İzahat 3

İzahat 3

Taharetle   İlgili    İkinci    Fasıl 4

İzahat 4

Taharetle   İlgili   Üçüncü   Fasıl 5

İzahat 5

İzahat 6

Abdest Îcab Eden Şeyler Babı (1) Birinci Bab. 7

İzahat 7

Îzahat 7

İzahat 8

İzahat 8

İzahat 9

İzahat 10

İzahat 10

İzahat 10

İzahat 11

Abdest İçab Edenle İlgili İkinci Fasıl 11

İzahat 11

İzahat 12

İzahat 13

İzahat 13

İzahat 14

Abdest Îcab Edenlerle İlgili Üçüncü   Fasıl 15

İzahat 15

İzahat 16

İzahat 16

İzahat 17

Helanın Edebleri Babı (2) Birinci Fasıl 18

İzahat 18

İzahat 19

İzahat 19

Îzahat 21

İzahat 22

İzahat 23

İzahat 23

Helanın Âdabı İle İlgili İkinci Fasıl 24

Îzahat 24

İzahat 25

İzahat 26

İzahat 27

İzahat 28

Îzahat 28

İzahat 29

İzahat 29

İzahat 30

İzahat 30

İzahat 31

İzahat 32

İzahat 32

İzahat 33

İzahat 33

Helanın Âdabları İle İlgilî Üçüncü Fasıl 34

İzahat 34

İzahat 36

İzahat 36

İzahat 37

(4)  Misvak Babı Birinci Fasıl 38

İzahat 38

İzahat 41

İzahat 42

Misvakla İlgili İkinci Fasıl 50

Üçüncü Fasıl 50

İzahat 50

İzahat 52

(5) Abdestin Sünnetleri Babı Birinci Fasıl 52

İzahat 52

İzahat 54

İzahat 54

Îzâhat 55

Îzâhat 56

İzahat 56

İzahat 56

Asbestin Sünnetleri Île İlgili İkinci Fasıl 57

İzahat 57

İzahat 58

İzahat 59

İzahat 59

İzahat 59

İzahat 60

İzahat 60

Îzahat 61

İzahat 61

İzahat 62

İzahat 62

İzahat 63

İzahat 63

Abdestin Sünnetleri Île İlgîlî Üçüncü Fasıl 64

İzahat 64

İzahat 65

İzahat 66

Îzahat 67

İzahat 69


İzahat

 

Hadîsi şerifde, hata ve günahları yok edib derecleri yükseltenleri sayan cümlelere, müminler, dikkat edib, ruhların kirini temizleyib gö­nüllere huzur ve sükûn saçan bu amelleri aşk ve şevkle yapmalıdırlar.

Binâenaleyh pek çok sıkıntılı ve meşakkatli zamanlarlada olsa, tam tekmil abdesti alıb manevî silaha sâhib olmak, çok sevâte nâü olmak için mescid ve camiye kısa adımlarla gitmsk ve çok adımlarla namazı cemaatla kılmak için Cami ve mescide gelmek ve namazı kıldıkdan sonra diğer namaz vaktinde gönlü bağlı şekilde teklemekte çok güzel, hata ve günahların keffâretine ve cennetdeki derece ve mer­tebelerin yükselmesine sebeb olduğu, beyan buyıırulmuştur.

V bu şekildeki amel ve gayeler, bir ribat, olduğu açıklanmıştır. Ribat : Luğatda nevbet yeri ve nevbet teklemektir. Istılahda,   bir şeye kendini hapsedib bağlayıb beklemektir.

Tercümesi:

284 - (4) Osman (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bir kimse, abdesü alır ve "atdesti güzel alırsa, cesedinden bütün hatalar çıkar, hatta tırnaklarının altındaki günah ve hatalar dahî çı­kar.»

(Hadîsi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) (Not : Abdesti, mükemmel alan kimsfinin, tırnaklarının altındaki günah ve hatalarına varıncaya kadar vücudunun her tarafından çıkıb afv olunacağı Duyurulmuştur. Buradaki hata, küçük günahlar manası­nadır. Büyük günahlar, tevbe ile afv olunur. Geniş îzahat, birinci cil-ûın, «Büyük günahlar ve nifak alâmetleri bahsi» baslığının altında zik­redilmiştir.)

Tercümesi:

285 - (5) EbîHureyye (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Müslüman veya mümin kul, abdesti alıp yüzünü yıkadığı vakit, suyun son damlası ile beraber o su ile iki gözü ile bakmış olduğu bü­tün hatalar, onun yüzünden çıkar, ellerini yıkadığı vakit, elleri i!e iş­lediği günahların hepsi su ile beraber veya suyun en son damlası ile beraber iki elinden çıkar {afv olunur.}

— Ayaklarını yıkadığı vakit, ayaklan ile yürüyerek işlediği her hata (günah), abdest suyu ile veya suyun son damlası ile beraber çı­kar. Hatta bütün abdest azaları günahlardan paklanmış olarak çıkar.»[1]

Tercümesi:

286- (6) Osman (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Her hangi bir müslüman kişiye farz namaz vakti gelip hazır ol­duğunda, abdestini güzel alır, (namazın bütün erkanlarını isteyerek) huşu ve rukûunuda güzel yaparsa, o kimse için o namaz büyük günâh işlemedikçe ancak ve ancak daha evvel işlenmiş bütün günahlarına keffâret olur. Bu şekildeki hal, senenin bütün günlerinde aynıdır.»[2]

 (Net : Hadîsi şerifde beyan edilen günahların keffâreti meselesi hakkında birinci cildin, «Büyük günahlar ve Nifak alâmetleri   bahsi»

baslığının izahında geçmiştir. Birde ileride üçüncü cildin, «Namaz bah­si»'başlığının altında 564. hadîsin İzahında gelecektir.)

Tercümesi:

287 - (7) Yine önden (Osman R.A den) meıvîdir; «Şüphesizki Osman abdesti aldığında ellerine üç defa suyu döktü, sonra mazmaza ve istinşak etti, sonra yüzünü üç sefer yıkadı, sonra sağ elini dirseğine kajiar üç sefer yıkadı. Sonra sol elini dirseğine kadar üç defa yıkadı. Son ra başına mesnetti, sonra sağ ayağım üç sefer yıkadı, sonra sol ayağı­nı üç sefer yıkadı. Sonra Osman (R.A) dedi: Resûlüllah (S.A.V) i bu be­nim abdest alışım gibi abdest aldığını gördüm.

— Resûlüllah (S.A.V) abdesti aldıktan sonra şöyle buyurmuştur :

«Bir kimse, benim bu abdestini gibî abdest alır, sonra iki rekat na­maz kılar ve namaz arasında dünyadan hiç bir şeyi nefsi (kendisi na­mazda dünya kelâmı} söylemezse, o kimsenin geçmiş günahı bağış­lanır.»[3]

Tercümesi:   ;

288- (8)UkbebinÂmir (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bir müslüman, abdest alır ve abdestini (farz ve sünnetlerini ta­mamlayarak) güzel alır, sonra kalkar iki rek'at [4]namaza, kalb ve yüzü ile teveccüh edib huşu ile namaz kılarsa, ancak o kimsenin cennete girmesi vâcib olur.» [5]

 

İzahat

 

Râvî ukbe bin Âmir (R.A), Ashabı kiramdandir. Cühenî ka­bilesine mensubdur. Muhtelif künyelerle künyelenmiştir. EM Hammad, Ebû Âmir, Ebû lebîd ve Ebû Âmir, Ebû Lebîd ve Ebû Âmir en meşhurla­rıdır.

Resulü ekrem efendimizden elli beş (55) hadîsi şerif rivayet etmiş­tir. Kendisinden pek çok sahabe ve tabiîn hadis rivayet etmiştir.

Şam-ın fethinde bulunmuştur ve Şam-m fethini, halîfe ve emîril müminin Hz. Ömer (R.A) a yedigün yolculuk yaparak medîne-i mü-nevvereye varıb müjdelemiştir. Medîne-i münevverede Resulü ekrem efendimizin kabri şerifini ziyaretinde dua ediyor ve yolculuğunda şefa­atini Öüeyor. Bu duasının semeresi olarak, Şama iki buçuk günde geli­yor, samda sakin oluyor ve hicretin 44. senesinde Hz. Muaviye mısıra vali tâyin ediyor. Hicretin elli sekiz (58) inde Mısırda vefat ediyor. İyi sesi olub güzel kur'an okurdu. Allah ondan razî olsun.

Bu zat hakkında daha geniş malumat, «Üsdül gâbe» ve «Tehzîbül Esmâ-i velluğatı» isimli eserlerde vardır.

Abdesti mükemmel şekilde alıb, abdestden sonra iki rekat namaz kılan kişiye, cennete girmesi vâcib ve lâzım olmasının hükmü, çok fev­kalâde bir müjdedir.

Binâenaleyh abdesti tam tekmil olan her kişi, «şükrülvuzû» denilen iki rek'at namaz kılmalıki, bu ecre nail olsun. Abdestini alan kişi, vakit namazını ve kaza namazı gibi farz ve lâzım olan namazlarını kıldığı zaman, zâten bu ecre nail olacaktır. Elbetteki bu mükâfat, ilahı lütuf ve fazlı keremledir.

Tercümesi:

289 - (9) Ömer Bin el haltâb (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Sizden bir kimse, abdesti alır sonuna iblağ eder yahut abdesti tam ve mükemmel şekilde neticelendirir, sonrada

«Eşhedü enlâilâhe illallah ve ennemü hammeden Abdühü verasû-lüh» derse, diğer bir rivâyetde ;

«Eşhedü enlâilâhe illallahü vahdehü lâ şerikelehü ve eşhedü enne Muhammeden abdûhu ve Resulünü» derse, ancak o kimse için cenne­tin sekiz kapısı açılır. O kimse cennetin sekiz kapısından istediğin­den girer.»

Hadisi böylece Müslim «Sahihin» de rivayet etmiştir. Humeydî «Efradı müslim» adlı eserinde rivayet etmiştir. Keza İbni Esirde «cami-ul usûl» adlı eserinde rivayet etmiştir.

Şeyh Muhyiddîni Nevevi, rivayet ettiğimiz üzere Müslim hadisi­nin sonunda zikretti. Tirmizîde : «Allahümmec'alnî Minettevvâhin vec'alnî minelmütedahhirin» Cümlesini ziyade etti. (yani, abdestin bi­timinde şehâdetden sonra bu duayı ilâve etti.)

Muhyissünne olan İmamı Bağavinin «Sıhah» isimli eserinde riva­yet ettiği hadis ise : «Bir kimse abdestî alır ve afedesti güzel alırsa» so­nuna kadarını rivayet etmiştir. Tirmizî «Câmî» adlı eserinde aynısını rivayet etmiştir. Ancak «Erme Muhammeden» kelimesinden evvel «Es-hedü» kelimesini zikretmiştir.

Tercümesi:

290 - (10) EMHureyre (R.A) den mervîdir, dedi:

ResûlüIIah (S.A.V) buyurdu:

«Muhakkak ki ümmetin, kıyamet gününde abdestin eserlerinden yüzleri sakarli, ayaklarıda sekili oldukları halde geleceklerdir. Şu hal­de sizden bir kimse sakarlilığını uzatabilirse, hemen onu İşlesin.»[6]

 (Not : Yâni, kıyamet gününde abdest azaları parlayarak gelecek olan ümmetin, imkan ve kudreti nisbetinde abdest azalarını, farz mik-darı yerine tam şekilde oturtabilmek için yıkamada bir az daha suyu mahallinden aşırarak kullansın, demektir.)

Tercümesi:

291 - (it) yine ondan (Ebî Hureyre R.A den) mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[7]

«Müminin nûrû, abdest suyunun vasıl olduğu yeie kadar ulaşır.» [8]

 

Taharetle   İlgili    İkinci    Fasıl

 

Tercümesi:

292 - (12) Sevban (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«İstikâmet ediniz ve elbet siz hakkı ile istikâmete takatiniz kâfi gelmez.[9] Bilİnizki, sizin amellerinizin en hayırlım, namazdır.    Abdest üzere devam etmeyi ancak Mümin yapar.» [10]

 

İzahat

 

Râvî sevban (R.A), Peygamber (SAV) efendimizin kölesidir. Re­sûlüllah (S.A.V) bu zatı satın aldıkdan sonra azad etmiştir. Sefer ve ha­zarda Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin yanından hiç ayrılmazdı. Ayrılığı biraz uzadımı üzüntüsünden sabsan olurdu. Bir gün bu hâlini gören Resûlüllah (S.A.V) bu hâlin nedir ya sevban? deyince,

Hz. Sevban (R.A), âhirette hâlimiz nice olur, size hasretmi kalaca­ğız? demişti.

Resulü ekrem (S.A.V) efendimizde;

«Kişi, sevdiği İle beraberdir.» müjdesini buyurmuştu.

Peygamber efendimizin vefatından sonra Şama geldi, orada Ramle denilen mahalle indi. Sonra humusa nakli mekan yapdı ve hicretin kırk beş (45) veya elli dört (54) ünde yine Humusda vefat etmiştir. Resûlüllah (S.A.V) den yüz yirmiyedi (127) hadis rivayet etmiştir ve ken dişinden pek çok kimse, hadis öğrenmişlerdir. Allah ondan râzî olsun.

Hadîsi şerifde geçen istikametin tarif ve îzahı, birinci cîldde geç­miştir. Abdest ve namaz mes'elesi ile beraber istikametten bahsetmek­le, istikâmetin her yerde ve her şeyde olduğunu beyan etmektedir. Mümine yakışan devamiı abdestli bulunmaktır.

Çünkü devamlı abdestli bulunan kimse, manen silâhlı ve her ha­yırlı işi işlemeye ve her iyi şeyle karşılaşmaya muvaffak olur.

'Devamlı abdestli bulunan kişilerde şu hayırlı hasletler bulunur :

a)  Abdestlinin sohbetine, meleKler rağbet eder.

b)  Abdestli kişinin hayır yazan kalemi hiç kurumaz, sevab yazar.

c)  Abdestli kişinin azaları, Cenabu hakkı teşbih eder.   .

d)  Abdestli kişi, namazın iftitah tekbirini hiç kaçırmaz.

e)  Abdestli kişi uyudumu, Allâhüteâla o kimseyi insanların ve cin-nîlerin şerrinden koruyucu melekler gönderir.

f)  Abdestli kişiye, Allâhüteâla sekerâtı mevti kolaylaştırır.

g)   Abdestli kişi, abdestine devam ettikçe Allâhti teâlanın emânın-da (hıfzı himayesinde) olur. (keza bak şir'atül islam, 82)

Tercümesi

293- (13) İbni Ömer (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu:

«Bîr kimse, tehâret (abdest) üzerine abdest alırsa, o kimse için on yilik yazılır.»[11]

 (NOT : Tehâret üzerine abdestden murad, abdestli kimse, evvelce Aldığı abdestin hakkını namaz kılarak ifâ ettikden sonra, bir abdest da­ha alan kimsedir, ^i «Nurun alâ nur: Nur üzerine nur» olur. İşte böyle kinci sefer abdest alan kimse için, on iyilik olacağı Duyurulmuştur.) [12]

 

Taharetle   İlgili   Üçüncü   Fasıl

 

Tercümesi:

294-14 Câbir (R.A.) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Cennetin anahtarı, namazdır. Namazın   anahtarıda temizliktir.»

(Hadîsi, Ahmet rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

295- (15) Şebîb Bin Ebî Ravh (R.A) den, oda Rsûlüllah (S.A.V.) in ashabından bir adamdan rivayet etmiştir.

Resûlüllah (S.A.V.) : Sabah namazını kıldı ve Rum sûresini kıraat etti, işte o anda kendine bir şüphe arız oldu. Vaktaki namazı kıldı, dediki:

«Cemaatın bâzılarının hâli ne acâib? bizimle beraber namaz kılar­lar, o haldede temizliği güzel yapmazlar.[13]

Bizim üzerimize kıraatda meydana gelen şüphe işte onların bu hal­de oluşundandır.» [14]

 

İzahat

 

Ravî Şebib bin Ebî Ravh (R.A), Humus ehlindendir. Samdaki saha­belere ulaşıb görmüştür. Onlarla Samda hayat geçirib orada ikâmet et­miş olmakla, kendisinin, Şamlı tâbiînîerden olduğu yazılmıştır.

Hz. Şebîb (R.A), ashabı kiramın pek çoklarına yetişmiş ve hadis ri­vayet etmiştir. Sika olan hadis hafızlarındandır ve hadis hafızlarının üçüncü tabakasından olduğu yazılmıştır.

Künyesi, Ebû Ravh elhumusî'dift Yani, Humuslu Ebu Ravh'dır.

Hadisi Şerifde, Resulü Ekrem Sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, kendi arkasına gelen sahabesinden bâzılarının temizliğe riâyet etme­diklerinden, namazda şüphelere mâruz kaldıklarını beyan buyuruyor.

Bu halleri acâib olanları, izah buyurmasındaki tebliğ ve ikaz ne­zaketine dikkat edelim. İşaret edilenlerden bâzıları şunlardır :

1) Temizliğe riâyet etmeyenlerin isimlerini ve kavmiyetlerini söylemeden, «Cemaatların, Cemaatin bâzılarının haH ne acâibdir?« di­yerek arkasında namaz,kılanların içinde nasibi olanlara umûmüeşti-rerek beyan buyuruyor. Bizlere ve bütün tebliğcilere ibretler var.

2) Namazı kıldıkdan sonra buyurmasıylede, imamlık ve emsali din hizmetinde bulunanlara, cemaatın hata ve eksiklerini aynı şekilde ikaz etmeleri gerekliğine işaret vardır,

3) Camiye ve namaz kılmaya gelenlerin temiz gelmeleri ve te-hârete iyi riayet ederek gelmelerini tavsiye buyuruyor.

4) Tehârete iyi riâyet etmeyenlerin, hem imama ve hem cema­ata huzursuzluk verib namazlarında bâzı yanılmalarına sebeb olabile­ceklerine işaret vardır.

Tercümesi:

296 - (16) Benî Süleyman kabilesinden bir adamdan mervîdir, adam dedi:

Resûlüllah (S.A.V) kendi elindeki veya o adamın elindeki parmak­ları tutup saydı ve buyurdu :

«Tesbîh (Süphânellah), Mizanın yansıdır. Elhamdülillah, Mizam doldurur. Tekbir (Alîâhü ekber) gök katlan ile yerin arasını doldurur. Oruç, sabrın yansıdır. Temizlik, îmanın yarısıdır.»[15]

Tercümesi:

297- (17) Abdullah essunâbıhî (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Mümin kul, abdesti alıp mazmaza yapdiği (ağzına suyu aldığı) yakıt, ağzı ile işlediği bütün günâhlar ağzından çıkar. İstinşak yaptığı (burnuna suyu aldığı) vakit, burnunun işlediği bütün günahlar çıkar. Yü zunu yıkadığı vakit, yüzünün işlediği bütün günahlar çıkar, hatta iki gozunun kapaklarının kirpiklerinin altındaki günahlar dahi çıkar. 

Terini yıkadığı vakit, ellerinin işlediği günahlar çıkar. Hatta enerinin tırnaklarının altındaki günahları çıkar. Başına meshettiği va-"» kulaklarından çıkıncaya kadar başından bütün günâhlar çıkar.

  İki ayağını yıkadığı vakit, ayaklarının tırnaklarının altındaki günahlar çıkıncaya kadar ayaklan ile işlediği bütün günâhları çıkar.[16]

  Bundan sonra abdesti olan kulun yürüyüşü, mescide olur. Onun (Mümin kulun) namazı (Farz olsun nafile olsun), o kul için günahları­nın keffâretine sebeb olan bir ziyâdeliktir.» [17]

 

İzahat

 

Râvî Abdullah Essunâbıhî (R.A), Peygamber sallailâhü aleyhi ve-sellem vefat etmezden evvel medîneye hicret edib yola çıkmıştır. Fakat kendisi medîne-i münevvere yakınlarında «cuhfe» denilen mahalle geldikleri vakit, Resulü ekrem efendimizin vefat haberi ulaşmıştır. Böy­le olunca ashabdan olamıyor. Tabiînin ulularındandır. Künyesi, Ebû Abdillah olduğu yazılmıştır. îsmi ise, Abdurrahman bin Useyle (R.A) olarak beyan edilmektedir, şârih Aliyyulkân merhum ve «Üsdülğabe» böyle yazmışlardır.

Böyle olmakla beraber, Ebû Abdillah, yerine Abdullah (R.A) şek­linde istimal oluna, gelmiştir. «Essunâbıhî» bağlı olduğu nesebinin is­midir. Allah ondan razi olsun.

Hadîsi şerifde, belirtilib beyan edildiği üzere, abdest suyunun ulaş-dığı her azanın işlediği günahlar (Küçük günahlar), afv olunmaktadır. Yani, maddî temizlikle beraber, manevî kir ve veballarda temizlenerek bedenin ve ruhun kıdası verilmiş oluyor. Bu maddî ve manevî temiz­liğe devam eden, çok mutlu ve mübarek kişidir.

Hadîsi şerifde, «başa meshedilince, kulaklardaki günahların çıka­cağı» cümlesinden, Ebû Hanîfe (R.A), kulakları başdan sayıb, başın meshinden sonra aynı su ile kulağa meshediîebileceğini delil olarak beyan etmiştir.

Şâfi-î hazretleri ise, kulakları başdan saymıyarak, başın meshin­den kalan su, ile meshetmeyib yeniden ele dökülen su ile kulakları meshetmeyi beyan etmiştir.

Bu mes'elelerin geniş îzahı, fıkıh kitablarmda yazılmıştır.

 

Tercümesi:

298- (18) EbîHureyre (R.A) denmervîdir.

Muhakkak ki, ResûlüUah (S.A.V) kabre (Cennetülbekîa) geldi ve dedi:

«Esselâmü aleyküm dâre kavmin müminine ve innâ inşâ Allâhü biküm lahıkûne, vedittü innâ kadraaynâ ihvânenâ, (Selâm sizin üzeri­nize olsun ey mümin cemaatın diyarı! inşaallah bizde size kavuşacağız. Din kardeşlerimizi görmeyi çok arzu ederdim.)

  Ashabı kiram dediler : Biz senin kardeşin değilmiyiz ya Resû-IüUah?

  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Siz benim ashabımızsınız. kardeşlerimiz henüz gelmemişlerdir.»

  Hemen ashabı kiram dediler : Ya Resûlüllah! Ühunetinden he­nüz gelmeyenleri nasıl bilirsin?

  Bunun üzerine Resûlüllah (Ş.A.V) buyurdu:

«Sen görüp bilmedinmiki, eğer bir adamm alnı sakarü ve ayağı sekili bir yağız atı, doru bir at sürüsü içinde olsa, o adam acaba atını tanımazını?»

  Ashabı Kiram dediler : Evet tanır ya Resûlüllah?

  Resûlüllah (SA.V) buyurdu :

«Öyle ise o ümmetlerimde abdestden hasıl olan sakarlı ve sekili olduktan halde gelirler, o anda ben onlardan evvel havuza varacağım.» (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

299 - (19) Ebidderdâ (R.A) denmervîdir, dedi:

Resûîüllah (S.A.V) buyurdu:

«Ben, kıyamet gününde secdeye ilk izin verilenim ve ben, kendine başını kaldırma izni verilenlerin evveliyim. İşte o anda önüme baka­rını, hemen ümmetler arasmda kendi ümmetimi bilirim. Arkamda olan ümmetimide aynı şekilde, sağimdakileride aynı şekilde ve solum-dakileride aynı şekilde bilirim.»

  Bir adam dedi : Ya Resûîüllah! Nuh Aleyhisselâmdan ümmeti­ne kadar geçen ümmetler arasında kendi ümmetini nasıl bileceksin?

  ResûlüUah (SJV.V) buyurdu :

«Onlar (benim ümmetlerim), abdesiin eserinden alınları sakarlı ve ayaklan sekili olurlar. Onlardan başka böyle [18]biç bir ferdde olmaz. Onların kitapları (amel defterleri), sağ taraflarından verilmelerinden bilirim ve onlann (ümmetimin) zürriyetleri kendi önlerinde koşmala­rından bilirim.» [19]

 

Abdest Îcab Eden Şeyler Babı (1) Birinci Bab

 

Tercümesi:

300 — (1) Ebî Hureyre (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûîüllah (S.A.V) buyurdu:[20]

«Abdestİ bozulan kimse, abdest almadıkça namazı kabul olunmaz.» [21]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde, abdesti olmayan kişinin abdesti almadıkça, namazı kabul olunmayacağı beyan buyurulmuştur.

Şârih Aliyyülkârl merhum burada şu hükümleri yazmaktadır :

«Mazhar isimli âlim dediki:

«Abdestsiz namaz katyıl olunmazın, mânası; abdestsiz olan kimse, su bulursa, su ile abdest alır, namazını kılar. Şayet su bulamazsa, abdest makamına kâim olan teyemmümle kılar. Eğer toprakda bulamaz­sa, vakte hürmeten o vaktin farzım  (abdestsiz ve teyemmüsüz) kılar.

Bundan sonra suyu ve toprağı bulmazdan evvel ölürse, günahkâr olmaz. Şayet ölmezden evvel suyu ve toprağı bulursa, o namazı kaza eder.

İşte bu görüş, şâü-î hazretlerinin, görüşü ve içtihadıdır.

Fakat biz hanelilerin indinde; ister vakit daralsın veya toprak bu-lunamasm, hanki şekilde olursa olsun, vakte hürmeten namazı (ab­destsiz ve teyemmümsüz) kılamaz. Hadîsi şerifin zahirî hükmüde bu-<tor.»  [22]                                                                       

Bu ictihad ihtilâfına göre, fetva olan, abdestsiz namaz kılan kim­se, tekfir olunmaz.

 

Tercümesi:

301 - (2) îbniömer (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:[23]

«Temizlik (abdest ve gusül) olmayan hiç bir namaz, kabul olunmaz ve haramdan elde edilen maldanda sadaka kabul edilmez.» [24]

 

Îzahat

 

Hadîsi şerifde belirtilen hüküm gayet sarihdir. Abdestsiz ve cünüb kimselerin namazlarının sahih olmadığı, bütün yönleriyle fıkıh kitab-larında beyan edilmiştir.

Haram maldan zekat ve sadaka mes'elesine gelince, malın ta-mam-ı haramdan olursa, o haram mala zekat farz olmadığı gibi, hacda farz olmaz. Öyle haram maldan farzı edâ etmek gerekmediğine göre, nafile sadaka ve hayır yapmakda, manasızdır ve makbul   değildir.

Şârih AUyyulkârî merhum şu satırları yazmaktadır : «İlim adamlarımızdan bâzıları dediki:

«Bir kimse, haram maldan sadaka verir ve ondan sevab umarsa, tekfir olunur (yani, kâür olur).» [25]                             

. Haram mal sahibine, zekat ve Haccın farz olmadığı, «Mülteka ter­cümesi» adlı eserimizin birinci cildinde özel bahislerinde mezkurdur. Haram maldan sadaka ve hayır verenin sevab beklemesi ile haram olduğunu bilen bir fakirin, veren kimseye «Amin gibi...» mukabele ile dua ettiğinde, o fakirinde kâfir olacağı, aynı eserimizin ikinci cildinin, «Elfazı küfür mes'eleleri» başlığının altında yazılmıştır.

 

Tercümesi:

302 - (3) AIİ (R.A) den mervidir, dedi: Ben mezîsi çok olan (ge­len) bir adam idim, bu hâlimi kızının mekânı {Peygamber A.S. m kı­zının nikâhım altında) olmasından dolayı mes'eleyi Nebiyyi muhtere­me sormaktan utandım. Nihayet mes'elenin sorulmasını Mİkdâd'a em­rettim, oda sordu;

ResûlüUah (S.A.V) de buyurdu :[26]

«O mezîsi gelen adam, zekerini, yıkar ve abdesti alır.» [27]

 

İzahat

 

Mezî; ailesi ile oynaşan veya nefsinin her hanki bir sebeble uyan­ması hâli görülen kimsenin zekerinden gelen sümüksü ıslaklikdır.

îşte bu durumun guslü îcab ettirmeyib, abdesti bozduğundan an­cak o necaseti yîfcayıb abdesti almayı, sevgili peygamber efendimiz (S.A.V) buyurmuştur.

Mezî ve vedî kelimelerin mânaları ile gerekli hükümler, fıkıh ki-tablannda mezkûrdur. Keza «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin birin­ci cildinin 34. sahifesinde yazılmıştır.

Hadîsi-^erifde dikkat edilecek hususlar şunlardır :  

a) Hz. Ali (R.A), kendisinden mezînin çok geldiğini ve bu durumu hakkında ResûlüUah (S.A.V)  e anlatıp cevâbını beklemeden damadı oluşundan utandığını beyan buyuruyor.

b)   Hz. Ali (R.A) kendi mes'elesini öğrenmek için, diğer bir saha­beye mes'eleyi rast gele bir kişinin sırtından sorduruyor.,

c)  B,u davranışdan anlaşılıyorki, müslüman kendi üzerinden an­latarak mes'elesinin cevabını almakta güçlük görürse, yabancı bir kişinin mes'elesi gibi sorub fetvayı alabilir.

d)   îlmi fıkıhda hükmü beyan edilen mezî mes'elesinin, istinad et­tiği mesnetlerden birisidir.

Binâenaleyh tedavülde islam hukukunu beyan eden, «timi Fıkıh» ve «Fıkıh kitabları» bu vâıkıalı mes'ele gibi mes'eleleri ve bu mes'eleler gibi olması mumlan ve muhtemel mes'eleleri, kısa cümlelerle, kanun-laştırıb yazmışlar. Yukardaki 200. hadîsi şerifin îzah bölümünü okuya­lım.

 

Tercümesi:

303  - (4) EbîHureyre (R.A) den mervidir, dedi: Resûlfiüah (S.A.V) buyurdu:

«Ateş dokunan şeyden (ateşte pişirilen et ve emsalinden) yediği­nizde abdestinlzi alınız.»

(Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

Şeyh İmamı Ecel Muhyissünne (İmamı Beğavî) Rahimehullah, bu hadis, İbni Abbasm rivayet ettiği şu aşağıdaki hadisle neshedilmiş (hük­mü kaldırılmış) tır;

Tercümesi:

304  - (5) îbniAbfeas (RJV) dedi:[28]

«Şüphesizki Resûlüllah (S.A.V) koyunun omuz (kürek kısmının) etini yedi, sonra namaz kıldı ve abdest almadı.» [29]

 

İzahat

 

Yukardaki birinci hadîsi şerifin hükmü, ikinci hadîsi şerifle neshe-dilib kaldırılmış olduğu beyan edilmiştir.

Et yemekle abdestin bozulacağını beyan eden her hadîsi şerif, Re­sûlüllah (S.A.V) ya bir zarurete binâen buyurduğu veya sâdece bir cemaat ve kavme diş etlerinin et yiyince kanamasından veya onların dili anlaması güç olması gibi hallerden dolayı yîkamayı «abdest alma» cümlesiyle ifâde edilen, hükümler olabilir.

Her ne suretle olursa olsun, îbni Abbas (R.A) in rivayet ettiği ikinci hadîsi şerif, Resûlüllah (S.A.V) efendimizin en son buyurduğu hükmüdür. Bundan evvel buyurduklarının hükmünü neshedib kaldır­mıştır.

Nâsıh ve mensuh hakkında, gerekli malumat birinci cildin son ta­rafında 412-418. sahifelerinde zikredilmiştir.

 

Tercümesi:

305 - (6) Câbir bin Semure (R.A) den mervîdir, bir adam Resû­lüllah (S.A.V) e sordu :

«Koyunun etlerinden (etlerini yemekten) dolayı abdest alacakmiyız?»

  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu: «Dilersen abdest alr dilersen abdest alma.»

  Adam dedi: Devenin etlerinden (etlerini yemekten) dolayı ab-dest alacakmıyız?

  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Evet devenin etlerini yemeden dolayı abdest al.»

  Adam dedi: Koyun ağıllarında namaz kılabilirmiyiz?

  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Evet».

— Adam dedi : Devenin yatıp kalkdığı yerlerde namaz kılabilir-miyim?[30]

  Resûlüllah (SA.V) buyurdu : «Hayır kılamazsın.» [31]

 

İzahat

 

Râvî Gâbir bin Semure (R.A), Âmiri sülalesine mensub bir sahâbî-dir. Sâd Bin EM Vakkas (R.A) in kız kardeşi Halide (R.A) in oğludur. Böyle olunca Hz. Saad bin Ebî Vakkasın hemşire zâdesidir. Künyesi, Ebû Hâlit veya Ebû Abdillahdir, Peygamber sallallâhü vesellemden yüz kırk (140) hadis rivayet etmiştir. Vefatı, hicretin altmış altı (66) ve­ya 74. senesinde küfede vukûbulmuştur.

Kendisi küfede sakin olmuş ev yaptırmıştır. Peygamber efendimizin sahabelerinden câbir isimli başka şahıslarda vardır. Bu zat câbir bin Abdullah bin haram (R.A) olan sahabeden başkasıdır. Câbir bin Ab-

dullah (R.A) hakkında kısa malumat, birinci cildin 144. sahîlesinde zikredilmiştir. Ayrıca «üsdül ğâbe» adlı eserin birinci cildinin 304-308. sahifelerine müracaat edilmelidir. Allah hepsinden Razî olsun.

Hadîsi şerifde beyan edilen hüküm hakkında çeşitli izahlarda bu­lunulmuştur.

Şârih Aliyyulkârî merhum şu cümleleri yazmaktadır.

«Âlimlerin tazısı dediki:

«Evla olan, ateşte pişmiş etten veya pişmemiş deve etini yedikten sonra afcdest almayı, lugavî veya şer'î mânâya hamletmek ve abdest alma emrinin müstehab olduğunu beyan etmektir.

  Kâdî merhem dedi:

  Vudûu = Abdest almak, asıl luğatda azaların bazısını yıkamak ve o azaların bazısını temizlemektir. Şer'î hükümdede, fîlî mahsus olan abdest almaya nakletmektir. Elbet burada asıl mânası üzerine hüküm beyan edilmiştir.

  Buradaki abdestden ve emsalinden murad; daha evvel geçen ve bu hadisle ibni Abbasm, ümmü selemenin ve emsallarmm hadis ve haberlerinin bulmak için, iki eli yıkamak manasınadır.

  İbni salah bitabında tasrih etmiştirki;

  Sahabenin kavlinden bilinen nesih hükmü : Resûlüllah sallalla-hü aleyhi vesellem-in ateşde pişmiş her hanki bir eti yedikten sonra, abdest alma ile abdesti terk etme hususundaki, iki amelinden işlediği erf son amel ve işi, ateşte pişmiş eti yedikten sonra abdest almayı terk etmek olmuştur. Keza Tîbî merhumda böylece zikretmiştir.

— İbni Hacer (R.A) da dedi:

«Şâri-in (Peygamber S.A.V-in) sözünü; iki eli yîkamak üzerine hamletmek, uzak bir beyandır. Binâenaleyh ancak şer'î hükümler, de­lâlet edenler üzerine hamlolunur. Zira Peygamber (S.A.V), ancak Şer'î hükümleri beyan etmek için gönderilmiştir;

  Ateşte pişmiş etleri yiyen kimselerin abdest almamalarını be­yan eden nesih (hüküm kaldırma) Ciheti, ancak (meşhur olan) câbir t R.A) in şu sözünden istifâde olunmuştur :

«Ateşte pişmiş (veya ateşin dokunduğu) eti yedikten sonra abdest alma veya terk etme İşinden Resûlüllahm en son işlediği, abdest alma­yı terk etmek olmuştur.» [32]                                         

Deve etini yedikten sonra eî yıkamak, İmam-i Ahmet bin hanbel (R.A) göre, vâcibdir.

Diğer imamlara göre, deve etini yiyince abdest almakdan murad, deve etinin kerih kokusu ve yağlı olmasından dolayı, elleri ve ağzı yı­kamak manasınadır. Koyun eti, bunun hilâfınadır.

Veya Hadîsi Şerif, Câbir (R.A) in beyan ettiği fîli Resul hadîsi ile mensuhdur.

Hadîsi şerifde; «koyun ağılında namaz kılmanın cevazı» kerâhat-sız caiz olduğu ve «deve ağılmdada namaz kılınmayacağının beyanı»

namazın kerâhat olacağı beyan edilmektedir.

Bu hususun geniş îzahı, fıkıh kitaplarında yazılmıştır. Erbabı müta­laa oraya müracaat ederler.

Ve ilmi fıkhın = fıkıh kitabl-arınm, kitab ve sünnet hükümlerini en iyi beyan eden eserler olduğu muhakkakdır.

İlmi fıkıh hakkında bir nebze malumat, yukarda 200. hadîsi şerifin îzah bölümünde zikredilmiştir.

İmamı Tahâvî merhumda şu hükümleri yazıyor :

«Birinci babda câbir (R.A) in hadîsini rivayet etmiştikki;

«Resûlüllah (S.A.V) in ateşin mes edib dokunduğu eti yedikten sonra abdest aima ile abdesti terk etme işinden en son işlediği, ateşte pişen şeyden yiyince abdesti terk etmek olmuştur.

  Binâenaleyh yukarda geçen ateşin mes edib pişirdiği yenildi­ğinde abdestin gerekmesi, devenin ve başkalarının etini   yemekledir ki, devenin etlerinden yenildiğinde abdestin terki ile diğer etleri yiyin-cede.abdesti terk etmek olmuştur.

  İşte bu hüküm, eserleri nakletme yoluyla beyan edilen bu bâ-bm hükmüdür.

— Ama nazar ve düşünce beyanı yoluyla olan hüküm ise, elbet biz deve ile koyunun, alım satımının helalliğim, sütlerinin içimini, et­lerinin temizliğini müsâvî görüb biliyoruz ve muhakkakki,bu hususda bunların hükümleri tefrik olunamaz.

  Binaenaleyh bu hüküm üzerindeki kesin görüş, deve ile koyun, etinin yenmesinin müsâvîliğidir.

  Şu halde koyunun etlerini yemekle abdest lâzım olmadığı gibi, devenin etlerini yemeklede abdest bozulmaz ve abdest almak lâzım olmaz. Bu hüküm; Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed bin Hasan (Allah hepsine rahmetini ihsan eylesin) in kavli ve görüşüdür.[33]

Tercümesi:

306 - (7) EbîHureyre (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buhurdu:

«Sizin biriniz, karnında bir şey bulduğu vakit, kendinde de bir şe­yin mak'adindan çıkıfe çıkmadığında şüphe [34]hasıl olursa, Mak'adından bir ses İşitinceye veya bir yel çıkıncaya kadar, hemen mescidden çık­masın.» [35]

 

İzahat

 

Yani, abdestli bir kişi, cami ve mescidde veya her hanki bir yerde iken karnında bir gürültü gibi bir şeyler duyunca, abdesti bozuldu zan-nı ile cami ve mescidden çıkıb abdest almaya gitmemesi gerektiğini beyan buyurulmuştur. Zira mak'adından bir yel ve zarta çekme gibi bir ses çıkmadıkça, abdest bozulmaz.

Bu hadisi şerifde beyan edilen, «Mak'adından bir ses işitince ve­ya bir yel çıkıncaya kadar» Cümleleri, Ebû Hanîfe hazretlerinin, arka­dan çıkan yelin abdesti bozub, önden (zekerden ve fercden) çıkan ye­lin- abdesti bozmayacağı hükmünü çıkardığı delili oluyor. Fercden ve zekerden yelin çıkacağı, bir ihtimal ve mümkinat hükmüne binaendir.

Abdestli kişinin mak'adından bir yel ve zarta çıkmadıkça, karnın­daki gürültü ve emsalinin ve hatta mak'adındaki bir kımıldama gibi vehim ve şüphe verici harektlerden dolayı abdestin bozulmayacağı beyan buyurlumaktadır.

Çünkü :

«Yakın, şek ile zail olmaz.»

. Yani, Abdestli olduğu kesin olan kişinin, her hanki bir şek ve şüp­he ile abdestinin bozulmayıb, ancak kesin olarak yellenme hali bilinir­se, abdesti bozulur.

Geniş malumat, fıkhın abdesti bozan ve bozmayan şeyler bahsin­de mezkûrdur.

Tercümesi:

307 - (8) Abdullah bin Abbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlül­lah (S.A.V), süt içti, hemen ağzım yıkadı. Ve [36]buyurdu: «Muhakkakki, o südün yağı vardır.» [37]

 

İzahat

 

Resûlüllah (S.A.V) efendimiz, südü içince ağzım yıkayor ve yıka­masına sebeb olarakda, südün yağlı olduğunu beyan buyuruyor.

Bu açıklama ve amelden anlaşılmaktadırki, yağlı bir şey yenilir ve içilirse, ağzı yıkamak, sünnete uygun bir ameldir. Meşrubattan olan her yağlı şeyi içince, ağzı yîkamak müstehabdır.

Ayrıca her hangi bir yemek sofrasına oturulacağında, yemekten evvel ve yemekten sonra el yıkamanın sünnet ve müstehab olduğu ve bu hususu beyan eden hadîsi nebevilerin hükümleri, mahallerinde gele­cektir. Ayrıca fıkhın, «kerâhiye Bahsi» nde geniş izahat vardır.

Tercümesi:

308 - (9) Büreyde (R.A) den mervîdir, muhakkakki'Resûlüllah (S.A.V), fetih gününde (mekkenin fethi gününde), bir abdestle beş va­kit namazı kıldı ve iki mestleri üzerine mesnetti.

  tşte o anda Ömer (R.A) ona (Resûlüllah sallallâhü aleyhi ve-selleme) dedi : Bugün öyle bir şey İşledİnki, daha evvel hiç İşleme-mişdin!

  Hemen Resûüllah (SA.V) buyurdu: «Bilerek işledim ey Ömer!» (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.) [38]

 

İzahat

 

Râvî Büreyde bin el Husayb (R.A), Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz medine-i münevvereye hicret ettiği günlerde sek­sen kadar kişiyle gelib müslüman olmuşlardır. Bedir muharebesinden biraz evvel müslüman olmuştur ve fakat muharebeye iştirak etmemiş­ler. Uhud muharebesinden sonra Medine-i Münevvereye gelmiştir. Uhuddan başka bütün muharebelerde bulunmuş ve Bîatürrizvanda bî-at etmiştir.

Medîne-i Münevverede sakin olanlardandır. Sonra Basraya gitmiş­tir. Daha sonra Basradan Horasana gâzî olarak gitmiştir. Hicretin alt­mış ikinci (62). senesinde yezidin hilâfeti zamanında «merve» denilen mahalde vefat etmiştir. Resûlüllah (SA.V) den yüz altmış yedi (167) hadîsi şerif rivayet etmiştir. Allah ondan râzî olsun.

Hadisi şerifde mündemiç olan hüküm, sünnetin ruhsat olan ve dinin kolaylık dîni hükümlerinden birisini beyan buyurmaktadır.

Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellern efendimiz, bir abdest ile beş vakit namazı kılıyor. Uz. Ömer, acaba bir unutma falan olurmu kabi­linden, şimdiye kadar islenmiyen? bir amelin işlendiğini hatırlatıyor, îşte o anda efendimiz buyuruyor :

«Bilerek İşledim, Ey Ömer!»

Şu halde abdesti daralmayan her müslüman, bir abdest ile beş vakit namaz kılabilir.

Çünkü önder ve mürşidimiz aynısını işlemiştir.

Tercümesi:

309- (10) SüveydbinNûman(R.A)denmervidir.

Şüphesiz Süveyd (R.A) Resûlüllah (S.A.V) le beraber hayber gü­nü çıkmıştı, hatta sahfaâ denilen mevkie vardılar-o sahbâ, haybere ya­kın bir mevkidir - Resûlüllah {SA.V) ikindi namazını kıldı, sonra, azıkları istedi, o anda arpa ve buğday unundan yapılmış kavutdan başka bir şey getirilmedi. O kavutu, yenmesi kolay olması için ıslatma emrini verdi. Sonrada Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem yedi, bizde yedik. Sonra akşam namazına kalkdı, Mazmaza yapdı (ağzını yıkadı) bizde mazmaza yapdık, sonra Resûlüllah (S.A.V) namaz kıldı ve abdest[39] almadı.» [40]

 

İzahat

 

Râvî Süveyd bin Nûman {RA)t Evs kabilesine mensub ensarı ki­ramdan bir sahabedir. Uhud muharebesinde ve ondan sonraki muha­rebelerin hepsinde Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellemle beraber hazır bulunmuştur.

Bu haberdede, yağlı olmayıb kuru olan kavutu ıslatarak yedikten sonra Resulü ekrem efendimiz, sâde ağzını yıkayıb abdestini tazeleme­den namazım kılıyor.

Binâenaleyh her hangi bir yerde yaş ve kuru cinsinden bir şeyi yi­yen bir kişi, ağzım yîkayıb abdestini tazelemeden ftamazını kılmalıdır. Abdesti olmayan kişi, elbette bir şey yesede yemeseder abdestini alıp namazını kılması lazımdır.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin filî sünnetini beyan eden haber üzerine, bir hususa dikkat çekmek isteriz. Ramazanı şerifin akşam iftarlarını namazdan evvel bir şeyler yiyib içen kimse­lerin, ağızlarını yıkayıb ondan sonra namazı kılmaları sünnete en uy­gun olan bir haldir. Ramazanın dışında bir şey yiyenlerde, aynı sün­neti işlemelidirler.                                                   .

Hayber : Tebük şehri ile medine-i münevvere'arasmda bulunan hurmalıklı ve yeşillerle süslü bir şehirdir. [41]

 

Abdest İçab Edenle İlgili İkinci Fasıl

 

Tercümesi:

310 - (il) EbîHureyre (R.A) denmervîdir,dedi: Resûlüllah (SAM) buyurdu:

«Abdest, ancak sesden (zarta çekmekden) ve (arkadan çıkan) yel­den lâzım olur.»

(Hadîsi, Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

311- (12) AH (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) e mezyl (mezi) den sordum,^) da dedi :[42]

«Mezyiden abdest ve Meniden gusul lâzım olur.» [43]

 

İzahat

 

Hadîsi şerif de beyan edilen mezî ve menî'nin tarif ve İzahını yapa­rak kısa bir açıklama yapalım.

Mezyi = Mezî: oVaşma ânında veya zekerin uyanmasından sonra münâsebette bulunmadan zeker ve tereden gelen ince beyaz sümüksü sudur ki, bu su zekerin uyanıb tekrar yatması ânında ve bâzı kimse­lerde küçük abdestinden evvel gelir. Oynaşma ve emsali ânında ka­dından gelen ıslaklığa, «kaza» denir.

İlgili Fetvâ:

Zeyd (bir adam) dan, uyanık hâlinde iken, şehvetle bakıb yahut hayal ve düşünce ile (zekeri) kalkıb ve sakin oldukdan sonra, atma ve tirkleme olmadan mezî veya vedî zahir olsa (görülse), zeyde gu­sul lâzım olurmu?

ELCEVAP... Olmaz : Vedî: idrardan sonra gelen koyuca bir sudur.[44]

îşte yukarda sıralayıb izah ettiğimiz; mezî, vedî ve kazanın gelme­siyle gusul lâzım olmaz. Abdesti bozar. Abdesti yenilemek lâzım olur. Hadîsi şerif deki birinci cümle, bu hükümleri beyan etmektedir.

Bu hükümlerin dan geniş îzahı, «Mülteka tercümesi» adlı eserimi­zin birinci cildinin 33-35 sabitelerinde mezkûrdur.   ,

Hadîsi şerifde, «Meniden gusul lâzım olur» cümlesinide kısa yoldan açıklayalım.

Meni : kaim ve koyu beyaz bir sudurki, zekerden çikdığı zaman zeker kisar edib yatar. Ve Ebu Hanîfeye göre, necisdir.

Beyaz, koyu sümüksü olan, erkek menisidir. Kadının menisi ise, sarımsıdır.

O meniden çocuk halk olunur. Menî zekerden çıkarken san çiçek kokusu gibi kokar, kuruduğu zamanda, yumurta kokusu gibi kokar.

Tarif ve açıklamasını yapdığımız menîr zekerden şehvet ve tirkle­me suretiyle inzal olunursa, gusul farz olur.

Şayet öyle olmaz, zeker yatar halde iken her hangi bir korku, ağır bir yük yüklenme gibi hallerden dolayı zekerden menî çıkarsa, gusul lâzım olmaz.

İlgili Fetva:

Zeyd (bir adam), ailesiyle oynaşma esnasında şehvetle sulbün­den menî ayrıldığı zaman, zekerinin başını tutup ve meniyi çıkmak-dan men edib şehveti sakin oldukdan sonra (zekerini) salıvermekle o menî şehvet ve atmaksızm (zekerinden) dışarıya çıksa, zeyde gusul lâzım olurmu?

ELCEVAP... Olur (zira menî, merkezînden şehvetle kopmuştur).[45]

Daha geniş izahat, «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin birinci cil­dinin gusul bahsi ile bütün fıkıh kitablarmm gusul bahislerinde zikre­dilmiştir.

Tercümesi:

312  - (13) Yine ondan (Aİi R.A den) mervîdir, dedi: Resûlüîlah (SA.V) buyurdu:

«Namazın anahtarı, taharettir, Namazın fahrîmi (namaz içinde ye­me içme gibileri haram kılıb namaza başlatan), ise, İftitan tekbiridir. Namazın tahlili (namazdan çıkib yeme içme gibileri halâl kılan) İse, selâm vermektir.»

(Hadîsi, Ebû Davud, Tirmizî ve Dârimî rivayet ermiştir.)

313  - (H) Bu hadîsi, timi mâce Hz. Ali ve Ebî Saîd (R.A) den Hvâyet etmiştir.

Tercümesi:

314 - (15) AH bin Talk (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:[46]

«Sizi birinizden yel {sessiz osurak) çıktığı vakitr hemen abdest alsın. Kadmlarada dünürlerinden yaklaşmayınız.» [47]

 

İzahat

 

Râvî AH bin Talk (R.A), yemâme kabilesine mensub haniflerdendir. Resulü eîcrem (S.A.V) efendimizden rivayet ettiği bir tek bu hadîsi şerif olduğu beyan edilmektedir. Bâzı kimseler, bu zatı, talk bin Ali olarak vasıflandırmalardır. Fakat meşhur olan Ali bin Talk bin Mün-zir (R.A) dır. Bu zat Talk bin Ali olarak büyük babadan olabilir.

Daha geniş izahat, «Tehzlbüttehzîli» in yedince ve beşinci ciltlerin­de zikredilmiştir.

Hadisi şerifin birinci cümlesi hakkında bir nebze malumat, yukar-daki hadisi şeriflerin izahlarında geçmiştir.

Hadîsi şerifin ikinci cümlesi olan, «Kadınlara (Kendi karılarınıza) da dünürlerinden yaklaşmayınız,» tfâdelerexdikkat etmek gerekir. Zira müslümana, ailesinin idrar yolu olan fercine münâsebetde bulunması halal ve caizdir. Büyük abdest yolu olan dübürden münâsebetde bulun­mak haramdır.

Fakat erkekleri livata edenlerin Cezaları, icra edilmemektedir. Zira kendi ehli olmakla cezası imamı azama göre hafifdir.

İbrahim! halebî Merhum «Mülteka el ebhur» adlı eserinde şu hü­kümleri yazıyor:

«Keza kadını dünüründen (büyük abdest yolundan) cima etse ve­ya lut kavminin amelinden (erkeklerin dünüründen livata) yapsa, İmamı Azama (R.A) a göre, had yapılmaz. Tazk dayağı"atılır. İmam-i Ebn yüsaf ile imam-ı Mnhammed (R.A) a göre, had çapılır.»[48]

Had ve Tâzir cezasının geniş izahı, «Mülteka Tercümesi» adlı ese­rimizin ikinci cildinde mezkûrdur.

Tercümesi:

315 „ (16) Muâviye bin Eki Süfyân (R.A) den mervîdir, Resûlül­lah (S.A.V) buyurdu:[49]

«Ancak iki göz, oturağın bağıdır. Binâenaleyh göz uyuduğu vakit, bağ çözülür.» [50]

 

İzahat

 

Râvî Muâviye (R.A) hakkında bir nebze malumat, yukarda 200, hadîsi şerifin izahat bölümünde zikredilmiştir. Babası Ebî Süfyan (R.A) hakkında ise, kısa yoldan bir beyanda bulunalım.

Ebû Sufyan Bin Sahr bin Hatb (R.A), emevî Kureyşdendir. Fil vak'a-sından on (10) sene evvel dünyaya gelmiştir. Câhiliyyet devrinde Kurey-şin eşrafından idi. Kendisine riyaset makamıda verildiği zaman olmuş­tur. Ukab isimli bayrak b,una verilirdiki, muharebenin kızışdığı zaman çekilirdi.

Mekkenin fethi günü müslüman olmuştur. Müellefe-i kulubden idi. Huneyn vak'asına hazır olmuştur. Resûlüllah (5.A.V) efendimiz, müellefe-i kulübe verdiği ganimetlerden Ebû sufyâna yüz kırk ölçek vermişti.

Taife sefer edildiğinde buda var idi, gözünün biri yaralandı ve yer-muk harbinde gözünün biri tamamen gidinceye kadar cihad etmişti.

Ümmü habîbe (R.A) validemizin Pederi olmakla, Peygamber (S.A. V) efendimizin kayın pederi idi.

Vefatı, Hz. Osman (R.A) m hilâfeti zamanında hicretin otuz dör­düncü (34.) senesinde seksen yaşım mütecaviz olarak medîne-i münev-verede vuku bulmuştur. Ve cennetül bekîa defnedilmiştir. Allah ondan razî olsun.

Hadîsi şerifde beyan edilen hüküm, ayakda, sünnet üzere yapılan secde ve rukûda olmayıb ve tam bir şekilde dis çöküp oturmadan, ge-Jişi güzel oturan, uzanan, bir şeye dayanan ve bunlara benzer hallerde iken uyuyan kimsenin mak'admın bağı çözüldüğünden abdestinin bo­zulduğunu beyan buyurmaktadır.

Tercümesi:

316 - (17) Ali (R.A) den mervidir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Oturağın (Mak'adm) bağı, gözlerdir. Binaenaleyh bir kimse uyur­sa, hemen abdest alsın.»

(Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

Şeyh îmam Muhyissünne rahimehullatı dedi : Bu hüküm, otur­mayan kimse hakkındadır. Zira aşağıdaki sahih hükümde şöyle vârid olmuştur:

Tercümesi:

317- (18) Enes {R.A) den mervîdir, dedi:

«Resûlüllah (S.A.V) in ashabı, başları uykudan muzdar hâle gelib hareket edinceye kadar oturub yatsıyı beklerlerdi. Ondan sonra namaz kılarlar ve abdest almazlardı.»

(Haberi, Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiştir. Ancak Tirmizî, Hadîsinde; Başlan uykudan muzdar hâle gelib hareket edinceye Kadar oturub yatsıyı beklerlerdi, cümlesinin yerine, (Oturur halde) «uyur­lardı» kelimesini zikretmiştir.)

Tercümesi:

318 - (19)   îbni Abbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Şüphesizki abdest, yatarak uyuyan kimseye lâzımdır. Zira bir kim­se uzanıb yattığı vakit, mafsalları istirahat bulub kendini salıverir.»[51]

Tercümesi:

319 - (20) Büsre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[52]

«Sizin biriniz, zekerine dokunub mes ettiği zaman, hemen abdest alsın,» [53]

 

İzahat

 

Râvî Büsre (R.A), safvânm kızı, oda Nevfelin oğludur. Kureyş ka­bilesinin esedî sülâlesine mensubdur. .              

Hz. Büsre (R.A), vereka bin Nevfelin kız kardeşidir. Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin sahâbelerindendir. Allah ondan Tâzî olsun.

Hadîsi şerif, Şâfi-î hazretlerinin delilidir. Ancak elin zekere dokun­ması, elin içinin zeker mes edib dokunduğundadır.

İbnl Hacer (R.A), dediki : «Hadîsi şerifde : zekerine, zikredilmiş­tir. Bir rivayette de; Bir zekere mes eden kimse, zikredilmiştir. Öyle olunca başkasının zekeride, insanın kendi zekeri gibidir.»

Şârih Aliyyulkârî merhum şu cümleyide zikrediyor :

«İmam-ı Tahâvî (RA), zekere elin dokunmasıyle abdest alma hük­münü, müstehab olarak eli yıkamak mânasına hamletmiştir.»[54]

İmam-ı Ta hâvi (R.A) def «Şerhi maânilâsâr» adlı eserinde erkeğin zekerine ve kadının fercine dokunub elleyince abdest almaları lâzım olduğu ve abtiest alma gerekmediği cihet ve beyanları uzun uzun nak-îedib yazdikdan sonra, son satırlar, şöyledir :

«Hasanı Basrî (R.A) den mervîdir. Bu zat, ferce mesedib dokunma­yı kerih görürdü. Fakat eğer ferce mes edilirse, abdest almayıda lüzum görmezdi.

  Keza Hasam Basrî (R.A) den mervî diğer bir rivâyettte İse, zeke­re mes ediüb dokunulduğunda, abdest almayı lüzum görmezdi.

  İşte Hasam Basrî ve Saîd bin müseyyeb (R.A) gibilerin bu gö­rüşlerini bizde alırız ve bu görüş, Ebu Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muham­met! bin hasan (Allah hepsine rahmet eylesin) in kavlidir.»[55]

Hanefî fıkhmdaki hükümde, bu hüküm gibidirki, hanefî imamları­na ve ulamasına göre, abdest kelimesi, eli yıkamak manasınadır veya mensuhdur. Öyle olunca elin, zeker ve ferce dokunmasiyle abdest bo­zulmaz ve abdesti yenilemeye gerek yoktur.

Tercümesi:

320 - (21) Talk bin Ali (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) bir adamm abdest aldıkdan sonra zekerine mes­edib dokunması soruldu.

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«O zeker, ancak o adamdan bir et parçası değilmidir?»

(Hadîsi, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve îbni Mâce de aynısını ri­vayet etmiştir.)

— Şeyh imam Muhyissünne fîmamı Beğâvî)rammahüllah dedi : Bu hüküm, mensuhdur. Zira Ebî Hureyre (R.A) ravî Talkın (R.A) in teşrifinden sonra müslüman olmuştur.} [56]

 

İzahat

 

Yanı, bu hadîsi şerif mensuhdur. Zira Râvî talk bin Ali (R.A) ye­menden medîne-i münevvereye hicretin birinci senesi gelmiş ve Resu­lü ekrem sallalîâhü aleyhi vesellem mescidi nebiyi inşa ile meşgul iken müslüman olmuştur ve o zaman bu hadisi şerifi rivayet etmiş oluyor.

Ebî Hureyre (R.A) ise, hicretin yedinci senesi, hayberin fethi yılın­da müslüman oluyor.

İmam-ı Bağavl hazretleri, bu sebebden bu hadisi şerifin hükmü, hemen aşağıda zikredilen Ebî Hureyre (R.A) in rivayet ettiği hadisi şerifle neshedilib kaldırılmıştır, diyor. Zira sonraki beyan edilen hü­küm ve kararlar, evvelce söylenen ve yazılan hükümleri iptal eder.

Ravî Talk bin Ali (R.A)r yemen ehlinden olub oradan Resulü ek­rem sallalîâhü aleyhi vesellem efendimizin hüzûru risâleîine gelib müslüman olanlardandır. Künyesi, Ebû Ali dir. Hadîs rivayet edenler­den fcays bin talkın pederidir.

Resulü ekrem sallalîâhü aleyhi vesellem ile namaz kıldıklarım ve memleketlerinde boş vaziyette bulunan bir yahûdî mabedi olduğunu arz ye haber veriyor. O yahûdî mabedini mescid yapmaları hakkında Resulü ekrem efendimizin emrini alması üzerine, nebiyyi muhterem sallalîâhü aleyhi vesellem efendimizin abdest suyunun fazlasından is-teyib alarak peygamber sallalîâhü aleyhi veseîlemin emri hümayunu üzere o suyu, mabede serpiştirerek orasını mescid yapdıklarını nakli hikâye etmiştir.

«Bir kimse, zekerine mes ederse, abdest alsın.» hükmünü rivayet ettiği hadisdeki «abdest» kelimesi, luğâvî mânaya hami olunmuşturki, «el yıkamak» manasınadır.[57]

Tercümesi:

321- (22) Elbet Ebî Hureyre (R.A) Resûlüllah sailailâhü   aleyhi vesellemden rivayet eti, Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Sizin biriniz, zekeri ile eli arasında bir şey olmadığı halde elini zekerine dokundurursa, hemen abdest alsın.»[58]

322- (23) Bu hadîsi Nesâî; Büsre (R.A) den rivayet etmiştir. An­cak; «zekeri ile eli arasında bir şey olmadığı halde» cümlesini zikret-memiştir.

Tercümesi:

323- (24) Aişe (E.A) de mervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallailâhü aleyhi vesellem bâzı hanımlarını öperdi, sonrada abdest almadan namaz kılardı.»[59]

Tirmizî dediki : Bizim ashabımız nazarında (ehli hadis indinde) Aişe (R.A) den urveye isnad hiç bir suretle doğru değildir. Keza Hz. Aişe den İbrahîmi temim iye isnad da sahih değildir.

Ebû Dâvud dedi : Bu hadis, mürseldir. Ve İbrahîmi Temîminin Aişe (R.A) den rivayeti, işitilmemiştir.

(Not: Hz. Aişenin, Resûlüllah sallailâhü aleyhi vesellem efendimi­zin, aile hayatındaki fîlini beyan ederek dînin hükümlerini açıkla­ması şayanı dikkatır. Zira, «dinde âr olmaz, âr eden behredar olmaz» sözünün .yaşantısı görülmektedir.)

Tercümesi:

324 - (25) İbniAbbas {RA) den mervîdir, dedi:

«Resûlüllah (S.A.V) koyunun omuz etinden pişirilmiş eti yedi, son­ra elini altındaki kâseye (bez ve emsaline) sildi : Sonra kalkdı ve na­maz kıldı.»[60]

 (NOT : Bu habere göre, bâzı yerlerde işlendiği gibi, bir şeyler ye-dikden sonra bir el bezi getirib silerek temizlenmek, caizdir.)

Tercümesi:

325 - (26) Ümmü seleme (R.A) den mervîdir, muhakkak o (üm-mü seleme) dedi:[61]

«Nebiyyi muhterem sallailâhü aleyhi veselleme böğür etinden ke-bab yapılmış bir eti getirdim, hemen o etten yedi, sonra abdest alma­dan namaza kalkdı.» [62]

 

Abdest Îcab Edenlerle İlgili Üçüncü   Fasıl

 

Tercümesi:

326 - (27) Resûlüllah (S.A.V) in kölesi EM Râfî (R.A) den mer-vîdir, dedi:

«Allâha şehâdet ederim (yemin ederim) muhakkak ben Resûlüllah sallallâhü aleyhi veselleme koyunun [63]karnından (ciğer ve talak) pişiril­miş eti yemek üzere getirdim (o da yedi), sonra abdest almadan namaz kıldı.» [64]

 

İzahat

 

Râvi Ebû Râfî (R.A) - Resulü Ekrem sallaliahü aleyhi veselîem efen elimizin kölesidir. Sonra âzad etmiştir. Aslı mısırın kibdilerinden idi. Hz. Abbas (R.A.) Resulü Ekrem efendimize kendi kölesi iken bağışla­mıştır. Peygamber efendimizin amcası Hz. Abbas {R.A.} m islâmım iz­har ettiğini Peygamber efendimize Ebû Râfî müjdelemiştir. Bunun üze­rine Resulü Ekrem (S.A.V) de onu kölelikden âzad buyurmuştur.

îsmi, Eşlem, yahud ibrahim veya sâlih olmak üzere ihtilaflıdır. Kendisi dülger idi. Bu sebeble Resulü Ekrem sallaliahü aleyhi veselîem efendimize minberi şerifi bu zat yapmış idi. Siyer ve hadis kitablarmın yazdığına göre, minberi saadet acı ılğm ağacından yapılmış ve üc ba-samakdan ibaretti.

Resulü Ekrem sallaliahü aleyhi veselîem hazretleri, bu Ebû Râfi (R.A) ile diğer âzadlıları zeyd bin harise (R.A) yi beraber mekke-i mü-kerremeye gönderib oraya kerime-j mükerremleri hazreti Fatıma (R.A) s vb diğer kerîme-i muhteremimi hazreli Ümmü Gülsüm' (R.A) ve zev­celeri hazreti şevde |R.A| ıgötürtmüşierdi.

Ebû Râfi (R.A), Resûlüllah (S.A.V) den altmış sekiz hadisi şerif ri­vayet etmiştir. Hz. Ali (R.A) in hilâfeti zamanında vefat etmiştir. Allah ondan razî olsun.

Tercümesi:

327- (28) yine ondan (Ebî Râfi R.A den) mervidir, dedi:

— Ona (Ebi Râfi R.A. a) bir koyun hediye edildi. O koyunu bir top-rakdan tencerenin içine (bişirmek için) koydu, hemen o anda Resûlül-Ialı (S.A.V) içeriye girdi ve dedi:

«Ey Ebâ Râfi! bu nedir?»

— Ebî Râfi (R.A) dedi: Bize hediye olunan bir koyundur, ya Resul-üllah! İşte o koyunu tavada bişirdim.

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Ey EM Râfî! koyunun inciğini (ön ayağının dirseğine kadar kıs­mını) bana ver.»

— Hemen koyunun inciğini Resûlullâha verdim. < — Sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Diğer inciğide bana, ver.»

— Diğer inciğide derhal ona verdim.

— Sonra Resûlüllah (S.A.V) dedi: «Diğer inciği de bana ver.»

— îşte o anda Ebî Râfî: Ya Resûlüllah! koyunun ancak iki inciği o-lur, dedi.

  Bunun üzerine Resûlüilah (S.A.V) ona şöyle buyurdu: «Dikkat et, elbetteki eğer sen susaydm, bana bir incik daha verir­din ve susduğun müddet bir incik hasıl olurdu.»

— Sonra Resûlüllah Sallallâhü aleyhi vesellem su istedi, ağzını çalkadı ve parmaklarının etrafını yıkadı. Sonra kalkdi, namaz kıldı, sonra onları (Ebî Râfî ve ehlinin) yanlarına avdet etti. Onların yanında sovumuş et buldu, hemen o etten yedi. Sonra mescide girdi, hiç bir ta­rafını suya dokundurmadan (elini ağzını yıkamadan) namaz kıldı.»[65]

328 - (29) Bu hadîsi, Dâiimi Ebâ ubeyd (R.A) den rivayet etmiştir. Ancak Dârimî; «sonra su istedi.» cümlesinden sonuna kadar devam e-den kısmını zikretmemistir.

Tercümesi:

329- (30) Enes bin mâlik (R.A) den mervidir, dedi:

«Ben, übey ve ebû Talha oturduk, et ve ekmek yedik, sonra ahdest almaya (onları) davet ettim, hemen (Ubey ile Ebû Talha) dediler : Ni­çin abdest alacaksın?

— Hemen bende dedim: Şu yediğimiz taamdan İçin.

— Bunun üzerine onlar dediler: Temiz şeylerden dolayıdamı abdest alacaksın?!, senden daha hayırlı olan o kimse (Netuyyi muhterem) bun­dan dolayı abdest almamıştır.»[66]

 (NOT : Râvî Hz. Enes ile Hz. Ubey bin kâb hakkında gerekli malu­mat, birinci cild de geçmiştir.

Ebû Talha (R.A) ise, Ensarı kiramın Neccârî soyundan Zeyd bin Seni (R.A) dir. Bu salıâbs,kiinyosiy]emeşhurd,urki, Ebû Talha (R.A) dır. Enes bin mâlik (R.A) in annesinin efendisidir.

Resûlüllah (S.A.V) : «Ebû Talhanın asker içinde sesi, bin adamdan hayırlıdır.» buyurmuştur. Resûlüllah (S.A.V) den yirmi hadis rivayet etmiştir.

Vefatı, geminin içinde hicretin otuz birinci senesinde yetmiş yedi (77) yaşında vuku bulmuştur ve cezîretül araba defnedilmiştir. Allah ondan râzî olsun.

Tercümesi:

330- (31) îfcniömer (R.A) den mervîdir, diyordu:[67]

«Adamın, karısını öpmesi ve eli ile dokunması, melâmese (Kur'an-daki lemsedib dokunma) hükmündendir. Binâenaleyh bir kimse, yaban­cı bir adamın karısını öper veya eli ile dokunursa, o kimseye abdest almak lâzımdır.» [68]

 

İzahat

 

Haberde şu mealdaki ayeti kerîmeye işaret vardır :

«Veya kadınlara lems edib dokunmuşsamz (cima etmişseniz) boy abdesti alınız...» (Mâide sûresi, 6)                                                       

Bu âyeti kerimedeki «lems» kelimesine «mes» kelimesini katarak kadına lems = mes = dokunulunca abdest bozulur, manası beyan edilmiştir.

Halbuki yukarda rivayetinde ihtilaf edilen 323 haberde, Hz. Aişe (R.A) in beyanında, Resûlüllah (S.A.V) hanımlarından bâzını öpdük-ten sonra abdestini tazelemeden namazını kıldığını açıklamıştı.

Haber ve nakillerin muhtelif oluşundan, kadına dokunmakla ab-destin bozulup bozulmayacağı hususunda müçtehidler, Şu görüş ve beyanlarda bulunmuşlar:

a)   Şafî-î merhum, ve müntesibleri dedilerki:

«Yabancı kadına lems etmekki, ona mes (dokunma) da deniyor, mutlak ve muhakkak abdesti bozar. Velevki lezzetsiz olsun ve kadın ile erkek ihtiyar olsun, yine yabancı kadın ve erkek ihtiyar iken do­kunulduğunda, dokunan erkeğin abdesti bozulur...»

b)   İmam-ı Ahmet bin hanbel (R.A) ve müntesibleri âlimler dedi­lerki :

«Kadına bir elbise gibi perde olmadan çıolak bedenine şehvetle do­kunmak, abdesti bozar. Bu şehvetle dokunulan kadının yabancı veya mahremi, ölü veya diri, genç veya ihtiyar, büyük veya küçük olmasında hiç bir fark yoktur...»

c)   İmam-ı Mâlik (R.A) ve müntesibleri âlimler dedilerki : «Abdestli bir kimse, başka bir kişiye (im kişi yabancı kadın, veya kendi karısı veya şâbbı emred = henüz tüyü bitmemiş sakalsız genç veya yeni sakalı bitmeye başlamış bir gene erkek-e) eliyle veya bede­ninin bir cıız'ü (Bir parçası ve bir azası) ila dokunursa, bu dokunan kişinin abdesti bozulur. Bu dokunan abdestli kişinin, bâJığ olması ve dokunmakla lezzet ve zevklenme kasdetmesi veya kasıd olmadığı hal­de dokununca lezzet ve zevki duyub neşelenmesi gibi hallerin bulun­ması şarttır...»

  Ayrıca maliklerce, Abdestlinin dokunduğu, kendi kız kardeşi ve­ya kızı veya halası veya teyzesi gibi yakınları olursa, dokunmakla ab-destinin bozulmayacağı beyan edilmiştir.

  Mâlikîlerde, dokunulan kişi bâliğa olur ve dokunulmadan zevk ve lezzet duyarsa, onunda abdesti bozulur..»

d)  EbûHanîfe (R.A) ve müntesibleri âlimler dedilerki: «Muhakkak ki, bedenin cüzlerinden her hanki bir cüz'üne dokun­makla abdest bozulmaz, velevki dokunan ve dokunulanlar çıblak ol­sunlar....»  [69]                                     

Şimdi bu ihtilaf ve görüşlere binâen, hanefî mezhebinde, her neka-dar kadına dokunmakla abdest bozulmaz isede, yabancı kadına doku­nunca abdest almak mendübdür.

Şu yukarda mealini naklettiğimiz âyeti kerîmedeki «lems = do­kunmak» cima manasına olan dokunmakdır. Ebû Hanîfe merhumun beyan ve içtihadı böyledir.

Tercümesi:

331 - (32) îbniMes'ud (R.A) den mervîdir,diyordu :

«Bir adamın karısını öpmesinden, abdest alması lâzımdır.» [70]

 

İzahat

 

Bu haberin beyan ve izahı, hemen üsteki haberin altında geçmiştir. Buradaki öpme meselesi, Allâhü âlem fahiş derecede öpüşme şeklinde bulunub zekerin kalkıb mezî gibi bir hâlin meydana gelmesi hâlini îzah-dır.

Burada bir hususu hatırlatmak isteriz. Kur'an ayetlerinde, hadîsi şerif ve haberlerde bir birine zıd hükümlerle karşılaşan kimseler, he­men hüküm kesmeye veya başka fesatlıklara gitmemelidirler.

Bu hususda en doğru ve en isabetli yol, o âyetlerin tefsirlerine ba-kib tevil ve letafcuk yollarını öğrenmektir. Şayet tefsirden anlayacak  kafailiyyette değil iseler; imanlı, ihlaslı ve ilmi ile âmil bir bilgine mu- racaat edib mes'elenin en doğru yolunu öğrenmelidirler.

Hadîsi şerif ve haberlerde de, hadîsi şerif kitablarının sarihleri ve o mes'eleleri halledecek bilginleri ihmal etmeyib hemen müracaat et­mek en doğru yoldur.

Böyle tezatlı hükümlerle karşılaşıldığında yukardaki yollardan tam bir netice alınma imkanı elde edilemediği takdirde; âyet, hadis ve haberleri en iyi şekilde inceleyib, nasırımı, mensurumu, zâifini, kavi­sini, muhkemini ve müteşâbihim bilib ayrı ayrı tasniflerle hüküm ve beyanlarda bulunan dev müctehidlerin ietihad karar ve hükümler ve onların ictihadlarını kanunlar halinde yazan fıkıh kitablanna müra­caat edib sahili selâmete erişmek gerekir. Zira müetehidler, her yönüy­le mes'eleleri inceleyib araştırmak suretiyle en son gayretlerini kul­lanarak hüküm beyan etmişlerdir ve müetehidler, ya nurlu devirde veya onlara ulaşan ve nurlu devre en yakın kimseler olmakla, hakîkat-lan daha iyi bilen ve beyan eden kişilerdir.

Binaenaleyh bizim gibi avamlara yakışan; «Avamın vazifesi, fa-kinlerin kavillerine sarılıb amel etmektir.» kaidesine uymaktır.

Meselâ : «Fahiş bir şekilde oynaşmak karı ile kocanın bir birlerinin fere ve zekerlerini dokundurarak oynaşıp öpüşmeleri, mezî gibi ıslaklık muhakkak geleceğinden İmam-ı Azam ve İmam-ı Ebû Yûsufa (R.A) gö­re, abdesti bozar. İmam-ı Muhammed (R.A) Muhalefet ederek fahiş

şekilde oynaşmak  (mezî gibi ıslaklık gelmedikçe}  abdesti   bozmaz, diyor.»[71]

İbni Mes'ud (R.A) m görüş ve beyanını, bu müctehidlerin görüş-ibti .doğrultusundan anlamak gerekir. Ayrıca ailesiyle oynaşma ve Öpüş m e neticesinde zekerin kalkdığmda mezînin gelmesi hâlinin abdesti  usul lâzım gelmeyeceği yukarda beyan ediimiştir.

Tercümesi:

332  - (33) îfeni Ömer (R.A) den mervîdir, Ömer Bin El Hattab (R.A) dedi:

«Şüphesiz öpmek, Iems (dokunmak, münâsebette bulunmak) dan-dır, öyle olunca öpmekden sonra abdest alınız.»

333  - (34) Ömer İlin Abduî'aziz (R.A) den mervîdir, oda Temîmî ed Dârîden rivayet etmiştir, dedi:

Resûlüliah (S.A.V) buyurdu:

«Akıcı her kandan dolayı abdest lazımdır.»

(Yukardaki her iki hadîsi, Dâre kudnî rivayet etmiştir. Ve Dâre kudnî dedi : Ömer bin Abdul'aziz, Temimi ed Dârîden işitmemiştir ve onu görmemiştirde: Yezid bin Hâlid ve yezid bin Muhammed isimli kişiler ise, meçhul kimselerdirler.) [72]

 

İzahat

 

Yukardaki haberin hükmü hakkında bir nebze malumat, biraz, evvel yazılmış idi.

Râvî Ömer bin Abduî'aziz (R.A}, Ebu Hafs künyesiyle künyeli eme-vî halîfelerinden ve kureyş kabilesine mensub bir muhterem zatdır.

Ömer bin Abduî'aziz (R.A) m annesi, Hz. Ömer (R.A| m kızının oğlu âsimin (R.A) annesidir ve annesinin ismi, Leyla (R.A) dır.

Emevî Halifelerinden Süleyman bin Abdulmelik den sonra hicre­tin 96 senesinde hilâfete geldi ve hilâfet müddeti, iki şene teş -m/ ve bir kaç gün olmuştur.                                                 

Hz. Ömer bin Abduî'aziz; âbid, zâhid, müttekî, güzel huy sahibi, âdil ve merhametli bir halîfe idi.

Maiyyetindekiîere gönderdiği bir yazılı emir nâmesinde şöyle de­miştir :

«Bilmelisinki; dînin direği doğrulukdur. İdarende yaşayan ahâlî­den fazla vergi isteme. Herkes kudretinin yettiği kadar versin. Bütün düşüncen ahâlinin (halkın) rahatı olsun. Her kese iyilik et. Her ne suretle olursa olsun, kimseden hediye alma.»

îbâdete çok düşkün bir zat olmakla, evinde bulunduğu, zaman, ge­ce gündüz ibâdetle meşkul oluyor ve hakka niyaz ederek ağlayor ve hemen evinin içindeki mescidine (namazgahına) girib huzuru ilâhîde bulunuyor.

Vefatı, hicretin yüz bir (101) inci senesinde, kırk yaşında humu­sun arazisinde «Bedir Sem'an» denilen yerde ve Reçel) ayında vuku bulmuştur. Allah ondan razı olsun.

Hadîsi şerifdeki hüküm, gayet açıktırki, abdestli bir kimsenin vü­cudunun bir yerinden kan çıkar ve akarsa, abdesti   bozulduğundan, abdest alması lâzmdır. Ebû Hanîfe (R.A) in mezhebide, bu hadisi şe­rifin hükmü üzeredir. [73]

 

Helanın Edebleri Babı (2) Birinci Fasıl

 

Tercümesi:

334- (I) EbîEyyûbelErtsârî (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Helâye kazayı hacet için geldiğiniz vakit, kıbleye istikbal etmeyi-niz ve kıbleye arkamzıda dönmeniyiz, fakat doğuya veya batıya dönü­nüz.»

(Hadîsi, Buharı, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.) Şeyh imam Muhyissünne (imamı Beğâvî) rahimahüllah dedi : Bu hadis sahradadır, ama binaların içinde olursa, beis yoktur. [74]

 

İzahat

 

«Âdâbül Hela» başlığındaki, «Âdâb» kelimesi, kavlen ve fîlen iyi olub öğülen şeylerde kullanılır.

Hela ise; insanın hacetini def ettiği her yere «Hela» denir.

Helaya hela denmesinin sebebi; insan orada tek başına hâlî (yalı­nız ve boş) kaldığı içindir.

Râvî Ebû Eyyub el Ensârî (R.A}, Medîne-i münevvereli ensârı ki­ramdan Halid bin zeyd bin küleyb (R.A) dir. Neseb cihetinden hazrecî ve Neccârîdir.

Hicretten evvel îman eden Ensarı kiramdandır. Bedir muharebe­sinde, uhud, handek ve ondan sonraki diğer muharebelerde hazır bu­lunmuştur. Kendisi bizzat Resûlüllah (S.A.V) den yüz ellibeş (155) ha­dis rivayet etmiştir.

Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellemin hicret edib me­dîne-i münevvereye teşriflerinde mescidi şerifin ve hücre-i saadetinin (kendi evinin) yapımlarının bitimine kadar yedi ay kadar bu zâtı muh­teremin evlerinde ikâmet buyurmuşlardır.

Hz. Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, Hz. Ebû Eyyûfc (R.A) m evinin alt katında ikâmet buyurmuşlardır.

Hz. Ebû Eyyûb (R.A) m kendilerinden rivayet olunmuştur ki :

«Bizim sakin olduğumuz üst katta su dökülmekle ben ve ümmü tyyûb (Eyyûfcun annesi = yani hanımım) dökülen suyun aşağıya ak­maması için bez ile onu (suyu) almağa (beze emdirmeye) gayret gös­terdik ve aşağıya akında zâtı hazreti risâleti rahatsız edecek diye kork-duk.

__Ondan sonra Hz. Resûlüllâha yukarı katda ikâmet buyurmaları

için Ând verib (rica edib) evimizin üst katımda nebiyyi muhteremin karargahı kılma şerefine nail olduk.» buyurmuştur.

Yine Hz. Hâlid den mervidirki:

«Resûlüllah (S.A.V) bana yemek yollayıb bende o yeniekde Hz. .Resulün mübarek parmaklarının eserlerini görerek onu yer ve alır idim.                                                                                          

— Bir gün gönderdikleri taamda yediklerinin eserini görmemek­le, kendilerinden sorduğumda : «Evet sarımsaklı olduğundan melek-in eziyetlenmemesi için yemedim. Siz yiyiniz.» buyurdular, demiştir.»

Resûlüllah (S.A.V) efendimiz ashabı kiram arasında kardeşlik usû-iunu icra ederken, Ebû Eyyûb (R.A) medine-i münevvere halkının iyi İcraatçılarından Mus'ab bin umeyr (R.A) hazretleri ile kardeş yapmış­lardır.

Ibnül Esîrin «Üsdül ğâbe» adlı eserinde yazdığıma göre, Hz. Ebû Eyyûfc, Emîril müminin Hz. Alinin en yakın ashab ve adamlarından olub cemel vak'asmda ve diğer muharebelerinde hazır bulunmuştur.

Kendileri muhârib ve cihâda pek gayretli ve düşgün olduğundan, hayatı boyunca muharebeye gitmedikleri, yalnız bir sene vuku bul­muş, diğer senelerin hepsinde cihadda hazır bulunmuştur.

îstanbula teşriileri,, hicretin kırk dokuz (49) tarihinde Hz. Muâvlye (R.A) tarafından süfyan bin Avf (R.A) m emirliğinde Rum beldelerine muharebe için gönderilen askere takviye olmak üzere sonradan oğlu yezid maiyyetiyle gönderilen asker ile beraber olmuştur. İşte bu takvi­ye kuvvetinin içinde Hz. Hâlid de bulunub islam ordusuna muharebe­ye iştirak ediyor. Hicretin elli (50) târihinde îstanbulun garb cihetinde ve sur haricindeki kabri şerifinin olduğu mahalde ishal hastalığına tu­tuluyor ve orada Ebedî hayata intikal ediyor.

Kabri şeriflerinin üzerinden süvari gezdirilerek belirsiz hâle getiri­liyor. Sonra Fâtih Sultan merhumun yanındaki değerli ilim, ahlak ve takva adamı büyük velî Ak Şemseddln hazretlerinin keşfi ile zahir olub meydana çıkarılıyor. Allah hepsinden râzî olsun.

Hadîsi şerifde helada (keza sahrada) hacetini def etmek isteyen­lere, kâbe-i muazzamaya tazim ederek o tarafa istikbal etmemeleri ve ikram içinde arkalarını kıblaya doğru oturub veya arkalarını dön­dükleri halde ayakta akıtmamaları buyurulmaktadır.

Bu sebebden müetehid ve fakihlerde, kıble tarafa ön ve arkayı dö­nerek akıtmanın kerâhat olduğunu beyan buyurmuşlardır.

Kazayı hacet yaparken; «Doğuya veya batıya dönünüz» tmyurula-rak, her hanki bir duvar içinde, helada veya güneş ve ay bizzat insan­ların göbeklerine ve edeb yerlerine doğarak görünmediği zaman sahra ve meydanlarda, doğu tarafa veya batı tarafa dönerek akıtmak gerek­tiği beyan edilmekledir.

Güneş ve ay görünür vaziyette iken, o haklarında ayat ve hadis­ler fcuyurulan kıymetli varlıklara saygısızlık olacağından, onların ışık ve aydınlıkları bizzat açıkça görülür iken onlara karışı tuvalet yâp-makda mekruhdur. Çünkü «veşşemsi, velkameri... gibi» kasemlerle âyetlerde zikredilen bu varlıklara saygısızlık olur.

Bu hükmü yanlış anlayib, doğu ve batıya dönerek akıtmanın ke-rahatlığmı zannedenler olabilirler. Dikkat edilirse, ay ve güneşin «ay­nına» tabiri vardır. Yani tuvalette, duvar dibinde, veya her hanki bir perde arkasında veya ay ve güneş bulut içinde veya doğmadıkları tak­dirdeki haller gibi zaman, mekan ve durumlarda asla ve kat'â kerâhat-lık yoktur. Ay ve güneş, insanın göbeğine varmadığı takdirde, önünü ve arkasını dönmekte hiç bir mahzuru şer'î yoktur. Tuvalette, doğu . ve batı tarafa dönmek lâzımdır.

Tercümesi:

335 - (2) Abdullah bin Ömer (R.A) den mervidir, dedi : «Bâzı ihtiyacımı temin etmek için Hafsa-mn evinin üstüne çıkdım, o anda ResûlüIIah (S.A.V) i Şam tarafına yönünü dönüb arkasını kıb­leye yönelttiği halde hacetini {büyük abdest veya küçük abdestini) ka­za eder gördüm.»(Haberi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [75]

 

İzahat

 

Râvî Abdullah bin Ömer (R.A) hakkında bir nebze malumat, bi­rinci cildin 81. sahifesinde zikredilmiştir.

Haber içinde geçen ev sahibi ise, Hz. Hafsa (R.A) hakkında kısa bir malumatı yazalım.

Hafsa (R.A), Râvî Hz. Abdullah bin Ömer-in kız kardeşi, ResûlüIIah (S.A.V) efendimizin zevcesi ve Hz. Ömer (R.A) in kızıdır. Resulü ek-reîn efendimiz, Hicretin üçüncü senesinde nikahlamıştır.

ResûlüIIah (S.A.V) den altmış (60) hadîsi şerif rivayet etmiştir. Vefatı; Hicretin kırk bir veya kırk beş senesinde vufcû bulmuştur. Allah

ondan razî olsun.

Haberde; Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin Hz. Hafsanm evinin üst kısmındaki helasında kazayı hacet yaparken ön tarafının Şam tarafına müteveccih olub arka tarafınmda kıbleye dönük olduğu beyan edilmektedir.

Sevgili efendimizin böyle amel edişi hakıknda beyan edilen açık­lamalar şöyledir :

a)   ResûlüIIah {S.A.V) in ön tarafının Şam tarafına ve arkasmında kıbleye dönük oluşu, helada kazayı hacet esnasında, «kıbleye istikbal etmeyiniz ve kıbleye arkanızı dönmeyiniz.» hükmünü buyurarak neh-yetmeden evvel olabilir.

b)  Veya orada bir zarurete binâen öyle olması gerekmiştir.

c)  Veya Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz hak­kında güçlük olmaması için ona mahsus olarak orada öyle yapmıştır.

Şimdi bu beyanlardan anlaşılmıştırki; zarurete binaen ve çeşitli nedenlerle büyük abdest ve idrar için kıbleye yönelmek veya arkasını dönmek îcab ettğiinde bir mahzuru şer'î yoktur.

Böyle olunca her hanki bir ev ve binanın tuvaleti yanlışlıkla Ön veya arkayı kıbleye getirilerek yapılmış ve bu tuvalet dar biçimde olur, doğu ve batıya dönülerek otur(ulamazsa, yapıldığı şekilde otur­mak caizdir. O tuvaleti yıkmak ve yeniden tanzim etmek pek çok mas­raf ve güçlüklere sebeb olacak olursa, yapıldığı üzere bırakıb defi ha­cette bulunmak gerekir. Zira zaruretler, haramları mubah kılar.

Tercümesi:

336 - (3) Selman (RA) den mervîdir, dedi : Bizi nehyetti-yani, ResûlüIIah (S.A.V), büyük veya küçük abdest için kıbleye istikbal et­memizi veya sağ el ile taharet yapmamızı veya istinca temizliğini üç taşdan aşağısı ile yapmamızı veya tahareti pislik veya kemikle yap­mamızı nehyetti.» (Haberi, Müslim rivayet etmiştir.) [76]

 

İzahat

 

Kâvî Selamanı Fârisi (R.A)f künyeleri «Ebû Abdillah» dır. Hayır ve fazilet sahibi olduğundan «selmanülhayr» nâmiyle de söylenir. Fârisî nâmiyle söylenmesine sebeb ise, aslı arab olmadığını ilân içindirkî aslı acemistandandır. Daha evvel mecûsî (ateş perest) olub, o sahada reislik makamına kadar çıkmıştır. Sonra Hıristiyanların kilisesine uğ-rayor, orada çok acâib şeyler görüyor ve o gördüklerini babasına zik­rediyor, kendiside bu hali kayd edib işleyor.

Acemistan diyarı olan ıranda Epî bir adam evladı olduğu halde diri sevdası ile gurbete çıkarak esir düşmüş ve nihayet seâdeti ezeliyesi sebebiyle medine-i münevvereye varıb müslüman ve Resûlüllah (S. A.V) in azatlılarından oluyor. Neseb ve soylarım soranlara : «Ene sel-man İbnİl islam = Ben, islâmın oğlu Selmanım» diyerek cevab verir­lerdi.

îrandaki ateş perest hayatı bırakıb Samdaki hınstıyanhğı tercih ediyor ve oradaki papa ve râhiblerin telkinleriyle Musula gidiyor. Ora­daki bir Rahibin ömrünün sonunda tavsiyesi; yakm\zamanda arabis-tan diyarında bir nebiyyi zîşânm zuhur edeceğini beyan ederek o zatın peygamberliğine alâmet olarak :

«Kendinin iki kürek kemikleri arasında hâtemi nübüvvet = (son peygamber mührü) olması ve hediye yiyib sadaka yememesi gibi alâ­metleri vardır. Eğer muktedir olur isen, ona git.»

Bu zatı muhterem çeşitli hâdise ve vakıalarla medine-i münevve-reye geliyor. Orada bir yahûdinin kölesi oluyor. O yahûdinin hurma­lığında çalışan Hazreti Selman, duyuyorki medîne-i münevvereye Hz. Peygamber Hicret etmiş ve Resûlüllah (S.A.V) «küba» denilen mahal­de ashabı kiramı ile beraberler. Hemen Hz. Selman hurma' topluyor, getiriyor ve huzuru risâlete takdim ediyor ve diyo rki:

«Bunları ben topladım, siz bir sâlih zatsınız ye ihtiyaç erbabından bir takım arkadaşlarınızda var. Sadaka vermeye sizi diğerlerinden daha layık gördüm.»

Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) efendimiz, yemeyin ashabı ki-ramına, «siz yiyiniz» buyurdular.

Hz. Sel a man, Resûlüllah (S.A.V) in sadaka yemeyeceğine dâir Musul Rahibinin beyan ettiği haberi, kendi yanında böylece tahakkuk etmekle, ikinci alâmetin tahakîkı için, hediye olmak üzere bir şey tak­dim etme teşebbüsünü tasarlayarak yerine dönüyor. Resulü ekrem (S.A.V) efendimizde medîne-i münevvereye hareket ediyorlar.

Bir müddet sonra Hz. Selman, biraz hurma daha toplayıb götürü­yor ve : «Size, ikramı sevdiğim için, bunu hediye olarak takdim ediyo­rum.» diyor.

Resulü ekrem (S.A.V) de, hem kendileri ve hem ashabı ondan yi­yorlar.

Hz. Selman, bu hâlide gördükten sonra, hatemi nübüvvet-i müşa­hede etmeyi arzu ediyor. Bir gün Hz. Resûlüllah (S.A.V) i, bir cenazenin arkasından giderler iken görmüş, hemen kendilerine selam verib hür­met ile beraber o mührü nübüvveti görmek için arka taraflarına dön­müştür.

Hz. Resulü ekrem efendimizde, Hz. Selmanın arzusuna nail ol­ması için Rida-i şeriflerini aşağı indirib mührü nübüvveti göstermesiyle Selmanı Fârisî (R.A) ağlayarak hemen o mübarek mührü nübüvveti öpmüş ve ezelî seâdetini izhar ederek îman ile müşerref olmuştur. Son­ra Resulü ekrem efendimiz ağası ile anlaşarak, kitabet bedelini ashabı kiramın yardımı ile az zamanda ödeyib esirlikden kurtulmuştur.

Resûlüllah (S.A.V) ile Hz. Selmânm ilk muharebesi, Hz. Selmanın işaret ve delâleti ile kazılan handek çukurlarının başındaki «Handek muharebesi» dir. Ondan sonraki muharebelerin pepsinde bulunmuştur.

Hz. Aişe, Selmânı fârisi (R.A) hakkında demiştirki: «Selman, bize bile galebe edib geceleri Resûlüllah. (S.A.V) ile tek başına sohbet eder ve bizden ziyade ülfet ederdi.»

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellemden altmış (60) hadisi şerif rivayet etmiştir. Bu hadîsi şeriflerden dördü Buhâride, üçü MüS-lim de ve diğerleride öteki sünenlerde mezkûrdur.

Uzun ömürlü olan zatlardandır. îbnil Esirin «üsdülgâbe» adlı ese­rinde beyanına göre; ikiyüz elli (250) sene veya daha fazla yaşamış­lardır.

Vefatı; Hz. Osman (R.A) m hilâfeti zamanında hicretin otuz beş (35) tarihinde Bağdadin doğu tarafındaki «Medâyİn» şehrinde vuku bul­muştur. Kabri şerifide oradadır. Allah ondan razî olsun. (Daha geniş malumat, Eîhakâik, C. 2,151-158)

Hz. Selmanın Resûlüllah (S.A.V) den beyan ettiği haberde şu hu­suslara işaret ediliyor:

a) Resûlüllah (S.A.V), büyük veya küçük abdest için (helada ve­ya başka yerlerde) kıbleye istikbal etmemeyi beyan ederek nehyet-«gınj haber veriyor. Yukarda geçtiği üzere, kıbleye arkayı dönmekte aVnı şekilde nehyedilmiştir.

Şârih Aliyyulkârî merhum şu satırları yazıyor :

«Bîzînt hanefi âlimleri dedlkl:

«Küçük ve büyük abdesti, defi hacette bulunmak için kıbleye istik­bal edib yönelmek, kerâhati tahrîmiyye ile mekruhdur. İstirca (Neca­seti gidermek için taharet yapmak) için kıble tarafa yönelmek ise, kerâ-hatı tenzîhiyye ile mekruhdur.»

b)   Resûlüllah (S.A.V) in sağ el ile taharet yapmayı nehyettiği ha­ber veriliyor.

Sol eli sağlam ve hiç bir mazereti olmayan kimsenin, sağ eli ile ta­haret yapması, ibni melek merhuma göre, kerâhatı tenzîhiye ile mek­ruhdur. Kerahatı tahrîmiye ile mekruh, diyenlerde vardır. Sol eli olmaz veya bir mazeretten dolayı sol eli ile taharet yapamazsa, bu takdirde sağ eliyle taharet yapmak caiz ve lâzımdır. İki eli olmaz ve taharet yapdıracak-kim.se s ide olmazsa, taharet sakıt olur.

İlgili fetva:

Zeydin (bir adamın), iki elleri çolak olub, kendisi istinca etmeye kadir olmayıb ve istinca ettirecek kimsesi de olmazsa,\zeyd den istin­ca sakıt olurmu?

Elcevab... Ohır.[77]                                              

c)    istincanın üç taşdan aşağısı ile yapmak da, nehyedilmiştir. Resulü ekrem efendimizin böyle buyurduklarını beyan eden bu

habere binâen, imam-i Şâfi-î merhuma göre, üç taşla istinca yapmak, üç taşdan aziyle temizlendiğine kanaat hasıl olsa dahi vacibdir.

îmam-ı Azam (R.A) a göre, istincada temizlenme kanâatinin ke­sinliği tâyin edilmiştir. Taşın adedHâyin edilmemiştir.

Çünkü Resulü ekrem (S.A.V) buyunmışdurki:

«Bir kimse, taşla taharet yapdığında, teklesin (üç, beş ve yedi taşla yapsın.) Binâenaleyh bir kimse, bunu işlerse, güzel bir amel işlemiş­tir. Şayet işlemez ise, bu takdirde bir günah yoktur.»

Bu hadîsi şerifdeki emir, müstehablık içindir. Üç taşdan azıyla ta­haretlenmeyi nehyetmeside, kaçınarak kerâhatı tenzihiyeyi işlememek içindir[78]                                 

Haberde beyan edilen, hayvan tersi ve pisi ile birde kemikle is­tinca yaparak temizlenmenin yasaklığ ise, hayvan tersi ve pislikleri, bellidir ki, onlar zâten kendileri necis ve pislikdir. Temizlik yapılamaz.

Kemiğe gelince, o da necaseti tam temizlemediği gibi mak'adı ya­ralayabilir veya, kemiü başka şeylerde menfaatlamlabilir veya cinnî-lerin kıdası olduğundan yasaklanmıştır. Daha geniş malumat, Fıkıh kitablarmda mezkûrdur.

Tercümesi:

337- (4) Enes (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) helaya girdiği vakit, derdi:

«Allâhünıme innî eûzü bike mineihupsi velhabâisi = Ey Allâhun! Şeytanların erkek ve dişilerinden (şerlerinden) sana sığınırım.»(Hadîsi Buhâri, Müslim ittifakla rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

338 - (5) İbniAbbas (R.A) den mervîdir, dedi :

«Nebiyyi Muhterem sallallahü aleyhi vesellem iki kabre uğradı, hemen dedi:

«Şüphesiz bu kabir sahibi kimseler elbet azab olunuyorlar. Ve azab olunmaları büyük günahdan dolayıdır.

  Ama onlardan birisi, idrar akıdırken sıçrantıdan kaçımb korun-mamasmdandır.

  Müslimin rivayetinde, idrardan kaçmmamasıdir.

  Ama diğeri, insanlar arasında laf taşıyarak Nemmacılık yap­mıştır.

  Ondan sonra Resûlüllah eline hurma dalından yaş bir parça al­dı, iki parça yapdı, ondan sonra bu yaş hurma dalından olan iki par-Çanın her birini bir kabire dikti.

  Ashabı kiram dediler : Ya Resûlüllah! Bunu niçin işledin?

  Resûlüllah (S.A.V) de dedi:

«Bu yaş dallar kurumadıkça, bunlardan kabir azabının hafifleme­sini umarız.» (Hadîsi; Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [79]

 

Îzahat

 

Bu hadîsi şerifin buyurulmasında da şu hükümler aydınlanmak­tadır :

a)   Resulü ekrem (S.A.V) efendimiz, iki kahire uğrayor ve o kabir sahihlerinin azarlandığını haber veriyor. Toprak altındaki hâle vâkıf ve muttali olmak, peygamber efendimizin bir mûcisesidir.

Her hanki bir peygamberde görülen böyle mucizeler, Allanın has kulları; âlim, kâmil, arifi billah ve zühdü takva sahibi velî kullarında da, keramet olarak zuhur edib görülebilir.

b)   Hadîsi şerifde beyan edilen birinci hüküm; idrar akıdan bir kim­senin, idrar sıçrantısmdan kaçınmayıb bu büyük günahı vişlemesidir.

Rüzgara karşı, sert bir şeyin direk üzerine veya ayak üstü akıda-rak üzerine idrar sıçratan veya her hanki bir sebeble idrar sıçrantı­smdan kaçınmayan kimse, hem kabir azabı ile iptila olunur ve hem ves'veseye kapılır.

Muhtelif rivâyetli bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur : «İdrar sıçrantısmdan kaçınınız. Zira kabir azabının umûmu idrar­dandır.»[80]                                                                  

c)   Kabir azabının ikinci sebebide, iki veya bir çok kimseler ara­sında laf taşıyarak nemmamcılık yaparak arayı tutuşturmaktır. Bu ah­lak ve amelde, dünyada insanlar arasında kara kedilik yaparak pek çok kötülükleri işlemek suretiyle düşman kamplar ve bir takım huzursuz­lara sebeb olur ve ahiretin ilk merkezi kabir azabmada sebeb olan büyük günahlardan birisidir.

d)   Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, yaş bir hurma dalını ahb iki parça yapib, birini bir kabre, birinide diğer kabre dikerek, bu yaş dalların yaşlığı devam ettikçe (o kabirlerin  üzerinde yeşilliği devam ettikçe) kabir azabının hafiflemesini umduğunu beyan buyurması, çok dikkat edilecek bir ameldir.

Zira pek çok günahlara dalan kişiler, âhirete irtihal edince, yakın­ları kabirlerinin üstüne yeşerecek bir fidanı dikmelidirler. Allanın rah­metine vesiyle olur. Çünkü önderimiz efendimiz, bizzat işleyor ve iş­lediği amelin sebebimde îzah buyuruyor.

Hadîsi şerifin bu son cümlesinde şu mealdaki âyeti kerîmeye işaret vardır:

«Yedi kat gök ve yer ve bunların İçinde bulunanlar (insan, cin me­lek, hayvan ve bilgiler gibiler) AUâhı teşbih ederler. Hiç bir varlık yok-durki, onu hamd ile teşbih etmesin. Fakat siz onların teşbihini (dillerini bilmediğinizden) anlayamazsınız.»  (îsrâ sûresi, 44)

Şârih Aliyyulkârî merhum şu satırları yazıyor :

«Bu hadîsi şerifin hükmüne binâen, kabrin yanında kuranı kerimi okumayı ulema müstehab görmüştür, zira kabrin yanında kur'anı keri­mi okumak, dikilen ağacın teşbihinden azabı daha fevkal'âda hafifle­tir...»   [81]                                                                    

Tercümesi:

339 - (6) EbîHureyre (R.A) den mervidlr, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Çok lanet ettiren iki şeyden kaçınınız.»

  Ashabı kiram dediler : Çok lanet ettiren iki şey nedir? ya Resû­lüllah!

  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«insanların yoluna veya onlarm (ağaç altı ve bina dibi gibi) göl­geleneceği yere, def-i hacet yapan içindir.» (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

340 - (7) Ebîkatâde (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Sizin biriniz, suyu içtiği vakit, çanağın içine teneffüs edip solu­masın. Biriniz helaya geldiği vakit, sağ elini zekerine dokundurmasın ve sağ eliyle taharet yapmasın.» (Hadîsi, Buhârî, ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [82]

 

İzahat

 

Râvî Ebî katâde (R.A), Ensan kiramdan Resulü ekrem (S.Â.V) efen­dimizin suvârî sahabelerinden birisidir. İsmi, Haris bin Rıb'î (R.A) dır. Bâzı ordu şevklerinde, o gönderilen müfrezenin basma emir tâyin edi-lirdiki, müfreze beğliği verilirdi. Bütün muharebelerde hazır bulun­muştur.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellemden bzizat yüz yetmiş (170) hadîsi şerif rivayet etmiştir.

Vefatı; Hicretin elli dördün (54) de medîne-i münevverede yetmiş (70) yaşında vuku bulnuıştur. Allah ondan râzî olsun.

Hadîsi şerifde beyan edilen iki hükmü kısa yoldan açıklayalım.

a) Resulü ekrem efendimiz, suyu içen kimsenin, su içtiği çanağın, su bardağının ve su tası gibi su kablarmm içine teneffüs ederek su içil-memesini ve her nefes alışda bardağın içine teneffüs edilmemesini bu­yuruyor .

Sarihler, sebebini şöyle îzah etmişlerdir :

«Suyu içen kimse, su kabının içine teneffüs ederse,, su kabının için­de bir teğayyur meydana gelir. Veya suyun soğukluğu gider, bu tak­dirde de nefesdeki hareret suyun soğukluğunu giderince, o su, susuzluk hararetini tam şekilde kiramaz. Veya su kabının içine teneffüs eden kimsenin ağzından her hanki bir mülevves şeyin düşmesiyle, su ber­raklığını kaybeder, içilmesinde bir kerihlik meydana gelebilir.

— Binaenaleyh su içen kimse, nefes alıb vererek teneffüs etmek istediği zaman, ağzını su kabından kaldırıb çekmeli ve su kabından dışarıya teneffüs edib ondan sonra içmelidir.»

Beydâvî merhum dediki:

«Suyu, üç nefesle içmek, susuzluğu daha çabuk keser, taam hazmı­nı daha kuvvetli yapar, midede soğuk tehlikesinin tesirini daha az ya­par ve asabîliği (öfke ve sinirlenmeyi) zaifletîr.»

Tlrmizînin şemailinde şöyledir :

«Resûlüllah (SA.V), suyu içtikleri vakit, su kabından ağzını kal­dırarak üç teneffüs (nefes alma) ile içerdi.»

Bir haberde de şöyle vârid olduğu yazılmıştır:

«Suyu, hayvanın su İçişi gibi, bir seferde içmeyiniz. Ancak iki ve üç seferde (iki üç nefesle) içiniz.»[83]                          

Muhtelif rivayetlerde, Resulü ekrem efendimizin çok zaman üç nefesle su içdiği ve bâzı zamanlarda da, iki sefer teneffüs ederek içdiği beyan edilmiştir.,

b) Hadîsi şerifde ikinci olan hüküm ise ;

«Biriniz helâye geldiği vakit, sağ elini zekerine dokundurmasın ve sağ eliyle taharet yapmasın.» cümleleridir.

Sağ eli, daima hayırlı ve iyi şeylerde kullanmak gerektiğinden, in­sanın ayıb merkezine sağ elini dokundurması ve sağ eliyle pislikleri, yîkayıb taharet yapması, kerih ve kötüdür. Bu kerihliği işlememek için, Resulü ekrem efendimiz, sağ eli zekere dokundurmayı ve sol elde bir mazeret olmadıkça sağ el ile taharet yapmayı nehyetmiştir. Keza kadın larında, sağ elleriyle terelerine dokunarak taharet yapmaları kerâhat-tır. .

Tercümesi:

341 - (8) EMHureyre (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bir kimse abdest alırsa, burun temizliği yapsın = burnunu atsın ve bir kimsede taş ile taharet yapmak isterse, tek yapsın (yani, üç beş ve yedi adet yapsın).» (Hadîsi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [84]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde iki hüküm beyan edilmektedir :

a) Bir Kimse abdest aldjğı zaman, burun temizliğini yaparak alma­sı tavsiye buyurlumaktadır. Burun temizliğine türkeemizde «atmak» kelimesini söyleyerek «uburun atmak, burnu temizlemek ve burnu sümkürmefc» cümleleriyle ifâde edilmektedir.

Hadîsi şerifdeki, «felyestensir = Burnunu atsın» cümlesinin mas-darı «istinsar»dır.

İstinsar : B,urna suyu istinşak ederek alıb sümkürerek burnu te­mizlemektir. Veya burnun derinliklerindeki sümüğü! çıkarmak için süm-kürmektir.

İbni Hacer dediki; «istinşak yoluyla sümkürme hükmünü beyan eden emrin zahiri, vucub içindir, lakin vâciblik men edilmiştir. Zira Re-sûlüllah (S.A.V) abdest almıştır ve istinsarı = burun temizliğini işle­memiştir...»

Sarih Aliyyulkâri merhumda şunları yazıyor :

«Hulâsa-i kelam, bu zatın kelâmından anlaşılmıştırki, Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem-in burun temizliğini mutlak surette terk edib işlememesi veya bazen işleyib bazen burnunu atmesi hâlinin buluna­rak devamlı olmaması, buradaki emrin müstehablığma delâlet eder.

— Yine denilmiştirki, abdest esnasmda istinşak-ın kendisi vâcib değildir. Binâenaleyh istinşak-ın mahallinde istinşâk-ı tamamlayan is­tinsar = burnu atmak, nasıl vacib olur?»

Burada Buharî şerifde mezkûr bir hadîsi şerifin mealini naklede­lim :

«Sizin biriniz, uykusundan uyandımı, üç defa burnunu atsın. Çün­kü şeytan (uyuyan kimselerin) genizlerinde geceler.»

b) Hadîsi şerifde, «ve bir kimse de taş ile taharet yapmak isterse, tek yapsın.» Duyurulmuştur.

Sarihler taş ile taharet yapmakdaki «tek yapsın» cümlesini ekse­riya, üç beş ve yedi kelimelerini yazarak beyan etmişlerdir. Çünkü ta-hâretde tam temizlik kanaati bu şekilde hasıl olabilir. Teklik hususu­na böyle riayet edilebileceği açıklanmıştır.

Hadîsi şerifde belirtildiği üzere, istinca-ki, büyük ve küçük ab-destten sonra necaseti temizlemek, sâde taş ile olur. buna isticmar, denir. Başka hadîsi şeriflerde beyan edildiği üzere, sâde su ile olur. Birde Hem taş ve hem su ile beraber olur. Ancak taş evvel kullanılıb, su sonra kullanılır.

Evvela taşla taharet yapıb, sonra su ile yıkamak, en mükemmel ta­haret şeklidir.

Taş ve su ile beraber tahareti ilk yapanlar, Medîne-i Münevverede «kuba» halkıdır. Bu müslümanlarm bıu şekildeki istinca taharetine ri­âyetleri, halikı zülcelâlm rıza ve sevgisine sebeb oluyor.

Ve Kur'anı Kerimde şu mealdaki âyeti kerîme ile medhu sena et­miştir :

«Orada (kubada) temizlenmeyi seven bir takım adamlar vardır. Allah (c.c.) da çok temizlenenleri sever.»                  (Tevbe sûresi, 108)

tmam-ı Şâ'bî (R.A), demiştirki :

«Bu âyeti kerime inzal olunca Peygamber (S.A.V) şöyle buyur­muştur :

«Ey kubâlılar! Allanın sizi bu kadar medhu sena etmesi, acaba nedendir? diyerek sormuş. Kuba balkıda; Biz hiç birimiz yokturki, mut­laka su ile İstinca etmesin (muhakkak su ile istinca) yapar, cevabını vermişlerdir.»

Ulemâdan bâzıları, istincada taşla suyu cem etmek müstehabdır, elediler. Bir kavilde de sünnet olduğu beyan edilmiştir.

Fakat fetva ve sahih olan, istincada suyu kullanmak mü'stehab ve fazilettir. Bilhassa zamanımızda sünnet olduğu beyan edilmektedir. Sebebide daha evvel müslümanlar, az yediklerinden koyun ve deve kığları gibi akıtırlar, dolaysiyle maka'tlanmn etrafına pislik bulaşmazdı. Zamanımız adamları ise, çok karışık ve tıka basa yediklerinden, akıtır­larken de o nisbette pislik sıvı ve çok acaib şekilde çıkar. İşte bu ci-hr.tren sünnetir, denilmiştir.

İzahına çalışdığımız bu hükme delil olarakda, Hz. Ali (R.A) m şu beyanları gösterilmektedir:

«Sizden öncekilerin fışkıları katı olurdu. Sizinkilerse, sıvı Oluyor. Binâenaleyh taşlarla taharetten sonra su ile temizleniniz.»

Tercümesi:

342 - (9) Enes (R.A) denmervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem helaya girerdi, ben ve bir genç,su dolu bir kabı ve ucu demirli bir asayı (değnek-i) taşırdık, bu su ile istinca ederdi.» (Hadîsi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [85]

 

İzahat

 

Hemen bir üste taşla taharet yapmayı beyan ederken, taşla bera­ber suyu istimal etmenin lüzumunuda nakletmiştik. Bu hadis ve haber­de de beyan edildiği üzere, Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem su ile bizzat taharet yapmışdır.

Netekim Hz. Aİşe (R.A) buyurmuşdurki:

«Kadınlarınıza, büyük pislik ve İdrarın eserini su ile yıkamalarım emrediniz. Zira Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem, bunu yapardı.»

Hadîsi şerifde Hz. Enes (R.A) m, bir su kabı taşıdığın ve diğer bir gencinde ucu demirli bir değnek taşıdığını buyurması şayanı dik­kattir.

îdâve : Deriden yapılmış küçük su tulumu, demektir.

Anaze : Ucu demirli uzun değnek, manasınadır.

Resulü ekrem (S.A.V), gittiği yerlere götürdüğü eşyalarmdandır. Su ile istinca edib abdestini alır ve sahra gibi yerlerde de namaz kılar­ken o değneği önüne sütre olmak için dikerlerdi. Aynı zamanda*o değ­nekle, münafıkların ve yahûdîlerin şerlerinden korunurdu. Çünkü on­lar, Resulü ekrem (S.A.V) efendimizi Öldürmek için daima fırsat kol­larlardı. Bu değnek, Hulafâyı Râşidin tarafından aynı şekilde önlerinde götürülürdü. Nihayet Abdullah bin Zübeyr (R.A) in öldürülmesine ka­dar onun elinde kalmıştır.                                                 

Resulü ekrem (S.A.V) bu değnekle, zararlı hayvanlardan korunur­du, bir yere defi hacet için, yeri eşerler üzerine idrar sıçramakdan ko­runurlardı, lüz/im ettiğinde değneği yere dikib eşyasını ona asarlardı, yorulduğu zaman o değneğe dayanırlardı ve daha pek çok lüzumlu ih­tiyaçlarında kullanırlardı.

Bu değneğin Resûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, Habeşistan Hükümdarı Necâşînin hediye ettiği rivayet olunmaktadır.

Asa (Değnek) taşımak; peygamberlerin sünneti ve sâlihlerin zîne-tidir. Düşmanlara karşı, bir silahdır. Zaitlerin dayanağıdır. Münafıkla­rın kaderidir. Allâha kolluklarda yedek takviyedir. Kıbleye sütre için . konmak ve bu kabil takviyelerdendir.

Denilmiştirki; Müminin yanında asa (değnek) olursa, şeytan o kimseden kaçar. Münafık, ve ahlaksız kimse yaltaklık yapıb eğilir. Namaz kıldığında kıblede sütresi olur ve lüzum ettiğinde kendine bir takviye ve kuvvet olur. [86]          

Hz. Enesin beyan ettiği haberde, kendisi ile bir gencin Resulü ek­rem efendimizin su kabı ile değneğini taşıdıklarım beyan buyurmak­tadır.

Bu ifadelerde şu hususlara işaret vardır :

a) Alim, kâmil, sâlih ve fazıl kişiler, kendilerine tabî olub saygıda bulunanlardan bâzılarını hizmetinde kullanmaları caizdir ve böyle kıymetli kişilere hizmet etmek, onlar için bir şerefdir.

b)  Abdest almak isteyen kişilere, yardım etmek isteyenlerin ik­ramda bulunmaları caizdir. Yardıma ihtiyaç gerekirse, yardım istemek­te caizdir.

c)   Kazayı hacetin definde taharet yapmak ve Abdest almak için, bir su kabı tahsis edib taşımak caizdir.

d)   Hela bulunmayan yerlerde, insanların görmemeleri için uzak bir yere gidib, kazayı haceti def etmek gerekir.

e) Yukarda sayılan pek çok faydaları olan bir asayı (değnek-i), müminlerin taşımaları ve yanlarında bulundurmaları, caiz ve iyi amel­lerdendir.

Asa ve değnek hakkında kur'anı kerimde Hz. Musa (aleyhisse-lam) m değneği ile ilgili hüküm, pek çok sûrelerde beyanedilmiştir. Bu cümleden Araf sûresinin 107-126. ayetleri, tâhâ sûresinin 18-22 âyetleri ve şuara sûresinin 63-66 ayetlerini okumayı tavsiye ederiz. [87]

 

Helanın Âdabı İle İlgili İkinci Fasıl

 

Tercüjmesi:

343 - (10) Enes (R.A) den mervîdirr dedi:

«Nebi yyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem helâye girdiği vakit, yüzüğünü çıkarırdı.»

(Hadîsi, Ebû Dâvud, Nesâî ve Tirmizî rivayet etmiştir. Tirmizî Bu hadîs hasen, sahih ve garibdir, dedi. Ebû Dâvud: Bu hadis, münker, de­di. Ebû Dâvudun bir rivayetinde, «çıkarır» yerine «kordu» mevcuttur.) [88]

 

Îzahat

 

Resûlüllah (S.A.V) efendimizin yüzüğünün kaşında; «Mnhamme-dürresûlüllah = Muhammed, Allâhın Resulüdür.» yazılı idi. îşte bu yü­züğünü helâye girdiği anda, parmağından çıkardığı, beyan buyurulmak

tadır. Resûlüllah-ın yüzüğü, vefatı nebiden sonra Hz. Ebû Bekirin elin­de, ondan sonra Hz. Ömer'in elinde ve ondan sonra Hz. Osmanın elinde idi. Hz. Osman zamanında «Bîri Eriş» denilen kuyuya düşmüştür.

Şu halde bir kimsenin yüzüğünde, Abdullah, Abdurrahman gibi Allâhm ismi ilâhisi Resulünün Muhammed, Ahmed, Mustafa, Mûsâ, îb rahim ve îsa gibi ismi ve kur'an âyetlerinden yazılı olursa, helâye gi­receği zaman çıkarmalıdır. Riâyet etmeyib çıkarmazsa, kerâhat işle­miş olur. Hatta haram olduğum* söyleyenlerde olmuştur. Fakat dışar-da böyle şeyler yazılı olan yüzüğü takınmasında hiçbir mahzuru şer'î yoktur. Yüzüğün.kaşında ayet yazılı olur, onuda parmağının içine çevi­rerek veya cebine koyarak helâye girerse, caiz olduğuda beyan edil­miştir. [89]                                             

Keza yüztiğün iç kısmına yazılan isimlerde, Allah (c.c.) ve Pey­gamber ismi yazılanlarda aynıdır.     .    .

İlgili Fetva :                                                           

Zeydin (bir adamın), satın almış olduğu yüzükte kur'an yazılmış olsa, zeyd o yüzüğü âdeti üzere takınıp helâye (tuvalete) girdiğinde parmağından çıkarınca, sâde takmakla günahkâr olurmu?

EL CEVAP : Olmaz. [90]                      

Yüzüğün hanki elin parmağına takmanın cihetleri ile dört büyük halîfenin, İmamı Azam, Ebû Yûsuf ve İmamı Muhammed (R.A) gibi büyüklerin yüzüklerinin kaşlarında neler yazılı olduğu, «Mülteka ter­cümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinin 150-151 sahnelerinde mez­kûrdur.

Yukardaki Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin hayatındaki yüzüğünü takmış ve çıkarışı ile ilgili hükümle fetvadaki hükmün intibakı gibi hükümler, islam hukukunu teşkil eden fıkıh ve fetva kitablarında kanunlar hâlinde yazılıb îzah edilmiştir.

Hal böyle iken, «Fıkıh ki t ablan, fasarya ile doludur.» diyerek ilmi fıkhı ve fukahayı tahkir eden sapık ve hâinler, ne kadar dalâlette oldukları, gayet açık şekilde meydandadır. Keza, «İslam hukukunun ve fıkhın hükümleri, iflas etmiştir.» deyib beşerî hukukları savunanlar­da, en şenî kötülüklere sâhib olan zâlimlerdir.

Hemen burada, yukarda geçen 200. hadîsi şerifin îzâmni tekrar okumayı tavsiye ederiz.

Tercümesi:

344 - (11) Câbir (R.A) den mervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem kazayı hacet mu-rad ettiği vakit, onu bir ferd dahî göremiyecek şekilde sahraya gider­di.» (Haberi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

345 - (12) EbîMûsa (R.A) den mervîdir, dedi : . — Bir gün Nebiyyi muhteremle beraber idikr idrar akıtmak istedi, hemen o anda (sahibsiz bir), duvarın dibinde yumuşak bir mekana id­rarını akıttı. Sonra dedi:

«Sizin biriniz, idrar akıtmak istediği vakit, idrarının sıçramaması için yumuşak bir yer arasın.» (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

346 - (13) Enes (R.A) den mervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem kazayı hacet yap­mak istediği vakit, yere yaklaşmcaya kadar elbisesini kaldırmazdı.» (Haberi, Tirmizî, Ebû Dâvud ve Dârimî rivayet etmiştir.) [91]

 

İzahat

 

Yukarda geçen hadîsi şeriflerle bu haberde beyan edildiği üzere, Taharet, Kazayı hacet ve istinca ânında dahi avret mahallinin açılma mikdarmı ve bu zarûrîyerlerin dışında avret mahallinin açılmaması gerektiği hususlar anlaşılmaktadır.

Hz. Enes, «Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem efendimi­zin kazâyayi hacet yapmak istediğinde, yere yaklaşıncaya kadar, elbi­sesini çıkarmazdı.» haberini nakletmekle, kazayı hacetde bulunacak her müslümanın, efendimiz, mürşidimiz ve önderimiz gibi, tuvalette veya sahrada nerede olursa olsun, zarûretsiz olarak yere oturmaya yaklaşıncaya kadar avret yerini açmaması gerektiği beyan edilmiştir.

Tîbî merhumda, «sahrada ve binanın içinde kazayı hacette bu­lunacak kimse için, avret yerini açmak müsavidir. Zira elbiseyi kal­dırmakla avret yeri açılır. Bu avret yerini kazayı hacetin {ve zarurî hallerin) dışında açmak, caiz değildir. Binaenaleyh yere yşklaşıncaya kadar elbiseyi kaldınb avret yerini açmayada bir zaruret yoktur.» de­miştir.

İbni Hacer {R.A) öa dediki:

«Tek başına halvet hâlinde iken, bir sefere mahsus aceleten avret yerini açıb örtünmek {elbise değişme gibi ihtiyaçlarda) ittifakla caiz­dir.» [92]                                             

ReSûlü ekrem (S.A.V) efendimizin b,u avret mahallini sakınmada bu Kadar hassas davranması ve büyüklerin onun filini açıklayıp beyan etmeleri karşısında, günümüzde müslümanhkdan, doğrulukdan ve tak­vadan dem vuran pek çtklanm kızlarının, gelinlerinin, karılarının av­ret yerlerim açıp sokağa çıkmaları çok esef vericidir. Kadının, el, yüz ve bir rivayette topuklarından aşağısı hariç her tarafı avrettir, sakın­ması ve saklaması lazımdır. Açması, açılması, açtırılması ve açmala­rına rıza gösterilmesi haramdır. Caiz değildir. Pek büyüK günah ve ve-fcaldir.

Keza top sahalarında ve okul gibi çeşitli yerlerde erkeklerin diz kapaklarından göbeklerine kadar örtünmeleri farz olan yerlerini aç­maları, açtırmaları ve bu açanlara bakmaları, haramdır. Caiz değildir. İslamla ve müslümanlıkla hiç bağdaşmaz.

Böyle yerlerde avret yerlerini açanlar ve açanlara bakanlar, sâde bu günahla kalmazlar, el şakırdatmalar, bağırmalar çağırmalar, yuh çekmeler, kavga ve dövüşler, namaz vakti gelince camiye cemaata gi-dememsîer ve hatta namazın vaktini geçirib kılmamalar, dükkan, tez-

pah ve okulu bırakmamalar, ana baba ve aile rızasını yikmal ar ve da­ha halikı zülcelâhn kazabma rnüstehak olunacak pek çok ayıb, günah, ve hayasızlıkları işlerler.

Utanmak ve ayıblardan kaçınmak îmandandır, îmanı zaif olan ve daima günahlara dalanlar, utanmzlar. Bunlar, Din, devlet, millet, vatan ve aileler için bir baş belası tedavisi çok güç bir hastalığa tutulmuş zavallılardır.

AkH merhum bir şiirinde şöyle demiştir :

Göster Allahım bu millet kurtulur tek mucize, Bir utanmak hissi ver gâib hazînenden bize.

' Avret yerin örtünmesi, zarurî hallerde açılmanın cevaz: mahalleri, zarûretsiz ,hal ve yerlerde açmanın haram ve fenalığı ve utanma ile ilgili geniş malûmat, «tslamda Tesettür ve Haya» adlı eserimizle «Mül-teka tercümesi» isimli eserimizin birinci cildin «Namazın şartlan Babı» ve dördüncü cildin «Elbise geyme» ve «Bakma Faslı» başlıklarının bu­lundukları yerlerde geçmiştir.

Tercümesi:

347- (14) EbîHureyre (R.A) denmervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Ancak ben sizin için, Annenin evlâdı için olduğu (şefkatin) misâ­liyim. Helâye defi hacet için geldiğiniz vakit, yönünüzü kıbleye çevir­meyin ve arkanızı kıbleye dönmeyin.

— Ve Resûlüllah (S.A.V.) Tahareti üç taşla yapmayı emretti, hay­van pisi ve kemikle istinca etmeyi nehyetti ve adamın taharetini sağ eliyle yapmasını nehyetti.» (Hadîsi, İbni Mâce ve Dârimî rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

548- (15) Aişe (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûliillah jS.A.V) in sağ eli. Temizliği ve taamını yemek içmek için (Temiz ve iyi işleri için) di. Sol eli de helası (heladaki tahareti) ve ezadan olan şeyler içindi.» (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

Tercümesi :

349 - (16)  Yine ondan (Aişe R.A. den} mervîdir, dedi :

Resûliillah (S.A.V) buyurdu :

«Sizin biriniz helâye kazayı hacet yapmaya gittiği vakit, taharet yapmak için üç taşla beraber gitsin. Zira taharet ancak o üç taşla kâfi olur.» (Hadîsi, Aîımecl, Ebû Dâvud, Nesâî ve Dârimî rivayet etmiştir.)

Tercümesi =

350 - (17) İbni Mes'ud (E.A) den mervidir, dedi;

Resûliillah (S.A.V) buyurdu:

«Hayvan tersi ve kemikle taharet etmeyiniz. Zira O (kemik ve hay­van tersi) sizin cinden olan kardeşlerinizin azığıdır.»

İndîsi, Tirmizİ vo Nesi.: rivayet etmiştir. Ancak Nesâî; «sizin cin­den olan kardeşlerinizin azığıdır.» cümlesini zikretmemiştir.) [93]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifdeki; «Revs» kelimesi, at, kısrak, eşek ve katır ismini taşıyan hayvanların tersine söylenmektedir. Binâenaleyh bu cins hay­vanların tersi ve kemikle istinca yapmanın yasaklığına sebeh olarak, o ters ve kemik-in «sizin cinden olan kardeşlerinizin azığıdır» buyurul-maîcia cinnîlerin, biz müminlerin Kardeşleri oldukları' beyan edilmiş oluyor.

Evet cinnîlerden, müminlerin kardeşleri olanlar vardır. Çünki on-lardanda tizim gibi inanan müminler ve ilahî emirlerle mükellef olan inanmış kişiler vardır.

Bu hakikat kur'anı kerimde şöyle beyan edilmiştir : «(Habîbim!.) Hatırlaki, cinnîlerden kalabalık bir gurubu, kur'an dinlemek üzere sana yollamıştık. Nihayet kut'anm huzuruna yardık­larında; (bir birlerine:) susun, dinleyin, dediler. Sonra (Muhammed A. S. tarafından okunmakda olan kur'an) bitirildiği vakit, (cinnîler pey­gamber S.A.V. e ve kur'ana inanarak) aynı zamanda (Hem îmana da­vet ve nemde îman etmiyenleri) korkutmak üzere kavmlerine dönüb gitdiler.

  Şöyle   dediler : Ey kavmimiz (Cin taifesi cemaatımız)! Gerçek ten bizler, (Peygamber A.S. tarafından okunan) bir kitab dinledik ki, Musa (A.S.) dan sonra indirilmiş olub önündekileri (diğer semavî ki-tablân) tasdik ediyor. Hakka ve doğru yola erdiriyor.                            

  Ey kavmimiz! .Allattın dâvetcisinin davetine uyun ve ona îman] ediniz ki, (Rabbiniz) günahlarınızdan bazısını bağışlasın ve sizi elem vctici bir azabdan korusun.» (Ahkaf sûresi, 29-30)

Bu âyeti kerîmelerdeki beyan edilen hükümlerin vakıası, çeşitli ri­vayet ve beyanla açıklanmaktadır.

Netekim ilerde 375. haberde İbni Mes'ud (R.A) m beyanında gele­ceği üzere, cinnilerde kalabalık bir topluluk peygamber (S.A.V) efen­dimize geliyorlar, diyorlardı:'

«Ya Resûlellah! Senin ümmetin, kemik veya (at, eşek ve katır gibi) hayvan tersi veya kömürle istinca edib temizleniyorlar. Halbuki Allâhü teâla onları bize rızık olarak halk etmiştir.

  İşte bunun üzerie Resûlüllh (S.A.V), bunlarla istica yapıb te­mizlenmeyi nebyetmiştir.»

Şu halde cinnîlerden hakka inananlar vardır. Onlarda müminler gibi, hak teâlâmn emirlerine bağlı ve saygılı bir şekilde kullukla meş-kul olmakdadırlar. Böyle olunca cinnîlerden îman edenler, bizlerin mümin kardeslerimizdirler.

Bu sebeblerden doiayı müminler, t»ir birleriyie karşılaşdiklarmda «Esfselâmü aleyküm veya selâmün aleyküm = selam, sizin üzerinize olsun» diyerek ç.oğııi ifade kullanmakdadirlar. Sünnet olan böyledir. Kemi her namazın sonunda selam verilirken, yine çoğul kullanılarak selam verilir ve selam veren kişiler, sağ ve sol taraflarında bulunan, mümin, melek ve cinnîlerden inananlara niyyet edilerek selam vermek sünnettir. İmamın arkasındaki kişi ise, her iki tarafa selâmda, imam-ı da niyyetine alması sünnettir. Fakat insanların ekserisi, bu niyyetden gafildir.

Tercümesi:

351 - (18) Ruveyfî bin sabit (R.A) den mervîdir dedi:

Resûlüllah (S.A.V) hassetten bana buyurdu :

«Ey Ruveyfî! benden sonra senin hayatın uzasa gerek, Binâenaleyh insanlara haber ver; Muhakkak bir kimse, sakalım düğümlerse, yahut bir kimse boynuna ib bağlayıb sallarsa veya hayvan tersi yahut kemik­le istinca ederse, elbet muhammed ondan beridir.» (Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir. [94]

 

İzahat

 

Râvî Ruveyfî bin sabit {R.A), Ensarı kiramdan bir sahâbîyi muhte­remdir. Mısırda çok bulunduğundan Mısırlılardan sayılmıştır. Hz. Muâ-viye bu zatı, Hicretin kırk altı (46) senesinde Tırablus garba emir tayin etmiştir. «Berka» denilen mahalde vefat etmiştir. Samda vefat ettiğide denilmiştir. Allah ondan râzi olsun.

Hadîsi şerifde şu hususlara işaret edilmiştir.

a) Resûlüllah (S.A.V) efendimiz, Râvî Ruveyfî bin sabit (R.A) a; «Ey Ruveyfî! benden sonra senin hayatın uzasa gerek» buyurmakla, istikbaldaki bir mes'eleden,haber vermiştir. İlâhî ekranda görerek ha­ber verdiği mes'elenin aynısı görülüyor, Hz. Ruveyfî (R.A), sevgili Pey­gamberimiz sallallâhü aleyhi vesellemden sonra uzun müddet yaşayor.

İşte hayatın o şekilde görülüşü, peygamber sallallâhü aleyhi ve-sellem efendimizin, mucizelerinden birisi daha tezahür ediyor.

b) Hadisi şerifde, «Muhakkak ki bir kimse, sakalını düğümlerse, elbet muhammed (A.S.) ondan beridir.» cümlesi şu hususlara işaret ediyor:

Şârih Aliyyulkarî merhum şu satırları yazıyor : '   

«Ulemânın ekserisi dediki:

«Sakalı düğümlemek, çeşitli ilaç ve âletlerle sakalı düğümleyib kı­vırcıklar meydana getirmektir. İşte bu hal ve amel, sünnete muhalif-dir. Sünnet olan, sakalı kendi hâline bırakıb olduğu gibi terk edib salı­vermektir.

  Denildik! : câhiliyet devrinde harb esnasında sakalları, düğüm­leyib kıvırcıklaştırırlardı. İşte Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem, câhiliyyet devrinde kadınlara benzeyerek işlenen bu ameli terk edib, sakalı kendi hâline salıvermeyi emir buyurmuştur.

  Bir kavilde de, sakalın kıvırcıklar haline getirilmesi, acemlerin âdet ve an'anelerinden bir iş idi. Resulü ekrem efenedimiz, bundan nehyetmiştir. Çünkü o şekildeki amel, Allarım yarattığı şeyi tağyir et­mektir.

  Diğer bir kavilde de; Arabların âdetlerminden idiki, bir kimsenin bir ailesi olursa, sakalında küçük bir düğüm yapardı. Şayet iki ailesi olursa, iki düğüm yapardı.» [95]                              .       

Sakal hakkında geniş malumat, hemen ilerde gelecektir.

b) İp veya iblik bağlamayı nehyetmek ise, çocukların veya hay­vanların sırtlarına, alınlarına veya başlarına bir iblik ve boncuk gibi bir şeyler bağlarlar veya takarlarki, göz isabetinden korunmak veya her hanki bir şeyi hatırlamak sağlansın veya pek çok afatlardan ko-runülmuş olsun.

Denildiki; insanlar, hayvanların boyn^ıma iple çan takarlardı. O nehyedilmiştir.

Denildiki : Sakalı düğümlemek ve ip bağlamak da, câhiliyyet eh­line benzemek olduğundan nehyedilmiştir.

Diğer bir kavilde denildiki : câhiliyyet devri âdetlerinde hayvan­larının boynuna iple bir şeyler bağlarlardıki, göz isabetini def eder id­diasın^ alardı.

Rivayet olunmuştum : «Resûlüllah (S.A.V), Allanın kudret ve tak­dimi hiç bir şeyin red edemiyeceğini anlatmak için, atın boynundaki ipleri kesmeyi emretmiştir.»[96]                                     

İsabeti aynın hak olduğu, bizzat Resulü ekrem saîlallâhü aleyhi vesellem efendimizin mübarek ifâdesinde vârid olmuştur, kısa yoldan izahı «İslâmda Evliya meselesi ve Hârikalar» adlı eserimizde zikredil­miştir,               

Tercümesi:

352 - (19) EbîHureyre (R.A) den meivîdirr dedi:

Resûlallüh (S.A.V) buyurdu :

«Bu kimse, sürme sürünürse, tek yapsın ve eğer bir kimse böyle işlerse, mutlaka güzel yapmıştır. Şayet öyle işlemezse, bu takdirde (dinde) güçlük yoktur, (günah olmaz.)

  Bir kisme, taş ile istinca yapmak isterse, tek yapsın (üç, beş ve­ya yedi yapsın.)Eğer bir şahıs böyle işlerse, elbet güzel yapmıştır. Şa­yet işlemezse, bu takdirde (dinde) güçlük yoktur.

  Bir kimse, yemek yer ve dişinin araşma sıkışan olursa, çıkarıb atsın ve eğer dili ile çıkarırsa, yutsun. Kim böyle işlerse, iyi yapmış olur. Kimde işlemezse, (dinde) güçlük yoktur.

  Bir kimse, helâye kazayı hacete gelirse, avret yerini örtsün. Bir kimse de, örtünüb saklanacak hiç jbir şey bulamaz ancak kumdan  bir yığının toplu olduğuna rastlarsa, hemen o kumun arkasına saklansın. Zira şeytan, Adem oğlunun mak'adı ile oynar. Kim böyle işlerse, mut­laka güzel yapmıştır ve kim işlemezse, (dinde) güçlük yoktur.» (Hadîsi, EM Dâvud, İlmi Mâce ve Dârimî rivayet etmiştir.) [97]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifin iki cümlesinde beyan edilen sürme sürünme ile taşla taharet yapmada tek yapmanın sebebi hikmeti, «Allâhü teâlâmn tek olub, tek olanı sever» hükmüne binâendir. Aynı zamanda cenâhu hak­kın ahlakı ile ahi aklanmak vardır.

Sürme sürünmek, Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efeı dimizin sünnetidir ve sürmeyi gözlere sürerken, her göze en'za üçt defa sürmek, sünnete en uygun olanıdır.

Yemek yedikten sonra dişler arasında kalan taam parçalarını, müı kin olursa çıkarıb atmak gerektiği, şayet dil ile kolayca çıkarılırsa, yi tulabileceği beyan buy,urulmuştur.

Bu hadîsi şerifin hükümleri, işlenebilirse, çok güzel olduğu, şâyf çeşitli sebeb ve zorluklardan dolayı işlenemzse, bir günah ve veb; olmadığı, her cümlenin sonunda buyurulmuştur.

Böyle buyurulmasmdaki hikmet ve sebeb, dînimizin kolaylık dîı olub, zorluk dîni olmadığını beyan etmek içindir.

Tercümesi:

353 - (20) Abdullah bin Muğaîfel (R.A) den mervîdir, dedi :

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Sizin biriniz banyo (hamam) yapdığı yere idrarını akıtmasın, soı ra orada gusl eder veya abdest alır. Zira vesvesenin umûmu bundaı dır.»

(Hadîsi, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî rivayet etmiştir. Ancak Ti mizî ve Nesâî : «Sonra orada gusl eder veya abdest alır» cümlesi] zikretmediler.) [98]

 

Îzahat

 

Râvi Abdullah bin Muğaffel (R.A), Eb Abdurrahman künyesinde m zeni kabilesine mensub bir sahâbîdir. Bîaturrızvanda ağacın altmc hîat eden sahabedendir. Medine-i münevverede sakin olmuştur. Som oradan Basraya nakli mekan etmiştir. Basraya Hz. Ömer tarafında gönderilen on kişinin birisi ve en fakihleri idi. Basrada, insanlara fıkı ilmini ve ahkamını öğretirdi.

Hasanı Basrî (R.A) gibi pek çok kimseler, bu zatdan hadis rivayet edib ilmi fıkhı tâlim etmişlerdir. Bu sahabe hakkında pek çok kimseler, medhu senada bulunmuşlardır.

Bu cümleden olarak Hasam Basrî (R.A) demiştirki* «Ömer (R.A) in Basraya gönderdiği on kişinin eri fakihi (din ve şeriat ilmini, islam hukukunu iyi bilen) bu zat idi ve Basraya bu zat­dan daha şerefli bir kişi teşrif etmemiştir.»

Vefatı, Hicretin, 57 veya 60 veya 61. senesinde Basrada vuku bul­muştur. Allah ondan razî olsun.

Hadîsi şerifde Resulü ekrem sallallâhü aleyhi veseîlem efendimiz, banyo yapılan bir yere (hamam ve gusul haneye) idrar akıdılmaması-nı buyuruyor: sebebinide, banyo yapılan yere idrar' akidılırsa, ves've-senin umûmu ondan olduğunu beyan ediyor.                    

Öyle ise, hamam ve gusul hanede ve banyo yapılan her hanki bir yerde küçük abdest bozmakdan kaçınmak lazımdır. Vesvesenin umû­mu ondan olduğu gibi, cin ve şeytanın her hanki bir zararmada sebeb olabilir. Çünkü mülevves yerlerde cinnîlerin şerlileri ve iblis bulunur. Böyle pisliklerin olduğu yerde idkkatlı olmak lâzımdır. Aynı zamanda insanın beden ve elbisesine idrar sıçrantısıda isabet edebilir.

Hamam ve banyoya idrar akıtmak iyi olmayıb çeşitli zarar ve kötülüklere sebeb olduğu gibi, idrarın daha büyük ve pisi olan büyük abdesti (kazayı haceti) def etmek, daha kötü ve daha günahdir. Ves­veseden başka daha pek çok ve eşed zararlara sebeb olabilir.

Şu halde müslüman, beden ve ruh temizliği merkezi olan banyoya küçük atdestini yapmaz ve yapmamlidır. Küçük abdestini yapmayan bir kişi, büyük abdestini hiç yapmaz ve yapmamalıdır.

Bu izahım yapmaya çalışdığımız hadîsi şerifden anlaşılan diğer bir hususda, büyük ve küçük aödestin bozulduğu tuvâletde gusul yap­mamak lâzımdır. Şayet çeşidli nedenlerle helâde gusul yapılırsa, her hanki bir zarar ve ves'vese gelebilir.

Netekim hayatımızda ves'vese hastalığına tutulub, saatlerce ab­destini alıb bitirerniyen, elbisesine bir su sıçrayınca hemen her tarafını yıkamaya kalkan, yola çıkdığı zaman ileri geri gidiS gelerek yoluna doğru gidemiyen ve bunlara benzer ves'vese ve vehimlere kapılanlara rast gelmişizdir. .Bu hallerin ne zaman ve nasıl olduğunu sorduğumuz­da, «falan zaman tuvâletde gusul yapdıkdan sonra bende bu hal görül­meye başladı» diyenler olmuştur.

Hulasa-i kelam, gusul yapılacak mekanın necis olmamasına, hela­da olmayıb mesture yerlerde yapılmasına dikkat edib, gusul yapılan yerlere idrar akıtmakdan kaçınmak lâzımdır.

Banyoların içine asrî tuvalet yaparak, orada defi hacette bulunmak-da yasaklanan ve kötü olan amellerdendir.

Tercümesi:

354 - (21) Abdullah bin sercis (R.A) mervîdlr, dedi: Resûlüllah (5.A.V) buyurdu:

«Sizin biriniz her hanki bir deiiğe (zarar verici bir hayvan çıka­bileceğinden) idrar akıtmasın.» (Hadîsi, Ebû Dâvud ve Nesâî rivayet etmiştir.) [99]

 

İzahat

 

Râvî Abdullah bin sercis (R.A), beni mahzun veya müzem kabile­sine mensub bir sahabedir. Medînei münevverede sakin olmuş, sonra Basraya nakli mekan edib orada ikâmet etmiştir.

Resûlüilah (S.A.V) den onyedi (17) hadisi şerif rivayet etmiştir. Vefatı hakkında bir malumat bulunamamıştır. Allah ondan razî olsun.

Hadîsi şerifde beyan edildiği üzere, yerde ve duvarda olan her han­ki bir deliğe akıtmamak gerektiği emir buyurulmaktadır.

Bu hadîsi şerifin şerhlerinde şu hükümler yazılmıştır :

«Her hanki bir deliğe akıtmakdan kaçınmanın sebebi, çok zaman Öyle delikde yılan, çiğen, cinnîlerden bir varlık ve başka zarar ve eza verecek her hanki bir canlının olabileceği veya o idrardan müteezzî oîub helak olacak küçüK canlılarda olabilir.

  Bu delik ve çukurlardan kazayı hacet için (Hela olarak) kazıl­mış delik ve çukurlar müstesnadır. Hela çukurlarına akıtılmasmda hiç bir sakınca yoktur.»

Tîbî merhum dediki:

«Muhâkkakki her delik, eza verici ve zehirli hayvanların buluna­bileceği yerdir. Binâenaleyh henüz deliğe idrar girib o hayvana dokun­madan hemen çıkıb idrar akıdan kimseye bir zarar yapabilir.»

Denümiştirki : «idrar akıtılan delikde, cinnîden bir varlık oîub akı-dana bir kötülüğünden korkulur.»

Bir hâdisede naklolunduğuna göre ;

«Hazrec kabilesinden saad bin ubbâde (R.A) ı, cinnîler öldürmüş­tür. Zira Saad bin ubbâde (R.A), yerdeki bir deliğe idrarını akıtmıştır.

  Fıkıh kitablarmda rivayet olunduğuna göre; delikden ş,u söz işitilmiştir:

«Biz, hazret kabilesinin efendisi saad bin ubbâdeyi öldürdük. Ona bir ok attık ki, hiç şaşmadı doğru kalbinden vurduk.»[100]

Naklettiğimiz bu hâdise ve hükümler gereğince, hadîsi nebevide yasaklanan, yerde ve duvarda bulunan her hanki bir deliğe akitmak-dan kaçınılması lâzımdır.

Şayet dikkat etmeyib her hanki bir deliğe idrar akıdan olursa, ken­disine bir zarar isabet ettiğinde başkalarını kötülemeye gitmemelidir. Bütün kötülük kendindendir. Binâenaleyh kendini levm edib kötüle-melidir.

Tercümesi:                                                                 

355 - (22) Muaz {R.A) den mervîdir, dedi:

ResûlüIIah (SAM) buyurdu:

«iânet edilen üç yerden kaçınınız (o üç mahel) : su menbâlarma (pınar, ırmak ve göl gibilere), yolun ortasına ve gölgeye akıtmaktır.» (Hadîsi, Ebû Dâvud ve ibni Mâce rivayet etmiştir.) [101]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde, insanların ve diğer varlıkların lanet ve bedduasını gerektiren üç adet kötü amelden kaçınmayı tavsiye etmektedir. Aynı zamanda o üç mahallin isimleri, teker teker zikredilmiştir. Bizde bir kaç cümle ile açıklamaya çalışalım.

a)    «Su menbâlanna (Pınar, ırmak ve göl gibilere), akıtmak laneti gerektirdiğinden kaçınınız,» buyurulmuştur.

Suyun menbâlanna akıdıldığmda, o sudan abdest alacak, içecek, gusledecek, yemek pişirecek ve çamaşır yıkayacak kimselerin,, bu gü­zel amellerine engel olacağından, bu sudan faycla'anmruyati vo pislik­lerin kokusundan rahatsız olan her insan, o akıdan kimseye iânet eder.

b)   «yolun ortasına (veya yol üzerine) akitmakda lânetlenmeyi ge­rektirdiğinden, oraya akitmakdanda kaçınınız.» buyurulmuştur.

Yolun ortası veya yolun üzerine hatta yolun hemen kenarına bü­yük abdestini yapan kimse, yoldan gidenlerin ayaklarına bulaşacağın­dan veya her hanki bir vasıta ve emsalinin teker ve ayağına, bulaşıb in-

sanların üstüne sıçrayacağından ve o pisliklerin kokusundan orada: geçenlerin ezalanıb rahatsız olacağından, yol üzerine kazayı hacet yaj makdan kaçınmak lâzımdır.

Hatta yol üzerinde defi hacet yapan kimsenin üzerine yolcuları] uğrayıb avret yerini göreceklerinden, yolun üzerine ve hemen yol kene rina defi hacette bulunmak çok kötü bir ameldir ve insanların lanetin gerektirir. İşte bu gibi kötü hallerin görülmemesi ve insanların beddu alarmı almamak için, yol üzerine ve yolun hemen kenarına defi hc cette bulunmakdan bazer etmek gerekir. Peygamber efendimizin tavsi yesine sarılmanın yolunda, böyle olmaktır.

c) «Gölgeye akıtmak da laneti gerektirir.»

Ağaç, ev, duvar, taş ve ot gibi şeylerin gölgesine akıtmakdan d< kaçınmak peygamber sallallâhü aleyhi vesellern efendimizin tavsiye sine tabî olmanın ve gerçek ürnmetliğin icabıdır.

Zira her gölgeye insanlar, vanb oturmak ve istirahat etmek ihti yacmdadırlar. Binaenaleyh insanların faydalanacağı gölgeye varıl pislemek, bir ezadır. Eza ise, hiç bir surette ve hiç bir kimseye yapma] caiz değildir.

Şayet insanların menfeatlanacağı bir gölgeye akıdıb pisleyen olur sar oraya varan bütün insanların lanetini kazanır.

İşte bu sebebden dolayı, Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellerr efendimiz, böyle lânetlenmeyi gerektiren gölgelere pislemekten kaçı nıl'masını emir buyurmuştur.

Tercümesi:

356 - (23) EbûSaid (R.A) den mervîdir, dedi: ResûlüIIah (S.A.V) buyurdu :

«İki adam avret yerlerini açıp konuşduklan halde helada defi ha­cette bulunurlarsa, elbet Allânü teâla onların bu hâline gazab eder.» (Hadîsi, Ahmed, Ebû Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmiştir.} [102]

 

İzahat

 

Râvî Ebû Saîd (R.A), hakkında bir nebze malumat, birinci cildde geçmiştir.

Hadîsi şerifde beyan edilen hüküm, çok ve çok dikkat edib düşü­nülmeyi gerektiren hususları muhtevidir.

Kırda, bağda, bahçede, evde ve emsali yerlerde iki kişi tuvalete gi­rer veya defi hacete otururlar iken veya oturdukdan sonra avret yer­lerini açıp bir birlerinin avret yerlerini görürler ve defi hacet ânında konuşurlarsa, o kimselere, Allâhü teâla gazab edeceği beyan edilmek­tedir. Bu hadîsi, şeriflerde şu hal ve amellere işaret vardır :

a)   Müslümanların, helada veya başka yerlerde defi hacet esna­sında başkalarına avret yerlerini göstermemeleri lâzımdır. Çünkü ilâhî gazabı mûcibdir.

Ancak kendi elleri çolak olur veya bir arızadan dolayı elleri ile bir şeye dokunamaz ve taharet yapamaz halde olanlar, zarurete binâen kendi yakınlarından, kocası ve karısı veya cariyesi, istinca yapdırmak için bakıb taharet yapdırabilir. Kadınlar, kadınların avret mahallerini temizlemleride bu minval üzeredir.

Hulasa-i kelam, dokturiuk, ebelik, ameliyat, kırık sarma ve bunla­rın gibi zarurî haller müstesna, yapancı kimselerden avret mahallini sakınmak ve başkalarını avret yerlerine bakmakdan kaçınmak lâzım­dır. Aksi takdirde cenâbu hakkın gazabı ilâhîsine müstehak olunur.

b)   Hadîsi şerifde diğer bir hükümde şöyledir : «Helada defi ha­cet yaparken konuşan kimseye, Allahü teâla gazab eder.»

Helâde defi hacette bulunan kimseler, konuşmadan ve bir sual so­rana öksürme gibi hallerle cevab verib sözle ny-ikâbelede bulunmak-dan kaçınmaları lâzımdır.

Hal böyle iken helaye girib konuşanlar, helânm duvar ve kapıları­na yazılar yazıb meşkul olanlar, ilâhi gazaba müstehak olan âdî insan­lardır. Helada fazla oturmanın, basur hastalığına sebeb olduğu fıkıh ve ahlak kitablarında yazılmıştır.

Tercümesi:

357- (24) Zeyd bin Erkam (R.A) den mervîdir, dedi: «Şüphesiz şu kenif pisliğin biriktiği yer olan (hela, yüz numara, tu­valet, cin ve şeytanların) hazır bekledikleri yerdir.

— Binâenaleyh sizin biriniz, helâyc geldiği vakit; Eûzü billahi mi-nelhubusi velhabâisi = Cin ve şeytanların şerrinden Allâha sığınırım, desin.» (Hadîsi, Ebû Dâvud ve ibni Mâce rivayet etmiştir.) [103]

 

İzahat

 

Râvî Zeyd bin Erkam (R.A), Ensarı kiramdan medîne-i münevvere-li bir sahabedir. Künyesi, Ebû Amr dir. Bir kavilde de, Ebû Âmirdir. Ye­tim iken Abdullah bin Revana (R.A) hazretlerinin evinde onun terbiye­sinde yetişmiştir. Abdullah bin Revana (R.A) ile beraber «Mûte» Mu­harebesine iştirak etmiştir.

Hz. Zeyd bin Erkam, Hz. Ali (R.A)m ashab ve askerlerindendir. Sıffîyn muharebesinde beraber bulunmuş ve küfede sakin olmuştur.

Yaş itibarı ile küçük olduğundan «uhud» muharebesinde hazır bu-* lunamamıştır, Ondan sonraki muhâreblerln on yedi (17) sinde Re­sulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizle beraber bulunmuş-tuc.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizden yetmiş (70) hadis rivayet etmiştir.

Râvî Zeyd bin Erkam (R.A), öyle bir zatı muhteremdirki, Hz. Hü-seyn (R.A) m mübarek başı bir leğen içinde ubeydullah bin Ziyad isim­li zâlimin önüne konduğunda elinde bulunan bir değnek ile o ahlaksız kimse, mezkûr mübarek başa dürtmeğe başladığında : Hz. Zeyd bin Er­kanı (R.A);

«Değneğini çek, vallahilazîm senin değnek dürtdüğün yerlerden Resûlüllâh sallallâhü aleyhi vesellem-in mübarek dudaklarım dokun-durub öpdüğiifnü gönnüşümdtir.» diyerek ağlamıştır.

B.u zatın sözüne karşı, zâlimin cevabı ve daha başka hayatı ile ilgili haberler, siyer kitablarında mezkûrdur. [104]

Vefatı, Hicretin altmış sekiz veya yetmiş sekiz târihinde seksenbeş (85) yaşında küfede vuku bulmuştur. Allah ondan razî olsun.

Hadîsi şerifde, helâye veya her hanki bir yere kazayı hacet için gelindiğinde, orada avret yerin açık olması ve cenabu hakkın zikrinin

yapılmaması olan bir durum olduğundan, cin ve şeytanlarında hazır olmasıyle her hanki bir zarar ve tehlikeden korunmak için, mezkur duayı okuyarak helaya girmek gerektiği beyan buyurulmuştur.

Her müslüman, bu uyarıcı mühim tavsiyeye dikkat edib, helâye gireceği zaman, bu duayı mutlaka okumalıdır. Şayet duayı okumadan girer ve hlâda bir kötülükle karşılaşırsa, kendini itham etmelidir.

Arabcada bir ibarede şöyle beyan edilmiştir :

«Elcezâü, min cinsil amel = ceza, amelin cinsindendir.»

Tercümesi:

358 - (25) Ali (R.A) den mervîdir,dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Âdem oğlunun avret yerleri ile cinnîlerin gözleri arasında perde, onlardan (Adem oğullarından) birisi helâye girdiği vakit; «Bismillah» demesidir.»

(Had'si, Tirmizî rivayet etmiştir ve Tirmizî dedi : Bu hadis, garib-dır ve isnadı kavi değildir.)

 (Not : Bu hadîsi şerif deki hüküm ile yukardaki hadîsi şerifin hük­münü cem etmek, sünnet yoludur. Binâenaleyh helâye girecek kimse, «Bismillahi, AHâhiimme innî Eûzü bike minelhubusi velhabâisi veya Bismillahi, Eûzü billahi minelhubusi velhabâisi» duasını okumalıdır.)

Tercümesi:

359 - (26) Âişe (R.A) den mervîdir, dedi :

Nebiyyl muhterem sallallâhü aleyhi vesellem heladan çıkdığı va­kit derdi: «Ğufrâneke — senin afvine sığınırım.»

(Hadisi, Tirmizî, İbni Mâce ve Dârimî rivayet etmiştir.) [105]

 

İzahat

 

Hz. Âişe (R.A) in beyan etiği bu haberde de, Resulü ekrem sallal­lâhü aleyhi vesellem efendimizin helâden çıkdığı vakit, afvi ilâhiyeye sığınarak dua yapdığı beyan buyurulmuştur. Resûlüllah sallallâhü aley­hi vesellem efendimizin böyle duada bulunmasının sebebi, şöyle îzah edilmiştir:

h) Beşerîn kuvvet ve gayreti, yemiş ve içmiş olduğu nimetlerin bedene faydalanmasını yaratan ve bedenden dışarıya çıkması gereken­lerini yaratıtğı ifrazat yollarından çıkaran ve vücuda rahatlığı veren kudret ve alamei sahibi Alâhü tealaya şükretmek için, bu duada bu­lunmuştur.

Kazayı haceti rahatlıkla def edib rahata erişmek, elbetde en bü­yük ve sıkıntılı nimete nail oîmakdır. Çünki ilâhi san'atın tecellîsi olan, bağarsak ve idrar yollan gibi hazım ve îfrazat yollan arızalanıb bir en­gel olmadan rahata kavuşmak, şükredil) halikı zülcelâla sığınılacak bir nimettir.

İşte saymakla bitmeyecek kadar ifrazat nimetini lütfeden mevlayı müteala, sevgili peygamber efendimiz, «Ğufrâneke — senin, afvi mağ­firetine sığınırım» diyerek dua ve niyazda bulunuyor.

Diğer bir rivayet de, Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem heladan çıkdığmda şu duayı okumuştur :

«El hamdüliHâhİ ellezî ezhebe annî el ezâ ve âfânî - Hamdü sena o Allâha mahsusdurki, benden ezayı giderdi ve bana afiyet verdi.» Daha başka rivayetlerde, vârid olmuştur.

Tercümesi:

360- (27) EbîHureyre(R.A) den mervîdir, dedi: «Nebİyyi Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem helâye geldiği va­kit, bende içinde su dolu hir bakır veya taşdan tesri ile deriden yapıl-

mış küçük bir çanakla gelirdim. Resûlüllah (SAV) istinca eder sonra elini yer üzerine meshederdi. Sonra başka bir çanakla gelirdim onum» da abdest alırdı.»                                                                                 

(Haberi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Dârimî ve Nesâî de bu mân* da rivayet etmişlerdir.)                                                                              

(Not: Haberde, Resulü ekrem efendimizin, evvela bir su kabındaki su ile abdest alması, taharet yapılan su kabı ve orada kalan su ile taharet caiz olmaz manasına olmayib, belki taharet yapılan kabdaki suyun az kalıb, abdest almaya yetmiyeceğinden, diğer kabdaki su iip abdest aldığı, beyan edilmiştir.)

Tercümesi:

361 - (28) Hakimdin Süfyan(R.A) den mervîdir, dedi: «Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem bevl edib akıttığı vakit, taharet edib fercine su serperdi.» (Haberi, Ebû Dâvud ve Nesâî rivyet etmiştir.) [106]

 

İzahat

 

Râvî Hakîm bin süfyan (R.A) sekafı kabilesine mensub bir sahabe­dir. Kendisinden süfyâni sevrî gibi pek çok zevat hadis rivayet edib öğrenmiştir.[107]                                                    

Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin idrarını akitdik-dan sonra taharet edib fercine su serpmesi; az bir su serperek eteğini, veya donunu veya gömleğini ısladırdıki, abdest aldıkdan sonra ete­ğinde bir ıslaklık hissi, acaba bir idrar damlası falanını vesvesesini giderme yolunu ümmete tâlim etmek içindir.

İbni melek merhum gibi âlimlerde, aynı hüküm ve beyanları yaz­mışlardır.

Tercümesi:

362 - (29) Ümeyme binti Rukayka (R.A)  den mervidir, dedi :

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem için karyolasının altında uzun hurma ağacından yapılmış Wr kab (tas, tabak) bulunur du, geceleyin o kaba idrar akidirdı.» (Haberi, Ebû Dâvud ve Nesâi rivayet etmiştir.) [108]

 

İzahat

 

Râvî Ümeyme binti Rukayka f R.A) ,peyğamber sallallâhü aleyhi ve­sellem efendimizin annesi tarafından teyzesi olub, mekke-i mükerre-meden medîne-i münevvereye hicret eden kadın sahabelerdendir.

Uzun müddet yaşayan kadın sahabelerden olmakla, Hz. Hasan (R.A) m hilâfeti zamanında bulunmuş, onun hilâfetinden sonra Samı şerif hâkimi tarafından Şama nakli mekan edilmiş ve orada kendisine tahsis edilen bir evde ikâmet etmiştir. [109]

Hz. Ümeyme (R.A) in validesi «Rukayka» hanim efendi ise, pey­gamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin küçüklüğü zamanında rüyayı görüb Abd^muttalibin efendimizle istiska = yağmur duasına çıkmasına sebeb olan kadındır. O duanın semeresi gönülünce, bu ha­nım efendinin söylediği 113un kasidesi siyer kirablarmda mezkûr dür. Allah hepsinden razî olsun.

Yukarda fîLi Resulü beyan eden haberde şu hususlara işaret var­dır :

a)   Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz bir karyola ve emsaline yattığına göre, ümmetinden her hanki bir kimseninde kar yoi-a, dîvan ve emsallarma yattığında zühdü takvasına halel gelmez ve böyle yerlerde yatanlar, ayıblanamaz. Zira Önderimiz ve mürşidimi­zin yapdığı şeyi işlemek en iyi ve en güzel ameldir.

Fakat Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vestellem efendimiz, sâde hasır üzerine oturub yattiklarıda çok olmuştur. Bu sünnetini işlemek de en güzel sünnetlerden olduğu unutulmamalıdır.

b)   Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, gecele­yin idrarını akıtması için karyola ve sedirin altına ağaçdan yapılmış bir kabı bulundurmasıda, ümmeti için bir numunedir. Ve dînin, kolay­lık hükümlerinden birisidir.

O idrar akıdacağı kabın bulundurunmasmdaki sebeb, nefsine zor­luk ve meşekkati yüklenmeyib acımak, ümmetine böyle amel etmenin cevazını bildirmek ve geceleyin tuvalete gitmekaen korkanlara kolay-

lık olması için bu ameli işlemiş olduğu beyan edilmektedir. Aynı za­manda uykudan uyanan kimselerin, tuvalete girerken Allaha sığınma duasmida gaflet edebilecekleride zikredilmiştir.

Birde helalar, daima cin ve şeytanların bulundukları ve buluna­bilecekleri yerlerdir. Geceleyin ise, oralarda daha çok bulunabile­ceklerinden, her hanki bir zarar ve serlerine uğramamak için, sediri­nin altına koyduğu lazımlığa idrarını def ediyor.

Yatak odasında bulundurulan lâzımlık kabr boş olub necaset için­de vâr iken odanın içinde bulundurulmaması lâzımdır. Hatta yatak odasında idrar akıtmak için bir çukur ve leğen gibi şeylerin bulunması hâlinde onların içinde idrarın durması ve o idrarla oda da dururken yatmak doğru değildir. Her hanki bir kötülük olabilir. Bu takdirde öyle pisliklerin odada bulundurulmasından son derece kaçınılması lâzımdır. Zira böyle odalara rahmet melekleri girmez, cin ve şeytanların uğrak merkezi olur.

Bir hadîsi nebevide şöyle Duyurulmuştur :                    

«Bir tasm (keza tabak ve kabın) içinde idrar var iken, odada bıra­kılmasın. Ziıa melekler bir edada, içinde idrar olan bir kab var iken o odaya kat'iyyen girmez (ler). Ve hamam yapıb yıkandığı yere asla idrarını akıtma.»                                                          (Akkirmanî, 51)

c)  Beyan edilen haberde, Resulü  ekrem    efendimizin geceleyin idrarını akıtma  ihtiyacını duyduğu belirtilmektedir. Büyük abdest zik-rediîmemiştir.

Şu halde müminlerde de, geceleyin idrar akıtma ihtiyacı görülür­se, hem böyle bir lâzımlığa odasında akıdabilirler ve nemde «bende geceleyin idrar akıtmak ihtiyacı oluyor» diyerek telâşa düşmemeleri veya hastalık gibi bir hâlin olduğu vehmine kapilmamalan. lâzımdır.

d)   Tuvalet ve helaları dışarda olan müslümanlar için sevgili pey-ğamter efendimizin bu amelini işlemleri çok yerinde bir sünnettir. Zira p&celeyitı içeiisi sıcak veya ılık olur. Yatakdan kalkıldığında terli olu­nabilir ve yatak elbisesiyle dışarıya çıkmakla üşüyüb hastalığa tutul­ma hâli olabilir. Aynı zamanda dişardaki tuvâleîde, cin, şeytan ve in­sanların zararlarına mâruz kalınabilir. Çünkü, «Su uyur, düşman uyu­maz» denilmiştir.

Fakat helalar, ekseri yeni yapılan evlerde olduğu gibi, evlerin dâ­hilinde olursa, yukaida sayılan tehlikelerin bir çoğu olamayabileceğin-den, helalara çıkıb akıtmakta beis yoktur. Yinede geceleyin helaya çık-makdan korkanlar, yatak odalarına veya münasib bir odaya idrarını akıdacakları lâzımlık kablarmı, korlar, lüzum ettiğinde akıdırlar.

Tercümesi:

363 - (30) Ömer (R.A) den mervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem ben ayakda akidıı olduğum halde beni gördü, hemen buyurdu :

«Ey Ömer! Ayakda akıtma»

— Ondan sonra bir daha ayakda akıtmadım.» (Hadîsi, Tirmizî ve ibni mâce rivayet etmiştir. Şeyh imamı muh yissünne rahimehüllah : Mutlaka şahindir, dedi;) [110]

 

İzahat

 

Resulü ekrem (S.A.V) efendimiz, ayakda idrarını akıdan Hazret Ömeri görünce, «Ey Ömer! Ayakda akıtma.» buyuruyor.

Ayakda idrar akıtmayı nehyetmenin sebebleri şöyle sıralanmıştır :

a) Ayakda idrar akidirken, insanlar, o kimsenin avret yerini gö rebilirler. Avret yerin açılıp başkalarının görmemeleri için, ayakda id rarın akıdılması yasaklanmıştır.

b)  Bir de ayakda idrarını akıdan kimse, rüzgarın esmesinden, ye­rin sert olmasından ve belki kendisinin her hanki bir dikkatsizliğinden idrarın gerisin geri dönüb üzerine sıçramasından emin olamaz. Akıl dığı idrarı ile üstünü necisleyebilir.

Bu sebebler gibi zarar ve fenalıklardan dolayı ayak üstü idrar akıt mak yasaklanmıştır. Fıkıh kitablarında da, «mazeretsiz'ayakda idrai akıtmak, kerahaî» denilmiştir. Fakat bu kerâhatlık hakkında ihtilal edilmiştir. Bâzı fakihler, kerâhatı tenzihiye, demişlerdir. Diğer bâzıları-da, kerâhatı tahrîmiye olduğunu beyan etmişlerdir.

İbni Mes'ud (R.A) da demiştirki:

«Ayak üzeri idrar akıtmak, cefâ ve ezadandır.»[111] 

Yâni, mazeretsiz ayak üzeri dikilerek idrar akıtmak, dîne ve edebe aykırı bir davranış olmakla, başkalarından avret mahallini sakınmak sıkıntısı ile, insanların lanet ve kötülemesine mâruz kalmak ve idrarın sıçrantısı gibi ezalar olacağından eza ve cefadır.

Binâenaleyh imkan dâhilinde ayak üstü dikilerek idrar akıtmak­tan kaçınmak lâzımdır.

Tercümesi -,

364 - (3?) Huzeyfe (R.A) den mervîdir, dedi: «Nebiyyi muhterem sallâllâhii aleyhi vesellem bîr kavmin çöplüğü­ne (küllük veya mezbeleliğine) geldi, ayakda idrarım akıttı.»

(Haberi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Denildiki: Resûlüllahm burada ayakda akıdışı, mazeretten içindir.) [112]

 

İzahat

 

Bir üstde geçen hadîsi şerifde, Resulü ekrem salîallâhü aleyhi ve­sellem efendimiz, Hz. Ömeri ayakda idrarı akıtmakdan nem/ediyor. Bu haberde ise, kendisinin bir çöplüğe, küllüğe ve bunlara benzer bir mez­beleliğe ayakda akıttığı naklediliyor. Haberin naklinden sonra Resû-lüllati (S.A.V) in idrarını ayakda akıtması, bir zaruretten için olduğu beyan ediliyor.

Bu zaruret ve mazeret, Allâhü âlem ya Resulü ekrem salîallâhü aleyhi vesellem idrarım akıdacak başka bir yer bulamadı veya bede­ninin ve ayağının her hangi bir yerinde pturub akıtmasına manî bir hal olduğu için oraya oturmadan ayakda idrarını akıtmıştır. O süprüntü olan yer cok pislik halinde olub oturulamadığı gibi, yüksek ve yokuş bir şekilde olabilir. Bu takdirdede oturarak akıtmak, çok güçdür.

Her ne şekil ve surette olursa olsun, zarurî hal ve mekanlarda İd­rarı oturarak aktımanın cevazı beyan edilmiş oluyor.

tmam-ı Gazali merhumun ihyasında şöyle nakledilmiştir :

«Kırk (40) kadar tabib (doktor) icma edib karara varmışlardirki; elbette ayakta çamur haldeki bir mezbeleliğe idrar akıtmak, yermiş türlü derde devadır.»

Resulü ekrem efendimizin, mezbelelik yere ayakda akıtmasındaki hikmetlerinden biriside, bu cümlelerde mündemicdir.

Yukardaki naklettiğimiz hükümler, çeşitli zaruret ve mezâretlere binâendir. Yoksa mâzertin dışında efendimiz ve önderimiz, daima oturduğu halde idrarını akıtmıştır. [113]

 

Helanın Âdabları İle İlgilî Üçüncü Fasıl

 

Tercümesi:

365 - (32) Aişe (R.A) denmervîdir, dedi:

«Kim size, nebiyyi muhterem salîallâhü aleyhî vesellem ayakda akıdiyordu, derse, o kimseyi tasdik etmeyiniz. O ancak oturduğu halde idrarım akıdırdı.» (Haberi, Ahmed, Tirmizî ve Nesâî rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

366 - (33) Zeyd Bin Harise (R.A) den mervîdir.

Nebiyyi muhterem Salîallâhü aleyhi vesellemden rivayet olun­muştur. Muhakkak Cebrail (Aleyhisselâm) kendisine vahyolunan ile Hk defa ona (nebiyyi muhtereme) geldi, ona abdesti ve namazı tâlim etti. Her ne zaman abdestden fariğ olduğunda, sudan bir avuç alır ete­ğine serperdi.» (Haberi, Ahmet ve Dâre kudnî rivayet etmiştir.) [114]

 

İzahat

 

Râvî zeyd bin Harise (R.A), Kur'anı Kerimde «Ahzab sûresinde» ismi zikredilen Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellemin kölelerinden birisi bîr sahâbedirki, Ebu üsâme ile künyelenmişdir. Yâni Hz. Üsâme-ninZeyd (R.A),babasıdır.

Mensub olduğu kabile, Tebuk-un kuzey taTafi olan Şam yakınların­da «Devmetüîcendel» denilen yerdeki kelb aşiretinden ve kuzaa soyun­dan olduğu yazılıdır.

Câhiliyyet devrinde esir düşerek Hakim bin Hazam onu kendi h-a-. lası olan Hz. Hatîcetelkubra (R.A) için satm almış ve Hz. Hatice (R.A) da Hz. Zeyd (R.A) ı, nebiyyi ekrem sallallâhü aleyhi  veselleme hibe edib bağışlâmişdı.

Hz. Zeyd (R.A) in pederi Hârisetüikelbî bir müddet evlad hasretini çekip ağladıkdan sonra Resulü ekrem efendimizin yanında olduğunu haber alıyor. Hemen oğlu ile görüşmek üzere Mekke-i Mükerremeye geliyor. Hâne-i saadet de evladı ile buluşuyor.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem Hz. Zeydİ, pederi ile git­mek veya kendi yanlarında kalmak hususunda muhayyar kılıyor. Fa­kat Hz. Zeyd, «Ya Resûlellah! Sizin üzerinize kimseyi tercih edemem» deyib, Rasûlû ekrem efendimizin yanında kalıyor. Mübarek Peygamber efendimizde onu evladı mâneviyye olarak yanında bırakmıştır.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimize ilk evvel îman edenlerdendir.

Buharı Şerifde Berrâ bin âzib (R.A) in rivâyetiyle sabit olan bir ha­dîsi şerifde Resulü ekrem efendimizin Hz. Zeyde, şu hitabı menkuldür :

«Sen, bizim biraderimiz ve âzadlimizsın.»

Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, Hz. Zeydİ süvari müfrezelerinin üzerine emir olarak tâyin ederdi.

En büyük emirlik vazifesi, «Mûte» muharebesine gönderilen asker­lerin başlarına reis olarak tâyin edilmesidir. Zira o askerlerin içinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz.İEbû Ubeyde gibi ashabın pek çok necib kişileri Hz. Zcydin sancağı altında bulunmuşlardır ve Hz. Zeyd, o mu­harebede şehid olmuştur.

Bu sebebden Resulü ekrem (S.A.V) Risâletinin son günlerinde Şam tarafına gönderilmek üzere tertib edib hazırlanan askerî birliğin başı­na Hz. Zeydin oğlu Üsâme (R.A) ı tâyin buyurub şu hitabede :

«Babayın şehid olduğu yere git ve düşmanları atlara çiğnet.» bu­lunmuştur.                                 .

Bu ordu hareket etmeden Resûlüllah (S.A.V) in irtihalı vuku bul­muştur. Aynı orduyu komutanı Hz. Üsâme ile beraber Hz. Ebû Bekir, sevk edib göndermiştir.

Hz. Zeyd (R.A), Resulü ekrem (S.A.V) tarafından sekiz (8) defa askerî komutan tayin edildiği yazılmaktadır.

Hz. Zeyd <R.A), Peygamber (S.A.V) efendimizin âzadlısı ve evladı mâneviyyesi olmakla, câhiliyyet devrinde evlâtlıkları, öz evlad mesa­besinde tutarlardı. Halbuki o hüküm ve anlayış yanhşdı. B,\ı hükmün yanlışlığını ve gerçek hakîkatm aydınlatılması için, cenahu hak çeşitli ayeti kerimelerde hükümler beyan etmiştir.

Bu cümleden biriside Hz. Zeyd (R.A)-m, hanımı Hz. Zeynebi boşa-dıkdan sonra Resulünün nikahlayıb aile edinmesini beyan buyurması-dırki, Ahzab sûresinin 36-38 ayetlerinde gayet açık bir şekilde beyan buyurulmuştur. Ayni âyetlerde Hz. Zeyd bin Harise (R.A) m ismi, zik­redilmiştir.

Bu mes'elenin açıklayıcı hükümlerini Öğrenmek isteyenler, mezkûr sûrenin âyoflerlnin tercüme ve tefsirlerine muracat etmelidirler.

Hz. Alşe (R.A), Zeyd bin Harise (R.A) hakkında sitayişlerinde : «Resûlüllah (S.A.V), bir tarafa Zeyd bin Harise ile bir askeri birlik ^ göndermeklerinde mutlaka Zeydi o müfrezeye komutan olarak tayin bu­yururlardı. Eğer Zeyd (R.A), kendilerinden sonraya kalmış olaydı, onu kendine istihlaf (hâlife tâyin) ederdi.» demişlerdir.

Hz. Zeyd, Mûte muharebesine memuriyetleri ânmda Resûlüllah <S A.V)

«Eğer Zeyd, üldüriilürse, Askerin emîrt câfer bin Ebî tâlibdir. O da öldürülürse, Abdullah bin Revâhadır. O da öldürülür ve şehid olursa, müslümanlar, kendi aralannda birini intilıab etsinler.» diyerek gönde­riyor.

Hz. Zeyd (R.A), beyaz tenli ve kırmızı benizli imişler. Müslümanla­rın üçüncüsü olduğu yazılmaktadır.

Vefatı, Mûte muharebesinde askerin emîri iken cemâdiyülûla ayın­da hicretin sekizinci senesinde, elli beş (55) yaşında vuku bulmuştur. Allah ondan razî olsun.

Haberde beyan edilen hüküm, Resulü ekrem sallallâhü aleyhi ve­sellem, abdesti aldıkdan sonra avucuna suyu alıb fercine serbdiği hu­sus, şârihlerce; ya hakîkaten eteğinin altından suyu serbmiştir veya fercinin (zekerinin) hizasına doğru su serpmiştir.

Denilmiştirki : Belkide Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem ümmetine vesveseyi def etmeyi veya bevlin kesilmesini sağlamayı tâ­lim için işlemiştir. Zira soğuk suya serpmekle idrarının gelmesine ma­nî olunmuş olur. Artık soğuk su serpildikten sonra fere ve zekerden bir daha bir şey o an için inmez.

Zahir olan ise, suyun eteğe serpilmesi, susuz olarak istinca edib ta­haret yapan kimseye mahsustur.[115]                    

Tercümesi:

367 - (34) EbîHureyre (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Bana Cibril geldi ve dedi : Ey Muhammedi Abdest aldığında (ete­ğine) mutlaka su serp.»

(Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştjr. Tirmizi dedi : Bu hadis garibdir. Muhammed den - yânî, Buhârîden -işittim : Râvî Hasan bin ali el hâ-şimî «hadis, münker hadisdir» derdi.)

Tercümesi:

368 - (35) Aişe (R.A) den mervdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) idrarını akıttı, hemen Ömer, Resûlüllahm arka­sında içinde su dolu toprakdan yapılmış bir ibrik ile dikildi.

Bunun üzerine Resûlüllah (SAV) buyurdu : «Bu nedir? Ey Ömer!»

  Ömer (R.A) dedi: Sudur, sen onunla abdest alasın.

  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Her zaman idrarımı akıttığımda abdest almakla emrolunmadim. Eğer işlemiş olsaydım, sünnet olurdu.»

(Hadîsi, Ebû Davut ve İbni Mâce rivayet etmiştir.)

(Not : Hadîsi nebevide, bu ümmet için kolaylık ve iyi'bir hükmün tâlimi vardır. Abdestini bozan ve kazayı hacette bulunan her hanki bir kimsenin, mutlaka abdest alması lâzım ve sünnet olmayıb, belki müstehab olan amelden olduğunu beyan etmektedir. Zira Resulü ek-rem efendimizin bâzan işleyib bâzan terk etmesi, o amelin müstehab-lığma işarettir. İşlendiğinde sevab vardır ve terk edildiğinde günah yoktur.)

Tercümesi:

369 - (36) Ebî Eyyûb, câbir ve Enes (R.A) den mervîdir, şu meal-daki âyet:

«Orada (mescidi kubada), günahlardan ve pisliklerden temizlen­meyi seven adamlar vardır. Allahda böyle çok temizlenenleri sever.» (Tevbe sûresi, 108) nazil olunca, Resulü ekrem (SAV) buyurdu :

«Ey Ensar Cemaatı! Muhakkak Alâh (C.C.) temizlik hususunda si­zi sena etti. Sizin temizliğiniz nedir?»

— Ensân kiram dediler:

«Namaz için abdest alınz, cünüplükden guslederiz ve su ile istinca yaparız.»

— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«îşte bu sizin övülmenize sebebdir. Öyle ise, bu taharete  devam ediniz.»Hadîsi, ibni Mâce rivayet etti.)

(Not : Bu hadîsi şerifin hükmü hakkında bir nebze malumat, bir az yukarda geçmiştir.)

Tercümesi:                                                   

370 - (37) Selman (R.A) denmervîdir,dedi:

«Müşriklerin bâzısı, onu (Selmanı) alaya alarak dedi : Muhakkak ben sizin sahibinizi (Nebinizi) kesinlikle görüyorum ki, size tuvalet âdabını dahî öğretiyor.

— Selman ben dedim :-Evet! Bize (helada) kibleye istikbâl etme­memizi, sağ elimizle istince (taharet) yapmamamızı ve istlnca edilen şeyde hayvan tersi ve kemik olmadığı halde üç taşdan azı ile iktifa et­mememizi emir buyurdu.» (Haberi, müslim ve Ahmet rivayet etmiştir ve hadîsin lafzı, Ah-med bin hanbelindir.) [116]

 

İzahat

 

Râvî Hz. Selman (R.A) hakkında bir nebze malumat, yukarda geç­miştir.

Hazreti selamâmn haberinde şu hususlar beyan edilmiştir :

a) Müşriklerden bâzılarının, Resulü ekrem efendimizin ümmetine her şeyi öğrettiğini, hatta helada defi hacetin âdab ve usûlünü dahî öğrettiğini zikretmeleri şayanı dikkatır.

Zira islam ve hak düşmanları dahi, istemiyerek gerçeği îtiraf edib konuşuyor. Alay tarzı ilede olsa, hak yolcusu müslümanlar için ibret ve dikkat gereken bir hususdur.

Büyükler bir sözlerinde şöyle demişler : «Fazilet, düşmanların le­hinde şehâdet ettiği kimsedir.»

Öyle ya hem müslümanlıkdan dem vurub, nemde islâmin ve ön­derimiz muhammed aleyhisselâmm eksik ve âmanlarım arayanlar ola­biliyor. Elbet sevgili peygamberimizi, getirdiği, şer'i şerifin esası olan jcitab ve sünneti, tahkir eden, alaya ve eğlenceye alarak ayıklayan; müşrik, mürtet ve kâfir olur. Böyle şeyler, hak yolcusu müslümanlara, yakışmaz.

Bu hükümlerin geniş îzahî, «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin ikinci cildinin «Mürted Babı» başlığının altında zikredilmiştir .

b)  Râvî Hz. Selman, cevabında Rasûlü ekrem sallalâhü aleyhi ve-sellem efendimizin def î hacet ânmda kıbleye istikbal etmememizi em­retmiştir, diyerek beyanda bulunması ise, kâbe-i muazzamaya   tazim ve hürmet gerektiğinden yasaklanmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir hususa işaret edelim. Hz. Sel­man, kıbleye istikbal ederek def'î haceti zikretmiştir. Defi hacet ânmda arkayı kıble tarafa dönmeyi zikretmemiştir.

Bu hu&usda yukarda her ikisini yasaklayan hadîsi nebeviler, îzah-Janyla birlikte geçmiştir.

îtmiHacer (R.A) demiştirki:

«Keza kıble tarafa arkayıda dönerek akıtmakda aynı şekilde ya­saklanmıştır. Burada Hz. Selmânın sâdece kıbleye teveccüh • ederek akıtmamayı emretme hususundaki zikri, ön tarafı Kıbleye doğru döne­rek abdest bozmak, arka tarafı dönmekden daha kötü olduğu içindir.»

Veya zaruretler karşısında bina ve emsallanmn içinde arkayı kıb­le tarafa dönerek abdest bozmanın cevazından için, zikretmemiştir. Ne-tekim yukarda Resulü ekrem efendimizden böyle haber zikredilmiştir.

Evet Kıble tarafa yönelerek idrar ve büyük abdest definde bulun­mak, arka tarafı dönerek defi hacette bulunmakdan daha kötü ve daha edeb dışıdır. Onun için fukaha ve âlimler, kıbleye yönelerek defi ha­cette bulunmak, eşeddi kerâhattır, arka tarafı kıbleye çevirerek defi hacette bulunmak ise, bir rivayette kerâhat, diğer bir rivayetde kerâhat değildir, demişlerdir.

c)  İstihza ederek sualda bulunan bâzı müşriklere, Hz.    Selman (R-A), ciddiyet ve kemal ile cevabında, Resulü ekrem efendimizin, sağ elleriyle istinca etmemelerini, taharetin üç taşdan aşağısı ile yapma­malarım ve taharetin hayvan tersi ve kemikle yapılmamasını emir bu-vurduğunu beyan etmiştir.

Tercümesi:                                                                   

371  - (38) Abdurrahman bin Hasene (R.A) den mervîdir, dedi :

«Resûlüilah (S.A.V) in elinde deriden bir kalkan olduğu halde bizim yanımıza çıka geldi ve elindeki kalkanı perde olarak koydu, sonra otur­du, hemen ona doğru yönelerek perde arkasına idrarını akttı.

  Bunun üzerine (müşrik ve münafıklardan) bâzıları dedi :

  Şuna bakınız, kadın gibi (avret verini saklayarak) akıtıyor.

  İşte o anda Resûlüilah (S.A.V) O sözü işitti, hemen buyurdu : «Yazıklar olsun sana! Benî isfaîlin sahibine (arkadaşına) azabdan

isabet edene ilmin yetişmedimi?! Onlara (elbise ve emsaline) idra­rın isabet etiği yeri makaslarla keserlerdi. Onların sahibi (arkadaş ve dostu) onur (elbiseden necis olanını kesmeyi) Onlara nehyetti. Bu se-bebden kabrinde azab olundu.» (Hadisi, Ebû Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmiştir.)

372  - (39) Bu hadîsi, Nesâî aynı zaddan, oda Ehî Mûsa (R.A) den rivayet etmiştir. [117]

 

İzahat

 

Râvî Abdurrahman bin Hasene (R.A) şurahbîi bin Hasene (R.A) in kardeşidir. Hasene, annelerinin ismidir. Babalarının ismi, ihtilaflıdır. Falcat meşhur olan rivayet, babalarının ismi, Abdullah bin mutaadır.

Rasûlü ekrem sallalâhü aleyhi vesellemden muhtelif hadîsi ne-bevî rivayet eden ve muhacirlerden olan bir sahabedir. Rivayet ettikleri hadîsi nebevilerin en meşhurları, idrar akıtma hususunda rivayet etmiş olduğu yukardaki hadîsi şerifdir. Birde «Tehzîbüîtehzîb» adlı ese­rinde İbni Haceri Askalanî merhumun beyan ettiği üzere, «idrar sıçran-tısından kaçınmayana kabir azabının olacağını» beyan eden hadîsi şeri­fin râvisidir.

tzzuddin îbnül esir merhumun «Üsdülgâbe» adlı eserinde, Hz. Ab­durrahman bin Hasene (R.A) m, Rasûlüllah (S.A.V) efendimizle bir muharebede bulunub kelerleri tencerede pişirerek yemeye çalışanlar hakkındaki kimselere, Resûlüilah (S.A.V) m tavsiyesini rivayet ettiği mezkûrdur.

Hz. Ahdurrahman bin hasene (R.A) m vefatı hususunda, bir bilgi bulunu]amamıştır. Allah ondan razî olsun.

Hadisi nebeviyi rivayet edenin ifadesinde ve hadfti şerifde şu hususlara işaret vardır:

a) Râvî Hz. Abdurrahman, Nebiyyi muhterem efendimizin elinde bir kalkan ile gelib yere koyarak perde edinib o kalkanı siper edinerek idrarını akıttığını beyan ediyor.

Bu hâlin biz müslümanlar için dikkat edilmesi gereken bir terbiye ve edeb usûlü olduğu muhakkakdır. İdrarını ve büyük abdestini akida-cak kimselerin, bilhassa insanların görme ihtimali olan yerlerde, du­var, ot, kum ve taş yığmı ve ağaçdan, tahta ve emsalinden bir siperin aşk asma geçip def 1 hacette bulunmaları lâzımdır.

b( Resule ekrem efendimizin, idrarını bir siper ve kalkan arkasın­da akıtmasını gören müşrik ve münafıklardan bâzılarının, bu hâli ka­dınlar gibi sakınarak akıtdığın söyleyib ayıbîadıkları ve eğlenceye al­dıkları nakledilmiştir.

Günümüzde müslüman erkek ve kadınların, islamca yaşamaya çalışanlarını ayiblayanlarında, bu müşrik ve münafıkları taklid ettik­lerini bilerek efendimizin şu söz ve davranışı ile mukabele etmelidirlor :

«Yazıklar olsun sanakü, Beni isrâilin sahibine (arkadaşına) azab­dan isabet edene ilmin yetişmedimi?, o idrârm isabet etiği yeri (elbi­senin necis olan yerini) makaslarla keserlerdi...»

c) Resulü ekrem efendimizin beyanında olduğu üzere, Benî isrâ-ilde idrar gibi necisler elbiseye bulaşır necislerse, orayı kesib atarlardı, yıkamakla temizlenmezdi. Mutlaka o necis olan kısmının kesilmesi lâ­zımdı. Keza benî. isrâilde bir yere necis düşerse, o yeri kazıb oyarak temizlemek gerekirdi.

Bu zor ve müşkil amel, bu ümmeti muhammedden kaldırılmıştır Elbisenin necis olan yerini kesmeyib, yıkamakla temizlenmesi beyan edilmiştir. Bu mes'elererin bir az geniş îzahını, birinci cildin 267-263 sabitesinde okuyabilirsiniz.

d) Sevgili efendimiz, Beni İsrâilde idrarla necis ölen elbisenin ke­silmesini, tebliğ ve îkazcı kimsenin vazifesini ihmal edib kesdirmedi-ğinden dolayı kabir azabına müstehak olub azablandığını buyurmakla-da, o güç ve zor amellerin meydana gelmemesi için, alsında «siz. Benî İsraillilerin idrar sıçrantısmdan ve avret yerlerini sakınmaları daha fazla gerekli iken, «bizim edebli amelimizi ayıblamanız çok acaibdir» de­mek istemektedir.

Evet Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, örnek amelini ayıblayanlar, küfür ve şirk bataklığında yüzen ve içi başka dışı başka olan sahte müslüman olan münafıklar, kendi kötülüklerini bırakıb, ııûrıı nübüvvetten zuhur eden nurlu ameli ayıblamışlardır.

Bulunduğumuz asırdada; Karısı çıblak, zina, içki, kumat, faizcilik, rüşvet, yalan, iftira, kibir, gurur, riyakarlık, hasutlük, fesatlık, beyna-mazîik, aneya babaya isyan, büyüğe saygısızlık, küçüğe merhametsiz­lik, kıtal, cidal ve emsali kötülüklerin içinde yüzenler, islamı yaşamaya çalışan kendi hâlinde olub kimseye zararı tokunmayan ve belki islam ve hak yolunda ihlasla İslama ve müslümanlara hizmeti olan muhte­rem kişilere, çeşitli isnad ve iftiralarda bulunarak kötüleyenler olmuş­tur. Hâlâ olanlarda vardır.

İşte bu bal ve amellerin görülmesi, ilk insan Adem aleyhisselânı-dan bu güne kadar devam edib gelmiştir. Haksız ve zâlimler, İblis gibi amansız bir şekilde hak düşmanı olmuşlardır.

Tercümesi:

373- (40) Mervâit el Esfar (R.A) den mervldir, dedi: «İbni Ünıeri gördüm; binitini kıble tarafa durdurdu, sonra o biniti­ne doğru akıdır halde oturdu.

  Hemen ben dedim : Ey Abdurrahmamn bahası! bu şekilde akıt-makdan nehyolunulmadmmı?

  Dedi: Belki böyle kıbleye karşı akıtmak sahrada nehyolunmuş-tur. Şayet seninle kıble arasını bir şey setrediyor ise, bu takdirde beis yoktur..» (Haberi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.) [118]

 

İzahat

 

Râvî Mervan el Esfar (R.A), Hz. Aişe validemizin kölesidir. Künye­si, Ebû hâlif elbasrîdir. Mervan bin hakan, denilir.

Bu zat, sahabeden İbni Ömer, Ebî Hureyre, Enes, Ebî vâil, saasaa bin muaviye ve mesruk bin el ecdâ (Allah hepsinden râzî olsun) gibi sahabelerden hadîsi şerif rivayet etmiştir. Hadis ilminde îtimad edilen bir kimse olduğu yazılmıştır. Vefatı hakkında malumat edinilememiş-tir. Allah ondan râzî olsun.

Bu haberin hükmü, yukarda geçen Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin kazayı hacet ânında kıbleye ön ve arkayı dönme­yi yasaklayan emri ve kendisinin fîli ile sakıt olmuştur. Sahih olan, kıbleye Jıurmet ve tazim için, helada kıble tarafa ön ve arkayı dönerek defi haceti yapmamaktır. Binâenaleyh tuvalette kıbleye yönelerek akıtmak, mekruhdur. Yukarda geçtiği üzere, fetva olan mekruhdur.

Tercümesi:

374 - (41.) Enes (R.A) den mervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem heladan çıkdığı va­kit; Elhamdülillâhi ellezî ezhebe anilezâ ve aafânî = Benden eziyeti giderib bana afiyet veren Allâha hamd ederim, derdi.»

(Hadîsi, ibni mâce rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

375- (42) İbniMes'ud(R.A) den mervîdir, dedi:

«Vaktaki nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem-in yanına cinnîlerden Bir gurub teşrif etti, dedîlerki : yâ Resûlellâh! elbet senin ümmetin kemikle, yahut hayvan tersi ile veya kömür ile istinca (ta­haret) ederler; Halbuki Allâhü teâlâ onları bize rızık kılmıştır.

—;; Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) bize bunlarla taharet yap-mayı nehyetti.» (Haberi, Ebû Dâvud rivayet etmiştir.) (Not : Bu haberde beyan edilen hükümler hakkında gerekli ma­lumat, yukarda geçmiştir.) [119]

 

 (4)  Misvak Babı Birinci Fasıl

 

376- (1) EbîHureyre(R.A) den mervîdir, dedi.:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Eğer ümmetim üzerine zor olmasaydı, onlara yatsı namazını (ge­cenin yansına veya üçte birine} tehirini ve her namazın (abdesti) za­manında misvak kullanmayı emrederdim.» [120]

 

İzahat

 

«Misvak Banı» başlığındaki «Misvak» kelimesinin tarifi ile kullanı­lış şeklini ve metinde zikredilmeyen bâzı hadîsi şerif meallerini nakle-dib açıklamaya çalışalım.

Misvak; Sıvak kelimesinin türkçesidirki, dişleri, acımsı ve her çe-sid lifli gibi ağaç dalları ile uvalamak ve sürtmekte kullanılan şeydir.

İştiyak, misvak ve sivak kelimelerinin hepsi, abdest esnasında arak ağacının dallarından kesilmiş, parmak kalınlığında ve başlangı­cında bir karış boyunda olan ağaç dalıdır. Lif lif içi olan ağaç dalından misvak edinib kullanmak caizdir. Fakat afdal olan arak ağacından ke­silmiş olan misvak-ı kullanmakdır. Kuru olursa ıslatılır. Yaş vaziyette olursa, oda istenilen temizliği yapamıyacağmdan kurutmaya yaklaş­tırılarak sertleştirdikten sonra kullanılır.

Misvak kullanmanın zamanı : Abdesti almazdan evvel veya iki eli yıkadıKdan sonradır.

Misvak-in kullanılış şekli : Misvakı kullanacak kimse, sağ eline alır, sırça parmağının üstünden geçirerek baş parmak ile altından tu­tup diğer parmakları ilede üstünden tutmak suretiyle eline alır ve ağzı­nın sağ tarafından başlayarak dişlerine sürer. Sağ elinde özrü olan kimse, sol eliyle misvakmı aynı şekilde tutar ve misvakını kullanır.

Misvak ağacını bulamiyan veya yanında misvak bulunmayan kimse, parmaklarını dişlerine sürtmek suretiyle yapmasıda kifayet ede­ceği beyan edilmiştir.

Netekim Beyhakinin rivâyetiyle Enes (R.A) den mervîdir, Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem buyurduki:

«Misvak-dan bedel olarak parmaklar, kifayet eder.»

Tabarânînin Hz. Aişeden rivayet etiğinde ise, şöyledir :

«Aişe (R.A) dedi : Ben dedimki, ya Rasûlellah! Adam ağzını mis­vakla m a yaparmı?   

  Rtfsûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Evet»

  Bende dedim, nasıl misvak yapar?-

  Rasûlüllah (S.A.V) buyurdu :

 «Parmağını ağzına katar (ve dişlerine sürter).»      

 Hz.Ali (R.A) da dedi:

«Şehâdet.ve baş parmakla (dişleri) uvalamak (sürtmek) de, mis-vakdır.» (mirkat, C. 1,300) Misvak kullanmanın hükmü:

Misvak kullanmak, biz hanefîlerce abdestin sünnetindendır.   Na­mazın sünnetinden değildir.

Binaenaleyh misvak tutunarak aldığı abdest ile kıldığı her namaz­da her ne kadar o namaza kıyam edib başlarken misvaklanmayı iş-lemesede, misvakı kullanma fazileti hâsıl olmuş olur.

Şâfi-i mezhebine göre, misvak tutunmak namazın sünnetindendir. Binaenaleyh namaza kalkdığı vakit, misvak kullanmaz ise, o fazilet ve sevab olmaz.

Meiâkilfelah Tahtavîsİnde şu satırlar yazılmıştır :

«Misvak tutunmanın, abdesîin sünnetlerinden yahut namazın sün­netlerinden veya dînin sünnetlerinden olması hakkında ulema (şeriat âlimleri) ihtilâf etmişlerdir.

  Üçüncü görüşki, misvak tutunmanın dînin sünnetlerinden oldu­ğu daha kuvvetlidir. İmam (İmamı Azam) dan menkul olanda budur. Nitekim Buharı şerhi aynî de höyle zikretmiştir.

  Hidâye sahibinin kavlinde ise, misvak tutunmak  müstehabdır, demeside abdest hakkındadır. Mutlak müstehab demek değildir.»[121]

Tahravide bu beyandan sonra Hidâye sahibi İbni Hümam (R.A) : «Netiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem-in abdestde misvak-a devam etmelerini îzah eder bir şey varid olmadığı cihetle,hak olan, misvak tutunmanın dînin sünnetlerinden olmasıdır.» dediğini yazmak­tadır.

Misvak-ın Fazileti:

Metinde geçmeyen bir kaç hadîsi nebevi mealini nakledelim : Aişe (R.A) den mervîdirki, Nebiyyi muhterem sâllalîâhü   aleyhi vesellsrn-in hanımıdır.

Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu : «Misvak kullanarak kılınan namazın sevabı, misvaksız kılınan na­mazın sevabından yetmiş derece faziletlidir.»

(Hadîsi, Ahmed, Bezzar, Yâlî ve İbni huzeyme, sahihinde rivayet etmiştir.)[122]                                               

İbni Abbas (R.A) dan mervîdir, muhakkakki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu :

«Elbette Misvak tutunarak iki rek'at namaz kılmanı, misvak tu­tunmadan yetmiş rek'at namaz kılmamdan bana daha sevimlidir.» (Hadîsi, Ebû Nuaym rivayet etmiştir.)

Câbir (R.A) dan mervîdir, dedi: Rasûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Misvak tutunarak iki rek'at namaz kılmak, misvak tutunmadan kılman yetmiş rek'at namazdan efdaldır.»

(Hadîsi, güzel isnadla Ebû Nuaym rivayet etmiştir.)[123]

Şimdi bu beyan ve nakillerden sonra «Misvak Babı» başlığının al­tındaki birinci hadîsi şerifi tekrar okuyalım ve bir nebzede bu hadîsi ne-tevînin ışığı altında hükümler nakledelim.

Rasûlü fikreni (S.A.V) efendimiz buyuruyorduki:

«Eğer ümmetim üzerine zor olmasaydı, onlara yatsı namazını (ge­cenin yansına veya üçte birine} tehirini ve her namazın (abdesti) za­manında misvak kullanmayı emrederdim.»

Hadîsi şerifin birinci hükmü olan yatsı namazının tehiri mes'elesi, ilerde «Namaz Bahsi» başlığını taşıyan mahallinde gelince îzah edile­cektir.

Binâenaleyh biz burada «Her namazın (abdesti) zamanında mis­vak kullanmayı emrederdim.» cümlesi üzerinde duracağız.

Şârih Aliyyulkârî merhum, hadîsi şerifdeki, «Her namaz zamanın­da» cümlesini «Her namazın abdesti zamanında» kaydı ile kayıtlamış­tır.

Bu sebeble bizde tercümemiz ânında «Her namazın {abdesti) za­manında» kaydı iie yazdık.

Buhârînin Oruç bahsinde Ebî Hureyre (R.A) in rivayetinde Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur :

«Eğer ümmetim üzerine ağır (zor) gelmeseydi, her abdest ânında misvak tutunmayı (misvak kullanmayı) onlara emrederdim.»

<Mirkar,C. 1,300) Ahmed bin Hanbelin müsnetinde ve başkalarında da':

«Eğer ümmetim üzerine güç olmasaydı, Her taharet (temizlik) ânında misvak tutunmayı onlara emrederdim.» buyurulmuştur.[124]

Bu hadîsi nebevilere göre, namaz, abdestsiz ve tahâretsiz caiz ol­mayacağına göre, her namaz ânında misvak kullanmak gereklidir. Şâ-fi-î âlimleride, iki hadîsin arasını cem ederek, abdest ve namazın baş­langıcında mutlaka misvak tutunmanın sünnetliğini beyan etmişlerdir.

Şârih Aiiyyülkârî merhum, devamla şunları yazıyor :

«Bilmelisinki, elbette hadîsi şerifde abdest ve taharet kelimesinin zikri, misvak tutunmanın yerlerini beyan etmek içindir. Aslında misvak tutunmanın müstehablığı, bir vakit ve sebeble kayıtlı değildir.

— Evet bâzı sebeblere biâen, misvak tutunmak gerekir. Yemek yemekle ağzm kokusunun değiştiği veya çok sükût edib susmakla ve bunlara benzer hal ve sebeblerle ağzın kokusu değiştiğinde misvak tu­tunmak gerektiği gibi.

  Ancak bizim hanefî âlimlerimiz, misvak tutunmayı   namazın sünnetlerinden saymamıştır. Zira.namaza durulacağında misvak tu-tunülduğunda ağızda bir yara meydana gelmesine ve kanın çıkmasına sebeb olabilir. Bu takdirdede biz hanefîlere göre, bu hal abdesti bozu­cudur. Çok zaman bu halde görülebilir. Birde Rasûlüllah (S.A.V) den namaza kaim olurken, misvak tutunduğu rivayet olunmamıştır.

  Böyle olunca Rasûlüllah  (S.A.V)  in, «Her namaz zamanında misvak tutunmayı onlara emrederdim.» cümlesi «Her abdest üzerine» hamlolunur. Nitekim yukarda hu rivayetlerde nakledilmişti.»

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, «Ümmetim üzerine zor olmasaydı.» cümlesindeki diğer bir anlamda, şöyledir  ^Eğer ümmetimin çeşitli sıkıntı ve meşakkatlar karşısında misvak tutunmayı terk edib ıkâha ve cezaya miÜstehak olacaklarından kork ma­saydı m, misvak tutunmayı vâcib kılarak emrederdim. Çünkü misvak kullanmakda pek çok fâide ve sevablar vardır.»

Misvak kullanmanın faydaları:

tmam-ı Dahhak (R.A), Ibiti Ablıas (R.A) den rivayet etmiştir.

Rasûlüllah (S.A.V) buyurduki:

«Size, misvak tutunmanızı tavsiye ederim. Zira misvak tutunmak da on haslet vardır (ve şunlardır) :

a)   Misvak tutunmak (kullanmak), ağzın temizliğidir.

b)   Misvak tutunmak, Rabbi teâlânın rızasidır.

c)  Misvak tutunmak, melekleri ferahlandırır.

d)  Misvak tutunmak, gözün cilasıdır.

e)  Misvak kullanmak, dişleri beyazlatır.

f)  Misvak kullanmak, diş etlerini sertleştirir ve dişlerin   çukurla-rındaki pislikleri giderir.

g)  Misvak kullanmak. Hazmı taam yapdinr ve balgamı keser. h) Misvak kullanmak, melekleri hazır yapar.

ı) Misvak kullanmak, Namazın sevab ve ecrini artırır. i) Misvak kullanmak, Şeytanı hazer edib kaçırdır.»[125]

Pek çok fazilet ve faydası olan bu misvak-ı, bedenen, rûhan, mad­deten ve manen, dîni ve dünyevî iyiliklere nail olunacağı düşünce­siyle istimal etmek gerekir. Hakka kurbiyyet, Rahmet meleklerinin in­sanın etrafında bulunması, şeytanı uzaklaştırması ve îmanla ölüb cen­neti âlâda yüksek dereceye nâiliyyet gibi iyi ve kârlı kazançlara sebeb olan bir ameldir.

Misvak tutunmanın fayda ve sevabı hakkında pek çok hadis, haber ve beyanlarda bulunulmuştur. Bu hususda Merakıl felah Tahtâvîsinde şu satırlar yazılmıştır :

«İmamlar; Hz. Ali, tbni Abbas ve ata (R.A) dan rivayet etmişlerdirki

  Misvak tutunmanızı size tavsiye ederim. Binaenaleyh misvak tutunmakdan gafil olmayınız ve misvak kullanmaya devam ediniz. Zira misvak kullanmakda rabbi rahmanın rızası vardır. Namazın ecrini dok­san dokuz veya dörtyüz katma artırır.

  Misvak tutunmanın devamı; genişlik, zenginlik ve rızıkda ko­laylık meydana getirir.

Ağızı güzel kokulu yapar, diş etlerini kavîleştirir, başağnsı ve başm terleyici sıkıntısını teskin eder ve hatta baş ağrısını ve balgamı giderir. Dişlere mukavemet verir, gözün kuvvetli ve berrak görmesini sağlar. Mîde hazmını kolaylaştırır. Bedene kuvvet verir. Adamın, ko­nuşmasındaki fesahat ve belagatını, hıfzını ve aklını takviye edib £iyâ-deieştirir.

— Kalbi temizler, iyiliklerde ziyâdelik sağlar, melekler sevinir ve misvak kullanan kişinin yüzünün nurlu oluşundan o adamla musafaha ederler ve melekler, o adam namaza çıkdığında-yanına teşrif   edib beraber giderler.

  Misvak kullanan kimseye, mescidden çikdığı zaman arşı âlâyı hâmil olan melekler, istiğfar ederler ve misvak kullanan kimseye, ne­biler ve Rasulerde istiğfar ederler.

  Misvak, şeytanı gazablandınr ve misvakı kullanan kişinin ya­nından uzaklaşır.

  Misvak tutunmak, zerini pak kılar, taamı hazmettirir. Evlâdın çokluğuna sebeb olur. Sıratın üzerinden yıldırım gibi  geçmeyi sağlar. İhtiyarlığı (saç sakal aklığını)  geç getirir. Kitabın amel,   defterinin) sağdan verilmesini sağlar. Allâhü teâlaya, bedenin kulluğuna   takviye yapar.

  Cesedden hararetin gitmesini sağlar. Karın ağrısını giderir. Ada­mın sırtında kuvvet hâsıl eder. Kelime-i Şehâdeti söylemeyi hatırlatır, .ölüm anındaki sıkıntının gitmesine sur'at katar. Dişleri beyazlatır. Ağız kokusunu güzelleştirir. Boğazda balgam bırakmayıb saf ve berrak ya­par. Dilin celâdet ve letafetini sağlar.

  İnsandaki fetânet ve zekayı artırır. Bedendeki yaşlıkları, yok edib keser. Gözün görme ferine kuvvet katar. Bir şeyin ecru mükâfa­tını artırır. Malı ve evladı nemalandırıb çoğaltmaya sebeb olur. Defi hacetin rahat yapılmasına yardım eder, Kabrinin genişlemesine sebeb olur. ve kabrin lahdinde arkadaş olur.

— Misvak kullanan kimseye, cennetin kapıları açılır, melekler o adama derlerki, «işte bu adam, peygamberlere iktida eden kimsedir. Peygamberlerin izlerine uyan ve her Allanın günü Peygamberlerin doğ. ru yoluna gitme emelinde olan kimsedir.» ve misvak kullanan kimseye, cehennemin kapıları kapanır. O kimse, dünyadan ancak tâhir ve mu-tahher olarak çıkar. Ölüm meleği o kimseye, evliya kimselere geldiği gibi güzel surette gelir.»[126]                                                   

Erkeklerin tutundukları misvak yerine kadınlarda, sakız çiğnerler ve kadınların sakızları, erkeklerin misvaklarının makamına kâim olur. Kadınların misvak yerine sakız çiğnemeleri, kadınların deri ve etlerinin ince ve nâzik olduğundan misvak kullanmaya tahammülleri zor oldu­ğu içindir.

Ancak kadınlar, sakızlarını yabancı erkeklerin yanlarında olma­mak şariiyle her zaman ve mekanda çiğneyebilirler. Erkeklerin abdes-thı evvelinde misvak kullanmaları gibi, kadınlarında abdeştin evvelin­de sakız çiğnemeleri sünnet değildir, zahiri ve fetva olan, erkeklerin abdeştin evvelinde misvak kullanmaları sünnetir.[127]

Kadınlara sakız çiğnemek. Ramazanda oruçlu olduğu için mekruh-dur. Keza Ramazan ayının dışındaki günlerde oruçlu olan kadmlarada. sakız çiğnemek mekruhdur.

İlgili Fetva:                       

Hind (bir kadın), oruçlu iken (boyasız) beyaz sakız çiğnese, orucu fasit olurmu? ELCEVAP: Mekruhdur.

(Fetâvâyı Feyziye, 22 - Keza Mülteka Tercümesi, C. 1,265) Erkekler için sakız çiğnemek ise, her hanki bir zarurî ihtiyaç olma­dıkça heî zaman ve mekanda mekruhdur. [128]        

Şârih' Aliyyulkârî merhum misvak kullanmanın yer ve zamanı hak­kında şu satırlarıda yazıyor :

Fazılı muhakkik ibni hümam hidâye şerhinde demiştirki : «Misvak kullanmak beş (5) yerde müstehabiiır (ve şunlardır) :

1)   Dişin sararmasından dolayı misvak kullanılır.

2)   Ağzın kokmasından için, misvak kullanılır.

3)   Uykudan kalkıldığı zaman, misvak kullanılır.

4)   Namaza kalkılacağında, misvak kullanılır.

5)   Abdest alırken, misvak kullanılır.»

Ayrıca Mehmed Zehni merhumda «Nîmetül İslâm» adlı eserinde şu satırları yazmıştır:

«Dînin sünnetlerinden olduğu Hz. İmam (İmamı Azam) dan men­kul olduğu üzere, dişlerin sararması, ağzın kokması gibi ağzın koku­sunun değişdiğinde, uykudan kalkdığı zaman, dişlerinin kanamıyaca-ğmdan emin olan kimse için namaza kalkdığı vakit, eve girdiğinde, in-insanlarla bir araya toplanıldığmda ve kur'an ve'hadis okunacağında misvak kullanmak, müstehabdır.»

Misvak tutunma ile ilgili nakletmiş olduğumuz yukardaki hüküm­lerin bâzısını, ilerdeki hadîsi nebevi ve haberlerde okuyacağımızıda hatırlatırız.

Bu güzel hükümler karşısında, her müslümanm bütün imkanını kullamb evinde veya yanında bir misvak bulundurub kullanması, en iyi ye değerli amellerdendir.

Tercümesi:

377 - (2) Şureyh bin hânî-i (R.A) den menidir, dedi : «Aişe (R.A) e sordum : Resûlüllah (S.A.V) evine girdiği vakit ne Ue başlardı?

— Aişe (R.A) dedi: Misvakle (başlar).» (Haberi, Müslim rivayet etmiştir.) [129]

 

İzahat

 

Râvî Şureyh (R.A), Hânî-i (R.A) m oğlu oda yezid elhârisî-nin oğ­ludur. Künyesi, «Ebülmikdam» dır. Pederi ve kendisi sahâbe-i kiram-dandir.[130]                                                                 

Kendisi bizzat Hz. Ali (R.A) efendimizin ileri gelen adamlarından idi. Hz. Alinin bütün muharebelerinde hazır bulunmuştur. Uzun müd­det yaşamıştır. Gâzî olarak sicistâne gitmiş ve orada yetmiş sekiz hicrî­de şehid olmuştur.

Sarih Aliyyulkârî merhum, bu zâtın kendisinin tabiînden olub ba­basının ashabı kiramdan olduğu hususunda düşünce naklediyor.

Fakat Râvî Şureyh (R.A} m babasının künyesini Rasûlü ekrem sal-lallâhü aleyhi vesellem efendimizin, «Sen, Ebâ Şureyhsin» buyurduğunu naklediyor. Öyle olunca Hz. Şureyh asrı saadetde hazır bulunmuşdur.

Ancak bu zat, tabiînin büyüklerinden meşhur küfe kadısı, «Kâdî Şureh» den başka bir sahâbe-i muhteremdir.

Aslında Râvî Hz. Şureyh (R.A) m babası Hânî-i (R.A) in künyesi, «Ebül haKem» iken Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem efen­dimizin künyelemesiyle «Ebû Şureyh» olmuştur. Allah onlardan razî olsun.  [131]                                                        

Haberde, Hz. Rasûlü ekrem sallallâhü.aleyhi vesellem efendimizin evine girdiğinde, evvelâ ağzını misvakladığı beyan edilmiştir.

Evine girince i!k defa misvak tutunmasındaki hikmet ve sebeb şöyle beyan edilmektedir.

* «Rasûlü ekrem (S.A.V) efendimiz, yolda konuşmayın sükût ederek -evine geldiğinden, ağzının kokusu değişiyor. Bu sebebden mübarek ağzının değişen kokusunu güzelleştirmek ve temiz bir şekilde olması için misvak kullanmıştır.» Bu görüş, zaif bir rivayettir. Zira efendimizin ağzı ve her tarafı güzel kokardı. Belki ümmetine tâlim için yapmıştır.

Denilmiştirki; misvak tutunmakda, yetmiş kadar fayda vardır. Bu­nun en aşağısı, ölüm ânında kelime-i şehadeti söylemektir.-

Afyonda ise, yetmiş kadar zarar vardır. En azı, ölüm ânında şehâ-deti unutmaktır. Bundan Allaha sığınırız.

İlmi Hacer (R.A) da demiştirki:

«Rasûlü ekrem (S.A.V) in bu filinde tekid vardır. Bir kimse, evine girdiğinde evvela misvak tutunma ile başlamalıdır. Zira ağzının temiz­liğini arttırır ve aile efradı ile iyi münâsebet ve sohbeti daha iyi yapma­yı sağlar. Bilhassa uzun sükût edib susmadan sonra eve giren kimse, misvak kullanırsa ağzının kerih kokusunu giderir.

—İşte bu hususlara dikkat eden her hanki bir kimse, uzun müddet sükût edib konuşmaması veya başka sebeblerden dolayı ağzının ko­kusu değişirse, konuşacağı kimselere ağzının kokusu eziyet vermemesi için, evine girdiği zaman evvela ağzının kokusunu misvak kullanarak temizlemesini sağlaması gerekir.» [132]                            

Tercümesi:

378- {5J Huzeyfe (R.A) denmervîdir, dedi: «Nebiyyi Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem geceleyin teheccüd için kalkdığı vakit ağzını misvakle ovalardı.»

(Haberi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

379 - (4) Aişe (R.A) den mervîdir, dedi :     

ResûlüIIah (S.A.V) buyurdu :

«On (10) şey fıtrat (yaratılış) dandır (onlarda şunlardır) :

1  - Bıyığı kesmek {kısaltmak, uzununu kesmek),

2  - Sakalı terk etmek (kazımayıb sakalı bırakmak),

3  - Misvak kullanmak,

4  - Su ile burnu istinşak ederek temizlemek,

5  - Tırnaklan kesmek,

6  - Mafsalları yıkamak,

7- Koltuk altının kılını yolmak,

8 - Etek temizliğini kazıyarak yapmak,

9- Su ile etek temizliği yapmak, yanı istincâ etmektir. — Râvî dedi: Onuncuyu unuttum.

10 - Onuncu da ancak mazmaza yapmaktır.» (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

—Bir rivayette : «Sakalı terk etmek» yerine «sünnet olmak» mez­kûrdur.

— İmamı Bağavî mesâbîhinde, bu rivayeti sahîhayn = Buharı ve Müslim de ve «Humeydîmn» kitabında bulamadım, ve fakat «Elcâmî» sahibi bunu zikretmiştir ve Hatâbî de «Meâllmüssünnen» inde zikrei-miştir.

380 – (5)Ebû Dâvud Ammâr bin yâsir (R..A) den rivayet etmiştir. [133]

 

İzahat

 

Hadîsi nebevideki, «On şey fıtratdandır.» cümlesindeki hüküm ve mânayı kısa yoldan açıklayalım.

Yani, on haslet, iktida edib uymakla emrolunduğumuz Peygamber­lerin yaratılışdan fıtrî sünnetlerindendir. Binâenaleyh biz ümmetlerde bu amelleri işlemek üzere fıtratdan emrolunduk ki, her mükellef bu on hasleti işlemekle yükümlüdür. Alimlerin ekserisinden böylece naklo-lunmuştur.

Hadîsi şerifin bu cümlesinde peygamberler babasi/Hz. İbrahim aleyhisselâmm imtihan edildiğini beyan eden şu âyeti kerîmeye işaret vardır :

«Hatirlaymızki, bir vakit, İbrahim (aleyhisselâm) ı, Rabbisi bir ta­kım kelimelerle (emir ve tavsiyelerle) imtihan etti. İbrahim (aleyhis­selâm) de o kelimeleri tamamen yerine getirdi.

  Allah (c.c.) de buyurduk! : Ben, seni, insanlara (dinde) imam (önder ve emir) yapacağım (tâki din işlerinde sana uysunlar).

  Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselâm) : Benim zürriyetimi de İmam yap, diyerek yalvardı.

  Allah (c.c); senin zürriyetinden zâlim olanlar, benim imameti­me (önder ve emirliğime) nail olamaz, buyurdu.» (Bakara, 124)

Yukarda mealini naklettiğimiz âyeti kerîmenin birinci cümlesinde geçen ve İbrahim aleyhisselâmın imtihan edildiği «kelimeler» hakkında tefsirlerde muhtelif görüş ve beyanlarda bulunulmuştur.

İbni Cevzî merhum «zâdülmesir» adlı tefsirinde şu satırları yazmak-dadır :

«îbrâhim aleyhisselâmm imtihan edildiği «kelimeler» hakkında fceş kavi (görüş ve îzah) vardır (ve şunlardır) :

a) Birinci kavi; imtihan edilen o kelimelerin beşi başdadır, beside cesedde (başdan başka yerlerde) dir.

  Başda olan beş kelime; Başın saçım ortadan ayırmak, mazma-za yapmak (ağıza dolu dolu su alarak ağzı çalkayıb yıkamak) istinşak (burna su almak), bıyığı kısaltmak ve misvak kullanmakdır.

  Cesedde (insanın taşından başka yerlerinde) olan beş kelime ise; tırnakları kesmek, etek-i kazımak, koltuk altının kılını yolmak, su ile taharet yapmak ve sünnet olmakdır.

Bu görüşü; İmam-ı Tavus (R.A), İbni Abbas (R.A) dan rivayet et­miştir.

b) İkinci kavi (görüş) : Bu görüşde de, imtihan edilen «kelime» ondur. Altısı insanlarda, dördü de meşâir denilen hac farizası edâ edi­len mahallerdedir.

— İnsanlarda olan altı (6) sı : Eteği kazımak, koltuk altının kılını yolmak, tırnakları kesmek, bıyığı kısaltmak, misvak tutunmak cünüb-lükden gusletmek ve cuma günü gusletmektir.

  Meşâir denilen yerlerdeki dört kelime ise; Beyti şerifi tavaf et­mek, safa ile merve arasında saay etmek, şeytan taşlamak ve veda tavafı ile geri dönmektir.

Bu görüşü de ; Hanş bin Abdullah (R.A), İbni Abbas (R.'a) dan rivayet etmiştir.

c) Üçüncü kalv : o kelimeler, top yekûn hac menâsikinden ibaret­tir.

Bu görüşü de ; Katâde (R.A), İbni Abbas (R.A) den rivayet etmiş­tir, hicret etmek, ateşle, oğlunu kurban edib kesmek ve sünnet olmak ve etmekle imtihan olunmuştur.

Bu görüşü de, Hasan-ı Basrî (R.A) demiştir.

e) Beşinci kavi: İbrahim aleyhisselâmm imtihan olunduğu kelime­ler; kur'anı kerimdeki kendisi ile ilgili geçen bütün mes'elelerdir.

Bu görüşde, Mııkâriİ (R.A) in beyanıdır.» [134]

Fıtrat cümlesinde şu âyeti kerimeyede işaret vardır :

«O halde (habîbim!) Sen yüzünü bir muvahhid olarak dîne, AHâ-lun c fıtratına çevirki, o (Allah), insanları bunun (dînin) üzerine ya­ratmıştır (zira her ferd, hak dîni kabul edebilecek yaratüışdadır).»(Rum sûresi, 30)

Fıtrat, yaratılışdan itibaren devam edib gelen mânasını ifade et­mekle, ilk insan Âdem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselâma kadar bütün peygamberlerin ve ümmetlerin yaratılışlarından itibaren sünnetlerdendir, demektir. Yaş haddi ve zaman müddeti falan yoktur.

Meselâ : Hadîsi şerifde beyan edilen on sünnetden sakal koyma hususunda, «yaşımın kırka varmasiyle sakalımı koyacağım, gibi.» Söz­ler söyleynler ve genç yaşda sakal koyanları ayıhlayanlar, çok yanlış ve ayıb yapan kimselerdir. Çünkü sakal, bütün peygamberlerin hiç tıraş olmadan yaradılış sünnetlerindendir.

Hadîsi şerifde maddeler hâlinde yazılanları, sırayla'açıklamaya ça­lışalım.

1 - «Bıyığı kesmek» cümlesindeki, «bıyık» = üst dudağın üstünde erkeklerde biten kıllardır. Bu bıyık kıllarının kesim, tıraş etme ve kısalt­ma şekilleri hakkında çeşitli izanlarda bulunulmuştur.

Küfe âlimlerinin bâzılarına göre : «Bıyığı kesmek ve kısaltmak-, bı­yığın uzayıb d;:dağm ucunu kapadanlarını kesib dudağın ucu görünün-çeye kadar tıraş edib kısaltmaktır. Bu küfe âlimlerinden pek çokları, tıraşı, kazımak suretiyle dibine kadar kesib bıyığı yok etmeyi men et­mişlerdir. İmam-ı Mâlik (R.A) da, böyle demiştir.»[135]

îmam-ı Mâlik f R.A), bıyığın üst kısmından aşağıya doğru tıraş edib indirmeyi kerahat görmüştür. Keza küfe âlimleride, aynı kerihliğe zâhib olmuşlardır.

Kadı iyaz, İmara-i Nevevî, Fahruddîni Kadîhan (R.A) *ve diğer âlim­lerden bâzıları demişlerdirki : «Kassuşşâribi  Bıyığı kesmek; dudağın kenarı görününceye kadar bıyığın etrafından (ucundan ve aşağısın­dan kesip, bıyığın aslı olan dibinden kesmemektir. Bıyığın aşağısından yukarıya doğru o şekilde kesmek.lazımki, bıyığın yukarıda kalan, in­sanın kaşı gibi olmalıdır.» İmam-ı Kerderr, fetvasında bunun aynısını nakletmiştir.

Muhtar sahibi merhumda dediki: «Sünnet olan; tırnakları kesmek, koltuk altının kılını yolmak, etek kılını ve bıyığı kazrmakdır. Fakat bı-yık-ı kazımayıb keserek kısaltmak daha güzeldir.

— îşte bu ameller, Haliliüilah İbrahim aleyhisselâmın sünnetlerin-dendir. Nebimiz Muhammed aleyhisselamda bu sünnetleri işledi ve iş-lenilmesini emir buyurdu.»

Denildiki ilk bıyık kesen,sünnet olan," tırnak kesen ve küm beya­zı görülen kimse, İbrahim aleyhisselamdır.

İmam-ı Tahavî (R.A) «Maânilâsâr şerhi» adlı eserinde demiştirki:

«Bıyığı kesmek, güzeldir. O bıyığı kesmekde, dudak-m kenarı görü­nünceye kadar bıyığı kısaltıb ucundan almakdır ki, o da üst dudağın kenarından yukarıya doğrudur.»

İmam-ı Tahâvî (R.A} yine dediki:

«Bıyığı tıraş edib kazımak, sünnettir. Bu da kısaltmakdan daha gü­zeldir ve bu görüş, bizim hanefî ashab ve adamlarımızın kavlidir.»[136]

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bıyıkları, kesiniz ve sakallan terk ediniz.»

Buradaki bıyıkları kesmek keyfiyeti, Ebu hanîfeye göre, iki ve-cihle caizdir, yani, bıyığı kesmek ve tıraş edib kazımak caizdir. İhtilâf, efdâliyyet ve daha güzelliği husûsundadır. Hadîsi şerifde «kas = kes­mek» varid olmuşturki, o da makasla kesmek ve kısaltmaktır. Ihfa, is-tiksa, mânasınadırki, bıyığı dibine dsğru kesib kısaltmaktır.[137]

Hanefî fıkhında da şu hükümler yazılıdır :

«Tırnakları kesmek, koltuk altındaki kılları yolmak, edeb yerini (eteği) tıraş etmek ve bıyığı tıraş etmek, sünnette. Bıyığı kesij* kısalt­mak ise, güzeldir.» [138]                                 

Bıyık kesme ile ilgili bir kaç hadîsi şerif meali ile fukahânın görüş ve beyanlarını naklettiğimize göre, bıyığ kesmek sünnetir. Ancak bu kesmenin kazımaya yakın dijine yaklaşmcaya kadar kesmekle, sâde üst dudağın ucu görünecek şekilde kesmek hakkında ihtilâf vardır. İhtilâfın yö^ ve beyanlanda, yukarda nakledilmiştir.

Binâenaleyh bıyığı fazla uzatıp üst dudağı kaplayacak şekilde ol­ması mekruhdur. Aynı zamanda böyle kişilerin artıklarının de mekruh olduğu «fıkhuı artıklar babı» başlığı altında zikredilmiştir, pirinci cildin 243 - 244. Sahîfelerindede mezkûrdur.

Bıyıkların iki ucunu muharebede, askerler daha heybetli görünmesi için, uzatmanın cevazıda, yine fıkhın kerâhiye Şahsinde zikredilmiştir. Hatta askerlerin tırnaklarını uzatarak gerektiğinde silah ve bıçak yeri­ne kullanmanın cevazıda beyan edilmiştir.

Bu mes'elelerin cevaz ve beyanı hakkında bir nebze malumat, «Mültekâ Tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinin 183. sahifesinde zikredildiğini hatırlatırız.

2- Hadîsi şerifde, «sakalı terk etmek, fıtratdandır» cümlesirtide kısa yoldan izaha çalışalım.

Arabcada = lihye ve ellihiyetü = sakal, manasınadır. Sakal ise, Ta­biat ve kudreti ilâhı ile erkeklerin yüz hatlarının çenelerinden baş saç­larına kadar deveranlı şekilde biten kıllardır. Hikmeti ilâhî erkeklerin çenelerinde bitiriyor, kadınların çene ve bıyıklarında bitirmeyor. Ancak bâzı erkeklerde bıyık ve sakal bitmeyib «köse» ismi verildiği şekilde olduğu gibi, bâzı kadmlardada seyrek ve tek dük de olsa, bıyık ve sa­kal kılları oluyor. Bu nâdiraddan ve akalliyette olan hallerdir. Nâdir olanlar ise, yok menzilindedir.

Sakalları biten erkeklerin, sakallarını kendi hallerine bırakarak terk etmeleri sünnet olduğu gibi, kadmlardanda, bıyık ve sakalları bi­tenlerin, bıyık ve sakallarını kazımaları müstehabdır.

Hal böyle iken fıtraddan beşerin erkeklerinin sünnet ve zîneti olan sakalı, terk etmeyib kazıyıb tıraş edenler çoğunlukdadırlar.

Sakalları kazıma âdetleri, acemlerin âdet ve sanatlanndandır. El­an müşrik ve kâfirlerin şiar ve beiirtileridirki, lirenk, Hind ve dinde na-sibleri az veya hiç olmayan «kalenderiye» ismini alan taifelerin âdet ve geleneklerindendir.  [139]                                  

Şu halde peygamberlerin ve ümmetlerinin yaratüışdan sünnet ve âdetlerini bırakıb, bir takım ahlaksız ve nasibsizleri örnek edinerek sa­kallarını kazıdanlar, bir sünnetin terkini işleyib kerâhat ve belkide ha-, ram işlediklerini düşünerek halikı zülcelâla karşı bu ayıb amellerinden Sakalı kazıtarak kötüleri taklid etmekden ve edenlere tâbi olmakdan Allâha sığınırız.

Sakalı terk etmenin sünnet mikdan :

Sünnet olan sakalı, olduğu gibi terk edib bir kabza oluncaya kadar kesmemektir. Bir kabzayı geçtiği zaman, uzayan kısmını uzunundan ve etrafından kesmek gerekir.

Muhtar sahibi demiştirki : Sakaldan kısaltıp kesmek sünnettir. Bu mes'elenin şeklide şöyledir; Sakalı olan adam, sakalını avcu ile tutar, avcunun içinden dışa çıkan kısmını keser. Zira sakal, zînettir ve saka­lın çokluğu, zînetin kem alındandır. Sakalın çok uzaması ise, zînetin hi-lâfmadır.   [140]                                         

Fetâvâyı Bezzâziye sâhibide şöyle demiştir :

«Sakailı kimseye, sakalı uzadığı zaman saklının etrafından alması lâzımdır.»

Şir'atul islam sâhibide demiştir :

«NeMyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, sakalının uzunluğundan ve eninden alarak kısaldirdı.»

Yani nebiyyi muhterem salallâhü aleyhi vesellem efendimiz, saka­lını bir tutam ve kabza kadar terk ederdi. Bir kabzadan lazla uzayan kısmım, uzunundan ve eninden keserek kısaltır ve bir kabza hâlinde bırakırdı.

Amr bin şuayb den, oda babasından, oda dedesinden (R.A) rivayet etmiştir, dediki:

«Nebiyyi Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem, sakalının eninden ve uzunundan alırdı.» [141]                                             

İmam-ı Gazâlî merhum «ihyasında» şöyle yazmıştır = «İbrâhîmi Naha-î (imam-ı Azamın hocası), dediki: Akılı bir adama teaccub ettim, sakalı uzun bir vaziyette idi, nasıl oluyorda sakalının et­rafından almamıştır? çok uzun ile çok kısanın arasında yapmalıdır. Zira her şeyde vasat olmak güzeldir.

  Bu sebebden demimi ştirki; Her ne zaman sakal çok uzarsa, akıl hafifler.

  îşte bunun için tbni Ömer (R.A) ve Tabiînden pek çok cemaat böyle yapmışlardır. İmam-ı Şâbî ve İcni Sîrîyn (R.A) da, sakalın vasat olması olan bu hükmü güzel görmüşlerdir.»[142]         

Hasan-ı Basrî ve katâde (R.A) da, «sakala dokunmayıb kendi hâline terk etmek daha sevimlidir. Etrafından almak kerâhattır, ve kendi hâ­line terk etmek afiyettir. Zira Rasûlü ekrem- sallallâhü aleyhi veselle-in; sakalı kendi hâline terk ediniz, hadîsine uygun olan budur, demişler­dir.»

İmam-ı Nevevî (R.A) da demiştirki:

«Sakalın uzunluğundan ve eninden almak, güzeldir. Sakalı uzatıb büyüterek şöhret yapmak, tamamen kısaltıp kazımanın mekruh oldu­ğu gibi, mekru'hdur.» [143]                             

Sakalın sünnetliğini beyan eden hadis mealleri: İbni Ömer ve £nî Hureyre \RA) m rivayet ettiKleri hadîsi şerifde, Rasûlü ekrem sallalâhü aleyhi ve sellem efendimiz şöyle buyurmuştur : «Bıyıkları, kesiniz ve sakalları terk ediniz.»[144]

Enes (R.A) in rivayetinde ise;

RasûlüUah (S.A.V) şöyle buyurmuştur :

«Bıyıkları, kesiniz (kısaltınız) ve sakallan çoğaltarak terk ediniz ve yahûdîlere benzemeyiniz»[145]                    

Bu hadîsi şerifdeki yahûdiye teşbihden maksad, yahûdıler, sakalla­rını kazıyıb bıyıklarını uzatarak hayata devam ettiklerinden, onlara benzememek için bıyıkları kısaltıp, sakalları bir kabza olacak kadar uzatmak hükmü buyuruünuştur.

Amr bin ŞuayMan, oda bahasından ve oda dedesinden (Allah hep­sinden razî olsun) rivayet etmiştir;

feasûlü ekrem (S.A.V) buyurdu :

«Bıyıkları, kesiniz, sakallan kendi hâline bırakınız ve bunınlardaki Kılları yolunuz.» [146]           

İM Ömer (R-A) den mervîdir-Rasûlüekrem (S.A.V) buyurduki :

«Sakallan koyarak ve bıyıklan keserek (kısaltarak)    müşriklere muhalefet ediniz.» [147]                

Ebî Hureyre (R.A) den mervi diğer bir hadisde;

Rasûlü ekrem (S.A.V) şöyle buyurmuştur:'

«Bıyıklan, kesiniz ve sakallan, koyunuz ki, mecûsîlere    (ateşe tapanlara) muhalefet ediniz.»  [148]           

Bu hadîsi şerifler gibi pek çok hadîsi nebevilerde, sakallan birakıb, tırnakları kesmek ve diğer fıtratdan olan ameller zikredilmiştir. Bilhas­sa sakal ve bıyıklar hakkındaki, teşbih ve teşebbühe dikkat ederek, bıyıklan, üst dudağı kapadıb ağzın içine girer, vaziyette uzatıp ve sa­kallan kazıyıb veya kazımaya yakın şekilde tamamen kısaltıp me-cûsî, yahûdî ve müşriklere benzememk hususundaki hadîsi nebevileri iyi düşünmek gerekir.

Çünkü günümüzde, bâzı kimseler; «Müşrik ve yahûdüerin bıyıkla­rı gibi» halk arasında, «kızılbaş bıyığı gibi» denilen bıyık ^seklinde bı­yıkları uzatıb sakallarını kesib kazıyanlar olduğu gibi, «yaşım kırka va­rınca sakah, bıyığı korum» diyenler ve hatta «Ailemin rızası yoktur, onun için sakalımı kazıyorum» sözlerini sarf edenleride işitiyoruz.

Bunların hepsi, mesnetsiz ve nefsin kuruntusundan başka bir şey değildir.

Bir defa bıyıkları uzatıp üst dudaklannı kapadacak şekilde bıyık koyanlar; müşrikleri, yahûdîleri ve ateşe tapan mecûsîleri taklid ettik­leri için, çok çirkin bir amel ve kerâhatdir.

Yaşının kırkma varmasiyle sakalın konulmasını savunan ' kimse ise, yukarda okuduğumuz üzere, sakal ve bıyık fıtratdan (yaradılışdan) itibaren hiç tıraş edib kazınmadan bütün peygamberlerin ve ümmetle­rinin sünnetlerinden olduğu beyan edilmiştir. Her Peygamber ve hak yolcusu müminler, tıraş olmadan çenelerinde bittiği gibi terk ederek sakallarını koymuşlardır..

Evet diyeceklerki, «Peygamber efendimiz, kırk yaşında peygamber olmuştur.» Doğrudur. Ancak efendimiz kırk yaşında peygamber oldu, fakat mübarek sözünde buyurduğu üzere, «sakalı bırakmak, fıtratdan-dır.» yani, peygamber olmazdan evvel yaratılışından itibaren hiç tıraş olu;b sakalını kazıtmamıştır. Yukarda nakletit'ğimiz üzere,    sakalının

eninden ve uzunundan fazla uzayanını keserek bir kabza hâline getir­miştir.

Hanımının rızası olmadığından sakalını koymadığını söyleyenlere gelince; Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:

«A^lâhâ isyan olan yerde, kula itaat yoktur.»[149]        

Erkekler, kadınların hâkim ve reisleridirler. Her zaman ve mekan­da kadınlar kocalarına meşru ve iyi olan şeylerde itaat etmekle mü­kellef diller. Daha geniş malumat, «tslâmda Tesettür ve Haya» adlı ese­rimizde zikredilmiştir.

Hadîsi şeriflerde, bıyıkları uzatıb, sakalları kazıyarak, müşrik, ya­hûdî ve mecûsiye benzememeyi beyan etmek, günümüzde sakallarını kazıttıkları gibi, bıyıklarımda kazıdarak kadınlara benzeyenlere, nasî-

hat ve îkaz vardır.

Üstadımız Akşehirli hacı Ahmed efendi merhum derdiki: «Akilimin oğlu, sakalı bıyığı kazıdibda, anağa benzeyeceğine, sakal

ve bıyığım veya hiç olmazsa, bıyığını koysanda, babana benzeşen ya!»

Ruhumun terbiyecisi, dünya ve âhir etimin sebebi veliyyi nimetim olan üstadım merhem ve mağfurun bu sözleri, mübarek peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin şu mealdaki hadîsi nebevisine müsteniddir :

«Allâhü teâla, kadınlardan erkeklere (pantolun, ceket ve   emsali erkek kıyafeti giyerek) benzeyenlerine ve erkeklerden kadınlara (bıyık ve sakallarını kazıyarak ve kadın kıyafeti gibi şeyler giyerek) benze-> yenlerine lanet etsin (Allah belâlarını versin).»[150]

Şimdi buraya kadar naklettiğimiz, hadîsi şerif ve ulemayı izam efendilerimizin beyan ettikleri kıymetli hükümleri, okuyan müslüman kardeş ve meslekdaşîarımızı, bir nebze insaf ve iz'âne davet etmek is­teriz. Şayet sakal ve bıyıkları yok ve koyamamışlarsa, bir kusur işledik­lerini itiraf edib hiç olmazsa, «Noksanım bilmek gibi kâmili irfan ola­maz», cümlesinin ifâde ettiği muhteremlerden olmalıdırlar.

Sakal ve bıyık kazıma hakkında fakihlerin görüşleri:

a) Şâfi-î fakihlerine göre : Cuma günü dudağın ucunun kırmızısı görününceye kadar bıyığı kesmek, matlub ve iyi olan sünnetlerdendir.

B,unun mânası şöyledir : Bıyığı, küm altındaki deri görününceye kadar kesib kısaltmaktır. Tamamen kazıyıb yok etmek-Rerahat olduğu ' gibi, kazınmaya yakın bir şekilde kesmekte mekruhdur.   Binâenaleyh bıyığın bâzısını {üst kısmım) kesib, diğer bazısını (dudağın ucunu) ka­zımak caizdir.

Sakala gelince; Muhakkakki, sakalı, kazımak ve kazımaya yakın bir şekilde kesib kısaltmak, mekruhdur.

Hanefî fakihlerine göre : Erkek kimsenin, sakalım kazıması, haram­dır, sakalını bir kabzadan fazla uzatmaması, sünnettir. Binâenaleyh bir kabzadan ziyadesini keser.

Sakalının etrafından almasında, koltuk altındaki kılın kazınmasın­da ve beyazını yolmasında beis yoktur.

Bıyığı, üst dudağın kenarına müvazî oluncaya kadar kesil) kısalta­rak tıraş etmek, sünnetir. Bâzı hanefî fakihleri, bıyığı kazımak, sünnet dir, demiştir ve bu hüküm, Eüû Hanîfe ile Ebû Yûsuf ve imamı muham-med (R.A) e nisbet edilmiştir.

Mâliki fakihlerine göre : sakalı kazımak, haramdır ve bıyığı kısalt­mak (kesmek) sünnettir. Burada bıyığı kesmekden murad, bıyığın ta­mâmını kesmek mânasına değildir.

Belki üst dudağın üstüne sarkarak dudağın kenarım örten kısmının kesilmesi, sünnettir. Binâenaleyh dudağın kenarı görünüceye kadar, bıyıkdan alınır. Dudağın kenarından yukarıya doğru hıyığm üstünden daha fazla almak veya bıyığı kesmeyib dudak kenarını örtecek şekilde bırakmak mekruhdur.

Hanbeli Fakihlerine göre : Sakalı kazımak, haramdır. Bir kabzasın­dan fazlasını almakda beis yoktur.»[151]

İmam-i Birgivî merhum «Tarîkat-i Muhammediye» adh eserinin «elin afatları» başlığının altında şu satırları yazmıştır :

«Kadının başını ve erkeğin sakalını kazımak ve.sakaldan bir kabza­dan azından kesmek, sahibinin izni Üede olsa, elin âfâtmdandir.» An­cak zarurî hallerde, caiz ve günah olmaz. Zira zaruretler, haramları, mubah kılar.

Berîka-nm kenarında «Receto efendi» adlı eserde şu hüküm vardır : «Mes'ele : sakalı kazımak caiz olumuz?

— EL CEVAP... Caiz olmaz.» [152]                   

Sakalını kazıyan veya kazıdanm imamlığının kerâhatla caiz oldu-ğunuda kısa yoldan nakledelim.

Fıkıh kitablarmda sakalını kazıdan hakkında bizzat hüküm beyan edilmeyib, hiç sakalı bitmemiş deli kanlı taze gencin buluğ çağma er­mek kaydiyle imamlığının kerâhatlığı zikredilmiştir. .

Emred : Henüz sakalı bitmemiş 15-18 yaş arasında yüzü nffrıak va­ziyette olan bir ge'nçdir.

Binâenaleyh böyle olan bir erkek genç, her ne kada. buluğ çağma erişmiş isede, yüzünde henüz tüy (sakal, bıyık) bitecek kadar olmadı­ğından, böyle kimsenin imamlığı kerâhattır. Sakalı, bıyığı bu yaşlarda iken bitmiş olanlarda, bu kerahatlık yoktur.

Ancak sakalı ve bıyığı bitecek kadar büyüse, lâkin sakal ve bıyık bitmeyen, 20-25 ve daha fazla yaşma vardığı halde bıyığı bitmeyen kim se, emred değil, Kösedir. Kösenin imamlığı ise kerâhat değildir.[153]

İbni Abidin merhumda şu satırları yazmıştır :

«Emred-in, arkasında namaz kılmak mekruhdur. Zahir olan bu ke­râhat, kerâhatı tenzihiyedir. Yine zahir olan, Rahmeti merhumun dedi­ği gibi buradaki emred den murad, yüzün tüysüz oM) gayet parlak olmasıdır. Böyle oluncada, fitne zuhur edebileceğinden imamlığı kerâ­hattır...

  Zahir olan yüzünde kılı olubda henüz yüzünün parlaklığım gi-dermemiş ve şehveti uyandıracak durumda olan kimsede, emred gibi­dir. Bu meseleyide iyi düşün!...

  Yaşı yirmiye varan şahsın sakalı bitmeyecek olursa, emredlik-den çıkarını? Bilhassa çenesinde bâzı kıllar bitib diğer yerlerinde tam devrimli sakal bitmeyen kimsenin durumu, mükemmel sağlam şekilde sakalları biten erkekler gibimidir? yoksa emrede gibi midir?   -

Elcevah... Mükemmel sakalı biten kâmil adamlar gibidir. Binâen­aleyh imamlığı kerâhatsiz, caizdir.»[154]           

İlgili fetva                         

On sekiz yaşında olub imamlığı yapabilen zeyde, iktida edib uy­mak caiz olurmu?

ELCEVAP... Olur. [155]                             

Yukarda naklettiğimiz hükümlere ve fetvaya göre, henüz sakalı bitmemiş ve bitme çağmada vasıl olmamış, fakat baliğ olmuş emred olan erkek delikanlının imamlığı caizdir. Fakat kerâhattır. Şayet yaşı 18 den yukarıya doğru varmış ve lâkin köseliğinden sakalı bitmemiş ise, bu takdirde hiç kerahat yoktur.

Eğer sakalı biten kimse, sakalım veya hem sakalını hem bıyığı m keserek imamlık vazifesini îfa ederse, bu kimsenin imamlığı, emre­de teşbih cihan olmakla mekruh olur. Emrede teşbih ciheti olmasa da­hi, sakalı tıraş etmek haram veya mekruh olmakla, fâsıklık yapmıştır. Fâsık kimsenin imamlığı ise yine mekruhdur. Bilhassa başına sarık gi­yen imam efendiye sakalını koyması gerekir. Zira sarığa sakal, yakışır. Sarığı başına giyen adamın çenesinde sakalı olmayınca, hem abes olur ve nemde sarık ve sakalın heybetini gaybeder.

Hem sakalı ve hem bıyığı kazıyıb, beşeri hilkati tağyir ederek ken­dini kadına benzeten kimsenin işlediği günah ise, haram veya kerâhat olan sakalı kazıma günahının yanında birde yukarda nakletmiş olduğumuz hadîsi şerif gereğince fıtrattan olan sünneti terk edib kendisini ka­dına benzetme lanetine müstehak olmakla, diğerinden daha eşed ke-râhattır. Çünkü fasıklıkda eşetlik vardır.

Fakat fâsık kimsenin imamlığı J;er ne kadar kerâhat isede, arka­sında namaz kılmak caizdir. Çünkü fâsık-m imamlığı, kerâhatla bera­ber caizdir.

Aynı zamanda RasûJü Ekrem (S.A.V) efendimiz : «Her iyi ve kötü imamın arkasında namazı, kılınız.» buyurmuştur.

imam olan zâtın fâsıklığı küfre varmadıkça, büyük günahları, ha­ram ve günah îtıkad ederek işlediği takdirde, arkasında namaz kılmak caizdir. Zira ehli sünnet alâmetidir. Şayet sakalı koymayan imam, sa­kalı tahkir eder ise, küfre varmakla imamlığı caiz olmaz.

Bununla beraber yaşlı, başlı, saçlı sakallı ve ilmi ile âmli bir ima-» mm arkasında namaz kılmak, daha mükemmel ve daha makbuldür.

Bu hususda fıkıh kitablarmın «İmamet Babı» gibi bahislerinde ga­yet geniş hükümler serd edilmiştir. Keza Tercüme ve izahım yapdığı-mız «Mtilteka Tercümesi» adlı eserimizin, birinci cildinin Sİ. sahifesin-de ve aynı cildin 122-129. sahifelerinde mezkûrdur.

Sakal hakkında naklettiğimiz hadîsi şerifler ve diğer hükümlere göre, sakal koymak, bir sünneti hüdâdıj. Çünkü sakal koymanın bir fazilet ve iyilik olduğu, sakalı kazıyıb tıraş etmeninde haram veya ke-rahat olduğu beyan edilmiştir. Usûlü fıkıh kitablarında, «Sünneti Hüdâ» mn tarif ve îzahıda, işlenmesinde sevab ve mükâfat ve terkindede itab ve köıülük olduğu veya olacağı şeklindedir.

Ulemâ-i kiram; sünnet alan sakalı, bir birinden eşed olan kerâhat maksat ve emellerle koyanları şöyle sıralamışlardır':

1) Cihad maksadı îalan olmadan, sakalı siyaha boyamak, kerân attır.

«Muhît» isimli eserde denümiştirki : Meşayihin umûmu, sakalı siyahla boyamanın mekruh olduğunu beyan etmişlerdir. Meşâyihi kıra­nım bâzısida, sakalı siyahla boyamayı caiz görmüşlerdir.

Rasûlü ekrem (S.A.V) den menkul olduğuna göre, «sakalı siyahla boyayan ehli cehennemdir.»

Diğer bir rivayette ise;

«Sakalı; siyahla boyamak, kâfirlerin boyasidir.»

İfoni Abbas (R.Aj dan mervî hadîsi nebevide, Rasûlü ekrem (S.A.V) şöyle buyurmuştur :

«Ahir zamanda bir kavnı (cemâat) olurki; onlar göğertinin kur­sakları gibi siyahla (saç ve sakalları) boyarlar. Bunlar, cennetin koku­sunu duyamazlar.» [156]                        

Saç ve sakalı ilk defa siyahla boyayan kimsenin, «Fir'avn» olduğu nakledilmektedir.

Yukardaki naklettiğimiz hükümler meyanmda, bâzı rivayetlerde Rasûlü ekrem efendimizin meşru hallerde sakalım kına ile boyadığı beyan edilmiştir.

Şemaili Tirmizî de, Enes  (R.A)  dan mervîdir, Hz. Enes dediki :

«Ben, nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, mübarek kılım (saç ve sakalım) kına île boyanmış gördüm.»

Cihadda düşmanın gözüne heybetli görünme gibi meşru bir maze­ret olmadıkça, sakal ve saçları siyaha boyamak, dört mezheb imamı­na göre kerâhattır. Kma, zağferan ve emsali şeylerle boyamak ise, Ha­nefî fakihlerine göre müstehab, mâliki ve Şaf-î fakihlerine göre, caiz ve Hanbeli fakihlerine göre sünnettir.

2)  Ulemânın kerih gördüğü ikinci husus; sünneti   îfâ için fleğil,, sâlifılere benzemek maksadı ile sakalı sarı ve kırmızıya boyamaktır.

3) Riyaset ve tazim olunmak için, ihtiyarlığın acele gelmesi dile­ğiyle sakalı kibrit veya başka bir şeylerle beyazlaştırmakdır. Sanki kar-şılaşdıklarına, ihtiyar vehmini telkin edecektir.

4) Sakalı yolmak veya ustura ile kazımaktırki, b>:.da"sakalsızlıkda * bir câziblik ve gözel görünme maksadına bağlı olur. Sakalın siyahları­nın arasındaki beyazları yolmakda, aynı maksadlarla olabileceğinden kflrâhattır.

Zira sakalın beyazlarını yolmayı, Rasûlü ekrem efendimiz yasak-iamışdır. Çünki sakalın beyazları, müminin nurudur.

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin sakalmdada, 17 veya yirmi kadar beyaz kıl var olduğu beyan edilmektedir.

5) Kadınlara güzel görünmek için, sakalı kıvrım kıvrım yaparak parça parça gibi şekiller vermektir.

6)   Sakalda ziyâd^ük ve noksanlık yaparak bir değişiklik    yap-makdır.           ....

7)   însanlara>EteğişikJ,bir şekilde görünmek için, sakalı darayarak . uzhtıp keiftü îıâline/iarakmakdır.

8)   Âl$i£ ve  Mhjdierddh görünerek, sanki kendine bakmada hiç ehentaatyet Vermeyin daima, zikir ve ibâdetle meşkul olduğu zannını verdirhjek için, sa& ve yakalını taramayıb keçeleşmiş vazıyette bırak-nıakdır.'

9)   Sakalı, siyahlarına bakınca, gençlik gururu, beyazlarına bakın­ca ihtiyarlık ve yaşlılık azameti ve gençlikle öğünmeyi yaparak genç haîde yaşama^lırsımn artması için bırakmaktır.

10) Sakalı, ayrı ayrı örerek ve sarartarak bırakmaktır. Simdi buraya kadar, Hadîsi şerifde beyan edilen on adet fıtratdart olan amelden ikisini izah etmeye çaîışdik.

3)  «Misvak kullanmakda, Fitratdandir.» Misvak hakkında gerekli malumat, «Misvak babı» başlığının altında yazılmıştır.

Bu duruma göre, fıtratdan olan on (10) hasletden dördüncüsünü açıklamaya devam.edelim.

4)   «Su ile istinşak (Jtmrnu temizlemek) de fıtratdandır.»

Hadîsi şerifin bu cümlesindeki hüküm, biz hanefîlere göre, abdest-de sünnet ve gusülde farzdır.

Şâfi-î Hz. lerine göre; istinşak, abdest ve gusülde sünnettir.

İmam-ı Ahmed ve mâlik (R.A) de, bir rivâyetde istinşak-m vâcib-liğini demiştir.

Bu hükümler, mazmazada da aynı olduğu beyan edilmiştir. Geniş malumat, ilerde ve üçüncü ciltde de gelecektir.

5)  «Tırnakları kesmek de, fıtratdandır.» yani tırnakları kesmekde beşerin yaratılışı ile meşru kılınmıştır. Tırnak kesmek, hanli parmak-dan başlamlsa caizdir. Fakat evla olan, sağ elin şehâdet parmağından başîayıb ondan sonra orta parmağa geçerek devam etmek ve baş par-makdan sonra sol elin küçük parmağından devam etmektir.

Ayakların ise, sağ ayağın küçük parmağından başlayıb kesmek, keza sol ayağında küçük parmağın tırnağından başlayarak neticele-mek evladır.

Tırnaklar kesildikten sonra, en iyisi bir yere topluca gömmektir. Bir şey içine sanlırsâ, buda kifayet eder. Tıraş edilen saç kulanda aynı defnedilirse, iyi olur. Pislik çukuruna ve ğusul yapılan yere atmak ise mekruhdur. Zira büyükler; böyle yerlere atıldıklarında her hanki biı hastalık olaibleceğini beyan etmişlerdir.

Tırnaklar, haftanın her gününde kesilebilir. Ancak cuma ve per­şembe günleri kesmek daha iyidir.

Tırnakların kesilmesi, cuma günü olursa, daha güzeldir. Zira Ra-sûlii ekrem (S.A.V) bir hadîsinde şöyle buyurmuştur :

«Bir kimse, tırnaklarını cuma günü keserse, parmak uçları sıkın­tıya mübtelâ olmaz.»

Diğer bir hadîsi şerif meali:

«Bir kimse, tırnaklarını cuma günü keserse, Allâhü teâla, o kim­seyi gelecek cumaya kadar ve hatta üç gimde fazla olarak bütün belâ­lardan korur.»[157]                                                      

Tırnakları, perşembe günleri de kesmek, iyidir. Zira bir hadîsi ne­bevide şöyle buyurulmuştur:

«Bir kimse, göz, fearas alalığı ve delilikden şikâyet etmekten emin olmak isterse, tırnağını perşembe günü ikindiden sonra kessin.»[158]

Tırnak kesimi ile ilgili bir nebze malumat, «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin dördüncü cildinin 183. sahîfesinde zikredilmiştir.

6)  «Mafsalları yıkamak da, fıtratdandır.»

Yani, parmak ve ayak mafsallarını yîkayıb temizlemekte yaradıhş-dan sünnettir. Keza kulak, burun ve göbek kıvrıntı ve çukurlarımda aynı şekilde yîkayıb temizlemek sünnettir. Bedenin diğer çıkıntı ve çu­kur yerlerimde temizlemek lâzımdır.

7)   «Koltuk altının kılını yolmakda, fıtratdandır.»

Yani, koltuk altı kıllarını yolmak, beşerin yaratılışından itibaren işlenen ve işlenilmesi gereken bir sünnettir,

tmam-ı Nevevî merhum demiştir : Efdal olan koltuk altı kıllarını yolmaktır. Fakat kazımaklada aynı hüküm (koltuk altı temizliği) hâsıl olur.

Koltuk altı temizliğinde müstehab olan, sağ koltukdan başlamaktır ve haftada veya on beş günde bir defa temizlemek en efdalıdır.

8) «Etek temizliğini kazıyarak yapmakda, fıtratdandır.»

Etek tıraşında afdal olan, kazımaktır. Fakat makas, gibi bir'şeyle kesib kısaltmak veya dibinden kesen bir makine ile tıraş etmek, etek kıllarını el ile ve alçı gibi şeylerle yolmakda caizdir.

Etek temizliğide, koltuk altı kıllarını yolmak ve tırnakları kesmek gibi, haftada bir yapmak en güzelidir. Her haftada olmazsa, onbeş (15) günde bir yapılmalıdır. Ve en son kırk günü geçmemelidir. Kırk günü geçerse, vaîdi ilâhiyeye (cezayı ilâhiyeye) müstehak olunur.

Tırnakların kesimi, koltuk altı kıllarının yolum veya tıraşı ve etek tıraşı gibi temizlikler, imkan dâhilinde cünüb halde iken yapılmamalı­dır. Zira kerâhattır ve insanın, cünüb iken bedeninden ayrılan kıl ve sâirenin sahibinden davacı olacağı beyan edilmiştir.

Netekim bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur.

«Bir kimse, gusletmeden tıraş olub temizlendiği vakit, her kıl (kıya­met gününde) dâvâcı olarak gelir ve der : Ya Rabbi! bu kişiden sor, ni­çin beni gusletmeuen bedeninden ayırıb zayi etti?» (Hadîsi Erbein, Akkirmânî, 51)

Birde haftada veya. onbeş (15) günde koltuk altı ye etek temizliği yapmayan kimselerde, şehvet zevki zâifler ve zevk yerine nefret hasıl-olabilir. Ağaç, gül ve bağ gibi şeylerin dibleri bellenil) budanmadıkla-rı ve aralarındaki otları yolumıb temizlenerek îmar edilmedikleri va­kit, zaiflerler, verimleri azalır. Hatta ataların; «Bakarsan bağ, Bakmaz­san dağ olur.» dedikleri gibi harab olub yok olabilir.

İşte etek ve koltuk altı temizliğine riâyet etmeyenlerin, erkeklik ve dişilik kuvvetleri zaitler. Cinsel münâsebetlerde zevksizlikler ve tat­sızlıklar görülebilir. Bilhassa erkeklerin, zekerlerfndeki şehvet kuvveti düşebilir. Kadınlarında, efendilerinin nefretine sebeb olabilir.

Tırnak kesmek, koltuk altını yolmak ve etek tıraşı hakkında fakih-lerin görüşleri:

«Hanefî fakihlerine göre : Erkek kimsenin etek kılını kazıyarak ve­ya alçı ile gidermesi, müstehabdır. Koltuk altı kıllarım kazımakda ve sakalın beyazını yolmakda beis olmadığıda, denilmiştir.

Kadına ise, etek kılını yolarak gidermesi, sünnettir. Kadına, koltuk altı kılını kazımak ve yolmakla da gidermesi sünnettir. Yolmak ise evlâdır.

Sırt ve göğüs kıllarını kazımak ise, evlanın hilâfmadırki, kerâhat-îır.

Tırnakları ve bıyıklan kesmeyi ve koltuk altının kıllarını yolmayı keza etek temizliğinin tıraşını, kırk günden fazla terk etmek mekruhdur.

Tırnakları, ihramlı olunmazsa, dişlerden başka her şeyle kesmek müstehabdır. Dişlerle tırnakları kesmek ise, kerâhattır. Yâni kötüdür. Tırnakları kesmek için tâyin edilmiş bir gün yoktur.

Kesilen tırnakları, tıraş edilen kılları, hayız kanı ile hayız bezini bir yere gömerek defnetmek müstehabdır.

Yukardaki nakledilen hükümlerin hepsinin bir edeb ve nazâfetden ibaret olduğu bilinmelidir.

Mâliki fakihlerine göre; koltuk altı kıllarını yolmak, sünnettir. Bu yolmak, kazımakdan ve alçı gibi şeylerle gidermekden daha güzeldir. Koltuk altı temizliğinde, sağ koltukdan başlamak iyidir ve koltuk altı kıllarını yoldukdan sonra, elleri yıkamakda, sünnettir.

Etekdeki kılları, erkekler ve kadınlar için kazımak veya alçı gibi şeylerle gidermek, sünnettir. Erkeklere ve kadınlara etekdeki kılları yolmaları, mekruhdur.

Göğüs, eller ve kalçalardaki kıllar gibi bedenin her tarafındaki kıl­ların hepsini kazımak mubahdır.. Buraya dübürün (mak'adm) etra­fındaki kıllarda girer.

Kadına, güzelliğine mâni olan üütün kılları gidermesi, vâcibdir. Hatta efendisinin sevgisine engel olan sakal, bıyık ve emsali bedenin­deki kılları yok etmeside, vâcibdir. Keza kadının güzelliğini sağlayan kıllanda kesmemesi vâcibdir. Binâenaleyh başının saçını kesmesi ve­ya kazıması, haramdır.

Kadın ve erkeğe, tırnaklarını kesmek sünnettir. Ancak ihramîı za­manlarında tırnaklarını kesmeleri yoktur.

Şâfl-Î fakihlerine göre; Cuma günü, koltuk altı kıllarını yolmak, etek kıllarını tıraş edib kazımak ve tırnakları kesmek, sünnettir. An­cak kadınlara, eteklerinin kıllarını yolmaları sünnettir. Koltuk altının kıllarını yolmakdan elem ve acı duyan kimse için, kazıyarak temizle­meleri, kerâhat olmaz.

Tırnakları, cuma, perşeme veya pazartesi günleri kesmek, iyidir. Tırnakları kesme, usul ve tâkib şekli yukarda geçmiştir.

Hanbelî fakihlerine göre : Etek kıllarını, kazımak veya kesmek ve­ya kesmek veya alçı gibi şeylerle gidermek, sünnettir. Koltuk altı kıl­larını yolmak, sünnetir. Şayet yolmak zor olursa, kazımak sünnettir.

Tırnakları ise, hanki hal ve zamanda olursa olsun, kesmek, sün­nettir. Tırnakları kesmeyi ve etek tıraşının kazımasını, kırk günden fazla terk etmek ise, kerâhattır.»[159]        

9) «Su ile etek temizliği yapmak, yani istinca etmek, fıtratdandır.»

İstinca hakkmdada, yukarda; «Helanın Âdabı babı» başlığının al­tında" gerekli hükümler geçmiştir. Ancak «istinca, isticmar, istifam ve istinkâ» kelimelerinin mana ve ifâde ettikleri hükümleri arz edelim.

İstinca : Necaseti yerinden söküp atmakdırki, tuvâletde büyük ab-desti yapdıkdan sonra erkek ve kadına âid olan yıkamak ve temizlen­mek manasınadır.

Bu târifdende anlaşıldığı üzere, büyük abdesti def ettikten sonra, yapılan tenıizlikdirki, arkadan çıkan yelden dolayı temizlik gerekmez. Çünkü Rasûlü ekrem efendimiz, yelden sonra istinca yapmamıştır. Öy­le olunca, yellemeden sonra istinca yapmak, Bid'attır.

îsticmar : Küçük taşcıklarla, taharet yapmakdır.

îstibra : Zekerdeki idrarı giderib damla akmtsmı kesmekden ibâ-rettirki, erkeklere mahsus üir ameldir.

istikra ; insanların, yürüyerek yahut öksürmek, yahut sol tarafı­na doğru yatmak, yahut depinmek veya- ayaklarım kaldırıb indirmek  gibi çeşitli yollarla idrarın kesildiğine kanâat getirmeye çalışdıkları yol­lardır. Binaenaleyh erkekler, idrarın kesildiğine kalblerinin kanaati ha­sıl olmadıkça abdeste başlamaları, caiz olmaz. Zira abdestden sonra, idrar damlasının gelerek abdesti bozması hâli zuhur edebilir.

Şayet bu yollarla idrarın kesileceğine kanaati hâsıl olmayan ve ve-dî gibi idrardan sonra gelen sümüksü suyun gelmesinden Korkan kim­seler, zekrlerine zarar vermez ise, zekerin deliğine pamuk tıkamak su­retiyle istikrayı sağlamaları mümkündür. Ancak pamuk sıkiştırılıb sert-leştirildikten sonra zekerin ^deliğine sokmak, daha faydalı olur. Sıkıştı­rılmadan sokulan Pamuk, zekerin deliğine yapışıb, tahribat yapabilir ve idrar akıdılacağmda, mutlaka evvela pamuk, el ile çıkarılır), ondan sonra idrar-akidılmalıdır. Böyle yapılmadığında, idrar pamuğu çıkarın-caya kadar, zekerin içini ya.kıb tahrib edebilir. îstibranın hasıl olması için, istincadan sonra kurulayıcı bezde kullanılabilir.

İstînkâ : İstincâda mübalağa edib, büyük abdestdan sonra bir pis­lik eseri kalmayacak şekilde temizlenmektir.

«İhtiyar» adlı eserde, İstincanm beş vecih üzere olduğu şöyle sıra­lanmıştır :

a)  Cünüblükden, hayız ve nifasdan gusledecekler için ve eteklerin deki pisliklerin başka yerlere dağılmaması için, istinca vâcibdir.

b)  İmam-ı Muhammede göre, tuvâletde defi hacette bulunan kim­senin necaseti; necasetin çıkdığı merkezin etrafına dağılması hâlinde, istinca etmek vâcibcsr. Bu hüküm, dağılan necasetin azlığı veya çoklu­ğu farkı olmadan olduğu zamandadır. Yani dirhem mikdan olmadığı zamandadır. Ahvad olanda budur.

Fakat necaset çıkdığı merkezin etrafına dağıldığında, dirhem mik-darını geçerse, imam-ı Azam ve imam-ı Ebû Yusuf İR.A) a göre, istinca yapmak vâcibdir. Dirhem mikdarım geçmez ise, bunlara göre, istinca sünnettir.

c)   Necaset, çıkdığı merkezin etrafına tecâvüz etmezse, istinca ya­pıl) yıkamak sünnettir.

d)   Büyük abdest yapmayıb sâde idrarını akıdan kimseye, önünü (zekerini) yîkayıb istinca etmesi, müstehabdır.

e)  Yelleme yapdıkdan sonra, istinca etmek ise, Bid'atdır. Yâni din­de yeri olmayan ve sonradan dîne sokulan uydurmadır.[160]

îstinca ve istibraya iyi dikkat etmek gerekir. Zira istinca ve istib-.rânın mükemmelliği, abdest ve namazın mükemmeliğine sebeüdir.

10} «Mazmazâ yapmak da, fitratdandir.»

Beşerin yaratılışından sünnet olanın onuncusuda, ağıza dolu dolu su almak manasına olan «mazmaza» olduğu sevgili efendimiz tarafın­dan buyurulmuştur.

Mazmaza, biz hanefilerce, abdestde sünnettir. Gusulde ise, farzdır. Şâfiîlerin görüşü bunun hilâfınadır. Bu hususda daha geniş malûmat, aşağıda ve b,u eserin üçüncü cildinde gelecektir. Ayrıca fıkıh kitah-larında uzun hükümler mezkûrdur. [161]

Tercümesi:.                             

 

Misvakla İlgili İkinci Fasıl

 

381- (6) Aişe (R.A) denmervîdir,dedi:

ResfilfiUah (S.A.V) buyurdu:

«Misvak, ağzı temizleyici ve cenabu hakkı hoşnut ve râzî edicidir.»

(Hadîsi, Şafiî, Ahmed, Dârimî ve Nesaî rivayet ermiştir,   Buhârî, «Sahihinde» isnadsız rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

382 - (7) EbâEyyub (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Dört şey, ResiîHerin (Peygamberlerin) sünnetindendir (onlarda şunlardır: )

1 - Haya = utanmak — sünnet olmak da rivayet olunmuştur.

2 - Kokulanmak = koku sürünmek,

3 - Misvak kullanmak,

4 - NiKahlamb evlenmektir.»[162]

Tercümesi:

383 - (8} Aişe (R.A) den mervîdir, dedi:

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem, gece ve gündüz uyu duğu takdirde uyanınca, mutlaka abdestden evvel misvak kullanırdı.»(Hadîsi, Ahmed ve EM Dâvud rivayet etmiştir.)

Tercümesi

384 - (9)    Yine ondan   (Aişe  RA den)   mervîdir, dedi.

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi ve sellem, misvak kullanırdı, hemen misvakı bana yıkamam için verirdi. Bende misvakla başlar ve misvak kullanırdım. Ondan sonra o misvakı yıkar ve kendisine verir­dim.»

(Hadîsi, Ebû Dâvud rivayet ermiştir.)

(Not: Bu haberde beyan edildiği üzere, Hz. Âişenin misvak kullan­dığına göre, kadınlarda misvak kullanabilir. Zira Hz. Aişenin misvak kullanmasını efendimizin men etmemesi, cevazına işarettir.) [163]

 

Tercümesi:

 

Üçüncü Fasıl

 

385 — (10) İbni Ömer (R.A) den mervîdir, Nebiyyi Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu :

«Uykumda bana gösterildik! bir misvakla misvakiamyordum, he­men bana iki adam geldi, bunların birisi diğerinden büyük idi. Ben misvakı bunlardan küçüğüne uzattım, bana denildiki-yugune ver,  hemen bende o misvak! onl^n(Haber-, Buharı ve müslim ittifakla rivayetnolu

Tercümesi:

386 - (11) Ebl Umâme (R.A) den mervîdir, muhakkak ki Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem buyurdu.

«Cibril aleyhisselâm bana her gelişinde mutlaka misvakla emre­derdi. O haldeki ben ağzımın diş etlerinin sıyrılıp dişlerimin kopmasın­dan korkmuştum.»(Hadîsi. Ahmed rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

387 - (12) Enes (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (SAV) buyurdu:

«Muhakkakki size, ben misvak hakkında pek çok söz söyledim.(Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

388 - (13) Aişe (R.A) den metvîdir, dedi:

«Resûlüllah (S.A.V) misvak kulanıyordu ve o halde iken biri diğe­rinden büyük iki adam yanında idiler. İşte o anda Resûlüllaha misvakın fazileti hakkında «eğer büyükler isen, bunların büyüğüne, misvak-i ver» şeklinde vahyolundu.»(Hadîsi, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.) [164]

 

İzahat

 

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, misvakini kul­lanır iken, yanında bulunan iki kişiden büyüğüne verilmesi hususunda ki, «vahy» kelimesi, ya Hz. cibril gelib kendisine tercih yönünü beyan ederek «eğer büyükler isen, bunların büyüğüne, mîsvak-İ ver.» hükmü­nü tâlim etmiştir.

Veya bu.hüküm Rasûlü ekrem (S.A.V) efendimize ilham olunmuş­tur, oda Hz. Aişeye, bu emri buyurarak, iki kişiden büyüğünü tercih etmesini emretmiş ve bu emri nebî ile, yemede, içmede ve her hanki bir şeyin ikramında mutlaka büyükden başlamayı beyan buyurmuş­tur.

Bu emri Rasûl ile, «El'eymene fel'eymene = sağdan başlayınız, sağı takdim ediniz.» Hadîsi nebevinin ifâde ettiği hükümde muğyeret ve zıdlıkmı var acaba?!..

Hayır, her iki hadîsi nebevi ve fili Rasul bir birine zıd değildir. Bil'-akis bir birinin hükümlerini açıklayıb îzah etmektedir.

Şöyİeki : «Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem efendimiz Hz. Enes bin mâlik (R.A) m evinde ashabından bâzıları ile oturuyorlar­dı. Hz. Enes, evinde bulunan koyundan süt sağıb bir tas içinde getirib Rasûlü ekrem {S.A.V) e ikram ediyor.

  Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem, o sütten içiyor ve ağ­zım südün kabından çekince, kendinin sağında bir Ârâbî (bedevi bir arab) ve solunda Hz. Ebû Bekir bulunuyor.

  Hemen Hz. Ömer, Rasûlü ekrem (S.A.V) in süt tasını Ârâbiye vermesinden korkarak demiştirki:

  Ya Rasûlellah! süt tasını yanında bulunan Ebû Bekâre ver.

  Bu davranışa rağmen Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem, hemen elindeki süt tasını, sağında bulunan ârâbiye verdi. Sonrada buyurdu :

«El'eymene, fel'eymen = sağdan başlayınız, sağı takdim ediniz.»

(Buharı, Müslim, Ahirıed ve mâlik = Fethulkebir, C. i, 511) Bu hadîsi şerifin açıklamalı îzahi, şerhlerde mezkûrdur.   Bilhassa kırk hadîsi câmî, «Şerhi hadîsi Erbeîin cevamtnlkeîm» adlı eserin bi­rinci hadîsi olarak yazılmış ve îzah edilmiştir.

Bir hadîsi şerifde de şöyle buyuruimuştur :

«Kebbir kebbir = Büyılkle, büyükle!» (Buhari, Müslim, Ahmed ve Ebû Dâvud, Fethulkebîr, C. 2, 315}

Şimdi buraya kadar naklettiğimiz hüküm ve tatbiklere bir nazar edelim.

Rasûlü ekrem efendimiz, kullandığı misvakını iki kişiden büyüğü­ne vermeyi buyuryor. Aynı zamanda Hz. Enesin evinde bulunan Rasûlü ekrem ile beraber olan sahabenin içinde iken, getirilen süt, meclisin ve bütün beşerin sevgili efendisi ve önderi olan nebiyyi muhterem sallal-Jâhü aleyhi vesellem efendimize, ikram edilmiştir.

Hal böyle olunca, her hanki bir meclise süt ve çay gibi şeyler getiril diğinde, evvelâ ikram edilecek kişi, o meclisin en büyüğü ve en fazîlet-lisidir. Ondan sonra o meclisin .büyüğünün sağını tâkib etmek gerekir. ^Zira Rasûlü ekrem (S.A.V) efendimize, ikram edilen süt tası, bizzat efendimiz tarafından kendinin sağında bulunan bir bedevi araba ver­mesi, hüküm ve amelin böyle yapılmasını gerektirir.

Hz. Ebû Bekir, Peygamberlerden sonra bu ümmetin en efdal kişisi olduğu halde, efendimizin sol tarafında bulunmasiyle,. ikram ve iltifat-da sağ tarafdan sonraya bırakılmıştır.                            v

Şimdi bu îzahatdan sonra günümüzde bâzı kimselerin, bir meclis veya toplantıya gelince, girdikleri oda, ev ve salon içindeki kimselere bir ikramda veya musafahada bulunmak istediklerinde, «sağdan başla­yalım» diyerek girdiği odanın kendi girişine göre, kapının sağından başlayıb yukarıya doğru devam edenler, görülmektedir.

Bu şekilde hareket edenler, pek çok yönden edeb ve sünete aykırı hareket etmektedirlerki, bir kaçını açıklayalım.

a) Evvela sevgili efendimiz, bulunduğu meclisde, o meclisin en üstünü ve büyüğü olmakla, süt ikramı direk ona yapilmışdı. Ondan sonrada, sağındaki ârâbiye vermişlerdi.

Demek oluyorki, her meclisin büyük ve efendisi bilinen veya kabul edilen kişi, en evvel ikram ve iltifat edilecek kimsedir. Ona ikram ve il­tifat yapıldıkdan sonra, o büyüğün sağındaki kimseye ikram edilerek devam edilecektir.

b) İkram ve iltifatda meclisin büyüğünden başlamayın   kapının sağından aşağıdan başlayınca, o büyüğe saygısızlıkda bulunularak edeb dışı bir hareketde bulunulmuş olur.

c)   Sünnete muhalefet etmekle, dinde yeri olmayan ve yanlış anla-yıb ters uygulamada bulunulduğundan, Bid'at ve tahrif edilmiş bir iş yapılmış olur.

Öyle ise her hanki bir meclise girib ikramda veya musafahalaşma gibi bir amelde -bulunmak isteyenler, hemen doğru o meclisin büyüğün­den başlayıb, onun sağını takîb ederek devam etmelidirler. Sünnet ve edebe en uygun alanı, böyle yapmakdır.

d)   Bir meclis ve toplantıya gelen kişi, kendinin sağından başlaya­rak ikram ve musafahada bulunmakla, o meclis ve toplantıda bulunan­ların büyüğünün sol tarafına rastlamakdadır. Çünkü o büyük, gelen kim şeye karşı oturmakdadır veya ayakda olsada   yine aynı haldedir.

Binâen aleyh meclisin büyüğünden başlamamakla, sağdan başla­mayı terk edib, soldan başlanmış oluyor.

Zira sevgili efendimiz; «El'eymene, fel'eymene = sağdan başlayı­nız, sağı takdim ediniz.» emri nebevisini, Hz. Enes-in evinde iken ken­disine getirilen süt tasını, sağındaki bedevi araba verdikden sonra bu­yurmuşlardı.

Şu halde meclisin büyüğüne ikram ve iltifat yapılır*, ondan sonra­da onun sağını takib ederek devam edilmesi, hem fîli nebiye ve nemde kavline en iyi muvafık olan bir ameldir. Sağdan başlamanın veya sağı tâkib etmenin en doğru yolu, böylece anlaşılmış ve aydmlanılmıştır.

Tercümesi:

389 - (14)Yine ondan (Aişe RA den) mervîdir, dedi: ResûlüIIah (S.A.V) buyurdu:

«Bîr namazki, o namaz için misvak kullanılırsa, işte o namaz mis­vak kullanılmayan namaz üzerine, yetmiş derece faziletlidir.»(Hadîsi, Beyhakî «Şııabilîman» adlı eserinde rivayet etmiştir.)

390 - (15) Ebî Seleme (R.A) den, o da Zeyd bin hâlid el ctihenî (K.A) den rivayet etmiştir, dedi ki:

ResûlüIIah (S.A.V) den işittim, diyordu :

«Eğer ümmetim üzerin güc (zor) olmasaydı, her namaz zamanında misvakla emrederdim ve yatsı namazını gecenin üçte birine tehir et­tirirdim.»

  Ebu seleme dedi : Zeyd bin hâlid, mescidde beş vakit namaza hazır olurdu, misvâkide; kâtibin kulağının kalem yeri olan kulağı üze­rinde bulunurdu. Namaza kâim olacağında mutlaka misvak   kullanır, sonra misvakı yerine (kulağına) kordu.»

(Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir. Ebû Dâvud'da Hadîsin sonunda «yatsı namazını gecenin üçte birine tehir ettirirdim.» cümlesini zikret­meden rivayet etmiştir.Tirmizî; Bu hadis, güzel ve sahilidir, dedi.) [165]                 

 

İzahat

 

Râvî Ebû Seleme (R.A), Abdurrahman bin avfin oğlu, Abdullah (R.A) dır. Tabiînin ulularından ve Medîne-i münevverenin yedi adet   fa-kihlerinden, birisidir.

Pek çok hadîsi şerif bilen bir zatdır. Kendisi; Hz. îbni Abbas, Hz. îbni Ömer, Hz. Ebî Hureyre ve daha başka sahabelerden hadis rivayet etmiştir.

Ve kendisindende, imam-ı Zuhrî, yahya bin kesir ve şâbî gibi pek çok zevatı muhtermler, hadîsi şerif öğrenil) nakletmişlerdir.

Vefatı, hicretin doksan yedinci (97) senesinde yetmiş iki (72) ya-şmda vuku bulmuştur. Allah ondan razî olsun.

Diğer Râvî Zeyd bin cühenî (R.A) ise, küfede hayata devam fiden zevatı muhteremlerden bir sahabedir. Künyesi Ebû Abdırrahmandır. Medîne-i münevverede sakin ol&uğuda yazılmıştır. Hudeybiye muha­rebesinde hazır bulunmuş ve Mekkenin fethi günü «cüheyne» kabilesi­nin (kendi kabilesinin) sancağını taşımıştır.

Vefatı, Medîne-i münevverede, bir kavilde; küfede, diğer bir kavilde de; mısırda hicretin sekseninci senesinde seksen beş yaşında vuku bul­muştur. Allah ondan razî olsun.[166]

Hadisi nebevîde, misvak kullanmanın lüzum ve ehemmiyetini be­lirten hükümleri ve sahabeden olan Uz. Zeyd-in misvak kullanmakdaki titizliği, Râvî tarafından beyan edilmiştir.

Misvak hakkında, yukarıda «Misvak Babı» başlığının hemen altın­da bir nebze malumat, beyan edilmiştir.

Misvak tutunmanın pek çok fazilet ve faydaları, gayet bariz iken, misvak-m çok bulunduğu diyar olan hicaza gidib, oradan hem kendine ve hem bâzı dostlarına hediye etmek üzere alib getirenler, azmlikda-dir. Hatta o mübarek diyara gidib gelenlerden, misvak tutünmayanpek çok gafil ve câhilleride gördüğümüz olmuştur.

Bunun yanında genç yaşda misvak sünnetini işleyerek, pek çok fazilet ve faydalan elde etmeye gayret edenleride sevinçle görmüşüz­dür. Bu gençleri gördükçe, islâmm kıyamete kadar bakî kalacağındaki, itminanımız bir kat daha artıyor.

Mevlâmiz, bütün meslekdaş, müslüman kardeş ve okuyucu kimse­lerimizle bizleri, bu değerli sünneti ve bu sünnet gibi diğer sünnetleri, bilhassa ümmetin fesad olduğu zaman olan zamanımızda, îfa edib bü­yük ecrü mükafatlara nail olmayı nasiyb buyursun. Amin. [167]

 

 (5) Abdestin Sünnetleri Babı Birinci Fasıl

 

391 - (1) EbîHureyie (R.A) deh menidir, dedi:

ResûlüIIah (S .A.V) buyurdu:

«Sizin biriniz, uykusundan uyandığı (uyanıpKalicdığı) vakit, elini yîkay ıncaya kadar elini bir su kabına batırmasın. Zira elinin nereye güf tiğini bilemez.» (Hadîsi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [168]

 

İzahat

 

Yukarda, abdesti îcab ettiren amellerle abdestin   sünnetlerinden misvak kullanmanın fazilet ve faydalan ile ilgili hadîsi nebeviler  ve. İzahları geçmiştir. Ancak abdestin farzlarını beyan eden âyeti kerime mealini nakletmekte zühul olmuştur.

Bu sebebden sünnetin tarifi, nevileri ve abdestin sünnetlerine geç­mezden evvel, abdestin farzlığmı nâtık olan âyeti kerîme mealini nak­ledelim.

Abdestin farziyetini nâtık âyet meali:

«Ey îman sahibi müminler! Namaza kalkdığınız (kalkacağınız) va­kit yüzünüzü ve ellerinizi (dirseklerinizle beraber) yıkayınız, başınıza (ıslak el ile) mesh ediniz ve ayaklarınızı (topuklarınızla beraber) yıka­yınız...» (Mâide sûresi, 6)

Bu âyeti kerimenin hükmü, fıkıhda şöyle tarif edilmiştir :

«Abdestin farzı; Üç azayı (elleri, yüz ve ayaklan) birer defa yıka­mak ve başa (başın dörde biri ı/± ne) meshetmektir.»[169]

«Abdestin sünnetleri» cümlesindeki, «sünnetleri» kelimesi, «sün­net» kelimesinin çoğuludur. Bu çoğulun tek başına «sünnet» kelimesi­nin tarifinden ve nev'Iîerini beyandan sonra abdestin sünnetlerine de­vam edelim.

Sünnet : luğat da, yol ve âdet gibi mânalara gelir.

Şer'î istilanda sünnet : Rasûlü ekrem sallallânü aleyhi   vesellem efendimizin hazan terk edib, çok zaman işlediği ve ümmetlerine, «işle­yin» diyerek emir buyurduğu ve bir ameli işleyeni görünce, güzel gör­düğü şeylere «sünnet» denirki, sünneti fîli, sünneti kavli ve sünneti tak-' rîrî isimlerini alırlar.

İşte böyle sünnetlere, «sünneti hüdâ» ve «sünneti müekked» denir. Yani sünneti müekked : Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, çok zaman işleyib, bâzan terk ettikleri sünnettir.

Sabah, öğle ve akşarrt namazlarının sünnetleri, misvak kullanmak ve abdest alırken ağız ve buruna üç sefer su almak, bu kabil sünneti müekkedelerdendir. Bu sünneti müekkede ve sünneti hüdâ gibi sün­netlerin işlenmesinde sevab, bilerek terk edilmesinde itab, vardır.

Sünneti gayrı müekkede : Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, çok zaman terk edib, bâzanda işledikleri ibâdetlerdekı amellerdir.

Yatsı namazının ilk sünneti ve ikindi namazının sünneti, bu kabil sünnetlerdendir. Bu sünnetlerin işlenmesinde sevab vardır ve Peygam­ber efendimizin şefaatına nâiliyyet umulur. Terkinde ise, levm etmeyi ve bir günahı gerektirmez.

Sünneti zevâid : Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem efen­dimizin, yiyib içmeleri, geyinib kuşanmaları ve oturub kalkmaları gibi, amellerine; «sünneti zevâid = zâid olan sünnetler» demektirki, bunlara aynı zamanda «sünneti gayri müekkede» de denilmiştir.

Binaenaleyh bu sünnetinde, işlenmesi iyi ve sevabdır. Tahkir ve tezyif gibi köîüleyib alaya alma hâli olmadan işlemeyib terk eden kim­seye, itab ve ceza yoktur. Terk eden kimse, kötülenemez. Çünkü zâid olan sünnettir.

Sünnetin tarif ve çeşitlerini beyandan sonra, şimdide ilerde uzun uzun beyan edilecek olan abdestin sünnetlerinin bâzısını, fıkıh kitab-lannın metinlerinden nakledelim:

«Abdestin sünnetleri : Evvelâ abdest alan kimsenin, ellerini bilek­lerine kadar yıkaması, besmele okuması, misvak kullanması,, ağzı ve burnu sularla (üç defa) yıkaması, parmakların arasını ve sakalını altın­dan yukarıya doğru hilâllamaşı, Abdest azalarını yıkamayı üç yapması, niyyet etmesi,, Kur'an âyetinin tertibine riâyet etmesi, meshi başa kab-lanıa yapması, Abdest alırken yıkanan azalar kurumadan yîkayıb bi­tirmesi, başın meshinin suyu ile kulakları meshetmesi ve emgâli amel­lere riayet etmesidir...»  [170]                             

Sünnetlerin, özetlerini fıkıhdanda naklettikki, «Fıkıh kitablan, mes-nedsiz fasaryalarla doludur» diyen sapık ve zâlim görüşlülerin, iftira ve haK&izUJclan idrak edilir), bunların bâtıl ve indî görüşlerine aldanıb kananlar olmasın.

Bu hususun değer ölçüsünü ve ilmi fıkhın, keza iikui kitablan ile o bilgiye vâkıf olan âlimlerin, kıymet ve faziletlerini, imkan nisbetinde yukarda iki yüz (200) nolu hadîsi şerif ve izahatında yazdığımızı, ha­tırlatırız. Tekrar okumayı, tavsiye ederiz.

Hadîsi şerif de, uykudan uyanıb kalkan bir kimsenin, ellerini yıka­madan bir su kabına batırmamasmı dikkatla tavsiye buyurmakda ve sebebini de, «uykudaki kişi, elinin nereye gittiğini bilemez» cümlesiyle beyan etmektedir.

Bu mübarek hadîsi nebevide beyan edildiği üzere, uykuda iken, insan oğlu elinin nereye gittiğini bilemez. Belki elini avret yerlerine ' güîüfüLi oralara dokunabilir. Kesin bir temizlik ve tâhirlik şekli olma-. yıb, necis veya mülevves olma ihtimali olabileceğinden, uykudan uya­nan kimse, her hanki bir su kabına elini sokmadan veya bir taama ve­ya yenecek ve içilecek bir şeye elini dokundurmadan, yîkayıb ondan sonra temiz eliyle suya dokunması ve yeme içme işlerine el sürerek başlaması caizdir.

Sünnet ve edebe en uygun olan amel, böyle yapmakdır. Dînin esâ­sı, temizlik üzerine bina olunduğunu bu kıymetli hadîsi şerifde beyan etmektedir.

Hal böyle ilçen, uykudan kalkan Jbir kimse, «ben uykuda iken elime ayağıma sahibim, öyle eden yerlerine elimi götürmem veya götürdü­ğümden haberim olur, gibi...» ifâdelerle bilginlik taslayarak peygam­ber (S.A.V) efendimizin, kıymetli sözünü tahkir eder davranışda bulu­nursa, çok kötü bir davramşda bulunmuştur.

Netekim bir Hâdise şöyle nakledilmiştir :

«Bid'aî etili zındıklardan bâzıları, bu hadîsi serili işittiği vakit, maskaralık ve kötülemek üzere şöyle diyor

«Ben, yattığım zaman, uykuda iken elimin nereye gitdiğini bilirim.»

  Döşeğe yatıyor ve sabahladığında eli bileğinden yukarı koluna kadar dübüre giriyor.

  İşte peygamberin sözünü tahkir edenin hâli böyle olur. Böyle davranışdan Allâha sığınırız.»[171]

Sünneti tahkir ve tahfif etmenin fenalıkları, yukaida ilim bahsinde ve «mülteka tercümesi» adlı eserimizin ikinci cildinde zikredilmiştir.

Tercümesi :

392 - (2) yine ondan (Ebî Hureyre R.A den) mervîdir, dedi :

Resulüllah (S.A.V) buyurdu :

«Sizin biriniz, uykusundan uyamb kalkdığı vakit, Abdest almak is­tediğinde üç sefer burnunu (yıkayîb temizlemek için} sümkürüp atsın. Çünkü şeytan uyuyan kişinin burnunun derinlerinde (genizinde) karar edib durur.» (Hadîsi, Buharı ye Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.) [172]

 

İzahat

 

Yani, şeytan hissiyatını gidermek için uyuyan kimseye, uykuda iken ves'vese verme imkanını bulamazsa, kötü rüyaları telkin ederek, iyi rüuyalara mâni olmak maksadiyle burnun en yüksek mevkiine yer­leşerek dimağına pek çok kötülükleri üka etmeye çalışır. Zira iyi ve kötü rüyaları görme merkezi, dimağdır. İyi rüyaları ve sevinçli şeyleri, göstermeyib, üzücü ve kötü şeyleri ilka etmek ve göstermek maksadiy­le şeytan, burnun en yüksek çukur ve derinliğine yerleşir.

İşte bu sebeblerden dolayı, Rasûlü ekrem (S.A.V) efendimiz, şeyta­nın mülevveslikierini gidermek için, uykudan uyanıb abdest almaya veya el yüz yıkamaya başlayan kimsenin, burnunu en az üç sefer atıb su ile temizleyip yîkamasım tavsiye buyuruyor.

Türbeştî ve kadı merhumlar şu görüşleri serd etmektedirler =

«İnsan, uyuduğu vakit, ıslaklıklar, burunda toplanır, burundaki sümük kurur, burnun koku alma hissi ağırlaşır ve fikir anlayışında bir kesme keşük hasıl olur.

— Böyle oluncada insan, karışık rüyalar görür, fikri acâib hayal-larla dolar. Binâenaleyh bu burun pisliklerini, burnun çukurlarında ve genizde bırakan kimse, tenbelliğe, atâlet ve vurdum duymazlığa ka­pılır. Doğru şeylere karşı, iyi ve sahih düşünce ve görüşler, güçleşir. Hüzû ve huşûa kavuşmak, zorlaşır ve namazın hakkını tam verib, dü­rüst bir namaz kılamaz.»

Kadî Iyaz merhum da şöyle demiştir :

«Şeytanın, bumun en yüksek çukurunda karar edib durması, ha­kikat olarakda olabilir. Zira, burun, kalbe penceresi (deliği) olan bir âzadır. Burnun ve kulaklım, kalbe kapaklık yapacak bir şeyi yoktur. Bunların delikleri, direk kalbe açıktır.»

Yani, şeytan burundaki en yüksek merkeze cisim ve cesedinde şe-> kil değişikliği yaparak durması, olabilir ve direk kalbi kirletebilir, de­mektir.

Tercümesi:

393 - (3) Abdullah bin Zeyd (R.A) e denildi: Resûlüllah (S.A.V) nasıl abdest alırdı?

— Bunun üzerine Abdullah bin Zeyd, abdest alacak bir su kabı istedi, iki eline suyu döktü ve ellerini ikişer defa yıkadı, sonra üçer

defaımaaiua ve istinşak yapdı. Sonra üç defa yüzünü yıkadı. Sonra ellerim dırseklenne kadar, ikişer defa yıkadı. Sonra iki eli ile basma mesnetti ıkı ellerini önden arkaya ve arkadan öne çekti ve basimn yukarısından başladı. Sonra her iki elini başının arka tarafına götMü sonra başladığı yere gelinceye kadar gerisin geri başının yan taraftn-' dan meshederek döndürdü. Sonra ayaklarım yıkadı.»

(Hadîsi imamı mâlik ve Nesâî rivayet etmişlerdir. Ebû Davulunda aynısını rivayet ettiğini «Elcâmî» sahibi zikretmiştir.) [173]          

 

İzahat

 

Râvî Abdullah bin Zeyd bin Âsim (R.A), Ensârı kiramın Hazrec ka­bilesinden, sonra mâzinî kabilesine bağlanmış bir sahabedir. Künyesi, Ebû Muhammed dir.

İbni mende ve Ebû Nuaym (R-A), bu zâtın Bedir muharebesine iştirak edib hazır olduğunu demişlerdir. Fakat Ebû Ömer (R.A); Uhud muharebesine ve Bedirden başka diğer muharebelere iştirak ettiğini de­miştir. Sahih olanda budur.

Râvî Abdullah (R.A), Allâhm kahru gazabına uğrayan yalancı pey­gamber »Mülseylemetülkezzab» isimli kâfirin katilidir. Vahşî (R.A), bu yalanç-ı peygamber Müseylemetülkezzaba oku atıp yaralamış ve Râvî Abdullah bin Zeyd (R.A) de kılıcı ile öldürmüştür.

Bu zat, Ezanın meşrûiyyetine rüyasiyle sebeb olan Abdullah bin Zeyd-el Ensârî (R.A) den başka bir sahabedir.

Müseyle metül kezzab, Râvî Abdullah (R.A) m kardeşi Habîb bin Zeyd (R.A) ı parça parça yaparak öldürmüşdü. Allâhü teâla kardeşinin intikamını almayı lütfederek öldürtmüştür.

Ravî Abdullah bin Zeyd bin Asım (R.A), «yevmül harre» denilen günde yezid bin muâviye (R.A) in zamanında hicretin altmış üç veya yetmiş üç tarihinde öldürülmüştür. Allah ondan râzî olsun.[174]

Hadîsi şerifde, yani fîli Rasûlü tâlim ve telkin yoluyla beyan eden haberde, Resulü ekrem sallallâhü aJeyhi vesellem efendimizin «filî sün­netini» beyan buyurmakdadır.

Beyan edilen haberde, Abdest alırken azaların ekserisini üçer defa yıkayib su döküyor. Bâzısında üç yerine iki ve en son cümlesindede «Sonra ayaklarını yıkadı.» ifadesi vardır.

'Hükümlerin değişik şekilde beyan edilmesindeki hikmet,   Abdest azalan en mükemmel sünnetle yıkamak, üçer defa olacağına,   şayet üçer defa su alınmaz veya dökülüb yıkanmaz ve ikişer veya birer defa da yıkanırsa, caiz olacağına işaret olsa gerektir. Ancak birer veya ikişer defa yîkayıb, bırakmakda, sünnetin kemâli bulunmadığı gibi, Abdest azalarında kuru yerin kalma ihtimalıda olabilir. Bu sebebden çok defa işlenen ve sünnetin en mükemmeli olan Abdest azalarını üçer defa yîkamakdır.

Üçer defa yîkamayıb, ikişer veya birer defa yıkayarak abdest alan­lara, abdestleri olmadı, denilemez. Olur, caizdir. Ancak sünneti tam iş-lemeyib terk edilmekle, kerâhat olabilir. Yani, sevai» ve mükâfatda az­lık olur ve peygambere ittibâda kemal olan terk edilmiş olur.

Aslında sünnetler; vâcib ve farzların ikmalini sağlayan amellerdir. Bu sebebden, abdest âzalarının birinci yıkanışında kuru kalan yer olur­sa, ikinci üçüncü yıkamayla tamamlanabilir.

Tercümesi:

394 - (4) Buhârî ve Müslim üzerinde ittifak etmişlerdir ki;

  Abdullah bin zeyd bin Asım için denildi : «Bize, Resûlüllah (S.A.V) in abdesti ile bir abdest al.

  Bunun üzerine hemen bir su kabı istedi, o su kabını başı aşağı eğerek iki eline suyu döktü, ellerini üç defa yıkadı.

  Sonra elini su kabına sokdu, suyu alarak çıkardı, bir eli ile maz-maza ve istinşak yapdı ve bunu üç defa işledi. Sonra elini yine su kabı­na sokdu, su ile elini çıkardı, yüzüıtıü üç defa yıkadı. Sonra elini şu ka­bına sokdu, su ile elini çıkardı ve ellerini dirseklerine kadar ikişer defa yıkadı.

  Sonra elini su kabına sokdu, su İle çıkardı başına mesnetti ve başına mesbi elelrini önden arkaya ve arkadan öne doğru çekerek yapdı. Sonra ayaklarını topuklarına kadar yîkadı. Sonra dedi:

  Resûlüllah (S.A.V) in abdesti işte böyle idi.

  Diğer bir rivayette : Abdullah bin zeyd bin Asım, iki elini başı­nın ön tarafından arkaya ve arka tarafından öne meshederek çekti ve meshe başının yukarısından başladı, sonra her iki elini kafasına (ba­şının arkasına) doğru götürdü. Sonra başladığı yere gelinceye  kadar gerisin geri meshederek çekti. Sonra ayaklarını yîkadı.

— Diğer bir rivayette : Mazmaza, istinşak ve bunun temizlenme­sini, üç avuç su ile üçer defa yapdı.

  Buharînin diğer rivayetinde : Başına meshetdi ve iki elini başı­nın Ön tarafından arkaya ve arkadan öne doğru meshetmeyi bir sefer yapdı. Sonra ayaklanın topuklarına kadar yîkadı.

  Buhaârînin diğer rivayetinde : Mazmaza ve istinşaki, bir avuç su ile üçer defa yapdı.»

Tercümesi:

395 - (5) Abdullah bin Abbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlül­lah (S.A.V) birer sefer olmak üzere âzâlannı yîkayıb abdest aldı ve bu­nun üzerine hiç bir şey ilâve etmedi.»

(Haberi, Buhârî rivayet etmiştir.)

396  - (6) Abdullah bin Zeyd (R.A) den mervîdir;

«Nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi vesellem, âzâlan ikişer ikişer yîkâyarak abdest aldı.»

(Haberi, Buharî rivayet etmiştir.)

397 - (7) Osman (R.A) den mervîdir, Mekâıd denilen yerde (me-dîne-i münevverede bir yerin ismidir) abdest aldı, hemen dedi :

«Dikkat ediniz! Size Resûlüllah (S.A.V) in abdestini göstereyim mi?.

Bu söz üzerine Osman (R.A) abdest azalarını üçer üçer yıkaya­rak abdest aldı.» (Haberi, Müslim rivayet etmiştir.) [175]

 

Îzâhat

 

Yukardaki haberler, îîli Rasûlü (S.A.V) beyan etmektedirki, bunlar­dan birincisinde, Kasûlüllah sallallâhü aleyhi veselfem efendimizin, abdest azalarını birer sefer, ikincisinde; ikişer sefer ve üçüncüsünde, üçer sefer yıkadığı izah buyurulmaktadır.

Rasûlüllah (S.A.V) efendimizin, böyle işlemesi, ümmetine bu amel­lerden her biri ile abdest almanın cevazını tâlim etmek içindir. Aynı zamanda bunlardan birinci amel ile ikinci ve üçüncü amellerin sevab ve fazilet farkının olduğunuda beyan içindirki, mükemmel olanın se­vabı daha çoktur. Aynı zamanda kemal üzerine ziyâdeleştirmekde, nok­sanlık, hata, zulüm ve kötülüktür.

Yani en mükemmel abdest alış, abdest azalarını üçer defa yîka-makdır. Üçer defadan fazla yıkamak ise, dinde bir ziyâde amel, hata, zulüm, kötülük, Bid'at ve israfdır. İsraf iser haramdır.

Tercümesi:

398 - (8) Abdullah bin Amr (R.A) den mervîdir, dedi

«Biz, Resûlüllah (S.A.V) ile beraber mekkeden medîneye döndük, Tâki yolda bir suyun yanma geldiğimiz vakit, ikindi namazı vaktinde kavm (cemaat) acele etti, hemen acele acele abdest aldılar. Nihayet biz onların yanına ulaşdığımızda onların ayak topuklarına (diklerine) san­ki hiç su dokunub ıslanmamıştı.

— Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Her türlü helak ve cehennem azabı, o topuklara ki (topukların sa-hiblerine Ki), abdestlerinde, abdest sularını mahallerine ulaşdırmakda müsamaha ve ihmal ederler. Binâenaleyh abdesti, tam bir şekilde alı­nız.» (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.) [176]

 

Îzâhat

 

Bu hadîsi şerifder şu hususlar beyan edilmektedir :

a)  Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, ashabı ile mekke-i mükerremeden medîne-i münevvereye gitmek üzere yola çıkı­yorlar.

b)  Yolda giderken bir suya rastlayorlar. îkindi vaktide biraz daral­mış imiş, îtikad ve amelde ihlaslı olan mübarek sahabeler, abdest alır­ken acele yapıyorlar. «Acele işe, şeytan karışır.» kabilinden, abdest aza­larından bilhassa ayaklarının topuklarının diblerinde kuru yerler, kalı­yor,

c)  Bu hâli gören sevgili efendimiz, hemen şöyle; «Bütün helak ve cehennem azabı, o topuklarki (topukların sahihlerine ki), abdestlerin­de, ahdest sularını mahallerine ulaşdırmakda ihmal ederler.» buyur­muştur.

d)   Abdest alan kimselerin, acele ederek, abdest azalarında, bilhas­sa topuklarının diblerinde, dirseklerinin uç ve arkalarında ve daha baş­ka azaların çukur yerlerinde kuru yer koymamalıdırlar. Ve kuru yer­lerin kalmaması için, hadîsi şerifin son cümlesi olan şu, «Abdesti, tam bir şekilde alınız.» cümledeki emri Rasûle riâyet ederek sükûnetle al mak gerekir. Yani, abdestin farzlarını, sünnet ve müstehablarmı ta­mamlayarak alınızki, hem abdestiniz ve o abdest ile işlediğiniz amelle­riniz, makbul olsun ve hemde âhiretde cehennem ateşinden korun­muş olasınız.

Tercümesi:

399 - (9) Mugîre bin Şube (R.A) den mervîdir, dedi : «Muhakkak ki, Nebiyyî muhterem sallallâhü aleyhi vesellem ah­dest aldı, alın saçının üstüne, sangı ve ayaklanndaki iki mesti üzerine mesnetti.» (Haberi, Müslim rivayet etmiştir.) [177]

 

İzahat

 

Râvî Muğîre bin Şube (R.A), sakîf kabîlesindendir. Handek muha­rebesi yılıki, hicretin beşinci senesinde müslüman oldu. ilk iştirak ettiği muharebe, hicretin altıncı senesinde vuku bulan «Hudeybiye» muhare­besidir.

Hz. Muûviye zamanında, onun küfe emîri idi ve küfede vefat et­miştir. Allah ondan razı olsun.

Bu zat hakkında, biraz geniş malumat, bu cildin yukarısında «İlim Bahsi» başlığının altında geçmiştir.

Haberde, Abdestîn sünnetlerinden olan başa meshetmeyi ve iki mest üzerine meshetmenin cevazı beyan edilmektedir. Sarık üzerine mesh meselesini ise, Rasûlüllah (S.A.V) in başında meshettikden son­ra sarığını tesviye edib düzeltmek mânasına olduğu veya başının alın kısmının üzerinde yara üzerine sarılmış sargı üzerine meshetmiştir, şeklinde îzah edilmiştir.

Ebû Hanîfe ve îmamı mâlik (R.A) a göre, her hanki sebeb ve şe­kilde olursa olsun, başa giyilen sarık üzerine meshetmek caiz değil­dir. Buradaki sarık üzerine meshetme keyfiyeti, yukardaki şekilde amel etmekten ibarettir.

İmam-ı Sevrî, Dâvudu Zahirî ve Ahmed bin hanbel (R.A) e göre ise, sarık üzerine meshetmeyi, hadîsin zahirine hamlederek caizdir, demiştir.

İmam-ı Şâfl-î (R.A) a göre ise, sarığın üzerine meshetmekle, farz sakıt olmaz.[178]                                                    

Tercümesi:

400- (10) Aişe (R.A) den mervîdir, dedi =

«Nebiyyi muhterem sallaliâhü aleyhi veseiîem, her hal ve işinde : imkân dahilinde temizliğinde, saç sakal daraması ve elek tıraşı gibilerin­de ve ayakkabı (ve elbise) giyiminde sağdan başlamap severdi.»

(Haberi, Buhârî ve Müslim itifakla rivayet etmişlerdir.) [179]

 

İzahat

 

Haberde vârid olduğu üzere, Rasûlü ekrem sallaliâhü aleyhi vesel-lem efendimiz, meşru ve iyi olan her şeyinde sağdan başlayın davam etmiştir. Hz. Aişe validemizin beyan ettiği şu ntfsus ve amellerinde sağdan başladığı beyan edilmektedir :

a) Abdest ve guşul temizliğinde, ellerini ve ayaklarım keza diğer azalarını sağdan başlayarak yîkayıb temizlemiştir. Her âzâsmm evve­la sağını, sonra solunu yîkamışdır. Keza misvakını, sağından başlayib sol tarafına doğru kullanmaya devam etmiştir.

b)  Yemesinde, içmesinde, imısafahalaşmasındar bir şeyi alıb ver­mede, mescide ve camiye girmesindeki amelleri gibi, iyi ve hayırlı iş­lerinde hep sağdan başlardı.

c)  saçını ve sakalım daramasmda, bıyığını kısaltmasında,  başmı ve eteğini tıraş edib kazımasında, koltuk altının kıllarını   yolmasında ve tırnaklarını kesmesi gibi amellerinde, hep sağından başlardı,

d)  Ayak kablarmı, mestlerini, elbise ve gömlekleri gibi giyim eş­yalarını, hep sağından başlayarak giyerdi.

Hadîsi şerifin mefhûmundan anlaşılnuştırki; Rasûlü ekrem sallal­iâhü aleyhi vesellem efendimiz, iyi ve güzel olmayıb zarurî olan kerih işlerinde de, soldan başlamayı severdi.

Mesela : «Helaya, çarşı ve sokaklara, mâsiyet mahalline ve üun-lara benzeyen kerih yerlere, sol ayağı ve sol eliyle girer ve yapışırdı.

— Mescidden, sol ayağı ile çıkardı. BurnnunuF sol eliyle temizler­di. Balgamlı tükrük gibi ağzından tükrüğünü, sol tarafına ve sol ayağı-* nın altına tükürürdü. Helada, istincayı, sol eliyle yapardı. Elbisesini ve ayak kabını çıkarırken, solundan başlayarak çıkarırdı. Keza bunla­rın gibi, kerih olan amel ve yerlerde soldan başlardı.»[180]

Yukardaki saydığımız amellerin, sünnet ve müstehablığı hususun­da, bir nebze malûmat, yukarda geçmiştir. Ancak hanefî fasihlerine göre, iyi olan her şeyde.ve abdest ile gusul işlerinde, sağdan başlamak, müstehabdır. [181]                                                                      

 

Asbestin Sünnetleri Île İlgili İkinci Fasıl

 

Tercümesi:

401 - (11) EbûHüreyre(R.A) den mervîdir, dedi.

Resulü ekrem (S.A.V) buyurdu :

«Elbise giydiğiniz ve abdest aldığınız vakit, sağınızdan başlayınız. (Hadîsi, Ahmet ve Ebû Davud rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

402 - (12) SaîdBinZeyd (R.A) den mervldİr,dedi :

Resûlüllafr (SA.V) buyurdu :

«Abdest alırken Allahı zikir etmiyenin (anmıyanın) abdesti yok­tur.»

tHadîsi, Tirmizî ve İbni Mace rivayet etmiştir)

Tercümesi:

403  - (13) Bu hadisi, Ahmet ve Ebû Davud,,EJra Hûreyre (R.A) den rivayet etmişlerdir.

Tercümesi:

404  - (14) Darimî, Ebû Said el Hudrî (R.A) den, o da  Babasın-dan rivayet edib, Hadîsin evveline şu cümleyi ziyade ettiler : «Abdesti olmayan kimsenin, namazı olmaz»[182]

 

İzahat

 

Râvî Saîd bin Zeyd (R.A), kureyş kabilesinin Adevî soyundandır. îlk müslümanlardan ve cennetle müjdelenen on sahabeden birisidir. Künyesi, Ertulâaverdir.'

Hz. Saîd, Hz. Ömer-in amca zadesi ve. eniştesidir. Siyer kitahlann-da uzun şekilde yazıldığı üzere, Hz. Ömerîn müslüman olmasına, kız kardeşi Fâtıma (R.A) ile eniştesi Hz. Saîd (R.A), sebeb olmuştu.

Hz. Saîd, Bedir muharebesinden başka bütün harblerde hazır bu­lunmuştur. Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellemin ashabının; âbid, zâhid ve duası müstecab olanlarından idi. Aynı zamanda, cihada gidib dâima muharebeye iştirak edenlerdendir. Bedir muharebesine iştirak etmemesine sebeb, Şainı şerife bir vazifeyi îfa etmek için gönderilme­sidir.

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizden, dört hadis rivayet ettiği beyan edilir.

Vefatı, Medîne-i münevverede «Akîk» denilen mahalde yetmiş ya­şını mütecaviz olduğu halde, hicretin elli (50) veya elli bir (51) tari­hinde vuku bulmuş ve cennetül Bakîa, defnedilmiştir. Allah ondan râzî olsun.

Hadîsi şerifde, Abdest alırken, «Allâhm adım (ismini) zikretmlye-nin abdesti, yoktur.» buyurulmuştur. Buradaki hüküm, abdest alacak kimse, abdeste başlarken besmeleyi çekerek abdesti almaz ise, sünnet terk edilmekle, (abdest tam ve kâmil) bir abdest olmaz, demektir.

Evet abdesf şahindir, fakat kemal ve fazileti olmadan, ynni âzalar-"daki manevî kir temizlenmeden, abdest alınmış olur.

Bu husus, Ümi Ömer ve tbni Mes'nd (R.A) in, Rasûlü ekrem sal­lallâhü aleyhi vesellem efendimizden rivayet ettikleri bir hadîsi şerif­de şöyle buyurulmuştur:

«Bir kimse, abdesti alır ve Allanın adını anarsa, bütün bedeni (ma­nevî kirden) tertemiz olnr.

— Bir kimsede, Allâhm admı anmadan (besmele çekmeden) ab­dest alırsa, sâdece abdest azalan tertemiz olur.»[183]     

Buradaki taharet ve temizlik, bütün günahlardan (yani, küçük gü­nahlardan) tertemiz olur, demektir.

Abdest ve gusul temizliği ile, bedenin işlediği küçük günahların bağışlanacağı yukarda «Taharet Bahsi» başlığının altında geçmiştir.

Besmelede sünnet1 olan, abdestin evvelinde olmasıdır. Abdestin evvelinde her hanki bir sebeble besmele terk edilirse, abdest anasında besmeleyi çekse dahi sünnet yerini bulmaz. Ancak abdestin besmele­siz bitmemesi için, abdestin arasında aklına gelen kimsenin, hemen besmeleyi söylemesi iyidir.

Biz Hanefîlere göre, abdestin evvelinde besmele çekmek sünnettir. İmamı Ahmed bin hanbele ve imam-ı Mâlik (R.A) a göre, hadîsin za­hiri ile hükmederek, abdestin evvelinde besmele çekmek, vâcibdir.

Şâfl-i merhuma göre, Abdestin evvelinde besmele çekmek, farzdır. 'Zâhidî merhum böylece zikretmiştir.[184]                 

Biz Hanefîlerin cevabı, buradaki hadîsi şerifdeki hüküm, abdestin evvelinde besmele çekilmezse, abdestin manevî fazilet ve sevabı yok olur.

Netekim bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur : «Mescidin (Caminin), komşusu için namaz kılmak olmaz, ancak mescidde (camide) olur.» [185]                                 

Bu hadîsi şerifdeki hüküm, mescidin bitişiğinde veya yanında kom­şu olan kimsenin, namazını mutlaka camide kılması lazımdır, şayet camide kılmaz ise, namazı olmaz, manasına olmayıb, belki caminin yanında komşu olan camiye çıkıl) namazını kılması gerekir. Şayet câ-miye çıkmadan evinde kılarsa, tam ve mükemmel bir namaz olmaz. Namazın kemal ve sevabında noksanlık olur.

Üçüncü hadîs olarak yazılan 404 nolu hadîsin hükmü ise; «Abdesti olmayan kimsenin, namazı olmaz» hiç abdesti olmayanın abdest alma­sının farzıyetini beyan eden âyeti kerîmeyi, tefsir ve îzahdan ibarettir. Zîra abdest, namazın şartındandır. Binaenaleyh şart olan abdest olmaz­sa, meşrut olan namazda, olmaz.

Tercümesi:

405 - (15) İekît bin sabra (R.A) den mervîdir, dedi:

Abdestden Haber ver yarasulallah! dedin

Rasûlüüah {SAM) de buyurdu:

«Abdeslini tam al, parmakların arasını ovala, burnuna su alırken İyi çek ancak oruçlu İsen mübalağa etme.»

(Hadîsi, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesâi Rivayet etmişlerdir.

îbni mace ve Darimî «Parmakların arasını ovala» kelimesine kadar rivayet etmişlerdir.) [186]                                         

 

İzahat

 

Râvf İekît bin sabra (R.A), Tâifli bir sahâbe-i kiramdır. Ebû Rem veva Ehû Asım künyesi ile künyelenmiştir. Vefatı hakkında bir malu­mat, bulunamamıştır. Allah ondan razî olsun.Hadîsi şerifde, Abdestin şu hüküm ve sünnetleri beyan edilmek­tedir :                                                                                              

a) Bir defa abdestin başından sonuna kadar, acele etmeden farz ve sünnetleri, mükemmel bir şekilde tamamlanması için, abdest aza­larının mükemmel yıkanması emir buyurulmuştur.

b)  Ellerin ve ayakların parmaklarının aralan, hilallanarak ova­lanması emir Duyurulmuştur. Buradaki emri ftasfil, sünnet ifâde etmek­tedir.

İbni Hacer (R.A) demiştirki : «El parmaklarım bir birine geçirerek mescidde namaz beklemek mekruhtur.»

Biz Hanefîlere göre, elleri irir tiirine bağlayarak çalımlı bir şekil­de durmak, her zaman,ve mekanda, kerihdir. Çünkü kibirlilik emaresi vardır. Kibirlenme ise, mümine hiç yakışmaz. Zira kibirlenmek, üç hal ve yerden başkasında haramdır. Hele bel ağrısı gibi bir mazereti 'olmadan, elleri kalçaların üzerlerine bağlayarak arkada tutup yürümek veya durmak çok kerih ve kibir alâmetidir.

Ellerin parmaklarının hilallanmasi; elleri, bir öiri üstüne koyarak parmakların bir bM araşma girmesini sagjayıb ovalamaktır.

Ayaklarm parmakları arasım hilallamak ise, sol elin küçük parma­ğını sağ ayağın küçük parmağının arasına sokarak başlayıb sol ayağın küçük parmağına gelinceye kadar, parmakların aralarını ovalamaktır. Ve bu hususa riayet etmek, müstehabdır. Fakat hanki şekilde ve hanki parmakla olursa, yine hilallama sünnetinin aslı, hasıl olmuş ol^ur. Anoak küçük parmakla hilallamak, sünnete uygun olandır. Netekim ilerde 407. Haberde gelecektir.

c)  Hadîsi şerifde, oruçlu olunmadığı takdirde, istinşak-m mubâla-ğa ile yapılması, buyurulmuştur. Buradaki mübalağa, üç sefer yapmak ve her seferinin, burunun derinliğine kadar varmasıdır.

d)  Oruçlu iken bu şekilde istinşak edilirse, boğaza suyun, kaçarak mideye gidib orucun bozulabileceğinden, oruçlu iken iştinşak-m mü­balağa ile yapılmaması, buyurulmuştur.

406 - (16) İbni Abbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûmilah (S.A.V) buyurdu:

«Abdest aldığın vakitlerde, elleriyin ve ayaklanyın    parmaklan arasını ovala.»

(Hadîsi, Tirmizi ve ibni mâce rivayet etmiştir. Tirmizi: Bu Hadis, ğaribdir, dedi.)

Tercümesi:

407 - (17) Müstevrid Bin Şeddâd (R.A) den mervîdir, dedi : «Resulü ekrem (S.A.V)  î gördüm, Abdest aldığı vakit, ayağının parmaklan aralarını elinin küçük parmağı ile ovalardı.» [187]

 

İzahat

 

Râvî müstevrid bin Şeddâd (R.A), Kureyş kabilesinin fihir soyun-dandır. Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizden yedi (7) hadîsi şerif rivayet etmiştir. Yani, sahabenin muhâcirlerindendir.

Küfede sakin olmuştur, sonra Mısıra gidil) orada sakin olmuştur. Vefat târihine rastlanamamıştır. Allah ondan râzî olsun.

Haberde beyan edildiği üzere, Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi ve-sellem efendimizin, abdest alırken ayaklarının parmaklarının arasmı, elinin küçük parmağı ile hilallayarak ovaladığı, beyan edilmektedir.

Tercümesi:

408 - (18) Enes (R.A) den mervîdir, dedi:

«Resûlüllah (S.A.V) Abdest aldığı vakit, avcuna suyu alır. Çene­sinin altına iletir, sakalını o su ile hilaJlardı ve Rabbim, bana böyle em­retti, derdi.» (Haberi, Ebû Davud rivayet etmiştir.)

(Not : Bu haberde de, Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin kendisine, ya cebrâil aleyhisselam vasıtası ile veya vahyi hafî yoluyla sakalının altını hilallama ile emrolunduğunu beyan ede­rek, abdestin sünnetlerinden birisini îzah etmiştir.)

Tercümesi:

409- (19) Osman (R:A) den mervîdir.

«Nebiyyİ muhterem (SA.V), sakalını hilallardı.» (Haberi, Timüzi- ve Darâmîy rivayet etmiştir.)

Tercümesi:

410 - (20) EbiHayye (R.A) den mervidir, dedi:

«Hazret! Aliyi abdest alırken gördüm, temizleninceye (kanâati ge­linceye) kadar ellerini yıkadı. Sonra üç defa ağzına su verdi.

Üç defa burnuna su verdi, üç defa yüzünü yıkadı,

Üç defa kollarım yıkadı, bir defa başını mesnetti, sonra ayaklarını topuklara kadar yıkadı.

  Sonra kalktı, hemen abdest suyunun artanından ayakta olduğa halde içti.

  Sonra şöyle dedi:

«Resûlüllah (S.A.VI in, abdestlnin nasıl olduğunu size göstermek İstedim.» (Haberi, Tirmizi ve Nesâî rivayet etmiştir.) [188]

 

İzahat

 

Râvî Ebû Hayye (R.A), kaysulvâdîdirki, Küfenin Hemedan şehrin­den büyük bir muhaddis ve tâbiîndendir. ÎSminin, Amr bin Nasr veya Âmir bin elhâris olduğu söylenir. İbni Hibıban, bu zatın sika (itimada layık) bir kişi oldjığuiıu zikretmiştir. Yâni, sikalardan birisidir. Vefatı hakkında malumat, bulunamamıştır. Allah ondan râzî olsun.[189]

Yukardaki haberde Hz. Ali (R.A)r şu hususları beyan etmiştir :

a) Rasûlü ekrem efendimizin abdest alışının en mükemmel şek­li olan abdest azalarını üçer defa yıkamak ve başa bir sefer meshetmek keyfiyetini ümmete tâlim etmiştir.

b)  Abdesti alıb bitirdikten sonra, abdestten artan suyu ayakda iç-meside, yine ibâdetden artan suyun içilmesinin ibir bereket olduğunu beyan etmektir.

c)  Aynı zamanda, abdest suyundan kalan suyun ayakda   içilme­sinin cevazını, tâlim etmek içindir.

Tercümesi î

411 - (21) Abdi Hayır (RA) den mervidir, dedi: «Biz oturuyorduk ve AIİ (R A) İn abdest alışma bakıyorduk. Sağ elin! soya batırdı, ve ağzına soyu aldır mazmaza ve istinşak yaptı, ve sol eliyle stimkiirdü ve buna bütün azalarda üç sefer yapdı. sonra klmkî Resûlüllâhm abdest alışını görmek isteyor (ve seviyor) ise, Rasûlüllah-ın tahareti (abdest alışı) İşte böyle idi, dedi.» (Haberi; Darimî rivayet etmiştir,) [190]

 

İzahat

 

Râvî Abdi Hayr (R.A), Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz zamanına'yetişmiş ve fakat Rasûlü ©krem efendimize mülâki olub kavuşamadığından.aşlıabdan değil, tabiînin ulularından olmuştur.

Abdti hayr = Hayrın kain, demektirki, şerrin zıddıdir. kendisi küfe­nin Hemedâmndandır. Küfede sakin olmuştur. Ebû Amâre ile künyelen-miştir. Yüz yirmi (120) sene yaşadığı yazılmaktadır. Allah ondan râzî olsun.

Tercümesi:

412 - (22)Abdullah Bin Zeyd (RJV) den mervîdir, dedi: «Ben Rasûlüllahı bir avuç su ile bir defa mazmaza, ve İstinşak tığını gördüm, aynı zamanda bunu üç defa işlerdi.» (Haberi, Ebû Dâvudye Tirmizî Rivayet etmiştir.) [191]

 

İzahat

 

Râvî Abdullah bin zeyd (RA)f Tîbî rrterhum dediki; bu zat. ezanı rüyasında gören Zeyd bin Abdullah (RA) dır. Akabe bîatmda hazır m* lunmuştur. Bedir muharebesinde ve ondan sonraki bütün muhâremer-de hazır bulunmuştur. Ensârı kiramdandır.

Künyesi, Ebû Muhammed dir. Ezanı Muhammediyeyi rüyasında görüşür hicretin birinci senesinde mescidi nebevinin yapılmasından son­ra vuku bulmuştur.

Hu' Zâtın, babası ve anneside sahâbe-i kiramdan idiler. Mekkenin fethi günü, Haris bin hazrec kabilesini temsîlen bir sancak tutuyordu.

Vefatı, hicretin otuz ikinci (32) senesinde, altmış dört (64) yaşında medîne4 münevverede v^ıkû bulmuştur. Allah ondan râzî olsun.

Haberde, fili Rasûl ile sabit olan abdestin sünnetlerinden mazmaza ve istinşak-m üçer defa yapıldığı beyan edilmektedir.

Tercüme»

413- (23) tbnİAbbas (R.A) den mervidir, dedi: «Resulü Ekrem (S.A.V) Başmı ve kulaklarını meshetti; Kulakları­nın İçini, şehadet parmaklan ile ve kulaklarının dışlarım baş parmak* lan İle meshetti.» (Haberi, Nesaî rivayet etmiştir.)

(Not; Bu haberdede, abdestin sürmelerinden, kulakların içinin ve dışının meshedilme keyfiyeti, hanki parmaklarla ve nasıl yapıldığı açıklanmıştır.)

Tercümesi:

414- (24) Rubeyyî Bİnti Mnavvlz (R.A) den mervîdir, dedi : «Resûlülîah (S.A.V) i abdest alırken gördüğünü dedlki :

  Resulü ekrem (SA.V), ön ve arka taraflarından başım, şakak­larını ve kulaklarım bir sefer meshetti.

  Diğer bir rivayette, Resûlüllah (S.A.V) abdest aldı, parmaklarını kulak deliklerine soktu.»

(Haberi, EM Davud rivayet etmiştir. Tirrnizi7 birinci kavli rivayet etmiştir. Ahmet ve ibni mâce ise, ikinci kavli rivayet etmişlerdir.} [192]

 

İzahat

 

Râvî Rubeyyî binti muavviz (R.A), Bedir muharebesinde Ebû ceh­lin öldürülmesini, kardeşi Muaz CRA) ile beraber sağlayan Muavviz (R.A) in kızıdır, ve tesettür âyeti ile hicab âyeti gelinceye kadar, bâzı muharebelere iştirak etmiş ve harbde yaralananların tedavilerine ba­kar ve şehid olanları, Medîne-i Münevvereye nakledib götürürdü. Yani, bu muhtereme, bir kadın sahabedir.

Bîatürrızvanda bulunmuşt;ur, yani, ağacın altında bîat edenlerden­dir. Medîne-i münevvere ve basra ehâlîsinin yanında naklettikleri hadî­si şerif, öğrenilib amel edilmiştir.

Peygamber sallallâhü ialeyhi vesellem efendimizden bizzat rivayet ettiği hadîsi şerif, T/irmi (20) kadardır. Vefatı hakkında gerekli bilgiye rastlanamamıştır. Allah ondan râzî olsun.

Râvînin beyan ettiği haberde, Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi ve­sellem efendimizin, basma yapdığı kablama meshi tarif edib açıklamak­tadır ki, abdestin sünnetlerinden birisi, fîli Rasûlü beyan ederek tesbit-Ienmektedir ve her abdestte bir sefer yapmak, sünnettir.

Bu şekildeki kablama meshin beyanı gibi hadis ve haberlerin hük­mü gereğince, tmam-ı Azam Ebû Hanîfe ile İmamı mâlik ve imamı Ah-med bin banbele (Allah hepsinden râzî olsun) göre, başa bîr sefer kab­lama mesfo yapmak sünnettir.                 .      .

ŞâlL-î merhuma göre ise, başa kablama ihesni, her Seferinde yeni su ile olmak kaydı ile, üç sefer meshetmek, sünnettir.

Haberde beyan edilen, «şakaklarla kulaklarına meshederdi» cüm­lesinden anlaşılmaktadırki, başa meshedilen sudan şakaklara ve kulak­lara möshedilmektedir. K,ulaklara meshetmek için yeniden su almaya gerek yoktur. Ebû Hanîfe (R.A) m mezhebide böyleoedir.

Bu hükmün tatbiki görüldüğü üzere, kablama meshdedir. Yani, her iki ele suyu altb ıslattıktan sonra başa meshedilib, ondan sonra kulakla­rın meshetmek şeklindeki, ameldedir. Bir el ile başın dörîde Mrine mes-hedildiğinde, bu hüküm icra edilemez. Zira bir ele su almıyor. Diğer ele alınmayor. Böyle olunca kulaklara meshetmek için, ellere yeniden su almak gere^. Tedavülde aynısı, işlenmektedir.

Tercümesi:

415- (25) Abdullah bin Zeyd (R.A) den mervîdirki; «Resûlilillah (S.A.V) abdest aldığını ve ellerinde kalan sudan başka bir su ile meshettiğini gördü.» (Haberi, Tirmizi rivayet etmiştir. Ve Müslimde fazlasiyle beraber rivayet etmiştir.)

(Not: Bu haber, şâfi-î merhumun delilidir. Zira bu haberde, Rasû­lü ekrem efendimizin abdest aldığı zaman başına meshetmek için ye­niden başka bir su alıb meshetme keyfiyetinden, istidlal ederek, başa meshde diğer azalarda üçer defa olduğu gibi, başda yeniden su alarak meshetmenin sünnetliğini beyan etmektedir. Şâfi-î merhumda, bu mes-bın .-^ Qfifer olması keyfiyetine zahib olub hükmetmektedir.)

Tercümesi:

416- (26) Eni Ümâme (R.A) den mervtdir,

Ebt Ümâme Resulü ekrem (S.A.V) in abdestini zikretti ve deaı:

«Resûlüllâh (S.A.V) gözünün pınarlarını mesnetti ve «Kulaklar baş­tandır» buyurdu.

(Hadîsi, îbni Mâce, Ebû Davud ve Tirmizî rivayet etmiştir. Ebû Davud ve TirinM zikrettilerki, hammad dedi:

«Kulaklar baştandır» sözü, Ebû Ümâmenın sözümü, yoksa Resûlül-lah (S*A.V) m kavlindenmidir? bilmiyorum.) [193]

 

Îzahat

 

Râvî Ebû Ümâme (R.A), Ensân kiramın hazrec kabîlesindendir. Tîbî merhum böyle demiştir.

Musannif hatibi Tebriz! merhum ise, bu zat; sâd bin Hanîf el ensârî-dir ve Evs kabilesine mensubdur, demektedir. Künyesiyle meşhurdur, (/ani, Ebû umâme ile meşhurdur.

Bu zat, Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz zama-unda, efendimizin vefatından iki sene evvel dünyaya gelmiştir. Kendisi, cüçülc olduğundan efendimizden hiç bir hadis işidememiştir.

Bu sebebden bâzı bilginler, sahabeden sonra gelen tabiînden demiş-terdir.

tbnl Abdul bir (R.A) ise, sahabeden olduğunu isbatlamış ve sonra demiştirki; Bu zat, Medîne4 Münevverede tabiînin ululanndan ve âlim lerin en kuvvetlilerinden birisi idi. Kendisinden, babası, Ebû said ve bunlardan başkaları, hadis işitib öğrenmişlerdir. Hadis nakli hususun­da, sahabe ve tabiîn nazarında ittifakla makbul ve mûtemed bir kimse idi.

Vefatı, hicretin yüzüncü (100) senesinde, yetmiş iki yaşında vuku bulmuştur. Allah ondan razî olsun.

£bû Ümâme ik.A), denilince burada Ebû ûmâmctumanılî (R.A) olmak ihîimajıda vardır. Fakat Ebû ümâmetülbâhilî merhum, birinci cildin 139. sahîfesinde geçtiği üzere, sahâbe-i kiramdan olub pek çok ha­dis nakledib öğreten ve: sahabenin en çok yaşayanlarından birisidir.

Hadîsi şerif hakkında gerekli malûmat, biraz yukarda geçmiştir.

Tercümesi:

417 - (27) Amiı: bin Şûayb, o babasından, oda dedesinden (Allah hepsinden razî olsun) rivayet edib dedlki:

«Nebiyyl muhterem (S.A.V) e, bir bedevi arab geldi ve abdestden sordu. ?

  Resulü ekrem (S.A.V) de :

  Her âzâyı üçer defa yıkayarak abdest almayı tarif edib gösterdi.

«Abdest böyle alınır, binâenaleyh kimkl bunun üzerine ziyade eder­se, muhakkak o kimse, kötüilük İşlemiş olur, hududu aşmış olur ve zu­lüm etmiş olur.» buyurdu.

(Hadîsi, Nesaî ve îbni Mâce rivayet etmiştir. Ebû Dâvud da, b,u mânâda rivayet etmiştir.) [194]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde, Rasûlü ekrem sallallâljü aleyhi vesellem efendimi­zin abdesti alıb, her azayı üçer defa yîkadıkdan sonra, «Abdest böyle alınır» cümlesini buyuruyor ve mübarek sözlerinin sonunda, «klmki, bunun üzerine ziyâde .ederse, muhakkak o kimse, kötülük işlemiş olur, hududu aşmış olur ve zulüm etmiş olur.» cümlelerini beyan etmiştir.

Şimdi biz bu son cümlelerin üçünü kısa yoldan açıklamaya çalışa­lım :                     .

a)  «Abdestde ziyâde eden kimse, kötülük (günah) işlemiş olur.»

Yani, Peygamber sallallâhü aleyhi ves-ellem efendimizin abdest alı­şındaki sünnetini, azırisıyarak abdest alırken, abdest azalarını üçden fazla yıkayan kimse, sünneti terk etmekle günah işlemiş olur.

b) «Abdest de ziyâde eden kimse, hududu aşmış olur.» Sünnete ilâve ederek abdest azalarını, üçden fazla yıkayanlar, el­bette peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin çizmiş olduğu en son hududu aşmışlardır. Bu ise, çok kötü bir hal ve ameldir.

e) «Abdest de ziyâde eden kimse, zulüm etmiş olur.» buyurulmak-lada, peygamber efendimizin fili nebi ile kavline muhalefet etmekle, o şahıs kendi nefsine zulmetmiş olur. Zira hem efendimize muhalefet zulmü ve hem nefsine daha fazla, fâidesiz ve lüzumsuz bir yük yüklet­mek suretiyle zulüm etmiştir.

İlmi melek merhum dedi: «Bu kötülük ve fenalıklarla ve sünnetin en son kemâlini aşma ile ilgili kelimeler; peygamberin sünnetine mu­halefetin eşed şekilde fenalık ve men'ini izhar etmek içindir.»

Hafızuddîni Nesefî merhumda dediki:

«Bu abdest azalarını üçden fazla yıkamadaki davranış, o şahıs ken­disince sünnet olan böyledir, diyerek îtikad edib kendi görüş ve itikadı ile amel ederse, bu günah olur. Yoksa, Abdestin tamamlanmasında ken­disinde bir şek ve şüphe olursa, bu takdirde üçden fazla yîkadığmda, bir beis yoktur.»[195]                                              

Tercümesi:

418 - (28) Abdullah bin Muğaffel (R.A) den mervidir, bu zat oğ­lunun şu duayı söylediğini işitmiş î

«Allahım! ben senden cennetin sağ tarafından beyaz köşkler, iste­rim.»

Bunun üzerine Abdullah (R.A} oğluna dedi:

«Ey oğlum! Allâhdan cennet iste ve Cehennemden ona sığın. Zira ben Resûlüllah (S.A.V) den işittimki:

«Yakında bu ümmetten bir kavm (cemaat) zuhur edecektir, dua ve temizllkde haddi tecâvüz edecekler.»

(Hadîsi, Ahmet, EM Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir.) [196]

 

İzahat

 

Râvî Abdullah bin muğaffel (R.A), hakkında gerekli malûmat, yu­karda geçmiştir.

Hadîsi şerifin naklinde şu hususlar beyan edilmektedir :

a) Râvînin, Oğlunun şu duada bulunması:

«Allâhım! ben senden, cennetin sağ tarafından beyaz köşkler İste­rim.»

b) Bu duanm tam yerinde olmayıb, hak teâlâdan dua edib yalvar­manın usul ve âdabını, büyüğü olan babası, evlâdına tâlim sadedinde şöyle dâyor:

«Ey oğlum! Allâhdan cennet iste ve cehennemden ona sığın.»

Bu hal, babanın ciğeri evladına, din yolunda en güzel îkaz ve öğüt­lerinden bir örnektir. Zira evlad, Allâhü teâladan sâde cennet ve nîmet isteyor. Cehennemden korkma ve ondan Allâha sığınmayı terk ediyor.

Halbuki mümin, «Beynel havfi verreca» denilen halde yaşayıb dua edecektirki; Hem Allâhdan korkacak ve nemde onun rahmetinden umu­dunu kesmeyecektir.

Bir âyeti kerîme mealinde şöyle duyurulmuştur : «Allâh-a, hem (azabından) korkarak ve hem (rahmetini) umarak duâ ediniz.»   (Araf sûresi, 56)

c) Hadîsi şerifin son cümlesi olan şu satırlar ise, şayanı dikkattir: «Yakında bu ümmetten bir kavm (bir cemâat) zuhur edecektir, on­lar, dua ve temizlikde haddi tecâvüz edecekler.»

Hadîsi şerifin bu cümlesinin hükmü, hemen tabiîn devrinde gö­rülüyor, dua ederken usul ve âdâbma riâyet edilmeyor. Hem cennet ve rahmeti umarak ve hem cehennem azabından korkarak hakka niyaz­da bulunmak yerine, sâdece cennetin sağ tarafından beyaz köşkler is­teniyor.

" îşte bu hâlin görünüşü, yakın zamanda böyle dua edenlerin olaca­ğını ilâhî ekrandan seyredib gören sevgili efendimizin haber verdiği hâ­lin zuhuru ile, bir mûcizei Rasul müşahede edilmiş oluyor.

Keza abdest ve gusul gibi taharetlerinde haddi tecâvüz edenleri gör­düğümüzde, yine Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, mûcesini müşahede etmiş oluruz.

Tercümesi:

419- (29) Übeyy bin Kaab (RA) den menidir, Neblyyİ muhterem (SA.V) den rivayet olunmuştur : Resûlüllah (SA.V) buyurdu:

«Abdestde, vesvese vermek için bir şeytan musallat oîurki, o şey­tanın adına - veleham • denir. Bu şeytanın, suyun abdest azalarına eri-şib erişmediği hakkında telkin edeceği vesveseden kaçınınız.»

(Hadîsi, Tirmizî ve îbni Mâce rivayet etmişlerdir. TUrmizî dediki; Bu hadis garibdir.

Zira biz, bu hadîsin isnadını «Hârice» isimli kişiden başkasından bir senet bilmiyoruz. Bu adam ise, biz ehli hadis nazarında, sağlam bir kişi/ değildir.) [197]

 

İzahat

 

Ravî übeyy bin kaab (RA}, hakkında bir nebze malûmat, birinci cildin 246. sahif esinde geçmiştir.

Hadîsi şerifde, abdest esnasında «veleham» isimli bir şeytanın, ya­ni «Şeytanulvuzû» un musallat olubf abdest alan kimseye, bir mi yıka­dığını veya iki, üç yîkayıb pkamadığmı veya.suyun, azalarına ulaşıî) visladıb ıslatmadığını ve bunlara benzer acâib ves'veseîer verebileceğini sevgili efendimiz beyan buyurmuştur.

v'es'vesenin mâhiyet ve fenalıkları hakkında bir nebze malûmat, birinci cildin 189 - 204. sahâfelerinde ve bu cildin «Helanın edenleri Babı» başlığının altında geçmiştir.

Ves'veseyi, hem şeytan ve hem insanın,nefsi verebilir. Hadîsi şerif­de, Abdest esnasında şeytanın ves'vese vereninin ismi beyan edilmiş-ür.                                                         -

Beşer hayatında şeytanın ilk ves'vese verdiği, Atamız Adem aley-hisselamdır.

Bu husus kur'am kerimde şöyle beyan buyurulmuştur :

«Ve nihâyej, şeytan, Adem (A.S) e ves'vese verdi ve şöyle dedi :

—Ey Ademi seni, (cennette kalmana sebeb olacak)^ebedîlik ağacı­na, birde son bulmayacak devlete delâlet edeyimml?» (Tana sûresi, İ2Ö)

Tercümesi:

420 - (30)   Müaz Bin Cebel (RA) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (SA.V) i gördümki:

«Abdest aldığı vakitlerde, yüzünü elbisesinin bir tarafı ile silerdi» (Hafaeri, "Tirmizî rivayet etmiştir.) [198]

 

İzahat

 

Râvî muâz bin Cebel (RA) hakkında, bir nebze malûmat, birinci ciltde geçmiştir.

Hz. Muaz-m beyan ettiği haberde, Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, abdesti aldukdan sonra, elbisesinin bir tarafı ile yü­zünü sildiği beyan Duyurulmaktadır.

İbnİ Hacer merhum dediki:

«Rasûlüllah (SA.V) in aıbdest hitamında böyle elbisesinin bir ta­rafı île yüzünü sildiği sahih ve vâkî ise, bu takdirde bu şekildeki amel, mazerete binâendir. Veya öyle yapmanın cevazım beyan etmek için­dir.

"— Zira Hz. Meymûne, Rasûlü ekrem (SA.V) e, abdesti aldıktan sonra bir mendil getirmiştir. Fakat Rasûlü ekrem bunu red etmiştir ve suyu eline dökmeye başlamıştır.

  İşte bu sebebden bizim ashabımız (Şâfi-î âlimlerimiz), demiş-tirki:

«Abdest alan ve gusul yapan kimseye, peygambere tabî olmak için kurulanmayı terk etmesi, sünnettir..»[199]         .                

Şârih Aliyyulkârî merhum devamla şu hükümleri naklediyor :

«Zeylaînin kenz şerhinde de şöyledir :

«Abdestden sonra mendil (havlu gibi şeyler) ile silinmekde beis yoktur.

  Bu hasusda böyle hüküm, Hz. Osman, Hz. Enes. Hz, Hasan bin AH ve Hz. Mesnık dan rivayet olunmuştur.»

Mîrâci dirâye de dedifci:

«Abdestden sonra &ilinîb kurulanmayı mübalağalı yapmamak gere­kir. Sebebide, abdest azalarında, abdestin eseri kalmalıdır.

Münyetül musallî sâhibide,

«Abdestcten sonra silinib. kurulanmanın, müstehaüngim, tasrîh etmiştir.»[200]                                                              

Nûrul izah adlı eserde ise; Abdest aldıkdan sonra mübalağa ile kurulanmamamı, abdestin mendüblanndan saymıştır.

Demek olııyorki, Abdestden sonra kurulanmak, mendübdür. Fakat tamamen azaları kuru hâle getirecek şekilde olmamak kaydiyle silinip kurulanmakdır.

Netekim merâkılfelah haşiyesi tahtâvî de şu hükümler zikredilmiş­tir :                                                   .     .

«Abdestin eseri, azada kalmamak üzere silinib kuruianmakda mu-bâlağa etmemek, demekle, kurulanmaya ihtiyaç olunmadığında kun*-lanmayâ gerek yoktur, kaydı ile mukayyetidir.

  Kurulanmaya ihtiyaç olursa, Kurulanmanın kerâhatsız cevazı ve belkide kurulanma iktizasında kurulanmanın müstehab veya vacibli-ğinde ihtilafa düşmemek açıkdır.

  Sahih olan budurki, Rasûlüllah sailallâhü aleyhi vesellem efen­dimiz, abdest aldıklarında, mendile silinirlerdi.»

Hemen aşağıda, Hz. Aişeden mervî haber, bu hükümleri teyid et­mektedir.

Yukardan buraya kadar izahımızdan anlaşılmıştırki, Rasûlü ekrem efendimiz, abdesti aldıkdan sonra mendil gibi bir bez ile silinmiştir.

Hz. Muazın, haberinde ise, elbisesinin bir tarafı ile yüzünü sildiğini beyan buyurması, îbni hacer merhumun beyan ettiği üzere, efendimi­zin öyle işlemesi, ya bir mâzeretden veya cevazını beyan etmek için işlemiştir. [201]                                                       

Tercümesi:       .

421- (31) HazertiAişe(R.A) denmervîdir,dedi: «Resûlüllah (S.A.V) abdesti aldıktan sonra bir bez (havlu) ile abdest azalarım kurular idi»

(Haberi Tirmizî rivayet etmiştir ve Tirmizi dedi, bu hadisin isnadı kâim değildir ve râvî Ebu Muaz ehli hadis indinde zaifdir.) [202]

 

İzahat

 

Hz JUşe [RA] inr öu haberi ile ilgili bir nebze malumat, bir üst-deki haberin izahatında nakledilmiştir. Bu rivayetde de bsjirtüdiğl üzere, Rasûlü ©krem sallallâhü aleyhi vesellem ef-endiiraz, mendil, hav­lu, peşkir ve el bezi denilenlere benzer ıbir bezle abdest azalarım silmiş­tir.

Haberdeki, «yüneşşifü» kelimesi, mübalağa ile kurular idi,"mânası­nı ifâde etmektedir. Zira kelimeyi, evvela tef'il babından olduğunu be­yan etmişlerdir. «Yenşifü» ile Şerh. ederek kurutma derecesine varma-dan, silmek mânâsına geldiğinide beyan etmişlerdir.

Fakat ııleinâ-i karam efendilerîmizm pek çoklan, Rasûlü ekrsm sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, aMest âzalarmda abdest suy^ nun nurl&rmdsn bulunması içm, fazla kurulanarak silinmeyi terk ettiği ni beyan etmişler ve fazla (kurulanmayı terk etmek müstehafedır, demiş-lerdir. Zira AMest sulan, kıyamet gününde bulunduklan yerde bir nur olacatdır. Azanın üzerinde su damlası bırafcmayıb kurudülunca, o nur Denilsmâştirki: «Elbette m, aMest azalarında devam ettikçe, îes-bin eâer.»[203]                                                                

Hulasa-i kelamf Uz hanefîlere göre aMeıst den sonra silinmek, caiz ve müstehabdır. Fakat kurudacak derecede silirtmeyii) aödest âza-larmda ıslaıklıüc koymak suretiyle silinsmek iyidir. [204]

 

Abdestin Sünnetleri Île İlgîlî Üçüncü Fasıl

 

Tercümesi:

422- (32) Sabit bin Ebî Safiyye (R.A) den mervîdir, dedi :

Ebû Câfere (câferi Sadıka) ben dedim (o Muhammed Balardır)

Câbir (R.A) sana Haber verdi:

«Nebİyyi muhterem (5.A.V) Abdestini alırken azalarını birer defa yıkadı, ve bir abdest daha aldı, ikişer defa yıkadı.

Ve yine bir abdest daha aldı üçer defa yıkadı, değilmi?

Ebi Caferde* evet, dedi.» (Haberi, Tirmizî ve ibni Mâce rivayet etmişlerdir.) [205]

 

İzahat

 

Râvî Sabit bin Ebî Safiyye (R-A), yemenlidir. Bu zat.Muhammed bin Ali el Bakırdan işitmiştir. Ondan vekî merhum ile ibni uyeyne mer­hum rivayet etmişlerdir. Tîbî merhum böyle demiştir.

Mîrek merhumda bu zatı, kûfeli, rivayeti zâif ve Rafızî (Şîî) dir, de­miştir.

Musannif Hatibi tebrizî merhum dediki; künyesi, Ebû Hamzadır. Tabiînden olduğu zikredilmiştir.

Vefatı, hicretin yüz kırk sekiz (148) senesinde vuku bulffljiışrur.

Haberde beyan edilen hükmün, abdestin fara ile amel edib ab­dest azalarını birer defa yıkamakla abdestin sahih ve cevazını beyan etmek olub, ikişer ve üçer defa yücamasındaki hîkmetde abdest almayı tâlim ve beyan etmektir.

Bu hususun daha geniş îzahı, yukarda geçmiştir.

Dikkat : Yukarda kısa tercüme-i hâlini yazdığımız râvî zâtın, Rafızî (Şîî) olduğunu da beyan eden olmuştur.

Bir dela bu râvMn mes'eleyi naklettiği Caferi Sadık merhuma, Şü-lerin« bağlıyız» deyib bir çok yalan ve iftiralar uydurdukları muhakkak-dır. O mübarek fâzılın demediğini ve onun işlemediğini, ona isnad edib kendi ihtiras ve nefislerinin arzularına âlet etmişlerdir.

Bugün Şiilerin bulundukları bir diyarda, bir idare değişikliği olmuş ve islam kelimesi bayrak edinilmiştir. Keşke kitab ve sünnete uygun peygamber ve sahâbe-i kiram efendilerimizin ve onlara adım adım uyan ehli sünnet velcemaat yoluna tabî olunan bir esas ve hakîkata tabî olarak, islam dâvasında bulunulsa! Bütün islam âleminin ve müs-. lümanların arzu ve emelleridir.

Ve fakat hakikat öyle değildir, Şiilerin, tarih boyunca, akîde görüş­leri, amel ve ibâdetleri, kitab ve sünnete muhalif olmuştur ve hâlada aynıdır.

Şiîler, Firakı dâlleden olub, 22 guruba ayrılmışlardır. Bunların îtikat ve ibâdetlerinde bâzı değişiklikler olub, bir kısmının zındık ve sa­pıklık içinde küfre varmayan akîde görüşleri olmakla beraber, bâzıları­nın akîde ve inanç görüşleri küfürdür.

Hal böyle iken, bâzı din kardeşlerimizin, bizzat geldb sual soran­ları olmuştur.

Efendim falan hoca veya falan imam diyorki : «Şü mezhebide, îmamı Azam-m mezhebi gibi hak mezhebdir. îmam-ı Azam-m mezhebi geniş şekilde gelişmiş. Şîî mezhebide, belli bir muhitte gelişmiştir, gibi sözler...»

Bu sözleri söyleyib hükümler beyan edenler, Şiîliğin Hz. Osmanı kur'am kerimi okurken şehit etmelerinden bugüne kadar gelişen fasit ve belkide bâzılarının küfür olan akidelerini bilemeyib, câhil oldukla­rından, cehline kurban olnib dîni Tnübîni îslâmı î'ahrîb eden muhteris­lerdi]'.

Makama, mansıb ve maddeye, hatta şöhret ve şakşaka düşgün gözlerini gönüllerini dünya hırsı bürümüş, riyakar, dalkavuk, Bid'atcı, zındık ve sapık tipinden olan veya böylelerinden menfeatlanan zaval­lıların hal ve hareketlerine acınır. Zira Cehillerine kurban oluyorlar. Eskiden beri devam ede gelen Şiîlik akîde ve görüşlerinin ittifak ettik­leri, bütün ashab, halifeliği ilk defa Hz. Âliye vermediklerinden, günah kardırlar. Aynı görüş yeni çıkan Şîî kitabı «İslam Fıkhında devlet ida­resi» adlı kitabın kırkıncı sahîf esinde mezkûrdur.

İmam-ı Azam Ebû Hanife (R.A), bütün sahabeyi hayr ile anmamız gerektiğini ve onların hiç birinân ateyih.itn.de konuşulmamasının lüzu­munu beyan etmiştir. Halta yutarlarda ve «mfilteka tercümesi» adlı eserimizin todiünci cildinin «Mestler üzerine mesti babı» başlığının altın­da geçtiği üzere, Hz. İmam; Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömeri, bu ümmetin en efdal kişileri saymak ve Hz. Osman ile Hz. Aliyi sevmek, ehli sün­net velcemaat alâmeti olduğunu beyan etmiştir.

Şîüer ise, Hz. Ali ve o mubârek4n soyundan gelenlerin rivayet ettik­leri hadîsi şerifleri kabul edib diğer sahabelerin rivayet ettikleri hadîsi şerifleri red ederler veya uydurma hadis olarak kabul ederler.

Râfizî (Şîî) lerin akîde görüşlerinden bâzılarını 1967 senesinde yazıb okuyuculara arzettiğimiz «İslama Sokulan Bİd'at ve Hurafeler.» adlı eserimizin birinci cildinde zikrettiğimizi hatırlatırız.

Binâenaleyh hak yolcusu müslüman kardeşlerimizi, ana cadde olan sıratı müştekimde devam etmeleri için, kitab ve sünnetin yolu, olan, ehil sünnet velcemaat topluluğuna tabî olub, her çeşit fırka ve zümrecilik yollarından kaçınmalarım tavsiye ederiz.

Kurtuluş kur'ana, sünnete ve ehli sünnet velcemaat toplumu olan efendimizin ashabının yoluna tabî olmazdadır. Tek kelime ile kurtuluş,' islamdadır.

Evet kurtuluş, islamı bilib, islamm dediği gibi inanıb amni atmek-tedir. îslamı ve bilhassa kur'anın dilini ve islam hukukunu biliö, bildiği ile amel etmek suretiyle kurtuluşa ve Allanın lutfuna mazhar olunaca­ğı muhakkakdır. Yoksa Allâhü îeâla câhillerden dost edinmez ve yar­dımı ile lutfu inayetini serd ermez.

Dünyalıkdan bâzı şeylere kavuşmak, direk lütuf sayılamaz. Fir'avn, nemrut ve. kârun gibilere, dünyalık verilmesi elbette lutfu ilâhîden de­ğildi. Bütün bu cümlelerin bağım, meylâmız müslümanları sapıklıklar­dan korusun duası ile bitirelim.

Tercümesi:

423.- (33) Abdullah Bin Zeyd (R.A) den mervîdir, dedi:

«Nebİyy* muhterem (SA.V)  abdest aldı, azalarını, ikişer, İkişer yıkadı ve «Nur üzerine Nur» Buyurdu.»

Tercümesi:

424 - (34) Osman (R A) den mervîdir, dedi: Muhakkak Rasûlüllah (S.A.V) Abdest aldığında azalarını üçer defa yıkadı ve buyurdu :           '

«Bu şekildeki abdest» Benim ve benden Önceki bütün Peygamber­lerin abdestidir. Ve îbrahinî Peyğamberhı abdestidlr.» (Bu her iki Hadisi, Rezin rivayet ermiştir. Nevevi, Müslimin şer­hinde ikinciyi zail gördü.)

Tercümesi:

425 - (35) Enes (RA) den mervîdir, dedi : «Resûlüllah (SA.V) her namaz için abdest alır idi.

Ve bizim her hangi birimizde, abdesti bozulmadıkca bir abdesUe iktifa ederdi.» (Haiberi, Darimî rivayet etmiştir.)

(Not : Bu haberin hükmü, hanefl fıkhında geniş şekilde yazılmış­tır. Bir abdest ile bir kaç vakit namaz kılındığı gibi, efendimizin kıldığı üzere, bir aibdest ile beş vakit de, kılınaibilir.)

Tercümesi:

426 - (36) Muhammeö bin Yahya hm Hmbân (RJV) den mervî-dirfdedl:

«Ubey dullah bin Abdullah bin Ömer (RA) a dedim ki ı «Abdullah hin Ömer (RA) ı, tâbir (abdestli) olsun veya tâbir oı-masın her namaz için nasıl abdest aldığım gördünmü?

  Bunun üzerine ubeydullah (R.A) dedi:

«Onun abdest alışını, Hattab oğlu Zeydin kızı Esma (R.A) haber verdi, Ebû Âmiri (Fâsık) in oğlu, uhud muharebesinde şehid, olub meleklerin yıkadığı Hanzalenin oğlu Abdullah (R.A) e, Esma (R.A) de-mİştirkl;

  Elbette Resûlüllah (S.A.V), tâhir olsun veya tâhlı1 olmasın mut­laka her namaz için abdest ile emrolunmuştu.

  Vaktaki Rasûlüllah (S.A.V) e, bu iş ağır geldi, bunun üzerine her namaz zamanında misvak kullanmakla emrolundu. Abdestin hük­mü ondan nesholunub kaldırıldı, ancak abdeststz olduğunda   abdest ile emrolunma hükmü kaldı.

  Ubeydullah (R.A) dedi:

«Abdullah bin Ömer (R.A), Rasûlüllah sallallâhü! aleyhi vesellem-in, neshedihnezden evvel işlemesini, bir kuvvet ve delil görerek, Ölün­ceye kadar her namaz için abdest alma işini yapmıştır.» (Haberi, Ahmed rivayet etmiştir.) [206]

 

İzahat

 

Râvî Muhammed hin Yahya bin Hıbban (R.A), tabiînin ve medîne-i münevvere fakihlerinin îtimad edilen âlimlerinden öir zatdır. künyesi, Ebû Abdillahdır.

Vâkıdî merhum diyorki:

«Muhammed bin yahya bin hıbban (R.A), Medîne-i münevvere-nin mescidinde (mescidi nebevide), kendisi için bir halaka olurdu, dâ­ima bu cemaata fetva verirdi. Fetvasına îtimad edilirdi ve çok hadis MMrdi.» [207]                                                    

Medine mescidinde tedrisat halafcasmda Mâlik bin enes (imam-ı mâlik) hazretleride bulunmuş, fcu zatdan ilmi fıkıh ve ilmi hadîs tâlim etmiştir. îmam-ı Mâlik hazretleri, bu zata sonsuz bir îâzim ve hürmet ederdi.

Vefatı, hicretin yüz yirmi bir (321) talihinde, yetmiş dört (74) yaşında mednîne-i münevverede vuku bulmuştur. Allalı ondan razı ol­sun.

Haber arasında geçen «Ubeydullah (R.A).» Hz. Ömerin torunu ve Hz. Abdullah bin Örmerin oğlududur. Esma (R.A) isimli kadın efen­di ise, Hz. Ömeün oğlan kardeşi Zeyd (R.A) m kızıdır. Abdullah bin Hanzala (RA) İse zifafa girib cünüb oldukdıan sonra uhud muharebe­sine iştirak eden ve orada şehid olan Hz. Hanzelerrin oğludur.

Hz. Abdullah bin Hanzale, yedi yaşında iken Rasûlü ekrem sallal­lâhü aleyhi vesellem vefat etmişlerdir. Bu yaşlarına gelinceye kadar efendimizi gördüğü, dolayslyle sahâbe-i kiramdan olduğu beyan edil­miştir. Medîne-i Münevverede yezidin hal-ı (hilâfetden düşürülmesi) için bîat edenlerdendir. Bu sebebden «yevmtilharre» denilen savaşda öldürülmüştür. Allah ondan râzî olsun.

Babası Hanzala (RA) İse; Ubud muharebesine cürtüb olarak iş­tirak etmek zorunda kalıyor ve muharebeye Öyle iştirak ediyor. Harb meydanında şehid oluyor. Mübarek cenazesini, meleklerin yîkadığım gören Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, Hanımına; «Hanzalanm hâli nedir?» dikerek sual ediyor.

Hanım efendisi diyorki:

«Hanzale cünüb idi, bir tarafını yîkamışdı, duydukî, askerî heyet gidiyor. Hemen o haliyle harbe çıkdı ve öldürüldü (yani, uhud muha­rebesinde şehid oldu).»

İşte o anda Rasûlü ekrem (S.A.V) buyurdu:

«Gördümki, Melekler onu yîkayordu.»[208]

Haiberin içinde geçen ve bu uhud muharebesinde şehid olan Hz. Hanzale-nin babası, Ebû Âmir ise, Medînenin evs kabilesinden olub, mü­nafıkların reislerinden idi. Abdullah bin übey bin semi isimli münafık­ların başı olan kişi, medîne-i münevverede kalmıştı. Fakat bu Ebû Ami­ri Fâsık, efendimize karşı hased ve kini daha şiddetli olduğundan me-clihe-i münevverede kalamamıştır. Mekkenin fethi senesi diyarı Ruma gitmiş, oralarda efendimizin aleyhine cemaat toplamaya çalışmıştır.

Tebük seferi ânında medînedeki münafıklara, Mescidi kuba civa­rında bir mescid yapdırmıştır. Kur'anı kerimin Tevbe sûresinde bu mescide, «Mescidi zirar = zararlı mescid» ismi verilmiştir.

Kısa hal tercümelerini nakletdiğimîz bu hayat hikâyelerinde, ibret alınacak çok mühim dersler vardır.

Tercümesi:

427- (37) Abdullah bin Amr bin el As (R.A) den menidir.

Nebîyyi muhterem (S.A.V), saade (Saad bin ebî Vakkasa) uğradı, oda o anda abdest alıyordu;

Hemen Peygamber (S.A.V) ona buyurduk!:

«Bu ne israf? ya Saad!»

Saad, «Abdestde, israf olurmu? Ya Resûlellah!» dedi :

Peygamber (S.A.V) «evet! velevki akıcı bir ırmak kenarında da olsan.» buyurdu. (Hadîsi, Ahmet ve İbra Mâce rivayet etmişlerdir.) [209]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde pek mühim ve hassas bir hüküm beyan edilmiştir, sebebide insanlar, ırmak, çay ve deniz gibi akıcı ve bol su kenarında abdest alırken ve gusul yaparken bu hususa ekseriya riâyet etmezler. Aynı zamanda bir sakınca ve günah yok telakkisi içinde olurlar.

\ Neteldm Hz. Saad-in abdest alırken fazla su sarfiyatta bulunuşu, :«abdest almak bir ibâdettir. Binâenaleyh ibadetde israf olmaz» düşün-? cesinitrneticesidir.

Bu düşünce ve fikre sâhib olan Hz. Saad-e, Peygamber (SA.V) efen-dimiz; «Bu ne israf? ya Saad!» diyor.

Hemen Hz. Sâd, bu suâlin cevâbında; «Abdestde, israf olurmu? ya Rasûlellah!» demiştir.

îşte abdest gübi ibâdetlerde israf .olmaz zanniyle sorulan   suâle ^peygamber  (S.A.V) -efendimiz; «Evet  (abdestde israf olur), velevki sen akıcı bir ırmak kenarında olsanda.» buyurmuştur.

Hz. Saad [THA) in, «İsrafda hayır yokdur ve hayırda işrâf olmaz.»

şeklinde söylenen hükmün ikinci cümlesine zâhib olarak, tâat ve ibâdet­lerde israf olmaz zannetmiştir. Anoak ibadetde de israf olduğunu ve olacağını efendimiz beyan buyurmuştur, sarihlerin beyanına göre Hz. Saad, islâma daha yeni girdikleri sırada bu hâdise ile karşılaşmıştır. Bu sebeble, henüz, islâmın hükümlerini gereği gibi bilmediğinden «ab­destde israf olurmu?» diye 'sualde bulunmuştur.

Veya kendisi abdest alırken suyu fazla kullanmakla; vakitten, öm­rü .boş yeie geçinnekden ve islâmın çizmiş olduğu haddi tecavüz ediî> islâinın hükmüne muhalefet hükümlerinin îsr&ftian olduğunu (bilmeyen lere tâlim edüb öğretmek maksadı ile sormuşdur :

Evet hayır ve ibâdet işlerindede israf olur. Ve buradaki israfda ay-îü şekilde, haramlara sarf edilen emek> mal, mülk ve emsali şeylerin haranılığı gibidir.

İbâdet ve Hayırda israfın olduğuna yukardaıki -hadîsi şerif yanın­da bîr kaç hüküm daha nakledelim.

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimize, bir çocuk' an­nesi tarafından gönderiliyor. Çocuk diyorki:

«Annem, senden bir gömlek isteyor.»

Halbuki o anda Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimi­zin yanında ancak kendi gömleği var idi, hemen çocuğa dediki : «Baş­ka bir vakit gel.»

— Bunun üzerine çocuk annesinin yanına gitdi (Durumu anlatın­ca) , annesi çocuğa dedi:

«Ona söyleki, elbetde annem senin sırtındaki gömleği isteyor, de.»

Çocuk Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimize geliyor ve durumu anlatıyor:

İşte o anda Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi veseliem efendimiz evine giriyor, sırtındaki gömleğini o çocuğa veriyor. Anadan üryan va­ziyette oturuyor.                 .

. Hemen biraz sonra Hz. Bilal ezam okuyor. Bütün ashabı kiram, namaz içan hazır olub b&kleyorlar. Fakat Rasûlü ekrem (S.A.V) efen­dimiz namaza çıkamıyor.

Bunun üzerine şu mealdeki âyeti kerîme nazil oluyor :

«Elini, boynuna bağlayıb açma (cimrilik yapma) ve tamamende açıp saçma (israf etme.) Sonra kınanmış, peşiman bir halde oturub kalırsın.»    (isra sûresi,. 29)

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem efendimize, sırtında ki gömleğini isteyen bir kadına vermesiyle, namaza çıkainayıb kalması hâlini, mevlâmız açıkça beyan buyurarak böyle yapmamasını tavsiye etmiştir.

Demek oîuyorki, kişinin kendi nefsine, aile etradına ye ödenmesi farz olan borçlarına sarf edeceği şeyi, hayra ve sadakaya vermeyib lüzum eden farz yerlere sarf etmesi, lâzımdır. Farz ve vâoibier, hatta sünnet olan yerlere infakdan sonra nafile olarak tasaddukda bulunmakf en iyi ve en doğru hayır yoludur.

Her ne ise şimdi biz abdestdeki israf dan dolayı, hayır işlerindede israfın olacağını, kısa yoldan misallamış olduk, îsraf ifoâdetde, yeme­de, içmede, konuşmada, yatmada ve her şeyde olabilir.

Birde israf hakkında bir kap ayet meali naklederek mes'eleyi kapa­talım.

Bir âyeti kertmede şöyle buyurulmuştur :

«Yiyiniz, içiniz ve fakat israf etmeyiniz. Zira Allâhü teâla israf ede­rek har vunıb harman savuranları, kat'iyyen sevmez.» (Araf sûresi, 31}

Diğer bir âyet meâldde şöyledir:

«Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış kimseye, hakkını ver ve fakat (malını) tamamen saçıp savurma.

— Çünkü mallarını ve canlarını israfla harcayanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbislne karşı çok nankörlük etmiştir.» (îsrâ sûresi, 26-27)

Bu son âyeti kerîme mealine göre, israf edici kimse, şeytanın kardeşidir. Şeytanın kardeşi ise, şeytandır.

însan için, kendisine şeytan ismi verilen ıkötülükden daha eşed bir zemmetme olamaz.                                              

Fir'avnm ve kavminin, keza lût aleyhisselâmm azğm kavminin kö­tülüklerini, israf edici kavm oldukları muhtelif âyetlerde beyan edil­miştir.

Şu halde mümine yakışan, ibâdet ve tâatmda, israfdan kaçınmak, haram ve günahlardan uzak dusarak hak teâlaya, adaletli ve dos­doğru kulluk yapmakdır.

Tercümesi:

428 - (38) Ebû Hureyre, timi Mesud ve timi Ömer (R.A) den mcr* vîdir;

Peygamber (S.A.V) buyurdu:

«Bir kimse, abdest alır ve Allanın ismini anarsa, muhakkak o kim­senin vücûdunun her tarafı temizlenir. Bir kimsede, abdest alır ve Allanın ismini anmaz İse, ancak abdest azaları temizlenir.» [210]

 

Îzahat

 

Hadisi şerifin ihtiva ettiği hükümlerin bâzı yönlerini- yukardakj hadîsi şeriflerin İzahatında yapmış idik. Besmele ve Allahü teâlamrî adını zikretmenin pek çok yönlerinden, hadis ilminde hüküm ve be­yanlarından bir kaçını nakledelim.

ismi ilâhi ile her; şeye başlamanın, en iyi ve en doğru bir amel olduğu muhakkakdır. Böyle olduğu için, Halikı zülcelâl hazretleri, kur'-anı kerimde ilk indirdiği âyeti kerîmede bu hükmü beyan buyurmak­tadır, .

Mevlâyı nıüteal şöyle buyurmuştur :

«(Habîbim! Besmele okuyarak) her şeyi yokdan var idib yaratan Rabbiyin adıyla (kur'anı) oku.»                                    (Alak sûresi, t)

Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhivesellem efendimiz de şöyle buyurmuş­tur :

«Her yeni başlanan bir işki, o işin evvelinde bismillâhirrahmânir-. rahim = Rahman ve Rahim olan Allanın adıyla taşlarım, ile başlan­maz ise, İşte o iş, efcterdir (bereketi kesiktir).» [211]

Bâzı rivayetlerde, «Ektâ ve eczem = herekti kesik ve fnmâmpn so­nucu bağlanmış ve kapanmıştır.» mânalarını ihtiva eden cümlelerle bitmektedir.

Rasûlüllah (S.A.V) den rivayet olunan diğer bâr hadîsi şerif de şöyje buyurulmuştur:

«Kalemin, ilk evvelâ yazdığı, BİsmİHâhirrahmanirrahîm, olmuştur.

— Binaenaleyh sizde bir şey yazdığınız vakit, İlk evvela o besme­leyi yazınız. Zira o besmele, inzal olunan her kitabın açıcı anahtarı­dır...»  [212]                                              

Ebî Hureyre (R.A) den mervî bir hadîsi şerifde, Rasûlü ekrem sal-laliâhü aleyhi veseüem efendimiz şöyle buyurmuştur :

« (Helal ve caiz olan) Her hanki fcir kelâm ve süzkl, AUâhın adı zik­redilmeden başlanır ve benim üzerime (efendimizin üzerine) salavatı şerife getirilirse, işte o söz ve kelam, bütün bereket ve hayırdan mah­rumdur.»                                                            (Besmele Risalesi, 76)

Yukardaki âyeti kerîme ile Hadîsi şeriflerin hükümleri meyanın-da, Halikı zülcelâlm ahlak ve âdeti, göndermiş olduğu Kur'anı Kerim sûrelerinin hepsinin evvelinde bir besmele yazdırmıştır.

Şimdi kısa cümlelerle naklettiğimiz hakîkatlarm hayat üzerinde tatbikatına bir nazar edelim.

Helâl ve caiz olan, yeme içme, yatma ve kalkma, okuma ve yaz­ma, konuşma, alma, salma, geyim ve kuşam işleri gibi beşerin haya­tında her şeyinde mutlaka besmele ile haşlayiî), hamdele ile bitirmesi, : o iş ve amelin, mutlak ve muhakkak, daha bereketli, daha verimli ve i daha faydalı bir halde neticelenmesini sağlar ve sağladığına dâir pek  çok örnek misaliar vardır.

Meselâ : Bir müslüman, çocuğunu besmele ile okunan bir okul ve -; kursa veya öyle plan bir iş yerine gönderdiğinde, oradan yetişen ço­cuk, Allahmı ve Peygamberini tanıyor, hocasını, usta ve kalfiasım saygı ile karşılayan, edebli ve terbiyeli, anasını ve babasını bilen, camiye cemaata giden, büyüklere saygı ve küçüklere sevgide bulunan, cemi­yet ve millete faydalı bir kimse olarak yetişmektedir, Fâidesi, zararın­dan katbe;kat fazla olarak görülmektedir.

f akaî okudukları kitablarm başında besmele olmayan, Besmele ile okutmayan, besmele ile ticâret, san'at ve iş göstermeyen müessese­lerdeki yetişen müslümanlarm evladlan, çok ve çok bereketsiz ve ah­laksız bir şekilde yetişmektedirler.                     

Hele bugün hu haîier, o kadar ayan ve beyan bir şekilde görulmek-tedirki,'adam sözde okuyor veya usta ve tüccar ölmüş/ne AHalıa kul­luk yapıyor, ne peygambere saygı ve hürmeti vardır. Okuduğu hoca-' sına saygısızlık ediyor,

Henüz daha okuduğu hocasına karşı gelerek sözde talebeler, oku­madan ve bir şeyler öğrenmeden (Ataların, küpe girmeden sirke olmak ister, "kabilinden) boyundan aşkın pe5c çok lüzumsuz işlere karışan, her hanki bir fırka ve kurutai içine girib beyinleri yıkanarak anaJbaba, hoca, büyük; âmir ve em&âîi kişileri dMemiyen zavallılar, hep besme­le : ile başlayıb Allahm adını anarak okumamanın ve okutmamanın mahsûlüdürler. .=                                    

ilim okuduğu kitab ve hocalarda, besmele ile başlama olmadığın­dan, okudukları hocalarına karşı saygısızlık yapdıkları gibi, okuduğu kitap ve müesseselerde aynı saygısızlığı yapanlar, pek çoğalmıştır.

Talebe, ilim öğrendiği kitabını, mak'adının altına koyub oturuyor. Sınıfı veya okulu bitirir bitirmez, hemen satıyor, atıyor veya yakıyor.

Hatta kitab ve defterlerin içlerine veya üzerlerine çok «ayıb yazılar yazanlar ve Resimler çizenler oluyor ve daha acâib şeyleri işleyenler, maalesef görülmektedir.                                 

Evet he6l olan her iş ve amelde, besmele çekerek Allahm adı ile başlamak, o işin hayırlı, bereketli ve yümünlü olmasını sağlar. Zira her, şeyi yaratan halik, kendi adiyle başlanan işlere, iyi âkibet ve müs-bet netice vereceğini vâd etmiş ve şimdiye kadarda vermiştir.

Besmele ile işe başlamanın, hem dünyevi ve hem uhrevi berekete sebeb olduğu ve olacağı muhakkakdır. Dünyevî iyilik ve bereketlerle ' ilgili bir kaç satın yazmış olduk. İnanç ve amel mahsûlü olarak konu­şulan bir halk deyîminlde hatırlatalım.

Müslüman, kendi helâli olan hanımı ile münâsebetde bulunmak istediği zaman, her iki tarafın besmeleyi çekmesi, iyi ve güzel ameller dendir. Bilhassa erkek kimsenin, hanımı ile cinsi münâsebette bulun­mak üzere harekete geçtiği zaman, besmeleyi çekmesi, hem cinsi mü­nâsebetin zevkli ve bereketli olmasına ve nemde o münâsbetten sonra bir döl tutma olub çocuk dünyaya gelirse, o çocuğun, iyi ve sâlih ev-lâdlardan olmasına sebeb olur.

Şayet besmele çekilmeden cinsi mlinâsebetde bulunulur ve aka­binde kadın hâmile kalırsa, işte o çocuk besmele .bereketinden mah­rum olduğu için, iyi ve sâlih olmayabilir. Bu takdirde kusur, yine helal işlere besmele çekmemenin bereketsizliğinin neticesi, hâsıl olmuştur.

Halk arasında huysuz ve terbiyesiz olan çocuk ve şahıslara, «Bes­melesiz çocuk, besmelesiz kimse ve bu adam, besmelesizin çocuğu...

gibi...» cümleler, hep bu îzâhma çalışdığımız hadîsi şeiiflerdeKi hüküm­leri, beyan etmektir.

İbni Abbas (R.A) rivâyefiyle sabit olan bir hadisi serifde Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi veseîlem efendimiz şöyle buyurmuştur : -

«İnsanların ve yer yüzünde yürüyenlerin hayırlısı, muallimler (in­sanlara ilim öğretenler) dir. Zira muallimler, her ne zaman din kazın­dığı vakit, onlar yenileyip meydana getirirler (getirmeye sebeb olur­lar).

— Binâenaleyh onların hakkını veriniz. Onlardan ücret îaleb et-meyiniz,

— Çünkü muallim, çocuğa, «bismillalıirrahmanirrahîm, de» dediği vakit, çocuk o besmeleyi söyleyince, Allâhü teâla cehennemden bir âzad beratı; çocuğa, bir âzad beratı muallime ve bir âzad beratıda çocu­ğun annesi İle babasına, yazar,» [213]       

Hadisi şerifde görüldüğü üzere, insanlara ilim tâlimi ile meşgul olan din ve ilim Öğreticileri, öğretmeye başlarken ilk evvela besmele okudarak Allanın adıyla başlayaoakdır ve böyle başlamak ve başlat­makla, o tâlim ve tedrisatın mutlak ve muhakkak bereketli ve verimli olduğu ve olacağı gübi, bu değerli muallim, çocuğu besmeleyi okutmak­la, hem çocuğu, hem kendini ve hem çocuğun annesi ile babasını ceheimem azabından kurtarıb cennetlik yapan bir berat, pasaport, cehen­nemden âzad ve cennete girme belgesini alıyor ve aldırıyor. Böyle muallim ve öğreticiler, ne mutlu ve ne güzel kimselerdir. Aynı zaman­da, böyle muallim ve öğreticilerden, ilim tahsil eden talebe ve gençler­de, çok ve çok muttu ve kıymetli kişilerdir. Zira bu kişiler, Dinin, mil­let ve memleketin istikbali için, fevkalâda bir bereket ve kıymettirler.

Hadis olmayıb mânâsı sahih olan, «Dünya, âhiretin tarlasıdır.» hük­münün ihtiva ettiği en kıymetli iyilikler umulan değerlerdir.

Muhtelif eserlerde yazılmıştırki; Hz. İsa aleyhisselam bir yerden geçerken kabrin birinde yatan kişinin azablandığım görüyor. Aynı yer­den diğer bir zaman giderken, kabir sahibinin azabının kalkıb rahata kavuşub nimet ve huzur içinde görünce, mevlayı mütealdan hikmeti­ni soruyor. Halikı Zulcelâl, Hz. İsa aleyhisselâma, o kimsenin âsî ve günahkâr olduğunu, o sebebden azab olunduğunu ye- fakat kendisin­den hamile kalan ailesinden bir çocuğu meydana gelib, yetişdiğini ve bir muallimin ona besmele öğretib okuttuğunu ve bu çocuğun besme­lesi sebebiyle azabının kaldırıldığını vahyedib bildiriyor.[214]

Tercümesi:

429 - (39) Ebî Râfî (R.A) den mervîdir, dedi:

«Resûlullah (S.A.V) Namaz için abdest aldığı vakit, parmağındaki yüzüğünü hareket ettirirdi.»

(Her iki Haberi, Dâre Kutnî rivayet etmiştir ve ibni Mâce son ha­beri rivayet etmiştir.) [215]

 

İzahat

 

Haberde, «Namaz için abdest aldığı vakit» vârid olan cümlede, ye-mekden evvel ve yemekden sonra veya-sâdece ellerin temizliği maksa-diyle elleri yî&ama ânında, yüzüğü kımıldatıp hareket ertirilmediğine işaret vardır.

Namaz için abdestini alırken, sevgili efendimizin parmağındaki yü­züğünü hareket ettirmesi, yüzüğünün altında kuru yerin kalmayıb süh destin tam've mükemmel olmasını sağlama maksadına mâtuîdur.

Binâen aleyh yüzük birazcık boi olur ve altına suyun gitmesi zan­nedilir ise,, abdest ve gusul ânında o yüzüğü hareket ettirib altına suyun gitmesini 'kesinimde sağlamak sünnettir. Fakat yüzük dar olur. Suyun, yüzüğün altına gitmesi 'kesinlikle umulmaz ise, bu takdirde abdest ve gusul ânında o yüzüğü hareket ettirib altına suyun vâsıl olmasını sağ­lamak, vacSbve belkide farz olur.

Şemaili Tirmizîde, muhtelif rivayetlerin beyanına göre, Rasûlü ek-rem sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin yüzüğü gümüşden olub, çok zaman sağ elin ve Bâzanda sol elin parmağına takmıştır.

Câbir (R.A) den rivayet olunan bir haberde şöyledir : «Rasûlü ekrem sallallânü aleyhi vesellem, yüzüğünü sağ eline ta­kardı.»

İmanı-i Buhâri merhum daf demiştirki; Rasûlü ekrem (S.A.V) in, yüzüğünü sağ eline takmasından murad, sağ elinin küçük parmağına takardı, demektir.

Muhammed Bakır (R.A) dan rivayet olunmuşrurki; «Hasan ve Hüseyin (Allah her ikisinden râzî olsun), yüzüklerini sol ellerinin sırça parmaklarına takarlardı.»

Munaddisler şöyle beyan etmişlerdir :

«Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinin, yüzüklerini sol ellerine takmaları, delâlet ederki, Rasûlü ekrem efendimizin böyle yüzük takmalarını gör­müş veya işitmiş olmalılarki, sol ellerinin parmaklarına takmışlardır.»

— Beyhakînin rivayetine göre; «Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi ve­sellem hazretleri, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Hasan, Hüse­yin (Allah hepsinden râzî olsun) sol ellerine yüzük takınmışlardır.

Eeyhakî-nin bu rivayeti delâlet ediyorki :

«Rasûlü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem hazretleri, yüzüğünü çok zaman sağ elinin ve bâzanda sol elinin parmağına takmışlardır.»[216]

Şemaili Tîrmjzîde ibni Ömer (R.A) den rivayet olunan bir haberde şöyle demiştir:                           .

«Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem, altından bir yüzük aldı, o altından yapılmış yüzüğü sağ eline takardı.

  Bunun üzerine ashabı kiramda altından yüzük aldılar, Rasûlü ekreme ittibâ etmek için takındılar. O zaman- altından yüzük takınmak erkeklere haram değildi. Sonra vahy nâzıl olub, erkeklere altından ya­pılmış f üzük takınmaları haram oldu.

— İşte o anda Rasûlü «krem (S.A.V), o altın yüzüğü parmağından çıkardı ve dedi:

«Artık ben bu altından yapılmış yüzüğü ebediyen takınmam.»

  Bundan <sonra hemen insanlarda, parmaklarında altından yapıl­mış yüzükleri çıkardılar.»

Daha geniş izahat, Siyer kitablarında ve Şemaili Tirmizî şerhlerin­de mezkûrdur. Ayrıca «Mlüteka tercümesi» adlı eserimizin 4. cildinde aşağıdaki hükümler, mezkurdur.

İbnî Ömer (R.A) den mervidir, buyuruyorki: '•

«Resûlüllah (S.A.V) Gümüşdsn bir yüzük alnuşdı ve elinde idi. (Resûlüllah irtihaî ettikten} sonra Ebû Bekir'in (R.A) etinde idi,. On­dan sonra Ömer'in (R.A) elinde idi. Ondan sonra Osman'ın (R.A) elin-de* tdi. Tâki sonra bîri eriş denilen kuyuya düştü, kaşı : Muhammedün Resûlüllah (idi),» [217]        

Peygamber (S.A.V) efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuru­yor :

«Akıkdan yüzük takınınız. Zira o (akik) mübarektir.»[218]

Şerhlerden Dürrü müntekâda şu hükümler mezkûrdur : «Yüzüğün kaşına" kendi ismini veya Allâhin ismini veya Peygam­berin ismini nakşeder. Lakin helaya girib istincâ edeceği vakıtta cebine veya sağ avcının içine kor.

  Yüzüğün kaşına insan resmi, veya kuş veya hayvan resmi nakş-olunmaz. Ve Muhammedürrasûlüllah da nakış olunmaz. Zira Peygam­ber (S.A.V) in yüzüğünün nakşıdır.

  Resûlüllah (S.A.V) yüzüğünün kaşı üç satır idi. Her kelimede bir satırdır .

Ebû Bekir (R.A) m yüzüğünün kaşı, «Nimel kâdirü Allah» idi.

  Ömer (R.A) m yüzüğünün kaşı, «kefâbilmevti vâızan=  vaaz yönünde ölüm kâfidir.»

  Osman (R.A) in yüzüğünde «le tasbiran ev Ietendimenne=ya sabredenlerdensin veya nedamet edenlerden olursun.»

  Ali (RA) m yüzüğünün kaşında, «Elmülkü lillah=MüIk Allah içindir.» nakşedilmişti.

Ebu Hanife (R.A) m yüzüğünde «kulilhayre ve illa fesküt =' Hayır söyle aksi takdirde sus.» nakşolunmuş idi.

  Ebu Yusuf'un yüzüğünün kaşında «Men amile bireyihi fakat ne­dime = bir kimse, kendi reyi ile amel ederse, şüphesiz nedamet eder.»

  İmamı Muhammedîn yüzüğünün kaşında «men sabara zafere = kim sabrederse, zafere ulaşır.»[219]         

İbni Âbidinde de yüzük'takınma ile ilgili şu satırlar mezkûrdur : «Yüzüğün kasma altın çivilendiğinde erkekler, yüzüğün kaşını sol avcının içine çevirerek takar. Sağ elede aynı şekilde takar denildi. An­cak sağ ele öyle yüzüğü takmak Râfîzîlerin şıârmdandır. Bu sebebden sağ ele öyle parlak altın kaşlı yüzüğü takmakdan kaçınmak lâzımdır.

  Kadınlar ise, erkeklerin hilâfinadır. Zira onlar hakkında öyle zinetlenmek vardır.

  Sol elin parmaklarına takılan yüzüğün küçük parmağa takıima-•sı lâzımdır.[220]                                                       

Ebülleysi Semerkandî (R.A) ise, sol elin ve sağ elin küçük par­maklarına yüzük takmayı müsavi olan amellerden sayıyor :

îbni Âbidinde bir beytin şu mısralarıda calibi dikkattir :

«Sağ elin veya sol elin küçük parmağı hakkında telâşa düşme, ne şekilde dilersen yüzüğü takın.» [221]                      

Mültekâ Sârini Dâmadda şu hükümler vardır :

«İnsan, yüzüğünü sol eline takar, sağ eline takmaz, ve sol elin par­maklarından küçük (sırça) parmaklan başkasına takmaz. Fakih Ebül-leys ise, sağ ve sol elin parmaklan arasında müsavi kılmıştır. Rivayet­ler muhtelif olduğu için, hak olanda budur. [222]        

Zeyd'in satın aldığı yüzükcte KuT'an (âyetleri) yazılmış olsa Zeyd o yüzüğü âdeti üzere takınıp kenife (helaya) girdiğinde parmağından çıkarınca mücerred (dışaida) takınmakla günahâr olur mu?

ELCEVAP... Olmaz [223]                                   

Aynî fetva «Fetâyayı Abdurrahım» adlı eserin birinci oildinin sahile 130 da mezkûrdur.

Fetâvayı Hindiyede şu ibareler mezkûrdur:

«Gümüş yüzük, erkeklerin yüzüğü şeklinde olursa, caizdir. Fakat kadınların yüzüğü şeklinde iki veya üç kaşlı olursa, erkeklerin takın­maları mekruhtur.

  Yüzflğü sol elin küçük parmağına takmak lâzımdır. Diğer par­maklara değil ve sağ elin parmaklarına takmaik, Râfizî (Şîa) larm alâ­metidir.

  Fakat, sağ ve,,, sol elin parmaklarına takmanın cevazı sabittir. Her ifci elin parmaklama takmanın cevazı hakkında eser (Cevaz hük­mü) vârid olmuştur. [224]                                    

 

 

 



[1] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)

[2] (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

[3] (Hadîsi, Buharı ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir. Ve mdi-sin lafzı, Buhârinindir).

[4](Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir)

[5] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 245-248.

[6] (Hadîsi, Buharı ve Müslim İttifakla rivayet etmişlerdir.)

[7] (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

[8] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 248-250.

[9] (Hadîsi, Mâlik, Ahmet, İbni Mâce ve Dârîmî rivayet etmiştir.)

[10] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 251.

[11] (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.)

[12] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 251-252.

[13] (Hadisi Nesâî rivayet etmiştir.)

[14] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 253.

[15] (Hadîsi, Tirmizî rivâı/et etmiştir. Ve Tirmizî dedi : Bu hadis hasen-dir.)

[16] (Hadîsi, Mâlik ve Nesâî rivayet etmiştir.)

[17] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 254-256.

[18] (Hadîsi, Ahmet rivayet etmiştir.)

[19] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 256-258.

[20] (Hadîsi, Buhârî ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)

[21] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 259.

[22] (Mirkat; C. 1, 273)

[23] (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

[24] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 259-260.

[25] (Mirkat, C. 1, 273)

[26] (Hadîsi, B,uhâri, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)

[27] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/260-261.

[28] (Hadîsi, Buhârî, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)

[29] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 261-262.

[30] (Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)

[31] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 262-263.

[32] (Mirkat, C. I, 274)

[33] (Şerhi Maânilâsâr, C. 1,70-71)

[34] (Hadisi, müslim rivayet etmiştir.)

[35] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 263-266.

[36] (Hadîsi, Buharı ve Müslim İttifakla rivayet etmişlerdir.)

[37] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 266.

[38] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/267.

[39] (Haberi, Buhârî rivayet etmiştir.)

[40] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 267-268..

[41] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 269.

[42] (Hadîsi, TirmM rivayet etmiştir.)

[43] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 269-270.

[44] (Netîcetülfetâva, 6)

[45] (Neticetül fetâVa, 5)

[46] (Hadîsi, Tirmîzi ve Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

[47] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 270-272.

[48] (Mülteka tercümesi C. 2,264).

[49] (Hadîsi, Dârimî rivayet etmiştir.)

[50] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/272-273.

[51] (Hadîsi, Tirmizî ve Ebû Dâvud rivayet etmiştir.)

[52] (Hadîsi, Mâlik, Ahmed, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbrri Mâce ve Dârimî rivayet etmiştir.)

[53] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 273-275.

[54] (Mirkat,C. 1,278)

[55] (Şerhi maânilâsâr, C. ı, 79|

[56] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 275-276.

[57] (KezaElhakâık,C. 2, 235)

[58] (Hadîsi, Şafiî ve Dâre Kudnî rivayet etmiştir.)

[59] (Hadîsi, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce rivayet etmiştir.)

[60] (Haberi, Ebû Dâvud ve İbni Mâce rivayet etti.)

[61] (Hadîsi, Ahmet rivayet etmiştir.)

[62] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 277-279.

[63] (Haberi, Müslim rivayet etmişrir.)

[64] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 280.

[65] (Hadisi, Ahmed rivayet etmiştir.)

[66] (Haberi, Ahmed rivayet etmiştir.)

[67] (Haberi, Mâlik ve Şâîiî rivayet etmiştir.)         

[68] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 280-283.

[69] (keza mezâhibi Erbea, C. 1, 81-83)

[70] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 283-284.

[71] (Keza mülteka el ebnur)

[72] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 284-286.

[73] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 286-287.

[74] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 288.

[75] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 288-290.

[76] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 290-291.

[77] (Fetâvayı Bence, 12)

[78]  (Mirkat, C. 1, 284)

[79] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 292-296.

[80]  (Mirkat, C. 1, 285)

[81] (Mirkat, C. 1, 286)

[82] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 296-298.

[83] (Mirkat, C. 1, 287)

[84] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 298-299.

[85] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 299-301.

[86] (keza Haşiyetül celâleyn Cemel, C. 3 91)

[87] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 301-303.

[88] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 303.

[89] (Bak, Mülteka tercümesi, C. 1 31)

[90] (Fetavayı Ali efendi, C.2, 247)

[91] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 303-305.

[92] (Mirkat, C. 1, 289)

[93] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 306-308.

[94] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 309-310.

[95] (Mirkat, C. 1, 290)

[96] (Mirkat, C. 1, 291)

[97] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 310-312.

[98] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 312-313.

[99] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 313-315.

[100] (Mirkat,C. 1,293)

[101] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 315-316.

[102] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 316-317.

[103] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 318-319.

[104] (Keza Elhakâik, C. 2, 78-80)

[105] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 319-320.

[106] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/321-322.

[107] (Üsdülğâbe, C. 2, 35 - 36)

[108] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 322-323.

[109] (Keza metaliunnucum, C. 2, 390)

[110] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 323-325.

[111] (Mirkat, C. 1, 296)

[112] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 325-326.

[113] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 326.

[114] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 327.

[115] (Keza Mirkat, C. 1, 297)

[116] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 328-332.

[117] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 332-334.

[118] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 334-337.

[119] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 337-338.

[120] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 338.

[121] (Tahtavî, 37)

[122] (Etterğîbü vetterhîb, C. 1, 167}

[123] (Her ikiside Etterğibü vetterhib, C. 1,168)

[124] (Kezamirkat, C. 1, 300)

[125] (Bostanulârifin, keza Fethulkebir, C. 2,238)

[126] (Tahtâvî, 38)

[127] {Keza bak, merakılfelah ve Tahtavî, 38}

[128] (Keza Dâmad, C. 1,247}

[129] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 338-345.

[130] (Elhakâik, C. 2, 200)

[131] (Keza Elhakâik, C. 1, 118)

[132] (Mirkat, C. 1, 3ûl)

[133] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 345-348.

[134] (Zâdüîmesîr, C.l, 139-140)

[135] (Hadîsi erbeîn Akkirmanı, 44)

[136] (Akkirmânî = Hadîsi Erbeîn, 44)

[137] (Akkirmânî, 44)

[138] (Mülteka tercümesi, C.-4, 183)

[139] (Keza mirkat, C. l, 302}

[140]  (Hadîsi Erbeîin - Akkirmânî, 45)

[141] (Tirmizî, C. 8, 11)

[142] (Hadîsi Erbeînr 45)

[143] (Hadîsi Erbein - Akkirmânî, 45)

[144] (Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbni Adî = Feyzulkadîr, C: 1,198)

[145] (Tahâvî, Feyzulkadir, C. 1, 198)

[146]  (İbni Adî ve Beyhakî = Feyzulkadîr, C. 1, 199)

[147] Buhâri, Müslim = Fethul Kebîr, C. 2, 84)

[148]  (müslim, Ferhulkebir, C. 2, 62)

[149] (Ahmet, Hâkim)

[150] (Ahmed, Ebû Dâvud Tirmizî = Fethulkebir, C. 3,14)

[151] (Keza mezâhibü erbea, C. 2, 44 - 451

[152]  (Receb efendi; C. 4, 208)

[153] (Keza Nîmetül İslam, 230

[154] (Keza ibni Abidîn, C. 1, 525)

[155] (Fetâvayı Ali efendi, C. 1, 6)

[156] (Ebû Dâvud, Nesaî ve İbni Hibban)

[157] (DAMAD, C. 2, 556)

[158] (Hadîsi Erbeîn, 49}

[159] (Keza mezâhibi Erbea, C. 2, 44-46)

[160] (Keza Hadisi Erbeîn, 52)

[161] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 348-364.

[162] (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.)

[163] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 365-366.

[164] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 366-368.

[165] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 368-371.

[166] (Tehzîbül esma-i veluğatı, C. 1, 203)

[167] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 371-372.

[168] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 373.

[169] (Mülteka tercümesi, C 1, 22)

[170] (Keza mülteka tercümesi)

[171] (Keza Hadîsi Erbeîn, 36)

[172] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 373-376.

[173] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 376-378.

[174] (Kaza üsdülgâbe, C. 3, 200-201)

[175] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 378-381.

[176] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 381-382.

[177] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 382-383.

[178] (Keza rnirkad, C. 1, 311)

[179] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 383-384.

[180] (Keza mirkad, C. 1,312)

[181] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 384-385.

[182] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 385-386.

[183] (Keza mirkad, 313)

[184] (Keza Dâmad, C. 1,13)

[185] (Fethulkeblr, C. 3, 345)

[186] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 386-388.

[187] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 388-390.

[188] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 390-391.

[189] (Tehzîbüttehzîî), C. 12, 81)

[190] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 391-392.

[191] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 392.

[192] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 393-394.

[193] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 394-396.

[194] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 396-397.

[195] (Keza Mirkaî, C. 1 - 317)

[196] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 397-398.

[197] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 398-400.

[198] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 400-401.

[199] (Mirkat, C. 1 319)

[200] {Mirkat, C. 1, 3319)

[201] (Keza mirkaf, C. 1,319)

[202] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 401-402.

[203] (Mirkat, C. 1, 319)

[204] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 403.

[205] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 403-404.

[206] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 404-408.

[207] (Keza Tehzîbüttenzîb, G. 9 508)

[208] (Keza mirkat, C. 1, 320)

[209] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 408-410.

[210] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 410-412.

[211] (Besmele Risalesi, 76)

[212] (Besmele Risalesi, lilhâdimî, 76)

[213] ' (Keza şerhi şemail, LilMcuri, 2)

[214] (Keza Hadîsi Erbein, 34)

[215] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 413-416.

[216] {Keza Şemaili Tirmizî)

[217] (Buhari, Müslim - Ellüllüü Velmercan, C. 3, 37)

[218] (DAMAD, C. 2, 526)

[219] (DÜRRÜ MÜNTEKA - G. 2. 536)

[220] (ÎBNÎ ABİDÎN, G. 2, 536)

[221] (İBNÎ ÂBÎDÎN - C. 5, 317)

[222] «DAMAD, C. 2, 536)

[223] (ALÎ EFENDÎ, C. 2, 274)

[224] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 416-420.