1-
Tevbeye Teşvik ve Ondan Dolayı Ferahlanma Babı
2-
Tevbe-i İstiğrafla Günahların Sukütu Babı
4-
Allah Teala'nın Rahmetinin Genişliği ve Bu Rahmetin Gadabını Geçtiğini Beyan
Hakkında Bir Bab
5-
Günahlar ve Tevbe Tekerrür Etse Bile Günahlardan Dolayı Edilen Tevbenin Kabulu
Babı
6-
Allah Teala'nın Gayreti ve Kötülüklerin Haram Kılınması Babı
7-
Teala Hazretlerinin: «Şüphesiz ki, İyilikler Kötülükleri Giderir...» Âyet-i
Kerimesi Babı
Bu
Hadisden Çıkarılan Hükümler :
8-
Katilin Katli Çok Bile Olsa Tevbesinin Kabulü Babu
9-
Ka’b B, Malik İle İki Arkadaşının Tevbesi Hadisi Babı
Bu
Hadisden Çıkarılan Hükümler:
10-
İfk Hadisi ve Zina İsnadında Bulunan Kimsenin Tevbesinin Kabulu Hakkında Bir
Bab
11-
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in Hareminin Şüpheden Beri Oluşu Babı
1- (2675)
Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Zeyd b. Eşlem, Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki: Şöyle
buyurmuşlar:
«Allah (Azze ve Celle)
: Ben kulumun bana olan zannınm yanındayım. Beni zikrettiği yerde, ben onunla
beraberim, buyurdu. Vallahi! Allah kulunun tevbesine sizden birinizin sahrada
kaybolan hayvanını bulmasından daha çok sevinir. Her kim bana bir karış
yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım ve tıer kim bana bir arşın yaklaşırsa,
ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak
gelirim.» buyurmuştur.
2- (...)
Bana Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb El-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Muğıra (yâni; İbni Abdirrahman El-Hızâmî) Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resulüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Allah birinizin
tevbesine birinizin kayıp hayvanini bulduğu vakit sevinmesinden daha çok
sevinir.» buyurdular.
(...) Bize
Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'-den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîs mânâsında rivayette
bulundu.
Bu hadîsin izahı zikir
bahsinin başında geçmişti. Bu hadîsde orada-kinden bir cümle fazlalık vardır.
Ki o da : Allah Teâlâ'mn tevbeye sevinmesi cümlesidir. Şüphesiz ki, sevinmek,
kederlenmek gibi sıfatlar Allah Teâlâ hakkında müstehil yâni imkânsızdır.
Binâenaleyh buradaki sevinme onun rızasından mecazdır. İbnû Ebî Cemre diyor ki
: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah'ın tevbekâr kuluna olan ihsanını
ve onu bağışlamasını ferah kelimesiyle kinaye olarak ifade etmiştir. Çünkü
sultanın âdedi bir kimsenin yaptığından hoşlandığı vakit, ona fazla ihsan ve
ikramda bulunmaktır.» Mâzirî ferahı üç kısma ayırmıştır ve : «Bunlardan biri
de sevinçtir. Sevinç, sevinilen şeye razı olmaktır. Binâenaleyh burada murad;
Allah Teâlâ'mn kulunun tevbesine, kayıp hayvanını bulan bir kimsenin, onu
bulmasından duyduğu rızadan daha fazla razı olmasıdır.» demiştir.
3- (2744)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız
Osman'ındır. (İshâk : Ahberana; Osman ise : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar.
Dediler ki) : Bize Cerir, A'meş'den, o da Umara b. Umeyr'den, o da Haris b.
Süveyd'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah hasta iken onu
dolaşmak üzere yanına girdim de, bize biri kendinden, biri de Resûlüllah
(SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'den olmak üzere iki hadîs rivayet etti. (Dedi ki):
Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken işittim :
«Allah mü'min kulunun
tevbesine, çorak helak korkusu olan bir yerde devesi yanında yiyeceği ve
içeceği onun üzerinde olduğu halde uyuyan, uyandığında deveyi gitmiş bulan ve
onu aramaya giden, nihayet kendisine susuzluk anz olan, sonra (kendi kendine)
bulunduğum yerime döneyim de ölünceye kadar yafayım diyen ve başını ölmek için
dirseğinin üzerine koyan, sonra uyanarak devesini üzerindeki azığı yiyeceği ve
içeceği ile yanında bulan bir adamdan, evet Allah mü'min kulunun tevbesine bu
ada-mın devesi ile azığına sevinmesinden daha çok sevinir.»
(...) Bize
bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Âdem, Kutbe b. Abdi'l-Azîz'den, o da A'meş'den naklen bu isnadla rivayet etti.
Ve: «Yerden bir çoraklıkta bir adanı...» dedi.
4- (...)
Bana İshak b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet
etti, (Dedi ki) : Bize A'meş rivayet
etti. (Dedi ki)|: Bize Umara b. Umcyr
rivayet etti. (Dedi ki) : Haris b. Süveyd'den dinledim. Şunu söyledi: Bana
Abdullah biri Kcsûlüllalı (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den, diğeri kendinden
olmak üzere iki hadîs söyledi. (Dedi ki) : Rcsûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve
Sellem):
«Allah mü'min kulunun
tevbesine... daha çok sevinir.» Râvi Cerir'in hadîsi gibi rivayette
bulunmuştur.
5- (2745)
Bize UbeyduUah b. Muaz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Yûnus, Simâk'dcn ri-vâyat etti. (Demiş ki) : Nu'man
b. Beşîr hutbe okudu da şunu söyledi: «Allah'ın kulunun tevbesine sevinmesi,
azığını, su tulumunu bir deveye yükleyen, sonra yürüyen. Nihayet bir çorak yere
vardığı vakit kaylûle (uykusu) gelen ve inerek bir ağaç altında istirahat eden,
derken uyuya kalan ve devesi sıvışıp giden, az sonra uyanarak bir tepeye koşan,
fakat hiç bir şey göremeyen, sonra ikinci tepeye koşan, fakat yine bir şey görmeyen,
sonra üçüncü tepeye koşan, yine bir şey görmeyen, bunun üzerine dönen ve
istirahat ettiği yere gelen. Orada otururken ansızın devesi yürüyerek geliveren
hatta yedeğini eline koyan bir adamın sevincinden... Evet! Allah'ın kulun
tevbesine sevinci bu adamın devesini bulduğu vakit hâline sevinmesinden daha
çoktur.»
Simâk demiş ki: Şâbi,
Nu'man'ın bu hadîsi Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e ref ettiğini
söyledi. Bana gelince : Ben onu işitmedim.
6- (2746)
Bize Yahya b. Yahya ile Ca'fer b. Humeyd rivayet ettiler. (Ca'fer : Haddesena,
Yahya ise : Ahberana tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Ubeydullah b.
Iyâd b. Lakıt, Iyâd'dan, o da Bera' b. Âzib'-den naklen haber verdi. (Şöyle demiş): ResûlüMah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yiyecek ve içecek
olmayan çorak bir yerde devesi yedeğini sürükleyerek kaçan ve üzerinde
kendisinin yiyeceği-içeceği bulunan bu hayvanı yoruluncaya kadar ariyan, sonra
bir ağacın dibinden geçerken yedeği (ağaca) dolaşan, bu suretle onu ağaca
dolaşmış bulan bir adamın sevincine ne dersiniz?» buyurdu. Biz :
— Çok olur yâ
Resûlallah! dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Beri bakın! Vallahi!
Kulunun tevbesine Allah'ın sevinmesi bu adamın devesine sevinmesinden
daha çoktur.» buyurdular.
Ca'fer : Bize
Ubeydullah b. İyad babasından rivayet etti, dedi.
7- (2747)
Bize Muhammed b. Sabbâh ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime b. Ammar rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İshâk b. Abdillah b. Ebi Talha rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Enes b. Mâlik rivayet etti. —Enes bu zâtın anıcasuhr.— (Dedi ki): Rcsûliillah
(Sallallahü Aleyhi ve Selleın) şöyle buyurdular:
«Allah'ın, tevbe
ettiği vakit kulunun tevbesine sevinmesi, birinizin devesi üzerinde çorak bir
yerde bulunup, devesi kaçtığı, üzerinde de yiyeceği içeceği bulunduğu ve ondan
ümidini kestiği, nihayet bir ağaca gelerek gölgesinde yattığı, devesinden
ümidini kestiği, o bu halde iken aniden deve karşısına dikiliverdiği ve
yedeğinden tuttuğu, sonra sevincinin şiddetinden:
— Allahım! Sen benim
kulum, ben de senin Rabbinim, dediği; sevincinin şiddetinden yanıldığı zamanki
sevincinden daha çoktur.»
8- (...)
Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mâm rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den rivayet etti ki: Resûlüllah (SaUaUahü A
leyhi ve Selleın):
«Allah'ın, kulunun
tevbesine sevinmesi, sizden birinizin çorak bir yerde kaybettiği devesini,
uyandığı vakit bulduğundaki sevincinden daha çoktur.» buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana Ahmed Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habban rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik, Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Selİemyâcn
bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu rivayetleri Buhâri
«Kitâbu'd-Dcavât»'da; Tirmizî «Kitâbu'z-Zühd»'de; Nesâî «Kitâbu'n-Nuût»'da
muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Tevbe :
Lügatte dönmek manasınadır. Burada ondan murad; günah-dan dönmektir. İman
bahsinde de görüldüğü vecihle tevbenin üç rüknü vardır : Günahdan vazgeçmek,
yaptığına pişman olmak, bir daha işleme-meye azmetmek. Ve işlediği suç kul
hakkına dâirse helâllaşmak. Tevbenin en büyük rüknü pişmanlıktır. İşlenen günah
büyük olsun, küçük olsun hemen arkacığmdan tevbe etmenin vâcib olduğunda
ulemanın ittifakı vardır. Ehl-i sünnete göre tevbenin vucûbu şeriatla sâbitdir.
Tevbenin kabulü Allah'a vâcib değildir. Delâlet fırkalarından Mutezile 'ye
göre tevbenin vucûbu akılla sâbitdir. Ve aklen şartları bulunduğu vakit, onu kabul
etmek Allah'a vâcib olur. Ehl-i sünnet'e göre tevbe eden bir kimse aynı günâhı
tekrarlarsa, ikinci günâhı yazılır. Fakat evvelce yaptığı tev-besi bâtıl olmaz.
Deviyye yahut Dîıviye
: Çorak yer, sahra mânâsına gelir. Mchlekc :
Korkulacak yerdir.
İmam Müslim, Hz.
Abdu11ah'ın kendine ait olan hadîsini kitabına almamıştır. Buhârî ile Tirmizî
ve diğer sahih sahipleri onu da rivayet etmişlerdir. Hadîs şudur: «Mü'min günahlarını
sanki bir dağın altmdaymış da üzerine düşeceğinden korkuytormuş gibi görür.
Fâcir ise günahlarım burnuna konan bir sinek gibi görür de şöyle yapıverir
(yâni kovalar).»
Hadîsin son
rivâyetindeki «isteygaza» kelimesi Sahih-i Müslim'in bütün nüshalarında bu
şekilde rivayet edilmişse de, bazıları bunun vehim olduğunu söylemiş, doğrusu
«sekata»'dır, demişlerdir. Bunun mânâsı devesine rastladı, onu tesadüfen
buldu, demektir. İsteykaza, uyandı manasınadır.
9- (2748)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ömer b. Abdil-Aziz'den
rivayet eden Muhammed b. Kays'dan, Ömer de Ebû Sırme'den, o da Ebû Eyyûb'dan
naklen rivayet etti. Ebû Eyyûb vefatı ânında şunu söylemiş: Size Kesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den dinlediğim bir şeyi söylemeyi gizlemiştim.
Ben Resûlüllah Aleyhi ve Sellem) ve Se!lem):
«Siz günah işlemeseniz,
Allah günah işleyecek bir halk yaratır; onları affederdi.» buyururken işittim.
10- (...)
Bize Harun b. Saîd El-Eylî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize bunû Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Iyâz (bu zat
İbnû Abdillah El-Tıhrî'dir) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbrahim b. Ubeyd b.
Ilıfaâ, Mu-hammed b. Ka'b El-Kurazî'den, o da Ebû Sırme'den, o da Ebû Eyyub
El-Ensârî'den, o da ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Men naklen rivayet
etti ki : Şöyle buyurmuşlar :
«Sizin Allah'ın size
affedeceği hiç günahlarınız olmasa; Allah günahları olan bir kavm getirir;
günahlarını kendilerine affederdi.»
11- (2749)
Bana Muhammed b. Rafı' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûrrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mcr, Cafer El-Cezeli'dcn, o da Yezîd b. Esam'dan, o da Ebû
Hüreyre'den naklen haher verdi. (Şöyle demiş) : ResûlüHah (Sallallahü Aleyh: ve
Sellem):
«Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Siz günah işlememiş olsanız, Allah
sizi giderir de, günah işleyen bir kavm getirir. Onlar Allah'a istiğfar
ederler, o da kendilerini affederdi.» buyurdular.
Hz. Ebû Eyyûb 'un bu
hadîsi gizlemesi müslümanlar ona it riad ederler de, ibadetlerden gevşerler ve
günahlara dalarlar diye kork-tıağundandır. Vefatından önce söylemesi ise, ilmi
gizlemiş olmamak içindir. İhtimal ki, bu hadîsi ondan başka bilen yoktur. Bu
takdirde edası Jârz-ı ayn olur. Hadîsin şerhi iman bahsinde geçmişti.
12- (2750)
Bize Yahya b. Yahya Et-Teymî ile Katan b. Nüseyr rivayet ettiler. Lâfız
Yahya'nındır. (Dediler ki) : Bize Ca'fer b. Süleyman, Saîd b. İyâz
El-Cürcyrî'den, o da Ebû Osman En-Nehdî'den, o da Hanza-late'l-Üseyyidî'den [1]
naklen haber verdi. —Bu zât Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
kâtipleriııdendi.— Demiş ki: Bana Ebû Bekr tejsâdüf etti de :
— Nasılsın yâ Han/.ale! dedi. Ben :
— Hanzale münafık oldu! dedim.
— Sübhânellah! Sen ne söylüyorsun? dedi.
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Selleınj'in
yanında bulunuyoruz. Bize cenneti,
cehennemi hatırlatıyor, hattâ
onu gözle görmüş
gibi oluyoruz. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m yanından çıktıktan sonra ise zevcelerle,
çocuklarla, geçim dalgalarıyle meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şey unuttuk,
dedim. Ebû Bekr :
__ Vallahi biz böyle
şeylere raslıyoruz, dedi. Ebû Bekr ve ben yürüdük ve Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yanma girdik. Ben:
— Hanzale münafık oldu yâ Resûlallah! dedim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ne o?» diye sordu.
__ Yâ Resûlallah!
Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. O
derecede ki, gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız vakit
zevcelerle, çocuklarla ve geçim dalgalarıyle meşgul oluyoruz. Çok şey unuttuk,
dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz benim yanımda bulunduğunuz hal
üzere ve zikretmeye devam ederseniz, sizinle melekler döşeklerinizin üzerinde
ve yollarımzda musafaha ederler. Ve lâkin ya Hanzale! Bazt zaman şöyle, bazı
zaman böyle.» buyurdu. Bunu üç defa tekrarladı.
13- (...)
Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Afcdûs-samcd haber verdi.
(Dedi ki) : Babamı rivayet ederken dinledim. (Dedi ki) : Bize Saîd El-Cüreyrî,
Ebû Osman En-Nehdî'den, o da Hanzale'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü A /ey/z/ ve Sellem) 'in yanında idik. Bize nasihat etti.
Ve cehennemi hatırlattı. Sonra eve geldim. Çocuklarla gülüp söyleştim ve
kadınla oynaştım. Müteakiben (evden) çıktım ve Ebû Bekr'e rasladım, bunu
kendisine anlattım. Ebû Bekr : Senin anlattığının mislini ben de yaptım, dedi.
Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e rasladık. Ben:
— Yâ Resûlallah! Hanzale münafık oldu, dedim «Ne söylüyorsun?»
dedi. Ve kendisine hikâyeyi anlattım. Ebû Beler
— Onun yaptığının mislini ben de yaptım! dedi.
Bunun üzerine: «Yâ Hanzale! Bazı zaman öyle, bazı zaman böyle! Sizin
kalbleriniz
zikir anındaki hal
üzere devam etse, melekler sizinle musâfaha ederler, hatta yollarda size ielâm
verirlerdi.» buyurdular.
(...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadl b. Dü-keyn rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süfyan, Said El-Cüreyrî'den, o da Ebû Osman En-Nehdî'dcn, o da
Kâtib Hanzaletü't-Teymî El-Üseyyidî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş):
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik. Bize cennet ve
cehennemi hatırlattı...
Ve râvi yukarkilcrin
hadîsleri rivayette bulunmuştur.
«Hanzale münafık
oldu.» cümlesinin mânâsı; münafık olmaktan korktu, demektir. Çünkü Peygamber
(Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)'in meclisinde bulunduğu zaman kendisini âhiret
korkusu kaplar, bu hal murakabe ve fikre dalmasından belli olurdu. Oradan
ayrıldıktan sonra ise zevcesiyle, çocuklarıyla ve dünya maişeti ile meşgul
olurdu. Nifakın aslı içinde gizlediği kötülüğün aksini meydana çıkarmaktır.
Hz. Hanzale bu yaptığının nifak olmasından korkmuştu. Ebû Bekr (Radiyallahu
anh) da aynı şeyi yaptığını söyleyince, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu yaptıklarının nifak olmadığını dâimi şekilde fikir ve murakabede
bulunmaları lâzım gelmediğini kendilerine haber vererek onları teselli buyurmuştur.
Meh kelimesinin
mânâsı; suâldir. Yâni; ne söylüyorsun? demektir. Sonundaki (h), sekte (h)
sidir. Maamafih bu işi büyük görerek ondan vazgeçirmek ve men etmek için
söylenmiş olması da muhtemeldir. Taberî diyor ki : Allah Teâlâ'nm insanlık alemindeki
âdeti, insanı meleklerle şeytanlar âleminin arasında orta halde yaratmak
olmuştur. Melekleri sırf hayır işlemek için yaratmış. Onlar emrolunduklarmı
yaparlar. Gece gündüz Allah'ı tenzih ederler ve bıkmazlar. Şeytanlara da şer ve
iğva kabiliyeti vermiştir. Onlar hiç ibâdet etmezler. İnsanlık âlemini renkli
yaratmıştır. İşte Rcsûlülhıh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yâ Hanzale! Bazı
zaman şöyle, bazı zaman böyle.» buyurmakla buna işaret etmiştir.
14- (2751)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğîra (yâni; El-Hızâmî)
Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'ıac'dan, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti ki:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah mahlûkatı
yarattığı vakit; kendi nezdinde arşın üstünde bulunan kitabına muhakkak benim
rahmetim, gadabıma galebe çalar (diye) yazmıştır.» buyurdular.
15- (...)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan b. Uyeyne,
Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Eoû Ilüreyıe'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'den naklen rivayet etti:
«Allah (Azze ve Celle)
: Benim rahmetim, gadabımı geçmiştir, buyurdu.» demiş.
16- (...) Bize
Ali b. Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Damra, Hâıİs b.
Abdirrahman'dan, o da Atâ' b. Mînâ'dan, o da Ata’ b. Mina’dan, o da Ebu
Hüreyre‘den naklen haber verdi. Süvle demiş : Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
«Allah mahlûkatı
yaradığı vakit : Kitabına — kitap kendi. muş olduğu halde— kendisi için : Benim
rahmetim, gadabıma galabe çalar
(diye) yazmıştır.» buyurdular.
Kitabına yazmaktan murâd;
kaleme emir buyurarak levh-i mahfuza yazdırmasıdır. Kitabın Allah Teâlâ'nm
nezdinde olması — haşa- mekan bildirmek için değil, mahlûkatmdan tamamiyle
gizli, onların ricinde olduğuna işaret içindir.
Hadîsten murad;
rahmetinin taalluku, gadabının taalaku öncedir, demektir. Çünkü rahmet Teâlâ
Hazretlerinin zâtının gadab ise, kulun bir sabıkasına mütevakkıfdır. Bazıları
rahh. zatî sıfatlardan olmayıp fiilî sıfatlardan olduğunu söylemiş
17- (2752)
Bize Harnıele b. Yahya Et-Tûcîbî rivayet Bize İlınû Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus,
naklen haber verdi. Ona da Saîd b. Müseyyeb haber vermreyre şunu
söylemiş: Ben Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve «Allah rahmeti yüz parça
yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş; yeryüzüne bir cuz ındırmısîır.
İste mahlukat bu cuzı "en dolay,
birbirlerine acırlar. Hatta hayvan, üzerine basarım endişesiyle rusundan kaldırır.» buyururken işittim.
18- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnû Ilucur rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail (yâni; İbni Ca'fer) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah yüz rahmet
yaratmış; bir tanesini mahlûkatı arasına indirmiştir. Kendi nezdinde biri
müstesna olmak üzere yüz tanesini gizlemiştir.» buyurmuşlar.
19- (...)
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'l-Melik, Atâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o
da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle
buyurmuşlar :
«Şüphesiz Allah'ın yüz
rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına
indirmiştir, işte onlar bu sebeple birbirine şefkat eder; bu sebeple
birbirlerine acırlar. Vahşî, yavrusuna bu sebeple merhamet eder. Allah doksan
dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet
edecektir.»
20- (2753)
Bana Hakem b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Muâz rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süleyman Et-Teymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Osman
En-Nehdî, Selmânı Fârisî'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz Allah'ın yüz
rahmeti vardır. İşte onlardan bir rahmet vardır ki : MahlÛkat kendi aralarında
birbirlerine onunla acırlar. Doksan dokyzu kıyamet günü içindir.» buyurdular.
(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Abdi'1-A'lâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir,
babasından bu isnâdla rivayet etti.
21- (...)
Bize îbnû Nûmeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye, Dâvud b. Ebî
Hind'den, o da Ebû Osman'dan, o da Selman'dan naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem):
«Şüphesiz Allah
göklerle yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her rahmet göklerle yer
arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne bir rahmet indirmiştir. İşte anne
yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşî hayvanlarla kuşlar birbirlerine bununla
acırlar. Kıyamet günü geldiği yüz rahmeti bu rahmetle tamamlayacaktır.»
buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîsler müslümanlar için ümid ve müjde hadîslerdendir. Ulemâ: însana bu, bir
rahmetten şu keder dünyasında Kur'ân, namaz, kalbine rahmet ve saire gibi
nimetler verilirse, karar ve mükâfat diyarı olan âhiretteki yüz rahmeti bir
düşünmeli, demişlerdir.»
Müslim sarihlerinden
Übbî : «Bu taksim Allah'ın rahmetinin çokluğundan kinayedir. Maamafih rahmet
nevilerinin hakikî taksimi olması da muhtemeldir. Bu taksime göre rahmetin
diğer nevilerini Allah bilir.» demiştir.
Bu hadîsler bir
temsilden ibarettir. Yoksa Allah Teâlâ'nın rahmeti sınırlı değildir ki taksimi
kabil olsun.
Maksad bize verilen
rahmetin azlığını Allat nezdinde olanın çokluğunu anlatmaktır.
18- (...)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnû Ilucur rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İsmail (yâni; İbni Ca'fer) Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah yüz rahmet
yaratmış; bir tanesini mahlûkatı arasına indirmiştir. Kendi nezdinde biri
müstesna olmak üzere yüz tanesini gizlemiştir.» buyurmuşlar.
19- (...)
Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'l-Melik, Atâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o
da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle
buyurmuşlar :
«Şüphesiz Allah'ın yüz
rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına
indirmiştir, işte onlar bu sebeple birbirine şefkat eder; bu sebeple
birbirlerine acırlar. Vahşî, yavrusuna bu sebeple merhamet eder. Allah doksan
dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet
edecektir.»
20- (2753)
Bana Hakem b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Muâz rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süleyman Et-Teymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Osman
En-Nehdî, Selmânı Fârisî'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz Allah'ın yüz
rahmeti vardır. İşte onlardan bir rahmet vardır ki : MahlÛkat kendi aralarında
birbirlerine onunla acırlar. Doksan dokyzu kıyamet günü içindir.» buyurdular.
(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Abdi'1-A'lâ da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir,
babasından bu isnâdla rivayet etti.
21- (...)
Bize îbnû Nûmeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye, Dâvud b. Ebî
Hind'den, o da Ebû Osman'dan, o da Selman'dan naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) :
Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem):
«Şüphesiz Allah
göklerle yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her rahmet göklerle yer
arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne bir rahmet indirmiştir. İşte anne
yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşî hayvanlarla kuşlar birbirlerine bununla
acırlar. Kıyamet günü geldiği yüz rahmeti bu rahmetle tamamlayacaktır.»
buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîsler müslümanlar için ümid ve müjde hadîslerdendir. Ulemâ: însana bu, bir
rahmetten şu keder dünyasında Kur'ân, namaz, kalbine rahmet ve saire gibi
nimetler verilirse, karar ve mükâfat diyarı olan âhiretteki yüz rahmeti bir
düşünmeli, demişlerdir.»
Müslim sarihlerinden
Übbî : «Bu taksim Allah'ın rahmetinin çokluğundan kinayedir. Maamafih rahmet
nevilerinin hakikî taksimi olması da muhtemeldir. Bu taksime- göre rahmetin
diğer nevilerini Allah bilir.» demiştir.
Bu hadîsler bir
temsilden ibarettir. Yoksa Allah Teâlâ'nın rahmeti sınırlı değildir ki taksimi
kabil olsun.
Maksad bize verilen
rahmetin azlığını Allat nezdinde olanın çokluğunu anlatmaktır.
22- (2754) Bana Hascn b.
AH El-Hulvâm ile Muhammed b. Sehl Et-Temîmî rivayet ettiler. Lâfız Hasan'ındır.
(Dediler ki) : Bize İbnû Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Gassan
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zeyd b. Eşlem, babasından, o da Ömer b.
Hattâb'dan naklen rivayet etti ki, şöyle demiş: Resûlüllah (SaüaUahü Aleyhi ve
SeUenıj'e esirler geldi. Bir de baktık ki, esirlerden bir kadın aranıyor.
Esirler arasında bir çocuk bulduğu vakit onu alıyor, göğsüne yapıştırıyor ve
emziriyor. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize :
«Bu kadının çocuğunu
ateşe atacağını sanır mısınız?» buyurdu. Biz: — Hayır, vallahi! Onu atmamak
elinden gelirse (atmaz) dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Muhakkak Allah
kullarına bu kadının çocuğuna acımasından daha çok acır.» buyurdular.
Buharı bu hadîsi dahi «Kitâbuıl-Edeb»'de tahric
etmiştir.
Hafız İbnû Hacer diyor
ki : «Hadîsden bir kısmı hazfedümiş-tir. Bunu Ismâîlî 'nin rivayeti beyân
ediyor. İsmâî1î'nin lâfzı şöyledir : Bir çocuk bulduğu vakit onu alıp
emzirîyordu. Derken bir çocuk buldu ve onu alarak göğsüne yapıştırdı.
Hadîsin siyakından da
anlaşılıyor ki, kadın çocuğunu kaybetmiş, memesinde süt toplanarak bundan
zarar görmeye başlamıştı. Onun için bir çocuk buldu mu onu emziriyor,
hafiflemeye çalışıyordu. Kendi çocuğunu bulunca, onu alarak bağrına bastı.
Hadîs-i şerif mü'minin
bütün umurunda yalnız Allah'a teveccüh ve tevekkül etmesi gerektiğine işaret
etmektedir.
23- (2755)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnû Hucr toptan bmâil b. Ca'fer'den rivayet
ettiler. İbnû Eyyûb (Dedi ki) : Bİze İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Ala', babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Mü'rnin, Allah
nezdindeki azabı bilse, cennetine kimse tama' etmezdi. Kâfir de, Allah
indindeki rahmeti bilse, cennetinden kimse ümidini kesmezdi.» buyurmuşlar.
24- (2756)
Bana Muhammed b. Merzûk b. Binti Mehdi b. Meymun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Ravlı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, Ebû'z-Zİnâd'dan, o da A'rac'dan, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllab. (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Hiç iyilik yapmamış
bir adam ailesine : Ben öidüğüm vakit beni yakın, sonra yarımı karaya, yarımı
da denize saçın! Vallahi Allah bana kâ-dîrse, elbette beni alemlerden hiç
birini azâb etmediği azaba çekecektir, dedi. O adam Ölünce, onun emrettiğini
yaptılar. Allah da karaya emir buyurdu, o içindekini topladı. Denize emir
buyurdu, o da içindekini topladı. Sonra (o adama) : Bunu niçin yaptın? diye
sordu. Adam :
__ Senin haşyetinden
Yarabbi! Sen daha iyi bilirsin, dedi. Bunun üzerine Allah onu affetti.»
25- (...)
Bize Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. (Abd : Ahberana, İbnû Râfi' ise : Haddesena
tâbirlerini kullandılar. Lâfız İbnû Râfi'indir. Dedi ki) : Bize Abdûrrezzak
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. (Dedi ki) : Bana Zührî şunu söyledi: Sana iki
acaib hadîs rivayet edeyim mi? Zührî dedi ki: Bana Ilıımeyd b. Ardîr-| rahman,
Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dcn j naklen
haber verdi. Şöyle buyurmuşlar:
«Bîr adam kendine
israf etti. 'Ölüm zamanı gelince
çocuklarına vasiyette bulundu ve : Ben öldüğüm vakit beni yakın. Sonra beni
ezin, sonra I rüzgâra ve denize saçın! Vallahi Rabbim bana kâdirse, beni hiç
bîr kim şeyi azab etmediği bir azaba çeker, dedi. Onlar da kendisine bunu yaptılar.
Bunun üzerine (Allah) yere :
— Aldığmı ver, dedi. Bir de ne göresin, adam
kalkmış. Ona :
— Seni bu yaptığına sevkeden nedir? dedi. Adam
:
— Senin haşyetin Yarab! cevabını verdi. Yahut :
Senden korkum, dedi. Allah da bu sebeple onu affetti.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tevhid», «Kitâbu'r-Rikâk» ve «Ki-tâtu-Benî İsrâil»'de tahric
etmiştir.
Nevevî'nin beyânına
göre : Ulemâ bu hadîsin te'viîinde ihtilâf etmişlerdir. Bir taife : Bunu
adamın Allah'ın kudretini inkârına hamletmek doğru değildir. Çünkü Allah'ın
kudretinden şüphe eden kâfir olur. Halbuki hadîsin sonunda adam bunu Allah
korkusundan yaptığını söylemiştir. Kâfir Allah'dan korkmaz. Allah da onu
affetmez, demişlerdir. Onlara göre hadîsin iki te'vili vardır. Birinci teVili:
Allah bana azabı takdir ettiyse, beni görülmemiş surette azab eder,
manasınadır. Çünkü (kadera) ve
(kaddera) fiilleri aynı
mânâyadırlar. İkisi de
takdir etti, demektir. İkinci te'vili : Burada (kadera)
fiili, beni tazyik ederse, manasınadır. Diğer bir taife lâfzın zahiri mânâsında
olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu adam ne söylediğini bilememiş; sözünün
hakikatim kastetmemiştir. O bu sözü korku, dehşet ve şiddet şâikasıyle
söylemiş, söylerken aklı başından gitmiş ve unutan gafil hükmüne girmiştir. Bu
halde ise muaheze yoktur. Bazıları bu sözün Arablarm mecazlarından ve
bedİ'Jerinden olduğunu söylemişlerdir. Buna edebiyatta şekle yakını
karıştırmak derler. Sözün şekli şüphe bildirir. Halbuki maksat şüphe değil, yakînen ilimdir. Ulemâdan
bir takımları da bu adamın Allah Teâlâ'nm sıfatlarından bir sıfatı bilmediğine
kail olmuşlardır. Sıfatı bilmeyen bir kimsenin kâfir olup olmadığı
ihtilaflıdır. Bu adamın fetret devrinde yaşadığını söyleyenler de vardır.
Bunlar o devirde mücerred tevhid kâfidir. Başka teklif yoktur, derler. Onların
şeriatına göre kâfirin affı caiz olabilir, bizim şeriatımızda bu yoktur
diyenler de olmuştur.
Adamın kendine israf
etmesinden murâd; fazla günah işlemesidir.
(2619) Zührî demiş ki : Bana Humeyd dahî Ebû Kürcyre'den, o
da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuş:
«Bir kadın bir kedi
sebebiyle cehenneme girdi. Onu bağlamış,!!ne doyurmuş, ne de yerin haşeratmdan
yemesine müsaade etmişti. Nihayet kedi zayıflıktan öldü.»
Zührî demiş ki: Bunun
böyle olman, tir kimse (Allah'ın rahmetine) îtimad etmesin ve başka biri
Allah'ın rahmetinden ümidini kfesmesin diyedir.
Bu hadîs, kedinin azâb
edilmesinin haram kılınması babında geçmişti.
İbnû Şihab'm onu
burada zikretmesi Allah'ın nihayetsiz rahmetini duyan bir kimsenin, ona itimad
ederek amelden kalmasından korktuğu içindir. Bu babın ümid hadîsinin peşinden
bir kadının kedi sebebiyle cehenneme girdiğini bildiren hadîsi getirmiştir M,
iki zıt yâni; korku ile ümid bîr araya gelsin. İşte Zühri'nin : «Bir kimse
Allah'ın rahmetine itimad edip kalmasın; başka bir kimse de Allah'ın
rahmetinden ümidini kesmesin...> sözünün mânâsı budur.
26- (2756)
Bana Ebû'r-Rabî' Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b.
Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zübeydî rivayet etti. Zührî demiş ki: Bana
Humeyd b. Abdİrrahman b. Avf, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyîe
demiş) : Ben Resûlüllah (Saîhîlahü Aleyhi ve Sellem)"ı:
«Bir kul kendine israf
etti...» buyururken işittim.
Râvi: «Allah da onu
affetti...» cümlesine kadar Ma'mer'in hadîsi gibi rivayette bulunmuş. Kedi
kissasındaki kadının hadîsini anmamıştır.
Zübeydî'nin hadîsinde
: «Dedi ki, bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) ondan bir şey alan her nesneye:
Ondan aldığını ver! buyurdu...» cümlesi vardır.
27- (2757)
Bana Ubeydullah b. Muaz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'he, Katâde'den rivayet etti. O da Ukbe b.
Abdil-Câfiri şöyle derken işitmiş : Ben Ebû Saîdi Hûdri'yi Peygamber
(SaliaHahii Aleyhi've SeUemj'dcn rivayet ederken dinledim: «Sizden öncekilerden
bir adama Allah mal ve çoluk-çocuk vermişti. O adam çocuklarına : Ya benim
emrettiğimi yaparsınız, yahut mirasımı sizden başkasına vaisyet ederim! Ben
öldüğüm valdt beni yakın (zannederim şöyle dedi). Sonra beni ezin ve rüzgâra
savurun. Çünkü ben Allah nez-dınde hiç bir hayır biriktirmedim. Şüphesiz ki,
Allah beni azab etmeye kadirdir, demiş, onlardan söz almıştı. Onlar da, Rabbim
hakkı için kendisine bunu yaptılar. Bunun üzerine Allah
— Seni bu yaptığına
sevkeden nedir? diye sordu. O da :
Senden korkum!
cevabını verdi. Onu bu sözden başka telaf olmadı.»
28- (...)
Bize bu hadîsi Yahya b. Habîb El-Harîsî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir
b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam şunu söyledi. Bize Katâde
rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : BizeJHasen h. Musa rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Şeyban b. Abdirrahman Rivayet etti. H.
Bize İbnû Mûsennâ dahi
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Vjelid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû
Avâne rivayet etti.
Her iki râvi
Katâde'den rivayette bulunmuş ve râvilerin hepsi Şu'-be'nin isnadiyle onun
hadîsi gibi rivayet etmişlerdir. Şeyban ile Ebû Avâ-ne'nin hadîsinde : «Halkdan
bir adama Allah mal ve çoluk çocuk ihsan etmişti.» cümlesi: Teymî'nin hadîsinde
de : «Çünkü o Allah nezdine hir hayr takdim etmemişti.» cümlesi vardır. Bu
cümleyi Katâde : «Allah indinde bir hayır biriktirmedi...» diye tefsir
etmiştir. Seyhan'ın hadîsinde: «Çünkü o vallahi Allah indinde bir hayır
biriktirmemiştir...» cümlesi vardır. Ebû Avâne'nin hadîsinde ise (ibteera)
kelimesi mimle (imteera) şeklinde rivayet olunmuştur.
Bu hadîsi Buhar î
«Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir. Bu hadîs dahi az önceki rivayet
mânâsmdadır.
29- (2758)
Bana Abdû'1-A'lâ b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme,
İshak b. Abdillah b. Ebî Talha'dan, o da Ahdur-rahman b. Ebî Amra'dan, o da Ebû
Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den Rabbi (Azze ve
Ceze) Jden hikâye ettikleri meyamnda rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Bir kul bir günah
işlese de : Allahım, bana günahımı bağışla! dese. Allah Tebareke ve Teâla :
Kulum bir günah işledi ve bildi ki, kendisinin günahı affeden ve günahdan
dolayı muaheze buyuran bîr Rabbi vardır, buyurdu. Sonra kul dönse de, tekrar
günah İşlese. Ve : Ey Rabbİm! Bana günahımı bağışla! dese. Tebareke ve Teâla
Hazretleri yine : Kulum bir günah işledi ve bildi ki, kendisinin günahı
affeden ve günahdan dolayı muaheze buyuran bir Rabbi vardır, der. Sonra kul
dönerek tekrar günah İşlese ve : Ey Rabbîm! Bana günahımı bağışla, dese.
Tebareke ve Teâla Hazretleri (tekrar) : Kulum bir günah işledi ve bildi ki,
kendisinin günahı affeden ve günahdan dolayı muaheze buyuran bir Rabbi vardır.
Dilediğini yap, sana günahını bağışladım, buyurur.»
Abdû'I-A'lâ dedi ki:
Bilmiyorum, üçünde mi, yoksa dördüncüde mi dilediğini yap! dedi.»
(...) Ebû
Ahmed dedi ki: Bana Muhammed b. Zencûyete'l-Kuraşî EI-Kuşeyrî rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Abdû'1-A'la b. Hammad En-Nersî bu isnadîa rivayet etti.
30- (...)
Bana Abd b. Humeyd rivayet etti, (Dedi ki) : Bana Ebû'l-Velid rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshak b. Abdillah b. Ebî
Talha rivayet etti. (Dedi ki) : Medine'de Abdur-rahman b. Ebî Amra denilen bîr
râvi vardı. Onu şöyle derken işittim. Ben Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken
dinledim; Resûlüllah (SaîîaUahü Aleyhi ve Se!Iem)'i:
Râvi Hammad b,
Seleme'nin hadîsi mânâsında rivayet etmiş; günah işlerse tâbirini üç defa
zikretmiş, üçüncüde : «Ben kulumu affettim, istediğini yapsın.» demiştir.
31- (2759) Bize Muhammed
b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şu'be, Amr b.
Mür ra'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Ubeyde'yi, Ebû Musa'dan, o da Pey
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dvn naklen rivayet ederken dinledim (Şöyle buyurmuşlar) :
«Bir kul, bir günah
işlerse...» buyururken işittim.
«Şüphesiz ki :
Allah (Azze ve Celle) gündüzün günah işleyenin şubesini kabul
etmek için, geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tevbesini kabul
etmek İçin de, gündüzün elini açar. (Bu) Tâ güneş baîtığı yerden doğuncaya
kadar (devam eder).»
(...) Bize
Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize E;,û Dâvud rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be tu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Ebû Hüreyre rivayetini
Buhârî 'de; Nesâî «Kitâbu'1-Yevm ve'l-Leyle»'de~ tahric etmişlerdir.
Bu hadîsler kulun
günahı defalarca tekerrür etse bile tevbesinin kabul edileceğine delildirler.
Bütün günahlarına birden tevbe etmek dahi caizdir. Kurtubî diyor ki: «Bu hadîs
istiğfarın faydası büyük olduğuna ve Allah'ın rahmet ve ihsanının genişliğine
delildir. Lâkin bu istiğfarın dille birlikte mânâsı da kalbde yer etmelidir.
Tâ ki, ısrar ukdeleri bununla çözülsün ve pişmanlık hâsıl olsun. Yoksa maksat
dili ile es-tağfirullah deyip, kalbiyle o günaha İsrar etmek değildir. Böyle
bir istiğfar da istiğfara muhtaçtır.»
«Dilediğini yap...»
cümlesinin mânâsı; mademki günah işlediğin vakit tevbe ediyorsun, "ben
seni affederim, demektir.
Allah'ın elini açması,
tevbenin kabulü hakkında istiaredir. Burada el açmak tâbirinin kullanılması
Arabların âdetine nazarandır. Onlar bir şeyden razı oldukları vakit elini
açar. Razı olmazlarsa yumarlar. Yoksa el evvelce de görüldüğü vecİhle Allah
Teâlâ hakkında tasavvuru imkânsız olan bir şeydir.
32- (2760)
Bize Osman b. Ebî Şeyhe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler, (İshâk :
Ahberana; Osrnan ise : Haddesena tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize
Corir, A'mcş'den, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan [2] naklen
rivayet etti. (Şöyle
demiş): ResûlüIIah (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem):
«övülmeyi Allah'dan
daha ziyade seven kimse yoktur. Bundan dolayı kendini medhetmiştİr. Allah'dan
daha kıskanç kimse de yoktur. Sundan dolayı kötülükleri haram kılmıştır,» buyurdular.
33- (...)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti.
H.
Bize Ebû Bckr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr ile
Ebû Muaviye, A'meş'den, o da Şakîk'-dan,
o da AbdullahMan naklen rivayet
etti. (Şöyle demiş) :
ResûlüIIah
(SallaUahü Aleyhi ve
Sellem):
«Allah'dan daha
kıskanç kimse yoktur. Bundan dolayı kötülüklerin açığını kapalısını haram
kılmıştır. Allah'dan daha ziyade medhi seven kimse de yoktur.» buyurdular.
34- (...)
Bize Muhammed b, Müsenııâ ile İbnû Beşşâr rivayet etti' ler. (Dediler ki) :
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan
rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Vâü'i şunu soy lerken işittim : Ben Abdullah b.
Mes'ud'u şöyle derken dinledim. (Amı ona
bu hadîsi Abdullah'dan sen mi işittin? diye sordum. Evet, cevâbım verdi ve
hadîsi merfu olarak rivayet etti, demiş.) Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdular:
«Allah'dan daha
kıskanç kimse yoktur. Bundan dolayı kötülüklerin açığını kapalısın de yoktur. O
haram kılmıştır. Allah'dan daha ziyade medhi seven kimse un için kendini
medhetmîstir.»
35 — (...)
Bize Osman b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshak b. İbrahim rivayet ettiler.
(İshak : Ahberana; ötekiler : Haddesena tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) :
Bize Cerir, A'meş'dcn, o da Mâlik b. Hâris'den, o da Abdurrahman b. Yezîd'den,
o da Abdullah b. Mcs'ud'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah
(Sallallahü A.'.eyhi ve Sellem) :
«Medih, Allah (Azze ve
Celle) 'den daha ço!c kimseye makbul değildir. Bundan dolabı kendini
methetmiştİr. Allah'dan daha kıskanç da kimse yoktur. Bundan dolayı
kötülükleri haram kılmıştır. Ve h:ç bir kimseye özür Al-iah'dan daha makbul
değildir. Bundan dolayı kitabı indirmiş ve Peygamberlere göndermiştir» buyurdular.
36- (2761)
Bize Amru'n-Nakid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. ibrahim b. Uieyye,
Haccâc b. Ebî Osman'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Yahya şunusöyledi: Bana da
Ebû Seleme, Ebû Hüreyre'den rivayet ettî. (ŞÖyle demiş) : Resûlüllah (SaUalîahü
Aleyhi ve Sellem) ;
«Şüphesiz ki, Allah
kıskanır.Mü'min de kıskanır. Allah'ın ksskanmas:, mü'mine haram kıldığı şeyi
getirmesidir.» buyurdular.
(2761) Bize
Muhammed b. Miisennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti.
(Dedi ki) ; Bize Ebân b. Yezîd ile Harb b. Şeddâd, Yahya b. Ebî Kesir'den, o da
Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) 'den naklen Haccac'm hassaten Ebû Hüreyre'nin hadîsini rivayet ettiği
gibi rivayette bulundu. Ama JEsma hadîsini anmadı.
(2762) Yahya
dedi ki: Bana da Ebû Seleme rivayet etti. Ona da Urve b. Zübeyr rivayet etmiş,
ona da Esma binti Ebî Bekr rivayet etmiş ki: Kendisi Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) "ı şöyle buyururken işitmiş:
«Allah (Azze ve Celle) 'den daha kıskanç hiç bir
şey yoktur.»
37- (2762)
Bize Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b.
Mufaddal, Hişam'dan, o da Yahya h. Ebî Kesîr'-den, o da Ebû Seleme'den, o da
Urve'den, o da Esma'dan, o da Peygamber ü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet
etti ki:
«Allah (Azze ve Celle)
'den daha kıskanç hiç bir şey yoktur.» buyurmuşlar.
38- (2761)
Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi
ki) : Rize Ab-dû'1-Aziz (yâni; İbnû
Muhammed) Alâ'dan, o da babasmdan, o da
Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) «Mü'min kıskanır. Ama Allah'ın kıskançlığı daha şiddetlidir.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammet! b. Müsennâ da rivayet etfî;x.(Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. {"Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben
Alâ'yi bu isnadla rivayet ederken işittim.
Bu rivayetleri Buhârî
«Kitâbu'n-Nİkâh», «Küâbu't-Tevhid» ve «Kitâbu't-TefsnVde; Tirmizî
«Kitâbu'd-Deavât»'da; Nesâî «Ki-tâbu't-TefsîrB'de tahric etmişlerdir.
Gayret: Kıskançlık
demektir. Allah Teâlâ'ya nisbetle gayret ise : Bir şeyi mü'min kuluna menetmesi
ve haram kılmasıdır. Nevevî diyor ki: «Bunun hakikati kullar için maslahattır.
Çünkü kullar Allah'a sena ederler. O da onlara sevab verir. Bu suretle kullar
faydalanırlar. Teâlâ Hazretleri ise bütün âlemlerden ganîdir. Ona kulların
medhü senası fayda vermediği gibi, onu terketmeleri de bir zarar vermez.»
Fevâhiş :
Fahişenin cem'idir. Fahişe kavil olsun, fiil olsun her kötü haslet demektir.
İbnû'l-Esîr'in beyânına göre, hadîsdeki fevâ-hişden murad; günahların şiddetle
çirkin olanlarıdır. Fahişe çok defa zina mânâsına kullanılır.
Hadîs-i şerîf Allah'a
hamdü senada bulunmanın ve ona teşbih, tehlil ve tahmid gibi zikirleri dilden
bırakmamanın faziletine delildir.
«Hiç bir kimseye özür,
Allah'dan daha makbul değildir.» cümlesi hakkında Kaadİ Iyâz: «İhtimal buradaki
özürden murad; kulların yaptıkları hatalardan dolayı Allah'dan özür
dilemeleri, günahlarından tevbe etmeleri, Allah'ın da onları af buyurmnsıdır.»
diyor.
39- (2763)
Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Kâmil Fudayl h. Hüseyn El-Cahdcrî, ikisi birden
Yezid b. Zürey'den rivayet ettiler. Lâfız Ebû Kâ-mil'indir. (Dedi ki) ; Bize
Yezid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Teymî, Ebû Osman'dan, o da Abdullah b.
Mes'ud'dan naklen rivayet etti ki : Bir adam tir kadından öpücük almış.
Müteakiben Peygamber (Sallatîahü Aleyhi ve Scllemfe gelerek bunu kendisine
anlatmış. Bunun üzerine :
«Namazı gündüzün iki
tarafında ve gecenin bazı saatlerinde dosdoğru kıl! Şüphesiz ki, iyilikler
kötülükleri giderir. Bu hatırlayanlara bir hatırlatmadır.» [3] âyet-i kerîmesi inmiş. Adam :
— Bu bana mı mahsus yâ
Resûlallah! diye sormuş.
«Ümmetimden onunla
amel edenlere!» buyurmuşlar.
40- (...) Bize
Muhammed fc. Abdi'I-A'lâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir, babasından
rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Osman İbnû Mes'ud'dan rivayet etti ki : Bir
adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek, kendisinin bir kadına ya
öpmek, ya elle dokunmak veya başka bir şeyle İsabet ettiğini söylemiş. Galiba
bunun keffaretini soru-yormuş. İbni Mes'ud demiş ki: Bunun üzerine Allah (Azze
ve Celle) şu âyeti indirdi...
Sonra Yezid'in hadîsi
gibi anlatmıştır.
41- (...) Bize
Osman b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir, Süleyman Et-Teymî'den
bu isnadla rivayet etti. (Dedi ki) : Bir adam bir kadına zinadan başka bir
şeyle temasda bulundu. Arkacığmdan Ömer übnû Hattab'a geldi. O bunu ona
büyülttü. Sonra Ebû Bekr'e geldi. O da bunu ona büyülttü. Sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi... Ve râvi Yezîd'Ie Mu'temir'in hadîsi gibi
anlatmıştır.
42- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe b. Saîd ve Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet
ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Yahya : Ahberanâ; ötekiler : Haddesenâ
tâbirlerini kullandılar, dediler ki) : Bize Ebû'l-Ahvas, Simâk'den, o da
İbrahim'den, o da Alkame ile Esved'den, onlar da Abdul-lah'dan naklen rivayet
etti. Abdullah şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemft bir adam
gelerek:
— Ben Medine'nin kenarında bir kadını elledim.
Ama ona cima etmeksizin dokundum. İşte ben buyum. Benim hakkımda dilediğini
hüküm buyur! dedi. Bunun üzerine Ömer ona :
— Sen kendini örtbas etmiş olsan, Allah
muhakkak seni örtbas ederdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir şey
söylemedi. Ve adam kalkıp gitti. Derken
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) arkasından bir adam göndererek
onu çağırdı ve kendisine şu âyeti okudu:
«Namazı gündüzün ikİ
tarafında ve gecenin bazı saatlannda dosdoğru kıl! Şüphesiz ki iyilikler
kötülükleri giderir. Bu hatırlayanlara bir hatırlatmadır.» Bunun üzerine cemaattan bir adam:
«— Yâ Nebiyyallah! Bu
ona mı mahsus? diye sordu. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bilâkis bütün
insanlara.» cevâbım verdi.
43- (...)
Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) Ebû'n-Nu'man Hakem b. Abdillah
El-Iclî rivayet etti. (Dedi ki) Şu'be, Simâk b. Harb'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbrahim'i! : Bize : Bize
dayısı
Esved'den, o da
Abdullah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen
Ebû'l-Ahvas'm hadîsi mânâsında rivayet ederken dinledim. O hadîsinde şunu da
söyledi: «Muaz: Yâ Resûlallah! Bu (hüküm)
yalnız buna mı mahsus, yoksa hepimize umumî mi? dedi. «Bİlâkİs hepinize
umûmîdir!» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu Mevakîtü's-Salat» ve «Kitâbu't-Tefsir-'de; Tirmİzî ile Nesâî
«Kitâbu't-Tefsira'de; ibnû
Mace Kîtâbu's-Salat»'da
muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir!.
Resûlüîlah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e gelen zât Ebû'1-Yüsr'-dur. Bazıları onun Amr b. Aziyye,
diğer bazıları ensardan îbnû Muattip olduğunu, bir takımları ensardan Ebû
Muk-bil Âmir b. Kays, daha başkaları Nebhan Et-Temmâr olduğunu söylemişlerdir.
Altıncı bir kavi olmak üzere Kurtubî tefsirinde onun Abhâd isminde biri
olduğunu söylemiştir. Bu kavillerin en doğrusu Ebû'1-Yûsr olmasıdır. Âyet-i
kerîme onun hakkında inmiştir. Bu âyette iyiliklerin kötülüklere keffâret
olacağı açıkça bildirilmektedir. Yalnız hasenattan ne kastedildiği hususunda
ihtilâf vardır. Sa'1ebî ekser, müfessirine göre bundan murad; beş vakit namaz
olduğunu söylemiş. îbnû Cerir ile diğer bazı zevat da bu kavli benimsemişlerdir.
Mücâhid'e göre hasenatdan murad:
Allah'ı tenzih ederim,
hamc Allah'a mahsustur. Allah'dan başka ilâh yoktur. Allah her şeyden bfr
yüktür... teşbihini okumaktır. Hasenattan mutlak surette işlenen her hayı
kastedilmiş olması da ihtimal dahilindedir.
Gündüzün iki
tarafındaki namazlar sabah, öğle,
ikindi; gecenin saat larmdaki namazlar da: akşam ve yatsı namazlarıdır.
1- Öpmek,
sıkmak, sarmaşmak gibi şeylerde hadd-i şer'i yoktur. Bunlar küçük günahlardan
ma'dud olup, büyüklerinden sakınmak şartıyîe affolunacakları nass-ı Kur'ân'la
bildirilmiştir.
2- Küçük
günahlar hususunda beş vakit- namaz tevbe yerine kâimdir.
3- Tevbe
kapısı açık ve tevbe makbuldür.
44- (2764)
Bize Hasen b. Ali El-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam, İshak b, Afadillah b. Ebî Talha'dan, o da
Enes'den naklen rivayet etti. Encs şiiyie demiş : Bir adam Peygamber
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:
— Yâ Resûlallah! Ben hadd (-i şer'îy)'e isabet
ettim. Onu bana tatbik ediver, dedi. Namaz vakti de gelmişti. Adam Resûlüllalı (SaLiaiiahü Aleyhi ve Sellem)'\e birlikte
namazı kıldı. Namazı eda ettikten sonra:
— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim.
Hakkımda Allah'ın kitabını tatbik ediver! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)
«Sen bizimle beraber
namazda bulundun mu?» diye sordu. Adam:
— Evet! dedi,
«Sen affolundun!» buyurdular.
45- (2765)
Bİze Nasr b. AH El-Cahdamî ile Zûheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız
Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze
İkrime b. Ammar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeddâd rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ebû Ümâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bir defa Resûlüllalı (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) mescidde bizde beraberinde oturmakta iken anîden bir adam
gelerek :
— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Onu
bana tatbik ediver! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona cevap
vermeden sükût buyurdu. Sonra adam sözünü tekrarlayarak:
— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Onu
tana tatbik ediver! dedi. Yine sükût buyurdular. Namaz kılındı. Ebû Ümâme demiş
ki : Ne-biyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
oradan ayrılınca bu zat
Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve
Sellem) çekildiği anda peşine takıldı. Ben de bu adama ne cevap vereceğini
göreyim diye Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in peşine takıldım.
Derken adam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetişerek :
— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Onu
hana tatbik ediver! dedi. Ebû Ümâme şunu söylemiş : Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Setlem) ona :
«Ne dersin, evinden
çıktığın vakit güzelce abdest aldın değil mi?» diye sordu. Adam:
— Hay hay ya Resûlallah! dedi.
«Sonra bizimle beraber
namazda bulundun değil mİ?» dedi. Adam:
— Evet yâ Resûlallah! cevabını verdi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ona:
«işte Allah haddini
sana bağışladı. —Yahut günahını sana bağışladı.—» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Hudud»'da
tahric etmiştir. Buradaki hadden murad; recm ve dayak gibi şer'an muayyen olan
cezalar değil, ta'zirdir. Gelen zat:
— Ben ta'ziri icabeden bir günah işledim. Bu
hususta bana ne ceza münasib görürsen ver! demek istemiştir.
Ta'zir:
Evvelce de beyân ettiğimiz gibi, şer'an mikdârı belli olmayıp, hâkimin re'yirıe
bırakılan cezadır. En hafif şekli, sert bakmak ve azarlamaktır. Bu ceza suçuna
göre yüksele yüksele tâ idama kadar varabilir. Gelen zâtın küçük günah işlediği
namazının günahına keffâret olmasından bellidir. Büyük günah işlemiş olsa,
namazla sakıt olmazdı. Ulemâ şer'î haddi icâb edecek bir günahın cezası namazla
sakıt olmayacağına ittifak etmişlerdir. Bazıları bu zatın ikrar ettiği haddin,
şer'i had olduğunu söylemiş ; «Adam suçunu tafsilatıyla anlatmadığı için
kendisine had vurulmamış Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de setr
cihetini tercih ederek soruşturmamış, bilâkis haddin tatbikini gerektiren ikrar
ve itirafından dönmesini telkin buyurmayı müstehab saymıştır.» demişlerdir.
Hadîsin sonunda râvi
şekketmiş, Resûlüllah (Sallallah'ü Aleyhi ve Sellem) in haddini mi yoksa
günahını mı bağışladı dediğini kestirememiştir.
46- (2766)
Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbnû
Müsennâ'nmdır. (Dediler ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
babam, Katâde'den, o da Ebû's-Sıd-dık'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen
rivayet etti ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :
«Sizdeh öncekiler
içinde bir adam vardı ki, doksan dokuz insan öldürmüştü. Bu sebeple dünya
insanlarının en âlimi kim olduğunu sordu. Ona bir râhib gösterdiler. O da
rahibe gelerek kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü söyledi, tevbesi kabul
edilip edilmeyeceğini sordu. Râhib : Hayır! cevabını verdi. Adam onu da öldürdü
ve bununla yüzü tamamladı. Sonra yeryüzü halkının en âlimini sordu. Ona âlim
bir zat gösterdiler. Adam ona (da giderek) kendisinin yüz kişi öldürdüğünü,
Icvbesinİn kabul edilip edilmeyeceğini arzetti. O :
— Evet! (Kabul edilir.) Seninle tevben arasına kim
girebilir? Filân yere git. Orada Allah'a ibâdet eden insanlar vardır.
Onlarla birlikte Allah'a ibâdet et! Memleketine dönme! Çünkü orası kötü
yerdir, dedi. Adam gitti. Yolun yarısına varınca eceli geldi. Bu sefer onun
hakkında rahmet melekleriyle azab melekleri münakaşa ettiler. Rahmet melekleri
:
— Bu adam
tevbe ederek kalbiyle Allah'a
yönelerek geldi, dediler. Azab melekleri ise :
— O hiç
bîr hayır işlemedi, dediler. Bunun üzerine yanlarına insan suretinde bir melek
geldi. Onu aralarında hakem yaptılar. O da :
— İki yerin arasını Ölçün, hangi yere daha
yakınsa bu adam oralıdır, dedi. O yeri ölçtüler ve adamsn gitmek İstediği yere
daha yakın buldular. Bunun üzerine ruhunu rahmet melekleri kabzetti.»
Katâde demiş ki:
«Hasen şunu söyledi : Bize anlatıldığına göre, bu adam ölüm kendisine gelince
göğsüyle (o tarafa doğru) ilerlemiş.»
47- (...)
Bana Ubeyduüah b. Muaz El-Anbcrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'he, Katâde'den rivayet etti. O da Ebû's-Sıddîk
En-Nâcî'yi, Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeHem)'den naklen rivayet ederken dinlemiş ki:
«Bİr adam doksan dokuz
kişi öldürmüş de, tevbesi kabul edilip edilmeyeceğini sormaya başlamış. Derken
bir rahibe gelerek ona da sormuş. Râhib:
— Senin için tevbe
yoktur, demiş. Adam rahibi de öldürmüş. Sonra sormağa başlamış. Sonra bir
köyden çıkarak içerisinde iyi insanlar bulunan bir köye gitmek üzere yola
çıkmış. Yolun bîr kısmını aldıktan sonra eceli gelmiş. Adam göğsüyle ilerlemeye
çatışmış, sonra ölmüş.
Bu sefer onun hakkında
rahmet melekleriyle azab melekleri münakaşa etmişler. Neticede iyi yere
Ötekinden bir karış daha yakın bulunmuş ve o yer halkından sayılmış.» buyurmuşlar.
48- (...)
Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize tbni Ebî Adiy rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den bu isnadla Muâz b. Muâz'm hadîsi gibi
rivayette bulundu. O bu hadîse şunu da ziyâde etmiştir:
«Bunun üzerine Allah
beriki meleklere : Uzaklasın! Ötekilere de : Yaklaşın! dîye vahy buyurdu.»
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbu'l-Enbiya» ile «Kitâhu't-Tevbe»'de; İbnû
Mace «Kuabu'd-Diyât»'da tahric etmişlerdir.
Râhib : Korkan ve
ibâdet eden, demektir. Bu kelime Hıristiyanların papazlarına ıtlak olunur.
Bâzıları hadîs-i şerif deki bu vak'anm Hz. İsa göğe çekildikten sonra vuku
bulduğuna işaret görmüş : «Çünkü râhibliği Hz.îsâ'dan sonra ona tâbi olanlar
icâd etmiştir, demişlerdir.
Hadîs-i şerîf, kasden
insan öldüren bir kimsenin tevbesi kabul edileceğini bildirmektedir. Nevevî
diyor ki: «Ehl-i ilmin mezhebi budur. Ulema kasden insan öldüren katilin
tevbesi sahih olduğuna icma etmişlerdir. Bu hususta onlara yalnız İbni Abbâs
muhalefet etmiştir. Gerçi selefden bazılarının bu mes'elede ihtilâfa
düştükleri nakledilmişse de katilin tevbesi sahih değildir diyenin muradı, onu
tevbeye sebep olan katiden men etmektir. Yoksa tevbesinin bâtıl olduğunu
itikad etmemiştir.»
Bizden önce geçmiş
milletlere âid olan bu hadîsin bizim için delil teşkil etmesi büyük bir kaideye
mebnîdir. Kaide şudur : Bizden öncekilerin şeriatı bizim için de şeriatdır.
Elverir ki, onu bize Atfah veya Resulü hikâye etmiş ve reddetmemiş bulunsun!
Burada da Benî İsrail'den bir katilin tevbesi kabul edildiğini bize Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hikâye etmiş, red ve inkârda da bulunmamış, yâni;
bu size caiz değildir, dememiştir. Binâenaleyh katilin tevbesi hakkında bize
delil olur. Vakıa kasden bir mü'min öldüren şahsın cezası ebedî cehennem olduğu
nass-ı Kur'ân'la bildirilmiştir. Fakat bundan murad; bu cezayı hak etmesidir.
Hanefî 'lere göre bu âyetteki ebediyetten murad; uzun müddet cehennemde
kalmaktır. Bâzıları âyet-i kerîme'nin katli helâl itikad edenler hak-kmda
olduğunu, bir takımları da muayyen bir adam hakkında indiğini söylerler.
Nevevî'ye göre âyet-i
kerîme'den murad; katilin cehennemi haket-mesidir. Bu cezayı infaz edip etmemek
Allah Teâlâ'ya kalmış bir işdir. Dilerse ceza verir, dilerse affeder. Fakat
katil bir müslümam haksız yere Öldürür de, bunu helâl itikad ederse, kâfir ve
mürted olur.
Hadîs-i şerîf, günah
isleyen kimsenin o yerden ayrılıp başka yere gitmesinin ve iyi insanlarla
düşüp kalkmasının müstehab olduğuna delildir.
Meleklerin iki şehir
arasındaki mesafeyi ölçmeleri ve insan kıyafe-tindeki meleği hakem tayin
etmeleri Allah'ın emriyle olduğuna hamledilmiştir.
49- (2767)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyi© rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Talha b.
Yahya'dan, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle
demiş) : ResûİüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)
«Kıyamet günü geldiği
vakit Allah (Azze ve Celle) her müslümana bir yahudi veya hırİstiyan verecek ve
: Bu senin cehennemden fidyendir, diyecektir.» buyurdular.
50- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde
rivayet etti. Ona da Avn ile Said b. Ebî Bürde rivayet etmişlerdir ki,
kendileri Ebû Bürde'yi Ömer b. Abdilâziz babasından, o da Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet ederken görmüşler. Efendimiz
şöyle buyurmuşlar:
«Müslüman bir kimse
Ölürse, Allah onun yerine cehenneme bir yahudî veya hırİstiyan koyar.»
Bunun üzerine Ömer b.
Abdi'1-Aziz, babasının bu hadîsi Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemi'den
rivayet ettiğine kendinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için Ebû Bürde'ye üç
defa yemin ettirmiş. Râvî diyor ki: Ebû Bürde ona yemin etti. Katâde: Bana Saîd
yemin ettirdiğini söylemedi ama Avn'in sözünü de İnkâr etmedi, demiş.
(...) Bize
İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Müsennâ hep birden Abdû's-Sarhed b.
Abdi'I-Vâris'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Hemmam haber verdi. (Dedi
ki) : Bize Katâde bu isnadla Affan'm hadîsi gibi rivayette bulundu. O: «Avn b.
Utbe» dedi.
51- (...)
Bize Muhammed b. Amr b. Ubbâd b. Cebele b. Ebî Eev-vâd rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Haramı b. Umara rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeddad Ebû
Talhata'r-Kâsibî, Gaylan b. Cerir'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından, o
da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti.
«Kıyamet gününde
müslümanlardan bîr takım kimseler dağlar kadar günahlarla gelecekler, fakat
Allah onlara bu günahları affedecek ve onları — benim zannettiğime göre—
yahudilerie hırİstiyanların üzerine yükleyecektir.» buyurdular.
Ebû Ravh: «Şekkin
kimden geldiğini bilmiyorum.» demiş.
Ebû Bürde demiş ki:
Ben bu hadîsi Ömer b. Abdi'l-Aziz'e rivayet ettim de: Bunu sana baban Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den! mi rivayet etti? diye sordu : Evet!
dedim.
Nevevî’nin beyânına
göre bu hadîs Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet olunan bir hadîs m anasındadır. Ebû
Hüreyre hadîsinde :
«Herkesin cennette bîr
yeri ve cehennemde bir yeri vardır. Mü'min cennete girdiği vakit onun yerine
cehenneme kâfir girer.» Duyurulmuştur.
Fikâk veya Fekâk:
Kurtuluş ve fidye demektir. Kâfirin mü'min için cehenneme fidye olması: Sen
cehenneme girmeyi gerektiren işler yapmıştın, işte senin fidyen budur,
manasınadır. Çünkü Allah Teâlâ cehennemi dolduracak muayyen bir sayı takdir
buyurmuştur. Kâfirler küfürleri sebebiyle cehenneme girince, müslümanlarm
fidyesi mânâsına gelirler. ,
Müslümanların
günahlarını bağışlayıp, o günahları yahudilerie Hıristiyanların üzerine
yükleme meselesine gelince; buradaki yüklemek tâbiri mecazdır. Yahudilerle
hırİstiyanların üzerine yüklenecek günahlar müslümanlarm değil, küfür ve isyan
sebebiyle kazandıkları kendi günahlarıdır. Teâlâ Hazretleri müslümanlarm
günahlarını affedince, kâfirlerin günahları kalacak ve onlar sanki iki
fırkanın günahlarını yüklenmiş gibi olacaklardır. Şu da bir ihtimaldir :
Kâfirlerin açtığı kötü bir çığırdan bazı müslümanlar da gidecek, fakat Allah'ın
affına mazhar olacaklar; çığırı açan kâfirlere ise o günahların misli
yüklenecektir. Bu babdaki hadîsi biraz Önce görmüştük.
Hz. Ömer b. Abdi'1-Aziz'in
Saîd b. Ebî Bür-d e 'ye üç defa yemin ettirmesi, kalbi mutmain olmak içindir.
Zira bu büyük müjdeye pek sevinmiş, bu hususta bir şüphesi yahut hata ve
unutma endişesi olup olmadığını denemek için yemin ettirmiş; o da yemin edince
kalbi mutmain olmuştur. Filhakika Ömer b. Abdi'1-Aziz ile İmam Şafiî 'nin : «Bu
hadîs müslümanîar için en ümit bahş hadîs-dir » dedikleri rivayet olunur.
Ki, İmam Nevevi: «Hadîs onların dedikleri
gibidir. Çünkü onda her müslümamn bir fidyesi olacağına sarahat vardır. Fidye
umûmî olarak zikredilmiştir.» diyor.
52- (2768)
Bize Zübeyr b. Ilarb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim, Hişam-ı
Destcvâî'den, o da Katâde'den, o da Safvân b. Muh-riz'den naklen rivayet etti.
Safvân şöyle demiş: Bir adam İhni Ömer'e fısıltı hakkında Resûlüllah (SaltaUahu
Aleyhi ve Sellem) 'İ sıe buyururken işittin? diye sordu. İbnû Ömer : Onu :
«Kıyamet gününde
mü'min Rabbi (Azze ve CeAe) 'ye yaklaşacak, o derece ki, üzerine Allah affını
indirecek ve ona günahlarını itiraf ettirecektir. Kendisine (filân günahını)
biliyor musun? diye soracak. Mü'min : Ey Rob-bİm! biliyorum, diyecek. Teâla
Hazretleri : Onu ben dünyada sana örtbas etmiştim. İşte bugünde onu sana
bağışlıyorum, diyecek. Bunun üzerine İyiliklerinin sahifesi verilecektir.
Kâfirlerle münafıklara gelince, onlar için mah-lûkat huzurunda : İşte Allah
namına yalan söyleyenler bunlardır, diye nida edilecektir!» buyururken işittim,
dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâhu'l-Iezâlim», «KHâbu'1-Edcb» ve «Ki-tâbu't-TevhidH'de; Nesâî «Kitâbu't-Tefsir»
iîe «Kâbu'r-Kîkak»'da; İbnû Mâce de «Kitâbu's-Sûnne»'de muhtelif râvilerden
tahric etmişlerdir.
Nccva : Sır konuşmak,
fısıldaşmak mânâsına gelir. Kıyamet gününde Allah Teâlâ'mn mü'min kuîuyla sır
konuşması yâni, ona günahlarını gizlice bildirmesi bir fadlu ihsanıdır.
Buradaki yaklaşmaktan murad; mekân itibariyle değil, rütbe ve ikramı
itibariyledir. Çünkü Teâlâ Hazretleri mekân ve mesafeden münezzehdir.
Kenef; Kenar, örtü ve
yardım mânâlarına gelir. Burada ondan murad; mü'min kulunu mahşer halkı
huzurunda rezil etmeyip örtmesi ve korumasıdır.
Hadîs-i şerif,
müslümanlar günahlarından dolayı tekfir edilemez diyen ehl-i sünnetin
delillerindendir. Dalâlet fırkalarından Haricî1er'e göre günah işleyenler
dinden çıkarlar. Bu hadîs onların kavlini reddetmektedir.
53- (2769)
Bana Benî Ümeyye'nin azatlısı Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Âbdillah b. Amr b.
Sech rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbnû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana
Yûnus, İbnû Şihab'dan naklen haber verdi. İbnû Şihab şöyle demiş: Sonra
Kesûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Te-bûk gazasına gitti. Halbuki kendisi
Romalılarla Şam'daki hıristiyan Arab-ların üzerine gitmek istiyordu.
İbnû Şihâb şöyle demiş
: Bana Abdurrahman b. Âbdillah b, Ka'b b. Mâlik haber verdi ki, Abdullah b.
Ka'b oğullarından Ka'b'ın gözleri gor-mez olunca onun yedekçisi olmuş. (Dedi
ki) ; Ben Ka'b b. Mâlik'i Tebûk gazasında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den geri kaldığı vakit kendi macerasını anlatırken dinledim. Ka'b b.
Mâlik gÖyle dedi : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yaptığı
gazaların hiç birinden geri kalmadım. Yalnız Tebûk gazası müstesna! Bir de
Bedir gazasında bulunmamıştım. Ama o bu gazada bulunmayan hiç bir kimseyi muaheze
buyurmadı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Müslümanlar ancak Kureyş'in kervanını
kastederek yola çıkmışlardı. Neticede Allah onlarla düşmanlarını vakitsiz olarak bir yere
getirdi. Gerçekten ben Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi vcSeltem) Akabe gecesinde
ona İslâmiyet üzerine ahdû peyman verdiğimiz vakit beraber bulunmuşumdur. Her
ne kadar Bedir insanlar arasında Akabe'den daha ziyâde dillere destan ise de
ben Akabe'nin yerine Bedir gazası olsaydı diye dilemem. Tebûk gazasında Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)* den
ayrıldığım zaman hikâyem şudur:
Ben hiç bir
vakit bu gazada ondan ayrıldığım
zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin bu-lunmamışımdır. Vallahi ondan önce
iki yük devesini hiç bir zaman bîr araya getirmemişimdir. Nihayet bu gazada İki
deveyi bir araya getirdim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazayı şiddetli bir sıcakta yaptı-Uzak bir
sefere ve çöle gitti. Kalabalık düşman karşısına çıktı ve gazalarının
hazırlıklarını tutabilmeleri için yapacakları işi nıüslümanlara açık bildirdi.
Nereye götürmek istediğini onlara haber verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selle>nyin beraberindeki müslümanlar çoktu. Onların sayısını bir muhafızın kitabı
cem'edemez. (Bu sözle asker kütüğünü kastediyor.) Ka'b sözüne şöyle devam etmiş. Az kimse vardı ki, (askerden) kaçmak istesin de bu babda
Allah (Azze ve Celle)'âcn bir vahy
inmedikçe Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)y'm bunu bilmeyeceğini
zannetmesin. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazayı meyveler ve
gölgeler kemâle geldiği vakit yaptı. Ben bu gazaya en ziyade gönül veren bir
kimse idim. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve onunla birlikte
müslümanlar hazırlandılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanayım diye sabahlamağa
başladım. Fakat hiç bir şey yapmadan dönüyor; kendi kendime : Ben buna
istediğim zaman kadirim, diyordum. Bu hal bende devam etti.
Nihayet insanlar
çalışmakta devam ettiler. Ve Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)
müslümanlar da beraberinde olduğu halde yola çıkmak üzere sabahladı. Ben
hazırlığım namına hiç bir şey yapmamıştım. Sonra sabahladım ve yine hiç bir
şey yapmamış olarak döndüm. Bu hâlim devam etti. Hattâ müslümanlar acele yola
çıktılar ve gaziler ilerlediler. İçimden yola revan olarak onlara yetişmek
geçti. Keşke yapsaydım. Sonra bana bu mukadder olmadı. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) çıkıp gittikten sonra insanlar arasına çıktığında ona uymamış
olmak beni üzmeye başladı. Bundan yalnız nifakla müttehem yahut zayıflardan
Allah'ın mazur gördüğü kimse müstesna olabilirdi. Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi
ve Sellem) Tebûk'e varıncaya kadar beni anmamış. Tebûk'de cemaatın içerisinde
otururken : «Ka'b b. Mâlik ne yaptı?» diye sormuş. Benî Selime (kabilesüı)'den
bir zât:
— Yâ Resûlallah! Onu
elbisesi ve o elbisenin yakalarına bakmasi alıkoydu, demiş. Bunun üzerine Muâz
b. Cebel ona :
__ Ne kötü söyledin!
Vallahi ya Resûlallah onun hakkında hayrjdaıı
başka bir şey
bilmiyoruz, demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût buyurmuş. O
bu halde iken kendisiyle serap kaybolan beyaz el giymiş bir zât görmüş. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sen Ebû Ha/seme
olmalısın!» buyurmuş. Bir de bakmışlar ki Ebû Hayseraete'l-Ensârîdir. Kendisini
münafıklar ayıpladıkları vakit ölçek kuru hurma tasadduk eden zat budur.
Ka'b b. Mâlik sözüne
şöyle devam etmiş: Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ın Tebûk'den
dönerek gelmekte olduğunu duyunca beni üztntü kapladı. Yalan söylemeyi
düşünmeye başladım. Yarın onun hısımımdan ne ile kurtulurum, diyordum. Bu
hususta ailemin her fikir sahibinden! yardım istiyordum. Bana Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)f\n gelmesi yakIaştığı söylenince bâtıl düşünce benden gitti.
Anladım ki, ondan hiçi bir şeyle ebediyyen kurtulamam. Ve ona doğru söylemeye niyet
ettimi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in gelişi sabahlayın oldu. Bir seferden geldiği vakit evvelâ mescidden
işe başlardı. Orada iki rekât namaz kıldı. Sonra halkla görüşmek üzere oturdu.
O bunu yapınca gazaya gitmeyenler gelerek kendisinden özür dilemeye ve ona
yemin etmeye başladılar. jBun-lar seksen küsur kişi idiler. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de phla-nn açık beyanatını kabul etti. Kendileriyle bey'atda
bulundu ve bular için istiğfar etti. Gizli taraflarım da Allah'a havale etti.
Nihayet beri geldim. Selâm verdiğim vakit kızgın bir kimsenin tebessümü ile
gülümsedi. Sonra :
«Gel!» dedi. Ben de
yürüyerek geldim ve huzuruna oturdum. Bdna :
«Neden gazadan geri
kaldın? Hayvanını satın almamış miydin?»
dedi.-?Ö di. Ben:
__ yâ Resûlallah!
Vallahi ben dünya halkından senden lıaşka birinin
yamnda otursaydım,
onun hısımından bir özürle kurtulurdum sanırım. Bana fasahat da verilmiştir.
Lâkin ben vallahi bildim ki, bugün sana seni razı edecek bir yalan söylesem,
Allah'ın hısımına uğramam yakındır. Sana doğruyu söylesem bu hususta bana
gücenirsin. Ben sözüm hususunda Allah'ın ukbasmı dilerim. Vallahi hiç bir
Özürüm yoktu. Vallahi senden geri kaldığım zamankinden daha kuvvetli ve daha
zengin olduğum hiç bir zaman yoktur, dedim. ResûlÜllahÇSallallahü Aleyhi ve
Sellem)
«Buna gelince :
Hakikaten doğruyu söyledi. İmdi Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar
kalk (git)!» buyurdu. Ben de kalktım. Benî Se-lime'den bir takım adamlar da kalkarak
peşime takıldılar ve bana :
— Vallahi! Senin
bundan Önce hiç bir günah işlediğini 'bilmiyoruz. Hakikaten sen gazaya
gitmeyenlerin Resûlüîîah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem^e beyan ettikleri özürle
özür dilemekten âciz kaldın. Senin günahına Resûlüîîah (Salîaîlahü Aleyhi ve
SeUemj'in sana istiğfarda bulunması yeterdi, dediler.
Ka'b şöyle dpmiş :
Vallahi! Beni o kadar muaheze ettiler ki, Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e dönerek kendimi yalanlayacağım geldi. Sonra onlara : Buna benimle birlikte
bir kimse düçâr oldu mu? dedim.
— Evet! Seninle birlikte iki adam duçar oldu.
Onlar da senin söylediğin gibi söylediler. Ve onlara da sana söylendiği gibi
söylendi, dediler.
— Kim onlar? diye
sordum.
— Murâra b. Rabîate'l-Amirî [4] ile
Hilal b. Ümeyyete'l-Vâkıfî dediler. Ve
bana Bedr gazasına iştirak etmiş, kendilerine uyulacak iki sâh zât söylediler
Bana bunları anlatınca
oradan gittim. Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kendisinden ayrılanlar arasından
biz üç kişiyle konuşmaktan müslümanları nehiy buyurdu. Bunun üzerine halk
bizden kaçındı. Bize karşı halleri değişti. Hattâ benim nazarımda yer de
değişti. Artık o bild'ğim yer değildi. Bu minval üzere elli gece durduk. İki
arkadaşım boyun bükerek ve ağlayarak evlerinde oturdular. Bana gelince : Ben
kavmin en genci ve en metini idim. Evden çıkıyor, namaza geliyor, çarşılarda
dolaşıyordum. Fakat benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra oturduğu yerde
iken Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek selâm veriyor; ve
içimden; acaba selâmı almak için dudaklarını kıpırdatt îm, kıpırdatmadı mı
diyordum. Sonra ona yakın bir yerde namazımı kılıyor, ona gizlice bakıyordum.
Ben namazıma yöneldim mi, bana bakıyor, ona doğru baktım mı benden yüz
çeviriyordu. Müslümanların bu cefâsı üzerimde uzun zaman devam edince giderek
Ebû Katâde'nin bahçesi duvarından tırmandım. Ebû Katâde amcamdır. Ve en
sevdiğim bir insandır. Ona selâm verdim. Vallahi selâmımı almadı. Kendisine :
__ Ey Ebû Katâde!
Allah aşkına söyle, benim Allah ve Resulünü sevdiğimi Hlir misin? dedim. Ebû
Katâde sustu. Tekrar Allah aşkına söylemesini istedim. Yine sustu. Tekrar
istedim (bu sefer) :
__ Allah ve Resulü
bilir! dedi. Bunun üzerine gözlerim
boşandı ve
döndüm. Duvardan
çıktım.
Bir defa Medine'nin
çarşısında yürürken Şamlıların Acem fellâhla-rından Medine'ye yiyecek satmaya
gelenlerden bir fellaVa rasladim. Bana Ka'b b. Mâlik'i kim gösterecek, diyordu.
Halk beni göstererek kendisine işaret etmeye başladılar. Nihayet yanıma gelerek
bana Gassân kiralından bir mektub verdi. Yazıcı idim. Mektubu okudum. Gördüm
kî, içinde şunlar var :
Bundan sonra (malûm
olaki) seninkinin sana cefâ ettiğini duyduk. Allah seni ne hakaret diyarında
yaratmıştır. Ne de hakkin zayi olacağı yerde. Hemen bize katıl ki, sana
yardımda bulunalım.
Mektubu okuduğum
vakit: Bu da belânın bir çeşidi, dedim ve tandıra yönelerek mektubu orada
yaktım. Nihayet elli gecenin kırkı geçip vahy
duraklayınca anîden Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in elçisi
bana geldi. Ve :
— Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve SeMem) sana
karından uzaklaşmam
emrediyor, dedi.
— Onu boşayayım mı, yoksa ne yapayım? dedim.
— Hayır!
Sadece ondan uzaklaş ona asla yaklaşma!
dedi. îki arkadaşıma da bunun gibi haber göndermiş. Bunun üzerine karıma
:
— Ailen nezdine dön de, Allah bu işde bir hüküm
verinceye kadar onların yanında kal! dedim. Müteakiben Hilal b. Ümeyye'nin
karısı Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1'e geldi. Ve ona:
— Yâ Resûlallah Gerçekten Hilâl b. Ümeyye zayi
olmuş bir ihtiyardır; hizmetçisi yoktur. Ona hizmet etmemi kerih görür müsün?
dedi.
Resûlüîîah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Hayır! Lâkın sana
asla yaklaşmasın!» buyurdu. Kadın:
— Vallahi onun hiç bir şeye davranmaya vakti
yok! Ve vallahi! Bu işi başına geleliden bugüne kadar ağlamakta devam etti,
dedi.
— Bunun üzerine ailemden biri bana :
— Sen de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
zevcen hakkında İzin istesene!(bak) Hilâl b. Ümeyye'nin karısına. Hilâl'e
hizmet etmek için izin verdi, dedi. Ben :
__ Onun hakkında
Rcsûlülkıh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den . isteyemem. Ben genç bîr adamım.
Onun hakkında Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve ScUcmj'dcn izin istediğim vakit
tana ne söyleyeceği ne malûm! dedim. Ve hu minval üzere on gece durdum. Bu
suretle bizimle konuşmak yasak edildiği zamandan itibaren elli gecemiz
tamamlandı. Sonra ellinci gecenin sabahında sabah namazını evlerimizden
birinin üzerinde kıldım. Ve Allah Teâtâ'nm hakkımızda beyân buyurduğu hal üzere
otururken beni bir sıkıntı bastı. Bana yer bütün genişliğine rağmen dar geldi.
Sel' dağı üzerine çıkmış bağıran bir kimsenin sesini işittim. Var sesiyle :
Ey Ka'b b. Mâlik,
müjde! diyordu. Hemen secdeye kapandım. Ve anladım kİ, şadumanî gelmiştir.
Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldıktan sonra
Aîlah*ın bizim tövbemizi kabul ettiğini halka bildirdi. Bunun üzerine halk
bizi müjdelemeye yürüdüler. İki arkadaşıma müjdeciler gitti. Bir adanı da bana
gelmek üzere at mah-muzladı. Eşlem kabilesinden biri koşarak tarafıma geldi. Ve
dağa çıktı. Ses attan daha sür'atli idi. Sesini işittiğim zât bana müjdeye
gelince hemen iki elbisemi çıkararak müjdesinden dolayı ona giydirdim. Vallahi
bunlardan başkasına o gün mâlik değildim. Ve emaneten iki elbise alarak onları
giydim. Hemen Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve SelleınVı görmek isteyerek yola
düştüm. Halk takım takım karşıma çıkıyor, tevbeden dolayı beni tebrik ediyor:
— Allah'ın tevbeni kabul buyurması sana mübarek
olsun! diyorlardı. Nihayet mescide
girdim. Bir de
baktım Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) mescidde oturuyor. Etrafında da insanlar var. Derken Talha b.
Ubeydillah kalkarak sür'atle yanıma geldi. Benimle musâfaha etti. Ve beni
tebrikte bulundu. Vallahi muhacirlerden ondan başka kimse kalkmadı.
Râvi demiş ki : Ka'b
Talha'mn bu yaptığım hiç unutmuyordu.
Ka'b şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verdiğim vakit yüzü sevinçten
parlıyor ve :
«Annen seni
doğuraltdanberi üzerinden geçen en hayırlı gün sana müjdeler olsun!» diyordu.
Ben :
— Bu senin tarafından mı, yoksa Allah
tarafından mı yâ Resûlallah! dedim.
«Hayır! Bilâkis Allah
tarafından!» buyurdu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevindiği vakit
yüzü nurlanır, sanki yüzü bir ay parçası gîbi olurdu. Biz bunu bilirdik.
Huzuruna oturduğum
vakit:
— Yâ Resûlallah! Benim tevbemden biri de Allah
ve Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için sadaka olmak üzere malımdan
sıyrılmamdır, dedim.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Malının bir kısmını
tut! Bu senin için daha hayırlıdır.» buyurdu.
— Ben Haybcr'den aldığım hissemi tutuyorum,
dedim ve ilâve ettim:
— Yâ
Resûlallah! Şüphesiz ki, Allah
beni doğruluk sayesinde kurtardı. Benim tevbemden biri de yaşadığım müddetçe
doğrudan başka bir söz söylememektir.
Vallahi bunu
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)\" söylediğimden bugün? kadar
müslümanlardan hiç birine doğru söz söyleme hususunda Allah'ın hana olan
ihsanından daha güzel in'amda bulunduğunu bilmiyorum. Vallahi bunu Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'a söylediğimden bugüne kadar kasden hiç bir yalan
yapmadım. Ge^iyV'kalan ömrüm hususunda da Allah'ın beni muhafaza
buyurmasını'dilerîfnV Ka'b şöyle demiş: Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle):
«Muhakkak Allah Peygamberin ve güçlük anında ona tâbi olan muhacirlerle ensarm
—içlerinden bir fırkanın kalbleri hemen hemen sapmak üzere bulunduktan sonra
tevbelerinî kabul etti. Evet, onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah
onlara şefkatli ve merhametlidir. Geriye bırakılan ve kendilerine bunca
genişliği ile yer dar gelen kendi nefisleri de dar gelen üç kişinin de
(tevbesini kabul ettî).»[5]
âyetlerini indirdi. Ta:
«Ey iman edenler,
Altah'dan korkun ve doğru söyleyenlerle beraber olun!» âyetine kadar vardı.
Ka'b demiş ki :
Vallahi Allah beni İslâm için hidayete erdirdikten sonra, kendi nefsimce
Resûlüllah (Sallallahü Alevhl ve Sellem) Je söylediğim do&ru sözden daha
büyük hiç bir nimet vermemiştir. Ona yalan söylevîp de yalancıların helak
olduğu gibi helam olmam meselesi! Gerçekten Allah yalancılar için vahyi
indirdiği vakit, bir kimseye söyleyeceği en kötü şeyi söylemiştir. Allah
buyurmuştur ki:
«Onların yanına
döndüğünüz vakit kendilerine bir şey söylemeyin diye sizin İçin Allah'a yemin
edeceklerdir. Onlardan hemen yüz çevirin! Çünkü onlar necîstir. Ve
kazandıklarına karş-lık yerleri cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye
size yemin ederler. Sîz onlardan razı olursanız şunu muhakkak bilin kî, Allah
fas'k kavimden razı olmaz.» [6]
Ka'b şöyle demiş : Biz
üç kişi Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yemin ettikleri vakit,
yeminlerini kabul ederek kendileriyle bey'at yaptığını ve haklarında
istiğfarda bulunduğu kimselerin işinden geri bırakılmıştık. Resûlüllah
(SallaUahü Aleyh: ve Sellem) bizim işimizi Allah hükmünü verinceye kadar tehir
etmişti. İşte bu sebeple Allah (Azze ve
Celle) :
«Geri bırakılan üç
kişinin tevbesini de...» buyurmuştur. Bizim Al-lah'm zikrettiği geri kalmamız
(meselesi), gazadan geri kalmamız değildir. O ancak Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in bizi tehir etmesi ve işimizi kendisine yemin vererek özür
dileyen ve onun da Özrünü kabul ettiği kimselerden sonraya bırakmasıdır.
(...) Baha
bu hadîsi Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüceyn b. Müsenna
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ukayl'den, o da ibni Şihab'dan naklen tamamen
Yûnus'un, Zührî'den naklettiği hadîsin isnâdıyle rivayet etti.
54- (...)
Bana Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ya'kub b. îbrâhim b. Sa'd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zührî'nin kardeşi oğlu Muhammed b. Abdillah b.
Müslim, amcası Muhammed b. Müslim ve Zührî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Abdurrahman b. Abdillah b. Ka*b b. Mâlik haber verdi ki, Ubeydullah b, Ka'b b.
Mâlik —bu zât gözleri görmez olduğu vakit Ka'b'ın yedekçisi imiş — şöyle demiş
: Ben Ka'b b. Mâlik'i Tebûk gazasında Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
'den ayrıldığı vakit kendi hikâyesini anlatırken dinledim... .
Ve râvi hadîsi
nakletmiştir.
O, Yûnus rivayetinde
şunu da ziyade etmiştir : «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hr gazaya
gitmek istedi mi, onu başkasıyle örterdi. Nihayet bu gaza oldu.» Zührî'nin
kardeşi oğlunun hadîsinde Ebû Hayseme'yi
onun Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e katılmasını anmamıştır.
55- (...)
Bana Seleme h. Şebîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl (bu zat İbni Ubeydillah'dır.) Zührî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana
Abdurrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik, amcası Ubeydullah h. Ka'b'dan naklen
haber verdi. Bu zat Ka'b gözünden rahatsızla di ğı vakit onun yedekçisi ve
kavminin en âlimi ashab-ı Resûlüllah (SallaUahü A leyhl ve Sellem) 'in
hadîslerini en belleyen bir kimse imiş. (Demiş ki) : Babam Ka'b b. Mâlik'den
dinledim. O tevbe-leri kabul edilen üç kişiden biridir. Anlatıyordu k: Kendisi Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem}*in yaptığı gagalardan iki gazadan başka hiç birinden
geri kalmamış... Ve hadîsi nakletmiştir. Bu hadîsde o şunu da söylemiştir:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
on binden fazla kalabalık insanlarla gazaya gitmişti. Onları bir
muhafızın divanı toplayamaz.» Bu hadîsi
Buhârî kimi uzun kimi kısa olmak
üzere kitabınır. on yerinde «Meğâzi», «Cihad», «Sufatû'n-Nebi», «Vüfûdu'l-Ensar», «Tef sır», «İstizan» ve
«Ahkâm» bahislerinde; Ebû Dâvud ile Nesâ «Talâk» bahsinde tahric etmişlerdir.
Hz. Ka'b b. Mâlik
ensardandır. Ebû Abdillah kün yesini taşır. Cahiliyyet devrinin şâirlerinden
biridir. İkinci Akabe beys tında bulunmuş, Bedr'le Tebûk gazalarından maada
Peygambc (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bütün harblere iştirak etmiştir.
So ömründe gözleri görmez olmuştu. Elli tarihinde Muâviye'nin hilâfe zamanında
yetmişyedi yaşında vefat etmiştir. Medîneli 'lerden s yılır. Tabiînden bir
cemaat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.
Tebûk gazası
Gazvetü'1-Usra yâni; (Darlık gazası) na-mıyla da anılır. Tebûk, Medine ile Şam
arasında, Medîne 'ye ondört konak, Şam'a ise onbir konak mesafede bağlık, bahçelik
bîr yerdir. Bu gaza Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bizzat iştirak
ettiği son gazâsıdır.
Ebû Zûr'at Er-Razî
'nin rivayetine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazaya
yetmişbin kişi ile iştirak etmiştir. îbni. îshak gazilerin otuzbin kişi
olduğunu söylemiştir ki, bu kavil daha meşhurdur. Ulemâdan bazıları bu iki
rivayetin arasını bularak : «Ebû Zür'a tâbir ve metbu' bütün gazileri saymış.
îbni îshak ise yalnız metbuları nazar-ı itibâre almıştır.» demişlerdir.
Resûlütiah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu gazadan harbe lüzum kalmadan dönmüştü.
Akabe gecesinden
murad; Mdîne1i ensarın Peygamber (Sallallah'd Aleyhi ve Seilem)'e bey'at
ederek, ona yardım edeceklerine dair söz verdikleri gecedir. Akabe, Mina 'nin
kenarında bir yerdir. Cemratû'I-Akabe denilen şeytan taşlaması burada yapılır.
Akabe bey'-atı iki senede birer defa yapılmıştır. Birinci sene ensardan on iki
kişi, ikinci sene yine ensardan yetmiş kişi bey'at etmişlerdir. Görülüyor ki
Hz. Ka'b hiç bir özrü yokken nefsine uyarak Tebûk gazasına iştirak etmemiş,
fakat sonradan buna pek ziyâde üzülmüştür. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem),Tebûk'de onu sorduğu zaman Benî Selime kabilesinden bir zât: «Onu
elbisesi ve yakasına bakmak alıkoydu.» demiş. Bununla onun kendini beğenmiş
biri olduğuna ve elbisesiyle böbürlendiğine işaret etmiştir.
Vâkıdî'nin beyânına
göre bu sözü söyleyen Abdullah b. Üneys'dir. Yine Vâkıdi'nin beyânına göre,
Tebûk harbine iştirak etmeyen seksen küsur kişi ensârın münafıklarındanmış.
Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Gıf ar ve diğer kabilelerden
sek-seniki bedevinin özürlerini kabul etmiş.
Hz. Ka'b'a atla
müjdeye gelen zat bir rivayete göre Zübeyr b. Avvam , diğer bir rivayete göre
Hamza b. Amr 'dır. Diğer iki arkadaşından Hilâl b. Ümeyye 'nin müjdecisi Saîd
b. Zeyd Murara 'nm müjdecisi de Silkân b. Selame yahut Seleme b. Vakş 'dır.
Muhacirlerden
kendisini tebşir eden ve Hz. Talha b. Ubeydi11ah’dır. Bu zat cennetle
müjdelenen on kişiden biridir.
1- Küffarın
mallarını harb etmeden istemek caizdir.
2- Haram
aylarda gaza caizdir.
3- İcâbında
nereye harbe gidileceğini orduya açıklamak gerekmezse, başka bir yere
gidiyormuş gibi göstermek müstehabdır.
4-
İstenmeden yemin etmek ve elden giden hayra yanmak caizdir.
5- Kumandan
askerlerinden bazısını, başkalarıyle konuşturmamak suretiyle te'dib edebilir.
6- Yoldan
gelen bir kimsenin evvelâ mescide girmesi ve orada namaz kılması müstehabdır.
7- Zahire
göre hüküm vermek ve özrü kabul etmek caizdir.
8- Namazda
göz ucuyla bakmak namazı bozmaz.
9- Bir kimse
dostunun bahçesine izinsiz girebilir.
10- Kinaye
sözlerle niyet edilmedikçe talâk vâki olmaz.
11- Üzerinde
zikrullah bulnan kâğıt bir maksattan dolayı yakılabilir,
12- Yeni bir
nimet hâsıl oldu yahut bir sıkıntı atlatıldığı zaman tebşirde bulunmak
müstehabdır.
13- Gam ve
gussadan kurtulduktan sonra sadaka vermek müstehabdıf.
14- Mâsiyet meselesi
pek ağır bir şeydir. Hasan-i Basrî 'nin: «Sübhanallah! Bu üç kişi haram
yememiş, haram yere kan dökmemiş ve yeryüzünde fesad çıkarmamış oldukları halde
şu duyduklarınız başlarına gelmiş ve yer bütün genişliğine rağmen kendilerine
dar görünmüşse, kötülüklere ve büyük günahlara dalanların hâli nice olur.»
dediği rivayet olunur.
15- Kuvvetli
kimse din hususunda zayıftan daha çok muaheze olunur.
16- Günah
işleyen kimseye selâmı kesmek ve üç gün kendisini terketmek caizdir,
17- Böyle
bir kimsenin selâmını almamak da caizdir,
18- Bir
kimseden emânet almak caizdir.
19- Hadîs-i
şerif, Bedr gazilerinin faziletine de delildir.
20- Allah ve
Resulüne İtaati dost ve akraba sevgisine tercih etmek vâcibdir.
21- Secde-i
Şükür müstehabdır. îmam Şafiî ile ulemâdan bazılarının mezhebi
budur. İmam-ı Azam'la diğer bir takım ulema bunu meşru görmemiş, mekruh
saymışlardır.
22- Mühim
işler hususunda halkın hükümdarları etrafına toplanmaları müstehabdır.
23- İkram
için faziletli bir kimseye ayağa kalkmak müstehabdır.
24-
Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları vakit musâfa yapmaları
müstehabdır. Büyüklerin tâbilerini sevindiren bir hâle sevinmeleri müstehabdır.
25-
Fakirliğe takat getiremiyeceğinden korkulan kimseye bütün malını tasadduk
etmemesini tenbih müstehabdır.
26- Bir hayr
sebebiyle tevbe eden kimsenin, o sebebi muhafaza etmesi müstehabdır. Nitekim
Hz. Ka'b doğru söyleyeceğine tevbe etmiş ve sözünde durmuştur.
56- (2770)
Bize Hibban b. Musa rivayet etti. (Dedİ ki) : Bize Abdullah b. Mübarek haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Yezîd El-Eylî haber verdi. H.
Bize tsbak b. İbrahim
EMIanzali ile Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humcyd dahi rivayet ettiler. (İbnû
Râfi' haddesena tâbirini kullandı; ötekiler : Bize Abdûrrezzak haber verdi
dediler. Demiş ki) : Bize Ma'mer haber verdi. Siyak, Abd'le İbni Râfi'in
rivayetinden Ma'mer'in hadîsidir. Yûnus ile Ma'mer ikisi birde» Zûbrî'den
demişlerdir. (Zûhrî demiş ki) : Bana Saîd b. Mûseyyeb ile Urve b. Zübeyr,
Alkame b. Vnkkas ve Ubeydul-lah b. AhdiHah b. Utbc b. Mcs'ud, Peygamber
(Sallalîahii Aleyhi ve Sellem)"m zevcesi Aişe hadîsinden naklen
iftiracılar kendisine söylediklerini söyleyip, Allah da onu bunların
söylediklerinden beraet ettirdiği vakit haber verdi;
Bu râvilerin hepsi
bana onun hadîsinin bir kısmım rivayet etti. Onun hadîsini bazısı bazısından
daha iyi bellemiş ve rivayetçe daha mazbut idi. Bunların herbirinden bana
rivayet ettiği hadîsi belledim. Hadîsleri birbirini tasdik etmektedir.
Anlattıklarına göre Peygamher (Sallalîahii Aleyhi ve Scllemf'ın zevcesi Âişe şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mr sefere çıkmak istediği vakit
kadınlarının arasında kur'a çekerdi. Kur'a i kime düşerse, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onunla birlikte1
sefere çıkardı.
Aişe şöyle demiş :
Yapacağı bir gaza için aramızda kur'a çekti de, o gazada kur'a bana isabet
etti. Ben de Resûlüîlah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Ie birlikte çıktım. Bu iş
tesettür âyeti indirildikten sonra oldu. Ben hev-decimin içinde (deveye)
bindiriliyor, gideceğimiz yere onun içinde indiriliyordum. Nihayet Resûlüllah
(Sallalîahii Aleyhi ve Selieınj gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine'ye
yaklaştığımız zaman bir gece yürüyüşü bildirdi. Yürüyüşü bildirdikleri vakit
ben hemen kalktım; yürüdüm, hattâ orduyu geçtim. Hacetimi gördüğümde eşyanın
yanına yöneldim. Göğsüme dokundum, bir de baktım ki, Zafâr boncuğundan yapılan
gerdanlığım kopmuş. Derhal dönerek gerdanlığımı aradım. Onu aramak beni
alıkoydu Benim semerimi yükleyen cemaat hevdecimi yüklemiş ve gitmişler. Gnt
benim bindiğim deveme yüklemişler. Benim de içinde olduğumu zannet misler.
Âişe demiş ki: O zaman
kadınlar hafif İdiler. Şişmanlamamışlar, ken dilerini et kaplamamışti. Yiyecek
nâmına ancak bir parça bir şey yiyor lardı. Cemâat hevdeci deveye yükler ve
kaldırırken ağırlığını yadırgama mışlar. Ben körpe yaşta bîr taze idini. Deveyi
sürerek yürümüşler. Bet gerdanlığımı ordu gittikten sonra buldum. Bir de
bulundukları yere gei dim ki, orada ne çağıran var, ne cevab veren. Bulunduğum
yerime vai dım. Zannettim ki, cemaat beni arayacak ve yanıma dönecekler.
Ycrimd' otururken uykum geldi. Ve uyuya kalmışım. Safvan b. Muattal Es-Sûleır
sonraları Zekvânî ordunun arkasında mola vermişti. Gecenin sonunda yol çıkmış,
benim bulunduğum yerde sabahlamış ve uyuyan tir insan kara tısı görmüş. Kemen
yanıma gelmiş ve beni gördüğü vakit tanımış, hak katen bana tesettür farz
kılınmazdan önce beni görüyordu. Beni tanidıî vakit onun
isttrcaiyle uyandım. Ve hemen
çarşafımla yüzümü örttün Vallaai benimle bir kelime konuşmadı.
İstircaından başka ontlan bir ki lime işitmedim. Devesini çöktürdü; Ön ayağına
bastı, ben de deveye bu dim. Ve devemi yederek yola koyuldu. Nihayet orduya
öğlen zamanı s cak bastığında konakladıktan sonra yetiştik. Artık benim
hakkımda hels olan helak olmuştu. Bu işin büyük kısmını Abdullah b. Übey b.
Selul üz rina almıştı. Müteakiben
Medine'ye geldik. Medine'ye geldiğimiz vat ben bîr ay hasta oldum. Halk
iftiracıların sözlerini dile doluyorlarmış Bf bundan bir şey
hissetmiyordum. Ama hastalığım
esnasında Eesûlüllî (Sallallahü Aleyhi ve Sel tem)'den eskiden
rahatsızlandığımda gördüğüm lüt görememek beni şüphelendiriyordu. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selleı. sadece içeriye girer, selâm verir, sonra :
«Nasılsınız?» derdi.
Bu da beni şüphelendirirdİ. Ama bir kötülük hissetmezdim. Nihayet iyileştikten
sonra dışarı çıktım. Benimle beraber Üm-mü Mis tali da Menasî tarafına doğru
çıktı. Bu yer bizim helâmızdi. Yalnız geceden geceye çıkardık. Bu hâdise
helaları evlerimize yakın yapmamızdan önce idi. Ayak yolu hususunda âdetimiz
ilk Arabların âdeti idi. Helaları evlerimizin yanma yapmaktan eziyet duyardık.
Ben ve Ümmü Mistah yürüdük. Bu kadın Ebû Ruhm b. Muttalib b. Abdi Menafin kızıdır.
Annesi de Sahr b. Âmir'in kızı Ebû Bekri Sıddık'ın teyzesidir, Ümmü Mistah'ın
oğlu Mistah b. Üsâse b. Abbâd b. Muttalifa'dir. Sonra ben ve Bintİ Elû Ruhm
hacetimizi gördükten sonra, benim evime doğru yöneldik. Derken Ümmü Mistah
çarşafına bastı ve :
— Mistah belâsını bulsun! dedi. Ben kendisine :
— Ne fena söyledin! Bedr'de bulunmuş bîr adama
sövüyor musun? dedim.
— Be kadın, sen onun ne söylediğini işitmedin
mi? dedi.
— Ne söylemiş? dedim. Bunun üzerine bana
iftiracıların söylediklerini haber verdi. Ve hastalığım kat kat arttı. Evime
döndüğüm vakit yanıma Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) girdi ve selâm
verdi. Sonra:
«Nasılsınız?» diye
sordu.
— Bana ebeveynimin yanına gitmeye izin verir
misin? dedim, ö anda ben İm haberi onlardan iyice anlamak istiyordum.
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bana izin verdi. Ben de ebeveynimin
yanma gittim. Ve anneme:
— Ey anneciğim! Âlem ne konuşuyor? dedim. Annem
:
— Ey kızcağızım, sakin ol! Vallahi pek az güzel
kadın vardır ki, kendisini seven bir adamla evli olsun, ortakları da bulunsun
da, onun aleyhinde çok lâf etmesinler, dedi.
— Sübhanallah! Hakikaten halk hunu söylediler
mi? dedim. Artık o gece ağladım. Gözümün yaşı dinmeden ve gözüme uyku girmeden
sabahladım. Sonra (yine) ağlayarak sabahladım. Vahyin arası kesildiği zaman
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Selle m)
ailesinden ayrılmak husufunda istişarede bulunmak üzere Ali b. Ebi
Tâlib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırdı. Üsâ-me b. Zeyd, Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve SellemVe ailesinin beraetini bildiğini ve onlara karşı beslediği
sevgiye işaret ederek:
— Yâ Resûlallah! Onlar senin
âilendir. Bİz hayrdan başka bîr
şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebî Tâlib'e gelince o :
— Allah senin başını dara sokmaz, ondan başka
kadınlar çoktur. Câ-rİyeye sorarsan
sana doğruyu söyler, dedi. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) Berîre'yİ çağırarak:
«Ey Berîre! Âişe'den
seni şüpheye düşürecek bir şey gördün mü?>: diye sordu. Berîre ona :
— Seni hakla gönderen Allah'a yemin ederim
ki, ondan keıjdisini ayıplayacağım hiç
bir şey görmedim. Şu kadar var ki, o genç yaşta bir tazedir. Ailesine yoğurduğu
hamur üzerinde uyur da, koyun gelip o hamuru yer, dedi. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak minber üzerine çıktı ve
Abdullah b. Übey b. Selûl'den Özür almak istedi. Âişe demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) minberde iken şunu söyledi:
«Ey müslümanlar
cemaatı! Ehl-i Beytim hakkında ezası son dereceyi bulan bir adamdan benîm
özrümü kim alacak? Vallahi ben ailem hakkında hayrdan başka bir şey bilmem.
Ailemin yanma da ancak benimle beraber girerdi.» Bunun üzerine Sa'd b. Muâz El-Ensârî ayağa
kalkarak:
__ Senin Özrünü ondan
ben alırım ya Resûlallah! Şayet Evs kabîlesindense boynunu vururuz
kardeşlerimiz Hazrec'den ise emir "buyurursun, biz de senin emrini
yaparız, dedi. Müteakiben Sa'd b. Uhâde kalktı. Bu zat Hairec kabilesinin reisi
ve iyi bir adam idi. Lâkin hamiyyet kendisini cahilleştirmişti. Sa'd b. Muâz'a
:
— Hatâ ettin! Allah'a yemir ederim ki, onu
Öldüremezsin. öldürmeve kadir de değilsin! dedi. Arkacından Üseyd b, Hudayr
kalktı. Bu zat Sa'd b. Muâz'm amcası oğluydu. Sa'd b. Ubâde'ye :
— Hatâ ettin! Allah'a yemin ederim ki, onu
mutlaka öldürürüz. Sen gerçekten münafıksın. Münafıklar namına mücâdele
ediyorsun, dedi. Ve iki kabîle (yâni) Evs ve Hazrec ayaklandılar. Hatta
çarpışmaya niyetlendiler. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve SeUem) ise minberin
üzerinde ayakta duruyordu. Resûlüllah (Sailallahü A leyhi ve Seslem) onları yatıştırmaya devam etti. Nihayet
sustular. O da sustu. Âişe demiş ki: Ben o gün ağladım. Göz yaşım dinmiyor,
gözüme uyku girmiyordu. Sonra ertesi gece de ağladım. Göz yaşım dinmiyor,
gözüme uyku girmiyordu. Annem, babam hv ağlamak ciğerimi parçalayacak
sanıyorlardı. Onlar benîm yanımda oturuyor, ben de ağlıyorken ensardan bir
kadın yanıma girmek için izin istedi Kendisine izin verdim. Kadın oturup ağlamaya başladı. Biz bu minva üzere
iken yanımıza Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) girdi. Ve selârr verdi.
Sonra oturdu. Hakkımda söylenenler sÖyleneli beri benim yammd; oturmamıştı. Bir
ay beklemiş, benim hakkımda kendisine hiç bir şey vah yedilmemişti. Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) oturduğu vakit teşeh hüd getirdi. Sonra şunu
söyledi:
«Bundan sonra! Ey Âİşe
hal şu ki, senden bana şöyle şöyle Icnla geldi. Eğer suçsuzsan Allah seni
beraet ettirecektir. Şayet bir günah işledinse Allah'a istiğfar et! Ona tevbe
eyle! Çünkü kul bir günahı itiraf eder de sonrat evbekâr olursa, Allafı onun
tevbesinİ kabul eder.» Âİşe demiş ki: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)
sözünü bitirince göz yaşım dindi. Hatta ondan bir damla hissetmez oldum.
Babama :
__ Benim namıma
Resûlüllah (Sallallahü A ieyhi
ve Se!lem), söyledikleri hakkında
cevab ver! dedim. Baham :
— Vallahi Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve
Sellem) 'e ne söyleyeceğimi bilmiyorum, dedi.
(Bu sefer) Anneme:
— Benini namıma Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi
ve Se!lem)'e cevab ver!
dedim, O da :
— Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Se'Iem)''e ne söyleyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bunun
üzerine ben genç yaşta bir taze olduğum ve Kur-ân'dan çok şey bilmediğim halde
:
— Vallahi ben iyi anladım ki, siz bu söyleneni
işitmişsiniz. Hatta kalelerinize yerleşmiş. Ve ona inanmışsınız. Size ben suçsuzum desem — ki. Allah suçsuz
olduğumu bilir— bu hususta bana inanmadınız. Size bîr şey itiraf etsem —ki,
Allah suçsuz olduğumu hilir— beni tasdik edersiniz. Valiahi ben kend'mle size
verecek misâl bulamıyorum. Ancak Yûsuf'un babasının dediği gibi benim işim
güzel sabırdan ibarettir. Sizin söyledikleriniz üzerine yardım dilenecek (zat) Allah'dır, dedim.
Âişe şöyle demiş :
Sonra yan dönerek döşeğime yattım. Halbuki ben vallahi o anda suçsuz olduğumu;
ve Allah'ın beni beraet ettireceğini biliyordum. Lâkin va'lahİ hakkımda okunan
vahy (Kur'ân) indirileceğini zannetmiyordum. Benim halim kendimce Allah (Azze
ve Ceze) 'nin hakkımda okunan Mr şeyle konuşmasından daha aşağı idi. Lâkin
Resûlüllah (SaUalhhii A}exh< ve SeUem^'ın uykuda rü'ya göreceğini; o rü'va
ile Allah'ın beni beraet ettireceğini umuyordum. Va'lahi Rc-ûlülhı^ (Sallallahü
Aleyhi ve Se'lem) meclisinden ayrı'niarmş; ev halkından hiç bir kim^e di=arı çıkmamıştı
ki. AUah (Azze ve Ceze) Peygamberi (Sailallahii Aleyhi ve Se'fe/nl'e vahy
indirdi. Kendisini vahy anında basan şiddet yine bastı. Üzerine indirilen
kelâmın ağırlığından soğuk günde (alnından) inciler giM ter dö~ kü'üvordu.
Resûlüllah (Snllallahü Alevhi ve Sellem) vahy hâli açıldığı vakit kendisi
gülüyordu. Konuştuğu ilk söz şu oldu :
«Müjde ya Âîşe! Allah
seni beraet ettirdi.» Bunun üzerine annem bana :
— Kalk, onun yanına git, dedi. Ben :
— Vallahi
onun yanına kalkıp gidemem.
AllahMan başka kimseye de hamdodemrm!
Benim berâetimi indiren O'dur, dedim.
Âişe demiş ki:
Allah (Azze ve Ceze):
«Şüphesiz kî, iftirayı
getirenler sizden bir cemaatdır.» [7]
(âyetinden başlayarak) on âyet indirdi. İşte Allah (Azze ve Celle) bu âyetleri
benim berâetim hakkında indirmiştir. Ebû Bekr —ki karabetinden ve fakirliğinden
dolayı Mistah'a nafaka verirdi.— :
— Vallahi Âişe hakkında söylediği lâkırdılardan
sonra artık ona ejbe-diyen bir şey vermem! dedi. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) :
«Sîzden fazilet ve
varlık sahibi olanlar akrabaya yardımda bulunmayacağına yemin etmesin...»
âyetini «Allah'ın size mağfiret buyurmasını dilemez misiniz?» kavli kerîmine
kadar indirdi.
Hıbban b. Musa demiş
ki: «Abdullah b. Mübarek: Allah'ın kitabında en ümid bahş âyet budur,
dedi.»
Ebû Bekr : Vallahi hen
Allah'ın beni mağfiret buyurmasını dilejrim, demiş ve Mistah'a evvelce vermekte
olduğu nafakayı tekrar vermeye başlamış : Bunu ondan ebediyyen kesmem, demiş.
Aişe demiş ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcesi Zeyneb binti Cahş'a benim
meselemi sordu:
«Ne bildin (yahut) ne
gördün?» dedi. O da:
— Yâ Resûlallah! Kulağımı ve gözümü
korurum. Vallahi hayrdan başka bir şey
bilmemi cevâbını verdi.
Âişe şöyle demiş:
Halbuki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in zevcelerinden benimle boy
ölçüşen oydu. Allah onu vera' ve takva ile korudu. Kız kardeşi Hamne
"binti Cahş ise onunla mücâdele etmeye başladı ve helak olanlar meyanında
kendisi de helak oldu.
Zührî: «Bu cemâatin
meselesinden bize gelen işte budur!» demiş.
Yûnus'un hadîsinde de:
«Ilamiyyet onu kızdırdı...» tâbirini kullanmıştır.
57- (...)
Bana EbûVRahi' El-Atekî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Füleyh b. Süleyman
rivayet etti.
Bize Hasen b. Alî
El-IIuIvânî ile Abd b. Humeyd dabî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub
b. İbrâbim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : B'ze babam, Salih b. Key.'an'dan
rivayet etti. Her iki râvî Zülırî'den, Yûnus ile Ma'mer'in isnadlanyle onun
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Füleyb'in hadîsinde
Ma'mer'in dediği gibi: «Ilamiyyet onu cahilleş-tirmîşti.» cümlesi vardır.
Salih'in hadîsinde ise
Yûnus'un dediği gîbî : «Hamiyyet onu kızdırmıştı.» cümlesi vardır. Salih'in
hadîsinde su ziyâde vardır : «Urve dedi ki, Âişe, yanında Hassân'a
sövülmesinden hoşlanmaz ve şöyle derdi:
Çünkü o : Şüphesiz
benim babam, onun babası ve benim ırzım, Mu-hammcd'İn ırzını sîzden korumak
için koruntudur, demiştir.»
Şii'm da zivâde etmiştir
: «Urve dedi ki: Âişe şunu söyledi : «VaUahî! Hakkında söylentiler dolaşan şu adanı
: Sübhanellah! Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben asla bir
kadının elbisesini açmamışındır, diyor. Âişe: Bundan sonra, o Allah yolunda
şehid olarak öldürüldü, dedi.»
Ya'kub b. İbrahim'in
hadîsinde «Mûgirîne» yerine «Müırîne» denilmiştir.
Ahdürrezzâk da
«mûgirîne» denilmiştir.
Ahd b. Humeyd :
«Abdürrczzâk'a mûgirîne sözü ne demektir? diye sordum : Vagra sıcağın şiddeti
demektir, cevabını verdi.* demiş.
58- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Ala' rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize Ebû Üsâme, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den naklen
rivayet etti. (Şöyle demiş) : Benim haberim yokken hakkımda söylenenler
söylendiği vakit Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) hutbe okumak üzere
ayağa kalktı da, teşehhüd getirdi. Allah'a ehil olduğu şekilde bamdü senada
bulundu. Sonra şunu söyledi:
«Bundan sonra! Bana
zevcemi itham eden bir takım insanlar hakkındc düşüncenizi söyleyin. Allah'a
yemin ederim ki, ben ailemden hiç bir kötülük bilmem. Onları kiminle itham
ettiler. Vallahi o zât hakkında hiç bîı kötülük bilmem. Benim evime ben yanında
olmaksızın hiç girmemiştir. N< zaman bir sefere gidersem, o da benimle
beraber gitmiştir...»
Râvî hadîsi kissasıyle
nakletmiştir. Bu hadîsde şu da vardır: «Ger çekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) evime girerek cariyeme sor du. o da:
— Vallahi onun hiç bir kusurunu bilmem. Şu
kadar var kî, uyuklar. Hattâ koyun girerek hamurunu yerdi. (Râvî Hişam acîn mi dedi, hamîr mi
şekketmiştir.) Bunun üzerine cariyeyi arkadaşlaruıdan biri azarladı ve:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
doğruyu söyle, dedi. Nihayet cariyeye meseleyi açıkladılar. Câriye :
— Subhânallah! Vallahi onun namına kuyumcu
kırmızı altın külçesi için neyi biliyorsa, ben de onu bilirim, dedi.
Bu mesele, hakkında
dedikodu edilen adamın kulağına vardı. O da :
— Sübhanallah!
Vallahi ben hiç bir kadın
elbisesi açmadım, dedi. Aişe : Bu zât Allah yolunda şehid olarak
Öldürüldü, demiş.»
Yine bu hadîsde şu
ziyâde vardır: «İftirayı dile dolayanlar Mistah, Hımne ve Hassan idiler.
Münafık Abdullah b. Übey'ye gelince bu meseleyi o kurcalıyor, o topluyordu.
Onun büyük kısmını üzerine alan kendisi İle Hımne'dir.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitabut-Tefsir»'de ve kimi uzun, kimi kısa olmak üzere Sahîh'inin birkaç
yerinde tahric etmiştir.
Ulemadan bazıları
Zührî 'nin bu hadîsi dört rivayeti bir araya getirmek suretiyle naklini tenkid
etmiş ve : «Zührî bu rivayetleri ayrı ayrı nakletmeliydi.» demişlerse de Nevevî
bunlara cevab vermiş : Zührî 'nin yaptığı caiz olduğunu; bunda hiç bir kerahet
bulunmadığım bildirmiştir. Zührî 'nin rivayetlerini biraraya topladığı hafızlar
tabiînin en büyüklerinden sayılan imamlardır. Üstelik hadîsin bir kısmını
birinden, diğer yerini ötekinden aldığını bildirmiştir. Hadîsin hangi parçasını
kimden aldığını 'bildirmemesi zarar etmez, öyle br hadîsle ihticac şahindir.
Çünkü râvîleri mevsukdur. Bir hadîs hakkında râvî: «Bunu bana Zeyd yahut A m r
rivayet etti...» dese, ikisi de mu'temed olmak şartıyle o hadîs bilittifak
hüccet olur.
İfk: Yalan demektir.
Bâzıları yalanın en çirkini mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime esas
itibariyle bir şeyi tersine çevirmek mânâsına gelir. Burada da Hz. Âişe (RadiyaHahü
onha) hâiz olduğu iffet ve şeref itibariyle hamdü senaya lâyık iken, ona iftira
atanlar bunu tersine çevirerek kendisine bühtanda bulunmuşlardır. Hz. Âişe 'nin
kur'a çekerek iştirak ettiği bu gaza Benî Müstalik gazâsıdır. Kendisi o zaman
henüz onbeş yaşını doldurmamıştı. Ordudan bir parça geri kalmayla üzerine en
çirkin iftirayı atanlar : Başta münafıkların reisi Abdullah b. Übey olmak
üzere Zeyd b. Rıfâa, Hassan b. Sabit, Mistah b, Üsâse, Hamne binti Cahş ve
yardımcılarıdır. Bunlardan Mistah , Hz. Âişe 'nin akrabasıdır. Mistah, çadır
direği mânâsına gelir. Bu kelime onun lâkabıdır. İsmi Avf'dır. Hâdise hadîs-i
şerifte tafsilâtiyle anlatılmıştır. Neticede masum olan Ümmü'l-Mü'minin Âişe
(Radiyallah'û anhta) validemizin beraeti hakkında Teâlâ Hazretleri birbiri
ardınca tam onse-kiz âyet indirmiştir.
Teıse yahut Tease : Ayağı kaydı, helak oldu, kendisine kötülük lâsım geldi, uzak oldu ve
yüzü üstü düştü mânâlarına gelir.
Ey hentahu kelimesi
kadınlara mahsus bir nidadır. Bâzılarına göre ey kadın, diğer bâzı ulemâya göre
ey şaşkın kadın, mânâsına gelir.
Hadimdeki Özür
almaktan murad; bazılarına göre yardımda bulunmaktır. Hz. Zeyneb'in : «Ben
kulağımı ve gözümü korurum...» sözünden maksadı işitmemişken işittim demekten;
görmemişken gördüm demekten korunurum demektir.
Kadın elbisesi açmamak
tâbiri kadınlarla cinsi münasebette bulunmamaktan kinayedir.
Hz. A1î'nin: «Ondan başka kadınlar çoktur...» sözü
Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
S'eHem) için maslahat ve nasihat icâbı söylenmiş bir sözdür. Yoksa —Hâşâ— Hz.
Âişe hakkında söylenenlere inanmış değildir.
Âyetler indikten sonra
annesinin Hz. Âişe'yi Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e göndermesi, ona
teşekkür etsin ve başından Öpsün, di-yedir. Aişe (RadiyaHahü anhâ) ise
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i bu söylentilere kulak astığından
dolayı zımnen muahezede bulunmak içrı bunu yapmamıştır. Âişe (Radİyallahü anha)
kendisine bir günah işleyip işlemediği sorulunca üzüntüsünün şiddetinden Ya'kub
(Radiyallahu anh) in ismini hatırlayamamış, bundan dolayı ona Yûsuf'un babası
demiştir. Bu cihet Buhârî'nin rivayetinde tasrih edilmiştir.
İfk hadîsinden ulemâ
birçok faideler çıkarmışlardır. Şöyle ki:
1- Bir
hadisi parça parça birkaç kişinin rivayetinden alarak topluca rivayet etmek
caizdir.
2- Kadınlar
arasında kur'a çekmek sahihtir.
3- Erkeğin
karısıyle sefere çıkması caizdir.
4-
Kadınların gazaya gitmeleri caizdir.
5-
Kadınların hevdece binmeleri caizdir. (Hevdec içerisine kadınlar oturmak için
tahtadan yapılan ve develere yüklenen odacıktır.)
6- Seferde
erkeklerin kadınlara hizmet etmeleri caizdir.
7- Askerin
yola çıkması kumandanın iznine bağlıdır.
8-
Kadınların seferde de gerdanlık takmaları caizdir.
9- Mahrem
olmayan bir kadını hayvana veya vasıtaya bindiren se zaruret olmadıkça onunla
konuşmamalıdır.
10-
Yemeklerde ihtiyaçtan fazla yiyip şişmanlamamak gerekir.
11- Bir
ihtiyaçtan dolayı ordunun bazı efradının geriye kalması caizdir.
12- Başı
sıkılana, yolunu kaybedene yardımda bulunmak müstehabdir.
13- Ecnebi
kadınlara karşı terbiyeli davranmak,
bilhassa zarurette onlarla
başbaşa kalındığı zaman Hz. Safva in yaptığı gibi, edeb ve terbiyeye riâyet
etmek gerekir,
14- Musibet
anında istirca müstehabdır. (İstirca) : Biz Allabmız ve biz ancak ona
döneceğiz mânâsına gelen : înnâlillahi... âyetini okumaktır.
15-
istenmeden yemin etmek caizdir.
16- Hastanın
halini sormak müstehabdır.
17- Bir hacet
için dışarı çıkan kadının yanında başka bir kadın bulundurması müstehabdır.
18-
Subhanallah lafzıyla taaccüb caizdir.
19- Mühim
işlerde yakınları ve dostlarıyle istişarede bulunmak müstehabdır.
20- Mühim
işler zuhurunda hükümdarın hutbe okuması caizdir.
21- Hadîs-i
serîf, Hz. Safvân ile Sa'd b. Muâz ve
Üseyd b. Hudayr'm faziletlerine
delildir.
22- Fitne ve
kavgaları yatıştırmak için acele koşmak müstehabdır.
23- Sözü
büyüklere havale etmek müstehabdır.
24- Nimetler
yenilendikçe şükründe yenilenmesi müstehabdır.
25- Hadîs-i
şerîf, Hz. Âişe'nin ve babası Ebû Bekr (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ın
faziletlerine delildir.
26- Akraba,
kötülük de yapsalar kendilerine yardımda
bulunmak müstehabdır,
27- Kötülük
yapan kimseyi affetmek müstehabdır.
28- Hadîs-i
şerîf Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb (Radiyallahü anha) 'in faziletine delildir.
29- Bâtıl
amelde bulunan mutaassıp bir kimseye sitemde bulunmak caizdir,
59- (2771)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affî n rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Hammad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den
naklen haber verdi ki: Bir adam ResûIüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
Üramü Veled câriyesiyle itham olunuyormuş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Âlî'ye:
«Git şunun boynunu
vuruver!» buyurmuşlar. Alî o adama gitmiş. Bir de bakmış ki, bîr kuyunun içinde
serinliyor. Alî ona :
— Çık! demiş ve elinden tutarak çıkarmış ve
görmüş ki, adam bubdur. Âleti yoktur. Alî hemen ondan vaz geçmiş. Sonra Peygamer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e
gelerek:
— Yâ Resûlallah! O adam nıecbu'omuş. Onun âleti
yok, demiş.
Yerinde de görüldüğü
vecihle Ümmü Veled sahibinin döl almak iğin ayırdığı câriyedir. Böyle bir
câriye hürriyetini kazanmaya yaklaşmış demektir.
ftlecbûb : Tenasül
âleti kesilmiş erkektir.
Kaadi Iyâz diyor ki:
«Allah Teâlâ, Peygamberinin haren; ini böyle bir şeyden tenzih etmiştir.
Buradaki öldürme emri de hakikattir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) o adamı cariyesi ile konuşmaktan men etmişti. O buna muhalefet edince
ölüme müstehak olmuştur. Yahut Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan
eziyet duymuştur, (Buna eziyet etmek ise küfürdür. Katli icâb eder, Maamafih
katilden hakikat mânâ kastedilmemiş de olabilir. Bu takdirde Peygamber
(Sallallahü Al Ahi ve Sellem) o adamın mecbûb olduğunu bilirmiştir. Hz. Alî 'ye
onu öldürmesini emir buyurması hâli meydana çıksın da, töhmet ortadan kalasın
diyedir.» Bâzıları bu adamın münafık olması ihtimâlinden bahsetmiş ölümü başka
bir yoldan hak etmiş olabileceğini söylemişlerdir.
[1] Kaâdı Iyâz bu kelimeyi Üseydî şeklinde rivayet
etmiştir. Temim kolu olan Üseyd kabilesine mensubdur
[2] İbnû Mes'ud.
[3] Sûre-i Hûd, âyet :
114.
[4] Ulema bunun hata olduğunu söylemiş, «Doğrusu Amrî'dir»
demişlerdii
[5] Sûre-İ Tevbe, âyet : 117-118
[6] Sûre-İ Tevbe, âyet:
95-96.
[7] Sûre-i Nur, âyet:
11