbe)
[177] (Şerhi Nuhbe)
[178] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/315-319.
[179] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/319-320.
[180] (Mirkat, c. 1,194)
[181] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/320.
[182] (Hadîsi, Ahmet, Ebû Dâvud, Tirmizi, İbni mâce ve
Beyhakî delâ ilinnü-büvve'sinde rivayet etmiştir.)
[183] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/321.
[184] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/321-322.
[185] (Hadîsi, Ebû Dâvud ve aynısını dârimî ve keza «Allanın
haram kıldığı Şey gibi» Cümleye kadar, ibnj mâcede rivayet etmiştir.)
[186] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/323.
[187] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/324-325.
[188] (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Ve fakat hadisin
isnadında; Eş'as bin Şube el Mıssîsî bazı söz söylemiştir.}
[189] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/325.
[190] (Mirkat, c. I, 197}
[191] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/326.
[192] (Hadîsi, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizi ve ibni mâce
rivayet etmişlerdir. Ancak tirmizi ve ibni mâce, namaz kelimesini
zikretmemişlerdir.)
[193] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/326-327.
[194] (Ahmed, Ebû Dâvud, Fethulkebîr, a 2, 69)
[195] (Buhârî,
müsiim; Fethul kebir, c. 3,346)
[196] (Buharı)
[197] (Tirrnizî, Feyzulkadir, c. 1, 430)
[198] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/327-331.
[199] (Hadîsi, Ahmed, Nesâî ve Dârimî rivayet etmiştir.)
[200] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/332.
[201] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/332-333.
[202] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal
Yayınları 1/333-334.
[203] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/334-335.
[204] (Hadîsi, Tirmizi rivayet etmiştir.)
[205] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/335.
[206] (Müslim, Fethulkebîr. c. 1, 154)
[207] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/335-338.
[208] (Hadîsi, Tirmizî rivâyt etmiştir.)
[209] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/338-339.
[210] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/339.
[211] (Hadîsi, tirmizî rivayet etmiştir.}
[212] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/340.
[213] (Sevödülâzam, sahife, 2)
[214] (Mirkâtülmefatih, c. 1, 204)
[215] (Hamişi İbni Abidin, C. 1, 69)
[216] (İbni Abidin, C. 1,69)
[217] .{Hediyetülalâiyye, 305)
[218] (Hediyetül alâiyye, 305)
[219] (Hediyetülalâiyye, 304)
[220] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/340-347.
[221] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/348.
[222] (Küçük ebad Fıkhulekber şerhi, 3)
[223] (El'ibdâ, 313)
[224] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/348-349.
[225] {Hadisî, Tirmizî rivayet etmiştir.)
[226] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/349.
[227] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/350-352.
[228] (Hadisi, İbni mâce Enesin hadisinden rivayet
etmiştir.)
[229] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/352.
[230] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/352-353.
[231] (Hadîsi, tirmizi rivayet etmiştir.)
[232] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/353-354.
[233] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/354-355.
[234] {Hadîsi, Beyhakî rivayet etmiştir, mirkat, 206)
[235] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/355.
[236] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/355-357.
[237] (Hadîsi, Ahmet ve Beyhakî «Şuabil îman» kitabında
rivayet etmiştir.)
[238] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/357.
[239] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/357-360.
[240] (Hadîsi, Tİrmizî rivayet etmiştir.)
[241] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/360.
[242] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/360-361.
[243] (Hadisî, Tirmizî rivayet etmiştir.)
[244] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/362.
[245] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/362-363.
[246] (Hadisî, Ahmet, Tirmizi ve İbni Mâçe rivayet
etmiştir.)
[247] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/363.
[248] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/363-365.
[249] (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)
[250] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/365.
[251] (Berîka, C. 1, 11)
[252] (Bak, Mültekâ tercümesi, C. 2, 23)
[253] (Buhâri, Müslim)
[254] (Buharî, Müslim)
[255] (Buharı, müslim - Fethülkebir, C. 1, 46)
[256] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/365-373.
[257] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/373.
[258] (Bak, Mirkâtülmefatih, c, 1, 361)
[259] (Hediyetülalâiyye, 227) (Keza sigorta hakkında Bak,
İbni Abidin, C. 1, 345-346)
[260] (Hamişi İbni Âbidin, C. 3, 350)
[261] (Hâmşi BEHCE, 181)
[262] (Mecâmiulhakâik, 73)
[263] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/373-380.
[264] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/381.
[265] (Hadisi, Ahmet rivayet etmiştri.)
[266] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/381.
[267] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/381-383.
[268] (Hadisi, Ahmet ve Ebû Dâvud rivayet eîmiştr.)
[269] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/384.
[270] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/384-385.
[271] (Hadisi, İmamı Malik «Muvatta» ında rivayet
etmiştir.).
[272] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/385-386.
[273] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/386-387.
[274] (Hadisi, Ahmet rivayet etmiştir.)
[275] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/387.
[276] (Mirkat, 210)
[277] (Takrîbüttehzib, C. 2,105)
[278] (EL İBDA, 266}
[279] (El İbda, 269)
[280] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/387-390.
[281] (Hadis, Darîmî rivayet etmiştir.)
[282] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/390.
[283] (Elhakâik, 221)
[284] (İBNİ ABİDİN, C. 5, 336)
[285] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/391-393.
[286] (Hadîsi, Beyhakî «Şuabil İmanın» da Mürsel olarak
rivayet etmiştir.)
[287] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/394.
[288] (Takrîbüttehzib, C. 1, 44)
[289] (Küçük ebad Fıkhul Ekber şerhi, 222)
[290] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/394-395.
[291] (Hadisi, Rezîn
rivayet etmiştir.)
[292] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/395-396.
[293] {İbni Hıbban, Çabirden rivayet etmiştir. Berîka, C. 1,
56)
[294] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/396-399.
[295] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/399-400.
[296] (Mirkat, C. 1, 213) (Keza bak. Takrîbüttehzib, C. 2,
S, 308)
[297] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/400.
[298] (Hadîsi, Rezîn rivayet etmiştir.
[299] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/401.
[300] (Mülteka Tercümesi, C. 1, 142)
[301] (FETHULKADİR, C. 6, 486)
[302] {İmamı Birgivînin usûlü hadis şerhi, 27)
[303] (Fetâvayı Ali efendi, C. 1, 181)
[304] (Fetâvayı Bezâziyenin elfazı küfür bahsi, Fetâvayı Ali
efendi, C. 1,181)
[305] (Nimetülisiam, C. I, 314 — Eski'baskı)
[306] (Süneni Dârimî. C. 1, 45)
[307] (Buharı, Müslim)
[308] (İbni Mâce, Beyhakî - Fethulkebîr, C. 1, 110)
[309] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/401-406.
[310] (Hadîsi, Dârimî rivayet etmiştir.)
[311] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/407.
[312] (Bak, Zâdülmesir, C. 1, 125}
[313] (Bak, Tefsiri Kasımı, C. 2, 210)
[314] .»(Şerhi akâid, 65)
[315] Mevâkib tefsîri
[316] keza, Meoâmiufhakâik, 211
[317] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/407-412.
[318] Hadîsi, Dâre kudnî rivayet etmiştir.
[319] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/412.
[320] Hamişi celâleyn, C. 2,125.
[321] Hamişi celâleyn, C. 2, 125
[322] Nasıh Mensuh, Lişşeyh Hafız mansur, yazma, 3
[323] Keza aynı Nâsih ve Mensuh eser, 3.
[324] (Nasıh ve Mensuh, yazma, 4)
[325] (Mirkatulmefatih, C. 1, 215)
[326] (Mirkatulmefatih, C. 1, 215)
[327] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/412-418.
[328] (Hadîsi, Dâre kudnî rivayet etmiştir.)
Mustafa Uysal, İzahlı
Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/418.
[329] (Bak, Bedâyî, C. 1, 61 ve Tahtâvî, 84)
[330] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/418-419.
[331] (Yukardaki üç hadîsi, Dâre kudnî rivayet ejmiştir.)
[332] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/419.
[333] (Bak. Şerhi vasıyyet, Ij İmamı azam, lilhâdimî, 162)
[334] (keza bak, Mirkatül mefâtih, C. 1, 217}
[335] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi,
Uysal Yayınları 1/420-421.