Buhari ve Müslim'in İttifak Ettiği Hadisler
Abdullah Feyzi Kocaer
Hüner Kitapevi
Hadîsler
Arasında Üstünlük Ayrımı Yapılabilir mi?
Müttefekun
Aleyh Hadisler Üzerine Yazılan Kitaplar
1-)
İman Bölümü(Kitâbu'l-îmân)
2-)
Temizlik Bölümü(Kitâbu't-Tahâra)
3-)
Hayz Bölümü(Kitâbu'l-Hayz)
4-)
Namaz Bölümü(Kitâbu's-Saiât)
5-)
Mescidler ve Namaz Kılınan Yerler Bölümü(Kitâbu'l-Mesâcid
ve Mevâzii's-Salât)
6-)
Yolculann Namazı ve Namazın Kısaltılması Bölümü(Kitâbu
Safâti'l-Müsâfirîn)
7-)
Cuma Namazı Bölümü(Kitâbu'l-Cumua)
8-)
İki Bayram Namazı Bölümü(Kitâbu
Salâti'I-îdeyn)
9-)
Yağmur İsteme Namazı Bölümü(Kitabu
Salâti'l-İstiskâ)
10-)
Güneş ve Ay Tutulma (Küsûf) Namazı Bölümü(Kitâbu'l-Küsûf)
11-)
Cenaze Bölümü(Kitâbu'l-Cenâiz)
12-)
Zekât Bölümü(Kitâbu'z-Zekât)
13-)
Oruç Bölümü(Kitâbu's-Sıyâm)
14-)
İtîkâf Bölümü(Kitâbu'l-İ'tikâf)
15-)
Hac Bölümü(Kitâbu'l-Hacc)
16-)
Nikâh Bölümü(Kitâbu'n-Nikâh)
17-)
Süt Emme ve Süt Kardeşliği Bölümü(Kitâbu'r-Radâ1)
18-)
Boşanma Bölümü(Kitâbu't-Talâk)
19-)
Laneti Eşm e Bölümü(Kitâbu'l-Liân)
20-)
Köle Azat Etme Bölümü(Kitâbu'1-Itk)
21-)
Alışveriş Bölümü(Kitâbı-Buyû)
22-)
Bağ-Bahçe Sulama Ortakçılığı Bölümü(Kitâbu'l-Musâkâ)
23-)
Ferâiz (Miras Hukuku) Bölümü(Kitâbu'l-Ferâiz)
24-)
Hibe ve Bağışlar Bölümü(Kitâbu'l-Hibât)
25-)
Vasiyetler Bölümü(Kitâbu'l-Vasıyye)
26-)
Adak Adama Bölümü(Kitâbu'n-Nüzür)
27-)
Yeminler Bölümü(Kitâbu'l-Eymân)
28-)
Kasa m e Bölümü(Kitâbu'l-Kasâme)
29-)
Sınırları Çizilmiş Cezalar (Hadler) Bölümü(Kitâbu'l-Hudûd)
30-)
Yargı ve Yargı İlkeleri Bölümü(Kitâbu'l-Akziye)
31-)
Buluntu ve Kayıp Bölümü(Kilâbu'l-Lukata)
32-)
Cihad ve Siyer Bölümü(Kitâbu't-Cihâd
ve's-Siyer)
33-)
Yönetim ve Yöneticilik Bölümü(Kitâbu'l-İmâra)
34-)
Avlanma - Hayvan Kesimi ve Eti Yenen Hayvanlar(Kitâbu’s-Sayd
ve'z-Zcbâih)
35-)
Kurban ve Kurban Kesme Bölümü(Kitâbul-Edâhî)
36-)
Yeme İçme Bölümü(Kitâbu'l-Eşribe)
37-)
Giyim-Kuşam Bölümü(Kitâbu'l-Libâs
ve'z-Zîne)
38-)
Âdâb Bölümü(Kitâbu'l-Âdâb)
39-)
Selâm Bölümü(Ki
tâ bu's-Selâm)
40-)
Edep Sözleri Bölümü(Kitâbu'l-Elfâz
fi'I-Edeb)
41-)
Şiir Bölümü(Kitâbu'ş-Şi'r)
42-)
Rüya Bölümü(Kitâbu'r-Ru'yâ)
43-)
Üstün Şahsiyetler (Fezâil) Bölümü(Kitâbu'l-Fezâil)
44-)
Sahabenin Üstünlükleri Bölümü(Kitâbu
Fezâili's-Sahâbe)
45-)
Akrabalık İlişkileri Bölümü(Kitâbu'l-Birr
ve's-Sıla)
46-)
Kader Böİümü(Kitâbu'l-Kader)
47-)
İlim Bölümü(Kitâbu'l-ilm)
48-)
Zikir ve Dua Bölümü(Kitâbu'z-Zikr
ve'd-Duâ ve't-Tevbe ve'1-İstiğfar)
49-)
Tevbe Bölümü(Kitâbu't-Tevbe)
50-)
Münafıkların Özellikleri Bölümü(Kitâbu
Sıfâti'l-Münâfıkîn ve Ahkâmuhu)
52-)
Âhir Zaman Olayları (Fitneler) Bölümü(Kitâbu'S-Fiten
ve Eşrâti's-Sâati)
53-)
Kalbi incelten Öğütler Bölümü(Kitâbu'z-Zühd
ve'r-Rakâlk)
54-)
Tefsir Bölümü(Kitâbu't-Tefsîr)
BuğaBilgisayar
Ortamındaki Cd'Ier
«Size ayetlerimizi
okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve Hikmeti öğreten, bilmediğiniz şeyleri de size öğreten İçinizden bir
Peygamber gönderdik..» (Bakara: ısı)
«Okur yazar olmayanlardan,
kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitap ve
Hikmeti öğreten bîr Peygamber gönderen Odur. Halbuki bundan önce onlar ne
yapacaklarını bilemiyorlardı.
O Peygamber, henüz
kendilerine katılmamış olanlara da Allah'ın ayetlerini okuyan, onları
arındıran, onlara Kitap ve Hikmeti öğretendir.» (cuma: 2-3) «...Sen onların
aralarında iken, Allah onlara azap etmez...» (Enfai: 33) Sözün en hayırlısı
Allah'ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhamrned'in yoludur.Sonsuz kudretiyle
âlemleri yoktan var eden Yüce Rabbimize hamdü senalar olsun. Onun yüceliği
karşısında saygıyla eğilir, Ona kul olduğumuzu ikrar, âcziyetimizi itiraf
ederiz.
Salât ve selâm,
Kâinatın Efendisi, insanlığı en doğru yola ileten rehber, rahmet peygamberi Efendimize,
onun hanesine ve ashabına olsun.
Bir yıl önce
"Sahîh-i Buhârî Muhtasan Tecrîd-İ Sarîh" isimli çalışmamız ile siz
kıymetli okur-îanmızla buluşmuştuk. Beklediğimizin çok çok üstünde bir ilgi
gören bu çalışmamıza gösterdikleri alakadan dolayı şükranlarımı arz etmek
İsterim.
Şimdi ise
hadislerin sıhhati açısından önceki çalışmamızın zirvesi mesabesinde bir çalışma
ile siz okuyucularımızla buluşmamızın bahtiyarlığını hissetmekteyiz.
Gerek bu satırların
yazan, gerekse yayın evi olarak bu tür çalışmalarla okuyucunun kolay ve rahat
bir şekilde hadis okumasını hedeflemekteyiz. Siz değerli okuyucularımızın
hadislerle olan İlginize bir katkıda bulunmuş olmak en büyük temennimizdir.
Umarız bu çalışma vasıtasıyla hadisler arasında yapacağınız seyahatten memnun
kalırsınız.
Her şeyden önce
şunu belirtelim ki biz de bir kuluz. "Beşer, şaşar" atasözüyle insanoğlunun
hatadan kurtulamayacağı en veciz bir biçimde dile
getirilmiştir.
Çalışmamızda
hatalan en aza indirmeye gayret gösterdik. Ancak en mükemmel Yüce Allah'ın
kitabıdır. Bu nedenle çalışmamızda kusur ve eksikliklerin bulunmadığını
söylemek mümkün değildir. Kusur ve eksikliğimiz siz okuyucutanmız tarafından
tespit edilirse yeni baskılarımızda düzeitebilmemiz için bize bildirmeniz
bizleri memnun edecektir.
Müttefekun aleyh
hadisler hakkında bize derli toplu bir eser sunan Merhum Muhammad Fuâd
Abdülbâkîye Yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret dilerim. Kabrinin nurlanmasınr,
makamının cennet olmasını niyaz ederim.
Sizleri hadis
seyahatiyle baş başa bırakmadan önce bu çalışmamızda emeği geçen tüm
kardeşlerime özellikle çalışmanın elinizdeki şekilde basılmasında ve
yayımlanmasında emeği geçen HÜNER Yayınlarına bu satırlar içerisinde teşekkür
etmek isterim.
Ayrıca bana böyle
bir çalışma ortamı hazırlayan, evdeki yokluğuma katlanan aile efradıma
teşekkürümü arz eder, yetişmemde emeği bulunan hocalanmdan hayatta olanlara
saygılarımı sunar, âhirete göçenlere, Yüce Allah'tan rahmet ve mağfiret
dilerim.[1]
Selam ve Hürmetlerimle
Abdullah Feyzi
Kocaer
Hüner Yayınları,
yayın çizgisini 'Yapabileceğinin en iyisini yapmak' olarak belirlemiştir. Bu
bağlamda ilk kitabı 'Büyük Hadis Külliyatı «er-Rudânî» olmuştur. İkinci yayını
ise 'Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh'dir,
Şimdi ise iki Büyük
Hadis İmamı Buhârî ve Müslim'in buluştuğu zirve olan 'Müttefekun Aleyh
Hadisleri' yayınlıyoruz.
Âlemlere rahmet
olan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yaşadığı iklimi, Peygamber mescidini, aile ve
sosyal hayatını bir nebze evlerinize, iş yerlerinize kısacası tüm hayatınıza
taşıya bilirsek kendimizi en bahtiyar hissedeceğiz.
Bu değerli
çalışmanın sizlere ulaşıncaya kadarki serüveninde e-meği geçen başta değerli
yazarımız Abdullah Feyzi Kocaer Bey'e, tashih, matbaa ve cilt emekçilerine şükranlarımızı
sunuyoruz.
İnsanlığın, Hz.
Muhammed (s.a.v.)'in mesajına en çok muhtaç olduğu 21. asırda, işte onun
dünyası, sosyal adaleti, siyaseti ve onun terbiyesiyle yetişmiş ashabı!...
Sizleri Asr-ı
Saadet iklimi iie baş başa bırakıyoruz.
Çalışmalarımızın
başarıya ulaşması ancak Yüce Allah sayesindedir. [2]
Müttefekun aleyh
anlam olarak, üzerinde ittifak edilen herhangi bir konu, söz veya mesele,
demektir. Bu terimin, İslâmî ilimler sahasında değişik anlamlarda kullanıldiğı
görülür Sahabe tarafından müttefekun aleyh olan hususlar, bütün sahabenin
ittifak ettiği ve hiç birinin muhalefet etmediği hususlardır. Fıkıh
sahasındaki müttefekun aleyh ise, imam ve müctehidlerin İttifak ettikleri
hükümlerdir. Bu hükümlerle ilgili ittifaka ayrıca "İcma"da
denilmektedir. Abdestin namaz için şart oluşu, günde beş vakit namazın farz
olarak kılınışı, sahabe ve fukahanın ittifakı için örnek olarak
gösterilebilir. Aynca bir mezhep bünyesindeki müctehitlerce müttefekun aleyh
olan hususlar da vardır. Hanefi mezhebinde İmam Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve
Muhammed'in ittifak ettiği hususlar gibi.
Hadiste müttefekun
aleyh:
Bir hadisin sıhhati üzerinde hadis imamlarının birleştiği ve hepsinin o hadis
için sahih olduğu kanaatına vardıkları hadislerdir. Hadis imamları böyle
hadisler çin genellikle 'bu hadisin sıhhati müttefekun aleyhtir1 ifadesini
kullanırlar.
Bu arada İbni
Mende'nin, (v. 395) kitabında rivayet ettiği hadisleri şahitleriyle takviye
ederken "...Bu hadis, sıhhati üzerinde birleşilen bir hadistir...bu
isnadlann tümü makbuldür, Muhammed b. İsmail {ButârD ve Müslim b. Haccâc ile
diğer hadisciler cemaati rivayet etmiştir[3]
diye belirterek dördüncü asrın sonlarında görülmeye başlayan, beşinci asrın
başlarında Hâkim Neysâbûrî (v. 405) ile gelişen, altıncı ve bundan sonraki
asırlarda sıklıkla rastlanan ve artık bir anlama odaklasan diğer bir kullanım
ise Buhârî ve Müslim'in bir konuda, aynı sahabiye dayanarak rivayet ettiği
hadislerdir.
Bu son tarif artık
günümüze kadar bu şekilde kullanılmakta olup kitabımızın ismini verdiğimiz
"Mütefekun Aleyh Hadisler" terimi bu anlamı içermektedir.
Bu tür hadisler,
hadis kitaplarında zikredildiğinde, hadislerin sonunda "Bu, müttefekun
aleyh bîr hadistir" veya "Bu hadisi, Buhârî ve Müslim rivayet
etmiştir" seklinde ifadeler yer almaktadır.
Bu iki hadis
imamının kitaplarına aldıkları hadislerin en güvenilir olması ve sıhhati
konusunda gösterdikleri titizlik, kitaplarının el üstünde tutulmasına neden
olmuştur. Öyle ki, kendilerinden sonra gelen pek çok âlim nazarında, bir
hadisin Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim'de bulunması hadisin sahih olması
için yeterli görülmüştür. İslâm dünyasında büyük bir itibar kazanmış,
içerdikleri hadislerin sahih olduğuna dair pek çok âlim ittifak etmiştir.
Hadis ilminin,
âdeta Buhârî, Müslim ve onun çağındaki âlimler döneminde varacağı en büyük
zirveye ulaştığını söyleyen İbni Esîr, (v. 600) Buhârî ve Müslim, hakkında şu
tespitlerde bulunmaktadır. "Her ikisi, kitaplarına Sahîh ismini vermişler
ve kitaplarına böyle Sahih ismini veren ilk kimse olmuşlardır. Şüphesiz bu iki
âlîm, söyledikleri söze sadık kalmışlar, vardıkları kanaatleri
doğrulanmışlardır. İşte bu nedenle Allah, onları doğuda ve batıda; denizde ve
karada büyük bir kabul görme ile nzıklandırmıştir... Bunun böyle olmasının
nedeni niyetlerinin doğru, kalplerinin ihlaslı, kitaplarına aldıkları
hadislerin sahih olmasındandır.[4]
Buhari ve Müslim,
hadis rivayetinde son derece ciddi ve titiz davranmışlar, yalan söylediği
tespit edilen kimselerden hiç bir surette hadis rivayet etmemeye büyük gayret
göstermişlerdir. Bu iki âlimin rivayet ettikleri hadisler özellikle İkisinde
ortak bulunan hadisler, pek çok âlim nazarında en sahih hadis ve Kur'an-ı
Kerim'den sonra en güvenilir hüküm olarak kabul edilmiştir.
Hâkim Neysâbûrî (v.
405), el-Medhal ila's-Sahîh isimli kitabında sahih hadisleri on kısma ayınr ve
birinci tabakada Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri hadisler olduğuğun
belirtir. [5]
Hâkim Neysâbûrî'nin
bu taksimini Ebû'i-Fadl Muhammed b. Tahir el-Makdisî (v. 507) ondan sonra Ebû
Muhammed Hüseyn el-Ferra el-Bağavî (v. 516) devam ettirir. Bunlardan sonra Kadı
İyaz (v. 544) gelmektedir. Kendisi, İmam Malik'in Muvattası ile Buhârî ve
Müslim'in kitabına öncelik vermekte ve şöyle demektedir: "...Bu üç
kitabın diğer kitaplara önceliği ve İslâm dünyasındaki âlimlerce sahih kabui
edilmeleri hususunda icma olmuştur.
Zira, bütün temel eserlerin ana kaynağı bu üç kitaptır. Hadis ilminde
yapılabilecek her şey onlar tarafından yapılmıştır...[6]
İbni Cevzi (v. 597)
hadisleri alt] kısımda ele alır. Bunlann en üst tabakası müttefekun aleyh
hadislerdir. Kendisi şöyle demektedir: "Hadisler alt kısımdır. Birinci
kısım sıhhati üzerinde ittifak edilenlerdir. Buhârî, sahih hadisleri
yazanların ilkidir, onu Müslim, takip etmiştir...İkinci kısım, sadece Buhârînin
veya sadece Müslim'in rivayet ettikleri cumhurun ve hadis ehlinin sıhhatine
hüküm verdikleridir. Üçüncü kısım, Buhârî'nin veya Müslim'in görüşüne göre
senedi sahih olanlardır. Bunlar, bilinen bir kusuru yok ise iki imamın rivayet
ettikleri hadisler içerisine dahil edilir. Bu konuda Ebû Abdullah el-Hakim,
her ne kadar hataları tarüşılsa da el-Müstedrek adı ile büyük bir kitap tertip
etmiştir. Dördüncü kısım, içerisinde hafif bir zayıflık bulunan hadislerdir.
Bunlar hasen hadislerdir, amel edilmeye elverişlidir. Beşinci kısım, içerisinde
büyük zayıflık bulunan rivayetlerdir. Bunun durumu âlimler arsında farklıdır.
Kimisi güzel işlerde bununla amel ederken bazıları içerisindeki şiddetli
zayıflıktan dolayı uydurma hadisler içerisinde görür. Altıncısı, uydurma
olduğu kesin olarak bilinen hadislerdir[7]
İbni Esîr de (v.
600) Hâkim Neysâbûrî'nin taksimini takip ederek sahih hadisleri on kısma
ayırdıktan sonra birinci tabakayı Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri
hadislere verir ve bunların sahih hadislerin en üst tabakası olduğunu belirtir. [8]
İbni Salah (v. 643)
Hâkim Neysâbûrî'nin başlattığı uygulamayı pekiştirmiş ve şöyle demiştir:
"...Sahih hadislerin en üst tabakası hadis ehlinin 'Sahihun, Müttefekun
Aleyhi' dedikleri hadislerdir. Hadis ehli bu ifade ile ümmetin bu hadisler
üzerinde ittifakını değil, Buhârî ve Müslim'in ittifakını kastederler. Bununla
birlikte, Buhârî ve Müslim'in İttifak ettiklerini ümmet ittifakla kabule
yönelmiş, dolayısıyla burada ümmetin ittifakı da meydana gelmiştir. [9]
İmâm Nevevî:
"Bilesin ki âlimler Kur'ân-ı Kerim'den sonra kitapların en sahihinin
Sahihi Buhârî ve Sahihi Müslim olduğunda ittifak etmiştir." demektedir.[10] îmâm Nevevîye göre sahih hadislerin
derecesi yedi kısımdır. Kendisi şöyle demektedir: "Sahih hadisler yedi
kısımdır. Bunlann en üstünü Buhârî ve Müslim'in ittifak ettikleridir, bundan
sonra yalnız Buhârî'nin rivayet ettiği, bundan sonra yalnız Müslim'in rivayet
ettiği, bundan sonra kitaplarında bulunmamakla birlikte Buhârî ve Müslim'in
şartlanna uyan sahih hadisler, bundan sonra kitabında bulunmamakla birlikte
Buhârînin şartlarına uyan sahih hadisler, bundan sonra kitabında bulunmamakla
birlikte Müslim'in şartlanna uyan sahih hadisler, bundan sonra da Buhârî ve
Müslim'in şartlanna uymadığı halde diğer hadis imamlarının sahih kabul ettikleri
hadislerdir. [11] Cemalüddin Kasimî, 'Sahih Hadislerin Kısımları' başlığı altında
Nevevî'nin bu sözünü getirir. [12]
Şah Veliyyullah
Dehlevî de sahih hadisleri içeren kitapları dört tabakaya ayırmıştır: Buna göre
üç kitap, İmâm Malik'in Muvattâ'sı ile Sahihi Buhârî ve Sahihi Müslim en sahih
olan birinci tabaka kitaplarıdır. [13] Onun bu tasnifi son dönem muhaddislerinden Muhammed
Cemalüddin Kâsımî ve Muhammed Abdurrahmân Mübârekpürî tarafından benmisenmiş
kitaplarında zikredilmiştir. [14] Şah Veliyyullah'ın birinci tabaka saydığı üç kitaba yukanda
Kadı İyaz'ında aynı şekilde baktığını görmüştük. [15]
Eğer bir hadisin,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e âit olduğu kesinleşmiş ise artık bize düşen, bu
hadisteki bilgiye sarılıp gereklerini yerine getirmektir. Ancak hadisin
Efendimiz (a.s.)'a aidiyeti kesin değilse o zaman, bu bilgileri bize
getirenlerin hangisi, doğru ve dürüst, ne söylediğine dikkat eden, duyduğunu
iyi bir şekilde muhafaza
edebilen
kimse ise onun getirdiği bilgi, diğerlerine göre daha sağlam olacağı açıktır.
İşte böyle akli bir yaklaşımla iki büyük hadis imamının titizlikle derledikleri
hadisler bu açıdan diğerlerine göre daha çok itimat kazanmıştır. Değilse bir
hadisin hadis olması yönüyle hiçbir a-yinm yapmaya ne bizim bir yetkimiz var ne
de başkalarının. Eğer bir kimse Sahîh-i Buhârî'deki veya Sahîh-i Müslim'deki
bir hadisi, Deylemî'nin Müsned'İndeki bir hadisten üstün tutuyorsa bu, sadece
ilgili kitapların müelliflerinin kitaplarını derlerken gösterdikleri titizlik
nedeniyle kazandıkları itimattan dolayı olabilir. Bunun dışında böyle bir
ayrım yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Hem Buhârîden hem de Müslim'den önce
yaşamış bir bakıma onlara kaynak olan Abdürrazzâk ve Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe'nin 'Musannaf lan, Ebû Davud Tayâlsrnin 'Müsned'i için de bu örnekleri
verebiliriz. Şah Veliyyullah Dihlevî, hadis kitapları arasındaki üstünlük
yönünü inceledikten sonra sözünü ettiğimiz bu kitaplar için şöyle demektedir:
"... Bu kitaplar da bu kabildendir. Bunların amaçlan sadece toplamak
olmuştur, ayıklamak, seçime tabi tutmak, amel edilmesini a-maçlamak gibi bir
endişeleri olmamıştır[16]
Bir hadisin
gerçekten Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ait olup olmadığını test etme hususunda
takip edebileceğimiz hemen hemen tek bir yolumuz vardır ki bu da haberi
getirenin durumunu araştırmaktır. Haberi getiren kimse çeşitli yönlerden bize
güven veriyorsa onun getirdiği haberi kabul edebiliriz. Eğer güven vermiyorsa
kabul etmeyiz. Bu tutum tarih biliminin, bu bilimin özel bir bölümü olan
rivayet biliminin tabitadır. Bir şeyin doğru olup olmadığını ortaya koymak için
her bilimin kendine has metodları vardır. Mesela kimya bilimi bir şeyin
doğruluğunu test için lobaratuvarda mikroskop veya benzeri aletlerle bizzat
gözle test edip öyle roparunu verir. Bu tür bilimlerin roparlan bizzat elle
tutma veya gözle görme gibi müşahadelerle verilir. Rivayet biliminin test
metodunda ise bu tür bir test imkanımız yoktur. Bu nedenle geçmişe ait tarihi
bilgilerin doğruluğunu test etmek için ravi değerlendirmesi dışında başka bir
yolumuz kalmamaktadır. Buna dayalı olarak hadis ilminin imamları hangi ravi
daha güvenlidir, hangi ravi zinciri daha güvenlidir, hangi şehirde oturan
raviler daha güvenlidir
gibi
değişik araştırmalar yapmışlar ve buna göre kendilerine getirilen rivayetler
arasında bir sınıflamaya gitmişlerdir. Mesela, İbni Teymiye, Medine-lilerin
rivayet ettiği hadisin en sahih olduğu, ondan sonra Basralıların rivayet
ettiği hadisin geldiği, bundan sonra Şamlıların rivayet ettiği hadisin geldiği
konusunda hadisçilerin ittifakından söz eder. Hatib Bağdadtye göre en sıhhatli
hadis senedinin Meke ve Medine halkından gelen rivayetlerdir. Memlekete göre
tasnif yapıldığı gibi kişilere göre de tasnif yapıldığını görmekteyiz. Hakim'e
göre, Şamlılardan gelen en sağlam rivayet zinciri 'Evzâî, Hassan b. Atıyye,
Sahabî" şeklindeki rivayet zinciridir.[17]Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'ye
göre en sahih isnad zinciri 'Zührî, Salim, Abdullah b. Ömer, Ömer1 şeklindeki
isnad zinciridir. Yahya b. Main'e göre en sahih isnad zinciri 'A'meş, İbrahim
en-Nehâî, Alkame, Abdullah b. Mes'ûd' şeklindeki isnad zinciridir. Buhârî'ye
göre en sahih isnad zinciri 'Malik, Nafi, Abdullah b. Ömer' şeklindeki isnad
zinciridir. Bu son verdiğimiz isnad zincirine silsiletü'z-zeheb altîn zinciri,
denilir olmuştur. [18] Bazı sıralamaya göre de en sahih hadisler ravilerin sayısına
göre yapılmaktadır. Her dönemde bir cemaat tarafından rivayet edilen hadislere
mütevatir, en az üç ravi tarafından rivayet edilene meşhur, iki ravi
tarafından rivayet edilene azîz, tek ravi ile rivayet edilene garîb
denilmiştir. Buna göre mütevatir en üst tabakadır, ondan sonra meşhur, ondan
sonra aziz gelir. Bu şekildeki tasnifin kendi arasında değişik kısımları
vardır.
Kimi âlimler bu
sınıflamayı hadisleri derleyen kimselerdeki dikkat ve titizliğe göre de
yapmışlardır. Bu şekilde kısımlandırma da hadislerin bulunduğu kitaplar ön
plandadır. 'Müttefekun Aleyh Hadisler' başlığı altında isimlerini saydığımız
âlimler ile isimlerini saymadığımız pek çok â-limlerin nazarında Sahîh-i Buhârî
ve Sahîh-i Müslim, bu şekildeki sıralamada en üst tabakalarda yer almıştır. Bu
tür sıralamalar tamamen varılan kanata bağlı olduğu için yer yer değişik
görüşlerin olması tabiidir. Ancak burada sözünü ettiğimiz genel düşünce ve
kanaatlerdir. Â-limlerin bu kanaati, zamana göre de değişmektedir. Bu kanaat
bazen öyle yüksek dereceye ulaşmıştır ki bunun hakkında icma sözleri söylenir
olmuştur. Hatta kimilerine göre bu kanaat tartışmasız kesin bilgi derecesine
yükselmiştir. [19]
En mükemmel kitap Yüce
Allah'ın Kitabıdır. Hatadan korunmuş oian da Yüce Allah'ın Peygamberidir. Bunun
dışındakilerin hata yapmayacağı diye bir kural yoktur. İmam Buhârî ve imam
Müslim, kendilerine ulaşan rivayetleri incelemişler ve bunlann doğru olup
olamadığı hakkında bir kanata varmışlardır. Kitaplarına aldıkları rivayetler,
kendi kanatlanna göre sahih olduğuna hüküm verdikleri rivayetlerdir.
Kendilerinin sahih rivayetleri elde etmek için büyük çaba sarfettikteri gerek
çağdaşlan gerekse kendilerinden sonraki âlimler tarafından övgüye şayan
bulunmuştur, Bir beşer olmalan hasebiyle onların da hata yapmalan mümkündür.
Bu nedenle kendilerini eleştiren kimselerin bulunabiliceği tabiidir. Ancak
genel kanaata baktığımızda göz ardı dememiyecğimiz bir çoğunluğun bu iki imamın
rivayetlerine önem verdiğini görürüz. Özellikle altıncı ve yedinci asırda
kitaplarının doğruluğu hakkında ittifak eden âlimler olmuştur. [20]
Kaynakların
verdikleri bilgilere göre bu konuda yazılan ilk eser erken dönem
diyebiliceğimiz dördüncü asrın sonlarına kadar uzanmaktadır. [22] Her iki imamın kitapları üzerinde
değişik türde pek çok çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan birisi de iki kitabın
sadece birinde veya her i-kisinde bulunan hadisleri bir araya getirme
çalışmalarıdır. İki kitabı bir araya getirme çalışmalarına "el-Cem1 beyne's-Sahihayn"
denilmiştir. Bu türdeki ilk çalışma, Muhammed b. Abdullah Cevzakî'nin (v. 388)
Kitabu'1-Cem beyne's-Sahîhayn isimli eseridir. Bizim konumuzu ilgilendiren,
her iki kitapta aynı olan hadisleri bir araya getirme şeklinde hazırlanan
çalışmalar ise şöyledir:
1-) Risale fî Beyâni
mâ ittefekâ aleyhi'I-Buhârî ve Müslim ve mâ inferade ahaduhumâ ani'l-âhar. Ali
b, Ömer ed-Dârakutnî (v. 385)
2-)
Muvâkâtu'l-Buhârî ve Müslim. Muhammed b. Tâhir el-Makdisî,
İbnü'l-Kaysarânî (v. 507)
3-) Umdetü'l-Ahkâm
mimmâ ittefekâ aleyhi'l-İmam e!-Buhârî ve Müslim. Abdü'-Gânî b. Abdü'l-Vâhid
el-Makdisî (v. 600)
4-) el-Beyân
amme'ttefeka aleyhi'ş-Şeyhân. Ebû'l-Mecd İsmail b. Hibetullah b. Bâtîş
el-Mevsılî (v. 655)
5-) Müfîdü's-Sâmî
ve'l-Kârî mimmâ ittefekâ aleyhi Müslim ve'l-Buhârî. Ahmed. Abdurrahman b.
Muhammed el-Harîrî (v. 758)
6-) Zâdü'l-Müslim fîmâ
ittefekâ aleyhi'l-Buhârî ma'a Müslim. Mu-: hammed Habîbullâh eş-Şenkîtî (v.
1944)
Muhammed
Fuâd Abdülbâkî'nin verdiği bilgiye
göre müellif, ' müttefekun aleyh olan hadislerden, kavli (sözlü)
hadisleri harf sırasına göre tertip etmiştir. Buna ilaveten "üis"'
ile başlayan şemail türü hadislerle "syî" ile başlayan hadisleri de
almıştır. Ancak müttefkun aleyh hadislerin tamamını almamıştır. Kitabında 1368
hadis mevcuttur. [23]
7-) el-Lü'!ü
ve'l-Mercân fîmâ ittefekâ aleyhi'ş-Şeyhân. Muhammed Fuâd Abdülbâkî (v. 1958)
Sahasında en geniş
bir çalışma olan el-Lü'lü ve'i-Mercân, hadis metinlerinde Sahîh-i Buhârî metni
esas alınmış, hadislerin dizilişinde ise Sahîh-i Müslim tertibi esas
alınmıştır. Bu şekildeki tertip, hadislerin iyi anlaşılması için kanatımca çok
isabetli olmuştur. Bunun yanında hadisin Buhârîdeki yeri gösterilmiş
anlaşılması güç lafızları dipnotlarda gayet güzel bir şekilde açıklamıştır. Bu
meziyetinin yanında tertip düzen ve titizliği ile son derece emek mahsulü
olduğu görülmektedir. Yüce Allah, onun bu çalışmasını en güzel bir şekilde
kabul buyursun kabrini nuriandırsın- Kendisi ön sözünde el-Lü'lü ve'hMercân'da
2006 müttefekun aleyh hadis olduğunu bildirmektedir. Ayrıca, Zâdü'I-Müslim,
isimli çalışma dışında müttefekun aleyh hadisleri derleyen bir kitabın olduğunu
bilmediğini de söylemektedir. Bu iki husus dikkat çekmektedir. Asnmızın bu
büyük ilim adamının, Zâdü'l-Müslim'den önce yapılmış çalışmalardan habersiz
olması dikkatimizi çekmiştir. Bir diğer husus ise ön sözünde 2006 hadisten söz
ederken kitabında 1906 hadis bulunmasıdır. Kendisi işe başlarken 2006 hadis
olduğunu düşündü sonra 1906 hadis mi derledi, yoksa matbaa hatası mı vardır, bu
durum belli değildir. Kitabı Türkçeye çeviren yazarlar da İfadeleri bu şekilde
çevirmişler herhangi bir açıklama getirmemişlerdir.[24]
Müttefekun aleyh
hadislerin sayısı hakkında fazla görüşe rastlanmamakla birlikte bu husuta en
zok sayı İbni Cevzî tarafından verilmiştir. Kendisi 2316 müttefekun aleyh
hadis olduğunu söylemektedir. [25]Ancak
onun verdiği bu sayı kabanktır. Kaantimce, Sahîh-i Buhârîde tekrar eden aynı
hadisleri de bu sayıya dahil etmiş olmalıdır. Ya da lafız açısından bir birine
benzemesi uzak olanları da buna dahil etmiş olmalı veya aynı konuda başka
raviden gelenleri de sayıya katmış olmalıdır. Geçmiş dönemdeki âlimlerin bu
şekilde verdikleri sayılar bazen yuvarlak olup kesin olamayabiliyor. Bazen de
yüksek gösterilmiş olabiliyor. Nitekim İbni Cevzî, Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde otuz bin hadis olduğunu be!itmektedir. [26] Bu gün eldeki baskılarda verilen rakamlar
yirmi yedi bin civarındadır. Buna göre İbni Cevzî, üç bin fazla söylemiştir. [27]
Müttefekun Aleyh
Hadisler, adı ile elinizde bulunan bu çalışmamız, Muhammed Fuâd Abdülbâkî
merhumun, el-Lü'lü ve'l-Mercân fîma jttefeka aieyhi'ş-Şeyhan isimli çalışması
üzerine kurulmuştur. Hadislerin sıralanması Sahîh-i Müslim tertibine göre
yapılmıştır. Ancak hadislerin metninde sadece Buhârî metnine bağit kalınmamış
yeri geldiğinde Müs-linı metni de tercih edilmiştir. Bu hadislerin hangisi
Buhârî metni, hangisi Müslim metni olduğu tahriç bölümünde belirtilmiştir.
Eğer, metin Sahîh-i Buhârî, metni ise tahriçte önce Buhârî'deki yer gösterildi.
Eğer Sahîh-i Müslim, metni ise önce Müslim'deki yer gösterildi. Ayrıca hangi
metin alınmış ise o siyah punto ile belirtildi. Buna göre çalışmamızda 1500
hadis Sahîh-i Buhârî metni, 486 hadis Sahîh-i Müsiim metnidir.
Tahriç bölümünde
hadislerin Buhârî ve Müslim'deki yerleri gösterildi. M. Fuâd Abdülbâkî, hadislerin
Sahîh-i Buhârî'deki yerlerini göstermiş ve Müslim'deki yerierini tam olarak
belirlememiştir. Tahiiç bölümünde o hadisin Sahîh-i Müslim'deki tam yeri
belirtildi.
M. Fuâd
Abdüibâkî'nin kitabına aldığı 1906 hadisin bir kaçı dışında hemen hemen tamamı
alındı. Buna ilave olarak yeni tespit ettiğimiz hadisler ilave edildi. Bizim
çalışmamızda sayı 1986ya ulaşmıştır. el-Lü'lü ve'f-Mercân üzerine yapılan
değişikliklerin en önemlisi de budur diyebiliriz. Bazen, M. Fuâd Abdülbâkî
merhumun en önemli hadisleri atladığını gördük. Bulabildiklerimiz kadarıyla
bunları ilave etmeye çalıştık.
Bu husuta 675, 749
ve 1822. hadisleri örnek verebiliriz
"AV/77,
inanarak ve sevabını AHahtan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa kendisinin
geçmiş günahı bağışlanılır."
"Kim, inanarak
ve sevabını Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini ihya ederse kendisinin geçmiş
günahı bağışlanır."
"Eğer mümin,
Allah 'm yanındaki azabı bilseydi kimse cenneti aklından geçiremezdi. Eğer
kâfir de Allah'ın yanındaki merhameti bilseydi hiçbir kimse cennetten ümitsiz
olmazdı"
Bu arada, M. Fuâd
Abdülbâkî, İmam Müslim'e uyarak 17 hadisi tekrar etmiştir. Aslına bakılırsa,
ilgili bölümde konunun anlaşılması için
bu
hadislerin tekrar etmesi de kaçınılmazdır. Bu nedenle biz de tekrar yerlerinde hadisleri tekrar ettik.
Okuyucuyu
hadislerle baş başa bınkmak amacıyla çoğu yerde hadislerin tercümesi ile
yetindik. Uzun açıklamalarla okuyucuyu hadis dışında başka alanlara çekmekten
kaçındık. Yeri geldiğinde kısa açıklamalar, hadisi hadise göndermeler yaptık.
Bazı uzun açıklamalarda "Sa-hîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh"
isimli çalışmamızdaki ilgili açıklamalara gönderme yaptık.
Değerli
okuyucularımızın, bu çalışma aracılığıyla hadisler arasında rahat bir seyahat
etmelerini sağlamış olmak en büyük hedefimizdir.
«Benim başarmam
ancak Allah sayesindedir, ben Ona güvendim ve Ona dönerim.» (Hûd: as)
Abdullah
FeyziKocaer, Selçuklu / KONYA[28]
(İmam Müslim (r.h.)
kitabının başında bazı hadis usulü ilkelerine değinmiştir. Bu arada, hadis
rivayet ederken dikkatli olunması gerektiğini belirtmiş ve Efendimiz (a.s.)'ın
söylemediği bir şeyi o, söyledi diyerek aktarmanın sakıncalarına değinmiştir.
Aşağıda gelecek olan hadisler, böyle kimseleri uyarmakta ve yerlerinin cehennem
olduğunu bildirmektedir. İmam Müslim (r.h.) de bu uyarılara işe başlayarak
hadislerle uğraşacaklara önemli bir hususu tenbih eder,)
Ömer b. Hattab
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.)'i: "Ameller niyete göredir, kişiye de
niyet ettiği şey vardır. Bu nedenle kimin hicreti, elde edeceği dünyaya veya
evleneceği bir kadına ise onun hicreti, hicretettiğişeye olur."'diye
buyururken işittim." demiştir.
(İmam Buhârî
kitabına bu hadisle başlayarak yapılan işlerde en önce niyetin önemine dikkat
çekmiştir. İmam Müslim ise hadisimizi ileriki bölümlerde getirir. Önemi
nedeniyle burada numara vermeden getirdiğimiz hadisimiz İmam Müslim'in getirdiği
yerde tekrarlanacaktır.) [29]
1-) Hz. Ali (r.a.),
Rasûiüllah (s.a.v.): "Benim üzerimden yalan söylemeyiniz, şu biline kî kim
benim üzerimden yalan söylerse cehenneme girer"'diye buyurdu, demiştir.
("Benim
üzerimden yalan söylemeyiniz"demek, Hz. Peygamber'in söylemediği bir sözü
onun söylediğini İdda etmektir.) [30]
2-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir; "Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Kim, bilerek
benim üzerimden yalana girişirse, cehennem' deki yerine hazırlansın"diye
buyurmuş olması, benim size çokça hadis anlatmama engel olmaktadır." [31]
3-) Ebû Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Benim ismimle isimlenin ama künyemle
künyelenmeyin, kim beni rüyada görürse, gerçekten görmüştür. Çünkü şeytan
benim şek/ime giremez. Kim de bilerek benim üzerimden yalan söylerse
cehennemdeki yerine hazırlansın"'diye buyurduğunu rivayet etmiştir.
(Künye bir kimseye
falancanın babası veya falancanın annesi şeklinde isim vermektir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in künyesi, Ebu'l-Kâsm'dır. (=Kâsım'ın babası) Rasûiüllah (s.a.v.)'i
rüyada görme konusunda 2176. hadise bakınız.) [32]
4-) Muğîra (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i "Şüphesiz benim üzerimden yalan söylemek,
öyle herhangi bir yalan gibi değildir. Kim bilerek benim üzerimden yalan
söylerse cehennemdekiyerine hazırlansın.''diye buyururken işittim"
demiştir. [33]
(İmam Müsfim (r.h,),
iman bölümünde iman esaslarını anlatan hadisleri getirdikten sonra i-(eriki
sayfalarda görüfeceği gibi iman eseri ve imanın görüntüsü olan davranışları da
İman bölümünde değerlendirir. Komşuya iyi davranmak, yalan söylememek, hayalı
olmak gibi bir takım davranışlar birer İman görüntüsü olduğundan dolayı böyle
hadisleri de iman bölümünde getirir.) [34]
5-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) halkın arasında iken, kendisine
Cebrail geldi ve: "İman nedir?" dedi:
"İman;
Allah'a, Meleklerine, Onunla karşılaşacağına, Elçilerine inanmandır, öldükten
sonra dirilmeye de inanmandır. "buyurdu:
"İslâm
nedir?" dedi:
"İslâm:
Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayarak Allah'a kulluk etmen, namaz kılman, faiz
olan zekâtı vermen, ramazan orucunu tutmandır. "buyurdu:
"İhsan
nedir?" dedi:
"Kendisini
görüyormuşsun gibi Allah'a kulluk etmendir. Her ne kadar sen Onu görmesen de O
seni görmektedir, "buyurdu:
"Kıyamet ne
zaman kopacak?" dedi:
"Bu konuda
soru sorulan, sorandan daha fazla bilgili değildir, ama ben sana şartlarım
bildireceğim: Köle kadının e-fendisini doğurduğunda, ne idüğü belirsiz deve
çobanlarının
bina yapma
konusunda yarıştıklarında (kıyameti bekle. Kıyametin ne zaman kopacağının
vakti,) sadece Allah'ın bildiği beş bilinmeyenler içerisindedir"
buyurdu: «Kıyametin bilgisi Allah'ın yanındadır...»
(Lokman: 34)
ayetini okudu arkasından gelen adam dönüp gitti. Rasûlüliah (s.a.v.): "Onu
bana geri çağırın"dedi ama ondan hiçbir şey göremediler bunun üzerine
Rasûlülah: "Bu, Cebrail idi, insanlara dinini öğretmek için gelmiştir,
"buyurdu," demiştir.
(Bu hadisimizde
güzel dinimizin nelerden oluştuğunu öğrenmekteyiz. Cebrail (a.s.), insanlara
dini öğretmek için gelmişti, sorduğu sorulardan dinin nelerden oluştuğunu
görüyoruz: İman, İslâm ve İhsan.
Buna göre dinimiz
üç bölümden oluşuyor: İnanç esasları, İbadetler ve uygulamalar, Ailah'a
kullukta ihias ve samimiyet. Bu da. Kendisini görüyormuşçasına Allah'a kulluk
etmektir.
Melekler insan
şekline girebilirler, onlarla konuşabilirler, insanlar da onları görebilir
seslerini duyabilirler.
Kıyametin ne zaman
kopacağını tam oiarak Aİlah bilebilir. Peygamberler, bu konuda kendilerine
bildirildiği kadar bilebilirler.) [35]
6-) Talha b.
Ubeydullah (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.)'e Necid halkından saçı dağınık bir
adam geldi. Sesi uzaktan duyulabildiği halde ne söylediği anlaşılmıyordu.
Sonunda Rasûlüilah (s,a.v.)'e yaklaştı, bir de baktım ki İslâm'dan soruyor.
Rasûlüilah (s.a.v.): "Gece ve gündüz başlamaz" buyurdu.
"Bunun dışında
diğer yapacağım var mı?" dedi.
"Hayır, ancak
fazladan yapacağın nafile namaz kılarsın" buyurdu ve devamla:
"Ramazan
orucunu fcrfmaAr"buyurdu,
"Bunun dışında
diğer yapacağım var mı?" dedi,
"Hayır, ancak
fazladan yapacağın nafile oruç tutarsın." buyurdu. Rasûlüilah (s.a.v.) ona
zekâtı anlattı, o da: "Bunun dışında diğer yapacağım var mı?" dedi.
"Hayır, ancak
fazladan yapacağın nafile olarak sadaka verirsin" buyurdu. Bu gelen adam
dönüp gitti, giderken: "Vallahi bunu ne artırırım ne de eksiltirim"
diyordu. Rasûlüilah (s.a.v.): "Eğer sözünde doğru kalırsa başarıyı
kurtuluşu elde buyurdu.
(Hz. Peygamber
(s.a,v.), İslâm'ı, beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak ve zekât
vermek olarak açıklamıştır. Bu sayılaniann dışında da birtakım İslâm kuralları
vardır. Nitekim diğer yerde gelen rivayetlerde hadisin sonunda şöyle bir ifade
vardır "Rasûiüllah (s.a.v.), ona İslâm şeriatlarını (kurallannı) bildirdi,
o da: "Sana ikramda bulunan'a yemin olsun ki fazladan hiçbir nafile yapmam
ama Allah'ın bana farz kıldığı hiçbir şeyi de eksiltmem" dedi. (Buhâri,
savm; ı, Hıyei: Bu rivayette Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namaz, oruç ve zekât
dışındaki kurallan öğrettiğini görüyoruz.) [36]
7-) Ebû Eyyûb
(r.a.)'dan. Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Beni cennete koyacak bir
amel bildirseniz" dedi. Bu sırada orada olan diğer birisi: "Ne oldu
nesi var?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Nesi olacak, bir haceti
var"(diye cevapta bulunduktan sonra) "Kendisine hiçbir şeyi ortak
koşmayarak Allah'a kulluk edersin, namazı kılar, zekâtı verirsin, akraba ile
alakayı sürdürürsün.buyurdu. [37]
8-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Çöl halkından birisi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve:
"Bana bir amel söyle ki, bunu işlediğimde cennete gireyim" dedi.
Rasûlüilah (s.a.v.): "Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayarak Allah'a
kulluk edersin, farz olan namazı kılarsın, farz olan zekâtı verirsin. Ramazan
orucunu tutarsın."buyurdu. Bu kimse: "Canımı elinde tutan Allah'a
yemin otsun ki, bunun üzerine hiçbir artırma yapmam." dedi. Bu adam kalkıp
gittiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim cennetlik bir kimseye bakmak
isterse buna baksın, "buyurdu. [38]
9-) İbni Ömer (r.a.),
Rasûlüilah (s.a.v.): "İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka
ilah olmadığına Muhammed'in Allah 'm elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz
kılmak, zekâtı, haccı ve ramazan orucunu yerine getirmektir, "buyurdu"
demiştir.(Bu hadisimizde de yüce dinimizin üzerinde kurulduğu temelleri
öğrenmekteyiz.
İsiâm dini beş esas
üzerine kurulmuştur.
Yukarıdaki esaslar
olmadan din ayakta duramaz.
Namaz, oruç, zekat
ve hac gibi amellerden biri eksik olursa İslâm binasının temelleri eksik olur.
Bu esaslar İslâm
dininin tamamı değil, temeileridir. İslâm binasının temelleri dışında diğer
bölümleri de vardır.) [39]
10-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Abdu'l-Kays kabilesinin temsilcileri Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
geldiklerinde: "Bu topluluk kimdir? -veya-bu temsilciler kimlerdir?"
buyurdu. Onlar da: "Rabia" dediler: "Hoşgeldiniz Ey topluluk
-veya- Ey temsilciler. Allah, utandırmasın / küçük düşürmesin, pişmanlık
vermesin." buyurdu. Onlar: "Ey Allah'ın Rasûlü biz, sana ancak haram
ayda gelebiliyoruz, seninle aramızda Mudar kâfirlerinden bir boy var. Bize
açık anlaşılır bir Şeyler emretsen de geride kalanlarımıza bildirsek, bu
şeylerle cennete girsek." dediler, içeceklerden sordular. Rasûlüilah
(s.a.v.) onlara dört Şeyi emretti, dört şeyi yasakladı, Onlara, tek olan
Allah'a iman etmeyi emretti: "Bilebiliyor musunuz tek olan Allah'a iman ne
demek-tır?"buyurdu Onlar: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir"
dediler: "Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammedi'n de Allah'ın elçisi
olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, ramazan orucunu
tutmaktır, ganimetten beşte birini vermenizdir."
buyurdu. Onlara
dört şeyi de yasakladı: Hantemi (topraktan yapışmış testi) (kabaktan yapılmış testi) nakİrİ (hurma
kütüğünden oyulmuş testi) ve (ziftle kaplanmış test!. Hadisi anlatan ravl
şöyte demiştir) galibs (rnözeffet yerine)
mukayyeri
(bu da ziftlenmiş testidir) dedi. Sonra da: "Bunları ezberleyip
be/leyin geride kalanlarınıza da bildirin "buyurdu.
(Hadîste geçen
kullanımı yasaklanan eşyalar, içerisinde sıvı şeylerin konduğu bazı kaplardır.
İslâm öncesi bu kaplar şarap yapımına daha elverişli olduğundan içerisine,
hurma ve üzüm şırası konulup şarap yapılırdı. Nitekim hadisin Müslim'de geçen
rivayetinde bu hususu belirterek şöyle buyurmuştur: "İçerisine ufak hurmaları
atar sonra üzerine su döker, kabarıp fışkırması geçtiğinde bunu içersiniz,
Sonunda da biriniz amca oğlunu kılıçla vurur." (Müslim, iman: 26) Bu nedenle
şarap yapımında kullanılan söz konusu kapların kullanımı tamamen yasaklanmış,
İslâm ahkamı yerleşip sebat bulduğunda, tıpkı kabir ziyaretinde olduğu gibi
bunların kullanımı serbest bırakılmıştır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Size birtakım
kapları yasaklamıştım. Şüphesiz kaplar bir şeyi ne helâl kılar ne de haram,
ama biline ki, sarhoşluk veren şeylerin tümü haramdır."'buyurmuştur.
(Müslim, Eşribe: 64, Tirmizî, Eşribe: 5)
Bir diğer hadiste
de: "Size su tulumunda şıra yapmayı yasaklamıştım. Şimdi bütün kaplarda
bunu içebilirsiniz, yalnız sarhoşluk veren şeyler bunun dışındadır,
"buyurmuştur. (Müslim, Eşribe; 65) [40]
11-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Rasûlütlah (s.a.v.) Muâz b. Cebel (r.a.)'ı Yemene gönderdiğinde:
"Şüphesiz sen Ehl-i Kitap bir topluma varacaksın, onları davet edeceğin
ilk şey Allah'a kulluk olacaktır. Eğer Allah tanırlarsa, Allah 'm gece ve
gündüz beş vakit namazı kendilerine farz kıldığını bildir. Eğer bunu
yaparlarsa, Allah 'm, mallarından alınıp fakirlerine verilmek üzere zekâtı
farz kıldığını kendilerine bildir. Eğer bunu kabul edip itaat ederlerse
onlardan zekât al, ama halkın elindeki mallarının en değerlisini almaktan
sakın." buyurdu. [41]
12-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Muâz (r.a.)'ı Yemen'e göndermiş ve şöyle
buyurmuştur: "Mazlumun duasından da sakın, çünkü mazlumla Allah arasında
hiçbir perde yoktur." [42]
13-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiğinde Ebû Bekir (r.a.) Haiife
olup Arapların bîr kısmı dinden döndüklerinde Ömer (r.a.), Ebû Bekir
(r.a.)'a:. "Sen nasıl olur da bu insanlara savaşa kalkarsın? Halbuki
Rasûiüllah (s.a.v.): "İnsanlarla, Allah'tan başka ilah olmadığını
söyleyene kadar savaşmakla emrolun-dum. Ama kim bu sözü söylerse benden canım
ve malını korumuş olur, ancak İslâm'ın koyduğu haklar hariçtir. Diğer
(görülmeyen) konularda hesabı ise Allah'a aittir." buyurmuştur." dediğinde:
"Namazla zekâtın arasını ayıran her kim olursa Allah'a yemin olsun ki
kesinlikle savaşırım. Çünkü zekât, malın hakkıdır, (islâm'ın koyduğu
haklardandır.) Dolayısıyla Allah'a yemin olsun ki Rasûlüilah (s.a.v.)'e vermekte
oldukları bir oğlak da olsa bunu bana vermezlerse kesinlikle bu sebepten dolayı
onlarla savaşırım." dedi. Ömer (r.a.): "Aliah'a yemin olsun ki bu
şekildeki düşüncesi Allah'ın Ebû Bekir (r.a.)'tn savaşma konusunda göğsünü
açmasından başka bir şey değildir. Ben de onun gerçek doğru olduğunu bilip
anladım." demiştir. [43]
14-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'tan başka ilah
olmadığına şahitlik etmelerine, bana ve benim getirdiklerime iman etmelerine
kadar insanlarla savaşmakla emrohmdum. Eğer bunları yaptılarsa benim elimden
mallarım ve kanlarını korumuş olurlar. İslâm'ın koyduğu haklar bunun
dışındadır. Diğer (gömmeyen) konulardaki hesapları ise Aliah'a aittir,"
(İslâm'a giren
kimseler Allah'ın güvencesi altındadır. Dolayısıyla Müslümanların mallan ve
caniarı koruma altındadır.
Kişiler
amellerinin dış görünümü ve davranışlarına göre değerlendirilir. Haklarındaki
hüküm de buna göre verilir. Gizli olan niyet ve düşüncelerin hesabını sormak,
kulların vazifesi olmayıp Allah'a aittir.
İslâm'ın
koyduğu haklardan maksat, idam cezasını gerektiren bir suç işleyenin öldürülmesidir.
3u durumda o kişi yukandaki esaslan yerine getirmekle canını kurtarmış
sayılamaz, dernektir) [44]
15-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Allah'tan başka Hah olmadığına,
Muhammed'in Allah 'm elçisi olduğuna şahitlik etmeleri, namaz kılmaları ve
zekât vermelerine kadar insanlarla savaşmakta emroiundum. Eğer bunlan
yaparlarsa benim elimden mallarını ve kanlarını korumuş olurlar. İslâm'ın koyduğu
haklar bunun dışındadır. Diğer (görülmeyen) konularda hesapları ise Allah'a
aittir, "buyurmuştur. [45]
16-) Müseyyeb b. Hazn
(r.a.)'dan. şöyle demiştir "Ebû TaÜb vefat ettiği sırada Rasûlüliah (s.a.v.)
kendisine geldi baksa ki yanında Ebû Cehii b. Hişâm ile Abdullah b. Ebû Ümeyye
b. el-Muğîra'yı gördü. Rasûlüliah (s.a.v.) Ebû Taüb'e: "Ey Amcacığım
"Lâ ilahe illallah" sözünü söyle ki Ben bu sözle Allah katında sana
şahitlik yapayım, "buyurdu. Ebû Cehil ve Abdullah b. Ebû Ümeyye: "Ey
Ebû Talib Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çeviriyorsun?" dediler.
Rasûlüliah (s.a.v.) sürekli Ebû Talib'e İslâm'a girmesini teklif ettiyse de
öbürleri de sözlerini tekrarladılar, neticede Ebû Talib'in onlara söylediği son
söz; "O, Abdulmuttalib'in dini üzeredir." oldu, "Lâ üâhe
illallah" demeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Rasûlüliah (s.a.v.):
"Vallahi yasaklanmadığım sürece ben sana bağışlama dileyeceğim"
buyurdu. Arkasından Ailah: «Kendilerine cehennemlikler oldukları açıklandıktan
sonra yakın akrabaları bile olsa artık müşrikler için bağışlama dilemek ne
Peygamber'e ne de iman edenlere uygun düşmez.» (Tevbe: 113) ayetini
indirdi"[46]
17-) Ubâde (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim, kendisinin ortağı olmayan tek olan Allah'tan
başka ilahın olmadığına, Muhammed'in Onun kulu ve Rasûlü olduğuna; İsa'nın,
Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna ve Meryem'e Kendisinden gönderdiği bir ruhu
olduğuna, cennetin gerçek olduğuna, cehennemin gerçek olduğuna şahitlik ederse,
Allah o kimseyi yaptığı ameline göre cennete koyar" buyurmuştur. [47]
18-) Muâz b. Cebe!
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in terkisinde
bulunuyordum. Kendisi ile aramızda sadece semerin arka tahtasından başka bir
şey yoktu. Derken: "Ey Cebel oğlu
Muâz"
buyurdu: "Buyur, emret, Ey Allah'ın Rasûlü" dedim. Sonra bir süre
yürüdü arkasından yine: "Ey Cebel oğlu Muâz" buyurdu: "Buyur,
emret, Ey Allah'ın Rasûlü" dedim. Sonra bir süre yürüdü arkasından yine:
"Ey Cebel oğlu Muâz"buyurdu: "Buyur, emret, Ey Allah'ın
Rasûlü" dedim: "Allah'ın kullar üzerindeki hakkı nedir bilir
misin?"'buyurdu: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedim:
"Şüphesiz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, Ona hiçbir şeyi ortak
koşmayarak kulluk etmeleridir.''buyurdu. Sonra yine bir süre yürüdü arkasından:
"Ey Cebel oğlu Muâz" buyurdu: "Buyur, emret, Ey Allah'ın
Rasûlü" dedim: "Bunu yerine getirdiklerinde kulların Allah üzerindekihakkı
nedir bilir misin? buyurdu: "Allah ve Rasûiü daha iyi bilir" dedim:
"Onlara azap etmemesidir, "buyurdu." [48]
19-) Muâz b. Cebel
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in terkisinde "Ufeyr"
denilen bir merkebin üzerinde idim, bana: "Ey Muâz, Allah'ın kulları
üzerindeki hakkı ile kulların Allah üzerindeki hakkının ne olduğunu biliyor
musun?"'buyurdu, ben de: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedim:
"Şüphesiz, Allah'ın kullan üzerindeki hakkı, Ona hiçbir şeyi ortak
koşmayarak kulluk etmeleri, kulların Allah üzerindeki hakları ise kendisine
hiçbir şeyi ortak koşmayanlara azap etmemesidir."buyurdu, ben de: "Ey
Allah'ın Rasûlü:"Bunu halka müjdelemeyeyim mi?" dedim, o da:
"Hayır müjdeleme, buna güvenip kalırlar, "buyurdu." demiştir. [49]
20-) Enes (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) terkisinde, Muâz (r.a.) ile birlikte
devenin üzerinde bulunuyordu: "Ey Cebel oğlu Muâz" buyurdu. O da:
"Buyur, emret Ey Allah'ın Rasûlü" dedi: "Ey Muâz" O da üç
defa: "Buyur emret Ey Allah'ın Rasûlü" dedi; "Sadakatle içten
gelerek Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah'ın elçisi olduğuna
şahitlik edip de Allah 'in cehennemi kendisine haram kılmadığı hiçbir kimse
yoktur." buyurdu. Muâz: "Ey Allah'ın Rûlü, bunu halka biidirsem de
sevinseler?" dedi. Rasûlüliah: "Ozaman buna
güvenip kalıtlar" buyurdu. Muâz (r.a.) bu bilgiyi tebliğ görevini yapmama
günahından dolayı vefat edeceği sırada bildirmiştir." [50]
21-) İleride gelecek
olan Mahmud b. er-Rebî (r.a.)'ın İtbân b. Mâlik (r.a.)'dan rivayet ettiği
hadiste Rasülüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur "Allah rızasını isteyerek
"Lâ ilahe illallah" diyen kimseye Allah
cehennemi haram kılmıştır"
(Hadisteki
müjde, değişik hadislerde de geçmektedir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Allah:
«Ey insan! Seni kerem sahibi Rahb'ine karşı aldatan nedir!»
buyurmaktadır. Tine
bazi hadislerde "Lâ İlahe iliallâh" diyen kimselerin ce-hennem'den
çıkarılmaları anlatılır. Bundan "Lâ ifâhe illallah" diyen kimselerin
de cehenneme girebileceği anlaşılmaktadır. "Lâ itâhe illallah" diyen
kimseye Allah'ın cehennemi haram kılması demek, -Allah daha iyi bilir
cehennemde kâfirler gibi e-bedî katmaması, günahlarını çektikten sonra veya
cehenneme girip günahlarını çekerken şefaate nai! olarak cehennemden gkması,
cehennemde sürekli kaiması haram olsa gerektir. Bu konuda "Sahîh-i Buhârî
Muhtasar: Tecrîd-i Sanrı" isimli çahş-mamızdaki 270. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [51]
22-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İman altmış küsur şubedir. Haya da
imandan bir şubedir, "buyurmuştur.
(Hadiste
sözü edilen imanın şubelerinden maksat, imanın amel olarak hayattaki
tezahürleridir. Hadisin diğer bir kısım rivayetlerinde yetmiş küsur ifadesi
vardır.) [52]
23-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlülfah (s.a.v.), Ensardan bir kimsenin yanından geçti. Bu kimse
utangaçlığı konusunda kardeşine birtakım öğütler veriyordu. Rasûiüllah
(s.a.v.): "Onu kendi haline bırak. Şüphesiz utanma (haya) imandan
kaynaklanır"buyurdu' demiştir.
(Utanma iki
kısımdır: Psikolojik olan utanma ile imanın vermiş olduğu günahlara karşı
çekingenlik duygusu olan utanma yani haya. Hadisimizde sözü edilen utanma
imandan kaynaklanan çekinme duygusudur. Kendilerinde bu duygu olmayan kimseler
günahlara karşı cesaretlidir. Hayası olmayanlarda iman zafiyetinin olduğu
düşünülür. Haya, peygamberlik mirasıdır, (Buhârî, Edeb: 78) iman belirtisidir,
insanları kötülükten alıkor. Utanma duygusuna sahip olmayan kimseler günaha
karşı çekingen olmazlar. Sağlıklı bir topium için utanma duygusuna sahip
insanlar yetiştirme gereği vardır.) [53]
24-) İmrân b. Husayn
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Haya an-cakiyilikgetirir."'buyurdu."
demiştir. [54]
25-) Abdullah b. Amr
(r.a.) anlatır: "Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hangi İslâm (davranşı)
en hayırlıdır?" diye sordu O da: "Yemek yedirmen, tanıdığına da
tanımadığına da selâm vermendir"buywdu. [55]
26-) Abdullah b. Amr
(r.a.) dan Peygamber (s.a.v,): "Müslüman, Müslümanların elinden ve
dilinden güvende olduğu kurtulduğu kimsedir, muhacir de, Allah'ın yasakladığı
şeyleri bırakan kimsedir, "buyurmuştur.
(Muhacirin anlamı,
bir yeri veya bir şeyi terk eden, bırakan demektir.) [56]
27-) Ebû Mûsâ (r.a.)
anlatır: "Ey Allah'ın Rasûlü, hangi müslüman en üstündür?" dediler. O
da: "Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu / kurtulduğu
kimsedir, "buyurdu.
(Hadislerde bu tür
değer ifadeleri sorulmuştur. Efendimiz (a.s.) hu tür sorulara değişik cevaplar
vermiştir. Cevapların değişik olmasının nedeni, soru soranın durumunun,
sorduğu ortamın ve zamanın değişik olmasından kaynaklanmış olabilir. Burada
göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus ise değer ifadelerinin tahsis
ifade etmediğidir. Bir şeyin en değerli, en üstün, en hayırlı olması onun en değerlilerden,
en üstünlerden, en hayırlılardan biri olduğunu belirtir. Tıpkı, Ali en akıilı
kimsedir, cümlesinde olduğu gibi. Bu ifadede Ali'nin dışında en akıllı başka
bir kimbulunmadığı değil, en akıllılar içerisinde Ali'nin de bulunduğu
anlaşılır.) [57]
28-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Üç şey vardır ki, kimde bulunursa imanın tadını
bulur: Allah ve Rasûiünün, kendisine başkalarından daha sevimli olması, bir
kimseyi sadece Allah için sevmesi, tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılmayı
istemediği gibi istememesidir, "buyurmuştur. [58]
29-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden bitiniz, ben kendisine babasından,
çocuğundan ve tüm insanlardan daha se-vımlı olmadıkça (tam bir şekilde) iman
etmiş olamaz"'buyurdu" demiştir. [59]
30-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz, kendisi için istediğini kardeşi
için de istemedikçe (tam bir şekilde) iman etmiş olmaz"buyurmuştur. [60]
31-) Fbû Hureyre
(r.a,)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah'a ve
âhiretgününe inanıyorsa komşusuna eziyet vermesin. Kim, Allah'a ve âhiret
gününe inanıyorsa misafirine ikramda bulusun. Kim, Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsa ya iyi şeyler (hayır) söylesin yahut sussun."
Diğer bir rivayette
ise "komşusuna ikramda bulusun "şeklindedir.
Başka bir rivayette
ise "komşusuna iyilikte bulunsun "şeklindedir.
(İyi şeyler
konuşmak değüse susmak, komşuya ve misafire ikramda bulunmak, Allah'a ve âhiret
gününe inananların bir özelliğidir.) [61]
32-) Ebû Şurayh
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah'a ve
âhiret gününe inanıyorsa komşusuna iyilikte bulunsun. Kim, Allah'a ve âhiret
gününe inanıyorsa misafirine ikramda bulunsun. Kim, Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsa ya iyi şeyler (hayır) söylesin yahut sussun,"
Diğer bir rivayette
ise şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa
misafirine mükâfatını ikram etsin" Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûiü,
misafirin mükâfatı ne kadardır?" diye sordular: "Gece ve gündüzü ile
bir günlüktür. Misafirlik üç gündür, bundan gerisi sadakadır, "buyurdu.
Diğer bir rivayette
ise "Misafirlik üç gündür mükâfatı ise gece ve gündüzü ile bir gündür.
Müslüman bir kimsenin kardeşini günaha götürecek kadar yanında misafir kalması
helal değildir, "buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûiü, kardeşini
günaha nasıl götürebilir?" dediler: "Kendisini ağırlayacak bir şeyi
olmadığı halde yanında misafir kalır," buyurdu. [62]
33-) Ukbe b. Amr Ebû
Mesûd (r.a.): "R3sûlüliah (s.a.v.) eliyle Yemen tarafını gösterip: "İman
şurada Yemenli'dir. Bakın sertlik ve katı kalplilik develerin kuyrukları
dibinde, haykırıp bağıranlarda, şeytanın iki boynuzunun iki topluluğunun
doğduğu yerde, Rabia ve Mudarkabile/erindedir."buyurdu." demiştir.
(îmanın Yemen'e
nispet edilmesi değişik şekillerde açıklanmıştır. 0 dönemdeki Yemen halkının
yumuşak kalpli olmaları ve İslâm'ı kolaylıkla kabul etmelerinden dolayıdır.
Yahut İslâm'a kucak açan Medine halkının aslının Yemenli olması nedeniyle bu
ifade ile Ensara işaret edilmiştir.) [63]
34-) Ebû Hureyre
(r.a,), R3sülü!îah (s.a.v.)'in: "Küfrün başı doğu tarafındadır. Kibir ve
kendini beğenip övünme de haykırıp bağıranlarda, at ve deve ile uğraşan sürü
sahlplerindedir. Tevazu ve vakar ise koyunlarla uğraşanlardadır."
buyurduğunu rivayet etmiştir.
(Bu hadisin
söylendiği donemde İslâm'a karşı ayak direten topluluklar genelde Arabistanın
doğusunda bulunuyorlardı. Rabia ve Mudar kabileleri de Arabistan doğusunda
bulunuyordu,) [64]
35-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Size Yemenliler gelmiştir. Kendileri
çok ince yürekli, çok yumuşak kalplidirler. İman Yemenlidir. Hikmet de
Yemenlidir. Kibir ve kendini beğenme deve sahipletidedir. Tevazu ve vekar ise
koyunla uğraşanla?itidir, "buyurmuştur. [65]
36-) Cerîr b. Abdullah
(r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'e: "Namaz kılmak, Zekât vermek ve her Müslümana
nasihat vermek üzere samimi olmak üzere biat ettim"demiştir, [66]
37-) Yine Cerîr b.
Abdullah (r.a,): "Hz, Peygamber (s.a.v.)'e itaat temek ve sözünü dinlemek
üzere biat ettim. O da: "Gücüm yettiğinice her Müslümana nasihat vermek
üzere de samimi olmak üzere de" diye bana telkin buyurdu."
demiştir. [67]
38-) Ebû Hureyre
(r.a.); "Hz. Peygamber (s.a.v,): "Zina eden bir kimse, mü'min olduğu
halde zina edemez. Bir kimse, mü'mm olduğu halde içki içemez. Hırsızlık yapan,
mü'min olduğu hai-de hırsızlık yapamaz, "buyurdu," demiştir.
Yine kendisinden
oeien bir btşka rivayette: "Bir kimse mü'min olduğu halde halkın gözleri
önünde, bakışlarını diktikleri şeyi yağmalayıp zorla alamaz, "buyurmuştur. (62. 601. ve 602. hadislerden öğrendiğimize
göre Cebrail (a,s.), Hz. Peygamer (s.a.v.)'e gelerek "Allah'a ortak
koşmadan ölen bir kimsenin cennete gireceğini" irîlrniştir. Cennete mümin olmayanlar
giremeyeceği de bilinmektedir. Yukarıdaki
adisimizde
ise zina edenin, hırsızlık yapanın mümin iken bu işSeri yapamayacağı bildirilmektedir, 62. 601. ve 602. hadisler
de her ne kadar günah; büyük de olsa bu
filleri
işleyenlerin cennete gireceğinden hareketle bu kimselerin eğer Yüce Allah'a ortak
koşmuyorlar ve küfre girmiyorlarsa yaptıkları zina ve hırsızlığın onları iman
sınırından çıkarmadığı hükmü ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yukarıdaki
hadisimizdeki "Zina eden bir kimse, mü'min olduğu halde zina edemez."
ifadesinin, böyle işlerin müminlere yakışmadığı, mümin olan bir kimsenin böyle
şeylerden uzak duracağını ifade ettiği bel i itilmiştir.) [68]
39-) Abdullah b, Amr
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,) şöyle buyurmuştur: "Dört özellik
vardır ki bunlar kimde bulunursa tam anlamıyla münafık olur. Kimde bu dört
özellikten bir tanesi bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklık
özelliğinden bir özellik bulunur: Kendisine güvenildiğinde hıyanetlik yapar.
Konuştuğunda yalan söyler. Sözleştiğmde sözünde durmaz. Tartıştığında
haksızlık yapar." [69]
40-) Ebû Hureyre (r.a.)
dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyie buyurmuştur: "Münafığın belirtisi
üçtür: Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiğinde sözünden döner. Kendisine
güvenildiğinde hiyanetlik yapar."
(Münafık kelimesi
terim olarak, içindekini dışa vurmayan demektir. Türkçemizde "iki
yüzlü" şeklinde ifade ettiğimiz münafık, kâfirden daha tehlikeli ve
cehennemdeki yeri daha şiddetlidir. Allah Teâlâ bunlar için: «Şüphesiz, münafıklar
cehennemin en altındadırlar.» buyurmuştur. (Nisa: 144)
Hadiste belirtilen
münafıklığın alâmetleri hususunda değişik yaklaşımlarda bulunulmuştur. Acaba
söz konusu alâmetlerden birisini taşıyan, söz gelimi -yalan söyleyen bir
kimseye- hemen münafık diyebilir miyiz? Bu hususta değişik fikirler ileri sürülmüştür.
Kimisi bu kimseye münafık diyebiliriz, derken kimisi de böyle bir kimsenin,
içerisinden inanmadığı halde dışından Müslüman görünen ve gerçekte kâfir olan
kimseler gibi olamayacağını, münafık damgasının vurulamayacağım söylemiştir. Bu
konudaki değişik görüşler için "Sahîh-i Buhârî Muhtasan Tecrid-i
Sarîh" isimli ça-hşmamizdaki 32. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [70]
41-) Abduüah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüüah (s.a.v.): "Her kim, kardeşine "Kâfir"
derse, bu söz nedeniyle küfür, ikisinden birisine döner. dediği gibi ise
(problem yoktur.) Ancak böyle değilse sözü kendisine döner (kendisi kâfir
otur.)" buyurdu." demiştir. [71]
42-) Ebû Zer
(r,a.)'dan. Kendisi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Bile bile babasından başkasına
ait olduğunu iddia eden her kim küfretmiş olur nimeti inkâr etmiş olur.
Kim kendisini aralarında neseb bağı olmayan bîr kavme ait olduğunu iddia
ederse cehennemden yerine hazırlansın, "diye buyururken İşitmiştir. [72]
43-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.): "Babalarınızdan yüz çevirip vaz geçmeyin.
Kim babasından yüz çevirip vaz geçerse bu, küfürdür nankörlüktür,
"buyurmuştur. [73]
44-) Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kim, babası olmadığını bile bile
babasından başkasının kendi babası olduğunu iddia ederse cennet ona haram
olur" diye buyururken işittim" demiştir. Bu hadis Ebû Bekre (r.a.)'a
bildirildiğinde: "Benim de bunu
Rasûlüliah
(s.a.v.)'den iki kulağım işitti, kalbim ezberledi." demiştir, (Bir kimsenin babasından vaz geçmesi ve/a
kendi babasını inkâr edip başka kimsenin babası olduğunu iddia etmesi, bazı
hadislerde bunun (Buhâri, Merâkıb: 5; suhân, Meğâz: 56; Buhârî, Ferâc: 29; Müshm,
imân: 112 vb) küfür olduğu ve cehennemle cezalandıracağı bildirilmiştir. Böyle
bir durum bazen mirasta pay almak için de yapılabileceğinden dolayı Buhârî bu
hadisi miras bölümünde de getirmiştir. Bu kimselerin küfrü iki anlama yorumlanmıştır.
Ya gerçekten dinden çıkmış anlamına ya da nankörlük yapmış anlamına gelir. Her
ne olursa olsun iki durumda da bu kimse cehennemliktir.) [74]
45-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Müslümana sövüp kötü sözler söylemek
fasıklıktır, onunla savaşmak ise küfürdür." buyurmuştur.
(Bir kimse,
Müslüman bir kimseyi sırf dininden dolayı, dinini tasvip etmediğinden
öldürürse bu kimsenin kâfir olacağı, ancak bir Müslümanın dininden dolayı değil
de başka şahsi hesaplardan dolayı veya hata ile öldürülmesi halinde her ne
kadar bu Çok büyük bir günah olsa da bunun küfür olmayacağı söylenmiştir.
Müslümana sövme,
kötü söylemek, fasıklann; Müslümana karşı savaşmak, kâfirlerin işidir. Fasık
hak yoldan sapan demektir. "...Şeytan, Rabb'inin emrinen çıktı ayetinde bu
anlam açıkça görülmektedir. Ayette hak çizgiden çıkma fısk kelimesi ile ifade
edilmiştir.) [75]
46-) Cerîr (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.) veda haranda kendisine: "Halkısustur, dinlesinler"buyurmuş,
akabinde: "Benden sonra, birbirinizin boynunu vuran kâfirlere
"buyurmuştur. [76]
47-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Hz, Peygamber (s.a.v.), veda haccında: "Vah, vah size yahut
yazık olacak size. Benden sonra, birbirinizin boynunu vuran kâfirlere
dönmeyin" buyurmuştur. [77]
48-) Zeyd b. Halid
el-Cühenî (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Hudeybiye'de geceleyin
yağan yağmurun arkasından bize sabah namazını kıldırdı. Namazdan ayrılınca
cemaate döndü ve: "Rabb'iniz ne buyurdu bilebiliyor
musunuz?"'buyurdu: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." dediler.
Şöyle devam etti: "Allah: "Kullarımdan kimi mü'min kimi de kâfir
olarak sabaha çıktı. Kim: "Allah'ın lütuf ve merhameti sayesinde bize
yağmur yağdırıldı" dediyse o, bana i-nanmış, yıldızları inkâr etmiştir.
Kim de: "Falan falan yıldızın yörünge hareketi sayesinde" dediyse o
da Beni inkâr etmiş, yıldızlara inanmıştır." buyurdu."
[78]
:
49-) Enes (r.a.)'dan.
Hz, Peygamber (s.a.v.): "îmanın belirtisi Ensar'ı sevmek, Münafıklığın
belirtisi Ensar'a kızmaktır." buyurmuştur.
(Ensarı sevmekten
maksat, Hz. Peygamber {s.a.v.) dönemindeki Medine'de bulunan ve kendisine kucak
açıp yardım eden o dönemdeki Müslümanları sevmek anlamına geldiği gibi İslâm'a
yardım eden kimseleri sevmek anlamına da gelebilir.) [79]
50-) el-Berâ (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ensar öyle kimseler ki kendilerini ancak
Mü'min olanlar sever, münafık olanlar nefret eder, Kim onlan severse Allah da
onu sever, kim de onlardan nefret ederse Allah da ondan nefret eder.
"buyurdu" demiştir. [80]
51-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Kurban veya Ramazan bayramında namazgaha
çıktı, bu sırada kadınlara da uğradı: "Ey kadınlar topluluğu sadaka
veriniz, zira sizin cehennemliklerin en
çoğu
olduğunuz bana gösterildi."buyurdu. Onlar: "Niçin böyledir Ey
Allah'ın Rasûlü?" dediler: "Laneti çok yapar, kocaya nankörlük edersiniz.
Sizden biriniz kadar, sağlam bir adamın aklını çeiebilen dini ve aklı eksik
görmedim, "buyurdu. Onlar: "Ey Allah'ın Rasûiü dinimizin ve aklımızın
eksikliği nedir?" dediler: "Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin
yansı değil mi?" buyurdu: "Evet" dediler: "İşte aklının
eksik olması budur. Kadın âdet gördüğünde namaz kılamaz oruç tutamaz değil
mi?"'buyurdu: "Evet" dediler: "İşte bu da dininin eksik olmasıdır"
buyurdu" demiştir.
(Rasûlüllah
(s.a.v.) ashabına vaaz ve öğüt verirken münasip zaman ve günleri göz önünde
bulundururdu. Kendisi gerek cuma ve bayram hutbelerinde gerekse Güneş ve Ay
tutulması namazı gibi diğer hutbelerinde önemli gördüğü konulara dikkat çeker,
gördüğü genel aksaklıklar üzerinde uyarılarda bulunurdu. Rasûlüllah (s.a.v.)
bir bayram namazında erkeklerden oluşan cemaate hutbe vermiş, onları u-yarmış,
Allah'tan sakınmayı, Allah'a İtaat etmeyi emretmiş, (Müslim, îdeyn: 4, Neseî,
îdeyn: 19) sesinin kadınlara iyi ulaşmadığını görmüş, bunun üzerine onların
yanına giderek kadınlara da vaaz vermiş uyarılarda bulunmuştur. (Buhârî, fim:
32, Müslim, îdeyn: 2, Ebû Dâvûd, salât: 242, ifani Mâce, ikâme: 155) Abdullah
b. Abbâs (r.a.)'ın verdiği bilgiye göre (Buhârî, Tefsir, MümteMne: 12)
Efendimiz (a.s.) kadınların yanına geldiğinde «Ey Peygamber! İnanmış kadınlar,
Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, elleri ve ayakları a-rasında bir İftira uydurup getirmemek, iyi
işlerde sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmek üzere geldikleri zaman,
onların biatlarını kabul et, onlara Allah'tan bağışlanma dile, doğrusu Allah,
bağışlayandır, acıyandır.» (Mümtehme: 12) ayetini okumuş ve: "Siz bu hal
üzeremisiniz?"'buyurmuştur. Bundan anlaşılan onlardan biat almıştır. Buna
göre açıklamaya çalıştığımız hadisdeki ifadeler itaat ve sadakat üzerine bir
takım sözlerin alındığı biat ortamında geçmiştir. İşte böyle bir ortamda sadece
kadınların dinlediği bir konuşmada geçen bu hadisimizde kadınların çoğunun
cehennemlik olduğu belirtilmiştir. Bunun nedenlerine baktığımızdaki bunları
şöyle sıralayabiliriz
1)- Laneti çok
yapmaları;
2)- Kocaya karşı
nankörlük yapmaları;
3)- Sağlam bir adamın
aklını çelmeleridir- İşte bunları ele aldığımızda aynı durumun erkekler için
de geçerli olduğunu görmekteyiz. Kişiyi cehenneme sürükleyen bu davranışlardan
erkekler muaf değildir. Kadın laneti çok yaptığı için cehennemlik olduğu gibi
da erkek yaptığnda cehennemlik olacaktır. Yine kadın bir erkeği yoldan
çıkardığında cehennemlik olduğu gibi erkek de bir kadını yoldan çıkarırsa o da
cehennemlik olur.
Konuşmanın
kadınlara yönelik uyarılar İçerisinde onları ahlâkî davranışlar bakımından
olgunlaştırmak ve görülen aksaklıkların giderilmesi için vaaz ve irşad orta
İçerisinde sakındırma ortamında söylenmiştir.. Eğer söz konusu uyarılara kulak
asmazlarsa belirtilen sonuca varılacağı anlaşılmaktadır. Bu uyarıları dikkate
almayan kadın erkek aynmı yapılmaksızın herkes bu sonuçla karşılaşacaktır.
Hitabın kadınlara yönelik olması, konuşma sırasında muhatapların kadınlar
olmasındandır. Bunun ben-
zerlerini
başka hadislerde de görebiliriz. Örneğin bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Ey Müslüman kadınlar! Bir koyun ayağı bile olsa komşu bir kadın, komşusunun
(hediyesini) kesinlikle küçük görmesin."buyurmuştur. (Buhârî, Hibe: i;
Müslim, Zekât: 90) Bu ifadeden, erkeklerin hediyeyi küçük görebileceği
anlaşılamaz. Buna göre hadiste kadınlara yöneltilen hususları genel kurallar
çerçevesinde tekrar gözden geçirdiğimizde, bunların erkekleri de
ilgilendirdiğini görmekteyiz.
Bu konuda daha
geniş bilgi için "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sanh" isimli
çalışmamızdaki 211. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [81]
52-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e "Hangi amelin daha değerli
olduğu" soruldu: "Allah'a ve Rasûl'üne iman etmek"buyurdu:
"Sonra hangisi?" denildi: "Allah yolunda c/had"'buyurdu:
"Sonra hangisi?" denildi: "Kabul olunmuş hac"buyurdu.
(Çeşitli hadislerde
bu tür değer ifadeleri sorulmuştur. Hangi Müslümanın en hayırlı olduğu, hangi
İslâm (davranışının) en hayırlı olduğu, hangi amelin daha değerli olduğu,
hangi amelin Allah'a daha sevimli olduğu, hangi insanın daha üstün olduğu
sorulmuştur. Efendimiz (a.s.) bu tür sorulara değişik cevaplar vermiştir.
Cevapların değişik olmasının nedeni, soru soranın durumunun, sorduğu ortamın ve
zamanın değişik olmasından kaynaklanmış olabilir. Burada göz önünde bulundurulması
gereken bir diğer husus ise değer İfadelerinin tahsis ifade etmediğidir. Bir
şeyin en değerli, en üstün, en hayırlı olması onun en değerlilerden, en
üstünlerden, en hayırlılardan biri olduğunu belirtir. Tıpkı, Ali en akıllı
kimsedir, cümlesinde olduğu gibi. Bu ifadede Ali'nin dışında en akıllı başka
bir kimsenin bulunmadığı değil, en akıllılar içerisinde Ali'nin de bulunduğu
anlaşılır.) [82]
53-) Ebû Zer (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Hangi amel daha
değerlidir?" diye sordum: "Allah'a iman etmek ve Allah yolunda
cihadetmek."buyurdu: "Hangi köleyi azat etmek daha değerlidir?"
dedim: "Fiatı en yüksefç sahibinin nazarında en değerli olan." buyurdu:
"Eğer bunu yapamaz isem?" dedim: "Sanatkâra yardım edersin,
yahutta elinden iş gelmeyen beceriksizin işini yapıverirsin." buyurdu:
"Bunu da yapamazsam?": "Kötülükten insanları (rahat) bırakırsın,
bu da nefsin için verdiğin bir sadakadır, "buyurdu. [83]
54-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s,a.v.)'e: "Hangi amel Allah'a daha
sevimlidir?" diye sordum: "Vakti üzere olan namazdır." buyurdu:
"Sonra hangisidir?" demiş: "Sonra da anne ve babaya iyi
davranmaktır." buyurmuştur: "Sonra hangisidir?" demiş:
"Allahyolunda
cîhaddır."buyurmuştur. Abdullah (r.a.) devamla: "Bunları bana
Rasûlüllah (s.a.v.) bildirdi. Eğer artırmasını isteseydim bana artıracaktı"
demiştir. [84]
55-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Allah katında
hangi günah daha büyüktür?" diye sordum: "Seni yarattığı halde,
Allah'a eş koşmandtr." buyurdu: "Doğrusu bu gerçekten çok büyük bir
günahtır" dedim ve şöyle devam ettim: "Sonra hangisidir?":
"Seninle beraber yemek yemesinden endişelenerek çocuğunu
öldürmendir" buyurdu: "Sonra hangisidir?" dedim: "Komşunun
hanımıyla zina etmendir"buyurdu." [85]
56-) Ebû Bekre (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) üç kere: "Bakın, büyük günahların en büyüğünü
size bildireyim mi?" buyurdu.
Oradakiler:
"Evet bildir, Ey Allah'ın Rasûlü" dediler: "Allah'a ortak
koşmak, anne ve babaya karşı gelip eziyet vermek."buyurdu, bu sırada dayanıyordu, oturdu ve:
"Bakın, bir de yalan söylemektir."'buyurdu ve sürekli bu sözü tekrar
edip durdu, o derece ki sonunda keşke sussa dedik." demiştir.
(Ashabın Hz.
Peygamber (s.a.v.) için "keşke susa" diye temenni etmesi, Efendimiz
(a.s.)'ın bu büyük günahları anlatırken etkilenip üzülmesi nedeniyle sonunda
ağır bir vahiy gelir endişesinden olabilir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de «Allah'ın
Resulünü İncitenlere acıklı bir azap vardır...» (Tevbe: el) buyurutmaktadır.) [86]
57-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), büyük günahları anlattı ve şöyle buyurdu:
"Allah'a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelip eziyet vermektir."
Bunun arkasından şöyle devam etti: "Bakın! Büyük günahlann en büyüğünü
size bildireyim mi? Yalan söyle-meArveya yalan şahitlikte bulunmaktır.demiştir. [87]
58-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yedihelak edici şeyden
kaçınınız." buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûlü, bunlar
nelerdir?" dediler: "Allah'a ortak koşmak, sihirle uğraşmak, ölümü
hak eden hariç Allah'ın yasaklamış olduğu cana kıymak,
faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında geri kaçmak,
namuslu ve hiçbir şeyden habersiz
kadınlara
zina iftirasında bulunmak, "buyurdu.
(Hadiste belirtilen
helak ediciler, kişinin âhiret hayatını bitiren büyük günahlardır. Bu
hadisimizde büyük günahların yedisi anlatılmıştır. Özellikle bu yedisinin diîe
getirilmesi, bunların büyük günahların en başta gelenlerinden, toplumda sıkça
görülmesinden ve en çirkinlerinden olması nedeniyledir.) [88]
59-) Abdullah b. Amr
(r.a.): Rasûlüllah (s.a.v.): "Büyük günahların en büyüğü bir kişinin anne
ve babasına lanet etmesidir." buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın
Rasûlü, bir kişi anne ve babasına nasıl lanet edebilir?" dediler. O da:
"Bir kişi, birisinin babasına söver, bu yüzden o da onun babasına söver.
Annesine söver, bu yüzden o da onun annesine söver, "buyurdu."
demiştir, [89]
60-) Abdullah b.
Mes'ûcl (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, Aiiah'a bir şeyi ortak
koşarken ölürse, cehenneme girer." buyurdu. Ben de: "Kim, Allah'a bir şeyi ortak
koşmazken ölürse cennete girer." dedim." demiştir[90].
61-) Ebû Zer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Rabb'imden gelen (Cebrin) bana geldi ve:
"Ümmetimden Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayarak ölen kimsenin cennete
gireceğini" müjdeledi bildirdi" buyurdu. Ben de: "Zina etse de
mi? hırsızlık yapsa da mı?" dedim. O da: "Zina etse de, hırsızlık
yapsa "buyurdu." demiştir. [91]
62-) Ebû Zer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelmiştim, üzerinde beyaz bir elbise vardı,
kendisi uyuyordu. Sonra tekrar geldim, uyanmıştı: "Lâ ilahe
illallah" deyip sonra da bu hal üzere vefateden her kul mutlaka cennete
girer, "buyurdu: "Zina etse de mi, hırsızlık yapsa da mı?"
dedim: "Zina etse de, hırsızlık yapsa da" buyurdu, tekrar: "Zina
etse de mi, hırsızlık yapsa da mı?" dedim: "Zina etse de, hırsızlık
yapsa da" buyurdu, tekrar: "Zina etse de mi, hırsızlık yapsa da
mı?" dedim: "Zina etse de, hırsızlık yapsa da, Ebû Zer kabul etmese buyurdu" demiştir. Ebû
Zer (r.a.) bu hadisi anlatır,
sonunda
da: "Ebû Zer kabul etmese de" derdi.
(İman üzere vefat
eden bir kimse mutlaka cennete girecektir. Ancak bu her iman edenin doğrudan
cennete gireceği anlamına gelmez. Günahkâr bir kimse günahlarının hesabını
verip cehennemde temizlendikten sonra, mü'min ise elbette cennete girecektir.
Diğer taraftan cennete girecek diye bundan günahlara yol aranmamalıdır.
Cennete girmesi cehenneme uğramayacağı anlamına gelmez. Böylelerinin yaptığı
günahların pisliği elbette cehennemde temizlendikten sonra cennete
gireceklerdir. Ebû Zer (r.a.)'ın tekrar tekrar sorması, 38. hadisteki ifadede
bu günahları işleyenlerin mü'min olamıyacağı belirtilmişti, dolayısıyla Ebû Zer
(r.a.) bunların cennete giremiyeceğini zannettiğinden dolayıdır. 601. hadiste
belirtildiğine göre bu haberi Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
getirdiğinde Hz. Peygamber de garip karşılayarak "Şöyle şöyle yapsa da
mi?"ölye sormuştur.) [92]
63-) Mikdâd b. Amr
el-Kindî (r.a.)'ın Zühre oğulları ile dostluk antlaşması vardı. Kendisi
Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Bedir Savaşı'nda bulunanlardandır. Bu zat
Rasûlüilah (s.a.v.)'e: "Şu konuda ne dersin: Kâfirlerden bir adamla
karşılaşıp vuruşsam sonunda kılıçla iki elimden birini vurup koparsa,
arkasından bir ağaca sığınıp: "Allah'a teslim oldum Müslüman oldum."
derse, Ey Allah'ın Rasûlü bunu dedikten sonra hâlâ onu öldürebilir
miyim?" dedi. O da: "Öldüremezsin" buyurdu. Mikdâd: "Ey
Allah'ın Rasûlü bu adam elimin birisini kopardı elimi kopardıktan sonra bunu
söyledi?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):"Onu öfdü-remezsin. Eğer
öldürürsen, onu öldürmenden önce (Müslüman olduğun için naşı! ki senin kanm
helâl değilse) o da senin gibidir, sen de onun söylediği (islam'a girdiğini
belirten) sözünü söylemezden önceki durumuna düşersin kanın helâl olur.
"buyurdu." demiştir. [93]
64-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.); "Rasûlüllah (s.a.v.) bizi el- Huraka kabilesi üzerine göndermişti.
Sabah baskın yaptık, onları bozguna uğrattık ben ve Ensardan bir kimse onlardan
birisine erişip, etrafını kuşattık o da: "Lâ ilahe illallah" dedi
Ensardan olan elini çekti bense süngümle vurup onu öldürdüm. Medine'ye
geldiğimizde bu durum Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ulaştı kendisi de: "Ey
Üsâme! Lâ ilahe illallah dedikten sonra onu öldürdün mü?"
buyurdu: "Ölümden korunmak için
söylemişti" dedim.
Rasûlüllah
(s.a.v.) sürekli aynı cümleyi tekrar edip duruyordu öyle ki:
"Keşke bu
olaydan önce Müslüman olmasaydım" dedim" demiştir.
(Üsâme b. Zeyd
(r.a.)'ın: "Keşke bu oiaydan Önce Müslüman olmasaydım" şeklindeki
sözü, ashabın büyük pişmanlık duyacaklan bir iş yaptığında söylediği bir
sözdür. Bunun bîr benzerini başka bir sahabiden de görmekteyiz, fnrmizî,
Tefsir, Hûd, 7) [94]
65-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim, bize silah
çekerse bizden değildir," [95]
66-) Ebû Mûsâ
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Kim, bize silah çekerse bizden
değildir, "buyurmuştur.
(Bizden değildir ifadesi
çeşitli şekillerde anlaşılmıştır: Bizim gittiğimiz yoldan gitmemektedir, bizim
tutumumuzda değildir, şeklinde anlaşılmakla beraber kimilerine göre bizim
dinimizden çıkmıştır, demektir. 45. hadiste de "Müslümsna sövüp kötü
sözler söylemek fasıklıktır, onunla savaşmak ise küfürdür."
buyurulmuştur.) [96]
67-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yüzleri tokatlayan, yakaları yırtan
ve cahiliyet çığlığıyla çağıran {ağıt kuran) bizden değildir""buyurdu"
demiştir. [97]
68-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Bir keresinde kendisi şiddetli bir
hastalığa tutulmuş, derken başı ailesinden bir kadının kucağında iken bayılmış
(o da feryat edip ağlamış) fakat Ebû Mûsâ (r.a.) onu engelleyecek durumda
değildi. Ayıldığında: "Rasûlüllah (s.a,v.)'in uzak olduğu kimselerden ben
de uzağım. Rasûlüllah (s.a.v.) musibet sırasında feryat çığlıkları atan, saçını
başını yolan, elbisesini yırtan kadından uzaklaşmıştır." dedi. [98]
69-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Koğuculuk yapan cennete giremez."
diye buyururken işittim." demiştir,
(Koğuculuk yapanın
cennete girememesi, Yüce Allah'ın hesaba çekmeden doğrudan cennete koyduğu
kimseler gibi cennete giremeyeceği yahut da şefaat sebebiyle cennete girenler
gibi cennete giremeyeceği şeklinde açıklanmıştır.) [99]
70-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Üç kimse vardır kî Allah kıyamet günü
kendilerine bakmaz, onları temize
çıkarmaz,
onlar için acıtıcı bir azap vardır: Yol üzerinde kendisinin ihtiyaç dışı su
faz/alığı olup da bunu yolcuya kutlandırmayan kimse, devlet başkanına sadece
dünyalık için biat edip kendisine dünyalıktan bir şeyler verdiğinde memnun olan
vermediğinde öfkelenen kimse, ikindiden sonra malını pazara çıkarıp:
"Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki bu mala şu kadar,
şu kadar para saydım." diyen kimse ki alıcı, yeminden dolayı ona inanıp
malı alır." buyurdu, sonra da: «Şüphesiz Allah'a verilen söz ve
yeminlerini az bîr değer karşılığında değiştirenler var ya işte onların âh ir
ette hiçbir nasibi yoktur, Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, yüzlerine
bakmaz, onları temize çıkarmaz, onlar için acıtıcı bir azap vardır.» (âi-i
imrân: 77) ayetini okudu. [100]
71-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim dağdan kendisini atıp öldürürse,
sürekli cehennem ateşinde, sonsuza kadar kendisini yüksekten atar durur.
Kim zehir içip
kendisini öldürürse, sfirekli elinde zehiri, cehennem ateşinde sonsuza kadar
kendisine zehir içirir.
Kim kesici bir
aletle kendisini öldürürse sürekli cehennem ateşinde sonsuza kadar elindeki
kesici aleti karnına saplar." buyurmuştur. [101]
72-) Sabit b. Dahhâk
(r.a.)'dan. Kendisi ağacın altında biat edenlerdendir. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Kim İslâm'dan başka birdin üzere olayım, diye yemin ederse söylediği
gibi olur. Âdemoğlu, elinde bulunmayan bir şeyi adakta bulunamaz. Kim dünyada
bir şey ile canına kıyarsa kıyamet günü onunla azap olunur. Kim bir mü'mine
lanet ederse onu öldürmüş gibidir. Kim bir mü 'mine kâfir ithamında bulunursa
onu öldürmüş gibidir, "buyurmuştur. [102]
73-) Sabit b. ed-Dahhâk
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim bilerek ve yalan söyleyerek İslâm
dışı bir dinde olmaya (ya m şöyle
ise
Yahudi olayım gibi) yemin ederse söylediği gibi olur. Kim bıçak benzeri kesici
aletle canına kıyarsa cehennemde de onunla azap olunur, "buyurmuştur. [103]
74-) Cündeb (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimsenin bir yarası vardı, (yaranın acısına
dayanamadı ve) bu nedenle canına kıydı, bunun üzerine Allah: "Kulum
canıyla bana acele etti ben de kendisine cenneti haram kıldım, "buyurdu,
"demiştir. [104]
75-) Sehl b. Sa'd
es-Sâidî (r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.) müşriklerle karşılaşıp savaştı.
Bu arada Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabının içerisinde bir kimse vardı ki
Rasûlüllah (s.a.v.) karargahına çekilip karşı taraf da kendi karargahlarına
çekildiğinde köşede bucakta düşmandan geri kalan ne varsa kılıçtan geçirmeden
bırakmazdı. Bu yüzden kendisi hakkında: "Bugün falancanın çalıştığı gibi
hiç birimiz çalışamamıştır." denildi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Bakın, bu adam cehennemliktir" buyurdu. Ordudan bir kimse de:
"Ben sürekli onun yanında olacağım" dedi ve kendisiyle birlikte savaş
meydanına çıktı. Durduğunda onunla durdu, koştuğunda onunla koştu. Sonunda bu
adam ağır bir şekilde yaralandı (dayanamayıp) ölümünü çabuklaştırdı. Sivri ucu
göğsüne gelecek şekilde kılıcını yere koydu, üzerine yüklenerek canına kıydı.
Bunun arkasından kendisini takip eden kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına
çıktı: "Senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik ederim" dedi
Rasûlüllah (s.a.v.): "Ne oldu?" buyurdu: "Az önce cehennemlik
olduğunu söylediğin adam... Halk bu sözü garipsedi, ben de: "Ben sizin
için bu adamı takip edeceğim" dedim ve onun peşinde savaş meydanına çıktım
sonra ağır bir şekilde yaralandı (dayanamayıp) ölümünü çabuklaştırdı. Sivri
ucunu göğsüne gelecek şekilde kılıcını yere koydu, üzerine yüklenerek canına
kıydı" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) bu adam hakkında: "Bir kimse,
insanlara göründüğü şekliyle cennetliklerin a-nelini işler, halbuki o
cehennemliktir. Yine bir kimse, insanlara göründüğü şekliyle cehennemliklerin
amelini işler, halbuki o cennetliktir, "buyurdu. [105]
76-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan gelen başka bir ivayette ise Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey falan
kalk"Cennete ancak mü'min olanın gireceğini, Allahın, dîni günahkâr bir
kimse ile de destekleyebileceğini, "ilan ef'buyurdu.
(Yukarıda gösterdiği
kahramanlıkla halkı imrendiren kimse Kuzmân ez-Zafeıfdir. Aynfnin verdiği
malumata göre bu adam münafıklardandı. Uhud Savaşı'na katılmadığından dolayı
kadınlar kendisini kmamış ve: "Sen olsan olsan bir kadın olabilirsin"
demişler, o da bunun üzerine savaşa gkmış, savaşta ilk oku bu adam atmıştı, Bir
ara: "Ey Evsliler soyunuzun şerefi için savaşınız!" demişti. Savaşa
çıktığında Katâde b. Numan (r.a.) kendisine; "Şahadet sana kutlu
olsun" demiş o da: "Vallahi ben din için savaşmadım ki, ben sadece
şerefimi korumak için savaştım" demiştir. Bu adam canına kıydığında
Rasûlüllah (s.a.v.): Şüphesiz Allah bu dini, günahkâr bir kimse ile de
destekleyebilir.''buyurmuştur. (Bedruddin Ayni, Umdetu'l-Kârî, M. 431.) [106]
77-) Ebû Hureyre
(r.a.). Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v,) ile birlikte Hayber
seferine çıktık sonunda Allah, bize fetih nasip eyledi. Bu savaşta ganimet
olarak altın ve gümüş elde etmedik eşya, yiyecek ve giyecek elde ettik. Sonra
vadiye hareket ettik. Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında kölesi vardı. Bu köleyi,
Cüzam kabilesinin Dubeyboğlulları kolundan Rifâa b. Zeyd adında bir kimse
hediye etmişti. Vadiye indiğimizde, Rasûlüllah (s.a.v.)'in kölesi barınağına
girmek için ayağa kalktı derken kendisine bir ok isabet etti ve oracıkta
oluverdi. Biz: "Ey Allah'ın Rasûlü, ne mutlu ona, şehid oldu" dedik.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Hayır, Hayır! Muhammed'in canı elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, Hayber savaşında ganimet bölüştürülmeden önce ganimetlerden
almış olduğu küçük bir örtü ateş olmuş üzerinde alevlenmektedir. "
Buyurdu. Herkesi korku sardı, derken bir adam, bir veya iki tane ayakkabı ipi
getirdi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Hayber savaşında elime geçirmiştim."
dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ateşten bir tane veya iki tane ayakkabı
ipi... "buyurdu"
(İmam Buhârî'nin
getirdiği rivayette, (suhârî, Ghâd ve Siyer: 190) ganimetten aşırma yapan
kimsenin adının 'Kirkira' olduğunu ve Efendimiz (a.s.)'in eşyalarının başında
görevli kölesi olduğunu öğrenmekteyiz.) [107]
78-) İbni Mes'ûd
(r.a.)-' "Bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü, cahiliyye döneminde
işlediklerimizden dolayı hesaba çekilir miyiz?" dedi: "Kim islâm dini
içerisinde iken güzel davranırsa, cahiliyye dönemindeki yaptıklarından hesaba
çekilmez. Ancak kim İslâm dini içerisinde iken kötü davranırsa, hem önceki hem
de sonraki ile hesaba çekilir, "buyurdu." demiştir. [108]
79-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan: "Müşriklerden adam öldürmüş ve bunda ileri gitmiş, zina etmiş
bunda da ileri gitmiş birtakım kimseler Hz. Muhammed (s.a.v.)'e geldiler ve:
"Senin söylediğin ve çağırdığın şeyler gerçekten güzeldir, bir de yapmış
olduğumuz günahların nasıl örtülebileceğinden bize haber versen." dediler.
Bunun üzerine: «Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilah'a çağırmaz / dua
etmez, haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina etmezler. Kim
bunları yaparsa günahının cezası ile karşılaşır. Kıyamet günü azabı katlanır ve
aşağılanmış olarak ebedi kalır. Ancak bunlardan dönüp iman e-den, salîh amel
işleyenler bunun dışındadır. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir.
Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.» (Furkan: 68-70) ayeti ile «De
kî: "Ey kendileri hakkında haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayan ve
çok merhamet edendir.» (zümer: 53) ayetini İndirdi." [109]
80-) Hakîm b. Hizam
(r.a.)'dan. Kendisi: "Ey Allah'ın Rasûlü cahiliye döneminde sadaka, köle
azat etme ve akraba ile alakayı sürdürme gibi yapar olduğum ibadetlerden acaba
bir sevap var mıdır, ne dersin?" demiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de:
"Sen geçmişte yaptığın birtakım iyilikler üzere Müslüman oldun,
"buyurmuştur.
(Efendimiz
(a.s.)'ın bu ifadesinden, bu yaptığın iyiliklerle birlikte Müslüman oldun,
onların sevabı hanene yazıldı, anlamı çıkanlmıştır. Diğer anlam ise sen iyi
huylu bir kimse idin İslâm'a da bu iyi huyunla girdin, meziyetlerin devam
etmektedir, şeklindedir. Buna göre İslâm'dan önceki sevapları hanesine
yazılmamış, demektir.) [110]
81-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): «İman edip de, imanlarına zulüm bulaştırmayanlar...» (En'âm: 82) ayeti
indiğinde Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabı: "Hangimiz zulüm yapmaz ki?"
dediler, bunun üzerine Allah: «Allah'a
ortak koşmak gerçekten büyük bir zulümdür haksızlıktır» (Lokmân:i3) ayetini
indirdi,"demiştir.
(Allah'a ortak
koşmak: Allah'a ait olan İlâh, Rab, gibi bazı haklan Allah'ın dışındakilere
verme olarak açıklanmıştır. Bu İse haksızlıktır, İlah olmayı hakketmemiş olanları
İlah olarak tanımak gerçek ilaha karşı haksızlıktır. Zulüm, Kur'ân- Kerim'de
değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bunlardan birisi de, bir kimsenin günah
işleyerek kendisine yazık etmesi anlamınadır. (Bakara: 57, Araf. Hûd: 32} Ashab
yukarıdaki ayeti bu manada anlayarak: "Hangimiz zulüm yapmaz ki?"
dediler. Yani, hangimiz günah İşlemez ki? Ancak yukandaki ayetteki zulüm,
Allah'a ortak koşma anlamınadır.) [111]
82-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz Allah, ümmetimin fiiliyata
geçirmediği veya dile getirmediği sürece iç/erinden geçen veya içlerine doğan
kötü duyguları bağışlamıştır, "buyurmuştur. [112]
84-) hadiste bir
kimsenin, kötü bir şey yapmayı İçinden geçirir sonra bunu Allah için terk
ederse, kazanacağı sevaptan söz edilir. Yine iyi bir şey yapmayı içinden
geçirir de bunu yapmazsa bile bir sevap alacağı bildirilir. [113]
83-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Biriniz,
Müslümanlığını güzel yaparsa, İşlediği her bir iyilik ondan yedi yüz kata
kadar katlanarak yazılır. İşlediği her bir kötülük ise -Allah 'a kavuşana
kadar- aynen yazılır." [114]
84-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Rabb'inden şöyle rivayet etmiştir: "Allah
iyilikleri ve kötülükleri yazmış sonra bunlann durumunu şöyle açıklamıştır.
Kim bir iyilik yapmaya karar verir de bunu yapmazsa, Allah kendi katında bunu
onun için tam bir iyilik olarak yazar. Eğer iyilik yapmaya karar verir de
yaparsa, Allah kendi katında bunu onun için ondan yedi yüze kadar pek çok
katlayıp yazar. Kim bir kötülük yapmaya karar verir de bunu yapmazsa, Allah
kendi katında bunu onun için tam bir iyilik olarak yazar. Eğer kötülük yapmaya
karar verir de yaparsa, Allah bunu onun için bir kötülük olarak yazar." [115]
85-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Şeytan birinize gelip: "Şunu kim
yaratb, bunu kim yarattı?" der, neticede: "Rabb'inikim yarattı?" diyene kadar sorar. Bu
nedenle birinize (böyfe vesvese) gelirse, Allah a sığınsın.
(Eözubillâhimineşşeytanirracîm, desin) ve böyle şeylerle uğraşmaya son
"buyurdu." demiştir. [116]
86-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v,): "İnsanlar sürekli birbirlerine soru
sorarlar hatta: "Bu Allah, her şeyin yaratıcısıdır, peki Allah'/ kim
yaratmıştır." derler." buyurdu" demiştir.
(Soru iki kısımdır:
Bir şeyi öğrenmek ve doğruyu bulmak için iyi niyetlerle sorulan sorulardır. Bu
tür sorular yasak değildir, sakıncalı da değildir. Nitekim Yüce Rabb'imiz «Eğer
bilmiyorsanız işin ehline sorunuz» (Nahi; 43; Enbiya: 7) buyurarak
bilmediğimiz şeyleri yetkililerine sormamızı emretmektedir.
Sorunun diğer kısmı
ise art niyetli sorulardır. Hadislerde dile getirilen ve kaçınılması İstenilen
sorular bu türdendir. Bîr önceki hadiste, söz konusu sorulann şeytandan olduğu
biidirilerek Allah'a sığınılması İstenilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de Nâs Suresinde
de şeytanın verdiği vesvesenin şerrinden Allah'a sığınılması istenmiştir. Bu tür
sorular genellikle Allah'a inanmayan kimselerden gelmiştir. Bazen bu kimselere
mucize göstersen yine de İnanmazlar, bu bir sihirdir, derler. Bu nedenle böyle
cahiliyye mahsulü kimselerden yüz çevirip geçmeliyiz. Bu arada samimi olarak
bir kimsenin kafasına yukandaki soru takılabilir.
Böyle durumlarda
İslâm âlimleri Akaid kitaplarında gayet mantıklı ve ikna edici cevaplar
vermişlerdir. Bu izahlan buraya getirip konuyu uzatmak istemediğimizden dolayı,
sadece şu izah ile kısaca bu konuya ışık tutmaya çalişacağız: Bir trendeki
voganları düşündüğümüzde hepsinin birbirine bağlı hareket ettiğini görürüz.
Söz gelimi beşinci vagonu, dördüncü vagon çekmektedir, dördüncüyü üçüncü,
üçüncüyü ikinci, ikinciyi birinci vagon çeker, birinci vagonu da lokomotif
çeker ama lokomotifi hiçbir şey çekmez, o kendi başına bir güç kaynağı olup
diğerlerini harekete geçirendir. Hiçbir zaman lokomotifi bir başkasının
çektiğini düşünemeyiz. Bunu iddia ederek onu çekenin üstünde bir şey düşünsek
bile bu en sonunda ilk çekim kaynağına varacağından en baştaki güç müstakil güç
olacaktır. İşte kâinatı yaratanda her şeyin başı, ilk harekete geçirenidir. Bu
izahtan sonra, artık bütün yaratıklann en son Allah'ta nihayete erdiğini anlanz
ve Allah'ı kim yarattı sorusunu sormamıza gerek kalmaz. Çünkü Allah Teâlâ
kendisi başlı başına ilk kaynak ve evveli olmayan bir güçtür.) [117]
87-) Abdullah b, Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim, Müslüman bir kimsenin malından
bir parça koparıp almak İçin yalan yere yemin ederse, Allah'ı karşısında
kendisine kızgın olarak bulur, "buyurdu, arkasından Allah: «Şüphesiz,
Allah'a verilen söz ve yeminlerini az bir değer karşılığında değiştirenler var
ya, işte onların âhirette hiçbir nasibi yoktur, Allah kıyamet günü onlarla
konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz, onlar için acıtıcı bir azap
vardır.» (âh imrân: 77) ayetini indirdi. Bu sırada meclise Esa's b. Kays geldi ve şöyle dedi:
"Ebû Abdurrahman (Abdullah b. Mes'ûd) size ne anlattı? Bu ayet benim
hakkımda indirildi. Amcaoğlumun arazisinde benim bir kuyum vardl, (bunu inkâr
etti, ben de meseleyi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sundum,) bana:"Şahitlerinigetir."'buyurdu,
ben de: "Şahitlerim yoktur." dedim, o da: "Onun yemini kendisini
kurtarır."dedi, ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü, öyleyse yemin
eder." dedim, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) yukandaki hadisi
söyledi." Arkasından Allah, onun doğru olduğunu belirtmek için bu ayeti
indirmiştir. [118]
88-) Abdullah b. Amr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kim malını korumak için
öldürülürse şehid olur. "diye buyururken duydum" demiştir.
(Burada şehidden
kasıt, şehid sevabı alır demektir. Eşkiya, hırsız ve soygunculara karşı
Müslüman canını, malını ve namusunu korumak için mücadele eder. Hatta bunlarla
mücadele etmesi gereklidir. Çünkü onların eline geçen mal ve sermaye silah
olarak, açlık ve sefalet olarak tekrar dönerek kendisinin de içinde bulunduğu
toplumu tehdit eder hale gelir.) [119]
89-) Ma'kıl b. Yesâr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Allah, herhangi bir kulun idaresi
altına bir halk verir, o da bu halkı nasihatla samimiyetle kuşatmaz ise bu
kimse cennetin kokusunu bulamaz."'diye buyururken işittim."
demiştir. [120]
90-) Ma'kıl b. Yesâr
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Herhangi bir vali, Müslümanlardan bir
ahalinin idaresini üstlenir de bu ahaliyi aldatıp dolandırırken ölürse Allah
ona cenneti haram kılar." buyurmuştur.
(Her iki hadisin
başında bulunan senetteki bilgilere göre bu hadisi Ma'kıl b. Yesâr (r.a.),
Muaviye'nin Basra valisi olarak atadığı Ubeydullah b. Ziyâd, kendisini hasta
ziyaretine geldiğinde söylemiştir. Ubeydullah b. Ziyâd eli kanlı zorba bir
idareci idi. Ma'kıl (r.a.) bu davranışıyla onu uyarmak istemiştir. Aslında
Ma'kıl (r.a.) bu zorba idareciyi daha önce de defalarca uyarmış halka zulüm
yapmamasını söylemiştir. Cennet gençlerinin iki efendisinden biri olan Hz.
Hüseyin (r.a.) Efendimizi şehid edip mübarek kanını akıtan alçak orduyu
gönderen zorba da bu adamdır.) [121]
91-) Huzeyfe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) bize iki hadis söyledi, bu 'kişinden birisini gördüm,
diğerini de bekliyorum. Bize şöyle buyurdu: "Emanet
insanların kalplerinin derinliğine indi, sonra (emanetin bölümlerini)
Kur'ân'dan öğrendiler, bundan sonra da Sünnetten öğrendiler."
Yine Rasûlüllah
(s.a.v.) bize emanetin kaldırılmasını da anlattı; "Bir kimse öyle bir uyku
uyur, bunun akabinde kalbinden e-manet al/n/verir, emanetin kalıntısı yanık izi
gibi kalır. Sonra öyle bir uyku uyur, bunun akabinde emanet alınır, geriye kabarcık
gibi bir şey kalır, nasıl ki bir ateş yuvarlanıp ayağına düşüp yakar da sen onu
kabarıp şişmiş görürsün halbuki içerisinde bir şey yoktur, işte öyle bir
kabarcık kalır. İnsanlar birbirleriyle alış veriş münasebetlerinde bulunurlar
ama onlardan hiçbirisinin emaneti yerine getirdiği neredeyse hiç görülemez,
öyle ki; "Falanoğullarının içerisinde emin, güvenilir bir kimse
vardır." denilir. Hatta o kimse için: "Ne akıllı adam! Ne zarif,
güzel adam! Ne metanetli adam!" denilir. Ama onun kalbinde hardal tanesi
kadar bile iman bulunmaz, "buyurdu.
Bana öyle bir zaman
geldi ki hanginizle alış veriş yapacağımı düşünmüyordum. Eğer Müslümansa, İslâm
onu bana karşı haksızlıktan geri çevirirdi. Eğer Hıristiyansa idarecisi onu
bana karşı haksızlıktan geri çevirirdi. Ancak bugün ise sadece falan ve faianla
alış veriş yapıyorum," demiştir,
(Hadiste sözü
edilen emanet hakkında çeşitli izahlar yapılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de: «Biz
emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk, onu yüklenmekten kaçındılar.
Sorumluluğundan korktular. İnsan onu yüklendi, o da çok zalim haksızlık
yapan ve cahildir.» (Ahzâb: 72) buyurulmuştur. Emanetin pek çok tarifi yapılsa
da hepsinin ortak Özelliği, Allah'ın kainattaki düzenini sağlamak için
yüklenilen sorumluluk duygusudur. Bu duygu olmayan hiçbir kimsede ve hiçbir toplumda
güven ve emniyetten bahsedilemez. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadiste (BLjnârî,
Um: 59) Emanetin kaybolmasını kıyamet alâmeti ofarak bildirmiştir.) [122]
92-) Huzeyfe (r.a.)
anlatır: "Ömer (r.a.)'rn yanında oturuyorduk: "Hanginiz Rasûlüilah
(s.a.v.)'in fitne konusundaki sözünü ezberinde tutuyor?" dedi: "Ben,
tam söylediği gibi." dedim: "Sen bu konuda çok atılgansın" dedi.
Ben: "Bir kimsenin ailesi, malı, çocuğu ve komşusu konusundaki fitnesi ki
bunu namaz, oruç, sadaka, iyi/iği emretme kötülüğü yasaklama örter."dedim:
"İstediğim bu değil, denizin dalgalandığı gibi
dalgalanan fitne..." dedi. Huzeyfe:
"Ey Mü'minlerin Emin,
sana karşı bu fitneden bir sıkıntı yoktur, seninle o-nun arasında kapalı bir
kapı vardır." dedi. 0 da: "Kırılıyor mu? açılıyor mu?"
dedi."Kınlıyor" dedi. Hz. Ömer (r.a,): "Öyleyse asla
kapanmaz" dedi. Huzeyfe (r.a.)'a: "Ömer bu kapıyı biliyor
muydu?" denildi. 0 da: "Evet, tıpkı yarından önce gecenin geleceğini
bildiği gibi. Ben kendisine yalan yanlış olmayan bir hadis anlattım." dedi.
Kendisine: "Kapı kimdir?" diye soruİdu."Kapı Ömer'dir."
dedi. [123]
93-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasülüüah (s.a.v.): "Tıpkı yılanın yuvasına sığınıp çekildiği
gibi İman, Medine'ye sığınıp çekilir. buyurmuştur. [124]
94-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bana insanlardan Müslüman olduğunu
söyleyenleri yazıp getirin." buyurdu, biz'de kendisine bin beş yüz kişiyi
yazıp getirdik. (Hendek savaşrnda hendeği kazarken): "Biz bin beşyüz kişi iken
hiç korkar mıyız?" demiştik. Şimdi kendimizi gördüm ki öyle bir belaya
düştük ki, bir kimse korkusundan
tek
başına namaz kılıyor (da mescide gidemiyor)" demiştir.
(Bu sayımın ne
zaman yapıldığı rivayetlerde belirtilmemektedir. Âlimlerin kimisi bunun hendek
kazımı sırasında yapıldığını belirtmişlerdir. Hatta îbni Tîn bunun kesin
olduğunu söylemiştir. Bu sayımın Uhud savaşına çıkarken olması da muhtemeldir,
denilmiştir. Bunun Hudeybiye de olduğu da söylenmiştir. (Aynî, umdetü'i-Kârî,
xıı. 130)
Korku nedir
bilmeyen sahabe, fitne ve anarşi ortamında mescidlere namaz kılmaya gidemez
olmuştur. Bu dönem, Hz. Ömer (r.s.)'m şahadetiyle fitne kapısının kırılmasıyla
başlar, Hz. Osman (r.a.) şehid edildiğinde isyancılar, Mescidi Nebî'de cemaatle
namaz kılmaya engel olmuşlardır. Yine Hacre Olaylarında da bu tekrar etmiş,
Ceme! ve Sıffîn Savaşlarında fitne ve fesat ortalığı kasıp-kavurmuştur.
İmam Müslim'in diğr
bir rivayetinde: "Ey Allah'ın Rasûlü, biz altı-yedi yüz kişi iken bizim
için hâlâ korkar mısın?" dedik: "Siz bilmezsiniz, belki bir belaya düşersiniz"buyurdu.
Sonra bir belaya düştük ki bizden birisi ancak gizli namaz kılar oldu" demiştir. Müslim, İman: 149) [125]
95-) Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) birtakım kimselere bazı hediyeler
dağıttı, ama içlerinden benim en çok beğenimi kazanmış bir kimseye vermedi, ben
de oturuyordum: "Ey Allah'ın Rasûlü falan kimseye niye vermedin? Vallahi
ben onun da mümin olduğu görüşündeyim." dedim O da: "Müslüman de!"buyurdu.
Biraz sustum bu kişi hakkındaki bildiğim
kanaat ağırbastı, söylediğimi tekrarladım: "Ey Allah'ın Rasûlü falan
kimseye niye vermedin? Vallahi ben onun da mümin olduğu görüşündeyim,"
dedim, O da: "Müslüman del" buyurdu. Sonra tekrar bu kişi hakkındaki
bildiğim kanaat ağırbasö, yine söylediğimi tekrarladım Rasûlüllah (s.a.v.)
verdiği cevabı tekrarladı sonra da: "Ey Sa'df Ben, kendisinin
dışındakiler! ondan daha çok sevdiğim halde sırf, Allah onu cehenneme yüzüstü
sürüklemesin diye bir kimseye hediye verebilirim, "buyurdu. [126]
96-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir zamanlar İbrahim: "Ey
Rabb'im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediğinde Allah:
"Yoksa inanmadın mı?" buyurdu, oda: "Asla, ancak kalbimin iyice
yatışması için"Çakara: 260) dediğinde (eğer bunu İbrahim'den bir şüphe
olarak algılarsam? bizler bu konularda) ibrahim'den daha fazla şüpheciyiz. Allah Lût'a da merhamet
etsin, kendisi (kavminin
eziyetlerine
karşı: «Ah keşke benim size karşı bir kuvvetim olsaydı yahut sağlam bir kaleye
sığınabilseydim...» (Hûd: 80) derken zaten) sağlam bir kaleye (Allah'a) Eğer
ben de Yusuf'un kaldığı kadar uzun süre hapiste kalsay dım hapisten
çıkarılacağım haberini getiren haberciye hemen icabet ederdim, "demiştir.
(Yani suçsuzluğum
kabul edilip, hapisten çıkarılmam bir bağış değil de gasbedilen hakkın geri
verilmesine hükmedilmesin beklemeden gkmam demeyip hemen çıkıverirdim. Ama o bu
kadar uzun süren haksız mahkumiyet karşısında hemen hapisten çıkmamış, suçunun
tahkikatını istemişti. (Bakınız, Yusuf: 50) bu denfi sabırlıydı.) [127]
97-) Ebû Hureyre
(r,a.): "Hz. Peygamber (s.a.v,): "İnsanoğlunu imana getirecek şeyler
(mucizeler) verilmemiş hiçbir peygamber yoktur. Bana verilen ise Allah'ın bana
vahyettiği vahiydir (Kurandır.) Ben, kıyamet günü Peygamberlerin içinde
kendisine en fazla uyulanı (en çok tâbisi olanı) olmayı ümit etmekteyim,
"buyurdu." demiştir. [128]
98-) Ebû Mûsâ (r.a.)
Rasûlüllah (s.a.v.): "Üç kimsenin iki sevabı vardır: Ehli kitaptan olup
da hem kendi peygamberine hem de Muhammed (s.a.v.)'e iman eden kimse, köle olup
da hem Allah'ın hem de
efendisinin hakkını yerine getiren kimse, yanında cima yapabileceği bir cariye
olup da bu cariyeyi güzelce eğitip öğretip sonra da azat edip onunla evlenen
kimseye iki sevap vardır."buyurdu." demiştir.
(Ehli kitaptan olup
da hem kendi peygamberine hem de Muhammed (s.a.v.)'e iman eden kimse ifadesi,
önceleri ehli kitap'tan olup daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e erişmiş ve
İslâm'a girmiş kimselerdir. Nitekim İmam Müslim'in rivayetinde (Müsüm, imân:
24i) bu ifade açıktır, yoksa aynı anda iki peygamberin dinine uymayı ifade
etmez.) [129]
99-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Canım elinde olana yemin olsun ki
Meryem'in oğlu, âdil bir hakem olarak size inmesi muhakkak ki yakındır. Sonunda
haçı kırar, domuzu öldürür, cizye vergisini kaldırır, mal hiçbir kimsenin
kabul edemeyeceği kadar dolar teşar." buyurdu." demiştir. [130]
100) Diğer bir
rivayette ise "...mal hiçbir kimsenin kabul e-demeyeceği kadar
dolar-taşar, öyleki, bir tek secde Dünya ve Dünyanın içerisindeki/erden daha
hayırlı olur." şeklinde ifade vardır. Ebû Hureyre (r.a.), bu hadisi
söyledikten sonra: "Dilerseniz, «And olsun. Kitap ehiinden hiç kimse
yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet gününde o, onların
aleyhine şahit olacaktır.» (Nisa: 159) âyetini okuyunuz" dermiş, [131]
101-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Meryem oğlu aranıza inip imamınız da
sizden olduğu zaman sizin haliniz
nasıl
olur bakalım, "buyurdu." demiştir.
(Hz. Isâ (a.s.)'ın
kiyamete yakın yeryüzüne inecek ve kötülük odağı elebaşısı Deccâl'i
öldürecektir. Bu konudaki görüşler ve tartışmalar İçin "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı
Tecrid-i Sarih" isimli çalışmamızdaki 1439. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [132]
102-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İki büyük topluluk vuruşmadıkça kıyamet
kopmaz, bu iki topluluk arasında çok büyük öldürmeler savaşlar olur. Yine hepsi de kendisinin Allah'ın Rasûlü
olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı deccallerin ortaya çıkmasına kadar
kıyamet kopmaz.
Yine şunlar olana
kadar kıyamet kopmaz: İlim alınır,, zelzeleler artar, zaman yaklaşır, fitneler
ortaya çıkar, öldürme olaylan çoğalır, içinizde mal çoğalır, öyle ki sadaka
verilecek kimse mal sahibini endişeye düşürecek derecede mal dolup taşar. Hatta
bu kimseye sadaka vermeyi teklif eder, o da: "Benim buna ihtiyacım
yok." der. İnsanlar bina yapımı konusunda yanş yapacaklardır, bir adam
birisinin kabrine uğrar da: "Keşke bunun yetinde ben olsaydım." der.
Güneş battığı yerden doğar, Güneş böyle doğduğunda halkın tümü iman edecek ama
bu, «Daha önce iman etmeyen veya imanıyla hayır kazanmayan kişiye bu imanı
fayda vermeyecek» (Enim: ısa-den alıntı) bir zamanda olacaktır.
Kıyamet, şu
haldeyken kesinlikle kopacaktır: İki kimse aralarında elbise açacaklar ne alış
veriş gerçekleşecek ne de elbiseyi dürebifecekler.
Kıyamet, şu
haldeyken kesinlikle kopacaktır: Bir kimse havuzunu sıvayıp tamir edecek ama
havuzdan su kullanamayacak.
Kıyamet, şu
haldeyken kesinlikle kopacaktır: Bir kimse lokmasını ağzına götürecek de bunu
yiyemeyecek, "buyurmuştur.
(Kıyamet
alâmetlerinden söz eden bu hadisimizin daha geniş açıklaması için "Sahîh-i
Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamadaki 2195. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [133]
103-) Ebû Zerr
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Zerr'e Güneş batarken: "Biliyor
musun Güneş nereye gider?" buyurdu. Ben de: "Allah ve Rasûlü daha iyi
bilir" dedim: "Güneşgider, sonunda Aısın altında secdeye vanr ve
tekrar gelmek için izin ister, kendisine izin verilir. (Bir gün) Güneş secde
edip, izin istemeye yaklaşır ama kabul edilip kendisine izin verilmez ve:
"Geldiğin yere dön" denilir. O da batıdan doğar. Bu, Allah'ın «Güneş
de kendi yörüngesine hareket eder. Bu hareket, güçlü ve çok bilgili olan
Allah'ın takdiridir» (vâsin: 38) ayetinin ifadesidir, "buyurdu."
Demiştir (Bu hususta "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih" isimli
çalışmamızdaki X352. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [134]
104-) Mü'minlerin Annesi
Aişe (r=a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e vahyin başlamasının ilki,
uykuda salih (doğru) rüya şeklinde olmuştur, gördüğü rüya mutlaka sabahın
aydınlığı gibi gerçekleşegelmiştir. Sonra kendisine yalnız başına bir köşeye
çekilmek sevdirildi, Hira Mağarası'n-da yalnız kalır, ailesine dönüp de azığını
almaya gelinceye kadar burada belirli gecelerde ibadet eder, sonra hanımı
Hatice'ye dönüp bu kadar bir süre için tekrar azığını alırdı. Sonunda Hira
Mağarası'nda iken kendisine Hakikat geldi. Kendisine Melek geldi ve:
"Oku" dedi. Rasûİüllah: "Ben okuyamam..."dedi. Rasûlüllah
(s.a.v.) şöyle ania-tır: "Bunun üzerine Melek beni tutup gücüm kuvvetim
kesilin-ceye kadar sıktı, sonra salıverdi ve: "Oku" dedi. Ben de:
"Ben okuyamam..." dedim. Bunun üzerine beni ikinci defa tutup gücüm
kuvvetim kesillnceye kadar sıktı, sonra salıverdi: "Oku" dedi. Ben
de: "Ben okuyamam..." dedim. Bunun üzerine beni üçüncü defa tutup
sıktı, sonra salıverdi: «Oku, Yaratan Rabb-'inin adıyla, insanı alakadan
yarattı. Oku, Rabb'in en çok ikramda bulunandır...» dedi." Bunun akabinde
Rasûlüüah (s.a.v.) kendisine gelen ayetlerle beraber (evine) döndü, yüreği
çarpıyordu, hemen Hatice bintü Huveylid (r.a.)'in yanına varıp: "Beni
örtün, beni örtün" dedi. Hemen kendisini örttüler, sonunda ürperti
kendisinden gitti. Hatice'ye olup bitenleri bildirdi: "Kendimden çok
korktum." dedi. Bunun üzerine Hatice: "Hayır asla, vallahi Allah seni
asla mahcup etmez, çünkü sen akraba ile ilişkiyi kesmezsin, işini
göremeyenlerin yükünü yüklenir, fakir fukarayı kazanır, misafir ağırlarsın, Hak
yolunda karşılaşılan sıkıntılarda yardım edersin/' dedi.
Hatice, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Varaka,
cahifiye döneminde Hıristiyan olmuş bir kimse 'di, Ibranice yazabiliyordu,
Allah'ın yazmasını dilediği kadar İncil'den Ibranice olarak bir kısfm şeyler
yazardı, gözü âmâ olmuş, yaşı ilerlemiş bir "htiyardı. Hatice, kendisine:
"Amca oğlu, yeğenini bir dinle'1 dedi, Varaka: ne görürsün?"
dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de gördüğünü anlattı.
Varaka: "Bu,
Musa'ya inen sır sahibi Melek'tir, ah keşke yaşım genç olsaydı, ah keşke
kavmin seni çıkardığında hayatta olsaydım." dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Beni çıkaracaklar mı?"'dedi. 0 da: "Evet, senin getirdiğin gibi
bir şey getiren kişi mutlaka düşmanlığa uğramıştır. Eğer senin peygamberlik
günlerin bana ulaşırsa sana çok yardım ederim." dedi. Çok geçmedi, Varaka
vefat etti. Vahiy de bir müddet aralandı." [135]
105-) Câbir b. Abdullah
e!-Ensârî (r.a.), şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), vahyin bir
süre aralanmasını anlatırken konuşmasında şöyle buyurmuştu: "Bir defasında
ben yürürken birden gökyüzünden bir ses duydum, hemen başımı kaldırdım, bir de
ne göreyim, bana Hira'da gelen melek... gök ve yer arasında bir kürsüde
oturmaktadır. Ondan ürperip korktum, hemen eve döndüm: "Benî örtün, Beni
örtün." dedim, akabinde Allah: «Ey bürünüp sarınan! Kalk ve uyar! Rabb'îni
de yücelt! Elbiseni temizle! Azaba götüreceklerden uzak dur!» (Müddessir: 1-5)
ayetini indirdi, ardından vahiy peş peşe gelip çoğaldı," [136]
106-) Yahya b. Ebû Kesîr
anlatır: "Ebû Seleme b. Abdurrahman'a Kur'ân'ın ilk inen suresini sordum:
"Müddessir suresi" dedi: "İkra' suresi olduğunu
söylüyorlar?" dedim: "Cabir b Abdullah (r.a.)'a bunu sordum ve senin
bana dediklerini ben de ona demiştim o da şöyle dedi: "Ben, ancak sana
Rasûlüllah (s.a.v.)'in anlatbklannı anlatıyorum. Kendisi şöyle buyurdu:
"Hirâ'da bir süre itikatta kaldım itikafım bittiğinde aşağı indim. Bir
ses duydum sağıma baktım bir şey görmedim, soluma baktım bir şey göremedim,
önüme baktım bir şey göremedim, arkama baktım bir şey göremedim, başımı
kaldırdım derken bir şey gördüm ve hemen Hatice'nin yanıma geldim ve:
"Beni örtün ve üzerime soğuk su dökün " dedim. Beni örttüler ve
üzerime soğuk su döktüler arkasından «Ey örtüsüne bürüneni Kalk ve uyar!
Rabb*inîyücelt» (Möddessir: 1-3) ayetleri indi"[137]
107-) Enes (r.a.):
"Ebû Zer (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'in şöyle bu-vurduğunu anlatırdı"
demiştir: "Ben Mekke'de iken evimin tavanı açıldı, Cebrail indi ve göğsümü
açıp zemzem suyu ile yıkadı sonra hikmet ve iman dolu altın bir kap getirdi,
göğsüme boşaltarak kapattı. Ardından elimden tutup beni yakın semaya
yükseltti. Yakın semaya geldiğimde Cebrail semanın bekçisine: "Kapıyı
aç!" dedi O da: "Kim o?" dedi: "Cebrail" dedi:
"Yanında biri var mı?" dedi: "Evet, yanımda Muhammed (s.a.v.)
vardır." dedi: "Kendisine gelmesi için haber gönderilmiş
midir?" dedi: "Evet" dedi. Kapıyı acılığında yakın semanın
üzerine çıktık baktım ki burada sağında ve solunda kalabalık bulunan bir adam
oturuyor. Sağ tarafına baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyordu
(bana); "Hoş geldin salih peygamber, satıh evlat" dedi. Ben
Cebrail'e: "Bu kimdir?" dedim: "Bu, Âdem'dir. Sağında ve
solundaki şu kalabalık çocuklarının ruhlarıdır. Bunlardan sağdaki olanlar
cennetlikler solundaki-lerse cehennemliklerdir. Sağına baktığında güler, soluna
baktığında ağlar" dedi. Beni ikinci semaya yüksettiğinde, bekçisine:
"Kapıyı aç!" dedi. Buranın bekçisi birincinin söylediklerini söyledi,
ardından kapı açıldı."Hadisi rivayet eden Enes (r.a.): "Ebû Zer
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'in, semalarda Âdem (a.s.), İdris (a.s.), Mûsâ
(a.s.), Isâ (a.s.) ve İbrahim (a.s.)'ı bulduğunu anlattı, yerlerinin durumunu
belirtmedi; ancak Âdem'i yakın semada, İbrahim'i altıncı semada bulduğunu
söyledi." demiştir. Enes (r.a.) devamla şöyle demiştir: "Cebrail Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i İdris'e götürdüğünde: "Hoş geidin salih peygamber,
salih kardeş" demiş. (Hz. Peygamber (s.a.v.) devamla şöyle buyurmuş) :
"Ben de:
"Bu kimdir?" dedim: "Bu İdris'tir" dedi. Sonra Musa'ya
uğradım: "Hoşgeldin salih peygamber salih kardeş" dedi ben: "Bu
kimdir?"dedim: "Bu Musa'dır"dedi. Sonra îsâ'ya uğradım:
"Hoşgeldin salih kardeş, salih peygamber" dedi. Ben: "Bu
kimdir?" dedim: "Bu İsa'dır"dedi. Sonra İbrahim'e uğradım:
"Hoş geldin salih peygamber, salih evlat" dedi. Ben: "Bu
kimdir?" dedim: "Bu İbrahim (a.s.)'dır"dedi." (Hadisi Enas (r.a.)'d=m anlatan
tabiinden İbni Şfhâb ez-2ührî): " İbnİ Hazm, îbni Abbâs (r.a.) ve Ebû Habbe el-Ensârî
(r.a.)'m, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Sonra yine b&m yükseltti öyle
bir yere çıktım ki, burada kalemlerin yazı yazarken seslerini
İşitiyordum." buyurduğunu söylerlerdi diye bana bildirdi" demiştir.
Enes b. Mâlik
(r.a.) ile tabiinden Amr b. Hazm (sahabeden rivayetle) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in şöyie buyurduğunu da söylemiştir: "Allah, ümmetime elli
(vakit) namaz farz kildi, elli farz namazla Rabb'imin yanından döndüm. Musa'ya
uğradım: "Allah, ümmetine neleri farz kıldı." dedi; "Elli(vakit)
namaz farz kıldı." dedim: "Rabb'ine müracaat et Ümmetin gerçekten
bunu yapamaz!" dedi. Ben de müracaat ettim yarısını indirdi. Musa'ya
tekrar döndüm: "Yansım indirdi" dedim: "Rabb'ine tekrar müracaat
et. Ümmetin gerçekten bunu yapamaz!" dedi, ben de tekrar Rabb'ime
müracaat ettim, yarısını indirdi. Musa'ya tekrar döndüm: "Rabb'ine tekrar
müracaat et Ümmetin gerçekten bunu yapamaz!" dedi, ben de tekrar Rabb'ime
müracaat ettim: "Sayı bakımından beş, sevap bakımından ellidir. Katımda
söz değişmez!" buyurdu. Musa'ya döndüm: "Rabb'ine tekrar müracaat
et!" dedi: "Artık, Rabb'ime müracaat etmekten utandım." dedim.
Sonra beni alıp Sidretu'l-Müntehâ'ya götürdü, Sidretu'l-Müntehâ'yı öyle renkler
kaplamıştı ki, ne olduklarını bilemiyordum. Sonra cennete konuldum, bir de ne
göreyim cennetin içerisinde inciden gerdanlıklar var, toprağı da miskti"[138]
108-) Mâlik b. Sa'saa'
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendilerine İsra ve Miraç gecesini şöyle
anlatmıştır: "Ben Kabe'de Hatim'de (ravi) belki de Hıcr'da dedi demiştir.
uzanmış iken Cebrail geldi ve şuradan şuraya kadar yardı ve kalbimi hadisi
anlatan boğaz çukurundan karnının altına kadar demiştir.- Sonra iman dolu altın
bir kap getirilip kalbim yıkandı, içi doldurulup yerine konuldu, arkasından
bana, katırdan küçük merkepten büyük beyaz bir binek fdâbbe) getirildi
Ravbunun isminin Burak olduğunu
söylemiştir.
Bu binek adımını bir kimsenin gözünün ulaşabileceği en uzak noktaya atıyordu.
Bu bineğe bindirildim. Cebrail beni götürüp yakın semaya geldi, kapının
açılmasını İstedi, kendisine: "Kim o?" denildi: "Cebrail"
dedi: "Yanındaki kimdir?" denildi: "Muhammed" dedi:
"Gelmesi için kendisine haber gönderilmiş midir?" denildi:
"Evet" dedi: "Hoşgeldi, bu geliş ne güzel bir geliştir"
denildi ve kapı açıldı, girdiğimde bak-sam ki içeride Âdem'i gördüm: "Bu
atan Âdem'dir, kendisine selâm ver" dedi. Ona selâm verdim, selâmımı aldı,
arkasından: "Hoşgeldin salih evlat, salih peygamber" dedi. Sonra
ikinci semaya yükseltti ve kapının açılmasını istedi: "Kim o?" denildi:
"Cebrail" dedi: "Yanındaki kimdir?" denildi:
"Muhammed" dedi: "Gelmesi için kendisine haber gönderilmiş
midir?" denildi: "Evet" dedi: "Hoşgeldi, bu geliş ne güzel
bir geliştir" denildi ve kapı açıldı, girdiğimde birde baktım ki içeride
iki teyzeoğlu îsâ ve Yahya ile karşılaştım. Cebrail: "Bunlar Yahya ile
îsâ, kendilerine selâm ver" dedi. Onlara selâm verdim, selâmımı aldılar,
arkasından: "Hoşgeldin salih kardeş, salih peygamber" dediler. Sonra
beni üçüncü semaya yükseltti, kapının açılmasını istedi: "Kim o?"
denildi: "Cebrail" dedi: "Yanındaki kimdir?" denildi:
"Muhammed" dedi; "Gelmesi için kendisine haber gönderilmiş
midir?" denildi; "Evet" dedi; "Hoşgeldi, bu geliş ne güzel
bir geliştir" denildi ve kapı açıldı, girdiğimde Yusuf'la karşılaştım,
Cebrail: "Bu da Yusuf tur, kendisine selâm ver" dedi. Ona selâm
verdim, selâmımı aldı, arkasmdan: "Hoşgeldin salih kardeş, salih
peygamber" dedi. Sonra beni dördüncü semaya yükseltti, kapının açılmasını
istedi: "Kim o?" denildi: "Cebrail"dedi:
'Yanındakikimdir?"denildi: "Muham-medn dedi: "Gelmesi için
kendisine haber gönderilmiş midir?" denildi: "Evet" dedi:
"Hoşgeldi, bu geliş ne güzel bir geliştir" denildi, kapı açıldı,
girdiğimde İdris ile karşılaştım. Cebrail: B"da İdris'tir, kendisine selâm
ver" dedi. Ona selâm verdim, selâmımı aldı, arkasından: "Hoşgeldin
salih kardeş, salih peygamber" dedi. Sonra beni beşinci semaya yükseltti,
kapının açılmasını istedi: "Kim o?" denildi: "Cebrail"
dedi: "Yanındaki kimdir?" denildi: "Muhammed" dedi:
"Gelmesi için kendisine haber gönderilmiş midir?" denildi:
"Evet" dedi: "Hoşgeldi, bu geliş ne güzel bir geliştir"
denildi, kapı açıldı, girdiğimde Harun'la karşılaştım. Cebrail: "Bu da
Harun'dur, kendisine selâm ver" dedi, ona selâm verdim, selâmımı aldı,
arkasından: "Hoşgeldin salih kardeş, salih peygamber" dedi. Sonra
beni altıncı semaya yükseltti, kapının açılmasını istedi: "Kim o?"
denildi: "Cebrail" dedi: "Yanındaki kimdir?" denildi:
"Muhammed" dedi: "Gelmesi için kendisine haber gönderilmiş
midir?" denildi: "Evet" dedi: "Hoşgeldi, bu geliş ne güzel
bir geliştir" denildi ve kapı açıldı, içeri girdiğimde Mûsâ ile
karşılaştım, Cebrail: "Bu da Musa'dır, kendisine selâm ver"dedi, ona
selâm verdim, selâmımı aldı, arkasından: "Hoşgeldin salih kardeş, salih
peygamber" dedi. Kendisinden ayrıldığımda ağladı: "Seni ağlatan nedir?"
denildi: "Benden sonra genç birisi peygamber oldu, onun ümmetinden cennete
girenler, benim ümmetimden cennete girenlerden daha fazla da onun için
ağlıyorum" dedi. Sonra beni yedinci semaya yükseltti, kapının açılmasını
istedi: "Kim o?" denildi: "Cebrail" dedi: "Yanındaki
kimdir?" denildi: "Muhammed" dedi: "Gelmesi için kendisine
haber gönderilmiş midir?" denildi: "Evet" dedi:
"Hoşgeldi, bu geliş ne güzel bir geliştir" dedi, içeri girdiğimde
baksam ki İbrahim'le karşılaştım. Cebrail: "Bu da atan İbrahim'dir,
kendisine selâm ver" dedi, ona selâm verdim, selâmımı aldı:
"Hoşgeldin salih evlat, salih peygamber" dedi. Sonra bana
Sidretü'l-Müntehâ (sonsuzluk ötesi ağaç) çıkarıldı, bir de baktım ki meyvesi
Yemen'deki Hecer testileri, yaprağı da fil kulakla n gibiydi. Cebrail: "Bu
da Sidretü'l-Müntehâ'dır" dedi. Dört nehirle karşılaştım, iki nehir içten
(bâtın), iki nehir de dıştan (zahir) idi: "Bu iki çeşit nehir de nedir? Ey
Cebrail" dedim: "İçten (bâtın) olanlar cennetteki iki nehirdir,
dıştan (zahir) olanlar ise Nil ve Fırat nehirleridir" dedi. Sonra karşıma el-Beytu'l-Ma'mur
çıkarıldı, her gün buraya yetmiş bin Melek
giriyordu, (Buradan çıkanlar içeriye bir
daha geri dönmüyordu.)
Arkasından bana bir kap şarap, bir kap süt ve bir kap bal getirildi, ben sütü
aldım. Cebrail: "Senin ümmetinin üzerinde bulundukları tabiat ve huy
(fıtrat) budur" dedi. Arkasından her gün elli (vakit) namaz bana farz
kılındı, oradan ayrıldım, Musa'ya uğradım: "Ne ile emrolundun?"
dedi: "Her gün namaz bana emredildi" dedim: "Ümmetin her gün
elli (vakit) namaz kılamaz, vallahi ben senden önce insanları deneyip tecrübe
ettim, hatta İsrailoğullarına çok uğraştım, dolayısıyla Rabb'ine dön de
ümmetine bunu azaltmasını iste" dedi, ben de müracaat ettim, benden onunu
daha indirdi. Tekrar Musa'ya döndüm, aynı şeyleri yine söyledi, bunun üzerine
Rabb'ime tekrar müracaat ettim, benden onunu daha indirdi, Musa'ya tekrar
döndüm aynı şeyleri yine söyledi, bunun üzerine Rabb'ime tekrar müracaat
ettim, benden onunu indirdi. Musa'ya tekrar döndüm, aynı şeyleri yine söyledi,
bunun üzerine Rabb'ime tekrar müracaat ettim, bunun akabinde bana her gün on
(vakit) namaz emredildi. Musa'ya tekrar döndüm, yine aynı şeyleri söyledi. Ben
de tekrar Rabb'ime müracaat ettim, bunun üzerine bana her gün beş (vakit)
namaz emredildi. Musa'ya tekrar döndüm: "Ne ile emrolundun?" dedi:
"Her gün beş (vakit) namaz bana emredildi" dedim: "Ümmetin her
gün beş (vakit) namaz kılamaz, vallahi ben senden önce insanları deneyip
tecrübe ettim, hatta İsrailoğulları'na çok uğraştım, dolayısıyla Rabb'ine dön
de ümmetine bunu azaltmasını iste" dedi. Ben de: "Artık Rabb'imden
utanacak hale gelene değin iste-dim, dolayısıyla buna rıza gösterip kabul
ediyorum." dedim. Kendisinden ayrıldığımda bir ses bana: "Farzımı,
kullarımdan hafifleterek yürürlüğe koydum." diye nida etti."
(Hadiste belirtilen
Sidretü'l-Müntehâ, sonsuzluk ötesi ağacı anlamdadır. Aslında Sidre, Arabistan
Kirazı ağacının adıdır.
Isrâ
gece yürütüp götürmek, demektir, Miraç ise yukan çıkarmak demektir.
Kur'ân-ı Kerim'de:
«Mescidi Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız esctdi Aksâ'ya
ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu gece yürütüp götüren eksikliklerden uzaktır.»
(Isrâ: i) ifadesi ile îsra hadisesi anlatılmış, Mi'rac hadisesi de hadislerde
bildirilmiştir.
Hadislerde verilen
etraflı bilgiye göre gece vakti Cebrail (as.) Rasûlüllah (s.a.v.)'i uyandırarak
Burak'a bindirip Mescidi Haram'dan Mescidi Aksâ'ya götürdü. Rasûlüllah, Mescidi
Aksâ'da diğer peygamberlerle birlikte namaz kıldı. Daha sonra Semâ'ya yolculuğa
çıktı, Semâ'nın çeşitli katmanlarında çeşitli büyük peygamberlerle buluştu. En
yüce mertebede Allah'ın huzuruna çıktı, Bu kabul esnasında ümmete beş vakit
namaz ferz olundu. Sonra Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndü. Bu yolculuk
sırasında Allah'ın güç ve kudretini gösteren pek çok hadiselerle karşılaştı.
Ertesi gün Hz.
Peygamber (s.a.v.) bu yolculuğu anlattığında kafirler buna çok güîdü, alay
konusu yaptı. Müslümanlardan bazısının imanları sarsıldı. (Mevdfldî, Tevhid Mücadelesi, III. 303)
Kâfirler Hz, Ebû
Bekir (r.a.)'ı da saptırmak için yanına geldiler, yapılan konuşma sonucu
kendisine Sıddık lakabını verdirecek şu cevabı vermiştir: "Biz bundan daha
büyük şeyi tasdik ediyoruz, görmediğimiz halde gökten vahiy geldiğini tasdik ediyoruz" {İbni Ebî Hatîm'den naklen
Tefsiru Kur'âni'i-Azîm, îbni Kesîr, III. 13)
Günümüzde de bu
olayı imkansız görüp inkâr edenlere Mevdûdî şöyle cevap verir: "Bazı
kimselerin bu olayı imkansızmiş gibi görmeleri çok gariptir, İnsanın sınırlı,
hem de çok sınırlı, gücü ile aya çıkmayı başarabildiği bir zamanda, Allah'ın
sonsuz ve sınırsız gücü ve kudreti ile Rasûlüne kısa bir zaman içinde bu
yolculuğu yaptüabi-leceğini inkâr etmek çok saçmadır.
Her şeyden de öte,
bir şeyin mümkün olup olmadığını araştırmak, gücü sınırlı olan insan için geçerlidir.
Ancak her şeye gücü yeten Ailah için bu tür araşbrma yapılamaz. Ancak Allah'ın
her şeye güç yetirdiğine inanmayan bir kimse böyle bir o-lağanüstü hadiseye
inanmaz" (Temim, in. 70)
İsra ve Miraç
hadisesini anlatan hadisler mütevatir olup en az 25 sahabiden rivayet
edilmiştir. Mevdûdfnin beyanına göre sıhhat yönünden biraz daha aşağıdaki
rivayetlere inildiğinde sayı 45'e varmaktadır. (Tevhid Mücadelesi in. 303, İbni
Kesir Tefsirinde değişik rivayetleri ele alıp incelemiştir. (Bak. Tefsiru
Kur'âni'i-Azîm, in. 6-41; İsra ve Miraç hakkında geniş bilgi için bak. Mevdûdî,
Tevhid Mücadelesi, III. 301-335) [139]
109-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Miraç Ge-cesi'nde Musa'yı gördüm:
Esmer tenli, uzun boylu,, vücudu toplu (eti sık) bir kimse idi. Sanki'(uzun
boyiu olmalarıyla bilinen) Şenûe kabilelesinin adamları gibi idi. îsâ'yı da
gördüm: Ne uzun ne kısa, orta yapılı, teni kırmızıya çalardı, saçları
salınmıştı, Peccâl'i de, cehennemin bekçisi Mâlik'i de gördüm." buyurmuştur,
(Bunlar,) Allah'ın ona (hz. Munammed'e) gösterdiği birtakım olağanüstü şeyler
(ayetler) içerisindedir. «Sakın onun karşılaşması hakkında şüpheye düşme.»
(Secde; 23 ayetinden alıntıdır.) [140]
110-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Musa'yı da diden telbiye
getirerek indiği sırada görür gibiyim. buyurdu." demiştir. [141]
111-) İbni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün halkın a-rasında otururken, Mesih Deccâl'i
anlattı ve: "Şüphesiz Allah, gözü sakat olan değildir. Bakın, Mesih Deccâl
sağ gözü sakat olandır gözü sanki diğerlerinden farklı olarak salkımdan çıkmış
üzüm tanesi gibidir, "buyurdu" demiştir. [142]
112-) İbni Ömer (r.a.),
Rasûiüllah (s.a.v,) şöyle buyurdu, demiştir: "Bu gece rüyamda kendimi
Kabe'nin yanında gördüm. Baktım ki, esmer tenli ve görülen kimselerin en
güzeli esmer bir adam gördüm, saçı İki omuzu arasına sarkıyordu. Saçı taranmış
bakımlı olup başından su damlıyordu, ellerini iki kişinin omzuna koymuş
Beytullah'ı tavaf ediyordu: "Bu kimdir?" dedim: "Meryem oğlu
Mesih'tir" dediler. Sonra gerisinde gayet kıvırcık saçlı sağ gözü sakat ve
gördüğüm kimselerden (İslâm
gelmezden
önce yaşamış olan Huzâa kabilesinden) İbni Katan 'a daha çok benzeyen bir adam
gördüm, ellerini bir adamın iki omzuna koymuş, Beytullah'ı tavaf ediyordu:
"Bu kimdir?" dedim: "Mesih
Deccâl'dir"
dediler."
(Hem Hz. İsâ (a.s.)
için hem de Deccâl için mesih ifadesi kullanılmıştır. Aslında mesih kelimesi
değişik anlamlar ifade eder. Çok gezen, el sürerek bir şeyi temizleyen
(mesheden,) silen, silinmiş, gözünün rengi silinip solmuş kimse, bu anlamların
bir kısmıdır, Hz. Üsâ (a.s.) için mesih denilmesi, iyi olmaları için eliyle
hastalan meshetmesin-dendir. Deccâl için mesih denilmesi ise gözünün renginin
silik olmasındandır.) [143]
113-) Câbir b. Abdullah
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Kureyş, beni (isra ve Miraç konusunda)
yalanladığında Kabe'de Hıcr kısmında ayakta durdum, Allah bana Beytu'l-Makdis'i
gösterdi. Ben de (ontarm sordukları Beytui Makdis'ie ügiii) alâmetlerini oraya
bakarak kendilerine bildirmeye başladım, "diye buyururken işitmiştir. [144]
114-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): «Sonra Ona yaklaştı ve uzandı, aralarındaki mesafe iki yay kadar ya da
daha az oldu. Allah'ın kuluna vahyettiğini, vahyetti.» (Neon: ayeti hakkında
(Efendimizin Cebrail'i
asli şekliyle görmesini anlatırken); "Cebrail'i gördü, altf kanadı
vardı." demiştir. [145]
115-) Hz, Aişe (r.a.):
"Kim, Muhammed (a.s.)'ın, Rabb'ini (dünya gözüyle) gördüğünü söylerse işi
büyütmüş olur. Ancak Cebrail'i kendi ası! suretinde ufku kapatmış olarak
gördü." demiştir. [146]
116-) Mesrûk b.
Abdurrahman, şöyle anlatmıştır: "Âişe'nin yanında yasılanmış oturuyordum.
(Bane hitaben şöyle dedi:) "Ey Ebû Âişe, üç şey vardır ki, kim bunlardan
birisini söylerse, Allah'a en büyük iftira atmış olur: "Bunlar
nedir?" dedim: "Kim, Muhammed (s.a.v.)'in, Rabb'ini gördüğünü
söylerse Allah'a en büyük iftira atmış olur" dedi: "Bu sırada ben
yaslanıyordum, hemen oturuma geldim ve: "Ey Müminlerin annesi, beni bir
dinle. Yüce Allah: «Onu apaçık bir ufukta görmüştür...» Oekvîr: 23) «Gerçekten,
onu bîr başka inişinde Sidretü'l-Müntehanın yanında görmüştü.» {Necm: 13)
buyurmuyor mu?" dedim. Âişe şöyle dedi: "Bu ümmetten, Rasûlüllah
(s.a.v.)'e bu konuyu ilk soran benim. Kendisi: "O, Cebraildir. Bu iki
görmem dışında onu asli şeklinde bir daha görmedim. Onu, bedenin büyüklüğü yer
ile gök arasını kaplamış halde semadan inerken gördüm." buyurdu. Yüce
Allah'ın: «Gözler Onu görüp idrak edemez. O ise bütün gözleri görüp idrak
eder. Ve O latiftir, her şeyden haberdardır.» (En'âm: 103) buyurduğunu
duymadın mı? Yine Onun: «Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde
arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O
yücedir, hakimdir..» (şûra: 5i) buyurduğunu duymadın mı?" Âişe şöyle
devam etti: "Kim, Muhammed (s.a.v.)'in, Allah'ın kitabından bir şeyi
gizlediğini söylerse Allah'a en büyük iftira atmış olur. Çünkü Allah şöyle
buyurmaktadır: «Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan Onun elçiliğini yapmamış olursun...»
Âise sövle devam
etti: "Kim, yarın ne olacağını bildirebile söylerse Allah'a en büyük
iftira atmış olur. Çünkü Allah şöyle bu-urmaktadır: «De ki: Göklerde ve yerde,
Allah'tan başka kimse gaybı bilmez...» (Nemf: 65)" [147]
117-) Abdullah b. Kays
(r.a.)'dan. Rasülüllah (s.a.v.): "İkicennet vardır ki kapları ve içindeki
diğer eşyaları gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki kapları ve içindeki
diğer eşyaları altındandır. Adn Cenneti'ndeki topluluğun Rablerine
bakmalarının arasında, Allah'ın yüzündeki büyüklük ridasından başka bir şey
bulunmayacaktır, "buyurmuştur. [148]
118-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Halk: "Ey Allah'ın Rasûlü, Kıyamet günü Rabb'imizi görecek
miyiz?" dedi.
"Mehtaplı bir
gecede hiçbir engel yokken Ay hakkında şüpheye düşer misiniz?"buyurdu,
"Hayır, Ey
Allah'ın Rasûlü" dediler:
"Hiçbir engel
yokken Güneş hakkında şüpheye düşer misiniz?" buyurdu:
"Hayır"
dediler. Rasûlüilah:
"Siz Allah'ı
işte böyle kesinlikle görürsünüz. İnsanlar kıyamet günü toplanır arkasından
Allah;
"Kim dünyada
hangi şeye kulluk ettiyse ona tâbi olsun." buyurur.
Onlardan kimisi
Güneşe tâbi olur, kimisi aya tâbi olur, kimileri de tağutlara (sapıklık
öncülerine, Allah 'a kulluktan alıkoyanlara) tâbioluriar. Bu ümmet, münafıkları
da içinde olduğu halde öylece kalır. Allah (tanıdıkiandan başka bir şekilde)
onlara gelir ve:
"Ben sizin
Rabb 'inizim " buyurun Onlar da:
"Rabb'imiz
gelene kadar bizim yerimiz burasıdır. Rabb'imiz geldiğinde biz Onu tanırız
(sen bizim Rabb'imiz değilsin)" derler derken Allah onlara (gerçekten):
"Ben sizin
Rabb'inizim"buyurur. Onlarda;
"Evet Sen
bizim Rabb 'imizsin " derler.
Aİİah onları
çağırır sonra da cehennemin ortasına Sırat Köprüsü kurulur, köprüden ümmetiyie
geçen Peygamberlerin ilki ben olurum, O gün Peygamberlerden başka hiçbir kimse
konuşamaz. Peygamberlerin konuşması da: "Allah'ım selâmet ver, selâmet ver"
şeklinde olacaktın
Cehennemde
çengel/er vardır, aynen sadan dikeni gibi... Sadan dikenini gördünüz mü?"
buyurdu. Ashab:
"Evet"
dedi:
"İşte o
çengeller aynen sadan dikeni gibidir, (sadan dikeni,
Arabistanda
yetişen, hurma dikeni de denifen, demir dikenine benzer dikenli bir bitkidir.)
cak, çengellerin
büyüklüğünün ölçüsünü Allah'tan başkası bilemez, bu çengeller amellerine göre
insanlardan bir parça koparacak, onlardan kimisi ameli nedeniyle yok olacak,
kimisi de hardal tanesi kadar kalacak sonunda kurtulacak. Bunların sonunda
Allah cehennemliklerden dilediğine rahmet murat ettiği zaman meleklere;
"Allah 'a
kulluk etmiş olanları çıkarın " diye emreder.
Onları secdelerin
izlerinden tanıyarak kendilerini hemen çıkarırlar. -Allah ateşe secdelerin
izini yemesini haram kılmıştı onlar cehennemden çıkarlar. Secdelerin izi
dışında ateş Âdemoğlu'nun herşeyini yer bu nedenle kavrulmuş, kapkara o-larak
cehennemden çıkarlar. Arkasından üzerlerine hayat suyu dökülür. Sonunda bunlar
sel suyunun biriktirdiği toprakta açan çiçek tohumu gibi hemen yetişip
bitivereceklerdtr.
Sonra Allah, kullan
arasındaki yargılamasını bitirecektir. Bu sırada bir kimse cennetle cehennem
arasında kalır. Bu kimse cennete giren en son cehennemlik olup yüzü cehennem
yönüne dönüktür:
"Ey Rabb'im,
yüzümü cehennemden çevir, kokusu beni zehirleyip öldürdü, yalın ateşi de yakıp
kavurdu" der. Allah:
"Bu
senin dediğin yapılsa bunun dışında isteyeceğin bir şey olur mu?" buyurur.
Bu kimse:
"İzzetine
yemin olsun ki artık olmaz." diyerek di/ediği yemin sözü Allah'a verir.
Bunun üzerine Allah onun yüzünü cehennemden çevirir. Yüzünü cennete
çevirdiğinde cennetin harika-ligim görür Allah'ın susmasını dilediği kadar
susar, sonra da:
"Ey Ratim beni
cennetin kapısının yanına yanaştır," der. Bunun üzerine Allah:
"İstemiş
olduğun şeyden başka bir şey istemeyeceğine yemin ve söz vermemiş miydin?"
buyurur. Bu kimse:
"Ey Rabb'im,
yaratıklarının en bedbahtı olmayayım." der.
Allah: "Bu istediğin verilse bundan başka
isteyeceğin olur mu?"
buyurur:
"İzzetine
yemin olsun ki başka bir şey istemem." diyerek dilediği yemin ve sözü
Rabb'ine verir. Bunun üzerine onu cennetin kapısına yanaştırır. Cennetin
kapısına vardığında güzelliğini, içindeki sevinç ve neşeyi görür ama Allah'ın
susmasını dilediği kadar susar, sonunda:
"Ey Rabb 'im
beni cennete koy" der. Allah:
"Vay sana Ey
Âdemoğlu ne kadar da sözünden dönücüsün. Sana verilen şeyin dışında bir şey
istemeyeceğine yemin ve söz vermemiş miydin?"buyurur. Bu kimse:
"Ey Rabb 'im,
beni yarattıklarının en bedbahtı yapma " der. Bunun üzerine Allah Azze ve
Celle güler sonra kendisine cennete girme izni verir:
"Dilediğini
iste?" buyurur, o da dilediği şeyler tükenene kadar istekte
bulunur."Şunu da, şunu da" buyurarak Rabb'i ona isteklerini
hatırlatır. Sonunda tüm istekleri bittiğinde Allah Teâla: "Sana bu
isteklerinin yanında bir o kadarı daha verilmiştir.'buyurur,"
Ebû Said el-Hudrî
(r.a.), Ebû Hureyre (r.a.)'a: "Rasûlüllah (s.a.v.): Allah; "Sana bu
isteklerinin yanında on misil daha verilmiş-«r-" buyurdu" demiş, Ebû
Hureyre (r.a.) da: "Rasûlüllah (s.a.v.)'den Sana bu isteklerinin yanında
bir o kadarı daha verilmiştir."
şeklindeki
sözünden başkasını bellemedim." demiş, Ebû Said (r.a.) da: "Ben
kendisinden "Sana bu isteklerinin yanında on misli daha
verilmiştir."buyururken duydum." demiştir. [149]
119-) Ebû Said el-Hudri
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) zamanında bazı kimseler: "Ey Allah'ın
Rasûlü, Kıyamet günü Rabb'imizi görecek miyiz? " dediler. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Evet" buyurdu ve şöyle devam etti: "Gün ortasında,
hava açık ve bulut yok iken Güneşi görmek için itişip kakışıp bir birinize
zarar verir misiniz? M meh-tapiı bir gecede hava açık ve bulut yok iken Ay'ı
görmek için i-tişip kakışıp bir birinize zarar verir misiniz?"buyurdu:
"Hayır, Ey Allah'ın Rasûlü" dediler:
"İşte, Güneş
ve Ay'ı görmek için itişip kakışıp bir birinize ne kadar zarar verirseniz,
kıyamet günü de Yüce Allah'ı görmek için bir birinize ancak o kadar zarar
verirsiniz." buyurdu ve şöyle devam etti: "Kıyamet günü olduğunda bir
çağına: "Her ümmet neye kulluk etmiş ise ona tâbi olsun " diye
seslenir. Yüce Allah'a değil de putlara ve dikili taşlara kulluk edenlerin
hepsi cehenneme düşerler. Sonunda geriye gerek iyi gerekse günahkar olsun Allah
a kulluk edenler ile kitap eh/inden bir kısım kalıntılar kalır.
Bunun arkasından
Yahudiler çağrılır ve: "Neye kulluk e-derdiniz?" denilir. Onlar da:
"Allah'ın oğlu Üzeyr'e kuiiuk e-derdik" derler. Onlara: "Doğru
söylemediniz! Allah ne bir eş ne de bir evlat edindi! Şimdi ne arzu
edersiniz?" denilir: "Çok susadık, ey Rabb'imiz bize su ver"
derler. Onlara "Bakın, suya gidersiniz" diye işaret edilir onlar da
hemen cehenneme doğru yığılırlar. -Cehennemse bir birini kırıp geçiren keskin
bir seraptır.- Böylece onlar cehennem ateşine dökülürler.
Sonra Hıristiyanlar
çağrılır ve: "Neye kulluk ederdiniz?" denilir. Onlar da: "Allah
'm oğlu Mesih 'e kulluk ederdik" derler. Onlara: "Doğru söylemediniz!
Allah ne bir eş ne de bir evlat edindi! Şimdi ne arzu edersiniz?" denilin
"Çok susadık, ey Rabb'imiz bize su
ver" derler. Onlara "Bakın, suya gidersiniz" diye işaret edilir
onlar da hemen cehenneme doğru yığılırlar. -Cehennemse bir birini kırıp geçiren
keskin bir seraptır.- Böylece onlarda cehennem ateşine dökülürler.
Sonunda geriye
gerek iyi gerekse günahkar olsun Yüce Allah'a kulluk edenler kalır. Âlemlerin
Rabb'i Yüce Allah, orada gördüklerinin en düşüğünün görüntüsü içerisinde
(tanımadıkları bir şekilde) onlara gelir ve: "Ne bekliyorsunuz! Her ümmet
kulluk yaptıkları şeye tâbi olmaktadır" der. Onlar: "Ey Rabb'imiz!
Dünyada, kendilerine en fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanda bile insanlardan ayrı
durduk ve onlarla birlikte olmadıkıma mi
onlaria birlikte
olacağız ki)" diye Allah'a niyaz ederler. (Orada gördüklerinin en düşüğünün
görüntüsü içerisinde gelen onlara). Onlar: "Biz senden Allah'a sığınır ve
Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız" derler. Bu konuşma iki veya üç defa
tekrar eder. Neticede onların bir kısmının neredeyse ayakları kayacaktı. Yine
onlara şöyle der: "Sizinle Allah arasında, onu tanıyabileceğiniz bir
alâmet var mıdır?" Onlar: "Evet var" derler. Sonunda gerçek
ortaya çıkar. Allah, içten bir şekilde Kendisine secde etmiş olanların hiç biri
kalmaksızın secde etmelerine izin verirken takıyye ve gösteriş için secde
etmiş olanlarından her kim varsa sırt eklemlerini tek bir tabakaya çevirir. Bu
yüzden böylesi secde etmek istediğinde her defasında ensesi üzerine düşer.
(Böylece gerçek ortaya çıkmış olur.) Sonra onlar başlarını katdırır-lar. Allah
da, orada önceki gördükleri görüntüsünü değiştirmiştir. Onlara: "Ben
sizin Rabb'inizim"buyurur. Onlarda: "E-vet Sen bizim
Rabb'imizsin" derler. Sonra cehennemin üzerine köprü kurulur. Şefaate izin
verilir. Onlar: "Allah'ım selamet ver, selamet ver" derler. Bu arada:
"Ey Allah'ın Rasûlü, o köprü nedir?" denildi. Şöyle buyurdu:
"Kaygan bir yerdir. İçerisinde kanca-ter, çengeller ve Necdbölgesinde
yetişen "Sa'dân"denilen dikenli bitki gibi demir dikenler vardır.
Müminler buradan göz kırpma süresi gibi, şimşek gibi, rüzgar gibi, kuş gibi,
iyi koşan at ve binekler gibi
(ameiieme göre) geçerler. Sapa sağlam kurtulan, tırmalanmış salıverilmiş ve
cehenneme yuvarlanmış olanlar vardır. Sonunda müminler cehennemden
kurtulduklarında (aı-lah'a yaivanriar.) Canım elinde olan Allah'a yemin olsun
ki, kıyamet günü müminlerin cehennemdeki kardeşleri için; "Ey Rabb'i-mizr
onlar da bizimle birlikte oruç tutar namaz kılar hacceder-ferdi..." diye
çokça yalvarmaları kadar, (gas&edNen bir) hakkını vermesi için olsa bile
sizden hiçbir kimse onlar kadar Allah'a yalvaramaz. Bu yalvarmaları üzerine
onlara:
"Tanıdıklarınızı
oradan çıkarınız" denilir. Artık ateşe onların bedenlerini yakması
yasaklanır. Onlar, kimi ayaklarının yarısına kadar kimi de dizlerinin yarısına
kadar ateşin yaktığı pek çok kimseyi cehennemden çıkarırlar ve arkasından:
"Ey Rabb'imİz,
bize emir buyurduğun şekildeki kimseler' den cehennemde hiçbir kimse
kalmadı" derler. Yüce Allah:
"Geri dönün ve
kalbinde bir dinar miktarı hayır iyilik olan kimi bulursanız onu da çıkarın
" buyurur. Onlar da yine pek çok kimseyi çıkarırlar ve arkasından:
"Ey Rabb'imiz
bize emir buyurduğun şekildeki kimseler' den orada kimseyi bırakmadık"
derler. Yüce Allah bu sefer:
"Geri dönün ve
kalbinde yarım dinar miktarı hayır iyilik olan kimi bulursanız onu da
çıkarın" buyurur. Onlar da yine pek çok kimseyi çıkarırlar ve arkasından:
"Ey Rabb'imiz
bize emir buyurduğun şekildeki kimselerden orada kimseyi bırakmadık"
derler. Bu sefer Yüce Allah: "Geri dönün ve kalbinde zerre miktarı
hayırliyilik olan kimi bulursanız onu da çıkarın" buyurur. Onlar da yine
pek çok kimseyi çıkarırlar ve arkasından:
"Ey Rabb 'imiz
orada hiçbir hayır iyilik bırakmadık" derler. -Ebû Said el-Hudrî (r.a.) bu
sırada: "Eğer bu hadis bilgi konusunda beni doğru bulmaz iseniz «Şüphesiz
ki Allah, zerre miktarı haksızlık yapmaz. Ama hayırliyilik olursa onu kat kat
artırır. Ve kendi katından büyük bir
nıükafaat verir.» (Nisa. 40) ayetini okuyunuz" derdi Bundan sonra Yüce
Allah şöyle buyurur:
"Melekler
şefaat etti, peygamberler şefaat etti, müminler de şefaat etti geriye merhamet
eden/erin en merhametlisinden başkası kalmadı" buyurur ve cehennemden bir
tutam alır ve asla bîr hayır/iyilik yapmamış bir takım kimseleri de oradan
çıkarır. Bu kimseler orada âdeta kömüre dönmüşlerdi onları cennetin kapısında
bulunan ve 'hayatpınarı' denilen nehre atar. Onlar oradan selin getirdiği
toprakta biten tane gibi çıkarlar. O tanenin taşın altında veya ağacın dibinde
bittiğini bilirsiniz değil mi? Bu yetişen tanenin Güneşe bakan tarafı sarı ve
yeşil olurken gölgede kalan kısmı beyaz olur."Orada bulunanlar: "Ey
Allah'ın Rasûlü, sen çölde çobanlık etmiş gibisin" dediler. 0 da şöyle
devam etti: "Oradan boyunlarında böyle inci gibi mühürlerle çıkarlar.
Cennetlikler onları bununla tanırlar. Yaptıkları hiçbir amel ve önceden
gönderdikleri hiçbir hayır/iyilik olmaksızın Allah'ın kendi/erini cennete
koyduğu 'Allah'ın azatlıkları' işte bunlardır. - Sonra Yüce Allah bunlara:
"Haydi cennete giriniz. Gördüğünüz ne varsa sizindir" diye buyurur.
Bunun üzerine onlar; "Ey Rabb'imiz, şu âlemlerde hiçbir kimseye
vermediğini bize verdin" derler. Yüce Allah; "Benim yanımda bundan
daha üstünü de vardır" buyurur. O-nalar: "Ey Rabb'imiz, hangi şey
bundan daha üstün olabilir ki?" derler. Yüce Allah: "Benim rızam.
Artık bu rızamdan sonra asla size gazaba gelmem " buyurur"[150]
120-) Ebû Said el-Hudri
(r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennetlikler Cennete, Cehennemlikler
de Cehenneme girer sonunda Allah: "Kimin kalbinde hardal tanesi ağırlığınca
iman var ise (onu da cehennemden) çıkarınız" buyurur. Arkasından bu kimseler
simsiyah kesilmiş olarak (cehennemden) çıkarılarak hayat pınarına veya haya
pınarına atılırlar, su kenarında bitki tohumunun büyüyüp geliştiği gibi
buradan yetişip gelişeceklerdir.
Görmez misiniz bu
tohum sapsarı olarak iki tarafa sürüp topraktan çıkar." buyurmuştur.
(Hadisin
ravilerinden Mâlik b. Enes, Hayat pınarı mı haya pınarı mı olduğunu tam olarak
bilememiştir.) [151]
121-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklerden
cehennemden en son çıkacak olanla cennetliklerden cennete en son girecek olanı
biliyorum. Bu kimse cehennemden emekleyerek çıkar. Yüce Allah, ona: "Haydi
git cennete gir" buyurur. O da cennete gider ama cennet ona sanki
doluymuş gibi görünür. Bunun üzerine geri döner ve: "Ey Rabb'im, cenneti
dolmuş buldum?" der. Yüce Allah, ona: 'Haydi sen git cennete gir"
buyurur. O da cennete gider ama yine cennet ona sanki doluymuş gibi görünür. Bunun
üzerine geri döner ve: "Ey Rabb'im, cenneti dolmuş buldum?" der.
Bunun üzerine Allah, ona şöyle buyurur: "Haydi sen git cennete gir. Orada
sana dünya kadar ve dünyan/n on katı kadar yer var" buyurur. (Buna
şaşıran o kimse). "Bana şaka mı yapıyor, bana gülüyor musun. Gerçi
hakimiyet senindir" der"
Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i azı dişi görünene kadar bu duruma güldüğünü
gördüm. "Cennetliklerin en aşağısı bu kimsedir" denilirdi"
demiştir. [152]
122-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kalbinde bir arpa miktarı hayır bulunup da
"Lâ ilahe illallah" diyen kimse cehennemden çıkar. Kalbinde bir
buğday miktarı hayır olup da "Lâ ilahe illallah" diyen kimse de
cehennemden çıkar. Kalbinde bir zerre miktarı dahi hayır olup da "Lâ
ilahe illallah " diyen de Cehennemden çıkar, "buyurmuştur. [153]
123-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Muhammed (s.a.v.), bize konuşma yaptı bilgiler verdi. Şöyle
buyurdu: "Kıyamet günü geldiğinde insanlar birbirleriyle dalga gibi
çalkalanarak hareket ederler, derken Âdem e gelerek: "Bizim için
Rabb'inden şefaat di/e" derler, o da: "Ben bunun erbabı değilim, ama siz İbrahim'e
gidin çünkü o, Halilürrahmân'dır (Rahmân'ın dostudur.)"diye cevap verir.
İbrahim'e varırlar o da: "Ben bunun erbabı değilim, ama siz Musa'ya gidin
çünkü o, Kelîmullah'dır. (Allah'ın kendisiyle konuştuğudur.)" diye cevap
verir. Musa'ya vanrlaroda: "Ben bunun erbabr değilim, ama siz İsa'ya gidin
çünkü o, Ruhullah'dır (Allah'ın üflediği ruhdur,) Onun sözüdür."diye
cevap verir. İsa'ya varırlar o da: "Ben bunun erbabr değilim, ama siz
Muhammed (s.a.v.)'e gidin " diye cevap verir. Neticede bana gelirler, ben
de: "Bu işin erbabı benim" derim ve Rabb'imden izin isterim, bana
izin verilir. Bana şu anda aklıma gelmeyen birtakım övgüler ilham eder, ben de
bu övgülerie Rabb'imi överim, Onun için secdeye kapanırım. Bana: "Ey
Muhammed! Başını kaldır. Söyle söylediğin dinlenilir. İste istediğin verilir.
Şefaat et şefaatin kabul olunur, "diye buyurur. Ben de: "Ey Rabb'im!
Ümmetim, ümmetim" derim. Bana: "Haydi git ve kalbinde bir arpa tanesi
miktarı iman olanları oradan çıkar." buyurur. Ben de gider, söylenileni
yaparım. Sonra tekrar döner bu övgü/erle Rabb'imi överim, Onun için secdeye
kapanırım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır. Söyle söylediğin dinlenilir.
İste istediğin verilir. Şefaat et şefaatin kabul olunur." diyebuyruiur.
Bende: "EyRabb'im!Ümmetim, ümmetim"derim. Bana: "Haydi git ve
kalbinde bir hardal tanesi miktarı iman olanları oradan çıkar." buyurur.
Ben de söylenileni yaparım. Sonra tekrar döner bu övgülerie Rabb'imi överim,
Onun için secdeye kapanırım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır. Söyle
söylediğin dinlenilir. İste istediğin verilir. Şefaat et şefaatin kabul
olunur," diye buyurur. Ben de: "Ey Rabb'im/ Ümmetim, ümmetim"
derim. Bana: "Haydi git ve kalbinde bir hardal tanesi miktarından daha,
daha, daha az iman olanı cehennemden çıkar." buyurur. Ben de gider,
söylenileni yaparım."
Yine Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Sonra dördüncü defa
tekrar döner bu övgülerle Rabb 'imi överim, Onun için secdeye kapanırım. Bana:
"Ey Muhammedi Başım kaldır. Söyle
söylediğin dinlenilir. İste istediğin verilir. Şefaat et şefaatin kabul olunur."
diye buyrulur. Ben de; "Ey Rabb'im! "la ilahe illallah" diyen
kimselere (şefaat etmem) için de bana izin vsr." derim. Bana:
"İzzetime, celâlime, büyüklüğüme ve ululuğuma yemin olsun ki "lâ
ilahe illallah" diyen kimseleri de oradan çıkaracağım, "buyurur[154]
124-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasülüllah (s.a.v.)'e et getirildi, kendisine kol ktsmı sunuldu,
-etin burası hoşuna giderdi- Etten dişleriyle bir lokma kopardı, sonra şöyle
buyurdu: "Ben, kıyamet günü insanların seyyidiyim. Niye böyle olduğunu
bilebiliyor musunuz? Allah, öncekileri ve sonrakileri, bütün insanları,
çağıranın kendilerine sesini duyurabileceği, gözün görebileceği tek bir geniş
alanda toplar. Güneş yaklaşır, insanlara gam ve keder dayanılmaz ve güç yetmez
hale gelir. Bunun üzerine insanlar: "Size ulaşanı görmüyor musunuz, sizin
için Rabb'inize şefaat edecek birisine bakmaz mısınız?" derler. Bu
sırada insanların bir kısmı diğer bir
kısmına:
"Âdem'e gitmelisiniz" der. Hemen Âdem (a.s.)1 a varıp: "Sen, insanlığın
atasısın. Allah seni eliyle yarattı, içine ruhundan üfledi ve Meleklere sana
secde etmelerini emir buyurdu, bizim için Rabb'inden şefaat dile, içerisinde
bulunduğumuz durumu görmez misin? Bize ulaşanı görmez misin?" derler.
Âdem ise: "Rabb 'im
bugün öyle gazaba geldi ki böyle bir gazaba daha önce gelmediği gibi sonra da
asla gelmez. Şu da bir gerçektir ki ağacı bana yasaklamıştı ama ben kendisine
karşı gelmiştim, ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi
düşünüyorum. Siz benden başkasına gidinizi Nuh 'a gidiniz!" der. Onlar da
Nuh a varıp: "Ey Nuh, şüphesiz sen yeryüzüne gönderilen Resullerin
ilkisin. Allah seni "Çok şükreden bir kul" olarak isimlendirmişti,
bizim için Rabb'inden şefaat dile, içerisinde bulunduğumuz hali görmez
misin?" derler. O da: "Rabb 'im bugün öyle gazaba geldi ki böyle bir
gazaba daha önce gelmediği gibi sonra da asla gelmez. Şu da bir gerçektir ki benim bir dua hakkım vardı onu da kavmime
beddua olarak kullandım. Ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi düşünüyorum, ben
kendimi düşünüyorum. Siz benden başkasına gidinizi İbrahim'e gidiniz" der.
Onlar da İbrahim'e varıp: "Ey İbrahim, sen, Allah'ın Peygamberi ve Onun
yeryüzü halkından içten dostusun (halilisin), bizim için Rabb'inden şefaat
dile, içerisinde bulunduğumuz hali görmez misin?" derler. Oda:
"Rabb'im bugün öyle gazaba geldi ki böyle bir gazaba daha önce gelmediği
gibi sonra da asla gelmez. Şüphesiz bir de ben üç yalan söylemiştim. Ben
kendimi düşünüyorum, ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi düşünüyorum. Siz
benden başkasına gidinizi Mû-sâ'ya gidiniz"der. Hadisin ravisi söz konusu
üç yalanı zikretmiştir (Bu
üç
yalan hakkında 1590. hadise bakınız.) Onlar da sen, Allah'ın Elçisîsin. Allah Peygamber göndermesi
mesaj göndermesi ve seninle konuşması ile insanlara seni üstün kılmıştır.
Bizim için Rabb'inden şefaat dile, içerisinde bulunduğumuz durumu görmez
misin?" derler. Oda: "Rabb'imbugün öyle gazaba geldi ki böyle bir
gazaba daha önce gelmediği gibi sonra da asla gelmez. Şüphesiz bir de ben öldürülmesiyle
emrolunmadığım bir cana ktymıştım. Ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi
düşünüyorum, ben kendimi düşünüvorum. Siz benden başkasına gidiniz! Meryemoğlu
isa'ya gidiniz" der. Onlarda isa'ya varıp: "Eyîsâ, sen, Allah'ın
Elçisi ve Meryem'e gönderdiği kendisinden gelen bir ruhsun, çocuk iken beşikte
insanlarla konuşmuştun. Bizim için Rabb'inden şefaat dile, içerisinde
bulunduğumuz durumu görmez misin?" derler. îsâ da: "Rabb 'im bugün
öyle gazaba geldi ki böyle bir gazaba daha önce gelmediği gibi sonra da asla
gelmez. Ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi düşünüyorum, ben kendimi
düşünüyorum. Siz benden başkasına gidiniz! Muhammed (s.a.v,)'e gidiniz"
der. -Günah zikretmez Onlar da Muhammed (s.a.v.)'e varıp: "Ey Muhammed,
sen, Allah'ın Elçisi ve Peygamberlerin sonuncusu sun. Senin gelmiş ve gelecek
günahlarını bağışladı. Bizim için
Rabb'inden
şefaat dile, içerisinde bulunduğumuz durumu görmez misin?" derler. Ben de
kalkıp Arşın altına gelerek şanı yüce Rabb'ime secdeye kapanırım. Sonra Allah,
benden önce hiç kimseye nasip etmediği, kendisine övgü ve medhiyeieri bana
açıp ilham eder, sonra da: "Ey Muhammed, başını kaldır. İste! İstediğin
verilir, şefaat et, şefaatin kabul olunur!" denilir. Ben de başımı
kaldırır: "Ey Rabb'îm, Ümmetim! Ey Rabb'im, Ümmetimi" derim. Bana:
"Ey Muhammedi Ümmetinden, üzerlerinde hesap olmayanları Cennet
kapılarından sağ kapıdan koy! Bunlar aynı zamanda diğer kapılarda da insanlara
ortaktırlar." denilir. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Cennetin
kapı aralıklarından iki aralığının mesafesi Mekke ile Hımyer yahut Mekke ile Busra arası kadar geniştir."
(Seyyid, halkın her
türlü sıkıntılarda kendisine başvurduğu lider, demektir. Bu nedenle bir
kabilenin ileri gelenlerine seyyid denilir. Zira bu kimseler her türlü konuda kabilenin
işlerini yürüten sıkıntılannı giderendir. Efendimiz (a.s.)'ın, insanlann seyidi
olması, kıyamet günü insanların sıkıntılarına çare olması için kendisine başvurması
nedeniyledir,) [155]
125-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan.
Rasûiüllah (s.a.v.): "Her Peygamberin dua ettiği, kabul olunmuş bir duası
vardır. Ben bu duamı âhirette ümmetime şefaat için saklamak buyurmuştur. [156]
126-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her peygamberin istekte
bulunabileceği bir isteği vardır. Yahut her peygamberin kabul olunacak bir
duası vardın Ben duamı kıyamet günü ümmetime şefaat için ayırdım "[157]
127-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Allah: «Kavminden en yakın olanları uyar...» (şuâra: 214)
ayetini indirdiğinde Rasûiüllah (s.a.v.) ayağa kalktı ve: "Ey Kureyş
topluluğu, canlarınızı satın alınız, (imana canlarınızı azaba karşı kurtarınız)
Allah'tan gelen hiçbir şeyden sizi kur-iaramam. EyAbdu Menâfoğuiları, Allah'tan
gelen hiçbir şeyden sîzi kurtaramam. Ey AbdülMuttaliboğ/u Abbâs, Allah'tan
gelen hiçbir şeyden seni kurtaramam. Ey Allah'ın İmân Safıyye, seni de
Allah'tan gelen hiçbir şeyden kurtaramam. Ey Muhammed kızı Fatıma, malımdan
dilediğini iste, ama seni de Allah 'tan gelen hiçbir şeyden kurtaramam."
dedi. [158]
128-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Safa Tepesi'ne çıktı: "Baskın var!" diye
seslendi, hemen Kureyşliler toplanıp geldiler: "Ne var, ne oldu?"
dediler: "Sabah veya akşam vakti düşmanın size baskın yapacağını bildirsem
beni doğrular mısınız?" dedi, onlar da: "Evet" dediler:
"Şüphesiz ben, şiddetli bir azapdan önce sizin için bir uyarıcıyım"dedi.
Bunun üzerine Ebû Leheb: "Kuruyup yok olası, bunun için mi bizi
topladın?" dedi. Arkasından Allah, «Ebû Leheb'in elleri kurusun...»
Suresi'ni indirdi." demiştir." [159]
129-) Abbâs b.
Abdulmuttalib (r.a.)'dan. Kendisi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Seni amcana
(Ebû Taüb'e şefaat etmekten) alıkoyan şey nedir ki? Bilesin ki o seni koruyup
savunur, senin ign gazaba gelirdi" demişti, o da: "O şimdi
topuklarına kadar olan bir cehennemdedir, eğer ben olmasaydım, cehennemin en
derin tabakasında olurdu, "buyurdu.
(Ebû
Talib, her ne kadar Hz. Peygamher (s.a.v.)'e büyük yardımlarda bulunsa da
imansız gittiğinden cehennemlik olmuştur, bu konuda 16.. hadise bakınız.) [160]
130-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında Amcası Ebû Talib'in ruhu alındığında:
"Belki, kıyamet günü şefaatimden faydalanır da cehennemde topuklarına
kadar ateşe konur, ama burada bile ateşten beyni kaynayacaktır." buyurduğunu
işitmiştir. [161]
131-) Nu'mân b. Beşîr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Cehennemliklerin gördüğü azabın
en hafif olanı, ayak tabanındaki boşluğuna konan iki ateşin tesiriyle beyni,
tencere ve güğüm gibikaynayan bir kimsenin çektiğiazaptır."diye buyururken
işittim" demiştir. [162]
132-) Amr b. As (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gizli değil açıkça: "Ebû Fulân hanesi benim
dostlarım değildir. Benim dostum sadece Allah ve mü'minlerin salihleridir.
Ancak Ebû Fulan hanesine benim akrabalığım vardır ki bu akrabalık nedeniyle
ben onlarla ilişkiyisürdürüyorum."'diye buyururken işittim"
demiştir.
(Ebû Fulân
hanesinden kimin kasdedildiği açık olarak belirtilmemiştir. Bundan amcası Ebû
Talib kasdedilmesi mümkündür. Bunun dışında başka bir hane de mümkündür. Bazı
rivayetlerde "Fulân" ifadesi yoktur, o zaman mana babamın hanesi anlamına
gelir. Neticede bu hadiste söylenilmek İstenilen dostlukta nesep akrabalığının
bir etkisi yoktur, gerçek dost Allah ve salîh mü'minlerdir. Bununla beraber
salih mü'minlerden olmayan akrabalar ile akrabalıktan dolayı ilişki
sürdür'ilür.) [163]
133-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba
çekilmeden cennete girecektir"
buyurdu.
Bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü, beni de onlardan kılması için Allah'a dua
etsen" dedi. Rasûlüllah: "Allah'ım bunu da onlardan kil" diye
dua etti. Bir diğeri ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, beni de
onlardan kılmasf için Allah'a dua etsen" dedi. 0 da: "Ukkâşe senden
Önce davrandı"buyurdu[164]
134-) Seni b. Sa'd
(r.a,)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ümmetimden yedi bin veya yedi yüz
bin kişi kesinlikle cennete girecek. Onların öndekileri sondakiier girenedeğin
girmeyecektir. Yüzleri mehtaplı bir gecedeki Ay şeklinde olacaktır,
"buyurmuştur. [165]
135-) îbni Abbâs (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Bana ümmetler gösterildi, bir peygamber, iki
peygamber geçmeye başladı. Yanlarında beş, on kişilik topluluk vardı. Bir
peygamberin de yanında hiçbir kimse yoktu. Sonunda bana büyük bir karaltı
gösterildi; "Bu nedir? Bu, ümmetim mi ki?" dedim; "Bu, Musa ve
kavmidir. Ufka baki" denildi. Bir de baksam ki ufku bir karaltı kaplamış;
"Bu, senin ümmetindir. Bun/ardan yetmişbin kişi hesaba çekilmeksizin
cennete girer." denildi." buyurdu. Sonra da içeri girdi. Bunların kim
olduğunu açıklamadı, meclis dağıldı. Oradakiler: "Biz, Allah'a iman ettik,
Peygamberine uyduk, dolayısıyla
onlar
bizleriz. Yahut İslâm döneminde dünyaya gelen evlatlarımızdır, bizler cahiliye
döneminde dünyaya gelmiştik." dediler. Bu konuşmalar Hz. Peygamber
(s.a.v,)'e ulaştı, bunun üzerine dışarı çıktı: "Cennete hesaba çekilmeden
girecek olanlar; (Aiiah'm Kitabı, Rasûıcinün sünneti dışındaki şeylerle)
okuyup tedavi olmayanlar, uğursuzluk diye bir şey kabul etmeyenler, (şifayı
Allah'tan bekleyerek) dağlanmayanlar, Rable-rine güvenip
dayananlardır."buyurdu. Ukkâşe b. Mıhsan: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben
onlardan mıyım?" dedi? 0 da: "Evet "buyurdu. Bir diğeri kalkıp:
"Ben de onlardan mıyım?11 dedi, o da: "Ukkâşe senden önce davrandı, "buyurdu"
demiştir.
(Hz. Peygamber
(s,a.v.}'in "Ukkâşe senden Önce davrandı." buyurması meseleyi
kapatmak içindir. Yoksa orada bulunan hatta sonra gelecek olaniann hepsi, bu
zümreden olabilmek içjn "Ben de cniardanmıyim?" demeye başlardı.
Cennete girecek zümrenin en büyük özelliği her şeyde işini Allah'a tevek'.ül
eden kimselerdir. Kadere razı olan, kederden emin olur. Allah'ın takdirine
inanan güvenen kimse hiçbir şeyi uğursuz saymaz. Derdi veren devasını da verir,
diyerek gerçek şifayı Ondan bekler, maddi tedavinin de gerçek sahibi yani iiaca
tedavi özelliğini veren de Allah'ör diyerek her şeyi Ona tevkküi eder, okuyup
tedavi olurken Allah'ın Kitabı, Rasûlünün sünnetindeki duaian okur ki, bu
dualann tamamı daima şifayı verenin Allah olduğunu vurgular.) [166]
136-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "RasûlülJah (s.a.v.) bize: "
Cennetliklerin dörtte biri olmaktan razı olmaz masınız?" buyurdu, biz de
tekbir getirdik. Sonra: "Cennetliklerin üçte biri olmaktan razı olmaz
mısınız?" buyurdu, yine tekbir getirdik. Sonra şöyle buyurdu: "Ben,
sizin cennetliklerin yarısı olmanızı umarım. Bunu size şöyle bildireyim ki,
Müslümanlar (sayıca) kâfir/ere oranla siyah bir öküzün üzerindeki beyaz bir
kıl veya beyaz bir öküzün üzerindeki siyah bîr kıl gibidir"[167]
137-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah
Teâlâ; "Ey Âdem!" dîye buyurur, o da: "Emret Allah'ım, ben senin
sayende mutluluğu elde ederim. İyilik Senin elindedir" der. Allah:
"Cehennemlikleri seçip çıkar!" buyurur. O da; "Cehennemliklerin
sayısı nedir?" der. Allah: "Her bin kişiden, dokuz yüz doksan
dokuz!" buyurur. Bu sırada (korku ve endişeden) çocuğun başı ağarır, tüm
hamileler çocuğunu düşürür. Sarhoş olmadıkları halde insanları sarhoş olmuş
görürsün. Ancak Allah'ın azabı çok şiddetlidir. (Hac: 2 ayetinden atımıdır)
Oradaki sahabiler: "Ey Allah'ın Rasûlü, geriye kalan bir, hangimiz
olabilir?" dediler: "Sevinin ki sizden bir kimseye, Yecûc ve bin düşer" buyurdu. (Yani Yecûc ve
Me'dk'ün sayısı sizin bin
katımzdır.)
Sonra şöyle buyurdu: "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki ben sizin
cennetliklerin dörtte biri olmanızı umarım" Biz bu müjdeden dolayı
"Allahü Ekber" dedik. Bunun üzerine: "Sizin cennetliklerin üçte
biri olmanızı umarım" buyurdu, biz yine "Allahü Ekber" dedik, bu
sefer: "Sizin cennetliklerin yarısı olmanızı umarım" buyurdu, biz
yine "Allahü Ekber" dedik. Arkasından: "Siz (sayıca oradaki)
insanlar arasında beyaz bir öküzün derisindeki ancak siyah bir tüy kadarsınız.
Yahutta siyah bir öküzün derisindeki beyaz bir tüy kadarsınız." buyurdu. [168]
138-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Abdestini bozan bir kimsenin, abdest
almadıkça namazı kabul olmaz." buyurmuştur. Hadramevt'ten bir kimse:
"Ey Ebû Hureyre, abdest bozma nedir?" dedi. 0 da: "Sesli veya
sessiz yellenmektir" dedi. [169]
139-) Hz. Osman (r.a.)
bir keresinde bir kap su İstedi ve iki eline üç defa döküp yıkadı sonra sağ
elini kabın içine koyup ağzını çalkaladı, burnuna su verdi sonra yüzünü üç defa
yıkadı, iki ellerini dirseklere kadar üç defa yıkadı, sonra başını meshetti,
sonra topuklarını ayak bileklerine kadar üç defa yıkadı sonra da:
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim benim şu abdestim gibi abdest alır, sonra
iki rekat namaz kılar da bu iki rekat hakkında içinden nefsine bir şeyler
geçirmezse geçmiş günahları bağışlanır." buyurdu" demiştir. [170]
140-) Başka bir rivayette
ise: "Bakın size bir hadis anlatıyorum eğer, ayet olmasaydı size
anlatmazdım. Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Bir kimse abdest alıp abdestini
güzel yapar da namaz kılarsa bu kimsenin kıldığı namaz ile kılacağı namaza
kadar geçen süredeki günahları bağışlanır."diye buyururken işittim"
demiştir. Hadisin raviierinden Urve, söz konusu ayetin «İndirdiğimiz açık
delilleri ve hidayeti, kitapta insanlara açıklandıktan sonra gizleyenler, ki
onlara Allah da lanet eder, lanet ediciler de lanet eder» (Bakara: 159) ayeti
olduğunu söylemiştir.
(Müjde dozu yüksek
olan ve helâl haram gibi bir hükümlerle bir ilgisi bulunmayan bu tür
hadisleri, tenbelliğe sürükler diye son ana kadar rivayet etmemek ashabın
yapageldiği bir uygulamadır. Onlar bir gerçeği, emaneti gizlemiş olmanın
veba-Ünden çekinerek vefatlarına yakın böylesi hadisleri rivayet etmişlerdir.) [171]
141-) Bir kimse Abdullah
b. Zeyd (r.a.)'a: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in nasıl abdest aldığını bana
gösterebilir misin?" dedi. Abdullah b. Zeyd (r.a.):"Tabi" dedi
ve su istedi. İki eline döküp iki defa yıkadı, sonra üç defa ağzını çalkalayıp
burnuna su verip sümkürdü sonra üç defa yüzünü yıkadı sonra da ikişer defa
ellerini dirseklere kadar yıkadı sonra eliyle başını meshet-ti. İki elini
başının önünden başlayarak enseye varana kadar öne arkaya götürüp ilk başladığı
yere getirdi. Sonra da iki ayağını yıkadı"[172]
142-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz abdest aldığında burnuna
su götürsün ve sümkürsün, kim taşla taharetlenirse tek yapsın (üç,
beş...gibi)" buyurmuştur. [173]
143-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,); "Biriniz uykusundan uyandığında abdest
ahp üç defa sümkürsün. Çünkü şeytan
genzinde geceler, "buyurmuştur.
(Şeytan
gözle görülemeyen bir vatlıktır. Bizler gözlerimizle göremediğimiz bazı
şeylerin keyfiyetini de bilemiyoruz. Bu nedenle, bize bunları bildiren
Peygambere inanmakla yetinmeliyiz. Zaten iman, görmediğimiz bir şeyi, haberi
getirene itimadımızdan do!ayı var olduğunu kabul etmektir. Bu nedenle şeytanın
genizde gecelemesi, esnemenin, kötü rüyanın şeytandan olması, geceleyin
şeytanların ortalığa dağılması gibi konular maddi bağlamda gözlenemez. Haber
veren kişiye itimadı olan bunları kabul eder, itimadı olmayan reddeder. Allah,
bizim bilip göremediğimiz birtakım bilinmezleri Peygamberine bildirmiştir. Biz
de Peygambere inanmakla tüm bilinmezleri maddi bağlamda gözlemleyemesek dahi
bunlara inanırız.) [174]
144-) Abdullah b. Amr
(r.a.) anlatır: "Rasûlüilah {s.a.v.) ile birlikte çıktığımız bir
yolculukta, bizden biraz geride kalmıştı. Bu sırada abdest alırken bize
yetişti. Namaz vaktinin daralması bizi acele etmeye sürükledi, ayaklarımızı da
âdeta mesh eder gibi gelişi güzel yıkayıvermiştik. Bunun üzerine yüksek bir
sesle iki veya üç defa: "Vay o topukların cehennemden çekeceğine"
diye seslendi," [175]
145-) Ebû Hureyre
(r.a.)'da. Hz. Peygamber (s.a.v.), topuğunu yıkamamış bir kimse görmüş ve:
"Vay o topukların cehennemdeki haline" buyurmuştur. [176]
146-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Muhakkak ki kıyamet günü ümmetim
abdest izlerinden dolayı el, yüz ve
ayaklarında
nurlar patlayarak çağrılır."diye buyururken işittim. Sizden kim nurunu
çoğa İta bil irse çoğaltsın." demiştir. [177]
147-) Ebû Hureyre
(r.a,), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Eğer ümmetime veya insanlara güçlük
çıkarmış olmasaydım her namazla birlikte misvak kullanmayı emrederdim."
diye buyurduğunu rivayet etmiştir.[178]
148-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelmiştim ki kendisini elinde misvak ile
dişlerini temizliyor, misvak ağzındayken sanki kusacak gibi "Öğ, Öğ"
derken gördüm" demiştir. [179]
149-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) gece namaza kalktığında ağzını misvakla
temizlerdi," demiştir. [180]
150-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v) Şöyle buyurmuştur; "Fıtrat beştir;
Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, koltuk allını traş etmek, bıyığı kısaltmak,
tırnakları kesmek."
(Hadisimizde
sözü edilen "Fıtrat" değişik anlamlara yorumlanmıştır. Bunlar içerisinde
en geniş olanı ise insanın yaradılışına uygun olan şeyler aniamınadır. Buna
göre sözü edilen şeyler insan tabiatına uygun olan şeylerdir. Hadisimizde
bunların beş tane Olduğu
belirtilir. Bir başka hadiste İse (Müslim, Tahara: 56, Tirmizî, Edeh; 14,
Nesei, zîne: ı, ibrtî
Mâce, Tahara: 8) on tans olduğu bildirilir. Buna göre beş sayısı sınırlama ifade
etmemekte bu şeylerin beş tanesini bildirmektedir.) [181]
151-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Müş- ) tiklere muhalefet ediniz,
sakal bırakınız, bıyıklan da kısaltınız."'buy'urmuştur, [182]
152-) Abdullah b. Ömer
(r.a,)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bıyıkla iyice kısaltınız, sakalı
bırakım, "buyurmuştur. [183]
153-) Ebû Eyyûb
el-Ensârî (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v,): "Sizden birisi ozmaya
gittiğinde kıbleye önünü dönmesin, arkasını da (dönmesin, kıbleyi sağına veya
soluna alsın "buyurdu" demiştir. [184]
154-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Birtakım insanlar: "Abdest bozmaya oturduğunda ne kıbleye ne
de Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) dön!" diyorlar. Bir gün evimizin damına
çıkmıştım, Rasûlüllah (s.a.v.)'i abdest bozmak için Beyt-i Makdis'e karşı
dönmüş iki kerpiç üzerinde gördüm." demiştir. [185]
155-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bir işim için, Hafsa'nın evinin üzerine
çıkmıştım. Derken, arkasını kıbleye dönmüş ve Şam tarafına doğru yönelmiş
vaziyette Rasûlüllah (s.a.v.)'i abdest bozarken gördüm"
hadiste Beyt-i
Makdis'e ve Kabe'ye dönük bir vaziyette abdest bozmayı yasaklanırken 154. ve
155. hadislerde Rasûlüllah (s.a.v.)'in bu şekilde abdest bozduğu
belirtilmektedir. Buradaki farklılığı şu şekilde açıklamışlardır. Beyt-i
Makdis'e ve Kabe'ye dönük bir vaziyette abdest bozmanın yasaklanması açık
arazide ve kıbleye karşı sütre olmayan yerlerdedir. 154. ve 155. hadislerde
abdest bozma açık arazide değil kapalı alandadır. Nitekim bir kimsenin banyo
yaparken çıplak yıkanması da bu şekildedir. Kişinin banyo yaparken çıplak
yıkanmasının durumunda açık alanla kapalı alan arasında fark vardır. Açık
alanlarda çıplak yıkanmak kesinlikle yasaklanırken kapalı alanlar için kesin
yasak belirtilmemiştir.) [186]
156-) Ebû Katâde (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz bir şey içtiğinde kaba
solumasın, ayak yoluna gittiğinde de tenasül uzvunu sağ eline dokundurmasın,
sağ eliyle silinip kurulanmastn "buyuröu" demiştir. [187]
157-) Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.), temizlenmede, saç sakal bakımında, ayakkabı
giymede ve diğer bütün işlerinde sağdan başlamayı ve sağ tarafı kullanmayı çok
severdi." demiştir. [188]
158-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: Enes b. Mâlik (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)
abdest bozmaya girdiğinde ben benim kadar bir oğlan çocuğu yanımızda kısa bir
mızrakla su ibriği taşırdık. Kendisi su
ile
taharetlenirdi." demiştir. [189]
159-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) abdest bozmaya çıktığında ben ve bir
oğlan çocuğu yanımızda ucu demirli değnek
veya
bir asa ya da kısa bir mızrakla su ibriği alarak peşinden giderdik. Abdestini
bozduktan sonra kendisine ibriği uzatırdık" demiştir. [190]
160-) Cerîr b. Abdullah
(r.a.)'ın küçük abdest bozduğunda arkasından da abdest aldığı, mestlerine mesh
ettiği sonra da namaza durduğu, kendisine bu sorulduğunda: "Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in böyle yaptığım
gördüm" dediği rivayet edilmiştir. (Hadisi anlatan İbrahim en-Nehaî): "Bu hadis Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'ın
arkadaşlarının hoşuna giderdi.
Çünkü
Cerîr (r.a.) son senelerde Müslüman olanlardandı." demiştir.
(Bazıları mest
üzerine meshi uygun bulmaz ve abdest ayeti (Mâide: 6) ile rneshin
kaldırıldığını söylerlerdi. Ama Cerîr (r.a.) bu ayetin inmesinden sonra
Müslüman olmuştu, bu da mest uygulamasının devam ettiğini gösterdiğinden
Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'ın arkadaşlarının görüşünü desteklemiş oluyordu. Bu
nedenle, hadisi anlatan İbrahim en-Nehaî: "Bu hadis Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'ın arkadaşlarının hoşuna giderdi. Çünkü Cerîr (r.a.) son senelerde
Müslüman olanlardandı." demiştir.) [191]
161-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber {s.a.v.) bir kavmin çöplüğüne vardı, ayakta küçük abdest
bozdu sonra su istedi ben de kendisine su getirdim, abdest aldı."
demiştir. [192]
162-) Muğîra b. Şu'be
(r.a.)'dan. Kendisi, Rasûlütlah (s.a.v.) ile birlikte bir yolculukta iken
Rasûlüllah (s.a.v.) abdest bozmaya gitmiş. (Daha sonra) Muğîra b. Şu'be (r.a.)
Rasûlüllah (s.a.v.) abdest alırken kendisine suyu dökmeye durmuş o da yüzünü
ve iki ellerini (dirsekienyie birlikte) yıkamış ve başını meshedip mestlerinin
üzerine meshetmiştir. [193]
163-) Muğîra b. Şu'be
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlik-' te bir seferde idim:
"Ey Muğîra ıbnğı al"buyurdu. Ben de ıbnğı aldım. Rasûlüllah (s.a.v.)
gözümden kaybolacak kadar uzaklaştı ve abdestini bozdu. Kendisinin üzerinde
Şam diyarına ait bir cübbe vardı. Elini cübbenin kolundan çıkarmaya çalıştı
(abdest almak için kolunu stvamaya çalıştı) ama cübbenin kolu dar geldi. Bunun
üzerine altından çıkardı. Kendisine su döktüm, namaz abdesti aldı, mestleri
üzerine meshetö sonra da namaz kıldı. [194]
164-) Muğîra b. Şu'be
(r.a.): "Bir yolculukta Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikteydim (abctest
için) mestlerini çıkarmak istedim: "Bırak onları, ben onlan (ayaklarım)
abdest iken giydim "buyurdu ve üzerlerine meshetti." demiştir. [195]
165-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Biriniz
uykusundan uyandığında elin/ üç defa yıkamadan kaba daldırmasın. Çünkü elinin
nerede gecelediğini bitemez"[196]
166-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûiüliah (s.a.v.): "Sizden birinizin kabından köpekiçerse
onu yedidefa yıkasın,"buyurdu." demiştir. [197]
167-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz akmayan durgun suya
asla küçük abdestini bozmasın sonra (birisi) onda yıkanabilir''buyurmuştur. [198]
168-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Kendisi şöyle demiştir: "Mescidde Rasûiüliah (s.a.v.) ile
birlikte bulunduğumuz sırada bir bedevi geldi ve mescidde (bir köşeye) küçük
abdest bozmaya kalktı. Rasûiüliah (s.a.v.)'in ashabı hemen: "Heey! Heey!
Ne yapıyorsun!" dediler. Rasûiüliah (s.a.v.): "Kendihaline
bırakın"'buyurdu, onlar da kendi haline bıraktılar bedevi abdestini bozdu.
Arkasında Rasûiüliah (s.a.v.) onu yanına çağırarak: "Şüphesiz, bu
mescidlerde ne idrar ne de pislik uygun olur, buralar ancak ve ancak Yüce
Allah'ı anmak/zikretmek, namaz kılmak ve Kur'ân okumak içindir" buyurdu
veya buna benzer bir söz söyledi- daha sonra cemaatten birisine emir verdi,
bir kova su getirip abdest bozduğu yere döktü."
(İmam Tirmizrnin
getirdiği rivayette (Tirmizi, Taharet. 112) bu kimse mescidde namaz kılmış
arkasından şöyle dua etmiş: "Allah'ım, bana ve Muhammed'e merhamet eyle,
ikimizden başka kimseye merhamet eyleme" Rasûlüllah (s.a.v.) ona dönerek:
"Sen geniş olanı daralttın." Buyurmuştur. Biraz sonra da bedevi
kalkıp mescidde abdest bozmuştur.
Diğer
bir rivayette Efendimiz (a.s.): "Bırakın onu, idrarının üzerine bir ko va
su dökün. Şu bir gerçektir ki sizler zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı
olarak."buyurmuştur. (Buhârî, Vudû: 58; Tirmizî, Taharet. 112) [199]
169-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s a.v,)'e çocuklar getirilir o
da bu çocuklara bereket duasında bulunur tahnik yapardı. Yine bir keresinde
kendisine bir çocuk getirildi, çocuk Hz. Peygamber'in üzerine küçük abdest
bozdu o da su istemiş ve çocuğun idrannın üzerine dökmüş (tamamen) yi
kamamıştır. [200]
170-) Ümmü Kays bintü
Mihsan (r.a.) anlatır. Kendisi henüz yemek yemeyen küçük oğlunu Rasûlüllah
(s.a.v.)'e getirmiş, Rasûlülah (s.a.v.) de onu kucağına oturtmuş, derken çocuk
Hz. Peygamberin elbisesine küçük abdestini bozmuş. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) su isteyip elbisesine su serpmiş (tamamen) yıkamamıştır. [201]
171-) Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in elbisesindeki meni bulaşığını yıkardım,
elbisesinde ıslaklık belirtileri bulunduğu halde namaza çıkardı."
demiştir. [202]
172-) Esma (r.a.):
"Bir kadın Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Birimizin elbisesine
hayız kanı bulaşırsa temizliğini nasıl yapsın?" dedi. 0 da:
"Ovalatsın, sonra da suyla çitilersin, su döküp bununla namazını
kılarsın" buyurdu, "demiştir. [203]
173-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'nin veya Mekke'nin bahçelerinden bir
bahçeye uğramıştı, kabirlerinde azap gören iki kişinin sesini duydu bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bu ikisi a-zap görüyor ama büyük günahtan
ötürü değil" buyurdu sonra: "E-vet, bu ikisinden birisi idrarından
sakınıp korunmazdı, diğerisi de koğuculuk yapmak için dolaşırdı" buyurdu,
arkasından taze hurma çubuğu istedi, ikiye böldü ve her bir kabrin üzerine
koydu: "Ey Allah'ın Rasûfü niçin böyle yaptın?" denildiğinde:
"Bu iki çubuk yaş kaldıkları
sürece
ola ki azaptan hafifletilir" buyurdu." demiştir. (İdrardan sakınmama ve koğuculuk yapmanın
kabir azabına neden olması konusu yanlış anlaşılmamalıdır. Bunların dışında
kabir azabına neden olan diğer davranışlar da vardır. Kabir azabı sadece bu
iki davranışa tahsis edilmemelidir. Kabirde sorulacak sorulara dikkat
edilmelidir. Kabirde Rabb'imizin kim olduğu. Peygamberimizin kim olduğu
sorulacaktır. Dolayısıyla hayatımızdaki Rab ve Peygamberin kim olduğuna dikkat etmemiz gerekir. Nitekim
1896. hadiste kabirde bu soruların sorulacağı bildirilmektedir. Bu açıklamadan
idran hafife alma da çıkarılmamalıdır. Bizim söylemek istediğimiz, idrardan
sakınmamak elbette kabir azabına sebep olur zira Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle
buyurmuştur. Ancak sadece bu hususa takılıp diğer hususlar ihmal
edilmemelidir.
"Bu ikisi azap
görüyor ama büyük günahtan ötürü değil" ifadesindeki "büyük günahtan
Ötürü değil" ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır. Bunlar, azabolunan bu
kimselerin gözünde büyük değildi. Onlar bu ikisini önem vermiyorlardı, halbuki
bunlar büyük günahlardandı. Bir diğer aniam ise bunların kaçınmadıkları ve
azaba duçar kaldıkları bu şeyler aslında kaçınılması öyle zor bir iş değildi
ama onlar bunlara önem vermediler.
"İdrarından
sakınıp korunmazdi"şeklinde çevirdiğimiz ifade kelime olarak "İdrara
karşı perde edinmezdi" demektir. Konuya bu açıdan bakıldığında abdest bozarken
avret yerini örtmez açıkta herkese karşı abdest bozardı anlamı gkarmak da
mümkündür.) [204]
174-) Yine kendisinin
başka bir rivayetinde: "Biz hanımlarından birisi âdetini görürken
Rasûlüllah (s.a.v.) birimizle yakın olmak istediğinde âdetinin başında
âdeti fazla olduğunda önlük bağlamasını emreder sonra da ona yakın
dururdu. Sizden hanginiz Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi uzvuna şehvetine
hakim olabilir ki?" demiştir. [205]
175-) Meymûne (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), hanımları âdet görürken izarlarınin üzerinde iken
onlara yaklaşırdı." demiştir. [206]
176-) Müminlerin annesi
Ümmü Seleme (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yünlü bir aba
içerisinde yatıyordum baksam ki âdetim gelmiş hemen usulca kalkıp gittim ve
âdet zamanındaki elbisemi aldım: "Âdetin mi geldi?" dedi
"evet" dedim. Beni yanına çağırdı kendisiyle yünlü aba içinde
yattım" demiştir. [207]
177-) Yine Ümmü Seleme
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte cünüplükten dolayı bir
kaptan yıkanırdım." demiştir. [208]
178-) Hz. Aişe (r,a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) mescidde otikafta) iken başını benim hücreme uzatır,
ben de saçının bakımını yapardım. Kendisi itikafta iken ancak bir hacet olursa
eve girerdi." demiştir.
(Buradaki hacetten
kasıt, abdest bozma ihtiyacı olduğu hususunda İttifak vardır. Bunun dışındaki
bir kısım gereksinimleri hakkında çeşitli görüşler ileri sürüfmüş tür, ilgili fıkıh
kitaplarında bunların tafsilatına bakılabilir.) [209]
179-) Yine Hz. Aişe
(r.a.): "Ben âdetimi görürken kendisi mescidde i-tikafta iken başını ben
de yıkardım" demiştir. [210]
180-) Hz. Aişe (r.a.):
"Ben âdet görürken Hz. Peygamber (s.a.v.) kucağıma yaslanır sonra da
Kur'ân okurdu" demiştir. [211]
181-) Hz. Ali (r.a.):
"Ben, mezi akıntısı çok olan birisiydim. Mikdâd'a bunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e
sormasını söyledim. O da sordu: "Bunda namaz abdesti al'ması
gerekir"buyurdu, "demiştir. [212]
182-) Âişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.), cünüp iken uyumak istediğinde tenasül uzvunu
yıkar sonra namaz abdesti alırdı." demiştir. [213]
183-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Ömer b. Hattab (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'e: "Birimiz cünüp
iken uyuyabilir mi?" diye sordu. O da: "Tabi, sizden biriniz cünüp
iken namaz abdesti alırsa (isterse) uyusun"buyurdu. [214]
184-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Ömer b. Hattab (r.a.), geceleyin cünüp olduğunu Rasûlüllah
(s.a.v.)'e söyledi (durumunu sordu.) O da: "Namaz abdesti af ve tenasül
uzvunu yıka (istersen bundan sonra) uyu" buyurdu. [215]
185-) Enes b. Malik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gusül ile hanımlarını dolaşırdı. O
gün kendisinin dokuz hanımı vardı." demiştir. [216]
186-) Ümmü Seleme (r.a.)
aniatır: "Ümmü Süleym, Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, şüphesiz Allah hakikati söylemekten haya etmez, acaba rüyada bir kadın
ihtilam olsa gusül gerekir mi?" dedi: "Suya (meniyi) görürse"
buyurdu. -Hadisi anlatan bu sırada Ümmü Seleme (utanandan) yüzünü örttü,
demiştir- Ümmü Süieym: "Ey Allah'ın Rasüiü, kadından da meni gelir
mi?" dedi, o da: "Hay Allah hayrını versin evet, öyle olmasaydı
çocuğu kendisine ne ile benzeyecekti? "buyurdu. [217]
187-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)
cünüplükten dolayı boy abdesti aldığında işe önce iki eiini yıkayarak başlar
sonra namaz abdesti alır, sonra parmaklarını suya daidmp parmaklarıyla saç köklerine
suyu iletir. Sonra başına iki e-liyle üç avuç su döker ardından da bütün
vücuduna su dökerdi"
(Cünüplük, bir
kimseden meni gelmesi, tenasül uzvunun en az sünnet yerinin girmesi veya
kadınlarda hayız ve nifas kanının gelmesi ile gözle görülmeyen pislik halidir.
Böyle hallerde, sınırlan çi2ilip belirtilmiş olan şekilde yıkanmakla pislikten
temizlenilir, Cünüp denmesinin nedeni ise bu durumda olan kimselerin bazı
şeylerden uzaklaştınlması nedeniyledir. Kelime anlamı "uzak durmak,
kenarda kalmak" demektir. (İbni Manrfr, Lisânül-Arab. "C.N.B"
maddesi.)
Cünüplükten
temizlenme sadece İslâm dininde görülen bir mefhum değildir. Cahiliye dönemi
Araplannda Hz, İbrahim (a.s.)'dan ka!ma birtakım uygulamalara rastlanmaktadır.
Nitekim Ebû Süfyân Bedir'de yenilgiye ugradıklannda, tekrar savaşana kadar
cünüplükten dolayı başına su dökmeyeceğine dair yemin etmişür. {ibni ishak, s.
291) Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da gusül ve abdest uygulamalannın izlerine
rastlanmaktadır. Ayrıntılı bilgi İÇİn bakiniz. Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette
İslâm, fi. 355,273, 291) [218]
188-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Meymüne (r.a.): "Rasûlütlah (s.a.v.) ayaklarını
yıkamadan namaz abdesti aldı, avret yerini ve buradaki pislik bulaşıklarını yıkadı
ardından üzerine su döktü sonra da ayak-iannı çıkarıp yıkadı. İşte cünüplükten
dolay! Hz. Peygamber (s.a.v.)'in boy abdesti budur" demiştir, [219]
189-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v,) cünüplükten dolayı boy
abdesti aldığında {deve sağılan bir kap olan ve yaklaşık dört litre alan) hilâb
gibi bir şey ister ve
eliyle su alıp (yıkanmaya) başının sağ yanından başlar sonra soluna ardından
da iki eliyle üzerine dökerdi" demiştir. [220]
190-) Aişe (r.a.):
"Ben Peygamber (s.a.v.) İle "Ferak" denilen maşraba cinsinden
bir kaptan boy abdesti alırdım" demiştir. (Ferak, yaklaşık sekiz litre su
alabilen ölçü birimidir.) [221]
191-) Ebû Seleme (hz.
Aişe (r.a-ynın yeğeni): "Ben ve Aişe (r.a.)'nın kardeşi bir gün Aişe
(r.a.)'nın yanına girdik. Kardeşi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in boy abdestini
sordu o da bir sa' kadar su aian bir kap istedi ve yıkanıp başına
su döktü. Bizimle
onun arasında da bir perde vardı" demiştir. (Sa1, yaklaşık dört litre su
alabilen ölçü birimidir.) [222]
192-) Hz. Aişe (r.a.):
"Ben, Rasûlüllah (s.a.v.) ile bir kabtan yıkanırdım, ellerimiz bu kabın
içerisine gider gelirdi" demiştir." [223]
193-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) beş Müd veya bir Sasu ile gusül abdesti alır bir
Müd ile de namaz abdesti alırdı" demiştir. (Hadiste
geçen Sa1 ve Müd o dönemin ölçü birimleridir günümüz ölçü birimlerine göre bir
Müd yaklaşık bir litre bir Sa' İse dört litredir.) [224]
194-) Cübeyr b. Mut'im
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) iki eliyle göstererek: "...Ben de
başıma üç defa su dökerim"buyurdu" demiştir. [225]
195-) Ebû İshak:
"Ebû Cafer, babası Câbir b. Abdullah (r.a.)'ın yanında iken oradaki
toplulukta kilerin boy abdestini sorduklarını bize şöyle anlattı. Câbir b.
Abdullah (r.a.): "Bir sa' miktan su yeter" dedi. Oradaki bir adam:
"Bana yetmiyor ki" dedi bunun üzerine Câbir (r.a.): "Senden saçı
daha gür ve yine senden daha hayırlı olana (Hz. peygamber (s.a.v.)'e)
yetiyordu" dedi ve arkasından bir tek elbise içerisinde bize namazda imam
oldu" demiştir. [226]
196-) Aişe (r.a.):
"Bir kadın Hz. Peygamber (s.a.v.)'e âdetinden dolayı boy abdesti alma
konusunu sormuştu. O da nasıl boy abdesti alacağı konusunda: "Koku
sürülmüş bir pamuk veya yünden bez Parçası al onunla temizlen" ölye
emretti. Kadın: "Nasıl temizleneyim?" dedi: "Onunla
temizlen" dedi. Kadın: "Nasıl?" dedi. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Subhanellah! temizlen işte!" buyurdu.
Kadını kendime çektim ve: "Onunla kan kalıntılarını temizle!" dedim"
demiştir[227]
197-) Aişe (r.a.):
"Fatıma bintü Ebî Hubeyş, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü benim normal âdet dönemim dışında devamlı kanamam oluyor, temiz
olamıyorum, namazı bırakayım mı?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Hayır,
Bu seninki kanayan bir damar kanıdır, hayız kanı değildir. Ancak hayız günün
geldiğinde namazı bırak, hayız günün bittiğinde (gusüi abdestı alıp) üzerindeki
kanı temizle ve namazı kıl, hayız günün gelene değin de her namaz vakti için
namaz abdesti al"buyurdu." demiştir,
[228]
198-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Ümmü Habîbe b. Cahş, Rasûlüllah (s.a.v.)'den fetva sordu
ve: "Benden özürlü (müstehâze) kanı geliyor?" dedi. Rasûlüllah
(s.a.v.) de: "Bu bir damar rahatsızlığıdır. Dolayısıyla (böyle durumda)
yıkan ve namazım öyle kıl"'buyurdu. O da her namazda yıkanırdı"
("Her namazda
yıkanırdı" ifadesi konusunda değişik yaklaşımlar olmuştur.Hadisin sonunda
hadisin ravilerinden Leys b. Sa'd, hadisi aldığı hocası İbni Şihâb'm,
"Rasûtüllah (s.a.v.), ona her namazdı yıkanmasını emrettiğini"
söylemediğini, onun bunu kendiliğinden yaptığını bildirmiştir. Müstehâze
kadının, âdet süresi bittiğinde yıkanması ve diğer zamanlarda ise her namaz
için sadece namaz abdesti alması gerekir.) [229]
199-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Bir kadın: "Bizden birisi âdetinden temizlendiğinde
kılamadığı namazını kaza edecek mi?" diye sordu. Hz. Aişe (r.a,): "Sen
Harûrîter'den misin? Biz Hz. Peygamber'in yanında iken âdet görürdük, bize
böyle bir şey emretmezdi" dedi veya "böyle bir şey yapmazdık"
dedi"
(Harûrîler, Harici
fırkasının bir bölümüdür. Hariciler'in bir özelliği ise dinî hükümleri yanlış
ve ters anlaman, bazı dinî hüküm ve İbadetlere cahilane bir biçimde
sarılmalarıdır.) [230]
200-) Ümmü Hânî bintü
Ebî Tâlib (r.a.): "Mekke'nin fethedildiği senede Rasûlüllah (s.a.v.)'in
yanına gitmiştim. Kendisini Fatıma perdelemiş yıkanıyor buldum:
"Bu(gelen)kimdir?"buyurdu, bende: "Ümmü Hânî" dedim"
demiştir. [231]
201-) Ebû Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.): "İsrailoğullan birbirlerine bakarakçıplakyıkanır,
Mûsâ(a.s.) da yalnız yıkanırdı. Bunun üzerine: "Vallahi Mûsânın bizimle
yıkanmasını, kendisinin kasığında fıtık olması alıkoymaktadır" demişlerdi.
Bir keresinde yine yıkanmaya gitti ve elbisesini bir taşa koydu, taş da
elbisesini alıp kaçırdı, Mûsâ; "Aman taş, elbisemi" diye peşinden
(giderek sudan) çıktı, sonunda İsrailoğullan Mûsâyı seyrettiler ve:
"Vallahi Musa'nın bir şeyi yokmuş" dediler. Mûsâ (a.s.) elbisesini
aldı ve taşı dövmeye başladı"buyurdu." demiştir. Ebû Hureyre (r.a.)
bu söze ilaveten: "Vallahi taşa vurmasından dolayı taş üzerinde altı veya
yedi tane iz olmuş." demiştir. [232]
202-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) şöyle anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) halk ile birlikte Kabe'nin
inşası için taş taşıyordu, üzerinde de izan (peştemalı) vardı. Amcası Abbâs:
"Ey kardeşimin oğlu, Izannı belinden çözsen de omuzlarına bağlayıp taşın
önüne koysan?..." dedi. O da izarınt çözüp omuzuna koydu, hemen kendinden
geçerek yere düştü.
Artık bundan sonra
bir daha çıplak görülmedi."
(Bu olay, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e peygamberlik görevi verilmeden önce meydana gelmiştir.
Rasûlüllah (s.a.v.), peygamberlikle görevlendirilmeden önce de koruma ve
gözetim altında idi.) [233]
203-) Ebû Said el- Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ensardan birisine haber göndermişti o da
başından su damlayarak geldi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Herhalde sana
acele ettirdik"buyurdu O da: "Evet" dedi. Bunun üzerine:
"Eğer aceleye gelir veya menin gelmez ise sana namaz abdesti almak
düşer" buyurdu." demiştir. [234]
204-) Übeyy b. Ka'b
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e kadına yaklaşıp da
menisi gelmeyen bir kimsenin durumunu sordum. O da: "Kadına değen şeyini
(tenasül uzvunu) yıkar sonra abdest alıp namaz kılabilir"buyurdu." [235]
205-) Zeyd b. Hafid,
Osman b. Affan'a şöyle sorduğunu anlatır: "Bir kimse cima edip de meni
gelmez ise ne dersin?" dedim. Osman:
"Bu
kimse namaz abdesti gibi abdest alır, tenasül uzvunu da yıkar. Bunu Rasûiülîah
(s.a.v.)'den işittim. Ali, Zübeyr, Talha ve Übey b. Ka'b'a .;
sordum onlar da böyle emrettiler" demiştir.
(İslâmın ilk
dönemlerinde, elmada meni gelmezse gusül abdestinin gerekmeyeceği
belirtilmiştir. Sonraiarı bu uygulama kaldınldı. Übey b. Ka'b (r.a.):
"Yıkanmak, ancak meninin gelmesiyje gerekir." hükmü İsiâmın ilk
yıllanndaki bir ruhsat idi, sonra bu ruhsat kaldırıldı" demiştir. (Timizi,
Taharet:: 81. Ebû Dâvûd, Taharet: 84} İmam Tirmizî bu hadisin devamında;
"Bu husus birden fazla sahabe tarafından rivayet edilmiştir, Übey b. Ka'b
(r.B.), Râfi b. Hadic (r.a.) bunlardandır. Îİim erbabının çoğunun nazannda uygulama
"Bir kimse hanımıyla cima ederse meni gelmese bile gusül abdesti
gerekir." şeklindedir." demiştir. Söz konusu ilk uygulama
kaldırıldığı halde bunu bilmeyen bazı sahabüer eski uygulamaya devam etmişler
sonra işin gerçek yönü kendilerine bildirildiğinde görüşlerinden dönmüşlerdir.
Hadis kitaplarında bu hususu düe getiren pek çok rivayet vardır. Bunlardan
birisi de Hz. Aişe (r.a.)'ın hadisidir. Müslümanlar kendi aralarında bu konuyu
tarbşmışlar bir sonuca yaramayınca durumu Hz. Aişe (r.a.)'a sormuşlar, o da:
"Bu konuyu iyi bilen birisine düştün. Rasûlüliah (s.a.v.): "Bir kimse
kadının dört kenarı arasına oturup sünnet yeri kadının sünnet yerine değdi mi
gusül
gerekir,
"buyurdu." demiştir. (Müslim, Hayız: 88. Ebû Dâvûd, Taharet; 84.) [236]
206-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimse hanımının dört kenarının
arasına oturur yorulana değin çalışırsa kendisine boy abdesti farz olur"
buyurmuştur. [237]
207-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.), koyun budu yemiş arkasından da namaz kılmış,
(yediği yemeMsn dolayı) namaz abdesti almamıştır, [238]
208-) Amr b, Ümeyye
(r.a.)'dan. Kendisi, Rasûlüllah (s.a.v.)'i koyunun kürek kemiğinden et kesip
(/ediğini) görmüştür. Ardından namaza çağrılmış bıçağı bırakıp (yediği
yemekten dolayı) abdest almadan namaza durmuştur. [239]
209-) Meymüne (r.a.) Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in kendisinin yanında kürek kemiğinin etini yediğini
ardından da (yediği yemekten cîoiayı) abdest almadan namaz kıldığını
söylemiştir.
(Bir keresinde Hz.
Peygamber (s.a.v.) et yemeği yedikten sonra abdest alıp namaz kılmış, bundan
doiayı et yemeği yemenin abdest almayı gerektireceği görüşüne varanlar
olmuştur.) [240]
210-) İbni Abbâs (r.a.)
Rasûlüilah (s.a.v.)'in süt içtiğini ardından ağzını çalkalayıp: "Yağlı
imiş "âeĞ\ğ\n\ rivayet etmiştir. [241]
211-) Abdullah b. Zeyd
el-Ensârî (r.a.)'dan. Kendisi, Rasûlüilah (s a.v.Ve namazında abdesti bozan bir
şeyler olduğunu zanneden bir kimsenin durumunu anlatmış. O da: "Sesi
duymadıkça veya kokuyu hissetmedikçe namazdan ayrılmasın " buyurmuştur. [242]
212-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ölü bir koyun gördü. Bu koyun Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Meymune'nin azat ettiği bir kadına zekât malından
verilmişti, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Der/sini kuilansaydmız ya?"
dedi. Oradakiler: "Bu koyun ölmüştür?" dediler: "Ölü hayvanın
ancak eti haram kılınmıştır, "buyurdu. [243]
213-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a.) anlatır: "Seferlerinin birinde
Rasûlüliah (s.a.v.) ile birlikte çıktık. (Mekke ve Medine arasmda) Beydâ veya
Zâtu'l-Ceyş mevkisinde bulunduğumuz sırada gerdanlığım kopup düştü. Rasûiülîah
(s.a.v.) gerdanlığımı aramak üzere konakladı halk da kendisiyle beraber
konakladı ama su başında değillerdi. Halk Ebû Bekir Sfddık'a varıp:
"Aişe'nin ne yaptığını görüyor musun? Rasûlüilah (s.a.v.) ve halkı su
bulunmayan bir yerde kon a ki attırdı, yanlarında da su yok."dediler.
Rasûlüilah (s.a.v.) başını dizime koyup uyuduğu sırada Ebû Bekir çikageldi:
"Rasûlüliah (s.a.v.)'i ve halkı su bulunmayan bir yerde alıkoydun! üstelik
yanlannda su da yok!" dedi ve beni azarladı. Allah'ın konuşmasını dilediği
kadar söyleyeceğini söyledi, eliyle de böğrüme vurmaya başladı. Rasûlüilah
(s.a.v.)'in dizimde olmasından dolayı hiç kıpırdayamamıştım. Rasûlüilah
(s.a.v.) susuz olarak sabaha çıktığında ayağa kalktı. Derken, Aliah teyemmüm
ayetini indirdi. (Mawe: e) Bunun üzerine teyemmüm ettiler." Bu olay
üzerine ( Useyd b. Hudayr: "Ey Ebû Bekir ailesi bu sizin (sebep olduğunuz)
İlk bereketiniz değildir" dedi. Üzerinde olduğum deveyi harekete
geçirdiğimizde gerdanlığı devenin altında bulduk" demiştir. [244]
214-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatmıştır: Kendisi Esma (r.a.)'dan ödünç bir gerdanlık almış onu da
kaybetmiştir. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) birtakım kimseleri gerdanlığı
bulmak için göndermiş, bu sırada namaz vaktf gelmiş ve bu yüzden abdest almadan
namaz kılmışlar. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelip su bulamadıklarını
bildirmişler, Neticede teyemmüm ayeti inmiştir. Bunun üzerine Üseyd b, Hudayr
(r.a.) Hz. Aişe'ye: "Allah senin hayrını versin. Vallahi senin başına gelen
her işte, Allah senin için ondan bir çıkış yolu yapmış, Müslümanlar için bunda
bereket kılmıştır." demiştir. [245]
215-) Şakîk'den. Şöyle
demiştir: "Abdullah b. Mes'ûd ve Ebû Musa ile birlikte oturuyordum. Ebû
Musa, Abdullah b. Mes'ûd'a: "Ey Ebû Abdurrahman, bir kimse cünüp olsa ve
bir ay su bulamasa ne dersin, bu kimse namazı nasıl yapacak?" dedi.
Abdullah b. Mes'ûd da: "Bir ay su bulamıyor ise teyemmüm yapamaz"
dedi, o da: "Mâide süresindeki: «Su bulamadı iseniz temiz bir toprakla
teyemmüm ediniz...» Mâide âyetini nasıi anlayacağız?" dedi, Abdullah b.
Mes'ûd: "Eğer böyle kimselere ( bu âyetle ruhsat tanınırsa su soğuk
geldiğinde de hemen toprakla teyemüm etmeye kalkarlar" dedi. Bunun üzerine
Ebû Musa da: "Ama sen, Ammâr'ın: "Rasûlülfah (s.a.v.), beni bir yere
göndermişti. Derken cünüp oldum fakat su bulamadım. Bu yüzden hayvanın toprakta
yuvarlandığı gibi toprakta yuvarlandım. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına
geldim ve kendisine bunu dile getirdim. O da: "İki elini şöyle yapman sana
ye-fe/*//"buyurdu ve iki elini yere bir kere vurdu sonra sol elini sağ
elinin üzerine, (sağ enm de sol eline) avuçlannın içerisine ve yüzüne
sürdü." dediğini duymadın herhalde?" dedi. O da: "Ama sen de
Ömer'in, Ammar'ın dediklerine kanaat getirmediğini örmedin her halde?"
dedi"
Diğer bir rivayette
Ömer (r.a.)'ın, Ammar (r.a.): "Üzerine aldığın sorumluluğu sana
bırakıyorum" dediği belirtilmiştir. [246]
216-) Abdurrahman b.
Ebzâ (r.h.) anlatır: "Bir adam Ömer b. Hattab (r.a.)'a geldi ve: "Ben
cünüp oldum su da bulamadım" dedi Ammar b. Yâsİr (r.a.) Ömer b. Hattab
(r.a.)'a: "Hatırlıyor musun seninle ben bir yolukta idik ve (cünüp
olmuştuk) sen namazı kılmadın, ben de toprağa bulanıp amaz kılmıştım da bunu
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bildirmiştik. Hz. Peygamber elini toprağa vurdu ve
ellerine üfleyip yüzünü ve ellerini meshettikten sonra: "Busana
yeter" buyumuŞu" dedi. [247]
217-) Ebü Cüheym b.
el-Hâris b. es-Sımme el-Ensârî (r.a.): "Hz.' Peygamber (s.a.v.) Medine yakmlanndaki
Bi'ru
Ceme! mevkisinden
bu yöne doğru yola koyulmuştu ki kendisine bir adam rastladı ve selâm verdi,
ama Hz. Peygamber (s.a.v.) selâmına cevap vermeyip duvara yöneldi iki eiini ve
yüzünü mesnetti sonra adamın selâmını aidi" demiştir.
(Hz. peygamber
(s.a.v.)'in selâmı teyemmümden sonra alması, Allah'ın selâmını taharetiz
almayı uygun görmemesinden dolayıdır. Ancak, bu uygulama kesin bir emir de
ğildır. Abdestsiz de selâm alınabilir, abü'estii olsrdk selâm almak ise güzel
bir şeydir.) [248]
218-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Kendisi bir gün cünüp iken Medine'nin sokaklarından birinde
Rasûlüllah (s.a.v,) karşısına çıkmış. Ebû Hureyre (r.a.) devamla: "Hemen
geri durup oradan savuştum, gidip boy abdesti aldım" dedi. Sonra Ebü
Hureyre (r.a.) geldi, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ey Ebû Hureyre
neredeydin?"buyurdu: "Cünüptüm, taharetsiz yanında oturmayı da
istemedim" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sübhanellah! Mümin pis olmaz
"buyurdu. [249]
219-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) helaya girerken "Allahürnma inni EûzÜbike
mine'l-Hubusl ve'l-Habâis (=Allah'ım, gözle görülmeyen kötülüklerden, erkek ve
dişi şeytanlardan Sana sığınırım)" derdi." demiştir.
(Hubus ve Habâis
kelimeleri anlam olarak, kötü pis şeyler demektir. Biri erkeği diğeri kadını
gösteren bu lafızlardan erkek ve dişi şeytanlar kasdedildiği bildirilmiştir.) [250]
220-) Enes (r.a.)
anlatır: "Namaza kamet getirilmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir adamla
mescidin kenarında sessizce konuşuyordu. Öyle ki oradakiler uyuklayıncaya kadar
(sözü uzattı) namaza kalkmadı." [251]
221-) İbni Ömer (r.a,)
şöyle derdi: "Müslümanlar Medine'ye geldiklerinde toplanır namaz zamanını
gözetirlerdi, (bu donemde) namaz için bir çağırma yoktu. Bir gün bu konu
hakkında konuştular birisi: "Hıristi-yanfarın çanı gibi çan
kullanınız" dedi. Diğer birisi de; "Hayır, Yahudiler gibi boru kullanınız."
dedi. Ömer de: "Bir adam gönderseniz de halkı namaza çağırsa" dedi.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey Bilal kalk, namaza
"buyurdu." [252]
222-) Enes (r.a.):
"Bilal'e ezanda iki tekrar yapması kamette de "Kad
Kameti's-Salâh" dışında bir defa okuması emredildi." demiştir. [253]
223-) Ebû Said el-Hudri
(r.a.)'dan. Ra&ülüllah (s.a.v.): "Ezanı duyduğunuzda
müezzinin söylediği gibi siz de söyleyiniz." buyurmuştur. [254]
224-) Ebû Hureyre
(r,a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Namaza
çağn yapıldığında şeytan yellenerek ezanı duyamayacağı kadar uzağa çekilir.
Çağrı bittiğinde geri gelir. Namaza kamet getirildiğinde tekrar dönüp çekilir.
Kamet bittiğinde tekrar gelir sonunda kişi ile kalbi arasına girer ve;
"Şunu hatırla, bunu hatırla" diyerek aklında olmayanları söyler,
nihayet bu kimse kaç rekat
namaz kıldığını bilemez olur."
(Efendimiz
(a.s.)'ın bu tür hadisleri, ezandan kaçan şeytanın durumunu güzel
bir benzetme ile
ortaya koymaktadır. Onun ezandan kaçtığı sıradaki hali, anstzın büyük bir korku
ve dehşete düşen insanın haline benzetilmiştir. Böyle bir kimse, ne yapacağını
bilemez, dizlerinin bağı çözülür, mafsalları gevşer, iradesi ait üst olur.
Deyim yerindeyse altına işer. Ezanı duyan şeytan da böyle bir korkuya kapıldığı
için ne yapacağını bilemez. Bu haliyle o, uğradığı felâketten dolayı ne
yapacağını bilemeyen insana benzer. Şeytanın yellenmesi, onun bu durumdaki
endişesinin şiddetini bildirmektedir.
Şeytanın yellenmesi, mecazi bir ifade midir yoksa gerçekten yellenme midir,
şeklindeki somya farklı açıklamalar yapılmıştır. Bazı âlimlere göre onun
yellenmesi, ezanın sesini duymamak ve bastırmak için çıkardığı çirkin sesidir.
Şeytanın ezanı
duymamak için kaçması da çeşitti şekilde açıklanmıştır: Bir son-gelecek olan
hadiste, müezzinin sesini duyanların kıyamet günü şahitlik edeceği
anlatılmıştır. Buna göre o, bu şahitlikten kurtulmak için yahut Allah'a kulluğa
çağrıyı duymuş olmamak için kaçar. Bir başka açıklamaya göre ise ezanın önemi
ve yüceliğinden dolayı kaçar.) [255]
225-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v,) namaza başlangıç tekbiri aldığında İki elini
iki omuz hizasına kaldırırdı. Rukûa giderken tekbir aldığında, yine başını
rukûdan kaldırıp "Semiallahu fimen Hamiden" dediğinde de ellerini
kaldırırdı, ama bunu secdelerde yapmazdı." demiştir. [256]
226-) Ebû Kılâbe'den.
Kendisi, Malik b. Huveyris (r.a.)'ı, namaz kılarken tekbir aldığını sonra
ellerini kaldırdığını, rukûya gitmek istediğinde de ellerini kaldırdığını,
başını rukûdan kaldırdığında da ellerini kaldırdığını görmüş, Malik b. Huveyris
(r.a.)'ın, Rasûlüllah (s.a.v.)'in de böyle yapıyor olduğunu bildirdiğini
söylemiştir.
Diğer bir rivayet
ise "Ellerini iki kulağının hizasına kadar kaldırdı"şeklindedir.
(Bu hadiste
üzerinde durulması gereken iki husus vardır, elleri omuz hizasına kadar
kaldırma İle rukûya gidiş-gelişlerde el kaldırma meselesidir.
Hadiste tekbir
alırken ellerin omuz hizasına kadar kaldırıldığı bildirilmiştir. Aslında bu
konuda çeşitli uygulamalar vardır (Müslim, Salât: 26, Ebû Dâvûd, Salât: ııs,
Nessi, iftitâh: s, Nasbu'r-Râye i. 3io-3ii} bu yerlerde ellerin kulak hizasına
veya başparmağın kulak yumuşağına kadar kaldırıldığı belirtilir. Mesele
üzerinde mezhebler çeşitli görüşler sürmüşlerdir.
Buhârî Sarihi Aynî
namazda el kaldırmanın İslâm'ın ilk yıllarındaki bir uygulama olduğunu sonunda
bunun kaldırıldığını belirterek bu konuda Tahavî'den deliller getirir.
(Umdetu'l-Kârî, v. 9) Ancak şunu da belirtelim ki karşı görüşte olanlar
Hanefilerin ileri sürdüğü rivayetlere çoğunluğu sened konusunda olan çeşitli
tenkitler yapmıştır.
Konuyu Şah Veliyyullah'ın
şu tespitiyle bitirelim: "Bu, Rasûlüllah (s.a.v.) tarafından bazen
yapılıp bazen terkedilen fiillerdendir. Dolayısıyla hepsi sünnettir. Herbirini
sahabeden bir cemaat almış, tabiîn ve daha sonraki nesiller boyunca durum aynı
şekilde devam edegelmiştir. Bu konu Medine ve Küfe ekollerinin ihtilaf ettikleri
konulardan biridir. Her bir ekolün sağlam delilleri ve dayanakları vardır. Kanaatimce
bunların hepsi sünnettir.) [257]
227-) Ebû Seleme!den, o
da Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Ebû Hureyre (r-a.)7 kendilerine namaz kıldırır,
eğildiğinde de doğrulduğunda da tekbir
alır,
namazı bitirdiğinde: "Namaz kılma biçimince Rasûlüllah (s.a.v.)'e
i-çinizden en çok benzeyen benim." derdi.
[258]
228-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v,) namaza durduğunda, ayakta iken tekbir alırdı,
arkasından rukûya gittiğinde yine tekbir alır, sonra belini rukûdan kaldırdığı
sırada "Semiallahulimen hamiden" der, tam doğrulduğunda da:
"Rabbena leke'l-hamd" derdi. Sonra secdeye indiği sırada tekbir alır,
secdeden başını kaldırdığı sırada tekbir alır, sonra (ikinci) secdeye giderken
tekbir alır, sonra başını secdeden kaldırdığı sırada tekbir alır, sonra
tamamlayana kadar namazın tümünde bunu yapar, i-kinci rekattaki oturuştan sonra
kalktığı sırada da tekbir alırdı" demiştir. [259]
229-) İmrân b. Husayn
(r.a.)'dan. Kendisi Basra'da Ali (r.a.) ile namaz kılmış ve arkasından:
"Bu zat bize Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kılageldiğimiz namazı
hatırlattı" demiştir. Onun her kalktığında ve eğildiğinde tekbir
getirdiğini de söylemiştir. [260]
230-) Ubâde b. es-Sâmit
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Fatiha'yı okumayanın
namazı yoktur." buyurmuştur.
(Hadiste
"Fatiha Suresi'ni okumayanın namazının olmadığı" belirtilirken bu
hüküm, "Kur'ân 'dan yanında bulunan kolayına geleni oku" (bu 232.
hadistir,
Bubârî, Ezan: 9S
Müslim, Saiât: 45, Tırmizi, Salât: 110, Neseî, İftitâh: 7, İbni Mâce, İkâme:
72) HadİSİ ve
«Kur'ân'dan
kolayına geleni oku» (Müzzemmü: 20) ayeti i!e uyuşmamaktadır. Bu iki yerde ne
okunacağı serbest bırakılmıştır. Buradan hareketle "Fatihasiz
olmayacağı" ifadesi, namazın kabul olmaması anlamına değii de Kur'ân'ın
temeli sayılan ve Ümmül-Kur'ân (=Kur'ân'ın anası) diye ifade edilen Fatiha
Suresi gibi önernii bir surenin terkedilmesinin uygun olmayacağının
bildirilmesi için böyle söylenmiş olabileceği belirtilmiştir. Tıpkı:
"Yemek hazırlanıp konulduğunda namaz olmaz."'(Müslim, Mesâcid: 67,
Ebû Dâvüd, Taharet: 43) hadisinde olduğu gibi vurgulanmak istenilen namazın
geçersizliği değil, böyle bir ortamda uygun düşmeyeceği anlatılmaktadır.
Açıklamasını yaptığımız hadisteki maksadın namaz kılan kimseyi Fatiha
Suresi'ni mutlaka okumaya özendirip teşvik etme olduğu belirtilmiştir.
Diğer taraftan
cemaatle namaz kılınırken imamın okumasının cemaatin de 0-kuması yerine
geçeceğini belirten ve bu hususta hadisler getiren Hanefî âlimleri namazda
Fatiha'nın önemi ve bu konudaki hadislerin çok kuvvetli olması nedeniyle belki
biraz da "İmamın okuması cemaatin okuması yerine geçer" şeklindeki
hadislerin bunun kadar kuvvetli olmamasından bazı Hanefi âlimler de ihtiyaten
imamın arkasındaki cemaatin de kıraat yapmasını güzel görmüşlerdir. Bu
âlimlerin bir kısmı bunun, kıraati gizli olan namazlarda olabileceğini
söylerken diğer bir kısmı, bütün namazlarda olabilir demiş, bir başkası da imam
hatalı okuyan birisi olursa, demiştir {Bedruddîn Aynî, Umdetü'l-Kâri, v. 67)
İmam Muhammed'in de kıraati gizli olan namazlarda cemaatin Fatiha'yı okumasını
güzel karşıladığı rivayet edilmiştir, (umdedu'r-Riâye Hâşiyetu
Şerhi'l-Vİkâye'den naklen Mübârekpûrî, Tuhfetu'l-Ahvezi, ÎI. 195) [261]
231-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Her namazda kıraat yapılır, Rasûlüllah (s.a.v.)'in bize
duyurduğunu biz de size duyurduk, bize gizli yaptığını da Sİze gİZİİ yaptık. (Fatlha'dan sonra ek
bir kıraati soran kimseye de) Fatiha Üzerine ilave
etmezsen yeterli olur, ama ilave edersen bu daha iyidir." demiştir, [262]
232-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) mescide girmişti, arkasından bir adam da
girip namaz kıldı, sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e selâm verdi, selâmını aldı
ve: "Haydi dön git, yeniden namaz kıl, namazın olmadı" buyurdu. O da
dönüp önceki kıldığı gibi namaz kılıp geldi ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e selâm
verdi: "Haydi dön git, yeniden namaz kıl, namazın olmadı" buyurdu.
Böyle üç defa olunca adam: "Seni hak üzere gönderene yemin olsun ki, bunun
dışında daha güzelini yapamıyorum, bana nasıl olacağını öğretsen" dedi.
Peygamber (s.a.v.): "Namaza kalktığında önce tekbir al, sonra Kur'ân'dan
yanında bulunan (ezberindeki) kolayına geleni oku, sonra da azaların rukûda
yerli yerinde durana değin rükû yap, arkasından dimdik durana değin vücudunu
rukûdan kaldır, sonra da azaların secdede yerli yerinde durana değin secde
yap, sonra azaların oturarak yerli yerinde durana değin vücudunu secdeden
kaldın Namazındaki diğer rek'atların tümünde de işte böyle yap.
"buyurdu." [263]
233-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir (r.a.), Ömer (r.a.)'ın namaza:
nel-hâmdulillâhi Rabbi'I-Âlemin" ile başladığı rivayet edilmiştir. [264]
234-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in arkasında namaz kıldığımızda:
"es-Selâmu alallah, Es-Selâmu ala Cibrîle ve Mikârle, es-Selâmu alâ
fulânîn ve fulânîn (=Selâm Allah'a olsun, Selâm Cebrail ve Mikâll'e olsun falan
ve falan Meleklere de selâm olsun)" derdik. Rasûlüliah (s.a.v.) bize döndü
ve: "Şüphesiz Allah, Selâm'm kendisidir. Biriniz namaz kıldığında
"et-Tehiyyâtü litlâhi, ve's-Salevâtü ve't-Tayyibâtü es-Selâmü aleyke
eyyühe'n-Nebiyyü ve Rahmetullâhi ve berekâtuhû es-Selâmu aleynâ ve a/â
ıbâdillâhi's-Sâlihîn (=Saygi!ar, dualar ve güzellikler Allah'a mahsustur. Ey
Peygamber! Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketi Senin üzerine olsun. Bize ve
Allah'ın salih kullarına da selâm o\sun.J" desin Şu var ki, siz
"Allah Un salih kulları" derseniz Allah'ın yerdeki ve gökteki bütün
salih kullarını içine alır ye devamla: "Eşhedü enlâ i-İâhe illallah ve
Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûlühü (=Şahitlik ederim ki Allah'tan başka
ilah yoktur ve Muham-med Onun kulu ve Rasûlüdür) buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
şu ilave vardır: "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden
abduhû ve Rasûlühü"deyip sonra da kendisinin beğendiği duayıseçerek dua
eder,''buyurdu. [265]
235-) Ka'b b. Ücra
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Ey Allah'ın Rasûlü, sana selâm
vermeyi öğrendik ama salâtı nasıl getireceğiz?" denildi. O da şöyle
deyiniz, buyurdu: "Allahümme salli ala Muham-medin ve alâ Âli Muhammedi'n
kemâ Salleyte alâ İbrahîme inneke Hamîdün Mecîdün. Allahümme Bâr/k alâ
Muhammedi'n ve alâ Âli Muhammedin Kemâ Bârekte alâ Âli İbrahîme inneke Hamîdün
Mecîdün (=Allah'ım, Muhammed'e, Muhammed'in hanesine, İbrahim hanesine saiât
ettiğin gibi salât et. Allah'ım, Muhammed'i, Muhammed'in hanesini, İbrahim'in
hanesini bereketlendirdiğin gibi bereketlendir. Şüphesiz sen çok
övülensin)"
(Yukarıdaki
hadislerde Hz. Peygamber'e nasıl selâm getirileceği öğretilmişti. Ashap Hz.
Peygamber'e nasıl selâm getirileceğini biliyor ona göre hareket ediyordu. Daha
sonra Hz. Peygamber'e salât getirmeyi emreden yukarıdaki Ahzâb: 56. ayeti
inince sahabe, salâtın nasıl getirileceğini sordu, o da yukarıdaki salâtı
okumalarını bildirdi. Hadisin
diğer rivayetlerinde (Müslim, Salât; 65, Ebû Dâvûd, Salât: Vi, Tirmizi, Tefsir Ahzâb: 56, Neseî, Sehv: 49) verilen bilgiye
göre Efendimiz bu soru biraz sükût buyurmuştur. Hatta ashap bu sükun uzaması
nedeniyle keşke sormasaydı, demiştir.
Hz. Peygamber'in
cevap vermeden önce böyle uzun bir süre sükût buyurması, ya nasıl cevap
vereceği hususunda vahiy beklemesinden ya da nasıl salât getirileceğini
kararlaştırmak için düşünmesinden dolayı olabilir.) [266]
236-) Ebû Humeyd
es-Sâidî (r.a.) anlatır: "Ey Allah'ın Rasûlü, sana asıl saiâtü selâm
getirelim?" dedik: "Allahümme sallı alâ Muhammedin ve Ezvâcihî ve
Zürriyetİhî. Kemâ salleyte alâ İbrahime ye Bârik alâ Muhammedin ve Ezvâcihî ve
Zürriyetihi. Kemâ Bârekte alâ Âli İbrahime inneke hamîdün mecîdün,"
(=Allah'ım, Muhammed'e, hanımlarına ve soyuna İbrahim'in ailesine salât ettiğin
qibi salât et. Muhammed'i, hanımlarını ve soyunu İbrahim'in ailesini
bereketlendirdiğin gibi bereketlendir. Şüphesiz sen çok övülensin, çok
şereflisin) deyiniz"buyurdu. [267]
237-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.): "İmam "Semi-allahü limen
hamideh" dediğinde, "Allahümme Rabbena leke'l-Hamd" deyiniz, Şu
biline ki, kimin sözü meleklerin sözüne rast gelirse kendisinin geçmiş
günahları bağışlanır, "buyurmuştur. [268]
238-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "İmam "Âmin" dediğinde
siz de "Âmin" deyiniz. Şu biline ki, kimin "Âmin" demesi
meleklerin "Âmin" demesine rastlarsa kendisinin geçmişgünahları
bağışlanır.''buyurduğu rivayet edilmiştir.
(Meleklerin Âmin,
dedikleri vakti tespit etmek güç hatta mümkün değildir. Dolayısıyla Âmin
demeyi meleklerin Âmin demelerine rast getirmek mümkün gözükmemektedir. Burada
vurgulanmak istenen, melekler Âmin diyecek diye Âmin demeye özen göstermektir.
İmamın Âmin demesini gözetlemeye ve uyanık durmaya, bu süre içerisinde gafil
kalmamaya Özendirme vardır. Gerçekten, bu hal içerisinde bulunan bir kimse
namazda gafil durmaz, sürekli uyanık bir vaziyette imamın okuyuşunu dinler
aklına başka şeyleri getirmez.) [269]
239-) Yine Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.)'in: "Biriniz "Amin" dediğinde
semadaki melekler de "Âmin" derler, eğer ikisinden biri diğerine
rastlarsa kendisinin geçmiş günahları bağışlanır."diye buyurduğu rivayet
edilmiştir. [270]
240-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), attan düştüğünde sağ
tarafı yüzülmüştü. Geçmiş olsun diye kendisini ziyarete gelmiştik. Bu sırada
namaz vakti girdi. Kendisi oturarak bize namaz kıldırdı, biz de gerisinde
oturarak namaz kıldık. Namazı bitirdiğinde: "Şüphesiz ki imam ancak
kendisine uyulsun diye imam yapılır. Bu nedenle o, Tekbir getirdiğinde siz de
tekbir getiriniz, secdeye vardığında siz de secdeye varınız, başını
kaldırdığında siz de kaldırınız: "Semiallahü limen hamiden"
dediğinde: "Rebbenâ lekelhamd" deyiniz, secdeye vardığında siz de
secdeye varınız. Oturarak namaz kıldığında siz de hep birlikte oturarak namaz
kılınız"'buyurdu"[271]
241-) Yine Hz. Aişe
(r.a.) kendisinden gelen bir diğer rivayette ise demiştir:
(S.a.V.)'İn (Attan düşüp de vücudunun incinmesi sonucu hastalandığı)
rahatsızlığı sırasında evinde namaz kıldı. Kendisi oturarak namaz kıldı,
arkasında bulunan cemaat ise ayakta namaz kıldı. Bunun üzerine onlara:
"Oturun"öiye işaret etti. Namazı bitirdiğinde: "İmam ancak kendisine
uyulsun diye imam yapılır. Bu nedenle o, rukûya vardığında siz de rukûya
varınız, başını kaldırdığında siz de kaldırınız, o-turarak namaz kıldığında siz
de oturunuz"'buyurdu." [272]
242-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu, demiştir: "Şüphesiz ki imam
ancak kendisine uyulsun diye i-mam yapılır. Bu nedenle o, Tekbir getirdiğinde
siz de tekbir getiririz, rukûya vardığında siz de rukûya varınız:
"Semiallahü limen hamideh" dediğinde: "Rebbenâ lekelhamd"
deyiniz, secdeye vardığında siz de secdeye varınız. Oturarak namaz kıldığında siz de hep birlikte oturarak
namaz kılınız"
(İmam Buhârî bu
hadisin arkasından hocası el-Humeydî'nin şöyle bir açıklamasını getirir:
"İmam oturarak kıldığında siz de oturarak kılınız" sözü Peygamber'in
eskiden olan hastalığı sırasında idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bundan sonraları
arkasındaki cemaat ayakta iken kendisi oturarak namaz kılmış, onlara
oturmalarını em-retmemişti. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in uygularının en son olanı
esas alınır."
Bu konuda Şah
Veliyyullah Dihlevî şöyle demiştir: "Hadisteki: "İmam oturarak namaz
kıldı mı, siz de hep beraber oturarak kılın" kısmı mensuhtur. Rasulüllah
(s.a.v.) ömrünün sonunda cemaat ayakta iken oturarak kıldırması bunun
delilidir. Neshin sırtı şudur, cemaat ayakta iken imamın oturması, Acemlerin
hükümdarlarına karşı gösterdikleri aşırı tazime benzemektedir. Nitekim bu
durum bazı hadislerde tasrih edilmiştir. İslâmî esaslar yerleşip şeriatın pek
çok hükmünde onlara muhalefet iyice yer edince, bir başka asıl ağır basmaya
başladı ki o da, kıyamın olması ve özür olmadan terkinin caiz olmamasıdır.
Cemaatin ise kıyamı T'irnelerini gerektirecek bir özürleri yoktur." (şah
veiiyyuliah Dihlevî, Hüccetuiiâhn-Bâfiğâ,
Tere.
Dr. Mehmet Erdoğan, II, 79) [273]
243-) Aişe (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in rahatsızlığı ağırlaştığı zaman:
"Halk namaz kıldı mı?"buyurdu: "Hayır, oniar seni
bekliyorlar." dedik: "Bana leğene su koyun" buyurdu. Biz de
söylediğini yaptık, yıkandı ve arkasından ayağa kalkmaya çalıştı, ama hemen
kendisinden geçti, sonra ayıldı ve: "Halk namaz kıldı mı?" buyurdu:
"Hayır, onlar seni bekliyorlar Ey Allah'ın Rasûlü" dedik: "Bana
leğene su koyun?" buyurdu ve oturup yıkandı, arkasından ayağa kalkmaya
çalıştı ama hemen kendisinden geçti. Sonra ayıtdı ve: "Halk namaz kıldı mı?"
buyurdu: "Hayır, onlar seni bekliyorlar Ey Allah'ın Rasûlü" dedik:
"Bana leğene su koyun" buyutğu ve oturup yıkandı, arkasından ayağa
kalkmaya çalıştı ama hemen kendinden geçti, sonra ayıldı ve: "Halk namaz
kıldı mı?"buyurdu: "Hayır seni bekliyorlar Ey Allah'ın Rasûlü"
dedik. Halk mescidde toplanmış o günün en son namazı olan yatsı namazı için Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i bekliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) halka namaz
kıldırması için Ebû Bekir'e haber gönderdi. Haberci kendisine geldi ve:
"Rasûlüllah (s.a.v.) halka namaz kıldırmanı emrediyor?" dedi. Ebû
Bekir yufka yürekli idi: "Ey Ömer, halka sen namaz kıldır?" dedi.
Ömer de kendisine: "Sen bu işe daha layıksın." dedi. Bunun üzerine
Ebû Bekir o günlerde namaz kıldırdı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisinde
biraz rahatlık hissetti ve birisi Abbâs olan iki kişinin arasında öğle namazı
için mescide çıktı. Bu sırada Ebû Bekir halka namaz kıldırıyordu. Ebû Bekir
kendisini görünce geri çekilmeye davrandı, bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Geriye çekilme"diye işaret etti: "Beniyanına
oturtun?" dedi. Onlar da Ebû Bekir'in yanına oturttular. Ebû Bekir Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in namazına uyarak namaz kılıyor, halk da Ebû Bekir'in
namazına uyuyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de oturuyordu." [274]
244-) Yine Hz. Aişe
(r.a.)'dan gelen bir başka rivayet: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ağırlaşıp
ağrısı arttığında benim evimde tedavi görmesi için
hanımlarından İzin istedi, bunun üzerine kendisine izin verildi." şeklinde
oiup hadisin devamı yukarıda geçtiği gibidir. [275]
245-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bu konuda beni Rasûfüüah'a çokça müracaat
ettim. Benf buna sevk eden neden, ondan sonra sürekli onun yerine geçen
birisini insanların sevebileceğine dair kalbimde bir hissin oluşmaması ve onun
yerine geçen birisinin insanlarca uğursuz sayılacağını düşünmemdi. Bu nedenle
Rasûlüilah'tan Ebû Bekir'den vazgeçmesini istemiştim." [276]
246-) Hz. Aişe (r.a.) anlatır:
"Rasûlüllah (s.a.v.) vefat ettiği hastalığına tutulduğunda namaz vakti
gelmiş ve ezan okunmuştu: "Ebû Bekir'e söyleyin halka namazı
kıldırsın." buyurdu. Kendisine: "Ebû Bekir çok üzgündür, yufka
yüreklidir. Senin yerine geçtiğinde halka namaz kfldıramaz." denildi.
Rasûlüllah (s.a.v.) sözünü tekrar etti, yanındakiler de cevabi tekrar ettiler.
Üçüncüde: "Sizler Yusuf devrindeki kadınlar gibisiniz (fçinizdekıni dşa
vurmuyorsunuz) Ebû Bekir'e söyleyin, halka namaz kıldırsın, "buyurdu. Ebû
Bekir çıkü, namaz kıldırdı. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisinde bir hafiflik
hissetti ve iki kişiye dayanarak namaza çıkü. Sanki ben şimdi kendisinin hastalıktan
dolayı yerde sürüdüğü ayaklannı görür gibiyim. Ebû Bekir geriye çekilmek
İstedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yerinde kal'1'diye işaret etti. Sonra Ebû
Bekir'in yanına götürüldü, nihayet yanına oturdu, Hz. Peygamber (s.a.v.)
namaz kıldınyor, Ebû Bekir (r.a.) onun namazına uyuyor, cemaat de Ebû Bekir
(r.a.)'ın namazına uyuyordu."
(Hadisin
ifadelerinden değişik anlamlar çıkarılmıştır. Ebû Bekir (r.a.)'m namazda geri
çekilmesi, imam olan bir kimsenin namazda geri çekilip başka birisine
uyabileceği ve bunun namaz; bozmayacağı, namazda iki imamın bulunabileceği gibi
görüşler vardır. Ancak Buhârî'nin diğer rivayetinde (Ezan; 67) Ebû Bekir
(r.a.)'ın imamlığının Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sesini cemaate duyurma şeklinde
olduğu anlaşılmakladır. Bu hadisin ifâdelerinden çıkarılan değişik görüşler
için bakınız, Umdetü'i-Kârî, IV. 366)
Hz. Aişe (r.a.)'m:
"Ebû Bekir senin yerine geçtiğinde ağlamaktan dolayı halka sesini
duyuramaz." diyerek namazı babasının kıldırmasını istememesinin nedeni,
aşağıda gelecek olan rivayette de kendisinin beliröği gibi aslında bu değildi.
Efendimiz (a.s.) bunu bildiğinden dolayı: "Siz/er Yusuf devrindeki
kadınlar gibisiniz (ignizdekini dışa vurmuyorsunuz) Ebû Bekir'e söyleyin, halka
namaz kıldırsın, "buyurmuştur.) [277]
247-) Diğer bir
rivayette ise: "Ebû Bekirin soluna varıp oturdu. Ebû Bekir ayakta namaz
kılıyor, Rasûlüllah (s.a.v.) ise oturarak namaz kılıyordu. Ebû Bekir Rasûlüliah
(s.a.v.)'in namazına uyuyor cemaat de Ebû Bekir'in namazına uyuyordu"
şeklindedir. [278]
248-) Enes b. Mâlik
(r.a,) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefat ettiği hastalığında Ebû
Bekir (r.a.) halka namaz kıldırırdı. Pazartesi günü olduğunda Müslümanlar
namazda saf durdukları sırada Hz. Peygamber (s.a.v.) odanın perdesini araladı.
Ayakta bize bakıyordu. Yüzü sanki mushaf yaprağı gibiydi (yani sevinçli idî,
parlıyordu) sonra gülerek tebessüm etti. Hz. Peygamber (s.a.v.)'i görme
sevincinden az kalsın namazdan çikıyorduk. Ebû Bekir Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
namaza çıkacağını zannedip arkasındaki safa geri geri çekildi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s.a.v.) bize: "Namazınızı tamamlayın"diye işaret etti,
Perdeyi indirdi. O gün kendisi de vefat etti." [279]
249-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) üç gün mescide çıkamadı
ve bu nedenle Ebû Bekir imamlığa geçmeye durmuştu. Hz. Peygamber eliyle
perdeyi tutup kaldırdı. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yüzü göründü. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in yüzü göründüğünde gördüğümüz manzara kadar hoşumuza giden bir
manzara görmemiştik. Hz. Peygamber (s.a.v,), imamlığa geç diye eliyle Ebû
Bekir'e işaret etti. Sonra perdeyi indirdi bizim yanımıza gkamadı sonunda vefat
etti." [280]
250-) Ebû Musa
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), rahatsızlandı ve
rahatsızlığı arttı ve: "Ebû Bekir'e söyleyin halka namaz kıldırsın"
buyurdu. Âişe de: "O, ince kalpli birisidir, senin yerine durduğunda halka
namaz kıldıramaz" dedi: "Ebû Bekir'e söyleyin halka namaz
kıldırsın" buyurdu. Âişe de sözünü tekrar etti. O da: "Ebû Bekir'e
söyleyin halka namaz kıldırsın. Sizler Yusuf devrindeki kadınlar gibisiniz
(içinizdeki™ dışınıza vurmuyorsunuz)" buyurdu. Görevli, Ebû Bekir'e geldi,
o da Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında halka namaz kıldırdı"[281]
251-) Sehl b. Sa'd
es-Sâidî (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) aralarını düzeltmek için Amr
b. Avfoğullanna gitmişti ki bu sırada namaz vakti girdi, müezzin de Ebû Bekir'e
gelip: "Ben kamet getireyim de sen halka namaz kıldırsan?" dedi. O
da: "Olur" dedi, bunun üzerine Ebû Bekir namazı kıldırdı. Bu sırada
halk namazda iken Rasûlüllah (s.a.v.) gkageldi ve safları yanp ön safta durdu.
Halk el grptı ama Ebû Bekir namazda iken başını geriye çevirmezdi. Halk iyice
el çırpınca geriye baktı ve Rasûlüllah (s.a.v.)'i gördü. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Yerinde dur" diye kendisine işaret etti. Ebû Bekir (r.a.) Rasûlüllah
(s.a.v.)'in kendisine böyle emretmesinden dolayı ellerini kaldinp Allah'a
hamdetti. Sonra da arkasındaki safa varana değin geri geri çekildi. Rasûlüllah
(s.a.v.) de öne geçip namazı kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra: "Ey Ebû
Bekir, sana emrettiğim halde yerinde durmana engel olan nedir?"'buyurdu.
Ebû Bekir: "Ebû Kuhâfe'nin oğluna Rasûiüllah (s.a.v.)'in önünde namaz
kıldırması uygun düşmez." dedi. Akabinde Rasûlüilah cemaate: "Sizde
gördüğüm çokça el çırpma da neyin nesi? Kime namazında bir şey belirirse
"Subhânellah " desin. Bilin ki "Subhânellah" dediğinde imam
ona döner. El çırpma kadınlara mahsustur, "buyurdu. [282]
252-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Teşbih, erkeklere; el çırpma kadınlara
aittir, "buyurmuştur.
(Namazda yanılan
imamı erkekler sesli olarak "Subhânellah" diye uyarırlar. Kadınlar
ise el çırparak uyarırlar.) [283]
253-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Benim sadece şu önümdeki kıblemi
gördüğümümü zannediyorsunuz? Allah'a yemin olsun ki sizin ne rukûnuz ne de
huşunuz bana kapalı değildir. Şüphesiz ben sizi arkamdan da görürüm,
"buyurmuştur. [284]
254-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Rükû ve secdeleri düzgün yapınız.
Allah 'a yemin olsun ki, rüku ve secdeye vardığınızda ben sizi arkamdan da
görüyorum, "buyurmuştur. [285]
255-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz, başını imamdan önce
kaldırdığında Allah'ın, onun basını eşek başına çevirmesinden veya şeklini
eşek şekline koymasından korkmaz mı "buyurmuştur.
(Namaz kılarken,
yerin ve göklerin sahibi, kâinatın hakimi olan Yüce Rabb'in huzurunda
olduğumuzu unutmamalıyız. Nasıl ki dünyanın geçici krallannın bile karşısında
kıpırdamadan pür dikkat el pençe durulur saygıda hiçbir kusur işlenmezse, her
şeyin hakimi hakimler hakimi Yüce Allah'ın karşısînda sonderece saygıyla pür
dikkat durmamız gerekir. Bu saygıda kusur edilirse sonunda pişman olacağımız
bir duruma düşeriz.
İbadetlerimizi en
iyi şekilde yerine getirmeliyiz. Gereksiz hareketlerden kaçınmalı, aceleci
tavırlarla ibadetin nizamını bozmamalıyız.
Namaz kılarken
gözlerimizi ve başımızı sağa sola çevirerek dikkatimizi dağıt-mamalıyız.
Saflarımızı sık ve düzgün tutarak araya şeytanı sokmamalı, şeytanın ibadetlerimizden
bir şeyler götürmesine İzin vermemeliyiz.) [286]
256-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Saflarınızı düzgün tutunuz. Çünkü
safları düzgün tutmak namazın tam olmasındandır, "buyurmuştur. [287]
257-) Enes (r.a.)'dan,
Rasûlüllah (s.a.v.): "Saflarınızı düzgün tutunuz, birbirinize sımsıkı
olunuz. Şu bir gerçektir ki ben sizleri arkamdan görmekteyim."
buyurmuştur. [288]
258-) Numan b. Beşîr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Saflarınızı kesinlikle dümdüz
tutunuz. Yoksa, Allah aranıza anlaşmazlıklar koyar, "buyurdu"
demiştir. [289]
259-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Eğer insanlar ezan okumadaki ve
birinci saftaki (sevspan)bilselerdi bunu (ei-de etmek için) sonunda kur'a
çekmekten başka bir yol bulmasalar, sinlikle kur'a çekerlerdi. Eğer namazı önce
kılmadaki (sevabı) bilselerdi mutlaka bunun için yarış yaparlardı. Eğer yatsı
ve sabah namazmdaki (sevabı) bilselerdi bu ikisine emekleyerek de
°!sagelirlerdi."buyurduğu rivayet edilmiştir. [290]
260-) Sehl (r.a.):
"Birtakım erkekler bellerindeki (zarlarını çocukla-rınki gibi boyunlarına
bağlayarak Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kılarlardı. Kadınlara:
"Erkekler oturup doğruluncaya kadar başınızı (secdeden) kaldırmayın"
denilirdi." demiştir. [291]
261-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kadınlarınız geceleyin mescide
gitmek istediklerinde kendilerine izin veriniz, "buyurmuştur. [292]
262-) Abdullah b. Ömer
(r.a.), şöyle demiştir: "Ömer'in bir hanımı sabah ve yatsı namazlarında
mescide cemaate gelirdi. Kendisine: "Ö-mer'in kıskançlığını ve bu
vakitlerde dışarı çıkmanı istemediğini bildiğin halde neye çıkıyorsun?"
denildi. O da: "Peki bana bunu yasaklamasına engel olan nedir?" dedi-
Abdullah b. Ömer (r.a.), devamla şöyle demiştir: "Ona engel olan
Rasûlüllah (s,a.v.)'in: "Allah'ın hanım kullarını, Allah'ın mescidlerinden
alıkoymayınız"şeklindeki sözüdür"[293]
263-) Hz. Âişe (r.a.):
"Eğer Rasûlüllah (s.a.v.), kadınların sonradan ortaya koydukları şeyleri
görseydi, İsrailoğullannın kadınlarının alıkonulduğu gibi onları mescide
gitmekten alıkordu." demiştir. [294]
264-) İbni Abbâs (r.a.):
«Namazda fazla yüksek sesle okuma...» (isrâ: no) ayeti hakkında: "Bu
ayet, Rasûîüllah (s.a.v.) Mekke'de (isfâm'ı) gizli yaşarken indi. Kendisi
ashabına namaz kıldırırken Kur'ân okuduğunda sesini yükseltirdi. Müşrikler bunu
duyduklarında Kur'ân'a, Kur'ân'ı indirene ve getirene sövüyorlardı. Bunun
üzerine Yüce Allah, Peygamberi (s.a.v.)'e: «Namazında fazla yüksek sesle
okuma!» (kıraatini açıktan
yüksek sesle yapma) SOnra müşrikler kıraatini duyarlar (da Kur'ân'a söverler.) Ashabına: «Sesini pek de kısma!»
Kur'ân'ı onlara duyur ama fazla yüksek sesle okuma «Bunun ikisi arası bir yol
tut!» buyurdu. Yani yüksek tonla okuma ile sessiz okuma arasında"
demiştir. [295]
765-) İbni Abbâs (r.a.):
«Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için dilini onunla ccebraiı üe) hareket
ettirme» (Kıyâme: ıe) ayeti hakkında şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)
inen ayetleri (kaybetmemek için) çok zorluk çekiyor, h dan dolayı da
dudaklarını Cebrail ile hareket ettiriyordu. -Bak, ben Rasûlüllah (s.a.v.)'in
dudaklannı hareket ettirdiği gibi öyle hareket ettiriyorum- Bunun üzerine
Allah: «Onu acele (kavrayıp ezber) etmen için dilini onunla (Cebrail ile)
hareket ettirme. Şüphesiz Kur'ân'in toplanıp bira raya getirilmesi ve okunması
bize aittir.» (Kıyâme: Yani senin göğsüne toplanması ve okuman bize aittir. -
«Biz onu okuduğumuzda okunmasına uy!" Yani sus ve dinle! - «Sonra
şüphesiz onun açıklanması da bize aittir.» (Kıyâme:i9) -Yani onu tebiiğ için
okuman da bize aittir.- Şeklindeki ayetlerini indirdi. Bundan sonra Rasûiüllah
(s.a.v.) Cebrail kendisine geldiğinde susup dinler, Cebrail gittiğinde onun
okuduğu gibi inen vahyi okurdu." [296]
266-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabından bir topluluk ile birlikte
Ukâz Panayırı'na gitmek için yola çıkmıştı. Bu sırada şeytanlarla gök haberi
arasına engel girdi, (haber toplayamaz oidu-iar) üzerlerine ateş kitleleri
gönderildi, Bunun üzerine şeytanlar kavimlerine döndüler, Onlar: "Size neler
oldu?" dediler: "Gök haberi ile aramıza engel girdi ve üzerlerimize
ateş kitleleri gönderildi," dediler'.' Onlar da: "Sizinle gök haberi
arasına giren olsa olsa yeni meydana gelen bir hadisedir, haydi yeryüzünün
doğularına ve batılarına gidin. Sizinle gök haberi arasına giren şeyin ne
olduğuna bakın." dediler. (Arabistan'ın bir bölgesi) Tihârne tarafına
yönelmiş olan takımı, Ukâz Panayırı'na gitmek ü-zere (Mekke civarmda bir vadi
olan) Nahle'de bulunduğu sırada Hz, Peygamber (s.a.v.)'e vardılar. Kendisi
ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Kur'ân'ı duyduklarında kulak verdiler ve:
"Vallahi sizinle gök haberi a-rasına giren budur." dediler. Oradan
kavimlerine döndüklerinde: «Ey kavmimiz, "Biz gerçekten doğru yola ileten
harikulade ve acaıp, okunan bir şey duyduk ve bunun üzerine ona iman ettik/
artık asla Rabb'imize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.» dediler, can: 1-2)
Bunun arkasından Allah, Peygamberine (s.a.v.)'e "Kulileyye" Suresi'ni
(an suresi) indirdi. Kendisine bu surede cinlerin konuşmalarını böyle
bildirdi." [297]
267-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'a: "Cinlerin Kur'ân dinlediği gecede Kur'ân dinlediklerini Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e kim bildirdi?" diye sorulmuştu, o da: "Onları,
bir ağaç bildirdi" demiştir.
(Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e birkaç kez cin heyeti gelmiştir. Mekke'de, Medine'de ve diğer
yerlerde. Bunlardan dördünde Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) hazır bulunmuş, bazen
Efendimiz bir çizgi çizerek bunun ötesine Abdullah b. Mes'ûd'un geçmemesini
söylemiştir. Bazen de ashab Peygamber'i görememişler, kayboldu zannetmişlerdir.
İlk gelen heyeti Peygamber de görememiş, onlar kendisinin sabah namazında okuduğu
Kur'ân'ı dinleyip beğenerek kavimlerine haber vermek için ayrılmışlardır. Cin
Suresi'nde, cinlerin Kur'ân dinledikleri bildirildikten sonra, Efendimiz
onları görüp konuşmuştur. Aynî'nin belirttiğine göre cin heyeti, altı defa
gelmiştir. (Umdetu'l-Kârî, XIII. 391)) [298]
268-) Ebû Katâde (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) öğle namazının ilk iki rekatında Fatiha ile
birlikte birinci rekatta uzun, ikincide kısa tuttuğu iki sure okurdu. Bazen
bize ayetleri duyururdu. İkindi namazında Fatiha ile birlikte iki sure okurdu
birinci rekatta uzun tutardı. Sabah namazının birinci rekatında uzun ikincide
ise kısa tutardı." demiştir. [299]
269-) Câbir b. Semure
(r.a.) anlatır: "Kûfeliler Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'ı Ömer (r.a.)'a
şikayet ettiler. O da bunun üzerine kendisini görevden alıp yerine Ammar b. Yasir
(r.a.)'ı atadı. Kûfeliler o kadar şikayet ettiler ki, kendisinin namazı düzgün
bir şekilde kıldırmadığına bile söylediler. Bunun üzerine (Ömer) haber salarak
yanına çağırttı ve: "Ey Ebû İshak, bu kimseler senin namazı da düzgün
kıldırmadığını iddia e-diyorlar." dedi. Sa'd b. Ebi Vakkas: "Vallahi,
ben onlara Rasûlüllah (s.a.v.)'ln namazını kıldırır ve hiçbir şeyi eksik
bırakmazdım. Yatsı namazını kıldırır, farzda ilk iki rekatı uzatır, son iki
rekatı hafif tutardım." dedi. O da: "Senin hakkındaki kanaatimiz de
bu idi Ey Ebû İshak" dedi ve kendisi ile birlikte bir ya da birkaç adamı
Kûfe'ye gönderip Sa'd b. Ebi Vakkas'ı Kûfeliler'e sordu. Soruşturma yapmadığı
hiçbir mescid bırakmadı. Hepsi onu övgülerle anlattılar, sonunda
Absoğ-ulları'na ait bir mescide girdi. Onlardan kendisine Üsâme b. Katâde ve
Ebû Sa'de diye anılan bir adam kalktı: "Madem bizden Allah adına söz
aldınız söyleyeyim ki Sa'd, askerin başına geçip savaşa ditmez, eşit taksimat
yapmaz, hükmünde de adaletli davranmaz." dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Ebi
Vakkas: "Madem öyle diyorsun Allah'a yemin olsun ki, ben de:
"Allah'ım, Senin şu kulun yalancı ise gösteriş ve riya için kalkmış ise
ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt, belalara duçar kıl" diye üç dua
edeceğim." dedi. Sonraları bu adama kim olduğu sorulduğunda: "Belaya
uğramış kocatmış bir ihtiyarım, bana Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bedduası
değdi." derdi. Hadisi rivayet eden- Abdulmelik b. Umeyr: "Sonraları
ben kendisini gördüm, yaşlılıktan kaşları gözlerine sarkmıştı, yollarda kız
çocuklarının önüne geçer, onları çimdiklerdi onlara kaş göz işareti
yapardı." demiştir. [300]
270-) Ebû Berze
el-Eslemî (r.a.) anlatir: "Hz. Peygamber (s.a.v,) sabah namazını birimiz
yanındakini tanıyacak hale geldiğinde kıldırır ve namazda altmış ile yüz ayet
arası okurdu. Öğle namazını da Güneş meylettiğinde kıldırırdı. İkindi namazını
da kıldırır, birimiz Medine'nin en uzak yerine gider (evine) dönerdi. Bu
sırada Güneş hâlâ canlı olurdu. (Hady bize aktaran ravi Ebû Minhai) akşam
namazı hakkındaki söylediğini unuttum, demiştir. Peygamber (s.a.v,) yatsıyı
gecenin üçte birine kadar geciktirmede bir sakınca görmezdi. Gecenin yansına
kadar da" demiştir. [301]
271-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan. Ümmü Fadl (ibrn Abbâs'm Annesi) kendisini
"Ve'l-Mürselât..." Suresi'ni okurken işitmiş ve: "Ey Oğulcuğum,
vallahi sen bu sureyi okuyuşunla benim hafızamı tazeledin. Bu sure, Rasûlüllah
(s.a.v.)'i akşam namazında okurken son kez İşittiğimdir." demiştir. [302]
272-) Cübeyr b. Mut'im
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i akşam namazında "Tûrn Suresi'ni
okurken dinledim." demiştir.
(Cübeyr
b. Muf im, çok halim selim bir kimse idi. Mekke'nin Fethi'nde Müslüman. Bundan
önce müşrik iken Bedir Savaşı esirlerinin fidyelerini vermek İçin Mediye
gelmiş, bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.)'i akşam namazında Tur Suresi'ni
okurken sandan duymuş ve
kalbinde büyük bir etki uyandırmıştır. (Ayni, xn. ııs> Rasûlüllah (s.a.v.) ile konuştuğunda kendisine,
babasını kastederek: "Mut'im b. Adiyy eğer hayatta olsaydı ve şu pis
herifler konusunda benimle konuşup &ıaa oba idi) onun hatırına bun/an
(fidyesiz) bırakırdın? buyurmuştur. Buhârî, Meğâzî:) [303]
273-) Bera (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), bir yolculukta iken yatsı namazında iki rekattan
birinde "Ve't-Tînİ Ve'z-Zeytûni..." su-resi'ni okumuştur. [304]
274-) Başka bir
rivayette ise kendisi: "Ses bakımından veya okuyuş bakımından kendisinden
daha güzel olan birisini dinlemedim." demiştir. [305]
275-) Câbir (r.a.) şöyle
demiştir: "Muâz b. Cebel Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kılar
sonra da dönüp halkına imamlık yapardı. Bir defasında yatsı namazını kıldırdı
ve Bakara Suresi'ni okudu. Bunun üzerine bîr adam namazdan ayrıldı. Herhalde
Muâz da bu kişiye uygun olmayan sözler söyledi. Bu durum Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e ulaştı. O da üç defa: "Sen cemaatten soğutuyorsun"'buyurdu
ve kendisine
(Hucurat Suresinden
başlayan sureler olan) Mufassal Surelerin Ortalarındaki (Amme-Duhâ sureleri
arasındaki) surelerden iki sure okumasını emir buyurdu." (Mufassal sureler
için 491. hadisin açıklamasına bakınız.) [306]
276-) Ebû Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bir adam: "Ey Allah'ın Rasûiü, falanca
kimsenin kıraati uzun tuttuğundan dolayı ben sabah namazına gelemiyorum."
dedi. Rasûlüllah (s.a.v.)'i vaaz verirken bu günkü kadar çok kızdığını
görmedim. Kendisi sonra şöyie buyurdu: "Sizden nefret ettirenler vardır.
Herhangi biriniz halka namaz kıldınrsa biraz hafif tutsun. Çünkü içlerinde
zayıf, yaşlı ve haceti olanlar var!..." [307]
277-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Biriniz halka imam olduğunda kıraati
hafif tutsun. Çünkü cemaatin içerisinde küçük, yaşlı ve hasta olur. Ancak,
kendi başına namaz kıldığında dilediğikadar kism"'buyurmuştur. [308]
278-) Enes (r.a.);
"Hz. Peygamber (s.s.v.) namazı uzun tutmazdı ama
gereklerini de tam yapardı." demiştir. [309]
279-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber , v yden ne namazı daha hafif
ne de daha tam, namaz kıldıran bir imam arkasında asla namaz kılmadım. Kendisi
çocuk ağlaması duyar, çocuğun annesinin tedirgin olacağı endişesiyle namazını
hafif tutardı." [310]
280-) Enes b, Malik
(r.a.ydan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıraati uzun tutmak isteyerek namaza
başlarım, derken çocuk sesi duyarım da annesinin o çocuğa duyduğu üzüntü
nedeniyle kıraati hafif tutarım " buyurmuştur. [311]
281-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Hz, Peygamber (s,a.v.)'in kıyam ve tahiyyattakî oturuşu hariç
rükû ile secdeleri, iki secde arasr ile rukûdan kalktığındaki durma süresi
birbirine yakındı." demiştir. [312]
282-) Enes (r.a.)'dan,
kendisi şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i bize nasıl namaz
kıldırdığını gördüğüm gibi, size namaz kıldıracağıma yemin ederim."
Hadisi rivayet eden ravi Sabit: "Enes b. Malik, sizin yaptığınızı
görmediğim birtakım şeyler yapardı, rukûdan başını kaldırdığında bir kimse
herhalde unuttu diyecek kadar uzun dururdu, iki secde a-rastnda da herhalde
unuttu diyecek kadar uzun otururdu" demiştir. [313]
283-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Semialiahu limen hamiden (=Allah hamdeden kimseyi
işitmiştir)" dediğinde bizden hiçbir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.) secdeye
varana kadar betini bükmezdi. 0-nun secdeye varmasından sonra biz de secdeye
vanrdık." demiştir. [314]
284-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) rükû ve secdelerinde "Sübhânekellahümme
Rabbena vebi Hamdike Allahümme'ğfirff (Allah'ım Sen yücesin Rabb'imiz
hamdînle... Beni bağışla Allah'ım)"' derdi. Kur'ân'ı yorumlayıp
uyguluyordu" demiştir.
(Yani Nasr
Suresi'ndeki teşbih ve istiğfar emrini böylece uygulayarak açıklıyordu.) [315]
285-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Elbise ve saçı (takılmasın diye namaz
esnasında) toplamamak ve yedi kemik üzerine secde
etmekle emrolundum: Alin -bu sırada eliyle burnunu da işaret etti- İki el, iki diz kapağı, iki ayağın
uçları"buyurdu" demiştir, [316]
286-) Abdullah b. Mâlik
b. Buhayne (r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığında (secdede)
koltuk altındaki pazulannın beyazlığı görülecek derecede ellerinin arasını
açtığı (koitukianm kaldığı) rivayet edilmiştir. [317]
287-) İbni Ömer (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Bayram günü (namaz tçîn açık alana)
çıktığında (sötre için) mızrak getirilmesini emrederdi. Bu mızrak önüne konur
ve arkasındaki cemaatle mızrağa doğru namaz kılardı. Kendisi bunu yolculukta
da yapardı. İdarecilerin (agk alanda) namaz kıldırırken önlerine mızrak koymaları
bundan dolayıdır. [318]
288-) Ubeydullah,
Nafî'den o da İbni Ömer (r.a.)'dan o da Hz. Peygamber (s.a.v.)'in devesini
enine getirip deveye karşı namaz kıldığını rivayet etmiştir, (ubeydullah)
Nafî'ye: "Develer hareket ederse ne dersin?" dedim: "Şu deve
semerini alıp diker ve arkasına doğru namaz kılardı. İbni Ömer (r.a.) da böyle
yapardı." dedi. [319]
289-) Ebû Cuhayfe
(r.a.), Bilal (r.a.)'ı ezan okurken görmüşve: "Ezan ile birlikte ağzını
şuraya (sağma) şuraya (soluna dönerken) takip ittim" demiştir. [320]
290-) Ebû Cuhayfe (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i deriden yapılmış yayvan çadınn içinde
gördüm. Bilal'i de Rasûlüllah (s.a.v.)'in abdest suyunu eline almış gördüm.
İnsanların bu abdest suyuna koşarlarken gördüm. Kimisi bu sudan bir miktar
almış sürünüyor, kimisi de alamamış arkadaşının elindeki ıslaklığı alıyordu.
Sonra Bilal'ı gördüm bir mızrak alıp yere dikti. Hz. Peygamber (s.a.v.) de
paçalannı sıvamış kırmızı takım içinde dışarı gkö. Mızrağa doğru halka iki
rekat namaz kıldırdı. İnsan ve hayvan-lan mızrağın önünden geçerken de
gördüm." demiştir. [321]
291-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.) Mina'da kıldırıyordu.
Karşılarında duvar yoktu. (Açık alanda Miier.) Ben bir eşeğe binerek yanlarına geldim. O günlerde
buluğ çağına girmek üzere
dim
Safların birinin önünden geçtim, eşeği yayılması için salıverdim ve bir safa girdim. Bu yaptığıma kimse bir şey
demedi." demiştir. [322]
292-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Kendisi Cuma günü insanlara sütre yaptığı bir şeye karşı namaz
kılıyordu. Bu sırada Ebû Muaytoğullan'ndan bir genç Önünden geçmek istedi. Ebû
Said (r.a.) göğsünden iteledi. Genç baktı ama onun önünden başka geçecek bir
yer bulamadı, önünden geçmek için tekrar döndü. Bu sefer Ebû Said (r.a.)
birinciden daha sert bir şekilde iteledi. Bunun üzerine genç, Ebû Said (r.a.)'a
Çirkin sözler söyledi. Sonra (Medine valisi) Mervan b. Hakem'in huzuruna girdi
ve ona Ebû Said (r.a.)'dan gördüğü muameleyi şikayet etti. Arkasından Ebû Said
(r.a.) da Mervan'ın yanına girdi. Mervan: "Ey Ebû Said, kardeşinin oğlu
ile aranda ne var?" dedi. O da: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i:
"Sizden biriniz insanlara karşı sütre yaptığı bir şeye doğru namaz
kıldığında birisi önünden geçmek isterse onu itelesin, eğer karşı gelir
dayatırsa onunla dövüşsün. Çünkü o ancak bir şeytandır." 6\y e buyururken
işittim." demiştir. [323]
293-) Ebû Cuheym (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Namaz kılanın ö-nünden geçen bir kimse
kendisine ne gibi günah olduğunu bilseydi, önünden geçmektense kırk şu kadar
zaman beklemesi o-nun için daha hayırlı olurdu"buyurdu"
demiştir." Hadisi rivayet eden ravi: "Kırk gün mü, kırk ay mı, kırk
yıl mı?" dedi. "Bilemiyorum" demiştir. [324]
294-) Sehl (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'in namaz kıldığı yer ile duvar arasında bir koyun
geçebilecek kadar mesafe vardı." demiştir. [325]
295-) Seleme b. Ekva'
(r.a.): "Mescidin kıble duvarı minberin ya-ır|da bulunuyordu ve arası
neredeyse bir koyun geçemeyecek kadar mesafede idi." demiştir. [326]
296-) Seleme b. Ekva'
(r.a.) Mushaf-ı Şerifin yanında bulunan direğin yanıbaşında namaz kılardı.
Kendisine: "Ey Ebû Müslim, senin bu direğin yanıbaşında namaz kılmaya
gayret ettiğini görüyoruz?" denildi. 0 da: "Ben Hz. Peygamber (s.a.v.)'i
bunun yanıbaşında namaz kılmaya gayret ederken gördüm" demiştir. [327]
297-) Aişe (r.a.)'dan,
Aişe (r.a.) eşinin döşeğinde kendisi ile kıble arasında cenazenin yattığı gibi
uzandığı halde iken Rasulüllah (s.a,v,)'in namaz kildığı rivayet edilmiştir. [328]
298-) Hz. Aişe (r.a.):
"Ben kendisinin yatağında önünde uzanmış uyurken Hz. Peygamber (s.a.v.)
namaz kılardı. Vitir kılmak istediğinde beni uyandırır, ben de vitir kılardım"
demiştir. [329]
299-) Mesrûk, Âişe
(r.a.)'dan anlaür, Âişe (r.a.)'ın yanında; köpek, eşek ve kadın, namaz kılanın
önünden geçerse namazı bozar denildi. Bunun üzerine: "Bizi, eşek ve
köpeklerle bir tuttunuz. Vallahi, ben, kendisi ile kıblesi arasındaki yatağın
üzerinde iken Hz. Peygamber (s.a.v.)'i namaz kılarken gördüm. Hacetim gelirdi,
karşısında oturuma gelip de Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sıkıntı vermemek için
ayakiannın yanından sıynlıp geçerdim" dedi. [330]
300-) "Namazı
kadın, köpek ve eşek keser" denildiğinde Hz. Aişe (r.a.): "Bizi köpek
ve eşekle bir mi tuttunuz? Ben yatakta uzanmış yatarken Hz. Peygamber (s.a.v.)
gelir yatağı ortalayıp namaz kılardı. Ben kendisinin kıblesine gelmeyeyim diye
yatağın ayak tarafından yorganımdan sıyrılıp çıkardım." demiştir. [331]
301-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.): "Ben Rasulüllah (s.a.v.)'in önünde
ayaklarım kıblesinde iken uyurdum da secdeye vardığında bana dürter, ben de
ayaklarımı toplardım, ayağa kalkınca tekrar uzatırdım. O zamanlar evlerde
ışıklar yoktu" demiştir. [332]
302) Hz
peygamber (s.a.v.)'in hanımı Meymûne (r.a.) anlatır. de namaz kılmadığı zamanlarda
Rasulüllah Kendisinin hasır üzerinde namaz kılarken secde ettiği yer hizasında
uzan secde ederken Peygamber (s.a.v.)'in elbisesinin bazı yerlerinin kendisine
dokunduğunu bildirmiştir. [333]
303-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz iki omzunda bir şey
yok iken bir elbise içerisinde namaz
kılmasın
demiştir. [334]
304-) Ömer b, Ebî Seleme
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in iki ucunu çaprazlama örtündüğü bir tek
elbise içerisinde namaz kıldığı rivayet edilmiştir. (Bir tek elbiseden maksat, o dönemin giyim
biçimi olan ve büyükçe bir kumaş bezdir. Bu dönemde giyilen elbise
çeşitlerinden birisi de izar ve ridadan oluşan iki parça kumaş bezle bürünme
şeklidir. Bu tür elbisenin belden yukarısına bürünülen parçaya rida, belden
aşağıya peştemal gibi bürünülen parçaya da izar denilirdi. Tek elbise derken
uzun bir kumaş parçası kastolunmaktadır.. Bu hadisler bir yönden namaz kılarken
giyim kuşamın ne şekilde olabileceğine ışık tutmaktadır. Bu nedenle namaz
bölümünde getirilmiştir.) [335]
305-) Cabir (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i bir tek elbiseye bürünmüş olarak namaz kılarken
gördüm." demiştir. [336]
306-) Ebû Zer (r.a.):
"Ey Allah'ın Rasûlü, yeryüzünde iîk defa hangi mescid kuruldu?"
dedim: "Mescidi Haram" buyurdu: "Sonra hangisi?" dedim:
"Mescidi Aksa" buyurdu: "Aralarında kaç yıl var?" dedim:
"Kırk yıl, bu ikisinden sonra artık sana namaz nerede ulaşırsa orada
kılıver, Zira fazilet buradadır. buy'urdu." demiştir. [337]
307-) Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bana, benden önce hiçbir kimseye
verilmeyen beş özellik verildi; Bana bir aylık mesafede (düşmanı) korkutmakla
yardım verildi, temiz olan yeryüzü bana mescid yapıldı, bu nedenle ümmetimden
herhangi bir kimseye namaz vakti nerede gelirse orada kıh-versin, benden önce
hiçbir kimseye helâl olmayan ganimet bana helâl kılındı, bana şefaat hakkı
verildi. Bir Peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlara
gönderildim " buyurmustur. [338]
308-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Özlü sözler ile Peygamber gönderildim,
(düşman kalbine salman) korkuyla muzaffer o/undum yardım gördüm. Ben uyurken
bana yeryüzünün hazinelerinin anahtarları getirilip elime bırakıldı"
buyurmuştur. Ebû Hureyre (r.a.) da: "Şimdi Rasûlüllah (s.a.v.) ebediyete
gitti, şu anda sizler bu hazineleri çıkarıp alıyorsunuz." demiştir. [339]
309-) Enes (r.a,)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldi ve "Avf b.
Amroğullan" denilen mahallede şehrin en yüksek yerine konakladı. Hz.
Peygamber (s.a.v.) buntann arasında on dört gece kaldı. Sonra Neccaroğulları'na
haber saldı, onlar da kılıçlarını kuşanıp geldiler. Şimdi ben terkisinde Ebû
Bekir, çevresinde Neccaroğulları'ndan bir topluluk içerisinde bineği üzerinde
sanki Hz. Peygamber (s.a.v.)'i görür sonunda (devesini) Ebû Eyyûb'un avlusuna
çökertti. Kendisi nama verde kılıvermeyl severdi. Davar ağıllarında bile namaz
kılar mescidin yapılmasını emretti ve Neccaroğullan'na haber "Ey
Neccaroğulları, şu bahçenizin fiyatını bana bildiri"dedi. Onlar:
"Hayır, vallahi biz onun bedelini ancak Allah'tan isteriz "'
dediler. Enes (r.a.) devamla şöyle demiştir: "Bu yerde size söylediğim
müşrik kabirleri, harabe yıkık evler ve hurma ağaçlan vardı. Hz. Peygamber
(s.a.v.) emir verdi. Müşrik kabirleri kazılıp düzenlendi, harabe yıkıntılar
tesviye edildi. Hurma ağaçları da kesildi. Hurma ağaçlarını mescidin kıblesine
sırayla dizdiler. Girişteki iki dikmeyi taştan ördüler. Ashab şiir ve maniler
söylüyor, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte: Allahümme Lâ Hayra İllâ Hayru'l-Âhira
Fağfirli'l-Ensâri ve'l-Muhacira "Allah'ım, âhfret hayrından başka hayır
yoktur Ensarve Muhaciri bağışla" diyerek taşları taşımaya başladılar. [340]
310-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) mescid yapılmadan önce koyun ağıllarında namaz
kıldırırdı" demiştir. [341]
311-) Berâ b. Âzib
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye ilk geldiğinde Ensardan
dedelerinin -veya dayılarının- yanına inmiştir. Kendisi Kudüs tarafına
yönelerek on altı veya on yedi ay namaz kıldı. Kıblenin Kabe'ye doğru
çevrilmesini arzuluyordu, (bu şekilde Kâbeye doğru) kıldığı ilk namaz ise
ikindi namazı olmuştur. Kendisiyle beraber bir kısım kimseler de namaz kıldı.
Yanında namaz kılanlardan birisi oradan ayrıldı ve Hz. Peygamber'in mescidine
uğradı, mesciddekiler bu sırada namaz kılıyorlardı Onlara: "Allah'ı şahit
tutarım ki, Rasûlüllah (s.a.y.) ile birlikte Mekke tarafına doğru namaz
kıldım." dedi. Cemaat hemen namazda Kabe tarafına döndü. Önceleri Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in Kudüs tarafına dönüp namaz kılması Yahudi ve
Hıristiyanlar) memnun ediyor-u" Kâbe tarafına dönünce bu uygulamadan
hoşlanmadılar." [342]
312-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) î!e birlikte, on altı veya on yedi ay
Kudüs yönüne doğru namaz kıldık. Sonra (Aiiah bunu) kıbie yönüne doğru
çevirdi." demiştir. [343]
313-) İbni Ömer (r.a.)
"İnsanlar Küba'da sabah namazını kılıyorlardı derken bu sırada, bir kimse
geldi ve: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e bu gece âyet indirildi, namazda Kabe'ye
yönelmesi emrolundu" dedi. Bu haber üzerine onlar da (namaz içerisinde
iken) Kabe'ye doğru döndüler. Yüzleri Şam'a doğru iken hemen Kabe'ye doğru
döndüler." demiştir. [344]
314-) Aişe (r.a.)
anlatır. Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme (r.a.) Habeşistan'da gördükleri ve
içerisinde resimler bulunan kiliseyi anlatmışlar arkasından bunu Hz. Peygamber
(s.a,v.)'e anlatmışlardı. Bunun üzerine: "Bu kimseler, kendileri arasında
iyi kimseler olup bunlar vefat ettiğinde kabri üzerine mescid bina eder,
içerisine bu resimleri yaparlardı. İşte böyle kimseler kıyamet günü Allah
katında yaratılmışların en kötüleridir, "buyurdu. [345]
315-) Hz. Aişe (r.a.)f
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefat ettiği hastalığı sırasında: "Allah, Yahudi
ve Hıristiyanlar'a lanet etsin, Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler,
"buyurduğunu rivayet etmiş ve: "Eğer mescid edinme endişesi olmasaydı
Peygamber (s.a.v.)'în kabrini açıkta bırakırlar (herkes yanma rahatiıkia
yaklaşabilirdi) ancak ben kabrin mescid edinilmesinden endişe ederim."
demiştir.
(Şu anda mescidin
tamamen içerisinde kalan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kabrini gören bir kimsenin
aklına bazı sorular gelebilir. Bu konuyu açıklamadan önce şunu J
belirtelim ki peygamberler vefat ettikleri yere gömülürler. {Tirmizî, cenâiz:
32, ibra Mâce, Cenâiz: 65) Bu nedenle Efendimiz o zaman mescidin dışında
bulunan Hz. Aişe Validemiz'in evinde vefat ettiği için evin içerisine
gömülmüştür.
Hz. Aişe (r.a.)'nın
evi ikiye bölündü, birisinde kabir vardı diğer kısmında da kendisi yaşıyordu.
Ara sıra kabrin bulunduğu bölmeye de geçtiği olurdu. (Saiıîh-i euhârî Muhtasarı
TecrîcH Sarih Tercemesi ve Şerhi, iv. 614) Hatta bazen kendisinden Peygamber
(s.a.v.)'in kabrini açıp göstermesi için izin alındığı da olmuştur. Hz.
Aişe'nin yeğeni Kasım b. Muhammed: "Anneciğim, bana Rasûlüllah (s.a.v.)
ile iki arkadaşının kabrini açsan, dedim. O da açtı, üç kabir gördüm.,."
demiştir. (Ebû oâvûd, Cenâiz: 72) Sonraları nüfusun artması nedeniyle mescid
genişletildi. Ömer b. Abdülaziz döneminde Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımlanna
ait hücreler satın alınıp mescide katıldı, kabirlerin lunduöu mekanı mescidden ayrı tutmak için
büyük bir duvar örüldü. Bu nedenie kabirler her ne kadar mescidin içerisinde
kalsa da duvarlarla aynlmış oldu.
Açıklamaya
çalıştığımız hadis ve benzeri diğer uyanlara dayanarak halk kabre nek
yaklaştırılmıyordu, bu nedenle h. 86-95 yıllarında halifelik yapan Emevî
Halifesi velid'İn idaresi sırasında kabrin duvarları çökmüş, bu sırada kabrin
birinde ayak görülmüştü. Oradakiler bu ayağın kime ait olduğunu bilememişler,
Hz. Peygamber (savYn ayağı olduğunu zannetmişlerdir, Buharî bu olayı anlatırken
şu bilgilen vermektedir: "Bu hususu bilebilecek birisini bulamadılar,
sonunda Un/e b. Zübeyr: "Vallahi bu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ayağı
değildir. Olsa olsa Ömer (r.a.)'ın ayağıdır " dedi." (BuhSri,
cenâiz: 96) Hücrenin asli vaziyetinin daha o dönemde fazla bilinememesi,
türbenin içerisine fazla girilmediğini gösterir.
8u ifadelerden
anladığımız, tapınma ve şirke gider endişesiyle halk kabrin bulunduğu odadan uzak
tutulmuşlardır, hatta şu arıda üç kabirden hangisinin kime ait olduğu bi!e
tartışmalıdır. Kabirlerin vaziyet planını anlatan rivayetler birbiriyle
çeîiş-kilidir. Buhârî sarihi Bedruddîn Aynî bu rivayetlerden hareketle üç
kabrin konumunu altı ayn şekilde tasnif ederek muhtemel şeklilerini çizmiştir.
(umdetu'i-Kâri, vıi. ıso)
Hz. Aişe hadisinde
görüldüğü üzere kabrin açıkta bırakılmaması, mescid edinilir endişesinden
dolayıdır. Bu nedenle kabri şerif devamlı kapalı bulundurulmuştur. Bugün dahi
ziyaretfer kabirlerin gerisinden yapılmaktadır. Üç kabrin tam olarak tespit
edilememesi daha ilk yüzyılda ortaya çıkmış Efendimiz'İn: "Peygamber
kabirlerine" değil de kıbleye yönelinmesi arzusu böylece gerçekleşmiştir.) [346]
316-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s,a.v.): "Allah, Yahudi ve Hıristiyanlar!
kahretsin, peygamberlerinin kabirlerini mesddler edindiler, "buyurmuştur. [347]
317-) Hz. Aişe (r.a.) ve
Abdullah İbni Abbâs (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'e sekâret hail geldiğinde
kendisine ait hamisayı (üzen işiemeu örtüyü) yüzüne örtmeye başladı. Sıcaklık
basınca yüzünü açyordu. Kendisi bu durumda iken Yahudi ve Hıristiyan la nn
yaptıklarından sakındırmak için: "Allah'ın laneti Yahudi ve
Hıristiyanların üzerine olsun. Peygamberlerinin kabirlerinimesddleryaptılar,
"buyurdu" demişlerdir. [348]
318-) Osman b. Affan
(r.a.) Peygamber (s.a.v.)'in mescidini genişletirken halkın kendisi hakkında
konuştuğunda: "Siz biraz bu işi büyüttünüz. Ben Peygamber (s.a.v.)'
"Kim Allah'ın rızasını isteyerek bir mescid yaparsa Allah da kendisi için
cennette bir benzerini yapar, "diye buyururken işittim." demiştir. [349]
319-) Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.)'ın oğlu Mus'ab: "Babamın yanında namaz kıldım ve (rukûda) iki
avucumu birleştirip iki uyluğumun arasına koydum. Babam bana böyle yapmayı
yasakladı ve: "Biz böyle yapardık, sonunda böyle yapmak yasaklandı,
ellerimizi dizlerimizin üzerine koymamız emredildi." dedi" demiştir. [350]
320-) İbni Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) namazda iken kendisine selâm verirdik. O
da selâmımıza karşılık verirdi. (Habeşistan hicretinden sonra) Necâşî'nin
yanından döndüğümüzde kendisine seiâm verdik, selâmımıza karşılık vermedi.
(Bunu kendisine söylediğimizde): "Şüphesiz namaz içerisinde (selâmdan
daha önemli, Allah ile) bir meşguliyet vardır" buyurdu." demiştir. [351]
321-) Zeyd b. Erkam
(r.a.)'dan gelen bir rivayette: "Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde namazda
konuşurduk. Birimiz arkadaşıyla bir haceti konuşurdu sonunda: «Namazları ve
orta namazı koruyun, Allah'a gönülden bağlı ve saygılı olarak namaza durun.»
(Bakara: 238) ayeti indi
artık namazda konuşmamakla emrolunduk." demiştir.
(Bu iki hadisten
anlaşılan bazı namaz erkanlarında tedrici uygulamanın olduğudur. 234. hadiste
de et-Tehiyyatü... duasının nasıl uygulandığı buna işaret etmektedir.) [352]
322-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) kendisinin bir haceti için beni
göndermişti. Ben hemen gittim, hacetini yerine getirip geri döndüm ve Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e geldim, kendisine seiâm verdim, ama selâmımı almadı.
Kalbime bir şey düştü ki, bunu en iyi Allah bilir. İçimden: "Herhalde
Rasûlüllah (s.a.v.) ben yavaş davrandım diye bana danldı mı ki?" dedim,
tekrar selâm verdim, bana yine cevap vermedi, bu sefer kalbime öncekinden daha
ağır bir şey düştü. Sonra yine bir selâm verdim, bu defa selâmımı aldı ve:
"Benim namaz klimam, selâmını almama mani olmuştur." buyurdu.
Kendisi bineği üzerinde, kıbleden başka bir yöne yönelmiş vaziyette idi. [353]
323-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Dün gece cinlerden bir ifrit namazımı
kesmek için ansızın karşıma çıktı.
Ama
Allah hemen ona karşı bana güç verdi. Ben de onu mescidin direklerinden bir
direğe bağlayıp sabaha çıktığınızda hepinizin onu seyretmesini istedim ancak
kardeşim Süleyman'ın «Rabb'im beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip
olmayan hükümranlık ver. »(ssd: 35) sözünü hatırladım (bırakı-verdim)"
buyurmuştur. [354]
324-) Ebû Katâde el-Ensârî
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Kızı Zeyneb'in, Ebû'l-Âs'dan oima
kızı Ümâme'yi (omuzunda) taşıyarak namaz kılardı, secde ettiğinde onu yere kor
ayağa kalktığında (omuzuna) yüklerdi."
(Kız çocuklarının
utanç vesilesi olarak görüldüğü bir zamanda Peygamber olan Hz. Muhammed
(s.a.v.) bu tabuyu yıkarak kız çocuğu olan torunu Ümâme'yi en kutsi bir
konumda, namazda Rabb'inin huzurunda omuzunda taşımıştır.) [355]
325-) Sehl b. Sa'd
es-Sâidî (r.a.)'dan. Birtakım kimseler Hz. Peygamber (s.a.v.)'in minberinin
yapıldığı ağaç konusunda tartıştılar. Bunun üzerine konuyu kendisine sordular.
O da: "Vallahi ben onun neden olduğunu biliyorum. Ben onun konulduğu ilk
günü de, Rasûlüllah (s.a.v.)'in üzerine ilk defa oturduğu günü de gördüm.
Rasûiüllah (s.a.v.) falanca kadına haber saldı -Sehl (r.a.) kadının ismini de
vermiştir-: "Marangoz kölene, halka konuştuğum zaman üzerine oturacağım
tahtalardan bana bir şey yapmasını söyle"'buyurdu. Kadın emretti. O da
(Medine yakınlarında ağaçlık mera olan) Gâbe'nin ılgın ağacından onu yapıp
getirdi. Kadın bunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e gönderdi. O da emretti ve işte şuraya
konuldu. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'in üzerinde namaz kıldığını gördüm. Kendisi
minberin üzerinde iken tekbir aldı ve yine üzerinde iken rukûya gitti sonra
geri geri gelip indi ve minberin dibine secde etti. Namazı bitirdiğinde halka
döndü ve: "Ey insanlar! Bu yaptıklarımı sadece namazımı öğrenip, bana uy
asınız dîye yaptım " buyurdu. [356]
326-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Bir kimsenin elini böğrüne koyarak namaz kılması yasaklanmıştır.
demiştir. [357]
327-) Muaykıb (r.a.) Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in secde ettiği yerdeki toprağı düzelten bir kimseye:
"Bunu yapacaksan, bir defada yap.buyurduğunu rivayet etmiştir. [358]
328-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), kıble duvarında bir tükrük gördü ve onu
kazıdı, sonra cemaate döndü ve: "Biriniz namaz kıldığında kıble tarafına
tükürmesin. Çünkü o, namaz kıldığında Allah onun kıblesîndedir."buyurdu. [359]
329-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), mescidin kıblesinde balgam görmüş ve hemen
bir taş alarak onu kazımış sonra bir kimsenin önüne veya sağına tükürmesini
yasaklamıştır. Ancak soluna veya sol ayağının altına tükürebilir. [360]
330-) Ebû Hureyre (r.a.)
ve Ebû Said el-Hudrî (r.a.) anlatırlar: "Hz. Peygamber (s.a.v.), mescidde
balgam gördü ve hemen bir taş a-larak onu kazıdı arkasından: "Biriniz
tükürecekse, asla ne önüne ne de sağına tükürsün! Soluna veya sol ayağının
altına tükür-sün. "buyurdu." [361]
331-) Âişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), kıble duvarında tükürük veya sümük görmüş ve onu
kazımıştır. [362]
332-) Enes (r.a.)
anlatır: Hz. Peygamber (s.a.v.) mescidin kıble duvarında tükrük gördü. Bu,
etkisi görülecek derecede kendisini üzüp öfkelendirdi. Hemen kalkıp onu eliyle
ufalayarak kazıdı ve: "Sizden biriniz namaza durduğunda o kimse Rabb'ine
yalvarır yahut Rabb 'i kendisiyle kıble arasında bulunur. Bu sebeple sizden biriniz
sakın kıblesine tükürmesini Ancak tükürecek olursa sol tarafına veya ayağının
altına tükürsün." buyurdu ve elbisesinin ucunu eline alıp tükürdü sonra
bir kısmını diğer kısmı üzerine büküp dürdü ve: "Ya da böyle yapsın
"buyurdu. [363]
333-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mescidde tükrük/ balgam bulunması bir
hatadır. Bu hatanın giderilmesi (keffâreti) ise toprakla kapatmaktır,
"buyurdu" demiştir." [364]
334-) Enes (r.a.)'a:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ayakkabısıyla namaz kılar
mıydı?" diye sorulmuş, o da: "Evet" demiştir. (Bilindiği gibi namaz kılan kimsenin gerek
kendisinde ve üzerindeki eşyalarda gerekse namaz kıldığı yerde dinin pis kabul
ettiği şeylerin bulunmaması gerekir, e-ğer bu şeyler var İse namaz geçerli değildir.
Namaz kılan bir kimsenin ayakkabılarında dinin pis kabul ettiği şeyler yok ise
ayakkabıyla namaz kılmada bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde
mescid günümüzdeki gibi sergilerle döşenmiş değildi, toprak olan zeminde namaz
kılınıyordu. Aslında temiz olan yeryüzünün her tarafında namaz kılmamız için
bize izin verilmiştir. (307. hadise bakınız) Bu nedenle temiz oian tüm
yeryüzünde namaz kıiınabilir. Arabistan topraklannda sıcağın etkisiyle
üzerinde fazla pislik kalmıyor kuruyup gidiyordu. Bu nedenîe toprak genellikle
temiz oluyor ve bu topraklar üzerinde gezen kimselerin ayakkabılsn da dinin pis
saydığı şeylere fazla bulaşmıyordu.
Diğer taraftan Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Yahudilere muhalefet ediniz, çünkü onlar ne
ayakkabıları ile ne de mestleriyle namaz kılarlar," buyurmuştur. (Ebû
Dâvûd, saiât: 88) Allah Teâlâ'nın: «Ey Mûsâ, şüphesiz Ben senin Rabb'inim,
ayakkabılarını çıkar! Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ'dasın» (Tâhâ: 11-12)
buyurması nedeniyle muhtemel ki Yahudiler ayakkabılarıma ibadet yapmıyorlardı.
Bu nedenle Efendimiz (a.s.) bunlara muhalefet etmek için ayakkabıyla da namaz
kılınmasını tavsiye etmiştir. Kendisi ayakkabıyla da ayakkabısız da namaz
kılmıştır. (Ebû Dâvûd, saiât: 88} Onun bu tavsiyesinin sünnet mi yoksa bir
ruhsat mı olduğu konusunda değişik yaklaşımlar vardır. Hatta bazı fıkıh
kitaplarında bu hadisten hareketle ayakkabıyla namaz kılmanın daha faziletli
olduğu belirtilir.
Ancak günümüzde
Yahudi ve Hıristiyanlann ayakkabıyla ibadet ettikleri göz önünde bulundurulursa,
ayakkabıyla namaz kılmanın onlara muhalefet için tavsiye edilmesinden dolayı
bugün ayakkabıyı çıkanp ibadet etmek daha isabetli olur kanaatindeyiz. Nitekim
Ebû Dâvûdu şerheden Sehârenfûri de bu konuya dikkat çekmektedir.
Bezlü'l-Mechûd, IV. 321) [365]
335-) Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kendisine ait "Hamîsa" (demlen üzen
işlemeli örtüde) namaz kıldığını ve örtünün işlemelerine gözünün iliştiğini
namazdan ayrıldığında: "Şu hamîsamı, Ebû Cehm'e götürün ve Cehm'in
(işiemesîz örtü olan) enbicâniyyesini getirin. Çünkü biraz °nce hamîsa beni
namazda oyaladı" buyurdu" demiştir. [366]
336-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eğer akşam yemeği önünüze konu/muş,
bu sırada akşam namazına kamet getirilmiş ise siz akşam yemeğine
başlayınız." buyurmuştur. [367]
337-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasülüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Eğer akşam yemeği
önünüze konulmuş ise akşam namazını kılmadan önce yemeğe başlayınız. Acele edip
akşam yemeğinizi bırakmayınız." [368]
338-) Âişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eğer akşam yemeği önünüze konulmuş, bu sırada
akşam namazına kamet getirilmiş ise siz akşam yemeğine başlayınız."
buyurmuştur.[369]
339-) İbnİ Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.): "Eğer birinizin önüne akşam yemeği
konulmuş, bu sırada akşam namazına kamet getirilmiş ise siz akşam yemeğine
başlayınız. Acele edip akşam yemeğinizi bırakmayınız, "buyurmuştur. [370]
340-) İbni Ömer
(r.a.)'da. Rasûlüüah (s.a.v.): "Kim şu yeşilliği yeise kokusu gidene kadar
mescidlerimize asla yaklaşmasın"
buyurmuştur.
Yeşillikle, sarımsağı kasdetmiştir. [371]
341-) Enes (r.a.)'a
sarımsak sorulmuş, oda: "Rasûlüliah (s.a.v.): "Kim, şu bitkiyi yerse
bize yaklaşmasın, namazı bizim yanımızda kılmasın"buyurdu." demiştir[372]
342-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz, Peygamber (s.a.v.) sarımsağı kastederek: "Kim şu bitkiyi
yerse mescidlerimizde bize gelip gitmesini"buyurdu." demiştir.
Hadisi rivayet
eden: "Câbir (r.a.)'a: "Bu bitkinin neyini kastediyor?"
dedim."Çiğ sarımsaktan başkasını kastettiğini zannetmiyorum."
dedi." demiştir.
"Kokusunu
kastetti." şeklinde de söylenilmiştir. (Kokusu
etraftakilere rahatsızlık veren sarımsak, soğan, pırasa ve benzer bazı sebzeler
hakkında hadislerde sakındmcı ifadelerin bulunduğunu görmekteyiz. Asîında bu
sebzeler insan sağlığı için oldukça faydalı bitkilerdir. Yapılan araştırmalar
bu bitkilerin sağlık açısından önemini ortaya koymuştur. Bu sebzeler
hakkındaki hadisler incelendiğinde bunların haram olmadığı, etrafı rahatsız
eden kokusu nedeniyle sakın-dırıldığını görmekteyiz. "Sarımsak kokusu ile
bize eziyet vermesin." bu-yrulmuştur. (Müsijm/ MesScıd: 71) Bu gerekçeden
hareketie, kokularının giderilmesi halinde yenilmesinde sakınca görülmemiştir.
"Eğer bun/an yemen/z gerekiyorsa, pişirerek (kokusunu) öldürünüz."
buyrulmuştur. (Ebû Dâvûd, Efime: 40) Aynı sözü Hz.
Ömer (r.a.) da
Söylemiştir (Müslim, Mesâdd: 71, İbni Mâce, Efime: 19) [373]
343-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.), şöyle buyurdu, demiştir: "Namaza çağrı
yapıldığında şeytan yellenerek ezanı duyamayacağı kadar uzağa çekilir. Ezan
bittiğinde geri gelir. Namaza kamet getirildiğinde tekrar dönüp çekilir. Kamet
bittiğinde tekrar gelir sonunda kişi ile kalbi arasına girer ve: "Şunu
hatırla, bunu hatırla" diyerek aklında olmayanları söyler, nihayet bu
kimse kaç rekat namaz kıldığını bilemez olur. Bu nedenle, biriniz üç mü, dört
mü gibi kaç rekat kıldığını bilemezse oturduğu zamanda iki secde yapsın "[374]
344-) Abdullah b.
Buhayne (r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.), bize namazlardan birisinde iki
rekat namaz kıldırdı sonra oturmayıp ayağa kalktt. Cemaat de onunla birlikte
ayağa kalktı. Namazını bitirdikten sonra selam vermesini gözledik ama o, tekbir
alıp oturduğu yerde iki secde yaptı sonra selam verdi." demiştir.
Diğer bir rivayette
"Unutmuş olduğu oturuşunun yerine kendisiyle birlikte cemaat de secde
etti" şeklinde ifade vardır. [375]
345-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) namaz kıldırdı. -Hadisi bize rivayet eden
ravi İbrahim en-Nehaî: "Bilmiyorum eksik m" kıldı fazla mı
kıldı" demiştir, Selâm verdiğinde kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü,
namaz konusunda yeni bir şey mi geldi?" denildi. Rasûlüliah (s.a.v.): no
da nedir?" buyurdu. Kendisine: "Şöyle, şöyle namaz kıldır-in dediler.
Hemen iki ayağını diz üzere kıvınp büktü (teşehhüde oturdu) kıble-yonelip iki defa
(yamima) secdesi yaptı. Sonra selâm verdi, yüzünü bize çevirdiğinde: "Şunu bilin ki eğer
namaz konusunda yeni bir şey gelmiş olsaydı onu mutlaka size bildirirdim. Ancak
ben de sizin gibi insanını, sizin unuttuğunuz gibi unutabilirim. Eğer unutursam
bana hatırlatın. Sizden biriniz namazında şüpheye düşerse doğruyu araştırsın,
ardından buna göre namazını tamamlasın, sonra da selâm verip ikisecde
yapsın"buyurdu." demiştir,
(Hadiste imamın
namazda yanıldığı, cemaatin bunun üzerine imamla konuştuğu arkasından namazdan
çıkılmaya yanılma secdesine gidildiği hükmü çıkmaktadır. Buna göre imam ve
cemaat namazda yanılma ile ilgili konuşma yaptığında namazın bozulmayacağı
anlaşılır. Diğer taraftan namazda yanılma olursa konuşma değil de teşbih veya
el grpma sekliyle imamın uyarılmasını bildiren hadisler de vardır. (408. hadise
bakınız. 408. hadiste ei çırpmanın kadınlara mahsus olduğu belirtilir,) Bu
nedenle konu ihtilaflıdır. Hanefîler yanılmanın teşbih, tekbir, tehlil veya
ayet okuma ile düzeltilebileceğini söylemişler. Ebû Dâvûd ve Nesâfnin de
rivayet etöği Müslim'de geçen uzun hadisteki; "Bu namaz ki insanların
kelamı, içerisinde uygun düşmez. Ancak Teşbih, Tekbir ve Kur'ân okumak uygun
olur... "ifadesini delil getirmişler ve yukandaki hadis -je benzerlerinin,
namazda konuşmanın yasaklanmasından Önce olduğunu söylemişlerdir.
(umdetuTKâri, Aynî, îti. 392) Namazda konuşma ilk dönemde caiz iken sonralan
bu kaldırılmıştır. Bu konuda Tirmizî de "Namazda konuşmanın kaldırılması
babı" altında bir bölüm açmıştır. (Tirmra: saiât 293. 624. hadis de
namazda konuşma ve selamlaşmanın kaldırıldığını ifade eder,) [376]
346-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) bize öğle veya i-kîndi namazından birisini
iki rekat kıldınp selâm verdi. Arkasından ayağa kalkıp mesddde uzatılmış ağaç
parçasına doğru öfkeli bir şekilde ayakta yaslandı, sağ elini sol elinin
üzerine koyup parmaklarını birbirine birleştirdi ve sağ yanağını da sol elinin
dışına koydu. Acele edenler mescidin kapılarından çıktılar. Oradakiler:
"Namaz kısalüldı mı?" dediler. Topluluğun içerisinde Ebû Bekir ve
Ömer de vardı ama Rasûlüllah ile konuşmaktan korktular. Yine içlerinde
kollarının uzunluğundan dolayı kendisine Zülyedeyn denilen bir kimse de
vardı."Ey Allah'ın Rasûlü unuttun mu yoksa namaz mı kısaltıldı?"
dedi: "Unutmadım namazda kısaltılmadı!"buyurdu. Arkasından:
"Zülyedeyn'in dediği gibi midir?" buyurdu."Evet" dediler.
Rasûlüllah (s.a.v.) öne geçti ve terk ettiği rekatian kıldı, sonra selâm verdi.
Arkasından tekbir alıp namazdaki secdesi kadar veya daha uzun secde yaptı,
sonra başını kaldırdı ve tekbir aldı. Sonra tekrar tekbir alıp namazdaki
secdesi kadar veya daha uzun secde yaptı, arkasından başını kaldırdı ve tekbir
aldı sonra da selâm verdi." [377]
347-) ibni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bize içerisinde secde bulunan sure okur ve secde
yapar, biz de secde yapardık, hatta kimimiz alnını koyacak yer biie
bulamazdı." demiştir. [378]
348-) Abdullah b. Mes'Od
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v,) Mekke'de İken "Neon" Suresi'ni
okudu ve secdeye gitti, kendisiyle birlikte orada olan herkes secdeye gitti
ancak yaşiı bir adam dışında: O bir avuç kum veya toprak alıp, kendi alnına
koydu ve: "Bu, benim için yeterlidir." dedi. Daha sonralan bu ihtiyarın kâfir olarak
öldürüldüğünü gördüm." deınişör.
(Buhâr
nin getirdiği diğer rivayette secdeye kapanmayan bu yaşlı adamın İsminin ileri
gelen Kureyş kâfirlerinden olan Ümeyye b. Halef olduğu belirtilir. Buharı, Kitâbu
Tefsîri'l-Kur'ân: Kamer: 62) [379]
349-) Zeyd b. Sabit
(r.a.)'dan. Kendisi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Necm Suresi'ni okumuş ama burada
secde etmemiştir. [380]
350-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Ebû Kasım (s.a.v.)'irı arkasında yatsı namazı kıldım.
"Îza's-Semâu'n şekkat" Suresi'ni okudu, secde ayetinde secde etti,
ben de ona kavuşana değin bu secdeyi hep yapacağım." demiştir. [381]
351-) İbni Abbâs (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)in namaz kıldırmasını bitirdiğini tekbir seslerinden
anlardım" demiştir. [382]
352-) İbni Abbâs (r.a.):
"Cemaat farz namazdan ayrıldığı sırada zikirle sesi yükseltmek Hz.
Peygamber (s.a.v.) döneminde vardı, bu yüksek sesli zikirleri duyduğumda
bununla cemaatin namazdan ayrıldığını bilirdim." demiştir.
Abbâs (r.a.),
yaşt küçük sahabilerdendi. Çocuk olduğundan dolay: cema-E k'İirtac!lğl
zamanlarda mescidin dışarısında iken cemaatle namazın sona şekilde
anladığını ifade etmiş olması muhtemeldir.) [383]
353-) Aişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Medine Yahudilerden iki kad!n benim yanıma geidi ve:
"Kabirdekiier, kabirlerinde a a uğrarlar" dediler. Ben onlara karşı
çiküm ve bir türlü kabul etmedim, onlar da yanımdan ayrımdılar. Arkasından
Rasûlüilah (s.a.v.) yanıma geldi. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûiü, Medine
Yahudilerden iki ihtiyar Yahudi kadın benim yanıma geldi ve;
"Kabirdekiler, kabirlerinde azaba uğrarlar" söylediler." dedim.
Rasûlüilah (s.a.v.): "Doğru söylemişler, kabirdekiler öyle bir azap
görürler ki, bunu hayvanlar işitir."buyurdu. Bundan sonra kendisinin,
hiçbir namazda kabir azabından sığınmadığım görmedim"[384]
354-) Âişe (r.a.):
"Rasûlüilah (s.a.v.)'i, namazında Deccâi fitnesinden sığınırken
işittim" demiştir[385]
355-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.): "Allahümme innî eûzü bike min
Azâbi'l-Kabri, vemin Azâbi'n-Nâri, vemin fitneti'l-Mehyâ ve'l-Memât vemin
fitneti'l-Mesîhi'd-Deccâl(=Allah'ım ben, kabir azabından, cehennem azabından,
ölüm ve hayat imtihanından, Mesih Deccâi fitnesinden imtihanından Sana sığınırım)"
diye dua e-derdi" demiştir. [386]
356-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)"in hanımı Hz. Aişe (r.a.)'dan Rasûlüilah (s.a.v.)'in namazda
şöyle dua ettiği bildirilmiştir: "Allahümme eûzübike min Azabi'l-Kabri ve
Eûzübike min Fitneti'l-Mesihi'd-Deccâl ve Eûzübike min Fitneti'l-Mahyâ ve
Fitneti'l-Memât Allahümme innî Eûzübike mine'l-Me'semi ve'l-Mağrami(=Allah'ım,
ben; kabir azabından Sana sığınırım. Mesih Deccâi imtihanından Sana sığınırım.
Hayatın fitnesinden / imtihanından ve ölümün fitnesinden imtihanından
Sana sığınırım. Allah'ım, ben; günaha dalmaktan, borca düşmekten Sana
sığınırım.)" birisi kendisine: "Neden borçtan dolayı çokça Allah'a
sığınıyorsun?" dedi. O da: "Bir adam borçlandığında söz söyler ama
yalan söyler, söz verir ama, sözünde durmaz." buyurdu.
(Söz konusu dualar
234. hadiste: "Sonra da kendisinin beğendiği duayı seçerek dua
eder."ifadesiyle "et-Tehiyyâtü..." duasından sonra okunacak duadır.
Hanefîlerin okuduğu "Rabbena..." duaları da bu yerde okunur. "Rabbena..."
duaiarı Kur'ân-ı Kerim'den alınmış duadır. {Bakara: 201, ibrahim: 40-41)) [387]
357-) Muğîra b. Şu'be
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in her farz namazın sonunda: "Lâ
ilahe illa/lâhu vahdehü lâ şerike lehü, lehü'l-Mülkü ve lehu'l-Hamdü ve hüve
ala külli şey'in kadir. Allahümme lâ mania Hmâ e'tayte velâ mu'tlye limâ
mena'te ve lâ yenfeu ze'l-Ceddi minke'l-Cedd(=Jek olan Allah'tan başka İlah
yoktur, Onun ortağı yoktur, mülk hakimiyet Onundur, övgü Onadır. Onun her şeye
gücü yeter. Allah'ım, Senin verdiğine engel olacak hiçbir şey yoktur. Senin
engel olduğunu da verebilecek yoktur. Senin yanında zenginin zenginliği fayda
vermez. Zenginlik Senden gelir.)" derdi." demiştir. [388]
358-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Fakir kimseler Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldiler ve: "Servet
sahipleri en yüce dereceleri, kalıcı nimeti alıp götürdüler. Onlar bizim
kıldığımız gibi namaz kılıyor, bizim tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar, buna
ilaveten kendilerinin fazladan malları vardır ki bununla haccediyorlar, umre
yapıyorlar, cihad edip sadaka veriyorlar." dediler. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Bakın size bir şey bildiriyorum ki, eğer bunu alırsanız sizi
geçenleri yakalarsınız, sizden sonra yaşayanlardan hiçbir kimse size yetişemez,
içinde bulunduğunuz kimselerin en hayırlısı olursunuz ancak bunu onlar da
yaparsa bu hariç. Her namazın arkasında otuz üç defa "Sübhânallah",
"el-Hamdülillah", "Allahüekber" diye zikredersiniz."'buyurdu."
demiştir.
(Hadisi anlatan
Sümey): "Aramızda ihtilafa düştük, bazımız: "Otuz üç Sübhânallah,
otuz üç el-Hamdülillah, otuz dört Allahüekber diyeceğiz" aedı. Ben de
(hadîsi bize anlatan Ebû sâiih'e) döndüm, o da: "Hepsinden otuz uç olana
kadar "Sübhânallah, el-Hamdülillah, Allahüekber" dersiniz."
dedi." demiştir.
(Hadisin son
kısmındaki ifadenin kime ait olduğu açık değildir, cümlenin gelişinden bunun
Ebû Hureyre (r.a.)'a ait olduğu anlaşılabilir. Ancak Müslim'in getirdiği
(esacıd: 142) Gayette sayılar hakkındaki konuşmanın, ravilerden Sümey ile Ebû
Salih masında geçtiğini görmekteyiz.
"Ali Jffr
nama2ln arkasında otuz üç defa "Sübhânallah",
"el-Hamdüliffah"
duadan
otuz üç defa olmak r3ma mamıntn 99 olacağı anlaşılabileceği gibi, her birinden
11 defa olmak üzere «marnının 33 olabileceği de anlatabilir. Diğer rivayetlerde bu duaların sayısı
hakkında yukarıdaki sayının dışında başka ifadeler de vardır, 6, 10, 11, 25,
70, 100 gibi. Aynfye göre sayıfardaki değişikliğin nedeni, bunların söylendiği
şahıslann değişik, konumların farklı olmasından dolayıdır. Umdetu'i-Kâri, V. 203) [389]
359-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) başlangıç tekbiri ile kıraat arasında
susardı: "Ey Allah'ın Rasûlü anam-babam sana feda olsun, tekbir ile
kıraat arasındaki susman sırasında ne söylüyorsun?" dedim:
"Allahümme bâidnî ve beyne hatâyâye kemâ bâadte beyne 7-Meştikı
ve'l-Mağribi. Allahümme nekkınî mine'l-Hatâyâ kemâ yünakkâ's-Sevbu'l-Ebyadu
min^'d-Denesi. Allahümme'ğsil hatâyâye bi'l-Mâi ve's-Selci ve'l-Berdî
{=Allah'ım! Senimle günahlarımın (hatalarımın) arasını, doğuyla batının arasını
uzaklaştırdığın gibi uzaklaştır. Allah'ım! Beyaz elbisenin kirden
arındırıldığı gibi beni de günahlardan (hataiardan) arındır. Allah'ım
günahlarımı (hatalarımı) su ile, kar ile ve dolu iie yıka" derim,
"buyurdu" demiştir. [390]
360-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Namaz için kamet getirildiğinde koşarak
gelmeyiniz, ağır başlı olarak geliniz, (imam ne) neye yetişirseniz onu
kılınız, kılamadığınızı sonunda tamamlayınız. Şüphesiz ki, biriniz namaza
doğru yöneldiğinde namazda sayılır " buyurmuştur. [391]
361-) Ebû Katâde (r.a.)
anlatır: "Biz, Hz, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kılıyorduk,
birden telaşlı erkek sesleri duydu. Namazı kıldıktan sonra: "Ne
yapıyordunuz?" buyuröu."Namaza yetişmek için acele ettik"
dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Böyle yapmayın! Alamaza geldiğinizde
sükunet üzere olun. Nerede namaz; ulaşırsanız hemen kılıverin, kı/amayıp
kaçırdığınız (rekatları da) tamam' fayın, "buyurdu." demiştir. [392]
362-) Yine Ebû Katâde
(r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.): "Namaza kamet getirildiğinde beni görene
değin namaza kalkmayınız."buyurdu" demiştir. [393]
363-) Ebû Hureyre (r.a.):
"Namaz için kamet getirildi, ayakta saflar dü-eltildi ardından Rasûlüllah
bizim yanımıza çıktı. Namaz kıldırdığı yere durduğunda kendisinin cunüp
olduğunu hatJriadı bize: "Sizyerinizde durun" dedi dönüp boy abdesti
aldı arkasından başından sular damlayarak yanımıza aktı ve tekbir aldı, biz de
kendisiyle namaza durduk" demiştir. [394]
364-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Kim, imamla birlikte kılman namazın bir
rekatına yetişirse o namaza yetişmiş olur. "buyurmuştur. ("o namaza yetişmiş olur" demek,
cemaat sevabına yetişmiş demektir.) [395]
365-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Kim, Güneş doğmadan
önce sabah namazından bir rekata yetişirse sabah namazına yetişmiş olur. Kim,
Güneş batmadan önce ikindi namazından bir rekata yetişirse ikindi namazına
yetişmiş olur." [396]
366-) Ebû Mes'ûd
el-Ensârî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'i eliyle beş vakit namazı sayarak
şöyle buyururken işittim demiştir: "Cebrail İndi ve bana imam oldu.
Kendisiyle birlikte namaz kıldım. Sonra yine kendisiyle birlikte namaz kıldım.
Sonra yine kendisiyle birlikte namaz kıldım. Sonra yine kendisiyle birlikte
namaz kıldım. Sonra yine kendisiyle birlikte namaz kıldım." [397]
367-) Ömer b. Abdülaziz
bir gün namazı geciktirmişti. Urve b. Zübeyr yanına girdi ve şunları bildirdi:
"Muğîra b. Şu'be, Irak'ta vali İken bir gün namazı geciktirdiği sırada
yanına Ebû Mes'ûd el-Ensârî (r.a.) girdi ve: "Ey Muğîra bu ne haldir?
Cebrail (a.s.) indi ve namaz kıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) de namaz kıldı. Sonra
bir namaz daha kıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) de na-maz klidl- Sonra bir namaz daha
kıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) de namaz kıl-dl- Sonra bir namaz daha kıldı.
Rasûlüllah (s.a.v.) de namaz kıldı. Sonra bır namaz daha kıldı. Rasûlüllah
(s.a.v.) de namaz kıldı ve: "Bununla emtoiundum,
"buyurdu. Sen bunu böyle bitmedin mi?" dedi. (Hadisimizde görüldüğü gibi günde beş vakit
namaz kıldığı belirtilmektedir.) [398]
368-) Âişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.), ikindi namazını Güneş benim odamda görünür iken
ve gölge henüz (odamın duvarına) dönmemişken kılardı."
demiştir. [399]
369-) Ebû Hureyre (r.a.)
: "Rasülüllah (s.a.v.): "Sıcak şiddetlendiğinde namazı serinliğe
bırakın. Çünkü sıcağın şiddetlenmesi cehennemin kaynamasından dolayıdır,
buyurdu." demiştir. [400]
370-) Ebû Zer el-Ğıfârî
(r.a.) anlatır: "Bir seferde Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idik.
Müezzin öğle ezanı okumak istedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Serinliği bekle" buyurdu. Sonra yine ezan okumak istedi:
"Serinliğibekle"buyurdu. Sonunda tepelerin gölgelerinin
Olduğunu gördük. (Namazı öyle kıldık) [401]
371-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sıcak şiddetlendiğinde namazı
serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddetlenmesi cehennemin kaynamasından
dolayıdır. Cehennem Rabb'ine: "Ey Rabb'im bir kısmım bir kısmımı
yedi" diye şikayette bulunmuş, bunun üzerine cehenneme, bir nefes kış a-yında,
bir nefes de yaz ayında olmak üzere iki nefese izin verilmiştir. Duyduğunuz
sıcağın en şiddetlisi ile soğuğun en şiddetlisi işte budur, "buyurmuştur. [402]
372-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasülüllah (s.a.v.) ile birlikte namaz kılardık. Bazılarımız
sıcağın şiddetinden dolayı secde ettiği yere elbisenin ucunu koyardı"
demiştir. [403]
373-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasülüllah (s.a.v.) ikindi namazını Güneş yüksek ve canlı iken kıldırır,
arkasından birimiz (Medine civarında iki mır ne sekiz mil arasındaki köyler
olan) Avali'ye gider ve onlara geldiğinde Güneş hâlâ yüksekte olurdu."
demiştir. Avali'nin bazıları Medine'ye dört mil veya buna yakın mesafededir. [404]
374-) Ebû Umâme b. Sehl
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ömer b. Abdilaziz ile birlikte öğle namazını
kıldık, sonra çıkıp Enes b. Malik'in yanına nirdik. Kendisini ikindi namazını
kılarken bulduk. Enes b. Malik'e: "Amcacığım bu kıldığın ne namazı?"
dedim: "İkindi namazı. Bu namaz, Rasülüllah (s a.v.)ln namazıdır,
kendisiyle birlikte iken böyle kılardık." dedi"[405]
375-) Rafi b. Hadic
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasülüllah (s.a.v.) ile birlikte ikindi
namazını kılar sonra bir deve kesilir, on parçaya bölünür, sonra pişirilir,
biz de Güneş batmadan önce pişmiş eti yerdik." [406]
376-) îbni Ömer (r.a.)
Rasülüllah (s.a.v.)'in: "İkindi namazını kaçıran kimse sanki ailesi ve
malı gasbedilip kaybedilen kimse gibidir."buyurduğunu bildirmiştir. [407]
377-) Ali (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Ahzab savaşında Rasülüllah (s.a.v.): "Güneş batana
kadar bizi ikindi namazından (orta namazdan) alıkoyup meşgul ettiklerinden
dolayı Allah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun "diye
beddua etti" Diğer bir rivayet
ise "Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular. Allah da onların
evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun"etti. Sonra ikindi namazını
akşam ile yatsı arasında kıldı" idedir. [408]
378-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Ömer b. Hattab (r.a.) Hendek Savaşı sırasında Güneş
battıktan sonra geldi ve Kureyş kâfirlerine ağır sözler söylemeye başladı:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Güneşin neredeyse batacak olduğu vakte kadar ikindiyi
kılamadım." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Vallahi ben
kılmadım." dedi ve Buthân'a gittik, namaz abdesti aldı, biz de namaz
abdesti aldık. Güneş battıktan sonra ikindi namazını kıldırdı, arkasından akşam
namazını kıldırdı." [409]
379-) Ebû Hureyre (r.a.)
Rasülüllah (s.a.v.)'in: "Birtakım Melekler ffeceleyin birtakım Melekler de
gündüz nöbetleşe size gelirler.
Bunlar sabah ve
ikindi namazında birlikte olurlar. Sonra sizin a-ramzda kalanlar göğe çıkar,
Allah kullarını en iyi bilen olduğu halde yine de onlara: "Kullarımı nassl
bıraktınız?" diye sorar, onlar da: "Onlan namaz kılarken bıraktık,
yanlarına da namaz kılarken gelmiştik." derler" tiye buyurduğunu
rivayet etmiştir.[410]
380-) Cerir (r.a.)
anlatır: "Hz, Peygamber (s.a.v.)'in yanında bulunuyorduk. Bir gece aya
baktı ve: "Siz şu ayı zahmetsiz rahat bîr şekilde gördüğünüz gibi
Rabb'inizi de göreceksiniz. Eğer Güneş doğmadan ve batmadan önce namazdan
alıkonuimamak elinizden gelirse bunu yapınız," buyurdu, sonra da «Güneşin
doğuşundan önce de batışından önce de Rabb'ini hamd İle teşbih et.» («âf: 39)
ayetini okudu. [411]
381-) Ebû Mûsâ
(r.a,)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.): "Kim sabah ve ikindi namazını kılarsa
Cennete girer, "buyurmuştur. [412]
382-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.), akşam namazını güneş batıp perde gerisine
indiğinde (ufukta kaybolduğunda) kılardı. [413]
383-) Rafı' b. Hadic
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte akşam namazını kılardık,
birimiz namazdan çıktıktan sonra attığı okun düştüğü yeri görebilirdi."
demiştir, [414]
384-) Aişe (r.a.):
"Rasûiüllah (s.a.v.) bir gece yatsı namazını gece geç vakte kadar
geciktirmişti. -Bu, İslâm'ın (Medine dışına) yayılmasından önce idi Evden
çıkmamıştı, sonunda Ömer: "Kadınlar ve çocukiar uyudular." dedi.
Bunun üzerine çıktı ve mesciddekilere; "Sizden başka yeryüzü halkından
hiçbir kimse şu anda bu namazı bekle' memektedlr. "buyurdu."
demiştir. [415]
385-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bir gece yatsı namazını kıldırması için
Rasûiüllah (s.a.v,)'i bekledik. Gecenin üçte biri yahut biraz dana fazlası geçtikten
sonra yanımıza çıkb. Kendisini ailesiyle ilgili bir
iş mi yoksa başka bir şey mi meşgul etti bilemiyorduk. Dışan çıktığında:
"Siz öyl0 hlr namazı bekliyorsunuz ki, sizden başka bir dine mensup
hiçbir kimse bu namazı beklememektedir. Eğer, ümmetime ağır gelmeseydionlara bu
saatte kıtdmrdım"buyurdu. Sonra müezzine emir verdi, o da kamet getirdi
ve namazı kıldırdı."
Diğer bir rivayet
ise "Bir gece Rasûlüliah (s.a.v.) meşgul edildi ve yatsı namazını
geciktirdi. Öyle gecikti ki, mescidde uyuyup uyandsk. Sonra yine uyuyup
uyandık. Sonra Rasûiüllah (s.a.v.), yanımıza çıktı ve: "Bu gece sizden
başka yeryüzü halkından hiçbir kimse şu anda bu namazı beklememektedir,
"buyurdu." şeklindedir. [416]
386-) Sabit el-Bünânfden.
Enes (r.a.)'a, Rasûiüllah (s.a.v.)'in yüzüğü soruldu, şöyle dedi: "Bir
keresinde Rasûiüllah (s.a.v.), gece yansına kadar veya yarısı hemen hemen
geçecek vakte kadar yatsıyı geciktirdi sonra geldi ve: "İnsanlar namazı
kıldılar ve uyudular. Siz ise namazı beklediğiniz sürece namazda
sayılıyorsunuz" buyurdu. Kendisinin gümüşten yüzüğünün parıltısını sanki
görür gibiyim." Enes (r.a.), bunu söylerken sol elinin serçe parmağını
kaldırmıştır. [417]
387-) Ebû Mûsâ (r.a.) anlatır:
"Ben ve benimie birlikte (Yemen'den) gemide gelen arkadaşlanm (Medine'de
bir vadi dan) "Buthân" arazisinde konaklamıştık. Hz. Peygamber
(s.a.v.) Medine'de idi. Her gece yatsı namazında bunlardan bir topluluk sırayla
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına giderdi. Ben ve arkadaşlanm bir defasında Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e kendisine ait bir işîe uğraşıyor-ken rastiadık. Gece yansf
oluncaya kadar namazı geciktirdi. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) gkıp cemaate
namaz kıldırdı. Namazı bitirdiğinde hazır bulunanlara: "Yerinizde kalın,
sevininiz ki sizden başka insanlardan bu vakitte namaz kılan bir kimsenin
olmaması veya bu vakitte sizden namaz kılmaması Allah'ın sizin üzerinizdeki
nimetin-endir." buyurdu. -Ebû Mûsâ (r.a.) iki sözcükten hangisinin söylendiğini
bilemiyordu- Ebû Mûsâ (r.a.) devamla: "Rasûiüllah (s.a.v.)'den işittiğimiz
Şeyden dolayı sevindik ve yerimize döndük" demiştir. [418]
388-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Allah'ın Peygamberi (s.a.v,), yatsı namazını
bir keresinde gece geç vakte kadar geciktirmişti. Hatta ha! uyuyup uyandı,
sonra yine uyuyup uyandı. Arkasından Ömer b. Hattab: "Namaz!" dedi.
Bunun akabinde Allah'ın Peygamberi (s.a.v.), dışarı çıktı. Hz. Peygamber
(s.a.v.) dışarı çıktı, sanki ben şu anda onu görür gibiyim, eiini başının
yarısına koymuş başından sular da mi ly o rd u: "Eğer ümmetime zor
gelmeseydi yatsıyı bu şekilde kılmalarım emrederdim." buyurdu." [419]
389-) Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) sabah namazı kılar, kendisiyle beraber mü'min
hanımlarda yün ve tiftikten dokunmuş örtülerine bürünmüş olarak cemaatte
bulunur, sonra da evlerine dönerlerdi de onları kimse tanıyamazdı"
demiştir. [420]
390-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) öğleyi gündüzün sıcağında, ikindiyi de
Güneş beyaz parlak iken, akşamı da aşağı inip battığında, yatsıyı da değişik
zamanda kıldırır; eğer cemaati toplanmış görürse erken, şayet geciktiklerini
görürse geç kılardı. Sabah namazını ise ortalık ağarmadan kılardı."
demiştir. [421]
391-) Ebû Berze
(r.a.)'a, Rasûlüliah (s.a.v.)'İn namazı soruldu, şöyle dedi: "Yatsı
namazını gece yarısına kadar geciktirmede bir sakınca görmezdi. Bununla birlikte
yatsı namazından önce uyumayı, yatsı namazından sonra da konuşmayı/sohbet
etmeyi sevmezdi. Öğleyi, Göneş tepe noktasından meylettikten sonra kılardı.
İkindiyi ise bir kimse bir kimse Medine'nin en uzak yerine gider (evine)
dönerdi. Bu sırada Güneş hâlâ canlı olurdu. -Hadisi bize aktaran ravi akşam
namazı hakkında ne söylediğini bilemiyorum, demiştir.- Sabah namazını birisi
ya-nındakine bakar onu tanıyacak hale geldiğinde kıldınr ve namazda altmış ile
yüz ayet arası okurdu." [422]
392-) Ebû Hureyre (r.a.)
Rasûlüllah (s.a.v,)'i: "Cemaatle kılınan namaz birinizin tek başına
kıldığı namaza göre yirmi beş kat daha üstündür. Sabah namazında gece melekleri
de gündüz melekleri de toplanır."diye buyururken işittim" demiştir.
Sonra Ebû Hureyre (r a.): "Dilerseniz «...Sabah vakti de namaz kıl. Çünkü
sabah vakti de şahitlidir...» (isrâ: 78) ayetini (buna dem olarak)
okuyunuz." derdi. [423]
393-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Cemaatte kılınan namaz yalnız başına
kılınandan yirmi yedi derece daha üstündür, "buyurmuştur. [424]
394-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun
ki odun toplamalarını emredeyim, böylece odun yığılsın sonra da namaz
kılmalarını emredeyim, namaz için ezan okunsun sonra da bir kimseye emredeyim
cemaate imam olsun, sonra geriye çekilip namaza gelmeyen adamlara giderek,
üzerlerine evlerini yakayım, diye içimden geçirdim. Canımı elinde tutan Allah'a
yemin olsun ki, onlardan birisi eğer yağlı bir kemik ya da güzelinden iki koyun
paçası bulacağını bilse yatsıya gelip hazır bulunurdu, "buyurmuştur. [425]
395-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu demiştir: "Münafıklara en ağır
gelen namaz yatsı namazı ile sabah namazıdır. Eğer yatsı ve sabah namazındaki
(sevabı) bilselerdi bu ikisine emekleyerek de olsa gelirlerdi. Namaz kılınmsını
emredeyim de namaza durulsun,sonra da birisine emredeyim cemaate namaz
kıldırsın ben de yanlarında odun demeti bulunan kimselerle namaza gelmeyenlere
gidip üzerlerine ateşle elerini yakayım diye içimden geçirdim." [426]
396-) Mahmud b. er-Rebî
(r.a.) anlatır: "Bedir Savaşı'nda bulunmuş Ensar'dan Rasûlüllah'ın
ashabından olan İtbân b. Mâlik, Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü ben halkıma namaz kıldırıyorum 'k gözümü beğenmiyorum (iyi
görmüyor) yağmur olduğunda halkımla aramızda bulunan vadiden sel suları
akmakta, bu nedenle kendilerine
namaz
kıldırmak için mescidlerine gidemiyorum. Ey Allah'ın Rasûlü, istedim ki bana
gelip, evimde namaz kılsan da burayı namazgah edin-sem." dedi. Bunun
üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "İnşaallah söylediğini yaparım"buyurdu.
İtbân (r.a.) şöyle devam etti: "Ertesi sabah gün yükseldiğinde Rasûlüllah
(s.a.v.) Ebûbekir'le birlikte geldi. Rasûlüllah (s.a.v.) izin istedi, ben
kendisine izin verdim, oturmayıp eve girdi ve: "Evinin neresinde namaz kılmamı
istersin?" buyurdu. Evin bir köşesine işaret ettim, Rasûlülîah (s.a.v.)
kalkıp tekbir aldı, biz de kalkıp saf tuttuk. İki rekat namaz kıldı, sonra
selâm verdi. Kendisi için yaptığımız hazire (et bulaması) yemeğine alıkoyduk.
Eve hanenin erkeklerinden bir hayli kişi koşuşup toplandı. Onlardan birisi:
"Mâlik b. Duhayşin nerede?" dedi, bir diğeri de: ':Bu adam
münafıktır, Allah ve Rasûtü'nü sevmez" dedi. Bunun üzerine Rasü!üllah
(s.a.v.); "Böyle deme! Onun "Lâ ilahe illallah" dediğini görmez
misin? Bu sözüyle Allah'ın rızasını istemektedir." buyurdu. Adam:
"Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedi. îtbân (r.a.) devamla:
"Biz kendisini münafıklara karşı tutum ve yaklaşımını, iyi niyetini
görürdük. Rasûlüllah (s.a.v.): "Aiiah rızasını isteyerek "Lâ ilahe
illallah"diyen kimseye Af iah cehennemi haram kılmıştır"
buyurdu." demiştir.
(Hadisteki müjde,
değişik hadislerde de geçmektedir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Aiiah: «Ey
insan! seni kerem sahibi Rabb'ine karşı aldatan nedir!»
buyurmaktadır,
(infitâr: 6) Yine bazı hadisierde "Lâ ilahe illallah" diyen
kimselerin ce-hennem'den çıkarılmaları anlatılır. Bundan "Lâ ilahe
illallah" diyen kimselerin de cehenneme girebileceği anlaşılmaktadır.
"Lâ Hâne illallah" diyen kimseye Allah'ın cehennemi haram kılması
demek, -Aliah daha iyi bilir -cehennemde kâfirler gibi e-bedî kalmaması,
günahlannı çektikten sonra veya cehenneme girip günahlarını çekerken şefaate
nail olarak cehennemden çıkması, cehennemde sürekli kalması haram o!sa
gerektir. Bu konuda "Sahîh-i Buhârî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh" isimli
çalış-mamızdaki 270. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [427]
397-) Mahmud b. er-Rebî
(r.a.): ''Rasûlüllah (s.a,v.)'in ben (Ben beş yaşımda iken) evimizdeki kovadan
yüzüme su püskürttüğünü hatırlıyorum" demiştir. [428]
398-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Ninesi Müleyke (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'i kendisi için
yaptığı yemeğe davet etmiş, o da bu yemeği yedikten sonra: "Haydikalkın,
size namaz kıldırayım" buyurmuştur. Enes (r.a.): "Kullana kullana
siyahlaşmış hasırımıza doğru kalkıp su serptim. Ardından Rasûlüilah (s.a.v.)
namaza durdu, ben ve Yetim
(Damlra
b. Ebi Damira, Rasûiüllah (s.a.v.)'ln azatlısı) arkasında safa durduk,
İhtiyarnine de bizim arkamıza durdu. Rasûlüllah (s.a.v.) bize iki rekat namaz
kıldırdı, sonra evimizden ayrıldı" demiştir. [429]
399-) Meymûne (r.a.):
"Ben âdetimi görürken, onun hizasında olduğum halde iken de namaz kılar
bazen secde ettiğinde elbiseme değerdi. Kendisi hurma lifinden örülmüş küçük
hasır üzerinde namaz kılardı." demiştir.[430]
400-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Kişinin cemaatle kıldığı namaz evinde
ve çarşı pazarında/iş yerinde (yalnız) kıldığı namazdan yirmibeş derece daha
fazladır. Şu bir gerçektir ki sizden biriniz abdest aldığında bunu güzel yapar
ve sadece namaz kılmak için mescide giderse, mescide girene değin attığı her
adım için Aliah onun derecesini yükseltir tir hatasını siler. Mescide
girdiğinde efe kendisini orada tuttuğu sürece namazda olmuş olur, namaz kıldığı
yerde durduğu sürece ahdestsizük durumu olmadığı zaman melekler kendisi için:
"Allah'ım onu bağışla, Al/alt'im ona merhamet et" diye dua ederler,
"buyurmuştur. [431]
401-) Ebû Mûsâ (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Namazdaki sevap açısından insanların en büyüğü
derece derece uzaktan yürüyüp gelendir, İmamla beraber namaz kılmak için namazı
bekleyen, hemen kılıp da uyuyan kimseden sevap bakımından daha büyüktür,
"buyurdu" demiştir. [432]
402-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken duyduğunu
söylemiştir: "Ne dersiniz? Sizden birinizin kapısında akarsu olsa da her gün beş defa yıkansa bu,
onun kirinden deriye bir şey
bırakır mı?... Sen ne dersin?" Orada bulunanlar:
"Kirinden
hiçbir şey bırakmaz" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "İşte beş
vakit namaz da böyledir. Allah beş vakit namazla hataları siler. "buyurdu. [433]
403-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim, sabah akşam mescide gider
gelirse Allah, her gidiş gelişinde o kimse için cennette ikramını hazırlar,
"buyurmuştur. [434]
404-) Mâlik b.
el-Huveyris (r,a.) anlatır: Kavmimden birtakım topluluk içerisinde Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e geldim ve yanında yirmi gece kaldım. Yumuşak ve merhametli
idi. Ailemize karşı özlemimizi görünce: "Haydi dönün, onların yanında olun.
Onlara İslâm'ı öğretin, namaz kıldırın, namaz vakti girdiğinde biriniz size
ezan okusun, büyüğünüz de size imam olsun, "buyurdu." demiştir. [435]
405-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), başını rukûdan kaldırıp: "Semiallahü
limen Hamideh Rabbena veleke'l-Hamd" dediğinde birtakım kimselere dua
eder, isimlerini sayar ve: "Allah'ım Velid b. Velid'i, Seleme b. Hişâm'ı,
Ayyaş b. Ebî Rabia'yı ve Mü'minlerden ezilmek istenilenleri (müstezatları)
kurtar. Allah'ım Mudar (kabilesine) azabını şiddetlendir, üzerlerine Yusuf
Peygamberin dönemindeki kıtlık ve yokluk senelerini gönder" buyururdu. 0
günlerde Mudar kabilesinin doğu tarafındaki halkı Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
muhalif idiler. [436]
406-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Vallahi, Rasûlüllah (s.a.v.)'in namazına yakın (onun namazına en
çok benzeyen) bir namaz kılarım." dedi. Ebû Hureyre (r.a.) öğle, yatsı ve
sabah namazlarında (son rekatında) kunut yapar, mü'minlere hayır dua eder,
kâfirlere de lanet okurdu.
(Kunut,
kelime anlamı oiarak itaat etmek, boyun eğmek, dua etmek anlamlanna gelir. Hz.
Peygamber (s.a.v.) çeşitli zamanlarda ve çeşitli namazlarda bazı özel durumlar
için belirli sürede namaz içerisinde özel dua ve bedduada bulunmuştur. Bu
uygulamalara kunut denilmekte olup şekli, okunan dua ve yeri hususunda farklı
rivayetler vardır. Rivayetlerin farklılığı uygulamada genişlik olduğunu
gösterir, hepsi de sünnettir.) [437]
407-) Enes (r.a.)'a:
"Rasûlüllah (s.a.v.) sabah namazında kunut vapti mı?" diye soruldu, o
da: "Evet" dedi."Rukûdan önce mi?" denildi, "Rukûdan
sonra kısa bir süre yaptı" demiştir. [438]
408-) Enes (r.a.)'a kunut
sorulmuştu: "Kunut yapmıştır" dedi: "Rukûdan önce mi sonra
mı?" denildi: "Rukûdan önce" dedi: "Falanca kimse, senin
"rukûdan sonra" dediğini bildirdi." denildi: "Doğru söylememiş,
Rasûlüllah (s.a.v.) sadece bir ay rukûdan sonra kunut yaptı. Zannediyorum
şöyle olmuştu: Kendilerine "Kurrâ" denilen yetmiş kadar bir topluluğu
Rasûlüllah ile aralarında saldırmazlık anlaşması bulunan müşrik bir topluma
göndermişti Bunlar beddua ettiği diğer kimselerden ayndır- İşte bu olaydan
ötürü Rasûlüllah (s.a.v.) bir ay onlara beddua etti," demiştir. [439]
409-) Enes (r.a.)'dan
gelen diğer bir rivayette: "Hz. Peygamber (s.a.v.)
bir ay Ri'l ve Zekvânlılar'a beddua etti" demiştir. (Şehid edilen sahabilerle ile ilgili olarak
1293. hadise bakınız. Kunut, kelime anlamı olarak İtaat etmek, boyun eğmek, dua
etmek anlamlarına gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.) çeşitli zamanlarda ve çeşitli
namazlarda bazı özel durumlar için belirli süreds namaz içerisinde özel dua ve
bedduada bulunmuştur. Bu uygulamalara kunut denilmekte olup şekli, okunan dua
ve yeri hususunda farklı rivayetler vardır. Rivayetlerin farklılığı uygulamada
genişlik olduğunu gösterir, hepsi de sünnettir.) [440]
410-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), kendilerine 'Kurrâ' denilen
kimselerden oluşan bir seriye göndermişti. Bu kimsere suikast düzenlendi. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i bu kimselere üzüldüğü kadar hiçbir şeye üzülmüş
görmemiştim. Sabah namazında bir ay kunut duası o-kudu ve: "Usay kabilesi,
Allah ve Rasûlüne isyan etmiştir." derdi"[441]
411-) imrân b. Husayn
el-Huzâî (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v,) ile birlikte
bir seferde idik, gecenin sonuna değin yürüdük sonunda yolcuya bundan daha
tatlı olamayacak bir uykuya düştük. Öyle ki bizi uykumuzdan sadece Güneşin
sıcaklığı uyandırmıştı. Uykusundan ilk uyanan alan kimse sonra falan kimse
sonra falan kimse sonra dördüncü olarak rner b. Hattab olmuştu. Hz. Peygamber
(s.a.v.) uyuduğunda uykusunda elerin cereyan ettiğini bilemediğimizden kendisi
uyanana değin kimse nu uyarmadı. Ömer uykusundan uyanıp da halkın başına gelen
şeyi görünce -Kendisi sert mizaçlı birisi idi- Yüksek sesle tekbir getirdi, Hz.
Peygamber (s.a.v.) sesinden uyanana değin yüksek sesle tekbir getirmeyi
sürdürdü. Hz. Peygamber (s.a.v.) uyanınca halkın başına gelen gafleti kendisine
anlattılar. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Zararı yok, hareket edin"
buyurdu, Hz. Peygamber (s.a.v.) harekete geçti ve biraz yürüdükten sonra namaz
için inip abdest suyu istedi, abdest aldı sonra namaz için ezan o-kundu, halka
namaz kıldırdı. Namazdan sonra cemaate döndüğünde baksa ki cemaatle namaz
kılmayıp ayrı duran birisini gördü: "Ey falanca seni ha/k ile birlikte
namaz kılmaktan alıkoyan şey nedir?"'dedi. O da: "Cünüp oldum, su da
yok" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Toprağa baksana, toprak sana
yeter"'buyurdu. Sonra öa Hz. Peygamber (s.a.v.) yürüdü ardından halk
susuzluktan şikayet etti bunun üzerine inip falanca ile Ali (r.a.)'ı çağırdı
ve: "Gidip su arayın"'dedi. İkisi yola çıktı, sonunda bir kadına
rastladılar, devesi üzerinde iki büyük su kırbası arasında bulunuyordu:
"Su nerede?" dediler. Kadın: "Su ile olan sürem dünden bu âna
kadardır. Adamiarımiz da yola çktıSar" dedi: "O zaman haydi
yürü" dediler. Kadın: "Nereye?" dedi; "Rasüiüliah
(s.a.v.)'e" dediler. Kadın: "Su dininden döndü denilene mi?"
dedi: "Senin sözünü ettiğin zata, haydi yürü" dediler ve kadını
Rasûlüilah (s.a.v.)'e getirip aralarında geçen konuşmayı anlattılar. Kadının
devesinden inmesini söylediler. Hz, Peygamber (s.a.v.) bir kap isteyip su
tulumlarının ağızlanndan bu kaba su boşaftû, tulumların a-ğızlarını kapatıp ait
ağzını açtı ve halka: "Gelin için ye hayvanlarınızı su/aym"Ğ\Ye
seslendi. Dileyen su içti, diliyen de hayvanlarını suladı. Sonunda cünüp oian
kimseye de bir kap su verdi ve: "Git bunu üzerine dökün"deö\. Kadın
ise ayakta durmuş suyuna ne yapıldığını seyrediyordu. Vallahi su işinden
aynldıklannda su tulumlan ilk durumlanndan daha çok su dolu olduğu görülüyordu,
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kadın için a-fanızdan bir şeyier toplaym'dedi.
Kadın için aralarından Medine hurması, un ve hurma kavutu toplayıp erzak
yaparak bir elbiseye koydular kadını devesine bindirip önüne erzak doldurduklan
elbiseyi koydular, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Suyundan hiçbir şey
eksiltmediğimizi biliyorsun bizisulayan ancak Allah'tır.''buyurdu. Kadın
ailesinin yanına gecikmiş olarak vardı. Ailesi: "Ey kadın seni geciktiren
nedir?" dedi. Kadın:
Tuhaf, İki adam
karşıma çıktı ve beni şu dininden döndü denilen adama götürdüler, bu kimse
şöyle şöyle yaptı kadın işaret parmağı ile orta parmağını yer ve göğü
işaret ederek yukarıya kaldırdı- Allah'a yemin olsun ki bu kimse şunun ve şunun
arasında bulunanların ya en sihirbazıdır yahut böyle değilse o gerçekten
Allah'ın Rasûlüdür" dedi. Müslümanlar bundan sonra bu kadının bulunduğu
bölgedeki Müşriklere sefer düzenliyorlar ama kadının bulunduğu oymağa
dokunmuyorlardı. Kadın bir gün aşiretine: "Bu topluluk size bilerek
saldırmıyorlar, Müslüman olmaya ne dersiniz?1' dedi.
Aşireti de kadının
sözünü dinleyip İslâm dinine girdi."
(Bu hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in iki yönünü görmekteyiz: Beşer yönü ki bu konuda bizden
farklı bir tarafı yoktur, uyur, uykusu ağır gelebilir batta namazı kazaya bile
kalabilir. Diğer yönü isa ilahi bağlantılarla irtibata geçtiği yönüdür, bu yönü
beşerden farklı tamamen insanüstü bir haldir. însan bu duruma erişemez, biz
buna mucize demekteyiz yani aciz bırakan.
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in uyuyarak namazının kazaya kaidığı yerden kalkıp ay-ntması hakkında
çeşidi izahlar getirilmiştir, İmam Müslim'in Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet
ettiği bir hadiste Peygamber (s.a.v.)'in: "Burası, bize şeytamn geldiği
yerdir."şeklindeki İfadesi bunun sebebini özîü bir şekilde açıklamaktadır.
(Müslim, Mesâdd: [442]
412-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim bir namazı kılmayı unutursa
hatırladığında kılsın, unutulan bu namazın bundan başka yapılacak keffareti
yoktur. «Beni hatırlamak için namaz kıl. »frâhâ: h)"buyurmuştur. [443]
413-) Müminlerin annesi
Aişe (r.a.): "Allah namazı farz kıldığında gerek yolculukta gerek ikamette
iki rekat olarak farz kıldı, sonra yolculukta iki rekat olduğu gibi kaldı
ikamette ise artırıldı." demiştir. [444]
414-) Hafs b. Âsim b.
Ömer b. Hattab'tan. Şöyle demiştir: "Mekke yolunda İbni Ömerle birlikte
oldum. Kendisi öğle namazını bize iki rekat kıldırdı sonra yerine geldi, biz
de geldik, konakladığı yerine vardığında oturdu biz de oturduk. Sonra namaz
kıldığı yere bir baktı ki orada ayakta/namazda bir takım kimseler gördü:
"Bunlar ne yapıyor?" dedi: "Nafile namaz kılıyorlar" dedim:
"Eğer nafile kılacak olsaydım, farz namazımı tam kılardım. Bak yeğenim,
ben yolculukta Rasûlüllah (s.a.v.), ile birlikte oldum. Allah, ruhunu alana
kadar hep iki rekattan fazla kılmadı. Yolculukta Ömer'le birlikte oldum. Allah,
ruhunu alana kadar hep iki rekattan fazla kılmadı. Yolculukta Osman'la birlikte
oldum. Allah, ruhunu alana kadar hep iki rekattan fazla kılmadı. Allah:
«Allah'ın Rasûlü'nde sizin için güzel bir örnek vardır.» <Ahzât>: 21)
buyurmuştur" dedi"[445]
415-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.), Medine'de öğleyi dört rekat kılmış, ikindiyi
Zü'l-Huleyfe'de iki rekat kılmıştır, [446]
416-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Medine'den Mekke'ye yolculuğa çıktık.
Medine'ye dönene değin (akşam namazı dışında) ikişer rekat, ikişer rekat
kıldırıyordu." demiştir. Kendisine: "Mekke'de bir süre ikamet ettiniz
mi?" denildi, o da; "On gün kaldık" dedi. [447]
417-) İbni Ömer (r.a.):
"Mina'da Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte iki rekat kıldık. Ebû Bekir
ve Ömer ile idaresinin ilk yıllarında Osman ile birlikte İki rekat kıldık.
Sonra Osman, namazları tam kıldırdı." demiştir. [448]
418-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'a: "Osman b. Affan (r.a.) bize Mina'da dört rekat kıldırdı"
denildi, o da: "İnnâ lillâh... (öiöm haberi duyui-
duğunda söylenen
Bakara: 156. ayetidir) dedi Ve: "RaSÜlÜllah (S.a.V.) İle birlikte
Mina'da iki rekat
kıldım, Ebû Bekir (r.a.) ile birlikte de Mina'da iki rekat kıldım, Ömer b.
Hattab ile birlikte Mina'da iki rekat kıldım. Keşke nasibim dört rekat yerine,
kabul edilmiş iki rekat olsaydı." dedi.
(Yolculukta, namazı
kısaltmayı zorunlu görüp-görmemeye dayanan bir ihtilaf vardır. Hz. Osman (r.a.)
kısaltmayı bir izin olarak gördüğünden kendisi Mina'da kı-saltmayıp tam kılmıştır.
Ona göre bu bir ruhsattır, dilerse tam kılar dilerse kısaltır.
"İnnâ
lillâh..." Ölüm haberi duyulduğunda söylenen Bakara: 156. ayetidir. Abdullah
İbni Mes'ûd (r.a.)'ın Böyle söylemesi, önceki uygulamanın kalkmasını ölüm gibi
ifade etmesindendir. Ancak kendisi İhtilaf çıkmaması için Mü'minlerin Emİrİ'nin
icraatına İtiraz etmemiş, "Keşke nasibim dört rekat yerine kabul edilmiş
iki rekat olsaydı." diyerek, gerek Efendimiz'in gerek İ!k iki halifenin
uygulamasının devamını istemiştir. 413. numaralı hadiste Hz. Aişe (r.a.)
yolculukta namazın iki rekat olarak devam ettiğini bildirir. Tirmizî:
"Uygulama, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabından pek çok ilim erbabı ve
diğerlerinin nezdinde de bu şekildedir." çiimki Cuma: 39) diyerek namazın
kısaltılmasına işaret eder.) [449]
419-) Harise b. Vehb
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v,) (düşman korkusu olmadığı) en güvenilir
olduğu halde Mina'da bize iki rekat namaz kıldırdı." demiştir.
(Yolculuk sırasında
dört rekatlı namazlar iki rekat kılınır. İki rekat kılınması zorunlu mudur
değil midir, bu konuda farklı yaklaşımlar vardır. Bir önceki hadisi delil
getiren Hanefîler bunun zorunlu olduğuna meylederler. Bu hadiste "en
güvenilir olduğu halde" ifadesi vardır. «Yeryüzünde sefere çıktığınızda
Kâfirlerin size kötülük yapmasından endişelendiğinizde namazı kısaltmanızda
bir sorumluluk yoktur.» (Nisa: ıoi) ayeti iie, korku varsa, namazı kısa
kılmaya izin verilmiştir. Efendimiz (a.s.) ise Mina'da böyle bir endişe yok
iken de kısa kılmıştır. Burada namazı kısaltmasının sebebi ise yolcu
olmasıdır.) [450]
420-) İbni Ömer (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) soğuk veya çok yağmurlu gecede, yolculuk
yaparken müezzine ezan okumasını arkasından: "Namazı barınaklarınızda /
evlerinizde kılınız" diye söy-lemesini emrederdi." [451]
421-) Abdullah b. Haris
anlatır: "İbni Abbâs (r.a.) soğuk ve ça-murlu bir 9ünde bize hutbe verdi.
"Hayyaalessalâh" sözüne geldiğinde.
Müezzine:
"Namaz evlerde (kılınacak)" de" diye söyledi. Halk birbirine
baktı, adeta bunu yadırgamalardı. Bunun üzerine: "Herhalde siz bunu
yadırgadınız -Hz. Peygamber (s.a.v.)'i kasdederek- bu, benden daha hayırlı bir
kimsenin yaptığı bir uygulamadır. Şüphesiz bu (Cuma namazı) farzdır, ama ben
sizi sıkıntıya sokmak istemedim." dedi." [452]
422-) Yine İbni Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) deve üzerinde de vitir namazı kılardı" demiştir.
(Bilindiği gibi
namazlar zorunluluk açısından iki kısımdır. Farz namazlar ki, mutlaka kılınması
gereken namazlardır, kılmayan kimse hesaba çekilir. Diğer kısım namazlar nafile
namazlardır, kılındığında sevap kazanılır, kılınmadığında âhirette bir hesabı
yoktur. İşte bu nafile namazlardan bir kısmı daha vardır ki, Hz. Peygamber
(s.a.v.) bunlan kılmaya özen göstermiştir. Onun bu davranışı söz konusu
namazların en az farz namazlar gibi algılanmasına neden olmuştur. Hanefîler bu
çeşit namazlan, farz ve nafile arasında bir yere koyarak "vacib"
demişlerdir. Diğer mezhepler her ne kadar vacib ıstılahını kullanmasalar bile
Hz. Peygamberin kılınmasına özen gösterdiği bu çeşit namazlan "kuvvetli
sünnet" adı altında incelemişlerdir.
Farzın dışında olup
da kılınmasına özen gösterilen namazlardan bir tanesi de vitir namazıdır. Gece
kılınan nafile namazlar içerisinde ele alınan vitir namazının kılınış şekli,
zamanı, sayısı ve kunut yapılıp yapılmaması Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
uy-gulamalannda değişik şekillerde görülmektedir. Hadis kitaplannda Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in vitir konusundaki uygulamaianna bakan bir kimse farklı
şekiller görecektir. Mesela Hz. Aişe validemizden gelen ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)'İn gece namazını anlatan rivayetler birbirinden farklı, sıhhat
bakımından ise birbirine yakındır.
O halde Hz.
Peygamber (s.a.v.) zaten nafile olan bu namazlan çeşitli yer ve zamanlarda
farklı kılmıştır. Bu nedenle kendisinden gelen bütün rivayetler farklı da olsa
yine de onun sünneti olup sünnetin değişik şekilde uygulamasıdır.) [453]
423-) Âmir b. Rabia
(r.a.)'dan. Kendisi Rasûlüllah (s.a.v.)'i geceleyin yolculukta iken bineğinin
üzerinde, bineğin gittiği yönde nafile namazı kılarken görmüştür. [454]
424-) Enes (r.a.) yüzü
kıblenin sol tarafında eşek üzerinde iken namaz kılmıştır. Kendisine:
"Kıblenin dışında bir yöne namaz mı kılıyorsun?" denildiğinde,
"Rasûlüliah (s.a.v.)'in böyle yaptığını görmeseydim ben de
yapmazdım." demiştir. [455]
425-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), yoiculuk kendisini aceleye getirdiğinde
akşam namazını geciktirerek üç rekat kılıp selâm verir, sonra yatsıyı kılmak
için çok az bekler ve yatsıyı da iki rekat kılıp selâm verirdi. Yatsıdan sonra
gecenin ortasında kalkana değin nafile namaz kılmazdı." demiştir.
(Bu hadisin diğer
farklı rivayetleri vardır. Bu rivayet Hanefîler'İn yolculukta iki namazın
birleştirilemiyeceğini İleri sürdükleri ve "sûri cem" diye
terimleştirdikleri hususun dayanağıdır. Bu rivayeti destekleyen bir rivayet de
Ebû Dâvûd tarafından rivayet edilir. (Ebû Dâvûd, Sefer: 5, Nesei, Mevâkît: 45}
Namazların arasını birleştirme hakkında "Sahıh-i Buhârî Muhtasarı
Tecrîd-i Sarih" isimli çalışmamızdaki 586. hadisin a-çıklamasına
bakabilirsiniz.) [456]
426-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), yolculuk kendisini aceleye getirdiğinde, öğleyi
ikindinin ilk vaktine kadar geciktirir ve ikisinin arasını birleştirirdi. Akşamı
da şafak kaybolduğu zamanda yatsıyla birleşecek zamana kadar geciktirirdi. [457]
427-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'de öğle ve
ikindiyi sekiz, akşam ve yatsıyı yedi rekat olarak (birleştirip) kıldırmışrjr. (İki namazı birleştirerek kılma, iki vakti
bir vakittebirleştirme değil, bir biriyle neredeyse birleşecek derecede yakın
kıldı, şeklinde açıklanmıştır.) [458]
428-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Biriniz (namaz kıldığı yerden) "ancak sag tarafından dönüp
ayrılması gerekir" şekliyle namazından şeytana bir pay ayırmasın. Ben Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i çoğu defa solundan dönüp ayrıldığını gördüm."
demiştir. [459]
429-) Ezd kabilesinden
olan Abdullah b. Mâlik b. Buhayne (r.a.) anlatır; "Rasûlüllah (s.a.v.)
namaza kamet getirilip başlandığı sırada iki rekat namaz kıtan bir kimse
görmüştü. Rasûlüllah (s.a.v.) o kişiye: Sabahı dört rekat mı yapıyorsun? Sabahı
dört rekat mı yapıyorsun?" buyurdu.
sünneö aZ' âl'm'er
bü hadİSe dayanarak kamet getirildikten sonra sabah namazının bir kışı nı"
kllınmaVip farza başlanılması gerektiğini söylemişlerdir. Bunun yanında et
"Bu M rekat sünneti, düşman süvarisi kovafasa bile terk nadisi ve saban namazının sünnetini
kılmanın Hz. (s.a.v.) tarafından ısrarla istenmesinden harekette eğer
farzı kaçırma intimali yoksa kametten sonra da sünnetin kılınabileceğini en
azından başlanan sünnet namazın tamamlanabileceğini söylemişlerdir. Bu kısım
âlimlere göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söz konusu sahabiyi uyarmasının nedeni
şudur: Sabah namazının sünneti evde kılındığından dolayı bu sahabinin mescidde
iki rekat sünnet kılması evde kılınan ile birlikte namazın dört rekat kılındığı
zannı vermesindendir.) [460]
430-) Ebû Katâde
es-Sülemî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz Mescide
girdiğinde oturmadan önce iki rekat na-maz kılsın"buyurmuştur. [461]
431-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Kuşluk vaktinde mescidde iken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
yanına vardım: "İki rekat namaz k/İ."'buyurdu. Kendisinin bana borcu
vardı, borcunu ödedi ve bana fazla da verdi."
(966. hadiste
görüldüğü gibi Hz. Câbir (r.a.) bir yolculukta devesini Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e satmış, devesini teslim etmek için mescide gelmiş, ücretini fazlasıyla
aldıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) deveyi kendisine geri verip hediye etmiştir.
Aslında borcun üzerinde verilen ilave faizdir. Ancak bir kimse borcunu verir,
bununla birlikte gönlünden bir hediye olarak bazı şeyler verir ise eğer iki
taraf devamlı birbirleriyle hediyeleşiyorsa bu, hediye olur ancak, borç
nedeniyle veriliyorsa faiz şüphesinden dolayı haram kabul edilir.) [462]
432-) Aişe (r.a.):
"Şüphesiz Rasûlüüah (s.a.v.) bir ameli işlemeyi sevdiği halde, insanlar da
yapar böylece üzerlerine farz olur endişesiyle bu ameli yapmazdı. Rasûlüllah
(s.a.v.) kuşluk namazını da asla kılmadı;
ama ben
kılıyorum." demiştir.
(Hz.
Aişe (r.a.), yukandaki hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu namazı asla kılmadığını
söylerken kendisinin kıldığını belirtmektedir. Yine kendisi Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in seferden döndüğünde kuşluk namazı kıldığını bildirmektedir.
(Müslim, Müsâfirîn: 75)
Gerek Aişe
(r.a.)'nın sözlerinde, gerek Enes (r.a.)'ın ve gerekse Abdullah b. Ömer
(r.a.)'ın kuşluk vaktindeki nafile namaz için karşı sözlerinin yanında
kendilerinin bu namazı kılmaları, bu sahabilerin namazın mevcudiyetini kabul
etmekle birlikte keyfiyetinden dolayı karşı sözler söylemiş olmalarını akla
getirmektedir. Söz gelimi rekatlarının sayısı hakkında mesela otuz rekat kılma
gibi veya kılınma vakti gibi. Bu monuda daha fazla bilgi için "Sahîh-i
Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih" isimli çalış-mamızdaki 594. hadisin
açıklamasına bakabilirsiniz.) [463]
433-) Abdurrahman b. Ebî
Leylâ'dan. Şöyle demiştir: "Ümmü Hâ-nî, dışında bana, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in kuşluk namazı kıldığını bildiren olmadı. Ümmü Hânî ise Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in Mekke fethedildiği gün kendisinin evine girdiğini, sekiz
rekat namaz kıldığını anlattı ve; "Kendisinin bu namazdan başka hafif bir
kıldığı namaz kıldığını görmedim. Gerçi rükû ve secdeleri tam yapmıştı"
dedi." [464]
434-) Ümmü Hânî bintü
Ebî Tâlib (r.a.): "Mekke'nin fethedildiği yılda Rasûlüllah (s.a.v.)'e
gitmiştim. Kızı Fatıma kendisini perdelemiş yıkanıyor-ken buldum. Selâm verdim.
Kendisi: "Bu (gelen) kimdir?" dedi: "Ben, Ümmü Hânî bintü Ebî
Tâlib" dedim: "Hoşgeldin Ümmü Hâni"dedi. Yıkandıktan sonra
namaza durup bir tek elbiseye bürünmüş olarak sekiz rekat namaz kıldı. Namazı
bitirdiğinde (m. aii (r.a.)'ı kasdederek): "Ey Allah'ın Rasûlü annemin
oğlu kendisini korumam altına aldığım Hübeyra'nın falan oğlunu öldüreceğini
söyledi?" dedim Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey Ümmü Hâni senin koruma aitma
aldığını biz de koruma altına aldık" buyurdu. Bu kıldığı namaz kuşluk
vaktinde idi." demiştir. [465]
435-) Ebû Hureyre
(r.a,): "Samimi dostum bana üç şeyi tavsiye etti ki, ben bunları ölene
kadar asla bırakmam: Her ayda üç gün oruç tutmak, kuşluk namazı kılmak ve vitir
namazı üzere uyumak." demiştir. [466]
436-) Hafsa (r.a.) anlatır:
"Rasûlüllah (s.a.v.) müezzin sabahı gözetlemek için oturup da sabah
namazı vakti belirdiğinde namaza kamet getirilmeden önce kısa iki rekat namaz
kılardı." [467]
437-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), sabah namazında ezan ile kamet arasında
kısa iki rekat namaz kılardı. [468]
438-) Hz. Aişe (r.a.):
"Sabah namazından önceki iki rekat sünneti o kısa kılardı ki ben:
"Acaba Fatiha okudu mu?" derdim." demiştir. [469]
439-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) hiçbir nafile namaza ah namazının sünnetine
gösterdiği devamlılığı göstermezdi." demiştir. [470]
440-) İbni Ömer (r.a.),
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v,) ile birlikte, öğleden önce iki
rekat öğleden sonra da iki rekat, akşamdan sonra iki rekat, yatsıdan sonra iki
rekat, cumadan sonra iki rekat nafile namaz kıldım. Akşam ve yatsının (nafile
namazlarım) kendisinin evinde kıldım"[471]
441-) Mü'minlerin annesi
Hz. Aişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i yaşlandığı zamana kadar gece
namazını oturarak kıldığını asia görmediğini söylemiş, devamla:
"Yaşlandığında oturarak kıraat eder, rükû edeceği zaman ayağa kalkardı ve
(devamla) otuz veya kırk kadar daha ayet okur, sonra da rukûya giderdi."
demiştir. [472]
442-) Müminlerin annesi
Aişe (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), (yaş'^icmda, gece
nafile namazım) oturarak kılar ve kıraatini oturarak yapardı. Okuduğu
kıraatinin otuz veya kırk ayeti kaldığında ayağa kalkar ve bunları ayakta okur
arkasından rukûya sonra da secdeye giderdi. İ-kinci rekatı da böyle yapardı.
Namazını bitirdiğinde, eğer ben uyanıksam benimle konuşur uyuyor isem yatağa
uzanırdı." [473]
443-) Hz. Aişe (r.a.)'a:
"Rasûiüllah (s.a.v.)'in Ramazandaki namazı nasıldı?" diye sorulmuş:
"Rasûlüllah (s.a.v.) ne Ramazanda ne de Ramazanın dışında on bir rekatı
geçmezdi, bir dört rekat kılardı ki güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra bir
dört rekat daha kılardı ki güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonrada üç rekat
kılardı, kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü, vitir kılmadan önce mi
uyuyorsun?" dedim: "Ey Aişe, gözlerim uyur ama kalbim uyumaz,
"buyurdu." demiştir. [474]
444-) Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) geceleyin on üç rekat namaz kılardı vitir ve sabah
namazının sünneti de bunun içindedir." demiştir. [475]
445-) Hz. Aişe (r.a.)'a:
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in gece namazı nasıldı?" diye sorulmuş:
"Gecenin başında uyur, sonunda kalkıp namaz kılar sonra tekrar yatağına
gelirdi. Müezzin ezan okuduğunda kalkar, gusül alması gerekirse yıkanır yoksa
abdest alıp mescide çıkardı." demiştir.[476]
446-) Tabiînden,
Mes'rûk: "Aişe (r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hanqi diye sordum:
"Devamlı olanı" dedi: "Gece namaz kılmaya ne zaman kalkardı?"
dedim: "Horozun sesini duyduğunda." dedi." demiştir. [477]
447-) Yine bir başka
rivayette: "Seher vakti kendisini benim yanımda uyur bulurdu."
demiştir. [478]
448-) Mü'minlerin annesi
Hz. Aişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), namazını bitirdiğinde bakar; eğer
uyanıksam benimle konuşur yok eğer uyuyorsam kendisi de yatıp uzanırdı."
demiştir. [479]
449-) Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) gecenin her vaktinde vitir namazı kılar, vitir namazı
(vakti) seher vaktine kadar sürerdi." demiştir. [480]
450-) İbni Ömer (r.a.)
anfatır: "Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.) minberde iken: "Gece namazı
konusundaki görüşünüz nedir?" diye sordu: "İkişer, ikişerdir, ama bir
kimse gece namazı kılarken sabah namazının vaktinin girmesinden endişe ederse
(ikişer rekat kıldığı namazının sonunda) tek rekat kılar. Bu rekat, kılmış
olduğu namazını vitir/tekli yapar." buyurdu. İbni Ömer (r.a.):
"Namazınızın sonunu tek yapınız / vitir yapınız. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) böyle emretmiştir." derdi. [481]
451-) ibni Ömer (r.a.):
"Kim, gece namazı kılarsa sonunu tek yapsın/vitir yapsın. Çünkü
Rasûlülfah (s.a.v.), böyle emrederdi." demiştir. [482]
452-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şanı Yüce her gece,
gecenin sonunda üçte biri kaldığında ya-« semaya iner re/"Kim bana dua ederse
kendisine cevap ve kim benden bir şey isterse ona veririm, kim benden
ba-9'Şlama dilerse kendisini bağışlarım.11 buyurur, "demiştir. [483]
453-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'ln: "Kim, inanarak ve sevabım Allah'tan
bekleyerek, Ramazan'/ ihya ederse kendisinin geçmiş günahı
bağışlanılır."'buyurduğunu rivayet etmiştir.
(Bir şeyi ihya
etmek, onu canlı tutmak demektir. Ramazanın veya kadir gecesinin ihyası demek,
bu vakitleri ibadetle, zikir ve dua ile, tefekkür ve düşünme ile geçirmek
demektir.) [484]
454-) Âişe (r.a.),
şunları bildirmiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.) bir gece, gecenin ortasında
çıkıp mescidde namaz kıldı. Bazı kimseler de onun namazıyla namaz kıldılar, sabah
olunca da bunu aralarında konuştular, ertesi gece ise bundan daha fazlası
toplandı. Rasûlüllah (s.a.v.) ikinci gece de yanlarına çıktı bu kimseler yine
onun namazıyla namaz kıldılar, sabah olunca da bunu aralarında konuştular.
Üçüncü gecede mescid cemaati çoğaldı, Rasûlüllah (s.a.v.) yine yanlarına çıktı
bu kimseler de onun namazıyla namaz kıldılar. Dördüncü gece olduğunda mescid cemaati
alamaz hamle geldi bu yünden Rasûlüllah (s.a.v.), yanlarına çıkmadı. Bazıları:
"Namaza, namaza" demeye durdularsa da Rasûlüllah (s.a.v.), onların
yanına çıkmadı nihayet sabah namazı için dışarı çıktı. Sabah namazını kılıp
bitirdikten sonra cemaate döndü, şahadet getirdi, arkasından: "Bundan
sonra şunu bilin ki sizin (namaz kılarken arkamda durduğunuz) yeriniz bana
kapalı değildir, ancak gece namazın üzerinize farz olup da yerine
getiremeyeceğinizden korktum (namaz
kılmak
için yanınıza çıkmadım.)" buyurdu." [485]
455-) İbni Abbâs (r.a.):
"Teyzem Meymûne'nin yanında gecele-miştim. Derken Hz. Peygamber (s.a.v.)
kalktı ve defi hacet yaptı, arkasından elini ve yüzünü yıkadı sonra uyudu,
arkasından kalktı, su kırbasına gidip ağzını çözdü sonra ne haddinden fazla ne
de az iki abdest arası abdest aldı, arkasından namaz kıldı. Ben de kalktım, onu
gözetlediğimi zannetmemesi için (yem uyanıyormuş gibi) şöyle bir gerildim,
arkasından abdest aldım. Hz. Peygamber (s.a.v.) namaz kılmaya durdu, ben de
soluna durdum. Kulağımdan tutup beni sağ yanma çevirdi. Namaz on üç rekat
olduğunda yatıp uyudu, hatta horladı. Arkasından Bilal kendisini namaza
çağırdı. Hz. Peygamber (s.a.v.) abdest almadan (rekat) namaz kıldı. Duasında
şöyle diyordu: "Allahümme'cal fikalbî nûran ve fi basarı nûran ve fi semî
nûran ve an yemini nûran ve an yesârî nûran ve fevki nûran ve tahtî nûran ve
emâmî
nûran ve ha I
finûran vec'al lî nûran (=Allah'ım kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır,
kulağımı nurlandır, sağ yanımı nurlandır, sol yanımı nurlandır, üstümü
nurlandır, altımı nurlandır, önümü nurlandır, arkamı nurlandır. Hasılf benim
her tarafımı nurlandır.)" demiştir. [486]
456-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan. Bir keresinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'ın hanımı ve aynı zamanda
kendisinin teyzesi olan Meymûne (r.a.)'ın yanında gecelemişti. Şöyle anlatır:
"Ben yastığın enine (kısa tarafına) uzanıp yattım. Rasûlülîah (s.a.v.)
ile hanımı da boyuna (uzun tarafına) uzanıp yattı. Rasûlüllah (s.a.v.) uyudu.
Gece yansı -veya yarısından biraz önce, veya yarısından biraz sonra- olunca
Rasûlüllah (s.a.v.) uyandı ve oturdu, eliyle yüzünden uykuyu gideriyordu,
sonra Âl-i İmrân Suresinin sonundan on ayet okudu, arkasından asılı olan su
tulumuna doğru kalktı ve bundaki su ile abdest aldı, abdestine de özen
gösterdi. Sonra namaza durdu. Ben de kalkıp onun yaptığı gibi yaptım sonra gidip
yanına durdum. Sağ elini başıma koyup sağ kulağımı kıvırdı, ardından iki rekat
namaz kıldı, sonra iki rekat, sonra iki rekat, sonra iki rekat, sonra iki
rekat, sonra iki rekat, sonra da tek rekat kıldı ve müezzin kendisine gelinceye
kadar yatıp uzandı, ardından kalktı ve kısa iki rekat namaz kıldı sonra da
çıkıp sabah namazını ki İdi "dem iştir. [487]
457-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'ln gece namazı rekattı" demiştir.
(Tehecüd Namazı'nın
sayısı ve keyfiyeti hakkında çeşitli rivayetler vardır. Rivayetlerin bu kadar
çeşitli olması genişlik ifade eder.)[488]
458-) ibni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) geceleyin teheccüd için kalktığında şöyle
dua ederdi: "Allahümme Leke'l-Hamdü, ente Kayyimu's-Semâvâti ve'l-Ardı ve
men fihinne, Veteke'l-Hamdü, Leke'l-Mülkü's-Semâvâti ve'l-Ardi ve men hi
veleke'i-Hamdü, ente Nûru's-Semâvâti ve'l-Ardi vermen
fîhinne veleke'l-Hamdü ente Meliku's-Semâvâti ve'l-Ardi, veleke'l-Hamdü,
ente'l-Hakku ve va'duke'hHakku ve likâuke Hakkun, ve Kavluke Hakkun,
ve'l-Cennetü Hakkun, ve'n-Nâru Hakkun, ve'n-Nebiyyûne Hakkun ve Muhammedun
Sallellahu aleyhi vesellem Hakkun, ve's-Sâatu Hakkun. Allahümme leke eslemtü,
ve bike Âmentü, ve aleyke tevekkeltü ve ileyke enebtü, ve bike Hâsemtü, ve
ileyke Hâkemtü, Fağfirlî mâ kaddemtü ve mâ Ahhartü, ve mâ esrartu ve mâ A
'lentü, ente'h Mukaddimu ve ente'l-Muahhiru. Lâ ilahe illâ ente Lâ ilahe
ğayruke. velâ Havle velâ Kuvvete illâ billahi (=Allah'ım hamd Sanadır. Gökleri,
yeri ve içindekilerin hakimiyeti Senindir. Hamd Sanadır. Sen, göklerin, yerin
ve içindekilerin nuriandırıcısısın. Hamd Sanadır. Sen göklerin ve yerin
hakimisin ve hamd Sanadır. Sen gerçeksin, vadinde gerçektir, Seninle
karşılaşmak gerçektir. Sözün gerçektir. Cennet gerçektir. Cehennem gerçektir.
Peygamberler gerçektir. Muhamrned (s.a.v.) gerçektir. Kıyamet gerçektir.
Allah'ım, Sana teslim oldum, Sana inandım ve Sana dayandım. Sana yöneldim.
Senin için savaştım, Senin hükmünü hakem yaptım, geçmişte ve gelecekte, gizli
açık işlediğimi bağışla. Sen öne geçirensin, Sen geri bırakansın. Senden başka
ilah yoktur. Allah'tan başka ne kuvvet var ne de engel vardır!)" [489]
459-) İbni Mes'ûd (r.a.)
anlatır: "Bir gece Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldım. Öyle
kıyam yaptı ki, sonunda ben fena bir iş yapmaya karar vermiştim. Kendisine:
"Neye karar vermiştin?" denildi:
"Oturup Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i ayakta bırakmaya." demiştir.
(Yukarıdaki hadiste
Efendimiz'İn gece namazından sonra, sabah namazına kadar uyuduğu
bildirilmişti. Bu hadiste ve 595. hadiste bildirilen şekilde namaz kılan kimse
artık yorgunluktan halsiz kaltp uyumaktan başka çare bulamayacaktır.) [490]
460-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a,) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) yanında bir adamdan bahsedildi ve:
"Sabaha kadar uyudu namaza kalkmadı." denildi. Bunun üzerine
Rasûiüllah (s.a.v.): "Onun kulağına Şeytan işemiştir. "buyurdu.
(Gece namazına veya
sabah namazına kalkmayıp uyuyan kimse hakkında E-fendimiz (a.s.)'ın "Onun
kulağına Şeytan işemiştir." buyurmasını da yukarıdaki gibi mecazi bir anlatım olarak anlamak
mümkündür. Buna göre, şeytanın etkisi altına al'P/ tuzağına düşürdüğü,
kendisine bu kadar boyun eğen bu kimseyi İyice hafife alıp kendisiyle alay
ettiği, kulağına işemesi şeklinde anlatılarak belirtilmiş olabilir.
Şu bilinmelidir ki,
boş ve anlamsız işlerle uğraşan, faydasız sözlerle oyalanan kimselerin kulağı,
İlahi sözleri ve ezan sesini duyamayacak kadar kirlenir. Ona, meleğin sesinden
çok şeytanın sesi ve telkini ulaşır. Bunun sonucu olarak vaktinde u-yanıp
kalkamaz, ibadetini en değerli zamanda yapamaz.
Şeytanın kulağa
işemesi ile bir önceki hadiste geçen, uyuyanın ensesine üç düğüm atmasını,
mecazi bir anlatım değil de gerçek olduğunu düşünen âlimler de bulunmaktadır.) [491]
461-) Ali b. Ebû Talib
(r.a.) anlatır: Rasûiüllah (s.a.v.) bir gece kızı Fatıma ile kendisinin kapısını
çalmış: "Namaz kılmıyor musunuz?" buyurmuş. Hz. Ali: "Ey
Allah'ın Rasûlü, canımız Allah'ın elindedir. Bizi uyarmak isterse,
uyarır." dedim. Biz böyle deyince bana cevap vermeden dönüp gitti, sonra
sesini duydum, arkasını dönmüş giderken ellerini dizlerine vurarak: «İnsan
kısmı çok tartışmacıdır.» (Kehf: 54) diyordu. [492]
462-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz uyuduğu sırada şeytan
ense köküne üç düğüm atar ve her düğümde vurarak: "Yat uyu, gece
uzundur." der. Eğer bu kimse, uyanır da Allah'ı zikrederse bir düğüm
çözülür, abdest alırsa bir düğüm daha çözülür, namaz kılarsa bir düğüm daha
çözülür, dinç ve gönlü hoş olarak sabaha çıkar. Eğer böyle yapmazsa tembel
uyuşuk ve ruhu sıkıntılı olarak sabaha çıkar, "buyurmuştur.
(Uyuyan kimsenin
ense köküne şeytanın üç düğüm atarak ona uyumayı telkin etmesi mecazi ve
temsili bir anlatım olabilir. Bu İfade iie şeytanın insanoğlunu gece ibadet
etmekten ve Allah'ı anmaktan alıkoymak istediği, "Hele yat, uyu; daha uykunu
alamadın; vakti gelince kalkarsın" gibi telkinlerle oyaladığı, uyku/u
cazip hale getirdiği, azim ve iradesini etkisi altına aldığı, böylece o
kimsenin kalkıp ibadet etmesine fırsat vermediği anlaşılabilir.) [493]
463-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Namazınızın bir kısmını evlerinizde
kılınız, oraları kabirlere çevirmeyiniz"buyurmuştur. [494]
464-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Rabb'ini zikreden hatırda tutan
kimse ile Rabb'ini zikretmeyen hatırda tutmayan kimsenin durumu diri ile
ölünün durumu gibidir.buyurdu." demiştir.
[495]
465-) Zeyd b. Sabit
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Ramazan'da bir hücre edindi (Ravi
Busr d. sam): "Zannediyorum hasırdan, dedi," demiştir.- Burada
birkaç gece namaz kıldı. Kendisinin ashabından bir kısım insan da onun
namazıyla namaz kıldı. Onların böyle yaptığını öğrenince (bu namazı tcıimaytp)
oturmaya başladı, sonra da yanlarına çıktı: "Görmüş olduğum
davranışlarınızı tanıyorum. Ancak eyinsanlar, bunu evinizde kılınız. Çünkü bir
kimsenin farz namaz dışında kıldığı namazın en değerlisi evinde
kıldığıdır." buyurdu. [496]
466-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Hangi amel Allah'a daha çok
sevimlidir?" diye soruldu: "Az da olsa, devamlı olanıdır,
"buyurdu." demiştir. [497]
467-) Alkame, şöyle demiştir:
"Müminleren annesi Âişe'ye soru sordum: "Ey müminlerin annesi,
Rasûlüllah (s.a.v.)'in ameli nasıldı? Belirli günlere bir şey tahsis eder
miydi?" dedim. O da: "Hayır, onun ameli devamlı idi. Hangi biriniz,
Rasûlüllah (s.a.v.)'in yapabildiğini yapabilir ki" dedi"[498]
468-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Bir keresinde Hz. Peygamber (s.a.v.) mescide girmiş ve
iki direk arasına çekilmiş bir ip görmüştü bunun üzerine: "Bu ip de
nedir?"buyurdu, (uz. peygamber (s.a.v.)'m hanımı Zeyneb'i kastederek): "Bu, Zeyneb'İn
İpidir. (Namaz kılarken) yorulduğunda buna
tutunur."
dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hayır böyle yapmayın, çözün onu. Biriniz
dinç olduğu sürece namazını kılsın yorulduğunda da otursun,
"buyurdu." [499]
469-) Aişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.) yanına girmiş, bu sırada yanında bir kadın varmış:
"Bu kim?" buyurmuş, o da: "Falanca kadın, kıldığı namazlardan
anlatıyor." diye cevap vermiş. Rasûlüllah (s.a.v.): "Yeter, siz
yapabileceklerinize bakın, vallahi siz usa-nırsınız da Allan
usanmaz."buyurmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.)'in en fazla sevdiği din az da
olsa sahibinin üzerinde devam ettiğidir. [500]
470-) Aişe (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz namaz kılarken ayaklarsa uykusu
gidene değin uzansın. Sizden biriniz uykulu olarak namaz kılarsa ne dediğini
bilemez belki kendisine bağışlama dilerken beddua edebilir"buyurmuştur. [501]
471-) Âişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), geceleyin Kur'ân okuyan bir kimseyi duymuş ve:
"Allah, ona merhamet eylesin, muhakkak ki o bana şu şu sureden unuttuğum,
şu şu ayetleri hatırlattı, "buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
ise "Unutturulduğum bir âyeti bana hatırlattı"'buyurmuştur. [502]
472-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan, Rasûlüllah (s.a.v.): "Kur'ân sahibi'{Kut'ân
okumaya ve ezberine sahip kimse) bağll bir deveye sahip kimse gibidir. Eğer
deve sahibi devesini sürekli gözetir yoklarsa onu elinde tutar. Eğer ipini
çözer de salıverirse deve çeker gider, "buyurmuştur. [503]
473-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden birinizin: "Şu kadar,
şu kadar ayeti unuttum" demesi ne kötü bir şeydir. Tersine o unutmadı,
unutturuldu. Sizler Kur'ân'ı okuyup hatırda tutmaya çalışın. Çünkü Kur'ân'm,
kişilerin göğsünden kaçıp gitmesi develerin kaçıp gitmesinden daha çabuktur,
"buyurdu." demiştir. [504]
474-) Ebû
Mûsâ ei-Eş'arî (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): Kur'ân'ı
sürekli hatırda tutup, gözönünde bulundurunuz. Ca- elinde olan Allah'a yemîn
olsun ki Kur'ân'm kaçıp gitmesi,
devenin
bağından kaçıp gitmesinden daha çabuktur." buyurmuştur.
(Hadiste geçen
'Teâhedû" kelimesi, verilen sözde bağlı kalmak anlamına gelir. Kur'ân-ı
Kerim'e karşı duyarlı olmak ve onu hatırda tutmak, devamlı göz ününde bulundurmak
anlamına kullanılmıştır.) [505]
475-) Ebü Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah, Peygamberinin Kur'ân'ı nağmeli
ve yüksek sesle okumasına
önem
verdiği gibi hiçbir şeye önem vermemiştir, "buyurmuştur.
(Hadiste geçen
"Ezine" fiili, izin vermek anlamına geldiği gibi kulak vermek ve
dinlemek anlamına da gelir. Muhaddisler genellikle, dinlemek ve kulak vermek anlamını
tercih etmişler ancak kulak vermenin Allah İçin mümkün olamayacağından değişik
anlamlara yorumlamışlardır. Ders alan öğrencinin not alırken (İlmâ yaparken)
hadis aldığı kimseye kulak verme için de bu fiil kullanılmaktadır. Biz
çevirimizi önem verme olarak yaptık.) [506]
476-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye: "Dün gece senin
Kur'ân okuyuşunu dinlediğimi bir görseydin. Gerçekten sana Dâvûd hanesinin
sedalarından bir seda verilmiştir." buyurmuştur. [507]
477-) Abdullah b.
Mugaffai (r.a.): "Mekke'yi fethettiği gün Rasûlülİah (s.a.v.)'i devesinin
üzerinde gördüm nağmeli olarak Fetih Suresi'ni okuyordu" demiştir. Hadisin
Ravisi: "Halk etrafıma toplanmasaydı ben de onun nağme yaptığı gibi nağme
ile okurdum" demiştir.
(Hz. Peygamber (s.a.v.),
binek üzerinde bu sureyi okurken bineğin hareketi nedeniyle sesinde titreşimler
olmuştu. Onun bu şekildeki nağmesi o ana mahsus, geçici bir okuyuştur.) [508]
478-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Bir kimse Kehf Suresi'ni okudu, bu sırada hanede hayvanı vardı,
ürkmeye başladı. Bu nedenle selâmete çıkması için dua etti. Bir de baksa ki
duman veya bulut gibi bir şey kendisini kaplamış, sonra (sabahleyin) bunu Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e anlattı, o da: "Ey falan sen oku, şüphesiz o, Kur'ân
için inen Sekîne'dir" buyurdu" demiştir. [509]
479-) Üseyd b. Hudayr
(r.a.)'dan: "Kendisi geceleyin Bakara Suresi'ni okuduğu sırada yanında
atı bağlı iken birden at kişnemeye başladı, bunun üzerine sustu, akabinde at
sakinleşti. Tekrar okudu, at yine kiş-nedi, tekrar sustu, at sakinleşti. Sonra
yine okudu, at yine kişnedi. Oğlu Yahya yanında bulunduğundan dolayı çocuğa
bir zarar gelir endişesiyle okumayı bıraktı. Çocuğu geriye çekti. Bu sırada
başını göğe kaldırdığında (başmın üzerinde lambalara benzer bir şey gördü,
bunlar göğe çekildiler) sonunda bun-
lan göremez oldu.
Sabah olduğunda bu hadiseyi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e anlattı O da: "Ey
Hudayroğlu oku, Ey Hudayroğ/u oku" buyurdu. Üseyd b. Hudayr (r.a.) şöyle
devam eder: "Ey Allah'ın Rasûlü, atın Yahya'yı çiğnemesinden
endişelendim, çünkü atın yakınında idi, sonra (o-kumakta olduğum şeyden) başımı
kaldınp çocuğa kalktım, başım? göğe kaldırdım ki bir de ne göreyim, içerisinde
lambalara benzer şeyler bulunan karaltı gördüm, sonunda gözümün önünden çıkıp
gitti" dedim. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bunlar nedir, bilebiliyor
musun?" buyurdu: "Hayır" dedim: "Bunlar Meleklerdir, senin
sesine gelmişlerdi. Eğer (sabaha kadar) okusaydın, onlar sabaha kadar kalır, insanlar
onları seyreder, onlardan gözlenmezlerdi."buyurdu." demiştir. [510]
480-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kur'ân'ı okuyup onunla amel eden
mü'min, ütrüce meyvası gibidir, tadı da güzel kokusu da güzeldir. Kur'ân
okumayan fakat onunla amel eden mü 'mln ise hurma meyvası gibidir, tadı güzel
ama kokusu yoktur. Kur'ân'ı okuyan münafığın durumu da reyhan çiçeğine benzer,
kokusu güzeldir ama tadı acıdır. Kur'ân okumayan münafığın durumu da ebû cehil
karpuzu Çibidir, tadı da acı kokusu da acıdır, "buyurmuştur. [511]
481-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kur'ân'ı ezberinden okuyan kimsenin
misali, vahiy katibi olan değeri! ve güvenilir meleklerle beraberiiktir.
Kendisine zor geldiği halde Kur'ân okumaya devam eden kimseye de iki sevap
vardır, "buyurmuştur.
(Bu iki sevap,
okuma zorluğundan dolayı karşılaştığı güçlük nedeniyle alacağı ap!a okuma
nedeniyle alacağı sevaptır.) [512]
482-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Übey b. Ka'b'a: "Allah, bana
"Lem yekuni'llezîne Keferû" suresini sana okumamı emir buyurdu' dedi.
O da: "Benim ismimi söyledi mi?"
dedi:
"Evet"'buyurdu, bunun üzerine Übey ağladı." demiştir.
(Übey b. Ka'b
(r.a.), Kur'ân-ı Kerim'i en güzel okuyan sahabilerdendir. (Buharı, Teftir,
Bakara: 7) Hz. Peygamber (s.a.v.) de 1663. hadiste "Kur'ân'ı dört kişiden
okuyunuz"buyurmuş ve bunlar arasında Hz. Übey'i de saymıştır.
Dokuz ayetten
oluşan ve Kur'ân'ın özü sayılabilecek: Risalet, ihlas, nama2, zekat, kıyamet
ve cennetlikler ile cehennemliklerin anlatıldığı Beyine suresinin Allah tarafından,
Ümmetin Kur'ân üstadına okunması talim buyurulmuştur. Hz. Übey, bu güzel haber karşısında
sevincinden kulaklarına inanamamış gözleri dolmuştur.) [513]
483-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) bana: "Bana Kur'ân oAa/"buyurdu:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Kur'ân sana indirildiği halde ben mi sana Kur'ân
okuyacağım?" dedim: "Ben, başkasından Kur'ân dinlemeyi severim"
buyurdu. Kendisine Nisa Suresi'ni okudum: «Her ümmetten bir şahit
getirdiğimizde seni de onlara şahit olarak getirdiğimiz zaman durumları nasıl
olacak...» (Nisa: 4i) ayetine geldiğimde başımı kaldırdım veya biri bana dürttü
baksam ki gözlerinden yaşlar boşalıyor" demiştir.
Diğer bir rivayette
"Rasûlüllah (s.a.v.), minberde iken bana: "Bana Kur'ân oku"
buyurdu" şeklindedir. [514]
484-) Alkame: "Humus'ta
bulunuyorduk. Bu sırada Abdullah b. Mes'ûd, Yusuf Suresi'ni okudu, bunun
üzerine bir adam: "Bu şekilde indirilmemiştir!" dedi. Abdullah b.
Mes'ûd (r.a.): "Ben Rasûlüllah (s.a.v.)'e okudum, o da beğenip:
"Güzel okudun aferin"buyurdu." dedi. Sonra bu adam da şarap
kokusu buldu, bunun üzerine: "Allah'ın Kitabını yalanlamayla şarap içmeyi
birlikte yaparsın ha!" dedi. Sonra ona içki içme cezası uyguladı."
demiştir. [515]
485-) Ebû Mes'ûd
el-Bedrî (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Bakara Suresi'nin sonunda iki
ayet var ki kim bu ayetleri gece okursa
ona
(her konuda) yeter, "buyurdu." demiştir. [516]
486-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a,) anlatır: "Hz. peygamber (s.a.v.) bir
kimseyi askeri bir birliğin başında gönderdi. Bu kimse arkadaşlarına namazda
kıraat ettiğinde "Kulhüvellahü Ehad" Suresi ile bitiriyordu. Seferden
döndüklerinde bu durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bildirdiler, o da: "Ona
sorun bakalım, niçin böyle yapmış" buyurdu. O kimseye sordular, o da:
"Çünkü bu sure, Rahmân'ın sıfatıdır ve ben bunu okumayı seviyorum."
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ona haber verin ki Allah da
onu sevmektedir, "buyurdu. [517]
487-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Ancak iki kişiye imrenme (haset)
vardır:
Allah'ın kendisine
Kur'ân ilimi verdiği bir kimse ki, gece ve gündüz vakitlerde bu Kur'ân ile
ayakta durur. Diğeri de, Allah'ın, kendisine mal verdiği bir kimse ki, gece ve
gündüz vakitlerde bu malı infak eder." buyurdu" demiştir. [518]
488-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Ancak iki konuda imrenme (haset)
vardın
Allah'ın, kendisine
mal verip de bu malı hak yolda harcattığı kimse ile Allah 'm kendisine ilim
(hikmet) verip de bu ilimle (hikmetle) bu ilimle (hikmetle) hüküm veren ve bu
ilmi (hikmeti) öğreten kimseye"buyurdu" demiştir.
(Bu hadiste
Müslüman bir kimsenin imreneceği şeylerin neler olabileceğini öğreniyoruz.
Hadiste bildirilen hususlar imrenmeye değer şeylerdir. 84. hadiste iyilik
yapmak istemekten dolayı sevap kazanılacağı bildirilmektedir. Buna göre
yukarıda anlatılan iyi şeylere imrenmekten yani keşke ben de böyle yapsam, diye
özenmek-ten dolayı sevap beklenebilir.
"Ancak iki
konuda imrenme vardır" ifadesinde, sevap kazandıracak imrenmelere dikkat
çekilmiş olabilir. Bir kimse bunlann dışındaki dünyalık şeylere de
lmrenilebilir. Fakat, bu tür imrenmelerde sevap beklenemez. Belki bunların bir
kısmı ki§iyi günaha bile götürebilir.) [519]
489-) Ömer b. Hattab
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in hayatında "'Şam b. Hakîm'i
Furkân Suresi'ni okurken işittim, okuyuşuna kulak ver-din\ baksam ki Rasûlüllah
(s.a.v.)'in bana okutmadığı değişik şekillerde okuyordu. Neredeyse namazda
üzerine atılacaktım ama selâm verene kadar sabrettim, hemen yakalayıp
elbisesini göğsüne topladım: "Seni okurken dinlediğim bu sureyi sana kim
okuttu?" dedim: "Bana bunu Rasûlüllah (s.a.v.) okuttu" dedi,
çekip Rasülüllah (s.a.v.)'e getirdim: "Şunun, Furkân Suresi'ni senin bana
okuttuğun şeklin dışında okuduğunu duydum." dedim. Bunun üzerine
Rasülüllah (s.a.v.): "Bırak onu, EyHişamsen oku bakayım" buyurdu. O
da kendisini okurken duyduğum şekilde okudu. Rasülüllah (s.a.v.): "Bu
şekilde indirildi, "buyurdu, sonra: "SenokuEy Ömer" buyurdu. Ben
de, kendisinin bana okuttuğu şekilde okudum, Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu
şekilde indirildi. Şüphesiz bu Kur'ân yedi harf (okuyuş biçimi) üzere indirildi,
dolayısıyla siz bundan kolayınıza geleni okuyunuz. "Buyurdu. [520]
490-) İbni Abbâs (r.a.),
Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Cebrail Bana Kur'ân'ı bir şekil üzere okuttu,
ben, yedi şekil okuyuşa ulaşana değin bunun artırılmasını ısrar ettim."
buyurdu" demiştir. [521]
491-) İbni Mes'ûd
(r.a.)'a bir adam geldi ve: "Bu gece bir rekatta Mufassal olan surelerin
tümünü okudum..." dedi, o da: "Şiir okur gibi acele acele mi?... Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in birbirini birleştirerek okuduğu örnekleri
biliyorum." dedi ve her bir rekatta iki sure gelecek şekilde Mufassal
Surelerden yirmi sure söyledi.
(Kur'ân-ı
Kerim'deki surelerin uzunluklarına göre sınıflandırma yapılmış: Tfvâl, Miûn,
Mesânî ve Mufassal. Bunlardan Tıvâl, Bakara suresinden itibaren yedi büyük
suredir. Miûn, yedi uzun sureden sonra gelen yüz ayetlik surelerdir. Mesânî,
yüz ayetten az olan surelerdir. Mufassal ise kısa surelerdir. Bu bolum
surelerin en u-zuniarı Kâf, Hucûrât sureleri ayarındaki surelerdir. Mufassal
sureler de kendi aralarında uzun, orta ve kısa olarak üç bölüme ayrılır.
Mufassal surelerden, Nebe suresine kadar olanlar uzun sayılırlar. Nebe
suresinden Duhâ suresine kadar olanlar da orta mufassal sayılmışlardır. Duhâ
suresinden aşağıdaki sureler de kısa mufassal sayılırlar. (Suyûtî, ei-İtkân,
I. 200)) [522]
492-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Kamer süresindeki âyeti "a"
harfi ile okumuştur.
(Kamer suresinde
geçeri kelimesinin aslı "i" harfi iledir. Kolaylık olması için
harfine çevrilmiştir. Ardamda bir değişiklik yoktur.) [523]
493-) Alkame'den. Şöyle
demiştir: "Şam'a gelmiştim, yanımıza Ebudderdâ (r.a.) geldi ve:
"İçinizde Abdullah b. Mes'ûd'un okuduğu şekilde Kur'ân okuyan var
mı?" dedi: "Evet, ben varım" dedim: "Abdullah'ı âyetini
okurken nasıl dinledin?" dedi: "Kendisini şeklinde okurken
dinledim" dedim: "Allah'a yemin olsun ki ben de, Rasûlüllah (s.a.v.)'i
böyle okurken dinledim ama şu adamlar şeklinde okumamı istiyorlar.
Ancak ben onlara
uymuyorum" dedi."
(Elimizdeki mevcud
Kur'ân bize yalan söylemeleri mümkün olmayan bir cemaat aracılığı ile nesilden
nesile aklanla gelmiştir. Tevatür dediğimiz bu usul ile Kur'ân Hz.
Peygamber'den bize ulaşmıştır. Hz. Ebû Bekir döneminde yazılı metaryaller bir
araya toplatılmış, Hz. Osman döneminde ası! nüshadan yedi örnek nüsha çoğaltılmıştır.
Güvenilir bir kurul tarafından ortaya konulan bu çalışmaya hiçbir sahabe itiraz
etmemiş, olduğu gibi kabul etmiştir. Bu arada bazı sahabinin kendilerini
bağlayan şahsi notları da var idi. Bunlar tamamen şahsi çalışmalar olarak
tarihte kaimış ümmeti bağlamamır.
İşte bu
çalışmalardan birisi de sadece Abdullah b. Mes'ûd ve Ebudderdâ tarafından
bild'.n^n Leyi: 3 ayetini yerine şeklinde işittiklerini belirtmeleridir. Aslında
mana bakımından değişiklik ifade etmeyen, hiçbir zaman siyahı beyaz, helâli haram
yapmayan bu farklılık tamamen kendilerinin şahsi kanaatleri olup ümmeti bağlamamıştır.
Ayrıca bu iki sahabinin doğruyu bulup da diğer tüm ashabın yanılmış olması da
akıl dışıdır.
Eski âlimlerden
İmam el-Mazirî ve Kadı îyâz yukandaki haberin senet olarak sahih olduğunu
belirttikten sonra ihtilafı şu şekilde gidermeye çalışmışlardır: İki sahabinin
okuduğu şekil Hz. Peygamber'den gelmiş, sonra da bu şekil nesh olmuş fakat bu
iki sahabi bunun son şeklini bilmiyor olabilirler. Nitekim 205, 990, 1040 ve
1494. hadislerde bazı sahabilerin değiştirilen uygulamalardan haberinin olmadığını
görmüştük. Ancak üzerinde ittifak edilen husus, Hz. Osman tarafından çoğaltılan
Kur'ân kendilerine ulaştıktan sonra ashabın hiçbirinin bu Kur'ân'a muhalefet
etmediğidir.) [524]
494-) İbni Abbâs (r.a.):
"Kabul görmüş birçok kimseler -bence bunlardan en çok kabul göreni de Ömer
(r.a.)'dır- benim yanımda, "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sabah namazından
sonra Güneş doğana değin, ikindi namazından sonra da batana değin namaz kılmayı
yasakladığına şahitlik etmişlerdir." demiştir. [525]
495-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İkindi namazından sonra Güneş batana
değin olan vakit ile, sabah namazından sonra Güneş doğana değin iki vakitte
namaz kılınamaz, "buyurmuştur. [526]
496-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Namazınızı Güneşin doğuşu ve batışına
ayarlamayınız." buyurdu" demiştir[527]
497-) İbni Ömer (r.a.),
Rasûlüllah (s.a.v.): "Güneş/n kaşı (ucu) doğduğunda yükselene değin namaz
kılmayı erteleyiniz. Güneşin kaşı (ucu) battığında da kaybolana kadar namaz
kılmayı erteliyiniz."buyurdu"
demiştir. [528]
498-) Küreyb anlatır:
"İbni Abbâs (r.a.), Misver b. Mahrame (r.a.) ile Abdurrahman b. Ezher
(r.a.), Hz. Aişe (r.a.)'a bir kimseyi gönderip: "Bizden kendisine selâm
söyle ve ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılma meselesini sor,
kendisine: "Bize senin bu namazı kıldığın haberi getirildi, halbuki Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den bunun yasaklandığı bize ulaşmıştır. İbni Abbâs da: "Ömer b.
Hattab ile birlikte bu namazdan dolayı halkı döverdik." demiştir."
diye söyle." dediler. Ben de Hz. Aişe (r.a.)'ın yanına girdim ve kendisine
benimle gönderdikleri şeyi ilettim, o da: "Ümmü Seleme'ye sor" dedi,
ben de yanlarına gidip söylediğini onlara ilettim. Onlar da beni bu sefer,
Aişe (r.a.)'a gönderdikleri şeyin bir benzeri ile Ümmü Seleme (r.a.)'a
gönderdiler. Ümmü Seleme (r.a.) da: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bunu yasakladığını
duydum. Sonra kendisini ikindiyi kıldıktan sonra bunu kılarken de gördüm,
yanımda Ensar'dan Harâmoğullan'ndan birtakım kadınlar varken kendisi yanıma
girmişti. Bir kız çocuğunu kendisine gönderdim ve: "Yanına var, dur ve
kendisine: "Ümmü Seleme sana: "Ey Allah'ın Rasûlü, senin bu iki rekat
namazı yasakladığını duymuştum ama, şimdi senin bunu kıldığını görüyorum?"
diyor" diye, söyle. Eğer eliyle İşaret ederse, geri çekil" dedim. O
da denileni yaptı. Hz. Peygamber (s.a.v.) eliyle işaret etti, kız da geri
çekildi. Namazı bitirdiğinde: "Ey Ebû Ümeyye'nin kızı (ümmü seleme (r.a.)m
babasmm adıdır) ikindiden sonra iki rekat namazı sormuşsun. Durum şudur: Bana
Abdu'l-Kays kabilesinden bir kısım insanlar gelmişti, öğleden sonraki iki
rekat namazı kılmayı unutmuştum, işte kıldığım budur, "buyurdu. [529]
499-) Aişe (r.a.):
"İki rekat namaz vardır ki Rasûlüllah (s.a.v.) gizli olarak da açık olarak
da hiç bırakmamıştır: Sabahtan önce iki rekat ile İkindiden sonra iki
rekat." demiştir. [530]
500-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Biz Medine'de iken müezzin aksak ezanını
okuduğunda hemen direklere koşup iki rekat nafile namaz kılarlardı. Hatta bu
namazı kılanların çokluğundan, dışarıdan gelen bir yabancı mescide girdiğinde
farz namazın kılındığını zannedebilirdi." [531]
501-) Abdullah b.
Muğaffal el-Müzenî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) üç defa: "Her iki ezan
arasında dileyen kimse için bir namaz vardır."buyurmuştur. Bir başka
rivayette ise: "Her iki ezan arasında bir namaz vardır, her iki ezan
arasında bir namaz vardır,
"buyurmuş, üçüncüde de "Dileyen kimse için" buyurmuştur.
(İki ezandan
birisi, vakit ezanı diğeri kamettir.) [532]
502-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Nedd tarafında savaşta bulundum,
düşmana mevzi alıp karşılarında saf tuttuk. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bize
namaz kıldırmaya durdu. Bir topluluk kendisinin yanında namaza durdu, diğer
topluluk ise düşmana yöneldi. Rasûlüllah (s.a.v.) yanındakileri birlikte rukûya
gitti, sonra iki secde yaptı, arkasından namaz kılmayan topluluğun yerine
gittiler. Onlar da gelip namaza durdular, Rasûlüllah onlara da bir rekat
kıldırdı ve iki secde yapıp selâm verdi, (selâmdan sonra) Ordudaki her bir
asker kendi başına birer rekat namaz kıldı, iki secde yaptı." demiştir. [533]
503-) Sehl b. Ebî Hasme
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), korkulu anda ashabına namaz kıldırmıştır.
Şöyle kıldırmıştır: Cemaati, kendisinin arkasında iki saf yaptı, kendi
arkasındaki (birinci) saftakilere bir rekat kıldırdı ve ayağa kalktı, birinci
safın arkasındakiler (kendi başianna) bir re-at kılana kadar ayakta durdu.
(Geridekiier) öne ilerdi, geridekiîerin önüneklfer de geriye çekildi. Öne
ilerleyenlere bir rekat kıldırdı sonra geriye Çekilenler bir rekat kılana
kadar oturdu sonra selam verdi. [534]
504-) Sehl b. Ebî Hasme
(r.a.)'dan. Kendisi Zâtu'r-Rika1 gazvesinde Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte
bulunmuş ve korku namazı kılmışlar, şöyle ki: "Ordudan bir tasım
Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte saf yaptı diğer kısım da düşman karşısına
durdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber olan takım bir rekat namaz kıldı
sonra da ayakta kaldılar sonunda kendi başlarına namazı tamamlayıp namazdan
çıktılar. Düşman karşısına saf tutup mevzî aldılar. Diğer kısım da gelip Hz.
Peygamber (s.a.v.) ile beraber geri kalan rekatı kıldılar bundan sonra Hz.
Peygamber (s.a.v.) oturdu, bekledi cemaat kılmadıkları rekatı kendi başlarına
tamamladı arkasından Hz. Peygamber
(s.a.v.)
onlarla birlikte selâm verdi ve namazdan çıktılar.
(Düşmanın saldırı
endişesi bulunan yerlerde cemaatle ve diğer namaz şekillerinden biraz farklı
biçimde kılınan namaza korku namazı denilir. Bu namazın temelini Kur'ârı'daki
Bakara: 239. ayeti ile Nisa: 102. ayet teşkil eder. Hz, Peygamber (s.a.v.) dört
yerde yirmi dört defa bu namazı kıldırmiştır. (vahbe Zuheyii, ei-Rkiuri-isiâmi,
n. 432)Hz. Peygamber (s.a.v.) kfidırdığı korku namazını, bulunduğu konuma göre
değişik yedi şeküda uygulamış, bunlardan birisi yukarıdaki hadiste anlatılan
şeklidir. Hanefî-lerin tercih ettikleri şekil de budur.
Korku namazı,
faziletli bir kimsenin arkasında namaz klima meziyetini ve cemaat sevabını
kaçırmamak için serbest kılınmıştır. Savaş çok şiddetli olursa her bir asker
kendi başına ayakta ima ile de namazını eda edebilir.
İmam Ebû Yusuf
korku namazının Hz. Peygamber (s.a.v.)'e has bir uygulama olduğunu belirterek
bu namazın nesh olduğunu belirtmiştir. Ancak çoğunluk uygulamanın devam ettiği
kanaatindedir.) [535]
505-) Cabir (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte hareket ettik sonunda
Zâtu'r-Rika' bölgesine vardık. Gölgeli bir ağaca geldiğimizde burayı
Rasûiüllah (s.a.v.)'e bırakırdık. (Burada da öyie yaptık.) Derken müşriklerden
bir adam çıkageldi. Rasûiüllah (s.a.v.)'in kılıcı ağaçta astlı idi, hemen
Allah'ın Peygamberinin kılıcını alıp kınından sıyırdı ve Rasûiüllah (s.a.v.)'e:
"Benden korkuyor musun?" dedi. O da: "Hayır"dedi. Adam:
"Seni benden kim koruyabiür?" dedi: "Benisenden Allah
korur"buyurun. Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabı hemen koşup bu adamı
sıkıştırdılar, o da kılıcı kınına koyup ağaca astı. Arkasından namaz izin ezan
okundu. Kendisi bir bölüğe iki rekat namaz kıldırdı. Sonra bu bölük geri
çekildi, öbür bölüğe de ki rekat namaz kıldırdı. Böylece Rasûlüllah (s.a.v.),
dört rekat namaz kıldı, cemaat de
iki rekat namaz kıldı."
(Hadisin bir benzen
1528. hadis olarak gelecektir.) [536]
506-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz Cuma namazına gelirse boy
abdestialsın " buyurmuştur[537]
507-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Ömer b. Hattab (r.a.), Cuma günü hutbe verirken Rasûlüllah
(s.a.v.)'in ashabından bir kemse içeri girdi, Ömer, bu kimseye: "Bu vakit
hangi vakit?" diye seslendi. O da: "Bu gün meşguliyetim vardı, evime
gidermeden ezanı duydum, namaz abdestinden fazla da bir şey yapamadım"
dedi. Ömer: "Rasûlüüah (s.a.v.)'in gusüi abdesti almayı emrettiğini
bildiğin halde bir de sadece namaz abdestiyle geldin öyle mi!" dedi
Diğer bir rivayet
ise "Ömer b. Hattab, Cuma günü hutbe verirken Osman b. Affan içeri
giriverdi " şeklindedir, [538]
508-) Ebû Saîd el-Hudri
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Cuma günü boy abdesti almak,
akil-baliğ olmuş herkese gereklidir."
buyurduğunu
rivayet etmiştir. [539]
509-) Hz. Aişe (r.a.):
"Cuma günü insanlar şehir dışındaki yayla ve köylerinden nöbetleşe olarak,
toz duman içerisinde gelirler, toza tere bulanırlar, kendilerinden ter kokusu
çıkardı. Bir defas-nda benim yanımda iken Rasûlüllah (s.a.v.)'e onlardan bir
adam geldi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de ona: "Keşke siz şu güttünüz için
temizlenmiş oi-saydmız,"buyurdu" demiştir. [540]
510-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. İnsanlar kendi işlerini kendileri görür ve uma namazına
geldiklerinde de iş gördükleri elbiseleri ile gelirlerdi. U yüzde"
kendilerine "keşke yıkansaydınfz" denilirdi. [541]
511-) Ebû Said el-Hudri
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)in: "Cuma günü boy abdesti almak,
buiabiiirse misvak/anmak ve koku sürünmek her büiuğ çağına eren kimseye
gereklidir" diye buyurduğuna şahitlik ederim." demiştir. [542]
512-) İbni Abbâs
(r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Cuma günü cünüp olmasanız
bile boy abdesti alın, başınızı yıkayın, koku sürünün."buyurduğunu
söylediler?..." denildi. O da: "Gusül için evet derim ama kokuyu
bilmiyorum." demiştir. [543]
513-) Ebû Hureyre
(r.a.); "Rasûlüllah (s.a.v.): "Bizsonda gelenler kıyamet günü ilk
başta olanlarız. Bizden önce, onlara kitap verildi, bize de onlardan sonra verildi.
Onların, üzerinde anlaşmazlığa düştükleri şu gün ki -Allah bize doğruyu
gösterdi-ertesi gün Yahudilerin, öbür gün de Hıristiyanlarındır." buyurdu,
biraz sustu ve/ "Her Müslümanın yedi günde, birgün başını ve vücudunu
yıkaması gerekir, "buyurdu." demiştir. [544]
514-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.); "Kim cuma günü, cünüpiük guslü gibi
yıkanır sonra da ilk vakitlerde mescide giderse, bir deve sadaka vermiş gibi
olur. Kim ikinci saatte giderse, bir inek sadaka vermiş gibi olur. Kim üçüncü
saatte giderse, boynuzlu bir koç sadaka vemiş gibi olur. Kim dördüncü saatte
giderse, bir yumurta sadaka vermiş gibi olur. İmam (minbere) çıktığında melekler öğüde kulak vermek için içeriye
gelirler, "buyurmuştur.
(Hadiste geçen
"vy" fiili bir şeyi yaklaştırmak, bir şeyi sunmak anlamlarına gelir.
Bu nedenle biz sadaka verme diye çeviri yaptık. Nitekim bazı rivayetlerdetakdim
etti, şeklindedir. (Bakınız. Nesei, Cuma: 13, Ahmed b. Hanbel, Müsned, II. 272, 457, m. 81) şeklinde geçmektedir.
Hadiste belirtilen
saatlerden ne kastedildiği kesin olarak bil inememiştir. Eğer bunlardan
gündüzün eşit parçalara bölünmüş vakit birimleri kastoiunmuş ise bu saatlerin
başlangıcında da ihtilaf vardır. Şöyle ki zaman bilimcilerine göre gündüzün ilk
'^şiangıcı. Güneşin doğması ile başlar. Buna göre ilk saat Güneşin doğmasından
sonraki sürededir. Seri ıstılahta ise gündüzün ilk başlangıcı, sabah namazının
girdiği fecirle başlar. Hadisteki "saat" İfadesinin başlama noktası bu
yönden farklıdır.
Diğer taraftan bazı
âlimler hadisteki "saat" ifadesinin şu anda ku I la n a g eldiğ imiz
zaman birimini ifade etmediğini, burada cuma günü mescide önce gelmeye teşvik
için ilk aelenlerin sevabı anlatılmak istendiğini belirtmişlerdir. (Aynî, umdetu'l-Kârî,
v. 252)
Nitekim,
Nesefnin diğer bir rivayeti İle İbni Mâce'nin rivayeti Cumaya erken
giden..." şeklindedir. DârimPnin rivayeti ise Cumaya acele edip Önce
gelen..." şeklindedir. (Neseî, Oımua: 13; İbni Mâce, İkâmetiı's-Salât: 82;
Dârimî, Salât: 193) [545]
515-) Ebû Hureyre (r.a,)
Rasûfüllah (s.a.v.)'in: "Cuma günü i-mam hutbe verirken arkadaşına:
"Sus" desen boş davranışta bulunmuş olursun. "(Cumanın sevabım
kaçırırsın) buyurduğunu söylemiştir. [546]
516-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), cuma gününü dile getirdi ve:
"Bugünde bir süre vardır ki Müslüman bir kul namaz kılmak için
doğrulduğunda bu zamana rastlar da Allah'tan bir şey isterse istediğini
mutlaka verir" b'uyurdu, sürenin kısa olduğunu eliyle işaret ederek
gösterdi. [547]
517-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüliah (s.a.v.)'i: "Bizden önce kendilerine kitap verilmesi
nedeniyle, biz sonda gelenler kıyamet günü ilk başta olanlarız. Onlar Allah'ın
kendilerine farz kıldığı şu günleri hakkında anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Ama
Allah bize yol gösterdi, bu nedenle insanlar bugün hakkında bizim arkamızdan
gelirler, Yahudiler yarın, Hıristiyanlar da öbürgün"diye buyururken işittiğini
söylemiştir. [548]
518-) Sehl (r,a.)ı
"Rasûlüllah (s.a.v.), döneminde ancak cuma namazından sonra Öğle yemeğini
yer, öğle uykusuna yatardık" demiştir. [549]
519-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Güneş tepe noktasından meylettikten sonra
Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte cuma nama-2|nı kılar namazdan sonra gölge
yerler araştırarak dönerdik."
Diğer bir rivayet
ise "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Cuma namazınardık namazdan dönerken
gölgelenebileceğimiz kadar duvarların 9ölgesini bulamazdık."
şeklindedir. [550]
520-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ayakta hutbe verir sonra oturur tekrar
ayağa kalkardı aynen şimdi yaptığınız gibi" demiştir. [551]
521-) Câbir b. Abduliah
(r.a.): "Biz Hz. Peygamber (s.a.v.) üe birlikte namaz kılacağımız sırada
yiyecek yüklü bir kervan geliverdi. Cemaat hemen kervana koştu, sonunda Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in yanında sadece on iki kişi kaidı. Bunun üzerine: «Onlar
bir ticaret yahut bir oyun, bir eğlence gördüklerinde seni ayakta bırakıp ona
yönelip dağıldılar...» (Cuma: ıi)ayeti indi." demiştir. [552]
522-) Ya'lâ b. Ümeyye
(r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'i minberde: "Ve Nü dev, Yâ Mali... (=Ey
Mâlik, diye seslendiler...)" zuhruf: 77) ayetini okurken işittim."
demiştir. [553]
523-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: Hz. Peygamber (s.a.v.) cemaate cuma hutbesi verdiği sırada bir
adam geldi, Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey falan namaz kıldın mı?"'buyurdu,
oda: "Hayır" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kalk, iki rekat namaz
kır'buyurdu. [554]
524-) Câbir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir; "Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbe verirken:
"Sizden biriniz (mescide) geldiğinde, imam hutbe verirken veya (minbere)
çıkmış iken (bite oisa) iki rekat (nafile) namaz kılsın "buyurdu"
(Yukandaki hadis gereğince
mescide giren kimse Tahiyyetu'l-Mescid (-Mescidi selâmlama) namazı kılar,
Ancak Hz. Peygamber (s,a,v.)'in yukandaki emrinin özel, imam hutbe verirken
susup dinlemeyi emreden hadislerin (bakınız, sis. hadis) genel olması
nedeniyle, hutbe sırasında bu namazın kıiınmayacağı belirtilmiştir. Konu
hakkında mezheplerin görüşleri değişiktir. İmam Safi, Ahmed b. Hanbel ve bir
kısım muhaddis fikıhglar, yukandaki hadisi delil alarak imam hutbe okurken olsa
bile bu namazın kılınabileceği görüşündedirler. Diğer taraftan İmam Mâlik, Leys
b. Sa'd, İmam Azam Ebû Hanife, Süfyân es-Sevrî ve sahabe ve taiinden pek çok
kimse hutbe sırasında bu namazın kılınamayacağı görüşündedirler. Bu konudaki
aynnülar için bakınız, Ayni, umdetu-hKâri, v. 323-327) [555]
525-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Cuma günü sabah namazında "Elif.
Lârn. Mîm. Tenzîtu..." diye başlayan es-Secde Suresi ile "Hei etâ
ale'l-İnsâni hînun mine'd-Dehri..." diye başlayan ed-Dehr (İnsan)
Suresi'ni okurdu." demiştir. [556]
526-) îbni Abbâs (r.a.),
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir, Ömer ve Osman
döneminde Ramazan bayramı namazında bulundum. Hepsi de bayram namazını hutbeden
önce kıldırır sonra hutbe verirlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), minberden indi
-kendisinin bu sırada erkekleri yerlerine oturtmasını sanki şimdi görür
gibiyim.- Sonra erkeklerin safını yanp kadınların yanını kadar yürüdü.
Kendisiyle birlikte Bilal de vardı. Sonra: «Ey Peygamber! İnanmış kadınlar,
Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak/ zina etmemek, çocuklarını
öldürmemek, ederi ve ayaklan arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi
işlerde sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmek üzere geldikleri zaman,
onların biatlarını kabul et, onlara Allah'tan bağışlanma dile, doğrusu Allah,
bağışlayandır, acıyandır.» (Müntehine: 12) âyetini okudu, arkasından:
"Siz bu hal üzere misiniz?" buyurdu. Bir kadın: "Evet, Ey
Allah'ın Peygamberi" dedi. Bu kadının dışındaki diğer kadınlardan
kendisine cevap veren olmadı. Bu sırada kadının kim olduğu bilinemiyordu. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Haydi o zaman sadaka veriniz, annem babam size feda
olsun"buyurdu. Bilal elbisesini yere yaydı, onlar da Biial'in elbisesine
takılarını ve yüzüklerini atmaya başladılar." [557]
527-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) sesini duyuramadığını gördü, Bilal (r.a.)
ile birlikte, (erkekler tarafından) geçti ve kadınlara vaaz etti, sadaka
vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar küpe Ve yÜ2üğü atmaya başladılar,
Bİİal de elbisesinin eteğine topluyordu. [558]
528-) Cabir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Ramazan bayramı günü
ayağa kalktı ve arkasından bayram namazını kıldırdı. Namazı bitirdiğinde
minberden indi ve kadınların yanına gelerek kendilerine uyarılarda bulundu.
Kendisi Bilal'ın koluna yastlanıyordu. Bilal de elbisesini yere sermişti.
Kadınlar elbisenin üzerine sadakalarını atıyorlardı." [559]
529-) Cabir b. Abdullah
(r.a.): "Ramazan bayramı ve kurban bayramında bayram namazı için ezan okunmazdı"
demiştir. [560]
530-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Kendisi, Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'a biat edilmesinin başında ona
haber salarak "Ramazan bayramı günü bayram namazı için ezan okunmadığını
ve hutbenin de bayram namazından sonra olduğunu" bildirmiştir. [561]
531-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer Ramazan bayramı ile
kurban bayramı namazlarını bayram hutbesinden önce (çıldırırlardı. [562]
532-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Ramazan ve Kurban Bayramı'nda namazgaha
çıkardı. İlk başladığı şey namaz olurdu. Sonra namazı bitirip cemaatin
karşısında ayağa kalkardı. Cemaat ise saflarında otururdu. Rasûlüllah (s.a.v.),
kendilerine öğüt verir, tavsiyede bulunur, emirler verirdi; eğer askeri bir
birlik belirlemek isterse bunu belirler yahut bir şeyler emredecekse bunu
emreder sonra da namazgahtan ayrılırdı." demiştir. Ebû Said (r.a.) devamla:
"Medine Valisi Mervan b. Hakem ile birlikte Kurban veya Ramazan
Bayramı'nda namazgaha çıktığım zamana değin halkın uygulaması bu şekilde devam
edegelmişti. Namazgaha geldiğimde Kesir b. Sait'in yaptığı minberi gördüm, bir
de baksam ki Mervan namaz kıldırmadan önce minbere çıkmak istiyor, hemen
elbisesinden yakalayıp çektim, o da beni çekti ve minbere çıkıp namazdan önce
hutbe verdi. Kendisine: "Vallahi (sünneti) değiştirdiniz." dedim. O
da: "Ey Ebû Said, o bildiğin şey şimdi gitmiştir." dedi. Ben de:
"Vallahi benim bildiğim, bilmediğimden daha iyidir." dedim. O da:
"Cemaat, namazdan sonra bizi dinlemek için oturmadığı için hutbeyi
namazdan önceye aldım." dedi,
(Cuma hutbesi
namazdan önce okunur, bu cumanın şartlanndandır. Eğer namaz önce kılınır hutbe
sona alınırsa namazın iadesinin gerektiği söylenmiştir, {vehfae zuheyii,
ei-Fıkhu'i-isfâmî, il. 285) Bayram namazında hutbeyi namazdan sonra yapmak
sünnettir, eğer namazdan önce kılınırsa sünnet terk edilmiş olur ancak namaz geçerlidir.
(Umdetü'l-Kârî, Aynî, V. 380, Vehbe Zuheyii, eİ-Fıkhu'l-tslâmî,-II. 379)
Dönemin Medine
Valisi Mervan
halkın dağılıp hutbeyi dinlememesi nedeniyle bayram namazmdaki hutbeyi cumada
olduğu gibi namazdan Öne almıştır. Onun bu davranışı sünnete muhalif olduğundan
kabul görmemiştir. Ancak böyle bir durumda tıpkı cumada olduğu gibi namazın
geçersiz olacağı görüşü yoktur. Çünkü bayram namazında hutbeyi namazdan sonra
okumak farz değil sünnettir.) [563]
533-) Ümmü Atıyye
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Yeni yetme kızlar, örtü altında
bulunan kızlar ve âdet gören kadınlar hayırda ve müminlerin dualarında hazır
bulunsunlar ancak âdet gören kadınlar namazgahın dışında dursunlar" diye
buyururken işittim" dedi. Kendisine: "Âdet gören kadınlar da
mı?" denildi. O da: "Arafatta, falan yerde, şu şu yerde bulunmuyorlar
mı?" demiştir.
(Bu hadiste ifade
edilmek istenilen, mümin erkekler bayram namazı kılmak için namazgaha
çıktıklarında bu ibadetleri sırasında mümin kadınların da hazır bulunup hayıra
ortak olmalarıdır. Ancak adet gören kadın cami ve mescid hükmündeki namazgaha
girmeyip kenarında bekler. Aslında diğer hadis kitapları bu hadisi, konusu ile
alakalı olduğu için bayram namazı bölümünde getirmektedir. îmam Buhârî de bu
hadîsi bayram namazında tekrar getirir. Hadisi bu bölümde getirmesinin nedeni
adet gören bir kadın her ne kadar mescide giremese de ibadetin yapıldığı yerin
kenarında bulunabileceğini ifade etmek içindir.) [564]
534-) Hz. Aişe (r.a.):
"Ensarın Buâs Harbi'nde söyleyegeldikleri ezgileri söyleyen iki Ensarlı
kız çocuğu yanımdayken, Ebû Bekir geliverdi. Bu kız Çocukları şarkıcı da
değillerdi. Ebû Bekir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in evinde şey-kn ezgileri
ha!.." dedi. Bunun üzerine Rasûiüllah (s.a.v.): "£y Ebû Bekir,
şüphesiz ki her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır,
"buyurdu. Bu olay bayram günü olmuştu" demiştir. [565]
535-) Aişe (r.a.)
anlatır: "Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.)'i odamın kapı-a gördüm. Habeşîler
mescidde oynarken oyunlarına bakayım diye
Rasûlüİlah
(s.a.v.) ridasıyla beni perdeliyordu." Başka bir rivayette ise
"Mızraklarıyla
oynuyor!arken" şeklindedir.
(Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in Aişe annemizi perdelemesinin nedeni, Peygamber hanımlarının
kendilerine mahsus olarak özei emirle perde gerisinde bulunmaiannın
emre-dilmesıdir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e olan hürmetten dolayı, kendilerinin
diğer kadınlardan farklı olarak başkalanyla evlenmeleri yasak olduğu gibi
gereksiz yere ortalıkta dolanmalan da yasaktır. Kur'ân-ı Kerim'de Peygamber
hanımlarına mahsus olan ve diğer kadınlardan ayn bir takım hukuki durumlarının
olduğunu görmekteyiz: Onlar çirkin bir İş yaparlarsa cezaları diğer kadınlardan
farkiı olarak iki katına çıkar. (Ahzâb:30) İyi bir iş yapmalan halinde
mükafatiannın da iki kat olduğunu görmekteyiz. (Ah/âb; 31) Diğer müminlerin
hanımları gibi değildirler (Ahzâb: 32) Evlerinde oturmaian emredilmiştir
(Ahzâb: 33) [566]
536-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir; "Yanımda Buâs Harbi'ne ait ezgiler söyleyen
iki kız çocuğu varken, Rasûlüİlah (s.a.v.) bena geldi ve yatağa uzanıp yüzünü
çevirdi- Derken Ebû Bekir geldi ve: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında şeytan
ezgileri ha!" dedi ve beni azariadı. Rasûlüliah (s.a.v.) ona dönerek:
"Bırak onları" buyurdu. Ebû Bekir daldığı sırada sezdirmeden kızlara
işaret ettim, onlar da hemen dışarı çıktılar.
Bayram gününde
Sudanlılar kalkan ve mızrakla oyun oynuyorlardı. Ya ben Rasûlüllah (s.a.v.)'den
istedim ya da o, bana: "Seyretmek ister misin?"diye buyurmuş, ben
de: "Evet" demiştim. Beni gerisinde ayakta bir süre tuttu, yanağım
kendisinin yanağının üzerinde idi: "Haydi bakalım, ey Erfide
oğullan" buyuruyordu. Sonunda artık sıkılmıştım:
"Keferm/?"buyurdu; "Evet" dedim: "Haydi içeri
git" buyurdu"[567]
537-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Habeşistanlılar, mızlaklarıyla Rasûiüllah
(s.a.v.)'in yanında oynarlarken birden Ömer b. Hattab geliverdi. Oniarı
taşlamak için taşlara uzandı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v,): "Ey Ömer,
bunları kendi haline "buyurdu"[568]
538-) Abdullah b. Zeyd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) yağmur istemek için (namazgaha) çıktı ve
ridasını ters çevirdi." demiştir.
Kendisinden gelen
bir başka rivayette ise: "İki rekat namaz kıldı" demiştir. [569]
539-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) yağmur duası dışında dua ettiği hiçbir
şeyde ellerini kaldırmadı. Duada koltuk altının beyazlığı
görülecek derecede ellerini kaldırırdı." demiştir.
(Hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in yağmur duası dışında ellerini kaldırmadığı
bildirilmiştir. Halbuki pek çok hadislerde -İmam Nevevî'nin tespitine göre 30
küsur rivayette- duada ellerini kaldırdığı bildirilir. "Duada koltuk
altının beyazlığı görülecek derecede ellerini kaldırırdı." ifadesi
problemi çözmektedir. Yani Efendimiz duada bu denli ellerini kaldırmazdı
denilmek istenilmiştir. Yoksa Enes b. Mâlik (r.a.)'ın bu sözü, duada elleri
kaldırma işleminin olmadığını ifade etmez.
Diğer taraftan
sahih bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)'İn ellerinin dışını semaya çevirerek
yağmur duası ettiği bildirilmiştir. (Müslim, istiskâ: i)Enes (r.a.)'ın
"Yağmur duası dışında ellerini kaldırmazdı" şeklindeki ifadesi,
ellerinin İçi yere dışı göğe gelecek şekilde kaldırmazdı, anlamına da
gelebilir. Yağmursuzluk ve diğer musibetlerden korunmak için dua edildiğinde
ellerin ters çevrilmesi de bu nedenledir.) [570]
540-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında kıtlık oldu. Hz.
Peygamber (s.a.v.) cuma günü hutbe verdiği sırada Çöl halkından bir kimse
ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, mallar yok oldu, çoluk-çocuk aç
kaldı. Bizim için Allah'a dua etsen" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) ellerini
kaldırdı -Biz bu sırada gökte hiçbir bulut görmüyorduk- Canımı elimde tutan
Allah'a yemin olsun ki, bulutlar koca dağlar gibi kabarana değin ellerini
indirmedi. Sakalından yağmurun damladığını gördüğüm ana kadar minberden inmedi.
O gün, ertesi gün ve sonraki günlerde sürekli gelen cumaya kadar bize yağmur
yağdı. Aynı kişi yahut bir başkası kalktı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, evler
yıkıldı, mallar su altında kaldı, bizim için Allah'a dua etsen." dedi. O
da ellerini kaldırdı ve: "Allah'ım etrafımıza yağdır, üzerimize
değil." buyurdu. Eliyle işaret ettiği bulut kümesi açıldı. Medine seması
etrafı ka-Pal" üstü açık bir alan gibi oldu. Kanat Vadisi bir ay aktı,
etraftan gelen herkes bol yağmur yağdığını söyledi." [571]
541-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) gökyüzünde yağmur lrnali olan bir bulut gördüğünde
gider gelir, girer çıkar, yüzünün
rengi değişirdi.
Yağmur yağdığında ise bu tedirginliği kendisinden gide-ırdi- Hz.
Aişe (r.a.) bu durumunu kendisine bildirmiş O da: "Ne bibu: «Onlar o azabı
vadilerine doğru gelen bir bulut gördük erinde: "Bu, bize yağmur getiren buluttur"
dediler. Hayır, bu gelmesini istediğiniz, içerisinde elim bir azab bulunan
rüzgardır.» (Ahkâf: 24) ayetinde helak olan kavmin söyledi-ği gibi bir şey
olabilir, "buyurmuştur." demiştir. [572]
542-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i, küçük dilini
göreceğim derecede gülerken görmedim. Kendisi sadece tebessüm ederdi. Yağmur
yüklü bulut veya rüzgar gördüğünde yüzünde (isteksizlik) sezilirdi."
demiştir. Kendisi: "Ey Allah'ın Rasülü, insanlar yağmur yüklü bulut
gördüklerinde, içerisinde yağmur olması ü-midiyle sevinirler. Halbuki seni,
bulutu gördüğünde yüzünde isteksizlik sezilir görüyorum?" demiş. O da:
"Ey Aişe, onun içerisinde bir a-zabın, rüzgar/a helak olan toplumun azabının
olmasından kim beni emin kılar? O top/um, azabı gördüğünde: "Bu, bize yağmur
getiren buluttur" demişlerdi." buyurmuştur. [573]
543-) İbni
Abbâs (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Saba
(gündoğusu) rüzgarı ile muzaffer oldum. Âd Kavmi de günba-
tısı rüzgarıyla yok
oldu. "buyurmuştur.
(Gündoğusu rüzgan,
Hendek Savaşı'nda şiddetli eserek Kureyşiiler'in tüm erzak ve mühimmatını
telef etmiş bu nedenle Medine kuşatmasına son vermişlerdir «Size birtakım
ordular geldiğinde onların üzerine şiddetli rüzgar ve sizin görmediğiniz
ordular gönderdik.» (Ahzâb: 9) ayeti ile bildirilen rüzgar da budur.
Günbatisı ise «Âd'e
gelince, onlar da uğultulu azgın bîr fırtına ile yok edildi. Allah onu yedi gece,
sekiz gün peş peşe üzerlerine gönderdi.» (Hakka: 6-9) ayetinde bildirildiği
gibi Hûd Peygambere yardım için gönderilip Âd Kavmi'ni helak etmiştir.) [574]
(Güneş ve Ay,
Allah'ın bizlere verdiği büyük nimetlerden olup süresi geldiğinde kıyamet günü
dürülüp atılacaktır. Güneş ve Ayın bize faydalarını bu sayfalarda anlatma
imkanımız yoktur, ancak şu biline ki Güneşin, Ayın ve dünyanın belirli güçte
çekim kuvvetleri olup bu kuvvetler fizikteki zıt kuvvetler ilkesine göre
birbirlerine belirli uzaklıktan çekim gücü verdiğinden çok hassas bir denge
ortaya çıkar. Sözgelimi,
Avın dünyamıza
biraz yaklaşması sulann kabarmasına, biraz geri çekilmesi suların inmesine
sebep olur.
Güneş aynı zamanda
enerji kaynağıdır. Bugünkü verilere göre tüm insanların bir yıllık ürettiği
enerji Güneşin bir dakikalık enerjisine eşittir. Dünya Güneşin yaydığı
enerjinin iki milyonda birini alır. Dünyanın atmosferine Güneşten bir
santimetre kareye dakikada iki kalori ererji gelir. Bu nedenle Güneşin normal
süreden daha az ışık vermesi birtakım e-nerii kaybına neden olduğu gibi,
bitkilerin üzerinde de olumsuz etki yapar, buzullann dengesiz biçimde artmasına
neden olur. Bunun tersi de yine çeşitli zararlara sebep olur. Dolayısıyla
birkaç dakika süren Güneş tutulması uzun süre devam eder veya sıkça tekrar
ederse bir musibet ve bela olarak karşımıza çıkar.
Yukanda
belirttiğimiz gibi gezegenler uzayda birbirlerini çeken zıt kuvvetler esasına
göre kurulmuş bir düzen içerisinde hareket eder. Çekim kuvvetlerinin arasına
giren bir engelin çekim dengesini bozacağı tabiîdir. Bu nedenle Güneş ve Ay
tutulması esnasında çekim dengesinin bozulması neticesinde hareket seyrinde
düzensizliklerin meydana gelmesi muhtemeldir, med-cezir hadisesi bunun en
güzel örneğidir. Kesin olmamakla birlikte yeryüzünde meydana gelen birtakım
hareketler neticesi görülen afetlerin bir kısmının söz konusu tutulmalarla
bağlantılı olma ihtimali düşünülür.
Diğer taraftan
Güneş ve Ay tutulmaları, kıyamet koptuğu esnada atmosfer ortamında meydana
gelen çözülmeleri hatırlatır. Böyle önemli ve musibet gelme İhtimalinin
bulunduğu bir ortamda Müslümanın ne yapması gerektiğini Efendimiz yaşayarak
göstermiştir: Allah'a sığınmak, günahları hatırlayıp dua ve istiğfar yapmak,
namaz kılmak. "Allah bu tutulma ile kullarını korkutur." ifadesi de
bize bu o-layların bir uyarı niteliğinde olduğunu, kıyamet koptuğunda artık
tutulan Güneşin bir daha tekrar gelemeyeceğini bildirir. Bu gibi zamanlarda
Efendimiz'in yaptığı uygulamaları örnek alıp davul çalma, silah atma, ateş
yakma vb. diğer batıl uygulamaları terk etmeli, işi Güneş ve Ayın Rabb'ine
havale etmeliyiz.
Yüce Rabb'imiz
şöyle buyurur: «Gece, gündüz, Güneş ve Ay Allah'ın de-lillerindendir. Ne Aya ne
de Güneşe secde etmeyiniz. Bunların yaratıcısı olan Allah'a secde ediniz.»
(Fussüet: 37)
Güneş tutulmasında
Efendimiz'in telaşa kapılmasının bir diğer nedeni de, ne zaman kopacağı belli
olmayan kıyametin. Güneşin tutulup dürülmesi sonucu meydana geleceğinden
"Acaba kıyamet mi kopuyor?" diye endişeieninesidir.
«İnsan kıyamet günü
ne zamanmış diye sorar. Göz kamaştığı, Ay ka-rartıldığı, Güneşle Ayın bir yere
toplandığı zaman. O gün "kaçış nereye" diyecek.» (Kıyâme: 5-10) [575]
544-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan, şöyle demiştir: "Rasûlüüah (s.a.v.) döneminde Güneş tutuldu,
bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) halka namaz Kıyama durdu ve kıyamı uzun tuttu
sonra rukûya gitti ve rukûyu da uzun tuttu sonra tekrar kıyama durdu, kıyamı
uzun tuttu ama bu kıyam birinci kıyamdan daha kısadır, sonra tekrar rukûya
gitti kûyu uzun tuttu ama bu rükû birinci rukûdan daha kısadır, arka-S|ndan
secdeye gitti ve secdeyi de uzun tuttu. İkinci rekatta da birinci rekatta yaptığını yaptı. Arkasından
namazdan çıktı, Güneş açılmıştı. Arkasından halka hutbe verdi, Allah'a hamdü
senada bulundu ve sonra: "Şüphesiz Güneş ve Ay Allah'ın delillerindendir.
Bir kimsenin ne ölümü ne de hayata gelmesi nedeniyle tutulmaz. Siz bunu
gördüğünüzde tekbir getiriniz, Allah'a dua ediniz, namaz kılınız, sadaka
veriniz, "buyurdu sonra da/ "Ey Muhammed Ümmeti! Vallahi, kadın veya
erkek bir kulunun zina etmesi konusunda Allah'tan daha kıskanç hiçbir varlık
yoktur. Ey Muhammed Ümmeti! Vallahi, eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz az
güler, çok ağlardınız, "buyurdu. [576]
545-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in
sağlığında güneş tutuldu. Rasûlüllah (s.a.v.), mescide çıkıp namaza durdu,
tekbir getirdi. Halk da kendisinin arkasında saf tuttu. Rasûlüllah (s.a.v.)'e
uzun bir kıraat yaptırıldı. Arkasından tekbir getirip uzun bir rükû yaptı,
başını rukûdan kaldırdı ve: "Semiallâhü limen hamiden, Rabbena
leke'l-Hamd" dedi (secdeye gitmedi) ayakta durdu yine uzun bir kıraat
yaptırıldı ama bu kıraat birinciden az idi sonra tekbir getirip uzun bir rükû
yaptı ama bu birinci rukûdan kısa idi. Arkasından: "Semiallâhü limen
hamideh, Rabbena leke'l-Hamd" dedi ve secdeye gitti. Sonra diğer rekatta
da aynısını yaparak dört secde ve dört rukûyu tamamladı, namazı bitirmeden
önce de güneş tutulması sona erdi. Sonra ayağa kalkarak hajka konuşma yaptı
(hutbe verdi) gerektiği şekli ile Allah'a hamdetti arkasından şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki, Güneş ve Ay, Allah 'm gelen iki delildir. Bunlar ne bir
kimsenin ölümü ne de dünyaya gelmesi nedeniyle tutulurlar. Ancak siz bunu
gördüğünüzde namaz kılmaya sığınınız." [577]
546-) Hz. Aişe (r.a.):
"Güneş tutuldu, bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.) namaz kıldı ve uzun bir
sure okudu, sonra rukûya gitti ve rukûyu uzun tuttu, arkasından başını kaldırdı
ve diğer bir sureye başladı, sureyi bitirdiğinde rukûya gitti, secde yaptı.
İkinci rekatta da aynısını yaptıktan sonra: "Güneş ve Ay
Allah'ın delillerinden iki delildir. Bu durumu gördüğünüzde
sizden budurum/sıkıntı gidenedeğin namaz kılınız. Şu makamımda /namaz kıldığım
yerde vadolunduğum her şeyi gördüm. Hatta benim ileriye doğru gittiğimi
gördüğünüzde, cennetten bir salkım almak istememi bile gördüm. Beni geriye
çekilir gördüğünüzde birbirini kırıp geçirir halde cehennemi gördüm. Yine
burada, adak develerini ilk başlatan Amrb. Luhay'ı da gördüm,
"buyurdu." demiştir. [578]
547-) Aişe (r.a.)
anlatır: "Yahudi bir kadın kendisinden dilenmek için gelmiş: "Allah
seni kabir azabından korusun" demiş, bunun üzerine Aişe (r.a.), Rasûlüllah
(s.a.v.)'e: "İnsanlara kabirlerinde azab olunur mu?" diye sormuştu.
Rasûlüllah (s.a.v.) kabir azabından Allah'a sığınan sözler söyledi. Rasûlüllah
(s.a.v.) sabahleyin bir bineğe bindi arkasından Güneş tutuldu ve kuşluk vakti
geri döndü. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) hanımfannın odalan arasında dolandı ve
arkasından namaza durdu. Halk da arkasında namaza durdu. Namazda uzun bir kıyam
yaptı, sonra uzun bir rükû yaptı sonra rukûdan başım kaldırdı, uzun bir süre
ayakta durdu -bu ayakta durma birinci kıyamdan daha azdır- sonra uzunca bir
rükû yaptı -bu, birinci rukûdan daha azdır- arkasından başını kaldırdı ve secdeye
gitti. Sonra yine uzun bir kıyam yaptı -bu da birinci kıyamdan daha azdır-
sonra tekrar uzunca bir rükû yaptı -bu da birinci rukûdan daha azdır-
arkasından başını kaldırıp secdeye gitti ve namazdan çıktı, Allah'ın
konuşmasını istediği kadar konuştu, arkasından da kabir azabından (Allah'a)
sığınmalarını emretti." [579]
548-) Esma (r.a.)
anlatır: "Aişeye geldim, kendisi namaz kılıyordu: 'Halkın bu durumu da
ne?" dedim. Başıyla gökyüzünü işaret etti bir de bakbm ki insanlar da
namazdalarmış. Aişe: "Subhanellah" dedi, ben de: Bu, bir işaret
midir?" dedim. "Evet" anlamına başıyla işaret etti, ben de
namaza durdum, sonunda bende baygınlık baş gösterdi, başıma su
dök-mey ba§ladım. Arkasından Rasûlüllah (s.a.v.) Allah'ı hamd ve
sena ile t sonra şöyle buyurdu: "Şu makamımda/namaz
kıldığım ye- bana gösterilmeyen hiçbir şey kalmadı, cennet ve cehenneme
varıncaya kadar her şeyi gördüm. Bana sizin kabirlerinizde Deccâl Mesih fitnesi
gibi -veya Deccâi Mesih fitnesine yakın- imtihana uğrayacağınız bildirildi:
"Bu adam hakkındaki bilgin nedir?" denilecek, mümin -veya yakinen
inanan- kimse: "O, Allah'ın elçisi Muhammed'dir, bize açık deliller ve
hidayet getirdi biz de kabul edip uyduk, üç defa o, Muhammed'dir" diyecek,
kendisine: "Senin ona yakinen inandığını öğrenmiş olduk haydi şimdi rahat
u-yu" denilecek. Ancak Münafık veya şüpheye kapılmış kimse- ise:
"Bilemiyorum, insanların birtakım şeyler söylediğini duydum ben de söyledim " diyecektir."
(Hadiste geçen
-veya- ifadesi hadisi, Hz. Esma (r.a.)'dan rivayet eden ravinin, kelimenin
hangisi olduğunda şüpheye düştüğünden, Esma (r.a.) hangisini söyledi bilemiyorum"
demiştir. Bu kılınan namaz, güneş tutulması namazıdır, Buhârînin diğer bölümlerde
getirdiği rivayetlerde bu husus bildirilmektedir, (vudû: 37, Küsûf; 10) Bu
konuda Güneş ve Ay tutulması bölümüne bakınız. Hz. Peygamber (s.a.v.) Güneş
tutulmasında iki rekat namaz kılmış ancak namaz çok uzun sürmüştür, hatta Güneş
tutulmasının sona ermesine kadar namaz devam etmiştir. Böyle bir uzun namazda
dayanamayıp rahatsız olanlar çıkmıştır. Hadisi rivayet eden Hz. Esma (r.a.) da
bunlardandır.. Kendisi rahatlamak için başına su dökmüştür. Bu su dökme namazın
İçinde mi yoksa namazdan sonra mıdır İfade tam olarak açık değildir. Namaz
içerisinde ise bu hareketin namazı bozmayacak kadar ameli kalil, yani az bir
hareket olduğu belirtilir. Ancak bu baygınlığın namaz bitip de hutbe dinleme
esnasında olma ihtimali de vardır.) [580]
549-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde Güneş tutuldu ve bu nedenle
Rasûlüllah (s.a.v.) namaz kıldı, kendisiyle birlikte halk da namaz kıldı.
Bakara Suresi kadar uzunca bir kıyama durdu. Sonra uzunca bir rükû yaptı
arkasından başını kaldırdı ve yine uzunca bir kıyama durdu -Bu, birinci
kıyamdan daha azdı- Sonra da uzunca bir rükû daha yaptı -bu da birinci rukûdan
daha azdı- arkasından da secdeye gitti. Sonra uzunca bir kıyam yaptı -bu da
birinci kıyamdan daha azdı- arkasından uzunca bir rükû yaptı -bu da birinci
rukûdan daha azdı- Arkasından başını kaldırdı ve uzunca bir kıyam yaptı -bu da
birinci kıyamdan daha azdı- Sonra bir uzun rükû daha yaptı -bu da birinci
rukûdan azdı- Sonrada secdeye gitti ve Güneş açılınca namazdan çıktı ve:
"Şüphesiz Güneş ve Ay Allah'ın delillerinden bir delil olup bir kimsenin
ölümü veya dünyaya gelmesi nedeniyle tutulmazlar. Siz bu durumu gördüğünüzde
Allah'ı zikredin
"buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, namazında yerinde iken Senin bir şeye
uzandığını, sonra geri geri çekildiğini gördük?" dediler, o da: "Ben
cenneti gördüm ve bir salkıma uzandım eğer onu alabil-seydim dünya durdukça
ondan yerdiniz. Bana cehennem de gösterildi, bugünkü kadar böyle feci bir
manzara asla görmedim, cehennemliklerin çoğunun kadınlar olduğunu da gördüm."buyurdu:
"Ey Allah'ın Rasûlü, neden böyledir?" denildi: "Nankörlüklerinedeniyle"'buyurdu:
"Allah'a karşı mı nankörlük ederler?" denildi: "Kocalarına karşı
nankörlük ederler, iyiliği inkâr ederler. Eğer onlardan birisine bir ömür boyu
iyilik yapsan sonra da senden (hoşlanmadıkları) bîr şey görse: "Senden
asla bir iyilik görmedim." der. "buyurdu." [581]
550-) Abdullah b. Amr
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde Güneş tutulduğunda:
"İnne's-Salâte Camiatun (=Şüphesiz namaz toplayıcıdır)" diye
seslenildi" demiştir.
(Bu ifade
"Haydin namaz kılmak için toplanın" anlamına halkı namaza çağırmak
için ezan yerine kullanılmıştır.) [582]
551-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Güneş ve Ay insanlardan hiç birinin
ölümü üzerine tutulmaz. Ancak bu ikisi Allah'ın delillerinden iki delildir. Bu
durumu gördüğünüzde hemen namaz kılmaya buyurmuştur. [583]
552-) Ebû Mûsâ (r.a.)
anlatır: "Güneş tutulmuştu. Hz. Peygamber (s.a.v.) kıyamet kopacak
korkusuyla endişe içinde ayağa kalkıp mescide gitti ve kendisini yapar
gördüğüm en uzun kıyam, rükû ve secdeler-te namaz kıldırdı, arkasından:
"Allah'ın gönderdiği bu deliller hiçbir kimsenin ne ölümü ne de hayata
gelmesi nedeniyle olmaz. Ancak Allah, bu tutulma ile kullarını korkutur. Bu
nedenle böyle bir şey gördüğünüzde Allah'/ anmaya dua etmeye ve istiğfara
sığınınız, "buyurdu. [584]
553-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Kendisi, Rasûlüllah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunun bildirirdi:
"Güneş ve Ay, ne birisinin ölümü nede dünyaya gelmesi üzerine tutulur.
Ancak, bu ikisi, Allah'ın delillerinden bir delildir. Bu nedenle bunları böyle
gördüğünüzde hemen namaz kılınız." [585]
554-) el-Muğîra b. Şu'be
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde oğlu İbrahim'in vefat
ettiği gün Güneş tutuldu. Bunun üzerine halk: "Güneş İbrahim'in vefatı
nedeniyle tutuldu" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz Güneş ve Ay
bir kimsenin ne ölümü ne de hayata gelmesi nedeniyle tutulur. Eğer bunu
görürseniz namaz kılıp Allah'a dua ediniz, "buyurdu. [586]
555-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kızı (Hz. zeyneb (r.a.):
"Oğlum öldü hemen bize gel" dîye haber saldı. Hz. Peygamber (s.a.v.)
selâm söyleyerek: "Şüphesiz aldığı da verdiği de Allah'ındır, Her şeyin
Onun katında belirtilmiş bir eceli vardır. Sabret ve ecrini Allah'tan
bekle"ö\ye cevap gönderdi. Bu sefer kızı mutlaka gelmesi İçin yemin ederek
tekrar kendisine haber saldı. O da yanında Sa'd b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Übey
b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve birtakım kimselerle kalkıp geldi. Çocuk Rasûlüllah
(s.a.v.)'e verildi, canı gidip gelmekte idi, (hadisi rivayet eden ravi) vücudu
sanki eskiyip porsumuş deri kırba gibi idi dediğini de zannediyorum demiştir.
Rasûiüllah'ın gözleri, yaşla doldu. Sa'd: "Ey Allah'ın Rasûlü, bu hal de
nedir?" dedi: "Bu, Allah'ın kullarının kalplerine bıraktığı bir
rahmettir. Allah kullarından sadece merhametli o/an/ara merhamet eder.
"buyurdu.
(Çocuğun vücudunun
eskimiş deri kırbaya benzetilmesi, eski kırbanın renginin solduğu gibi vefat
etmek üzere oian çocuğun tenin solmasından dolayıdır.) [587]
556-) Abduliah b. Ömer
(r.a.): "Sa'd b. Ubâde muzdarip olduğu hastalığına yakalanmıştı, Hz.
Peygamber (s.a.v.) kendisini ziyaret etmek için Abdurrahman b. Avf (r.a.),
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.), Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) ile birlikte geldi. Yanına
girdiğinde ailesinin başında toplanmış olduğunu gördü: "Yoksa öldü
mü?" buyurdu: "Hayır, Ey Allah'ın Rasûlü" dediler. Hz. Peygamber
(s.a.v.) duygulanıp ağladı, ordaki halk Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ağlamasını
görünce onlar da ağladı, bunun üzerine: "Beni duyuyormusunuz, şüphesiz
Allah, ne 9özyaşmdan dolayı ne de kalbin hüzünlenmesinden dolayı a-&P eder
-dilini işaret etth ancak bundan dolayı azap veya merhamet eder. Şüphesiz ölü
ailesinin kendisine ağlamasının (bir ) dolayı azaba uğrar, "buyurdu."
demiştir. [588]
557-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), çocuğunun üzerine ağlayan bir kadının yanına
geldi ve ona: "Allah'tan sakın ve sabret"buyurdu. Bunun üzerine
kadın: "benim başıma gelenden senin ne haberin var" dedi. Rasûlüllah
(s.a.v.) onun yanından ayrıldığında ona: "Bu kimse, Allah'ın
Rasûlüdür" denildi. Bunun üzerine kadını ölüm acısına benzer bir üzüntü
tuttu ve hemen Rasûlüllah (s.a.v.)'in kapısına gitti. (Kapıcılar aradı) Ama
yanında kapıcılar falan bulamadı: "Seni bilemedim (kusuruma bakma)"
dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sabır, ancak musibetin ilk geldiğiandadır,
"buyurdu. [589]
558-) Ömer (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ölü, kendisine feryat edilmesi nedeniyle kabrinde
azaba uğrar" buyurmuştur. [590]
559-) Ebû Mûsâ el-Eşari
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ömer (r.a.), yaralandığında Suhayb: "Vah
kardeşi vah..." diyerek ağlamaya başladı. Bunun üzerine Ömer: "Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in: "Şüphesiz ki ölü, dirinin feryadı nedeniyle azaba
uğrartltye buyurduğunu bilmiyor musun?" dedi"[591]
560-) Abdullah b.
Müleyke'den, Şöyle demiştir: "Osman b. Affan'in, Mekke'de bir kızı vefat
etmişti. Cenazesinde bulunmak için o-raya geldik. Cenazeye ibni Ömer ve İbni
Abbas da gelmişti. Ben her i-kisinin arasında oturuyordum. Ben birinin yanına
oturmuştum sonra diğeri gelerek yanıma oturdu. Abdullah b. Ömer, karşısında
bulunan Osman b. Affan'ın oğlu Amr'a: "Sen ölüye ağlamayı engellemezmisin.
Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz ki ölü, ailesinin kendisi üzerine
ağlanması nedeniyle azaba uğrar" buyurmuştur." dedi. Bunun üzerine
İbni Abbas: "Ömer, 'bir kısım ağlama nedeniyle' derdi." dedi ve şöyle
anlattı: "Ömer ile birlikte Mekke'den dönmüştüm. Beydâ mevkisine
geldiğimizde ağacın gölgesi altında bir kervan gördük. Bana: "Git, bak
bakalım bu kervandakiler kimlerdir." dedi. Baktım, ne göreyim Suhayb.
Gidip Ömer'e haber verdim: "Onu bana çağır" dedi. Suhayb'in yanma
gittim ve: "Müminlerin Emirinin kervanına katıl" demistim. Dana
sonraları Ömer yaralandığında Suhayb: "Vah kardeşim ah vah dostum
vah" diye ağlayarak yanına girdi. Ömer: "Bana mı alıyorsun. Halbuki
Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz ki ölü, ailesinin kendisi üzerine ağlanmasının bir kısmı
nedeniyle azaba uğrar"
buyurmuştu"
dedi" Ömer vefat ettiğinde bu hadisi Âİşe'ye bildirdim: "Allah,
Ömer'e merhamet etsin. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz ki Allah, birisinin
ağlaması nedeniyle mümini azaba uğratır." dememiştir. Ancak:
"Şüphesiz ki Allah, ailesinin kendisi üzerine ağlaması nedeniy-le kâfirin
azabını artırır"'buyurmuştur. Bakın bu konuda Kur'ân'ın: «Hiçbir kimse
diğer bir kimsenin günahını yüklenemez...» (Fâtır: ıs) buyurması size
yeter" dedi" İbni Abbas: "Ağlatan da güldüren de
Allah'tır." dedi. Hadisi anlatan Abdullah b. Müleyke: "Vallahi
Abdullah b. Ömer bu söz üzerine hiçbir şey demedi" demiştir.
(Hiçbir kimse bir
başkasının yaptığı günahtan sorumlu tutulamaz ancak bu günahta bir hissesi
varsa bu hariçtir. Hz. Aişe (r.a.) Ölen bir Müsİümanın kendisinden sonra
ailesinin ağlamasından sorumlu tutulamayacağını belirterek bir yanlış anlaşılmayı
düzelterek cevap vermiştir. Hadiste "ağlamasının bir kısmından
dolayı" kaydı bulunmaktadır. Buna göre her çeşit ağlama değil, belirli
ağlamalar olduğu anlaşılır ki, bu da Araplar'da yaygın olan feryad ve figan
çığlıklanyla dövünme şeklinde meşhur bir âdet olan ağlamadır. Ölüye azab
vermesi ise ölünün kendisinden sonra bu şekilde ağlanılmasına vasiyet etmesi
veya böyle ağlayacak bir aile yetiştirip onla-nn vebalini yüklenmesinden
dolayıdır.
İmam Buhârî
getirdiği bu hadisi zikrettiği başlıkta konuyu çok güzel açıklamış ve şöyle bir
başlık koymuştur. "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Ölü, abesinin
kendisine ağlamasının bir kısmından dolayı azaba uğrar." konusu. Bu durum
ö/ünün bayatta iken feryad ve figanla ağlama âdeti var ise böyledir, Çünkü Yüce
Allah'ın şu sözü vardır: «Ey iman edenler kendinizi ve ailenizi cehennem
ateşinden koruyunuz...» (Tahrim: 6) Hz. Peygamber (s.a. v.)'de: "Her
biriniz çobansınız ve her biriniz idaresi al-tındakıierden sorumludur."
buyurmuştur. Ancak bir kimsenin hayatta iken ağlayıp feryat etme gibi bir âdeti
yok ise bu ağlama, Hz. Aişe (r.a.)'ın: "Hiçbir kimse diğer bir kimsenin
günahını yüklenemez." (Fâtır. ısj diye belirttiği ve yine Yüce Allah'ın:
«Yükü (günahla) ağır gelen bir kişi onu taşımak için (birisini) çağırsa onun
yükünden hiçbir şey taşıttınlmaz.» (Fâtır. 18) şeklinde buyurmasına dayanılarak
feryad ve figan ulunmayan ağlama, müsade edilmiş bir ağlamadır. "(Buhârî,
Kitabırı-Cenâiz: 32)
Hz. Peygamber
(s.a.v.) ve Ashab-ı Kiram'ın, bazı ölüm hadiselerinden dolayı sessizce ağladıkları çoğu defa hadislerde
bildirilmiştir. Biraz sonra gelecek olan dıste de Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Şüphesiz, Allah ne gözyaşından dolayı ne albin
hüzünlenmesinden dolayı azap eder-dilini gösterdi- ancak bundan veya merhamet eder. "buyurmuştur.) [592]
561-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) ailesinin kendisi için ağladığı Yahudi bir kadının
(mezanna) uğramıştı: "Şüphesiz onlar kadın için ağlıyorlar ama bu kadın
mezarında azap görmektedir."
buyurdu."
demiştir. [593]
562-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söylediği "Onlar şimdi benim söylediğimin
doğru olduğunu mutlaka bilmektedirler" şeklindedir. Çünkü Yüce Allah:
«Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın.» (Nemi:so) buyurmuştur." demiştir. [594]
563-) Muğîra (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.Yi: "Kimin ölüsünde feryad ve figanla ağlanırsa
bu feryatlardan dolayı kendisine azap olunur, "diye buyururken
işittim." demiştir. [595]
564-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e (Mute şehitten) Zeyd b. Harise, Cafer
b. Ebi Talib ve Abdullah b. Revâha'nın şahadet haberi geldiğinde mescidde
oturmuş, yüzünde üzüntüsü görülüyordu. Ben de kapıntn aralığından
seyrediyordum. Kendisine bir adam geldi ve: "Cafer'in evindeki kadınlar
şöyle şöyle yapıyorlar." diyerek ağladıklarını anlattı. Hz. Peygamber
(s.a.v,) bu kimseye kadınlan böyle yapmaktan alıkoymasını emretti. Gitti sonra
ikinci defa geldi, sözünü dinlememişler, bu sefer: "Onları alıkoy"
buyurdu, üçüncü defa gidip geldi: "Ey Allah'ın Rasûlü, vallahi bize ağır
geldiler" dedi. Hz. Aişe (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.): "O kadınların
ağızlarına toprak saç. "buyurdu" demiştir. [596]
565-) Ümmü Atıyye
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) biat yaptığımız sırada bizden ölüye feryat
ve çığlık atarak ağlamayacağımıza da söz almıştı. Ancak biz kadınlardan sadece
beşi dışında (hemen) sözlerini yerine getiremediler. Bunlar: Ümmü Süleym, Ümmü
Alâ, Ebû Sebre'nin kızı olan Muâz b. Cebel'in hanımı ve diğer iki kadın veya
Ebû Sebre'nin kızı, Muâz b. Cebel'in hanımı ve diğer bir kadındır."
demiştir. [597]
566-) Ümmü Atıyye
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'e biat ettik. Kendisi bize (biat şartlan
olarak) «Allah'a ortak koşmamak...» (Mümtenine: 12) ayetini okudu, bize ölülere
çığlık atarak ağlamayı da yasakladı. Bu sırada bir kadın kendi elini sıkıca
tuttu (yani biat yapmaktan çekindi): "Falan kadın ağıt kurmamda bana
yardımcı olmuş ve benimle ağlamıştı. Şimdi ben ona borcumu ödemek
istiyorum." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine bir şey demedi. O da
gitti, sonra geldi ve biat etti" demiştir.
(Biatta okunan
ayetin tamamı şöyledir. «Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklannı öldürmemek, elleri ve
ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işlerde sana karşı
gelmemek şartıyla sana biat etmek üzere geldikleri zaman, onların biatlarını
kabul et, onlara Allah'tan bağışlanma dile, doğrusu Allah, bağışlayandır,
acıyandır.») [598]
567-) Ümmü Atıyye
(r.a.): "Cenazelerin arkasından gitmemiz bize yasaklandı, ama (bu, diğer
yasaklar kadar) sıkı tutulmadı." demiştir. [599]
568-) Ümmü Atıyye
el-Ensârîyye (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) kızı (zeyneb) vefat
ettiğinde yanımıza girdi ve: "Su ve sidr{temizlikte sabun
yerine kullanılan Arabistan
Kirazı ağacının yapraklan) İle ÜÇ veya beş gerekli gÖ'
rürseniz daha fazla
yıkayın ve sonuncu yıkamada kâfur veya kâfur benzeri bir şey kullanın,
yıkadıktan sonra da bana haber veriniz." buyurdu. Yıkadıktan sonra
kendisine haber verdik, bize izarını verdi ve: "Bunu iç kefeni
yapınız." buyurdu. [600]
569-) Diğer bir
rivayette ise: "Sağından ve abdest organların' dan yıkamaya başlayın,
"buyurmuştur. [601]
570-) Diğer bir rivayette
ise Ümmü Atiyye (r.a.): "Saçlarını tarayıp' ü? örgü yaptık."
demiştir. [602]
571-) Habbâb (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber Allah rızasını ar2u ederek hicret
ettik, sevabımız Allah adına gerçekleşmiştir. Ancak bizkimimize Sevabın meyvesi
yetişti Onlar, Şimdi (dünyadayken meyveleri)
ktadırlar, kimimiz
de sevabından (dünyada) bir şey yiyemeden vefat etti. Usâb b- Urrıeyr de
bunlardandır. Uhud Savaşı'nda şehid oldu, büründüğü bir tek kumaş bezden başka kendisini
kefenleyebileceğimiz bir şey de bulamamıştır. Hırkayı baştarafına örttüğümüz de
ayaklan açıkta kalıyor, ayaklannı örttüğümüzde de baştaraft agkta kalıyordu.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)
baştarafmı örtüp, ayaklarına izhir (Mekke ayrığı otu) koyup defnetmemizi emretti."demiştir. [603]
572-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: "ftasûlüllah (s.a.v.)'in Yemen işi pamuktan Üç tane beyaz SehÛlİyye (Yemen'de kumaş
dokumacılığıyla bilinen bir şehir) bezi İle kefenlendirildi.
Bu bez kefenlerinin içerisinde sarık ve gömlek yoktu." [604]
573-) Hz, Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) vefat ettiğinde pamuklu ... bir
elbise ile örtüldü." demiştir. [605]
574-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cenazeye acele ediniz; eğer cenaze
iyi kimse ise onu bir an önce götürmeniz hayırdır, yok eğer böyle bir kimse
değilse o halde kötüdür, çabuk
indirmiş olursunuz, "buyurmuştur.
(Cenazeye acele
ediniz, demek, cenaze ife ilgili bütün işlerin geciktirilmeden yapılması anlamına gelir.) [606]
575-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim inanarak ve sevabını Allah'tan
bekleyerek Müslümanın cenazesini takip eder, namazı kılınana değin yanında
kalır defnedilene kadar ayrılmazsa, böyle bir kimse her biri Uhud dağı kadar
olan iki kırat sevap alır"buyurmuştur
[607]
576-) Nafi (rh.)
anlatır: "Abdullah b. Ömer (r.a.)'a, Ebû Hureyre (r.a.)'ın: "Kim
cenazenin arkasından giderse kendisine bir kırat sevap vardırmıyor denildi. O
da Hz. Aişe (r.a.)Va: "Ebu Hureyre bi-: ze bunu çok
söylüyor (ne dersin?)" dedi. Hz. Aişe (r.a.) Ebû Hureyre (r.a.)'ın doğru
söylediğini bildirdi ve: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i böyle söylerken
işittim." dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer (r.a.): "Öyleyse kırat
sevaplarımızdan pek çoğunu kaybettik." dedi.
(Kırat, onda bir
dinarın yarısı olarak kullanılan bir değerdir. Bu konuda Aynî; "Kırat,
hadislerde çeşitli değerler ifadesi olarak belirtilir. Bunlardan birisi örfte
kullanılan ölçü birimidir, diğeri de teşbih olarak kullanılmıştır: Bazen bir
koyun bazen Mekke'deki bir dağ kadar bazen büyük bir dağ kadar, bazen Uhud Dağı
kadar gibi teşbihler yapılmıştır." demektedir. (Umdetu'i-Kâri, iv. 38) [608]
577-) Enes (r.a.)'dan.
Bir keresinde bir cenazeye uğramışlar ve onu iyilikle övmüşler. Bunun üzerine
Rasûlüllah (s.a.v.): "Gerekli(vacip) oldu. "buyurdu. Sonra bir başka
cenazeye uğramışlar, onu da kötülükle anmışlar, bunun üzerine yine:
"Gerekli (vacip) oldu. buyurmuştur. Ömer b. Hattab (r.a.) da: "Ne
gerekli oldu?" diye sormuş oda: "Bu, iyilikle övdüğünüz var ya cennet
ona gerekli oldu, kötülükle andığınız diğer kişiye de cehennem gerekli oldu.
Sizler Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz, "buyurmuştur. [609]
578-) Ebû Katâde Rib'î
(r.a.)'dan. Kendisi şu hadisi/bilgiyi anlatırdı: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in
yanından bir cenaze geçirdiler: "Rahata erdi, rahat ettirdi,
"buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, rahata erme ve rahat ettirme
nedir?" dediler: "Mümin bir kul dünya yorgunluğundan rahat e-der.
Günahkâr/kötü bir kul da (bu dünyadan göçerek) diğer kulları, memleketleri,
ağaçları ve hayvanları rahat ettirir"buyurdu"[610]
579-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Necâşî vefat ettiği gün ölüm haberini
bildirdi. Namazgah'a çıkarak cemaat ile saf yaptı ve dört tekbir aldı."
demiştir. [611]
580-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), Habeşistan kralı Necaşı vefat ettiği gün
ölüm haberini bildirdi ve: "Kardeşiniz için bağışlama
dileyiniz"buyurdu." demiştir. [612]
581-) cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Habeşistan Iraı
Asharre'nin cenaze namazını kılmış ve bu namazda dört tekbir etirmiştir. [613]
582-) Cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bu gün
Habeşistanda, Salih bir kimse vefat etmiştir. Haydi gelin onun için cenaze
namazı kılınız, "buyurdu. Biz de saf tuttuk, Hz. Peygamber (s.a.v,) ile
birlikte saflar halinde cenaze namazı kıldık. Ben ikinci safta idim." [614]
583-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır ki: "Hz. Peygamber (s.a.v.) diğer kabirlerden ayrı duran bir
kabire vardı ve ashaba imam oldu, onlar da saf durup üzerine namaz
kıldılar." [615]
584-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Mescid-i Nebî'nin temizlik işlerine bakan
siyah bir adam veya siyah bir kadın vefat etmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.)
kendisini sordu: "Vefat etti." dediler. Peygamber: "Bunu bana
bildirseydiniz. Bana kabrini gösterin" buyurdu, sonra kabrine varıp onun
için cenaze namazı kıldı."
(Cenazenin
Efendimiz (a.s.)'a bildirmeden defnedilmesinin nedeni geceleyin kendisini
rahatsız etmeme düşüncesi olabilir. Nitekim, Taberânî'de geçen bir hadiste
verilen bilgiye göre Medine'nin kenar mahallelerinde oturan bir kadın
hastalanmıştı. Efendimiz hastayı ziyaret ettikten sonra vefat ederse kendisine
bildirilmesini söylemiş, bu hanım gece vefat etmişti. Oradakiler geceleyin
Efendimize gelmişler ama kendisinin uyuduğunu görmüşler. Kendisini rahatsız
etmemek ve gece karanlıkta haşeratın zarar verebileceği düşüncesiyle haber
vermeden dönüp gitmişlerdir.
Mu'cemü'l-Kebîr,
VI. 84) [616]
585-) Âmir b. Rabia
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cenaze gördüğünüzde, sizi geçene
kadar ayağa kalkınız, "buyurmuştur. [617]
586-) Âmir b. Rabia
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz bir cenaze
gördüğünde cenaze ile yürümeyecekse cenazenin gerisinde kalana kadar veya
cenaze onu geride bırakana kadar veya cenaze onu geride bırakmadan (bir yere
indirelecekse) yere indirilene kadar ayakta dursun, "buyurmuştur. [618]
587-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cenaze gördüğünüzde ayağa kalkınız.
Kim cenaza ile kabre kadar giderse cenaze yere konulana kadar
oturmasın"buyurmuştur[619]
588-) Câbir b. Abdullah
(r.a,): "Bizim yanımızdan bir cenaze geçmişti bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) ayağa kalktı biz de ayağa kalktık. Kendisine: "Ey Allah'ın
Rasûlü, bu Yahudi bir kimsenin cenaze-sidir?" dedik: "Cenaze
gördüğünüzde ayağa kalkınız, "buyurdu. [620]
589-) Abdurrahman b.
Ebî'l-Leylâ'dan. Şöyle demiştir: "Seni b. Huneyf ile Kays b. Sa'd
Kadisiye'de komutanlık yapıyorlardı. Kendilerinin yanından bir cenaze geçti
bunun üzerine oniar ayağa kalktılar. Kendilerine: "Bu, Müslüman cenazesi
değildir" denildi. Onlar da: "Bir keresinde r\z. Peygamber
(s.a.v,)'in yanından bir cenaze geçmişti o da ayağa kalktı. Kendisine:
"Bu, bir Yahudi kimsenin cenazesldir" denildi: "Oda can değil
mi?" buyurdu" dediler"
(Rasûlüllah
(s.a.v.) cenazenin geçtiğini gördüğünde ayağa kalkmış ve ashabına da ayağa
kalkmasını söylemiştir. Bazı hadislerde Müslim veya Gayri Müslim ayrımı
yapmamış, hatta bir hadiste cenazenin Yahudi olduğu bildirilmiştir. Efendimiz,
bazen bu uygulamasının sebebini belirtmiş ve bunun cenazenin ruhunu alan meleğe
saygı olduğunu bildirmiştir. (Nesei, Cenâiz: 46) Bazen bunun sebebi, insan
olması nefis sahibi oiması olarak belirtilir. (Buhârî, Cenâiz: 49) Bazen de
ölümün korkunç olduğundan dolayı kalktığı bildirilir. (Nesei, cenâiz: 46, îbni
Mâce, cenâiz: 35) Bazen bunun sebebinin bir Yahudi cenazesinden gelen pis
kokudan rahatsız olması, (Tabavrden naklen Aynî, vn, 12) bazen de bir Yahudi
cenazesi geçerken kendisi orada oturuyorken başının üzerinde kalmaması için
ayağa kalktığı rivayet edilmiştir. (Nesei, cenâiz: 47)
Efendimiz (a.s.)'ın
sonra bunu terkettiği de rivayet edilmiştir. (Müslim, Cenâiz: 82/nrmizî,
Cenâiz: 5i) Buradan hareketle ayağa kalkmanın isteğe bağlı olduğu ortaya
çıkmaktadır. Şah Veiiyyullah: "Bu ne yapılması zorunlu bir şey ne de sünnettir.
Bunun nesh olduğu da söylenmiştir. Bunun hikmeti: Cahiliye insanları buna
benzer uygulamalar yapıyorlardı. Ayağa kalkma işi asıl amacından
saptırılabileceği ve yasak kapılarının açılmasına bir araç olarak
kullanılabilir endişesiyle kaldırılmış da olabilir."
demiştir
(Hüccetullah el-Baliğa II. 110) [621]
590-) Semüra b. Cündüb
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in arkamda, lohusa iken vefat etmiş bir
kadının cenaze namazını kildim, ka-ln|n (cenazenin) ortasında durarak cenaze
namazını kıldırdı." demiştir. [622]
591-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Beş ukıyyeden az miktar (gümüşten)
zekât yoktur. En az üç yaşında beş deveden aşağısında da zekât yoktur. Beş
vesaktan aşağıdaki mahsulden de zekât yoktur." buyurdu" demiştir.
(Ukıyye, kırk
dirhem karşılığı bir gümüş birimidir. Beş ukıyye ise 200 dirhem gümüş demektir.
Bugünkü birimlere göre bir dirhemin karşılığı bazı yerlerde 70 arpa tanesi bazı
yerde 64 buğday tanesinin ağırlığıdır. Bu İse 2.8 gr ile 3.2 gr arasında
değişir, en az miktan 2.8 gr ele alınırsa 200 dirhem x 2.8 gr =560 gr gümüş
eder. Diğer kullanımı ölçü alırsak 200 dirhem x 3.2 gr = 604 gr gümüş eder,
Vesak, 60 sa'
karşılığıdır. 1 sa1 ise 1040 dirhemlik ölçü birimidir. Buna göre bir vesak =
624.000 dirhemdir. Bir dirhemi 2.8 gr alırsak 624.000 x 2.8 = 174.720 kg eder.
Bir vesak 174.720 kg eder.
Beş vesak = 174.720
x 5 = 873.600 kg eder.
Eğer bir dirhemi
3.2 alırsak 624.000 x 3.2 = 194.688 kg Beş vesak = 194.688 x5 = 973.440 kg
eder.
Beş vesak, 873 kg
ile 973 kg arasında bir ölçü birimidir. Birimlerin farklı olmaları mahalli
ölçü birimlerinden kaynaklanmaktadır. Bu tabiî bir şeydir. Bugün bile kile ve
dönüm miktarlar! memleketimizde hâlâ değişik ölçülerde kullanılmaktadır. Böyle
durumlarda ihtiyatı elden bırakmamak için en az miktarı ölçü almak iyi olur. Bu
birimler Hanefî Mezhebi'ne göre hesaplanmıştır. Diğer mezheplerde ise 610 kg
civanndadir. Geniş bilgi için bak. Sünen-i Ebû Dâvud Tere. ve Şeriıi, Şamil
Yayınevi, VI. 106-108) [623]
592-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Binek atı ve kölesinden dolayı
Müslümanın zekât vermesi gerekmez." buyurdu." demiştir. [624]
593-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) zekât vermeyi emretti. Kendisine:
"İbni Cemil, Halid b. Velid, Abbâs b. Abduimuttalib zekâtı
vermediler." denildi. Bunun üzerine Hz. Peygam-ber (s.a.v.): "İbni
Cemil sırf kendisi fakir iken Allah v& Rasûlü onu zengin yaptı diye geri
durup isteksiz olmuştur. Halid ise siz Halid'e haksızlık ediyorsunuz, kendisi
zırhlarını ve savaş gereçlerini Allah yoluna vakfetti (bunlara zekât düşmez)
Abbâs
Abdulmuttalib ise
Allah'ın Rasûlü'nün amcasıdır. Üzerinde vereceği zekât olduğu gibi bir misli
daha verecektin "buyurdu. [625]
594-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) hür, köle; erkek, kadın' büyük, küçük her Müslüman
İçin hurmadan bir sa' arpadan da bir sa' verilmek üzere fıtır sadakasını farz
kıldı ve bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretti." demiştir. [626]
595-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Fftr sadakasını
hurmadan yahut arpadan bir sa1 olarak verilmesine emretti. İnsanlar buğdaydan
iki müdd'ü bunlara eşit saydılar"[627]
596-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde Ramazan Bayramı günü yiyecekten bir
sa' fitre verip (namaza) çıkardık." demiştir. Ebû Said (r.a.) yine:
"Yiyeceğimiz arpa, kuru üzüm, yoğurt kurusu / çökelek ve hurma idi."
demiştir. [628]
597-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında fıtır sadakasını yiyecekten veya
hurmadan bir sa', arpadan bir sa', kuru üzümden bir sa' olarak verirdik.
Muaveye dönemi geldiğinde buğday da geldi. Muaviye: "Buğdaydan bir müdd,
diğerlerinden iki müdd'e eşit olacağı kanaatındayım " dedi."
demiştir. [629]
598-) Abdullah b., Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), fıtır sadakasının bayram namazına çıkmadan
önce verilmesini emretmiştir. [630]
599-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Altın ve gümüşün hakkını vermeyen bütün
altın ve gümüş sahipleri için, kıyamet günü olduğunda bu altın ve gümüşler
ateşten levha/ar haline getirilerek cehennem ateşinde kızdırılır, bu kimselerin
b°grü, alını ve sırtı dağlanır. Bunlar soğudukça -süresi elli bin y» olan bir
gün içerisinde kullar arasında yargılama bitene ka-ar dağlama tekrarlanır
durur. Nihayet cennete mi cehenneme
migidecek oian yolu
kendisine gösterilir"'buyurdu. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü, deve
nasıl?" denildi: "Hakkı verilmeyen her devenin sahibi de -ki, bu
haklardan biri de develer su başına getirildiğinde sütünden fakirlere ikram
etmektir kıyamet günü olduğunda düz ve geniş bir alana serilip yatırılır, bir
tek deve yavrusu bile kalmaksızın bütün develer ayaklarıyla onu çiğner, ağızlarıyla
ısırırlar. -Süresi elli bin yıl olan bir gün içerisinde kullar arasında
yargılama bitene kadar- deve sürüsünün başı onu geçtikçe gerisi gelir durur
{som bir türlü bitmek bilmez.) Nihayet cennete mi cehenneme mi gidecek olan
yolu kendisine gösterilir" buyurdu. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü,
sığır ve davar nasıl?" denildi: "Hakkı verilmeyen her sığır ve
davarın sahibi de, kıyamet günü olduğunda düz bir alana serilip yatırılır ve
ne boynuzlusu, ne boynu-zu kırığı - büküğü hiç biri kalmaksızın bütün sürü onu
boynuzu ile süser, ayaklarıyla da çiğnerler. -Süresi elli bin yıl olan bir gün
içerisinde kullar arasında yargılama bitene kadar- sürünün başı onu geçtikçe
gerisi gelir durur (sonu bir türlü bitmek bilmez.) Nihayet cennete mi
cehenneme mi gidecek olan yolu kendisine gösterilir"buyurdu. Kendisine:
"Ey Allah'ın Rasûlü, atlar nasıl?" denildi: "Atların ise üç
durumu vardır. Atlar, kimisi İçin ağırlık (günah) kimisi için perde kimisi için
de sevap olur. Bir kimse için ağırlık (günah) olan at, övünmek, gösteriş yapmak
ve Müslümanlara düşmanlık yapmak için bir kimsenin bağlı tuttuğu attır ki, bu o
kimse için bir ağırlıktır (günahtır.) Bir kimse için perde olan at ise, Allah
yolunda bağlı tutulan, atın ne boyunduruğunda ve ne de sırtında, Allah'ın
koyduğu hukuku unutmayan kimsenin bağlı tuttuğu attır ki, bu at o kimse için
perdedir. Bir kimse için sevap olan at ise, Allah yolunda ve Müslümanlar için
bir kimsenin çayırda ve bahçede bağlı tuttuğu attır ki, bu at o çayırda veya
bahçede ne yerse yediği şeyler sayısınca bu kimse için sevaplar yazılır. Atın
dışkıları ve idrarı sayısınca da bu kimse için sevaplar yazılır, o at ipini
koparıp da bir iki tepeye şahlanıp tur atsa bu şahlanmadaki her ayak izi ve
bıraktığı her dışkı da bu kimse
için
birer sevap olur. Sahibi onunla bir nehirden geçerken -onu sufamayı istememiş
olsa bile- onun içtiği miktarca o kimsey Allah sevap yazar, "buyurdu.
Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü, eşekler nasıl?" denildi: Eşekler
konusunda bana bir hüküm indirilmedi ancak bu hususta şu, özlü ve toplayıcı
bir ayet vardır. «Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görür, kim de zerre
miktarı şer işlerse onu görür.» (ziizsi: 7-8)" buyurdu. [631]
600-) Ebû Zer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'e gitmiştim, kendisi Kabe'nin gölgesinde:
"Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki onlar en çok zararda olanlardır?
Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki onlaren çokzararda olanlardır.''diyordu.
Kendi kendime: "Ne yaptım ki bende bir şey mi görülüyor, ne yaptım
ki?" dedim. Kendisi böyle söylediği sırada yanına oturdum ama susmaya
dayanamadım. Allah'ın takdir ettiği şey beni kaplamıştı, bunun üzerine:
"Annem babam sana feda olsun Ey Allah'ın Rasûlü, bu söylediklerin
kimlerdir?" dedim: "Malı çok olanlar. Ancak şöyle, şöyle, şöyle
yapanlar bunun dışındadır, "buyurdu." demiştir. [632]
601-) Ebû Zer (r.a.),
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idim, Uhud Dağı'nı
gördüğünde: "Uhud Dağı'nın benim için altın olup da ödemesine
hazırlandığım borç bir dinar dışında ondan üç geceden fazla bir dinarın bile
yanımda kalmasını istemem." buyurdu, sonra da: "Malı çok olanlar,
{âhirette sevabı) az olanlardır. Ancak şöyle, şöyle harcayanlar bunun
dışındadır. Ama onlar da yok denecek kadar azdır."buyurdu. -Hadisi anlatan
ravi Ebû Şihâb, şöyle şöyle derken önünü sağını ve solunu göstermiş-br-
Arkasından Rasûlüllah: "Yerinde Aa/."dedi ve pek de uzak olmayacak
şekilde yürüdü, bu sırada bir ses duydum, yanına varmak istedim fakat
"Ben gelene kadar yerinde kal." sözünü hatırladım. Yanıma geldiğinde:
"Ey Allah'ın Rasûlü, duyduğum ses ne idi?" dedim: "Sen duydun
mu?" buyurdu: "Evet" dedim, Hz. Peygamber: "Cebrail
*teyhisselâm bana geldi ve: "Ümmetinden kim, Allah'a ortak koşmayarak Ölürse, cennete girer."
dedi, ben de: "Şöyle şöyle yapsa da mı?"dedim: "Evet" dedi[633]
602-) Ebû Zer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Gecelerden bir gece dışan çıktım, bir de ne
göreyim Rasûlüliah (s.a.v.), tek başına yürümektedir, yanında hiçbir kimse
yoktu. Kendisinin, yanında birisinin yürümesini istemediği kanaatına vardım.
Bu arada ben de, Ay'ın gölgesinde yürümeye başladım. Derken geriye döndü ve
beni gördü: buyurdu: "Ben, Ebû Zer, Allah beni sana kurban kılsın"
dedim: "Ey Ebû Zer #e/"buyurdu. Kendisiyle birlikte bir süre
yürüdüm. Derken: "Malı çok olanlar, kıyamet günü (sevabı) az olanlardır.
Ancak, Allah'ın, kendisine bir mal verip de onu sağına soluna önüne arkasına
şöyle dağıtan ve bu mal içerisinde hayır işleyen bunun dışındadır,
"buyurdu. Kendisiyle birlikte bir süre yürüdüm. Derken bana: "Sen
şurada oft/r"buyurdu ve beni etrafı taşlık bir yere oturtup: "Ben
senin yanına dönüp gelene kadar burada otur" buyurdu ve kendisini
göremeyeceğim kadar taşlık arazide yürüyüp gitti. Orada uzun süre kaldı. Sonra
kendisinin sesini duydum geri dönüyor ve: "Hırsızlık yapsa da mi? Zina
etse de m/7" Duyuruyordu. Yanıma geldiğinde dayanamadım ve: "Ey
Allah'ın Peygamberi, Allah beni sana kurban kılsın taşlık arazi tarafında
kiminle konuşuyordun? Konuşmana cevap veren hiçbir kimseyi göremedim?"
dedim: "O, Cebrail idî, taşlık arazi tarafında bana göründü ve:
"Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayarak ölen kimsenin cennete gireceğini
ümmetine müjdele" dedi. Ben de: "Ey Cebrail, hırsızlık yapsa da mı?
Zina etse de mi?"dedim: "Evet"dedi. Ben deyine:
"Hırsızlıkyapsa da mı?Zina etse de mi?"dedim: "Evet" dedi.
Yine: "Hırsızlık yapsa da mı?
Zina etse de mi?"dedim:
"Evet, içkiiçse de" dedi. "buyurdu." (Hadisimizin son
bölümü ile ilgili olarak 62. hadisin açıklamasına bakınız.) Diğer bir rivayet
"Şu Uhud Dağı'mn altın olarak üç geceden fazla yanımda kalmasını istemem.
Ancak, ödemesine hazırlandığım borç bir dinar dışında. Onu Allah'ın kullan
arasında şöyle şöyle dağıtırım "buyurdu ve bu sırada bir avuç önüne bir
avuç sağına bir avuç soluna işaret etti." şeklindedir. [634]
603-) Ahnef b. Kays'tan.
Şöyle demiştir: "Kureyş'ten bir cemaat içerisinde bulunuyordum. Derken Ebû
Zer (r.a.): "Hazineleri biriktirenleri sırtlarından girip böğürlerinden
çıkacak dağlama ile müjdele, enselerinden girip alınlarından çıkacak dağlama
ile de..." diyerek yanımıza uğradı ve bir kenara çekilip oturdu. Ben:
"Bu kim?" dedim: "Bu, Ebû Zer'dir." Dediler. Ben de yanına
gidip: "Biraz Önce senden duyduğum sözler neyin nesi?" dedim:
"Onların Peygamberi (s.a.v.)'den duyduğumdan başka bir şeyi
söylemedim" dedi: "Dağıtılan bağış konusunda ne dersin?" dedim:
"Sen onu al. Çünkü bugün onda yardım (maûnet) vardır. Ama bu, dinin bedeli
olursa bırak alma" dedi"[635]
604-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.): "Allah Azze ve Celle: "Ey kulum,
in fak edip harca ki ben de sana infak edeyim." buyurdu. Allah'ın eli
doludur, harcamak onu eksiltmez, gece ve gündüz devamlı bağış dağıtır. Yeri ve
göğü yarattığından bu yana Onun ne kadar harcadığını düşündünüz mü? Şu biline
ki elindekiler asla eksilmemiştir. Onun Arşı da su ü-zerindedir. Kah alçalan,
kah yükselen terazi de elindedir." buyurdu." demiştir. [636]
605-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Bir kimse, kölesini ben öldükten sonra hürsün diye azat
etti. Sonra da paraya ihtiyacı oldu. Bunun üzerine, köleyi Hz. Peygamber
(s.a.v.) eline aldı ve: "Bunu ben-den kim satın alır. "buyurdu. Nuaym
b. Abdullah da şu kadar bir paraya bu köleyi satın aldı. Rasûlüliah (s.a.v.)
de kölenin parasını ihtiyaç sahibi olan efendisine ödedi. [637]
606-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Hurmalık bakımından Ebû Talha en zengini idi. Kendisinin
en çok sevdiği malı ise Beyruhâ Hurmalı Burası Mesdd-i Nebînin karşısında olup,
Rasûlüllah (s.a.v.) içerisine ' lçindeki sudan içerdi. «Sevdiklerinizden (Allah
yolunda) aşamazsınız...» (ah imran: 92) ayeti indiğinde alha kalkıp Rasûlüliah
(s.a.v.)'in yanına gitti ve: "Ey Allah'ın Rasûlü,şüphesiz Allah Tebâreke
ve Teâlâ: "Sevdiklerinizden (Matı yolunda) harcamadıkça iyiliğe asla
ulaşamazsınız." buyurmaktadır. Benim en sevdiğim malımsa Beyruhâ'dır.
Artık o, Allah için sadakadır, bu sadakanın Allah katında iyilik ve âhiret
azığı olmasını arzu ederim. Ey Allah'ın RasûSü, burayı Allah'ın sana gösterdiği
yere (harcamaya) koy." dedi. Bunun üzerine Rasûiüllah (s.a.v.): "Çok
güzel, bu çok kârlı bir mal ofdu, bu çok kârlı hır mal oldu. Söylediklerini
duydum ve ben bunu akrabaların arasında dağıtmanı uygun görüyorum."
buyurdu. Ebû Talha da: "Ey Allah'ın Rasüiü, söylediğin gibi yaparım."
dedi. Sonra Ebû Talha akrabaları ve amcaoğullanna bölüştürdü.[638]
607-) Meymûne bintü
el-Hârîs (r.a,), Hz. Peygamber (s.a.v.)'e danışmadan bir kadın köle azat
etmiş. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in evinde kaldığı nöbeti geldiğinde: "Ey
Allah'ın Rasûlü, biliyor ben kölemi azat ettim" dedi, o da: "Demek
öyle mi yaptın?" buyurdu: "Evet" dedi Rasûiüllah: "Bak,
eğer sen onu dayıngillere verseydin sevabın daha çok olurdu," buyurdu.[639]
608-) Abduilah b. Mes'üd
(r.a.)'m hanımı Zeyneb (r.a.) anlatır: "Namazgâhda bulunuyordum, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i gördüm: "Ey kadınlar, takılarınızla da olsa sadaka
veriniz."buyurdu. Zeyneb (r.a.) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) iie bakımı
altındaki yetimlere bakıp, infakta bulunuyordu- Abdullah b. Mes'üci (r.a.)'a:
"Rasûiüllah (s,a.v.)'e sorsan acaba sana ve bakımım altındaki yetimlere
harcama yapmam, benim adıma sadaka olur mu?" dedi, o da: "Rasûiüllah
(s.a.v.)'e sen sor?" dedi. Ben de Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gittim, kapıda
Ensardan bir kadını gördüm, onun haceti de benim hacetim gibiymiş. Bu sırada
yanımızdan Bilal geçti, biz de: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e soruversen acaba
kocama ve bakımım altındaki yetimlerime harcama yapmam benim adıma sadaka o!ur
mu?" dedik ve: "Bizi bildirme" diye İlave ettik. Biial girdi ve
sordu, o da: "Kim bunlar?" buyurdu. Bilal: "Zeyneb" dedi.
Rasûiüllah (s.a.v.): "Zeyneblerin hangisi?" dedi. O da:
"Abdullah b. Mes'ûd'un hanımı"
dedi, Rasûiüilah:
"Evet olur, hatta kendisine iki sevap olun Yakını gözetme sevabı, sadaka
sevabı" buyurdu." [640]
609-) Ümmü Seleme
(r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü, (ölen kocam) Ebû Seleme'nin oğullarına
yaptığım harcamalardan bana sevap olur mu? Çünkü onlar aynı zamanda benim de
oğullarım" dedim. O da: "Onlara harcama yap, onlara yaptığın
harcamanın sana sevabı vardır."buyurdu. [641]
610-) Ebû Mes'ûd
el-Ensârî (na.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Müslüman bir kimse, Allah
rızasını bekleyerek ailesi için bir harcama yaparsa bu harcama, kendisi için
bir sadaka olur,buyurmuştur.
(Dinimizde sevap
kazanmak oldukça kolaydır. Öyleki, Allah'ın nzasını isteyerek bir kimsenin ailesinin
ihtiyaçlarını karşılaması bile sadaka gibi değerlendirilip karşılığında sevap
verilmektedir. Sadaka birisine maddi yardımda bulunmakla sınırlı değildir,
küçük bir tebessümde bile sadaka sevabı vardır. Sadaka sayılan bu tür
davranışlar 53,511, 613., 614 ve 1045. hadislerde de anlatılmaktadır.) [642]
611-) Esma bintü Ebî
Bekir (r.a.): "Rasûîüllah (s.a.v.) döneminde annem müşrik iken (Medine'ye)
yanıma geldi ben de Rasûiüllah (s.a.v.)'den görüşünü sordum: "Annem gelmiş
beni istiyor, annemle İlgilenebilir miyim" dedim, o da:
"Tabi, annenle görüşüp ilgilen buyurdu." demiştir, [643]
612-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: Annem birden oluverdi, öy!e
zannediyorum ki, konuşsa idi sadaka ve-nrdi; eğer onun adına sadaka versem
kendisine sevap olabilir mi?" dedi. Oda: "Oiur" buyurdu." [644]
613-) Ebû
Mûsâ (r.a.)'dan. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Heruslümanın vermesi gereken bir sadaka
vardır." buyurdu. Orakıler: "Ey Allah'ın Peygamberi, bir kimse imkan
bulamaz ise?" dedi çalışır, hem kendi nefsine fayda verir hem
sadakaagıtır." buyurdu: "Buna da imkan bulamaz ise?" dediler:
"İhtiyaçsahibi, yardım isteyen mazluma yardım eder." buyurdu:
"Buna da imkan bulamaz ise" dediler: "İyişeyler ister,
kötüiüklerden geri durur, çünkü bu da kendisi için sadakadır, "buyurdu. [645]
614-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanın
üzerine güneşin doğduğu her günde her bir ekemî için vermesi gereken bîr sadaka
vardır.
İki kişinin arasını
düzeitiverme bîr sadakadır.
Bir kimseye yardım
ederek bineğine bindiriverme veya eşyasını kaldın verme bir sadakadır.
Güzel söz bîr
sadakadır.
Namaza gitmek için
attığı her adım bir sadakadır.
Yoldaki rahatsızlık
veren şeyleri kaldırıvermek bir sadakadır."
(Eklemler
vücudumuzun hareketinde önemli rol oynar. Bu nedenle büyük oir nimettir. El,
kol, ayak veya diğer bölgedeki eklemlerimizin birinin olmadığını düşünelim.
Göreceğiz ki hayatımız zorlaşacaktır. Yüce Allah'ın verdiği bu eklem nimetinin
karşılığında bizden istediği şey sadakadır. Sadaka olabilecek şeylere
baktığımızda bunların yine bizim için birer nimet olduğunu görmekteyiz. Ayrıca
eklemlerin vücuttaki îşievi ile sadaka olabilecek davranışların arasında bir
alaka da görünmektedir. Eklemler nasıl vücudun kemiklerini birbirine bağlayarak
bütünlük içerisinde vücudun işlevini sağlıyorsa hadisimizde dile getirilen davranışlar
da toplum arasında sağlıklı bir hayat işlevi sağlayan şeylerdir.) [646]
615-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kulun sabaha
çıktığı her gün mutlaka iki melek i-ner ikisinden birisi: "Allah'ım, in
fak edip veren kimseye yenisini gönder." der. Diğeri ise: "Allah 'im
tutup sıkı olan kimseye telefini ver." der." [647]
616-) Harise b. Vehb
(r,a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Sadakaveriniz. Çünkü size
öyle bir zaman gelir ki bir kimse sadakasınıgötürür, onu kabul edecek birisini
bulamaz da sadaka vermektediğl kimse: "Eğer bunu dün getirseydin kabul
ederdim anak bugün benim ona ihtiyacım yok. "der. "buyurdu."
demiştir. [648]
617-) Ebû Mûsâ
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İnsanlara Öyle bir zaman gelecek ki,
bu zamanda bir kimse altın sadaka vermek için dolaşacak da bunu kendisinden alacak
hiçbir kimse bulamayacak. Yine bu zamanda erkeklerin azlığı, kadınların
çokluğu nedeniyle bir erkek peşinde kendisini takip eden ve sığman kırk kadınla
görülecektir, "buyurmuştur. [649]
618-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Kıyamet şu hal meydana gelene
kadar kopmaz: Mal çoğalır hatta dolup taşar da bir kimse malının zekatını
çıkarır ama bu zekatı kabul edecek birisini bulamaz. Arap toprakları çayırlıklara
ve nehirlere dönüşür." [650]
619-) Ebû Hureyre (r.a.)
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle büyümüştür: "Bir kimse temiz ve
helalından sadaka verirse Rahman Allah bunu canu gönülden kabul eder. Zaten
Allah, sadece temiz olandan başkasını kabul etmez. Eğer bu verdiği sadaka bir
hurma tanesi kadar olsa bile Rahman, sizin tayı veya deve yavrusunu
büyüttüğünüz gibi bunu katına alıp büyük bir dağ olana kadar büyütür." [651]
620-) Adiy b. Hatim
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Yarım hurma İle
olsa bile cehennemden (bunu sadaka vererek) korunun "diye buyururken
işittim" demiştir. [652]
621-) Adiy b. Hatim
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurdu, demiştir: "Allah, sizin
her biriniz ile arada tercüman olmadan kesinlikle konuşacaktır. Bu anda o kimse
sağına bakacak önceden gönderdiğinden başka bir şey göremeyecek, soluna
ba-acak önceden gönderdiğinden başka bir şey göremeyecek. Onune bakacak karşısında
cehennemden başka bir şey göremeyecektir. Dolayısıyla Yarım hurma ile olsa
bile cehennemden (bunu sadaka vererek) korunun"[653]
622-) Diğer bir
rivayette ise "Rasûlüllah (s.a.v.), üç defa cehennemden söz etti ve ondan
Allah'a sığındı ve yüzünü çevirdi ve: "Yanm hurma ile olsa bile
cehennemden (bunu sadaka vererek) korunun. Eğer bunu bulamazsanız güzel bir
sözle korunun, "buyurdu" şeklindedir, [654]
623-) Ebû Mes'ûd (r,a.)'dan.
Şöyle demiştir; "Sadaka vermekle emrolunduk. (Sadaka verecek bir şey temin
etmek için)
hamallık bile yapıyorduk. Ebû Akîl yarım sa' sadaka getirebildi, bir başkası da
onun-kinden daha çok bir şey getirdi. Bunun üzerine münafıklar: "Şüphesiz
ki Allah, bunun getirdiği sadakadan çok yukarıdadır. Öbürüsü de yaptığı hayın
ancak ve ancak gösteriş olsun diye yapmıştır" dediler. Bunun üzerine:
«Müminlerden, sadaka verme husususnda gönülden davrananlarla güçlerinin
yetebileceğinden başkasını bulamayanları alaya alanlar var ya, işet Allah,
onları maskaraya alır. Onlar için acı veren bir azap da vardır.., » (Tevbe: 79)
ayeti indi." [655]
624-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Rasûlüllah (s.a.v.): "Sütünü sağmak için hediye edilen bol
sütlü sağmal deve ve bol sütlü koyun ne güzel bir sadakadır. Sabah bir kap süt
getirir, akşambir kap süt getirir, "buyurmuştur. [656]
625-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. kendisi Hz. Peygamber (s.a.v.)'i soyla buyururken işitmiştir:
"Cimrilik yapanla infak edip veren kimsenin durumu üzerlerinde
göğüslerinden köprücük kemiğine kadar demirden zırh bulunan iki adamın durumu
gibidir: İnfak edip veren kimse her verdiğinde üzerindeki demir zırh genişler
sonunda parmak uçlarına kadar örter, izini siler, Cimri ise vermek istediği her
defasında her halka yerinden
kımıldamaz. O kimse
genişletme de demir zırh genişlemez."
(Buradaki teşbihte
"Zırhın genişlemesi" gönül huzuru, iç rahatlığı olarak açıklanmış, parmak
udanna kadar örtüp izini silmesi ise elinin parmaklarına ulaşır, yani sadaka
elinden gkar, verdiği sadakayı unutup iz ve emaresini siler, verdiğini düşünüp
durmaz anlamına geldiği gibi, ayak parmaklarına ulaşıp yerdeki ayak izlerini
siler, şeklinde açtklanmış. Gmrinin durumu da sadaka vermek istediğinde içinin
daraldığı, ne kadar vermek istese bile İçindeki cimrilik Özelliğini bir türlü
yenemediği belirtilmiştir.) [657]
626-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse:
"Vallahir(bu gece) bir sadaka vereceğim," dedi ve sadakasıyla çıktı
derken hırsız bir kimsenin eline sadakasını bıraktı. Sabah olunca oradakiler:
"Hırsıza sadaka verildi." diye konuştular. O da: "Allah'ım sana
hamdolsun, yine bir sadaka vereceğim," dedi, sadakasıyla çıktı, bu kez de
zinakâr bir kadının eline sadakasını bıraktı. Sabah olunca yine oradakiler:
"Bu gece de zinakâr bir kadına sadaka verildi" diye konuştular. O
da: "Allah'ım, bir zinakâr kadına bile sadaka verebildiğimden dolayı Sana
hamdolsun. Yine bir sadaka vereceğim. " dedi, sadakasıyla çıktı, bu defa
da zengin bir kimsenin eline sadakasını bıraktı. Sabah olunca yine oradakiler:
"Zengine sadaka verildi." dîye konuştular. O da: "Allah'ım,
hırsıza, zinakâr bir kadına vs zengin birisine bile sadaka verebildiğimden
dolayı Sana h.ımdolsım " dedi. Sonunda bu, rüyasında gösterildi ve
kendisine: "Hırsıza verdiğin sadakan, belki onu hırsızlıktan el
çektlreblir. Zinakâr kadıma verdiğin sadakan, belki onu zinadan el
çektsrebifir. Zengine verdiğin sadakan da, belki onun ders almasına sebep olur
da bu nedenle Ailah'm kendisine verdiği şeylerden sadaka verebilir."
denildi." [658]
627-) Ebû Mûsâ
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Müslüman, güvenilir, kendisine
emredileni tam ve eksiksiz gönül huzuru ile yerine getiren, kendisine emredilen
kimseye ödenmek istenileni ödeyen haznedar, sadaka veren iki kişiden biridir.
buyurmuştur, [659]
628-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Kadın evinin yiyeceğinden aile geçimim'
bozmayarak sadaka verirse kadına verdiği sadakanın sevabı, kocasına da bunu
kazanmanın sevabı vardır. Malı koruyup kollayan görevliye de böyle bir vardır.
Bu i fardan birinin sevabı diğerinden bir şey ." demiştir. [660]
629-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kadının, yanında kocası varken,
onun izni olmaksızın (nafile) oruç tutması helâl olmaz. Yine bir kadının, izni
olmaksızın kocasının evine bir kimsenin girmesine izin vermesi de helâl olmaz.
Kocasının izni olmadan yaptığı harcama sadakanın yarısı kocasına verilir,
"buyurmuştur. [661]
630-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Şöyle buyurmuştur: "Hanım, eşinin
kazancından onun haberi olmadan in fakta bulunursa eşine de sevabın yarısı
vardır." [662]
631-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim Allah yolunda iki cilt iki çeşit
in fakta bulunursa, cennet kapılarından: "Ey Allah 'm kulu bu bir
hayırdır" diye nida olunur. Kim namaz ehli ise o, namaz kapısından
çağrılır, kim cihad ehli ise o, cihad kapısından çağrılır, kim oruç ehli ise o,
Reyyân kapısından çağrılır, kim de sadaka ehlinden ise o da, sadaka kapısından
çağrılır."buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a.): "Ey Allah'ın
Rasûlü, annem babam sana feda olsun, bu kapılardan çağrılan kimsenin mutlaka
bu kapıdan girmesi zorunlu mudur, acaba bir kimse bu kapıların hepsinden
çağrılabilir mi?" dedi: "Tabi, ben senin bu kim' seterden olacağını
umuyorum, "buyurdu." [663]
632-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Kim Allah yolunda iki çift iki çeşit
infakta bulunulsa, cennetin kapı görevlileri onu çağırırlar. Kapıdaki
görevliler; "Ey falan bu yana buyur" derler"buyurdu. Bunun
üzerine Ebû Bekir: "Ey Allah'ın Rasûlü, bu kimse kazanan kimselerden olsa
gerek" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Ben, senin bu kimselerden
olacağını umuyorum "buyurdu[664]
633-) Esma (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İntakta bulun, sayısını sayma,
Allah da sana karşı sayar. Çömleğe saklama, Allah da sana karşı saklar." [665]
634-) Kendisi Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın Peygamberi, eşim
Zübeyr'in bana getirdiklerinden başka hiçbir
şeyim , yoktur. Onun bana getirdiklerinden bir
parça infak etsem bir sakınca olur mu?" demiş, o da: "Gücen
yetebildiği kadar bir parça infak et Çömleğe saklama, Allah da sana karşı
saklar, "buyurmuştur. [666]
635-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ey Müslüman kadınlar! Bir koyun
ayağı bile olsa komşu bir kadın, komşusunun (hediyesini) kesinlikle küçük
görmesin, "buyurmuştur. [667]
636-) Ebû Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yedi kişi vardır
ki, Allah bunları sadece kendi gölgesinin bulunduğu günde gölgesinde
gölgelendirir: Adaletli devlet başkanı, Rabb'ine kulluk üzere yetişmiş bir
genç, kalbi mescidlere bağlı bir kimse, Allah için birbirini seven Allah için
birleşen ve aynlan iki adam, güzel ve mevki sahibi bir kadının kendisini
(zinaya) çağırıp da: "Ben, Allah'tan korkarım" diyen kimse, sağ
elinin verdiğini sol e/inin bilemeyeceği derecede gizlice sadaka veren kimse,
yalnız başına tenhada Allah'ı zikredip hatırlayan ve bu nedenle gözleri dolan
kimse." [668]
637-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, hangi sadakanın değeri daha büyüktür?" dedi: "Sen
sıhhatli ve sağlam ama cimriliğin üzerinde, malahırslı olduğunda, zenginliği
umar fakirlikten endişelenir halde iken verdiğin sadakadır. Can boğaza gelip
de: "Falancaya şu kadar sadaka filancaya şu kadar sadaka" dediğinde
zaten o mal falan mirasçıların olmuştur. Böyle zamana sadakayı bırakma."
buyurdu." demiştir. [669]
638-) Abdullah b, Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) minberde sadaka verme, iffetli olma ve
dilenciliği dile getirdi ve: "Yukarıdaki elaşağıdaki elden daha
hayırlıdır; yukarıdaki el harcayandır (in-fakta bulunandır,) aşağıdaki el ise
dilenendir, "buyurdu. [670]
639-) Hakîm b. Hizam
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yuka-rıdaki (veren) el, aşağıdaki
(atan) elden daha hayırlıdır. Vermeye önce bakımını üstlendiklerinden başla.
Sadakanın en hayırlısı
zenginlik Üzerinden
Olanıdır, (Yani elindekini verdiğinde fakir bırakacak şekilde
sadaka vermek iyi
değildir.) Kim iffet isterse Allah onu iffetli yapar. Kim de zenginlik isterse
Allah onu zengin yapar." buyurmuştur.
(Hadiste sözü
edilen iffet iki anlam ifade edebilir. Birincisi, Türkçe'de kullandığımız iffet
anlamıdır, ikincisi de, dilenip insanlardan bir şeyle- istemekten geri durmak.) [671]
640-) Hakîm b. Hizam
(r,a.) anlatır: "Rasûlüiiah (s.a.v.)'den n) istedim, bana verdi. Sonra
yine istedim yine verdi. Sonra yine istedim yine verdi. Sonunda; "Ey Hakîm
şüphesiz bu mal tatlı ve hoştur. Kim bunu gönül zenginliği ile ihtiras
göstermeden alır' sa kendisi için malda bereket verilir. Kim de göz dikip
ihtirasla isterse kendisi için malda bereket verilmez, bu kimse yeyip de
doymayan kimse gibidir. Yukarıdaki el, aşağıdaki elden daha
hayırlıdır,"buyurdu. Ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü, seni hak üzere gönderene
yemin ederim ki, senden sonra artık ölene değin kimsenin malını eksiltmem
(isteyip aimamy' dedim.
Hadisi anlatan ravi
der ki: "Ebû Bekir (r.a.) Hakîm (r.a.)'ı beytulmaldeki halka dağıtılması
gereken hakkını vermek için çağırırdı ama o kabul etmeyerek almazdı. Sonra Ömer
(r.a.) dağıtılan hissesini kendisine vermek için çağırdı ama o yine hiçbir şey
kabui etmeyerek almadı, Bunun üzerine Ömer (r.a.): "Ey Müslümanların
topluluğu, bakın ben sizieri Hakîm hakkında şahit tutuyorum. Ben kendisine fey
vergisinden gelen hakkını almasını söyledim. Kendisi bunu almak istememektedir."
dedi. Hakîm (r.a.) Rasûlüiiah (s.a.v.)'den sonra vefat e-dene kadar insanlardan
hiçbir kimsenin malını alıp eksiltmemiştir." [672]
641-) Muaviye (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Allah kime iyilik dilerse, onu dinde
derin anlayışlı (fakih) kılar. Ben dağıtıcıAllah ise verendir. Allah'ın emri
gelene kadar bu ümmet, Allah 'm emri üzerinde olacak, kendilerinin karşıtları
onlara zarar veremeyecektir"'diye buyururken işittim" demiştir. [673]
642-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İnsanları dolaşıp/ hir iki lokma ile
veya bir iki hurma ile insanların savuşturdukları kimse gerçek fakir değildir.
Asıl fakir, kendini geçindirecek bir şey bulamayan, durumu bilinemediğinden
dolayı kendisine de sadaka verilmeyen, kendisi de kalkıp insanlardan
dilenmeyen kimsedir."buyurmuştur,
(Dilencilik bazı
hadislerde yerilmiştir. Ancak zorunlu hallerde yetecek kadar bir şeyler
istemede sakınca yoktur. Bir hadiste Efendimiz (a.s.) hangi hallerde
dilenüebi-leceğini şöyle açıklamıştır: "Dilenmek yalnız üç kişiden biri için
helaldir: Kefalet altına giren kimsenin, borcu Ödeyene kadar dilenmesi
helaldir. Bu kefalet bittikten sonra dilenmeyi bırakır. Bütün mal varlığını
yok eden bir felâkete uğrayan kişi. Bu kimsenin de geçimini düzeltene kadar
dilenmesi helaldir. Hakkında, kendisini tanıyanlardan (kavminden) aklı başında
üç kişinin; "Filan kimse fakir düşmüştür" diyecek derecede fakirliğe
düşen kişi. Bu kimsenin de geçimini düzeltene kadar dilenmesi helaldir. Bu durum
dışındakiler haramdır, dilenenler haram yemiş olur." (Müslim, zekat: 109,
Ebû Dâvûd, Zekat;
26, Nesei, Zekat: 80) [674]
643-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimse sürekli insanlardan
dilenir, sonunda kıyamet günü yüzünde bir parça et olmaksızın gelir."
buyurdu. Yine: "Kıyamet günü Güneş yaklaştırılır, sonunda öyle olur ki
boşalan ter kulak ortasına ulaşır. Bu sırada onlar bu halde iken Âdem
(a.s.ydan, Mûsâ (a.s.)'dan sonra da Muhammed (a.s.)'dan yardım ve imdat
isterler, "buyurmuştur. [675]
644-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken i-Şittim, demiştir: "Sizin
birinizin gidip sırtıyla odun taşıması, bununla sadaka vermesi ve insanlara
muhtaç olmaması, birisinden dilenmesinden çok çok iyidir. Dilendiği kimse ya
verir ya vermez. Yukarıdaki (veren) el aşağıdaki (alan) elden daha üstündür.
Harcamaya önce bakımını üstlendiklerinden başla." [676]
645-) Ömer b. Hattab
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.) bana bağışta bulunur ben de; "Onu
benden daha fakir olana ver" derdim. O da: "Bunu al, istemediğin ve
göz dikmediğin halde sana bu maldan bir şey gelirse onu al, ama böyle olmayana
gönül bağlama, "buyurdu. [677]
646-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Yaşı ilerlemiş bir kimsenin gönlü
iki konuda gençliğini sürdürür: Dünya sevgisi ile uzun emel. "diye
buyururken işittim." demiştir.
(Uzun emel sonuçta
uzun ömür demek olur.). [678]
647-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Âdemoğlu yaşlanır ama iki yönü hep gençlesin Mal
tutkusu ile çok yaşama tutkusu'"buyurmuştur[679]
648-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü vadiyi
ister. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Allah, tevbe edenin
tevbesini kabul eder." buyurmuştur[680]
649-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa,
üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun karnını topraktan başkası dolduramaz. Allah tevbe
edenin tevbesini kabul eder." öiye buyururken işittim." demiştir. [681]
650-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Asıl zenginlik mal çokluğu değildir,
gönül zenginliğidir." buyurmuştur. [682]
651-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Benim sizin hakkınızda en çok korktuğum,
Allah'ın yeryüzünün bereketlerini sizlere çıkarmasıdır" buyurdu.
Kendisine: "Yeryüzünün berekatlan nedir?" denildi: "Dünya
çiçeğidir" buyurdu. Bir kimse: "Servet kötülük getirir mi?"
dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), bir süre sustu öyle ki kendisine vahiy geliyor
zannettik. Sonra alnından terleri silmeyedurdu arkasından: "Soru soran
nerede?" buyurdu. O kimse: "Bendim"
(Hz Peygamber
(s.a.v.)'in soruya cevap vermemesi nedeniyle ashap bu kimseyi eleştirmişti)
durum ortaya çıkınca biz onu övdük.- Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurdu:
"Servet ancak servet getirir ama şu mal da tatlı ve hoştur. Derenin /
baharın bitirdiği her otlardan öylesi vardır ki hayvanı öldürür veya öldürecek
hale getirir. Şu kadar var ki, otları yiyen hayvan karnı şişene değin (önüne
geleni) yer, güneşlenir, dışkısını çıkarıp işer (bunlardan habersiz) yayılır,
sonra döner yine yer. Şüphesiz şu dünya malı tatlıdır. Kim bunu hakkı ile alır
ve hakkı olan yere bırakırsa ne güzel bir yardım olur. Kim haksız yere a-lırsa
yiyip de doymayan kimse gibi olur[683]
652-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün minbere oturdu, biz de
etrafına oturduk: "Benim sizin hakkınızda korktuğum, benden sonra
üzerinize dünya süsü ve çiçeğinin a-çılmasıdır."buyurdu. Orada bulunan bir
adam: "Ey Allah'ın Rasûlü, servet kötülük getirir mi?" dedi. Bunun
üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) sustu. O adama: "Sen ne yaptın?" Hz.
Peygamber (s.a.v.) seninle konuşmadığı halde sen onunla konuşuyorsun."
denildi. Bu sırada kendisine vahiy geldiğini gördük. Sonunda boşalan terleri
sildi. O kimseyi över bir eda ile: "Hani soru soran nerede?" buyurdu,
arkasından: "Şu biline ki, servet kötülük getirmez ama, derenin / baharın
bitirdiği otlardan öylesi vardır ki hayvanı öldürür veya öldürecek hale
getirir. Şu kadar var ki, otlan yiyen hayvan karnı şişene değin (önüne geleni}
yer, güneşlenir, dışkısını çıkarıp işer (bunlardan habersiz) yayılır. Şüphesiz
şu dünya malı tatlı, güzel ve göz alıcıdır. Bu arada Müslümanin fakir, yoksul,
yetim ve yolda kalmışa verdiği mal ne güzeldir." bu-yurdu. Yahut şöyle de
buyurdu: "Şu da biline ki, kim haksız yere mal alırsa, bu kimse yiyip de
doymayan bir kimse gibidir. Kıyamet günü haksızyere aldığı malkendisialeyhine
şahit olacaktır." [684]
653-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Ensardan birtakım kimseler Rasûlüllah (s.a.v.)'den (zekât
malından) istediler. O da kendilerine verdi, arkasından yine istediler, yine
verdi. Sonunda yanındakiler bitip tükendi, bunun üzerine: "Yanımda
bulunan maldan ne varsa hiçbirini sizden asla saklamam. Kim iffet isterse
Allah onu iffetli yapar. Kim zenginlik isterse Allah onu zengin yapar. Kim sabretmeye
çalışırsa Allah da onu sabrettirir. Hiçbir kimseye sabırdan daha güzel ve bol
bir bağış verilmemiştin "buyurdu. [685]
654-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'ım, Mu-hammed hanesini geçinecek
rızıkla rızıklandır.flö\ye dua etmişti." demiştir. [686]
655-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte yürüyordum, kendisinin üzerinde
kenarları kalın dokunmuş Necran dokuması bir ridâ vardı, bir bedevi ona
yetişip, şiddetle ridâsını çekti, Öyle ki boynu ile iki omuz arasını gördüm.
Baksam ki şiddetli asılmasından dolayı ridânın kenarı iz bırakmış. Arkasından
bedevî, Rasûlüllah (s.a.v.)'e: "Yanındaki Allah'ın malından bana da
verilmesini emret!" dedi. Bedeviye dönüp baktı ve güldü, arkasından
kendisine birtakım bağış verilmesini emir buyurdu" demiştir. [687]
656-) el-Misver b.
Mahrame (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) bir miktar elbise dağıttı, fakat
bunlardan (babam) Mahrame'ye hiçbir şey vermedi, bunun üzerine Mahrame: "Ey
oğulcuğum, haydi Rasûlüllah (s.a.v.)'e gidelim" dedi, kendisiyle birlikte
gittim, bana: "İçeri gir de bana Pey-gamber'i çağır." dedi, ben de
çağırdım, o da üzerinde bu elbiselerden bir elbise ile çıkıp geldi ve:
"Bunu da sana sakladık." buyurdu, Mahrame elbiseye baktı, Peygamber:
"Mahrame memnun oldu mu?" buyurdu." demiştir. [688]
657-) Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) birtakım kimselere bazı hediyeler
dağıttı, ama içlerinden benim en çok benimi kazanmış bir kimseye vermedi, ben
de oturuyordum, Rasûlüliah (s a.v.)'in yanına kalktım ve gizlice: "Ey
Allah'ın Rasûlü falan kimseye niye vermedin? Vallahi ben onun da mümin olduğu
görüşündeyim." dedim O da: "Müslüman del" buyurdu. Biraz sustum
bu kişi hakkındaki bildiğim kanaat ağırbastı, söylediğimi tekrarladım:
"Ey Allah'ın Rasûlü falan kimseye niye vermedin? Vallahi ben onun da mümin
olduğu görüşündeyim." dedim. O da: "Müslüman buyurdu. Sonra tekrar
bu kişi hakkındaki bildiğim kanaat ağırbastı, yine söylediğimi tekrarladım
Rasûlüllah (s.a.v.) verdiği cevabı tekrarladı sonra da: "Ey Sa'd! Ben,
kendisinin dışındakileri ondan daha çok sevdiğim halde sırf, Allah onu
cehenneme yüzüstü sürüklemesin diye bir kimseye hediye
verebilirim."'buyurdu. [689]
658-) Yine Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Allah, Havazin mallarından ganimet olarak Rasûlüne
gönderdiğinde Kureyş'ten birtakım kimselere yüz deve verdi. Bu sırada Ensar'dan
bazı kimseler Rasûlüllah (s.a.v.) hakkında konuştular ve: "Allah,
Rasûlüllah (s.a.v.)'i bağışlasın, kılıçlarımızdan kanlan damlamakta iken
Kureyş'e veriyor da bizi bırakıyor." dediler. Onların söylediği bu sözler,
Rasûlüllah (s.a.v.)'e anlatıldı, o da Ensar'a haber salıp deri bir çadıra
topladı. Kendilerinden başka hiç kimseyi çağırmadı. Toplandıklarında Rasûlüllah
(s.a.v.) geldi ve: "Bana sizden gelen söylentinin aslı nedir?"
buyurdu, ileri gelen sezgin kimseleri: "Ey Allah'ın Rasûlü, aklı
erenlerimiz bir şey dememiştir, ancak bazı yaşı küçüklerimiz ise: "Allah,
Rasûlüllah (s.a.v. )'i bağışlasın, kılıçlarımızdan kanlan damlamakta iken
Kureyş'e veriyor da bizi bırakıyor." dediler" dedi. Bunun üzerine
Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz, Ben küfürle bağlantıları çok taze olan
birtakım kimselere (bazı bağışlar) serebilirim. Bakın, insanların malları alıp
götürüp sizin de yer-lenntze Allah'ın Rasûlü'nü alıp dönmenizden memnun
Eğrimisiniz? Allah'a yemin olsun ki sizin götürdüğünüz onlarına'onup
götürdüğünden daha iyidir, "buyurdu, onlarda: "Ey Alan m Rasûlü, tamam
memnun olduk" dediler. Rasûlüllah kendilerine evamla: "Sizler,
ileride başkalarının size tercih edilip çok ayrıldığı birtakım uygulamalarla
karşılaşacaksınız. Ama siz, birtakım uygulamalarla
karşılaşacaksınız. Ama siz, havzu kevserde Allah Teâlâ ve
Rasûlü ile buluşana değin sabredin. "buyurdu. Enes (r.a.): "Ama biz
sabredemedik." demiştir.
(Bilindiği gibi
ganimetlerin beşte biri (Humus,) Allah ve Rasûlü'nündür. Rasûlüllah, bunu
dilediği şekilde harcayabilir. Rasûlüüah (s.a.v.)'den sonra da devlet başkanı
ganimetin beşte birini ayrı bir bütçede toplayıp, Allah ve Rasûlü'nün adına
belirlenen yerlere harcar. Bu harcama diğer gazilerin hissesine dokunulmadan
doğrudan humus üzerinden yapılır.
Huneyn Savaşı'nda
24 bin deve, 40 bin koyun, dört bin ukiyye gümüş para ganimet olarak elde
edilmişti. Ganimet taksiminde Beytü'l-MâPe ait beşte birlik hisseden (humustan)
Müellefeİ Kulüb denilen, gönülleri İslâm'a ısındırması istenilen bazı kabile
ileri gelen- lerine bol şekilde ikramda bulunulmuştu. Hadisimizde isimleri
geçenler işte bunlardandır. Durumun inceliğini ve hikmetini kavrayamayan
bazı kimseler şu veya bu şekilde taksimatı eleştirmişlerdi. Halbuki bu
verilenler gazilerin hakkı olan ganimetlerden değil, Allah ve Rasûlünün
hakkı olan beste birlik hisseden verilmiştir.)
[690]
659-) Yine Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Allah, Havazin mallarından ganimet olarak Rasûlüne
gönderdiğinde Kureyş'ten birtakım kimselere yüz deve verdi. Bu sırada Ensar'dan
bazı kimseler Rasûlüllah (s.a.v.) hakkında konuştular ve: "Allah,
Rasûlüllah (s.a.v.)'i bağışlasın, kılıçla- rımizdan kanları damlamakta iken
Kureyş'e veriyor da bizi bırakıyor." dediler. Onların söylediği bu sözler,
Rasûlüllah (s.a.v.)'e anlatıldı, o da Ensar'a haber salıp deri bir çadıra
topladı. Kendilerinden başka hiç kimseyi çağırmadı. Toplandıklarında
Rasûlüllah (s.a.v.) geldi ve: "Bana sizden gelen söylentinin aslı
nedir?" buyurdu, ileri gelen sezgin kimseleri: "Ey Allah'ın Rasûlü,
aklı erenlerimiz bir şey dememiştir, ancak bazı yaşı küçüklerimiz ise:
"Allah, Rasûlüllah (s.a.v.)'i bağışlasın, kılıçlarımızdan kanlan
damlamakta iken Kureyş'e veriyor da bizi bırakıyor." dediler" dedi.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz, Ben küfürle bağlantıları çok
taze olan birtakım kimselere (bazı bağışlar) verebilirim. Bakın, insanların
malları alıp götürüp sizin de yerlerinize Allah'ın Rasûlü'nü alıp dönmenizden
memnun değişmişiniz? Allah'a yemin olsun ki sizin götürdüğünüz onların dönüp
götürdüğünden daha iyidir." buyurdu, onlar da: "Ey Allah'ın Rasûlü,
tamam memnun olduk" dediler. Rasûlüllah kendilerine devamla: "Sizler,
ileride başkalarının size tercih edilip çok kayrıldığı birtakım
uygulamalarla karşılaşacaksınız. Ama siz,havzu kevserde Allah
Teâlâ ve Rasûlü ile buluşana değin sabredin.''buyurdu. Enes (r.a.): "Ama
biz sabredemedik." demiştir. [691]
660-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Ensar'dan birtakım kimseleri topladı ve:
"Kureyş'in cahil iye dönemi ile bağlantıları çok yeni ve başlarına gelen
sıkıntılar da tazedir. Bu yüzden ben yaralarını sarmak, kalplerini ısındırmak
istedim. İnsanların dünyalıkla dönüp giderken sizin, Allah'ın elçisi ile evlerinize
dönüp gitmenizden memnun olmaz mısınız?"'buyurdu. Onlar da: "Evet,
memnun oluruz" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Eğer insanlar bir vadi
yoluna girse, Ensar da patika dağ yoluna girse ben Ensar'tn dağ yoluna girerim
"buyurdu" demiştir. [692]
661-) Abdullah Zeyd (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.), Huneyn'i fethettiğinde ganimetleri bölüştürdü. Bu arada
kalplerini İslâm'a ısındırmayı hedeflediği kimselere (Müellefi Kulub'a) fazla
bağış yaptı. Arkasından, Ensar'ın da o kimselerin aldığı şeylerden almayı
istedikleri kendisine ulaştı bunun üzerine onlara konuşma yaptı. Allah'a hamdü
sena etti sonra şöyle buyurdu: "Ey Ensar topluluğu, ben sizi ne
yapacağınızı şaşırmış bir konumda buldum da benim sayemde Allah sizi doğru yola
iletmedi mi? Sizi muhtaç buldum da benim sayemde Allah sizi zengin yapmadı
mı? Sizi param parça buldum da benim sayemde Al-lah sizi bileştirmedi mi?"
-Ensar bu sırada: "Allah ve Rasûlü en çok bağış ve ikramda
bulunandır" diyordu- Rasûlüllah (s.a.v.): "Soruma cevap vermeyecek
misiniz?" buyurdu. Onlar: "Allah ve Rasûlü en çok bağış ve ikramda
bulunandır11 dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "İsteseydiniz;
Şöyle şöyle
olmuştu, diye şöyle şöyle" söyleyebilirdiniz"'buyurdu. -Hadisi
rivayet eden ravi Amr, Rasûlüllah (s.a.v.)'in bu sırada bir takım Şeyleri
saymış olduğunu ama ezberleyemediğini belirtmiştir.- Rasûlüllah (sav), şöyle
devam etmiştir: "İnsanların evlerine koyun ve develerle gitmeleri sizin
de evlerinize Allah 'in Rasûlü ile gitmenize gönunuz razı değil mi? Ensar,
benim canımın içidir. Diğer insanlar ise dışarıdaki dostlanmdır. Eğer hicret
olmasaydı Ensardan birkimse olurdum. Eğer insanlar bir vadiye veya bir yola
girse ben, Ensann vadisine ve yoluna girerim. Şüphesiz ki sizler ilende başkalarının
size tercih edilip çok kaynldığı birtakım uygulamalarla karşılaşacaksınız. Ama
siz, sonunda Kevser havzunun başında benimle buluşacaksınız"[693]
662-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Huneyn Savaşı'ndan sonra ganimet taksiminde Hz. Peygamber
(s.a.v.) birtakım kimseleri taksimatta fazla verip gözetti: Akra b. Hâbis'e yüz
deve verdi, Uyeyne'ye de bunun kadar verdi, o gün Araplar'ın ileri gelenlerine
de bu şekilde verildi, onlara taksimatta fazla verip gözetti. Bunun üzerine bir
adam: "Allah'a yemin olsun ki bu taksimat, adaletle yapılmış ve Allah'ın
rızasının istenildiği bir taksimat değildir," dedi. Bunun üzerine
Rasûlültah (s.a.v.): "Allah ve Rasûlü, adaletli olmazsa kim adaletli
olabilir ki? Allah Musa'ya merhamet etsin, kendisine bundan daha fazla e-ziyet
verilip, incitilmiştidesabretmişti,"buyurdu." demiştir.
(Bilindiği gibi
ganimetlerin beşte biri (Humus,) Allah ve Rasûiü'nündür. Rasûlüllah, bunu
dilediği şekilde harcayabilir. Rasûlüllah (s.a.v.)'den sonra da devlet başkanı ganimetin
beşte birini ayrı bir bütçede toplayıp, Allah ve Rasûlü'nün adına belirlenen
yerlere harcar. Bu harcama diğer gazilerin hissesine dokunulmadan doğrudan
humus üzerinden yapılır.
Huneyn Savaşı'nda
24 bin deve, 40 bin koyun, dört bin ukiyye gümüş para ganimet olarak elde
edilmişti. Ganimet taksiminde Beytü'l-Mâl'e ait beşte birlik hisseden (humustan)
Müellefei Kulüb denilen, gönülleri İslâm'a ısındınlması istenilen bazı kabile
ileri gelenlerine bol şekilde ikramda bulunulmuştu. Hadisimizde isimleri
geçenler işte bunlardandır. Durumun inceliğini ve hikmetini kavrayamayan bazı
kimseler şu veya bu şekilde taksimatı eleştirmişlerdi. Halbuki bu verilenler
gazilerin hakkı olan ganimetlerden değil, Allah ve Rasûlünün hakkı olan beşte
birlik hisseden verilmiştir.) [694]
663-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Ci'râne'de ganimeti bölüştürdüğü sırada bir
adam: "Adaletli ol" dedi, bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Eğer
adaletli olmaz isem sen çok kötü bir duruma düşersin "buy urdu."
demiştir. [695]
664-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Ali (r.a.) Yemen'den Rasûlüllah (s.a.v,)'e (humus olarak)
deri torba içerisinde topraktan henüz arıtılmamış bir miktar altın cevheri
gönderdi. O da bunu dört kişiye bölüştürdü: Uyeyne b. Bedir, Akra' b. Habis,
Zeydu'1-Hayl ile dördüncüsü ya Alkame ya da Âmir b. Tufey! idi. Ashabdan bir
adam: "Biz, buna onlardan daha layıktık" dedi. Bu söz Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e ulaştı: "Sabah akşam bana vahiy gelirken gökte bulunanın bile
bana güvendiği bir kimse iken (yaptığım uygulamada) siz bana güvenmiyor
musunuz?"buyurdu. Bunun akabinde gözleri çökük, elmacık kemikleri çıkık,
alnı yüksek, sakalı gür, saçı kesik, paçalarını sıvamış bir bedevi: "Ey
Allah'ın Rasûlü Allah'tan kork!" dedi. O da: "Yazıkettin, yeryüzü
halkı içerisinde Allah'tan korkmaya en layık olan ben değil miyim ki"
buyurdu. Bunun arkasından adam dönüp gitti. Halid b. Velid: "Ey Allah'ın
Rasûlü boynunu vurayım mı?" dedi: "Hayır! Belki namaz kılan
olur"buyurdu. Halid: "Nice namaz ktlan vardır ki kalbinde olmayanı
diliyle söyler" dedi. Rasûfüllah (s.a.v.): "Şu biline ki bunun soyundan
bir topluluk çıkacaktır ki Allah 'm kitabını gürül gürül okuyacak ama
boğazlarının altına geçmeyecektir, okun avdan çıktığı gibi dinden (oyie
yaralayıp) çıkacaklar. Eğer o topluluğa erişirsem Semûd ka vminin toptan
silindiği gibi onları toptan silip öldürürüm'"buyurdu. [696]
665-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "İçinizden öyle bir topluluk çıkar ki
siz onların namazı yanında kendi namazlarınızı, oruçları yanında kendi
oruçlarınızı, amelleri karşısında kendi amellerinizi küçük görürsünüz. Onlar
Kur'ân okurlar, boğazlarını geçmez. Okun vurup deldiği yerden çıktığı gibi
dinden (öyle yaralayıp) çıkarlar. Okun demir kısmına bakar bir Şey göremez,
ağaç kısmına bakar bir şey göremez, ucuna bakar bir şey göremez, okun girdiği
yere bakar acaba ok burdan girdimigirmedi midiye şüpheye
düşer."'buyurdu." demiştir.
(Okun vurulan
yerden gkması ile vurulan ölür ya da en azından yaralanır. Bu kimseler dinden
çıkarken İslâm toplumuna böyle bir zarar verirler. Okta bir şeyin bu-unmaması
ise girip gktıklan İslâm dininden hiçbir şeyi yanlannda götürmediklerini, kendilerim
dinden tamamen soyuöadıklannı, kendilerinde İslâm'dan hiçbir eser kalmadığını
edebilir Hadisin bir diğer rivayetinde (Buhârî, Biâdsu'i-Enbiyâ: 6) bunların
bir diğer Özelliği belirtilir. "Bunlar putçulan bırakırda EhHİslâm'ı
öldürürler." buyuw\mu$ur. Evet alakası olmayanlar bu kimselerden güven
içerisinde iken, yaptığı ibadeti usuman!ann nazannda büyük sanılan hatta
kendilerini onun yanında küçük gördükleri
İslâmİa alakası
olmayan bu sahtekârların elinden Müslümanlar güvende değildirler. Çok ilginç
bir durum, Müslümanın imrendiği bir kimse Müslümanlar öldürüyor ama asıl yok
etmesi gereken İslâm dışı hareketi ise rahat bırakıyor. Bu da münafıktık
olgusunu iyi kavramamız gerektiğini göstermektedir.) [697]
666-) Hz. Ali (r.a.):
"Size Rasûlüllah (s.a.v.)'den bir şey anlattığımda onun adına yalan
söylemektense gökten yüzüstü düşmek şüphesiz bana daha sevimlidir. Ancak
sizinle benim aramda bir şey konuştuğumda... Şunu bilin ki harp hiledir."
dedi ve şöyle devam etti: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim:
"Âhirzamanda yaşlan küçük, düşünceleri değersiz ve aşağı, birtakım
topluluk gelir. Yaratıkların en hayırlısının sözünü söyler ama okun vurup
detdiğî yerden çıktığı gibi İslâm 'dan yaralayıp) çıkarlar. Onlarla nerede
karşılaşırsanız, öldürünüz. Çünkü onların öldürülmesi kıyamet günü onları
öldüren için sevap olur." [698]
667-) Büseyr b. Amr'dan.
Şöyle demiştir: "Seni b. Huneyf (r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i,
harici fırkası hakkında söz ederken işittin mi?" diye sordum:
"Kendisini eliyle doğuyu işaret ederek: "Bir topluluk ki, dilleriyle
Kur'ân okur ama boğazlarından aşağı geçmez. Okun vurup çıktığı gibi dinden öyle
çıkarlar, "diye buyururken işittim," dedi." [699]
668-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ali'nin oğlu Hasan, zekat hurmalarından bir
hurma alıp ağzına koydu. Hemen Rasûlüllah (s.a.v.): "Bırak, bırak at onu.
Bilmelisin ki biz sadaka yemeyiz"buyurdu." [700]
669-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şüphesiz ben evime dönerim, bu
sırada yatağımda yere düşmüş bir hurma tanesi bulurum, yemek için ağzıma
götürürüm, sonra da bu, zekât veya sadaka hurması olur endişesiyle hurmayı
atarım." buyurmuştur. [701]
670-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hurma buldu ve: "Eğer sadakadan
olmasaydı bunu yerdim"'buyurdu.
Diğer bir rivayet
ise "Yoldu bir hurmaya rastladı ve: "Eğer sadakadan olmasaydı bunu
yerdim" buyurdu" şeklindedir. [702]
671-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Berîre'ye sadaka olarak verilmiş bir parça et
getirildi, o da: "Bu, Berîre'ye sadakadır, bize de (ondan) hediyedir,
"buyurdu. [703]
672-) Ümmü Atıyye
(Nüseybe el Ensâriyye) (r.a.) anlatır: "Nüseybe'ye zekât malından bir
koyun gönderilmiş o da bunun etinden Aişe (r.a.)'a göndermişti. Derken
Hz. Peygamber (s.a.v.) Aişe (r.a.)'a geldi ve:
"Yanınızda
yiyecek bir şey var mı?"'buyurdu, o da: "Yok, ama şu koyundan
Nüseybe'nin gönderdiği parça var." dedi. Bunun üzerine:
"Getir, o
artık yerine ulaşmıştır, "buyurdu. [704]
673-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'e bir yemek getirildiğinde: "Hediyeden
mi?Sadakadan mı?"6\ye sorar, eğer "sadakadandır." denilirse
ashabına: "Sizyiyiniz."buyurur, kendisi yemezdi. Eğer "Hediyedendir."
denilirse elini uzatır onlarla beraber yerdi." demiştir. [705]
674-) Abdullah b. Ebi
Evfâ (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir topluluk zekâtlarıyla
geldiklerinde: "Allah'ım falanın hanesine mağfiret et" diye dua
ederdi. Babam da zekâtıyla geldi: "Allah'ım Ebû Evfâ'nın hanesine mağfiret
et"'diye dua etti." demiştir
(Kur'ân-ı Kerim'de
bildirilen «Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka
olarak al, onlara dua etsenin duan onların gönülleri-n' Yatıştırır. Allah çok
iyi işitir ve çok iyi bilir.» (Tevbe: 103) ayetine dayanarak Efendimiz (a.s.)
zekât verenlere dua etmiştir.) [706]
675-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.); "Kim, inanarak ve sevabım Allahtan
bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa kendisinin geçmiş günahı bağışlanılır."
buyurdu" demiştir. [707]
676-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Ramazan geldiğinde cennet kapılan açılın
"buyurmuştur. [708]
677-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan gelen bir başka rivayette ise: RasûlülSah (s.a.v.): "Ramazan
ayı girdiğinde semanın kapıları a-çılırf cehennemin kapıları kilitlenir,
şeytanlar da zincire vuru. "buyurmuştur. [709]
678-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.), Ramazan ayından söz etmiş ve: "Hilali
görmedikçe oruç tutmayınız. Yine hilali görmedikçe oruca son vermeyiniz. Eğer
hava size bulutlu görünürse Ramazan hilalini (otuzuncu gün görmüş) olarak
sayınız "buyurmuştur. [710]
679-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), otuzu kastederek: "Ay, şöyle şöyle
ve şöyle "buyurdu sonra da yirmi dokuzu kastederek: "Şöyle, şöyle ve
şöyle de olur"buyurdu. Kah otuz olur kah yirmi dokuz olur,
buyuruyordu" demiştir. [711]
680-) İbni Ömer
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Bizler o-kuma-yazma bilmeyen bir
milletiz. Ne yazar, ne de hesap ederiz (on parmağını üç defa gösterdi ve) ay,
ya böyledir (tekrar on parmaklarını üç defagösterip üçüncüsünde dokuz parmağım
gösterdi) ya da buyurduğu nunla otuz ve yirmi dokuzu belirttiği rivayet
olunmuştur. [712]
681-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan Rasûiüllah (s.a.v.)'in: "Ay, yirmi dokuz gecedir. Ayı
görmedikçe oruç tutmayınız. Eğer size hava bulutlu olursa sayıyı otuza
tamamlayınız." buyurduğu rivayet edilmiştir. [713]
682-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurdu demiştir: "Ayın görülmesiyle
oruç tutunuz, tekrar görülmesiyle oruca son veriniz, Eğer size bulutlu gelirse
şaban ayının sayımını otuza tamamlayınız"[714]
683-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz asla Ramazan orucunu
bir veya iki gün önce tutmasın. Ancak bir kimsenin tutageldiği orucu varsa bu
hariç o bugünde de tutsun, "buyurmuştur.
(Ramazan'dan bir
gün önce oruç tutmanın yasaklığı, sınırlan Allah tarafındanbelirlenen ibadetin
ileride yanlış bir adet haline gelerek sınırları değişmemesi içindir.
Çünkü nafile bir
İbadetle farz bir ibadet birbiriyle birleşip farz ibadetin sının artmış vedeğişmiş
olacaktır ki Hıristiyanlar böyle yaparak oruç günlerini artırmışlardır,
umdetu'i-Kari, Aynî, IX. 24) [715]
684-) Ümmü Seleme
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir ay hanımlarının yanına
girmeyeceğine yemin etmişti. Yirmi dokuz gün geçtiğinde sabahleyin veya
akşamleyin yanlarına girdi. Kendisine: "Sen bir ay girmeyeceğine yemin
etmiştin?" denildi. O da: "Ay, yirmidokuz gün olur. "buyurdu. [716]
685-) Ebû Bekre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İkiayvar-dır ki (sayılan otuzdan az
olsa da sevapları) eksilmez: Bunlar, her ikisi de bayram ayı olan Ramazan ve
Zü'l-Hicce ayıdır."buyurmuştur. [717]
686-) Adiy b. Hatim (r.a.):
"«Beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar artık yiyiniz
içiniz...» (Bakara: i87) ayeti inince bir S|yah bir de beyaz ip alıp yastığımın
altına koydum, gece bunlara baklaya başladım ama bunlar bana açıkça
görülmüyordu. Sabahleyin Rasûiüllah (s.a.v.)'e gittim durumu kendisine
söyledim. O da: "Bu, siyah iplikle beyaz iplik, gecenin karanlığı ile
gündüzün aydınlığıdır, "buy'urdu," demiştir. [718]
687-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Şu, «Beyaz iplik siyah iplikten ayırt
edilinceye kadar artık yiyiniz içiniz...» (Bakara: 187) ayeti inince bir kimse
eline bir beyaz bir de siyah ip alır ve renklerinin ne olduğu açıkça belli
olana kadar yer içer. Bunun üzerine Yüce Allah «Şafaktaki» (Bakara; 187) bölümünü
indirerek siyah iple beyaz |-pin ne demek olduğunu açıkladı"[719]
688-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bilal gece ezan okur, bu nedenle İbni
Ümmü Mektûm ezan okuyana kadar yiyip içiniz." buyurmuştur. İbni Ömer:
"İbni Ümmü Mektûm âmâ bir kimse idi. Kendisine sabah vaktine girdin, sabah
vaktine girdin, diye söylenip bildirilene değin ezan okumazdf" demiştir. [720]
689-) Âişe (r.a.)'dan.
Bilal, gece ezanı okurdu. Bu nedenle Rasûlüllah (s.a.v.): "Ümmü Mektûm'un
oğlu ezan okuyana kadar yiyip içiniz. Çünkü o, fecir doğmadıkça ezan
oto/ma?" buyurmuştur. [721]
690-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bilal'in ezanı sizi sahur yemeğinden
asla alıkoymasın. Çünkü o, gece ayakta olanın / ibadet edenin artık ara
vermesi, uyuyanın da artık uyanması için gece ezan okur. Bu, sabah namazı
vakti demek değildir, ta ki şöyle olana kadar." buyurmuştur.
(Bu, sabah namazı
vakti demek değildir, derken) bunu parmaklarıyla İşaret etmiş,yukarı kaldırıp
aşağı indirmiştir. (Takı şöyle olana kadar, derken de) bunu şahadet parmağı ve
orta parmağı ile işaret etmiş, iki parmağını üstüste getirerek sağdan sola
uzatmıştır. [722]
691-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sahur yemeğiyiyiniz. Çünkü sahur
yemeğinde bereket vardır, "buyurdu" demiştir. (Sahur vakti, Allah'ın
duaları kabul ettiği bereketli bir vakittir. 451. hadiste gecenin sonlarına
doğru Allah'ın yakın semaya teşrif ettiğini, dualara cevap verdiğiniörenmiştik.
Belki de sahurdaki bereket buradan gelir. Ayrıca sahur yemeği oruca Havanma
gücü verir, bu da maddi bir bereket sayılır. Bir hadiste "Gündüz
tutacağınız oruç için sahur yemeğinden, gece kılacağınız namaz için de öğie
uykusundan yararlanınız " buyurulmuştur. (İbni Mâce, Siyam: 22. Hadisin
senedinde zayıf ravj vardır.) Aslında Hz.peygamberin tavsiyesine ve
uygulamasına sarılmak bile başlı başına bir berekettir.) [723]
692-) Enes (r.a.)
anlatır: "Zeyd b. Sabit (r.a.)'ın kendisine Hz. peygamber (s.a.v.) ile
birlikte sahur yemeği yediklerini sonra da namaza durduklarını anlatmıştır.
"Sahurla namaz arasında ne kadar süre vardır?" dedim: "Elli veya
altmış ayet kadar" dedi. [724]
693-) Sehl b. Said
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İnsanlar hemen iftar ettikleri sürece
devamlı hayırda olurlar, "buyurmuştur. [725]
694-) Ömer (r.a.)'dan.
Rasûiüllah (s.a.v.): "Gece gelip gündüz gittiğinde güneş de kaybolduğunda
oruçlu orucunu bozabilir"buyurmuştur. [726]
695-) İbni Ebî Evfâ
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bir seferde idik (ve
oruç tutmuştuk) bu sırada bir kimseye: "Bineğinden in de bana hurma şırası
hazırla"buyurdu, o da: "Ey Allah'ın Rasûlü, Güneşe bak?" dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.) tekrar: "İn de bana hurma şırası hazırla"
buyurdu. O da: "Ey Allah'ın Rasûlü, Güneşe bak?" dedi. Rasûlüllah:
"İn, bana hurma şırası hazırla" buyurdu. Bunun üzerine o da inip,
hurma şırası hazırladı. Hz. Peygamber şırayı içtikten sonra eliyle doğu
tarafını işaret edip: "Şuradan gecenin geldiğini gördüğünüzde oruçlu
kimse iftar edebilir." buyurdu. [727]
696-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), ramazanda ara vermeden peş peşe iftarsız oruç
tutmaya başladı. Bazı kimseler de böyle ara vermeden peş peşe iftarsız oruç
tutmaya başladı. Kendisi onların bu şekiide oruç tutmasını yasakladı bunun
üzerine kendisine: sen ara vermeden peş peşe iftarsız oruç tutmaktasın?"
denildi: Ben siz gibi değilim. Ben, doyurulur ve su içirilirim" buyurdu. [728]
697-) Ebû Hureyre:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ara vermeden peş peşe iftarsız oruç tutmayı
yasakladı. Bunun üzerine Müslümanlardan bir kimse kendisine: "Ey Allah'ın
Rasûlü, ama sen bozmadan orucu sürdürüyorsun" dedi. Oda: "Sizden
hanginiz benim gibi olabilir? Ben, Rabb'im beni doyurup içirir halde
gecelerim." buyurdu. Ancak onlar bu şekilde bozmadan orucu sürdürmeye
devam ettiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onlarla birlikte bir gün iftarsız oruç
tuttu, arkasından bir gün daha iftarsız oruç tuttu, nihayet hilali gördüler.
Rasûlüllah (s.a.v.) bunun üzerine bu şekilde oruç tutmamalarını söylediği halde
oruca devam etmelerine dikkat çekip uyarmak için: "Eğer hilal
ge-cikseydibu şekilde oruç tutmayı artırırdım, "buyurdu." demiştir. [729]
698-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan gelen diğer bir rivayette ise: "Ben, Rabb'im beni doyurup
içirir halde gecelerim. Yapabileceğiniz işin altına giriniz, "buyurmuştur. [730]
699-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), ara vermeden peş peşe
iftarsız oruç tutmaya başladı. Bu durum ayın sonlarında olmuştu. Ashabından
bazı kimseler de böyle ara vermeden peş peşe iftarsız oruç tutmaya başladı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bu kimselere ne oluyor da ara
vermeden peş peşe iftarsız oruç tutuyorlar. Bakın, siz benim gibi değilsiniz.
Eğer ay uzamış olsaydı vallahi ara vermeden peş peşe iftarsız öyle oruç
tutardım ki, derine dalanlar bu yaptıklarından vaz geçerdi. "buyurdu"[731]
700-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), ashabını ara vermeden peş peşe
iftarsız oruç
Tutmayı onlara
acıdığı için yasakladı. Onlar da: "Ama sen ara vermeden peş peşe iftarsız
oruç tutmaktasın?" dediler. Kendisi: "Benin durumum sizinki gibi
değil' d/r. Rabb'im beni doyurup içirmektedir" buyurdu." [732]
701-) Âişe (r.a.):
"Rasûlüifah (s.a.v.), oruçlu iken bazı hanımlarım Öperdi."
demiştir. [733]
702-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) oruçlu iken hanımını öper, tenini tenine sürecek
derecede yakın dururdu, ama nefsine sizden daha fazla sahip olurdu."
demiştir. [734]
703-) Hz. Aişe (r.a.)
ile Hz. Ümmü Seleme (r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.) hanımına yaklaştığından
dolayı cünüp iken fecir ona e-rişirdi. Sonra gusü! abdesti aiıp orucuna devam ederdi. [735]
704-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında otururken bir kimse geldi ve:
"Ey Allah'ın Rasûiü, helak oldum." dedi. Peygamber (s.a.v.):
"Sana ne oldu?"buyurdu, o da: "Oruçlu iken hanımıma
yaklaştım." dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Azat
edebileceğin bir köle bulur musun?"'buyurdu, o da: "Hayır" dedi:
"Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?" buyurdu: "Hayır"
dedi: "Altmış fakiri doyurabilecek bir şey bulur musun?" buyurdu: "Hayır"
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) bir müddet durdu. Biz de böyle
beklerken Hz. Peygamber (s.a.v.)'e içerisi hurma dolu (yaklaşık 45 -50 k»o
alabilen) bîr zenbi! getirildi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Soru soran
nerede?" buyurdu, o da: "Buradayım" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.)
"Bunu al ve sadaka olarak dağıt" buyurdu. Adam: "Ey Allah'ın
Rasulü, benden daha fakire mi? vereceğim, Allah'a yemin olsun ki -iki taşlık
mevki arasında bulunan Medine'yi kastederek- şu iki dağ arasında benim
hanemden daha fakir bir hane yoktur" dedi, Bunun üzerine Hz- Peygamber
(s.a.v.) yan dişleri görülene değin güldü ve: "Haydi ailene yedir."
buyurdu,Zenbil (=Arak) hurma yapraklarından örülen bir çeşit sepettir, eşya
alabilen sepettir. Bir yaklaşık üç olarak alırsak 45 kg. alabilen bir zenbit
olur.) [736]
705-) Bu konu Aişe
(r.a.)'cian da rivayet edilmiştir. Bu rivayette şu farklılık vardır "Bir
kimse Ramazanda mescide Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü yandım yandım" dedi"[737]
706-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. hz. Peygamber (s.a.v.) Ramazan'da Mekke'ye sefere çıktı (Mekke
Medine arasındaki) el-Kedîd mevkisine varıncaya kadar oruç tuttu. (Ancak
burada daha fazla tahammül kalmadığından ikindidensonra) orucu bozdu. Oradaki
halk da oruçlarını bozdu.
(Kedîd, Medine'ye
yedi konak mesafede bir belde olup Mekke'ye daha yakındır.) [738]
707-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) bir yolculukta üzeri gölgelenmiş bir
adam ve yanında kalabalık gördü: "Bu da nedir?"buyurdu. Onlar:
"Oruç tutmuş..." dediler. Bunun üzerine: "Yolculukta şekilde)
oruç tutmak iyilik değildir, "buyurdu. [739]
708-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte yolculuk yapardık. Ne oruç tutan
tutmayanı ayıplar, ne de oruç tutmayan tutanı ayıplardı." demiştir. [740]
709-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir seferde idik.
Gölgelenenlerin çoğu elbisesiyle gölgeleniyordu. Oruçlu olanlar bir iş
göremezlerken, oruçlu olmayanlar binek hayvanlarını suya götürdüler. Onların
işlerini görüp, çalıştılar, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bugün
oruç tutmayanlar sevaplar alıp götürdüler.''buyurdu." demiştir. [741]
710-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a.): "Hamza b. Amr el-Eslemî çok oruç
tutardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Yolculukta da oruç tutabilir
miyim" dedi, o da: "Dilersen oruç tut, dilersen
"buyurdu."demiştir. [742]
711-) Ebûdderdâ (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte seferlerinin birisinde çok sıcak bir
günde yola çıktık, sıcaklık o derecede idi ki bir kimse sıcaklığın şiddetinden
dolayı elini başına koyuyordu. Bu sıcaklıkta Hz. Peygamber (s.a.v.) ile
Abdullah b. Revaha'nm dışında bizden hiçbir kimse oruç tutamamıştı. [743]
712-) Ümmü Fadl (r.a.):
"Halk Hz. Peygamber (s.a.v.)'in arefe günü oruç tutup-tutmadığı hakkında
ihtilafa düştüler, ben de Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir içecek gönderdim, o da
bunu içti" demiştir. [744]
713-) Meymûne (r.a.)'dan.
Kurban bayramı arefesi günü, halk Hz. Peygamber (s.a.v.)'in oruçlu olup
olmadığında kararsız kaldı. Meymûne (r.a.), bir kap içecek gönderdi. Kendisi
vakfede iken onu içti, halk kendisine bakıyordu. [745]
7I4-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Kureyşliler aşure gününde oruç tutarlardı. Rasûlüllah
(s.a.v.) de bu gün oruç tutardı. Kendisi Medine'ye hicret ettiğinde de bu orucu
tuttu ve tutulmasını emretti. Ramazan orucu farz kılındığında: "Dileyen
aşure günü orucunu tutar dileyen de tutmayabilir" buyurdu"[746]
715-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Cahiliyye halkı, aşure günü o-ruç tutardı. Ramazan orucu farz
olmadan önce Rasûlüllah (s.a.v.) ve Müslümanlar da bu orucu tutmuşlardır. Ramazan
orucu farz kılındığında Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz ki, aşure günü
Allah'ın günlerinden bir gündür. Dolayısıyla dileyen bu orucu tutsun dileyen
de tutmasın "buyurdu[747]
716-) Eş'as b. Kays
(r.a.), Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'m yanına girdi- Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)
öğle yemeği yiyordu: "Ey Ebû Muham-med, yemeğe buyur" dedi. O da:
"Bu gün aşure günü değil mi?" dedi. Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) da:
"Aşure gününün ne olduğunu bilir misin?" dedi. O da: "Nedir?"
dedi. Abdullah id. Mes'ûd (r.a.): "Bu gün, ramazan orucu farz kılınmadan
önce Rasûlülîüh (s.a.v.)'in oruç tuttuğu bir gündü1*- Ramazan orucu farz
kılındığında bu bırakıldı." dedi
Diğer rivayette
"Onu bıraktı" şeklinde geçmektedir. [748]
717-) Humeyd b.
Abdurrahman, Muaviye b. Ebî Süfyan'ı dinlediğini bildirmiştir. Kendisi şöyle
bildirir: "Muaviye, Medine'ye bir gelişinde aşure günü halka hutbe verdi
ve şöyle dedi: "Ey Medine halkı alimleriniz nerede? Ben, bu gün hakkında
Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Bu aşure günü orucunu Allah size farz kılmadı.
Ancak ben oruçluyum. Kim oruç tutmak isterse oruç tutsun kim de tutmak istemez
ise tutmasın"'diye buyururken işittim?" [749]
718-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Yahudileri aşure gününde oruç
tutar gördü ve: "Bu da nedir?" buyurdu. Onlar: "Bu, hayırlı bir
gündür, Allah'ın İsrailoğullan'nı düşmanlanndan kurtardığı bir gündür. Bu
nedenle Mûsâ bugün oruç tuttu." dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben
Musa'ya sizden daha layıkım."buyurdu ve kendisi bugünde oruç tutup, oruç
tutulmasını da emretti." demiştir. [750]
719-) Ebû Musa (r.a.),
aşure günü Yahudilerin saygı gösterip bayram kabul ettikleri bir gün idi.
Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Aşure günü siz de oruç tutunuz"buyurdu[751]
720-) İbni Abbas
(r.a.)'a aşure günü orucu soruldu, o da şöyle dedi: "Rasûlüllah
(s.a.v.)'in, diğer günlerden daha üstün olması isteğiyle bir oruç tuttuğu bu
günden başka ne bir gün, şu ayından yani Ramazan ayından- başka ne bir ay
biliyorum" dedi. [752]
721-) Seleme b. el-Ekva1
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) aşure günü halka: "Kim yemek yediyse
(geri kaianzamam oruçlu) tamamlasın, yahut oruç tutsun. Kim bir şey yemedi ise
bundan sonra dayemesin."diye bildirmesi için bir kimseyi göndermiştir.
(Ramazan orucu farz
olduğunda, aşure orucunun tutulması isteğe bağlı olmuştur.) [753]
722-) Rübeyyi' bintü
Muavviz (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) aşure günü sabahı ensar
köylerine: "Kim oruçsuz sabaha çıkmış ise geri kalan gününü oruçlu tamamlasın.
Oruçlu olarak sabaha çıkmış ise orucuna devam etsin." diye haber gönderdi.
Bundansonra oruç tutar, çocuklarımıza da oruç tuttururduk, onlara renkli yünlerden
oyuncaklar yapar, yemek için ağladıklarında bu oyuncakları verirdik, böylece
iftar vaktine kadar dayanırlardı." demiştir. [754]
723-) Zührî şöyle
demiştir: "İbni Ezher'in azatlısı Ebû Ubeyd bana şunları bildirdi. Kendisi
Kurban Bayramı günü Ömer b. Hattab (r.a.) ile birlikte bulunmuş. Ömer (r.a.)
bayram namazını hutbeden önce kıldırmış, sonra da halka hutbe vermiş: "Ey
İnsanlar! Şüphesiz Rasûlüllah (s.a.v.) sizlere şu iki bayram gününüzde oruç
tutmayı yasaklamıştır. Bu iki bayramdan birisi oruç tutmaya ara verdiğiniz günü
diğeri de kurban etlerinizi yediğiniz gündür." demiştir. [755]
724-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), iki gün oruç tutmayı yasaklamıştır: Ramazan
bayramı günü ile kurban bayramı günü. [756]
725-) Bir kimse İbni
Ömer (r.a.)'a geldi ve: "Ben bir gün oruç tutmayı adadım, o da kurban
bayramına veya ramazan bayramına denk geldi?" dedi. İbni Ömer (r.a.):
"Yüce Allah, adakları yerine getirmeyi emretmiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) de
bu günlerde oruç tutmayı yasaklamıştır." dedi. [757]
726-) Câbir (r.a.)'a Hz,
Peygamber (s.a.v.) cuma günü oruç tutmayı yasakladı mı?" diye sorulmuş:
"Evet" demiştir. [758]
727-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz, (yalnız) cuma günü oruç
tutmasın. Ancak, başından veya sonundan tutması "buyurmuştur. [759]
728-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: " «Oruç tutmaya gücü yetmeyenler buna
karşılık bir fakiri doyururlar...» (Bara: 184) ayeti indiğinde, dileyen kimse
oruç tutmayıp fidye verirdi. Nihayet bundan sonraki ayet indi ve bu hükmü
ortadan kaldırdı."
Diğer bir rivayette
ise: "Rasûlüllah (s.a.v.), zamanında ramazanda even °ruç tutar dileyen de
tutmayıp bir fakiri doyuracak fidye verirdi. Nihayet (bu hükmü kaldıran) «Kim,
Ramazan ayına ulaşırsa oruçtutsun...» {Bakara: 185) ayeti indi"
şeklindedir. [760]
729-) Âişe (r.a,) şöyle
demiştir: "Bazen ramazan ayından kalma oruç borcum olurdu ki, Rasûlüllah
(s.a.v.), ile meşgul olmam veya Rasûlüllah (s.a.v.)'den dolayı bunu ancak ta
şaban ayında kaza edebilirdim"[761]
730-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Kim, üzerinde oruç borcu varken
vefat ederse onun yerine yakını oruçtutar, "buyurduğu rivayet edilmiştir.
(Üzerinde oruç
borcu ile ölen kimsenin yerine akrabasının oruç tutması konusunda ihtilaf
vardır. Bir kısım âlimler her ne şekilde olursa olsun akrabası onun yerine
oruç tutar, demişlerdir. Diğer bir kısim âlimler ise buradaki orucun Ramazan
orucu değil de adak orucu olduğunu belirtmişlerdir. Ebû Dâvûd bu hadisi
zikrettikten sonra, "Bu, adak orucu hakkındadır." demiştir. (Ebû
Dâvûd, Sıyâm: 4i) Bukonudaki görüşler hakkında "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı
Tecrîd-i Sarih" isimli çalışmamızdaki 950. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [762]
731-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, annem bir ay oruç borcu ile vefat etti, ben onun yerine ödeyebilir
miyim?" dedi. O da: Tabi, Allah'a olan borç ödenmeye en layık
olandır." buyurdu.
(Bu hadiste ölen
bir kimsenin oruç borcu var ise onun adına ödenebileceği belirtilir. Ancak
ödenecek borcun oruç tutarak değil de onun adına fidye dağıtarak yerine
getirileceği bir önceki hadisin açıklamasında belirtilmiştir.) [763]
732-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Oruç kalkandır, (omçiu) kötü söz
söylemez, cahilce davranmaz. Bir kimse kendisi ile döğüşür veya sataşırsa o
-iki defa-: "Ben oruçluyum" desin. Canım elinde olan Allah 'a yemin
olsun ki oruçlu bir kimsenin ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.
(Aiiah şöyle
buyurmuştur: "Kulum) Benim için yemesini, içmesini ve şehvetini terk
etmektedir. Oruç Benim içindir, onu Ben değerlendiririm. Sevabın karşılığı on
kata kadar artar." buyurmuştur. [764]
733-) Yine Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Yüce Allah: "Âdemoğlu'nun oruç
dışındaki bütün çalışmasının bir değeri vardır. Ama orucun değerlendirmesi
Benim'dir, onu Ben değerlendiririm." buyurmuştur.
Oruç bir kalkandır.
Sizden biriniz oruç gününde olduğunda kötü söz söylemesin, tartışıp dalaşmasın,
eğer birisi onunla döğüşür veya ona sataşırsa: "Ben oruçlu bir
kimseyim." desin. Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki,
oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.
Oruç tutan kimse
için iki sevinç vardır: Orucu açtığında sevinir, oruçlu olarak Rabb'ine
kavuştuğunda sevinir." buyurdu." demiştir. [765]
734-) Sehl (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennette "Reyyân" denilen bir kapı
vardır ki bu kapıdan kıyamet günü oruç tutanlar girer, onlardan başka hiçbir
kimse giremez. "Oruç tutanlar nerede?" denilir. Onlar da ayağa
kalkarlar. Bu kapıdan onlardan başka bir kimse giremez. Kapıdan girdiklerinde
kapı kilitlenir, ar-ttk hiçbir kimse giremez, "buyurmuştur. [766]
735-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kim Allah yolunda iken bir gün
oruç tutarsa, Allah onun yüzünü cehennemden yetmiş yıl uzak tutar, "diye
buyururken." İşittim." demiştir. [767]
736-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Oruçlu unutarak yer-içerse orucunu
tamamlasın, çünkü ona Allah yedirip içirmiştir. "buyurmuştur. [768]
737-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) öyle oruç tutardı ki artık ara vermez derdik. Bazen
de oruca öyle ara verirdi ki artık oruç tutmaz, derdik. Rasûlüllah (s.a.v.)'i
Ramazan ayı dışında bir ayda ta-karnen oruç tuttuğunu görmedim. Şaban ayındaki
kadar çok oruç tuttuğunu da görmedim." demiştir. [769]
738-) Yine Hz. Aişe
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a,v.) hiçbir ayda Şaban ayından daha çok oruç
tutmazdı (bazı yıllarda ise) Şaban ayının tamamını oruçlu geçirirdi. Kendisi:
"Yapabileceğiniz işe sarılın. Şüphesiz siz bıkar, usanırsınız da Allah
bıkıp usanmaz." buyururdu.
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in en çok sevdiği namaz, az da olsa sahibinin üzerinde devamlı olduğu
namazdır. Kendisi de üzerinde devamlı olduğu namazı kılardı." demiştir. [770]
739-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüliah (s.a.v.), ramazan ayı dışında
hiçbir ayı tam olarak asla geçirmem iştir. Ama (ramazan ayı dışında) öyle bir
oruç tutardı ki, bir kimse: "Vallahi, hiç ara vermeyecek" derdi.
Bazen de oruca ara verirdi ki, "Vallahi, hep oruç tutacak"
derdi." [771]
740-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüliah (s.a.v.)'e, binim İçin:
"Hayatta olduğu süre gece hep namaz kılacağım, gündüz de oruç
tutacağım" diyor diye haber verilmiş. Bunun üzerine Rasûlüliah (s.a.v.):
"Söyle diyen sen misin?" buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü evet
söylemiştim" dedim. Rasûlüliah (s.a.v.): "Ama sen buna güç
yetiremezsin. Oruç da tut ara da ver. Uyu da gece namazı da kıl. Ayda üç gün
oruç tut, şüphesiz bir sevap on katına kadardır. Bu da bîr yıl oruç gibi
olur"buyurdu: "Bundan daha yukarısına da gücüm yeter" dedim:
"Bir gün oruç tut iki gün ara "buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü,
bundan daha yukarısına da gücüm yeter" dedim: "Bir gün oruç tut bir
gün ara ver. Bu, Davud (a.s.)'m orucudur ve en dengelisidir."buyurdu:
"Ey Allah'ın Rasûlü, bundan daha yukarısına da gücüm yeter" dedim:
"Bundan daha yukarısı ofomaz" buyurdu"
Abdullah b. Amr (r.a.):
"Rasûlüliah (s.a.v.)'in buyurduğu üç günü kabul etseymişim benim için
ailemden ve malımdan daha iyi olurdu" demiştir. [772]
741-) Abdullah b. Amr b.
el-Âs (r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.) bana: "Ey Abdullah, senin gece
devamlı namaz kılar gündüzleri sürekli oruç tutar olduğun bana bildirilmedi mi
ki?" buyurdu, bende: "Evet öyle Ey Allah'ın Rasûlü" dedim:
"Böyle yapma, ara vererek oruç tut, gece namaz da kıl, uyu da. Çünkü
vücudunun senin üzerinde hakkı vardır, gözünün senin üzerinde hakkı vardır,
hanımının senin üzerinde hakkı vardır, misafirinin senin üzerinde hakkı vardır.
Her ay üç gün oruç tutmak sana yeter, zira her bir sevap on mislidir, bu da
sana bir yıl oruç gibi sevap olur." buyurdu. Ben çok olmasını istedikçe
bana artırıldı, ben: "Ey Allah'ın Rasûlü, bunlardan daha çoğunu yapmaya
kuvvet buluyorum." dedim: "Allah'ın Peygamberi Dâvûd (a.s.) gibi oruç
tut, onun üzerine artırma"buyurdu, ben: "Allah'ın Peygamberi Dâvûd
(a.s.)'ın orucu ne kadardır?" dedim: "Seneninyarısı"'buyurdu."
demiştir.
Abdullah (r,a.)
yaşlandığında: "Keşke Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kolaylık olarak verdiği
ruhsatı kabul etseydim." der dururdu. [773]
742-) Abdullah b. Amr
(r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.): "Kur'ân'ı bir ayda oku"
buyurdu: "Ben daha fazla okuyabilirim" dedim, sonunda: "Yedi
günde oku daha fazla ileri gitme" buyurdu" demiştir. [774]
743-) Abdullah b. Amr b.
el-Âs (r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.) bana: "Ey Abdullah, sen falanca
gibi olma! Gece namaz kılıyordu sonra gece namazını terk etti."
buyurdu." demiştir. [775]
744-) Yine Abdullah b.
Amr (r.a.)'dan gelen bir başka rivayette: "Dâvud (a.s.y m orucu gibi oruç
tut Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Kendisi düşmanla karşılaştığında da
kaçmazdı." Bu Yurdu, ben: "Ey Allah'ın Peygamberi, bu güzel sıfatları
bana kim kazandırabilir ki?" dedim.(Komışmamn sonunda) Rasûlüliah
(s.a.v.) iki defa: Senenin tümünde oruç tutanın orucu yoktur." buyurmuştur[776]
745-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamr (s'a- v-)f bana; "Sen yıl
boyu oruç tutup gece namaz mı ?" buyurdu: "Evet" dedim:
"Eğer sen böyle yaparsan gözayıflar, yorulur kalırsın. Yıl boyu oruç
tutanın orucu olmazi Üç güne bir oruç bir yıl oruç gibidir." buyurdu:
"Ben, bundan daha fazlasını yapabilirim?" dedim: "Davud
(a.s.)'ın orucunu tut, bir gün oruç tutar bir gün ara verirdi. Kendisi düşmanla
karşılaştığında geri kaçmazdı" buyurdu"[777]
746-) Abdullah b. Amr b.
el-Âs (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'a en sevimli gelen namaz
Dâvûd {a.s.)'m namazıdır. Aiiah'a en sevimli gelen oruç da Davud'un orucudur.
Kendisi gecenin yarısını uyur üçte birinde namaz kılar altıda birinde yine uyurdu.
Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı, "buyurmuştur. [778]
747-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e benim tuttuğum oruç
söylenmiş, o da evime geldi, Kendisi için hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık
serdim ama o, yere oturdu yastık aramızda kaldı. Arkasından: "Her ayda üç
gün oruç sana yetmiyor mu?" buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûiü" dedim:
"Beş gün"buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûiü" dedim: "Ey
Allah'ın Rasûiü11 dedim: "Dokuzgün' buyurdu: "Ey Allah'ın
Rasûiü" dedim: "On bir gün" buyurdu ve arkasından: "Davud
(a.s.)'ın orucunun üzerinde oruç olmaz, yılın yansıdır, bir gün oruç tut bir
gün ara ker" buyurdu"[779]
748-) İmran b. Husayn
(r.a.) anlatır. Rasûiüllah (s.a.v.) birisine: "Ey falancanın babası, bu
ayın sonunda oruç tuttun mu?" diye sormuş, İmrân (r.a.) da, bunu
dinliyormuş, o kimse: "Hayır ey Allah'ın Rasûiü" dedi: "Öyleyse
Ramazan çıktığında onun yerine iki gün oruç tut." buyurdu.Kendisinden
gelen bir başka rivayette: "Şabanın sonunda oruçtuttun
mu?"şeklindedir.
(683. hadiste bir
kimsenin Ramazan'dan bir iki gün önce oruç tutması yasaklanmıştır. Ancak bir
kimsenin her ayın sonunda oruç tutma adeti varsa buna müsade edilmiştir.
Efendimiz (a.s.) ayın sonlannda oruç tutma adeti olduğu İçin söz konusu
sahabiye Ramazan'dan önce oruç tutup, tutmadığını sormuştur, yoksa doğrudan
Ramazanı karşılamak için oruç tutup tutmadığını sormak istememiştir,
denilmiştir.) [780]
749-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, inanarak ve sevabını Allah'tan
bekleyerek Kadir gecesini ihya ederse kendisinin geçmiş günahı bağışlanır."
buyurdu" demiştir[781].
750-) İbni Ömer (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabından bazı kimselere rüyalarında
Kadir Gecesi Ramazan'ın sonlarındaki yedi gecede olduğu gösterilmişti. Bunun
üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben sizin gördüklerinizi görüyorum, Kadir
Gecesi sonlardaki yedi geceye rastlamıştır. Bu nedenle kim bu geceyi aramak
isterse sonlardaki yedi gecede arasın, "buyurdu. [782]
751-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Ramazan'ın
ortasındaki on günde itikâfa girdik. Yirminci günün sabahında (iükâf yerinden)
çıkıp bize hutbe verdi ve: "Bana Kadir Gecesi gösterildi, sonra
unutturuldum, ama siz onu sonlardaki on gecenin teklerinde arayın. Yine bana,
kendimin {bu gecenin sabahında) su ve çamur içerisinde secde ettiğim de
gösterildi. Kim Allah'ın Rasûiü ile itikâfa girmiş ise yerine
dönsün."'buyurdu. Biz de (iükâf yenmize) döndük, gökte hiçbir bulut
görmüyorduk, bu sırada bir bulut geldi ve Öyle yağmur yağdı ki mescidin tavanı
bile aktı. Mescidin tavanı hurma dallarından idi. Sabah namazı kılındı.
Rasûlüllah (s.a.v.)'i su ve çamur içerisinde secde e-derken gördüm, alnındaki
çamurun izlerini bile gördüm." [783]
752-) Ebû Seleme'den.
Ebû Said el-Hudrî {r.a.)r şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), Ramazanda
ayın ortasındaki on günde İtikafa giriyor, yirminci günün akşamı olup da yirmi
birinci günü karşılarken evine dönüyor, kendisi ile birlikte olanlar da
dönüyordu. Sonra evine döndüğü gecenin içinde bulunduğu bir ayda mescide kaldı
ve halka hutbe verdi, Allah'ın dilediği kadar emirler verdi ve arkasından şöyle
buyurdu: "Ben, bu on günde itikafa giriyordum. Sonra bana, son on günde de
itikafa 9irme fikri doğdu, Kim benimle itikafa girmiş ise itikat yerinde
kalsın. Ben, bu Kadir Gecesini rüyamda gördüm ama sonra unutturuldum. Siz onu
son onlardaki teklerde arayınız. (Kadir Gecesi rüyamdabana gösterildiğinde)
kendimi su ve çamur içerisinde secde ediyor gördüm" derken bu gecede
şiddetli yağmur yağdı. Yirmi birinci gece Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namaz
kıldığı yerde mescidin tavanı aktı. Rasûlüliah (s.a.v.)'i gözlerimle gördüm.
Kendisine baktım, yüzü yağmur ve çamur içerisinde sabah namazından ayrıldı"[784]
753-) Âişe (r.a.)'dan.
Rasûlüliah (s.a.v.): "Kadir gecesini Ra-mazanın sonlarındaki on gecede
arayınız"buyurmuştur.
(Kadir Gecesi,
hüküm ve takdir gecesi anlamına geldiği gibi, değerli, şerefli, yüce anlamına
da gelmektedir. Bu gece adına Kur’ân'da bir sure mevcuttur. «Şüphesiz biz Onu
(Kufân'ı) Kadir Gecesi'nde İndirdik. Kadir Gecesi'nin ne olduğunu sana bildiren
nedir? Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gecede her türlü e-mirden
dolayı Rablerinin izniyle Melekler ve Cebrail yere iner. O gece selâmettir,
esenliktir. Fecrin doğuşuna kadar devam eder.» (Kadr: ı-5) ayette bildirilen
"bin ay" bazı âlimlerce çokluk ifadesi içindir. (Feöm'i-Kadir,
şevkâ™, v. 555)
Böyle değerli bir
gecenin, hangi gece olduğu konusunda kırkın üzerinde görüş vardır.
(FethuVKadır, v. 555) Gece sanki özellikte belirli bir vakit içerisinde tayin
edilmemiştir. Bunun hikmeti agkör. Zaten Yüce Allah, insanlar devamlı gayret
göstersin diye, nzasını, Îsm-İ Âzamini, orta namazı, tevbenin kabulünü.,
kişinin Öleceği vakti, Cuma'daki icabet vaktini, gecedeki icabet vaktini
gizlemiştir. (Tefam Kebir, xxxi. 27, zâdu'i-Mesîr, ibn cevzî, v. 276)
Kadir Gecesi
hakkında gelen rivayetlere göre bu gece Ramazan'm 1.17.18.19.21. 23. 25. 27.
29. geceleri içerisindedir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Kadir Gecesi sorulduğunda:
"O, Ramazan'ın tümünün içindedir, "buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Ebvabu
şehri Ramazân: 3Zi) Son on gecede olabileceği gibi bütün tek gecelerde olduğu
da belirtilir.
Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) "Kim tamamen bir seneyi ihya ederse Kadir Gecesi'ne isabet
eder." demiştir. {Ebû Dâvûd, Ebvâb-u şehri Ramazân: 316) Bu nedenle Ebû
Bekir el-Cessâs ve bir kısım Hanefîler Kadir Gecesinin senenin içerisine
yayıldığını belirtmişlerdir. (Ahkâmui-Kur'ân, Cessâs, v. 374) İmam-ı Azam'ın
da bu görüşte olduğu söylenir. Ancak diğer rivayete göre İmam-ı Azam Kadir
Gecesi, Ramazan'm başında veya sonunda gelebilir demiştir. (Umdetu'i-Kân, ix.
206)
Kadir Gecesi'nin
hangi gecede olduğunu belirten hadisîerdeki ifadelerin kapalı olduğu görülür
"geriye kalan dokuzuncu gece" gibi şimdi biz ayın 29 veya 30'dan
hanginin 0-lacağmı bilemediğimizden geriye kalan 29 günden mi? yoksa 30 günden
mi? belirsizdir.
Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Kim Kadir Gecesi cemaatle namaz kılarsa, ondan büyük nasibini
almış olur." buyurmuştur. (Muvatta, İtikaf: 17)
Kadir Gecesi'nin
her yıl ayn geceye rastladığı ve senenin bütün geceleri içerisinde değiştiği
veya en azından Ramazan gecelerinin içerisinde değiştiği belirtilmiş, böylece
bütün rivayetler toplanılrnışbr. Buna göre rivayetlerin farklılığı çelişki
teşkil etmez, bunlar her ayn bir yılın Kadir Gecesi'ni gösterir, denilmiştir.
(Şetttu Müslim, Nevevî, vn. 297)
Yukanda
belirtildiği gibi bu gecenin kesin olarak zamanının beti itilmemesinin hikmeti,
insanları devamlı canlı tutmaktır. Bu nedenle İbni Mes'ûd (r.a.)'ın yukarıdaki
geçen "Kim tam bir seneyi ihya ederse Kadir Gecesi'ne isabet eder."
şeklindeki sözü Ubey b. Ka'b (r.a.)'a söylendiğinde: "AJiah, ona rahmet
etsin, aslında kendisi de bunun Ramazan ayında olduğunu bilmektedir. Ancak
halkın buna güvenip de tembelleşmelerini istemediğinden dolayı o böyle
söyledi." demiştir. (Ebû Dâvûd, Ebvâbu ŞehriRamazhan: 316,Tirmizİ, Savm:
71)
Kadir Gecesi
Kur'ân'ın indirildiği gecedir. (KacJr: i) Kur"ân ise Ramazan ayında
indirilmiştir. (Bakara: 185) Aslında Kur'ân 23 yıllık bir süre içerisinde parça
parça olarak indirildi. Kadir Gecesi'nde indirilmesi ise indirilmeye
başlanılmasından dolayıdır veya Levh-i Mahfuz'dan yakın semaya toptan
indirilmesidir.
Bu açıklamalardan
anladığımız; Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi'nin hangi gecede olduğu,
insanları tembelliğe sürüklememesi için sabit bir tarih üzerinde
bildirilmemiştir. Her geceyi Kadir Gecesi gibi değerlendirmemiz özellikle de Ramazan
ayının bütün gecelerini canlı tutmamız gerekir. Sadece 27. geceyi ihya ederek
diğerlerinde boş durmak uygun olmaz. "Her geceyi Kadir, her geleni Hızır
bil" atasözü de bu konuya çok güzel bir şekilde ışık tutmaktadır. Madem ki
Kadir Gecesi Kur'ân-ı Kerim'in indiği gecedir, o halde üzerimize Kur'ân'ın
indiği, Kur'ân'] yaşadığımızı hissedip içimize sindirdiğimiz her gece bizim
için bir Kadir Gecesi'dir.
Alimlerin üzerinde
ittifak ettiği bir husus da Kadir Gecesi'nin değerli ve şerefli olmasının
sebebi, geceden değil, gecede bulunan şeyden dolayıdır. Bu gecede Kur'ân
indirildiğinden Kur'ân'ın yüceliği nedeniyle gece değer kazanmıştır. Dolayısıyla
Kur'ân'ı üzerimize indirip, sindirebiidiğimiz her gece Kadir Gecesi olacaktır) [785]
(İtikafın sözlük
anlamı bir yerde ayrılmadan beklemek, demektir. Dini terim olarak cemaatle namaz
kılınabilen bir mescidde oruçlu olarak itikafa niyet edip beklemek demektir.
İtikaf üç kısımdır:namazı beklemek namazda durmak gibidir. 299. hadiste de
mescidde bulunan kimse için melekleri dua ettiği anlatılmıştı.
Bir mescidde ders
halkası kurulup Allah'ın Kitabı, Rasûfünün sözleri müzakere edilirken, bunun
yanma itikaf niyetini ekleyerek hem İtikaf hem de Allah'ın Kitabını okuma
ibadetini birleştirme uygulamaları gözardı edilmemelidir. Müstehap itikafın
süresi ve zamanı sınırlı değildir. İsteğe bağlıdır.
İtikaf ibadeti Hz.
İbrahim (a.s.)'dan bu yana yapılagelmiştir. (Bakara: 125) 1121. hadisten
anlaşıldığına göre her ne kadar İbrahim (a.s.)'ın dini tahrif olsa da Cahiliye
Dönemi'nde de itikaf mefhumu mevcuttu.) [786]
754-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ramazan ayının sonundaki on gecede itikafa
girerdi. [787]
755-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefat edene
kadar Ramazan'ın son on gününde itikafa girdiği, kendisinin vefatından sonra
da hanımlarının itikafa girdiği rivayet olunmuştur. [788]
756-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) itikafa girmek istemişti. İtikafa
girmek istediği yere gittiğinde baksa ki birtakım çadırlar gördü: Aişe'nin
cadın, Hafsa'nın cadın, Zeyneb'in cadın idi. Bunun üzerine: "Böyle
yapmakta iyibirşeyyaptığınız/ mı zannedersiniz?11'buyurdu, oradan aynlıp,
itikaf etmedi, nihayet Şevval ayında on gün itikaf etti."
(Efendimiz
(s.a.v.)'in hanımlarının bu davranışlanna karşı gösterdiği tutumu birkaç anlama
yorulmuştur: Halk arasında itikafın farz anlaşılacağından böyle söylemiş,
kendisi de o yıl Ramazan'da itikafa girmemiştir. Yahut kadınların mescidde
iti-kafta bulunmalarına karşı çıktığı için böyle yapmıştır. Ya da mescidde
sıkıntı doğuracağından dolayıdır. Veya hanımları arasında rekabet olduğunu
sezmiş, bu nedenle böyle davranmıştır.) [789]
757-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Ramazan ayının (son) onu girdiğinde uçkurunu sıkı
bağlar, gecesini ihya eder, ailesini de uyarırdı." demiştir. [790]
758-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Bir kimse Rasûiüllah (s.a.v.)'e: "İhrama girmiş bir kişi
hangi elbiseyi giyebilir?" diye sordu. Rasûiüllah (s.a.v.) de şöyle
buyurdu: "Ne sarık sarınız, ne bornoz türü başlıklı elbise, ne don-şalvar,
ne gömlek, ne de kapalı mest türü ayakkabı giyiniz. Ancak arkası açık terlik
(na'l) türü bir şey bulamaz ise bunların topuktan aşağısını kessin. Ne
za'feranla ne vers veren bitki) ile boyanmış bir elbise de giymeyiniz." [791]
759-) İbni Abbas (r.a.):
"Rasûiüllah (s.a.v.)'i, hutbe verirken işittim, ihramlıyı kastederek:
"Don-şalvar giymek, İzar bulamayana; kapalı mest türü ayakkabı da, arkası
açık terlik (na'l) türü bir şey bulamayan içindir" buyuruyordu"
demiştir[792]
760-) Ya'lâ b. Ümeyye
(r.a.) Hz. Ömer (r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e vahiy inerken bana
göstersen." dedim, Hz. Peygamber (s.a.v.) yanında bir bölük ashabı ile
(Mekke üe Taif arasındaki) Cirâne'de iken bir adam geldi ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, koku sürünmüş halde iken umre için ihrama giren bir kimse için ne
dersin?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir müddet sustu, kendisine vahiy
gelmişti. Bu sırada Ömer (r.a.) Ya'lâ'ya işaret eti. Ya'lâ hemen geldi.
Rasûiüllah (s.a.v.)'in üzerinde kendisine gölgelik yapılmış bir kumaş vardı.
Ya'lâ başını gölgeliğin içine koydu. Bir de baksa ki, Rasûiüllah (s.a.v.)'in
yüzü kıpkırmızı °Jmuş hırıltılı ses çıkarıyordu. Sonra vahyin etkisi giderildi:
"Umreden soran kimse nerede?" buyurdu. Adam çağrılıp getirildi,
Rasûiüllah ..a ' "Üzerindeki kokuyu üç defa yıka cübbeni de çıkar ve
»zerine hacda giydiğin şey/eri umrede de giy" buyurdu. [793]
761-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine halkı için: ul-Huleyfe'yi, Şam halkı için:
Cuhfe'yi, Necd halkı için Karnu'l-Menâzil'i,Yemen halkı İçin: Yelemlem'i ihrama
girme yeri (mikat) olarak belirledi. Bu yerler aynı zamanda buranın halkı
olmayıp da, hac veya umreye bu yönden gelenlerin de mikatıdır. Bu mikat
yerleri ile Mekke arasında olanlar ise bulundukları yerden ihrama girerler,
Mekkeliler de Mekke'den ihrama girer." demiştir. [794]
762-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.): "Medine halkı,
Zü'İ-Huteyfe'de ihrama girer. Şam halkı, Cuhfe'de ihrama girer. Necd
halkı, Kam'da ihrama girer
Rasûiüllah
(s.a.v.)'in, Yemen halkı, Yeiemlem'de ihrama girer, diye buyurduğu da bana
ulaştı"[795]
763-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan: "Rasûiüllah (s.a.v.)'in telbiyesi "Lebbeyk Allahümme
Lebbeyk. Lebbeyke Lâ Şerike Leke Lebbeyk. İnne'hHamde ve'n-Ni'mete Leke
ve'i-Müfk. Lâ Şerike Leke («Allah'ım davetine icabet ettim, davetine icabet
ettim. Senin hiçbir ortağın yoktur. Sana icabet ettim. Şüphesiz hamd, nimet ve
hakimiyet senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur)" şeklindedir." [796]
764-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûiüllah (s.a.v.)'i saçını yapışkan bir madde ile birbirine toplamış
yüksek sesle telbiye getirirken dinledim." demiştir. [797]
765-) Yine İbni Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) mescidin yanından başka bir yerde telbiye
getirmedi." demiştir. Kendisi mescidden, Zü'1-Huleyfe'deki mescidi
kasdetmiştir. [798]
766-) İbni Ömer
(r.a.)'a: "Senin, tavaf ederken sadece Yemen tarafındaki iki kenara
(Rökn-ö YemânîYe) dokunduğunu gördük. İhramda da tabaklanmış deriden terlik
giyer gördük, san boya ile boyandığını gördük, Mekke de iken halk hilali
gördüklerinde (zm-mcce'nin başmda) ihrama girerken senin Arafeden bir önceki
gün (züi-mcce'nin 8. günü) ihrama girdiğini gördük" denildi. Abdullah b.
Ömer (r.a.): "Şöyle açıklayayım, Kabe'nin kenarları hususunda Rasûiüllah
(s.a.v.)'i sadece Yemen tarafındaki iki köşeye (Rükn-üdokunurken gördüm.
TabakJanmış deriye gelince, ben Rasûiüllah (s.a.v.)'i üzerinde tüyleri kalmamış
deriden terlik giydiğini ve bunun içinde de abdest aldığını gördüm dolayısıyla
ben bunu giymeyi severim. Sarı boyaya gelince, ben Rasûlüllah (s.a.v.)'i
bununla boyandığını gördüm bu nedenle ben bununla boyanmayı severim. Hilal
konusuna gelince, ben Rasûlüllah (s.a.v.)'i bineğinin kendisini götüreceği
zamana kadar (Arafat'a çıkmaya hareket edene kadar) ihrama girmediğini
gördüm" demiştir. [799]
767-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'i Zü'1-Huleyfe'de devesine bindiğini, devesi kalkıp
doğrulana değin telbiye getirdiğini gördüm." demiştir.
(Teibiye: Lebbeyk
Allahümme Lebbeyk...demektir. 763 ve 838. haclisllere bakınız.) [800]
768-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a,v.) İhrama girerken
ihramı için, (traş oiup, şeytan taşladıktan sonra) Kabe'yi' tavaf etmeden önce
ihramdan çıkarken, ihramdan çıkışı için kendisine' koku sürerdim."
demiştir. [801]
769-) Hz. Aişe (r.a.)î
"Rasûlüllah (sia.v.ye ihrama girerken, İhramdan gkarken ellerimle (kanşık
kotu) zerîre kokusu sürerdim." demiştir. [802]
770-) Aişe (r.a.):
"Hz, Peygamber (s.a.v.)'in ihramda iken saç ayrımındaki kokunun
parıltısını sanki görür gibiyim" demiştir. [803]
771-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bulabildiği en güzel kokuyu kendisine sürerdim.
Öyleki kokunun parıltısını sakal ve sa-Ç'nda hissederdik." demiştir.[804]
772-) "Rasûlüilah
(s-a-v-)'e koku sürerdim, kendisi arını dolaşır (onlarla birleşir) sonra
sabahleyin ihrama girmiş sırada ihramından kokular yayılırdı."
demiştir.iken (avladığı) yaban eşeği hediye etmiş fakat Rasûlüllah kabul
etmemiş. Yüzündeki üzüntüsünü görünce: "Biz onu ihramit olduğumuz için
sana geri verdik, "buyurmuştur.
(Ebvâ ve Biveddân,
Mekke ile Medine arasında bir yer ismidir. Bir sonra gelecek cilan hadiste
ihramlının av etinden yiyebileceği hükmü çkarken, bu hadiste Efendimiz kendisine
getirilen avı ihramSı olduğu için geri çevirmiştir. Bunun sebebi için, ihramlı
olanlara, av kendileri için avlanmadığından dolayı caiz olmuştur. Bu hadiste
ise söz konusu avın Rasûlüllah (s.a.v.)'e niyetle avlandığından dolayı
ihramlıya caiz olmadığından geri çevirmiştir, denilmiştir. Bir kısım âlimler
ise bu hadisten hareketle her ne olursa olsun bütün hallerde ihramlıya av
etinin haram olduğunu söylemişlerdir.) [805]
774-) Ebû Katâde (r.a.),
şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte yola çıktık, Kâha
mevkiine vardığımızda kimimiz ihramlı kimimiz de ihram-sız idi. Arkadaşlanmın
bir şeye baktıklarını gördüm, o tarafa baktım ne göreyim yaban eşeği. Hemen
atımı eğerleyip mızrağımı alarak bindim ama kırbacım düşüverdi. Arkadaşlarıma:
"Kırbacımı alıverin" dedim. Kendileri ihramlı idiler, bu yüzden:
"Vallahi sana bu konuda yardım edemeyiz" dediler. Ben de inip kendim
aldım, atıma bindim ve bir tepenin gerisinde yaban eşeğine arkasından yetişip
mızrağımla yaralayıp kestim. Daha sonra arka-daşlanma getirdim. Arkadaşlanmın
bir kısmı: "Yiyiniz" dedi. Bir kısmı da: "Yemeyiniz" dedi,
Hz. Peygamber (s.a.v.) ilerimizde idi, atımı mahmuzlayıp kendisine yetiştim:
"Helaldir, buyurdu"[806]
775-) Ebû Katâde (r.a.)
anlatır: "Hudeybiye yılında Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte yola çıktık.
Arkadaşlarım ihrama girdi fakat ben girmemiştim. Bu Sırada (Mekke Üe Medine
arasında bulunan) Gaykâ'da düşman Oİdu-ğu haberini aldık. Bunun üzerine o
tarafa gönderildik. Arkadaşlarım bir yaban eşeği görmüş, birbirlerine
gülüyorlardı. Ben de baktım, onu gördüm. Hemen atımı üzerine salıp vurarak
yakaladım. Arkadaşlarımdan yardım istedim (ihramlı olduklarından) bana yardım
etmek istemediler. Sonunda bu avdan hepimiz yedik. Düşman bizi Rasûlüllah'ın
bulunduğu hattan keser endişesiyle dönüp Rasûlüllah (s.a.v.)'e ulaştım. Yolda
atımı kah koşturuyor kah kendi yürüyüşüne bırakıyordum. Bu sırada gece yarısı
Gıfâr kabilesinden bir kimse ile karşılaştım: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i
nerede bırakmıştın?" dedim: "Ta'han'da. Kendisi Sukyâ'da öğle
uykusuna yata-
Cağını
Söylemişti." dedi. (Ta'han: Mekke yolu üzerinde subaşıdır. Sukyâ ise Mekke
ile Medine araanda bir koydur.) Nihayet Rasûlüllah (s.a.v.)'e ulaşıp yanına
geldim ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, ashabın beni gönderdiler, sana Allah'ın
selâm, bereket, ve rahmetini söylüyorlar. Şu anda kendileri düşmanın sizinle
aralarındaki hattı kesmesinden endişe ediyorlar. Onları beklesen." dedim.
O da bekledi, ben: "Ey Allah'ın Rasûlü, yaban eşeği avladık, yanımda geri
kalanı vardır?" dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına:
"Haydigelin, yiyin, "buyurdu. Kendileri bu sırada ihramlı idiler. [807]
776-) Diğer bir
rivayette ise: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldiklerinde: "Bu ava
saldırmasını sizden emreden veya avı işaret eden biri var mıdır?" buyurdu.
Onlarda: "Hayır." dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "O halde onun
etinden geri kalanını yeyiniz." buyurdu.
(İhramda iken
avlanmanın yasaklığı konusunda Allah şöyle buyurur: «Ey îman edenler, ihramda
iken av öldürmeyiniz. Sizden kim bilerek öldürürse öldürdüğünün dengi olan bir
hayvan cezası vardır. İçinizden iki adi! kişinin karar vereceği, Kabe 'ye
u-laşacak bir kurban yahut yoksuilan doyurma keffareti ya da buna denk
oruçtur.» (Maide: 95) [808]
777-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Beş hayvan vardır ki bunların tümü fâsıktir,
harem bölgesinde bile öldürülür. Bunlar karga, çaylak, akrep, fare, saldırgan
köpektir, "buyurmuştur. [809]
778-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Beş hayvan vardır
ki bunlar harem bölgesinde iken de ihramlı iken de öldürülmesinde bir sakınca
yoktun Fare, akrep, karga, çaylak ve saldırgan köpek"[810]
779-) Hz. Peygamber
(s.a.v. )'in hanımı Hafsa (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Beş hayvan vardır ki bunların tümü fâsıktır, öldürülmelerinde bir
sakınca yoktur: Akkarga, çaylak, fare ve saldırgan köpek"
Diğer bir rivayette
ise: "Alamazda öldürülmesinde de bir sa yoktur" ilavesi vardır.
(Bu
hayvanlara fâsık denilmesinin sebebi kelimenin sözlük anlamından dolayıdır.
Fâsık, keiime anlamı olarak çıkan demektir. Bu hayvanların harem bölgesinde bile
öldürülmesine müsade edildiğinden dolayi öldürme yasağı içerisinden çıkan hayvanlar
olduğu için fâsık (=çıkan) denilmiştir. Yahut da İnsanlara zararları dokunup
faydalı olmaktan çıktıklarından dolayı da fâsık denilmiştir.
Söz konusu
hayvanların hadiste beş tanesi zikredilmişse de, diğer hadislerde başka
hayvanların zikredilmesi nedeniyle sayı sekize kadar çıkmaktadır. Diğer hayvanlarla
birlikte öldürülmesi bildirilen hayvanların başlıcaları şunlardır: Akrep,
yılan, fare, keler, çaylak, karga, alaca karga, saldırgan köpek.
Hadiste bildirilen
hayvanların dışındaki zararlı hayvaniar da buna kıyasla öldürülebîlir,
denilmiştir. Söz gelimi çaylağa kıyasla kartal, şahin; saldırgan köpeğe kıyasla
aslan, kaplan, sırtlan, pars vs.Bir kısım âlimler ise öldürülebiiir hayvanlann
sadece hadislerde bildirilenlerle sınırlı olduğunu söylemişlerdir. Ancak
değişik hadislerde farklı hayvanîann zikredilmesi öldürülecek hayvanlann
sınırlı olmadığını gösterir. Zarar verme ve saldîrgan olma ortak özellikleri
olduğu için bunlara benzeyenler de zararlı olduğu sürece öldürülür.) [811]
780-) Ka'b b. Ucre
(r.a.) anlatır: "Hudeybiye'de Rasûtüilah (s.a.v.) başımın ucunda durdu, bu
sırada başımdan bitler uçuşuyordu. Bunun üzerine: "Başındaki haşereler
seni rahatsız ediyorlar herhalde?" buyurdu: "Evet" dedim:
"O halde başını tıraş et." buyurdu. «İçinizden hasta olan veya başında
rahatsızlığı olan kimse oruç, sadaka veya kurbandan olmak üzere fidye verir.»
(Bakara: 196) ayeti benim hakkımda indirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Üç gün oruç tut, yahut altı fakire bir ferak sadaka verya da
kolayına gelen bir kurban kes. "buyurdu.
(Ferak üç sa1
karşılığı ölçü birimidir. Bir sa' yaklaşık üç kg.'dır.) [812]
781-) Yine Ka'b b. Ucre
(r.a.)'dan gelen bir başka rivayette ise: "Ayet Özellikle benim hakkımda
indi, ama sizi de içerisine alır." demiştir. [813]
782-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), ihramlı iken hacamat olmuştur. [814]
783-) İbni Buhayne
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ihramlı ikenLahyu Cemel'de başının
ortasından hacamat oldu." demiştir.(Lahyu Cemei Mekke ile Medine arasında
Medine'ye daha yakın bir mevkidir. Hacamat, belirli usullerle vücudun belirli
yerlerinden kan almaktır. Hacamat hakkında aeniş bligi için DİA "Hacamat"
maddesine veya "Sahîh-i Buharı" Muhtasarı Tecrîd-i Sarih" isimli
çalışmamadaki 1964. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [815]
784-) Abdullah b. Huneyn
anlatır: "Abdullah b. Abbâs (r.a.) ile Misver b. Mahrame (r.a.) Ebva
denilen yerde anlaşmazlığa düştüler. Abdullah b. Abbâs (r.a.): "İhramlı
başını yıkayabilir." dedi. Misver (r.a.) ise: "İhramlı başını
yıkayamaz." dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbâs (r.a.) beni Ebû Eyyüb
e!-Ensârî (r.a.)'a gönderdi. Kendisini kuyunun başındaki iki direk a-rasında
bir elbise ile perdelenmiş yıkanırken buldum, selâm verdim: "Bu gelen
kimdir?" dedi: "Ben, Abdullah b. Huneyn. Abdullah b. Abbâs, beni
"Rasûlüllah (s.a.v.) ihramlı iken başını nasıl yıkardı?" diye sormam
için sana gönderdi." dedim. Ebû Eyyûb (r.a.) elini elbiseye koyup aşağı
indirdi, bu suretle başını gördüm. Sonra kendisine su döken kimseye: "Su
dök" dedi. O da başına su döktü. Sonra ellerini öne ve arkaya çekerek
başını oğuşturdu: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i böyle yaparken gördüm,"
dedi. [816]
785-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Arafat'ta hac sırasında bir adam Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında
vakfe yaptığı sırada birden devesinden düşüp, boynu kırıldı (ve öldü) Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Su ve Si dr ile yıkayıp iki bez (ihramı) içerisine
kefenleyin koku sürmeyin başını da örtmeyin, çünkü o kıyamet günü (ihramıyia)
telbiye getirerekdiriltilecektir. "buyurdu."
(İhramda İken vefat
eden kimsenin kefenlenmesi konusunda değişücyaklaşrm-lar vardır. İmam Safi,
Ahmed b. Hanbel ve bir kısım âlimler yukarıdaki hadisi deli! getirerek İhramda
iken vefat eden kimsenin başı açık olarak ihramıyla defnedileceğini
söylemişlerdir. Diğer tarftan İmam Mâlik, İmam Azam Ebû Hanife ve bir kısım
âlimler ise bu hadisdeki uygulamanın gene! değil özel bir uygulama olduğunu
belirterek ihramda iken vefat eden kimsenin kefenlenmesinde farklı uygulamaya
tabi tutulmayacağını belirtmişlerdir.) [817]
786-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) Dubâa bintü Zübeyrln yanına girdi ve: "Herhalde
haccetmek istemiştin?" dedi. O da: "Vallahi hastalıktan başka hiçbir
(mazeret) bulamıyorum" dedi. Bunun üzerine: "Sen hocanı yap ve:
"Allah 'im, ihramdan çıkış yerim beni alıkoyduğun yere kadar olsun"
diyerek şart koş " buyurdu. (Kureyş kabilesinden oian) °ubâa, (Köleasıih)
Mikdâd b. Esved'in hanımı idi." demiştir.
[818]
787-) Hz. Aişe (r.a.):
"Zü'l-Hiccenin hilalini gözetleyerek Medine'den hacc etmeye çıktık. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Kim umre için ihrama girmek isterse girsin. Eğer ben de yanımda
kurban getirmemiş ofsaydım umre için ihrama girerdim" buyurdu.
Müslümanların bir kısmı umre için diğer bir kısmı da sadece hac için ihrama
girdi. Ben umre için ihrama girenlerdendim. Arefe günü, bana âdetimi görürken
ulaştı ben de durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ilettim: "O zaman umreni
bırak saçını çöz ve tara sonra da Hac için ihrama gir" buyurdu. Ben de
böyle yaptım. Mina'dan ayrıldıktan sonraki gelen ve Hasbe'de konaklanılan gece
geldiğinde kardeşim Abdurrahman b. Ebi Bekr'i (umre ihramına girmem için)
benimle gönderdi. Ten'im mevkisine çıktım. Bozduğum umrenin yerine tekrar umre
için ihrama girdim." demiştir. (Hadisi Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet eden)
Hişam b. Urve: "Başladığı ilk umreyi bozmasından dolayı ne kurban, ne oruç
ne de sadaka verme gibi dini bir ceza geldi." demiştir. [819]
788) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Sadece haccetme niyetiyle Medine'den çıktık (Mekke yakınlarındaki)
Şerifte bulunduğumuzda âdetim geldi. Bu sırada Rasûlüllah (s.a.v.) yanıma girdi
ben ağlıyordum: "Neyin var âdet mi gördün?" buyurdu "Evet"
dedim. O da: "Bu, Allah'ın, Â-dem'in kızlarına yazdığı bir yazgıdır. Kalk hacctn
gereklerini yerine getir ancak Kabe'yi tavaf etme" buyurdu. Rasûlüllah
(s.a.v.) hanımları namına sığır kurban etti" demiştir. [820]
789-) Hz. Aişe(r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte hac zamanındaki hac aylannda
ve hac gecelerinde Medine'den haccetmek için gktık (Mekke yakmianndaki) Şerifte
konakladık. Rasûlüllah (s.a.v.) ashabının karşısına çıktı ve: "Sizden
kimin yanında kurbanı yoksa (hac niyetini bozup önce) umre yapmak istiyorsa hac
niyetini bozup önce umre yapsın, ancak kurban getirmiş ise hac niyetine devam
etsin," buyurdu. Bunun üzerine ashabtan, hac niyetini bozup önce umre
yapan da oldu, yapmayan da oldu. Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabından bir kısım
kimseler ki bunlar kurban getirme imkanına sahip kimselerdi, yanlarında
kurbanlarıolduğundan umre yapamadılar. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) benim yanıma
girdi, ben de ağlıyordum: "Ey kadın, seni ağlatan nedir?" buyurdu:
"Ashabına söylediğin sözünü duydum, ben umre yapmaktan alıkonuldum."
dedim: "Neyin var?"dedi: "Namaz kılamam" dedim: "Sana
zararı yok. Çünkü sen Âdem'in kızlarından bir kadınsın. Allah, onlara yazdığı
yazgıyı sana da yazdı. Haccını yap belki Allah seni umre ile de
nzıkiandınr."buyurdu. Neticede hacılarla Arafat'a çıktık, farz tavafı yaptım,
sonra Mina'dan son dönüşte beraber yola gktım. Muhassab'a indiğinde kendisiyle
biz de inip konakladık. (Kardeşim) Abdurrahman b. Ebî Bekr'i çağırıp:
"Kardeşinle harem sınırlarından çık, umre için ihrama girsin (umreden)
sonra ihramdan çıkın ve buraya gelin, ben gelene kadarikinizi burada
bekliyorum."'dedi. Umre için yola çıktık, ihram yerinden ayrılıp, tavafı
da bitirdikten sonra seher vakti yanına geldim: "Umreyi bitirdiniz
mi?" buyurdu: "Evet" dedim. Ashabına Medine'ye hareket
etmelerini bildirdi, arkasından halk hareket edip Medine'ye doğru yürüdü." [821]
790-) Yine Hz. Aişe
(r.a.)'dan gelen bir başka rivayette ise: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile
birlikte sadece hacc etmek fikriyle yola çıktık. Mekke'ye geldiğimizde Kabe'yi
tavaf ettik. Hz. Peygamber (s.a.v.) kurban getirmeyenlerin ihramdan çıkmasını
emretti, bunun üzerine kurban getirmeyenler ihramdan çıktı. Hanımları da kurban
getirmediklerinden ihramdan çıktılar. Safiyye de: "Hac kervanını Medine'ye
hareketten alıkoyduğumu zannediyorum." dedi. (Çünkü veda tavafını
yapmadan adeti gelmişti.) Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Hayda! Sen
kurban bayramı gününde farz tavafını yapmadın mıydı?" buyurdu: "Evet
yaptım" dedi: "Öyleyse sorun yok, haydi yola koyul" buyudu. [822]
791-) Abdurrahman b. Ebi
Bekir (r.a.)'dan. Hz. Peygamber kendisine Hz. Aişe (r.a.)'yı bineğinin
arkasına bindirip Ten'im'den ihrama gi-np umre yaptırmasını emretmiştir. [823]
792-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ve as~ abl hac için ihrama girmiş
ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Talha'nın dışındahiçbir kimsenin yanında kurbanı
yoktu. Ali de (görevli gittiği) Yemen'den yanında kurbanı ile geldi ve:
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in girdiği ihram şekliyle ihrama girdim"
dedi. Hz. Peygamber (s.a.v,) yanında kurbanı oianiarın dışındaki ashabına, hac
niyetiyle girdikleri ihramlarını umreye çevirmelerini, tavaf edip tiraş oiarak
ihramdan çıkmalarını emretti. Onlar da: "Eteklerimizden meni damlar
haldeyken Mina'ya mı gideceğiz?" dediler. (Burada söylenilmek istenilen,
bir kimse hac !çln Mekke'ye gelip, ihrama girdiğinde hac ibadeti bitene değin
ihramlıya haram şeyler hiçbir zaman helâl olamaz, bunun en üst noktası da cinsi
birleşmedir. Ashab ihrama girmiş, şimdi de bu ihramdan çıkmalan bir süre
ihramsız dolaşmaları isteniliyordu, bunu biraz yadırgamışlardı) Bu söz Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e ulaştı, o da: "Geçmişte size emrettiğim şeyin
durumunu önceden biiebiiseydim, ben de kurban getirmezdim. Eğer yanımda kurban
olmasaydı, ben de ihramdan"buyurdu.
(Geçmişte size
emrettiğim şeyin durumu demek "şimdi öğrendiğim hac aylarında umrenin de
yapılabileceğini önceden öğrenebilseydtm." demektir.) [824]
793-) Cabir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Ali'ye ihramında
kalmasını emretti. Ali b. Ebû Talib, Yemen'deki görevinden gelmişti. Hz.
Peygamber (s,a,v.), kendisine: "Ey Ali ne ile ihrama girdin?"'buyurdu:
"Hz, Peygamber (s.a.v.)'in girdiği ihram ile" dedi: "Kurbanını
getir ve ihramlı kal" buyurdu. Ali de kurbanını getirdi." [825]
794-) Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum (r.a.) Rasûlüliah (s.a.v.)'le Akabe
Cemresi'ne taş atarken karşılaşmış ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, hac aylarında
umre yapmak sadece size mahsus bir şey midir?" demiş, o da: "Hayır,
sonsuza «^Aenfcase "buyurmuştur. [826]
795-) Hz, Aişe
(r.a.)'dan. Kureyş ve Kureyş'e tâbi olanlar Müzdeiife'de vakfe yaparlar,
kendilerine: "Hums" adı verilirdi. Bu arada diğer Araplar ise
Arafat'ta vakfe yaparlardı. İslâm gelince, Allah Peygamberine Arafat'a çıkıp
orada vakfe yapmasını emretti. İşte bu emir: «Sonra insanların dönüp geldikleri
yerden, siz de dönüp geliniz...» (Bakara: 199) ayetindedir." [827]
796-) Cübeyr b. Mut'im
(r.a.) anlatır: "Devemi kaybetmiştim, arefe günü aramaya çıktım, bir de
baktım ki Hz. Peygamber (s.a.v.) Arafat'ta vakfe yapmaktadır, ben:
"Vallahi, bu Hums'dur, onun buradane işi var?" dedim.
(Bilindiği gibi Hz.
İbrahim (a.s.) haccın nasıl yapılacağını etrafındakilere Öğretmiş, ondan sonra
geien nesiller hac ibadetinin şeklini kısım kısım bozup değiştirmişlerdir. Bu
değişikliklerden birisi de güya İbrahim (a.s.)'ın yakınları Arafat'a vakfeye
gitmeyip Mekke'de harem sınırlarında vakfe yaparlar, düşüncesidir. Bu kimselere
de "Hums" denilmiştir. (Bir önceki hadise bakınız) Bir nevi ruhban
aristokrat sınıf oluyor. Kureyş kabilesi kendilerinin Hums olduğunu iddia
ederdi, Efendimiz (a.s.) hac konusunda, İbrahim (a.s.)'ın uygulamalarına ters
düşen keyfi birtakım davranışları kaldırdığı gibi "Hums"
uygulamasını da kaldırmıştır. Cahiliye uygulamalarından bir diğeri de güya
Kabe'yi tavaf eden kimseler kendi elbiseleri ile tavaf edemezler, ancak Hums
olan kimselerin elbiselerini giyerek tavaf edebilirlerdi. Hums olan erkek veya
kadın hac için gelenlere iltifat oiarak tavaf süresince elbiselerini verirler,
böylece tavaf yapmış olurlardı. Eğer hacılar Hums kimselerden elbise
alamazlarsa kendi elbiseleriyle tavaf edemeyeceklerinden dolayı çıplak olarak
tavaf etmeleri gerekirdi.) [828]
797-) Ebû Musa
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüliah (s.a.v.)'in yanına geldim,
kendisi Bahtâ'da devesini çökertmiş konaklıyordu: "İhrama ne niyetle
girdin?" buyurdu: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ihrama girdiği
niyetle" dedim: "Kurbanlık getirdin "buyurdu: "Hayır"
dedim: "O zaman, Kabe'yi tavaf et Safa ve Merve arasını say et sonra da ihramdan
buyurdu, Ben de Kabe'yi tavaf ettim, Safa ve Merve arasını say ettim sonra
kabilemden bir hanımın yanına geldim. Başımı tarayıp yıkadı. Ebû Bekir'in
halifeliği dönemlerde halka bu şekilde fetva veriyordum, Ömer'in halifeliği
dönemde de halka bu şekilde fetva veriyordum ki, bir haç mevsiminde ayakta
dururken bana bir kimse geldi ve: "Müminlerin Emirtnjr., hac ibadeti
konusunda yeni bir şey getirdiğini bilmiyorsun herhalde" dedi. Ben de:
"Ey insanlar, her kime bir fetva vermiş isek biraz yavaş olsun. Bakın
işte Müminlerin Emin yanınıza gelmektedir, kendisinin diyeceklerine
uyunuz" dedim. Yanımıza geldiğinde: "Ey Müminlerin Emiri, hac ibadeti
konusunda getirdiğini yeni bir şey nedir?" dedim: "Eğer, Allah-m
kitabın alırsak Allah: «Hac ve umreyi, Allah için tamam yapınız buyurmuştur.
(Bakara:196) (Allah başlanılan bir şeyin tamamlanmasını emretmektedir.) Eğer
Peygamber'imizin (s.a.v.)'in sünnetini aiırsak Hz. Peygamber (s.a.v.), kurban
kesene değin ihramdan çıkmamıştır." dedi."
Diğer bir rivayette
ise şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), beni Yemen'e göndermişti.
Kendisinin hacc yaptığı yılda onunla buluştum. Rasûlüllah (s.a.v.), bana:
"Ey Ebû Musa, ihrama girdiğinde nasıl niyet ettin?" buyurdu:
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ihrama girdiği niyetle ihrama girdim"
dedim: "Kurbanlık getirdin mi?" buyurdu: "Hayır" dedim:
"Haydi git. Kabe'yi tavaf et Safa ve Merve arasını say et sonra da ihramdan
buyurdu"[829]
798-) İmrân b. Husayn
(r.a.): "Allah'ın Kitabında hacda, umreden de faydalanmayı belirten ayet
indirilmiştir. Biz bu şekilde bir haca Rasûlüllah (s.a.v,) ile birlikte yaptık,
Kur'ân'da bunu haramlayan hiçbir hüküm indirmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de
bunu yasaklamadı, neticede vefat etti. Ama bir kimse kendi görüşü ile
dilediğini yapıp söylüyor" demiştir. [830]
799-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) veda haccında umre ile haca birleştirerek temettü
haca yaptı ve Kabe'ye kurban getirdi. Zü'i-Huleyfe mevkisinden yanındaki
kurbanı önüne kattı. Rasûlüllah (s.a.v.) (burada hac işine) başladı ve umre
için telbiye getirdi, sonra da hac için telbiye getirdi. Halktan Kabe'ye
kurban kesenler kurbanlarını önüne kattı, kimisi de Kabe'ye kurban
getirmemişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde halka: "Sizden
kim Kabe'ye kurban getirdiyse haccını tamamlayana değin ihramlıya haram olan
şeyler kendisine helâl olmaz. Kim kurban getirmediyse Beytullah'ı tavaf edip
Safa ve Merve'yisay etsin, saçını kesip ihramdan çıksın. Sonra da hac için
ihrama girsin. Kim kesecek kurban bulamaz ise hac süresinde üç gün, evine döndüğünde
de yedi gün oruç tutsun, "buyurdu." demiştir.
(Yüce Allah
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur: «Hac ve\umreyi Allah için tamamlayın. Eğer
engellenmiş olursanız kolayınıza gelen kurban kesin- Kurban yerine varıncaya
kadar saçınızı kesmeyiniz... Güvene kavuştuğunuz zaman umre ile haca birleştirerek
umreden de istifade etmek isteyen kolayına gelen kurbanı keser. Kurban
kesemeyen ise hac süresinde üç gün, döndüğünüzde de yedi gün oruç tutar bu tam
olarak nn gündür. Bu ailesiMescid-iHaram'da oturmayanlar içindir.» (Bakara: ı%)[831]
800-) Urve b.
Zübeyr'den, o da Âişe (r.a.)'dan. İbni Ömer (r.a.), tarafından rivayet edilen
bir önceki hadiste anlatılan; Hz. Peygamber (s.a.v.)'irı umre ile birlikte hac
yaptığı ve kendisiyle birlikte halkm da temettü haccı yaptığı Âişe (r.a.)'dan
da bildirilmiştir. [832]
801-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Hafsa (r.a.)'dan. Kendisi: "Ey Allah'ın Rasûlü,
Sen umrenden dolayı ihramdan çıkmazken, umre ile ihramdan çıkan kimselerin
durumu nedir?" demiş, o da: "Ben saçımı toparlayıp yapıştırdım,
kurbanımı belirledim, artık kurbanımı kesene değin ihramdan çıkamam,
"buyurmuştur. [833]
802-) Nâfî'den. Abdullah
b, Ömer (r.a.) kargaşa (fitne) döneminde umre niyetiyle Mekke'ye giderken:
"Eğer Kabe'ye ziyaretten alıkonulur-sam, Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte
yaptığımız gibi yaparım" dedi ve umre için ihrama girdi (hac için ihrama
girmedi.) Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) de Hudeybiye yılında (hac için değil) umre
için ihrama girmişti. Daha sonra Abdullah b . Ömer durum değerlendirmesi yaptı
(hacdan alıkonulma nedeniyle
ihramdan çıkma ile
umreden alıkonulma nedeniyle ihramdan çıkmayı kastederek):
"Bunlarınikisinin de hükmü aynıdır" dedi ve arkadaşlarına döndü:
"Bunların ikisinin de hükmü aynıdır. Şahit olun ki ben umreyle birlikte
hacca niyet ettim" dedi. Kabe'ye vardığında umre ve hac için tek tavaf
etti ve bu tavafı yeterli görüp kurban kesti.
(Hadisimizde sözü
edilen kargaşa döneminden maksat, Yezid'in Şam ordusunun Kabe'yi kuşatma
altına aldığı ve daha sonra mancınıkla topa tuttukları zamandır. Bu sırada Kabe
kuşatma altında olduğundan dolayı İçeriye kimsenin girmesine izin verilmiyordu.
Dolayısıyla Abdullah b. Ömer (r.a.) da hac ibedetini tam vapıp yapa-mayacağmı
tam olarak bilemediğinden önceden durum değerlendirmesi yapmıştı. Kuşatma
altındaki Kabe'ye girmeyi başardığında ise kısa tutup geri çekilmiştir.) [834]
803-) Nâfî'den. Abdullah
b. Ömer (r.a.), Haccac-ı Zalimin Abdullah b.Zübeyr (r.a.)'ın üzerine yürüdüğü
zamanlar hac yapmak istedi. Kendisine:insanlar arasında savaş vardır seni
Kabe'yi ziyaretten alıkoymalarından
korkuyoruz"
denildi. O da: "Sizin için, Allah'ın Rasûlünden alacağınız güzelvardır.
Rasûlüllah (s.a.v.)'in yaptığı gibi yapanm. Ben, umreye niyetettiğime sizi
şahit dedi ve yola Çlktl, (İhrama girilen Zü'l-Huleyfeye yakın bölge
oian) Beydâ topraklannın kenanna vardığında: "Hac ve umrenin durumu
birdir. Ben, umremle birlikte hac etmeye niyet ettim ve sizi buna-şahit tutuyorum"
dedi ve Yolu üzerindeki Kadîd'den Mekke'de hac için kesilecek bir kurban aldı
ve hem umre hem hac niyetiyle ihrama girip hareket etti. Mekke'ye vardığında
Kabe'yi tavaf etti Safa ve Merve arasını say yaptı bu ibadetleri attırmadı,
kurbanını kesmedi, tıraş olmadı ihramdan da çıkmadı nihayet kurban bayramı günü
geldiğinde kurbanını kesti traş oldu. İlk yaptığı tavafın hem umresi hem de
haccı için yeteceği görüşüne vardı. Abdullah b. Ömer (r.a.): "Rasûlüllah
(s.a.v.), böyle yaptı" dedi.[835]
804-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i hac ve umreye birlikte telbiye
getirirken işittim." (Yani girdiği ihrama hem umre yapmak hem de hac
yapmak için girmiştir) Hadisi Enes (r.a.)'dan rivayet eden Bekir b, Abdullah:
"Bunu Abdullah b. Ömer'e söyledim: "Sadece hac i-çin ihrama
girdi" dedi. Tekrar Enes ile karşılaştım ve Abdullah b. Ömer'in
söylediğini ona anlattım. Bunun üzerine Enes: "Siz bizi çocuk mu sayıyorsunuz,
Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Umre ve Hac için telbiye getiriyorum"ö\ye
buyururken işittim" dedi."
(Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in ifrad haca mı yoksa kıran haccı mı yaptığı konusunda değişik
yaklaşımlar vardır. îfrad haccı yaptı diyenler hac ve umreyi birleştir-medi,
demektedirler. Kıran haca yaptı diyenler, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Önce İfrad
hacana niyet ettiğini daha sonra umreyi de içine katarak kıran haccına
çevirdiğini, söylemişlerdir. Yanında kurban getirmeyenlere umre yapıp ihramdan
çıkmalarını daha sonra hac için tekrar ihrama girmelerini söylemiştir ki, bu
da temettü haca olur, kendisi kurban getirdiğinden ihramına devam etmiştir.
Gerek kıran haccı gerekse İfrad haccın tek ihramla yapıldığından dolayı
kimilerine göre Efendimiz ifrad haccı yapmış kimilerine göre kıran haccı
yapmıştır.) [836]
805-) İbni Ömer
(r.a.)'a: "Umre tavafı için Kabe'yi tavaf edip de Safa ve Merve'yi say
etmeyen bir kimse hanımına yaklaşabilir mi?" diye soruldu, o da bunun
üzerine: "Hz. Peygamber (s.a.v.) (umre için Mekke'ye) geldi, Kabe'yi yedi
kere tavaf etti, Makam-ı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kıldı ve Safa
ile Merve'yi say yaptı. Rasûlüllah (s.a.v.)'de sizin için güzel bir örnek
vardır." demiştir. [837]
806-) Muhammed b.
Abdurrahman'dan. Irak halkından bir kimse kendisine: "Urve b. Zübeyr'e,
"Hac için ihrama giren bir kimse Kâbeyi tavaf ettiğinde ihramdan çıkabilir
mi çıkamaz mı?" diye bir soruver. Eğer "ihramdan çıkamaz"
derse, bir kimse "çıkabileceğini söylüyor" de" demiş. Muhammed
b. Abdurrahman, şöyle devam eder: "Bu soruyu, Urve'ye sordum:
"İhramdan çıkamaz. Hac için ihrama giren ancak hac bitiminde ihramdan
çıkabilir." dedi: "Ama bir kimse bunun olabileceğini
söylüyordu?" dedim: "İyi söylememiş" dedi. Arkasından soruyu
soran kimse benimle karşılaştı ve ne cevap verdiğini sordu. Verilen cevabı
kendisine bildirdim, o da: "Ona de ki: "Bir kimse, Rasûlüİlah
(s.a.v.)'in bunu yaptığını söyledi. Esma ve Zübeyr'in yaptığına ne
dersin?" dedi. Ben de, Urve'ye gittim ve bu durumu bildirdim: "Bu
kimse kimdir?" dedi: "Bilmiyorum" dedim: "Niye kendisi
gelip de bana sormuyor? Herhalde bu adam Iraklı olmalı" dedi:
"Bilmiyorum" dedim: "Bu kimse doğru söylememiştir. Rasûlüllah
(s.a.v.), haccetmiştir. Bununla ilgili bilgileri bana Âişe anlattı. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'ye geldiğinde ilk yaptığı şey abdest alıp Kabe'yi
tavaf etmek olmuştur. Doha sonra Ebû Bekir de haccetmiş, onun da ilk yaptığı
şey Kabe'ye tavaf etmek olmuş bundan başkası olmamıştır. Sonra Ömer de aynısını
yapmıştır. Daha sonra Osman da haccetti. Onun da ilk yaptığı şey Kabe'yi tavaf
olduğunu bundan başkası olmadığını gördüm. Daha sonra Muaviye ve Abdullah b.
Ömer de aynısını yaptı. Sonra babam Zübeyr b. Avvâm ile birlikte haccettim.
Onun da ilk yaptığı şey Kabe'yi tavaf oldu bundan başkası olmadı. Sonra Muhacir
ve Ensarın da böyle yaptığın bundan başka bir şey yapmadığını gördüm. Böyle
yaptığını gördüğüm en son kimse Abdullah b. Ömer'dir. Hac için girdikleri
ihramdan umre ile çıkmadı-taf- İşte Abdullah b. Ömer aralarındadır. Bunu ona
sormazlar mı! Geçmiş-terin hepsinin Mekke'ye ayak bastıklarında yaptığı ilk şey
Kabe'yi tavaf olup bunun ardından ihramdan çıkmamalarıdır. Annemin ve teyzemin
(teyzesi, hz.) Mekke'ye geldiklerinde ilk yaptıkları şeyin Kabe'yi tavaf
olduğunu bunun ardından ihramdan çıkmadıklarını gördüm. Annem, bana şunu bildirmişti.
Kendisi, teyzem, babam Zübey, falan, falan kimseler sadece umre gelmişler,
Kabe'nin rukunlannı selamladıktan sonra da ihramdan çık-. . Bu konuda seninle
konuşan doğruyu söylememiş, yanılmıştır."
(Hac yapmak
için girilen ihramdan ancak hac ibadeti bittikten sonra çıkılacağını ifade eden
bu hadis ifrad hacandan söz etmektedir. Bilindiği gibi ifrad hacctnda sadece
haccedilir. Temettü haccında olduğu gibi, hac için gelinen Mekke'de önce umre
yapılıp arkasından ihramdan çıkılıp daha sonra Arafat'a çıkılacağı zaman tekrar
ihrama girilmez. Mekke'ye gelirken girdiği ihramdan, ancak Arafat'tan dönüp
tavaf, say ve diğer hususlar tamamlandıktan sonra çıkılır.) [838]
807-) Esma bintü Ebî
Bekir (r.a.) Muhassab'daki Hacûn mevkisine her defa uğrayışında: "Allah,
Muhammed'e salât eylesin, kendisiyle işte şuraya konaklamıştık. O gün yükümüz
az idi, bineğimiz ve erzağımız az idi. Ben, kız kardeşim Aişe, Zübeyr, falanca
ve falanca kimselerle umre yapmıştım, Beytullah'a el sürüp tavaf ettiğimiz
zaman ihramdan çıkmıştık. Sonra öğleden sonra hac için ihrama girmiştik."
demiştir. [839]
808-) İbni Abbâs (r.a.):
"Cahiliye döneminde müşrikler, hac aylarında umre yapmanın yeryüzünde en
büyük günah olduğu görüşünde idiler. Muharrem ayını da Saferayı yapar:
"Devenin arkasındaki yara iyi olur, izi kalmaz, Safer ayı da çıkarsa umre
yapmak isteyene umre helâl olur." derlerdi.
Hz. Peygamber
(s.a.v.) ve ashabı Zü'l-Hicce'nin dördüncü gecesinin sabahında hac için ihrama
girmiş olarak geidi ve ashaba umre yapmalarını emretti, bunu kendilerinin
nazarındaki alışageldikleri uygulamaya karşı çok büyük bir şey olarak gördüler
ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, ihramdan bu çıkışta hangi şeyler helâl
olur?" dediler. (Yani onlar ihramiıyahac bitene kadar yasaklar devam eder
biliyorlardı. Zira umre için ihrama girip umreden sonra ihramdan çıkılsa bile
ihram yasaklarının devam ettiğini zannediyorlardı) Rasûlüllah (s.a.v.)de:
"İhramdan çıktıktan sonraki bütün helâller şimdi de (hac içinihrama girene
kadar) helâldir. "buyurdu.
(1888. hadisin
açıklamasında görüleceği gibi müşrikler kendi kafalarından birtakım şeyler
getirerek bunu din olarak sunmuşlardı. İncelediğimiz hadiste bunlardan ikisi
açıklanmaktadır. Müşrikler hac aylarında umre yapmazlardı. Hz. Peygamber
(s.a.v.) bu yanlış inancı silerek hac ayında umre yapmıştır. 834. hadiste de
cahiliyye döneminde Medine halkının, Safa ve Merve arasını say etmeyi günah
saydıkları anlatılmıştır. İslâm, aslı olmayan bu inançları kaldırmıştır.
Bir diğer husus ise
içerisinde savaşın yasak olduğu haram ayların yerlerinin değiştirilmesidir. Bu
haram aylardan Zü'I-Ka'de, Zü'l-Hicce ve Muharrem ayları peş peşe gelmektedir.
Savaş ve kargaşa ortamına alışık olan müşrikler, peş peşe üç ay savaş yapmadan
duramazlar, savaşmak İstedikleri zaman Muharrem ayını Safer ayı
sayarak haram
aylardan çıktıklarını belirtir ve bu ayda savaş yaparlardı. İbrahim (a.s.)
Kabe'nin bulunduğu bölgenin güvenli ve emniyetli olması için dua etmişti. (Bakara:
126) Bu aylar, haram ayiar olarak adlandırılmıştır; çünkü Hz. İbrahim (a.s.) zamanından
beri, hacıların Kabe'ye barış ve güven içinde gidip-gelmeleri için bu aylarda
cinayet, hırsızlık ve her türlü kanuna karşı davranış şekli yasaklanmıştır.
Fakat zamanle Araplar, hile ile bu yasağı çiğnemeye başladılar. Kendi
isteklerine uydurmak için ayların normal sırasını değiştirdiler. Eğer hırsızlık
yapmak veya kan dökmek isterlerse haram ayı çiğniyorlar ve yerine başka bir
ayı haram ay yapıyorlardı. Müşrikler menfaatleri söz konusu olduğunda ben
yaptım oldu, mantığı ile değil ayların yerini, bazen yılı bile değiştirip 14
ay yapmışlardı. İslâm geldiğinde bu ayları bir düzene koymuş, yılı da on iki ay
olarak belirlemiştir.) [840]
809-) İbni Abbas (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı Zü'l-Hicce ayının dördüncü günü hac için
telbiye getirerek Mekke'ye geldi. Kendisi, yanında kurbanlık getirmeyenlerin
hac için girdikleri ihramı umreye çevirmelerini emretti" demiştir[841]
810-) Şu'be anlatır:
"Bize, Ebû Hamza Nasr b. İmrân ed-Dubeiyy şöyle anlattı: "Temettü
haca yaptım ama birtakım kimseler bana, bunu yasakladı. Bunun üzerine İbni
Abbâs (r.a.)'a sordum. Bana yapmamı emretti, arkasından bir rüya gördüm ki iki
kişi bana: "Kabul görmüş bir hac, kabul edilmiş bir umre" diyorlardı.
İbni Abbâs (r.a.)'a anlattım: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetidir."
dedi ve bana: "Yanımda dur, sana malımdan bir hisse vereyim." dedi.
Hadisi anlatan Şu'be: "Niçin hisse veriyor?" dedim, o da:
"Gördüğüm rüya için." dedi." [842]
811-) İbni Cüreyc, şöyle
demiştir: "Ata, İbni Abbas'm: "Her kim, Kabe'yi tavaf ederse gerek
hac için olsun gerek hac dışında olsun ihramdan çıkar" dediğini bana
bildirdi. Ata'ya: "Bunu neye dayanarak söylüyor?11 dedim: "Yüce
Allah'ın: «Sonra onun ihramdan çıkış yeri Kabe'dir» rHacc: 33) sözüne"
dedi: "Ama bu, Arafat'taki vakfeden sonra değil mi?" dedim:
"İbni Abbas, bunun Arafat'tan sonra da önce de olabileceğini söylerdi. Bu
dayanağı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in veda hacında ihramdan çıkmalarını
emretmesinden almaktadır" dedi"[843]
812-) Muaviye (r.a.):
"Ben Rasûiüllah (s.a.v.)'in saçını mişkas ile kestim." demiştir.
(Mişkas hakkında
çeşitli tarifler yapılmış, enli uzun ok, ensiz uzun ok denilmiştir. Burada söz
konusu olan saç kesiminde kullanılabilen kesici bir alet olmasıdır.) [844]
813-) Enes (r.a.)'dan.
Ali, Yemen'den (Mekke'ye) gelmiş. Hz, Peygamber (s.a.v.), ona: "İhrama
hangi niyetle girdin?" d\ye sormuş, o da: "Peygamber (s.a.v.)'in,
girdiği niyetle" demiş, o da: "Eğer yanımda kurban getirmemiş
olsaydım (Arafat'a çıkana kadar) ihramdan çıkardım " buyurmuştur. [845]
814-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.) kaç kez umre yaptı?" diye soruldu:
"Dört kez: Müşriklerin engellediği Zü'l-Ka'de ayındaki Hudeybiye Umresi,
ertesi yıl anlaşma gereği Zü'l-Ka'de ayındaki umresi (Kaza umresi,)
-zannederim, Huneyn Savaşı'nda ganimetleri dağıttığı sıradaki Grâne
Umresi'dir." dedi: "Kaç kez hac yaptı?11 dedim: "Bir kez"
dedi. [846]
815-) Zeyd b. Erkâm
(r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.) kaç gazve yapmıştır?" denildi:
"On dokuz" dedi: "Sen, kendisiyle kaç gazvede bulundun?"
denildi: "On yedi" dedi (ravi): "Hangisi ilk gazvedir?"
dedim: "Uşeyr veya Uşeyra gazvesi" dedi. [847]
8I6-) Zeyd b. Erkam
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) on dokuz gazve yaptı. Kendisi Hicret'ten
sonra bir defa hacc etti o da Veda Hac-cı'dır, bundan sonra hacc etmedi."
demiştir[848]
817-) Tabiînden Mücâhid
anlatır: "Urve b. Zübeyr ile birlikte mescide girmiştim, baksam ki
Abdullah b. Ömer (r.a.) Hz. Aişe (r.a.)'nın odasına doğru oturmuş bu sırada
bir kısım kimseler mesddde Kuşiuk Namazı kılıyorlardı. Onlann bu namazlannı
sorduk, o da; "Bid'attır." dedi. Sonra arkadaşım: "Rasûiüllah
(s.a.v.) kaç kez umre yaptı?" dedi: "Dört kez, bunlardan birisi de
Receb ayında idi." dedi. Biz kendisine karşı gkmak istemedik. Bu sırada
Mü'minlerin Annesi Aişe (r.a.)'nın odasında dişlerini misvakiadığını duyduk,
hemen Urve kalkıp (teyzesine): "Ey Anneciğim, Ey Mü'minlerin Annesi,
EbuAhdurrahman'ı (ibni ömeri) duymuyor musun?" dedi. O da: "Ne
söylüyor? Rasûlüliah (s.a.v.) dört kez umre yaptı, bunlardan birisi de
Recebdadır" diyor dedi. Hz. Aişe (r.a.): "Aliah, Ebû Abdurrahman'a
(tom Ömer'e)etsin. Rasûlültah'ın yaptığı umrenin hepsinde bulundu, halbukiReceb
ayında asla umre yapmamıştı," dedi. [849]
818-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) (^candan döndüğünde)
ve "Ümmü Sinan" denilen Ensariı bir kadına: "Bizimle birlikte
haccetmiş olmana engel olan nedir?" buyurdu. Kocası Ebû Sinan'ı
kastederek: "Falancanın babası var ya, işte onun su çeken iki devesi
vardı. Bunlardan birisiyle kendisi ve oğlu haccetti, diğeriyle de işçimiz
arazimizi suluyor." dedi: "Ramazan ayında bir umre, (sevapça) bir hacca
veya benimle bir hacca eşittir''buyurdu"
Diğer bir rivayette
ise "bir hacc yerini tutar" buyurmuştur.
(Ramazan ayında
yapılacak umrenin hacca eşit olması, bu aydaki umreden elde edilecek sevabın
önemine dikkat çekmek için olabilir. Yoksa üzerinde hac farzı olan bir kimsenin
Ramazanda umre yapmasıyla farz yerine gelmiş olamaz. Nitekim bu konuda icma
oluşmuştur. Bu tür özendirmelerin bir benzeri, İhlas suresini okumanın
Kuran'ın üçte birini okumaya denk olduğunu belirten hadistir.
Hadiste bildirilen
hükmün sadece ilgili sahabeye özel bir hüküm mü yoksa ümmetin geneiine ait bir hüküm
mü olduğu kesin değildir. Aynî, bu konudaki görüşleri zikrettikten sonra hükmün
genel olduğunu belirtir.
Hadisteki ifadeler
Ebû Dâvûd'da geçen bir hadiste, isminin Ümmü Ma'kıl olduğu bildirilen hanım
sahabi için söylenmiştir, âsik: 79) Hadisin sonunda Ümmü Ma'kıl Ümmü Ma'kıl'ın,
yukarıdaki hadiste geçen Ümmü Sinan olduğu söylenmektedir. Bakınız. Aynî, vm.
293) [850]
819-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan: "Rasûiüllah (s.a.v.) Medine'den çıkarken Zü'l-Huleyfe
Mescidi'nin yanındaki ağaçlı yoldan çıkar, girerken de ağaçh yoldan Medine'ye
daha yakın olan Muarras'tan girerdi. Yine Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'ye çıkarken
Zü'l-Huleyfe'deki ağaçlık mescidinde namaz kılar, Mekke'den gelirken de yine
Zü'l- Huleyfe'de belinin içinde namaz kılar, sabaha kadar burada
gecelerdi." [851]
820-) İbni Ömer
(r.a.)'dan Rasûlüllah (s.a.v.)'in Mekke'ye Bathâ vadisindeki yukarı yokuş yolu
Kedâ'dan girdiği, aşağı yokuş yoldan çıkağı rivayet edilmiştir. [852]
821-) Âişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke'ye girdiğinde yukarı tarafından girir, çıktığında
da aşağı tarafından çıkardı.Hadisin ravilerinden Hişam b. Urve: "Babam her
iki yönden de girerdi ama daha çok Kedâ'dan girerdi." Demiştir[853]
822-) Âişe (r.a.)'dan,
Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke fethi yılında Mekke'ye Kedâ'dan girmiş, Mekke'nin
yukarısı Küdâ'dan çıkmıştır. [854]
823-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), Tuvâ'da sabaha kadar geceledi sonra
Mekke'ye girdi" demiştir. Abdullah b. Ömer (r.a.) da böyle yaparmış. [855]
824-) Abdullah b. Ömer
(Nâfîye) şunları da anlatmıştır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye
gideceğinde Zû Tuvâ'da konaklar sabah olana kadar geceyi burada geçirerek
sabah namazını burada kılardı. Rasûlüllah (s.a.v.)'in namaz kıldığı yer burada
yapılan mescidde değil de bunun altında bulunan büyük tepe üzerindedir. [856]
825-) Yine Abdullah b.
Ömer (Nâfîye) şunları da anlatmıştır; "Hz. Peygamber (s.a.v.) Kabe
tarafındaki yüksek dağ ile kendisi arasında kalan dağa çık 1 iki yol ağzını
kıblesine alıştır. (Abdullah b. ömer (r.a.) burada namaz kılarken iki yol
ağzını kıblesine alarak) burada yapılan mescidi tepenin
eteğindeki
namazgahının soluna almış olurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in namaz kıldığı yer
siyah tepe üzerindeki mescidin altındadır, tepeden on arşın veya buna yakın ayrılıp
seninle Kabe arasına düşen dağın iki yol ağzını kıblene alarak namaz
kılarsın." [857]
826-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Kâbeyi ilk tavaf ettiğinde ilk üç şavtta
koşar adımlarla son dörtte de yürüyerek tavaf e-der, Safa ve Merve arasını sayy
ettiğinde mesil kısmında koşar adımlarla say ederdi. [858]
827-) İbni Abbâs (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı (Kaza umresi Mekke'ye geldi. Müşrikler:
"Muhammed, Medine'nin humma hasta kendilerini yıpratmış bir halde size
geliyor." dediler. Bunun üzerinePeygamber (s.a.v.) ashaba tavafta ilk üç
şavtı koşar adımlarla (remelNe) yapmalarım (Yemen tarafı ile Haceru'l-Esved'in
bulunduğu) İki köşede İse yürüyerek tavaf etmelerini emretti. Şavtların
tamamını koşarak yapmalarını emretmemesi sadece ashaba karşı şefkatinden
dolayıdır." demiştir. (Şavt, Kabe'nin etrafını bir kere dolanmaktır.) [859]
828-) Abdullah b. Abbas
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), müşriklere gücünü göstermek için Kabe'de ve
ve Safa ile Merve arasında sayy (remel) yaptı" demiştir. [860]
829-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Kabe'nin yemen tarafındaki iki köşesinin
dışında, Rasûlüllah (s.a.v.)'i Kabe'nin köşelerini selamlarken görmedim"[861]
830-) İbni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i şu iki köşeyi (Yemen köşesi ile Haceru'i-Esved
köşesini) selâmlar gördüğümden bu yana bunları selamlamayı ne zorlukta ne de
rahatlıkta terk etmedim." demiştir. [862]
831-) Hz. Ömer (r.a.)
Haceru'l-Esved'e gelip öpmüş ve: "Şüphesiz ben biliyorum ki, sen ne
faydası ne de zaran olan bir taşsın. Eğer Hz. Peygamber (s.a.v.)'in seni
öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim." demiştir.
(Hz. Ömer (r.a.)'ın
Haceru'l-Esved'e bu şekilde tutum sergilemesinin nedeni, Allah'tan başka
şeylere tapma geleneğinin henüz zihinlerde yıkılmadığı endişesinden dolayı
söylenmiştir. Zaten kendisi Allah'tan başka herhangi bir şey şirk'e götürme
endişesi taşırsa onu hemen ortadan kaldınr yasaklardı. Altında biat edilen
ağaca kutsiyet tanıma girişimlerini gördüğünde onu kestirmesi gibi.
Hz. Ömer Efendimiz,
bu taşı sadece Hz. Peygamber (s.a.v ' Aü diye öpmüştür. Onun bu hareketi Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e olan saygı ve dolayıdır, nun bu hareketinden Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in bağlayıcı olmayan davranışlarını sırf onun sevgisi nedeniyle yapmanın
güzel olacağını anlamaktayız. Yapılıp yapılmaması serbest olan davranışları
sırf, Hz. Peygamber (s.a.v.) yaptı diye ona ittiba et-mek- için yapmaktan bir
sevap beklenebilir.) [863]
832-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) veda haccında deve üzerinde tavaf etti,
Haceru'hEsved köşesini ucu eğri bir değnekle selâmlıyordu." demiştir, [864]
833-) Ümmü Seleme
(r.a.): Rasûlüllah (s.a.v.)'e rahatsız olduğumu söyledim: "Halkın
gerisinde binek üzerinde tavaf et" buyurdu. Ben de böyle tavaf ettim.
Rasûlüllah (s.a.v.) Kabe'nin yanında namaz kılıyor "Ve't-Tûri ve Kitabin
mestur..." (suresini) okuyordu," demiştir. [865]
834-) Urve b. Zübeyr
anlatır: "Aişe (r.a.)'a bir soru sordum ve: "Allah Tealâ'nın
"Safa ve Merve tepeleri, Allah'ın (emrine itaati belirlemek için koyduğu)
işaretlerdendir. Dolayısıyla kim hac veya umre yaparsa bu ikisinin arasını say
etmesinde bir günah yoktur." (Bakara: ıes) ayeti hakkındaki görüşün
nedir? Vallahi (benim bu ayetten anladığım) Safa ve Merve arasını say etmeyi
terk etmesi hiçbir kimseye günah getirmez şeklindedir." dedim. Aişe
(r.a.): "Ey yeğenim, söylediğin güzel olmadı. Eğer buradaki maksat senin
yorumladığın gibi olsaydı, "Bu ikisinin arasını say etmemenizde bir günah
yoktur." şeklinde olması gerekirdi. Lakin bu ayet Ensar hakkında inmiştir.
Ensar Müslüman olmadan önce (Cuhfe yakınlarındaki) Müşellel mevkisinde,
taptıkları "Menât'ut-Tâğıye" için ihrama girerlerdi. Onlara göre
ihrama giren bir kimse Safa ve Merve arasını say ederse günaha girer diye
sıkıntıya düşerlerdi. Ancak, Müslüman olduklarında bunun hükmünü Rasûlüllah
(s.a.v.)'e sordular: "Ey Allah'ın Rasûlü, biz, Safa ve Merve arasını
say etmemizden dolayı günaha girilir diye sıkıntıya düşerdik."
dediler. Bunun üzerine Allah: «Safa ve Merve tepeleri,
Allah'ın (emrine itaati belirlemek için koyduğu) işaretlerin-dendir...» ayetini
indirdi." demiştir.
Yine Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) bu iki tepenin arasında say yapmıştır. Bu nedenle
hiçbir kimsenin bu ikisinin arasında say yapmayı terk etmesi uygun
değildir." demiştir. [866]
835-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Ensar, Safa ve Merve arasını say yapmayı iyi görmezdi.
Neticede «Safa ve Merve tepeleri Allah'm (emrine itaati belirlemek için
koyduğu) işaretlerdendir. Dolayısıyla hac veya umre yaparsa bu ikisinin arasını
say etmesinde bir günah yoktur.» (Bakara: ıes) âyeti indi." [867]
836-) İbni Abbas
(r.a.)'ın azatlısı Kurayb, Üsâme b. Zeyd (ra.)'dan anlatır. Üsâme (r.a.), şöyle
demiştir: "Arafat'at inerken, Rasûlüllah (s.a.v.)'in terkisinde idim.
Müzdelifeden önceki soldaki dağ yoluna geldiğinde, devesini durdurdu arkasından
küçük abdest bozdu sonra yanıma geldi kendisine abdest suyu döktüm kısa bir
şekilde abdest aldı. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü, namaz?" dedim:
"Namaz ileride"buyurdu. Rasûlüllah (s.a.v.), bineğine binde
Müzdelife'ye vardığında orada namaz kıldı sonra kurban bayramı sabahında Fadl,
Rasûlüllah (s.a.v.)'in terkisine bindi"
Kurayb, şöyle devam
eder: "Abdullah b. Abasın'ın, Fadl'dan anlattığına göre Rasûlüllah
(s.a.v.) cemrelere varana değin sürekli telbiye getirmiştir"[868]
837-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan: "Üsâme (r.a.) Arafat'tan Müzdelife'ye gelirken, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in terkisinde idi, sonra Müzdelife'den Minâ'ya kadar Fadl'ı terkisine
aldı. Her ikisi de Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Akabe Cemresini taşiayana değin
sürekli teîbiye getirdiğini söylemiştir."
[869]
838-) Enes (r.a.)'a
telbiyenin keyfiyyeti hakkında: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte iken
nasıl yapıyordunuz?" diye sorulmuş: 'Telbiye okuyan rahatlıkla telbiye okur,
kimse karşı çıkmazdı, tekbir getiren de rahatlıkla tekbir getirir kimse karşı
çıkmazdı." demiştir. . (Telbiye: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke
Lâ şerike leke Lebbeyk, frne'l-Hamde ve'n-Ni'mete leke ve'l-Mülk, lâ şerîke
lek" (=ANah'ım davetine icabet ettim, davetine icabet ettim. Senin hiçbir
ortağın yoktur. Sana icabet ettim. Şüphesiz namd, nimet ve hakimiyet senindir.
Senin hiçbir ortağın yoktur) demektir.
Tekbir:
"Aliahu Ekber Allahu Ekber, Lâ ilahe illallâhu Vallahu Ekber, Allahu tkber
ve Illlâhi'l-Hamd" demektir.
Tekbir, Kurban
Bayramı'nda sıkça söylenir, Telbiye özellikle hacda Arafafa gkarken ' ann
ihrama girmesiyle başlayan ve ihramdan çıkma zamanına kadar sıkça söylediklerdir.
Tekbir Ramazan Bayramı'nda da namazgaha giderken söylenir.) [870]
839-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) hacıları Arafattan hareket
ettirdi, (Müzdeiifeden önceki) dağ yoluna varınca inip küçük abdest bozdu, bir
abdest aldı ama fazla özen göstermedi."Ey Allah'ın Rasûlü, namaz?"
dedim: "Alamaz iferde " buy urâu. Müzdelife'ye gelince indi yine
abdest aldı, bu sefer abdestine Özen gösterdi, arkasından kamet getirildi.
Akşam namazını kıldı sonra herkes konakladığı yerde devesini çökertti,
arkasından yatsı için kamet getirildi ve yatsı namazını kıldı, her iki namaz
arasında bir namaz kılmadı"[871]
840-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.)'a Rasûlüllah (s.a.v.) veda haccında Arafat'tan inerken nasıl yürüdüğü
sorulmuş, o da: "Hızlı ile yavaş arası yürür, geniş alan bulduğunda da
süratli yürürdü." demiştir. [872]
841-) Ebû Eyyûb
(r.a.)'dan. Kendisi, veda haccında Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte
Müzdelİfe'de akşam namazı ile yatsı namazını kılmıştır. [873]
842-) İbni Ömer (r.a.)
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), yolculukta aceleye düştüğünde akşam
namazı ile yatsı namazını birleştirirdi" demiştir. [874]
843-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasulüllah (s.a.v.)'i (Muzdeüfe'deki) akşamla
yatsıyı birleştirdiği iki namazın dışında, bir namazı kılarken hep kendi vaktin
de kılar gördüm. O gün sabah namazını da vaktinden önce kıldı."
Diğer bir rivayet "Vaktinden
önce karanlıkta kıldı" şeklindedir, [875]
844-) Aişe (r.a.):
"Müzdelife'ye indik, bu sırada hanımı Şevde Hz. Peygamber (s.a.v.)'den
kalabalık olmadan önce hareket edip ayrılmak için izin istedi -Kendisi (cüsseli
olduğu için) yavaş yürüyen bir kadındı- bunun için kendisine izin verdi, o da
kalabalık olmadan önce ayrıldı, biz ise sabah olana kadar burada kaldık, sonra
Rasûlüllah (s.a.v.)'in kafile-siyle hareket ettik, Rasûlüllah (s.a.v.)'den
Sevde'nin izin istediği gibi ben de izin isteseydim, bu bence sevinilecek
şeylerin tümünden daha iyi olurdu." demiştir. [876]
845-) Esma
bintü Ebî Bekir (r.a.)'nın
azatlısı Abdullah b. "n'dan Esma bintü Ebî
Bekir (r.a.) namazı birleştirme gecesinde delife'de indi ve namaza durdu. Bir
süre namaz kıldı sonra: "Evla-A1' gözden kayboldu mu?" dedi, ben de:
"Hayır" dedim. Bunun üzerine bir süre daha namaz kıldı ve: "Ay
gözden kayboldu mu?" dedi. Ben de: "Evet" dedim: "Harekete
geçiniz." dedi, bunun arkasından cemaat harekete geçti, biz de hareket
edip, şeytan taşlama yerine kadar yürüdük. Buraya vardıktan sonra konaklayacağı
yere gidip, burada sabah namazını kıldı. Ben kendisine: "Ey Anneciğim,
bana öyle geliyor ki, norma! süreden erken geldik."
dedim. O da: "Evladım, Rasûlüllah (s.a.v.) kadınlar için
böyle durumlarda müsade vermiştir." dedi.
(Böyle durumlardan
kasıt, Arafat'tan Mİna'ya gelmek belki de hac ibadetinin en zor olan kısmıdır.
Kalabalık nedeniyle halk çok sıkıntı çekmektedir. Bu nedenle kadınların
varacağı yere rahat ulaşabilmeleri için normal vakitten önce hareket etmelerine
müsade edilmiştir.) [877]
846-) İbni Abbas (r.a.):
"Rasûîüllah (s.a.v.), beni, Müzdelife'den yükünün içerinde veya zayıf
kimselerin yanına gönderdi. " demiştir[878]
847-) İbn Şihab'dan.
Salim b. Abdullah, şunları bildirmiştir "Abduf-lah b. Ömer, ailesindeki
zayıf kimseleri önce gönderir, geri kalan cemaat ise Müzdelife'deki
el-Meş'âru'l-Haram'da gece vakfeye dururdu. Burada akıllarına gelen dualarla
Allah'ı zikrederlerdi. Sonra imam (yönetici) gelip gelip vakfeye durmadan ve
oradan ayrılmadan önce oradan ayrılırlardı. Cemaatin kimisi Mina'ya sabah
namazından önce kimisi de sonra varırdı. Oraya vardıklarında cemreleri
taşlarlardı. İbni Ömer: "Böyle önce gidenler hakkında Rasûlüllah (s.a.v.),
ruhsat verdi" derdi." [879]
848-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) vadinin içinden taş atmış, kendisine Bir kısım kimseler vadinin
yukarısından taş atıyorlar" denilmiş, oda: "Kendisinden başka ilah
olmayan Allah'a yemin olsun ki, burası ürme (Hac ibadetinin büyük bir kısmım
içeren) Bakara Suresi indirilenin taş attığıyerdir." demiştir. [880]
849-) Yine bir başka
rivayette ise Abdullah b. Mes'ûd (r.a,) büyük cemreye varıp Kabe'yi soluna,
Mina'yı da sağına alarak yedi taş atrniş ve: "Kendisine Bakara Suresi indirilen
işte böyle taş attı." demiştir.
(Cemre, yığın
demektir, atılan taşların oluşturduğu taş yığını anlamına gelir. Mina'da
birbirlerine farklı uzaklıkta üç cemre vardır: Birinci Cemre (Küçük Cemre,)
Orta Cemre, Büyük Cernre (Akabe Cemresi.) Küçük Cemre Mina tarafında, Büyük
Cemre (Akabe) Mekke tarafındadir. Küçük Cemre ile Orta Cemre arası yaklaşık 160
m. orta cemre ile büyük cemre arası 115 m. Mina İle Kabe arası ise 7 km.
Mina-Arafat (Cebeli Rahme) arası yaklaşık 17 km.'dır.Küçük ve Orta Cemre
arasında ayakta durma, zikir ve dua yapmak içindir, bunun hükmü caizdir, terk
etmede bir sakınca yoktur, denilmiştir.Atlan taşlar nohut büyüklüğünde çakıl
taşıdır. Sayısı 70 adettir. Bunlardan 7 tanesi bayramın birinci günü Büyük
Cemre'ye (Akabe) kuşluk vaktinde atılır. Geri kalan 63 taş her cemreye 7 taş
üzerinden üç gün bayramın 2. 3. ve 4. günü atılır. Her gün 21 taş olmak üzere
21 x 3 = 63 taş atılır.) [881]
850-) Yine İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Allah'ım saçlarını tamamen kestirenlere
merhamet eyle" buyurdu. Oradakiler de: "Ey Allah'ın Rasûlü, saçlarını
kısaltanlara da" dediler, o da: "Allah'ım saçlarını tamamen
kestirenlere merhamet eyle." buyurdu. Oradakiler yine: "Ey Allah'ın
Rasûlü saçlarını kısaltanlara da" dediler, o da: "Saç-lannr
kısaltanlara da merhamet eyle. "buyurduğu rivayet edilmiştir. [882]
851-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.): "Allah'rm saçları-nr tamamen
kestirenleri bağışla"buyurdu. Oradakilerde: "Saçlarını kısaitanları
da" dediler, o da: "Allah'ım, saçlarını tamamen kestirenleri
bağışla, "buyurdu. Oradakiler yine: "Saçlarını kasaltanlan da."
dediler. Rasûiüllah (s.a.v.) üç defa dedikten sonra: "Saçlarını
k/sal-tanları da bağışla, "buyurdu." demiştir. [883]
852-) Abdullah İbni Ömer
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.) yaptığı hac-cında saçlarını tamamen
kestirdi." demiştir. [884]
853-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûiüllah (s.a.v.) başını tıraş ettiğinde saç telinden ilk alan Ebû Talha
olmuştur.
(Hadisin diğer
rivayetlerinde bu tıraşın veda haccında olduğu bildirilir. Sanabe' Efendimizin
saç tellerini alıp yanında saklamıştır, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile
teberruhakkında "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli
çalışmamızdaki l945SUhadistn açıklamasına bakabilirsiniz.) [885]
854-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.) Veda Haccında, halkın soru sorması için Mina'da
konakladı, kendisine bir adam geldi ve: "Bilmeyerek kurban kesmeden önce
traş oldum?" dedi: "Git kurbanı kes bir sakıncası yok"buyurdu.
Başka birisi geldi: "Bilmeyerek şeytan taşlamadan önce kurban
kestim?" dedi: "Git şeytan taşla bir sakıncası buyurdu. Kendisine
sorulan, önce yapılmış veya sonraya bırakılmış her soruya: "Yap bir
sakınca yok" buyurmuştur. [886]
855-) İbni Abbas
(r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e, kurban kesme, traş olma ve şeytan taşlama
konusunda önce veya sonra yapıldığı bildirildiğinde: "Sakıncası yok"
buyurmuştur[887]
856-) Abdulaziz b.
Rufey1 anlatır: "Enes b. Mâlik (r.a.)'a soru sordum ve: "Hz.
Peygamber (s.a.v.)'den aklında tuttuğun bir şeyi bana bildirsen: Zü'l-Hicce'nin
sekizinci günü öğle ve ikindiyi nerede kıldı?" dedim: "Mina'da"
dedi. Ben: "Mina'dan dönüş günü (zoı-Hicctfnm on üçüncü günü) nerede
kıldırdı?" dedim: "Muhassab'ta kıldırdı, ama sen hac emirlerinin
yaptığı gibi yap." dedi. [888]
857-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Abdah vadisine inmek dini bir uygulama (sünnet) değildir.
Rasûiüllah (s.a.v.)'in buraya inmesi çıktığında çıkış için burasının daha
uygun olması nedeniyledir."
Diğer bir rivayet
ise şöyledir "Ebû Bekir, Ömer ve Abdullah b. Ömer buraya iniyorlardı. Âişe
ise böyle yapmaz ve: "Rasûiüllah (s.a.v.), buraya Ç'kış için daha uygun
bir konaklama yeri olduğu için inmiştir" dedi"[889]
858-) İbni Abbâs (r.a.):
"Muhassab'ta kalmak hac ibadetinden değildir, burası sadece Rasûiüllah
(s.a.v.)fin konakladığı bir yerdir." demiştir.
(Muhassab Mekke ile
Mina arasında, iki dağ arasında bulunan Mekke'nin yukak genişliktir. Efendimiz
(a.s.) Muhassab mevkisinin Hacûn mıntıkasında yer-tır. Mekke'ye bir buçuk mil
uzaklıktadır. Kendisi buraya yerleştikten sonraMekke'ye pek inmemiştir. Ancak
bu davranışı dini bir hükümden dolayı değil meşaa-lesinden dolayı olduğu bildirilmiştir.
Diğer taraftan yüz
binden fazla ashabın Veda Hutbesi'nde bulunduğunu gözönünde bulundurursak,
Efendimiz'in Kabe'ye fazla gelmemesinin nedeninin Kabe'de oluşacak izdiham
endişesi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kendisinin her gelişinde teberrüken
kendisine iştirak etmek İçin yığınlar Kabe'ye koşacak bu da izdihama neden
olacaktı. Ayrıca, kendisi tavafı çok yapsa idi, ümmetinden sünnete uymaya
gayretli olan kimselere sıkıntı meydana getirebilirdi, deniiebilir.) [890]
859-) Ebû Hureyre
(r.a,): "Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'ye girmek istediği sırada: "Yarın
konaklayacağımız yer inşaallah Kinine oğulla n'n in, küfür üzere Kureyşle
sözleştikleri yurtları olacaktır. buyurdu." demiştir.
Hadisin ravisi
ez-Zührî: "Kinâneoğuüan'nın yurtları (Mekke'nin yukansmdakî Mina yolu
üzerinde bulunan) el-Muhassab'tır. Söz konusu Kinâne ile Kureyş arasındaki
sözleşme, Haşimoğulian ile Muttaliboğulları'na karşı Hz. Peygamber (s.a.v.)'i
kendilerine teslim edene kadar, onlarla evlenmeme ve alış verişyapmamak üzere
yazılı anlaşma yapmalandır." demiştir.
(Bu boykot yaklaşık
üç yıl sürmüş, boykot neticesi açlıktan kıvranan çocukların sesi Mekke'yi
kuşatmıştır. Yazılı anlaşm2 Kabe'ye asılmış, sonunda bu anlaşmanın bulunduğu
kağıdı kurt yiyip tüketmiş sadece Aİlah İsmi kalmıştır. Bunun sonucu boykota
son vermişlerdi. Yaklaşık on yıl sonra Efendimiz bu anlaşmanın yapıldığı yere
muzaffer bir kumandan olarak gelmiştir.) [891]
860-) İbni Ömer (r.a.):
"Abbâs b. Abdülmuttalib (r.a.) hacılara şerbet hazırlamak maksadıyla Mîna
gecelerinde Mekke'de kalması İçin Rasûlüilah (s.a.v.)'den izin istedi, o da
kendisine izin verdi" demiştir.
(Cahiliye döneminde
Kabe'ye hac için gelen hacılara şerbet nevinden içecek dağıtılırdı. Bu görev
Efendimizin Dedesi Abdulmattalib'den oğlu Abbâs'a devredilmişti. Genellikle
kuru üzümden şıra yapılıp dağıtılırdı. Bu nedenle Abbâs (r.a.) eski görevini
tekrar yapmak için izin istemiştir. "Mina geceleri" Arafat'tan
döndükten sonra kurban ve şeytan başlamak için Mina'da kalınan Zü'l-Hicce
ayının 11.12. ve 13. günleridir.) [892]
861-) Hz. Ali (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), kestiğim kurbanların deri ve üzerlerinde bulunan
çullarını sadaka olarak vermemi bana emretti." demiştir. [893]
862-) Hz aii (r.a.) Hz.
Peygamber (s.a.v.) kurban develerinin baklam, ve kurban üzerinden kasap ücreti
olarak hiçbir parça sında durnidiııı irmememi emretti." demişir. [894]
863-) İbni Ömer (r.a.),
Mina'da kurbanlık devesini çöktürmüş kurban kesen bir kimsenin yanına gelmiş
ve: "Deveyi ayağa kaldırarak ayakta haâlanmış olarak kes, Muhammed
(s.a.v.)'in sünnetine uy." demiştir.
Toevenin sol ön
ayağ. bağlanıp ayakta iken şah daman kes,cı aletle yarılarak tan. akfilır sonra
yere yattığında boğazı kesilir. Buna Nahr (-kan atatma) denir. Sı-ğfrleya koyun
ise üç ayağ, bağlan, yere yaöniarak boynu kesilir buna da Zebh (=boğazlama) denir.) [895]
864-) Âişe (r.a.)-dan.
Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hacda kurban edilecek develeri
için elimle gerdanlık ördüm. Sonra bunları develere taktı ve işaret koyup
kurbanlık olarak Mekke'ye gönderdi. Bu sırada kendisine helal olanlar
(ihramdaki gibi) haram olmadı." [896]
865-) Hz Aişe (r.a.)'a
İbni Abbâs (r.a.)'ın: "Kim Kabe'ye kurbanlık gönderirse, kurbanı kesilene
değin hacda ihramlıya haram olan şeyler kendisine de haram olur." dediği
iletilmiş, bunun üzerine: "Durum İbni Abbâs'ın dediği gibi değildir. Ben
(hioi 9. yıldaki hacda Medine'de) Rasûlüllah (s.a.v.)'in gönderdiği kurbanın
gerdanlıklarını ellerimle ördüm, sonra bunu Rasûlüllah (s.a.v.) elleriyle
kurbana bağladı, arkasından da (oyıiw nacemiri) babamla bu kurbanı Kabe'ye
gönderdi. Bu sırada kurban kesilene değin Rasûlüllah (s.a.v.)'e Allah'ın helâl
kıldığı hiçbir şey haram olmamıştı." demiştir. [897]
866-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), kurbanlık devesini önüne katmış, sürüp
getiren bir kimseyi görmüş ona: "Deveye bin" buyurmuş, o da:
"Bu, kurbanlık devedir." demiş, Rasûlüllah (s.a.v,) tekrar:
"Deveye bin" buyurmuş, o da: "Bu, kurbanlık deveir." demiş,
Rasûlüllah (s.a.v.) ikinci veya üçüncüsünde: "Sana yazık toyor, binsene
şuna" buyurmuştur. [898]
867-) Enes(r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), kurbanlık devesini önüne katmış, sürüp getiren bir
kimseyi görmüş ona: "Deveye bin" buyurmuş, o da: "Bu, kurbanlık
devedir." demiş, Rasûlülfah (s.a.v.) tekrar: "Deveye bin"
buyurmuş, o da: "Bu, kurbanlık devedir." demiş, Rasûiüliah (s.a.v.),
üç defa: "Deveye bin" "buyurmuştur.
(Cahiiiye döneminde
Kabe'de kesilmek üzere adanmış kurbanlara büyük saygı duyulurdu. Bu cahiliye
geleneğinden olsa gerek hadisimizde sözü edilen sahabi kurbanına binmekten
çekinmiş olsa gerek. Halbuki Efendimiz böyle bir âdeti kaldırmış şöyle buyurmuştur;"Binek
bulana kadar usulüne ulgun bir şekilde kurbanlığa bininiz"İbnt Eb; Şeybe,
Musannef, III. 358)[899]
868-) İbni Abbâs (r.a.):
"Mekke'den ayrılırken en son yapacakları İşin, Kabe'yi tavaf olduğu
insanlara emrolundu. Ancak hayızlı kadınlardan bu hafifletildi."
demiştir.
(Veda Tavafı, Mekke
dışındakilerin Mekke'den aynhrken tavaftır. Müslim'deki rivayette ise
Rasûiüliah (s.a.v.): "Hiçbir kimse (Mekkede kaldığı) zamanının sonu
Kabe'yitavafetmeden sakın ayrılmasın.''buyurmuştur. (Müslim, Hac: 379)
Bu tavaf vaciptir.
Ancak hayız veya nifaslı kadın ile umre için Mekke'ye gelen yahut Mekke'de
oturup da hac yapanlara bu vacip değildir. 790. hadise bakınız.) [900]
869-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a.), Rasûiüliah (s.a.v.)'e: "Ey Allah'ın
Rasûlü, Safiyye bintü Huyey âdetini gördü" dedi. Rasûiüliah (s.a.v.):
"Her halde bizi burada bekletecek. Sizinle beraber o da tavafetmemiş
miydi?"'buyurdu. Onlarda: "Evet, etti" dediler Rasûlüllah
(s.a.v.): "O zaman haydi yola çıkın "buyurdu. [901]
870-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Safiyye b. Huyey, farz tavafı yaptıktan sonra âdetini
gördü. Bu durumunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e blr-dirdim, Rasûlüllah (s.a.v,):
"Bizi bekletecek mi?"buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, farz tavafı
yaptı, Kabe'yi tavaf etti, farz tavaftan sonra âdetini gördü" dedim:
"O zaman yola çıksın "buyurdu "
Diğer bir rivayet
şöyledir "Ey Allah'ın Rasûlü, Safiye âdetini gördü?" dediler:
"Bizi bekletecek mi?" buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, kurban
bayramı günü ziyaretini yapmıştı" dediler: "O zaman sizin yola
çıksın"buyurdu[902]
871-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır ki: "Rasûiüliah (s.a.v.) Bilal b 2eyd ve Osman b. Talha
el-Hacebî İle Kabe'ye girdi. Akabinden kapıyı kapattı. Kabe'de bir süre kaldı.
Çıktığında Bilal'e: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ne yaptı?" diye sordum."Bir
direği soluna bir direği aâına aldı üç direği de arkasına." dedi. O zaman
Kabe'de altı direk vardı. Diğer bir rivayette: "İki direği sağına"
şeklindedir. [903]
872-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye ayak bastı ve hemen
(Kabe'nin anahtanyia görevli) Osman b. Talha'yı çağırdı. Kapıyı açtı,
Rasûlüllah (s.a.v.), Bilal, Üsâme b. Zeyd ve Osman b. Talha ile içeri girdi
arkasından kapı kapatıldı. Bir müddet içeride durduktan sonra dışarı çıktı.
Ben hemen atılıp Blfal'e (ne yaptıklarım) sordum: "İçeride namaz
kıldı" dedi: "Neresinde?" dedim: "İki direk a-rasında"
dedi. Kaç rekat kıldığını sormak aklıma gelmedi." demiştir. [904]
873-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Kabe'ye girdiğinde her tarafında dua etti, ama
dışarı çıkmadan namaz kılmadı. Kabe'den çıktığında Kabe'nin önünde iki rekat
namaz kıldı ve: "İşte bu, kıbledir, "buyurdu" demiştir,
("İste bu,
kıbledir." ifadesi ile kıble, Mekke'de bulunan diğer yerler değil sadece
Kabe'dir, demek İstemiştir. Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde Kabe ve
çevresinde putlar vardı, bu puüan temizleterek Kabe'nin içerisine girmişti.
Ancak bu sırada kendisinin yanına BÜal (r.a,), Üsâme (r.a.) ve Osman b. Talha
(r.a.)'dan başkası alınmadı ve kapı kapatıldı. Bu nedenle Rasûlüllah
(s.a.v.)'in içeride neler yaptığını ancak bu üç sahabi bilmektedir. Buradaki
yaptığı ibadetleri bize rivayet eden İbni Abbâs (r.a.) ile Abdullah b. Ömer
(r.a.) asiında yapılanlan gözleriyle görmemiş içeride bulunanlara sormuşlardır.
Bilal (r.a.) içeride namaz kıldığını haber verirken {Bu konuda, 87i ve 872.
hadislere bafcnız.) Üsâme (f-a.) namaz kılmadığını söylemiştir. İbni Abbâs
(r.a.) da buna dayanarak içeride namaz ^madiğim söyler. Bu konudaki ihtiiafi
âlimler, Rasûlüllah (s.a.v.) içeride namaz kıldı ancak çok kısa kıldığından
Üsâme (r.a.) kendisinin dua ettiğini gördü o da dua etmeye dur-ubu sırada kapı
kapalı olduğundan içerisi de karanlıktı bu yüzden namaz kıldığının farında
olamadı, şeklinde açıklamışlardır.) [905]
874-) Abdullah b. Ebû
Evfâ (r.a.): "Rasûiüliah (s.a.v.), umre yaptı, a e yi tavaf etti, Makam-ı
îbrahi'in arkasında iki rekat namaz kıldı.kendisini insanlardan perdeleyen bir
kimse vardı." dedi. Bir 'mse: "Rasûlüllah (s.a.v.), Kabe'ye girdi
mi?" dedi: "Hayır" dedi[906]
875-) Âişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), bana: "Eğer kavminin küfür dönemiyle
bağlantıları yakın olmasaydı Kabe'yi yıkar sonra da İbrahim (a.s.)'ın temelleri
üzerinde tekrar yapardım. Çünkü Kureyş burayı yaparken kısa yapmıştı. Bir de
arka kapıyapardım "buyurdu" demiştir. [907]
876-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Âişe (r.a.)'a şöyle
demiştir: "Kavminin Kabe'yi yaparken İbrahim (a.s.) 'm temellerinden kısa
yaptığını bilmiyor musun?" Âişe (r.a.), şöyle devam eder: "Ben de:
"Ey Allah'ın Rasûlü, İbrahim (a.s.)'m temellerine çeviremez misin?"
dedim: "Eğer kavminin küfür dönemiyle bağlantıları yakın olmasaydı
yapardım buyuruyor.
Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Eğer Âişe, bu bilgiyi Rasûlüllah (s.a.v.)'den işitmiş ise ben,
Rasûlüllah (s.a.v.)'in Hıcır tarafına gelen Kabe'nin iki köşesin:
selamlamamasını, Kabe'nin yapımının İbrahim (a.s.)'m temelleri üzerinde
tamamlanmamış olmasından başka şeye yormam" demiştir. [908]
877-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Kabe'nin önündeki duvarın (Hia'ın)
Beytullah'in içine dahil olup olmadığını sordum: "Evet, Beytuİlah'ın
içine dahildir." buyurdu: "Peki, niye Beytullah'ın içine
katmadılar?" dedim: "Kavminin (o dönem yıkılan Kabe'yi yaniden
yaparken) imkanları yetmedi" buyurdu: "Kapısı niye böyle yüksek?"
dedim: "Kavmin, dilediklerini içine koyup, dilediklerini de koymamak için
böyle yaptı. Keşke kavminin cahiliye dönemi ile ilişkileri yakın olmasaydı.
Çünkü ben duvarı Beytullah'ın h çerisine koyup kapısını da yer seviyesine
indirmemden dolayı kalplerinin nefret etmesinden endişe ediyorum." buyurdu. [909]
878-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan: "Fadl b. Abbâs (Abdullah b. (r.a.)'m kardeşidir) Rasûlüllah
(s.a.v.)'in terkisinde bulunuyordu. Bu sırada (Yemen'de bir kabile olan)
Has'am'dan bir kadın geldi. Fadl kadına, kadın da Fadl'a bakıyordu ki, Hz.
Peygamber (s.a.v.) Fadl'ın yüzünü diğer yönedi Kadın: "Ey Allah'ın Rasûlü,
Allah'ın kullarına farz kıldığı hac fa-babama çok yaşlı iken ulaştı, binek
üzerinde duramayacak haldedir Acaba onun yerine hac yapabilir miyim?"
dedi. O da: "Evef'bu-yurdu. Bu, veda haccı sırasında olmuştur." [910]
879-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Veda haca yılında (Yemen-de bir kabile olan)
Has'am'dan bir kadın geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'ın kullarına
farz kıldığı hac farizası babama çok yaşlı iken ulaştı, binek üzerinde düzgün
bir şekilde duramaz haldedir. Acaba onun yerine hac yapsam haca yerine gelmiş
olur mu?" dedi. O da: "£ref "buyurdu"[911]
880-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizi serbest
bıraktığım sürece beni bırakın (gereksiz soru sormayınız.) Sizden öncekilerin
helak olması ancak ve ancak peygamberlerine ters düşmeleri ve (çokça) soru
sormaları nedeniyledir. Colayısıyla size bir şeyi yasakladığımda ondan
kaçınınız. Bir şeyi emrettiğimde gücünüz yettiğince yerine getiriniz." [912]
881-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'a ve âhirete inan bir kadının yanında
nikah düşmeyen bir yakını olmaksızın üç geceden fazla yolculuğa çıkması helal
olmaz" buyurmuştur[913]
882-) Kaza1, şöyle
demiştir: "Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'dan bir hadis dinledim ve çok hoşuma
gitti. Kendisine: "Bunu bizzat sen mi Rasûlüllah (s.a.v.)'den
dinledin?" dedim: "Rasûlüllah (s.a.v.)'den duymadığımı onun
üzerinden mi söyleyeceğim? " dedi ve şöyle devam etti: "Rasûlüllah
(s.a.v.)'i: "Binekler ancak üç mescidiçin koşulur. Berim şu Mescidim,
Mescid-i Haram (Kabe) ve Mescid-i Aksa." d|ye buyururken işittim. Yine
kendisini: "Yanında eşi veya nikah Ştneyen bir yakım olmayan bir kadın iki
günlük yolculuğa Mamasın" ötye buyururken işittim"[914]
883-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v,): "Aitah'a ve âhiret gününe inanan bir
kadının yanında nikah düşmeyen bir kimse yok iken geceli gündüzlü bir günlük
bir yolculuğa ç/k-ması helâl olmaz, "buyurdu" demiştir.
(Kadının belirli
sürelerde yolculuğa çıkmasını yasaklayan pek çok sahih hadis vardır ki bunların
çokluğu bu konuda adeta anlam bakımından tevatür oluşturur. Bu hadislerde ortak
nokta kadınların mahremsiz yolculuk yapmalarının yasaklanmasîdır. Ancak bu
hadiste belirtilen süreler farklıdır, en uzunu üç güniük bir süre, en kısası
bir "Berid"lik (Yaklaşık 22 km.) süredir.
Hadisteki yasağın
nedenini emniyet olarak değerlendirenler bazı şartlar dahilinde kadının
yolculuğu çıkabileceğini belirtmektedirler. Bu konuda "SahîM Buhârî
Muhrasan Tecrid-i Sarîh" isimli çalışmamızdaki 580. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [915]
884-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'i şöyle buyururken işitmişör: "Hiçbir
erkek yabana bir kadınla yalnız başına kalmasın, bir kadın da yanında mahremi
olmadan yolculuğa çık-masın. "Bunun üzerine bir kimse ayağa kalktı ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü, şu, şu gazalara gitmek için kaydoldum, fakat bu arada
hanımım da hacca gidecek?" dedi, o da: "Sen git, hanımınla beraber
haccet"buyurdu. [916]
885-) Abdullah b. Ömer
(r.a,)'dan, Şöyle demiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.), gazadan serîyyeden
haçtan veya umreden dönerken bir tepeye veya tümseğe çıktığında üç kez tekbir
getirir, sonra da şöyle dua ederdi: "La ilahe il/allâhu vahdehu la şerike
lehu. Lehu'l-Müikü velehu'hHamdu ve huve ala külli şey'in kadir. Âyibûne,
Tâİbûne, Âbidûne, Saddûne li Rabb'inâ Hâmidûne. Sadakallahu va 'dehu ve Nasara
abdehu ve Hezemeİ-Ahzâbe vahdehu (=Tek olan Allah'tan başka ilah yoktur. Onun
ortağı da yoktur. Hakimiyet Onundur. Harnd de Onundur. O her şeye gücü
yetendir. Rabb'İmize şükrederek, kut olarak, baş eğerek, tevbe ederek,
dönüyoruz. Allah sözünde durmuştur. Kuluna yardım etmiş, tek başına da düşman
birliklerini hezimete uğratmıştır.)"
886-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte ben ve
Ebû Talha, seferden, dönüyorduk. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Safiyye de
devesinin üzeride terkisinde bulunuyordu. Medine'ni dışına ulaştığımızda
Medine'ye varana kadar sürklı
"Rabb'imize
şükrederek, kul olarak, tevbe ederek dönüyoruz, dua etti"
(Bu hadislerin
bolumla alakası, seferden dönerken nasıl dua edileceğini bildirmek içindir,
yolculuğu zikredilmiştir.) [917]
887-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan: "Hz, Peygamber (s.a.v.) Zü'l-Huleyfe'deki kumsal vadide
devesini çöktürüp burada namaz kilmıştır." {Hadisi anlatan ravinin
anlattığına göre) îbni Ömer (r.a.) da aynı şekiide yaparmış. [918]
888-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e Zü'l-Huleyfe'de vadinin içinde gecelerken
rüya gösterilmiş ve kendisine: "Sen mübarek bir vadide bulunuyorsun."
denilmiştir. [919]
889-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlülîah (s.a.v.)'in hac emtri olarak görevlendirdiği Veda
harandan önceki hacda Ebû Bekir Siddık (r.a.), Kurban Bayramı günü: "Bu
yıldan sonra hiçbir müşrik haccedemeyecek, hiçbir çıplak da Kabe'yi tavaf
edemeyecektir." diye halka bildirmesi için gönderdiği topluluk içerisinde
Ebû Hureyre'yi de göndermiştir.
(Müşriklerin bir
kısmı bazen Kabe'yi çıplak tavaf etmek durumunda kalıyorlardı. Bu konuda 796.
hadisin açıklamasına bakınız.) [920]
890-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûîüliah (s.a.v.): "Umre, diğer umreye kadar olan süre
arasındaki günahlara keffarettir. Kabul olunmuş bir haccın karşılığı da
cennetten başkası değii-dir. "buyurmuştur.
(Umre, ziyaret
etmek demektir. Beytullah'ı belirtilen şekillerde ziyaret etmeye umre denir.
Hacdan farkı ise belirli bir zaman şartı olmamasıdır, Arafat'ta vakfeye durma,
ziyaret ve Veda Tavafı şartı da yoktur. İslam'dan önce bazı tahrifatlar yapılsa
a hac ibadetinde olduğu gibi umre de bilinip yapılagelmekte idi. Ancak, bu
dönemce umre hac aylan dışında özellikle Receb ayında yapılırdı.) [921]
891-)
Ebû Hureyre (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, şugelir de
bu arada kötü söz söylemez, günah işlemezannesinden doğduğu günkü gibi
(günahsız olarak) döner."
(Bu konuda
Allah şöyle buyurmuştur: «Hac bilinen aylardadır. O aylarda hacca girişen kimse
bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, sövüşmek, döğüşmek yoktur. Ne iyilik
yaparsanız Allah onu bilir. Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi
Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun.» Bakara: 197) [922]
892-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) nereye i-neceksin, evine mi?"
demiş, o da: "Akıl, ne evleri bıraktı, ne dehaneleri,
"buyurmuştur. Akîl ve Talib, Ebû Talib'in evlerine mirasa olmuş, bunun
yanında ne Cafer (r.a.) ne de Ali (r.a.) hiçbir şeye mirasçı olamamışlardı. Çünkü
bunların her ikisi de Müslüman olmuş (evlerini, barklarım terk edip Medine'ye
hicret etmişlerdi) Akî! ve Talib İse kâfir İdiler."
(Efendimizin Amcası
Ebû Talib'in dört oğlu vardı, bunlardan ikisi Müslüman olmuş, Mekke'deki tüm
varlıklarını terk ederek Medine'ye hicret etmişlerdi. Akîl ve Talib Mekke'de
kalmışlar, Taiib Bedir Savaşı'nda katledilmiş, neticede Ebû Talib'in tüm
mirasını Akîl eline almıştı. Zaten evlerini, barklarını terk edip Medine'ye
hicret eden muhacirlerin geride bıraktıkları eşyalara Mekke'deki müşrikler ei
koymuşlardı.) [923]
893-) e!-A'lâ b.
el-Hadramî (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) muhacirler Veda Tavafı'ndan sonra
üç gün Mekke'de kalabilirler buyurdu" demiştir.
(Bilindiği gibi muhacirlerin
Medine'ye arük bir daha aynîmamak üzere yerleşmeleri gerekiyordu. Hicret'ten
sonra Medine'yi terk etmek yasaklanmıştır. Bu yasağa dayanamaz diye 1271.
hadiste görüldüğü gibi Efendimiz (a.s.) bir bedevinin hicret isteğini geri
çevirmiştir. Bu arada muhacirler Mekke'de zorunlu olan işlerini tamamladıktan
sonra Medine'ye tekrar dönmeleri gerektiğinden dolayı Veda Tavafi'ndan sonra
en fazla üç gün kalabilecekleri bildirilmiştir. Hatta hac sırasında amansız
hastalığa tutulan Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'ın eski memleketi Mekke'den hicret
yurdu Medine'ye hac kervanı içinde arkadaşları ile birlikte dönememe endişesi
vuku bulduğunda çok üzülmüş, hatta Rasûîüllah (s.a.v.) de: "Allah'ım,
ashabımın hicretini kemale erdir, hicretten onlan geriye döndürme"'diye
dua etmiştir. (658. hadise bakınız.) Ancak bir kısım âlime göre 1270. hadiste
bildirildiği gibi Mekke Fetfıi ile artık hicret farziyeö kalkmış olduğundan
muhacirlerin Medine dışına yerleşme yasağı kalkmış oldu.) [924]
894-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Fetih günü, Mekke'nin fetholunduğu gün şöyle
buyurmuştur: "Artık bundan sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve (kazanmak
için) niyet vardır. Eger ditada çağrılırsanız hemen çıkın "Yine fetih
günü, Mekke'nin gün şöyle buyurdu: "Şu belde ki, Allah'ın gökleri ve yeri
yarattığı gün haram kıldığı bir beldedir. Burası Allah'ınharam kılmasıyla
kıyamet gününe kadar haramdır. Biline ki, burada savaş benden önce hiç bir
kimseye helal değildir. Gündüzün bir vakti dışında bana da helal değildir.
Burası Allah'ın haram kılmasıyla kıyamet gününe kadar haramdır. Buranın dikeni
koparılmaz, avı ürkütülmez, yere düşmüş buluntu bîr fttal da sadece sahibini
bulmak için alınır, yaş otu da koparılmaz." Bu sırada Abbas: "Ey Allah'ın
Rasûlü, izhir hariç olsun, biz onu kuyumculukta/dökümcülükte ve evlerimizde
kullanıyoruz?" dedi. Oda: "fzh/r hariç" buyurdu. [925]
895-) Ebû Şüreyh (r.a.):
"Mekke'nin fethedildiği günün ertesi Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle
buyururken işittim ki sözlerini şu iki kulağım duydu, kalbim kavradı,
konuştuğunda da şu iki gözüm gördü, Allah'a hamdedip şükrettikten sonra:
"Mekke'yi insanlar değil, Allah haram kılmıştır. Allah'a ve âhiret gününe
inanan bir kimseye Mekke'de ne kan dökmesi ve ne de bir ağacı kesmesi helâl
olur. Eğer bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'de savaşa diye savaşa ruhsat
ararsa o kimseye: "Allah, Rasülüne izin vermiş ama size vermemiştir"
deyiniz. Bana gündüzden bir müddet izin verdi sonra o günün haramlığı bir
önceki gün gibi eski şekline tekrar döndü. Bunu burada bulunan bulunmayana
bildirsin"buyuröu." demiştir. [926]
896-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Yüce Allah, Rasûlüllah (s.a.v.)'e Mekke'nin
fethini nasip ettiğinde halkın arasında ayakta durdu ve Allah'a hamdü sena
ettikten sonra şöyle dedi: "Muhakkak ki Allah savaşı fili Mekke'den
alıkoydu ve Rasûlünü ve Müminleri buraya hakim kıldı. Mekke, benden önce hiçbir
kimiye asla helâl kılınmamıştır. Bana da gündüzün bir müddeti ba-n3 müsade
edildi, benden sonra da hiçbir kimseye asla helal olmayacaktır. Buranın avı
ürkütülmez, dikeni koparılmaz, yere düşmüş buluntu bir malı almak da sadece
sahibini bulmak için helal olur. Kim burada öldürülmüş ise iki seçenek vardır,
öldü- ailesi ya diyet alır ya da kısas yapılır, "buyurdu. Bu sırada Abbâs
da: "Ey Allah'ın Rasûlü, yalnız izhiri biz evlerimizde ve kabirlerimizde
kullanıyoruz" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v,): "İzhir
bundan bundan hariçtir," buyurdu. Yemen halkından Ebû Şâh da ayağa kalktı
ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, bunları bana yazıverseler?" dedi, Rasûlüllah
(s.a.v.) de:
Hadisin
ravilerinden el-Velid: "Evza?ye: "Ey Allah'ın Rasûlü, bunları bana
yazıverseler, sözünden maksat nedir?" dedim. O da:
"Rasûlüllah(s.a.v,)'den işittiği konuşmayı vazıvermektir" dedi"
demiştir
(İzhir: Mekke
ayrığı denilen, kokulu bir ottur. Ebû Şâh hadisi diye de bilinen bu hadis, Hz.
Peygamber'in hadislerinin sağlığında yazıya geçirildiğini bildiren en açık
belgelerdendir. Yine bu hadisimizde Efendimiz (a.s.)'ın, gerekli olduğunda bazı
yasaklara sınırlı ruhsatlar verebileceğini öğrenmekteyiz.) [927]
897-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'in fetih yılında başında demir miğfer ile
Mekke'ye girdiği bildirilmiştir. Miğferi başından çıkardığında bir kimse geldi
ve: "İbni Hatal, Kabe'nin örtüsüne bürünüp saklandı." dedi.
Bunun üzerine
Rasûlüllah: "Onuyakalayıp öldürün, "buyurdu.
(İbni Hatal
önceleri Müslüman idi hatta vahiy katipliği bile yapmıştı. Efendimiz (a.s.)
kendisini zekât toplamak için görevlendirdi. Yanında Ensardan bir Müslüman
vardı. Yolda onu öldürdü ve dinden dönüp Mekke'ye gitti. Kendisinin Rasûlüllah
(s.a.v.)'i yeren şiir ve şarkılar söyleyen iki cariyesi de vardı. Rasûlüllah
(s.a.v.) Mekke'ye girdiğinde umumi af ilan etmiş, ancak dört erkek iki kadın
altı kişiyi bu af dışında bırakmıştır. Bunlardan birisi de İbni Hatal'dır.
(Umdeurı-Kârî.vm. 393) [928]
898-) Abdullah b. Zeyd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İbrahim Peygamber Mekke'yi harem
(dokunulmaz) kıldı ve bereketli olması için dua etti. Ben de Medine'yi harem
(dokunulmaz) kıldım ve İbrahim (a.s.)'m dua ettiği gibi Medine'nin müdd
vesa'/na bereket duası ettim, "buyurmuştur[929].
899-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Medine şuradan şuraya kadar haremdir
(dokunulmazdır), ağacı kesilmez, içerisinde Kur'ân ve Sünnete ters iş (bid'at)
yapılmaz. Kim Kur'ân ve Sünnet'e aykırı iş yaparsa Allah'ın, Meleklerin ve
bütün insanların laneti onun üzerine olsun." buyurmuştur. [930]
900-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'ım Medineli-lerin ölçülerini,
sa'lannı ve müddleıini bereketli kıl. "diye dua etmiştir. [931]
901-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ım, Mekke'ye verdiğin bereketin iki katını
Medine'ye ver. "buyurmuştur. [932]
902-) İbrahim et-Teymî,
o da babası Yezid b. Serik'ten. Şöyle demiştir: "Ali b. Ebû Taİib hutbe
verdi ve şöyle dedi: "Kim, bizim yanımızda Allah'ın kitabı ve şu sayfadan
başka bir şey bulunduğunu ve onu okuduğumuzu iddia ederse yalan söylemiştir.
Sözü edilen sayfa kılıcının kınında bağlı idi ve içerisinde zekat develerinin
yaşlan ve yaralamalarda uygulanacak kısas hü-kümieri vardı. Yine bu sayfada Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Medine şehrinin Âir Dağı ile Sevr
dağı arası dokunulmaz (harem) bölgedir. Kim bu bölgede Kur'ân ve Sünnefe ters
iş yapar, yahut böyle bir kimseyi barındırıp korursa Allah'ın, Meleklerin ve
bütün insanlann laneti onun üzerine olsun, kıyamet günü kendisinin ne farzı ne
de nafilesi kabul olunur. Müslümanların verdikleri güvence sözü (zimmeti)
birdir ve bu uğurda en aşağıdakiler (bile olsa herkes) gayret gösterir. Kim
kendisinin, babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder veya azat edilen bir
köle kendisini azat edenlerden başkalarına ait olduğunu iddia ederse Allah'ın,
Meleklerin ve bütün insaniann laneti onun üzerine olsun, kıyamet günü
kendisinin ne farzı ne de nafilesi kabul olunur."
Diğer bir rivayette
ise "Kim, bir Müslümanın verdiği güvence sözünü (zimmeti) çiğner,
bozarsa..." şeklindedir. [933]
903-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Medine'in iki yanında bir ceylan görülse
ürkütülmez. Rasûlüllah (s.a.v.), Medine'nin on iki mil Çevresini dokunulmaz
kılmıştır." [934]
904-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle dua etti: Mekke sevgimiz gibi bize
Medine 'yi de sevdir, veya daha fazla sevdir. Allah'ım (ölçeklerimiz
olan) müddümüzü sa'ımızı bize bereketli kıl. Medine'yi bize sağlıklı kıl ve sıtmasını
da (Mekke'nin) Cuhfe'sine gönder."
(Cuhfe, Mekke'ye
yaklaşık 187 km. uzaklığında bir yerin adıdır, buradan sonra Mekke'nin harem
bölgesi başlar. Vebanın Cuhfe'ye gitmesi için dua edilmesi, buradan Ötesi o
dönem Müslümanları memleketlerinden süren ve bu zorluklarla karşılaşmalarına
neden olan müşriklerin diyarı olmasındandır. Medine bu dua ile güzelleşmiş,
havası ve suyu tatlı olmuştur. Veba hastalığı Cuhfe'ye gitmiştir.) [935]
905-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Medine'nin geçitlerinin üzerinde
Melekler bulunur. Tâûn hastalığı ve Deccâl, Medine'ye giremez,
"buyurdu." demiştir. [936]
906-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben öyle bir beldeye (Hicretle)
emrolundum ki bu belde diğer beldelere galip gelir (Münafıklar) bu beldeye
"Yesrib" derler. Bu belde Medine'dir, insanların (kötülerini) demirci
körüğünün demirin kirini giderdiğigibi giderir." buyurdu." demiştir. [937]
907-) Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Çöl halkından bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'e
biat etti Medine'de kendisini şiddetli sıtma yakaladı bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v.Ve geldi ve: "Ey Mu-hammed, biatimi feshet" dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.) kabul etmedi. Sonra yine geldi ve: "Biatimi
feshet" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) kabul etmedi. Sonra yine geldi ve:
"Biatimi feshet" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) kabul etmedi. Çöl
halkından olan bu kimse Medine'den çıktı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Medine demirci körüğü gibidir. Kirlisini dışarı atar, temiz olanı ise
tertemiz olarak kalır, "buyurdu"[938]
908-) Zeyd b. Sabit
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine'yi kastederek: "Burası Taybe'dir.
Burası, ateşin gümüşün kirini yok ettiğigibi kirli kimseleri yok eder"
buyurmuştur
(Taybe'nin kelime
anlamı 'Hoş' demektir.) [939]
909-) Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Medineliler'e oyun kuran bir
kimse kesinlikle tuzun suda eridiğigibieriyip biter."diye buyururken
işittim." demiştir. [940]
910 ) Süfyân b. Ebû
Züheyr (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: 'Yemen diyarı fetholunur, bir
kısım topluluk gelir. Bineklerini koşturup ailelerini ve kendilerine uyanları
yüklenir (oraya) götürürler ama bilselerdi Medine kendileri için daha
hayırlıdır. Şam d/yan da feth olunur, bir kısım topluluk gelir bineklerini
koşturur ailelerini ve kendilerine uyanları yüklenir (oraya) götürürler ama
bilselerdi Medine kendi/eri için daha hayırlıdır. Irak diyan da fetholunur, bir
kısım topluluk gelir bineklerini sürerler ailelerini ve kendilerine uyanlan
yüklenir(oraya) götürürler ama bilselerdi Medine kendileri için daha
hayırlıdır, "diye buyururken işittim." demiştir. [941]
911-) Ebû Hureyre (r.a.)
Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Medine'yi olanca güzelliğiyle bırakıp giderler.
Yırtıcı hayvan ve kuşlardan başkası yaşamayacak. En son hasrolunanlar ise
Müzeyne kabilelesinden iki çoban olacaktır. Koyunlarını sürüp gelirler ama
burasını bomboş buluriar, sonunda Veda Tepesi'ne vardıklarında onlar da yüzüstü
yıkılırlar, "diye buyururken işittim." demiştir. [942]
912-) Abdullah b. Zeyd
el-Mâzinî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Evimle minberimin arası cennet
bahçelerinden bir bahçedir, "buyurmuştur.
[943]
913-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Evimle minberimin arası cennet
bahçelerinden bir bahçedir, minberim de (cennetteki Kevser) Havzımın
üzerindedir, "buyurduğunu rivayet etmiştir. [944]
914-) Ebû Humeyd (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Tebûk seferine çıktık" demiş ve
seferi anlatmış. Bu hadiste şunları da söylemiştir: "Seferden döndük ve
Vadi'l-Kurâ'ya geldik. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben süratleneceğim, isteyen
benimle süratlensin isteyen de oyalansın " buyurdu. Yola çıktık,
Medine'yi ilerden gördüğümüzde: "Burası Tâbe'dir, Şurası da Uhud'dur. O,
dağ bizi sever biz de onu severiz" buyurdu"[945]
915-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Benim şu mescidimdeki bir namaz,
Mescid-i Haram- dışında diğermescilerdeki bir namazdan bin kat daha
hayırlıdır." buyurduğunu rivayet etmiştir.
(Bir sonraki
hadiste yeryüzünde faziletli üç mescid zikredilmektedir. Bu hadiste ise Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in mescidinin fazileti açıklanmaktadır, Taberânı'nin rivayet
ettiği hasen hadiste Rasûlüllah (s.a.v.): "Mescid-i Haram'daki bir namaz,
yüz bin namaza denktir. Benim mescidimdeki bir namaz, bin namaza denktir.
Beytö'l-Makdis'dekİ bir namaz da beş yüz namaza denktir." buyurmuştur.
(Mecmau'z-Zevâid, IV. 7, Undetü'l-Kârî, VI. 280)
Yine diğer bir
hadiste de: "Benim şu mescidimdeki bir namaz, -Mesdd-i Ha-ram- dışında
diğer mescidierdeki bir namazdan bin kat daha faziietfidir. Mesdd-i Haram 'daki
harhangi bir namaz, diğer mesddlerdeki bir namazdan yüz bin kat daha faziletlidir,
"buyurmuştur. (îbni Kâce, îkâme: 195, Müaıed, n. 343)
Diğer taraftan Kubâ
Mestidi'nin faziletine de değinilir, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kubâ
Mescidi'nde bir namaz, umre yapmak gibidir, "buyurmuştur. (îbni
Mâre,İkâme: 197, Tirmizî, Salât: 239) [946]
916-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Binekler ancak üç
mescid için koşulur(yolculuğa çıkılır): Mescid-i Haram (Kabe) Mescid-i Rasül ve
Mescid-i Aksa"
(307. hadiste
görüldüğü gibi, diğer ümmetlere verilmeyip bu ümmete verilen ayn-caiıklardan
bir tanesi de, temiz olan her yerde namazın kılınmasına verilen izindir.
(Buhârî, Teyemmüm: 1, Müslim., Mesâcid: 3) Bu nedenle temiz olan her yerde
namaz kalınabilir. 306. hadiste de faziletli üç mescid sayıldıktan sonra:
"Artıksana namaz nerede ulaşırsa orada kıtıver. Zira fazilet
buradadır." buyrulmuştur. Mesdd-i Haram, Mescid-i Rasül, Mescid-i Aksa ve
Kubâ Mescidi dışında, hadislerde fazileti anlatılan başka bir mescid bulamadık.
Bu nedenle namaz vakti nerede girerse orada namazı kılivermek en faziletlidir.
Ancak korku namazının, faziletii bir kimsenin arkasında namaz kılma meziyetini
elde etmek için meşru kılındığından hanskeöe faziletli bir kimsenin arkasında
namaz kılma meziyetini elde etme gayesi ile namaz kılmak için başka mescidlere
gitmek de mümkündür. Bu şekil bir uygulamada temei esas ise gidilen mescidin
faziletinden değil, arkasında namaz kılınan imamın faziletinden dolayıdır.) [947]
917-) İbni Ömer (r.a,):
"Rasûlüllah (s.a.v.), Küba mescidine yaya olarak da binekli olarak da
gelir ve içerisinde iki rekat namaz kılardı." demiştir. [948]
918-) İbni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.), her yedi günde yaya olarak da binekli otarak da
Küba mescidine gelirdi." demiştir. [949]
919-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.), bize: "Ey Gençler sizden kim imkan bulursa
hemen evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan en iyi indirir, namusu en iyi
korur. Kim de imkan bulamaz ise oruç tutmaya baksın. Çünkü oruçta şehveti
kırma "buyurdu, demiştir. [950]
920-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz, Peygamber'in hanımlarının evlerine, Hz. Peygamber (s.a.v.
)'in (evdeki nafile) ibadetlerini sormak için üç kişilik bir topluluk geldi.
(Yaptığı nafile ibadetler) onlara anlatıldığında buniarı kendileri için az
görerek: "Allah onun geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışlamışken biz
nerede, Hz, Peygamber nerede?" dediler. Bunlardan birisi: "Bakın,
artık ben devamlı gece namazf kılacağım" dedi, diğeri: "Hiç ara
vermeden sürekli oruç tutacağım" dedi, öbürü de: "Kadınlardan uzak
duracağım, asla evlenmeyeceğim" dedi. Derken, Rasûlüliah (s.a.v.) geldi:
"Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Bakini Allah'a yemin olsun ki sizin
Allah'tan en çok korkan ve sakınanınız benimdir. Ama ben hem oruç tutuyorum hem
de tutmuyorum. Hem gece namazı kılıyorum hem de uyuyorum, kadınlarla
evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirseo benden değildir,
"buyurdu." demiştir.
(Yukarıda sözü
geçen sahabiler, kendilerinin Allah katındaki değerlerinin Hz. Pey-gamber'e
göre daha aşağıda olduğundan dolayı Hz. Peygamberden daha fazla nafile i-badet
yapmaian gerektiği kanaaöyla insan tabiatına ters düşecek derecede kendilerini
yükümlülük altına aimak istemişlerdir. Ancak ibadetlerde aslolan, süreklilik,
insan tabiatına uyumluluk ve tahammül edilebilirliktir. Bu sebeple Efendimiz (a.s.)
onlan bu tür eyiümiere karşı uyarmış tuttuktan yolun kendisinin yolu
olmayacağına işaret buyurmuştur. Allah katında en değerli ibadet az aa olsa
sürekli olan ibadettir.) [951]
921-) Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Osman b. Maz'ûn (r.a.)'m kadınlardan uzak
durup evlenmeme isteğini geri çevirdi. Eğer kendisine izin verseydi ileride
biz hadım da olurduk." demiştir. [952]
922-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte gazaya çıkmıştık, bu arada
yanımızda kadınlar da yoktu (şehvetimize hakim o-lamadık) bu yüzden:
"Hayalarımızı çıkarıp hadım olsak mı ki?" dedik. Kendisi bize bunu
yasakladı bundan sonra bir elbise (ve benzeri bir) karşılıkla kadınla (belirli
bir süreye kadar) evlenmemize izin verdi ve: «Ey îman edenler, Allah'ın sîze
helâl kıldığı, temiz güzel şeyleri haram kılmayınız ve haddi aşmayınız.
Şüphesiz ki, Allah haddi aşanları sevmez.» (Mâide: 87) ayetini okudu."
demiştir, [953]
923-) Câbir b. Abdullah
ile Seleme b. Ekvâ (r.a.) her ikisi de şöyle demiştir: "Orduda
bulunuyorduk, bu sırada bize Rasûlüllah (s.a.v.)'in elçisi geldi: "Şu
biline ki size Muta Nikahı helâl kılındı, artık Muta Nikahıile
evlenebilirsiniz." dedi.
(Bu durum Mekke
Fethi'de veya Huneyn Savaşı'nda olmuştur. Müslim'in rivayetine göre (Nikah:
18) bu uygulamaya sadece üç gün izin verilmiştir. Daha sonra kesin olarak
yasalanmıştır.
Hadisimizde bir
savaşta Muta Nikâhı'na izin verildiği anlatılır. Müslim'in rivayetinde
"belirli bir süreye kadar" ifadesi vardır. Geçici bir süre ile bir
kadınla evlenme demek olan "Muta Nikâhı" İslâm'dan Önce Araplar
arasında geçerli bir uygulama idi. Bu uygulama İslam'ın ilk yıllarında
geçerliliğini sürdürmüş daha sonra yasaklanmıştır. Hadislerin bazı ifadelerinden
bu nikahın zaman zaman tekrar serbest bırakıldığı da anlaşılmaktadır. Mesela,
"Orduda bulunuyorduk, bu sırada bize RasûlülSah (s.a.v.)'in eiçisi geldi:
"Şu biline ki, size Muta Nikahı helâi kılındı, artık Muta Nikahı ile
evlenebilirsiniz" ifadesi önceden yasaklanan bir şeyin serbest
bırakıldığını cağnştjrmaktadır. Aslında bu nikah Hayber Fethi günü yasaklanmıştır.
Bir ara Mekke Fethinde kısa bir süre serbest bırakılmış bunun ardından kesin
kes yasaklanmış veda haccında Efendimizin veda konuşmasında da bu yasak tekrar
dile getirilerek teyit edilmiştir.
Rasûlüllah (s.a.v.)
Mekke Fethedildikten sonraki günlerde Kabe'de şöyle buyurmuştur: "Ey
insanlar, Muta Nikahı ile kadınlarla evlenmenize izin vermiştim. Allah, artık
bunu kıyamete kadar haram kılmıştır. Bu nedenle kimin yanında Muta Nikahı İle
nikahlı kadın varsa bıraksın. Onlara verdiğiniz şeyleri de almaymiZ.
"(Müslim, Nikâh: 21, îbni Mâce, Nikâh: 44)
Bu arada
uygulamanın kaldırıldığını duymayan bazı sahabiler yasağın kalkmadığını
zannetmişlerdir. Nitekim sahabilerin bir kısmı bazen yeni uygulamalardan
habersiz olabiliyor hatta bu uygulamalann kalktığını Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den sonra öğrendikleri bile olabiliyordu. Bu konudaki örnekler için
205,990,1040 ve 1494. hadislere bakınız,
Bu konuda İmam
Nevevi şöyle demektedir: "Muta Nikahının yasaklanması ve serbest
bırakılması iki defa olmuştur: Hayber Fethinden önce serbest idi bu gün yasaklandı.
Daha sonra Mekke'nin fethinde serbest bırakıldı, üç gün sonra kesin olarak
kıyamete kadar yasaklandı." (Nevevî, Şerhu Müsüm, ix. 184, Nikâh:) [954]
924-) Ali b. Ebi Talib
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Hayber sava-şı'nda Muta nikahı ile evcil eşek
etini yemeği yasaklamıştır. [955]
925-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimse hanımı ile hanımının
halasrnı, yine hanımı ile hanımının teyzesini bir nikah altında
tutamaz"buyurmuştur. [956]
926-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), ihramlı iken Meymûne ile
nikahlandı"[957]
927-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) birinizin diğer birinin alış verişi
üzerine alış veriş yapmasını yasakladı. Bir kimse kardeşinin nişanı üzerine
nişan yapamaz. Ancak istemeye gitmeden önce ilk nişan yapan nişanı bırakması
veya kendisine izin vermesi dışında" demiştir, [958]
928-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) Şiğâr usulü evlenmeyi yasaklamıştır. Şiğâr
usulü evlenme, bir kimsenin kızını, diğer bir kimseye onun kızıyla evlenmek
şartıyla her ikisinin arasında mihir olmaksızın evlendirmesidir. [959]
929-) Ukbe b. Âmir
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Şartlardan, yerine getirilmesi en
fazla gerekli olanı namusları helâl kılmakistediğinizde verilen şartlardır,
"buyurdu, demiştir.
(Yani evlilik akdi sırasındaki
ortaya sürülen şartlardır.) [960]
930-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Dul kadın kendisinin görüşü
alınmadan evlendirilemez. Kız da kendisinin izni alınmadan
evlendirilemez" buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûlü, onun
(kızın) izni nasıl olur?" dediler. O da: "Sukut etmesidir,
"buyurdu. [961]
931-) Aişe (r.a.):
"Ailesinin evlendirdiği genç kızın görüşü alınıp anmayacağını durumunu
Rasûlüllah (s.a.v.)'e sordum. Rasûlüllah (s.a.v.): "Evet
görüşü alınır" buyurdu: "Genç kız utanır? görüşünüdedim. Rasûlüllah
(s.a.v.) de: "Onun evliliği kabul etmesi, susmasıdır. "buyurdu"
demiştir. [962]
932-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) beni alt yaşımda iken nikahladı, sonra
Medine'ye geldik ve Haris b. Hazrecoğullan'nın yanına indik, bu arada sıtmaya
tutuldum, saçlarım döküldü, sonunda olduktan sonra) saçlarım omuzlanma kadar
gürieşti. Arkadaşlarımla beraber salıncakta (oyna^en) annem Ümmü Rûmân bana
gelip beni çağırdı, kendisinin yanına geldim, benden ne istediğini bilmiyordum
elimden tuttu, evin kapısına gelince beni durdurdu bu sırada ben yorgunluktan
soluk soluğa kesilmiştim. Nihayet soluğum biraz yatıştı, sonra biraz su alıp
yüzüme ve başıma sürdü, arkasından beni eve koydu, evde Ensar"dan birtakım
kadınları gördüm. Kadınlar: "Hayıra ve berekete, iyi kısmete düştün"
dediler. Annem beni onlara teslim etti. Kadınlar benim üstümü başımı
düzelttiler. Benim i-çin beklenmedik şey Rasûlüllah (s,a.v.)'in görünmesi oldu.
Kadınlar beni ona teslim ettiler. Ben bu sıralarda dokuz yaşımda idim. [963]
933-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Bir kadın Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kendisiyle evlenmesini teklif
etti. (Rasûiüiish (s.a.v.) esvap vermedi) bu arada»kimse: "Ey Allah'ın
Rasûlü, beni onunla evlendirsen." dedi. O da: "Yanındaneyin
var?" buyurdu. Bu kimse: "Yanımda bir şeyim yoktur." dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Gi% demirden bir yüzük bile olsa bul gel"
buyurdu. Adam gitti, sonra geri geldi: "Vallahi yok, hiçbir şey bulamadım,
demirden bir yüzük bile. Ama şu izanm var, yansı onun olsun" dedi. Belden
yukarısını örtecek bir elbisesi bile yoktu. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Bir tek izannla ne yapabilirsin ki. Onu sen giysen bundan
kadına bir şey kalmaz, o giyse sana bir şey kalmaz, "buyurdu. Adam oturdu,
nihayet bir hayli o-turduktan sonra ayağa kalktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) onu gördü ve çağırdı, yahut çağırtıldı. Kendisine: "Yanında
ezberinde ICur'ân'dan ne kadar var?"buyurdu, O da: "Ezberimde şu
sure, şu sure vardır." diye ezberindeki sureleri saymaya başladı. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Kur'ân'dan ezberindekilerekarşılık onusana verdik,
"buyurdu. [964]
934-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdurrahman b Avfın üzeride yeni evlenen
damatların kullandığı kokunun sanlığını nörmüş ve: "Bu da buyurmuş, o da:
"Bir nevât altın mihirie bir kadınla evlendi" demiş. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Allah mübarek eylesin. Bir koyunla bile olsa düğün yemeği
nerwbuyurmuştur.
(Nevât, o dönemde
kullanılan ağırlık ölçü birimi olup bölgelere göre değişiklik arzeder. Bugünkü
ölçü birimiyle yaklaşık 15 gr'dır.) [965]
935-) Enes (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Hayber Gazası'na çıktı. Sabah namazını
ortalık karanlık iken Hayber yakınlannda kıldık. Ardından Hz. Peygamber
(s.a.v.) bineğine bindi. Ebû Talha da bindi ben de Ebû Talha'nın terkisinde
idim. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber sokağı içerisinde ilerledi. Dizim Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in uyluğuna dokunuyordu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
uyluğunun beyazlığını göreceğim dereceye kadar (ka-labaiık ve sürtünme)
uyluğundan izannı sıyırdı. Şehre girdiğinde üç defa: "Allahü Ekber, Hayber
şehri harap oldu! Biz bir kavmin yurduna indiğimizde uyarılmış olanların sabahı
ne kötü olur." buyurdu, (bu ifade sâffât: 177. ayetinden alıntıdır.) Halk
işlerinin başına gktığında: "Eyvah! Mu-hammed, ordu!" dediler. Hayber
şehrini kuvvet kullanarak ele geçirdik. E-sirler toplandı. Bu sırada Dınye
geidi ve: "Ey Allah'ın Peygamberi, esirlerden bana bir cariye ver"
dedi. O da: "Git bir cariye al" buyurdu. Dıhye de Safiyye bintü
Huye/i aldı. Ardından bir adam Hz, Peygamber (s.a.v.)'e gelip: "Ey
Allah'ın Peygamberi, Dıhye'ye Kurayza ve Nadir kabilelerinin hanımefendisi
Safiyye bintü Huyey"i verdin, ama bu ancak sana uygun düşer" dedi. O
da: "Onu da onu da çağırın." buyurdu. Dıhye hemen Safiyye'yi getirdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Safiyye'yi görünce: "Esirlerden bunun dışında bir
cariye al" buyurdu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)
Onu azat
etti ve Onunla evlendi. (Hadisi Hz. Enes (r.a.)'dan
dinleyen) Sâbİt el-
Bünânî; "Ey
Ebû Hamza, mehri ne idi?" dedi. "Onun kendisi idi. Onu hürriyetine
kavuşturdu sonra da onunla evlendi." dedi. Nihayet yolda iken Ummü Süleym,
Safiyye'yi süsledi, gecenin bir kısmında Hz. Peygamber'e teslim etti. Hz.
Peygamber (s.a.v.) güveyi olarak sabaha çıktı ve: "Kimin Yanında bir
şeyler varsa onu getirsin" buyurdu ve bir yaygı serdi. Kimi hurma, kimi de
yağ getirmişti. (Hadisi rivayet eden) Enes (r.a.)'ın: "Sevik'i de
(hurma kavutunu da)
Söylediğini Zannediyorum" demiştir. Sonra (hurma, tereyağı, unve çökelek
ile yapılan bir tür yemek olan) hays yemeği yaptılar. İşte
Rasûlüllah(s.a.v.)'in düğün yemeği bu şekilde olmuş oldu."
(Safiye bintü
Huyey, hem Kurayza ve Nadir kabilesi içerisinde sosyal statüsü yüksek bir kadın
idi. Hz. Peygamber onun ile evlenerek her iki kabile mensupları ü-zerindeki
nüfuzunu artırmıştır.) [966]
936-) Ebû Musa (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Kimin bir cariyesi olur da onun bakımını
üstlenir, ona güzel davranır sonra da onu azat eder ve onunla evlenirse o
kimseye iki sevap olur" buyurdu " demiştir. [967]
937-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Zeyneb validemizin düğününde verdiği
yemek kadar hanımlarının hiçbirinde düğün yemeği vermemişti. Bir koyunla düğün
yemeği vermişti." demiştir. [968]
938-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), Zeyneb b. Cahş ile
evlendiğinde halkı davet etti onlar da yemek yediler arkasından oturup
konuşmaya daldılar. Rasûlüllah (s.a.v.) kalkmaya davran-dıysa da onlar
kalkmadılar. Bu durumu görünce kendisi kalktı, kendisiyle birlikte kalkanlar
da kalkö ama üç kişi oturup kaldı. Hz. Peygamber (s.a.v.) içeri girmek için eve
geldi baksa ki içeridekiler oturmaktadır. Sonra onlar da kalktılar, ben de
gidip kalkıp gittiklerini Hz. Peygamber (s.a.v.)'e haber verdim. Arkasında
kendisi geldi ve içeri girdi, ben de içeri girmeye davrandım ama kendisi ile
benim arama perdeyi çekti sonra Allah: «Ey inananlar! Peygamberin evlerine,
yemeğe çağnlmaksızın vah'tii vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin
ve yemeyi yiyince dağlın. Sohbet etmek içn de gidip oturmayın. Bu haliniz
peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği
söylemekten çekinmez. Peygamber eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde
arkasından isteyin. Bu sayede sizin kalplerinizde on-iann Kalplerde daha temiz
kalır, Allah'ın Peygamberini üzmeniz ve Ondan sonra eşlerini nikahlamanız asla
caiz değildir, Çünkü bu Allah katında büyük birgünahür.»(Ptmb; 53) ayetini
indirdi"[969]
939-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hicab emrinin inişini herkesten daha çok ben bilirim, Übey b.
Ka'b bile bunu benden sorardı" dedi ve şöyle anlattı: "Rasûlüllah
(s.a.v.) Zeyneb bintü Cahş ile evlenmişti. Kendisinin bu evliliği Medine'de
olmuştu, gün yükseldikten sonra halkı yemeğe çağırdı. Yemekten sonra Rasûlüllah
(s.a.v.) oturdu. Halk kalkıp gittikten sonra bir kısım kimseler kendisiyle
birlikte oturdu. Nihayet Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalktı ve yürüdü, ben de
kendisiyle birlikte yürüdüm, sonunda Hz. Aişe'nin odasının kapısına geldiğinde
içerdekilerin artık dışarı çıktıklarını tahmin ederek geri döndü, ben de
kendisiyle birlikte geri döndüm. Baksak ki onlar, hâlâ yerlerinde oturmaktalar.
Bunun üzerine tekrar döndü, ben de kendisiyle birlikte döndüm, sonunda Hz.
Aişe'nin odasının kapışana geldiğinde geri döndü, ben de kendisiyle birlikte
geri döndüm. Baktık ki onlar artık kalkmışlar. Kendisi ile benimarama perde
çekip (içen girdi) ve hicap emri indirildi." demiştir.
(Burada indirildiği
bildirilen Ahzâb: 53. ayette belirtilen Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarının
diğer hanımlardan ayrı olarak ortalıkta dolaşmamalarının em-redümesidir. Bu
konuda 535. hadisin açıklamasına bakınız.) [970]
940-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Biriniz düğün yemeğine çağrıldığında,
yemeğe gitsin." buyurmuştur. [971]
941-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Zenginlerin çağrılıp da yoksulların terk edildiği düğün yemeği ne
kötü bir yemektir. Kim davete gelmez İse Allah ve Rasûlüne karşı
gelmiştir" diye söylemiş
İmam Müslim'in
getirdiği diğer merfu bir rivayet ise şöyledir. Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz.
Peygamber (s.a.v,): "Yemeğin en kötüsü, gelene verilmeyen ve gelmeyecek
olanın davet edildiği düğün yemeğidir. Kim davete İcabet etmez ise Allah ve
Rasûlüne karşı gelmiştir." buyurmustur[972]
942-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Rifâa1 el-Kurazî'nin hanımı Rasûlüllah (s.â.v.)'e geldi ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Rifâa1 beni boşadı ve boşamayı kesinleştirdi. Ben de
bunun arkasından Abdurrahman b, Zebîr el-Kurazî lle evlendim ama onunki elbise
saçağı gibidir (gevşektir)" dedi. Rasûlülîah(s.a.v.): "Herhalde sen
tekrarRifâa'ya dönmek istiyorsun? Ama bu, sen onunla birleşmediğin sürece
olmaz, "buyurdu.
(Nikah ve boşanma
ciddi bir konudur. Bunların oyuncak haline getirilmemesi için tedbirler
alınmıştır. Bunlardan birisi de bir kimsenin hanımını üç defa boşarsa hanımına
tekrar dönemez, ancak hanımı bir başkasıyla evlenip tam anlamıyla evlilik
gerçekleştikten ve bu kadın ikinci erkekten boşandıktan sonra birinci kocasıyla
evlenebilir. Bu ağır şart boşanma işinin oyuncak yapılmamas! boşama yapılırken
iyi düşünülmesi içindir. Allah: «Eğer erkek üçüncü defa boşarsa ondan sonra
kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helâl olmaz, O evlendiği
erkek o kadını boşarsa, her iki taraf da Allah'ın sınırlarını muhafaza
edeceklerine inandıkları takdirde, evlenmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar
Allah'ın sınırlandır.» buyurmuştur. (Bakara: 230)
Söz konusu hadisin
diğer rivayetinde (Buhâri, Talak: 6) kadın ikinci kocasıyla zifafa girmiş,
kocası bir defa kendisiyle yatmış ama birleşme gerçekleşememiştir. Şu halde
kadın ilk kocasına dönebilmesi için mutlaka birleşme gerçekleşmiş bir evlilik
sonucu boşanma olursa mümkündür.) [973]
943-) Âişe (r.a.)'dan.
Bir kimse hanımını üç boşanma ile boşadı, arkasından o kadın ile başka birisi
nikahlandı (birleşmeden önce) o da boşadı. Sonra, bu kadının ilk kocasıyla
evlenmesinin helal olup olmayacağı Hz. Peygamber (s.a.v.)'e soruldu, o da:
"Olmaz, ilk kocası gibi o kimse de birleşmedikçe olmaz" buyurdu[974]
944-) İbni Abbâs fr.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v,): "Bakınız! Onlardan birisi hanımına
yaklaştığında "Bismillâhi Allahümme cennibnrş-Şeytâne ve Cennibi'ş-Şeytâne
mâ razaktenâ (-Allah'ım,
beni şeytandan uzak
tut. Şeytanı da bizi rızıklandırdığından uzak tut)" derse ve bundan
kendilerine çocuk nas»'b edilirse şeytan asla ona zarar veremez."
buyurdu" demiştir. [975]
945-) Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Yahudiler: "Bir kimse hanımının önüne (tenasül uzvuna)
arkasında yanaşırsa çocuk şaşı olur" derlerdi. Bunun üzerine «Eşleriniz
sizin nesil yetiştiren tarlan izdir. Dolayısıyla tarlanıza dilediğiniz şekilde
varın.» (Bakar: 223) âyeti inmiştir. [976]
946-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimse hanımını yatağına çağırır
da hanımı kabul etmez, kocası da hanımına kızgın olarak geceyi ge&rirse,
melekler sabaha kadar kadına lanet okur buyurdu.demiştir.[977]
947-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Benî Mustalık Gazvesi'ne çıktık.
Sonunda Arap kadınlarından pek çok esir aldık. Bu sırada kadınlara İştah
duyduk bekarlık ağır geldi. (Ama bunlarla bine-
şirsek hamile kafir
ds çocuk olur endişesiyle) azîl yapmak İStedİk fakat Rasûlüllah
(s.a.v.)
aramızdayken ona sormadan önce azil yapabilir miydik? Hemen kendisine bunun
hükmünü sorduk. O da: "Bunu yapmamakla yükümlü değilsiniz (serbestsiniz)
Ama biline ki kıyamete kadar meydana gelecek her nefis mutlaka meydana getir"
buyurdu." demiştir. [978]
948-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a,), şöyle demiştir: "Savaş esiri bir takım kadınlar elde ettik ve
onlarla yattığımızda azil yapıyorduk, bu durumu Rasûlüllah (s.a.v.)'e sorduk o
da üç defa: "Siz böyle yapıyor musunuz" buyurdu ve şöyle devam etti:
"Kıyamet gününe kadar dünyaya gelecek her canlı mutlaka gelecektir"[979]
949-) Cabir (r.a.):
"Kur'ân-ı Kerim indiği sırada azil yapardık," demiştir. Hadisin
ravilerinden Süfyân b. Uyeyne: "Eğer azil yapmak yasaklanmış olsaydı
Kur'ân-ı Kerim, bunu yasaklardı" demiştir. [980]
950-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) kendisinin yanında i-en Hafsa'nın evine girmek
için izin isteyen bir kimsenin sesini duy-muŞ: 'Ey Allah'ın Rasûlü, şu adam
evine girmek için izin istiyor" demiş. z- Peygamber (s.a.v,) Hafsa'nın süt
amcasını kastederek: "Zannede Olancadır."buyurdu. Hz. Aişe (r.a.)
kendi süt amcasını kastede- tger falanca da yaşasaydı o da benim yanıma
girerdi?" dedi. Hz.Peygamber (s.a.v.): "Evet, doğum ve nesep yönünden
haram kılınanları süt emmek de haram kılar." buyurdu." [981]
951-) Hz, Aişe (r.a.):
"Örtünme emri. indirildikten sonra (süt babam) Ebû Kuays'ın erkek kardeşi
Eflah yanıma girmek için izin istedi. Ben de: "Bu konuda Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den izin alana kadar ona izin veremem. Çünkü beni emziren onun
kardeşi Ebû Kuays değil, Ebû Kuays'ın hanımıdır." dedim. Derken Hz.
Peygamber (s.a.v.) yanıma girdi, ben de kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü,
Ebû Kuays'ın kardeşi Eflah izin istedi ben de senden izin alana kadar kabul
etmedim." dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Süt amcana izin vermenden
seni ne engelledi ki?" buyurdu. Ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü, beni
emziren erkek değil ki, beni Ebû Kuays'ın hanımı emzirmiştir." dedim, o
da: "Ona izin ver, Allah hayrını versin, o senin amcandır,
"buyurdu." demiştir. [982]
952-) Âişe (r.a.), şöyle
demiştir: "Eflah, yanıma gelmek için izin istedi ben kendisine izin
vermedi. O da: "Benden perde gerisinde mi duruyorsun? Ben senin
amcanım" dedi: "Nasıl oluyor?" dedim: "Kardeşimin hanımı
sana süt emzirdi, kardeşimin sütünü emdin" dedi. Ben de bunu Rasûlüllah
(s.a.v.)'e sordum: "Eflah doğru söylemiş, yanına girmesini izin ver"
buyurdu"[983]
953-) îbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Hamza'nın kızıyla evlenmez
misin?" denildiğinde: "Hamza'nın kızı benim süt kardeşimin kızıdır,
"buyurmuştur. [984]
954-) Ümmü Habîbe bintü
Ebî Süfyan (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü, Ebû Süfyan'ın kızı, benim
kızkardeşimle evlensen" dedim: "Bunu sen istiyor musun?"
buyurdu: "Evet, nasıl olsa seni ben tek başıma paylaşamayacağıma göre
hayırda bana ortak olanlardan kız kardeşimin de olmasını isterim." dedim.
Hz, Peygamber (s.a.v.) de: "Ama o bana helâl olmaz"buyurdu. Ben de:
"Senin Ebû Seleme'nin kızıyla evlenmek istediğin bize anlatılıyor?"
dedim: "Ümmü Seleme'nin kızı mı?" buyurdu: "Evet" dedim:
"Eğer o kız benim gözetimim altında üy faz,,!! olmasa bile yine bana helâl
değildir, çünkü onun babası benim süt kardeşimdir. Beni de (babası) Ebû
Selemeyi de Süveybe emzirmiştir. Artık bana kızlarınızı ve
kızkardeşleriniziteklif edip durmayın, "buyurdu.
(Ümmü Habibe (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarındandır, Kendi kızkardeşiyle de evlenmesini
teklif etmiş ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)'e nikah düşmediğinden dolayı kabul
etmemiştir. Ümmü Seleme (r.a.) da hanımlarındandır, kocası Ebû Seleme vefat
ettiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ile evlenmiş yanında, ölen kocasından bir kızı
vardı. Bu kız Hz. Peygamber (s.a.v.)'in üvey kızı olduğu gibi babası Ebû
Seleme (r.a.) da süt kardeşidir, dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.) bu kızın
süt amcası ojmaktadır.) [985]
955-) Hz. Aişe (r.a.)anlatır:
"Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Aişe (r.a.)'ın yanına girmişti. Bu sırada
yanında bir erkek vardı. Bu gördüğü manzaradan hoşlanmamış olacak ki yüzü
değişti, bunun üzerine: "Bu kimse benim kardeşimdir." dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.) de: "Kardeşlerinizin kim olduğuna iyi bakın, çünkü süt
kardeşliği açlığı doyuracak şekilde emme ile olur. "buyurdu. [986]
956-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Utbe b. Ebî Vakkâs, kardeşi Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'a:
"Zem'a'nın cariyesinin oğlu benden olmadır, dolayısıyla onu sen al"
diye vasiyet etmişti. Mekke fetholunca Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.) bu çocuğu aldı
ve: "Çocuk kardeşimin oğludur, kendisi bana çocuğu almamı vasiyet
etmişti" dedi. Zern'a'nın oğlu Abd hemen karşı çıkıp: "O, benim
kardeşimdir, babamın cariyesinin oğlu olup babamın yatağında dünyaya
gelmiştir." dedi. Sonunda durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e götürdüler.
Sa'd: "Ey Allah'ın Rasûlü o, benim kardeşimin oğludur. Kendisi çocuk
hakkında bana vasiyyet etmişti." dedi. Abd b. Zem'a da: "O, benim
kardeşimdir, babamın cariyesinin oğlu olup babamın yatağında dünyaya
gelmiştir" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey Abd b. Zem'a
o, senindir."dedi ve arkasından, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Çocukyatağa
aittir, zina edene ise taş vardır çocuktan mahrumiyet vardır" buyurdu.
Sonra da hanımı Şevde bintü Zem'a (r.a.)'ya, çocuğun Utbe b. Ebî Vakkâs'a
benzediğini gördüğünden dolayı: "Onun yanında örtülü o/"buyurdu.
Bundan böyle öiene kadar Sevde'yi (örtüsüz) görmemiştir. [987]
957-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Rasûlüllah (s.a.v.): "Çocukyatağa aittir, zina edene ise taş
vardır / çocuktan mahrumiyet vardır"buyurmuştur. [988]
958-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.), sevinçle yanıma girdi ve: "Ey Âişe,
biliyor musun. (İnsanların vücutlanndan neseplerini tespit eden kâif) Mücezzez
el-Müdlicî benim yanıma girdi. Üsame ve Zeyd'i gördü. Başlan örtülü ama
ayakları dışarıda idi. Ayaklan gördüğünde: "Bu ayaklar
birbirindendir" dedi" buyurdu
(Hz. Zeyd (r.a.)
siyah tenli, oğlu Üsâme (r.a.) ise aksine beyaz tenli idi, bunun için bazı
artniyetlüer Üsame (r.a.)'ın nesebi konusunda dedikodular yapmışlardı. Hz.
Peygamber (s.a.v.) kendisinin de süt annesi olan Üsame (r.a.)'ın annesi Ümmü
Eymen ile kadim dostu babası hakkındaki bu dedikodudan dolayı çok rahatsız
o!-muştu. Araplar arasında insanın vücudundaki bazı işaretlerden nesebini
tespit etme bilimi gelişmişti. Bu bilimin ustaları çeşitli metotlardan hareketle
bir kimsenin nesebini rahatlıkla tespit edebilmekte idiler. İşte bu
bilginlerden bir tanesi de Mücezziz el-Müdlicî (r.a.) idi. Hadiste ayakların
birbirine benzemesinden neseblerinin aynı olduğuna hükmeden zat da budur.) [989]
959-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Sünnet Olan, (bir kimsenin hanımının üstüne)
bekar kızla
evlendiğinde yanında yedi gün kalır. Dul bir kadınla evlendiğinde ise üç gün
kalır sonra kalış günlerini taksim eder." demişmiştir. [990]
960-) Hz. Aişe (r.a.):
"Kendilerini mehirsiz olarak Rasûiüllah (s.a.v.)'e hibe eden kadınları
ayıplar ve: "Bir kadın hiç kendisini hibe eder mi?" derdim. Allah
Teâlâ: «O kadınlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın, ayrı
durduğun kadınlardan arzu ettiğini tekrar istemende sana bir sakınca yoktur.»
(Ahzâb: 5i) ayetini indirdiğinde: "Rabb'inin senin arzunu hemen yerine
getirmesinden başka bir kanaatta bulunmamaktayım." dedim." demiştir. [991]
961-) Ata'dan. Şöyle
demiştir: "Şerifte, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Meymûne'nin
cenazesinde bulunuyorduk. İbni Abbas: "Bu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
hanımının cenazesidir. Cenazesini kaldırdığınızda sarsmayınız,
sallamayınız, yumuşak davranınız. Bilin ki,
Rasûlüllahyanında dokuz hanımı vardf bunlardan birisi dışında geceleyeceği
nöbeti sekizi arasında taksim ederdi." dedi"[992]
962-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kadınla şu dört özelliğinden
dolayı evlenilir.- Malı için, soyu için, güzelliği için, dini için. Sen dindar
olanını elde et ki rahat edesin, "buyurmuştur. [993]
963-) Cabir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir: "Evlenmiştim, bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Kiminle evlendin?" buyurdu: "Dul bir hanımla" dedim:
"Niye bekarla evlenmedin, oynaşırdın"buyurdu"
Diğer bir rivayet
ise şöyledir: "Genç kız alsaydın da sen onunla o da seninle
oynaşırdınız"[994]
964-) Cabir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir: "Babam vefat etmiş ve geriye sekiz-diğer bir
rivayette-dokuz kız çocuğu bırakmıştı. Ben de dul bir hanımla evlendim
Rasûlüllah (s.a.v.), bana: "Ey Cabir, evlendin mi?" buyurdu: "Evet"
dedim: "Bekar mı, dul mu?" buyurdu: "Dul" dedim: "Genç
kız alsaydın da sen onunla o da seninle oynaşsaydınız, sen onu o da seni
güldürseydi" buyurdu: "Babam Abdullah vefat etti ve geriye
kızlarımızı bıraktı. Ben de onlara kendileri gibisini getirmeyi istemedim ve
onlarla ilgilenecek bir kadınla evlendim" dedim: "Allah mübarek
kılsın -diğer bir rivayette- hayırlı olsun "buyurdu"[995]
965-) Cabir (r.a.),
şöyle demiştir: "Bir gazvede Rasûlüllah (s.a.v.) »e birlikte idim,
gazveden dönerken yavaş yürüyen deveme binerek acele ettim. Bir binekll
arkamdan yetişti baksam ki Rasûlüllah (s.a.v.) yanıma gelmiş. Bana: "Niye
böyle acele ediyorsun?" buyurdu: Jeni evliyim" dedim: "Bekarla
mı evlendin dul ile mi?" buyurdu: ile" dedim: "Genç kız a/saydın
da sen onunla o da seninle °ynaşsaydınız"buyurdu. Medine'ye geldiğimizde
şehre girmeye davrandık: "Yavaş olunuz ki gece girmeyesiniz. Çünkü
kocasından aYn kalan kadın traş olsun, dağinıksaçlarını
tarasın"buyurdu"[996]
966-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir seferde bulunmuştum.
Devem yorulup beni (kervandan) geriye bıraktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) bana geldi: "Câbir!" dedi: "Buyur" dedim:
"Neyin varkigeride kaldın?"'dedi: "Devem yorulup beni geriye
bıraktı, bu yüzden geride kaldım" dedim. Çengelli değnek ile devemi
çekmek için indi, sonra da: "Haydib/n. "buyurdu. Ben de bindim, bu
kez de devemi Rasûlüllah (s.a.v.)'in devesini geçmemesi için tutuyor gördüm.
Rasûlüllah (s.a.v.): "ev/endin ha?" buyurdu: "Evet" dedim:
"Bekâr mı, dul mu?" buyurdu: "Dul" dedim: "Senin
onun/a, onun da seninle oynaşacağı genç kız aisaydın ya" buyurdu:
"Bilirsin ki benim kız kardeşlerim vardır. Onları yanına toparlayıp
saçlarını tarayıp onlarla ilgilenebilen bir kadınla evlenmek istedim."
dedim: "Sen Medine'ye geliyorsun. Medine'ye geldiğinde bak akimi başına
topla, ailene karşı yumuşak davran, Allah 'tan çocuk iste "buyurdu. Sonra
da: "Deveni satar mısın?" buyurdu: "Satarım." dedim, benden
deveyi bir ukiyyeye {kırk dirheme) satın aldı. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)
benden önce Medine'ye geldi. Ben de kuşluk vakti geldim, mescide vardık, kendisini
mescidin kapısında buldum: "Şimdi mi geldin?" buyurdu:
"Evet" dedim: "Deveni bırak, mescide gir ve iki rekat namaz
kıl." buyur-du. Mescide girip namaz kıldım, arkasından Bilal bana tarttı
ve tartıda a-ğır yaptı. Sonra da yanından aynldım, döndüm ki: "Bana Câbir'
çağır. "buyurdu. Şimdi deveyi bana geri verecek dedim, bu sırada devemden
daha fazla sinirime dokunan bir şey yoktu. Rasûlüllah: "Devenial, parası
da senin olsun, "buyurdu. [997]
967-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz ki kzd/n kaburga kemiği
gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, eğer o şekilde istifade
etmek istersen eğriliği ile istifade etmiş olursun " buyurmuştur. [998]
968-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim Allah'a ve âhiret gününe
inanıyorsa komşusuna eziyet vermesin. Kadınlar hakkında iyiliği tavsiye ediniz
Kadınlara iyi davranıniz. Çünkü onlar kaburga kemiğinden yaratılmışlardır. Kaburga
kemiğinin en eğrisi de üst tarafıdır. Eğer bunu doğrultmaya çalışırsan
kırarsın, olduğu gibi bırakırsan eğri kalır. Dolayısıyla kadınlar hakkında
iyiliği tavsiye ediniz / kadınlara iyi davranınız, "buyurmuştur. [999]
969-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "İsrail oğulları olmasaydı et
bozulmazdı, Havva olmasaydı kadın kocasına haksızlık (ihanet) etmezdi"
buyurdu." demiştir. [1000]
970-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Kendisi Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde hanımını hayızlı iken
boşamış, bunun üzerine Ömer b. Hattab Rasûlüllah (s.a.v.)'e bunun durumunu
sormuş, Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ona söyle hanımına dönsün, sonra da
temizlenip tekrar hayız olup tekrar temizleninceye kadar yanında tutsun, bundan
sonra dilerse yanında tutar, dilerse ona dokunmadan (yaklaşmadan) önce boşar.
İşte Allah'ın emrettiği kadınların boşanması ile ilgi isüre budur,
"buyurdu.
(Allah'ın emrettiği
kadınların boşanması ile ilgili süre şu ayette bildirilmektedir: «Ey Peygamber,
kadınları boşayacağınızda onlan sürelerinde boşayınız, süreyi de sayıp iyi
belleyiniz...Bekleme sürelerini doldurduklarında ya onları güzel bir şekilde
yanınızda tutun yahut güzel bir şekilde onlardan ayrılın. Sizden olan iki adil
kimseyi de şahit tutunuz...» (Talak: 1-2) [1001]
971-) Yunus b.
Cübeyr'den. Şöyle demiştir: "Abdullah b. Ömer'e (kadını adetini gördüğü
sırada boşamayı) sordum: "Ben, Abdullah b. °mer de hanımını adetini görürken
boşamıştım. Babam Ömer, durumu Hz- Peygamber (s.a.v.)'e sordu, o da hanımına
dönsün ve iddeti bitmeden önce boşasın, diye emir verdi." dedi. Ben:
"Bu, bir boşanma İarak sayıldı mı?" dedim. Abdullah b. Ömer de:
'Tabi, ne sanıyorsun aciz kalsa veya ahmaklık etse bile" dedi"[1002]
972-) İbni Abbas (r.a.):
"Bir kimse, hanımının kendisine haram olduğunu, söylemesi bir tür
yemindir. Kefaretini vermesi gerekir. Sizin için Allah'ın Rasûlünde güzel
örnekler vardır. (Ahzab: 21)" demiştir.
(İbni Abbas
(r.a.)'a 'hanımım bana haram olsun' diyen kimsenin hükmü sorulması nedeniyle
yukarıdaki sözü söylemiştir.) [1003]
973-) Âişe (r.a.)'dan,
Şöyte demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Zeyneb b. Cahş'm yanında bir süre
kalır ve orada bal şerbeti içerdi. Bunun üzerine ben ve Hafsa "Hz.
Peygamber (s.a.v.), hangimizin yanına girerse: "Sen meğâfir mi yedin,
meğâfir kokuyorsun" diyecek'' diye anlaştık. Daha sonra birimizin yanına
girdi o da bu şekilde söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hayır meğâfir
yemedim Zeyneb b. Cahş'ın evinde bal şerbeti içmiştim ama bir daha
içmeyeceğim" buyurdu. Bunun üzerine
«Ey Peygamber!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram
ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Peygamber,
eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalanna
haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Peygamber bir kısmını
bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi:
Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar o!an Allah
bana haber verdi, dedi.
Eğer ikiniz de
Allah'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz e-ğildi. Ve eğer Peygamber'e
karşı birbirinize arka çıkarsanız (bilin ki) onun dostu ve yardımcısı Allah,
Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunun ardından melekler de (ona) arkadır»
(Tahrim: 1-4) ayeti indi.
«Eğer ikiniz de
Allah'a tevbe ederseniz» Âişe ve Hafsa'ya hitap etmektedir.
«Peygamber, eşlerinden
birine gizlice bir söz söylemişti.» ifadesi de, bal şerbeti içmiştim, sözü
içindir." [1004]
974-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) bal ve tatlı çeşitlerini severdi. İkindi
namazından çıktıktan sonra hanımlannın yanına girer ve onlara yakınlık
gösterirdi. Birkeresinde Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi ve normalde
kaldığından daha fazla kaldı. Bu yüzden ben kıskandım ve sebebini araştırdım,
sonunda bana: "Hafsa'ya akrabalanndan bir çömlek bal hediye edildi, o da
bundan Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bal şerbeti içirdi." denildi. Ben de;
"Vallahi biz ona bir oyun kuracağız." dedim, akabinde Şevde bintü
Zema'ya: "O, biraz sonra seninle yakın olacaktır, sana yaklaştığında:
"Meğâfir mi yedin?" dersin. O da sana: "Hayır" diyecektir.
O zaman sen de kendisine: "Pekiyi sen de bulduğum bu koku da nedir?"
dersin, o da sana: "Hafsa bana bal şerbeti içirdi" diyecektir. O
zaman sen de kendisine: "Öyleyse balı yapan arı Urfut Ağacı'nda
yayılmıştır." dersin. Ben de bu şekilde diyeceğim. Ey Safiyye sen de bu
şekilde söyle" dedim. Şevde, şöyle derdi: "Vallahi senden
çekindiğimden Rasülüllah (s.a.v.) kapıya gelir gelmez, bana emrettiğini hemen
uygulamaya başlamak istedim" Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine
yaklaştığında Şevde: "Ey Allah'ın Rasûiü, meğâfir mi yedin?" dedi, o
da: "Hayır"dedi. Şevde: "Pekiyi sende bulduğum bu koku da
nedir?" dedi, o da: "Hafsa bana batşerbetiiçirdi." dedi, Benim
yanıma döndüğünde kendisine aynısını ben de söyledim, Safiyye'nin yanına
döndüğünde o da aynı şeyleri söyledi. Sonra Hafsa'nın yanına döndüğünde:
"Ey Allah'ın Rasûiü yine sana ondan içireyim mi?" dedi. O da:
"Ona ihtiyacım yok Şevde: "Vallahi, Peygamber'! o baldan mahrum
etük" der, ben de kendisine: "Sus kanşürma!" derdim."
(Meğafir, bir
ağaçtan çıkan reçine olup kötü kokusu olan bir maddedir) [1005]
975-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), ayrılma konusunda hanımlarını
serbest bırakma ile emrolunduğunda önce benim görüşümü almaya başladı ve bana:
"Ben, sana bir durumu dile getireceğim. Ancak, anne ve babanın bu konudaki
görüşünü simadan karar vermekte acele etmemelisin."buyurdu. Halbuki
kendisi, anne ve babamın bana ondan ayrıimamı emretmeyeceklerini iyi biliyordu.
Sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz kiF Yüce Allah: «Ey Peygamber, eşlerine de
ki: "Eğer dünya hayatını ve süsünü itiyorsanız, gelin size boşanma
bedellerinizi vereyim ve sizigüzelce boşayayım! Yok eğer Allah'ı, Rasulünü ve
âh/ret yurdunu istiyorsanız; muhakkak ki Allah, içinizden iyi davranan
hanımlara büyük mükafat hazırlamıştır."» Ahzâb: 28-29) buyurmuştur"
Ben de: "Ne konuda anne ve babamın görüşünü alacakmı-şım. Ben, Allah'ı,
Rasulünü ve âhiret yurdunu istiyorum" dedim, Rasûlüllah (s.a.v.)'in diğer
hanımları da benim gibi yaptılar"[1006]
976-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), «O kadınlardan dilediğini geriye bırakır,
dilediğini de yanına alırsın, ayrı durduğun kadınlardan arzu ettiğini tekrar
istemende sana bir sakınca yoktur.» (Ahzâb: si) ayeti inmesinden sonra da yine
(yanında kalacağı) kadı-\ nın nöbet gününde bizden izin isterdi."
demiştir. Hadisi rivayet eden Muâze: "Senden izin istendiğinde ne
derdin?" dedim: "İzin verme işi bana kaldı ise Ey Allah'ın Rasûlü,
ben hiçbir kimsenin bana karşı tercih edilmesini istemem," derdim."
demiştir. [1007]
977-) Âişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), ilâ hadisesinden sonra kendişinin yanında kalmak
veya ayrılmak üzere bizi serset bıraktı. Bu serbest bırakmayı boşanma olarak
saymadık" demiştir[1008]
978-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. şöyle demiştir: "Bir ayeti Ömer b.Hattab'a sormak istediğim
halde kendisine karşı duyduğum saygıdan . - dolayı bir türlü ona soramıyordum,
bir yıl bekledim. Ta ki hac için yola çıktı, ben de kendisiyle birlikte yola
çıktım. Dönerken yolun bir kısmında abdest bozmak için arak ağaçlığına doğru
yöneldi. Abdestini bozun-caya kadar kendisini beklemeye başladım. Sonra yola
devam etti ben de kendisiyle birlikte yürüdüm ve: "Ey müminlerin emiri,
(Tahrîm: 4. â-yette sözü edilen ve) Rasûlüllah (s.a.v.)'in hanımlarından, ona
karşı birbirlerine arka çıkan kimlerdi?" dedim: "Bunlar, Hafsa ile
Âişe'dir" dedi. Kendisine: "Allah'a yemin olsun ki, bu konuyu bir
yıldır sana sormak stiyordum. Ama sana karşı duyduğum saygıdan dolayı bir türlü
soramıyordum" dedim: "Böyle yapma! Benim bildiğimi zannettiğin ne
varsa hemen sor. Eğer biliyorsam onu sana bildiririm" dedi ve şöyledevam
etti: "Allah'a yemin olsun ki, cahiliyye döneminde biz, kadınları adam
yerine koymuyorduk. Ta ki, Yüce Allah onlar hakkında indirdiği hükmü indirip
haklarını onlara verene kadar. Bir keresinde ben kendi kendime bir işi görüşürken
hanımım bana: "Şöyle şöyle yapsan" dedi. Ben de ona: "Sana ne
oluyor da benim düşüneceğim bir işe karışıyorsun!" dedim. O da: "Ey
Hattaboğlu, sen de bir tuhafsın. Sen kendine karşılık verilmesini istemiyorsun
ama gel gör ki kızın, Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık veriyor, hatta o, gününü
öfkeli olarak bile geçiriyor" dedi. Hemen elbisemi alıp evden çıkarak
Hafsa'nın yanına girdim ve ona: "Ey kızcağızım, senin Rasûlüllah
(s.a.v.)'e karşılık verdiğin hatta o, gününü öfkeli olarak bile geçirdiği doğru
mu?" dedim. Hafsa: "Allah'a yenim olsun ki, biz, Rasûiüİlah
(s.a.v.)'e karşılık veriyoruz" dedi: "Bilesin ki, ben seni, Allah'ın
cezası ve Rasûiünün gazabına karşı uyarıyorum. Ey kızcağızım, şu kendi
güzelliğini beğenen ile Rasûlüllah (s.a.v.)'in ona olan sevgisi senin ayağını
kaydırmasın!" dedim ve oradan çıkıp akrabam olan Ümmü Seleme'nin yanına
girdim onunla da konuştum. O da: "Ey Hattaboğlu, sen de bir tuhafsın. Her
şeye karıştın nihayet Rasûlüllah (s.a.v.) ile hanımlarının arasına da mı
karışmak istersin!" dedi. Bu cevabı beni tuttu ve içimde hissettiğim
üzüntümü biraz yatıştırdı. Bunun arkasından onun yanından çıktım, (ümmü
seleme)(r.a.)'ın cevabı üzerine Hz. Ömer (r.a.), Efendimiz (a.s.)'m hanımlarına
dargınlığının farkına varamamış bir ayın sonuna doğru fark edip tekrar işe
müdahale etmiş, Rasûlüllah (s.a.v.) ile konuşmuş onun gönlünü almıştır.) Bu
arada benim Ensardan bir arkadaşım vardı. (Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında)
bulunmadığım zaman o bana haberleri getirir, o bulunmadığı zaman da ben ona
getirirdim. Bu sıralarda Gassanlıların bir kralından endişeliydik. Onun bizim
üzerimize yürüyeceği söylenmiş, bu yüzden kalbimiz ayakta idi. Derken Ensarlı
arkadaşım bana geldi kapıyı çalıyor: "Aç! Aç!" diyordu:
"Gassanlılar mı geldi?" dedim: "Bundan daha kötü! Rasûlüllah
(s.a.v.), hanımlarından uzaklaştı" dedi: "Hafsanın da Âişenin de
burnu sürtülsün!" dedim ve elbisemi alıp dışarı çıkarak Rasûlüllah
(s.a.v.)'in yanına vardım. Kendisi özel (özel oda, diye çeviri yaptığımız yer,
içerisinde gıda maddeleri, silah vs eşyaların saklandığı ve üst kaünda da
Rasûlüllah (s.a.v.)'in bazen yalnız kalmak için çıkıp kullandığı iki katlı
odadır. Bu daireye 'Hızâne' üst kat odaya da 'Meşrebe' denilmekte İdi. Bir nevi
özel kat olan bu yerle Bilal (r.a.) görevli idi ve anahtarı da onda
bulunuyordu. Üst kata çıkmak için merdiven vazifesi gören oyulmuş hurma kütüğü
kullanılıyordu. Bakınız, M. Hamidullah, İsiâm Peygamberi,
madde: 1350/36 ve
1835/2) Oraya basamakla çıkılıyordu. Merdivenin başında da Rasûlüllah
(s.a.v.)'in siyahi hizmetçisi bulunuyordu; "Ben, Ömer" dedim ve
arkasından içeri girmem için bana izin verildi. Daha önce ha-nımlarıyla
yaptığım görüşmeyi ve onların sözlerini anlattım. Ümmü Seleme'nin konuşmasına
gelince Rasûlüllah (s.a.v.) tebessüm etti. Kendisi bir hasır üzerinde idi ve
hasırla vücudu arasında bîr şey yoktu, başında ise hurma lifi ile doldurulmuş
bir yastık vardı. Ayaklarının yanında, serpilmiş bir miktar karaz ağacı
yaprakları baş ucunda da tabaklanmamış bir deri vardı. Hasırın, Rasûlüllah
(s.a.v.)'in yan tarafına bıraktığı izleri de gördüm. Bu yüzden ağladım:
"Niye ağlıyorsun?''diye buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, Kisra ve Kayser
hayatlarını yaşıyorlar. Sen ise Allah'ın Rasûlü iken böylesin" dedim. O
da: "Dünyanın onların, âhiretin de bizim olmasına gönlün razı değil
mi?" buyurdu." [1009]
979-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın, haklarında: «Eğer ikiniz de
Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde otur.) Çünkü kalpleriniz kaymıştı.» (Tahnm:
4) diye buyurduğu Hz. Peygamber (s.a.v.)'in iki hanımını Ömer'e sormayı sürekü
arzu ediyordum. Nihayet Ömer hacca gitti ben de kendisiyle birlikte hacca
gittim. Yolun bir kısmına geldiğimizde abdest bozmaya yöneldi, ben de ibrikle
kendisiyle gittim. Abdest bozmak için uzaklaştı sonra yanıma geldi. Eline su
döktüm abdest aldı. Kendisine: "Ey müminlerin emiri, Yüce Allah'ın,
haklarında: «Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur.) Çünkü
kalpleriniz kaymıştı.» (Tahrîm: 4) buyurduğu iki kadın kimdi?" dedim. Ömer:
"Ey İbni Abbas, sen de bir tuhafsın. Bu ikisi Hafsa ile Âişedir" dedi
-hadisin ravilerinden Zührî: "Allah'a yemin olsun ki, sorduğu sorudan hoşlanmadı
ama bu hususta hiçbir şeyi de ondan saklamadı" demiştir.- Ö-mer şöyle
anlatmaya başladı: "Biz Kureyşliler, kadınlara hakimdik. Medine'ye
geldiğimizde kadınlarının erkeklere hakim olduğu bir topluluk bulduk.
Arkasından bizim kadınlarımız da onların kadınlarından bunu Ögmeye başladılar.
Benim evim (Medine'nin dışındaki yamaçlarda bulunan) Avâli'deki Ümeyye b.
Zeydoğu Harın in içerisinde idi. Bir gün hanımıma kızdım bir de ne göreyim o
bana karşılık vermekte. Onun böyle karşılık vermesini beğenmedim. O da:
"Benim sana karşılık vermemi niye yadırgıyorsun? Allah'a yemin olsun ki,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları da kendisine karşılık vermekte, onlardan
birisi de bütün gün geceye kadar ona küs durmaktadır" dedi. Hemen gidip
Hafsanın yanına girdim: "Sen, Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık veriyor
musun?" dedim: "Evet" dedi: "Sizin biriniz bütün gün geceye
kadar ona küsüyor duruyor mu?" dedim: "Evet" dedi; "Sizden
kim bunu yaparsa zarar ve ziyana uğrar. Sizden biriniz, Rasûlünün öfkelenmesi
nedeniyle Allah'ın ona gazaba gelmeyeceğinden emin midir? Böyle olursa o,
helak olmuş demektir. Sen, Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık verme! Ondan bir şey
de İsteme, aklına ne gelirse benden iste. -Âişe'yi kastederek- Arkadaşının,
Rasûlüllah (s.a.v.)'e senden daha güzel ve sevimli gelmesi senin ayağını
kaydırmasın!" dedim. Ensardan benim bir komşum vardı. Rasûlüllah
(s.a.v.)'in yanına nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner bir gün ben iner vahiy ve
diğer bilgilen o bana getirir, ben de ona getirirdim. Bu sıralarda
Gassanlıların bizimle savaşmak için atlarını nalladıklarını konuşuyorduk.
Derken bir keresinde arkadaşım inmişti sonra akşamleyin bana geldi ve kapımı
çalıp seslendi. Hemen çıktım: "Büyük bir olay oldu" dedi: "Ne
oldu, yoksa Gassanlılar mı geldi?" dedim: "Bundan da büyük ve uzun
bir mesele... Hz. Peygamber (s.a.v.), hanımlarını boşamışL" dedi:
"Hafsa yandı, helak oldu. Zaten bunun olmasını bekliyordum" dedim.
Nihayet sabah namazını kıldıktan sonra elbisemi giydim ve aşağıya inip
Hafsanın yanına girdim. Hafsa ağlıyordu: "Rasûlüllah (s.a.v.), sizi boşadı
mı?" dedim: "Bilemiyorum, kendisi şurada özel odasına çekildi"
dedi. Hemen siyahi hizmetçisine gittim ve: "İçeri girmek için Ömer'e izin
isteyiver" dedim. İçeri girdi sonra yanıma çıktı: "Kendisine seni
söyledim ama bir cevap vermedi" dedi. turadan ayrılıp mesciddeki minberin
yanına gidip oturdum. Baktım ki minberin yanında bir topluluk oturmakta,
bazıları da ağlıyordu. Kısa bir süre oturdum ama içimdeki üzüntüme hakim
olamadım tekrar hizmetçiye gittim ve: "İçeri girmek için Ömer'e izin
isteyiver" dedim. İçeri girdi sonrayanıma çıktı: "Kendisine seni
söyledim ama bir cevap vermedi" dedi. Ben de geri döndüm, birde ne göreyim
hizmetçi beni çağıyor: "Haydi içeri gir, sana izin verdi" dedi. Hemen
içeri girdim ve Rasûlüllah (s.a.v.)'e selam verdim. Baktım kendisi hasır örgüye
yaslanmış, hasır da yanına iz yapmış. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü,
hanımlarını boşadın mı?" dedim. Başını bana doğru kaldırdı ve:
7/a//r"buyurdu: "Allahü Ekber!" dedim ve şöyle devam ettim:
"Ey Allah'ın Rasûlü, bizi bir görseydin. Hani bir zamanlar biz
Kureyşliler kadınlara hakimdik. Medine'ye geldiğimizde kadınlarının erkeklere
hakim olduğu bir topluluk bulduk. Arkasından bizim kadınlarımız da onların
kadınlarından bunu öğrenmeye başladılar. Bir gün hanımıma kızdım bir de ne
göreyim o da bana karşılık vermekte. Onun böyle karşılık vermesini beğenmedim.
O da: "Benim sana karşılık vermemi niye yadırgıyorsun. Allah'a yemin
olsun ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları da kendisine karşılık vermekte,
onlardan birisi de bütün gün geceye kadar ona küs durmaktadır" dedi:
"Onlardan kim bunu yaparsa zarar ve ziyana uğrar. Onlardan birisi,
Rasûlünün öfkelenmesi nedeniyle Allah'ın ona gazaba gelmeyeceğinden emin midir?
Böyle olursa o, helak olmuş demektir." dedim. Bu söz üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.) tebessüm etti. Arkasından: "Ey Allah'ın Rasûlü, Hafsanın yanına
girdim ve: "Arkadaşının, Rasûlüllah (s.a.v.)'e senden daha güzel ve
sevimli gelmesi senin ayağını kaydırmasın!" dedim. Bu söz üzerine
Rasûlüllah (s.a.v.) yine tebessüm etti: "Ey Allah'ın Rasûlü, biraz daha
sohbet edebilir miyim?" dedim: "Evet"â\ye buyurdu. Oturdum ve
başımı kaldırıp o-dada göz gezdirdim. Allah'a yemin olsun ki, içeride üç
deriden başka göze dokunan bir şey görmedim: "Ey Allah'ın Rasûlü,
ümmetine bolluk vermesi için Allah'a dua etsen. İranlılar ve Rumlar, Allah'a
kulluk etmedikleri halde Allah onlara bolluk vermiştir" dedim. Derhal
doğrulup oturdu ve: "Ey Hatta boğlu! Onların, güzel ikramları dünyada
verilmiş bir toplum olduğundan şüphen mi var" buyurdu: "Ey Allah'ın
Rasûlü, benim için Allah'tan bağışlama dile" dedim. Kendisi, hanımlarına
kırıldığından dolayı bir ay yanlarına girmeyeceğine yemin etmişti. Nihayet
Yüce Allah, bu konuda kendisine uyarı gönderdi."
(Nihayet Yüce
Allah, bu konuda kendisine uyan gönderdi, sözünden maksat «Ey Peygamber!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçinkendine
haram ediyorsun?» rjahrim: i) âyeti ile yapılan uyan olduğu bildirilmiştir.
Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarının sürtüşmesi nedeniyle onlardan bir ay ayn
kaldı ve yukarıdaki hadiste geçen Özel odasında ikamet etti. Bu olaya ilâ
hadisesi denilir.) [1010]
980-) Yahya b. Said,
Abdurrahman b. Hakem'in kızı ile evlendidaha SOnra da onu boşadı, {boşanan
kadının o yerde iddet süresin! beklemeden kızınbabası) onun yanından çıkardı.
Urve b. Zübeyr, onları kınadı. Onlar da: "Daha önce Fatıma b. Kays da
böyle çıkmıştı" dediler. Urve: "Ben de,(Fatima b. Kays'ın durumunu
öğrenmek için) Aİşe'nİn yanma vardım bu durumukendisine bildirdim. O da:
"Fatıma b. Kays hakkındaki hadisi (uygulamayı) söylemende bir fayda
yoktur" dedi" demiştir. [1011]
981-) Diğer bir
rivayette İse Âişe (r.a.): "Bunu söylemende Fatima b. Kays için bir fayda
yoktur" demiştir. Bu sözü ile orada ikamet etme ve nafakayı kasdetmiştir.
(Yüce Allah:
«Boşadığınız eşlerinizi, imkânlarınız nispetinde oturduğunuz meskenlerin bir
bölümünde iddetlerini tamamlayıncaya kadar oturtun.» (Talâk: 6} buyurmuştur.
Buna göre yukarıda sözü geçek boşanmış kadının iddet süresinde kocasının evinde
kalması gerekirken kızın babası kocasının yanından çıkarmıştır. Bu arada Hz.
Peygamber (s.a.v.), döneminde aynı durum meydana gelmiş, Efendimiz (a.s.)
boşanan kadının kocasının evinden ayrılmasına izin vermiştir. Aişe (r.a.),
yukarıdaki sözü geçen boşanan kadının babası tarafından çıkarılmasını Talâk; 6.
âyete dayanarak eleştirmiş, onlar da Efendimiz (a.s.)'ın uygulamasını örnek
göstermişlerdir. Âişe (r.a.)'a göre efendimizin o zamanki uygulaması özel bir
tasarrftur, aslolan Talâk: 6. âyetteki hükümdür. Bu nedenle: "Fatıma b.
Kays hakkındaki hadisi (uygulamayı) söylemende bir fayda yoktur"
demiştir.) [1012]
982-) Ömer b. Abdullah,
Abdullah b. Utbe'ye mektup yazmış ve mektupta Sübey'a (r.a.)'nın kendisine
şunları bildirdiğini söylemiştir. Sübey'a (r.a.), Bedir gazilerinden ve Âmir b.
Luayoğullarının yanında kalan Sa'd b. Havle ile evli imiş. Sa'd b. Havle
(r.a.), veda haccında vefat etmiş, bu sırada hanımı da hamile imiş. Vefatından
kısa bir süre sonra hanımı doğurmuştur. Sübey'a (r.a.), nifastan temizlendikten
sonra kendisine dünürcü gelenler için giyinmiş kuşanmış, bu sırada
Abdü'd-Dâroğullarından Ebû's-Senâbil b. Ba'kek adında bir kimse Sübey'a
(r.a.)'ın yanına girmiş ve: "Ne oluyor da böyle giyinip kuşan-mışsın?
Herhalde evlenmek istiyorsun. Allah'a yemin olsun ki (vefat edeneşinin
vefatından) dört ay on gün geçmedikçe sen evlenemezsin" demiş, Sübey'a
(r.a.), şöyle devam eder: "Bu kimse bana böyle söyleyince akşamleyin
üzerimdeki elbiseyi çıkardım. Bunun arkasından Rasûlüllah (s.a.v.)'e vardım ve
kendisine bu durumu sordum. Kendisi, çocuğu doğurduğum zaman iddet süresindeki
yasakların artık bana helal olduğu-; na fetva verdi ve uygun gördüğümle
evlenebileceğimi söyledi"[1013]
983-) Süleyman b. Yesâr,
şunları bildirmiştir. Ebû Seleme b. Abdurrahman ile İbni Abbas (r.a.), Ebû
Hureyre (r.a.)'m yanında buluşmuşlar. Ebû Seleme b. Abdurrahman ile İbni Abbas
(r.a.), eşinin vefatından birkaç gün sonra doğum yapan kadının hükmü hakkında
konuşuyorlarmış. İbni Abbas (r.a.): "Bu kadının iddet süresi, iki sürenin
en uzun olanıdır" demiş, Ebû Seleme de: "Kadın doğum yapmakla iddet
yasakları helal olur" demiş ve her ikisi bu konuda tartışmaya başlamışlar.
Ebû Hureyre (r.a.) da, Ebû Seleme'yi kastederek: "Ben de yeğenimin
görüşündeyim" demiştir. Bunun üzerine konuyu sormak için, İbni Abbas
(r.a.)'ın hizmetçisi Küreyb'i Ümmü Seleme (r.a.)'a göndermişler. Küreyb,
durumu sorup gelmiş ve Ümmü Seleme (r,a.)'tn: "Sübey'a el-Eslemî de eşinin
vefatından birkaç gün sonra doğum yaptı. Kendisi durumunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e
bildirdi. O da evlenebileceğini söyledi" dediğini bildirmiştir. [1014]
984-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Ümmü Habibe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'a
ve âhiret gününe inanan bir kadına, kocasının ölümü üzerine dört ay on gün yas
tutmasından başka, hiçbir öiü için üç günden fazla yas tutması helâl
olmaz."buyurdu" demiştir.
(Kadının yas
tutması, siyahlara bürünüp ziynetlerini kuüanmamasıdır denilmiştir.) [1015]
985-) Zeyneb bintü Ebî
Seleme (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Kardeşi vefat ettiği sırada Zeyneb b.
Cahş'ın yanına girdim. Bir koku istedi ve kokuyu süründü sonra: "Allah'a
yemin olsun ki benim koku sürünme isteğim yoktu. Ancak, Rasûlüllah (s.a.v.)'i
minberde: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının, kocasının ölümü
üzerine dört ayon gün yas tutması dışında üç günden fazla bir ölü için yas
tutması helal değildir"'diye buyururken işitmiştim" dedi"[1016]
986-) Ümmü Seleme
(r.a.)'dan. Bir kadının kocası vefat etmişti. Kadının gözlerinin rahatsız
olmasından endişelendiler. Bu nedenie Rasûlüliah (s.a.v.)'e gelip gözüne sürme
çekmesi için izin istediler, o da: "Gözüne sürme çekemezi Sizden biriniz
önceleri en kötü elbiseleri içerisinde veya evinin en kötü yerinde bekleyip kapanır
neticede bîr yıl olduğunda bir köpek geçer de bir deve tezeği atardı (böylece
yas tutmaya son verebilirdi) bu nedenle dört ay on gün geçmedikçe sürme
çekmesin." buyurdu. [1017]
987-) Humeyd b. Nâfi,
şöyle demiştir: "Zeyneb b. Ebî Seleme (r,a.)'a: "Kocası ölen kadının
bir yıl sonra tezek atması nadir?" dedim. Zeyneb b. Ebî Seleme (r.a,):
"Cahiliye döneminde bir kadın kocası vefat ettiğinde bir yıl geçene kadar
evin dar bir yerine kapanır, en kötü elbiselerini giyer, hiçbir koku
sürünmezdi. Bir yıl geçtikten sonra bir hayvan, eşek veya bir kuş getirilir onu
üzerine sürerdi. Üzerine sürdüğü o şey genelde ölürdü. Sonra yas yerinden
çıkar arkasından kadına bir tezek verilir oda bunu fırlatıp atardı. Bundan
sonra istediği koku ve diğer şeyleri kullanabileceği o eski haline
dönerdi" dedi"[1018]
988-) Ümmü Atıyye (r.a.):
"Kocasının ölümü üzerine dört ay on gün yas tutması dışında üç günden
fazla bir öiü için yas tutmamız yasaklanırdı. Bu yasta ne sürme çeker ne koku
sürünürdük. Yemen işi asb elbisesinin dışında da boyalı elbise giymezdik.
Birimizin bu halde iken âdet görmesinden dolayı boy abdesti aldığında temizlik
sırasında °ir parça koku almasına izin verildi. Bize ölünün arkasından gitmek
de yasaklanırdı." demiştir. [1019]
(Liân, evliliği
sona erdiren bir boşanma yoludur. Eşinin zina ettiğini gören veya öğrenen,
ancak bu hususta bir şahit de getiremeyen kocanın kendisinin doğru söylediğine
dört kez Ailah'ı şahit tutması ve eğer yalan söylüyorsa Allah'ın kendisini
lanetlemesini dilemesidir. Bu itham karşısında kadının da kocasının yalan
söylediğine dört kez yemin etmesi ve arkasından da yalan söylüyorsa Allah'ın
gazabına uğramayı dilemesi gerekir.
Bu konuda Kur'ân-ı
Kerim'de şöyle buyurulmuştur: «Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden
başka şahitleri olmayanlara gelince; onların her birinin şahitliği, kendisinin
doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'a yemin ederek şahitlik
etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin
kendi üzerine olmasını dilemesidir. Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden
olduğuna dair dört defa Allah'a yeminle şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer
kocası iddiasında doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine
olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.» (Nûr 6-9)
Karşılıklı yapılan
bu yeminleşme ve lâneüeşmeden sonra kadın zina cezasından kurtulur, koca da
hanımına zina iftirasından (kaziften) kurtulur. Ancak bu lânetleşmeden sonra
kan-koca arasında evlilik bağı kesin bir biçimde sona erer. Uân'ın bir diğer
şekli de kocanın doğan çocuğun kendisinden olmadığı şüphesi nedeniyle sapılır.) [1020]
989-) İbni Şihâb'dan.
Sehl b. Sa'd es-Sâidî (r.a,), kendisine şu bilgiyi vermiştir. "Uveymir
el-Adânî (r.a.), (Adânoğuiian'nın ilen geleni) Âsim b. Adiyy (r.a.)'a geldi ve:
"Ey Âsim, ne dersin bir kimse, hanımı ile birlikte, bir adamı görse onu
öldürebilir mi? Bu yüzden siz de bu kimseyi öldürür müsünüz yoksa bu kimse ne
yapabilir? Ey Âsim, benim için bu konuyu Rasûlüüah (s.a.v.)'e bir
soruver." dedi. Âsim (r.a.), konuyu Rasûlüilah (s.a.v.)'e sordu o da böyle
sorulardan hoşlanmadı ve böyle sorulan kınadı. Hatta Rasûlüilah (s.a.v.)'den
işittiği sözler Âsım'a ağır geldi. Âsim, evine döndüğünde Uveymir yanına geldi
ve: "Ey Âsim, Rasûlüilah (s.a.v.), sana ne buyurdu?" dedi. Âsim:
"Sen, bana hayır getirmedin. Rasûlüilah (s.a.v.), sorduğun sorudan
hoşlanmadı" dedi. Uveymir: "Allah'a yemin olsun ki, kendisine bunu
sorana kadar son vermeyeceğim" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.), halk arasında
bulunurken Uveymir çıkıp geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Hanımı ile
birlikte, bir adamı gören bir kimse hakkında ne buyurursun? Onu öldürebilir
mi? Bu yüzden siz de bu kimseyi öldürür müsünüz yoksa bu kimse
neyapabilir?" dedi, Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah, senin ve hanımın
hakkında hüküm indirmiştir. Git onu buraya getir." buyurdu."Sehl b.
Sa'd es-Sâidî (r.a.): "Daha sonra ikisi de lanetleştiler. Ben, halk ile
birlikte Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında bulunuyordum. Lanetleşme bittiğinde
Uveymir: "Ey Allah'ın Rasûlü, eğer ben onu hâlâ nikahım altında tutarsam o
zaman ben ona karşı yalancı duruma düşerim" dedi ve Rasûlüllah (s.a.v.),
boşama emri vermeden önce üç talakla onu boşadı." demiştir.İbni Şihâb da:
"Bu hareketi artık lanetleşenlerin bir uygulaması (sünneti) olmuştur"
demiştir. [1021]
990-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan rivayet edilen lanetleşmeyi anlatan hadiste şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) lanetleşen iki tarafa: "Sizin ikinizden
birisi yalancıdır, hesabınız Allah'a aittir." buyurdu ve erkeğe:
"Senin de kadın üzerinde hiçbir hakkın kalmadı." dedi. O da:
"(verdiğim) malım?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Artıksenin malın
yoktur. Eğer sen kadın hakkındaki iddianda doğru isen bu malın onun namusunu helâl
kılmana karşılık sayılmıştı. Yok eğersen yalancı isen bu malı almak zaten
senden çok uzaktır, "buyurdu." [1022]
991-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), Adânoğullarından iki kulun nikahını ayırdı ve:
"İkinizden birinin yalancı olduğunu Allah bilmektedir. Tevbe edeniniz var
mı?"'buyurdu" demiştir[1023]
992-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v,) döneminde bir kimse hanımı ile mulâane yapmış
ve arkasından Rasûlüllah (s.a.v.), ikisinin arasını ayırmış ve çocuğu anneye
vermiştir. [1024]
993-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında lânetleşmeden
söz edildi. Bu konuda Âsim b. Adiyy bir söz söyledi sonra oradan ayrıldı.
Derken, hanımının yanında bir adamı gördüğünü şikayet eden, kabilesinden bir
kimse ona geldi. Âsim: "Ne bul-duysam dilimden buldum" dedi ve o
kimseyi Rasûlüllah (s.a.v.)'e götürdü. O kimse, hanımını üzerinde gördüğü
kişiyi Rasûlüllah (s.a.v.)'e de anlattı. İddiayı yapan kimse sarımtırak,
kilosuz ve düz saçlı idi. Hanımının yanında gördüğünü iddia ettiği adam ise
dolgun bacaklı, esmer tenli ve kilolu birisiydi. Bunun üzerine Rasülüllah
(s.a.v.): "Allah'ım gerçeği Sen açıkla" buyurdu. Sonunda kadın,
kocasının kadının yanında gördüğünü iddia ettiği adama benzeyen bir çocuk
doğurdu. Bunun üzerine Rasûlüliah (s.a.v.) ikisini lanetleştirdi."Orada
bulunan birisi, İbni Abbas (r.a.)'a: "Rasülüllah (s.a.v.)'in:
"Delilsiz/şahitsiz bir kimseyi recmetseydim o kadını recme-derdim"
buyurduğu kadın bu kadın mıydı?" dedi. İbni Abbas (r.a.): "Hayır, bu
kadın değildi. O kadın, Müslüman olduğu halde kötülüğü açıkça işlerdi"
dedi.
(Âsim (r.a.),
Aclanoğullarının ileri geleni idi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında ileri geri
konuşmuş: "Hanımımın yanında bir erkeği görürsem kesinlikle onu kılıçtan
geçiririm" demiştir. Bundan sonra da kabilesinden bir kimsenin başına bu
olay gemiş bunun üzerine: "Ne buiduysam dilimden buldum" demiştir.
İmam Müslim'in
rivayet ettiği bir hadiste (Müslim, uân: ıo) şöyle anlatılır: Abdullah b.
Mes'ûd (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Cuma gecesi mescide bulunuyorduk.
Derken Ensardan bir kimse geldi ve: "Eğer bir kimse hanımının yanında bir
adam görse ve bunu söylerse ona iftira cezası (haddi kazf) uygular mısınız?
Yahut bu kimse o adamı öldürürse siz de onu (kısas olarak) öldürür müsünüz?
Eğer bu kimse susarsa, kızılması gereken bir şey hakkında susmuş olacaktır?
Allah'a yemin olsun ki bu hususu Rasülüllah (s.a.v.)'e soracağım" dedi.
Ertesi gün Rasülüllah (s.a.v,)'e gelip kendi5ine bunu sordu ve: "Eğer bir
kimse hanımının yanında bir adam görse ve bunu söylerse ona iftira cezası
(haddi kazf) uygular mısınız? Yahut bu kimse o adamı öldürürse siz de onu
(kısas olarak) öldürür müsünüz? Eğer bu kimse susarsa, kızılması gereken bir
şey hakkında susmuş olacaktır?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'ım
bu konuya açıklık getir" dedi ve böyle dua etmeye başladı. Bunun üzerine
lanetleşme âyeti indî. İşte bu âyetlerdeki durum insanlar arasından o, soru
soran kimsenin başına geldi. Bu kimse ve hanımı Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve
lanetleştiler. Erkek kendisinin doğru söylediğine Allah'ı dört defa şahit
gösterdi sonra da beşincide, eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin üzerine
olmasını diledi. Kadın da lanetleşmeye yöneldi. Rasûlüllah (s.a.v.) ona:
"Gel vazçeç"ö\ye buyurdu ama o vaz geçmedi. İkisi oradan
ayrıldıklarında: "Herhalde, siyah ve kıvırcık saçlı çocuk
doğurur"buyurdu. Neticede siyah ve kıvırcık saçlı bir çocuk
doğurdu.") [1025]
994-) Muğîra b. Şu'be
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Sa'd b. Ubâde: "Eğer hanımımın yanında
bir kimseyi görürsem, kılıcın geniş yüzüyle değil keskin tarafıyla onu
vururum" dedi. Onun bu sözü Rasûlüllahye ulaştı. O da: "Sa'd'ın bu
hassasiyetine şaşıyor musunuz? Allah'a yemin olsun ki ben ondan daha hassasım.
Allah da benden daha hassastır. Allah, bu hassasiyeti nedeniyle kötülüklerin
(fuhşiyatın) gizlisini de açığım da yasaklamıştır. Allah'tan daha hassasiyet
gösteren hiçbir kimse yoktur. Gerekçe hazırlamayı, Allah'tan daha fazla seven
hiçbir kimse yoktur.
Bu nedenle Allah,
(kullarını hesaba çekmeye gerekçe olması için) uyarıcı vemüjdeleyici
olarak peygamberler göndermiştir. Övgüyü, Allah'tan daha fazla seven hiçbir
kimse yoktur. Bu nedenle (Kendisini övenlere) cenneti vaad etmiştir,
"buyurdu"[1026]
995-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, benim siyah tenli bir oğlum oldu" dedi. O da: "Se-nin
develerin var mı?" buyurdu. Adam: "Evet" dedi. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Renkleri nedir?" buyurdu, o da: "Kızıl" dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "İçlerinde boz olanı da ıwm«//r?"buyurdu. O
da: "Evet" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Niye böyle
oluyor?"buyurdu. Adam: "Herhalde bir damar çekmiştir." dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Herhalde bu seninoğlun da böyle bir damara
çekmiştir, "buyurdu.
(Hadisin Boşanma
bölümünde getirilmesinin nedeni, yukarıda zikri geçen kimsenin çocuğunun
kendisine ait olmadığı kanaatıyla Rasûlüîlah (s.a.v.)'e baş vurmuş olmasıdır.
Eğer çocuk kendisine ait değilse o zaman hanımının zina etmiş olması söz konusu
olacak, bunu kabul etmezse mülâane ile eşinden ayrılması gündeme gelecekti. Bu
nedenle bu bölümde zikredilmiştir.) [1027]
996-) Abduflah b. Ömer
(r.a.Ydan Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Herkim kölesi üzerindeki hissesini azat
eder de kölenin değerini karşılayacak malı olursa kölenin değeri adil bir
şekilde biçilip diğer ortakların hissesini ödeyerek köleyi (tamamen) azat eder.
Eğeryeterli parası yoksa azat ettiği hissesince köle azat edilmiş
olur."öyle buyurduğu rivayet edilmiştir. [1028]
997-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim kölesi üzerindeki hissesini azat
ederse (geri kalan hisseyi de) malından ödeyip tamamen hürriyete kavuşturması
gerekir. Ancak kendisinin malı yoksa kölenin değeri adil bir şekilde biçilip
(gen kalanparayı ödemek için) zahmet vermeden çalıştırılır, "buyurmuştur. [1029]
998-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: Berîre (r.a.) efendisiyle yaptağı anlaşma ücretini ödemede yardım
etmesi için Hz. Aişe (r.a.)'a gelmiş, bu sırada anlaşma ücretinden de bir şey
ödememişti. Hz. Aişe (r.a.): "Git, efendilerine söyle, velâ hakkı benim
olmak üzere anlaşma ücretini benim vermemi kabul ederlerse yapayım."
dedi. Berîre, efendilerine bunu söyledi. Onlar kabul etmediler: "Eğer
velâ hakkın bize ait olmak üzere sana yardım etmek isterse yapsın."
dediler. Hz. Aişe (r.a.) bunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e bildirdi. Rasûlüllah
(s.a.v.) kendisine: "Onu satın al ve azat et, vela sadece azadedene
aittir."buyurdu, sonra kürsüye çıkıp: "Birtakım kimselere ne oluyor
ki, Allah 'in Kitabında bulunmayan şartlan şart koşuyorlar! Kim Allah'ın
Kitabında bulunmayan bir şart koşarsa, yüz kere şart koşsa bile onun bir hükmü
yoktur. Allah'ın şartı dahadoğru ve güvenilirdir, "buyurdu.
(Velâ, köleyi azat
etmekle, köle ve efendi arasında meydana gelen hükmî bir akrabalıktır. Bu
akrabalık nedeniyle bazı haklar doğar, bunlardan birisi de azat eden, azat
ettiğinin mirasına hak kazanmasıdır.) [1030]
999-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.), şöyle demiştir: "Berire hakkında üç sünnet
/ uygulama vardır. Bunlardan birincisi: Berire azat edilmişti, azat edilmeden
önce evli olduğu kocasıyla evliliğinin devamı hususunda serbest bırakılmasıdır.
Diğeri de Hz. Peygamber (s.a.v.)'in o-nun hakkında: "Azat edilen kimsenin
velilik hakkı azat edendedir" buyurmasıdır. Bir diğeri de şudur:
Rasûlüllah (s.a.v.), eve girmişti bu sırada tencerede et pişiyordu. Kendisine
ekmek ve evde bulunan katık sunuldu: "İçinde et bulunan tencere görmedim
mi?"'buyurdu: "Evet amabu et BerVe'ye sadaka olarak verilmişti. Sen
de sadaka yemiyordun" dediler sadakadır ama (Benreden) bize hediye
"buyurdu"[1031]
1000-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.). Azat edilen Kimsenin velilik hakkının
satılmasını ve hibe edilmesini yasaklamıştır. [1032]
1001-) İbrahim et-Teymî,
o da babası Yezid b. Serik'ten. Şöyle demiştir: "Ali b. Ebû Talib hutbe
verdi ve şöyle dedi: "Kim, bizim yanımızda Allah'ın kitabı ve şu sayfadan
başka bir şey bulunduğunu ve onu okuduğumuzu iddia ederse yalan söylemiştir.
Sözü edilen sayfa kılıcının kınında bağlı idi ve içerisinde zekat develerinin
yaşlan ve yaralamalarda uygulanacak kısas hükümleri vardı. Yine bu sayfada Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Medine şehrinin Âir Dağı ile Sevr
dağı arası dokunulmaz (harem) bölgedir. Kim bu bölgede Kur'ân ve Sünnet'e ters
iş yapar, yahut böyle bir kimseyi banndırıp korursa Allah'ın, Meleklerin ve
bütün insanların laneti onun üzerine olsun, kıyamet günü kendisinin ne farzı ne
de nafilesi kabul olunur. Müslümanların verdikleri güvence sözü (zimmeti)
birdir ve bu uğurda en aşağıdakiler (bile olsa herkes) gayret gösterir. Kim
kendisinin, babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eder veya azat edilen bir
köle kendisini azat edenlerden başkalarına ait olduğunu iddia ederse Allah'ın,
Meleklerin ve bütün insanlann laneti onun üzerine olsun, kıyamet günü
kendisinin ne farzı ne de nafilesi kabul olunur."
Diğer bir rivayette
ise "Kim, bir Müslümanın verdiği güvence sözünü (zimmeti) çiğner,
bozarsa..." şeklindedir.
1002-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Her kim, Müslüman bir kimseyi
hürriyetine kavuşturursa Allah, her organına karşı hürriyete kavuşturanın
organını cehennemden kurtarır."buyurdu." demiştir. [1033]
1003-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Mülamese ve münabeze türü iki alış veriş
yasaklandı. Müİamese, alıcı veya satıcıdan birisi, -ne olduğunu incelemeden-
diğerinin elbisesine dokunmasıyla gerçekleşen alış veriştir, Münabeze ise iki
taraftan birisinin elbisesini diğerine atması ve bunlardan birisinin diğerinin
elbisesine bakmaksızıngerçekleşen alış veriştir."
(Mülamese ve
Münabeze seklinde alış veriş cahiliye dönemi usullerindendi. İslâm geldiğinde
bu tür alış verişi yasaklamıştır, Mülamese, dokunduğu şeyin kendisine satın
alması mecburi sayılan alış veriş türüdür. Münabeze, satılacak eşyanın üzerine
taş vs. atıp hangisinin üzerine düşerse onun alınması mecburi olan alış
veriştir. Söz konusu alış veriş tüllerinin çeşiüi agklamalan yapılmışsa da
kısaca yukandaki anlamlan ifade eder. Yasaklama sabaya ve alıcıya seçenek
hakkı tanınmamasından dolayıdır.) [1034]
1004-) Ebû Hureyre
(r.a.): "İki oruç ile iki alış veriş türü yasaklanırdı: Ramazan bayramı
ve Kurban bayramı orucu ile müiamese ve münabeze türü alış veriş"
demiştir. [1035]
1005-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûİüllah (s.a.v.), iki tür alış veriş ile
iki tür giyiniş biçimini yasakladı. Mülamese ve Münabeze türü alış verişi
yasakladı. Mülamese, bir kimsenin gece veya gündüz eliyle diğerinin elbisesine
dokunması ile gerçekleşen alış veriştir. Aİıcı satın aldığı şeyin ne olduğuna
ancak bu şekilde açıp bakabilir. Münabeze, bir kimsenin elbisesini diğerine
atması, diğerinin de ona atmasıyla gerçekleşen alış veriştir. Görüp İncelemeden
ve nzalaşmadan ikisinin alış verişi böylece gerçekleşir"
(Ebû Saîd ei-Hudrî
(r.a.), yasaklanan iki tür giyiniş biçimini açıklamamıştır. Diğer rivayetlerdeki
bilgiye göre bu iki tür şöyledir: Bir kimsenin izarına, kollarını ve vücudunu
tamamen sarıp da ellerini izann altından çıkaracak şekilde bürünmesi ile yine
bir kimsenin bir tek elbise içerisinde kalçalan üzere oturup dizlerini,
elleriyle bağlayıp karnına çekerek oturma şeklidir) [1036]
1006-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan, Rasûİüllah (s.a.v.) gebe devenin doğurması üzere satışı yasakladı.
Bu, cahiliye halkının yapageldiği bir satış İdi. Bir kimse dişi devenin doğurması,
arkasından da bu dişi devenin karnındaki doğacak yavrunun doğurmasına kadarbir
süreye ile devesini satın alırdı,"
(Bu şekilde bir
satış, sonu belli olmayan, sınırlan netleşmemiş bir satıştır. Neticede bazı
anlaşmazlıklann çıkması muhtemeldir. Bir defe ödeme süresi kesin olarak belli
değildir. Deve doğurmayabilir veya doğursa da doğan yavrusu doğurmayabilir. Bu
nedenle sürede tam bir belirginlik yoktur, dolayısıyla söz konusu sabşlar
yasaklanmıştır.) [1037]
1007-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Biriniz, kardeşinin alış verişi üzerine
alış veriş yapamaz" buyurmuştur. [1038]
1008-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Alış veriş yapmak
için (pazara varmadan) kervanı karşılamayınız. Birinizin, diğerinin aiış
verişi üzerine aiış veriş yapamaz. Müşteri kızıştırmayınız. Şehirde oturan
kimse, şehir dışındaki bir kimse adına malını satamaz. Pazara çıkaracağınız
deve veya koyunu sütlü görünsün diye sütünü sağmamazlık etmeyiniz, Kim,
(aidanarak) böyle yapılmış bir hayvan alırsa, bunu sağdıktan sonra iki
seçeneği vardır: Eğer bunu kabul ederse elinde tutar, kabul etmez ise (sağdığı
sütün karşıhğo olarak bir sa' hurma ile hayvanı geri verir"[1039]
1009-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) şehirde oturan kimsenin şehir dışındaki bir
kimse adına malını satmayı yasakladı ve: "Müşteri kızıştırmayınız, Bir
kimsenin kardeşinin alış verişi üzerine alış veriş yapması doğru değildir.
Hiçbir kimse kardeşinin nişanı üzerine kalkıp nişan yapamaz, hiçbir kadın da
ka-bındakileri ters çevirmek için kızkardeşinin boşanmasını isteyemez,
"buyurdu." demiştir.
(Şehirde oturanın
şehir dışındaki taşralının malını satıvermesi iki nedenle yasaklanmıştır: 1-)
Piyasayı bilmeyen taşralı fiat konusunda aldablabilir. 2-) Şehirde oturan
tüccarlar taşradan gelen mallan tüketiciye ulaşmadan Önce ellerinde toplayıp
stoklayarak sıkıntı meydana getirebilir, bilinçli olarak fiat artışına neden
olabilirler. Bu hususlar oluşmaz ise bu konudaki yasak kalkar.
"Kabındakileri
ters çevirmek için kız kardeşinin boşanmasını isteyemez" ifadesi, bir
kadının, yerine kendisinin evlenebilmesi için evli bir kadının boşanmasını
istemesi, olarak açıklanmıştır.) [1040]
1010-) İbni Ömer
(r.a.)'da, Rasûlüİlah (s.a.v.), müşteri kızıştırmayıyasaklamıştır. [1041]
1011-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüİlah (s.a.v.), pazara u-laşmadan önce malı karşılamayı
yasaklamıştır. [1042]
1012-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), alış verişi yolda karşılamayı
yasaklamıştır. [1043]
1013-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şehirde oturan kimse, şehir dışındaki
bir kimse adına malını satamaz. buyurmuştur[1044]
1014-) İbni Abbâs (r.a.);
"Rasûlüİlah (s.a.v.): "Kervanı (pazara varmadan satın almak için
yolda) karşıiamayınız. Şehirde oturan kimse, şehir dışındaki bir kimse adına
malını satamaz." buyurdu." demiştir. Kendisine: "Şehirde oturan
kimse, şehir dışındaki bir kimse adına malını satamaz, ne demektir?"
denildi: "Ma! sahibine komisyoncu olmasın diye" demiştir.
(Hadiste üzerinde
durulması gereken İki husus vardır; Birisi, ma! pazara gelmeden yolda
karşılayıp sabn almak, Hadisin zahirine göre bu yasaklanmıştır. Ebû Hanife ve
diğer Hanefi müçtehitler, karşılama mal sahibine zarar vermez ise bunda bir
sakınca yoktur, eğer zarar verirse tahrimen mekruhtur, demişlerdir. {Aynî,
umdetu'i-Kâri, ix. 380) Aynca Hanelilere göre 1020. hadisten kervanı
karşılayıp yolda alış veriş yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada yasağa neden
olan satıcının piyasayı bilmediğinden dolayı fiyat konusunda aldaöl-masıdır.
Aldatma yoksa yasak sebebi kalktığından bu iş serbest olur.
İkinci husus ise
şehirlinin, şehir dışındakilerin malını alıp satıvermesi meselesinde de İmam
Ebû Hanife bu hükmün mensuh olduğunu belirtir. (Nevevî, Müsüm şerhi, Büyü: ıs.
Ayni, Umdetu'l-Kârî, ix. 377) İmam Ebû Hanife'ye göre, bu şekilde bir alış
veriş "Din, nasihattir (samimiyettir) Hadisi ile "Sizden biriniz kardeşine
nasihat vermek isterse onun için samimi davransın." Hadisine dayanarak
eğer a-racılık yapan kimse satıcıya zarar vermiyorsa bunda bir sakınca yoktur.) [1045]
1015-) Enes b. Malik
(r.a.): "Kardeşi veya babası biie olsa, şehirde oturan kimsenin, şehir
dışındaki bir kimse adına malını satması bize yasaklandı" demiştir[1046]
1016-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüİlah (s.a.v.): "Kim, sütlü görünsün diye
memesindeki süt sağılmamış bir koyunu (aidana rak) satın alırsa üç gün
muhayyerdir. İsterse bu koyunu elinde tutar, isterse (sağdığı sütün karşılığı)
olarak bir sa' hurma ile hayvanı geri verir" buyurmuştur[1047]
1017-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, yiyecek maddesi satın alırsa onu
teslim almadıkça satmasın" buyurmuştur.
İbni Abbas (r.a.):
"Diğer şeylerin de böyle olduğunu zanediyorum," demiştir. [1048]
1018-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in bir kimsenin yiyecek maddesini teslim
almadan satışını yasakladığı rivayet edilmiştir. İbni Abbâs (r.a.)'a:
"Niçin yasaklandı?" denildi: "Yiyecek maddesi geriye bırakılıp
paranın parayla değiş-tokuşu nedeniyledir." demiştir. [1049]
1019-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim yiyecek satın alırsa, malı teslim
almadıkça onu satmasın" buyurmuştur. [1050]
1020-) İbni Ömer (r.a.)
anlatır: Kendileri Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kervandan yiyecek satın
alırlarmış. Bunun üzerine kendilerine, yiyeceğin satıldığı pazara getirilene
kadar o satın aldıkları yerde satış yapmalarını yasaklayan görevli
gönderilmiştir. İbni Ömer (r.a.): Hz. Peygamber (s.a.v.) bir yiyecek satın
alındığında malı teslim alana kadar satışını yasakladı." demiştir. [1051]
1021-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Alış ve-ns yapan iki taraf bir birlerinden
ayrılmadıkları sürece her biri verişi iptal etme yetkisi vardır. Ancak
taraflardan birisine alış verişi iptal etme yetkisi veren satış türü bunun
dışındadır. "buyurmuştur.
(Taraflar pazarlık
yaptıktan sonra pazarlık yapılan yerden ayrıldıktan sonra pazarlık kesinleşmiş
ve sözleşme bağlayıcı olmaktadır. Pazarlık yerinden ayrılmadıkları sürece alış
veriş işlemi kesinleşmemiştir. Ancak taraflardan birisine -bir birlerinden
ayrıldıktan sonra da- alış verişi iptal etme yetkisi verilmesi şartıyla pazarlık
edilmesi bunun dışındadır ve ayrıldıktan sonra da yetkiyi alan taraf alış
verişi iptal edebilir.) [1052]
1022-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İki kimse alış veriş yaparsa birlikte
oldukları zaman bir birlerinden ayrılmadıkları sürece her birisi için alış
verişi iptal etme yetkisi vardır. Yahut biri diğerine iptal etme yetkisini
verebilir, Eğer biri diğerine bu yetkiyi verir ve bu şekilde anlaşırlarsa alış
veriş geçerli olur bağlayıcı olur.Eğer taraflar bir birlerinden ayrıldıktan
sonra birisi anlaşmayı bırakmasa satım işlemi geçerlidir bağlayıcıdır."
buyurmuştur. [1053]
1023-) Hakîm b. Hizam
(r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.): "Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılana
kadar {pazarlıktan vazgeçme) serbestisine sahiptirler. Eğer her iki taraf
dürüst olup açık davranırlarsa a-Itş verişleri iki tarafa da bereketli olur.
Eğer yalan söyleyip gizlerlerse alış verişlerinin bereketi gider,
"buyurdu" demiştir. [1054]
1024-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kendisinin alış verişte
aldatıldığını belirtti, bunun üzerine Hz. Peygamber: "Alış veriş
yaptığında: "Aldatmaca yok" del" buyurdu."
(Hadiste sözü geçen
kimse, Habbân b. Münkız (r.a.)'dır. Kendisi Hz. Peygamber (s.a.v.) ile
birlikte bir savaşta İken üzerine taş fırlatılmıştı. Bu nedenle bayılmış,
dilinde tutukluk olmuştur. Alış verişte dilinin tutukluğu nedeniyle bazı
tüccarlar kendisini aldatmaya yeltendiğinden yukarıdaki şikayetini yapmıştır.) [1055]
1025-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), olgunlaştığı belli olmadıkça meyvenin satışını
yasaklamıştır. Alıcı da satıcı da böyle satıştan yasaklanmıştır. [1056]
1026-) Câbir (r.a.)'dan
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in meyvenin olgunlaşana kadar satışının yasaklandığı,
ayrıca bu yaş meyve ancak dinarpara) yahut dirhem (gümüş para) ile
satılabileceği, ariyye satışı bu yasağın dışında olduğu rivayet edilmiştir. [1057]
1027-) Ebû'l-Buhterî'den,
Şöyle demiştir: "ibni Abbas'a Hurma satışını sordum: "Rasûlüllah
(s.a.v.), hurma satışını (sahibinin) yeyeceği ya da yenilecek veya tartılacak
hale gelmedikçe yasakladı." dedi: 'Tartılması nedir?" dedim.
Yanındaki bir kimse: "Göz kararı tahmini" dedi"[1058]
1028-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Meyveyi olgunlaşana kadar satmayınız.
Ağaçtaki yaş hurmayı da kuru hurma ile satmayınız." buyurmutur. [1059]
1029-) Yine Abdullah b.
Ömer (r.a.)'dan o da Zeyd b. Sabit; (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'in bu
yasaklamasından sonra diğer uygulamalara izin vermediği halde ağaçtaki yaş
hurmayı kuru hurma karşılığında satmaya (ariyye) izin verdiği bildirilmiştir.
(Ağaçtaki hurmanın
akibeti belli olmadığından dolayı satış sonucu gerek beklenen rekolte gerek
kalite açısından ihtilaf çıkma ihtimalinden dolayı yasaklanmıştır. Ancak bazı
kimselerin özellikle fakirlerin elinde yiyecek hurmaları tükenip ağaçtaki
hurmaları da henüz yetişmediğinden yemek için, elinde hurma olanlardan mevcut
eski hurma, ileride yetişecek hurma karşılığında satin alınırdı. Ağaçtaki
olmamış meyve satışının yasaklanması sonucu söz konusu hurması tükenen
kimselerin sıkıntıya düşmesi nedeniyle Hz. Peygamber (s.a.v.) görülen lüzum
üzerine bu yasaktan hurmayı çıkarmıştır, buna da ariyye satışı ismi
verilmiştir.) [1060]
1030-) Sehl b Ebî Hasme
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), taze hurmayı kuru (olmuş) hurma karşılığında
satışını yaklamıştır. Getireceği kuru hurma tahmin edilip hane halkının yaş
olarak yediği âriye konu-, suna müsaade etmiştir. [1061]
1031-) Büşeyr b.
Yesâr'dan. İçlerinde Sehl b Ebî Hasme gibi ba-; kimini üstlendikleri aile
efradı olan, Rasûlüllah (s.a.v.)'in bir kısım ashabından, Rasûlüllah
(s.a.v.)'in taze hurmayı kuru (olmuş) hurma karsağında satışını yasakladığını
rivayet etmiş ve: "Bu faizdir, müzabene türü satıştır" demiştir.
Ancak, âriye türü satışa müsaade etmiştir. Butür satış da, getireceği kuru
hurma tahmin edilerek sadece bir iki hurma ağacını hane halkının alıp taze
hurmasını yemesidir. [1062]
1032-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ariyye satışına beş vesak (873 kg. ıie
973 kg. arası) veya beş vesaktan aşağısına izin verdiği rivayet edilmiştir. [1063]
1033-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) Müzâbene usulü i!2 satışı yasaklamıştır.
Müzâbene, ağaçtaki yaş hurmayı kuru hurma karşılığı ölçerek satma ile ağaçtaki
yaş üzümü kuru üzüm karşılığı öiçerek satmaktır. [1064]
1034-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), müzâbene türü satışı yasakladı, Müzâbene,
bir kimsenin bahçesindeki meyveyi; eğer hurma ağacı ise (olmamış hurmayı) kuru
hurma karşılığı ölçerek, üzüm ağacı ise (koruğu) kuru üzüm karşılığı ölçerek,
ekin ise (başaktakini) hububat karşılığı ölçerek satmadır. Bunlann tümnü
yasaklamıştır" demiştir[1065]
1035-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Kim aşıladıktan sonra hurmalığı
satarsa, alıcı da herhangi bir şart koşmamış ise ağaçtaki ürün satıcınındır.
Kim malı olan bir köle satın almış ise alıcı da herhangi bir şart koşmamış ise
kölenin malı satana aittir.''diye buyururken işittim." demiştir. [1066]
1036-) Cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), mahabere türü satışı, muhakale türü satışı,
müzâbene türü satışı ve olgunlaşmamış meyve satışını yasaklamıştır. Olmamış
meyve, âriye türü satışı dışında sadece dirhem ve dinar (para) ile
satılabilir.
(Hadisin
ravilerinden Ata: "Cabir (r.a.), yasaklanan satış türlerini bize şöyle
a-çıkladı." demiştir. Muhabere türü satış, bir kimsenin boş araziyi diğer
birisine verip alanın da araziye harcama yapması sonunda (arazi sahibinin)
yetişen mahsulden bir kısım almasıdır. Müzâbene türü satışın, ağaçtaki yaş
hurmanın belirli bir ölçek kuru hurma karşılığında satılması olduğunu söyledi.
Muhakale türü satışının da müzâbene türü satış biçimine benzer olarak ekin
üzerinde yapılır ki bu, başaktaki ekini belirli bir ölçek hububat karşılığında
satmaktır.
Bu tür satışların
yasaklanmasında ki temel maksat, anlaşmazlığı ortadan kaldıracak biçimde
sınırları tam olarak çizilmemiş belirsiz satış olması nedeniyle anlaşmazlıklara
düşmeyi engellemektir.) [1067]
1037-) Cabir (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Bizden birisinin fazla arazileri olurdu ve: "üçte
bir, dörtte bir, yanyarıya kiraya veririz" derlerdi. Daha sonra Hz,
Peygamber (s.a.v.): "Kimin arazisi varsa onu kendisi eksin yahut ekmesi
için karşılıksız olarak kardeşine emanet versin. Yokkarşılıksız emanet
vermeyecek ise elinde tutsun " buyurdu"
(Arazinin
kiralanmasının yasaklanması, mahsulün iyi kısmının ma! sahibine kalması
nedeniyle ortaya çıkan haksızlığı Önlemek içindir. Nitekim diğger rivayette, su
kenarında biten mahsulün mal sahibine verilmesi karşılığında kiraya verildiği
bildirilmektedir. Bu nedenle araziyi kiralayanın zarara uğradığı anlaşılmaktadır.) [1068]
1038-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kimin arazisi varsa onu kendisi eksin
yahut ekmesi için karşılıksız olarak kardeşine emanet versin. Yok karşılıksız
emanet vermeyecek ise elinde buyurdu." demiştir. [1069]
1039-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), müzâbene ve muhakale türü satışı
yasaklamıştır. Müzâbene türü satış, ağaçtaki yaş hurmayı kuru hurma
karşılığında satmaktır. [1070]
1040-) Nâfi' anlatır:
"Abdullah b. Ömer (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Bekir, Ömer, Osman
döneminde ve Muaviye'nin idaresinin ilk dönemlerinde ziraat arazilerini kiraya
verirdi. Sonra Râfî b. Hadic'den Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ziraat arazilerini
kiraya vermeyi yasakladığı bildirildi. Bunun üzerine İbni Ömer Râfîye gidip
bunu sordu. Ben de kendisiyle birlikte gitmiştim. Râfî: "Hz. Peygamber
(s.a.v.) ziraat arazisini kiraya vermeyi yasakladı." dedi. İbni Ömer de:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde sulak tarafı bizim olmak ve bir kısım
saman karşılığında ziraat arazilerimizi kiraya verdiğimizi bilmekte idim,"
dedi. [1071]
1041-) Râfî' b. Hadîc
(r.a.): "Biz, Medine halkının en çok tarlası idik. Bir kısmı mal sahibine
ait olmak üzere tarlayı kiraya verir idik.
Mal sahibine
ayrılan bölüme afet gelip diğer kısma gelmediği olduğu gibi diğer kısma gelip,
mal sahibine ayrılan bölüme gelmediği de olurdu. Bu yüzden böyle ortaklık bize
yasaklandı. O dönemde altın ve gümüş para ile kiraya verme adeti de "yok
idi" demiştir. [1072]
1042-) Tabiînden Amr
anlatır, Tavus'a: "Tarlayı ortağa vermeyi bırak-san olmaz mı, çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in bunu yasakladığını söylüyorlar." dedim. O öa:
"Ey Amr, ben onlara veriyorum ve kendilerini zengin ediyorum, -İbni
Abbâs'ı kastederek- çünkü onlann en bilgilisi bana, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
tarla ortakçılığını yasaklamadığını, ancak: "Birinizin kardeşine
karşılıksız vermesi tarladan belirlenmiş ücreti almasından daha da hayırlıdır,
"buyurduğunu bildirmiştir." dedi. [1073]
1043-) Abdullah b. Amr
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber arazisini meyve veyahut ekinden çıkan
mahsulün yarısı üzerine ortaklık uygulaması yaptı. Hanımlarına da seksen vesak
hurma yirmi vesak arpa olmak üzere buradan gelen mahsulden yüz vesak verirdi,
Sonra Ömer Hayber arazisini halka bölüştürüp dağıttı, bu sırada Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımlarını toprak ve sudan hisse almaları yahut önceki
uygulamadaki gibi gelen mahsulden hisse almaları konusunda serbest bıraktı.
Kimisi vesak üzerinden mahsul almayı seçerken kimisi de toprak almayı seçti.
Aişe de toprak almayı seçmişti. [1074]
1044-) İbni Ömer
(r.a.)'dan: "Ömer (r.a.) Yahudi ve Hıristiyanlar! Hicaz bölgesinden sürüp
çıkardı. Aslında Rasûlüllah (s.a.v.) Hayber'i ele geçirdiğinde Yahudileri
buradan çıkarmak istemişti. Şöyle ki, burası ele geçirildiğinde arazi Allah'a,
Rasûlü'ne ve Müslümanlara ait olmuştu. O da buradan Yahudileri çıkarmak istedi,
Yahudiler Rasûlüllah (s.a.v.)'den arazinin İşini işleyip kendilerine ürünün
yarısını vermek ü-zere burada bırakılmalarını istediler. Bunun üzerine
Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizi bu şartlar üzere burada dilediğimiz süreye
kadar bırakıyoruz, "buyurdu. Neticede Yahudiler Ömer kendilerini (Medine
şam yolundabulunan.Tebuk yakınlarındaki) Teymâ İle (Kudüs yakınlarındaki)
Eriha'ya çıkarana kadar Hayber'de kaldılar." [1075]
1045-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir Müslüman ağaç diker veya ziraat
yapar da ondan kuş, insan yahut herhangi bir hayvan yerse bu yediği kendisi
için kesinlikle sadaka"buyurdu." demiştir. [1076]
1046-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hurma Meyvesinin olgunlaşana kadar
satımını yasakladığı rivayet edilmiştir.Kendisine: "Olgunlaşma
nedir?" denildi: "Kızarmasına kadar" demiştir. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Söyle bakalım hadiAllah meyveye afet getirip telef etse
biriniz kardeşinin malını ne sebeple alabilir?" buyurmuştur. [1077]
1047-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) kapının yanında iki kişinin yüksek tonda
tartışma seslerini duydu. Birisi öbüründen borcunun biraz indirilmesini ve
kolaylık tanımasını istiyor, o da: "Vallahi yapmam." diyordu, bunun
üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) ikisinin yanına çıktı ve: "İyiliği
yapmayacağına dair Allah'a yemin eden nerede?"buyurdu, o da (utanarak):
"Benim, Ey Allah'ın Rasûlü, tamam nasıl isterse öyle olsun." dedi. [1078]
1048-) Ka'b b. Mâlik
(r.a.)'dan. Kendisi Mescidde İbni Ebî Hedred'den alacağını istemiş, bu arada
sesleri o kadar yükselmiş ki Rasûlüllah (s.a.v.) evinde iken bunu duymuş.
Onlara doğru çıkıp odasının perdesini açarak: "Ey Ka'b!" diye
seslendi. Ka'b: "Buyur Ey Allah'ın Rasûlü" dedi, yarısını işaret
ederek: "Alacağından şu kadarını indir" buyurdu. Ka'b: 'Tamam yaptım
Ey Allah'ın Rasûlü" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Haydi kalk sen de
borcu efe"buyurdu. [1079]
1049-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, iflas etmiş bir kimsenin yanında
(alacağı olan) malının aynını/bizzat malın kendisini bulursa bu mala
diğerlerinden daha fazla hak sahibidir, "buyurmuştur
Diğer bir rivayette
ise "Diğer alacaklılardan daha fazla hak sahibidir" şeklindedir. [1080]
1050-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Melekler, sizden öncekilerden bir kimsenin
ruhunu aldı, bu sırada: "Hayır namına bir şey yaptın mı?" dediler.
Oda: "İşçilerime, eli darda olana süre tanımalarını, eli genişlikte olana
da ödemede kolaylık göstermelerini emrederdim." dedi. Bu yüzden Allah da
kendisine kolaylık göstermiştir, "buyurdu." demiştir. [1081]
1051-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimse insanlara borç verir, işçisine
de: "Eğer sıkıntıda olan birisi gelirse onun borcunu af ediver"
derdi. Sonunda bu kimse Allah 'a kavuştu. Allah da onu af ediverdi
"buyurmuştur. [1082]
1052-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ödeme imkanı olan kimsenin borcu
uzatması zulümdür. Eğer biriniz alacağını, ödeme imkanı olan kimseden tahsil
etmeye gönderilirse bunu kabul etsin, "buyurmuştur. [1083]
1053-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kendiliğinden biten
ota mani olur diye, ihtiyaç dışı su fazlalığından başkasının kullanımı
yasaklanamaz." [1084]
1054-) Diğer bir
rivayette ise Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Kendiliğinden biten ota mani olur
diye, ihtiyaç dışı su fazlalığından başkasının kullanımını yasaklamayınız,
"buyurduğu rivayet edilmiştir.
(Allahü Teâlâ
tarafından mahlukâta bahşedilmiş bir takım imkanlar vardır. Bu tür şeyler
toplumun menfaatine bırakılmış olup herkesin ortak malıdır. Yer alündan gkan
maden, su, petrol ve benzeri şeyler Allah'ın mahlukâta bir ihsanıdır. Bunların
Özel mülkiyete geçirilip geçirilemeyeceği İslâm hukukçulannca tartışılmıştır.
Ancak özel gayret sarfederek elde edilen kaynaklarda bunlan bulan ve
işletenlerin bir takım haklarının olacağı da bir gerçektir. Bir hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç şey vardır ki bunlar asla
yasaklanamaz: Su, ot ve ateş" Bir diğer rivayette, ot yerine tuz
geçmektedir. Bir başka rivayette ise bunlann Müslümanların ortak malı olduğu
ücretinin haram olduğu bildirilmektedir. (İbni Mâce, Ruhun: 16) Buradaki
yasaklığın özendirme mi yoksa kesin yasağı mı ifade ettiği apk değildir. Bir
kısım âlime göre bu yasak, toplumda paylaşmayı aranma ve yardımlaşmaya
özendirme içindir.) [1085]
1055-) Ebû Mes'ûd
el-Ensârî (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'in köpek satıp ücret almayı, zina
kazananı ve kahinlik ücretini yasakladığnı rivayet etmiştir. [1086]
1056-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), köpeklerin öldürülmesin
emrederdi. Biz de kalkıp Medine'de ve çevresinde öldürmedik köpek bırakmazdık.
Öyle ki çöl halkından küçük bir kadının peşinden gelen köpeğini bile
öldürdük." [1087]
1057-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlültah (s.a.v,): "Kim, sürü ve av köpeği dışında köpek
edinirse her gün amelinden iki kırat eksilir" buyurmuştur
Diğer bir rivayet
ise "Kim, sürü, ziraat ve av köpeği dışında bir köpek edinirse her gün se
vabından bir kırat eksilir, "şeklindedir.
(Kırat, onda bir
dinarın yarısı olarak kullanılan bir değerdir. Bu konuda Aynî: "Kırat,
hadislerde çeşitli değerler ifadesi olarak belirtilir. Bunlardan birisi örfte
kullanılan ölçü birimidir, diğeri de teşbih olarak kullanılmıştır: Bazen bir
koyun bazen Mekke'deki bir dağ kadar bazen büyük bir dağ kadar, bazen Uhud Dağı
kadar gibi teşbihler yapılmıştır." demektedir. (Umdetu'i-Kârî, iv. 38) [1088]
1058-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim yanında köpek tutarsa, her gün
amelinden bir kırat eksilir. Ancak ziraat veya sürü için tutulan bunun
dışındadır, "buyurdu." demiştir. [1089]
1059-) Süfyan b. Ebû
Züheyr (r.a.)'dan. Kendisi Şende kabilesinden olup Rasûlüllah (s.a.v.)'in
ashabındandır. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Kim,
kendisine ziraatta veya sürüde faydası olmayan bîr köpek edinirse her gün
amelinden bir kırat eksilir" diye buyururken işittim" demiştir.
Kendisine: "Bunu, Rasûlüllah (s.a.v.)'den bizzat sen mi işittin?"
denildi: "Evet, şu mescidin Rabb'ine yemin olsun" dedi. [1090]
1060-) Enes (r.a.)'a
hacamat yapan kimsenin ücret alması soruldu: "Rasûlüllah (s.a.v.) hacamat
oldu, kendisini Ebû Taybe hacamatetti. Ebû Taybe'ye İki sa' yiyecek verdi. (Bu
kölenin güniük ödeme vergisinin hafifletilmesi için) efendileri ile konuştu
onlar da ücretini hafiflettiler. Kendisi: "Tedavi olageldlğiniz şeylerin
en üstünü, hacamat olmak ve Küstü'I-Bahr kullanmaktır, "buyurdu"
demiştir.
Yine şöyle
buyurmuştur: "Sakın boğaz hastalığında çocuklarınızın bademciğini sıkarak
işkence çektirmeyiniz, Kust kullanınız."
(Ûdi Hindi, hind
odunu anlamına gelen bir ağaçtır. Kust, Kustü'i-Bahr, Öd ağacı aynı tür
ağaçların çeşitleridir. Hacamat ise, kelime anlamı olarak emmek demektir.
İçerisindeki hava ateşle boşaltılan bardak veya benzeri şişe gibi özel aletle
vücudun belirli bölgesine emme yapılmasıdır. Ûdi Hindi ve Hacamat konuşundu
"Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamızdaki 1964.
hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1091]
1061-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), hacamat olmuş ve hacamat yapana ücretini
vermiş ayrıca burnuna ilaç çekti. [1092]
1062-) Hz. Aişe (r.a.):
"Faiz hakkındaki Bakara Suresi'ndeki ayetler (275-279) indirildiğinde Hz.
Peygamber (s.a.v.) mescide çıkıp halka bu ayetleri okudu, arkasından şarap
ticaretini yasakladı" demiştir. [1093]
1063-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'in Fetih Yılı'nda Mekke'de: "Şüphesiz Allah ve
Rasûlü şarap, murdar ölmüş hayvan, domuz ve putların satımını haram
kılmıştır." buyurduğunu işitmiştir. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü,
murdar ölmüş hayvanların iç yağlan hakkında ne dersin, çünkü bununla gemiler
cilalanır, deriler yağlanır halk da (mum yaparak) bununla aydınlanır?"
denildi: "Hayır! O da ha-ramdır."buyurdurve arkasından Rasûlüllah
(s.a.v.): "Allah Yahudileri kahretsin. Çünkü Allah murdar ölen
hayvanların iç yağlarını haram kılınca onlar da bu sefer bunu eritip satarak
parasını yediler, "buyurdu. [1094]
1064-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Semüre'nin şarap satti-ğı haberi Ömer'e
iletildi. O da: "Allah, Semüre'yi kahretsin. Rasûlüllah (s.a.v.)'in:
"Allah, Yahudilere lanet etmiştir. Hayvanların iç yağları kendilerine
haram kılındı, onlar da bu sefer bunu eritip sattılar."diye buyurduğunu
bilmiyor mu?" dedi"
(Yukarıdaki
rivayette şarap sattığı bildirilen Semure, Semure b. Cündüb (r.a.)'dır. Şarabın
yasaklandığını bilen bir sahabinin haram bir maddeyi nasıl sattığf araştırılmış
neticede doğrudan şarap satma değil de dolaylı şarap satışı olduğu görüşüne
varılmıştır. Şarap yapacağını bildiği halde bir kimseye üzüm satma gibi veya
sirkeleştîrme şeklinde şarapta değişiklikler yaparak satma olabileceği
söylenmiştir. Nitekim Ömer (r.a.)'ın delil getirdiği hadiste de Yahudiler,
kendilerine yasaklanan Şeyin, değişiklik yapılarak ondan istifade edilmesi
anlatılmaktadır ki, Semure b. Cündüb (r.a.)'ın yaptığı da böyle bir şey olsa
gerek. Değilse Ömer (r.a.), şarabın yasak olduğunu belirten ve sakıncasını
dile getiren daha açık âyet ve hadisler getirebilirdi. Hz. Ömer(r.a.), Semure
b. Cündüb (r.a.)'ı Ehvaz çarşısına haznedar tayin etmiştir. Eğer Semure b.
Cündüb (r.a.), kesin haram olan bir işle uğraşmış olsaydı, bizim bildiğimiz
Ömer b. Hattab bu vazifede onu bir dakika bile durdurmazdı.) [1095]
1065-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah Yahudileri kahretsin. Allah,
hayvanların iç yağlarını onlara haram kılınca bu sefer bunu eritip satarak
parasını yediler" buyurmuştur[1096]
1066-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Altınla altını, eşit olmaz ise satmayınız
birini diğerine fazla yapmayınız. Gümüşle gümüşü, eşit olmaz ise satmayınız,
birini diğerine fazla yapmayınız. Bunlardan veresiyeyi de peşine satmayınız,
"buyurmuştur, [1097]
1067-) Mâlik b. Evs
(r.a.), yüz dinar (altın para) bozdurmak istemiş, kendisi şöyle anlatır: Bunun
üzerine Talha b. Ubeydullah beni çağırdı, neticede fiatta anlaştık, benden
altınları isteyip eline alıp çevirmeye başladı, sonra da: "Veznedarım
Gâbe'den gelinceye kadar bekle" dedi, Ömer de bu konuşmayı dinliyormuş,
hemen: "Vallahi bozdurduğunun karşılığını almadan onun yanından
ayrılamazsın, Rasûlüilah (s.a.v.): "Altın altın ile peşin teslim dışında
satılıp değiştirilirse faiz o-lur, buğday buğday ile peşin teslim dışında
satılıp değiştirilirse faiz olur, arpa arpa ile peşin teslim dışında satılıp
değiştirilirse faiz olur, hurma hurma ile peşin teslim dışında satılıp değiştirilirse
faiz olur. "buyurdu." demiştir. [1098]
1068-) el-Minhâl'dan:
"el-Berâ b. Âzib (r.a.) ile Zeyd b. Erkâm (r.a.)'a para bozdurmayı sordum,
her biri, diğeri için: "0, benden daha iyidir." diyordu ve her ikisi
de: "Rasûiüllah (s.a.v.), altını gümüşle veresiye satmayı
yasakladı." diyordu. [1099]
1069-) Ebû Bekre
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Altınla altını, eşit ölçüde olmaz
ise satış yapmayınız, gümüş/e gümüşü, eşit ölçüde olmaz ise satmayınız, ama
altınla gümüşü, gümüşle ah tını nasıl dilerseniz satınız." buyurmuştur. [1100]
1070-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) ile Ebû Hureyre (r.a.) anlatır. Rasûlüllah (s.a.v.) bir kimseyi Hayber
arazisinin vergisini toplamaya görevlendirdi. Sonunda görevli iyi cins hurma
ite geldi, bunun üzerine Rasûlüllah (s a.v.): "Hayber hurmasının hepsi de
böyle midir?" buyurdu, o da: "Hayır, Ey Allah'ın Rasûlü, vallahi
böyle değildir, ama biz bu cins bir sa' hurmayı iki sa' hurmaya, İki sa1
hurmayı da üç sa' hurmaya almaktayız." dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Böyle
yapma! Yığını bir fiat (bey) üzere sat sonra da parasına iyi cins hurma
al!'"buyurdu. [1101]
1071-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Bilal, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e iyi cins hurma
getirmişti, Rasûlüllah (s.a.v.) de ona: "Bunlar nereden
geldi?"'buyurdu. Bilal de: "Yanımızda düşük kaliteli hurma vardı,
onları Peygamber'e yemek yedirmek için iki sa' düşük kaliteliyi bir sa1 iyi
cins hurma karşılığında sattım." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Eyvah! Eyvah! Aynen faiz olmuş, aynen faiz olmuş. Böyle yapma!
Eğer sen (iyi hurma) satın almak istiyorsan e-iindeki hurmayı ayrı bir satış
işlemi üzere sat, sonra da parasına iyi hurma satın al. "buyurdu." [1102]
1072-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Bize, karıştırılmış hurma yığınlarından yiyecek verilirdi. Biz
de iki sa! hurmayı bir sa'a satardık. Bu yüzden Hz, Peygamber (s.a.v.):
"İki sa' hurmaya bir sa' olmaz, iki dirheme de bir dirhem olmaz."
buyurdu, "demiştir. [1103]
1073-) Ebû Salih
ez-Zeyyât, Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'ı: "Altın, altınla satılır. Gümüş de
gümüşle satılır" derken işitmiş, kendisine: "Ama İbni Abbâs böyle
söylemiyor" dedim. Bunun üzerine Ebû Said: "Ben kendisine sordum:
"Sen bu söylediğini Hz. Peygamber (s.a.v.)'den mi duydun yahut Allah'ın
Kitabında böyle bir şey mi buldun?" dedim. 0 da: 'Tüm bunan ben
söylemiyorum, sizler Rasûlüllah (s.a.v.)'i benden daha iyi bilirsiniz ama
Üsâme b. Zeyd bana Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Faiz sadece veresiyede
olur. "buyurduğunu bildirdi" dedi" demiştir. [1104]
1074-) Numan b. Beşir
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Helâlaçıktır, Haram da açıktır; ama
bu ikisinin arasında insanların çoğunun bilemediği şüpheli işier vardır.
Kim şüpheli
işlerden sakınırsa dinini ve haysiyetini kurtarır. Kim de şüpheli işlere
takılırsa bunun durumu yasak bölgeye düşebilecek şekilde koyun otlatan çoban
gibidir.
Şunu bilin ki her
hükümdarın bir yasak bölgesi vardır. Allah 'in yeryüzündeki yasak bölgesi ise
haramlarıdır.
Bilin ki vücutta
bir et parçası vardır; eğer düzelirse vücudun tamamı düzelir; eğer bozulursa
vücudun tamamı bozulur bakın o kalptir, "diye buyururken işittim."
demiştir.
(Müslüman, Allah'ın
yasak kıldığı şeylerden uzak durmalı, yasaklarla kendi arasına set çekmelidir.
Yasaklara düşürme ihtimali olan şeylerden de uzak durulmalı, ihtiyat elden
bırakılmamalrdır. İç temizliği önemlidir. İçi yani niyeti kötü olanın işleri de
kötü olur. Bu nedenle her şey den önce niyeti düzeltmek gerekir.
Hadisimizde bedenin
maddi ve manevi olarak sağlıklı işleyişinde kalbin Önemine dikkat çekilmiş,
kalbin bedene hakim olduğu vurgulanmıştır. Biyolojik bedenin sağhkh işleyişinde
kalbin önemi tıp uzmanlarınca tartışmasız bir gerçek olarak görülmektedir.
Kalbin manevi yönünün bulunduğu ve bunun insan da vranı şiarı ndaki etkisinin
de son araştırmalarda tespit edilerek ortaya konulduğu görülmektedir. Bu konuyu
araştıran bir uzman, yaptığı araştırmada Özetle şu tespitlerde bulunmuştur:
"Son
araştırmalara göre, biyolojik işleyişte beyin kalbe itaat ediyor. Araştırmalara
göre, kişi niyet edip hislerini değiştirdiğinde, otomatik olarak kalbden beyine
giden sinir uyanlarının kalitesi de değiştirilmektedir.
Yapılan
araştırmalar, yaratılışta, beyin aktivitesinin kalbin aktivitesine tabî
(senkronize) olacak şekilde programlandığını göstermiştir. Mesela embryonik
gelişmede beyin kalbe tabii olmaktadır. Çocuk anne karnında gelişirken, önce
beyin değil, kalb gelişmektedir. Beynin gelişmesi, çocuk bir yaşına gelinceye
kadar ancak tamamlanmaktadır.
Nörokardiyoloji
veya kalb-beyin bağlantısı bilimi çerçevesinde yapılan bu araştırmalar, kalbin
içinde beyindekine benzer bir sinir sistemi olduğunu, en az beyin kadar kalbin
de, beyni ve beyin üzerinden bedeni kontrol etmede vazife aldığını göstermektedir.
Diğer vücut sistemlerindeki ahenkli işleyişin, beyin kadar kalb vasıtasıyla da
düzenlendiği anlaşılmaktadır.
Öncelikle kalb,
beyinden bağımsız en az 40.000 sinir hücresinden yapılmış, kendine has kompleks
ve sırlı bir sinir sistemine sahiptir; bu sinir sistemi, 'kaibdeki beyin'
olarak tanımlanmaktadır. Beynin mücerret (soyut) ve analitik mantıkî zekâsının
yanında, kalbin de, hissi ve iletişim zekâsıyla donatıldığı, duyguların ilk
üretiminin kalbde gerçekleştiği, kalbde üretilen duygu taşıyan sinyalierin,
beynin limbik sistemine çok hızlı şekilde taşındığı, beyin üzerinden hissî
cevabın vücûda ve çevrede-kilere tesir ettiği ortaya konmuştur.
Ihin ritmik
aktivitesi ile üretilen kan basıncı, ses basıncı ve elektromanyetik daki
değişiklikler, vücuttaki her organ ve hücre tarafından algılanmaktadır. Ihd3
yaratılan bu elektromanyetik enerji, sadece bedenin her tarafına iletilmekle
zaynı zamanda o enerjinin yayılma sahası içinde bulunan kişiler tarafından da
Bütün bu tespitler, kan pompalamasının yanında, kalbe, bedenin ta-iSm,ndı
tesirli eş zamanlılığı (uyum ve ritim bütünlüğünü) tanzim edici sinyal mer-i
olarak da vazife verildiğini göstermektedir. " (Dr. Seüm aydın, Kafbin
Keşfedilen YeniBoyutu. Sızıntı Dergisi Mayıs 2004, s. kısaittp özetleyerek) [1105]
1075-) Cabir (r.a.)'dan.
Kendisi bitkinlikten nerede ise yürüyemez hale gelmiş deve üzerinde bulunurken
Hz. Peygamber (s.a.v,), yanına uğrayıp deveye vurup dua etmiş. Bunun üzerine
deve bir benzeri görülmemiş şekilde yürüyüvermistir. Cabir (r.a.), devamla
şöyle anlatır: "Sonra: "Bunu bana bir vukiyye'ye sat" buyurdu:
"Olmaz" dedim. Sonra yine: "Bunu bana bir vukiyye'ye sat"
buyurdu, ben de onu, evime ulaşma kaydıyla bir vukiyye'ye sattım. Medine'ye
vardığımda deveyi kendisine götürdüm, ücretini bana ödedi. Sonra yanından
ayrıldım, peşimden haber salarak: "Deveni alacak değildim, şu deveni al
o, senin malındır." buyurdu"[1106]
1076-) Cabir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir: "Rasûiüilah (s.a.v.) ile birlikte gazaya
çıkmıştım. Bitkinlikten nerede ise yürüyemez hale geîmiş deve üzerinde
bulunurken bana yetişti: "Devenin neyi var" buyurdu:
"bitKin" dedim, Rasûlüllah (s.a.v.) devenin gerisine geçip onu ileri
sürdü ve dua etti. Bundan sonra develerin başında en önlerinde yürümeye
başladı. Bana: "Deveninasıl buluyorsun"'buyurdu: "Çok iyi,
bereketin değdi" dedim: "Onu bana satar mısın"'buyurdu. Ben
utanmıştım, bu sırada bundan başka da devemiz yoktu yine de: "Evet
satanm" dedim ve Medi-neye vanncaya kadar binmek üzere deveyi kendisine
sattım. Kendisine: Ey Allah'ın Rasûlü ben yeni evlendim" dedim ve
kendisinden izin istedim. Bana izin verdi ben de halkı geçip Medine'ye ilerledim.
Medine'ye vardığımda dayımla karşılaştım, bana devenin durumunu sordu ben de
deve hakkında ne yaptığımı kendisine biidirdim. O da böyle yaptığımdan dolayı
beni kınadi. Rasûlüllah (s.a.v.)'den izin istediğimde bana: "Kiminle evlendin,
bekar ile mi dul ile mi"buyurmuştu. Ben: "Dul ile evlendim"
dedim: "Birbirinizle oynaşacağınız bekar bir kızla evlenseydin"
buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûîü, babam vefat etti, şehid oldu. Küçük kız
kardeşlerim var. Onlaria aynı yaşta birisiyle evlenip de onlaria ilgilenip onları
eğitemeyeceğinden çekindim bu yüzden dul ile evlendim." dedim. Rasûlüilah
(s.a.v.), Medine'ye ulaştığında deveyi kendisine götürdüm. Bana parasını ödedi
deveyi de geri bana verdi." [1107]
1077-) Cabir b. Abdullah
(r.a.), şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), benden iki vukiyye'ye bir
dirheme yahut iki dirheme bir deve satın aidi. Sırâr mevkiine vardığımızda bir
inek kesilmesini emretti, arkasından inek kesildi ve oradakiler onu yediler.
Medine'ye geldiğimizde mescide gitmemi ve iki rekat namaz kılmamı emretti,
devenin ücretini de bana saydı." [1108]
1078-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'den borcunu istemeye geldi, fakat
biraz kaba bir şekilde istedi, bu yüzden ashab üzerine yürümeye davrandı. Bunun
üzerine Rasûlüilah (s.a.v.): "O-nu bırakın, çünkü hak sahibinin konuşma
hakkı vardır." buyurdu, arkasından da: "Kendisine devesinin yaşında
bir deve verin." diye buyurdu. Onlar da: "Ey Allah'ın Rasûlü, o yaşta
bulamıyoruz, fakat ondan daha değerlisi vardır." dediler. Rasülüllah:
"Onu verin, şüphesiz sizin en iyiniz borcunu en güzel bir şekiide
ödeyendir, "buyurdu. [1109]
1079-) Âişe (r.a.):
"Rasûlüilah (s.a.v.), bir Yahudiden veresiye yiyecek satın aldı ve
zırhını rehin verdi" demiştir[1110]
1080-) İbni Abbâs (r.a.):
"Rasûİüllah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde halk meyveyi bîr iki yıllığına
selem yapıyordu, bunun için: "Kim hurmada selem yapmak istiyorsa
belirlenmiş ölçekte ve belirlenmiş tartıda selem yapsın, "buyurdu"
demiştir.
Kendisinden gelen
bir diğer rivayette ise: "Süresi belirlenmiş bir zamana göre"ilavesi
vardır. [1111]
1081-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.)'i: "Yalan yeremalın sürümünü
artırır ama kazancı yok eder." diye
yürürken
işittim." demiştir. [1112]
1082-) Câbir (r.a.)'dan.
Rasûlüüah (s.a.v.) Şufa hakkını bölüşülmemiş her malda ortaklar için geçerli
kılmıştır. Bölüşülüp sınırlar ortaya konulduğunda, yollar ayrıldığında şufa
hakkı kalmaz.
(Taşınmazlarda
öncelikli alım hakkı diye de isimlendirilen Şufa, satılan bir malı, ortak veya
bitişik komşusunun satış- bedelini ödeyerek müşteriden geri alma hakkına sahip
olma demektir.) [1113]
1083-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Komşu, komşusunun direğini evinin
duvarına koymasına karşı çıkmasın."buyurmuştur. Ebû Hureyre (r.a.)
devamla: "Bana ne oluyor da sizleri bu (sünneti) terkediyor görüyorum.
Vallahi ben bu sözü omuzlarınıza bırakıp atıyorum." demeyi sürdürmüştür.
(Aslında İslâm'da
mülkiyet hakkı esastır. Bu yüzden İmam-ı Âzam başta olmak üzere bir kısım
âlimler hadisteki emrin farziyet ifade etmeyip yardımlaşma ve dayanışmayı
artırmak için söylenmiş bir söz olduğu görüşündedirler. ) [1114]
1084-) Saîd b. Zeyd
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.)'i: "Kim yeryüzünden bir şeyi haksız
yere alırsa, aldığı şey yedi kat yere kadarboynuna sarılır."'diye
buyururken duydum" demiştir. [1115]
1085-) Âişe (r.a.):
"Rasûİüllah (s.a.v.): "Kim yeryüzünden bir şeyi haksız yere alırsa,
aldığı şey yedi kat yere kadar boynuna sarılır, "buyurdu." demiştir. [1116]
1086-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) yolun genişliği konusunda anlaşmazlığa
düştüklerinde bunun (o günün şarüanna göre) yedi arşın olduğuna hüküm
vermiştir." demiştir. [1117]
1087-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mirastan doğan hakkı mirasçıya
veriniz, arta kalan ise en yakın erkek akrabayadır, "buyurmuştur.
(Hadisteki 'en
yakın erkek akraba' ifadesi, baba tarafından olan en yakın erkek akraba olarak
da anlaşılabilir.) [1118]
1088-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ve Ebû Bekir, yürüyerek bana hasta
ziyaretinde bulunmak için Selimeoğulları mahallesine geldi, Hz, Peygamber
(s.a.v.) bu sırada beni, şuurumu kaybetmiş olarak buldu, hemen su isteyip
abdest aldı, sonra da üzerime su serpti, arkasından ben kendime geldim:
"Ey Allah'ın Rasûlü, malım konusunda nasıl davranayım?" dedim, bunun
üzerine: «Allah çocuklarınız hakkında mirası şöyle bölüştürmenizi emreder...»
(Nisa: ıi) ayeti indi." demiştir. [1119]
1089-) Berâ (r.a.): 'Tam
olarak en son inen sure, Tevbe süresidir.Son inen âyet ise kelâle
âyetitidir." demiştir.
(Kelâle, öldüğünde
mirasını paylaşacak, babası ve çocuğu olmayan kimsedir. Nisa: 12/176 ayetlerinde
geçmekte ve bu âyetlere keiâle âyetleri denilmektedir.) [1120]
1090-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'e üzerinde borcu olan bir kimsenin cenazesi
getirildiğinde: "Borcunu ödeyecek bir şey bıraktı mı?" buyurucu. Eğer
borcunu ödeyecek bir şey bıraktığı söylenirse cenaze nazmını kıldırır, değilse:
"Arkadaşınızın cenaze namazını siz kıldırınız" buyururdu. Allah,
kendisine fetihler nasip eyledikten sonra; "Ben, her mümine kendi
nefsinden daha yakınım. Her kim borçlu ölürse Ödemesi bana aittir, ancak kim
malbırakırsa o da veresenindin "buyurdu
(Rasûlüliah
(s.a,v,)'in borcu olan kimsenin cenaze namazına kılmaması ilk dönemlerde
başvurduğu bir uygulama idi. Sonraları: "Ben her mü'mine kendi nefsinden
daha yakınım. Her kim borç bırakırsa onun ödemesi bana aittir,
mal bırakırsa
buyurmuştur. (Buhârî, istikraz: Nevevî bu uygulamanın borçtu ölen kimsenin,
cenaze namazını Peygamber'in rmasından mahrurn kalmamak için borcu ödemeye
teşvik olsun diye yapıldığını h Nrtir (şerhu Müslim, Nevevî, xi, 6i) Münzlrîye
göre cenazenin namazını kıldırmadan bocunu sorma uygulaması sonraları
kaldırılmıştır. CTuhfetü'i-Ahvâzi iv, 154) Hz peygamber (s.a.v.)'in bunun
dışında da bazı kimselerin cenaze namazını kıtdır-adığını'görmekteyiz. Ebû
Dâvûd (ahad: 133), Nesâî (Cenâiz; 66), îbni Mâce (Cihad: 3i) de n diğer bir
rivayette ise Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber savaşında vefat eden ashabdan bir
kimsenin cenaze namazını ashabın kıldırmasını istemiştir. Bu davranışı gören
ashabın yüzleri değişmiş hayrete düşerlerdi, Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun
nedeni olarak söz konusu kimsenin Allah yolundaki ganimetten hırsızlık
yaptığını belirtir.
Cenaze namazı
farz-ı kifâyedir, hiç kimse kıldırmaz ise bütün toplum bu farzdan sorumludur.
Ancak, Allah'ın kanunlanna göre asî olarak nitelenenlerin eşkiyalar, yol
kesiciler ve benzerlerinin cenaze namazı kılınmaz, bu nedenle hadiste bir kimsenin
cenaze namazını kıldırmadan önce Ölümden önceki hayatını gözden geçirmeye
işaret vardır.) [1121]
1091-) Hz. Ömer (r.a.)
anlatır: "Allah yolunda bir kimseyi ata bindirdim (yani ona at verdim) o
da yanındaki ata iyi bakamadığından zayıflattı, ben de biraz ucuza satar zannı
ile satın almak istedim. Gidip Hz. Peygamber (s.a.v.)'e görüşünü sordum:
"Onu satın alma, bir dirheme verse bile verdiğin sadakana geri dönme!
Çünkü böyle sadakasına dönen, kusmuğuna dönen gibidir, "buyurdu. [1122]
1092-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Ömer b. Hattab, Allah yolunda bir kimseye at verdi. Sonra bu atın
satıldığını gördü ve satın almak İstedi, Rasûlüilah (s.a.v.)'e bunun hükmünü
sordu. 0 da: "Onu satın alma, sadakana geri dönme" buyurdu[1123]
1093-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bağışından dönen kusup da kusmuğuna (yemek
için) dönen köpek gibidir, buyurdu." demiştir. [1124]
1094-) Nu'mân b. Beşîr
(r.a.)'dan. Kendisinin babası, Rasûlüilah (s.a.v.)'e gelmiş ve: "Bu oğluma
bir köle hediye ettim" demiş, o da: "Bütün çocuklarına da hediye
ettin mi?" buyurmuş: "Hayır" demiş, Rasûlüilah (s.a.v.):
"O zaman geri al" buyurmuştu. [1125]
1095-) Nu'mân b. Beşîr
(r.a.) anlatır: "Babam bana (bir köle) bağışta bulunmuş, (annem) Amra
bintü Ravaha da: "Buna Rasûlüilah (s.a.v.)'i şahit tutmadıkça kabul
etmem." demişti, o da Rasûlüilah (s.a.v.)'e gidip: "Ben, Amra bintü
Ravaha'dan olan oğluma bağışta bulundum, o da seni şahit tutmamı söyledi Ey
Allah'ın Rasûlü" dedi. Rasûlüilah: "Diğer çocuklarına da verdin
mi?" buyurdu, o da: "Hayır." dedi, Rasûlüilah: "Allah'tan
korkunuz ve çocuklarınız arasında eşit davranınız."buyurdu, o da bunun
üzerine geri dönüp bağışından vazgeçti. [1126]
1096-) Câbir (r.a.):
"Hz. Peygamber Umrâ'nın caiz ve bağışlanan Kişiye ait olduğuna
hükmetti" demiştir.
(Umrâ: bir
kimsenin, sağ olduğum sürece şu ev, dükkan, tarla vb. senin olsun dive birisine
bağışlama yapmasıdır. Bağışlanan öldüğünde mal, bağışlama yapana aeri dönerdi.
Cahiltye dönemi uygulaması olan umrâyı, İslâm bazı düzenlemeler yanarak
muhafaza etmiştir. Söz konusu düzenlemelerden birisi de umrâ olarak verilen
bağışın, kendisine bağış yapılan öldükten sonra varislerine de kalmasıdır.) [1127]
1097-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber: "Umrâ caizdir"buyurmuştur. [1128]
1098-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Müslüman bir kimsenin vasiyet edecek bir
şeyi olup da, bu vasiyeti yanındayazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru olmaz,
"buyurmuştur.
(İki gece sınır
belirtmek için değildir. Vasiyet yapacak bir şeyi olan kimsenin bunu beklemeden
yazıya geçirmesi ifade edilmiştir. Nitekim hadisin Müslim ve Nesâî'de geçen
diğer bir rivayetinde "üç gece " şeklindedir. Abdullah b. Ömer
(r.a.), bu hadisi bildirdikten sonra: "Rasûlüilah (s.a.v.)'in böyle
buyurduğunu duyduğumdan bu tarafa yanımda vasiyetimin bulunmadığı hiç bir gece
geçinmedim." demiştir.
(Müslim, Vasiyye:
1, Neseî, Vasâyâ: 1) [1129]
1099-) Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.) anlatır: "Veda Haca senesinde a-mansız tutulduğum hastalıktan
dolayı Rasûlüilah (s.a.v.) beni ziyarete gelirdi. Kendisine: "Hastalığım
çok ağırlaşt, ben mal mülk sahibiyim ve bir kızımdan başka da mirasçım yoktur.
Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtabilir miyim?" dedim:
"Hayır" diye buyurdu: "Yansını?" dedim: "Hayır"
diye buyurdu ve devamla: "Üçte birini, aslında üçte biri de çoktur.
Şüphesiz senin mirasçını zengin bırakıp göçmen, insanların yardımıyla geçinen
muhtaç birisini bırakmandan daha iyidir. Şüphesiz sen, Allah nzası için
yaptığın her harcamadan hatla hanımının ağzına yiyecek koymandan bile mutlaka
sevap alırsın." buyurdu. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûiü (burada ölüp)
arkadaşlarımdan geride mi kalacağım?" dedim: "Sen asla gende
kalmayacaksın hatta öyle salify amel işlersin ki, onunla dereceni yükseltip
artınısın. Sonra belki öyle bir uzun ömür yaşarsın ki, sonunda seninle birtakım
kimseler fayda görürken diğerleri senden zarar görür. Allah'ım, ashabımın
hicretini kemale erdir, hicretten onları geriye döndürme. Ancak zavallı
olanSa'db. Havle'dir. "buyurdu.Sa'd b. Ebi Vakkas: "Rasûlüüah
(s.a.v.) {bu sözüyle) Mekke'de vefat ettiği için Sa'd b. Havle hakkındaki
üzüntüsünü belirtti" demiştir.
(Rasûlüüah
(s.a.v.)'in Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) hakkındaki bu sözü gerçekleşmiş, ölüm
döşeğinden iyi olup kalkmış, Medine'ye dönmüştür. Kendisi Hicri 55. yılda vefat
etmiştir. Bu hâdise Hicri 10. yılda olduğuna göre Efendimiz'in: "Belki
öyle bir uzun ömür yaşarsın ki..."şeklindeki sözü tahakkuk etmiştir.) [1130]
1100-) İbni Abbas {r.a.):
"İnsanlar, vasiyet edecekleri şeyin sınırını üçte birden dörtte bire
inmelidirler. Çünkü Rasülüliah (s.a.v.): "Üçte bir, üçte bir bile çok
olur"'buyurmuştur, "demiştir. [1131]
1101-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Annem birden öîüverdi,
öyle zannediyorum ki, konuşsa idi sadaka verirdi; eğer onun adına sadaka
versem kendisine sevap olabilir mi?" dedi. O da: "buyurdu," [1132]
1102-) îbini Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ömer, Hayber'de bir arazi elde etti.
Arkasından bu arazi hakkında görüşünü almak için Hz, Peygamber (s.a.v.)'e
geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Hayber'de Öyle bir mülk elde ettim ki; şu
ana kadar böyle güzel bir mülk benim elime asla geçmedi. Bu mülk hakkında bana
ne buyurursun?" dedi. Rasülüliah (s.a.v.) de: "Dilersen aslını vakıf
yap, onu sadaka vermiş olursun "buyurdu. Ömer de oranın, aslı satılmaz,
satın alınmaz miras olmaz, bağış yapılmaz diye vakıf yaptı. Ömer burayı
fakirlere, akrabalara, kölelere, Allah yolunda bulunanlara, yolda kalmışlara,
darda kalmışlara, sadaka olarak harcardı. Bu malın işini üstlenen kimsenin -mal
sahibi olmaya kalkışmamak şartıyia-yemesi veya arkadaşına yedirmesinde bir
sakınca yoktu," [1133]
1l03) Talha bl Musarrif:
"Abdulian b- Ebû Evfâ (r.a.)'a: "Hz. Peygamber her (s a-v-) bir
vas'Yette bulunmuş muydu?" dedim, o da: "Hayır" de-"Öyleyse
nasıl olur? Vasiyet etmek insanlara emroiunmuştur." de-H-'m O da:
"Allah'ın Kitabına sarılmayı vasiyet buyurdu." dedi."
demiştir.masüiüllah (s.a.v.)'in vasiyet edecek kadar malı yoktu, bu nedenle
kendisinin siyeti inal mülk vasiyet etme yerine Allah'ın Kitabına sarılma
olmuştur.) [1134]
1104-) Esved b.
Yezid'den. Âişe (r.a.)'ın yanında, Ali'nin, Hz. Pey-gamber'in vasisi olduğunu
söylediler. O da: "Ne zaman ona vasiyet etmiş ki? Kendisi benim göğsüme
veya kucağıma dayanmıştı. Bir tas istedi derken kucağıma düşüverdi. Onun vefat
ediverdiğini bile anlayamadım. Bu haldeyken ona nasıl vasiyette
bulunmuştur?" dedi. [1135]
1105-) İbni Abbâs (r.a.):
"Ah! O perşembe günü var ya perşembe günü" dedi ve ağladı, öyle ki
gözyaşları yerdeki kumlan ıslatmıştt, şöyle devam etti: "Rasülüliah
(s,a.v,)!in hastalığı perşembe günü şiddetlendi, bunun üzerine: "Bana yazı
malzemesi getirin de bundan sonra asla sapmamanız için size bir şeyler
yazdırayım." buyurdu. Oradakiler yazı malzemesi getirip-getirmeme
konusunda tartıştılar. O da: "Bir Peygamberin yanında tartışma uygun
düşmez" buyurdu. Tartışanlardan bir kısmı: "Rasülüllah (s.a.v,)
rahatsızlığı nedeniyle kendinden geçmiş sayıklıyor olabilir" demişlerdi.
O da: "Beni kendi halime bırakın. Benim içinde olduğum hal, sizin benden
istediğinizden daha iyidir."buyurdu ve vefatı sırasında üç şey vasiyet
etti: "Müşrikleri Arap Yanmadası'ndan çıkarınız, elçilere benim hediye
verdiğim gibi hediyelerini veriniz" Üçüncüsünü ise unuttum."
demiştir. [1136]
1106-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasülüliah (s.a.v.)'e ölüm hali geldiğinde
içlerinde Ömer b. Hattab'ın da olduğu bir takım kimsemde evde bulunuyordu. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Gelin, size bir şeyler yazayım da benden sonra yoldan
çıkmayasınız" buyurdu. Ömer:Rasûlüllah (s.a.v.)'in rahatsızlığı artmıştır,
yanımızda Kur'ân var o bize dedi. Evde bulunanlar anlaşmazlığa düştü ve
tartıştılar. Kimisi: Rasûlüüah (s.a.v.) size, kendisinden sonra asla yoldan
çıkmayacağınızbir şeyler yazsın" diyordu. Kimisi de, Ömer'in dediğini
diyordu. Neticede Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında gürültü ve anlaşmazlığı
artırdı klan nda Rasûlüllah (s.a.v.) ontara: "Yanımdan buyurdu"[1137]
1107-) Sa'd b. Ubâde
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, adağını yerine getiremeden vefat eden
annesinin adağı hakkında soru sormuş, o da annesinin adına adağı onun yerine
getirmesine hüküm vermiştir. [1138]
1108-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Adak, ne bir şeyi öne alır ne de
geriye. Ancak bununla cimrinin elinden bazı şeyler çıkar" buyurmuştur.
Diğer bir rivayet
ise "Adak, bir şeyi geri çevirmez. Ancak bununla cimriden bazı şeyler
çıkarır" şeklindedir.
Yine bir diğer bir
rivayet ise "Adak, bir hayır getirmez. Anacak, bununla cimriden bazı
şeyler çıkarır" şeklindedir. [1139]
1109-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Âdemoğlu için
adak, kendisine takdir edilmeyen bir şeyi getirmez. Ama adak onu kendisi için
takdir edilen kadere sürükier böylece Aliah, bununla cimrinin elinden (man) çıkarır,
daha önce kendisine getirmediği şeyi getirir."
(Adak yapılırken
bir şeyin olmasının şart koşulup koşulamayacağı tartışılmıştır. İslâm âlimleri
bir şeyi elde etmek için, söz gelimi okulumu bitirirsem bir koyun keseyim,
şeklinde adakta bulunmanın doğru olup olmayacağını tartışmışlardır. Gene! olarak
adakların herhangi bir şarta bağlı olmaksızın sadece Allah rızası için
yapılması önerilir. Bu hadiste de bir şarta bağlı olarak yapılan adağın
neticeyi değiştirmeyeceği bildirilmiştir. Aslında adak toplumumuzda yanlış
algılanan bir husustur. Genelde a-dak dendiğinde, bir isteğe ulaşmak için
yapılacak ibadet vaatleri anlaşılmaktadır. Halbuki İslâm'ın önerdiği adak ise
hiçbir şeyi şart koşmaksızın sadece Allah rızası i-çin, nafile bir ibadet yapmaya
söz vermektir.) [1140]
1110-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.) iki oğlu arasına girmiş dayanarak yürüyen yaşlı bir
kimseyi gördü: "Bu kimsenin hali nedir?" buyurdu, onlar da:
"Yürüyerek Kabe'ye gitmeye adak adadı" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Bu kimsenin nefsine işkence çektirmesine Allah'ın ihtiyacı
yoktur.''buyurdu ve bineğe binmesini emretti. [1141]
1111-) Ukbe b. Âmir
(r.a.): "Kız kardeşim Beytullah'a yürüyerek gitmeye adakta bulunmuştu,
(zayıf olduğu için) Hz. Peygamber (s.a.v,)'den bunun durumunu soruvermesini
bana emretti. Ben de durumunu sordum, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yürüsün
(yorulduğunda da) bineğe binsin, "buyurdu" demiştir. [1142]
1112-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim yemin edecekse Allah 'm adıyla
yemin etsin ya da sükût etsin."buyurmuştur. [1143]
1113-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim yemin ederse sadece Allah 'a
yemin etsin." buyurmuştur. Kureyşliler ise babaları adıyla yemin
ederlerdi, bu nedenle: "Babalarınızla yemin etmeyiniz." buyurmuştur, [1144]
1114-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim yemin eder de yemininde: "Lât
ve Uzzâ'ya yemin olsun ki" derse (bunun keffareti olarak) hemen: "Lâ
ilahe illallah"desin. Kim de arkadaşına: "Gel seninle kumar oynayalım
" derse, hemen biraz sadaka da-ğıtsın. "buyurdu" demiştir. [1145]
1115-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.)'dan: "Arkadaşlarım beni, yük develeri istemem için Rasûlüllah
(s.a.v.)'e gönderdi. Bu sırada arkadaşlarım Tebûk Gazvesi'ne çıkarc zorluk
ordusu içerisinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber idiler: "Ey Allah'ın
Peygamberi, arkadaşlarım kendilerine yük devesi vermen için beni
gönderdi." dedim. O da: "Vallahisize yük devesi veremem"
buyurdu. Kendisini anlayamadığım bir sebepten dolayı öfkeli buldum, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in beni reddetmesinden dolayı ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
içinde bana karşı bir duygu olması endişesiyle üzgün bir şekilde yanından
ayrıldım ve arkadaşlarıma vardım, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söylediğini
kendilerine bildirdim. Kısa bir süre geçti ki Bilal'in: "Ey Abdullah b.
Kays" diye seslendiğini duydum, hemen geldim: "Rasûlüllah (s.a.v.)
seni çağırıyor, haydi git" dedi. Kendisine geldiğimde Sa'd b, Ubâde'den
satın aldığı altı deveyi göstererek: "Şu iki çifti, şu iki çifti al ve
arkadaşlarına götür. Onlara: "Allah veya Rasülüllah (dedi. Burada dedi
veya Rasülüllah mı dedi, ravi tam hatıriayamamıştır.) Sİze bu develeri veri-
yor, onlara binin
" diye söyle" buyurdu. Ben de onları alıp arkadaşlarıma götürdüm ve:
"Hz. Peygamber (s.a.v,) sizi şu develere bindiriyor. Ancak Rasülüllah
(s.a.v.)'in söylemediği bir şeyi 'size anlattığımı zannetmeye-siniz diye
Rasülüllah (s.a.v.)'in sözünü duyan kimselere bir kısmınızı götürmeden vallahi
sizi bırakmam" dedim. Onlar: "Vallahi sen bizim nazarımızda doğru
bir kimsesin ama senin istediğini yapalım" dediler. Ebû Mûsâ onlardan
birisiyle beraber giderek Rasülüllah (s.a.v.)'in önce vermeyip reddettiği sözü
ile sonradan verdiğini belirten sözünü duyanlara vardılar. Onlar da Ebû
Musa'nın kendilerine anlattığı şeyin aynısını anlattılar." [1146]
1116-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.): "Eş'arîlerden birtakım kimseler olarak bizler Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e geldik, kendisinden bize yük devesi vermesini istedik, bize deve
vermeyi kabul etmedi. Tekrar bize yük devesi vermesini istedik bu sefer bize
deve vermeyeceğine yemin etti. Kısa bir süre sonra ganimet develeri geldi
bunun üzerine bize beş deve sürüsü verilmesini emretti. Develeri teslim aldığımızda:
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e yeminini unutturduk artık bundan sonra iflah
olamayız" dedik. Kendisine geldim ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, sen bize
deve vermeyeceğine yemin etmiştin ama şimdi bize deve verdin?" dedim. O
da: "Evet verdim ama ben bir yemin yaparım bu arada yemin ettiğim şeyin
dışındakinin bundan daha hayırlı olduğu görüşüne vanrım ve hayırlı olanı yapa-m
keffaret vererek yeminden çıkanm"buyurdu" demiştir. [1147]
1117-) Abdurrahman b.
Semura (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bana: "Ey Abdurrahman b.
Semura, idareciliği isteme. Şunu bil İd bunu istemen neticesinde sana verilirse
bununla baş başa bırakılırsın. Eğer istemeden sana verilirse bu konuda yardım
görürsün. Bir konuda yemin edip sonra da bunun dışındakinin daha hayırlı olduğu
görüşüne varırsan, yeminden dolayı keffaret vererek hayırlı olanı yap.
"buyurdu" demiştir. [1148]
1118-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Süleyman Pey-gamber'in atmış hanımı vardı:
"Vallahi, bu gece hepsini dolaşacağım ve her biri hamile kalacak ve yine
her biri, Allah yolunda savaşan süvari olacak çocuk doğuracaklar" dedi.
Ancak biri dışında hiç biri hamile kalmadı, o da yarım bir insan doğurdu.
Rasüiüllah (s.a.v.) de: "Eğer, yemininde "inşallah-Allah
dilerse" deseydi her bir hanımı, Allah yolunda savaşan süvariler olan
çocuk doğururdu"buyurdu"[1149]
1119-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Davud Peygam-ber'in oğlu Süleyman (a.s.):
"Vallahi, bu gece yüz hanımı dolaşacağım, her biri Allah yolunda savaşan
çocuk doğuracaklar" dedi. Melek: "İnşallah, de" dedi. O da
unuttu ve demedi, her birini dolaştı, ama biri dışında hiç biri doğurmadı o da
yarım insan doğurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Eğer, inşallah
deseydi yeminini yerine getirmiş olur, hacetine de kovuşması daha çok umulurdu
"buyurdu"
(İncelemesini
yaptığımız hadiste verilen ve Hz. Süieyman (a.s.)'ın özelliğine yönelik
bilgiler pratikte bize bîr yaptırım getirmemekte sadece tarihî bir bilgi olmaktan
öteye gitmemektedir. Yalnız bir işe başlamadan önce inşallah, denilmesinin
Ö-nemi dışında. Ba bilgiyi/rivayet, kabul edene yapması gereken bir emir ifade
etmediği gibi kabul etmeyen de rivayet nedeniyle yapması gereken bir dîni bir
vecibeden sıynlmış olmamaktadır. Ancak bu rivayeti kabul etmeyen -eğer rivayet
sahih ise-sahih bir rivayeti ret etmiş sayılacaktır.
Rivayet iiminin
kurallarına göre sahih yollardan gelmiş olan bu hadisin içeriği 3k'a
yatmadığından dolayı çok şeyler söylenmiş, akla uygun olmadığından dolayı
nadPsin uydurma olduğunu söyleyenler olmuştur. Ancak akla uymuyor diye her
hadisi uydurma sayıvermek hem kolaya kaçma hem de akla uymuyor iddiasıyla işi
İleride dinin diğer hükümlerini bir kenara atmaya vardıracak bir merhaleye
getirebilir. Kanaatimce, -böyle akla uymayan konularda- hakem kabul ettiğimiz
aklı da, -acaba a-kıl ne derece doğruyu bulabilmekte, diye sorgulamak yerinde
olacaktır.
Yukarıdaki hadisi
eleştirenlerin belki de en ılımlısı ve doğruyu bulma çabası içerisinde olanı
kanaatimizce Mevdûdî olmuştur. Onun ifadelerinden anladığımıza göre, hadisin
sıhhatinde problem yok, ancak hadisi duyanların yanlış aktarmalarında problem
vardır. Kendisi şöyle demektedir: "Çok kuvvetli bir ihtimale göre Hz.
Peygamber bu olayı Yahudilere istinaden ve başka birine misal olarak
anlatmıştır. Dinleyenler de yanlış anlamışlar ve Hz. Peygamber'den bu olayı
gerçek bir hadiseymiş gibi rivayet etmişlerdir... Herkes bizzat kış mevsiminde
geceleri 10-11 saatten fazla olmayacağını hesaplayabilir. Hz. Süleyman'ın en az
60 hanımının olduğunu kabul eder, bir saatte de hiç nefes almadan 6 hanımına
uğradığını ve 10-11 saat sürekli onlarla birlikte olduğunu düşünecek olursak
bunun fiilen mümkün olmadığı sonucuna varırız. Sanıyorum Hz. Peygamber bu kadar
mantıksız bir hikayeyi gerçek bir olay olarak anlatmamıştı'."
(Tefhîmü'i-Kur'ân, v. 38 sâd: 35. âyetin tefsirin&gr'ân-ı Kerim'de Sâd
suresi 34. âyet Hz. Süleyman (a.s.)'ın imtihan edildiği anlatılır. 35. âyette
ise kendisinin: "Rabb'im, beni bağışla" dediği anlatılır. Hz. Süleyman
(a.s.)'ın, bu duayı imtihanından sonra yaptığını kabul edersek, kendisinin imtihanda
bir hataya/zelleye düştüğünü söylemek mümkün gözükmektedir.
Diğer taraftan
konuya MevdûdPnin yaklaştığı gibi yaklaşarak olayı kendimize göre
değerlendirmek, İşe baştan yanlış başlamayı götürebilir. Çünkü kendimize göre
hesaplar yaparak sonuca varmaya çalıştığımız kişi bir Peygamberdir.
Peygamberlerin iki yönünün olduğu akıldan gkanlmamalıdır. O yüce şahsiyetler
bizler gibi bir İnsan olmakla birlikte bizden ayn diğer bir yönleri de vardır.
Bu İse bizim ulaşamayacağımız mucizeler ve Peygamberlere mahsus Özel
durumlardır. Peygamberlere mahsus özel durumların diğer bir ifadesi
'Hasâİsü'n-NebTdir. Eğer bir Peygamberin mucize yönü yahut ona mahsus bir husus
anlatılıyorsa bu durumda olaya kendimize göre bakmamız mümkün olamaz. Değilse
kilometrelerce uzaktaki bir tahtın göz agp kapamadan önce nakledilmesi (Nemi:
40) bizim şarrJanmıza göre mümkün olamaz. Değneğin taşa vurulmasıyla su
fışkırması (Bakara: 60) yılan olup bazı şeyleri yutuvermesi (Şuarâ: 45; A'râf:
ııs) ateşin bir insana serin olması (Enbiyâ: 69) denizin ortasından yol çıkıp
bir kısım kimselerin bu yoldan geçmesi arkasından gelenlerin geçemeyip denizde
boğulmalan (Tâ Hâ: 77-78; Şuarâ: 63-64) babası olmadan bir insanın dünyaya
gelmesi (ah imrân; 47; Meıyem: 19-20) ne annesi ne de bfiöasî olmadan bir
insanın meydana gelmesi (ah imrân: 59, h«t. 28 vd.) bizim şartlarımıza göre
mümkün değildir. Ancak, bunlan anlamak için mucize ve olağan üstü hadiseyi,
fiziki aşıp fizik ötesini hesaba katmak gerekir. Bizim şartJanmıza göre akıl
dışı sayabileceğimiz bu örnekleri, hiçbir Müslümanın geri çeviremeyeceği
kaynaktan getirdik. Eğer hadislere de bakacak olursak bizim şarüanmıza göre
imkansız olan nice mucizelerin anlatıldığı bilgileri görmek mümkündür.
Bunlardan birisi de Dâvûd (a.s.)'a okuduğu kıraati, (Zebur,} atının
hazırlanması ile eyerlenmesi arasındaki süreden de önce gerçekleştirmesinin
kolay kılındığı bildirilmiştir.
(Buharı, Ehâdîsiil-Enbiyâ:
37, Ahmed b. Hanbel, Müsned, II. 314)
Bu agklamalanmızla
bir kısım uçuk şeyleri savunma gibi bir niyetimiz yoktur. Ancak, meseleye
geçmiş âlimlerin yaklaşımıyla, mucize olması yönüyle de bakılmasının ihtimal
dışı bırakılmamasina işaret etmek istiyoruz. Nitekim, hakkında bilgi verilen
Hz. Süleyman (as.), apagk üstünlük olarak (Nemi: 16) kendisine, kuşların dili
öğretilen ve daha her şeyden bolcanasip verilen (Nemi: 16) kuşlan tefüş eden
(Nemi: 20) cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil ordulan olan (Nemi:
17) sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan
rüzgâr emrine verilen (Sebe: 12) buyruğuna şiddetli esen rüzgarlar olan
(Enbryâ: ai) emriyie istediği yere rahatlıkla rüzgârın estiği (Sâd: 36) bir
kimsedir. Şimdi âyetlerde anlatılan Özellikler de normal bir insanın
yapamayacağı şeylerdir. Böyle insan üstü hususlar âyetlerde geçerken tasdik
edip hadislerde geçtiğinde hemen hadisi bir kenara abvermek de sanırım ilmi
bir davranış olmasa gerek. Böyle akla yatmayan hususlarda eğer rivayet sağlam
yollardan gelmiş ise sükût etmek sanınm en ihtiyatlı yoldur.) [1150]
1120-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bizsonda gelenler, kıyamet günü ilk
başta olanlarız." buyurmuştur. Yine Rasûlüilah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Allah'a yemin olsun ki, sizden birinizin ailesi konusunda
yemin edip de yeminine bağlı kalması, Allah katında, Allah'ın kendisine farz
kıldığı yemin keffaretini vermesinden daha çok günahtır,"
(Hadiste belirtilmek
istenilen: Ailesi konusunda yemin eden bir kimsenin ailesinin, bu yeminden
dolayı birtakım şeylerden mahrum kalması nedeniyle yemin eden kimseye getirdiği
sorumluluk ve günahın, yemini bozup keffaretini dağıtma sonucu meydana gelen
sorumluluktan daha büyük olduğudur. Çünkü yemin eden, yeminden döndüğünde bu
durum Allah ile kendisi arasında olan bir konudur, bu kimsenin yemini ise
kendisi dışındaki birtakım kimselere zarar ve mahrumiyet vermektedir. Bu da kul
hakkına girer, Allah kendisine yönelik bir kısım günahları bağışlayabilir ancak
kul hakkı ise helâlleşme ile giderilir.) [1151]
1121-) İbni Ömer
(r.a.)'dan: "Ömer b. Hattab (r,a.) Hz. Peygamber (s,a.v.)"e:
"Cahiliye döneminde Mescidi Haram'da bir gece itikatta bulunmayı
adamıştım...?" diye sordu. O da: "Adağını yerine getir''buyurdu.
(Bu konuşma Huneyn
seferinden Mekke'ye döndüklerinde geçmiştir. (Buhân, Meğâzî: 54) [1152]
1122-) Abdullah b. Ömer
anlatır: "Ömer (r.a.), Huneyn esirlerinden iki cariye elde etmişti,
bunları Mekke evlerinden birisine koydu. Bu arada Rasûlüilah (s.a.v.) Huneyn
esirlerini azat etti, bunlar da sokaklarda koşuşmaya başladılar, bunun üzerine
Ömer: "Ey Abdullah nedir bu, bir bak?" dedi. Abdullah da:
"Rasûlüliah (s.a.v.) esirleri azat etti" dedi, o da: "Git, sen
de o iki cariyeyi salıver" dedi.
(Bu hadise Huneyn
seferinden Mekke'ye döndüklerinde olmuştu. Hz. Ömer (r.a.) bu sırada bir önceki
hadiste belirtilen itikaf adağını yerine getirmek için Mescidi Haram'da
itikafta bulunuyordu.) [1153]
1123-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Ebû Kasım (s.a.v.)'i: "Kim, söylediklerinden uzak olduğu
halde kölesine zina ithamında bulunursa kıyamet günü değnek cezasına
çarptırılır, ancak sözü doğru ise değneklenmez."diye buyururken
işittim," demiştir. [1154]
1124-) Ebû Zer (r.a.):
"Birisi ile birbirimize uygun olmayan sözler söyledik, ben de onu
annesinden dolayı kınamıştım,, bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey Ebû
Zer, o kimseyi annesinden ötürü kınadın mı? O halde sen hâlâ içerisinde
cahiliyye bulunan bir kimsesin. O kardeşleriniz, Allah'ın sizin gözetiminize
verdiği hizmetinizi gören kimselerdir. Kimin gözetiminde bir kardeşi olursa
yediğinden ye-dirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacakları şeylerden onian
sorumlu tutmayınız, eğer böyle sorumlu tutmuş iseniz o halde kendilerine yardım
edin. "buyurdu." demiştir. [1155]
1125-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden birinize hizmetçisi yemeğini
hazırlayıp sıcaklığını ve buharını almış haldeyken size getirdiğinde,
hizmetçiyi de yanına oturtup ( yemeğini yesin. Eğer yemek az ise bir iki lokma
hizmetçinin e-line koysun, "buyurmuştur. [1156]
1126-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.): "Bir köle, efendi-sine kaşı dürüst
hareket eder, Allah 'a karşı ibadetini güzel bir şe- :; kilde
yerine getirirse bu kölenin ikikat sevabı olur"buyurmuştur. [1157]
1127-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüüah (s.a.v.): "Doğru dürüst (muslih) bir köleye iki
kat sevap nanftr. "buyurmuştur. Ebû Hureyre'nin canı elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, eğer; Allah yolunda cihad, hacc ve anneme iyilik olmasaydı köle
olmayı arzu edendim" demiştir. [1158]
1128-) Hemmâm b.
Münebbih, şöyle demiştir: "Bunlar, Ebû Hureyre (r.a.)'in, Allah'ın Rasûlü
Muhammed'den bize anlattığı bilgilerdir hadislerdir. Kendisi bize bir kısım
bilgiler hadisler zikretmiştir. Bu bilgilerdehadislerde Rasûlüllah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Hem Allah'a kulluğunu hem de efendisinin yanındaki
beraberliğini güzel bir şekilde yerine getirirken vefat eden köle ne
iyidir"[1159]
(İslâm, suç
işlemeleri önlemek için kollektif sorumluluk esasını getirmiştir. Kasâme, faili
meçhul cinayetlerde maktulün bulunduğu köy veya mahalle halkından elli kişinin
Allah'a yemin ederek "Öldürmedik ve öldüreni de görmedik" diye yemin
etmeleri anlamında bir İslam ceza hukuku terimidir. Bunu talep etmek ve yemin
e-decek elli erkeği seçmek maktulün yakınının hakkıdır.Kasâmenin amacı,
Müslümamn canını korumak, kanın yere dökülmesini önlemek ve suçlunun cezasız
kalmasını engellemektir.Yemin sırasında cinayeti üstlenen çıkmazsa, o mahalle
veya köy halkının mükellef erkeklerine diyetle hükmoîunur. İnsanların oturduğu
yerden, ses işitilmeyecek kadar u-zakta, kırlarda bulunan ölünün, cinayet
sonucu Öldürüldüğü belli ise, diyeti devlete aittir.
Tasarrufu bir
kimseye veya cemaate değil de, Müslüman toplumuna ait cfan her yerde kasâme ve
diyet fertlere gerekmez. Diyeti Devlet öder.) [1160]
1129-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan Rasûlüllah (s.a.v.)'ln: "Her kim kölesi üzerindeki hissesini
azat eder de kölenin değerini karşılayacak malı olursa kölenin değeri adil bir
şekilde biçilip diğer ortakların hissesini ödeyerek köleyi (tamamen) azat eder.
Eğer yeterli parası yoksa azat ettiği hissesince köle azat edilmiş olur.*'diye
buyurduğu rivayet edilmiştir. [1161]
1130-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.); "Kim kölesi üzerindeki hissesini azat
ederse (geri kalan hisseyi de) malından ödeyip tamamen hürriyete kavuşturması
gerekir. Ancak kendisinin malı yoksa kölenin değeri adil bir şekilde biçilip
(gen kalan parayı ödemek için) zahmet vermeden çalıştırılır, "buyurmuştur. [1162]
1131-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Bir kimse, kölesini ben öldükten sonra hürsün diye azat
etti. Sonra da paraya ihtiyacı oldu. Bunun üzerine, köleyi Hz. Peygamber
(s.a.v.) eline aldı ve: "Bunu benden kim satın alır. "buyurdu, Nuaym
b. Abdullah da şu kadar bir paraya bu köleyi satın aldı. Rasûlüllah (s.'a.v.)
de kölenin parasını ihtiyaç sahibi oian efendisine ödedi. [1163]
1132-) Sehl b. Ebî
Hasme (r,a.) anlatır: "Abdullah b. Sehl ile Muhayyisa
kendilerine ulaşan geçim sıkıntısı yüzünden (hurma toplamak için) Hayber'e
çıkmışlardı. Neticede Muhayyısa'ya Abdullah'ın öldürülüp bir kanala veya bir
pınara atıldığı bildirildi. O da Yahudilere gelerek: "Allah'a yemin olsun
ki, onu siz öldürdünüz" dedi. Onlar: "Allah'a yemin olsun ki, onu biz
öldürmedik" dediler. Bunun arkasından Muhayyısa dönüp (Medineye kavmine
geldi ve kendilerine durumu anlattı. Arkasından kendisi ve ağabeyi Huveyyisa
ve Abdurrahman b, Sehl (Hz. peygambere) geldiler. Hayber'de bulunmuş olan
Muhayyısa konuşmaya davrandı. Hz. Peygamber (s.a.v.) yaşını
kasdederek- Muhayyısa'ya: "Büyük/ere sıra ver, büyük/ere sıra ver"
buyurdu. Bunun üzerine Huveyyisa konuştu, sonra Muhayyısa konuştu,
sonunda Rasûlüllah (s.a.v.)
Muhayyısa, Huveyyisa
ve Abdurrahman'a: "Ya, arkadaşınızın
diyetini öderler, ya harp Han etmiş olurlar." buyurdu. Bunu Yahudilere
yazıp gönderdi. (Yahudilerden) onu biz öldürmedik diye mektup yazıldı. Bunun
üzerine Rasûlüllah (s.a.v,): "Cinayeti onların işlediğine yemin eder
misiniz? Böylece arkadaşınızın diyetine hak kazanırsınız." buyurdu,
onlar: "Hayır. {Yanında bulunmadığımız ve görmediğimiz bir şey için nasI
yemin edebiliriz ki?)" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "O halde
Yahudiler size yemin etsinler mi?" buyurdu: "Onlar Müslüman değiller
ki?" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi yanından yüz deve
diyet ödedi." [1164]
1133-) Enes (r.a.):
"Ukl veya Urayne kabilesinden birtakım kimseler gelmişti, şehrin havası
iyi gelmedi, karın hastalığına tutuldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) kendilerine sağmal develerin bulunduğu yere gidip süt ve
idrarlarından içmelerini emretti, onlar bu yere gittiler. İyi olduklarında Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in çobanını öldürüp hayvanları sürüp götürdüler. Gündüzün
başında haber Medineye geldi, Rasûlüllah (s.a.v.) hemen peşlerine asker saldı.
Gün yükseldiğinde yakalanıp getirildiler. Rasûlüllah (s.a.v.) el ve ayaklarının
kesilmesini em-1 retti Gözleri oyulup (Medinenin dandiki taşlık arazi olan)
el-Harre'ye atıldılar. Su istediler, su verilmedi" demiştir.
(Bu hadiste göze
çarpan iki husus vardır: Deve idranntn içilmesi ile suçluların , cezalandırılma
şeklidir.
Müslümanlar
idrardan sakınmakla emrolunmuşlardır. 173, hadiste belirtildiği gibi idrar
kabir azabına neden olmaktadır. Durum böyle iken cahiliye döneminde, ister doğru
ister yanlış olsun deve idranyta tedavi edilegelrniştir. İslâm geldiğinde
ruhuna ters düşen uygulamaian kaldırmıştır. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz
Allah, size haram kıldığı şeylerde şifanızı vermemiştir, "buyurmuştur.
(Buhâri, Eşnbe: ıs) Her ne kadar bazı âlimler agkladığımız bu hadise dayanarak
eti yenen hayvaniann idrarının pis olmadığını ileri sürmüşlere de pek çok âlim
her türlü idrann pis olduğunu söylemiştir. Belki idrarla tedavi mi olur, bu
iğrenç bir şeydir, şeklinde akla bir soru gelebilir. Şu bilinmelidir ki,
İslâm'dan önce deve İdranyla tedavi Arap Tedavi geleneği idi. Deve id-rannın
kimyasal içeriği ve etkisi araştınlmadan bir şey söylemek zordur.
Suçluiann
cezalandınlma şekline gelince, Allah şöyle buyurur: «Size kim saldırırsa, siz
de ona sîze saldırdığı gibi saldırınız...» {Bakara; 194), «Eğer ceza
verecekseniz, size yapılan cezanın aynısıyfa cezalandırınız...» (Nahi: 126),
«Kötülüğün cezası onun aymsıyladır.» (şûra: 40) Bu ayetlerin gereğince söz konusu
eşkıya bu cezaya çarptırılmıştır. İncelediğimiz hadisi rivayet eden Enes
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bu kimselerin gözlerini, çobanların
gözlerini oyduklanndan dolayı oydurmuştu." demiştir. rrirmizi, Taharet:
55)) [1165]
1134-) Enes (r.a.)
anlatır: "Yahudi birisi, üzerideki gümüşler için (Ensardan) bir kız
çocuğunu öldürmüştü, Onu taşla öldürmüş. Kız çocuğu ölmek üzereyken Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e getirildi. O da: "Seni falan mı
öldürdü?"buyurdu. Kız, başıyla hayır işareti verdi. Sonra ikinciyi
söyledi, yine başıyla hayır işareti verdi. Sonra üçüncüyü sordu, kız ba-Şiyla
işaret ederek evet, dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.), o yahudiyi kısasla
iki taş arasında öldürttü." [1166]
1135-) İmren b. Husayn
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ya'lâ b. Münye veya b. Ümeyye- bir kimse ile
kavga etti. Biri diğerini ısırdı, o da elini ısıra ağzından çekip asıldı. Bunun
üzerine ısıranın ön dişi çıktı. Hz. Peygam-
Ms.a.v.ye durumu
dava ettiler. O da: "Biriniz devenin ısırıp kopar gibi hiç ısırır mı? Bu
düşen dişinin diyeti verilmez "buyurdu"[1167]
1163-)Ya'lâ b- Ümeyye
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Tebukutanıştım, genç bir deveye
yükümü yükledim bence amellerimin en güvendiğim olanı da budur- bir de hizmetçi
tuttum. Bu sırada hizmetçi, bir kimse ile kavga etti, biri diğerini ısırdı,
ışınlan elini ısıranın ağzından çekti ve böylece ısıranın ön dişini söktü,
bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a,v.)'e gelip şikayet etti ise de Hz. Peygamber
kısas yaptırmadı ve: "yani sana elini bıraksaydı da erkek devenin ısırıp
kopardığı gibi elini mi ısırıp koparsaydın. "buyurdu." demiştir. [1168]
1137-) Enes b. Mâlik
(r.a.) şöyle demiştir: "Enes b. Nadr ın kızkardeşi Rübeyyi' bir kadının ön
dişini kırmıştı, bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) kısas yapılmasını emir buyurdu.
Enes b. Nadr da: "Ey Allah'ın Rasülü, seni hakikatle gönderen Allah'a
yemin olsun ki onun ön dişi kınlamaz." demişti. Arkasından davacılar
kısası bırakıp diyet ödemesini kabul ettiler. Bunun üzerine Rasûlüiîah
(s.a.v.): "Allah'ın kullarından öyleleri vardır ki, eğer Allah'a yemin
etseler Allah onların yeminlerini doğru çıkanı: "buyurdu. [1169]
1138-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hz, Peygamber (s.a.v.): "Allah'tan başka ilâh olmadığına
benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şahitlik eden Müslüman bir kimsenin kanı şu
üç şeyin biri dışında helâl olmaz: Cana karşı can (kısas,) evli bir kimsenin
zina etmesi, dininden ayrılan (islâm) cemaatini terk eden. "buyurdu."
demiştir.
(Evli bir kimseden
kasıt, evlilik ilişkisi görmüş kimsedir. Bu kimse halen nikahlı da olabiür
boşanmış veya dul kalmış da olabilir.) [1170]
1139-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Rasülüllah (s.a.v.): "Haksız yere öldürülen her kimsenin
kanından Âdem'in ilk oğlunun üzerine mutlaka günahtan bir hisse düşer. Çünkü o
öldürme işini ilk olarak ortaya koyandır." buyurdu." demiştir. [1171]
1140-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kıyamet günü, insanlar arasında ilk
görülecek dava kan dökme davasıdır, "buyurmuştur. [1172]
1141-) Ebû Bekre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Zaman, artık Allah 'in yer ve gökleri
yarattığı günki gibi eski haline dönmüştür,iki aydır. On iki aydan dördü haram
aylardır, üç tanesi peşaelir: Zü'l-Ka'de, Zü'l-Hîcce ve Muharrem. Cumâdî'l-Âhir
ileçaban ayı arasındaki Mudar kabilesinin (saygın kabui etüği) Receb ayı
(dördüncüsüdür) bu
ay hangiaydır?"buyurdu : "Aliah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedik,
kendisi sustu neticede bu aya başka bir isim vereceğini zannettik1
"Zü'l-Hicce değil mi?" buyurdu: "Evet öyledir" dedik:
"Burası hangişehirdir?"'buyurdu: "Allah ve Rasûlü daha iyi
bilir" dedik, kendisi sustu neticede bu şehre başka bir isim vereceğini
zannettik: "Mekke şehri değil mi?"buyurdu: "Evet Öyledir"
dedik: "Bugün, hangi gündür?"buyurdu: "Allah ve Rasûlü daha iyi
bilir" dedik, kendisi sustu neticede bu güne başka bir isim vereceğini
zannettik: "Kurban bayramı günü (Zü'i-Hiccenin onuncu günü) değil
mi?" buyurdu: "Evet öyledir" dedik: "Muhakkak ki sizin
kanlarınız, ve mallarmız şu memleketinizdegibi haramdır. -Hadisi rivayet eden ravi
herhalde na-
musiannc da
haramdır dedi- İlenle Rabb'inize kavuşacaksınız ve yaptıkla sizi sorguya
çekecektir. Bakın! Benden sonra birbirlerinin boynunu vuran sapıklar haline
dönmeyiniz! Bakın! Burada bulunan, bulunmayana bunu iletsin. Belki kendisine tebliğ
ettiği kimse bu konuşmayı dinleyenden daha iyi kavrayan olabilir." buyurdu
arkasından da iki defa: "Bakın! Dini tebliğ ettim mi?''buyurdu. [1173]
1142-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Huzeyl kabilesinden kavga eden iki kadın
hakkında karar vermişti. Birisi diğerine tes attı, o da karnına değdi. Kadın
hamile idi, karnındaki çocuğu öldürdü, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
dava ettiler. O da "Köle erkek veya kadının fiyatının yirmide biri
diyet." kararını verdi. Cezaya Çarptırılan kadının velisi: "Ey
Allah'ın Rasûlü, yemeyen, içmeyen, konuşmayan, ne de doğarken bir çığlık bile
atmayan bir şeyden dolayı nasıi olur da ceza ödemeye mahkum olurum? Dolayısıyla
böyle şeyler 9eçersizdir." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Bu adam a"cakkahinlerin kardeşlerinden birisidir, "buyurdu.
(Kahinlerin
kardeşlerinden birisinden murat, yaldızlı sözlerle muhatabı etkileyip ouyuleyen
kahinlere benzemesidir.) [1174]
1143-) Misver b. Mahreme
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ömer b Hattab, hamile bir kadının henüz
doğmamış çocuğunun öldürülmesi konusunda halkın görüşünü aldı. Muğîra b.
Şu'be: "Hz, Peygamber (s.a.v.) bu konuda erkek veya kadın kölenin
fiyatının yirmide biri olarak diyet hükümü verdi" dedi. Ömer de:
"Seninle birlikte buna şahitlik eden birini getir" dedi. Kendisine
Muhammed b. Mesleme şahitlik yaptı." [1175]
1144-) Hz, Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Çeyrek dinar ve daha yukansındaki
değer için el kesilir" buyurmuştur.
(Altın paraya dinar
denildiği gibi, yaklaşık 4,5 gr, altın birimine de dinar denilmiştir Muhafaza
altındaki başkasına ait bir malı sahibinden izinsiz bir şekilde alıp çalma
I-sine hırsızlık denilir. Hırsızlık için yüce Rabb'imiz: «Hırsızlık eden erkek
ve kadının, yaptıklanna karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesiniz.»
buyurmuştur. (Hâide: 38} Hırsızlık suçunun tam oluşması için açlık, zorunluluk,
zorlama, çalınan malın miktarı, muhafaza altında olup olmaması gibi bir kısım
şartlan vardır, İslâm Hukukunda bu konular geniş olarak ele alınmıştır, ilgili
kitaplara bakılabilir.) [1176]
1145-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde hırsızın eli, ancak hacfe veya
türs kalkanı değerinde olursa kesildiği rivayet edilmiştir.
(Hacfe veya türs kalkanı,
diye çeviri yaptığımız şeyler kalkan çeşitleridir. Genelde kemik veya tahta
üzerine deri kaplanmış kalkanlara, hacfe denilmiştir. Türs ise iki deri
içerisine kaplanmış kalkandır.) [1177]
1146-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'in, değeri üçdirhem olan bir kalkan için el
kesme cezası uyguladığı rivayet edilmiştir.
(Gümüş paraya
dirhem denildiği gibi, 2.8 gr. veya 3.2 gr gümüş birimine de dirhem
denilmiştir. 736. hadiste o dönem iki koyunun yirmi dinar ile eşitlendiğini
görmekteyiz. 1133. hadiste ise on koyunun bir deveye eşitlendiğini görüyoruz.
Buna göre bir dirhem bir koyunun fiatının onda biri, bir deve fiabnın yüzde
biridir.) [1178]
1147-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Al/ah şu hırsıza lanet etsin, bu adam yumurta
çalar (bu da hırsızlığının başlangıcıolur) sonunda eli kesilir. İp çalara da
hırsızlığının başlarca olur) sonundadi kesilir, "buyurmuştur.
(Hadislerde de
görüleceği gibi hırsızlıkta el kesmeyi gerektirecek çalmanın birlrn'ti vardır.
Bir tek ip veya yumurta bu limitin altındadır. Buna göre yukarıdaki hadisye
aniaşıimiştır:Çalınan ip veya yumurtanın sayısı limiti aşacak miktarda olduğu
göre bu hadis söylenmiştir. Yahut bir tek ip veya yumurta, hırsızlık işine
başla-
aajr, bunun
arkasından hırsız limite ulaşacak bir şey çalar ve eli kesiiir. Ancak başlama
bir ip veya yumurta çalma ile olmuştur.) [1179]
1148-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.)'dan, Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, Mekke
Fethi sıralarında, hırsızlık yapmış olan bir kadının durumu Kureyş'i
düşündürmekte idi. "Kendisinin sevgili dostu Üsâme b. Zeyd'den başka kim
(verilecek cezanın hafifletilmesi) Hz. Peygamber (s.a.v.) ile konuşmaya
cesaret edebilir?" dediler. Kadını Hz. Peygamber (s.a.v.)'e getirdiler,
Üsâme b. Zeyd de bukonuyu Rasûlüllah (s.a.v.) ile konuştu. Hemen, Rasûlüllah
(s.a.v.)'in yüzünün rengi değişti ve: "Allah'ın sınırlarını çizdiği bir
ceza hususunda aracılık mı yapıyorsun!" buyurdu. Üsâme: "Ey Allah'ın
Rasûlü, benim için Allah'tan bağışlanma dile" dedi. Öğleden sonra
Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalkarak bir hutbe verdi, gereği gibi Allah'ı övdü
sonra şöyle devam etti: "Bundan sonra şu hususu belirtmek istiyorum.
Sizden öncekileri helak olmalarının nedeni, değerli bir kimse hırsızlık
yaptığında gereken cezayı ona uygulamamaları, zayıf bir kimse hırsızlık ona
yaptığında uygulamalarıdır. Canım e/inde olan Allah'a yemin olsun ki eğer
Muhammed'in kızı Fatıma da hırsızlık yapsa onun da elini keserim." Sonra
emir verdi ve hırsızlık yapan kadının eli kesildi.Yine, Âişe (r.a.): "Bu
kadın daha sonra güzel bir şekilde tevbesinin üzerinde durdu,evlendi. Ara sıra
bana gelir hacetini Rasûİüllah (s.a.v.)'e İletİverirdim" demiştir. [1180]
1149-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.);dan. Ömer (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'in minberine oturmuş ve şöyle
demiştir: "Şüphe yok ki Allah, Muhammed (s.a.v,)'i hakikatlerle gönderdi,
kendisine Kitabı indirdi, İn-dirilenier içerisinde Recm Ayeti de vardır. Biz bu
ayeti okuduk belledik ve kavradık. Rasûlüliah (s.a.v.), recim cezası
uygulamıştır. Kendisinden sonra da recim cezası uyguladım. İnsanların üzerinden
uzun bir süre geçip, de birisinin: "Allah'ın kitabında recim cezasını
bulamıyoruz" diyerek Allah'ın indirdiği bir farzı terk etmelerinden ve bu
yüzden sapıtmalarından endişe etmekteyim. Kadın erkek evli bir kimsenin zina
ettiğinde, şahitlerin bulunması veya gebelik yahut itirafın buiunması halinde
bu kimseye recim cezası Allah'ın kitabında bir gerçektir haktır."
CHz Ömer (r.a.)
Efendimizin sözünü ettiği Recm Ayeti şu anda Kur'ân. Bu husus Kur'ân-ı Kerim
ayetlerinin bazılarının kaldınlması sn konusu içerisinde değerlendirilir.
Kur'ân-ı Kerim'de nesh söz konusu mu-dur'değil midir şeklinde tartışmalar
yapılmıştır.
Yüce Rabb'imiz
kaldırmak istediği dini bir hükmü kaldırır, dilediği başka bir hükmü onun
yerine koyar veya İndirdiği hükümleri tamamen oiduğu gibi bırakır, isterse
tamamen kaldırır. O, hiçbir şeye bağlı değildir, hakimiyetine kimse karışamaz,
kimse bunu niye böyle yaptın diyemez.
Recm uygulamasının
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde yapıldığı rivayetle sabittir. Bu uygulama
ister Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetiyle olsun, ister metni kaldırılmış bir
ayetin hükmüyle olsun netice değişmeyecektir, sonunda her ikisi de bağlayıcıdır.
Nesh ve Recm konusunda "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh"
isimii çalışmamadaki 2214. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1181]
1150-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: 'Rasûlüilah (s.a.v.), mescide bulunuyorken Müslüman
bir kimse geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben zina ettim." diye
seslendi. Rasûİüllah (s.a.v.), ondan yüzünü çevirdi o da yüzünü çevirdiği yöne
döndü ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben zina etlini." dedi. Yine Rasûlüüah
(s.a.v.), ondan yüzünü çevirdi. Neticede o kimse bunu dört defa tekrarlıdı.
Kendisi için dört defa şahitlikte bulununca Rasûlüllah (s.a.v.) onu çağırdı ve:
"Sende delilik var mi?"buyurdu; "Hayır" dedi: "Hiç evlendin
mi?"'buyurdu: "Evet" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v,):
"Bunu götürün ve recim cezası uygulayınız' buyurdu "[1182]
1151-) Ebû Hureyre (r.a.)
ile Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.a.) anlatmışlardır: "Çöl halkından bir
kimse, Rasûlüüah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah aşkına
senden benim için yalnız Allah'ın Kitabı ile hüküm vermeni istiyorum."
dedi, diğer davacı ise ondan daha iyi anlayışlı idi: "Evet aramızda
Allah'ın Kitabıyla hükmet, bana da (konuşmam için) dedi- Bunun üzerine
Rasûlütlah (s.a.v.): "Söyle bakalım"uyurdu, Adam: "Benim
oğlum bu kimsenin yanında işçi idi, derken bunun hanımı ile zina etti, bu sırada
oğluma recm cezası gerektiği ba-na bildirildi, bu yüzden ben de oğlumun suçuna
karşılık yüz koyun bir de cariye fidye vermeyi teklif ettim. Arkasından ilim
erbabına bu durumu onlar da bana: "Oğluma yüz değnek ve bir yıl sürgün bu
kişinin hanımına da recm cezası" gerektiğini bildirdiler?"
dedi.üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):"Canımı elinde tutan Allah'ayemin olsun
ki aranızda Allah'ın kitabıyla hüküm veriyorum. Cariye ve koyun fidyesi sana
iade, oğluna da yüz değnek ile bir yıl sürgün cezası vardır. Ey Üneys, bu
kadına git eğer suçunu itiraf ederse recm cezası uygula, "buyurdu. O da
kadına gitti, kadın suçunu itiraf etti bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) kadına
emir çıkardı ve kadın recmedildi." [1183]
1152-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır: "Yahudiler Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelip kendilerinden
bir erkekle bir kadının zina ettiğini söylediler. Oda: "Tevrat'ta Recim
konusunda ne buluyorsunuz?"buyurdu: "Onları teşhir ederiz, bir de
değnek cezası uygulanır" dediler.
Bunun Üzerine
(Müslüman olmuş eski bir Yahudi din adamı olan) Abdullah b. Selâm
(r.a.): "Yalan
söylediniz, muhakkak ki Tevrat'ta recim cezası vardır" dedi. Tevrat'ı
getirip açtılar, bu sırada birisi elini recim ayetinin üzerine koydu ve ayetin
öncesini ve sonrasını okudu. Abdullah b. Selâm (r.a.): "Elini
kaldır!" dedi. Elini kaldırdı baksa ki orada recim ayeti var. Bunun
üzerine: "Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recim ayeti
vardır." dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) emir buyurdu, recim
yapıldılar." [1184]
1153-) Ebû İshâk
eş-Şeybânî'den. Şöyle demiştir: "Abdullah b. Ebû Evfâ'ya: "Rasûlüllah
(s.a.v.), recim cezası uyguladı mı?" diye sordum: "Evet" dedi:
"Nûr suresi indikten sonra mı yoksa inmesinden önce mi?" dedim:
"Bilemiyorum" dedi"[1185]
1154-) Yine Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cariye zina eder ve zinası kesin
olarak belli olursa efendisi ona ceide cezası uygulasın (eiıı değnek vursun)
onu kınamakla yetinmesin. Arkasından zina ederse yine ceide cezası uygulasın,
onu kınamakla yetinmesin. Arkasından üçüncü kez zina ederse kıldan bir ip
pahasına da olsa onu satsın, "buyurdu." demiştir. [1186]
1155-) Ebû Hureyre (r.a.)
ve Zeyd b. Halid (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'e, zina eden bekar bir
cariyenin hükmü soruldu: "Eğer zinaceide cezası uygulayınız (eiii
değnek vurunuz) sonra yine ederse ederse ona ceide cezası uygulayınız (em
değnek vurunuz) sonra paftasına da olsa onu satsın " buyurdu. [1187]
1156-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), ckiden (şaraptan) dolayı hurma
çubuğu ve ayakkabılarla içki cezası (ceide) uyguladı. Ebû Bekir de kırk değnek olarak
uyguladı"[1188]
1157-) Ali b. EbîTâlib
(r.a,): "Bir kimseye had cezası uygulayıp da bu yüzden Ölen kimseden
dolayı içimde üzüntü ve pişmanlık duymuş değilim. Ancak içki içen kimse bunun
dışındadır. Şu biline ki eğer bu kimse söz konusu cezadan dolayı ölürse
diyetini veririm. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) bu cezanın sınırını
belirlemedi." demiştir.(İçici içen kimseye nasıl ve ne kadar ceza
verileceği konusunda Kur"ân-ı Kerim'de belirlenmiş bir ceza yoktur. Hz.
Peygamber (s.a.v.) İse çeşitli şekilde; el ile, değnek ile, ayakkabı ile veya
elbise parçası kumaş ile dövülmesini bildirmiştir. Sahabe arasında yer-. leşmiş
uygulama ise değnekle dövme olmuş ve bu değneğin özeiliği ve vuruş biçimi fıkıh
kitaplannda geniş olarak ele alınıp incelenmiştir. Değnekle vurmanın sayısı
hakkında değişik rivayetler vardır. Rivayetlerin bazıları yaklaşık kırk kadar
olduğunu bildirir (Müslim, Hudûd: 35, Ebû oâvûd, Hudûd: 36, Neseî, Hudûd: 14)
bazılan da tam olarak kırk olduğunu bildirir. Cntmizî, Hudûd: 14, [1189]
1158-) Ebû Dâvûd, Hudûd;
36) Diğer tarftan bu konuda kesin bir sınınn belirtilmediği de rivayet
edilmiştir (Buhârî, Hudûd: 4, Müslim, Hudûd: 39 Ebû Dâvûd, Hudûd: 36, tbni
Mâce, Hudûd: 16}
Hz. Ali (r.a.)'ın:
"Rasûlüllah (s.a.v.) bu cezanın sınınnı belirlemedi" şeklindeki
sözünden maksat içki cezasının sayısını kesinieştirmedi, demektir. Ancak
genelde uyguladığı kırk civandır. Sının belirlenmeyen bir cezanın sayısı ise
hakimin vereceği karara göre değişir. Bu nedenle söz konusu cezanın sayısı Hz.
Peygamber (s.a.v.) döneminde ve Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde ve yine Hz. Ömer
(r.a.) döneminin ilk yıllannda kırk olarak uygulanmış daha sonra bu sayı suçu
önlemede yeterli olamadığından seksene gkarılmıştır. (Buhârî,Hudûd: S, Müslim,
Hudûd: 36, Ebû Dâvûd, Hudûd: 36,Tirmizî, Hudûd: 14) Bu açıklamalardan
anlaşılan,
içki cezası suçu
Önleyemediğinde sayısı artırılır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) bu sayıyı önce elliye
çıkarmıştır. Buhârî sarihi Aynî: "Eğer Ömer, bu zamana ulaşmış olsaydı
bunu kat kat artınrdı." demiştir. (Umdetu'l-Kârî, xix. 249) Bu ifadeden
cezanın sayısının duruma göre arbnlıbileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Rasûlüüah
(s.a.v.) ilk dönemlerde, içki içeni değ-e e dövmelerini emretmiş dördüncü
tekrannda ise gözlerini korkutmak için bunların melerini bildirmiştir, gerçi bu
emir sakındırmak için olduğundan dolayı öldürme ." buyurdu."
demiştir. [1190]
1159-) Ubâde b. es-Sâmît
(r.a.) Bedir savaşına katılmıştır, aynca Akabe gecesinde bulunan on iki
temsilciden de birisidir. Kendisi şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)
yanında ashabından bir toplulukla beraber bulunuyordu: "Allah'a hiçbir
şeyi şirk koşmayacağınıza, hırsızlık yapmayacağınıza, zina etmeyeceğinize,
çocuklarınızı öldürmeyeceğinize, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla
kimseye iftira etmeyeceğinize, dinin güzel gördüğü konularda (marufta) bana
karşı gelmeyeceğinize dair bana biat ediniz. Kim bunları yerine getirirse bunun
karşılığı Allah'tandır. Kim de bu şeylerden dolayı dünyada bir cezaya uğrarsa,
bu da kendisi için günahlarına bağışlanma o-lur. Kim de bu günahlardan birini
işler Allah da günahını gizlemiş ise bunun durumu Allah'a kalmıştır dilerse
bağışlar, dilerse cezalandırır, "buyurdu. Biz de bu şartlar üzere biat
ettik."
1İ60-) Ebü Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "(Bağa bulunan) hayvanların meydana
getirdiği zararda tazminat yoktur. ;u-suiüne göre açılan) kuyulardaki zarar
veya ölümlerde de tazminat yoktur. (Usulüne uygun çalıştırılan) maden
ocaklarındaki zarar veya ö-lümlerde de tazminat yoktur. Gömülü hazinelerde
beşte bir(humus) vergi alınır, "buyurmuştur.
(Yukarıdaki hadiste
sözü edilen hayvan, kuyu ve madenlerden doğacak zararın tazminatının olmaması
şundandır: Bunların usulüne uygun olarak tedbirler alındıktan sonra meydana
gelen ve elde olmayan zararlardan dolayı sahiplerine tazminat ödettirilmez,
çünkü bunlar tedbirlerini almış oiup gelen zararda bir yükümlülükleri yoktur.
Usulüne uygun diye belirttiğimiz hususlar fıkıh kitaplarında geniş olarak açıklanıp
şartlan ortaya konulmuştur, konuyu uzatmamak için bu şekilde kısa tuttuk.) [1191]
1161-) İbni Ebî Müleyke
anlatır: "Bir evde veya odada iki kadın vardı deri işleri dikerlerdi.
Derken ikisinden birisi avucuna bir tığ batırılmış olarak dışan çıktı, diğer
kadının aleyhine dava açtı. Sonunda ikisinin da-vaiarı İbni Abbâs (r.a.)'a
götürüldü. Bunun üzerine İbni Abbâs (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Eğer insanlara davalarına göre (her istedikleri) verilse idi, bir
toplumun mallan ve kanlan kalmazdı."buyurmuştur. Dava açılan kadına
Allah'ı hatırlatın «Şüphesiz, Allah'a verilen söz ve yeminlerini az bir değer
karşılığında değiştirenler var ya işte onların âhîrette hiçbir nasibi yoktur.»
(Âı- îmrân: 77) ayetini okuyunuz." dedi. Kadına bunu hatırlattılar, o da
itiraf etti. Bunun üzerine İbni Abbâs (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Yemin, hakkında dava açılana gerekir"buyuröu" demiştir[1192]
1162-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.) odasının
kapısında kavga sesleri duymuş bunun üzerine onlara doğru çıkıp: "Bakın
ben sadece bir beşerim, şu da biline ki bana anlaşmazlıklar gelir bu arada
biriniz diğerinden daha etkili (belagattı) konuşabilir. Bu yüzden ben de onun
doğru olduğunu zannederim böylece onun lehine hüküm verebilirim. Dolayısıyla
başka bir Müstumanın hakkını her kimin lehine hüküm vermiş isem onu alsın veya
almasın, bile ki bu hak ateşten bir parçadan başka bir şey değildir."
buyurmuştur. [1193]
1163-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan, Utbe kızı Hind, Rasûlüllah (s.a.v.)'e: "Ey Allah'ın Rasûlü,
Ebû Süfyân pinti birisidir. Onun haberi olmadan balından aldığım dışında bana
ve oğluma verdiği yetmiyor." Dedi. O da: "Uslüne uygun bir şekilde
oğluna ve sana yetebilecek. [1194]
1164-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hind bintü Utbe geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, yeryüzünde
senin hanen kadar hiçbir hanenin zelil olmasını istemedim. Sonra bugün
yeryüzünde senin hanen kadar hiçbir hanenin değerli ve üstün olmasını istemez
oldum." dedi. Rasûlüllah: "Canım elindi olan Allah'a yemin olsun ki
ben de sana karşı aynı te-menniûzyim"buyurdu. Hind: "Ey Altelı'ın
Rasûlü, Ebû Süfyân eli sıkı bir kimsedir, acaba kendisine ait olan şeylerden
aiie halkımıza yedirmde bir sakınca var mıdır?" dedi, o da:
"Uygun olan şekildenbaşkasını almaman görüşündeyim." buyu rdu.
(Hind, İslâm
düşmanlarından Utbe b. Rabia'nın kızıdır. Babası Bedir'de öldürülmüştür.
Babasının intikamını almak için Uhud Savaşı'na gelmiş, Hz, Hamza (r,a.)'ı
öldürtüp. ciğerlerini ağzında çiğnemişti. Mekke'nin Femi'yle kocası Ebû Süfyân
ile birlikte Müslüman olmuş, İçindeki kin ve nefret sevgiye dönüşmüştür. Aynı
durum, Hanİfeoğullan'ndan Sümâme b. Esâl İçin de tahakkuk etmiştir. 1202.
hadise bakınız.) [1195]
1165-) Muğira b. Şu'be
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah,, annelere karşı gelip
itaatsizliği, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi, vermesi gerekeni
vermeyip hakketmediğini istemeyi size haram kılmıştır. Dedikoduyu, çok soru
sormayı ve malı boşa harcamayı da sizin için iyi görmemiştir,
"buyurmuştur. [1196]
1166-) Amr b. Âs (r.a.),
Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Hakim hüküm verdiğinde içtihat eder de bunda
isabet ederse kendisine iki ecir vardır. Eğer hüküm verdiğinde içtihat eder de
yanılırsa
kendisine bir ecir
vardır."'diye buyururken işitmiştir.
(Hadisin bu bölümle
alakası, hüküm verirken içtihat eden hakimin kazanacağı ecrin keyfiyetinin
açıklanmasından dolayıdır, denilmiştir. (Umdetu'i-Kârî, xx. 250) Hakimin hüküm
verirken içtihat etmesi, doğruyu bulmak İçin çalışıp çaba harca maşıdır. Eğer
karar verirken doğruyu bulmak için çalışıp çaba harcamazsa böyle bir hakimin
alacağı ecir yukarıdaki gibi değildir. Hakim hüküm verirken doğruyu bulma
yolunda gayret harcarken kendisine doğru olanı gösterecek ölçüler ise Kitap ve
Sünnettir.) [1197]
1167-) Ebû Bekre (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Bir kimse öfkeli iken iki kişinin
hakkında asla hüküm vermesin." diye buyururken işitim." demiştir. [1198]
1168-) Aişe (r.a.)'dan
RasûlüIİah (s.a.v.): "Kim, bizim şu dinimizde bulunmayan bir şeyi ortaya
koyarsa bu koyduğu şey kabul edilmez, "buyurmuştur. [1199]
1169-) Ebû Hureyre (r.a.)
Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işitmiştir: "Benimle, (günaha
koşan) insanların misali, ateş yakıp da ateşe düşen kelebek ve benzen şu
hayvanları (ateşe gelmemeleri için kovalayan) adamın misali gibidir. (Yine
buyundu kî) yanlarında her birinin oğlu olan iki kadın vardı, kurt gelip
birisinin oğlunu alıp götürdü. Kadının arkadaşı: "Senin oğlunu
götürdü" dedi. Diğeri de: "Hayır, senin oğlunu götürdü" dedi.
Bunun üzerine Davud'un yargısına başvurdular. O da çocuğun büyük kadına ait
olduğuna karar verdi. Arkasından çıkıp Davud'un oğlu Süleyman'a vardılar ve
durumu bildirdiler, o da: "Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölerek
aralarında paylaştırayım " dedi. Küçük kadın hemen: "Allah sana
merhamet etsin,, aman yapma çocuk onun oğludur" dedi. Bunun üzerine o da
çocuğunküçük kadının olduğuna karar verdi."
(Süleyman (a.s.)'ın
çocuğun küçük kadına ait olduğuna karar vermesi, bu kadının "çocuğu ikiye
bölerek aralannda paylaştırayım" sözü üzere evladının parçalan-maktansa
elinden gitmesinin daha hafif olduğu kanaatiyle feragat etmesi çocuğun gerçek
annesinin bu kadın olduğunu ortaya çıkarmıştır.) [1200]
1170-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimse diğer kimseden bir arsa
satın aldı. Arsayı satın alan adam arsasında içi altın dolu bir küp buldu,
arsayı aldığı adama: "Gel, benden altınını al, ben senden sadece arsanı
satın almıştım altın satın almadım." dedi. Toprağın eski sahibi de:
"Ben sana toprağı, içindekileri ile birlikte sattım." dedi. Bunun
üzerine bir zatı hakem tayin ettiler. Hakem yapılan zat: "Sizin çocuğunuz
var mı?" dedi. Birisi: "Benim bir oğlum var" dedi, diğeri de:
"Benim de bir kızım var." dedi. Hakem de: "Oğlanla kızı
evlendirin ve her ikisine bundan harcayın, geri kalanı da kendiniz adına
sadaka verin." dedi" buyurdu. [1201]
1171-) Zeyd b, Haiid
el-Cühenî (r.a.) anlatır: "Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'e buluntu malın
durumunu sordu: "Kılıfını ve bağını tam, sonra bir yıl onu anlatıp tantt
Eğer sahibi geiiıse sahibine teslim et, gelmezse sen kullan."buyurdu.
Adam: "Peki, yitik koyun?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "O, ya
senindir, ya kardeşinindir, ya da kurdundur" buyurdu. Adam: "Peki,
yitik deve?" dedi: "Ondan sana ne? Su kabı (kamında at tadacak
deposu) ayakkabısı (uzun sure yürüyecek ve kendini koruyacağı) ayağı var suya
gider, ağaç-laıda yer. Sahibi onu bulana kadar kendi başına Affaft
"buyurdu.
Diğer bir rivayette
ise "Sahibi gelir ve kılıfım, sayışım ve bağım bilirse onu kendisine ver
değilse o, senindir, "buyurmuştur. [1202]
1172-) Übey b. Ka'b
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde i-çerisinde yüz dinar
bulunan bir kese bufdum ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e getirdim, o da: "Bir
yıl ilan efbuyurdu, ben de bir yıl ilan edip duyurdum-sa da keseyi bilip
tanıyan birisini bulamadım, tekrar geldim: "Bir yıl daha ilan et "buyurdu,
yine bîr yıl ilan edip duyurdumsa da yine bulamadım, tekrar üçüncü kez
getirdim: "Paranın kesesini, sayısını ve ağız bağını muhafaza et. Eğer
sahibi gelirse teslim e£ yak gelmez ise onu kullan. "buyurdu.
(Buluntu mallar
hakkında nasıl bir işlem yapılacağı konusunda gerek hadis gerekse fıkıh
kitaplarında ayrı bölüm açılarak hukuki durumlar geniş geniş ele alınmıştır.
Buluntu eşya hakkındaki hükümleri İmam Tlrmîzî'nin yukarıdaki hadisin arkasından
verdiği şu bilgilerle özetleyebiliriz. "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
ashabından ve sonraki bazı ilim erbabından bir kısmının ameli bu hadis
üzeredir. Bulunan eşya bir yıl tanıtılıp üan edilir, eğer tanıyan bulunmazsa
ondan faydalanıp kullanılmasına izin verilir. İmam Safi, Ahmed b. Hanbel ve
İshak'ın görüşleri budur.
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in ashabından ve sonraki bazı ilim erbabından bir kısmının görüşü ise
"onu bir yıl tanıtıp üan eder, eğer sahibi gelirse teslim eder yok eğer
gelmezse sadaka olarak dağıür" demişlerdir. Sufyân es-Sevrî ve Abdullah
b. Mübârek'in görüsü de budur. Eğer bulan kişi zengin ise bunu kullanamayacağı
görüşündedirler.
Bazı ilim
erbabınca, buluntu ma! değersiz bir şey ise onu tanıtıp Üan etmeden kullanabileceğine
izin verilmiştir. Bazılan da "Bir dinardan az ise onu sadece bir hafta
tanıtıp ilan eder." demişlerdir. İshak b. İbrahim'in görüşü de
budur." (Tin, Ahkâm: 35) [1203]
1173-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İzni olmaksızın hiçbir kimse asla
başkasının hayvanın sütünü (kendisine) sağmasın. Sizden biriniz, kilerine
gelinip dolabı kırılarak yiyeceğinin götürülmesini ister mi? Hayvaniann göğsü
de sahiplerinin yiyeceğini muhafaza eder. Dolayısıyla izni olmaksızın hiçbir
kimse başkasının hayvanını (kendisine) sağmasın"buyurmuştur[1204]
1174-) Ebû Şurayh
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah'a ve
âh/ret gününe inanıyorsa misafirine mükâfatım ikram etsin"Oradakiler:
"Ey Allah'ın Rasûlü, misafirin mükâfatı ne kadardır?" diye sordular:
"Gece ve gündüzü ile bir günlüktür. Misafirlik üç gündür, bundan gerisi
sadakadır."bısyurdu. [1205]
1175) Diğer bir
rivayette ise "Misafirlik üç gündür mükâfat! ise gece ve gündüzü ile bir
gündür. Müslüman bir kimsenin kardeşini günaha götürecek kadar yanında misafir
kalması helal değildir." buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûlü,
kardeşini günaha nasıl götürebilir?" dediler: "Kendisini ağırlayacak bir
şeyi olmadığı halde yanında misafir kalır." buyrudu. [1206]
1176-) Ukbe b. Âmir
(r.a,): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Sen bizi bir yere gönderiyorsun,
biz de öyle bir toplulukta konaklıyoruz ki bizi misafir almıyorlar, bu konuda
ne buyurursun?" dedik: "Eğer bir toplulukta konakladığınızda
misafirlik gerekleri sizin için emredi lirse bu İkramı kabul ediniz, yok eğer
yapmazlarsa onlardanmisafirlik hakkım alınız, "buyurdu." demiştir.
(Misafir ağırlamak,
Allah'a ve âhiret gününe inananlann özelliğidir. 2020. hadise bakiniz. Ancak
misafir ağırlamak farz değil sünnettir. Eğer misafir zorda kalmış, çaresizlik
içerisinde ise bu Müslümana yardım edip ilgilenmek gerekli olur. Bu yüzden bazı
âlimler misafirin zorunlu İhtiyaçlarını giderebilecek şeyleri almasında bir
sakınca görmemişlerdir.
Misafirliğin
haklan: Ev sahibinin yediğinden yedirmesi, sıkıntı vermiyorsa bunların da
üstünde ikramda bulunmasıdır denilmiştir. Bir hadiste Hz, Peygamber (s.a.v.):
"Misafirlik (hakkı) üç gündür, ikramı ise bir gün ve gecedir, bunun
dışındakiler ise saaka gibidir {dAerse yapar, dilemezse yapmaz)"
buyurmuştur. Buhâri, Edeb; 31, Müslim, Lukata: 14) [1207]
(Rasûlüllah
(s.a.v.)'in bizzat kendisinin ordunun başına geçtiği seferlere
"GAZVE" denir. Eğer bu seferlerin başında kendisi değil de atamış
olduğu komutanlar var ise bu seferlere "SERİYYE" denilmiştir. Ancak,
bazı nüshalarda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in başında bulunmadığı Zü'l-Halsa
Seriyyesi İle Sîfu'l-Bahr Seriyyesi'inde olduğu gibi bir kısım seriyyelere de
gazve adî verildiği görülür. Bunun nedeni, düşmana karşı sefere çıkma anlamına
gelen gazve teriminin kelime anlamı dikkate alındığından dolayıdır.
Müslümanların
istedikleri, sadece korku ve baskıdan uzak olarak serbestçe i-nançlarının
gereğini yerine getirebilecekleri bir yerde yaşamaktı. Bu yüce gaye için
evlerini ve bütün mallannı terk ettiler, fakat Kureyş onları Medine'de de huzur
ve barış içinde yaşatmadı. Üzerlerine bozguncular gönderdi, askerî seferler
düzenledi hayvanlarını yağmaladı, mahsûllerini tahrip etti. Bu nedenle
Müslümanların, düşman faaliyetini sürekli gözleyebilecek çok etkili bir
istihbarat ve gözetleme sistemi oluşturmaları gerekliydi. Rasûlüllah (s.a,v.)
bu amaçla bir devriye (seriyye ve gazve) sistemi oluşturdu.
Bu seriyyelerin on
dokuz tanesi 20 veya daha az kişiden oluşuyordu. Genelde görevleri,
kendilerine bildirilen herhangi bir konuda bilgi toplamaktı. On iki seriyye, 20
ilâ 60 kişiden meydâna geliyordu, keşif görevlerine ek olarak bunlar çeşitii
başka görevler de aldı. Yağma, soygun ve kan dökme olaylarını engellemek, banş
ve düzeni sağlama işleriyle meşgul oldular. Üçüncü tip seriyyeler muharebe
seriyyeleriydi ve 60 İlâ 200 kişiden o-luşurdu. Bunlar Kureyş ve müttefikleri
ile bu mahiyetteki diğer düşman gruplarının fesat gkarmak maksadıyla Medine
etrafında dolanan birliklerini kontrol etmek için gönderildi. Dördüncü tip
senyyeier 200 ilâ 500 kişiden oluşmuş, Kureyş ve müttefiklerinin Medine'ye
karşı düşmanca faaliyetlerini gerekirse kuvvet kullanarak önlemek maksadını
güdüyordu. İlk iki üp seriyyelere çarpışmaktan kaçınma talimat] verilmişti,
fakat dördüncü tip olanlar hakiki bir savaş birliğiydi. Aslına bakarsanız,
düşmanla çok seyrek vuruşma oldu, çoğunlukla düşman kaçtı ve Müslümanlar da
çarpişmaksızın geri döndüler. Tamamını incelersek 24 seferin yedisinde küçük
çatışma cayan etti ve düşman tam bir yenilgiye uğratıldı. 50 ve 15 kişiden meydana
gelen iki seriyyede, yaralanan iik seriyyenin lideri hariç, bütün Müslüman
mücahidler şehid oldu. Geriye kalan on beş seriyyede, Müslümanların aniden
ortaya çıkışıyla düşmana sürpriz yapıldı ve düşman çarpışmaksızın kaçtı.
İlk seriyye, Hz.
Harnza (r.a.) komutasında Hicret'in birinci yılında Ramazan ayında deniz
sahillerine gönderildi, sonuncusu ise Ali b. Ebî Talib (r.a.)'ın komutası altında
Hicret'in dokuzuncu yılının son ayında Yemen'e gönderildi. Müslümanların Medine'de
gittikçe kuvvetlenmeleri, müşrik liderlerin Kabe'nin koruyucuları olarak prestijine,
sosyal ve ekonomik olarak önderliklerine karşı bir tehdit olarak görülmekteydi.
Rasûiüllah (s.a.v,)
Müslümanları dört bir yandan tehdit eden tehlikelerin, özei-kle de Kureyş
tehdidi tehlikesinin bilincindeydi, güvenlik sağlama gereğini iyi biliyordu.
Kendisi düşmanın kuvveti, planlan ve hareketleri hakkında sürekli haberdar
edecek etkili bir devriye sistemi oluşturdu. Buradan elde ettiği bilgilere göre
ne zaman askerî bir savunma hareketine ihtiyaç olsa, duraksamadan gerekeni
yaptı. Medine çevresinde ne zaman bir düşman faaliyeti olsa, hemen bunun
büyümesini önlemek için ya bizzat kendi komutası altında ya da sahabiden bir
komutanın başkanlığında bir birlik düzenleyip düşman üzerine yürüdü. Bedir
Savaşı'ndan evvel Kureyş'in düşmanca faaliyetleri hakkında haber aldığı
zamanlarda böyle seferler yapıldı. Yapılan dokuz seferin dördü kendi komutası
altında, beşi ashabdan komutanlarla düzenlendi fakat bu seferlerin hiçbirinde
çarpışma meydana gelmedi.) [1208]
1177-) Abdullah b. Ömer
(r.a,) anlatır: Hz. Peygamber (s.a.v.) (Medine'ye saldırmayı planlayan)
Mustalikoğuilan üzerine hayvanları su başında sulanırken ansızın baskın yaptı,
savaş yapanları öldürdü, kadın ve çocukları esir aldı. O gün Cüveyriye
(validemizi de) almıştı. [1209]
1178-) Ebû Musa
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisini Muâz (r.a.) ile birlikte Yemen'e
görevli göndermiş ve: "Kolaylaştırı-nız, zor/aştırmayınız. Müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz. Uyum-lu olunuz, muhalif olmayınız, "buyurmuştur. [1210]
1179-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kolaytaştınnız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz
nefret ettirmeyiniz"'buyurmuştur. [1211]
1180-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Verdi-ği sözü çiğneyip bozan kimse
için kıyamet günü bir sancak vardır. "Bu, falan oğlu falanın sözünden
dönmesidir." denilir."buyurmuştur. [1212]
1181-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) ile Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Verdiğisözü
çiğneyip bozan her kişi için kıyamet günü bir sancak vardır."
buyurmuştur. Ravilerden birisi: "Sancak dikilir" demiştir, diğerisi
ise: "Kıyamet günü kendisinin bununla tanıtıldığı, görülen bir
sancak"demiştir. [1213]
1182-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Verdiği sözü çiğneyip bozan
her kişi için kıyamet günü kendisinin bununla tanıtıldığı bir sancak
vardır." buyurdu"[1214]
1183-) Câbir (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v):"Savaş aldatmadır."buyurdu." demiştir. [1215]
1184-) Yine Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in savaşa aldatma adını verdiği rivayet
olunmuştur.
("Aldatma"dan
maksat, manevradır. Yoksa sahtekârlık anlamına değildir, yani düşmanı yanıltmak
için taktikler uygulamadır.) [1216]
1185-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Düşmanla karşılaşmayı istemeyiniz, ama
karşılaştığınızda da sabrediniz"buyurmuştur, [1217]
1186-) Abdullah b. Ebû
Evfâ (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) düşmanla karşılaştığı
savaşlarından birinde Güneş tepe noktasından meyledene kadar bekledi, sonra
ordunun içerisinde kalkıp hutbe verdi, şöyle buyurdu: "Ey insanlar,
düşmanla karşılaşmayı istemeyiniz, Allah'tan bela fara karşı sizi korumasını
(afiyette kılmasını) isteyiniz, ama düşmanla karşılaştığınızda da sabrediniz,
cennetin kılıçların gölgesi altında olduğunu biliniz"buyurdu, daha sonra
şöyle devam etti: "Ey Kitabı indiren, bulutlan yürüten, İslâm aleyhine
toplanan grupları dağıtan Allah'ım, onları dağıt, hezimete uğrat^ onlara karşı
bize yardım ve zafer ver"'buyurdu." [1218]
1187-) Abdullah b. Ebî
Evfâ (r.a.), şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), Hendek Savaşı'nda
müşriklere beddua etti ve şöyle dedi: "Allahümme münzile'l-Kitabi
Seria'l-Hisâbi Allahümmehzimi'l-Ahzâbe Allahümmehzimhüm ve zelzilhüm (=Ey
kitabı indiren, hesabı süratli olan Allah'ım, İslâm aleyhine toplanan grupları
dağıt. Allah'ım, onları dağıt, hezimete uğrat, onları sars)" [1219]
1188-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır: "Gazvelerin birisinde bir kadın öldürülmüş olarak bulundu,
bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.),kadın ve çocukların öldürülmesini uygun
görmedi (ve yasakladı.)"
(Savaşta kadın,
çocuk ve yaşlılara saldınlmaması genel bir esasör. Ancak, bunlar Müslümanlann
karşısında yer alır, savaşa gkaıiarsa öldürülmelerinde bir beis yoktur.) [1220]
1189-) Sa'b b. Cessâme
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.), bize(Mekke İle Medine arasında
yerleşim merkezleri olan) Ebvâ veya Veddân'da uğramıştı.
Kendisine gece
baskını yapılan müşriklerin, ev halkı soruldu. Çünkü bu baskınlarda onlann
kadın ve çocukları da isabet alıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Onlar da
onlardandır" buyurdu, yine kendisini: "Dokunul maz bölge, yalnız
Allah ve Rasûlü içindir" diye buyururken işittim. demiştir.
(Aslında savaşta
kadın, çocuk ve yaşlılara saldırmak yasaklanmıştır. Ancak, bazı askeri
operasyonlarda bunlar doğrudan hedef yapılmadığı halde elde olmayan nedenlerle
kasıtsız olarak söz konusu grup zarar görürse bunlar da bulundukları kimselerin
arasında sayılmıştır. Ancak bunian operasyondan ayırma imkanı varsa ayırmak,
hedef yapmamak genel bir esastır.) [1221]
1190-) Abdullah b, Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Nadir oğulla-nnın 1!el-Öuveyra" daki
hurmalıklarını kesip yaktı. Bunun üzerine: «Kesmiş olduğunuz veya kökleri
üzerinde bıraktığınız tüm ağaçlar Allah'ın izni iledir..,» (Haşr: 5) ayeti
indi." demiştir.
(Savaş ve düşman
sebebiyle görülen lüzum üzeıine ağaçfar kesilebilir. Nitekim Nadiroğullannın
hurmalıklannı düşmanın odaklaşmasına neden olduğundan Hz. Peygamber (s.a.v.)
kestirmiştir. Bunun üzerine inen ayet uygulamaya itiraz etmemiştir. 1196.
hadiste Nadiroğullannın mallarından bahsedilecektir.) [1222]
1191-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Peygamber' erden bir Peygamber, gazaya
çıktı ve kavmine; "Bir kadınla nikahlanmış da gerdeğe girmek istediği
halde henüz girmemiş olan bir kimse, odalan yapmış da tavanını yapamamış ev
yapan bir kimse, doğurmasını gözetlediği koyun veya atmış olan bir kimse
benim/e gelmesin" dedi. Arkasından savaşa çıktı, i-kindinamazı vaktinde
veya buna yakın bir zamanda savaşacağı beldeye yaklaştı ve Güneşe:
"Şüphesiz sen de emir kulusun, ben de emir kuluyum. Allah'ım, bu Güneşi
üzerimizde tut" dedi. Bunun üzerine Allah, ona zafer nasip edene kadar
Güneş bekle-tildi, arkasından ganimetleri topladı, bu ganimetleri yemek için
ateş geldi ama yemedi, bunun üzerine Peygamber: "İçinizde ganimet malına
ihanet edenler var, dolayısıyla her kabileden bir kimse gelip benim elime biat
etsin" dedi. Biat neticesinde'bir adamın eli Peygamber'in eline yapıştı,
bunun üzerine: "Ganimet malına ihanet eden sizin içinizde, şimdi kabilen
gelip bana biat etsin " dedi, neticesinde iki veya üç adamın eli eline
yapıştı, bunun üzerine: "Ganimet malına ihanet eden sizin inizdedir."
dedi, sonunda inek kafasına benzer altından bir kafa getirip ortaya koydular,
arkasından ateş gelip ganimeti yedi. ime ki bundan) sonra Allah ganimetleri
bize helâl kıldı. Bizim zayıf ve aciz olduğumuzu gördü de bu yüzden ganimetleri
bize helâl kıldı"buyurmuştur. [1223]
1192-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), Necd tarafına içerisinde Abdullah b. Ömer'in
de bulunduğu bir askeri birlik gönderdi. Sonunda pek çok deve ganimet aldılar.
Her birine hisse olarak on iki veya on bir deve düştü. Fazladan olarak da
{beşte bir ayman ganimetten) birer de deve aldılar." demiştir. [1224]
1193-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.vO, genel ganimet hissemizin
dışında, Allah ve Rasûiüne ait olan beşte birlik hisseden (humustan) bize
ganimet verdi. Bana bu verdiğinden bir deve düştü."
Diğer bir rivayet
ise şöyledir "Rasûlüllah (s.a.v.), gönderdiği seriyyelerdeki bazı
kimselere özel olarak, ordunun genel hissesi dışında fazladan ganimet verdiği
olurdu. Bütün ganimetlerde Allah ve Rasûiüne ait olan beşte birlik hisse
(humus) farzdır."
(Allah ve Rasûiüne
ait olan beşte birlik hisse (humus) şu âyette belirtilmiştir «Bilin M, ganimet
olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasûlüne, onun
akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.» (En'fai: 4i) [1225]
1194-) Ebû Katâde
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Huneyn seferi yılında Rasûlüllah (s.a.v.) ile
birlikte sefere çıktık. Düşmanla karşılaştığımızda Müslümanlarda bir gerileme
oldu. Derken bir baktım müşriklerden birisi Müslümanlardan bir kimseyi alt
etmiş hemen dolanıp adamın arkasına geldim ve boynuna vurdum. O da bana dönüp
beni tutup bir sıktı ki ö-lümün kokusunu hissettim. Sonra ölümü geldi de beni
salıverdi. Bunun arkasından Ömer b. Hattab'a ulaştım: "Bu insanlara ne
oldu?" dedi: "Allah'm emridedim. Sonra insanlar geri döndüler. (Savaş
bittiğinde) Rasûlüllahoturdu ve: "Kim bir düşmanı Öldürür ve öldürdüğene
dair ili olursa, öldürdüğü kimsenin üzerindekiler onundur" buyurdu Ber de
ayağa kalktım ve: "Kim bana şahitlik eder?" dedim ve oturdum
Rasûlüllah (s.a.v.) yine aynı sözünü tekrarladı. Ben de ayağa kalktım ve:
"Kim bana şahitlik eder?" dedim ve oturdum. Rasûlüllah (s.a.v.) aynı
sözünü üçüncü kez tekrarladı. Ben de ayağa kalktım : "Ey Ebû Katâde, neyin
var?" buyurdu. Ben de geçen hadiseyi kendisine anlattım. Bunun üzerine
ordudan bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûiü, doğru söyledi öldürdüğü kimsenin eşyaları
bendedir ama bu hakkından dolayı onu sen razı ediver" dedi. Ebû Bekir
Sidik da: "Allah'a yemin olsun ki, böyie olamaz! Alfah ve Allah'ın Rasûiü
yolunda savaşan, Allah'ın aslanlarından bir aslanın hakkını çiğneyip onun
eşyalarını sana veremez!" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Doru söyledi, elindekileri ona ver" buyurdu. 0 da ganimeti bana
teslim etti. Zırhı sattım ve parasıyla Selimeoğulları bölgesinde bir bahçe
satın aldım. Bu bahçe, İslâm'da sahip olduğum ilk kümdür. [1226]
1195-) Abdurrahman b. Avf
anlatır: "Bedir Savaşı'nda safta dururken sağıma ve soluma baktım bir de
ne göreyim, Ensar'dan yaşları çok genç iki delikanlı arasındaymışım. Bunlardan
daha güçlü kimselerin a-rasında olmayı arzuladım, bu arada ikisinden birisi
bana dokundu ve: "Ey amca, Ebû Cehil'i tanıyor musun?" dedi, ben:
"Evet tanıyorum, yeğenim ona ne ihtiyacın var ki?" dedim: "Bu
herifin, Rasûlüflah (s.a.v.)'e sövdüğü bildirildi. Canım elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, eğer onu görürsem eceli daha yakın olanımız ölene kadar,
benimle onun bedeni ayrılmayacak" dedi. Bu hareketine çok şaşırdım, diğeri
de bana dokundu ve aynı şeyleri söyledi. Çok geçmeden Ebû Cehil'i halkın
arasında dolaşırken görüverdim: "Bakın, benden sorduğunuz sizinki
şudur" dedirn, kılıçlarıyla üzerine atılıp vurarak öldürdüler, sonra dönüp
Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldiler ve hadiseyi bildirdiler: O da: "İkinizden
hangisi onu öldürdü?" buyurdu, herbiri de: "Ben öldürdüm" dedi,
Rasûlüllah: "Kılınçlarınızı şildiniz
mi?" buyurdu: "Hayır"
dediler.
Kilınçlarma baktı
ve: "Her ikiniz de öldürmüşsünüz ama CeM'in üzerindeki eşya (öldürücü son
darbeyi vuran) Muâz b. Amr b Cemûh'undur,"buyurdu. Bu iki genç delikanlı
Muâz b. Afra ile Muâz b. Amr b. Cemûh idi." [1227]
1196-) Hz. Ömer (r.a.):
"Nadroğullan'nın mallan, Müslümanların at ve deve sürmeden (savaşsız)
Allah'ın, Rasülü (s.a.v,)'e gönderdiği ganimetlerdendi. Bu nedenle ganimetler
sadece Rasûlüliah (s,a.v.)'e aitti ve kendisi bunları bir yıllık ailesinin
geçimi için harcar, sonra da geri kalanı Allah yo lunda savaş hazırlığı oiarak
silah ve atlar için kullanırdı," demiştir. [1228]
1197-) Hz. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Nadir oğullan'ndan gelen ganimet
hurmalığının mahsulünü satıp ailesinin bir yıllık azığına ayırdığı rivayet
edilmiştir. [1229]
1198-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları, Allah'ın Rasûiü (s.a.v.
)'e savaşsız gönderdiği ganimetin sekizde birlik hisselerini istemek için
Osman'ı Ebû Bekir'e gönderdiler. Ben karşılanna çıkıp: "Allah'tan
korkmuyor musunuz, Hz. Peygamber (s.a.v,)'in kendisini kasdederek: "Bizler
miras bırakmayız, geride kaîan şeylerimiz Allah yoluna harcamadır. Ancak
Muhammed hanesi bu maldan yiyebilir." buyurduğunu bilmiyor musunuz?"
dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları kendilerine
bildirdiğimden bu tarafa isteklerine son verdiler." demiştir[1230]
1199-) Âişe (r.a.)'dan.
Kendisi şu bilgileri vermiştir. Rasûlüliah (s.a,v.)'in kızı Patıma, Allah'ın,
Rasûlüne savaş yapmadan nasip eylediği Medine ve Fedek ile Hayber arazi
gelirinin beşte birinden (humustan) geriye kalan, Rasûfüllah (s.a.v.)'in
mirasını istemek için Ebû Bekir'e haber gönderdi. Bunun üzerine Ebû Bekir:
"Rasûlüliah (s,a.v.): "Bizler miras bırakmayız, geride
bıraktıklarımız sadakadır. Ancak Muhammed hanesi bu maldan yiyebilir"
buyurmuştur. Bu nedenle Allah'a yemin olsun ki, Rasûlüliah (s.a.v.)'in
sadakasından hiçbir şeyi, onun zada yapılan uygulamayı asla değiştiremem.
Rasûlüliah (s.a.v.) bu man'ı nasıl muamele ettiyse ben de öyle muamele
ederim." dedi. Fatıma'ya bir şey vermeyi kabul etmedi. Bunun üzerine a Ebû
Bekir'e kırıldı, küstü ve onunla konuşmadı ve nihayet vefat etti Kendisi,
Rasûlüliah (s.a.v.)'den sonra altı ay yaşadı. Vefat ettiğinde eşi. Ebû Talib
kendisini geceleyin defnetti ve Ebû Bekir'e vefatını bildirmedi. Cenaze
namazını da Ali kıldırdı. Patıma hayatta iken, A-li'nin halkın yanında itiban
vardı, vefat ettiğinde Ali, halkın itibarlarını beğenmedi ve Ebû Bekir ile
banşmak ve ona biat etme yolunu aradı. Altı ay boyunca henüz ona biat
etmemişti. Ebû Bekir'e "Bize gel, yanında başka birisini getirme"
diye haber gönderdi. -Ömer b. Hattab'ın hazır bulunmasını istememişti Bu haber
üzerine Ömer, Ebû Bekir'e: 'Tek başına onların yanına gitme" dedi, Ebû
Bekir: "Bana bir şey yapacaklarını sanmıyorum. Ben onlara gideceğim"
dedi. Ebû Bekir onlara vardı. Ali b. Ebû Talib şehadet getirdi sonra şöyle
konuştu: "Ey Ebû Bekir, biz senin üstünlüğünü ve Allah'ın sana verdiği
ikramı biimişizdir. Allah'ın sana gönderdiği hayır konusunda seninle
yanşamayız. Ancak, idare konusunda bize karşı kendi başına hareket ettin,
Rasûlüilah (s.a.v.)'e yakınlığımız nedeniyle bizim de bir hakkımız olacağı
görüşündeydik." Ali, Ebû Bekir'e konuşmasını sürdürdü sonunda Ebû
Bekir'in gözlerinden yaşlar boşaldı. Ebû Bekir konuştuğunda ise şöyle dedi:
"Canım elinde oian Allah'a yemin olsun ki, Rasûlüliah (s.a.v.)'in akrabaları
ile ilişkiyi sürdürmem, kendi akrabalarımla ilişkiyi sürdürmemden bence daha
iyidir. Ancak, benimle sizin aranızdaki şu mal nedeniyle ortaya çıkan
anlaşmazlığa gelince biline ki, bu konuda haktan ayrılmadım, Rasûlüliah
(s.a.v.)'in bu hususta yaptığını gördüğüm hiçbir uygu-iamayı terk etmedim ben
de aynısın yaptım." Ali, Ebû Bekir'e: "Biat için buluşmamız öğleden
sonra" dedi. Ebû Bekir, öğle namazını kıldıktan sonra minbere çıktı
şehadet getirdi Ali'nin durumunu, biati geciktirme-S|ni ve bu konuda kendisine
sunduğu mazereti anlattı sonra istiğfar etti- Arkasından Ali b. Ebû Talib
şehadet getirdi, Ebû Bekir'in hakkını yüceltti ve kendisini böyle davranmaya
sevk eden şeyin ne Ebû Bekir'i Ekememesi ne de Allah'ın ona verdiği fazileti
inkar olduğunu belirttive şöyle devam etti: "Ancak, idare konusunda bizim
de bir hissemiz olduğu görüşünde idik ama bize karşı kendi başına hareket etti
bu yüzden içimizden ona kırıldık." Bu davranış üzerine Müslümanlar
sevindiler ve: "Doğru hareket ettin" dediler. Ali iyi davranışta
bulununca Müslümanlar da kendisine yakınlık gösterdiler." [1231]
1200-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kadınlarımın nafakası ile işçimin
ücretinden sonra benîm mirasçılarım bıraktığım bir tek dinarı dahi
paylaşmasınlar, bu kalan sadaka buyurmuştur. [1232]
1201-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasülüllah (s.a.v.), ganimet dağıtımında at için iki hisse, piyade
için bir hisse vererek böl üstü rmüştür. [1233]
1202-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Necid bölgesi yönüne atlı bir birlik
gönderdi. Birlik, Hanifeoğuüarından Sümâme b. Esâl adında birisini alıp
getirdi. Esiri mescidin direklerinden bir direğe bağladılar arkasından Hz.
Peygamber (s.a.v.) yanına çıktı ve: "Ey Sümâme gönlünde ne var?"
buyurdu. O da: "Gönlümdeki hayırdır; eğer beni Öldürürsen kan davası olan
birisini öldürmüş olursun. İyilikte bulunacak olursan şükredecek birisine
iyilik etmiş olursun. Eğer mal istiyorsan, dilediğini iste" dedi. Ertesi
güne kadar bırakıldı. Sonra yine: "Ey Sümâme gönlünde ne var?"
buyurdu. O da: "Gönlümdeki, sana söylediğim şeydir; eğer iyilikte
bulunursan şükredecek birisine iyilik etmiş olursun" dedi akabinde ertesi
günden sonraki güne kadar bırakıldı. Sonra yine: "Ey Sümâme gönlünde ne
var?" buyurdu. O da: "Gönlümdeki, sana söylediğim şeydir" dedi.
Bunun üzerine: "Sümâme'yisalıverin"buyurdu. Hemen mescidin yanındaki
hurmalığa gidip boy abdesti aldı, sonra mescide girdi ve: "Eşhedü en lâ
ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasülüllah, Ey Muhammedi Allah'a
yemin olsun ki, yeryüzünde senin yüzünden daha fazla nefret ettiğim bir yüz
yoktu. Ama şimdi senin yüzün, bence yüzlerin en sevimlisi oldu. Allah'a yemin
olsun ki, senin dininden daha fazla nefret ettiğim
bir din yoktu. Ama
şimdi benim için senin dinin, bence dinlerin en sevimlisi oldu. Allah'a yemin
olsun ki senin memleketinden daha fazla nefret ettiğim bir memleket yoktu. Ama
şimdi senin memleketin, bence memleketlerin en sevimlisi oldu. Ben umreye
niyetlenmiş iken senin atlıların beni yakaladı, ne buyurursun?" dedi.
Rasülüllah (s.a.v.) kendisini sevindirip müjdeledi ve umre yapmasını emreyledi.
Sümâme Mekke'ye geldiğinde birisi ona: "Dininden döndün ha!" dedi. O
da: "Hayır, ama Allah'ın elçisi Muhammed (s.a.v.) ile birlikte Müslüman
oidum. Allah'a yemin olsun ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) izin vermedikçe artık
Yemâme'den size bir buğday tanesi bile gelmez!" dedi.
(Sümâme (r.a.)'ın
memleketi Yemame idi. Kendisi memleketinde tanınıp, sayılan» bir kimse idi.
Müslüman olduktan sonra içindeki nefret sevgiye dönüştü. Aynı durum Ebû
Süfyan'ın karısında da gerçekleşmiştir. 1164. hadise bakınız) [1234]
1203-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Mesddde bulunuyorduk. Derken yanımıza
Rasülüllah (s.a.v.) geliverdi ve: "Haydi Yahudilerin üzerine hareket
ediniz" buyurdu. Kendisiyle birlikte sefere çıktık. Onlara vardığımızda
Rasülüllah (s.a.v.) ayağa kalktı ve şöyle seslendi: "Ey Yahudi topluluğu!
Müslüman olun, kurtulun "Onlar da: "Ey Ebû Kasım, tebliği
ettin" dediler. Rasülüllah (s.a.v.) de: "Ben de bunu istiyordum.
Müslüman olun, kurtulun" buyurdu. Onlar da: "Ey Ebû Kasım, tebliği
ettin" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ben de bunu istiyordum.
Müslüman olun, kurtulun" buyurdu. Onlar da: "Ey Ebû Kasım, tebliği
ettin" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ben de bunu
istiyordum." buyurdu ve üçüncüde: "Biliniz ki, bu toprak Allah'ın ve
Rasûlünündür. Ben sizi bu topraktan sürmek istiyorum. Kim, malından satacak
bir şey bulursa onu hemen satsın, değilse bilin ki, bu toprak Allah'ın ve
Rasûlünündür. "buyurdu"[1235]
1204-) Abdullah b. Ömer
(r.a.); "Nadir kabilesi ve ardından Kurayza kabilesi anlaşmayı bozup savaş
açtı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Nadiroğullannı Medine'den sürdü
Kurayza'yı bağışlayıp yerinde bıraktı. Nihayet onlar da savaş açtı. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine sığınıp iman ederek Müslüman olmuş bazı
kimseler dışında
erkekleri öldürdü, kadın ve çocukları ile mallarını Müslümanlar arasında
bölüştürdü. Sonunda Yahudilerin tamamını Medine'den sürdü. Abdullah b. Selâm'ın
kabilesi Kaynukaoğullan ve Harisoğuliarını hülasa tüm Medine Yahudiierini
sürdü." demiştir. [1236]
1205-) Ebû Said el-Hudri
(r.a.): "Kureyza Yahudileri, Sa'd b. Muâz'ın vereceği karara razı oldular.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Sa'd'ahaber Saldl. O da eşeğin Üzerine
binip geldi. (Kurayza muhasarası esasında)namazgaha yaklaştığında Ensara:
"Efendinizveya en iyiniz için ayağa kalkıp karşılayın"buyurdu. Sonra
da: "Bu adamlar senin vereceğinkaran kabulettiler'buyurdu. Oda:
"Onların (revrattada belirttiği üzere) sava-şanlannı öldürür, gerideki
çocuk ve kadınlarını köle yaparsın" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Allah'ın hükmüyle hükmettin 'buyurdu belki de:
"Melik'in
hükmüyle hükmettfn"buyurdu" demiştir.
(Melik, Allah'ın
isimlerindendir. Bilindiği üzere Yahudilerle Müslümanlar, Medine anayasasına
göre mevcut devletin vatandaşları idiler. Ancak Kurayza Yahudileri vatana
saldıran düşmana yardım etmeleri nedeniyle vatana ihanet suçuyla yargılanıp
idam edildiler. Aslında bu hüküm kendi kitapları Tevratta da bu şeklide idi.
(Bakınız, Kitabı Mukaddes, Tesniye: Bâb: 20/ıo-ıs) Sa'd b. Muâz (r.a.) için
1666. ve 1667. hadislere bakınız.) [1237]
1206-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Sa'd b. Muâz, Hendek savaşında yaralanmıştı. İbnİ Anka
denilen Kureyşli bir adam kendisine bir ok atmış ve pazusundaki damarını
vurmuştu. Bunun üzerin Rasûtüllah (s.a.v.) yakından ilgilenmek için mescidde
ona bir çadır kurdurmuştu. Rasûlüllah (s.a.v.) Hendek Savaşı'ndan döndüğünde
silahını çıkardı ve banyo yaptı, bu sırada başından tozlan silkerek Cebrail
ona, geldi ve: "Silahı bıraktın mı, vallahi ben silahı bırakmadım. Haydi
üzerlerine sefere çık" dedi. Rasülüllah (s.a.v.): "Ne tarafa?"buyurdu,
o da Kureyza oğullan'nı gösterdi. Rasûlüilah (s.a.v.) de onlarla savaştı.
Neticede onlar, Rasülüllah (s.a,v.)'in vereceği karara razı oldular. Rasûlüllah
(s.a.v.), onlar hakkında verilecek hükmü Sa'd b. Muâz'a havale etti. O da:
"Onların savaşanlannı öldürmesine, gerideki çocuk ve kadınlarının köle
yapılmasına, mallarının bölüştürül meşine hüküm veriyorum." dedi." [1238]
1207-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Sa'd. Muâz, yarası kuruyup meve başladığında:
"Allah'ım, biliyorsun ki, Rasûlünü yalanlayan vevurdundan çıkaran bir
toplumla Senin için savaşmaktan bana daha sevimli gelen hiçbir şey yoktur.
Allah'ım, eğer geride Kureyşte yapılacak kaldıysa beni de geriye bırak Senin
için onlarla savaşayım. Allah-, bizimle onlar arasında savaşın bittiğini tahmin
ediyorum, eğer bizimle onlar arasında savaş bitti ise yaramı kanat ve ölümümü
bunda kıl." diye dua etti. Bunun üzerine boynunun altından kan boşaldı.
Mescidde Gifaroğulları'nın da bir cadın vardı. Onlan (sakin şekilde dururken)
kendilerine doğru akıp gelen kan ürpertmişti. Hemen: "Ey çadır ahalisi,
sizin taraftan bize doğru gelen bu,şey de nedir" dediler. Bir de baksak ki
Sa'd b. Muâz'ın yarası kanıyordu, çok geçmeden orada vefat etti"[1239]
1208-) Tine Abduilah b.
Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ahzab Savaşı'ndan döndüğünde, bize:
"Hiçbir kimse Kurayza oğulla' undan başka bir yerde ikindiyi
kılmasın."buyurdu. Bu sırada bazıları ikindiye yolda erişti, aralarından
bir kısmt: "Söylenilen yere varana değin namazı kılamayız." derken
bir kısmı: "Hayır kılabiliriz, Peygamber (s.a.v.)'in bizden istediği bu
değildi" dedi. Sonunda bu durum Hz. Peygamber (s.a.v.)'e söylendi, o da
bu topluluktan hiçbir kimseye (bu farklı davranışından dolayı) niye böyle
yaptınız demedi. [1240]
1209-) Enes b. Mâlik
anlatır: "Muhacirler Mekke'den Medine'ye geldiklerinde ellerinde hiçbir
şey yoktu, Ensar ise arazi ve emlak sahipleri idi, bu nedenle Ensar her yıl
arazilerinin ürününün (yananı) vermek, ziraat işlerini görmek mülkiyetlerini
onlarla bölüştü. -Enes (r.a.)'m annesi, aynı zamanda Süleym'in ve Ebû Talha'nın
oğlu Abdullah'ın da annesi idi. Bu zaman Enes'in annesi de hurma Rasûiüllah
(s.a.v.)'e vermişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bunları Ussme b. Zeyd'in annesi
ve azat ettiği Ümmü Eymen'e verdi.
yine Enes
(r.a.)'dan gelen rivayete göre: Hz. Peygamber (s.a.v.) navber Savaşî'nı
bitirip, Medine'ye döndüğünde Muhacirler, Ensar m ürünlerini bağışladıkları
mallarını onlara geri verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de Enes'in annesine
hurma ağaçlarını geri verdi ve bunun yerine bahçesinin bir kısmını Ümmü
Eymen'e verdi. [1241]
1210-) Abdullah b.
Muğaffel (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hayber kalesini kuşatmıştık, birisi
içi yağ dolu bir tulum attı. Hemen almak için koştum. Etrafıma baktım Hz.
Peygamber (s.a.v.)'i gördüm (bana gülümsüyor.) Bunun üzerine kendisinden
utandım"[1242]
1211-) İbni Abbâs (r.a.),
Ebû Süfyân b. Harb (r.a.)'m kendisine bildirdiği şu malumatı anlatır:
"Rasûlüllah (s.a.v.), Ebû Süfyân ve Kureyş kâfirleri arasında saldırmazlık
antlaşması (Hudeybiye Antlaşması) yaptığı süre içerisinde, Ebû Süfyân Şam
diyarında ticaret yaparken Bizans Kralı Hiraki haber salıp Ebû Süfyân ve
yanındaki topluluğu çağırtmıştı. Hiraki ve erkanı İlyâ'da (Beyt-ı Makdis'te)
iken Ebû Süfyân'ı yanına getirdiler, Hiraki yanında Rumların ileri
gelenlerinin bulunduğu meclisine onları çağırttı. Sonra tercümanını ve onları
huzuruna aldı:
"Kendisinin
Peygamber olduğunu söyleyen bu adama akrabalık yönünden hanginiz daha
yakındır?" dedi. Ebû Süfyân:
"Akrabalık
yönünden en yakını benim." dedim." dedi. Hiraki:
"Onu yanıma getirin,
arkadaşlarını da yanına getirip arkasına yerleştirin." dedi, sonra da
tercümanına:
"Onun
arkadaşlarına söyle ben, şu kimse hakkında buna soru soracağım. Eğer yalan
söylerse onun yalan söylediğini bildirsinler." dedi.
Ebû Süfyân şöyle
devam eder: "Vallahi, arkadaşlarımın benim yalanımı anlatmalarından
çekinmem olmasaydı, onun hakkında yalan söylerdim. Sonra bana Peygamber
hakkında sorduğu ilk soru:
"Sizin
aranızda onun soyu nasıldır?" olmuştur. Ben:
"O, içimizde
soylu birisidir." dedim. Hiraki:
"Ondan önce
sizden birisi onun söylediği bu şeyleri söylemiş miydi?" dedi.
"Hayır"
dedim.
"Atalarından
kral olan var mıdır?" dedi.
"Hayır"
dedim.
"Halkın ileri
gelenleri mi kendisine tâbi oluyor? Yoksa zayıf kimseler mi tâbi oluyor?"
dedi.
"Zayıf
kimseler"
dedim.
:
"Çoğalıyorlar
mı yoksa azalıyorlar mı?" dedi.
"Hayır,
çoğalıyorlar." dedim.
"Onlardan,
dinine girdikten sonra memnun olmadığından dinden dönen biri var mıdır?"
dedi.
"Hayır" dedim.
"Söylediği
şeyleri söylemezden önce yalan töhmetinde bulunuyor muydunuz?" dedi.
"Hayır"
dedim.
"Sözünden
döner mi?" dedi.
"Hayır. Ancak
biz bir süredir ondan aynyız. Şu anda ne yaptığını bilmiyoruz." dedim. -
Ebû Sûfyan: "Bu sözden başka içerisine bir şeyler katabileceğim başka bir
söz imkanım olmadı." dedi- ve şöyle devam etti:
"Onunla
savaştanız mı?"
"Evet"
dedim.
"Onunla
savaşınız nasıl olmuştu?" dedi.
Onunla aramızdaki
savaş değişiyor, bir bize meylediyor bir ona meylediyor." dedim.
"Size ne emrediyor?"
dedi.
'Tek olan Allah'a
kul olun, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, atalarınızın söylediklerini
bırakın" diyor ve bize namaz kılmayı, dürüst ve namuslu olmayı, akraba
ile ilişkiyi sürdürmeyi emrediyor" dedim. Hiraki tercümanına: "Ona
şöyle de: Sana onun soyundan sordum, kendisinin içinizde soylu birisi olduğunu
söyledin. Zaten Peygamberler böyle olur, kavmin soylu olanlarından peygamber
gönderilir. Sana, sizden birisi onun söylediği şeyleri söylemiş midir, diye
sordum, hayır dedin. O halde diyorum ki: Eğer kendisinden önce bu sözü
söyleyen bir kimse olsaydı, kendisinden önce söylenmiş bir sözün peşine
takılmıştır" derdim. Sana, atalarından kral olan var mıdır? diye sordum,
hayır dedin. O halde ben de diyorum ki, eğer atalarından kral olan birisi olsaydı,
atalarının kraliyetini arzu eden bir kimsedir" derdim.
Sana,
"Söylediği bu şeyleri söylemezden önce yalan töhmetindebulunuyor
muydunuz?" dîye sordum: "Hayır" dedin. Bundan anlıyorum ki,
insanlara yalan söylemeyen, Allah'a karşı hiç yalan söylemez.
Sana: "Halkın
(feri gelenleri mi kendisine tâbi oluyor? Yoksa zayıf kimseler mi tâbi
oiuyor?" diye sordum. Zayıf kimselerin kendisine tâbi olduğunu söyledin.
Aslında peygamberlere (ine önce) uyanlar da onlardır.
: Sana:
"Çoğalıyoriar mı azaîıyoriar mı?" diye sordum, kendilerinin
çoğaldıklannı söyledin. Zaten iman işi böyledir. Tamamlanana değin artar,
Sana:
"Onlardan, dinine girdikten sonra memnun olmadığı için dinden dönen biri
var mıdır?" diye sordum, hayır dedin. Zaten iman da budur, iman nuru kalbe
girdiğinde böyle olur.
Sana:
"Sözünden döner mi?" diye sordum. Hayır dedin. Peygamberler de
sözlerinden dönmezler.
Sana: "Size
neyi emrediyor?" diye sordum, "Size putlara kulluğu yasakladığını,
tek olan Allah'a kul olmayı ve Ona ortak koşmamayı emrettiğini ve yine, namaz
kılmayı, dürüst ve namuslu olmayı emrettiğini söyledin. Eğer senin
söylediklerin doğru ise yakında bu kimse şu iki ayağımın bastığı yerlere sahip
olacaktır. Aslında ben onun zuhur ettiğini biliyordum ama sizden olacağını
tahmin edemiyordum. Eğer ona laşacağımı biisem, tehlikeye rağmen, kendisiyle
karşılaşma zahmetine katlanırım, şayet yanında olsaydım ayaklarını bile
yıkardım." dedi sonrada, Rasulüliah (s.a.v.)'in Dihye (r.a.) ile Bizans'ın
Busra emirine gönderdiği mektubunu istedi. Mektubu getiren, onu Hiraki'a
verdi, o da Mektubu okudu. Mektup şöyleydi:
Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla,
Allah'ın Rasûlü
Muhammed'den Rumlann büyüğü Hirakl'e. Selâm,hidayete uyan kimseleredir, Bundan
sonra, ben seni İslâm çağrısınadavet ediyorum. Müslüman ol ki kuıtuiastn.
Allah, yaptığın işin karşılığını sana iki kat verir. Eğer kabul etmez, yüz
çevirirsen çiftçi ve ziraatçıolan halkının günahı da sana olur.
«Ey Kitap ehli!
Aramızda ortak olan söze gelin. Allah'a kul olalım, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım.
Birbirimizi, Allah'ın dışında birtakım rabler edinmeyelim. Eğer yüz
çevirirlerse:şahit olun ki bizler Allah'a teslim olanlarız" deyiniz.»
(Âı-ı imrâm 64) Sonra Ebû Süryân şöyle devam eder:
Hirakl,
söyleyeceğini söyleyip mektubu bitirdiğinde yanında sesler yükseldi, gürültüler
çoğaldı, biz de oradan çıkarıldık. Oradan çıkarılırken arkadaşlarıma:
"EbÛ Kebşe'nİn (Ebû Kehşe, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in dedelerinden
birisinin ismidir) oğlunun etkisi önem kazandı, ondan Rumlann kralı bile
korkuyor olmalı." dedim. Onun galip geleceği kanaatini hep taşıdım,
sonunda Alfah İslâm'ı gönlüme koydu." [1243]
1212-) Ebû İshâk'tan.
Şöyle demiştir: "Bir kimse, Berâ (r.a.)'a geldi ve: "Ey Ebû Umara,
Huneyn savaşında geriye kaçmış mıydınız" dedi, o da: "Allah'ın
Peygamberinin geriye kaçmadığına şahitlik ederim. Ancak, ordudan aceleci ve
üzerlerinde zırhı olmayanlar Havâzin kabilesinin şu boyuna karşı harekete
geçtiler. Onalar iyi ok atan bir topluluktu hemen ok yağmuruna tuttuiar sanki
oklar çekirge sürüsü gibi idi. Bunun üzerine harekete geçenler dağıldılar,
düşman da Rasûlüllah (s.a.v.)'e yöneldi bu sırada Ebû Sufyân Peygamberimizin
kabrini çekiyordu. Rasûlüflah yere inip dua etti, Ailah'tan yardım diledi.
Şöyle diyordu: "Ben, Peygamberim, yalan yoktur. Ben, Ahdüimuttatib'in
oğluyum! Allah'ım, yardımım indir" Vallahi, harp kızıştığında biz
kendisiyle korunuyorduk. Bizim en cesurumuz onun yanında durabilendi."
dedi"[1244]
1213-) el Berâ b. Âzib
(r.a.Va bir adam: "Huneyn Savaşı'nda (ordu bir ara dağılırken) Rasûiüllah
(s.a.v.)'in yanından kaçtınız mı? dedi, o da: "(Evet kaçtık) ama
Rssûlüİlah (s.a.v.) kaçmadı, Havazin kabilesi iyi ok atan bir kabile idi. Biz
onlarla karşılaştığımızda Müslümanlar ganimetlere yöneldiler, onlar da
üzerlerimize ok yağdırdılar (biz de kaçtık) ama Rasûiüllah (s.a.v.) kaçmamıştı,
kendisini Ebû Süfyân'ın yularını çektiği beyaz katırının üzerinde gördüm, Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Ben Peygamberim, yaian yoktur.
Ben Abdülmuttalib'in oğluyum"diyordu." dedimiştir.
(Huneyn, Mekke ile
Taif şehirleri arasında bir vadidir. Huneyn gazvesi, Mekke'-rvn fethinden snnra
hicri sekizinci ytlda olmuştur. On iki bin kişiden oîuşan İslâm ordusu savaşg
bir kabile olan Havazin ve Sakif kabilelerinden on dört bin kişilik bir ordu
ile savaştı. Bozgunla burun buruna gelen İslâm ordusu Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
cesaret ve sebatı sayesinde toparlanarak zafer.) [1245]
1214-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlültah (s.a.v.) Taif i kuşattığında bir şey elde edemedi:
"İnşallah (kuşatmayı bırakıp) döneceğiz"buyurdu. Bu durum orduya ağır
geldi: "Fethetmeden geri mi gideceğiz" dediler. (Diğer bir rivayette
ise): "Nasıl döneriz" demişler. Bunun üzerine: "Yarınsavaşa
çıkın" buyurdu. Ertesi gün savaşa çıktılar sonunda yaralanmalar oldu
arkasından: "Ya/m inşallah (kuşatmayı bırakıp) döneceğiz"buyurdu, bu
karar hoşlarınagitti, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) gülümsedi."
demiştir.
(Taif, Mekke'nin
120 km. güneyinde 1650 m, yüksekliğinde bir yayladır. Sakif kabilesinin merkezi
ve eski bir yerleşim yeri olan bu şehir gayet sağlam kalelerle çevrilidir,
Mekke fethi ve Huneyn zaferinden sonra düşman safındaki Sakif kabilesi Taife
çekildi. Meşhur Haccac zaliminin de kabilesi olan Sakifliler kalelerinde
aylarca dayanacak erzak depoladıklarından dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.)
kuşatmadan sonuç alınamayacağı düşüncesiyle kuşatmaya son vermişti. Bir yıl
sonra Taiflîler bir heyet göndererek Müslüman olduklarını bildirmişlerdir.) [1246]
1215-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Fetih günü Mekke'ye girdi. Beytullah'tn
etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu elindeki değnekle dürtüp: «Hak geldi,
batıl yok oldu» (isrâ: si) «Hak geldi, batıl ne yoktan var edebilir ne de
yeniden diriltebilir» (Sebe: 49) diyordu" demiştir.
(Rasûlüllah
(s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde Kabe ve çevresinde putlar vardı, bu putları
temizleterek Kabe'nin içerisine girmişti. Kendisinin Kabe'ye girişini ve
içeride ne yaptığı 871 ve 872. hadislerde anlatılmaktadır.) [1247]
1216-) Ebû İshak, Berâ b.
Âzib'i şöyle derken işittim, demiştir: "Hudeybiye anlaşmasının yapıldığı
zaman Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Mekke müşrikleri arasındaki banş anlaşmasını
Ali b. Ebî Talib yazmıştı. Şöyle yazmıştı "Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed
(s.a.v.)'in yaptığı sözleşmedir..." Bunun üzerine müşrikler:"
Allah'ın Rasûlü, diye yazma. Eğer senin, Allah'ın Rasûlü olduğunu bilseydik
seninle savaşmazdık." dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de Ali'ye: "Bu
ifadeyi sil" bıyurâu, O da: "Ben bu ifadeyi si-lemem" dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.) de eliyle kendisi sildi. Müşriklerin ileri sürdükleri
şartlar içerisinde "Mekke'ye girmeleri ve üç gün kalmaları, silahlar da
kınında olarak gireceklerdir." şartı da vardı."
(Mekke'ye girerken
silahların kınında olması kaydının iki nedeni olabilin Mekke'ye silahlan
dışanda olarak giren Müslümanlann, burayı fethetmiş görüntüsü verebileceğinden
dolayıdır. Yahut bir sataşma olduğunda hemen silaha davranabilirlerdi.
Kanaafjmca birinid yaklaşım daha uygundur. Kâfirler sembolik bile olsa İslâm'ın
muzafferiyetini içlerine asla sindiremezler. Bu geçmişten günümüze kadar böyle
gelmiş ve böyle devam edecektir.) [1248]
1217-) Ebû Vâfl'den.
Şöyle demiştir: "Seni b. Huneyf (r.a.), Sıffînsavaşında ayağa kalkıp
(anlaşmaya sıcak bakmayan ve savaşa karşı kendisinin gevşekdavrandığı ithamında
bulunanlara) şöyle dedi: "Ey insanlar, asıl siz kendinizi yoklayınız
(itham ediniz.) Hudeybiye barışında Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte olduk.
Eğer savaşı gerekli görseydik kesinlikle orada savaşırdık. Bu söylediğim
Rasûlüllah (s.a.v.) ile müşrikler arasındaki barış anlaşmasında olmuştu.
Anlaşma sonunda Ömer, Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü,
biz hak üzerinde, onlar batıl üzerinde değil mi?" dedi: "Evet
öyle" buyurdu: "Bizim ölenlerimiz cennette, onların ölenleri
cehennemde değil mi?" dedi: "Evet Öyle"buyurdu: "Öyleyse
niye dinimiz konusunda ödün veriyor ve henüz Allah, bizimle onlar arasında
hükmünü vermeden geri dönüyoruz?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey
Hattaboğlu! Ben, Allah'ın Rasûlüyüm. Allah, beni ihmal etmez" buyurdu.
Bunun üzerine Ömer öfkeli bir şekilde oradan ayrıldı ve Ebû Bekir'e vardı:
"Ey Ebû Bekir, biz hak üzerinde, onlar batıl üzerinde değil mi?"
dedi: "Evet öyle" dedi: "Bizim ölenlerimiz cennette, onların
ölenleri cehennemde değil mi?" dedi: "Evet öyle" dedi:
"Öyleyse neye dayanarak dinimiz konusunda ödün veriyor ve henüz Allah,
bizimle onlar arasında hükmünü vermeden geri dönüyoruz?" dedi. Ebû Bekir:
"Bilesin ki, o, Allah'ın Rasûlüdür. Allah, onu ihmal etmez" dedi.
Bunun araksından, Rasûlüllah (s.a.v.)'e fetih müjdesini veren sure indi.
Rasûlüllah (s.a.v.), Ömer'e haber saldı ve bu sureyi ona okuttu. O da: "Ey
Allah'ın Rasûlü, bu fetih müjdemi mi?" dedi: "Evet" buyurdu.
Bunun üzerine Ömer'in içi rahat etti ve Medine'ye döndü"[1249]
1218-) Ebû Hâzim Seleme
b. Dinar'dan. Kendisi, Rasûlüllah (s.a.v.)'in Uhud savaşında yaralanması
konusunda Seni b. Sa'd (r.a.)'ı dinlemiş. Sehl b. Sa'd (r.a.), şöyle demiştir:
"Rasûlüllah (s.a.v.)'in yüzü yaralandı, dişi ki başındaki miğferi
parçalandı. Rasûlüllah (s.a.v.)'in kızı Fâtıma kanj yıkıyor, Ali b. Ebî Taiib
de kalkan iie üzerine su döküyordu. Fâttma, suyun kanamayı artırdığını görünce
bir hastr parçası alıp kül haline gelene kadar yaktı, arkasından yaranın
üzerine koydu böylece kan kesildi," [1250]
1219-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Uhud Savaşı'nda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kafası yarılmıştı.
Bunun üzerine: "Peygamberlerinin kafasını yaran bir toplum nasıl
kurtulabilir ki" buyurdu, bu nedenle Allah: «Onların tevbelerini kabul
etmesi veya alim olduklarından dolayı onlara azab etmesi senin elinde
değildir.» (âh imrân: 128) ayetini indirdi." demiştir. [1251]
1220-) İbni Mes'ûd
(r.a.): "Sanki ben Hz. Peygamber (s.a.v.)'i Peygamberlerden bir Peygamberi
anlatırken şimdi görür gibiyim. (Anlattığı bu peygamberin) kavmi kendisini
dövüp kan içinde bırakmış, yüzünden kanını siier-ken: "Allah'ım, kavmimi
bağışla, çünkü oniar bilmiyorlar." diyordu." demiştir. [1252]
1221-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.) ön dişleri ile azı dişleri arasındaki kınlan
dişlerini göstererek: "Peygamberine bunu yapan topluma Allah'ı'ın gazabı
çok çetin olmuştur. Allah'ın Rasûl'ünün Allah yolunda öldürdüğü adam için
Allah'ın gazabı çok çetin olmuştur, "buyurdu" demiştir. [1253]
1222-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Kabe'nin yanında namaz kılıyordu,
bu sırada Ebû Cehil ve arkadaşları da orada oturuyorlardı. Derken birisi (ebû
cemi) diğerlerine: "Hanginiz falancaların kestiği devenin döl eşini
(devenin karnındaki yavrunun bulunduğu zarı) getirip de Muhammed namazda
secdeye varınca üzerine koyabilir?" dedi. Topluluğun en eşkıyası koşup onu
getirdi, Hz. Peygamber (s.a.v.) ş secdeye varıncaya kadar bekledi ve akabinde
iki omuzunun arasına sırtına bıraktı, Ben de hiçbir şey yapamadan seyrediyordum
keşke bir gücüm olsaydı- onlar gülüşüp (bu sen yaptın o yaptı diye)
birbirlerine isnat etmeye başladılar. Rasû!ül!ah (s.a.v.) ise secdeden başını
kaidıramıyordu
sonunda Fatıma
gelip sırtındakini attı da Rasûlüllah başını kaldırabildî. Sonra üç defa:
"Ey Allah'ım Kureyş'isana hava/e ediyorum"'dedi. Kendilerine beddua
etmesi onlara çok ağır geldi. Çünkü bu şehirde duanın kabul olunacağı inananda
idiler. Hz. Peygamber (s.a.v,) devamla bedduasında isim de verdi: "Ey
Allah'ım! Ebö Cehil'i sana havale ediyorum, Utbe b. Rabia'yı, Şeybe b.
Rabia'yı, Velid b. Utbe'yi, Ömeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebi Muayt'ı sana havale
ediyorum" dedi. -Yedincisini de saymış ancak hadisi rivayet eden onu
ezberinde tutamamış- Abdullah İbni Mes'ûd (r.a.): "Canım elinde olan
Allah'a yemin oisun ki, Rasûlüllah (s.a.v.)'in saydıklarının kuyuda, Bedir
kuyusunda yere serilmiş cesetlerini gördüm" demiştir. [1254]
1223-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Hz. Aişe (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Uhud
Savaşı'ndan daha zor bir gün sana geldi mi?" demiş, o da: "Kavminden
(Kureyşten) çok şeylerle karşılaştım, ama onlardan karşılaştığım, Akabe Biati
zamanında karşılaştığımdan daha zor değildi. (Taif ıien geienterindenvMMftr
Kulâl'in oğlu İbni Abdi Yâtîl'e beni barındırmasını teklif ettim, fakat
isteğime cevap vermedi. Arkasından yolum üzere üzgün bir şekilde oradan ayrılıp
Çlktim. (Mekke yakınlarında küçük bir dağ olan) Kamil Seâlİb mevkİSİne
kadar üzüntümden
kendime gelemedim. Burada başımı kaldırdım, bir de ne göreyim, beni gölgesine
almış bir bulut var. Baktım, içerisinde Cebrail vardı. Bana: "Allah,
kavminin sana söylediklerini ve seni reddetmelerini işitmiştir. Onlar hakkında
dilediğinde emir vermen için sana Dağların Meleği'ni göndermiştir. "
diye seslendi. Arkasından, Dağların Meleği seslenip, bana selâm verdikten
sonra: "Ey Muhammed, (Aiiah) istediğini yapmamı söyledi. Eğer şu iki
yalçın dağı (Ebö Kubr ,s ve Kuaykân Dağiart'm) üzerlerine
kapayıvermemiistersenyapıvereyim."dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Hayır, Allah'ın, onların sulbünden kendisine hiçbir şeyi ortak
koşmayarak, sadece Allah'a kulluk edenkimseleri çıkarmasını
umarım"buyurmuştur.
(Efendimizin, başta
amcası Hz. Hamza olmak üzere ashabından değerli şahsiyetleri kaybettiği,
bundan öte ölüm tehlikesi atlattığı Uhud Savaşı'ndan daha ağırgeldiğini
belirttiği olaylar, Akabe Biati öncesi kendisini koruyan amcası Ebû Talib ve en
büyük destekçisi Hz. Hatice validemizin vefatından sonra destek bulmak için çıktığı
Taif yolculuğu ve bu tarihlerdeki karşılaştığı sıkıntılardır. Kendisi Ölüm
tehlikesinden dolayı Mekke'ye ancak Mut'im b. Adİyy'in himayesinde
girebilmiştir. Bu olaylardan Önce de Kureyşüler'in boykotu vardı ki yaklaşık
üç yıl sürmüştü. Bu sürede amcası ve hanımını kaybetmişti. Bu yıla da Hüzün
Yılı adı verilmiştir.) [1255]
1224-) Cündüb b. Süfyân
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in savaşların birisinde parmağı
kanamıştı, bunun üzerine şu beyti söyledi: "Hel enti illâ isbaun dem iti
ve fi sebilillahi mâ lagîti Allah yolunda karşılaştığın, sadece senin kanayan
bir parmak olmandır.) [1256]
1225-) Esved b. Kays'tan.
Kendisi, Cündüb (r.a.)'ı şöyle derken i-şitmiştir: "Cebrail, Rasûiüllah
(s.a.v.)'e gelmekte gecikti. Bunun üzerine müşrikler: "Muhammed,
terkedildi" dediler. Arkasından Yüce Allah: «Kuşluk vaktine ve karanlığı
iyice bastırdığı zaman ki geceye yemin olsun kî, Rabb'in seni bırakmadı, sana
darılmadı da» ayetini indirdi." [1257]
1226-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.)'dan: "Rasûiüllah (s.a.v.) Bedir Sava-şı'ndan önce üzerine fedek
dokuması saçaklı kadife palan vurulmuş bir eşeğe bindi, arkasına da Üsâme b.
Zeyd'i bindirdi. Haris b. Hazrec o-ğulları'ndaki Sa'd b. Ubâde'ye hasta
ziyaretine gidiyordu. İçerisinde Abdullah b. Übey b. Selûl'ün de bulunduğu bir
meclise uğradı. -Bu oiay Abdullah b. Übey'in Müslüman olmasından önce idi- Bir
de baksa ki mecliste Müslümanlardan, putlara kulluk eden müşriklerden ve Yahudilerden
karışık birtakım kimseler vardı. Abdullah b. Ravaha da mecliste bulunuyordu.
Hayvanın kaldırdığı toz meclisi kaplayınca, Abdullah b. Übey elbisesi ile
burnunu kapattı, sonra: "Üzerimize tozutmayın!.." dedi. Rasûlüüah
(s.a,v.) oradakilere selâm verdi, durup aşağı indi ve kendilerini Allah'a
davet etti, onlara Kur'ân okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selûl:
"Be adam!.. Şu biline ki eğer gerçek ise bu söylediğin şeylerden daha
güzel yoktur, ama bunlarfa bizi meclisimizde rahatsız etme!,. Yerine git de
sana kim gelirse ona anlat!.." dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ravaha:
"Ey Allah'ın Rasûlü, sen ona bakma. Bizimmeciislerimize bunları yine
getir. Gerçekten biz bunları seviyor, istiyoruz." dedi. Bunun üzerine
Müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirleriyle söz dalaşması yaptılar, hatta
neredeyse birbirlerine atılıp saldıracaklardı, bu arada Rasûiüllah (s.a.v.)
sürekli yatıştırmaya çalışıyordu. Sonunda sakin leşti ier. Arkasından Hz.
Peygamber (s.a.v.) hayvanına binip hareket etti, nihayet Sa'd b. Ubâde'nin
yanına girdi, Abdullah b. Übey'i kastederek: "Ey Sa'd, Ebû Hubâbe'nîn ne
söylediğini duydun mu? Şöyle, şöyle söyledi Sa'd b. Ubâde: "Ey Allah'ın
Rasûiü, onu bağîşla, kusuruna bakma. Sana Kitabı indirene yemin olsun ki şu
belde halkı ona taç giydirip kralların sarığını sarmaya anlaştıkları bir sırada
Allah, sana İndirdiği hakikati getirmiştir. Sana verdiği hakikat ile Allah bu
işi geri çevirince bu durum onun boğazına durdu, hazmedemedi. Görmüş olduğun
şeyleri bu nedenle yapmıştır."dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) onu
bağışladı."
(Söz konusu
kimselerin Müslüman olmaları görüntüde idi, içlerindeki kin ve nefret sürekli
devam etmiş, yeri geldiğinde her fırsatı değerlendirmiş, münafıklıklarını
sergilemişlerdir.) [1258]
1227-) Enes b. Maiik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Abdullah b, Übey'e gitsen?"
denildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir eşeğe binerek ona gitti. Müslümanlar da
kendisiyle birlikte gittiler. Gittikleri yer çorak bir yerdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) onun yanına vardığında: "Benden uzak dur. Vallahi eşeğinin pis
kokusu beni rahatsız etti." dedi. Bunun üzerine Ensardan bir kimse:
"Allah'a yemin olsun ki, Rasûiüllah (s.a.v.)'in eşeği, senden daha hoş
kokuludur" dedi. Arkasından Abdullah'ın kabilesinden bir adam Abdullah'a
söylenen bu sözden doiayı öfkelendi, bunun arkasından her iki tarafın adamiarı
birbirlerine karşı öfkeye kapıldılar ve hurma çubuklanyla, ayakkabılarla ve
elleriyle aralarında kavga oldu. «Müminlerden iki taraf birbirleriyle kavga
e-derse hemen aralarım düzeltiniz» (Hucörât: 9) âyetinin bu yüzden indiği
bilgisi bize ulaştı"[1259]
1228-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.): "Ebû Cehil'in ne
yaptığına kim bakar? buyurdu. HemenAbdullah b. Mes'ûd koşup gitti ve onu
Afrâ'nm iki oğlu tarafından yaralanmış ve yerde yığılmış olarak buldu.
Sakalından tutup: "Sen Ebû Cehil değil misin?" dedi. Ebû Cehil:
"Öldürdüğünüz adamın veya kavminin öldürdüğü adamın üstünde (daha üstün
bir kimse) var mıdır?" dedi." [1260]
1229-) Câbir b. Abduilah
(r.a): "Rasûlüliah (s.a.v.): "Kim, Ka'b b. Eşrefe haddini bildirir?
Çünkü o, Allah ve Rasûfânü incitip eziyet vermiştir." buyurdu. Muhammed
b. Mesîeme hemen kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü, onu benim öldürmemi ister
misin?" dedi O da: 'Tamam" dedi. Muhammed b. Mesleme: "Bazı
şeyler söylemem için bana izin ver" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): 'Tamam
söyle" buyurdu. Neticede Muhammed b. Mesleme, Ka'b b. Eşrefin yanına
geldi ve: "Şu adam bizden zekât vermemizi istedi, gerçekten bizi yorup
bitirdi. Bu yüzden ben senden borç istemeye geidim" dedi. Ka'b: "Evet
öyle, Allah'a yemin oisun ki ondan daha çok usanırsın" dedi. Muhammed b.
Mesfeme: "Bir kere ona uyduk, durumu ne oiur sonuna bakana değin artık
kendisini bırakmayı düşünmüyoruz. Bize bir iki yük yiyecek vermeni
istedik" dedi, o da; "Oiur ama bana rehin bırakmanız lazım"
dedi. Oniar: "Rehin ne istiyorsun?" dediler. Ka'b:
"Kadınlarınızı bana rehin bırakın" dedi. Onlar: "Sen, Arapların
en yakışıklısı iken kadınlarımızı nasıl sana rehin bırakabiliriz"
dediler. Ka'b: "O zaman oğullarınızı bana rehin bırakın" dedi. Oniar:
"Birileri: "Bir iki yüke rehin bırakıldı" diye evlatlarımızı
dillerine dolarlar bu da bize ar oiur ama silahlarımızı sana rehin
bırakalım" dediler. Arkasından Ka'b tekrar gelmeleri için onlara zaman
belirledi. Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ın süt kardeşi Ebû Naile ife birlikte
geceleyin geldiler. Ka'b onları kaleye çağırmıştı, (geldiklerinde) yanlarına
indi. Kans/: "Bu saatte nereye gidiyorsun?" dedi: "Bu gelenler
Muhammed b, Mesleme ile kardeşim Ebû Naile'dir" dedi. Kansı: "Ben
bir ses duyuyorum... Sanki ondan kan damlıyor..." dedi, O da: "Bu
geienler Muhammed b. Mesleme kardeşim ile süt kardeşim Ebû Naile'dir. Hem
soylu bir kimse geceleyin kılıç darbesine bile çağrılsa buna icabet eder."
dedi. Muhammed b. Mesleme kendisiyle birlikte iki kişiyi de içeri koydu. Bir
rivayete göre bunlar Ebû Abs b. Cübeyr, Haris b. Evs ve Abbâd b. Bişr"dir.
Muhammed b. Meslemearkadaşlarına: "Yanımıza geldiğinde ben saçının ne
güzel koktuğunu söyler ve kokianm bu sırada onu yakaladığımı gördüğünüzde hemen
atılıp vurun!" dedi. Diğer bir rivayette ise: "Sonra size de başını
koklatmm." demiştir. Ka'b kılıcını kuşanmış etrafına güzel kokular saçarak
indi. Muhammed b. Mesleme: "Bugünkü kadar böyle güzei bir koku
görmedim" dedi. Ka'b: "Arabın en güzei kokulu ve en mükemmel kadınian
benim yanımdadır." dedi. Muhammed b. Mesleme: "Başını bir koklamama
izin verir misin?" dedi. O da: 'Tabi" dedi. Başını kokladı sonra da
arkadaşlarına koklattı, arkasından: "Bir daha koklamama izin verir
misin?" dedi. O da: 'Tabi" dedi. Muhammed b. Mesieme, Ka'b'ı
yakalayınca: "Haydi saldırın!" dedi, hemen öldürdüler sonra da Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e gelipdurumu bildirdiler."
(Ka'b'ın babası
Eşref, Tay kabilelesinden idi, annesi ise Yahudi Nadiroğullan kabilelesinden
olup bir sonraki hadiste anlatılan Ebû Râfi' Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'ın kızıdır.
Ka'b b. Eşref şair, servet sahibi bir kimse İdi. Söylediği şiirlerle o günün kamuoyunu
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in aleyhine çevirmek için büyük çaba göstermiştir. Bedir
Savaşı'ndaki İslâm zaferini bir türlü hazmedememiş ve Mekke'ye giderek müşriklerle
yas tutmuş, katledilen müşrik liderler için şiirler söyleyerek müşrikleri Hz.
Peygamber (s.a.v,)'e karşı kışkırtmıştır. Tabiîn döneminden sonra gelen ünlü
müfes-sir Mukâtil b. Süleyman: «...Kâfirlere gelince, onların dostları
Tâğût'tur...» (Bakara: 257} ayetindeki, şeytani güç diye niteleyebileceğimiz
Tâğût'tun, Ka'b b. Eşref olduğunu söylemiştir. (Zâdü'i-Mesîr, îbnu'i-cevzî, i.
268) İbni Abbâs (r.a.), Dahhâk ve Mücâhid, Nisa: 51. ayetteki Tâğût'un da Ka'b
b. Eşref olduğunu söylemişlerdir. (TefefruVTaberî, iv. 135-136, zâdü'i-Mesîr,
ibnij'Kevzî, ii. 139) O dönemde kamuoyunu yönlendiren en yaygın vasıta olan
şiirle Müslümanlara sataştığı gibi Müslüman kadınian da diline dolamıştır. Bu
çirkin yayına Peygamber şairi Hassan b. Sabit (r.a.) söylediği şiirlerle cevap
vererek Ka'b'ın Medine'yi terk etmesine neden olmuştur. Bedir sava-şı'ndan
sonra Mekke'ye giderek Kureyşin intikam duygularını tahrik eden Ka'b b. Eşref
ve onu Mekke'de evlerinde misafir edenler hakkında Hassan b. Sabit (r.a.)
şiirler söyleyerek bunları hicvetmiştir. Onun bu şiirleri o kadar etkili oldu
ki, artık kimse bu adamı evinde misafir kabul etmeye cesaret edemedi.
Hz. Peygamber
(s.a.v.) haksız yere Müslümanlara saidıran, acımasızca olmadık iftiralarla
Müslümanları küçük düşüren, o dönemin yayın organı sayabüeceğmiz diğer şairleri
de uyarmış yaptıkları iftira kampanyasına son vermezlerse ortadan kaldırılmalarını
emretmiştir. Esma bintü Mervan, Ebû Afek, Ebû Uzze bunlardandır. Ebû Uzze
şiirleriyle Kinâneoğuilan'nın Kureyş'e yardıma koşmalarına neden olmuştur. Bu
konuda daha geniş bilgi edinmek için "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i
Sarih" isimli çalışmamızdaki 1613. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.
Aynca aynı yerde
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma'nın, şair ve şiirlerin basın işlevini gördüğünü
anlattığı "Hz. Peygamber (s.a.v.) Devrinde Basın" isimli makalesine
de bakınız) [1261]
1230-) Enes (r.a.) anlatır:
"Rasûlüllah (s.a.v.) Hayber Gazası'na çıktı. Sabah namazını ortalık
karanlık iken Hayber yakınlarında kıldık. Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.)
bineğine bindi. Ebû Talha da bindi ben de Ebû Talha'nın terkisinde idim. Hz.
Peygamber (s.a.v.) Hayber sokağı içerisinde ilerledi. Dizim Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in uyluğuna dokunuyordu, (kalabalık ve sürtünme) izan sıyrıldı ve Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in uyluğunun beyazlığını görüyordum. Şehre girdiğinde üç
defa: "Allahü Ekber, Hayber şehri harap oldu! Biz bir kavmin yurduna indiğimizde
uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur." buyurdu, (bu ifade sâffât: 177.
ayetinden alıntıdır.) Halk işlerinin başına çıktığında: "Eyvah!
Muhammedi" dediler. Hayber şehrini kuvvet kullanarak ele geçirdik."
Diğer bir rivayet
şöyledir "Hayber Gazası'nda ben de Ebû Talha'nın terkisinde idim, ayağım
Rasûlüllah (s.a.v.)'in ayağına dokunuyordu. Hayberlilerin üzerine Güneş
doğduğunda varmıştık, hayvanlarını araziye çıkarmış kendileri de zembil, kazma
ve kürekleriyle çıkmışlardı: "Eyvah! Muhammedi Ordu!" dediler.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Hayber şehri harap oldu! Biz bir kavmin yurduna
indiğimizde uyarılmış fanların Sabahı ne kötü olur. "buyurdu. (Bu ifade
Sâffât: 177. ayetinden alıntıdır.)" buyurdu. Yüce Allah, onları hezimete
uğrattı." şeklindedir. [1262]
1231-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Hayber'e çıkmıştık,
bir gece yürüdük. Ordudan birisi Âmir b. Ekvâ (r.a.)'a: "Ey Âmir ezgi
şiirlerinden bize bir şeyler dinletmez misin?" dedi. Âmir şair bir kimse
idi ve deve sürerken söylenen şiirleri de söylerdi. Bu şiirlerinden söyleyip
ordunun develerini sürmek için indi:
"Allah'ım sen
yol göstermeseydin doğru yolu bulamazdık,ne sadaka verir ne de namaz
kılardık.Canımız sana feda olsun bizi geriye bıraktığın sürece bağışla,düşmanla
karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl üzerimize sükunet (sekîne) gönder.
Haksızlığa
çağrıldığımızda karşı çıkarız. Nidalarıyla bize karşı yardım istediler."
diyordu. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu sürücü kimdir?"buyurdu.
Oradakiler: "Âmir b. Ekvâ" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah
ona merhamet etsin "buyurdu.
Ordudan birisi:
"Ey Allah'ın Peygamberi (artık bu dua ne onun şemd olması) ketî (şehid
olup cennete girecek, bıraksaydın aramızda kalsaydı da) ondan biraz daha
İstifade etseydik." dedi. Sonunda Hayber'e geldik ve kuşatmayı başlattık,
neticede büyük bir açlıkla karşılaştık, arkasından Allah bize Hayber'de zafer
nasip etti. Zafer kazandığımız günün akşamı halk pek çok ateş yaktı, Rasûlüllah
(s.a.v.): "Bu ateşler de nedir? filiye yakıyorsunuz?" buyurdu:
"Et pişirmek için" dediler: "Hangi et?" buyurdu:
"Evcil eşek eti" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Etleri dökün,
kaplan da kırın" buyurdu. Bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü tencereleri
boşaltsak da yıkasak (kır-masakjoîmaz mı?" dedi: "Öyle de
yapabilirsiniz."buyurdu. Âmir'in kılıcı kısa idi, muhasarada ordu savaş
düzeni aldığında bu kılıçla Yahudinin bacağına vurmak için uzandı ama kılıcın
keskin tarafı kendisine döndü, Amir-'in diz kapağına isabet etti ve bu sebeple
vefat etti. Ordu döndüğünde Rasûlüllah (s.a.v.) beni gördü, ellerimden tuttu:
"Neyin var?"öeö\, kendisine: "Annem babam sana feda olsun
Âmir'in {kendi hamlesiyle yaralanıp) amelinin boşa gittiğini iddia edip
söylediler ne dersin?" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bunu söyleyen
doğru söylememiştir, -iki parmağını birleştirip- şüphesiz onun iki sevabı
vardır. O, Cahid'dir (=gayretli çalışkan) ve Mücahiddir (Allah yolunda
çarpışandın) Bu hal üzere yürüyen bunun gibi bir Arap çok azdır,
"buyurdu."
(Âmir b. Ekvâ
(r.a.), Seleme b. Ekvâ (r.a.)'ın amcasıdır. Seleme (r.a.)'ın babası Amr, dedesi
Ekvâ'dır. Kendisi Seleme b. Ekvâ olarak tanınmıştır.) [1263]
1232-) el-Berâ b. Âzib
(r.a.) anlatır: "Hendek Savaşı'nda Rasûlüllah (s.a.v.)'i toprak kamının
beyazlığını kapatmış halde toprak taşırken gördüm: "Allah'ım, Sen yol
göstermeseydin biz doğru yolu bulamaz sadaka veremez, namaz kılamazdık. Sen
bize huzur ve sükûneti (sekmeyi) indir, kâfirlerle karşılaştığımızda
ayaklarımızı sağlam kıl, bu adamlar bize saldırmışlardır. Bizi dinimizde
fitneye düşürmek istediklerinde onlara karşı çıktık, "diyordu. [1264]
1233-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hendek kazıp o-muzlarımızda toprak taşırken,
Rasûlüllah (s.a.v,), yanımıza geldi ve:"Allah 'im, kalıcı hayat âhiret
hayatıdır. Sen Muhacir ve Ensar'ı bağışla "buyurdu." [1265]
1234-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlülfah (s.a.v.) Hendek Savaşı'nda hendek kazıldığında
hendeklere gitmişti. Baktı İd soğuk bir sabah vakti Muhacir ve Ensar hendek
kazıyorlar. Kendilerinin işlerini görecek köleleri de yoktu. Üzerlerindeki
yorgunluk ve açlfğı görünce: "Allah'ım, kalıcı hayat âhiret hayatıdır. Sen
Muhacir ve Ensar'ı bağışla" buyurdu. Onlar da şu beyitle karşılık vererek:
"Bizler ki Muhammed'e hayatta kaldığımız sürece ebediyete kadar biat
edenleriz." dediler. [1266]
1235-) Yine kendisinden
gelen diğer bir rivayette ise: "Muhacir ve Ensar Medine'nin etrafına
hendek kazmaya başladı. Omuzlarında toprak taşıyor ve: "Bizler ki
Muhammed'e hayatta kaldığımız sürece ebediyete kadar İslâm üzere kalmaya biat
edenjeriz." diyorlardı."
Hz. Peygamber
(s.a.v.) de onlara: "Allah'ım, şu bir gerçektir ki âhiret haynndan başka
hayır yoktur. Ensar ve Muhacir hakkında bereket ve hayır ver. "diyerek,
onlara karşılık veriyordu." demiştir. [1267]
1236-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.): "Sabah ezanı okunmadan önce yola gkmıştım. Rasûlülfah (s.a.v.)'in
sağım develeri Zâtu'l-Garad bölgesinde yayılıyordu Abdurrahman b. Avfın
hizmetçisi karşıma çıktı ve: "Rasûlüilah (s.a.v.)'in sağım develeri
kagnldı" dedi: "Kim kagrdı?" dedim: "Gatafan
kabilesinden" dedi, bende üç defa: "Baskın var! Baskın var!"
diye haykıra-rak Medine'ye sesimi duyurdum sonra da önüm sıra koştum. Nihayet
onla-n yakaladım, su içmeye koyulmuşlardı. Hemen ok atmaya başladım. Ok atarken
de: "Ben, Ekvâ oğluyum, bugün haram süt emmişlerin ölüm günüdür"
diyerek ezgi söylüyordum sonunda develeri ellerinden kurtardım otuz tane elbise
(bürde) ele geçirdim. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte halk geldi:
"Ey Allah'ın Peygamberi, bu adamlar susuzdur su içmelerine fırsat
vermedim. Hemen üzerlerine adam gönder" dedim. O da: "Ey Ekvâ oğlu,
(istediğim) elde ettin bu nedenle bırak onian" buyurdu sonra Rasûlüilah
(s.a.v.) beni deve üzerinde terkisine aldı döndük ve Medine'ye girdik"
demiştir. [1268]
1237-) Enes (r.a.)
anlatır: "Uhud Savaşı'nda halk Hz. Peygamber (s.a.v.)'i bırakıp geri
kaçarken Ebû Talha ise Hz. Peygamber (s.a.v.)'in önünde meşin kalkanı ile onu
koruyordu. Ebû Talha yayının kirişi sert, usta bir atıcı idi. O gün iki veya üç
yay kırmıştı. Sadağı ok dolu olarak yanından geçenlere (H2. peygamber):
"Okları Ebû Talha'ya boşalt" derdi. Bir keresinde Hz. Peygamber
(s.a.v.) kalabalığa bakmak için ayağa kalktı, Ebû Talha: "Ey Allah'ın
Peygamberi, anam babam sana feda olsun, ayağa kalkma, kalabalıktan gelen bir ok
size isabet edebilir. Bu yüzden benim göğsüm sizin göğsünüzün önünde siper
durmaktadır." diyordu. Ebû Bekir'in kızı Aİşe ile Ümmü Süleym'i de
görmüştüm, paçalannı sıvamışlar dizle-rindeki hal hal takma yerlerini
görüyordum, omuzlarında su kovalannı koşturup mücahidlerin ağızlanna
boşaltıyor, arkasından dönüp tekrar dolduruyor, hemen getirip mücahidlerin
ağızlanna boşaltıyorlardı. Ebû Talha'nın elinden iki veya üç defa kılıç yere
düşmüştü." [1269]
1238-) Ebû İshâk'tan.
Abdullah b. Yezid (r.a.), yanında Berâ b Âzib (r.a.) ve Zeyd b. Erkam (r.a.)
ile birlikte yağmur duasına çıkmış. Onların arasında minber üzerinde değil de
ayakta istiğfar getirmiş sonra iki rekat namaz kıldırmış, namazda kıraat
açıktan okumuştur. Bu namazda ezan ve kamet getirilmemiştir. [1270]
1239-) Zeyd b. Erkâm
(r.a.)'a: "Hz. Peygamber (s.a.v.) kaç gazve yapmıştır?" denildi:
"On dokuz" dedi: "Sen, kendisiyle kaç gazvede bulundun?"
denildi: "On yedi" dedi (ravi): "Hangisi ilk gazvedir?"
dedim: "Uşeyr veya Uşeyra gazvesi" dedi. [1271]
1240-) Büreyde b. Husayb
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.), on dokuz gazve yaptı bunlardan sekizinde
çarpıştı." demiştir. [1272]
1241-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yedi gazvede bulundum. Bir
keresinde başımızda Ebû Bekir diğerinde ise Üsâme b. Zeyd komutan idi"
demiştir. [1273]
1242-) Ebû Mûsâ el-Eşa'rî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte gazveye çıkmıştık (bizim
gruptakiler) altı kişi İdik. Bir devemiz vardı ve nöbetleşe biniyorduk bu
yüzden yürümekten ayaklarımız delindi. Benim ayaklarım delindi tırnaklarım
döküldü. Bu seferde ayaklarımıza bez parçaları doluyorduk. Ayaklarımıza bez
parçaları doladığımızdan dolayı bu gazveye Zâtu'r-Rİka'(=yamalıklar, sargılar)
gazvesi adı verildi" demiştir. [1274]
1243-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.): "İnsanlar şu idare konusunda Kureyş'e
uyarlar. Müslümanları Müslü-mantarına, kâfirleri de kâfirlerine uyar. İnsanlar
maden kaynaklan gibidir. Cahiliye döneminde iyi kimseleri dini iyice öğrendiklerinde-
İslâm'da da iyi kimseleridir. İnsanların iyilerinden bir kısmını şu idare
konusunda içine düşene kadar en isteksiz olanlar / içine düşseier bile en
isteksiz o/anlar olarak görürsünüz, "buyurmuştur. [1275]
1244-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şu idare işi kendilerinden iki kişi
kaldığı sürece Kureyş'te devam eder."buyurmuştur. [1276]
1245-) Câbir b. Semura
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.Yi: "On iki emir (idareci)
olacak."diye buyururken işittim. Yine kendisi bir sözsöyledi
ama duyamadım bunu da
babam: "Bunların hepsi de
Kureyş'tendir." diye söyledi." demiştir. [1277]
1246-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Ömer'e: "Yerine halife tayin etmez misin?" denildi, o
da: "Eğer halife tayin edersem benden daha hayırlı bir kimse olan Ebû
Bekir de halife tayin etmişti. Eğer tayin etmezsem benden daha hayırlı bir
kimse olan Rasulüllah (s.a.v.) de tayin etmemişti." dedi." demiştir. [1278]
1247-) Abdurrahman b.
Semura (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bana: "Ey Abdurrahman b.
Semura, idareciliği isteme. Şunu bil ki bunu istemen neticesinde sana verilirse
bununla baş başa bırakılırsın. Eğer istemeden sana verilirse bu konuda yardım
görürsün, "buyurdu." demiştir. [1279]
1248-) Ebû Musa el-Eşari
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Amca oğllanmdan iki kimse İle Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in yanına girdim. Bu ikisinden birisi: "Ey Allah'ın Rasûlü, Yüce
Allah'ın seni yetkili kıldığı yerlerden birisine beni yönetici gönder"
dedi. Diğeri de benzer şeyler söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Allah'a
yemin olsun ki biz bu işe, ne onu isteyenine de buna hırsı olanları görevli
atarız" buyurdu." [1280]
1249-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.): "Kavmim Eş'arîlerden iki kimse ile Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
gelmiştim. (Bu kimseler görev istedüer.) Ben de: "Onların görev
isteyeceklerini bilmiyordum." dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
"Görevlendirmemize talip oianfan asla görevli tayin etmeyiz, "buyurdu."
demiştir. [1281]
1250-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,), şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz,
her biriniz çobandır ve her biriniz i-da resi altındakiler den sorumludur,
İnsanlar üzerindeki İdareci, çobandır ve idaresi alttndakilerden sorumludur.
Erkek, ailesinde çobandır ve idaresi altmdakilerden sorumludur. Kadın,
kocasının evinde çobandır ve idaresi altmdakilerden sorumludur. Uşak,
efendisinin malında çobandır ve idaresi altmdakilerden sorumludur. Hulasa
herbiriniz birer çobandır ve idaresi altındakinden sorumludur. [1282]
1251) Mâ'kıl b. Yesâr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Allah, herhangi bir kulun idaresi
altına bir halk verir, o da bu halkı nasihatia samimiyetle kuşatmaz ise bu
kimse cennetin kokusunu bulamaz."'diye buyururken işittim."
demiştir. [1283]
1252-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) aramızda kalkıp konuşma yaptı, toplum
malına ihaneti haksızlık yapmayı dile getirdi ve bunun çok büyük günah olduğuna
işaret etti, şöyle bu-yuruyordu: "Kıyamet günü sizden biriniz, boynunda
meieyen bir koyunla (veya) boynunda kişneyen bir atla gelerek: "Ey Allah
'm
Rasûlü, bana yardım
et" diye, karşıma çıkmasın, ben ona: "Sana gerekeni tebliğ ettim,
artık senin için şimdi bir şey yapamam" derim. Yine boynunda böğüren bir
deve ile gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü, bana yardım et" diye karşıma
çıkmasın, ben ona: "Sana gerekeni tebliğ ettim, artık senin için şimdi bîr
şey yapamam" derim. Yine boynunda altın ve gümüş gibi bir şeylerfe
gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü, bana yardım et" diye karşıma çıkmasın,
ben ona: "Sana gerekeni tebliğ ettim, artık senin için şimdi bir şey
yapamam" derim. Yine boynunda dalgalanan bir kumaşla gelerek: "Ey
Allah'ın Rasûlü, bana yardım et" diye karşıma çıkmasın, ben ona:
"Sana gerekeni tebliğ ettim, artık senin için bir şey yapamam."
derim."
(Hadiste geçen ve
"toplum malına ihanet etme haksızlık yapma " diye çeviri yaptığımız
"Gulûl" kelimesi aslında, ihanet etmek, haksızlık yapmak gibi anlamlara
gelir. Sözlük anlamının dışında geniş bir mana ifade eden bu kelime genel
olarak, diğer gazilere dağıtılmadan önce ganimet malından gizlice çalma eylemi
için kullanılmaktadır. Bununla birlikte toplum malını zimmete geçirme, bunu
başkalarına haksız yere verme anlamlarını da ifade eder. Bu bakımdan ğufül,
sadece ganimet malında değil topluma ait her hususta haksız davranmayı içine
alır.) [1284]
1253-) Ebû Humeyd
es-Sâidî (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Esd kabilesinden Lütbiyye oğlu
denilen bir kimseyi Süieymoğulları'nın zekâtını toplamaya görevlendirdi.
Zekâtları toplayıp geldiğinde: "Şu, sizin malınız, şu da bana
hediyedir." dedi. Rasûlüllah (s.a.v.), minbere çıktı, Allah'a hamdü sena
ettikten sonra şöyle buyurdu: "Görevli gönderdiğim kimseye ne oluyor ki:
"Şu, sizin malınız, şu da bana hediyedir. " diyor. Eğer, babasının
veya annesinin evinde oturmuş iken de bir baksaydı, ona yine hediye gelir miydi
gelmez miydi? Asla! Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki,
sizden kim böyle bir şey elde ederse kıyamet günü kesinlikle onu boynunda
yüklenmiş böğüren bir deve veya böğüren bir inek veya meieyen bir koyun olarak
getirir" Sonra koltuklarının beyazlığı görünecek kadar ellerini kaldırdı
ve iki defa: "Allah'ım tebliği ettim mi?" buyurdu.
Diğer bir rivayette
ise Rasûlüllah (s.a.v.), o kimseye: "Eğer doğru isen söyle, anne ve
babasının evinde oturmuş iken de sana hediye gelir miydi"buyurdu, şeklindedir. [1285]
1254-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim, bana boyun eğerse Allah 'a boyun
eğmiştir. Kim bana karşı gelirse Allah'a karşı gelmiştir. Kim yöneticiye
(emire) boyun e-ğerse bana boyun eğmiştir. Kim yöneticiye (emire) karşı gelirse
bana karşı gelmiştir."'buyurmuştur. [1286]
1255-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ın kurallarına ters düşme
(masiyet) emredilmedikçe hoşuna gitse de gitmese de Müslüman bir kimsenin
(yöneticinin) sözü dinlenip emrine uyulması gerekir. Eğer Allah'ın kurallarına
ters düşme (masiyet) emredîHrse sözünü dinleyip emrine uymak yoktur."
buyurmuştur. [1287]
1256-) Hz. Ali (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) bir seriyye göndermiş ve başlarına da Ensardan bir
kimseyi komutan tayin etmişti. Kendilerine, komutanın sözünü dinleyip itaat
etmelerini emretti. Bir ara, bir hususta komutanı kızdırdılar. 0 da: "Odun
toplayın" dedi. Onlar odunu topladılar, arkasından: "Ateş
yakın" dedi. Ateşi yaktılar: "Hz. Peygamber (s.a.v.) benim sözümü
dinleyip bana itaat etmenizi emretmemiş miydi?" dedi. Onlar:
"Evet" dediler: "Ateşin içine girin" dedi. Birbirlerine
baktılar ve: "Biz ateşten, zaten Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kaçtık"
dediler. Onlar bu halde iken komutanın öfkesi dindi, ateş de sönüverdi.
Medine'ye döndüklerinde bu durumu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bildirdiler. 0 da:
"Eğer ateşe girselerdi içinden çıkamazlardı. İtaat dinin güzel gördüğü
konularda (marufta) " demiştir. [1288]
1257-) Ubâde b. Sâmit
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'e, memnun iken de, memnun değil iken de,
dinleyip itaat edeceğimize idare ile kavga etmeyeceğimize, nerede olursa olsun
hakikati söyleyeceğimize veyaYönetim ve Yöneticilik Bölümüuygulayacağımıza,
Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayacağımıza dair biat ettik."
Demiştir[1289]
1258-) Cünâde b. Ebû
Ümeyye, şöyle demiştir: "Ubâde b. Sâmit {r.a.)'ın yanına girmiştik,
kendisi hasta idi. Kendisine: "Allah, sana iyilikler versin. Rasûlüllah
(s.a.v.)'den işitmiş olduğun hadislerden bize anlatsan da Allah, bunlarla bizi
faydalandırsa" dedik. Şöyle dedi: "Rasûlüllah (s.a.v.), bizi çağırdı,
biz kendisine biat ettik. Bizden aldığı sözler içerisinde şunlar da vardı
"Biz memnun iken de, memnun değil iken de, sıkıntıda iken de, rahatlıkta
iken de, bize karşı tercihler yapılırken de dinleyip itaat edeceğimize biat
edip idare ile kavga etmeyeceğiz." (Bunun üzerine) "Ancak açık bir şekilde
küfrünü götür ve Allah katında bu konuda bir deliliniz olursa bu durum
hariçtir, "buyurdu"[1290]
1259-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İsrailo ğulları'nı Peygamberler
yönetiyordu. Her Peygamber öldüğünde yerine yeni bir Peygamber getirdi. Ancak
şu biline ki benden sonra Peygamber yoktur ama halifeler olacak ve çok
olacaklar, "buyurdu. Oradakiler: "Bize ne emredersiniz?"
dediler: "Birinciye biat ediniz, ondan sonra yine birinciye biat ediniz.
Onlara gereken haklarını da veriniz. Çünkü Allah, onlardan idaresi
altındakiler'! soracaktın "buyurdu. [1291]
1260-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Biline ki, benden sonra bir takım
kayırmalar ve iyi görmeyeceğiniz/kabul etmeyeceğiniz işler olacaktır."
buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûlü, bizden her kim bu duruma
ulaşırsa ne emredersin?" dediler: "Üzerinizdeki hakkı yerine
getirirsiniz, lehinize o-fanın/ da (almanız gerekeni de) Allah 'tan
istersiniz" buyurdu. [1292]
1261-) Üseyd b. Hudayr
(r.a.)'dan. Ensar'dan bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü, falancayı görevli
olarak atadığın gibi beni de görevli ata-san?" dedi. Rasûlüliah:
"Benden sonra sizler, ileride başkalarınınsizlere tercih edilip kayrıidığı
birtakım uygulamalarla karşılaşacaksınız. Bunun için ttavz-ı Kevser'de benim/e
buluşana de-ğin sabredin, "buyurmuştur. [1293]
1262-) Huzeyfe b.
el-Yemân (r.a.) anlatır: "İnsanlar Rasûlüllah (s.a.v.)'e iyilikleri sorar
ben de, bana ulaşır endişesiyle kötülükleri sorardım. Bir defasında: "Ey
Allah'ın Rasûlü, biz cehalet ve kötülük üzere idik, ama Allah bize iyilik
getirdi. Acaba bu iyilikten sonra bir kötülük var mıdır?"'dedim:
"Evet" 6eö\: "Bu kötülükten sonra iyilik var mıdır?"
dedim: "Evet, ama içerisinde bulanıklık vardır" buyurdu;
"Bulanfklıiiğı nedir?" dedim: "Benim yolumun dışında bir yo/
tutan bir topluluktur. Sen onların bir kısmını tanıyıp kabul eder, bir kısmını
da reddedeısin" buyurdu: "Bu iyilikten sonra bir kötülük var
mıdır?" dedim: "Evet, cehennem kapılarının davetçileri vardır ki kim
onların davetine icabet ederse onu cehenneme atarlar"'buyurdu: "Ey
Allah'ın Rasûlü, onların özelliklerini bize anlatsan" dedim: "Onlar
bizim tenimizdendirler, bizim dilimizi konuşurlar (görünüşte biz gibidirler
ama İçten bizden değinirler)" buyurdu:
"Bu işler bana
ulaşırsa ne emredersiniz?" dedim: "Müslümanların cemaatine ve imamına
uyarsın"buyurdu: "Eğer Müslümanların ne cemaati ne de imamı
varsa?" dedim: "Sen bu hal üzere iken ölüm sana gelene değin
(yalnızlıktan) ağaç kökünü kemirecek duruma gelsen bile, bu fırkaların tümünden
uzak dur!"'buyurdu. [1294]
1263-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim emirinden idarecisinden bir şeyi
beğenmezse sabretsin. Şu biline kikim idareciden bir karış dışarı çıkarsa
cahiliyye ölümü üzere ölmüş olur. "buyurmuştur.
Yine kendisinden
gelen bîr başka rivayette ise: "Kim emirinden idarecisinden hoşlanmayacağı
bir şey görürse sabretsin. Şu bilineki kim cemaatten birliktelikten bir karış
aynlırsa cahiliyye ölümünden başka bir şekilde ölmez, "buyurmuştur.
(îtaat konusu çok
hassas bir konudur. Bu konudaki emirler, fitneye sebebiyet vermemek için
idareciye kesin itaati emreder. Ancak dikkat edilecek bir diğer hususvardır bu
da İdarecilerin Müslümanlardan olması, halkı Allah'ın Kitabıyla yönetmesi ve
Allah'a İsyanı emretmemesidir. Allah: «Ey iman edenler, Allah'a itaat ediniz,
Rasul'e ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz.» (Nisa: 59)
buyurmaktadır. Efendimiz (a.s.) veda hutbesinde: "Sizi, Allah'ın Kitabı
ile yöneten bir köle idareye getirilse, onu dinleyip itaat ediniz."
buyurmuştur. (Müslim, îmâra: 36, Neseî, Beyat, ifanı Mâce, Cihâdr 39)
"Sevse de sevmese de Müslüman bir kimsenin dinleyip itaat etmesi gerekir
ancak isyan emredilmesi dışında; eğer isyan emredilhse dinleyip İtaat etmek
yoktur." (Müslim, İmâra: 33, Tirmizi, Ghâd: 29, İbni Mâce, Cihâd:
40,Buhân, Ahkâm: 4) "Allah Teâla 'ya isyan konusunda itaat yoktur, İtaat
dinin güzelgördüğü konularda (marufta) Olur."'(Buhaıi, Ahkâm: 4, Müslim,
İmâra: 33) [1295]
1264-) Câbir (r.a.):
"Rasûlüîlah (s.a.v.) Hudeybiye günlerinde bize: "Sizler yeryüzü
halkının en hayırlısısınız" buyurdu. O gün biz bin dört yüz kişi idik.
Eğer bugün gözlerim görebilseydi altında biat edilen ağacın bulunduğu yeri
size gösterirdim" demiştir. [1296]
1265-) Said b.
Müseyyeb'den. Şöyle demiştir: "Babam, Hudeybiye'de ağaç altında Rasûlüllah
(s.a.v.)'e biat edenlerdendir. Kendisi: "Ertesi yıl yine hacca gittik ama
ağaç bize kapalı kaldı (göremedik, bulamadık.) Eğer size belli olmuş olsaydı, o
zaman siz en iyi bilensiniz" dedi"[1297]
1266-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.)'tn azatlısı Yezid b. Ebû Ubeyd'den. Şöyle demiştir: "Seleme'ye:
"Hudeybiye gününde Rasûlüllah (s.a.v.)'e ne üzere biat ettiniz" dedim:
"Ölmek üzere." dedi. [1298]
1267-) Abdullah b. Zeyd
(r.a,)'dan: "Harre olayları meydana geldiğinde kendisine birisi gelmiş
ve: "Abdullah b. Hanzala halktan ölmek üzere biat alıyor" demiş, o
da: "Bu şekilde Rasûlüüah (s.a.v.)'den sonra hiç kimseye biat etmem."
demiştir.
(Abdullah b.
Hanzala (r.a.), Uhud Savaşı'nda şehid olup cenazesini Melekierin yıkadığı
Hanzala (r.a.)'ın oğludur. Medine halkı arasında büyük bir saygınlığı olan bu
sahabî, Emevî Kralı Yezid'İn şarap içtiğini, namaz kılmadığını tespit etmiş ve
kendisine biat etmemiş, bu nedenle Medine halkı Yezid'e biat etmeyerek,
Abdullah b. Hanzala (r.a.)'a biat etmiştir. Bunun üzerine Yezid Medine'ye Müsüm
b. Ukbe .komutasında bir ordu göndermiştir. Medine kuşatma altına alınmış,
tarihte "Harre olayı" diye bilinen üzücü hadise meydana gelmiştir.
Abdullah b. Hanzala (r.a.) kahramanca savaşarak şehid olmuştur, (h. 63) Bu
savaşta pek çok sahabe ve tâbi katledilmiş, Mescidi Nebî'de üç gün cemaatle
namaz kılmama mıştır. Şehir ele geçirildikten sonra içlerinde beş yüz Rum
askerlerinin de bulunduğu bildirilen Yezid ordusuna üç günşehri yağma
lamalarına izin verilmiş, can ve mallara saldın olduğu gibi ırza geçmeler vuku
bulmuş, bu tecavüzlerden sonra doğan çocuklara "Harre çocukları"
denilmiştir. Beyhakfnin verdiği bilgiye göre 300 sahabi, 700 hafız
katledilmiştir, (dia Abdullah b.Hanzala maddesi, Harre Savaşı maddesi,) [1299]
1268-) Seleme b. Ekva1
(r.a.), Haccac'm yanına girdi, Haccac ona: "Ey Ekva1 oğlu, geri mi döndün,
çöle mi yerleştin?" dedi, o da: "Geri dönmedim, ancak Rasûlüllah
(s.a.v.) bana çölde yaşamam için izin vermiştir." dedi.
(Seleme b. Ekva1
(r.a.), gözü kara bir şahabıdır. 1236. hadislerde kendisinin cesaretini görmüştük.
Söz konusu konuşmanın yapıldığı sıralarda bu, peygamber aslanı yaşlanmıştı.
Zalim Haccac kendisine "Geri mi döndün" sorusuyla dinden dönmeyi
kasdetmiştir. Bu zalim, idaresi sırasında yüz binlere varan cana kfymışör. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'ln ashabının da açığını araşbnr fırsatını bulduğunda
üzerlerine yürür, hatta Abdullah b. Ömer (r,a.)'a yaptığı gibi komplo kurup
suikast bile düzenlerdi. Haccac, hicret edenlerin bir daha Medine'den aynlmamak
üzere hicret ettiklerinden ve Medine'den aynlanlann dinden dönmüş
sayılacağından hareketle Medine'ye hicret edip sonraları Medine dışına
yerleşen Seleme b. Ekva' (r.a.)'ın açığını aramak ve güya dinden dönüp
dönmediğini araştırmak İçin bu sorusunu sormuştur. Aslında Seleme b. Ekva'
(r.a.), Hz. Osman (r.a.)'m şehid edilmesinden sonra Medine'den ayrılıp çölde
küçük bir yerleşim birimi olan er-Rabeze'ye yerleşmişti. (Buhârî, Ftten: 14)
Onun bu davranışı bir bakıma mevcut İdareden hoşlanmadığını gösterir. Medine'ye
hicret ettikten sonra izinsiz buradan aynlmak ilk dönemlerde yasaktı hatta
1099. hadiste gördüğümüz gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) hac sırasında ölecek
derecede hastalanan Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.) için: "Allah'ım, ashabımın
hicretini kemale erdir, hicretten on/an geriye döndürme. dua etmişti. Nitekim
1271, hadiste görüleceği gibi hicrete dayanamaz diye bir bedevinin hicret
etmesine izin verilmemişti.) [1300]
1269-) Müşâcî b. Mes'ûd
(r.a.): "Kardeşimle birlikte (Mekke Fethi'nden sonra) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e geldim ve: "Bizden, hicret etmek üzere biat al" dedim, o
da: "Hicret, hicret edenler için gelip geçmiştir." buyurdu, ben de:
"O halde hangi şey üzerine bizimle biat edersin?" dedim: "İslâm
ve cihadüzerine"'buyurdu." demiştir.
[1301]
1270-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke'nin fetholunduğu gün: "Artık bundan
sonra hicret yoktur. Ancak cihad (iyilikleri kazanmak için) niyet vardır. Eğer
cihada çağrıhrsamz hemen çıkın "buyurdu." demiştir. [1302]
1271-) Ebû Said ei-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Çöl halkından bir kimse, Rasûlüllah (s.a.v.)'e gelip
Hicret etmeyi sordu. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sana yazık olur. Çünkü
Hicret'in şartları zordur. Senin zekâtlarını verebildiğin develerin var
mı?" buyurdu. O da: "Evet, vardır." dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Öyleyse şehrin gerisinde kalıp çalışmaya devam et Şüphesiz Allah kılpayı
dahi olsa amelindenhiçbir şeyi eksik etmez, "buyurdu.
(Efendimiz çöl
halkından bir kimseye Medine'ye yerleşmeyi tavsiye etmemesi, bu kimselerin çöl
şartlanna alışık olmaları ve çöl havasından tamamen uzak Medine'nin havasının
sağlıklarını olumsuz yönde etkileyeceğinden dolayıdır.) [1303]
1272-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Mümin hanımlar,
Rasûlüllah (s.a.v.)'e hicret ettiklerinde Yüce Allah'ın: «Ey Peygamber!
İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayaklan arasında bir iftira uydurup
getirmemek, iyi işlerde sana karşı gelmemek şartıyla sana biat etmek üzere
geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et, onlara Allah'tan bağışlanma
dile, doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.» (Mümtehine: 12) sözü gereğince
bu âyetteki şartlar kendilerine sorulup sınama yapılırlardı. Mümin hanımlardan
her kim bu şartları kabul ederse, bunları ikrar etmiş olurdu. Onlar bu şartlan
sözlü olarak ikrar ettiklerinde, Rasûlüllah (s.a.v.), onlara: "Haydişimdi
gidebilirsiniz, biatinizi kabul ettim"buyururdu. Allah'a yemin olsun ki,
Rasûlüllah (s.a.v.)'in eli hiçbir kadının eüne asla dokun ma m ıştır. Kendisi
sözlü olarak kadınlardan biat alırdı. Allah'a yemin olsun ki, Rasûlüllah
(s.a.v.), kadınlardan, Yüce Allah'ın emrettiği şekilden başka bir söz
almamıştır. Rasûlüllah (s.a.v.)'in eli de hiçbir kadının eline asla dokun ma m
ıştır. Onlardan biat sözü aldığında kendilerine: "Sizinle sözlü olarak
biat ettim" buyururdu." [1304]
1273-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüİlah (s.a.v.)'e söz dinleyip itaat edeceğimiz üzere biat
ettiğimizde, kendisi: "Gücünüzün yettiği konularda"(ilavesini)
buyurdu." demiştir. [1305]
1274-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Uhud Savaşı'n-da, savaşa katılabilmem için
Rasûlüllah (s.a.v,), beni gözden geçirdi -bu sırada ben on dört yaşında İdim-
sonra da savaşa katılmama izin vermedi. Daha sonra Hendek Savaşı'nda beni
gözden geçirdi -bu sırada, on beş yaşımda idim- bu sefer savaşa katılmam için
bana izin verdi."
(Hadisin bu bölümde
getirilmesinin nedeni, Abduiiah b. Ömer (r.a.)'m on beş yaşında savaşa
katılmasıdır. Buna göre buluğ çağına ulaşmış bir kimsede aranacak yaş şartı
için bir değer ölçüsüdür.) [1306]
1275-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'in Kur'ân-ı Kerim'le düşman topraklarına
yolculuk yapmayı yasakladığı rivayet edilmiştir. (Buradaki yasak savaş
esnasında Kitabullah'ın düşman eline düşüp tahkir e-dilmemesi içindir. Eğer
düşman eline düşürme tehlikesi yoksa Kur'ân'fa birlikte sefere çıkmakta bir
sakınca görülmemiştir. Diğer tarttan hadisin söylendiği dönemde Kur'ân-ı
Kerim'in yazılı olduğu metaryaller kısıtlı olması nedeniyle böyie bir yasağın
konulduğu da düşünülebir.) [1307]
1276-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) idmantt atları Hafyâ'den Veda Tepesi'ne kadar
olan mesafede, idmansız atları da Veda Tepesi'nden Zuraykoğulları Mescidine
kadar olan mesafede yarış yaptırmıştır." Abdullah b. Ömer de bu atlarla
yarış yapanlar arasınday."demiştir.
(Hadisin bu bölümde
getirilmesinin neden!, yöneticinin savaş atı olan idmanlı atlar
yetiştirilmesiyle ilgileneceğini işaret içindir.) [1308]
1277-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamete kadar, atın alnında hayır
buyurmuştur. [1309]
1278-) Urve el-Bârikî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Atın alnına, kıyamet gününe kadar
(âhfrette) sevap, (dünyada da) ganimet olarak iyilik bağlanmıştır,
"buyurmuştur. [1310]
1279-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.): "Bereket
atınalınlanndadır."buyurdu." demiştir.
(Yukarıdaki
hadislerde sözü edilen at, Allah yolunda cihad için hazırlanmış atlardır,
böylece cihad hazırlıkları ve gereçlerinin bereketine işaret edilmiştir.) [1311]
1280-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.); "Allah, kendi uğrunda (cihsda) çıkan
kimseye "Onu (cihada) çıkaran ancak Bana iman ve Peygamberlerimi tasdik
etmesidir. Nail olduğu sevap ve ganimetle evine geri döndüreyim yahut da
Cennet'e koya fim" diye garanti vermiştir. Eğer ümmetime güçlük çıkarmış
olmasaydım, sefere çıkan hiçbir birlikten geri kalmazdım. Allah yolunda
öldürülmeyi sonra dirilmeyi, sonra yine öldürülüp dirilmeyi, sonunda tekrar
öldürülmeyi ne kadar istemişimdir. "buyurdu"demiştir. [1312]
1281-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Allah yolundaki mücahidin misali
-ki Allah kendi yolunda cihad edeni en iyi bilir- (gündüz) oruç tutup (gece)
namaz kılan kimse gibidir Allah, kendi yolundaki mücahidi vefat ettirip
cennete koymayı yahut sağ salim sevap veya ganimetle yurduna döndürmeyi üzerine
almıştır." Ğ\y o. buyururken işittim" demiştir. [1313]
1282-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Müsiümanın Allah yolunda aldığı her
bir yarasının kıyamet günündeki durumu, yaralandığmdaki kan akar halde olup
rengi kan renginde, kokusu ise misk kokusu şeklindedir, "buyurmuştur. [1314]
1283-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ölüp de Allah katında hayır elde eden
hiçbir kimseyi, ne tekrar dünyaya dönme ne de dünya ve dünyadakiierin
kendisinin olması sevindirebilr. Ancak şeh'ıd bunun dışındadır. Çünkü şehid,
şehidliğin üstünlüğünü gördüğünden dolayı tekrar dünyaya dönüp şehid olmayı
arzu eder. "buyurmuştur. [1315]
1284-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bir adam Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi:
"Bana, cihada denk bir amel göstersen." dedi. O da: "Böyle bir
amel bulamıyorum." buyurdu, devamla: "Mücahid cihada çıktığında, sen
namazgahına girip (dönünceye kadar) aralıksız namaz kılabilir, iftar etmeden
oruç tutabilir misin?" buyurdu, adam: "Buna kimin gücü yeter
ki" dedi. [1316]
1285-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sabahtan öğleye kadar bir süre veya
öğleden akşama kadar bir süre Allah yolunda bulunmak, dünya ve içerisindeki tüm
şeylerden daha hayırlıdır, "buyurmuştur.[1317]
1286-) Sehl b. Sa'd
es-Sâidî (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah yolunda bir gün sınır
beklemek dünya ve üzerindekilerin tümünden daha hayırlıdır. Cennette sizden
birinizin kamçı sapı kadar bir yeri dünya ve üzerindekilerin tümünden daha
hayırlıdır. Allah yolunda öğleden akşama kadar bir süre veya sabahtan öğleye
kadar bir süre bulunmak dünya ve üzerindeki/erin tümünden daha hayırlıdır,
"buyurmuştur. [1318]
1287-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennette bir ok yayı kadar yer Güneşin
üzerine doğup battığı kadar (dünyadaki t?ir yerden) daha hayırlıdır. Sabahtan
öğleye kadar bir süre veya öğleden akşama kadar bir süre Allah yolunda
bulunmak, Güneşin üzerine doğup battığı kadar (dünyadaki bir yerden) daha hayırlıdır,
"buyurmuştur. [1319]
1288-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Ey Allah'ın Rasûlü, hangi insan daha üstündür?"
denildi, Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah yolunda cam ve malıyla cihad eden
mü'min kimsedir. buyurdu: "Sonra kimdir?" dediler: "Allah'tan
sakınan ve insanları şerrinden emin bırakan, vadilerden bir vadi içerisindeki
mü'min kimsedir, "buyurdu. [1320]
1289-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Biri diğerini öldüren ve ikisi de
cennete giren iki kimseye Allah güler. Şöyle ki Birisi Allah yolunda savaşır,
sonunda şehid olur. Sonra Öldürenin tevbesini kabul eder, arkasından o da şehid
olan. "buyurmuştur. [1321]
1290-) Zeyd b. Halid
el-Cühenî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, Allah yolunda
gazaya çıkan kimseyi donatırsa, o da gazaya çıkmış demektir. Kim de Allah
yo/unda gazaya çıkan bir tcimsenin gerisindeki/erle güzelce ilgilenirse, o da
gazaya çıkmış demektir." buyurmuştur.
(Bu hadiste, Aflah
yolunda gazaya çıkan kimseye yardım edilirse veya gazinin geride kalanları İle
ilgilenilirse, gazinin amelinin sevabını alacağını Öğreniyoruz. Bundan
hareketle, Allah yolundaki bütün çalışmalara destek verme ile bu yoldaki kimselerle
ilgilenme ve yardım etmenin de aynı hükümde olabileceğini göz önünde bulundurmalıyız.) [1322]
1291-) Berâ (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "«Mü'mînlerden, Allah yolunda cihad edenlerle, oldukları
yerde oturup duranlar bîr değildir.» (Nisa: 95) ayetini indiğinde Rasûlüllah
(s.a.v.), kürek kemiği getirip â-yeti yazması için Zeyd'e emir verdi. Bu sırada
Abdullah b. Ümmü Mektûm, gözünün âmâ olduğunu belirtti. Bunun üzerine
«Mü'mirilerden, Allah yolunda cihad edenlerle, oldukları yerde oturup duranlar
bir değildir. Ancak özürlüler hariç» (Nisa: 95) ayeti indi"[1323]
1292-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Uhud Savaşı'nda bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Ne
dersin? Öldürülürsem ben nerede olacağım?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Cennette" buyurdu. O da elindeki hurmaları fırlatıp öiene kadar
savaştı" demiştir. [1324]
1293-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Süleymoğullan'ndan bir kısım kimseleri
yetmiş kişilik bir birliğin içerisinde (Kur'ân öğretmek) için Âmiroğullan'na
göndermişti. Birlik Maûne kuyusuna geldiğinde, dayım: "Ben önce varayım,
eğer bana güvence verirlerse arkasından Rasûlüllah (s.a.v.)'den gelen tebliği
onlara iletirim, yok güven vermez (ihanet ederlerse) siz nasıl olsa yakınımda
olursunuz." dedi ve önden gitti, onlar kendisine güven verdiler. Dayım
onlara Hz. Peygamber (s.a.v. )'den anlatırken birden kendilerinden bir adama
(Âmirb. Tufeyi'e) işaret ettiler, o da hemen dayıma bir mızrak saplayıp bir
tarafından diğer tarafına geçirdi. Dayım: "Allahü Ekber, Kabe'nin
Rabb'ine yemin olsun ki, kurtuluşa erdim." diye haykırdı. Sonra bu
eşkiyalar dayımın geri kalan arkadaşlarına dönüp onları da katlettiler, ancak
topal bir kimse (Karb b. zeyd) dağa çıkıp kurtuldu. Arkasından Cebrail (a.s.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e arkadaşlarının, onlar Rabb'lerinden, Rabb'leri de
onlardan memnun olarak Rabb'İerine kavuştuğunu bildirdi. Önceleri "O
bizden memnun, biz de Ondan memnun oiarak Rabb imize kavuştuğumuzu kavmimize
bildiriniz." diye okurduk, sonra bu nesholundu. Rasûlüllah (s.a.v.), Allah
ve Rasûlü'ne karşı gelip isyan eden Rı'l, Zekvân, Uhyânoğullan ve Usayyeoğullan
kabilelerine kırk sabah beddua etti."
Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Amcam Enes b. Nadr (r.a.), Bedir Savaşı'nda
bulunamamıştı, bu yüzden: "Ey Ailah'm Rasûlü, müşriklerle çarpıştığın ilk
savaşta bulunamamıştım, eğer Allah müşriklerle bir savaşa beni hazır
bulundurursa vallahi Allah benim ne yapacağımı gösterecektir." dedi. Uhud
Savaşı yapıldığında Müslümanların cephesi açılıp geri çekildiklerinde, Ashabı
kastederek: "Allah'ım ben, bunların yaptığından Senden özür
diliyorum." müşrikleri kastederek de: "Bunların yaptığından da Sana
sığınıyorum." dedi, sonra savaşa ilerledi, kendisi ile Sa'd b. Muâz
karşılaştı: "Ey Sa'd b. Muâz haydi cennete, Nadr'ın Rabb'ine yemin olsun
ki ben, Uhud'un ötesinde cennetin kokusunu duyuyorum." dedi. Sa'd b. Muâz
Rasûlüllah (s.a.v.)'e: "Ey Allah'ın Rasûlü, onun yaptığını ben
yapamadım." demiştir. Savaştan sonra kendisinde seksen küsur kılıç, mızrak
ve ok darbesi bulduk, öldürülmüş ve müşrikler tarafından organları kesilmişti,
bu yüzden onu sadece kızkardeşi parmaklarından tanıyabildi, başkası tanıyamadı.
«Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki Allah'a verdiği sözü doğrulamışlardır...»
(Ahâb: 23) ayeti o ve onun gibiler hakkında indiği görüşünde idik."
demiştir. [1325]
1295-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir adam geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûtü, Allah
yolunda cihad nedir? Çünkü kimimiz önden kimimiz de kavminin haysiyetini
korumak için savaşıyor" deri Rasûlüliah (s.a.v.): "Kim
Allah'ın sözünün en yüce olması için vasırsa işte bu kimse, Allah Azze ve Celle
yolundaki olur"buyurdu."demiştir. [1326]
1296-) Ebû Mûsâ (r.a.)
anlatır: "Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Kimisi ganimet
için savaşır, kimisi şan ve şeref için savaşır, kimisi de cesaretteki mevkisini
göstermek için savaşır. Allah yolunda olan kimdir?" dedi. O da: "Kim
Allah'ın sözünün en yüce olması için savaşırsa işte bu kimse, Allah yolunda
olur." buyurdu." demiştir. [1327]
1297-) Ömer b. Hattab
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Ameller niyetlere göredir, herkese
niyet ettiği şey vardır. Bu nedenle kimin hicreti, elde edeceği dünyaya veya
evleneceği bir kadına ise onun hicreti, hicret ettiği şeye olur. "diye
buyururken işittim." demiştir.
(îmam Buhârî,
kıymeüi kitabına bu hadis ile başlamış böylece yapılacak her işte amellerin
niyetine dikkat edilmesini, bütün çalışmaların AHah rızası için olmasını tenbih
etmiştir.
İslâm'da niyet çok
önemlidir. Yapılan işlerden elde edilecek sevap, niyet île belirlenir. Mesela
namaz kılarken niyet Allah rızası ve Allah'a kulluk ise bu davranıştan sevap
beklenir. Vücudu hareket ettirmek ise beden eğitimi yapılmış olur. Yine hac
ibadetini yaparken, niyet gezmek dolaşmak ise bu davranış bir seyahat clmuş olur.
Yemek yiyen bir kimse bu yemeğini, Allah'a ibadet eden bedeni ayakta tutmak
için yerse yemek yemedeki niyetinden sevap beklenir.
Dış görüntüsü
İslâm'a uygun davranışlarda niyet İslâm'a uygun değilse bu davranışın sonucu
olumlu olmayacaktır. Diğer taraftan, dış görüntüsü İslâm'a uygun olmayan ama
niyet iyi oian davranışlar, zahire yani görüntüye göre değerlendirilir, niyete
bakılmaz. Bu, kulların değerlendirme yapacağı hususlardadır. Ancak Allah, niyeti
göz önüne alarak dilediği şekilde değerlendirme yapabilir. 1904. hadise
bakınız.
iyi bir şeyi
yapmaya niyetlenip bunu yapmayan kişiye sevap verilebilir. Yine kötü bir şeyi
yapmaya niyetlenip de bunu yapmayan kişiye de, kötülüğü terk ettiğinden sevap
verilebilir. Bu konuda 84. hadise bakınız.) [1328]
1298-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) Ümmü Haram bintü Mühân'm yanına
girerdi. Bu sırada Ümmü Haram, Ubâde b. Sâit'in hanımı idi. Yine bir gün yanına
girdi, Ümmü Haram kendisine
yemek yedirdi,
başını taradı. Arkasından Rasûlüllah (s.a.v.) uyudu sonra da gülerek
uykusundan uyandı. Ümmü Haram (şöyie devam eder): "Ey Allah'ın Rasûlü,
niye gülüyorsun?" dedim: "Ümmetimden birtakım kimselerin
Allah yolunda cihada çıktıkları bana gösterildi. Padişahların tahtlarına
kuruldukları gibi tahtları üzerinde şu denize biniyorlardı." buyurdu:
"Ey Allah'ın Rasûlü, benî de onlardan kılması için Allah'a dua etsen"
dedim. Rasûlüllah (s.a.v.) onun için dua etti. Sonra başını yastığa koydu bir
süre tekrar uyudu arkasından yine gülerek uyandı: "Ey Allah'ın Rasûlü niye
gülüyorsun?" dedim, daha önceki söylediği gibi: "Ümmetimden birtakım
kimselerin Allah ye /unda cihada çıktıkları bana gösterildi." buyurdu;
"Ey Allah'ın Rasûlü, beni de onlardan kılması için Allah'a dua etsen"
dedim: "Sen öncekilerdensin."'buyurdu. Sonunda Ümmü Haram, Muaviye b.
Ebî Süfyân'ın (valiliği) zamanında deniz seferine çıktı, denizden karaya indiği
sırada bineğinden düşüp vefat etti."
(Ümmü Haram (r.a.)
Küba'da bulunuyordu. (Neseî, Sününe'i-Kübrâ, m. n, Neseî, el Müctebâ, cthâd:
40) Hz. Peygamber Küba'ya gittiğinde onun yanına uğrayıp evinde istirahat
ettiği olurdu.
Enes b. Mâlik
(r.a.)'ın annesi Ümmü Süleym (r.a.)'ın da kardeşi olan Ümmü Haram (r.a.)'m Hz.
Peygamber'in mahremi (evlenemeyecek derecede yakın akrabası) olduğu
bildirilmiştir. İmam Nevevfnin belirttiğine göre Onun Hz. Peygamber'in mahremi
(evlenemeyecek derecede yakın akrabası) olduğu hususunda ittifak vardır. Ancak
ne şekilde mahremi olduğu hakkında değişik görüşler vardır. Kimisine göre süt
teyzesidir. Kimisine göre ise babasının veya bir başka görüşe göre dedesinin
teyzesidir. Çünkü dedesi Abdülmuttalib'in annesi Medine'li olup Ümmü Haram
(r.a.)'ın kabilesi olan Neccâroğullarındandır. {şerhu Müslim, xin. 58) [1329]
1299-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir
diken dalı buldu ve bunu alıp yoldan dışarı çekti. Allah onun bu davranışını
kabul buyurdu ve günahını bağışladı."'buyurmuştur.
Sonra Rasûlüllah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şehidler beş tanedir: Taundan ölen, iç
hastalıklardan ölen, suda boğulan, yi' kıntı altında kalan ve Allah yolunda
şehid olan kimselerdir," [1330]
1300-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Tâûn hastalığı her Müslüman için
şehidliktir. "buyurdu." demiştir. [1331]
1301-) Muğira b. Şube
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Ümmetim-insanlara hakim olan bir
topluluk sürekli bulunur. Onlartanlara hakim iken sonunda onlara Allah'ın
emrigelir."diyebuyururken işittim" demiştir. [1332]
1302-) Muaviye (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Ümmetimden, Allah'ın emrini yerine getirin
bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onlar insanlara hakim iken Allah'ın emri
gelene kadar, kendilerinin karşıttan veya kendilerine yardım etmeyip yalnız
bırakanlaronlara zarar veremeyecektir"'diye buyururken işittim"
demiştir. [1333]
1303-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yolculuk, azabtan bir parçadır. Sizi
yemeğinizden, içeceğinizden ve uykunuzdan alıkor. Bu nedenle sizden biriniz
yolculuğa çıkma nedeni olan işini bitirdiğinde hemen ailesine dönsün,
"buyurmuştur. [1334]
1304-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) seferden dönüşünde ailesinin kapısını geceleyin
çalmazdı, ancak kuşluk vaktinde veya öğleden sonra girerdi." demiştir. [1335]
1305-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Memleketine gece girersen hemen
ailenin yanına girme ki kocasından ayrı kalan kadın traş olsun, dağınık
saçlarını tarasın." buyurmuştur.
(Burada ifade
edilmek istenilen bir kimsenin hazırlıksız bir şekilde beklenmedik bir zamanda
ansızın gelerek ailesini tedirgin etmemesidir. Hadisteki yasak, bu şekilde
girmenin kesin haram olduğunu ifade etmez, Buhârînin diğer yerde getirdiği
başka bir hadiste (Buhârî, Nikâh: 120) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bunu hoş
karşılamadığı bildirilmiştir. Yine aynı yerde gelen diğer bir hadiste
"Erkeğin ayrılığı uzadığı zaman" ifadesi vardır. Bundan anlaşılan,
nezaket kurallan ve insan psikolojisi açısından uzun sure ailesinden ayrı kalan
bir kimsenin ansızın habersiz olarak ailesinin yanına gece-eyın gırivermesi
uygun değildir. Ancak gelen kimsenin geleceği biliniyor veya önce-en haber
verilmiş bekleniyorsa bunda bir sakınca görülmemiştir. Nevevî, şertıu
Müslim,X111- ?4, Aynî, Umdetü'l-Kârî, XV. 425)
[1336]
1306-) Adiy b, Hatim
(r.a.); "Rasûlüüah (s.a.v.)'e: "Biz, avın peşine eğitilmiş köpekler
salmaktayız?" dedim: "Onların tuttuklarının tamamı sanadır"
buyurdu: "Eğer öldürürlerse?" dedim: "Öldürür-lerse de"
buyurdu: "Biz, mi'rad da atıyoruz" dedim: "Deldiğıavı ye,
enlitarafıyla vurulanı yeme"'buyurdu" demiştir.
(Mi'rad, hakkında
değişik tarifler yapılmış hadisten de anlaşılacağı gibi ucu sivri demirli,
geri kalan kısmı kalın sopa şeklinde oktur.) [1337]
1307-) Adiy b. Hatim
(r.a.): "Rasûlüüah (s.a.v.)'e soru sordum ve: "Biz, şu köpeklerle
avlanan bir toplumuz?" dedim: "Eğer eğitilmiş köpeklerini saldın ve
besmele çektiysen avı öldürmüş olsalar bile yiyebilirsin, onların
yakaladıklarının lamamı sanadır. Ancak köpek avı yerse (onu yeme) çünkü avı
kendisi için yakaladığından endişe ederim. Eğer ava saldığın köpekler (avın
başında) başka köpeklerle kanşmış ise onu da yeme"buyurdu" demiştir. [1338]
1308-) Adiyy b. Hatim
(r.a.}: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e mi'rad ife avlanmayı sordum:
"Demir ucu vurduysa yersin, ama geniş taran vurduysa ve öldürdüyse yeme.
Çünkü bu, (Mâide: 3 ayetinde bildirilen taş, sopa vs. ile) vurulup öldürülmüş
hayvandır (haramdır.) "buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, köpeğimi besmele
çekerek salıyorum ama avın başında -üzerine besmeie çekmediğim- başka bir köpek
buluyorum ve avı hangisinin tuttuğunu da bilemiyorum?" dedim: "Yeme,
çünkü sen kendi köpeğinin üzerine besmele çektin diğerinin üzerine
çekmedin"buyurdu. [1339]
1309-) Adiyy b. Hatim
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e mi'rad İle avlanmayı sordum: "Demir
ucu vurduysa yersin ama geniş tarafı değen İse (Mâlde: 3 ayetinde bildirilen
taş, sopa vs. ile) vurulup öldürülmüş
hayvandır
(haramdır.)" buyurdu. Av köpeği ile avlanmayı sordum: "Seç için
yakaladığım yersin, çünkü köpeğin yakalaması, kesilmesi hükmündedir. Bu arada senin
köpeğinin veya köpeklerinin yanında başka bir köpek bulunursa sen de kendi
köpeğinle beraber onun da yakaladığından endişe edersen, avda ölmüş ise bunu
yemezsin. Çünkü sen Besmeleyi kendi köpeğini salarken çektin, başkasına
çekmedin, "buyurdu." demiştir. [1340]
1310-) Adiyy b. Hatim
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Köpeğini Besmele çekip saldığında avı
yakalayıp öldürürse bunu yersin. Ama köpek avı yerse sen onu yeme çünkü bunu
kendisine tutmuş olun Eğer üzerine Besmele çekilmemiş bazı köpekler senin
köpeğine karışır, onlar da avı yakalayıp öldürürlerse bu avı yeme, çünkü sen
hangisinin öldürdüğünü tam olarak kestireme-mektesin. Yine sert ava atış yapıp
da bunu bir veya iki gün sonra bulursan ve avın üzerinde senin okundan başka
bir iz yok ise bunuda yeisin. Eğer av suya düşerse bunu yeme.
"buyurmuştur. (Çünkü Mâide: 3. ayette boğulmuş hayvanın murdar olduğu
belirtilir.) [1341]
1311-) Ebû Salebe
el-Huşenî (r.a.): "Ey Allah'ın Peygamberi, biz Kitab Ehli bir diyarda
(Şam'da) bulunuyoruz, onlann kaplanndan yemek yiyebilir miyiz? Yine avı bol
bir yerde bulunuyorum, eğitilmiş köpeğimle de eğitilmemiş köpeğimle de yayımla
da avlanıyorum, bu benim için uygun mudur?" dedim. O da: "Kitap Ehli
İçin söylediğinin cevabı şudur. Eğer bu kaplardan başkasını bulursanız onlann
kaplanndan yemeyiniz. Eğer bulamazsanız onları yıkayıp içinde yiyiniz. Av
konusu ise Besmele çekip yayınla avladığım yersin, Besmele çekip eğitilmiş
köpeğinle avladığını da yersin, eğitilmemiş köpeğinle avladığına yetişip
ke-sebilimsrt onu da yetsin, "buyurdu" demiştir. [1342]
1312-) Ebû Sa'iebe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yırtıcı hayvanlardan azı dişli oianlannı (aa
dişleriyle aviananian) yemeyi yasakladığı rivayet edilmiştir.
(Yerde
yürüyen hayvanlardan azı dişleriyle avını yakalayıp parçalayan kurt, köpek,
kedi, aslan, kaplan, sırtlan vs. hayvanlann eti yasaklandığı gibi uçan kuşlardan
pençeleriyle avlananlar da yasaklanmıştır.) [1343]
1313-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Rasûiüllah (s.a.v.) sahii yönünde bir birlik gönderdi ve
başlarına Ebû Ubeyde b. Cerrah (r. a)'ı komutan atadı, birlik üç yüz kişi idi.
Yola çıktık, yolun bir bölümünde erzak tükendi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde emir
verdi ordunun erzakı toplandı bu da bir yiyecek torbası kadar oldu, sonunda
komutan her gün azar azar bize yiyecek dağıtıyordu ki bu da tükendi ve
hissemize birer hurma düşer oldu. (Ravi): "Bir tek hurma sizin neyinize
yetecek ki?" dedim: "Erzak tamamen tükendiğinde bunu da arar
olduk" dedi, sonra sahile vardık bir de baktık ki dağ gibi bir balık ile
karşılaştık. Bu balığı on sekiz gece ordunun hepsi yedi. Sonra Ebû Ubeyde balığın
kaburga kemiklerinden iki kemiğin dikilmesini emretti sonra da bir süvariye
emretti bineğine binip kemiğe değmeden altından geçti" dedi. [1344]
1314-) Afi b. Ebû Talib
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.), kadınlarla muta nikahı ile evlenmeyle evcil
eşek etini yemeyi Hayber savaşı zamanında yasaklamıştır. [1345]
1315-) Ebû Sa'iebe
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.), evcil eşek etini yemeyi yasakladı."
demiştir. [1346]
1316-) İbni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.), evcil eşek etini yemeyi yasakladı" demiştir. [1347]
1317-) Abdullah b. Ebû
Evfa (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hayber savaşı gecelerinde açlığa
tutulduk, Hayber savaşı olduğunda evdi eşekler bulduk ve hemen kestik.
Tencereler kaynadığında Rasûiüllah (s.a.v.)'in habercisi: 'Tencereleri dökün
ve eşek etlerinden bir şey yemeyiniz" diye seslendi. Bunun üzerin
oradakilerin bir kısmı: "Rasûiüllah (s.a.v.) bunu, ganimetteki beşte
birlik hisse aynlmadığından dolayı yasaklamıştır" dedi, diğer bir kısmı
da: "Hayır kesin şekilde yasakladı" dedi"[1348]
1318-) Berâ (r.a.):
"Hayber savaşında bir takım eşekler ele geçindik, Rasûiüllah (s.a.v.)'in
habercisi: 'Tencereleri dökünüz" diye seslendi." demiştir. [1349]
1319-) İbni Abbas (r.a.):
"Rasûiüllah (s.a.v.)'în eşek etini, eşeğin taşımacılıkta kullanılmasından
dolayı taşıma vasıtalarının elden gideceğini istemediğinden mi yasakladı yoksa
evcil eşek etlerini Hayber savaşında haram kılmasından dolayı mı yasakladı
bilemiyorum" demiştir. [1350]
1320-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.) ile birlikte Hayber
seferine çıktık, daha sonra Allah, oranın fethini bize nasibeyledi. Hayber'in
fethedildiği günün akşamı olunca ordu-dakiler pek çok ateş yaktılar. Bunu görün
Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu a-teşler de neyin nesi, niye yakıyorsunuz?"
buyurdu: "Et pişirmek için" dediler: "Hangi et?" buyurdu:
"Evcil eşek eti" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Tencereleri
dökünüz ve kırınız" buyurdu. Birisi: "Ey Allah'ın Rasûlü,
içlerindekini döküp yıkasak olmaz mı?" dedi: "Öyle de
yapabilirsiniz" buy u rdu"[1351]
1321-) Cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Hayber savaşında evcil eşek etlerini
yasaklamış, at etlerine müsaade etmiştir. [1352]
1322-) Esma bintü Ebî
Bekir (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde
Medine'de
bulunduğumuz sırada at keser ve bunu yerdik." demiştir.
(Aslında at eü
yemek haram değildir. Ancak İmam Mâlik, İmam Azam Ebû Hanife ve Evzaî mekruh
olduğu görüşündedirler. Delilleri ise Ebû Davud'un rivayet ettiği at etinin
yasaklandığını bildiren hadistir. (Erime: 26) Ancak bu hadisin sıhhat bakımından
kuvvetli olmaması, sıhhati kuvvetli olan hadislerce at etinin helâl olduğunun
bildirilmesi, Ebû Dâvûd hadisi üe amel edilmesine engel teşkil etmiştir. Bu nedenle
at etinin kesin haram olması şüphe götüreceğinden yukandaki âlimler at etine
haram diyemeyip mekruh demişlerdir. Bu âlimlerin öne sürdükleri bir diğer
dayanak da Nahl: 5. ayette hayvanların insanlar için yaratıldığı, bunlardan
yararlanıldığı, bir kısmının da yenildiği belirtildikten sonra «...At, katır ve
eşekleri binmeniz ve süslenmeniz için yarattı...» buyrulmuş olmasıdır. Burada
at, katır ve eşeklerin zikri geçerken yenilecek şeylerin zikrinden sonra
bunlann yenilmelerine işaret edilmemiş yük taşımacılığında ve süslenmede
kullanıldığı bildirilmiştir. Diğer taraftan İmam Muhammed, İmam Ebû Yusuf, İmam
Safi, Abdullah İbni Mübarek, incelediğimiz hadis ve benzerierine dayanarak at
etinin yenilebileceğini ve helâl olduğunu belirtirler. Aynî, umdetüi-Kân, xvu.
248) [1353]
1323-) İbni Ömer (r.a.):
"Bir kimse, Rasûlüllah (s.a.v.)'e keter yemeyi sordu. O da: "Ben onu
ne yerim ne de yasaklarım buyurdu" demiştir. [1354]
1324-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), içlerinde Sa'd'ın da olduğu ashabıyla
birlikte iken keler eti getirildi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'İn hantmlanndan
birisi: "Bu, keler etidir" diye seslendi. Rasûlüllah (s.a.v.) de:
"Siz yiyiniz, biline ki bu, helaldir ama benim yiyeceğim değildir,
"buyurdu[1355]
1325-) Ebû Umâme Sehl b.
Huneyf (r.a.)'dan. Kendisine Abduüah b. Abbâs (r.a.) bildirmiş, ona da kendisine,
Seyfullâh (Allah'ın kılıcı) denilen Halid b. Velid (r.a.) bildirmiştir. Halid
b. Velid (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Meymûne (r.a.)'ın yanına girmiş. -Meymûne (r.a.), hem Halid b. Veiid
(r.a.)'ın hem de Abdullah b. Abbâs (r.a.)'ın teyzesidir.- Halid b. Veiid
(r.a.), onun yanında kızartılmış keler görmüş. -Bu keieri, Meymûne (r.a.)'m
kız kardeşi Hufeyde b. Haris Necd'den getirmişti- Meymûne (r.a.), bu keleri
Rasûlüllah (s.a.v.)'e ikram etti. Rasûlüllah (s.a.v.)'e yemek sunulduğunda,
yemeğin isminin söylendiği ve anlatıldığı çok azdır. Bu nedenle yemeğin ne
olduğunu sormadan kızartılmış keler yemeğine elini uzattı. Orada bulunan
kadınlardan birisi: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e İkram ettiğinizin ne oiduğunu
bildiriniz" dedi. Onalar da: "Ey Allah'ın Rasûiü, bu keier
yemeğidir" dediler. Rasülüllah (s.a.v.) de hemen elini çekti. Bunun Çizerine
Halid: "Ey Allah'ın Rasûlü, keler haram mıdır?" demiş, Rasûlüllah
(s.a.v.) de: "Haysr, haram değil ama keler, benim kavmimin topraklarında
bulunmuyordu bu sebeple ondan tiksiniyorum." buyurmuştur. Halid (r.a.):
"Ben de, keler yemeğini önüme çekip yedim. Rasûlüllah (s.a.v.), benim
yediğimi seyrediyor ama beni engellemiyordu" demiştir. [1356]
1326-) İbni Abbâs (r.a.):
"Ümmü Hufeyd -İbni Abbâs'ın teyzesidir-Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir miktar
çökelek, tereyağı ve birkaç keler hediye etti, Hz, Peygamber (s.a.v.) çökelek
ve yağdan yedi, hoşlanmadığından dolayı keleri bıraktı" demiştir. Yine
İbni Abbâs (r.a.); "Rasûlüllah (s.a.v.)'in sofrasında keler yenilmiştir,
eğer bu haram olsa idi, Rasûlüllah (s.a.v.)'in sofrasında yenilmezdi."
demiştir. [1357]
1327-) îbni Ebî Evfâ
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte altı veya yedi gazvede
bulundum. Kendisiyle birlikte çekirge yerdik." demiştir. [1358]
1328-) Enes (r.a.)'dan:
"(Mekke yakınlarındaki) Merru'z-Zahrân'da bir tavşanı ürkütüp elden
kaçırdık, topluluk peşinden koştuysa da yorulup yakalayamadı, ama ben onu
yakalayıp tuttum ve Ebû Talha'ya getirdim, o da bunu kesti, uyluğunu veya
uyluğunun üst kısmından bir parçayı Rasûlüllah (s.a.v.)'e gönderdi, o da bu
hediyeyi kabul etti." diğer bir rivayette ise: "Ondan yedi"
şeklindedir. [1359]
1329-) Abdullah b.
Muğaffel (r.a.) bir kimseyi küçük sapantaşı a-tarken görmüş ve ona: "Böyle
taş atma! Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) böyle taş atmayı yasakladı veya sapantaşı
atmaktan hoşlanmazdı. Çünkü bu şekilde taş atmak ne bir av avlar, ne de düşmana
zarar verir. Ama bu taş ya bir diş kırar ya da bir göz çıkanr" dedi.
Bundan sonra yine bu kişiyi küçük taş atarken gördü, ona: "Ben sana
Rasûlüllah (s.a.v.)'den kendisinin bu şekilde taş atmayı yasakiadîğsni ya da
taş atmaktan hoşlanmadığını bildiriyorum, ama sen hâiâ taş atıyorsun. Artık
seninle şu
kadar şu kadar süre
konuşmam." demiştir.
(Sapantaşı i!e
vurulmuş bir av, kesilmedikçe vurulup öldürülen (Mâıde: 3 ayetinde yasaklanan)
av hükmüne girer. Vurulan hayvanın eti yenmediğinden dolayı boşa gider. Bu
şekildeki atış düşmanı da öldürmez, ama başkalanna değip göz çıkanr veya benzeri
zararlar verir. Bu nedenle bu atışın bir faydası olmadığı halde zarar vermesi
muhtemeldir.) [1360]
1330-) Enes b. Maiik
(r.a.)'ın torunu Hişam, şöyle demiştir: "Dedem, Enes b. Malik ile
birlikte Hakem b. Eyyub'un evine girdim. Bir de ne görelim, bir kısım kimseler
bir tavuğu hedef dikip atış yapıyorlar.
Hemen Enes b.
Malik; "RasûlüÜah (s.a.v.), hayvanları bağlayıp hedef dikmeyi
yasaklamıştır" dedi"[1361]
1331-) Saîd b. Cübeyr
(r.h.): "(Bir topluluk içerisinde) Abdullah b, Ömer'in yanında
bulunuyordum. Topluiuk, bir tavuğu hedef dikip atış yapan bir kısım gençlere
veya bir kısım kalabalığa uğradı. Abdullah b. Ömer'i gördüklerinde dağılıp
kaçtılar. Abdullah b. Ömer: "Bunu kim yaptı? Şüphesiz Hz. Peygamber
(s.a.v.) bunu yapan kimseye lanet etmiştir." dedi. [1362]
1332-) Cûndeb b. Süfyan
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kurban bayramında bulundum.
Bayram namazını bitirip selam verir vermez bir de ne görsün, bayram namazından
önce kesilmiş kurban e-tini gördü ve bunun üzerine: "Kim, bayram namazını
kılmadan/kılmamızdan önce kurban keserse onun yerine bir bir başkasını daha
kessin. Kim henüz kesmediyse besmele ile kessin " buyurdu" demiştir. [1363]
1333-) Bera (r.a.)'dan,
şöyle demiştir: "Dayım Ebû Bürde, bayram namazından önce kurbanını kesti.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu, koyun etidir {Kurban eti
değildir)" buyurdu. O da: i!Ey Allah'ın Rasûlü, yanımda süt dişi düşmüş
bîr keçi yavrusu var?" dedi. Hz. Peygamber: "Onu kes, ama artık
senden sonra birisine kurban geçerli olmaz" buyurdu ve şöyie devam etti:
"Kim, bayram namazından önce kurban keserse kendisine et kesmiş olur.
Kim, bayram namazından sonra keserse ibadeti yerine gelir ve Müslümanların
uygulamasına (sünnetine) ulaşır"[1364]
1334-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim bayram namazından önce kurban kesmiş
ise tekrar kessin"'buyurdu. Bir kimse ayağa katlı ve: "Bugün ete
iştahlı olunduğu bir gündür" dedi ve : (muhtaç) komşularından söz etti.
Hz, Peygamber (s.a.v.) de, âdeta onun konuşmasını tastik etti. O kimse şöyle
devam etti: "Benim bir keçi yavrusu var ki, bence iki koyun etinden daha
iyidir?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), bunu kurban etmesine izin verdi ama
bu izin onun dışındakilere de geçerli mi, geçerli değil mi bilemiyorum"
demiştir. [1365]
1335-) Ukbe b. Âmir
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabına bölüştürmesi için kendisine davar
vermiş, sonunda geriye bir keçi yavrusu kalmış, Hz. Peygamber (s.a.v,)'e durumu
da; "Onuda sen kurban kes." buyurmuştur.
(Aslında kurban
olarak kesilecek hayvanların belirli yaşa ulaşması gerekmektedir. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Ancak üzerinden yı(geçmiş olam kesiniz. Ama bu size zor
gelirse koyundan bir kuzu kesebilirsiniz." buyurmuştur. (Müslim, Edâhî:
13, Ebû Dâvûd, Datıâyâ: 5, Neseî, Oahâyâ: 13, İbni Mâce, Edâhî: 7)
Yukarıdaki hadiste
Ebû Bürde (r.a.)'a keçinin yavrusunu kesmesine izin verilmiş: "Ama artık
senden sonra birisine kurban geçerli olmaz, "buyurulmuştur. Bunun dışında
iki sahabiye de izin verildiğini görmekteyiz. Bir defasında Rasûlüllah (s.a.v.)
ashabına kurban dağıtmış geride kalan bir keçi yavrusunu Ukbe b. Âmir (r.a.)'a
vermiş: "Bunu da sen kurban kes" buyurmuştur, (yukanrfaki haktir.
Aynca
Tirmizr, Edâhî: 7,
Neseî, Dahâyâ: 13, İbni Mâca, Edâhî: 7) Ayni huSUSSU Zevd b. Hâlİd
(r.a.)hakkında da görmekteyiz, (Ebû Dâvûd, Dahâyâ: 15)
Ebû Bürde (r.a.)
için: "Ama artık senden sonra birisine kurban geçeriolmaz,
"buyrulmasından bu uygulamanın sadece ona mahsus bir ruhsat olduğu anlaşılmaktadır.
Buna göre bu uygulama diğer iki sahabi hakkındaki uygulamaları da neshetmiştir.
Ancak bu konuda neshin mevcudiyeti kesin olmadığından bu görüş itibar
görmemiştir. Keçi yavrusunun kurban edilmesi bu üç sahabiye has bir ruhsat
olarak değerlendirilmiştir. (Nevevi, Şerhti Müslim, XIII. 120. Zeylaî,
Nasbu'r-Râye, IV. 21?.. Aynî, Umdetu'l-Kâri, XVII. 274) [1366]
1336-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bizzat kendi eliyle, boynuzlu alaca iki koç kurban
etti. Besmele çekti, tekbir getirdi ve dizini boyunlarının yanının üzerine
koydu" demiştir. [1367]
1337-) Râf b. Hadîc
(r.a.)'dan: "Ey Allah'ın Rasûlü, yann düşmanla karşılaşacağız
(kılıçlarımızı köreltmek istemiyoruz) yanımızda bıçak da yok?" dedim:
"Keserken çabuk davran, diş ve tırnak dışında (bir kesici ıie) kanı
akıtılanı ve üzerine besmele çekileni ye. Diş ve tırnağın ayrı tutulmasının
sebebini size anlatacağım: Diş bir kemiktir (kesici değildir) tırnak ise
Habeşistanlıların (kesme işinde yapageidikieri) bıçaklarıdır, " buyurdu.
Bir sürü deve ve koyun elde ettik, bu arada bunlardan bir deve kaçtı. Bir kimse
ok atarak onu yakaladı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz
vahşi hayvanların insandan ürküp kaçanları olduğu gibi bu develerin de ürküp
kaçanları vardır. Böyle hayvanlara hakim olamadığınız zaman işte böyle yapınız
"buyurdu. [1368]
1338-) Râfi1 b. Hadîc
(r.a.) anlatır: "(Huneyn Seferi dönüşü) Zü'l-;< :,v Huleyfe'de Hz.
Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bulunuyorduk, halk çok- : acıkmıştı, bu sırada
pek çok deve ve koyun ele geçirmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) topluluğun
gerisinde bulunuyordu, hayvanları kesip, tencere kurmaya koyuldular, arkasından
Hz. Peygamber (s.a.v.) geiip emir verdi, tencereler devriiip döküldü, sonra
ganimet mallarını bölüştüler, on koyunu bir deveye eşit saydı. Bu sırada
ganimetlerden bir deve sürüden kaçtı, yakalamak istedilerse de
yakalayamadıiar, orduda at az idi. Ordudan birisi okunu nişanlayıp attı,
sonunda Allah deveyi durdurdu. Rasûiüllah (s.a.v.): "Şüphesiz vahşi
hayvanların insandan ürküp kaçanları olduğu gibi bu hayvanların da ürküp
kaçanları vardır. Böyle hayvanlara hakim olamadığınız zaman işte böyle
yapınız."buyurdu. Ben de: "Bizler yarın (bakarsın)düşmanla savaşı
ister yahut düşman endişesine düşeriz (kılıçlarımızı köreltmek istemiyoruz)
yanımızda bıçak da yoktur, şu halde kamışla hayvan kesebilir miyiz?"
dedim: "Diş ve tırnak dışında kan akıtan şeylerle kesilmiş ve üzerine
Allah'ın adı anılmış olanları yiyiniz. Diş ve tırnağın ayrı tutulmasının
sebebini size anlatacağım: Diş bir kemiktir (kesici değildir) tırnak ise
Habeşistanlıların (kesme işinde yapageidîkien) bıçaklarıdır, "buyurdu. [1369]
1339-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hiçbir kimse kurban etini üç günden
fazla "buyurmuştur. [1370]
1340-) Âişe (r.a.):
"Biz, Medine'de kurban etlerinden bir kısmını tuzlar ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e ikram ederdik. Derken: "Kurban etlerini ancak üç gün
yeyiniz" buyurdu. Ailah daha iyi bilir ama bu yasak kesin değildir, kurban
etini (o yıl bas fekinere) yedirmek istemiştir." demiştir. [1371]
1341-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Mina'da İken kurban develerimizin etlerinden üç günden fazla
yiyemezdik. Sonra Rasûiüilah (s.a.v.) bize ruhsat verdi: "Artık yiyin,
azık edinin." buyurdu, biz de yedik, azık edindik." demiştir. [1372]
1342-) Seleme b. Ekvâ
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden kim kurban keserse evinde üç
geceden sonra sabaha asla kurbandan bir parça çıkmasın, "buyurdu. Ertesi
yii olduğunda: "Ey Allah'ın Rasûlü, kurban etlerimizi geçen yıl
yaptığımız gibi mi yapıyoruz?" dediler: "Yeyiniz, yediriniz, saklayıp
depo ediniz. Çünkü o dediğiniz yıl halkta büyük bir kıtlık vardı. Bu nedenle
halka yardımetmenizi istemiştim, "buyurdu" demiştir.
(Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan rivayet edilen yukarıdaki hadiste Mina'da üç günden sonra kurban
etinin yenmesi yasaklandığı, sonra da buna izin verildiği belirtilmişti.) [1373]
1343-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Fera've Atîra diye bir şey
yoktur."'buyurmuştur. Fera1: Hayvanın ilk doğan yavrusudur ki bunu
tağutları adına kurban ederlerdi. Atîra ise müşriklerin Recep ayında putlarına
kestikleri kurbandır. [1374]
1344-) Ali b. EbîTalib
(r.a.) anlatir: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte olduğum Bedir
Savaşı'nda ganimet olarak bir deve elde ettim, Rasûlüllah (s a.v.) bana, bir
deve daha verdi. Bir gün develeri Ensar'dan bir kimsenin Kapısının yanına
çöktürdüm. Aslında ben develerle izhir otu taşıyıp satmak ve Fatıma'nın düğün
yemeğine katkıda bulunmak istiyordum, bu sırada yanımda Kaynukaoğulları'ndan
kuyumcu bir kimse de bulunuyordu. Hamza b. Abdulmuttalib de develeri
Döktürdüğüm bu evde yanında şarkıcı bir kadınla birlikte şarap içiyordu.
Şarkıcı kadın: "Ey Hamza, semiz develere bakmaz mısın..." diye
başlayan kaside okudu, bunun üzerine Hamza hemen kılıcıyla develere atılıp
hörgüçlerini kesti, böğürlerini yardı, sonra da ciğerlerinden aldı."
-(Hadisin railerinden ibni Cüre/e şöyle demiştir) İbni Şihab'a:
"Hör-güçlerinden de aldı mı?" dedim: "Hörgüçlerini kesip
götürdü." dedi Hz. Ali (r.a.) şöyle devam etti: "Beni dehşete düşüren
manzarayı seyrettim, sonra da Allah'ın Peygamberi'ne (s.a.v.) vardım. Yanında
Zeyd b. Harise vardı. Kendisine durumu bildirdim. O da Zeyd b. Harise ile hemen
çıktı, ben de kendisiyle gittim. Hamza'nın yanına girdi ve kızgınlığını
belirtti, bu sırada Hamza bakışlarını yukan dikti ve: "Sizler, atafanmın
kölesinden başka nesiniz." dedi, bunun üzerine Rasûlüllah (onun sarhoş
olduğunu anladı ve) geri çekilip yanından çıktı. Bu hâdise içki yasağından önce
olmuştu." [1375]
1345-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Bizim şu, sizin de "Fadih" diye isimlendirdiğiniz
Fadih içkisinden başka şarabımız yoktu. Ben, Ebû Talha ve falan kimseye içki sunuyordum,
o sırada birisi geliverdi: "Haber size geldi mi?" dedi: "Ne
haberi?" dediler: "Şarap haram kılındı" dedi. Onlar da: "Ey
Enes, şu testileri döküver" dediler, bu kimsenin verdiği haberden sonra
şarabın haram kılınmasını ne sordular ne de Rasûlüllah (s.a.v.)e müracaat
ettiler." demiştir.
(Yani hemen gelen
haberi kabul edip uyguladılar. Fadih, hurmadan yapılan şaraptır.) [1376]
1346-) Cabir b. Abdullah
el-Ensari (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), kuru üzümle kuru hurmanın; koruk
hurma ile kuru hurmanın karıştırılmasını yasaklamıştır.
Diğer bir rivayette
ise "Yaş hulma ile koruk hurmayı; kuru üzümle kuru hurmayı şıra yapmak
için bfrfeştfrmey/niz" buyurmuştur. [1377]
1347-) Ebû Katâde (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.), hurma ile yaş hurma koruğunu yine hurma ile üzüm
kurusunu birleştirmeyi yasakladı. Bunların herbiri ayrt ayrı hoşaf yapılıp
kullanılır." demiştir.
(Buradaki
birleştirmenin yasaklığt israf olmaması İçin tasarruf ağsından olduğu
belirtilmiştir.) [1378]
1348-) Enes b. MaÜk
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.)'in, Dübbâ (kabaktan yapılmış testi) ve
müzeffet (ziftle kaplanmış testi) içerisinde şıra yapmayı yasakladığını bildirmiştir. [1379]
1349-) Ali (r.a.):
"Rasülullah (s.a.v.), dübbâ (kabaktan yapılmış testi) ve müzeffet (ziftle
kaplanmış testi) içerisinde şıra yapmayı yasakladı" demiştir. [1380]
1350-) Âişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Dübbâ (kabaktan yapıma testi) ve müzeffet (zuue
kaplanmış testi) içerisinde şira yapmayı yasaklamıştır. [1381]
1351-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Size,Dübbâyi
(kabaktan yapılmış testiyi) hantemİ (topraktan yapılmış testiyi)
ttaklif(hurma kütüğünden
oyulmuş testiyi) Ve
müzeffetî (ziftle kaplanmış
testiyi)yasaklıyorum" buyurmuştur.
(Hadiste geçen
kullanımı yasaklanan eşyalar, içerisinde sıvı şeylerin konduğu bazı kaplardır.
İslâm öncesi bu kaplar şarap yapımına daha elverişli olduğundan içerisine,
hurma ve üzüm şırası konulup şarap yapılırdı. Nitekim hadisin Müslim'de geçen
rivayetinde bu hususu belirterek şöyle buyurmuştur: "İçerisine ufak hurmaları
atar sonra üzerine su döker, kabanp fışkırması geçtiğinde bunu içersiniz.
Sonunda da biriniz amca oğlunu kılıçla vurur."(Müslim, iman: 26) Bu nedenle
şarap yapımında kullanılan söz konusu kapların kullanımı tamamen yasaklanmış,
İslâm ahkamı yerleşip sebat bulduğunda, tıpkı kabir ziyaretinde olduğu gibi
bunların kullanımı serbest bırakılmıştır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Size birtakım
kaplan yasaklamıştım. Şüphesiz kaplar bir şeyi ne helar ne de haram, ama biline
ki, sarhoşluk veren şeylerin tümü hamdir. "buyurmuştur. (Müslim, Eşribe:
64, Tilmizi, Eşribe: 6)
Bir diğer hadiste
de: "Size su tulumunda şıra yapmayı yasaklamıştım. Simdi bütün kaplarda
bunu içebilirsiniz, yalnız sarhoşluk veren şeyler bunun dışındadır,
"buyurmuştur. (Müslim, Eşribe: 65) [1382]
1352-) Abdullah b. Amr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), bazı su kaplannın kullanımını
yasakladığında, kendisine: "Herkes deri su kabı bulamaz?" denildi. O
da ziftlenmemiş testiler için izin verdi" demiştir. [1383]
1353-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüliah (s.a.v.)'e bal şırasından yapılan ve Yemen halkının içmiş
olduğu "Bif İçeceği" soruldu, Rasûlüllah (s.a.v.): "Sarhoşluk
veren tüm içecekler, haramdır, "buyurdu." demiştir. [1384]
1354-) Ebû Mûsâ el-Eşari
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisini Yemen'e görevli gönderdi. O da
Hz. Peygamber (s.a.v.)'den orada yapılan içecekleri sordu. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Nedir onlar?" buyurdu: "Baldan yapılan içeceklerle
arpadan yapılan içecekler" dedi: "Sarhoşluk veren tüm şeyler
haramdır"buyurdu. [1385]
1355-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim dünyada şarap içer sonra da tevbe
etmez ise kendisine âhirette cennet şarabı haram olur." buyurmuştur. [1386]
1356-) Sehl b. Sa'd
(r.a.): "Ebû Üseyd es-Sâidî geldi, Rasûlütlah (s.a.v.)'i düğününe davet
etti. Gelin olan hanımı da o zaman hizmetlerini görüyordu. Rasûlüllah
(s.a.v.)'e içecek ne ikram etti biliyor musunuz? Geceleyin bakır bir kap
içerisine bir miktar hurma ıslatıp şerbet yapmıştı." demiştir. [1387]
1357-) Sehl (r.a.Ydan.
Şöyle demiştir: "Ebû Üseyd es-Saidî, ev-!endiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.)
ve ashabını davatetti. Onlara yerne-9' hanımı Ümmü Üseyd yaptı ve sundu.
Kendisi gece taştan oyma kapiçerisine bir miktar hurma ıslattı. Hz. Peygamber
(s.a.v.) yemeği yedikten sonra ıslattığı hurmaları suyun içinde ezip şerbetini
ikram etti." [1388]
1358-) Seh! b. Sa'd
(r.a.): 'Hz. Peygamber (s.a.v.) Saideoğulları'nın gölgeliğine geldi ve:
"Ey SeM, bize su dağıt"buyurdu. Ben de kendilerine şu bardağı çıkanp
bununla su dağıttım." demiştir. Hadisi Seh! (r.a.)'dan rivayet eden ravi:
"Seh! bize bu bardağı çıkardı, biz de ondan su içtik. Sonra bu bardağı
Ömer b. Abdülaziz hediye edilmesini istedi, o da bunu kendisine hediye etti."
demiştir. [1389]
1359-) Bera (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), Mekke'den Medine'ye gelirken Süraka
b. Maiik b. Cü'şem onları takip eder. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.), ona
beddua eder, arkasından hemen atının ayakları yere gömülür. Bunun üzerine
Süraka: "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermeyeceğim" demiş.
Hz. Peygamber de, Allah'a dua etmiş. Rasûlüllah (s.a.v.), yolda susamış, derken
bir koyun çobanına rastlamışlar. Ebû Bekir, şöyle anlatır: "Bir k jp alıp
içerisine Rasûlüllah (s.a.v.), için bir miktar süt sağdım ve kendisine getirdim
gönlüm razı olana kadar içti." [1390]
1360-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Miraç gecesinde Rasûlüllah (s.a.v.)'e İlyâ'da iken şarap ve süt
kadehi getirildi. Kendisi bu ikisine baktı ve sütü aldı. Cebrail: "Seni,
fıtrata/ insanın yaradılışına uygun olan şeylere eriştiren Allah'a hamdolsun.
Eğer şarabı alsaydın ümmetin yoldan çıkardı" dedi" demiştir. [1391]
1361-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Ebû Humeyd, en-Naki1 merasından bir bardak süt getirdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) de kendisine: "Bir tahta parçasıyla bile olsa üzerini
örtseydin" buyurdu" demiştir. [1392]
1362-) Câbir (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Akşam olduğunda veya gece karardığında
çocuklarınızı dışan salmayınız. Şeytanlar bu vakitte ortalığa yayılırlar,
dolayısıyla yatsıdan bir süre geçfiğinde onlan (evlerinize) koyunuz. Allah'ın
adını zikrederek kapını kapat, Allah'ın adını zikrederek lambanı söndür,
Allah'ın adını zikrederek su kabının ağzını bağla, Allah'ın adını zikrederek
ü-zerierini enlemesine (bir çubuk gibi) bir şeyle bile olsa kapkacağınıört"
buyurmuştur.
(Âlimler buradaki
emrin dini bir fariza değil özendirme anlamına yorumlamışlardır. Karanlığın
şeytani kuvvetler için aydınlıktan daha elverişli olması nedeniyle gece
başladığında şeytanların daha yoğun çalışabileceği belirtilmiştir. Aslında bize
göre karanlık olan bîr zaman birimi, başka bir yerde gündüz olmaktadır. Mesela
Türkiye'de akşam olduğunda Amerika'da gündüz olmaktadır. Amerika'da akşam olduğunda
Türkiye'de gündüz olmaktadır. Şeytan ve cin dediğimiz gözle görülmeyen
varlıklar insanlarla mukayese edilemeyecek bir biçimde süratli hareket ederler.
Bir yerde sabah olduğunda hemen akşam olan yere gidebilirler. Bir yerde sabah
olması bunlar için orada kendilerine uygun olan karanlığı beklemelerine gerek
yoktur, hemen karanlık olan başka bir yere intikal edebilirler. İnsan ise
kendisine uygun olan aydınlığın gelmesini beklemek zorundadır. Karanlık insanın
tabiatına uygun değildir, insan yapı itibarı ile aydınlıkta daha rahat hareket
eder. Bu nedenle karanlıkta etrafındaki her türlü tehlikeyi iyi fark edemez,
başına türlü belalar gelebilir. Aydınlıkta bu belaların çoğundan kurtulma
İmkanı vardır, çünkü yapısı karanlığa değil aydınlığa müsaittir. Duyu
organlarından olan göz aydınlıkta daha iyi görür. Şeytan ve cinlerin yapılarına
karanlığın daha uygun olması muhtemeldir. Dolayısıyla bunlar için en uygun
zaman gecedir.) [1393]
1363-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "U-yuduğunuzzaman evlerinizde ateş
bırakmayınız"'buyurmuştur. [1394]
1364-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Medine'de ev halkı içeride iken geceleyin bir ev yandı. Bunların durumu
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e anlatıldı: "Şu ateş sîze ancak bir düşmandır.
Uyuduğunuzda ateşi söndürünüz. "buyurdu. [1395]
1365-) Ömer b. Seleme
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in terbiyesi altında yetişen küçük bir
oğlan çocuğu idim. (Yemekte) elim tabağın her yerinde dolaşırdı. Bunun için
bana Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey evlat, Besmele çek, sağ elinle ye, tabaktan
sana yakın olan yerden ye. "buyurdu. Artık yemek yeme biçimim hep böyle
olmuştur." [1396]
1366-) Ebû Said e!-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) su tulumununağzını çevirip su içmeyi yasakladı."
demiştir.
(Buradaki yasağın
hikmeti, su tulumu ve su testisi gibi kaplardan bardaksız dikerek su içerken,
artık bulaşacabîliceği veya kapların içleri görülmediği için haşere
bulunabileceği tebl(kesindendir. Nitekim, bu yasaktan sonra bir kimse gece su içmeye
kalkmış, su tulumunun ağzını açtığında karşısına yılan çıkmıştır, (ibni Mâce,
Eşnbe: 19) Müslimde geçen bir ifadede su tulumlarının ağzını çevirmeyi,
kırbanın yukarısını aşağı çevirme olarak tarif edilir. Müslim: Eşribe: [1397]
1367-) Asım, Şa'bîtden.
İbni Abbâs (r.a.)/ kendisine hadis anlatmış ve: "Rasûlüiiah (s.a.v.)'e
zemzem verdim, o da ayakta zemzem içti." demiştir. [1398]
1368-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ayakta zemzem içti." demiştir. [1399]
1369-) Ebû Katâde (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz bir şey içtiğinde kaba
solumasm"buyurdu" demiştir. [1400]
1370-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bardaktan (su içerken) üç defa nefes alırdı." [1401]
1371-) ez-Zührîden. Enes
b. Mâlik (r.a.) bana şöyle anlattı: Enes b. Mâlik'in evinde bulunan besi koyunu
Rasûlüllah (s.a.v.) için sağılıp yine Enes'in evinde bulunan kuyunun bir miktar
suyu ile karışttnlmış. Sonra bardağı Rasûlüllah (s.a.v.)'e verdi, o da
bardaktan içti, bardağı ağzından çektiği sırada solunda Ebû Bekir sağında ise
bir bedevi bulunuyordu. Ömer bu yüzden bardağın kalanını bedevîye vereceğinden
endişe edip: "Ey Allah'ın Rasûlü, yanındaki Ebû Bekir'e ver" dedi
ise de bardağı sağında bulunan bedevîye verdi, sonra da: "Sırasıyla
sağdan sağaf"buyurğu. [1402]
1372-) Sehi b. Sa'd
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir su bardağı getirildi,
sağında topluluğun en küçüğü bir delikanlı solunda da yaş» ilerlemiş kimseler
bulunuyordu. Bardaktan içerek: "Ey delikanlı, geri kaian artığı senden
yaşiı olanlara vermeme izin verir O da: "Ey Allah'ın Rasûlü, senden
nasibime düşen artığı kimseye bırakamam." dedi, bunun üzerine kalan suyu
ona verdi. [1403]
1373-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Biriniz bir şey yediğinde elini yalamadan
veya yalatmadan silmesin." buvurmuştur.
(Hadisin diğer
rivayetinde: "Çünkü kişi yemeğin neresinde bereket olduğunu bilemez,
"buyurmuştur. Müsüm, Ejribe: 134) [1404]
1374-) Ebû Mes'ûd
ei-Ensârî (r.a.): "Ensar'dan "Ebû Şuayb" denilen bir kimse
vardı, kendisinin de kasap bir kölesi vardı. Bu kimse: "Bana bir yemek
yap, beşin beşincisi olarak Rasûlüllah (s,a.v.)'i çağıracağım" dedi ve
Rasûlüllah (s.a.v.)'i beşin beşincisi olarak çağırdı, derken bir adam da onların
peşine takıldı. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sen bizi beşin
beşincisi olarak çağırdın ama bu adam da peşimize takıldı. Dilersen ona da izin
verirsin, dilersen dışarıda bırakırsın, "buyurdu: "Ona da izin
verdim." dedi." demiştir. [1405]
1375-) Cafair b. Abdullah
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hendek kazılırken Rasûlüllah (s.a.v.)'de
açlık gördüm, hanımıma gittim ve: "Yanında bir şey var mı? Rasûlüiiah
(s.a.v.)'de şiddetli açlık gördüm" dedim. O da içerisinde bir sa1 arpa
bulunan bir kese çıkardı. Bir de beslediğimiz kuzumuz vardı, ben onu kestim,
hanımım da arpayı öğüttü. Benimle beraber o da işini bitirdi. Kuzuyu çömleğe
parçaladım sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'e döndüm. Bu sırada hanımım: "Aman
ha! Beni, Rasûlüllah (s.a.v.)'e ve beraberindekilere karşı mahcup
düşürrneyesin" demişti. Rasûfüllah (s.a.v.)'e vardım ve gizlice: "Ey
Allah'ın Rasûlü, küçük kuzumuzu kestim, hanım da yanımızda bulunan bir sa'
kadar arpa öğüttü. Beş on kişi ile sen bize gel" dedim. RasûlüHah (s.a.v.)
de: "Ey hendek kazanlar, Câbir sûr yemeği yapmış, haydi ona misafir
olalım"diye seslendi. Bana da: "Ben gelmeden sakın çömleğinizi
indirmeyin hamurunuzu da ekmek yapmayınız" buyurdu. Eve geldim, Rasûlüllah
(s.a.v,) de cemaatin önünde geldi. Ben, hanımımın yanına girdim. Bana:
"Yapacağını yaptın" dedi. Ben de: "Bana söylediğini yaptım"
dedim. Hamuru Hz. Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna çıkardım üzerine tükürüp
bereketini artırdı, çömleğe gitti ona da tükürüp bereketini artırdı, sonra:
"Ekmeği pişirecek hanımı da çağır seninle ekmeği pişirsin, çömleğinizden
de indirmeden kepçeyle alsın"buyurdu. Oradakiler bin kişiydi. Allah'a
yemin olsun ki hepsi de yemeklerini yiyip oradan ayrıldılar ama çömleğimiz
olduğu gibi kaynamakta hamurumuz da ekmek yapılmaktaydı." [1406]
1376-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ebû Talha, Ümmü Süleym'e: "Rasûlüllah
(s.a.v.)'in sesini çok bitkin işittim. Kendisinde açlık olduğunu biliyorum.
Yanında bir şeyler var mı?" dedi. O da: "Evet var" dedi ve
arpadan yapılmış birkaç parça ekmek çıkardı sonra bir Örtü aldı ve örtünün bir
kısmına ekmeği sarıp elbisemin altına koydu diğer kısmını da üzerime örttü ve
beni Rasûlüllah (s.a.v.)'e gönderdi. Ekmeği götürdüm ve Rasûlüllah (s.a.v.)'i
mescide halkla beraber otururken gördüm yanlarına varıp ayakta durdum.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Ebû Talha mı gönderdi" buyurdu:
"Evet" dedim: "Yemek için mi" buyurdu: "Evet"
dedim. Rasûlüliah (s.a.v.) yanındakilere: "Haydikalkın"'buyurdu.
Oradakiler yürüdüler, ben önlerinden gidip Ebû Talha'ya vardım ve kendisine
bunu bildirdim. Ebû Talha: "Ey Ümmü Süleym, Rasûlüllah (s.a.v.) haikı da
getirmiş. Halbuki yanımızda onları doyuracak kadar bir şeyimiz yok?"
dedi. O da: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedi. Ebû Talha, gidip
Rasûlüllah (s.a.v.)'i karşıladı. Rasûlüliah (s.a.v,), Ebû Talha ile gelip eve
girdi. Rasûlüliah (s.a.v.): "Ey Ümmü Süleym, yanındakileri getir"
buyurdu. O da bu ekmeği getirdi. Rasûlüllah (s.a.v.), emir verdi ve ekmeği
parçalattı. Ümmü Süleym, ekmek parçalarının üzerine tulumdan yağ sıkıp katık
yaptı. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), Allah'ın söylemesini dilediği şeyleri
söyledi. Sonra: "On kişi çağır"buyux<Su. On kişi içeri alındı,
onlar doyana kadar yiyip dışarı çık-tıiar. Sonra: "On kişi çağır"
buyurdu. On kişi içeri alındı, onlar doyana kadar yiyip dışarı çıktılar. Sonra:
"On kişi çağır" buyurdu. Sonunda topluluktakilerin hepsi doydu.
Yetmiş veya seksen kişiydiler"
Diğer bir rivayet
"Ebû Talha: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben sadece seiçin bir şeyler
hazırlamıştım" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.)/ yemeğe elsürdü ve bereket duası
yaptı, arkasından: "Ashabımdan on kişiyi uyurdu" şeklindedir.
Diğer bir rivayet
"Besmele çekerek yiyiniz"'buyurdu. Onlar da yediler. Böyle seksen kişi
yaptı. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ev halkı yedi, geriye de yemeğin
kalanını bıraktılar" şeklindedir.
Diğer bir rivayet
"Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) ve ev halkı yedi, komşulara yetecek kadar da
artırdılar" şeklindedir. [1407]
1377-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Bir terzi, yapmış olduğu yemeğe Rasûlüllah (s.a.v.)'i davet
etmişti. Rasûlüllah (s.a.v.) ite birlikte ben de bu yemeğe gittim. Terzi,
Rasûlüllah (s.a.v.)'e ekmek ile içerisinde kabak ve kurutulmuş et bulunan sulu
yemek sundu. Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördüm: Yemek kabının kenarında kabakları
arıyordu. O günden bu yana kabağı sürekli sever oldum." demiştir.[1408]
1378-) Abdullah b. Cafer
b. Ebî Tâlib (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i olgunlaşmamış taze hurmayı
salatalıkla acurla yediğini gördüm." demiştir. [1409]
1379-) Cebele b. Suhaym
anlatır: "Bir kısım Iraklılarla Medine'de bulunuyorduk, bizi kıtlık senesi
vurmuştu. Abdullah b. Zübeyr (r.a.) da bize hurma yedirirdi. Abdullah b. Ömer
(r.a.) bize uğrar ve: "Rasûlüllah (s.a.v.) hurmayı ikişer ikişer yemeyi
yasaklamıştır. Ancak birinizin kardeşine böyle yemesine izin vermesi bunun
dışındadır." derdi."
(Hurmanın ikişer
ikişer yenilmesinin yasaklanmasının nedeni, nezaket kuralları !-duğu veya
kıtlık sırasında oburluk yaparak konulan yemeği sofradan siiip süpürüp, yanındaki
kardeşlerinin hakkına riayet edilmemesidir denilmiştir. Söz konusu durum mevcut
değilse hurmanın ikişer veya daha fazla yenilmesinde bir sakınca
görülmemiştir.) [1410]
1380-) Sa'd b. Ebî Vakkâs
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim her gun sabah aç karnına yediAcve
Hurması yeise bu günde kendisine ne zehir ne de sihir zarar verir,
"buyurdu." demiştir.
(Acve:
Medine'de yetişen siyah hurmadır. 901. hadiste görüldüğü gibi Medine şehri,
Efendimiz (a.s.)'ın duası ile bereketlenmiş bir topraktır. Bütün mahsulat yetiştiği
toprağa göre değer kazanır. Mesela, Rize ilinin Anzer yöresinde toplanan bal
İle Marmaris'te toplanan çam balı aynı değildir. Oysa ikisi de baldır ama her
ikisinin aynı değerde olduğunu hiçbir araştırmacı iddia edemez. İşte Acve
Hurması da böyledir. Dr. Mustafa Sibaî de "İslâm Hukuku'nda Sünnet"
isimli eserinde Hacca gittiğinde beş aylık bir sürede bunu denediğini
bildirmektedir. İslâm âlimleri Acve Hurması'ndaki bu özelliğin Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in duası nedeniyle oluştuğu görüşünü belittirler. Acve Hurması'nın ne
gibi tıbbî özelliği olduğu bilim adamlanmızın araştırmalannı beklemektedir.) [1411]
1381-) Said b, Zeyd
(r.a.): "Rasûlülfah (s.a.v.); "Dolaman mantarı, İsrailoğullanna
gönderilen kudret helvası cinsindendîr suyu da göze şifadır"buyurdu"
demiştir.
(Mantar, hiçbir
masraf ve güç harcamadan külfetsiz olarak tamamen Allah'ın bağışı bir bitki
olduğundan dolayı İsrailoğullan'nın çaba sarfetmeden elde ettikleri
yiyeceklerine bu yönden benzer. Bunun için Rasûiüllah (s.a.v.) mantarı kudret
helvası cinsi olarak açıklamıştır.
Dolaman mantarı
diye çeviri yaptığımız ve Arapçası 'keme1 olan mantann kullanımıyla çeşitli
göz hastalıktannın tedavi edildiği bilgilerini kitaplarımızda rastlamaktayız.
Ebû Hureyre (r.a.) üç, beş veya yedi mantar alıp suyunu bir şişeye sıktığını,
kız çocuğunun gözüne sürme yaptığını ve hastalıktan kurtulduğunu
bildirmektedir. (Tirmizî, Tıb: 22) Yine İmam en-Nevevi, Kemal b Abdullah
ed-Dımeşkrnin bu hadise dayanarak mantar suyunu gözüne sürme çekerek görmeyen
gözünün tekrar görmeye başladığını bizzat kendisinin müşahade ettiğini
bildirmektedir. (Şerhu Müslim, xiv. 234)
Mantann göz için
şifa olması, bilim adamlarının araştırmasını bekleyen bir konudur. Müslüman
bilim adamlarımızın bu konuya eğilmelerini beklemekteyiz. Bazı kimselerin hem
hadiste kastedilen mantan bilmedikleri hem de kullanma usulünü bilmediklerinden
mantar suyundan fayda yerine zarar gördükleri rastlanmaktadır. Hadiste sözü
edilen mantar türü iyi tespit edilmeli, kullanım usulü ve konunun
mütahassıslarının uyarılan dikkate alınmalıdır.) [1412]
1382-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'m yanında misvak ağacının (incire
benzeyen) meyvesini topluyorduk. Rasûiüllah (s.a.v.): "Siyah olanını
alınız, çünkü bu daha güzeldir, "buyurdu, kendisine: "Davar otlatır
mıydınız?" dediler: "Davar otlatmayan bir Peygamber var mıdır
ki?"buyurdu." demiştir. [1413]
1383-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz, Peygamber (s.a.v.)'e bir kimse gelmişti. O da (karnım doyurmaları
için) hanımlarına gönderdi, hanımları: "Yanımızda su dışında hiçbir şey
yoktur." dediler, bunun üzerine
Rasûiüllah
(s.a.v.): "Kim bu kimseyi evine katar veya misafir olarak
ağırlar?"'buyurdu. Ensardan bir kimse: "Ben" dedi ve misafiri
altp hanımının yanına gitti: "Rasûiüllah (s.a.v.)'in misafirini
ağırla" dedi. Hanımı: "Yanımızda çocuklarımın yiyeceğinden başka bir
şey yoktur" dedi. Ev sahibi: "Yanındaki yemeğini hazırla, kandili
yak, akşam yemeği istediklerinde çocukları uyutuver" dedi. Hanım sofrayı
kurdu, kandili yaktı, çocuklarını da uyuttu. Sonra da kalkıp kandili
düzeltiyormuş gibi yapıp söndürüverdi. Bu arada kocasıyla beraber yemek
yiyormuş gibi davrandılar, sonunda aç olarak sabahladılar. Sabah olunca bu zat
Rasûiüllah (s.a.v.)'in yanına geldi. Rasûiüllah: "Allah sizin davranışınızı
çok beğendi ve: «Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi onları kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıyı / kurtuluşu
elde etmiş kimselerdir.» r: 9) ayetini indirdi, "buyurdu." demiştir. [1414]
1384-) Abdurrahman b. Ebî
Bekir (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yüz otuz kişi
bulunuyorduk. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden birinizin yanında yiyecek
var mıdır?"buyurdu, baktık ki bir kimsenin yanında bir sa' (yaklaşık uç
kno) veya buna yakın bir yiyecek gkü, hemen hamur yoğruldu sonra uzun boylu saç
dağınık müşrik birisi sürüp geldiği davarla çıkagefdi. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Satmak için mi yoksa bağışlamak için mi getirdin?" buyurdu, o da:
"Hayır, bağış değil satmak için" dedi, Rasûiüllah ondan bir koyun
satın aldı, hemen kesilip'', yüzüldü. Hz. Peygamber (s.a.v.) karaciğerinin
kızartılmasını emir buyurdu. Allah'a yemin olsun ki yüz otuz kişiden herbirine;
orada bulunuyorsa kendisine vererek, bulunmuyorsa hissesini ayırarak dğeri
bölüp dağıttı, onu iki kaba koydu, herkes yedi, hepimiz doyduk, iki kap da
arttı, bunun üzerine yiyeceği deveye yükledik." dedi veya benzeri bir söz
kullandı. [1415]
1385-) Hz. Ebû Bekir
(r.a.)'ın oğlu Abdurrahman (r.a.) anlatır: "Ashab-ı Suffe fakir
kimselerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kimin yanında iki kişilik yiyecek
varsa üçüncü kişiyi yanında götürsün. Eğer dört kişilik ise beşinciyi veya
altıncıyı götürsün." buyurdu.
Ebû Bekir üç kişi
getirmiş Hz. Peygamber (s.a.v.) de on kişi götürmüştü. Ev halkı ben, babam ve
annemdi. (Hadisi bize anlatan ravi:) "Hanımım ve bizimle Ebû Bekir'in
evinde müşterek olan hizmetçi de" dedi mi bilemiyorum (demiştir.)
Ebû Bekir Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in yanında akşam yemeği yedi sonra da yatsı namazı kılınana
kadar orada kaldı. (Misafirleri getirdikten) sonra dönüp Hz. Peygamber
(s.a.v.) akşam yemeğini yiyene kadar orada kalmıştı. Allah'ın dilediği bir süre
geceden geçene kadar orada kaldıktan sonra çıkıp geldi. Hanımı:
"Misafirlerinden seni alıkoyan şey ne ola ki?" dedi. O da:
"Yoksa onlara akşam yemeği yedirmedin mi?" dedi. Hanımı: "Sen
gelene kadar yemek yemediler, önlerine yemek kondu kabul etmediler." dedi.
Ben hemen kaçıp saklandım babam bana: "Be hey akılsız, rezil herif!"
diyerek verdi veriştirdi. "Yiyiniz, içinize sinmesin" dedi ve:
"Vallahi ben asla o yemeği yemeyeceğim" diye ekledi. (Misafirler
yemeye başladı) Allah'a yemin olsun ki biz bir iokma alıyorduk; ama altından
bundan daha fazlası çoğalıyordu. Sonra misafirler doydu, ama yemek ilk
öncekinden daha fazla oldu. Ebû Bekir yemeğe baktı, bir de ne görsün yemek
olduğu gibi, hatta daha fazlasıyla duruyor. Bunun üzerine hanımına: "Ey
Firasoğullan'nın kız kardeşi, nedir bu?" dedi. O da: "Gözümün nuru
hakkı için vallahi, yemek şu anda öncekinden üç kat daha fazla olmuş"
dedi. Ebû Bekir sonunda (dayanamayıp) bu yemekten yedi. Yeminini kastederek:
"Bu yemin işi şeytanın kışkırtmasından olmuştu" dedi ve yemekten bir
îokma aldı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e götürdü, yemek onun yanında sabaha
kadar durdu. Bu sırada bir kabile ile aramızda saldırmazlık anlaşması vardı ki
süre bitmişti (bu
nedenle Medine'ye
geldiler.) BİZ (bunlardan) On İki adamı ayirdlk, her bİT adamın
yanında da
kendilerinden birtakım insanlar vardı ki, her adamın yanında kaç kişi olduğunu
Allah daha iyi bilir. İşte bunların hepsi yemekten yediler" (Hadisi bize
anlatan ravi:) "veya benzeri sayıda kişiler yedi" demiştir. [1416]
1386-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "İki kişinin yiyeceği üç kişiye yeter,
üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter"buyurdu." demiştir. [1417]
1387-) Abdullah b. Ömer
(r.a,) kendisiyle birlikte yemek yemesi i-cin bir fakir getirilmedikçe yemek
yemezdi. Kendisinden hadisi rivayet eden Nâfi: "Bir gün kendisiyle
birlikte yemek yemesi için bir adamı yanına koydum, o da çok yedi.-Bunun
üzerine: "Ey Nâfi, bunu benim yanıma koyma, ben Hz. Peygamber (s.a.v.)'i:
"Mü'min bir mide (bağırsak) için yer, kâfir ise yedi mide (bağırsak) için
yer." diye buyururken, işittim" dedi." demiştir. [1418]
1388-) Ebû Hureyre
(r.a.)'da. Bir keresinde Rasûlüllah (s.a.v.)'e kâfir birisi misafir olarak
gelmişti. Rasûlüllah (s.a.v.), emir verdi ve bir koyun sağıldı, bu adam bir kap
süt içti. Sonra yine bir kap içti, sonra yine bir kap daha içti, neticede yedi
koyunun sütünü içti, Sabah olduğunda bu adam Müslüman oldu. Rasûlüllah
(s.a.v.), yine emir verdi ve ona bir koyun sağıldı, adam bir kap sütü içti
sonra diğerinin sağılmasına emir verdi ama adam bunun sütünü tamamen
bitiremedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Mümin bir mide (bağırsak)
için içer, kâfir ise yedi mide (bağırsak) için içer buyurdu. [1419]
1389-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) yemekte asla kusur bulmazdı. Eğer isteği
varsa yer yoksa bırakırdı." demiştir. [1420]
1390-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Gümüş
bardaktan içen kimse karnında cehennem ateşini şarıldatır. "buyurmuştur. [1421]
1391-) Berâ b. Âzib
(r.a.), şöyle demiştir: "Rasûlüilah (s.a.v.), yedi şeyi bize emretti yedi
şeyi de yasakladı:
Hastayı ziyaret
etmeyi, cenazenin arkasından yürümeyi, aksı-rana dua etmeyi, yemine sadık kalmayı
veya yemin edenin yeminini kabul etmeyi, mazluma yardım etmeyi, davete icabet
etmeyi ve selamı yaygınlaştırmayı bize emretti.
Yüzükleri altından
yüzük takınmayı, gümüş kaplardan su içmeyi, eyer yastıklarını, keten ipek
karışımı elbiseyi, ipeği, ibrişim ipeği,ve atlas ipeği bize yasakladı."
(Aksiran kimseye
dua, aksıran: "el-Hamdülilİah" dediğinde, ona
"yerhamukellah" (=A!iah sana merhamet etsin) diye dua etmektir. O da
"yehdîkü-müllâh ve yuslih bâleküm" (=AİIah sizi hidayete eriştirsin,
durumunuzu iyileştirsin) diye karşı duada buiunur. (Buhâri, Edeb: 126)
Hadiste sözü edilen
bazı eşyalar, ipek türleridir. İbrişim, kalın iplerle örülmüş ipek kumaştır.
Atias, parlak sık dokunmuş ipek kumaştır.
Eyer yastiğı,
olarak çevirisini verdiğimiz Mîsera, için çeşitfi telifler yapılmıştır. Bu
tarifler içerisinde eyer yastığından başka şu tarifler vardır; üst elbise, bir
şeyin üzerine yayılıp oturulan sergi anîamlanna gelir. Genelde bu tür eşyalar o
dönemde ipekten yapıldığından, lüks ve konfor türlerinden olduğu İçin
yasaklandığı söylenmiştir.) [1422]
1392-) Huzeyfe (r.a,):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Ne ipek ne de ibrişim (kaim dokunmuş
ipek) giymeyiniz, altın ve gümüş bardaklardan bir şey içmeyiniz, Altın ve
gümüş kaplardan da bir şey yemeyiniz. Çünkü tüm bunlar dünyada kâfirlerin,
âhirette de bizimdir, "diye buyururken işittim." demiştir. [1423]
1393-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) altın ve gümüş kaplardan su içmeyi, yemek yemeyi,
ipek kumaş giymeyi ve üzerine oturmayı bize yasakladı demiştir. [1424]
1394-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır: "Ömer b. Hattab mescidin kapısının yanında (utârM b.
Hâdbe'nin sattığı) ipeği sık sırmalı bir elbise gördü ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, bunu satın alsan da cuma günlerinde ve elçiler geldiği zamanlarda
giysen....?" dedi. Rasûlüîiah (s.a.v.): "Bu elbiseyi âhirette hissesi
olmayan kimse giyer." buyurdu. Sonraları Rasûlüllah (s.a.v.)'e bu tür
elbiseler geldi. O da Ömer b. Hattab (r.a.)'a bunlardan bir elbise verdi. Bunun
üzerine Ömer: "Ey Allah'ın Rasûlü, sen bana bu elbiseyi verdin ama Utârid
b. Hâcibe ait olan elbise hakkında bana dediğini söylemiştin?" dedi.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben onu sen giyesin diye vermedim" buyurdu.
Bunun üzerine Ömer b. Hattab (r.a.) elbiseyi Mekke'de bulunan müşrik kardeşine
verdi." [1425]
1395-) Hz. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.) ipek giymeyi yasaklamış, orta parmakla şahadet
parmaklarını göstererek şu kadarı bu yasağın dışındadır, demiştir. Bununla
elbisenin işlemeleri İle kenar şeritlerini kasdetm iştir. [1426]
1396-) Hz. Ali
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.) bana çoğunluğu i-pekle işlemeli bir elbise
hediye etti, ben de bunu giydim, fakat Pey-gamber'in yüzünde hoşnutsuzluk
gördüm, bu yüzden elbiseyi keserek, hanemizdeki kadınlara dağıttım." [1427]
1397-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim, dünyada ipek giyerse âhirette onu
giyemez"buyurmuştur. [1428]
1398-) Ukbe b. Âmir
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e arkası yırtmaçlı "Ferrûc"
denilen ipek kaftan hediye edildi. Kendisi bu elbiseyi giyip bununla namaz
kıldı, namazdan sonra elbiseyi beğenmeyen bir kimse gibi hemen g-
attı ve:
"Bu, muUakîlere uygun düşmez" demiştir. [1429]
1399-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdurrahman b. Avf ile Zübeyr b.
Avvâm'a, kendilerinde meydana gelen kaşıntıdan dolayı ipekli gömlek
giymelerine İzin vermiştir."
Yine Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan gelen bir diğer rivayette: "İki sahabi Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
bitten dolayı şikayette bulunmuşlar, bununüzerine kendilerine ipek giymeye izin
vermiştir."
(Hadisin ravisi her
iki sahabiye verilen bu iznin savaş sırasında olduğundan dolayı Buhârî bu
hadisleri, "Savaşta ipek giyme izni" başlığı altında zikretmiştir.) [1430]
1400-) Enes b. Mâlik
(r.a,): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in giymeyi en çok sevdiği pamuklu keten
elbise idi." demiştir. [1431]
1401-) Hz. Aişe (r.a.)
keçelenmiş yünden bir elbise çıkarmış ve: "Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun
içinde iken ruhu alındı" demiştir. [1432]
1402-) Câbir (r.a.):
"Hz, Peygamber (s.a.v.) (evlendiğimde bana): "Sizin saçaktı kadife
yaygılarınız var mı?" buyurdu, ben de: "Bizim saçaklı kadife
döşelerimiz nerden olsun ki?" dedim: "Ama bak sizin saçaklı kadife
yaygılarınız ileride olacaktır" buyurdu. Sonraları ben hanımıma:
"Saçaklı kadife döşelerini benden geri tut" derdim, o da: "Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Sizin muhakkak ilerde saçaklı kadife yaygılarınız
olacak"'demedi mi?" der, ben de döşeyi öyle bırakırdım"
demiştir. [1433]
1403-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah, böbürlenerek
elbisesiniçekenisevmez"'buyurmuştur. [1434]
1404-) Muhammed b. Ziyad,
şöyle demiştir: "Bahreyn valisi iken Ebû Hureyre'yi dinlemiştim. Kendisi,
elbisesini yerde sürüyen bir adam gördü ve bunun üzerine "Vali geldi, vali
gefdi! Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz ki, Allah, böbürlenerek elbisesini
(izarını) yerde sürüyen kimsenin yüzüne bakmaz" buyurmuştur" diyerek
ayağını yere vurmaya başladı." [1435]
1405-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Geçmişteadan omuzlarını kadar sarkmış
saç/an ve üzerindeki iki katIbtsesi takım elbisesi kedisini gurura götürmüş bir
vaziyettevururken yerin dibine geçirildi. Şu anda o kimse, kıyamete kadaryerin
dibinde inleyip bağırarak debelenmektedir, "buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
ise "Geçmişte, iki elbisesi/takım elbisesi içerisinde kendini beğenmiş bir
vaziyette mağrur bir şekilde yürürken... "buyurmuştur. [1436]
1406-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), altın yüzüğü yasaklamıştır. [1437]
1407-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), altın bir yüzük yaptırmıştı. Kendisi bu yüzüğü
takındığında kaşını avucunun içerisine getirirdi. Bunu gören halk da (böyle
yüzük) yaptırdı. Sonra kendisi minbere bu yüzüğü çıkardı ve: "Ben, bu
yüzüğü takınıyor ve kaşını avu~ cumuniçerisinegetiriyordum."buyurdu ve
arkasından bunu attı: "Allah 'a yemin olsun ki bir daha asla bunu
takınmayacağım." buyurdu. Bunu gören halk da yüzüklerini çıkarıp attı. [1438]
1408-) Diğer bir
rivayette ise şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), gümüş yüzük yaptırdı.
Bu yüzük elinde bulunurdu. Sonra Ebû Bekir'in elinde durdu, ondan sonra Ömer'in
elinde dururdu, ondan sonra da Osman'ın elinde idi ta ki, Eriş kuyusuna düşene
kadar. Yüzüğün kaşında 'Muhammedün Rasûlüllah1 yazılı idi."
Diğer bir rivayette
ise şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), altın bir yüzük takındı
sonra onu atıp gümüş bir yüzük takındı. Yüzüğün teşma 'Muhammedün Rasûlüllah1
yazdırdı ve: "Hiçbir kimse, yüzü-gunun kaşına benim bu yazımı
yazdırmasın"'buyurdu. Kendisi bu yuzugü takındığında kaşını avucunun
İçerisine getirirdi. Muaykıb'ın Eriş kuyusuna düşen yüzük de bu idi."
(Eriş kuyusu
Kubâ yakınlannda bir bahçede bulunan su kuyusudur. Efendimiz ) aynı
zamanda mühür olarak da kullandığı bu yüzük kendisinden sonra halifelerine
geçmiştir. Daha sonra Hz. Osman (r.a.) döneminde kuyuya düşmüştür. Rivayetlerin
birisinde Hz. Osman (r.a.)'ın elinden düştüğü bildirilirken diğersinde
Muaykıb'ın elinden düştüğü bildirilmektedir. Yüzüğü muhafaza ile görevli olan
Muaykıb, kuyu başında yüzüğü Hz. Osman (r.a.)'a verinken yüzük kuyuya düşmüştür.
Bu nedenle rivayetlerin birisinde yüzüğü Hz. Osman (r.a.)'ın düşürdüğü
bildirilirken diğerinde Muaykıb'ın düşürdüğü bildirilmiştir.) [1439]
1409-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) gümüşten bir yüzük edinmiş ve kaşına
"Muhammedün Rasûlüllah" yazdırmış: "Ben gümüş bir yüzük edindim,
kaşına "Muhammedün Rasûlüllah" yazdırdım. Sakın hiçbir kimse bunu
yüzüğünün kaşına yazdırmasın."'buyurmuştur. [1440]
1410-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir mektup yazdı -veya yazmasını istedi-
kendisine: "Onlar ancak mühürlü mektubu okurlar" denildi. Bunun
üzerine, kaşı "Muhammedün Rasûlüllah " şeklinde işlemeli gümüşten
bir yüzük yaptırdı. Sanki ben şimdi elindeki beyazlığı görür gibiyim"
demiştir. [1441]
1411-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Kendisi bir gün Rasûlüllah (s.a.v.)'in elinde gümüş bir yüzük
görmüş ve şöyle demiştir: "Bunu gören insanlar da gümüşten yüzük
yaptırdılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) (altından otan) yüzüğü çıkanp atü, insanlar
da (altından dan) yüzüklerini çıkarıp attılar." [1442]
1412-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Biriniz a-yakkabı giydiğinde sağdan
başlasın, çıkardığında soldan başlasın, böylece sağ ayak giyilmede ilk,
çıkarmada son of ur." buyurmuştur. [1443]
1413-) Ebû Hureyre
(r.a.Ydan. Rasûlüliah (s.a.v.): "Biriniz bir tek ayakkabı içerisinde
yürümesin. Ya ikisini birden çıkarsınyalınayak yürüsün) ya da ikisini birden
giysin, "buyurmuştur.
(Tek ayakkabı ile yürümek,
yürüyüşte zorluk verdiğinden, düşme tehlikesi olduğundan ve göze hoş
gelmediğinden dolayı yasaklandığı belirtilmiştir. Hz, Peygamber (s.a.v.) yeri
geldiğinde bazen tek ayakkabı içerisinde yürüdüğü de olmuştur.Tırmizî, Libâs:
35) [1444]
1414-) Abdullah b. Zeyd
ef-Ensârî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'in; mescidde sırtüstü yatıp bir
ayağını diğerinin üzerine koyduğu rivayet edilmiştir. [1445]
1415-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bir adamın za'ferankullanmasını yasakladı."
demiştir.
(Za'feran, safran
da denilen bir bitkidir. Tıpta kullanıldığı gibi boyacılıkta ve e-sans olarak
da Kullanılır. Sarı, siyah ve kırmızı renkferi vardır. Vers denilen bitkinin de
safran olduğu söylenilir. Za'feranın yasaklanmasının nedeni, ihramlı olma halindedir,
çünkü ihramlının koku sürünmesi yasaktır, denilmiştir. Diğer taraftan bazılarına
göre za'feranın yasaklanmasının nedeni, kokusunun erkeklere uygun olmayışındandır.
Bugün za'feran ile ne boyama yapılmakta ne de koku olarak kullanılmaktadır.
Baharatçılarda şifalı bitki olarak kullanılmaktadır. Bu arada bazı özel
durumlarda büyü ve muska yapmada mürekkep yapılarak kullanılması anlatılır.
Âlimler buradaki yasağın haram anlamı ifade etmediğini belirtirler. Hadislerde
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in za'feranla boyanmış elbise giydiği, yine sanya
boyanmış elbise de giydiği bildirilir. Bu nedenle kimilerine göre bu yasak
za'feranın koku olarak kullanımıdır.) [1446]
1416-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Rasûlüliah (s.a.v.): "Yahudi ve Hıristiyanlar saçlarının
beyazlığını boyamaziar. Siz onlara muhalefet ediniz." buyurmuştur.
(O dönem halkı
adetleri içerisinde Yahudi ve Hristiyanlar saygınlıklarını belirtmesi için
ağaran saçlarını siyaha boyamazlardı. Elden geldiğince bu kimselere benzememeyi
emreden Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda da onlara benzememeyi emretmiştir.
Saçların beyazlığının ne ile giderileceği hakkında değişik görüşler vardır.
Kına ile çivit otu (ketem) kullanılmasında bir sakınca görülmemiştir. Siyah
renk veren boyalar hakkında rivayetler farklıdır. Ancak hadisten de
anlaşıldığı gibi boyama nedeni Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefet etmektir.
Nitekim 334. hadisin açıklamasında da Yahudilere benzememek için ayakkabı ile
namaz kılınması tavsiye edilmişti, bakınız. Bu konuda İmam en-Nevevî, Kadı İyâz
ve bir kısım âlimlerden mesele hakkında iki durum bildirir: Birincisi, bir
yerde saçlan boyama veya boyamama adeti varsa bu âdetin dışına çıkmak dikkat
çekmek demektir, bu da mekruhtur. İkincisi, ağaran saçları boyama kişiye göre
değişir, bir kimsede beyazlık boyamaktan daha güzel bir görünüm veriyorsa
boyamamak daha güzeldir, eğer beyazlık bir kimsede Çirkin bir manzara veriyorsa
boyamak daha güzeldir. (Şertıu Müslim, en-Nevevî, «v. 307)
Konu hakkında Ali
Yardım şöyle demektedir: "Şu hususu hemen ifâde edelim ki bu, bir emir
değil, tavsiyedir. Yani, buradaki "Muhalefet ediniz" ifadesi, vucub
değil, ibâhî ve ihtiyari bir emirdir; ilmi ifadesiyle, mendubtur. Bu durumu
göz önünde bulunduran İslâm büyükleri, tâ ashab devrinden itibaren,
bulundukları beldelerin örf ve âdetlerin! göz önünde tutarak hareket
edegelmişlerdir. İslâm'da saç ve sakal boyama meselesinin hareket noktası,
dinden değil; tamamen çevrenin örf, âdet ve geleneklerinden kaynaklanmıştır.
Mesela kaynakların verdiği bilgiye göre (Ebû Dâvûrf, iv.119, nu: 4209, ibn
Sa'd, i. 432.) Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer boya kullanmışlardır. Tabakat ve
menâkıb kitapları da, İslâm tarihinde saç sakal boyası kullanan İslâm
büyüklerine işaret etmiştir. Mesela ashabtan Abdullah b. Ca'fer b. Ebi Tâlib,
Câbir b. Abdullah, Abdurrahman b. Ebî Bekir, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ebî
Avfâ, tabiînden Muham-med b. Ali b. Hüseyn, Muhammed b. Münkedir, Nâfi b.
Cübeyr bunlardan birkaçıdır.
(Bakınız, İbn
Hıbbân, Meşâhiru Ulemâ'il-Emsâr, s. 9, 11, 15, 62, 65, 78. ÜscUi'l-Ğâbe, III.
122 ) Hz.
Peygamber
(s.a.v.)'in tavsiyelerine göre, ağaran saçlar ya olduğu gibi bırakılır ya da
boyanır; fakat yolunmaz. Asr-ı Saadet dönemi Hicaz'ında, saç ve sakal boyamada
kullanılan maddeler umumiyetle kınadır. Ketem adlı bir ot kökünden elde edilen
bir boya çeşidi daha vardır ki, bu da, daha çok kına ile karıştırılarak
kullanılmıştır." (Peygamberimizin Şemaili, s. 108-109)[1447]
1417-) Bükeyr b.
Eşecc'den. Kendisine Büsr b. Saîd şunu anlatmıştır. Zeyd b. Halid el-Cühenî
(r.a.), yanında Ubeydullah el-Havlânî bulunurken, Ebû Talha (r.a.)'ın,
Rasûlüllah (s.a.v. )'in: "İçerisinde suret bulunan eve melekler girmez"
buyurduğunu bildirmiştir. Büsr b. Saîd şöyle devam eder: "Daha sonra Zeyd
b. Halid (r.a.) rahatsızlandı bunun üzerine kendisini ziyarete gittik. Baktım
ki evinde içerisinde suretler bulunan bir perde vardı. Ubeydullah
el-Havlânî'ye: "Suretler konusunda bize hadis anlatmamış mıydı?"
dedim. O da: "Ama o: "Elbisedeki işleme dışında" demişti"
bunu duymadın mı?dedi: "Hayır" dedim, o da: "Evet bunu da
söyledi" dedi." [1448]
1418-) Diğer bir
rivayette "İçerisinde köpek ve suret bulunan eve melekler girmez."
buyurmuştur. [1449]
1419-) Mü'minlerin annesi
Aişe (r.a.) anlatır. Kendisi, içerisinde suretler bulunan yastık minder satın
almış, Rasûlüllah (s.a.v.) bu yastığı görünce içeri girmeyip kapıda durmuş.
Aişe (r.a.) şöyle devam eder: "Yüzündeki memnuniyetsizliği fark ettim:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Allah ve Rasûlü'ne tevbe ederim, ne gühah
işledim?" dedim. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu yastık minder neyin
nesi?" buyurdu: "Üzerine oturup yaslana-sın diye senin için satın
aldım." dedim. Rasûlüüah (s.a.v.): "Bu suretleri yapan/ar kıyamet
günü azaba uğrar ve kendilerine: "Yaptığınız suretlere can verin
bakalım" denilir." buyurdu. Devamla: "İçerisinde suretler
bulunan eve Melekler girmez, "buyurdu." [1450]
1420) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz bu suretleri yapanlar kıyamet
günü azaba uğrar ve kendilerine: "Yaptığınız suretlere can verin
bakalım!" denilir, "buyurmuştur. [1451]
1421-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü insanlardan en şiddet/i
azaba uğrayacak olanlar suret yapanlardır, "buyurmuştur. [1452]
1422-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan. Kendisine bir kimse geldi ve: "Ey Abbâs'ın babası, ben geçimi
elimin sanatından olan bir kimseyim, şu resimleri yapanm?" dedi. Bunun
üzerine İbni Abbâs: "Sana, Rasûlüllah (s.a.v.)'İ bu konada şöyle
buyururken işittiğimi söylemem yeter. Kendisini: "Kim bir resim yaparsa,
Allah ona azap eder hatta o resme ruh veremediği halde, bu resme ruh veri
buyurur, "diye buyururken işittim." dedi. Bu cevap üzerine adamın
soluğu kesilip benzi sarardı. İbni Abbâs: "Sana yazık olacak, bak eğer
mutlaka yarjacağım diyorsan şu ağacı, ruh taşımayan bütün eşyayı yap."
dedi. [1453]
1423-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim: "Allah:
"Benim yarattığım gibi yaratmaya kalkışanlardan daha zalim haksız
kim olabilir ki? Madem Öyle haydi bir tane yaratsınlar, bir zerre yaratsınlar,
"buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
ise: "Bir arpa tanesi yaratsınlar, "buyurmuştur. (Resim konusunda
"Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarîh" isimli çalışmamız-daki 1006.
hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1454]
1424-) Ebû Beşîr
el-Ensârî (r.a.) anlatır: "Kendisi seferlerinin birisinde Rasûlüllah
(s.a.v.) ile birlikte imiş. Halk barındıkları yerde gece erken Rasûlüilah
(s.a.v.), bir haberci gönderdi ve: "Sakın ha! Develerin boynunda, ok
yayından veya herhangi bir şeyden bağ-lanmış gerdanlık bulunmasın, var ise
kesilsin "buyuröu.
(Araplahn âdeti
olarak, nazar değmemesi için develerin boynuna çeşitli şeyler bağ-lanılrrdj.
Buradaki yasaklama nazan engelleme gayesiyle takılan Işkılar içindir. Nitekim
hadisin ravilerinden İmam Mâlik: "Bu takılann nazar için takılmış olduğunu
zannediyorum" demişör. (Müsün, ubls: 105) Nazar değmesini engelleyeceği
gayesini gütmeyen süs vsya başka bir niyeüe çan veya benzeri takı takmak
yasaklanmamıştır.) [1455]
1425-) Enes (r.a.)'dan.
Şöşye demiştir: "(Annem) Ümmü Süleym, doğum yaptığında bana: "Ey
£nes, şu çocuğa bak ve hiçbir zarar dokunmadan Hz. Peygamber (s.a.v.)'e götür
tahnik yapsın'1 dedi. Ben de götürdüm baksam ki kendisi bahçede ve üzerinde
renkli elbise vardı,fetih sırasında gelen develeri damgaiıyordu"
(Yeni doğan
çocukların ağzına ük giren şeyin tatlı olması için hurma veya benzeri tatlı
şeyleri ezip damağına sürülmesine 'Tahnik" denemiştir.) [1456]
1426-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.)'i çocuğun başının bir kısmını traş edip bir
kısmını traş etmemeyi yasaklarken işittim." demiştir. Hadisi rivayet eden
ravi: "Çocuğun başının bir kısmını traş edip bir kısmını traş etmemek,
şuradan şuradan saçı kesmeyip bırakmaktır." demiştir.
Şuradan derken
alnın ve başın İki yanlarını göstermiştir.
(Hadiste geçen
kaza' lafzı aslında dağınık bulut demektir. Bu nedenle saç traş ederken başta
dağınık parça parça saç bırakmak anlamına kullanılmıştır. Kâkül ve perçem
bırakmak olarak da anlaşılmışlar. Yasaklamanın sebebi olarak Yahudi ve
müşriklerin çocuklarının bu şekilde traş edilmeleri olarak açıklanmıştır.) [1457]
1427-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.Ydan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yollarda oturmaktan
sakınınız!"buyurdu. Oradakiler: "Bizim için bu gereklidir, çünkü
yollar toplantı yerierimizdir, buralarda (işlerimizi) konuşuruz." dediler,
Hz. Peygamber: "Mutiaka oturmak istiyorsanız o halde yolların hakkını
veriniz." buyurdu: "Yolun hakkı nedir?" dediler: "Gözü
aşağı İndirme yere'bakmak, haramlara bakmamak) eziyet vermemek, selâmı almak,
iyiliği emredip kötülükten alıkoymak." buyurdu. [1458]
1428-) Esma bintü Ebû
Bekir (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bir kadın Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim gelin olmuş bir kızım var. Kendisi
çiçek hastalığına yakalandı ve bu yüzden saçı döküldü bu saçları ekleteyim
mi?" dedi. Rasûiüllah (s.a.v.) de: "Allah, saçekleyene ve ekletene
lanet etmiştir"buyurdu."
Diğer bir rivayet
ise şöyledir "Kızımı gelin ettim, başının saçları döküldü. -Eşi de onun
güzel olmasını istiyor.- Ey Allah'ın Rasûlü, saç ekleteyim mi?" dedi. O da
bunu yasakladı"[1459]
1429-) Âişe (r.a.)'dan.
Ensardan genç bir kız evlenmişti. Sonra hastalandı ve saçı döküldü. Ona saç
ekletmek istediler, bunu Rasûlüiiah (s.a.v.)'e sordular. O da saç ekleyene ve
ekletene ianet etti Diğer bir rivayet ise "Annesi: "Eşi de onu (saçio
istiyor" dedi" şeklindedir. [1460]
1430-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), saç ekleyene ve ekletene; dövme yapana ve
yaptırana lanet etmiştir. [1461]
1431-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Dövme yapana ve yaptırana, yüzdeki kıllan
yolana ve yoldurana, güzel görünmek için dişlerini törpüleyenlere, Allah'ın
yarattığı şekli bozanlara Allah lanet etsin," Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'ın
bu sözü, Esedoğulianndan 'Ümmü Yakub1 denilen bir kadına ulaşö. Bu kadın
Kur"ân-ı Kerim'i okur incelerdi. Hemen Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'a geldi
ve: "Senden bana "Dövme yapana ve yaptırana, yüzdeki kdian yolana ve
yoldurana, güzel görünmek için dişlerini törpüleyenlere, Allah'ın yarattığı
şekli bozanlara Allah lanet etsin." şeklinde ulaşan sözünün asls
nedir?" dedi. Abdullah b. Mes'ûd (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'in lanet
ettiğine ben niye lanet etmeyeyim ki? Bu şekilde hareket etmek Allah'ın
kitabında da mevcuttur" dedi. Kadtn: "Mushafın iki kapağı
arasındakiîerin tümünü okudum ama ben böyle bir şey bulamadım." dedi.
Abdullah b. Mes'ûd (r.a,): "Eğer sen okuduysan, Yüce Allah'ın «Rasûl, size
neyi getirmiş ise ona sarılınız, size neyi yasakladıysa ondan geri durunuz»
(Hasr 7) buyurduğunu bulmuşundur" dedi. Bu sefer kadın: "Şu anda ben
senin hanımında da bu şeyleri görebilirim?" dedi. Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) da: "Git de bir bak" dedi. Kadın, Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'ın
hanımının yanına girdi ama bu tür şeyleri göremedi. Tekrar Abdui-lah b. Mes'ûd
(r.a.)in yanma geldi ve: "Böyle bir şey görmedim" dedi. Oda:
"Bak, eğer böyle bir şey olsaydı ben onunla beraber olmazdım" dedi.
(Yukarıda lanet
edilen davranışlardaki temel nokta bunların güzellik için yapılması ve Yüce
Allah'ın yarattığı şekli bozma olarak belirtilmiştir. Bu nedenle yukanda zikri
geçenlerin bazılan, güzellik için değil de bir takım sıhhi nedenlerden dolayı yapılması
bu hükümden ayrı tutulmuştur. Yüzdeki kılları yolmak demek, kaş kirpik gibi
tabi kıllann yolunmasıdır.) [1462]
1432-) Humeyd b.
Abdurrahman b. Avfdan. Kendisi, Muâviye b. Ebî Sufyân (r.a.)'ı, hac ettiği
yılda minberde dinlemiştir. Muâvye (r.a.), muhafızın elinde bulunan saç
demetini eline almış şöyle diyordu: "Ey Medineliler! Âlimleriniz nerede!
RasûİülSah (s.a.v.)'i/ bu gibi şeylerden yasaklarken ve: "İsrâiloğullan,
ancak kadınları bunu kullandıklarızaman helakolmuşlardın"'diye buyururken
işittim"[1463]
1433-) Saîd b.
Müseyyeb'den. Şöyle demiştir: "Muâviye Medine'ye geldi ve bize hutbe
verdi, bir saç demeti çıkardı ve: "Bunu, Yahudilerden başka birisinin
kullanacağını sanmıyorum. Bu uygulama Rasûlüllah (s.a.v.)'e ulaşmıştı da buna
sahtekarlık/yalan (zûr) ismini vermişti" dedi."
Müslim'in getirdiği
bir başka rivayet ise şu şekildedir "Bir gün Muâviye şöyle dedi:
"Sizler kötü bir giyim kuşam ortaya koydunuz! Şüphesiz ki, Allah'ın
Peygamberi sahtekarlığı/yalanı (zûrü) yasaklamıştır." Derken bir adam
ucunda bez parçası bulunan bir değnek ile geldi. Muâviye: "Bakın bu,
sahtekarlıktır/yalandır (zürdür)" dedi"
Hadisin
ravilerinden Katâde: "Bununla, kadınların saçlarını çokgösterdikleri bez
parçalarını kastediyordu" demiştir"
(Hadis kitaplarının
çoğunda Efendimiz (a.s.)'ın, saç eklemeyi yasakladığı, Allah'm bu işi yapana ve
yaptırana lanet ettiği rivayet edilir. Hadislerde geçen lanet, kuvvetli yasaklama
üslubu olarak değerlendirilir. Bu tür üsluplar genellikle büyük günahlar İçin
kullanılmaktadır. Saç ekleme veya dövme yaptırma, hakkındaki bu keskin uyarı
nedeniyle böyle davranışlardan kaçınılması istenilmiştir. Pek çok âlim bu
işlerin kesin haram olduğunu belirtmiştir.
Yasaktaki keskin
üsluba rağmen bunun aynnblannın olduğu da görülmektedir. Mesela, tabiin
âlimlerinden Said b. Cübeyr, ipeksi bir bitki olan karamilin başa takılmasında
sakınca olamadığını söylemiştir (Ebû Dâvûd, Teraccül: 5} Ebû Dâvûd, onun bu
sözünü agkla-mak için: "Her halda o, hadislerdeki yasağın kadın sag için
olduğu görüşündedir." demektedir. Yine Ebû Davud'un verdiği bilgiye göre
Ahmed b. Hanbel de karamiî kullanmakta bir sakınca görmemiştir. Karamil ise ip
ve benzeri şeylerden yapılmış, kadınlann başlanna taküklan saç örgüsü olarak
agklanmışar. AynPin verdiği bilgiye göre Ebû Ubeyd, pek çok fukahanın hadisteki
yasağın saça saç ekleme olduğunu, saç dışındaki şeylerin yasak çerçevesine
girmediğini nakletmişör. (Umdetü'Hcârî, xvm. %) Hadislerde geçen ve 'saç
eklemek' diye çeviri yapüğımız ifade 'vasi' kökünden türetilmiştir. Vasi ise,
eklemek, birleştirmek anlamı ifade eder. Bu aynntrdan hareketle İbrahim
(en-Nehâi, olsa gerek) 'vasi' ilebir şeyi koyma anlamındaki 'vad'ın arasını
ayırmıştır. Vad' koyma demektir. Başa takke ve benzeri bir şeyi koymak vad'
sayılır. İbrahim'e göre, vad' caizdir yasaklanan vasidir, (Muhammed b. Halife,
İkmâlii İkmâli'l-Mu'iim Bi Sahib-i Müslim, VII. 276} SÜnen-İ Ebû
Davud'uşerheden Sehârenpûrî de karamil takma konusunda şöyle demektedir:
"Herhalde fukaha yasağın ekleme için olduğuna hamietmiştir. Bu da
eklemenin kadın saçı İle yapılmasına göredir. Bunun da haram olması, insanın
bir parçasının kullanımı nedeniyledir. Ancak ekleme kadın sag dışında bir şey
ile olursa bunda bir sakınca yoktur." (Sehârenpûrî, Beziü'f-Mechûd Fî
Halli Ebi Dâvûd, ix. 58) Yine Sehârenpûrînin verdiği bilgiye göre Ebû
Hanife'nin Müsned'inde, îbni Abbas (r.a.) da yasağın insan saçı için olduğunu
yün kullanmada bir sakınca olmadığını söylemiştir. (Bezün-Mecnûd, dc. 57) Diğer
taraftan Sünen-i Ebû Davud'u şerheden Azimâbâaînin verdiği bilgiye göre meşhur
hadisâiimi Hattabî: "İİim erbabı, karamiie müsaade etmiştir. Çünkü bu tür
şeyleri takmak, bunu görenlerin saçın takma ve gerçek olmadığından şüpheye
düşmeyeceğinden dolayı karşıdakini aldatmaz" demiştir.
(Azimâbâdî,
Şemsusul-Hak, Avnu'l-Ma'bûd, Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, VI. 152)
Eklemesi yasaklanan
şeyin ne olduğu hadislerde açık değildir. Diğer taraftan yasağın sebebini
araştırdığımızda şunlar görülebilir: Rabb'imizin bize ikram ettiği insan
azalan değerlidir alınıp satılamaz. İşlemekte olduğumuz hadiste belirtilen ve
E-fendimız (a.s.)'ın buna sahtekarlık ismini vermesidir. Çünkü bu, karşıdakini
aldatmadır. Bir diğer neden ise yaratılışı değiştirmiş olmaktır. Bu
aynntılardan hareketle bazı âlimler, bir takım şartlar dahilinde insan saçı
olmayan takma saçlara cevaz vermiştir.
İslâm hukuk
felsefesi alanında fikir yürüten son dönem âlimlerinden M. Tahir b. Âşûr,
meseleye başka bir açıdan bakar. Ona göre hadislerde geçen süslenme ile ilgili
yasaklar, o dönemdeki Araplar arasında bu durumun hafif meşreplik ve iffetsizlik
işareti olarak görülmesinden olabilir. Bir bakıma o dönemin örfünde bunlar iyi
kadınların davranışı sayılmıyordu. Kendisi şöyle demektedir: "...bu
konunun gerekçesi bence, bu durumlann Araplar arasında iffetsizliğin
göstergeleri olmasıdır. Bunların yasaklanması, onlara götürenin veya kendileri
dolayısıyla namusun ortadan kalkmasına teşebbüsün yasaklanması demektir."
(M. Tâhir b. Âşûr, İslâm Hukuk Felsefesi, s. [1464]
1434-) Esma bintü Ebû
Bekir (r.a.)'dan. Bir kadın: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim bir kumam var,
acaba kocamdan bana verilmeyen bir şeyi gösterişte bulunup verildi göstersem
bana günah olur mu?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Verilmediği halde
verildi gösterişinde bulunan, yalancı iki elbise giyen kimse gibidir,
"buyurdu.
(Yalancı iki elbise
giymek, bir elbisenin altına iki katlı elbise giymiş gibi göstermek için
şişirme yapmaktır, denildiği gibi ödünç aldığı elbiseyi kendisininkiymiş gibi
göstermektir, denilmiştir. Bunun dışında başka tanımlar da yapılmıştır.
Tanırnia-nn ortak noktası, karşıdakini aldatmadır. Tokluk gösterisi yapmaktır.) [1465]
(İslâm'ın güzef
saydığı söz ve davranışlara âdâb denir. Hadis kttaplannda âdâbtan maksat Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in bizzat yaşadığı ve ümmeöne tavsiye ettiği edep ve ahlâk
hadislerinin bulunduğu bölümdür.) [1466]
1435-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) çarşıda bulunurken bir kimse: "Ey
Ebû'l-Kâsım" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona dönüp baktı, o da:
"Ben, seni değil şunu çağırmıştim" dedi, bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Bana ad/m/a hitap edin, künyemle hitap
etmeyiniz"buyurdu" demiştir. [1467]
1436-) Câbir b. Abdullah
el-Ensârî (r.a.) anlatır: "Bizden bir kimsenin erkek oğlu dünyaya geldi,
babası ona Kasım adini koydu, bunun üzerine Ensâr: "Biz, seni Ebû Kasım
künyesiyle çağırmayız. Gözünaydın diye tebrik etmeyiz" dediler. O da, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e gidip: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim bir oğlum dünyaya
geldi, ona Kasım adını koydum, bunun üzerine Ensâr: "Biz seni Ebû Kasım
künyesiyle çağırmayız, gözün aydın diye tebrik etmeyiz." dediler"
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ensar güzel söylemiştir,
benim adımı koyun ama künyem ile künyelenmeyin. Çünkü Kasım (=bölüştüren) ancak
benimdir, "buyurdu. [1468]
1437-) Diğer bir, rivayet
ise şöyledir: "Bizden bir kimsenin çocuğu oldu, o da çocuğu Kasım ismini
koydu. Biz de: "Seni "Ebû Kasım" diye çağırmayız, gözün aydın,
diye seni tebrik etmeyiz" dedik. O da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve
bunu söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.); "Oğluna "Abdurrahman "
ismini koy" buyurdu"[1469]
1438-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Ebû Kasım (s.a.v.): "Benim adımı koyun ama künyemle
künyelenmeyiniz"buyurdu" demiştir. [1470]
1439-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Zeyneb (bintü Ebî Seleme veya bintü Cahş'ın) ismi, "Berra
(=çok iyi ve hayıriı)" idi. Kendisi hakkında: "Bu adından hareketle
kendisini temize çekiyor." denildi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) ona
"Zeyneb (^manzarası güzel ağaç)" adını verdi. [1471]
1440-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü Allah katında isimlerin
en değersiz ve düşüğü, krallar kralı (melikü'I-Emlâk) diye isim kullanan
kimsedir, "buyurdu." demiştir. [1472]
1441-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Abdullah b. Ebû Talha, doğduğunda Rasûlüllah
(s.a.v.)'e götürdüm. Rasûlüllah (s.a.v.), aba giymişti ve develeri
katranlıyordu: "Yanında hurma var mı?" buyurdu: "Evet"
dedim ve kendisine birkaç hurma verdim. O da bunlan ağzına alıp çiğnedi, sonra
çocuğun ağzını açıp hurmayı içine püskürttü. Çocuk hurma çiğnemini yalamaya
başladı. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ensartn sevdiği şey hurmadır"buyurdu
ve ona Abdullah adını koydu." [1473]
1442-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.): "Benim bir oğlum oldu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e getirdim,
"İbrahim" adını koydu, hurma çiğnemini damağına sürdü, hayır ve
bereket duasında bulundu. Arkasından çocuğu bana verdi." demiştir. Bu
çocuk Ebû Musa'nın en büyük oğiu idi.
(Yeni doğan
çocuklann ağzına ilk giren şeyin tatlı olması için hurma veya benzeri tatlı
şeyleri ezip damağına sürülmesine "Tahnîk" denilmiştir.) [1474]
1443-) Esma (r.a.) oğlu
Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'a hamile olduğunda şunlan anlatmıştır: "Ben
doğum süresini tamamlamış halde iken yola çıktım, nihayet Medine'ye geldim.
Küba'da konaklamıştım ki, bu sırada oğlumu doğuruverdim. Sonra Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e getirip kucağına koydum, kendisi hurma istedi, sonra hurmayı
çiğneyip ağzına tükürdü. Böylece çocuğun kursağına giren ilk şey Rasûlüllah
(s.a.v.)'in tükrüğü oldu. Arkasından hurma çiğnemini damağına sürdü. Sonra da
hayır ve bereket duasında bulundu. Abdullah b. Zübeyr İslâm ümmeti içerisinde
(Medine'de) doğan ilk çocuktu."
(Muhacirlere
ait bir çocuğun dünyaya gelmesi, Müslümanları çok sevindirmişti. Çünkü bir
hadiste belirtildiği gibi (Buhâri, Akika:i) ortalıkta, Yahudilerin Muhacirlere
büyü yaptığı dolayısıyla artık çocuklannın olmayacağı gibi bir yaygara
dolaşıyordu. Bu nedenle söz konusu yaygaranın asılsız olduğu ortaya çıkmış
oldu. Ne yazık ki mazlum Müslümanları Hicret'ten sonra büyük bir sevince boğan
bu güzel insan, siyasi ihtirasların kurbanı olarak Haccac-ı Zalim tarafından
Emevî hanedanının kraliyeti uğruna Allah'ın evinde mancınık topuna tutulup
hunharca katledilerek şehid edilmiştir.) [1475]
1444-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ebû Üseyd'in oğlu Münzir, doğduğunda
Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.), çocuğu kucağına aldı.
Çocuğun babası Ebû Üseyd de orada oturuyordu. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.),
önündeki bir şeye daldı. Çocuğun babası Ebû Üseyd için emir verdi, çocuk
Rasûlüllah (s.a.v.)'in kucağından alındı ve eve götürdüler. Derken Rasûlüllah
(s.a.v.), daldığı şeyden kendine geldi ve: "Çocuk nerede?"buyurdu.
Ebû Üseyd: "Ey Allah'ın Rasûlü, eve götürdük" dedi: "Adı
ne?"buyurdu: "Fulan, Ey Allah'ın Rasûlü" dedi: "Hayır onun
adı Münzir" buyurdu. O çocuğa o gün Münzir adını verdi"[1476]
1445-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), ahlakça insanların en
güzeli idi. Benim bir kardeşim vardt, adı Ebû Umeyr. -hadisi rivayet eden ravi,
sanırım sütten yeni kesilmişti, demiştir- Rasûlüllah (s.a.v.), bize geldiğinde
kardeşimi gördü ve: "Ey Ebû Umeyr, nuğayr (bülbüScüğün) ne
yaptı?"buyururdu. Kardeşim o kuş ile oynardı"[1477]
1446-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Übey b. Ka'b'ın yanında oturuyorduk. Derken,
Ebû Musa ei-Eşari öfkeli bir şekilde çıkıp geldi, ayakta durdu ve: "Allah
aşkına söyleyin sizden biriniz Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "İzin istemek üç
defa olur, eğer izin verildi verildi, değilse geri dönersin"ö\ye
buyururken işitti mi?" dedi. Übeyy: "Neyin var, ne oldu?" dedi.
O da şöyle dedi: "Dün Ömer b. Hattab'ın yanına girmek için üç defa izin istedim,
bana İzin verilmedi, ben de geri döndüm. Bu gün gittim ve yanına girdim ve
kendisine dün geldiğimi, üç defa selam verdiğimi arkasından dönüp gittiğimi
bildirdim. O da: "Seni duyduk ama o anda bir işimiz vardı. Sanaizin verilene
kadar izin istemeye devam etseydin" dedi. Ben de: "Rasûlüllah
(s.a.v.)'den duyduğum şekilde izin istedim" dedim. O da: "Allah'a
yemin olsun ki, bu söylediğine şahit getirmelisin, değilse senin sırtını ve
kamını dayakla aatınm." dedi" Bunun üzerine Übeyy b. Ka'b:
"Allah'a yemin olsun ki, seninle birlikte yaş bakımından en küçüğümüzden
başkası kalkmayacak" dedi ve: "Ey Ebû Saîd, sen kalk" dedi. Ben
de kalkıp Ömer'in yanına gittim ve: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i böyle
buyururken ben de işittim" dedi."
Diğer bir rivayette
ise Ömer (r.a.)'ın: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in emrinden bu husus bana kapalı
kalmış. Çarşı pazarda alış verişle uğraşmak beni bundan alı koymuş" dediği
ilavesi vardır. [1478]
1447-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Babamın borcu konusunda Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelmiş, kapıyı
çalmıştım: "Kim o?" dedi: "Ben" dedim. Böyle bir cevabı
beğenmemiş bir tavırla: "BeniBen"'dedi." demiştir. [1479]
1448-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Bir adam, Rasûlüllah (s.a.v.)'in kapısında
odanın içine bakö. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında, başını taradığı
demir bir tarak vardı. , Rasûlüllah (s.a.v.), onun baktığını gördüğünde :
"Senin (böyle) baktığını bilseydim sununla gözünü oyardım, "buyurdu.
Yine Rasûlüllah (s.a.v.): "İzin istemek böyle bakıp seyretme nedeniyle
konulmuştur.''buyurdu." [1480]
1449-) Enes b. Malik
(r.a.): "Bir adam, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in odalarından birisine baktı.
Hz. Peygamber elinde yassı demirle üzerine yürüdü. Adama vurmak için sessizce
üzerine yürüdüğü hâlâ gözümün önünde" demiştir. [1481]
1450-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim, demiştir: "Sen
izin vermediğin halde bir kimse evine bakar, sen de bir taş atıp gözünü
çıkarırsan sana bir sorumluluk düşmez." [1482]
1451-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Küçük büyüğe, yürüyen oturana, az
çoğa sefam verir." buyurmuştur. [1483]
1452-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiülfah (s.a.v.): "Müs/üman/n, Müslüman üzerindeki hakkı
altıdır." buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûiü, nedir onfar?" denildi:
"Onunia karşılaştığında ona selam ver, seni davet ettiğinde davetine git,
senden nasihat istediğinde nasihat ver, ak-sırdığmda ve
"el-Hamdülillah" dediğinde, "yerhamükeiiah" de, hasta
olduğunda ziyaretine git, vefat ettiğinde cenazesinde bulunmuyordu. [1484]
1453-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabı: "Ehli Kitap, bize selam veriyor.
Selamını nasıl alalım?" dedi. 0 da: "Siz de:"Ve
aieyküm"deyiniz" buyurdu. [1485]
1454-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Yahudiler size selam verdiğinde ve:
"es-Sâmü aieyküm (öium üzerine olsun)" dediğinde sen de:
"Aleyke"(senin üzerine o!sun) fe"buyurmuştur. [1486]
1455-) Hz. Âişe
(r.a.)'dan. Yahudilerden bir topluluk Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına girmek için
izin istemişler ve (selâm verirken es-seiâmu
aleyköm
(=Selâm üzerinize olsun)
şeklinde selâm vermeyip)
eS-Sâmu aleyküm
(=Ölüm üzerinize
olsun)" demişler. Âişe (r.a.) da: "Bilakis size es-Sâmu ve'l-La'netü
aieyküm (=Ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun)" demiş. Bunun üzerine
Rasûlüüah (s.a.v.): "Ey Âişe, şüphesiz Allah bütün işlerde yumuşaklık ve
kolaylığı sever." buyurmuş, o da: "Söylediklerini duymadın mı?"
demiş: "Ben de: "Ve aieyküm (=Sizin üzerinize dedim"
buyurmuştur. [1487]
1456-) Enes b. Mâlik
(r.a.) çocuklara uğramış, onlara selâm vermiş: "Hz. Peygamber (s.a.v.)
böyfe yapardı." demiştir. [1488]
1457-) Hz, Aişe
(r,a,)'dan: "Şevde (r.a.) perde gerisinde durma (hicap) ayeti indikten
sonra bir haceti dışarı çıkmıştı. Kendisi diğer ka-dıniardan daha uzun ve iri
yapılı idi, kendisini tanıyanlardan gizli olamıyordu. Derken Ömer onu gördü:
"Ey Şevde bil ki, vallahi bizden gizii olamıyorsun nasıl dışarı çıktığına
bir bak!" dedi. Hemen geri dönüp eve geidi. Rasûlüilah (s.a.v.) benim
evimde akşam yemeği yiyordu e-linde etli kemik vardı. İçeri girdi: "Ey Allah'ın
Rasûlü, (hacetim içm) dışarı çıkmıştım, bunun üzerine Ömer bana şöyle şöyle
söyledi" dedi, arkasından Allah, kendisine vahiy indirdi, sonra
kendisinden vahiy etkisi kaldırıldı, bu sırada kemik elinde idi, koymamıştı;
"Şu biline ki, kendi ihtiyaçlarınız için dışarı çıkmanıza size izin
"buyurdu. [1489]
1458-) Ukbe b. Amir
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kadınların yanına girmekten
sakınınız."'buyurdu. Ensar'dan bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü, bir
kadının kocasının erkek akrabaları hakkında ne buyurursun?" dedi. O da:
"Kadının erkek akrabaları ölümdür. "buyurdu,
(Kadının kocası
tarafındaki erkek akrabaları kayın, amca, dayı ve bunların o-ğullandır. Bîr
kadının yanına yabana erkeğin girmesinin sakıncasına dikkat çekilirken,
kocanın erkek akrabaları için "üVwmdı/r"buyrulması, yabancı bir
erkekten do-ğabiiecek istenmeyen hadiselerin bu kimseler için daha müsait
olması nedeniyledir. Çünkü söz konusu akrabaların kadının yanına girebilme
imkânı yabana erkeklere nazaran daha kolaydır. Hadisin İbni Abbâs (r.a.)'dan
gelen rivayetinde ise: "Hiçbir erkek, yanında nikah düşmeyen bir kimse
c-'madan bir kadının yanında asla yalnız kalmasın, "şeklindedir. (Buhârî,
Nikâh: ) [1490]
1459-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Safıyye (r.a.)'dan. Kendisi Ramazan'ın son on gününde
mesciddeki itikafında (geceleyin) Rasûlüllah (s.a.v.)'i ziyaret etmeye gelmiş
ve bir müddet yanında konuştuktan sonra geri dönmek için ayağa kalkmış,
Rasûlüllah (s.a.v.) de onu uğurlamaya kalkmış. Nihayet Ümmü Seleme'nin
kapısının yanındaki mesdd kapısına geldiklerinde Ensar'dan iki kişi uğramış ve
Rasûlüllah (s.a.v,)'e selâm vermişler. Bunun üzerine Rasûlülla'h
(s.a.v.)onlara: "Biraz durun, bu yanımdaki kadın (hanımım) Safiyye bintü
Huyey'dir"demiştir. Bu şekildeki tutum kendilerine ağır gelmiş ve yadırgayarak:
"Subhanellah, Ey Allah'ın Rasûlü?" demişler. Bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.): "Şüphesiz, şeytan insanda kanın ulaştığı yere ulaşır. Bu nedenle
ben sizin kalbinize bir şeyler atmasından endişe ettim." buyurmuştur.
(Bu hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in şüphe uyandıracak durumlarda açıklama yaparak muhataplara
bilgi verdiğini görmekteyiz. Artık itimadın zirvesine ulaşmış bir kimse bu
şekilde davranırsa, onun seviyesinin altındakilerin böyle durumlarda haydi
haydi açıklık getirmesi gerekmektedir.) [1491]
1460-) Ebû Vâkıd el-
Leysî (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) etrafındaki insanlarla
birlikte mescidde otururken üç kişi belirdi. İkisi, Rasûlüllah (s.a.v.)'e
yöneldi diğer birisi de başka yere gitti. Bu ikisi Rasûlüllah (s.a.v.)'in
karşısına durdular, bu sırada birisi mesciddeki halkada bir boşluk bulup
aralarına oturdu diğeri de arkalarına oturdu. Bu gelen üç kişiden üçüncüsü
çekip gitti. Rasûlüllah (s.a.v.) konuşmasını bitirdiğinde: "Bu üç kişinin
durumunu size bildireyim mi? BirincisiAllah'a sığındı, Allah da onu
barındırdı. İkincisi (cemaate sıkmtı vermekten) çekindi- Allah da (onu boş
çevirmekten) çekindi. ise bırakıp gitti Allah da onu bıraktı." buyurdu. [1492]
1461-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimse diğer bir kimseyi oturduğu
yerinden kaidınp oraya kendisi oturmasın. Ancak siz yer açınız, genişleyiniz,
(desin) "buyurmuştur.[1493]
1462-) Ümmü Seleme
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) yanıma girdi. Bu sırada yanımda kadın
tabiatlı (hünsa) bir kimse vardı, (bu kimse, kardeşim) Abdullah b. Ümeyye'ye:
"Ey Abdullah yarın Allah size Taifin fethini nasip eylerse ne dersin? Bak
Gaylân'ın kızını sana tavsiye ederim. Gelirken (kamı) dört büklüm kıvrımlı,
giderken sekiz büklüm kıvrımlıdır." derken işitti. Bunun üzerine:
"Bu herifler yanınıza asla girmesin!" buyurdu" demiştir. [1494]
1463-) Esma bintü Ebû
Bekir (r.a.): "Zübeyr benimle evlendi, bu sırada kendisinin yeryüzünde bir
at, bir de su çeken devesinden başka ne bir malı ne de bir kölesi vardı. Ben
atını yemler, suyunu verir, su çektiği kovasını diker, hamur yoğururdum, ama
ekmeği güzel pişire-mezdim. Ensar'dan birtakım komşum olan kadınlar
pişiriverirlerdi, bunlar iyi ve doğru kimselerdi. Bu arada Rasûlüllah
(s.a.v.)'in Zübeyr'e verdiği araziden başımda hurma çekirdeği taşırdım. Burası
bana üçte iki fersah uzaklıkta idi. Yine bir gün çekirdek taşımadan gelmiştim
ki başımda çekirdek varken yanında Ensar'dan birtakım kimselerle birlikte,
Rasûlüilah (s.a.v.) ile karşılaştım, beni çağırdı sonra da beni arkasına
bindirmek için devesine çökmesi için: "Ih! Ih!" dedi. Bu arada ben,
erkeklerle birlikte yürümekten çekindim, bir de Zübeyr'in kıskançlığı aklıma
geldi, kendisi insanların en kıskancı idi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.)
benim utanıp çekindiğimi anladı, yürüyüp gitti. Arkasından Zübeyr'e geldim:
"Başımda çekirdek varken Rasûlüllah (s.a.v.) benimle karşılaştı, yanında
ashabından birtakım kimseler vardı. Binmem için devesini çökertecekti, ben
çekindim, senin kıskançlığını hatırladım" dedim. O da: "Allah'a
yemin olsun ki senin böyle hurma çekirdeği taşıman bence onun yanına binmenden
daha ağırdır." dedi. Babam Ebû Bekir bu olaydan sonra nihayet atın
bakımını yapacak bir hizmetçi gönderdi ki sanki beni hürriyete kavuşturmuş
oldu." demiştir. [1495]
1464-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Üç kişi bir a-rada bulunduğunda, iki
kişi diğerini bırakıp kendi arasında gizlice konuşmasın." buyurmuştur. [1496]
1465-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Üç kişi bir arada bulunduğunuzda, iki
kişi diğerini bırakıp kendi arasında gizlice konuşmasın. Çünkü böyle yapmak
onu üzer. Ancak
cemaatin
kanşıkolması bunun dışındadır, "buyurmuştur.
(Son cümleden
hareketle bir yerde bulunanlar üçten fazla iseler iki kişinin bu şekilde kendi
aralannda konuşmasında bir sakınca görülmemiştir. Nitekim 220. hadiste Hz.
Peygamber'in Mescid'de böyle konuştuğu bildirilmişti.) [1497]
1466-) Hemmâm b.
Münebbih, şöyle demiştir: "Bunlar, Ebû Hureyre (r.a.)'ın, Allah'ın Rasûlü
Muhammed'den bize anlattığı bilgilerdir hadislerdir. Kendisi bize bir kısım
bilgiler hadisler zikretmiştir. Bu bilgilerde / hadislerde Rasûlüllah (s.a.v.):
"Göz değmesiAator" buyurmuştur, [1498]
1467-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e büyü yapıl-" mış, sonunda
yapmadığı halde bir şeyi yaptığını zanneder olmuştu. Nihayet bir gün tekrar
tekrar dua etti. Rasûlüllah (s.a.v.) sonra bana: "Allah'ın bana
içerisinde şifam olacak şeyi bildirdiğini biliyor musun: Bana iki kişi geldi,
birisi baş ucuma diğeri de ayak ucuma oturdu, biri diğerine: "Bu kimsenin
rahatsızlığı nedir?" dedi, o da: "Büyü yapılmış"dedi: "Kim
yaptı?"dedi: "Lebîdb. el-A'sam"dedi: "Ne içinde
yaptı?" dedi: "Tarak, tarantıdan dökülen kıl ve erkek hurman/n
kurumuş kapçığı içerisinde" dedi. Diğeri: "O nerededir?" dedi:
"Zervân Kuyusu'ndadır." dedi. Arkasından Hz. Peygamber (s.a.v.)
kuyuya gitmek için yola gktt (işim bitirdikten) sonra döndü ve döndüğünde Hz.
Aişe'ye: "Kuyunun yanındaki hurma ağaçlan adeta şeytanların başlan gibi
idi"buyurdu, ben de: "Onu meydana gkardın mı?" dedim:
"Hayır meydana çıkarmadım, çünkü Allah bana şifa verdi, artık bu işle hak
üzerinde kötülüğün yayılmasından endişe ettim buyurdu, sonra da kuyu
toprakla gömüldü."
(Sihir ve etkisi ve
ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sihir yapıiması hususunda "Sahîh-i Buhârî
Muhtasan Tecnd-t Sarîh" isimli çalışmamızdaki 1383. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [1499]
1468-) Enes (r.a.)'dan.
Yahudi bir kadın, Rasûlüllah (s.a.v.)'e zehirli bir koyun getirdi, o da bu
koyundan yedi. Arkasından kadın Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirildi. Rasûlüllah
(s.a.v.), niçin yaptığını sordu. Kadın: "Seni öldürmek istedim" dedi.
Rasûlüllah: "Allah, bana karşı sana imkan verecek değildir"buyurdu.
Ashab: "Onu öldürelim mi?" dedi: "Hayır" buyurdu. Enes
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'in diş etlerin-deki bu zehirin etkisini
sürekli tanırdım" demiştir. [1500]
1469-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) bir hastaya gittiğinde veya kendisine bir hasta
getirildiğinde şöyle dua etmiştir: "Ey insanların Rabb % rahatsızlığı
gider. Şifa veren Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur, Öyle şifa ver ki
hiçbir hastalık bırakmasın." [1501]
1470-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) hastalandığında kendisine "İhlâs, Felak ve
Nâs" Surelerini okuyup üflerdi. (Vefat ettiği) rahatsızlığı arttığnda
kendisine ben okuyup bereket umarak eliyle (vücuduna) sürüp meshederdim"
demiştir. [1502]
1471-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün zehirli haşerelere karşı okuma tedavisi
(rukye) konusunda izin verdi." demiştir. [1503]
1472-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) hastaya: "BismillahI Türbetu ardına,
Birikatiba'dınâ, Yüşfâ sekîmenâ, Bi izni Rabb'inâ=Allah'ın adıyia arzımızın
toprağı, birimizin tükrüğü, Rabb'imizin izniylehastamız şifaya
kavuşturulur." diye dua ederdi." demiştir.
(Her türlü
hastalığın Yaratıcısı Allah'tır. Dolayısıyla her şeyin Yaratıcısı Allah'a
sığınarak hastalıktan kurtulmayı istemek tabiî bir şeydir. Dua, insanın
yaratıcısı karşısındaki acziyetini itiraf etmesidir.
Dua ile tedavinin
temelini, başa gelen sıkıntının kaldırılması için her şeyin yaratıcısı, ilah
ve sahibi olan Allah'a sığınma oluşturur.
İnsanı yaratan Allah'ın,
ozon tabakasıyla atmosferi koruduğu gibi insanı da birtakım zehirli ışın ve
çekimlerden koruyacak bazı mekanizmalar yaratması mümkündür. Dua ile bu
mekanizmalar harekete geçerek göz değmesi veya benzeri olaylar karşısında
insanı koruması mümkündür.
Başımıza gelen her
türlü zararın giderilmesi için hem maddi sebeplere sarılmalı hem de dua yaparak
kainatın sahibine müracaat etmeliyiz. Şu bilinmelidir ki, her şeye gücü yeten
Odur.
Ateşe yakma
özelliğini veren, aspirine ağrı kesici özelliğini veren hep Odur. Biliyoruz ki
maddi sebep dediğimiz şeylerin sahibi de yine Allah'tır. Aspirin her ne kadar
maddi sebep olarak görünse de buna ağrı kesici özelliğini veren Allah'tır.
İslâm akidesine göre aspirin kullanma sonucu ulaşılan şifa ile dua sonucu ulaşılan
şifanın arasında fark sadece dış sebeplerdedir, işin hakikatında ise her iki
vakada şifayı veren Allah'tır. Derdi veren Allah devasını da vermiş, verdiği
bu devasını çeşitli sebep-iere bağlamıştır. Hastalıktan şifa bulma bazen bir
ilaçta, bazen cerrahi müdahalede, bazan de duadadır. Bu arada şu genel bir
hükmü belirtmeliyiz; hastalığın çeşidine 9öre tedavi değişir. Mide ülserine
aspirin verirseniz sonuç alınamadığı gibi zarar da verir. Öyleyse aspirinle
yapılacak tedaviyi aspirinle dua ve okuma ile yapılacak SÖzdeğmesi ve büyü gibi
hastalıkları da dua ile tedavi yapmasını bilmeliyiz. Gerekdua ile tedavi
gerektiren ve gerekse maddi birtakım ilaç veya tıbbi müdahele gerektiren
tedavilerde velhasıl her türlü tedavide neticeye ulaşmak İçin Allah'tan yardım
ve başarı dileme şeklindeki dua eylemi ise devamlı göz önünde
bulundurulmalıdır.) [1504]
1473-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), gözdeğmeşinden dolayı okuma tedavisi (rukye)
yapılmasını emretti -veya- bana emretti." demiştir. [1505]
1474-) Ümmü Seleme
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin evinde benzinde solukluk
bulunan bir kız çocuğunu görmüş ve: "Bu çocuğa okuma tedavisi (rukye)
yapınız, çünkü onda nazar vardır."buyurmuştur. [1506]
1475-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabından bir topluluk
gidecekleri bir yolculuğa çıkmışlardı, nihayet Arap kabilelerinden bir
kabilenin yanında konaklayıp kendilerini misafir almalarını istediler, fakat
onlar misafir kabul etmediler. Bu sırada kabilenin reisini akrep soktu, reis
için her şeyi seferber kıldılarsa da hiçbir şey fayda vermedi. Arkasından
içlerinden birisi: "Burada konaklayan şu topluluğa gitseniz olmaz mı,
belki onlardan birisinin yanında fayda verecek bir şey olabilir." dedi.
Hemen ashabın yanına gelip: "Ey cemaat, reisimiz (akrep tarafından)
sokuldu, kendisi için her şeyi seferber yaptık hiçbir şey fayda vermedi, a-caba
sizden birinizin yanında fayda verebilecek bir şey var mı?" dediler. Bunun
üzerine hemen ashabdan birisi: "Evet, vallahi ben okuyup onu tedavi
ederim, ancak biz sizden misafir kabul edilmemizi istedik, misafir almadınız,
bu sebeple ben size ancak bize ücret verirseniz okuyup tedavi ederim."
dedi. Neticede bir bölük davar üzerine onlarla anlaştılar. Sahabe kabile
reisinin üzerine "el-Hamdü lillâhi Rabb'il-Âlemîn" Suresi'ni okuyup
üflemeye başladı, sonunda bağdan çözülmüş gibi dirilip kalktı ve yürümeye
başladı, kendisinde hastalık kalmadı. Akabinde kabiledekiler kendisine
anlaştıklan ücretlerini verdiler. Ashab'dan birisi: "Davarlan aramızda
bölüştürünüz." dedi. Okuyup tedavi eden de: "Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e varıp kendisine olayı anlatana kadar bir şey yapmayın, sonunda bize
emir buyurduğu şeye bakarız." dedi, nihayet Rasûlüllah (s.a.v.)'e gelip
kendisine olayı anlattılar, bunun üzerine okuyup tedavi eden kimseye: "Bunun
okuma tedavisi duası olduğunu nereden bildin?" buyurdu, arkasından da:
"Doğru yapmışsınız, haydi paylaştırın, sizinle beraber bana da birpay
ay/rar?, "buyurdu, arkasından Rasûlüliah (s.a.v.) güldü." [1507]
1476-) Âsim b. Ömer b.
Katâde'den. Şöyle demiştir: "Cabir b. Abdullah, bizim hanemize gelmişti.
Bu sırada bir kimse çıban veya yaradan rahatsızdı. Cabir: "Rahatsızlığın
ne?" dedi: "Çıbanım, bana çok sıkıntı verdi" dedi, Cabir:
"Evlat, bana bir hacamatçı getir" dedi. Adam: "Ey Ebû Abdullah,
hacamatçıyı ne yapacaksın?" dedi: "Yaraya hacamat şişesi
taktıracağım" dedi: "Vallahi, sinekler konuyor veya elbise değiyor da
bana eziyet veriyor, bana zor geliyor?" dedi. Cabir, adamın bundan geri
durduğunu görünce: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Eğer sizin ilaçlarınızdan
bir şeyde hayır varsa bu, hacamat bıçağında veya bal içmede yada ateşle
dağlamadadır. Ancak ben, dağlamayı sevmiyorum"buyururken işittim"
dedi. Hacamatçı geldi ve hacamat yaptı, bunun arkasından adamın duyduğu
rahatsızlık geçti." [1508]
1477-) İbni Abbâs (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) hacamat oldu ve hacamat yapan kimseye ücret verdi.
Eğer hacamat ücreti haram olsa idi bunu vermezdi." demiştir. [1509]
1478-) Enes b. Malik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), hacamat yaptırır ve hiç br kimsenin
ücretinde haksızlık yapmazdı" demiştir[1510]
1479-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Humma, cehennemin şiddetlenip
kaynamasmdandır. Dolayısıyla siz bunu su ile serinletiniz, "buyurmuştur. [1511]
1480-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Humma, cehennemin şiddetlenip
kaynamasmdandır. Dolayısıyla siz bunu su ile serinletiniz, "buyurmuştur. [1512]
1481-) Esma bintü Ebî
Bekir (r.a.)Va dua etmesi için hummaya tutulmuş bir kadın getirildiğinde, su
alıp yakasından içerisine döker ve: "Rasûlüllah (s.a.v.), humma ateşini su
ile serinletmemizi emrederdi," derdi. [1513]
1482-) Rafi b. Hadic
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Şüphesiz ki, humma cehennemin
şiddetli kaynamasındandır. Dolayısıyla siz bunu su ile serinletiniz"diye
buyururken işittim" demiştir[1514]
1483-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hastalında istemediği haide ağzına ilaç
akıttık, bize ilaç akıtmamamızı işaret etti. Biz de: "Hastanın ilaçtan
hoşlanmaması nedeniyle böyle yapıyor" dedik. Ayıldığında: "Ben size,
bana ilaç vermenizi yasaklamadım mi?" buyurdu, biz: "Hastanın Haçtan
hoşlanmadığından böyle yaptığını zan-. nettik." dedik. Bunun üzerine:
"Evde ağzına ilaç akıtılmayan hiçbir kimse kalmasın hem de gözümün önünde.
Yalnız Abbâs dışında, çünkü o sizin yanınızda bulunmadı,"'buyurdu.'
demiştir. [1515]
1484-) Ümmü Kays bintü
Mihsan (r.a.) anlatır. Kendisi henüz yemek yemeyen küçük oğlunu Rasûlüllah
(s.a.v.)'e getirmiş, Rasûlülah (s.a.v,) de onu kucağına oturtmuş, derken çocuk
Hz. Peygamberin elbisesine küçük abdestini bozmuş. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) su isteyip elbisesine su serpmiş (tamamen) yıkamamıştır. [1516]
1485-) Ümmü Kays bintü
Mihsan (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Şu Ödi Hindi'ye önem veriniz,
çünkü bunda yedi şifa vardır. Boğaz hastalığından dolayı buma çekilir,
zâtulcenb hastalığında (akciğer zarı iltihabında) hastaya için'lir," diye
buyururken işittim, bu sırada henüz yemek yemeyen bir oğlan çocuğu ile yanına
girmiştim, çocuk üzerine küçük abdestini bozdu. 0 da su isteyip üzerine
serpti." demiştir. [1517]
1486-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Kendisi Rasûiüllah (s.a.v.)'i: "Siyah tanelerde {çörek
otunda) ölüm dışında hür türlü hastalığın şifası vardır"diye buyururken
işitmiştir. [1518]
1487-) Hz, Peygamber
(s.a.v.)'in hanimt Hz. Aişe (r.a.)'dan. Kendisi ailesinden birisi vefat
ettiğinde ve bunun için kadınlar toplanıp sonra dağılıp yalnız ev halkı ve
yakınları kaldığında Hz. Aişe (r.a.) çömleğe telbine konulup pişirilmesini
emreder, sonra tirit yemeği yapılır ve tiridin üzerine telbine dökülürdü.
Sonra da: "Bunu yeyin, ben Rasûlüllah (s.a.v.)"Telbins hastanın
kalbine rahatlık verir, bir kısımüzüntüyü giderir." tiye buyururken
işittim." dedi.
(Te!bine: Jn, süt
ve bahn karışımıyla yapılan bulamaçtır. Tirit: Doğranmış ekmeğin üzerine
etsuyu dökülerek yapılan meşhur bir yemektir.)
[1519]
1488-) Eixi Saki
(r.a.)'dan. Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi: "Kardeşim kamından
rahatsızdır?" dedi. O da: "Bal içir" buyurdu. İkinci kez geldi,
yine; "B3//pr"buyurdu. Üçüncü kez geldi, yine:
"Baliçir"bu-yurdu. Sonra yine geldi: "Söylenileni yaptım (hâlâ
iyi olmadı)?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v): "Allah doğru söylemiş,
kaidesinin karnı yalan söylemiştir. Ona bal içir"buyurdu. O da içirdi,
sonunda iyi oldu.
(Allah doğru
söylemiştir, ifadesini «...Balda insanlar için şifa vardır...» (Nafci: 60)
ayetinden hareketle söylemiştir.) [1520]
1489-) Zeyd (r.a.)'a:
"Rasûlüllah (s.a.v.)'den Tâûn hastalığı hakkında ne duydun?" denildi,
Üsâme (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Tâûn, İsrailoğulları'na veya
sizden önceki bir kavme gönderilmiş bir azabtır. Bir yerde bu hastalığın
olduğunu duyarsanız oraya gitmeyiniz. Eğer bir yerde Tâûn olmuş ve siz de
orada iseniz ondan kaçarak çıkıp gitmeyiniz, "buyurdu" demiştir. [1521]
1490-) Abdullah b. Abbâs
(r.a.)'dan. Ömer b. Hattâb (r.a.), Şam'a gitmek için yola çıktığında (Tebûk
yakınlarındaki) Serğ'a vardığında bölge ko-mutanlanndan Ebû Ubeyde b. Cerrah ve
arkadaşları kendisini karşılamış ve Şam'da veba hastalığının ortaya çıktığını
bildirmişlerdi. İbni Abbâs (r.a,) şöyle devam eder: "Bunun üzerine Ömer
(r.a.): "İlk muhacirleri bana çağır" dedi. Ben de onlan çağırdım.
Kendileriyle görüş alış verişinde bulundu ve Şam'da veba hastalığının ortaya
çıktığını onlara bildirdi. Nasıl davranıla-cağı konusunda ihtilaf ettiler.
Kimisi: "Sen bir iş için yola çıktın, senin bundan geri dönmemen
görüşündeyiz" dedi. Kimisi de: "Yanındakiler, Rasûlüllah (s.a.v.)'in
ashabı, sahabenin geride kaianlandır, onları bu veba hastalığının üstüne
götürmemen görüşündeyiz" dedi. Ömer: "Şimdi siz yerinize gidin"
dedi. Sonra: "Ensan bana çağır" dedi. Ben de onları çağırdım.
Kendileriyle görüş alış verişinde bulundu. Onlar da muhacirleri gibi hareket
ettiler, onlar gibi ihtilaf ettiler, Ömer: "Şimdi siz de yerinize
gidin" dedi: Sonra: "Mekke fethinden sonra Medine'ye gelen Kureyş
yaşlılanndan burada bulunanlan bana çağır" dedi. Ben de onîan çağırdım.
Onlardan iki kişi bile ihtilaf etmeksizin: "Yanındakilerle beraber geri
dönmen ve onları şu veba hastalığının üzerine götürmemen görüşündeyiz"
dediler. Ömer, yanındakilere: "Sabahleyin bineğime bineceğim, siz de
binin" diye seslendi. Ebû Ubeyde b. Cerrah: "Allah'ın kaderinden
kaçarak mı?" dedi. Ömer: "Ey Ebû Ubeyde, keşke bunu senden başkası
söyleseydi" dedi. -Ömer ona muhalefet etmek istemezdi- Şöyle devam etti:
"Evet, Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin
develerin olsa ve bir tarafı verimli diğer tarafı verimsiz bir vadiye Inseler.
Bunları verimli tarafta otlatsan ! da Allah'ın kaderiyle otlatmış olursun,
verimsiz tarafta otlatsan da yine Allah'ın kaderiyle otlatmış olursun, değil
mi?" Derken, Abdurrahman b. Avf geliverdi, bir haceti için orada
bulunmuyordu: "Bu konuda benim bilgim var. Rasûlüllah (s.a.v.)'i:
"Bir yerde veba hastalığının olduğunu duyarsanız oraya gitmeyiniz. Eğer
bir yerde veba hastalığı ortaya çıkar, siz de orada bulunuyorsanız, vebadan
kaçmak için oradan çıkmayınız" diye buyururken işittim" dedi. Bunun
üzerine Ömer b. Hattab, Allah'a hamdetti ve sonra oradan ayrıldı"[1522]
1491-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "{Aitah dilemezse kendiliğinden) hastalık
bulaşması diye bir şey yoktur. Baykuş ve Safer ayının uğursuzluğu diye de bir
şey yoktur." buyurmuş bunun üzerine bir bedevi, bu söz üzerine: "Ey
Allah'ın Rasûlü, kumsaldaki ceylan gibi develerimin durumu nedir? Uyuz bir deve
gelip aralarına onları da uyuz ediyor" demiş, o da: "Pekiyi, o uyuz
deveye hastalığı veren ''buyurmuştur.
(Hadiste belirtilen
"Safer" kelimesi Araplarca uğursuz kabul edilen Safer ayı olarak
açıklandığı gibi bir çeşit bulaşıcı kann hastalığı olarak da açıklanmıştır.
Herşey Allah'ın dilemesi ile olur. Hastalık da Allah dilerse olur, dilemezse
olmaz. Bu nedenle bulaşıcı hastalık var diye paniğe kapılmaya gerek yoktur.
Allah dilemezse hiçbir hastalığın etkisi olamaz. Hayatımızda bizleri hayrette
bırakan hâdiselerle karşılaşabiliyoruz. Mesela, hiç sigara içmeyen ve sürekli
spor yapan bir kimsenin akciğer kanserinden dolayı ölmesi gibi. Halbuki bu
kimse, kansere neden olan sigaradan uzak durmuş, vücudunu zinde tutacak
şeylerle meşgul olmuştu. Bu nedenle aklen kansere yakalanmaması gerekirdi.
Tıbbın verilerine göre
normalde hastalanması gereken vakalarda hastalığın olmadığı veya tedavinin
cevap veremeyeceği belirtilen vakıalarda hastanın iyi olduğu yaşanılan
hadiselerdir. Bununla birlikte incelemekte olduğumuz hadisten bulaşıcı
hastalıklara karşı önlem alınmaması da çıkarılmamalıdır. Bu durum İkinci
rivayette görüldüğü gibi bedevinin kafasını kurcalamış uyuz hastalığı bulaşan
develerini sormuştur. Buna cevap olarak, hastalığın ilk yaratıcısına dikkat
çekilerek bunların Allah'ın takdiri olduğu belirtilmiştir. Burada dikkat
edilmesi gereken husus hastalık sirayetinin Allah'ın iradesi dışında
kendiliğinden oluşacağı fikrini reddetmektir. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu
ifadeden, bulaşıcı hastalıklara karşı önlem alınmaması çıkarılmamalıdır.
Çünkü, "Cüzzamlıdan, aslandan kaçar gibi kaç!" ifadesi (Buhâri, Tıb:
19) işi Allah'a bırakmakla birlikte önlemini de al demektir. Sen önlemini al
ama her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu da bil. Hastalık da şifa da Allah'ın
takdiridir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) aşağıdaki hadiste: "Hastalık
yayan hayvanı sağlam olan hayvanın yanma götürmeyiniz!"buyurmuştur.) [1523]
1492-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hastalık yayan hayvanı sağlam
olan hayvanın yanına götürmeyinizl"buyurdu." demiştir. [1524]
1493-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.)'i: "Uğursuzluk diye bir şey yoktur, bu
takım şeylerin en iyisi FeTdir." diye buyururken işittim. Oradakiler:
"Fe'l nedir?" dediler: "Birinizin duyacağı güzel sözdür."
buyurdu." demiştir. [1525]
1494-) Enes (r,a,)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): 'tAiiah dilemezse kendiliğinden) hastalık bulaşması
diye bir şey yoktur. Uğursuzluk diye bir şey de yoktur. Güzel ve hoş söz olan
fe 'I hoşuma gider" buyurmuştur.
(Uğursuzluk,
gelecek zamanda kötü bir şeyin olacağına kanaat getirmektir. Cahiliyye
döneminde bazı şeylerin kötülük habercisi olduğuna inanılırdı. Baykuş görmek,
karga sesi duymak gibi. Bu, bir bakıma gelecek hakkında bilgi vermektir.
Geleceğin (gaybın) bilgisi Allah'a aittir. {Bakara: 255, En'âm; 59) Allah
gaybını dilediği elçisine de öğretebilir, (Gn: 26-27)
Gelecekte ne
olacağını asla bilemeyecek olan bir kimsenin, bazı şeylerden hareketle
gelecekte şöyle şöyle kötü şeyler olacak diye bilgi vermesi asılsız bir
iddiadan öteye geçemez. Durum böyle olunca baykuş görme, karga sesi işitme ve
benzeri bir takım hadiselerden hareketle karamsarlığa kapılma dayanaksız bir
davranıştır. Bu nedenle Efendimiz (a.s.) böyle davranışların geçersiz olduğunu
bildirmiş: "Uğur diye bir şey yoktur"'buyurarak meseleye ışık
tutmuştur.
Fe'l İse olaylan
iyiye hayra yormak, iyi şeyler beklentisi İçerisinde olmaktır. Geleceği
bilemeyen insan, karamsarlığa değil iyi şeyler beklentisine yönelmelidir. FeT
de bir bakıma geleceğe yönelik beklentilerdir. Ancak, bizim gelecekte iyi veya
kötü ne olacağını bilme imkanımız yoktur. Madem geieceği bilemiyorsak o halde
olaylar hakkında iyi beklentilerde bulunmak hem ruh sağlığı hem de toplum düzeni
için manüklı bir hareket olacaktır.
Âlimler Fe'l'i
çeşitli Örnekler vererek agklamışlardır. Mesela, bir olay anında "Emin
(=Güvenilir)" isimli bir kimsenin gelivermesi üzerine oradakilerin:
"İnşallah i-şimiz güven ve emniyette olur" demesi gibi. Burada olaylara
güzel yönden yaklaşmaya özendirme vardır. Uğursuzlukta ise karamsarlık ve
çekimserlik vardır.) [1526]
1495-) İbnİ Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eğer u-ğursuzluk gerçek olsa idi bu,
atta, kadında ve evde olurdu."buyurmuştur. [1527]
1496-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan, Rasûlüilah (s.a.v.), uğursuzluğu kastederek: "Eğer olsa idi
bu, kadında, evde ve meskende olurdu" buyurmuştur,
(Âlimler "olsa
«//"ifadesinden bunun olmadığını çıkarmış, uğursuzluk diye bir şey yoktur
demişlerdir. Yine Hz, Peygamber (s.a.v.) başka bir hadiste: "Uğursuzluk
yoktur." buyurmuştur. (Buhârî, Tıb: 19, Müslim, Selâm: 103, Ebû Dâvûd,
Tıb: 24 İbni Mâce, Tıb: 43)
Bu nedenle
yukarıdaki hadiste bildirilen kadında, evde ve atta, yine başka hadislerde
silahtaki uğursuzluk şudur: Bunlar, cahiliye dönemindeki Araplar'ın inancına
göre uğursuz sayılanlardır. "Uğursuzlukyoktur''ifadesi ile tüm bun-farın
yanlış olduğu ifade edilmiştir. Söz konusu bu hadis Hz. Aişe (r.a.)'ya bildirildiğinde
çok öfkelenmiş ve: "Kur'ân'ı Muhammed'e gönderen Allah'a yemin olsun ki
Rasûlülİah kesinlikle böyle bir şey söylememiştir, ancak o: "Cahiliye insanı
bunlarda uğursuzluk olduğuna inanırlardı." buyurmuştur." demiştir.
(Tahavî'dert naklen Aynî Umdetu'1-Kârî, XI. 396)
Açıklamasını
yaptığımız hadisin Hz. Peygamber (s.a.v,)'den eksik dinlendiğini, ravinin
konuşmanın yarısında yanına gelmesi nedeniyle Rasûlüilah (s.a.v.)'in maksadım
tam anlayamadığını bildiren nakiller de mevcuttur. Doç. Dr. Nevzat Âşık şu
bilgileri vermektedir: 'Tayâlisî'nin Müsnedi'nde bulunan MekhûTe ait bir
rivayete göre, Ebû Hureyre'nin Rasûlüllah'in: "Uğursuzluk üçşeydedir:
Evde, kadında ve atta." buyurduğunun Hz. Âişe tarafından duyulması üzerine
O: "Ebû Hureyre ezberieyemedi, Rasûlüllah, yahûdilerin uğursuz saydığı
şeylerden bahsediyor ve bunun için onlara beddua ediyordu. Şöyle demişti:
"Allah, yahûdilerin cezasını versin. Çünkü onlar şöyle derler:
"Şüphesiz uğursuzluk üç şeyde: Evde, kadında ve attadır." Ebû
Hureyre bu esnada içeriye girdi. Hadisin baş tarafını değil son tarafını
işitti." demiştir. Tayâlisî, s, 215. nr.1537 (Dokuz Eylül Ünv. İlahiyat
Fak. Dergisi IV. 1987 s. 95) [1528]
1497-) Âişe (r.aO'dan.
Şöyle demiştir: "Bir takım kimseler, Rasûlüllah (s.a.v.)'e kahinleri
sordular. O da: "Bildikleri bir şey yoktur" buyurdu: "Ey
Allah'ın Rasûiü, bu adamlar bazen bir şey söy iüyortar, o da gerçek
çıkıyor?" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu söyledikleri cinin
sözüdür. Cin bu sözü (kulak hırsızlığı üe) çalıp kapar vedostunun kulağına
tavuk sesi şeklinde ater"buyurdu."
(Yüce Allah, kader
ve kaza ile ilgili gelecekte olan şeyleri gökteki görevii meleklere bildirir.
Bu melekler bu kararları kendi aralarında konuşup müzakere ederken şeytanlar
kulak hırsızlığı yaparak bazı şeyler dinlerler, {Buhârî, Bedü'i-Haik; 6;
Buhârî, Tefsir, Hıcr: i; Müslim, Selâm; 124} Ancak bu durum, Kur'ân-ı Kerim
indirildiği zaman gökteki trafik sıkı tutulduğundan dolayı olağanüstü denetimle
engellenmiştir. (Bakınız Cin: 8-9, aynca 229. hadise de bakınız. Gökteki
çözetleyiciler Hıcr: 16-18, Sâfrat: 6-10 ayetlerde de anlatılır.)
Onların bu şekilde
engellenmeleri Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde başlamıştır. Vahiy bittikten
sonra semadaki bu sıkı tutumun hâlâ devam edip etmediği konusunda açıklık
yoktur. Bazı âlimler bunun vahyi koruma önlemi olarak o dönem için geçici bir
uygulama olduğunu vahiy kesildikten sonra bu halin kalktığınt veya en azından
hafifletildigini belirtmişlerdir. Bu konudaki tartışmalarbakiniz, Âlûsî,
Ruhu'l-Meâni.. XIX. 139-142
Bu konuda DİA
"Kâhin" maddesinde şu bilgiler verilir "Kâhinlerle cin ve şeytanlar
arasında bir iletişimin bulunduğunu kabul edenler, bunun Resûl-i Ekrem'in
nübüvvetinden sonra devam edip etmediği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bir kısmına göre cinlerin gökten haber aşırmalan nübüvvet öncesi döneme ait
olup daha sonra böyle bir olay gerçekleşmemiştir. {Beyhakî, n, 237) İbn
Haldun'un da dahi! olduğu bazı âlimler ise nübüvvetle birlikte gökten haber
aşırmanın engellendiği ve sadece hayal gücüne dayalı kehanet devam ettiği, Hz.
Peygamber'in vefatından sonra ise cin ve şeytanlar vasıtasıyla haber
aşırmanıntekrar görüşündedir (Mukaddime, I. 413, Mâverdi, Alâmii'n-Nübüvve, s.
103)"
Cinlerle irtibata
geçen bazı kimseler bunlar aracılığıyla bizim göremediğimiz o-layiar hakkında
bilgi alırlar. Bu bilgiler geçmiş zaman veya şimdiki zaman için olursa verilen
habere bir alet yardimıyla uzaktaki bir şeyden haber verme gözü ile bakılır,
Bizim için bilinmeyen (gayb) başkaiarı için bilinebilir, söz gelimi elinde
termal kamera olan bir kimse İçin malum olan karanlıktaki bir eşya bizim için
meçhul olabilir. Bu tür bilgiler, sadece bir haberdir. Haberi veren doğru ve
güvenilir ise kabul ederiz, fâsık bir kimse ise doğruluğunu araştırmak
zorundayız. (Hueûrât: 6) Ancak, gerek cinlerin insanlarla olan aralarındaki
husumet ve gerekse cinlerle irtibata geçenlerin ya-şantilan, bu kimselerin
verdikleri haberin doğruluğunu araştırmak zorunda olduğumuz kimselerden
olduğunu gösterir. Bu açıdan verilen bilgilere zanla yaklaşmak gerekir, ama
doğru da olabilir. Doğru ise kabul ederiz.
Bu tür kimselerin
verdiği gelecekle ilgili haber ise bunun yukarıdaki hadiste anlatıldığı gibi
meleklerin kendi aralarındaki konuşmalardan kulak hırsızlığı ile çalınan
bilgilerdir. Kesin değildir. Bir doğruya yüz yalan katılmıştır. Bunlara
i-nanmak kişinin itikadına zarar verir. Geleceği yalnız Allah bilir, Bunlara
inanıp/ tasdik etmek hadislerde kesin olarak yasaklanmıştır. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Kim arrâfa (gelecekten haber veren kimseye) gider de ona bir
şey sorar ve bunu tasdik ederse, onun kırk gün namazı kabul edilmez."
buyurmuştur. (Müslim, sdâm; 125) Başka bîr rivayette ise Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e indirileni İnkâr etmİŞ Olacağı birdirilir. (Ebû Dâvûd, Tıb: 21,
Tirmızî, Taharet: 102, İbni Mâce, Taharet: 122) Bu ifadeler, sakındırmak için
söylenmiş uyarı ifadeleri olarak anlaşılabileceği gibi gerçek anlam olarak da
anlaşılabilir.) [1529]
1498-) İbni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i minberde: "Yılanları öldürünüz, bilhassa
sırtı iki beyaz çizgili ve kısa kuyruklu olanını öldürünüz. Zira bu iki kısım
gözü köre/tir, hamile kadına çocuğunu düşürtür."dtye buyururken işittim.
Biz bu hal Çizere iken bir defasında öldürmek için bir yılan kovalıyordum. Bu
sırada Ebû Lübâbe: "Onu öldürme!" diye bağırdı, ben de:
"Rasûlüllah (s.a.v.) yılanların öldürülmesini emretmiştir." dedim, o
da: "Fakat kendisi daha sonra evde yaşayan ev yılanlarını öldürmeyi
yasakladı." dedi." demişti. [1530]
1499-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte
(Mina'da) bir mağarada iken "Mürselât Suresi" inmişti. Biz,
kendisinin ağzından bu sureyi sıcağı sıcağına alıyorduk. Derken karşımıza yılan
çıktı. Hz. Peygamber: "Bunu öldürün!" buyurdu. Hemen üzerine
atıldık, ama yılan kaçıp gitti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah,
Sizi onun şerrinden korunduğu gibi onu da sizin şerrinizden korudu,
"buyurdu. [1531]
1500-) Ümmü Şüreyk
(r.a.)'dan: Rasûlüllah (s.a.v.) zehirli alaca kelerin Öldürülmesini emretmiş
ve: "Zehirli alaca keler İbrahim(a.s.)1in ateşini
körüklüyordu"buyurmuştur.
(Hadisimizde
el-Vezağ denilen ve Türkçe'ye zehirli alaca keler, zehirli iri keler diye
çevirisi yapılan bu hayvanın ne olduğu hakkında ayrıntılı bilgi yoktur.
Araplannbugün 'Sâmmü Abraş' dedikleri kertenkele olduğu görüşü meşhurdur,
ed-Demîrî'nin Hayâtü'i-Hayvan isimli eserinde bu hayvan hakkında anlatılan
efsanevi bilgiler geçmiş dönem kitaplarımızda yaygın olarak mevcuttur. Bu
kitaplarda söz konusu hayvanın pis ve zehirli olduğu insana aiaca hastalığı
bulaştırdığı anlatılmaktadır. Bugün sürüngenler familyası üzerinde en ince
ayrıntıları ele alan müstakil bilimler oluşmuş, pek çok bilimsel veriler elde
edilmiştir. Keler cinsinin faydalı, zararlı, eti yenen ve yenmeyen cinsleri
vardır. Müslüman bilim adamlarımızın bu konuyu inceleyip Hadisi Şerifte neyin
murat edildiğini tespit etmelerini beklemekteyiz.
Sözkonusu
kertenkelenin, Hz. İbrahim (a.s.)'ın atıldığı ateşi körklediği hadisimizde
bildirilmektedir. Ravilerinin güvenilir (sika) olduğu belirtilen diğer
rivayette ise (ibni Mâce, Sayd: 12) arzdaki tüm hayvanlar ateşi söndürmeye
çalışirken bu kelerin ateşi körüklediği, bu nedenle Efendimizin onun
öldürülmesini emir buyurduğu bildirilir. Bu hayvanın Arabistan gibi sıcak
bölgelerde çok bulunduğu ve evlere girerek yiyeceklere zarar verdiği
kitaplarda kayıtlıdır.) [1532]
1501-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'İn hanımı Aişe (r.a.)'dan: (s.a.v.) kelere "fâsıkçık" dedi
ama kelerin öldürülme emrini kendisinden duymadım." demiştir. [1533]
1502-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Bir karınca, Peygamberlerden
birisini ısırdı, o da emir verip, karıncaların yuvasını yaktırdı, bunun
üzerine Allah: "Seni bir karınca ı-sırdı, sen de teşbih eden ümmetlerden
bîr ümmeti yaktın" diye vahyetti"'diye buyururken işittim."
demiştir. [1534]
1503-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bir kadın kedi
yüzünden azaba uğramıştır. Kediyi, ölene kadar hapsetmişti bu yüzden cehennem
girdi. Onu hapsettiğinde ne doyurmuş ne de su vermiş ne de yerin haşerelerinden
yemesi için salıverdi." [1535]
1504-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimse yolda yürürken çoksusadı, bir
kuyuya inip su içti, sonra dışarı çıktı. Birde baksa ki dilini sarkıtmış
soluyan, susuzluktan toprağın nemini yalayan bir köpekle karşılaştı:
"Bana ulaşan şiddetli susuzluğun bir benzeri buna da ulaşmış" dedi.
Hemen ayakkabısını su ile doldurdu ve ağzıyla tutarak yukarı çıktı, köpeğe su
verdi. Bu yüzden Allah onu övdü ve bağışladı." buyurdu. Oradakiler:
"Ey Allah'ın Rasûlü, hayvanlara yap iğimiz /ilikten bize bir sevap var
mıdır?" dediler: "Her ciğtr taşıyan anlı için (yapılan iyilikte)
sevap vardır, "buyurdu. [1536]
1505-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v. , şöyle buyurmuştur: "Bir köpek kuyu
başında susuzh ktan ö. cek hale geh iniş kıvranırken, İsrailoğullaımın kötü
kadınları, fan (fahişelerinden) kötü bir kadın (fahişe bir kadı i) köpeoı
gördü ve a-yakkabısmı c karıp ayakkabı ile köpeği suladı kv yüzden mağfiret
olunup bağışlandı."
(Her canlıyı
dikkate almalı, ona iyi davranm?. akla gelmeyen basit şeylerde de
bulunabileceğini unutmamalıyız.
İslâm'ın büyük
günahlardan saydığı fuhu düşmüş bir kadının köpeğe su vermekle bağr 'anması
üzerinde duru.naşı gere':en bir husustur. Bu kadınm köpeği suladığı anda lıâlâ
fuht.îa irtibatı dup olmadığı Hadiste bildirilmemektedir. Belki kadın yaptığı
günahlara son vermiş ve tevbe etrr.,ş. olabilir. Köpeğe karşı bu davranışı da
bağışlanmasına sebp olmuş Hadisimizde anlatılan ve bir kediyi
açlıktan ölene kadar hapseden kadın hakkında Yusuf el-Karadavİ olaya
"Merhametetmeyene merhameteefifmez''hadisime bakarak şöyie demektedir;
"Açlıktan Ölünceye kadar kedinin hapsedilmesi, o kadının kalbinin
donukluğuna, Allah'ın zayıf yaratıklarına karşı katlığına, merhamet ışıklarının
kalbine girmediğine dair en açık bir delildir. Cennete ise ancak merhametli
oianiar girer. Allah, ancak, merhametlilere merhamet eder. Eğer o kadın
yerdekilere merhamet etseydi, Yüce Allah da ona merhamet ederdi. Şüphesiz bu ve
benzeri hadisler, insani değerler açısından İslâm için övünç kaynağı
sayılmaktadır. Öyle ki her cantı mahlûka hizmet ediliyor, her yaş ciğer taşıyan
canlıyı gözetmekten dolayı ecirveriliyor" Sünneti Anlamada Yöntem,
çeviren, B. Erul, s, 118. Üçüncü baskı) [1537]
1506-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah Azze ve Celie: "Âdemoğlu
zamana söverek / kötü söz söyleyerek beni incitir. Ben zamanım, tüm işler Benim
elimdedir, gece vegündüzü Ben evirip çeviririm,"buyurdu"demiştir.
(Ben zamanım,
ifadesi; zamanın sahibi, yöneticisi Benim, demektir.) [1538]
1507-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Üzüme, kerm adini vermeyiniz, Kerm,
ancak mü'minin kalbidir."buyurdu." demiştir.
(Kerm'in sözlük
anlamı ikram demektir. Araplar birbirlerine üzümden yapılan şarabı ikram
ettiklerinden dolayı şarab ve üzüme de ikram manasına "kerm" derlerdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ikramın mü'minin kalbi olduğunu bildirmiştir.) [1539]
1508-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz (kölesine) Rabb'ini
doyur, Rabb'ine abdest aldır, Rabb'îne su ver şeklinde hitap etmesin. Köle de
seyyidim, mevlâm (efendim) desin. Yine bîriniz kölem, kadın kölem demesin:
"delikanlım, kızım, evladım"desin."buyurmuştur. [1540]
1509-) Âİşe (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz: "Nefsim habis
oldu"demesin: "Nefsim lakis "buyurmuştur. [1541]
1510-) Sehl b. Huneyf
(r.a.ydan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz: "Nefsim habis
oldu"demesin: "Nefsim lakis oldu"desin"buyurmuştur.
(Hadisimizde
belirtilen "habis" ve "lakis" kelimeleri Arapçada aynı
anlama gelmekte olup, kötü manasına gelir. Bir kimse kendisinin kötü oiduğunu
bildirmek i-çin bu ifadeyi kullanır. Ancak "habis" kelimesi,
"lakis" kelimesine göre pis ve murdar şeyler için de kullanıldığından
Efendimiz (a.s.), dildeki nezaket ve İnceliği önem vermiş başka anlamlar
çağrıştıracak ifadelerin kullanılmamasını tembih etmiştir.) [1542]
1511-) Ebû Hureyre
(r.a.)'cJan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şair sınıfının söylediği söz/erin
en doğru olanı Lebîd'in: Ela Küllü Şey'in mâ halâllâhe BâtılımVe Küllü naîmin
lâ mahâtete zâilun
(=Bakın, Allah
dışındaki tüm şeyler batıldırHer nimet de mutlaka yok olucudur) sözüdür.
Ömeyye b. £bı Salt
da şiirlerinde neredeyse Müslüman olacaktı"'buyurmuştur.
(Lebîd b. Rabîa
cahiliye dönemi şairlerindendir, Hicri 9. yılda Müslüman olmuş, Müslüman olup
Kur'ân'la tanıştıktan sonra artık bir daha şiirle uğraşmamış: "Allah bana
Bakara ve Âl-i İmrân'ı öğrettikten sonra şiir söyleyemez oldum. Kur'ân'ın
fesahati ve belagatı şiirin azametini giderdi" demiştir. Hadiste işaret
edilen beyit, Kabe'ye asılan yedi şiirden bir parçadır. Hadiste şiirin bir
mısrası geçmektedir, İfadenin iyi anlaşılması açısından çeviride ikinci
mısrası da verilmiştir. Ümeyye b. Ebî Salt ise Önceleri Zeyd b. Amr gibi hanif
dinini benimsemiş, Ömrünün sonlarında sapmıştır. İslâm dönemine yetişmişse de
Müslüman olmamıştır.
Bir hadiste de:
"Şiirin bir kısmında hikmet vardır, "buyurulmuştur. (Buhârî, Edeb:
90) İncelediğimiz hadiste geçen "Şair sınıfının söylediği sözün en
doğrusu" ifadesiyle dönemin kamuoyunu yönlendiren, yani o dönemin basın
yayın görevini üstlenen radyo, televizyon, gazetesi olan şairler, kamuoyunu
yönlendirirken pek de doğru hareket etmediği güdümlü olduğu belirtilmiştir.
Nitekim İslâm aleyhine hareket eden bazı şairler öldürülmüştü. Bu konuda
"Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih" isimli çalışmamızdaki 2045
ve 1613. hadislerin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1543]
1512-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimsenin içinin, kendisini bozan-
irinle dolması, şiirle dolmasından daha iyidir, "buyurmuştur.
(Bu hadisimizde, o
dönemin kamuoyunu yönlendiren güdümlü şairlerin çirkefleş-tiği anlatılıyor öyle
ki, irinin bunlardan daha İyi olduğu belirtilir. Yine yukandaki hadiste de şiirin
bir kısmında hikmet vardır, ifadesi ile o dönemin kamuoyunu yönlendiren şairlerin
güdümlü olduğu, pek de doğru hareket etmediğine işaret edilmiştir.) [1544]
1513-) Ebû Katâde
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.); "Güzel rüya Allah'tandır. Kötü,
karışık rüya da şeytandandır. Dolayısıyla biriniz kötü bir rüya görüp korkarsa
sol tarafına tü kürsün ve şerrinden Allah'a sığınsın, böylece kötü rüya
kendisine zarar veremez, "buyurmuştur. [1545]
1514-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Zaman yaklaştığında mümin bir
kimsenin gördüğü rüya neredeyse yalan söylemez. Mümin bir kimsenin rüyası Peygamberliğin
(Nübüvvetin) kırk altı bölümünden bir bölümdür." buyurdu. Peygamberlikten
(nübüvvetten) olan şeyler yalan olmaz." demiştir.
(Hadiste geçen
"Zamanın yakiaşması birkaç anlama yorumlanmıştır:
1-) Yaz ve kış
mevsimlerinde, gece ve gündüzün sürelerinin eşit olduğu dönemdir.
2-) Gecenin bitip
gündüzün başlayacağı vakit olan gecenin son kısımlarıdır.(2173. hadisin
açıklamasında rüyanın bilimsel anlatımı yapılırken rüyanın REM uykusunda
görüldüğü ve REM uykusunun çoğunun gecenin son üçte birinde yer aldığı,
hatırlanan rüyaların bu son safhadaki görülen rüyalar olduğu bildirilmişti.)
3-) Dünyanın son
bulacağı âhir zamandır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) bu konuda şöyle
buyurmuştur: "Zaman yaklaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki bir yıl bir ay
gibi olur, bir ay bir hafta gibi olur, bir hafta bir gün gibi olur, bir gün bir
saat gibi olur, bir saat de bir ateş tutuşması gibi olur." (Tirmizî, zuhd:
16) Bu hadiste geçen zamanın yaklaşması, bereketinin ve faydasının azalması
veya âhir zamanda karşılaşılan fitne ve musibetlerin insanları çok meşgul edip
zamanın nasıl akıp gittiğinin farkında olunmaması şeklinde açıklanır.
(Tuhfetu'i-Ahvazî, vi. 514) Diğer bir yaklaşıma göre,. "Zamanın
yaklaşması" kısalması anlamına da gelir. Buna göre hızlı ulaşım
araçlarının bulunması üzerine aylarca sürecek bir yolculuğun u-çak ve benzeri
araçlarla kısa bir sürede katedilmesine işaret eder.) [1546]
1515-) Ubâde b. Sâmit
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Mümin bir kimsenin gördüğü rüya peygamberlikten
atmışda bir parçadır"buyurmuştur[1547]
1516-) Enes b. Maük
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Mümin bir kimsenin gördüğü rüya
peygamberlikten atmışda bir parçadır"buyurmuştur[1548]
1517-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Mümin bir kimsenin gördüğü rüya
peygamberlikten atmışda bir parçadır" buyurmuştur[1549]
1518-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kim beni rüyada görürse, uyanık
iken de görecektir. Şeytan benim suretime giremez."'diye buyururken
işittim." demiştir. [1550]
1519-) Ebû Katâde
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim beni rüyada görürse,
hakikati/gerçeğigörmüştür, "buyurmuştur
(Hadisteki
"Uyanık iken de görecektir" ifadesi hakkında değişik yorumlar
yapılmıştır. Bunun Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemine, sahabeye has olduğu söylenmiştir.
Buna göre mesela, Medine'de bulunmayan bir sahabi Hz. Peygamber (s.a.v.)'i
rüyada görürse, Medine'ye gidip onu göreceği, Rasûlüllah (s.a.v.)'den sonrabir
kimsenin böyle bir rüya görmesi ise âhirette göreceği şeklinde açıklanmıştır.
Bu arada Sûfîler bu hadisi delil getirerek keşif ve murakabe ile Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in bu dünyada görülebileceğini belirtirler. Bu konuda
"Sahîh-i Buharı Muhta-san Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamızdaki 2176.
hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1551]
1520-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Kendisi şöyle anlatır: "Bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi
ve: "Bu gece rüyamda bir bulut gördüm, yağ ve bal yağdınyordu, halkjn
bundan avuçladığını gördüm. Kimisi çok almış kimisi az almıştı. Derken yerden
göğe doğru uzanmış bir ip gördüm. Seni de gördüm, ipten tutup yukarı gktın.
Sonra bir kimse tuttu ve yukan çıktı. Sonra bir başka kimse tuttu ve o da yukan
çıktı. Sonra diğer bir kimse tuttu ama ip koptu arkasından ip onun için
bağlanıp bitiştirildi." dedi. Ebû Bekir: "Ey Allah'ın Rasûlü, annem
babam sana feda olsun vallahi, bak beni bırakırsan bu rüyayı elbette
yorumlanm." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Haydiyorumla"buyurdu.
Ebû Bekir: "Bulut, İslâm'dır. Bal ve yağ olarak yağan ise Kur'ân'dır,
onun lezzeti, tadı yağmaktadır. Gökten yere uzanan ip ise senin üzerinde bulunduğun
hakikattir. Sen bu hakikati tutuyorsun Allah da seni yükseltiyor. Sonra da
senin arkandan bir kimse bunu tutar o da bununla yükselir, sonra diğer b!r
kimse tutar o da bununla yükselir, sonra bir diğer kimse tutar ama ip kopar
sonunda bu kimse için ip bağlanılır ve o da bununla yükselir. Ey Allah'ın
Rasûlü, annem babam sana feda olsun, söyle bana isabet mi ettim yoksa yanıldım
mı?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kısmında isabet ettin, bir
kısmında yanıldın." buyurdu. Ebû Bekir: "Vallahi yanıldığım şeyi bana
bildirirsin." dedi: "Yemin etme!" buyurdu.
(Hz. Ebû Bekir
(r.a.)'ın yanıldığı şeyin ne olduğunu Hz. Peygamber (s.a.v.) a-gklamamış ve:
"Yemin etme!" buyurmuştur. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür: Yemin
etme, anlatmayacağım veya yemin etme bak düşün benim anlatmama gerek kalmadan
sen de anlayabilirsin. Diğer taraftan Hz. Ebû Bekir (r.a.)'ın yanıldığı şeyin
ne olduğunu araştıran âlimler bu konuda çeşitli fikirler yürütmüşlerdir. Buluttan
yağan yağ ve balı sadece Kur'ân'a yormasıdır. Halbuki yağan şey iki tane olduğu
için birisi Kur'ân diğeri Sünnet olarak yorumlamalıydı, ipin kendisinde koptuğu
kimse yani Hz. Osman (r.a.) için ip bağlanmıyor, o bu ipin kopmasıyla şehid
olup gitti. İp onun için bağlanmadı, kendisi için ip bağlanan Hz. Ali (r.a.)'dır,
denilmiştir.) [1552]
1521-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Rüyamda misvaklanırken gördüm. Bu
sırada iki adam geldi biri diğerin' den büyüktü. Ben misvağı küçük olana
verdim. "Büyüğe ver" denildi. Ben de büyüğe verdim" buyurmuştur. [1553]
1522-) Ebû Musa el-Eşari
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Rüyamda kendimi,
Mekke'den hurmalık bir yere hicret ettiğimi gördüm. Kannabm bu yerin Yemame
veya Hacer olduğuna vardı. Baksam ki burası Yesrib şehri imiş. Yine bu rüyamda
bir kılıa salladığımı gördüm. Derken kılan yukarısı kinli' verdi. Bu da,
müminlerin Uhud savaşında uğradığı şeymiş. Kılıa tekrar salladım. Derken
olduğundan daha güzel bir hale döndü. Bu da, Allah'ın gönderdiği, fetih ve
müminlerin bir araya toplanmasıymış.Yine bu rüyamda'(boğazlanmış) bir inek
görmüştüm. Allah en hayırlısını verir- bu da, Uhud savaşında müminlerden bir takım
kimselermiş. Asıl hayır, Allah'ın bundan sonra verdiği ve Bedir savaşından
sonra Allah 'in bize verdiği sadakatin sevabıdır."
(Yemame, Bahreyn
tarafıdır. Hacer, Yemen'de bir şehir ismidir. Yesrib, Medine'nin eski ismidir.
Efendimiz (a.s.), Yesrib'e hicret edince buraya Medrnetü'r-Rasû! (=Rasûlüllah'ın
Şehri) denildi. Daha sonra bu kutlu beldenin İsimi, kısaltılarak Medine,
denilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de de bu beldenin ismi için Yesrib (Abzâb: 13)
ifadesi kullanıldığı gibi Medine ifadesi de kullanılmıştır. (Tevbe: ıoı, 120;
Ahzâb: 60) Ayrıca E-fendimiz (a.s.), bu beldeye Tâbe veya Taybe (=Hoş, Güzel)
ismini de vermiştir.) [1554]
1523-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır: "Müseylemetü'l-Kezzâb Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde (Hanîfe
oğullan heyeti içerisinde Medineye) gelmişti. Müseyleme: "Eğer Muhammed
kendisinden sonra bu işi bana bırakırsa kendisine uyaİH nm" diyordu.
Kabilesinden pek çok kimsenin içerisinde Medine'ye gelmişti. Rasûlüllah
(s.a.v.), yanında (haübi) Sabit b. Kays b. Şemmâs ile birlikte Müseyleme'ye
geldi elinde hurma çubuğundan bir parça bulunuyordu gelip Müseyleme ve
arkadaşlannın yanına oturdu ve: "Eğer benden şu bir patça çubuğu istesen
bile sana vermem Allah 'in senin hakkındaki takdirinden öteye geçemezsin. Eğer
yüz çevirirsen Allah elbette seni öldürür. Ben, gördüğüm rüyamda bana
gösterilen kimsenin sen olduğun kanaatindeyim. Şu Sabit benim adıma sana
gereken cevabı verir, "buyurdu sonra da bırakıp gitti.
İbni Abbâs (r.a.)
devamla şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in "Senin rüyamda bana
gösterilen kimse olduğunu zannediyorum" sözünü sordum. Ebû Hureyre,
Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Ben u-yurken rüyada ellerimde altından iki
bilezik gördüm. Bu bileziklerin durumu beni üzdü, arkasından rüyamda bana
bileziklere üflemem vahyolundu. Ben de üfledim onlar da uçuverdi. Ben bu
bilezikleri benden sonra çıkacak iki yalancıya yordum " buyurduğunu
bildirdi. İki yalancıdan birisi Esved Ansî, diğeri de Müseyleme'dir"
demiştir. [1555]
1524-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben uyurken, bana yeryüzünün
hazineleri getirildi. Avuçlarıma altından iki bilezik bırakıldı. Bu ise bana
ağır geldi, arkasından bana üflemem vahyolundu. Ben de üfledim onlar da
gidiverdi. Ben bu bilezikleri aralarında bulunduğum iki yalancı sahtekar'a San'a'nın
ileri geleni (Esved Ansî) ile Yemâme'nin ileri geleni yorumladım.
"buyurdu" demiştir. [1556]
1525-) Semura b. Cündeb
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) sabah namazını kıldırdığında bize
döner ve:
"Bu gece
sizden kim rüya gördü?1 buyurur, eğer birisi rüya görmüş ise onu anlatır o da:
"Allah'ın
dilediği olur. "buyururdu.Yine bir gün bize sordu:"Bu gece sizden kim
rüya gördü?" buyurdu. Biz de:
"Gören
yoktur." dedik. Kendisi:
"Ama ben bu
gece bana gelen iki adamı gördüm. Elimden tutup beni Mukaddes Toprağa
çıkardılar. Birde baktım orada, oturan bir adamla elinde demir çengel olan
ayakta bir adam var. Bu adam çengeli ağzının kenarından ensesine kadar
sokuyordu. Sonra da ağzının diğer kenarına sokup aynısını yapıyordu, bu abrada
öbür tarafı iyi oluyor o zamanda bu tarafa dönüp tekrar aynısını yapıyordu:
"Bu
nedir?" dedim:
"Yürü"
dediler. Yürüdük sonunda sırtüstü uzanmış bir a-dama vardık. Başucunda ayakta
e/inde bir taş bulunan bir a-dam vardı, taşla başını eziyordu. Taşı vurduğunda
taş yuvarlanıp gidiyor, o da taşı almak için arkasından gidiyordu, tekrar geri
geldiğinde başı iyi olup eski halini alıyor, adam tekrar başına gelip yeniden
vuruyordu:
"Bu da
kimdir?" dedim:
"Yürü"
dediler. Yürüdük, sonunda tandır gibi bir deliğe vardık, üstü dar altı geniş
olup altında ateş yanıyordu. Ateş yaklaştırıldığında (alevler yükseldikçe)
içindekiler de yükseliyor neredeyse dışarı çıkar oluyorlar, ateş sakin/eşince
tekrar içerisine dönüyorlardı. Buranın içerisinde çıplak kadın ve erkekler
vardı:
"Bunlarda
kimdir?" dedim:
"Yürü"
dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde bir adam bulunan kandan bir nehre vardık,
adam ortasında dikiliyordu. Önünde birtakım taşlar bulunan bir adam da nehrin
kenarında idi. Nehirdeki adam gelip dışan çıkmak istediğinde diğer adam
ağzınataş atarak onu bulunduğu yere gönderiyordu. Adam çıkmak için her
defasında geldiğinde ağzına taş atıp yerine döndürüyordu'.
"Bu da
nedir?" dedim:
"Yürü"
dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde büyük bir a-ğacın bulunduğu yeşil bir
bahçeye vardık. Ağacın dibinde yaşlı bir adamla birtakım çocuklar vardı. Bir de
baktım ki ağacın, yakınında önünde yakıp tutuşturduğu ateş bulunan bir adam
var. Sonunda beni ağacın içinden yukarı çıkararak bir eve koydular ki, bu evden
daha güzelini asla görmedim. Evin içerisinde yaşlısından gencine bir takım
erkek, kadın ve çocuklar vardı. Sonra beni buradan çıkarıp yine ağaçtan yukarı
kaldırdılar ve bir eve koyduiar ki bu ev daha güzel ve daha değerli idi. Yine
buranın da içerisinde yaşlı ve gençler vardı. Ben:
"Bu gece beni
gezdirip dolandırdınız, şimdi bana gördüklerimin ne olduğunu bildirin bakalım
" dedim:
"Olur"
dediler: Ağzının yarılıp parçalandığını gördüğün, yalancıdır, yalan konuşur
kendisinden her tarafa yalan taşınırdı, İşte bu nedenle ona kıyamete değin
böyle yapılır. Başının ezildiğini gördüğün, Allah kendisine Kur'ân öğretti ama
o, gece Kur'ân'dan gafil durdu, gündüz de Kur'ân üzere iş yapmadı. İşte bu
nedenle ona kıyamete değin böyle yapılır. Delikte gördüklerin zina ya-panfardır.
Nehirde gördüğün faiz yiyenlerdir. Ağacın dibindeki ihtiyar İbrahim
(a.s,)'dır. Yanında gördüğün sabiler de insanlann çocuktandır. Ateşi yakan da
cehennemin bekçisi Mâlik'dir. İlk girdiğin ev, bütün Müslümanların evi, öbür ev
ise şehldlerin evidir. Ben de Cebrail'im bu da Mlkall'dlr. Başını yukarı
kaldır, dedi. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki üstümde bulut gibi bir şey duruyor.
Bana:
"İşte bu da
senin evindir,"dediler:
"Beni bırakın
da evime gireyim." dedim:
"Ama senin
henüz tamamlamadığın bir ömrün var, eğer tamamlasaydın evine girerdin."
dediler." [1557]
1526-) Enes (r.a.):
"İkindi namazı vakti olmuş, halk abdest suyu arayıp bulamadıkları sırada
Rasûlüliah (s.a.v.)'i görmüştüm, Rasûlüllah (s.a.v.)'e bir miktar abdest suyu
getirildi. Elini kabın içerisine koydu ve halka bundan abdest almalarını
emretti. En son kişi abdest alana kadar suyun parmaklarının altından
kaynadığını gördüm" demiştir. [1558]
1527-) Ebû Humeyd
es-Sâidî (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) ilebirlikte Tebuk Seferi'ne
Çlktlk (Yokta Medine yakınlarında bir yerleşim birimi olan)Vadi'i-Kurâ'ya
vardığımızda bahçesi içerisinde bîr kadın gördük. Hz. Peygamber (s.a.v.)
ashabına: "Bahçedekihurmayı tahmin ediniz." buyurdu. Rasûlüilah
(s.a.v.) ise on vesak tahmin etti. (Vesak, 175 ile 195 kg. hk ölçü birimidir.)
Sonunda kadına: "Bahçeden çıkan hurmayı sayıp hesapla" buyurdu.
Tebûk'a geldiğimizde: "Bakın, bu gece çok şiddetti bîr rüzgar esecek.
Kesinlikle hiçbir kimse ayağa kalkmasın, kimin yanında devesi varsa onu da
bağlasın." buyurdu. Biz de deveieri bağladık, sonunda çok şiddetli bîr
rüzgar esti, bu sırada bir kimse ayağa kalktı, rüzgar onu Tayy Dağı'na
sürükleyip attı. Bu seferde Eyle Emiri Hz. Peygamber (s.a.v.)'e beyaz bir
katır hediye etti (bu katırın ismi oüidüt'dür) ve çizgili bir kumaş giydirdi.
Hz. Peygamber bu emire bulunduğu sahil bölgesinin (belirlenen cizye karşılığı)
emiri olduğunu bildiren anlaşma yazdırdı. Dönüşte Vadi'I-Kurâ'ya vardığımızda
kadına: "Bahçen ne kadar mahsul getirdi?" buyurdu. 0 da:
"Allah'ın Rasûlü'nün tahmini oian on vesak" dedi, Rasûlülîah (s.a.v.)
yanındakilere: "Ben Medine ye (bir an önce) varmak için süratli hareket
edeceğim, sizden kim benimle birlikte süratli yürümek isterse hızlansın."
buyurdu. Medine'yi uzaktan gördüğünde: "İşte Tâbe" buyurdu. {Tâbe,
Medine'nin ismidir.) Uhud Dağı'nı gördüğünde de: "Şu dağcağız bizi sever
biz de onu severiz. Bakın size Ensâr hanelerinin en hayırlısını bildireyim
mi?"'buyurdu. Oradakiler de: "Evet, bildir." dediler:
"Neccaroğulları'nın hanelerisonra Abdu'l-Eşheloğulları'nm haneleri sonra
Saideoğulları'nm haneleri veya Haris b. Hazrec oğullan'n/n hanelerihasılı bütün
Ensâr haneleri hayırlıdır, "buyurdu. [1559]
1528-) Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüilaru-(s.a.v.) ile birlikte Necd
tarafında gazveye çıktık. Dikenli ağacı boi bir vadide Rasûlüllah (s.a.v.)'e
yetiştik. Rasûiüliah (s.a.v.), ağacın altında konakladı ve kılıcını ağacın
dallarından birine astı. Ordudakiler de ağaç altında gölgelenmek için vadiye
dağıldılar. Rasûlüllah (s.a.v.), bize şöyle buyurdu: "Ben uyurken bir adam
bana geldi ve kılıcı aldı. Bir uyandım a-dam başımın ucunda dikilmiş. Elindeki,
kınından sıyrılmış kılıçtan başka bir şey fark de etmedim. Bana: "Seni
benden kim koruyabilir?" dedi: "Beni senden Allah korur" dedim.
Tekrar ikinci defa: "Seni benden kim koruyabilir?" dedi: "Beni
senden Allah korur" dedim. O da kılıcı kınına koydu. Bunları yapan işte şu
oturandır." Rasûlüllah (s.a.v.), o adama bir şey yapmadı." [1560]
1529-) Ebû Mûsâ (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ın beni peygamber gönderdiği ilim ve
hidayet yolu, toprağa inen bol yağmur gibidir. İndiği toprağın bir kısmı suyu
emerek bol bol ot ve çayır bitiren verimli bir topraktır. Bir kısmı da suyu
içerisine çekmeyip dışarıda tutar. Allah bu sudan insanları faydalandırır.
İnsanlar suyu içerler, hayvanlarını sularlar, ekin ekerler. Diğer bir kısmı da
ne suyu tutar ne de ot bitirir. İşte Allah'ın dinini iyi öğrenen (fıkheden,)
Allah'ın beni peygamber olarak gönderdiği şeyleri öğrenip öğreterek faydalı
olan kimse ile, gönderildiğim Allah'ın yolunu kabul etmeyip başını bile
kaldırmayan kimsenin durumu da buna benzer, "buyurmuştur. [1561]
1530-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben ve Allah'ın bana verdiği Peygamberlik, bir
topluluğa gelip: "Ben gözlerimle bir ordu gördüm, sizi soyunmuş olarak
uyarıyorum, kaçıpkurtulun, kaçıp kurtulun"diyen kimseye benzer. Bu uyarı
üzerine bir kısım sözünü dinler, hemen o gece rahatlıkla kaçıp kurtulur. Diğer
bir kısım ise onu yalanlayıp inanmazlar, sonunda sabahleyin ansızın ordu
baskın yaparak hepsini yok e-
der.
"buyurdu." demiştir.
(Hadiste geçen
"soyunmuş olarak uyarıyorum" ifadesi, verilen haberin gerçek olduğunu
belirtmek içindir. Eskiden Araplar düşman baskınını haber vermek için soyunurlar,
bu davranışla haberin gerçek olduğunu vurgularlar, çıplak bir uyana geldiğinde
işin gerçek olduğu anlaşılırdı.) [1562]
1531-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Benim misalimle diğer peygamberlerin
misali köşede bir kepriçlik yer dışında en güzel ve en iyi şekilde bir e v
yapan kimseye benzer. İnsanlar içini dolaşmaya başlayıp bu kimseye hayret
ederek: "Şuraya bu kerpiç konulması gerekmez miydi?" derler ya işte
ben o kerpicim, ben peygamberlerin sonuncusuyum (o eksiği ben tamamlıyorum.)
"diye buyurduğu rivayet edilmiştir. [1563]
1532-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Benimle, ümmetimin misali, ateş yakıp da
ateşe düşen kelebek ve benzeri şu hayvanları (ateşe gelmemeleri için
kovalayan) adam misali gibidir. İşte siz ateşe koşarsınız bense sizin
belinizden tutanım"buyurmuştur. [1564]
1533-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Benim misalimle diğer
peygamberlerin misali bir ev yapan kimse gibidir. Şöyle ki evi bir kerpiç yeri
dışında en güzel ve en mükemmel yaptı. İnsanlar içine girip gezmeye başlar,
hayrete düşerler ve: "Keşke şu, kerpiç yeri de olsaydı" derler, (işte
o kerpiç benim.) "buyurdu" demiştir.
[1565]
1534-) Cundüb (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Ben, Havzı Kevsere sizden
önce varacağım"Ğ\ye buyururken işittim" demiştir. [1566]
1535-) Sehl b. Sa'd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Ben, Havzı Kevsere sizden önce
varacağım. Kim buraya gelirse suyunu içer ve bundan sonra asla susuzluk görmez.
Havuzun başına, benim onları onların da beni tanıdıkları bir takım kimseler getirilecek
ama arkasından benimle onların arasına engel girecektir/'diye buyururken
işittim" demiştir. [1567]
1536-) Bu konuda Ebû Saîd
ei-Hudrî (r.a.)'dan da bir rivayet vardır. Bu rivayette Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Bunlar bendendir." buy u-rur. Kendisine: "Senden
sonra onların ne işlediklerini sen bilemezsin" denilir. Ben de:
"Benden sonra yolunu değiştiren benden uzak olsun"'derim."
şeklindedir. [1568]
1537-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Benim cennetteki havzım, bir aylık
mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir.
Bardakları ise gökyüzünün yıldızları kadardın Kim bundan içerse asla susuzluk
çekmez, "buyurdu." demiştir. [1569]
1538-) Esma bintü Ebû
Bekir (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Sizden, benim yanıma gelenlerin (tamamım) görünceye kadar cennetteki
havzımın başında bulunacağım. Önümdeki bazı kimseler alınıp götürülecekler ben
de: "Aman Allah'ım! O benden, benim ümmetimdendir?" diyeceğim. Bu
sırada: "Senden sonra onların ne yaptıklarım biliyor musun? Vallahi onlar
sürekli geri döndüler" denilecek"
Hadisin
ravilerinden İbni Müleyke "Allahümme neüzü bike en nerda ala a'kâbina ev
nüftene an dîninâ= Allah'ım, geriye dönmekten ve dinimiz konusunda ayağımızın
kaydtnlmasfndan Sana sığınırız" diye dua ederdi. [1570]
1539-) Ukbe b. Âmir
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün çıkıp Uhud şehidlerine
cenaze namazı kıldırdı, sonra da oradan ayrılıp minbere çıktı ve: "Ben,
sizin Kevser Havuzuna ilkönce varanınız olacağım, ben size şahitlik yapacağım.
Vallahi ben şu anda Kevser Havuzunu seyretmekteyim ve bana yeryüzünün
hazinelerinin anahtarı veya yeryüzünün anahtarları verildi. Vallahi ben sizin
hakkınızda benden sonra müşrik olacağınızdan korkmuyorum ama sizin
dünyalıkları elde etmek için yarışmanızdan korkuyorum." buyurdu.
(Hz. Peygamber
(s.a.v.) bunu Uhud Savaşında sekiz yıl sonra yapmıştır. (Btrfıârî, Meğâzî: 16,
Ebû Dâvûd, Cenâiz: 7i) Hadisi rivayet eden Ukbe (r.a.): "Bu, RasûlüNah
(s.a.v.)'i minberde en son görüşümdü." demiştir. (Müslim, Fezâıi: 3i) Bu
ifadeden, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bunu vefatına yakın yaptığını anlamaktayız,
Şehidlerin cenaze
namazının (alınmadığı bilinmektedir. Bu nedenle bazı âlimler, Ukbe (r.a.)'ın
anlattığı cenaze namazını, şehidiere dua etmesi olarak yorumlamışlardır.
Hanefi âlimler bu hadisi
delil getirerek şehidler için cenaze namazı kılınabileceğini belirtmişlerdir.
Onlara göre Ukbe (r.a.)'ın anlattığı namaz, cenaze namazı olup Hz. Peygamber
(s.a.v.) bunu son zamanda kılmıştır.
Diğer taraftan bu
hadisten hareketle definden bir süre sonra cenaze namazı kılınabileceği
hükmünü çıkaranlar da olmuştur. Nitekim, Ebû Dâvûd bu hadisi "Bir süre
geçtikten sonra ölüye kabrinde cenaze namazı kılınması" başlığı altında
getirmiştir. (Ebû Dâvûd, Cenâiz: 71) [1571]
1540-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben, Havzı Kevsere sizden önce
varacağım. Bir takım kimseler hakkında tartışacağım ama bana galip gelinecek.
Ben de: "Ey Rabb'im, (bunlar benim) ashabım, (bunlar benim) ashabım"
diyeceğim. Bana: "Senden sonra bunların neler ortaya çıkardığını sen
bilemezsin " denilecek" buyurmuştur. [1572]
1541-) Harise b. Vehb
(r.a.): "Rasûiüliah (s.a.v.)'i dinledim, hara
anlattı:
"Medine ile San 'a arası kadar olduğunu"söyledi," demiştir. (Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in havzının mesafesindeki farklılığın değişik şekilde i-fade
edilmesinin sebebi, mesafenin değişik zamanlarda muhataplara temsili olarak
ifade edilmiş olmasından olabilir.) [1573]
1542-) Diğer bir
rivayette ise Müstevrid b. Şeddâd (r.a.): "Havzın kaplarının da olduğunu
da buyurduğunu duymadın mı?" dedi, o da: "Hayır" dedi. Müstevrid
b. Şeddâd (r.a.): "Orada yıldızlar gibi kaplar görülecek" dedi. [1574]
1543-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ö-nünüzde bir havuz vardır ki Cerbâ
ve Ezruh arası kadardır."buyurmuştur.
(Cerbâ ve Ezruh,
Şam diyarında iki yerleşim birimidir. Bu hadisin söylendiği yer Medine olduğuna
göre Medine ile Cerbâ ve Ezruh arasındaki mesafe kadar olmaktadır. Bu tür
ifadeler mesafenin çok uzun olduğunu belirtmek içindir.) [1575]
1544-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Canım elinde olan Allah'a yemin olsun
ki, yabancı devenin havuz başından kovulduğu gibi birtakım kimseleri
havuzumdan kesinlikle kovacağım, "buyurmuştur,
(Âhiret gününün bir
diğer adı, Aldanma Günü'dür (Yevmü't-Teğâbun, Teğâbun: 9) Bugünde insanlar
aldandıklannı anlayacaklardır. Dünyada kendilerinin Muhammed ümmetinden
olduğunu sananlar, Muhammed (a.s.)'ın şefaatına nail olacaklanni zannedenler o
gün, dünyadaki yaşantılan nedeniyle aldandıklannın farkına varacaklardır. O gün
insanla-nn nazannda Muhammed (a.s.)'ın yolunun yolcusu olduğu zannedilen nice
bedbaht sah-tekâriann durumu açığa gkacak, Havzu Kevser'den koğulacaklardır.
Bu nedenle böyle
bir duruma düşmemek için kendimizi yoklamalıyız. Acaba ne derece Muhammed
(a.s.)'ın yolunda gitmekteyiz? Şu anki yaşantımız kendimizin ne kadar Muhammed
(a.s.)'ın yolunun yolcusu olduğunu göstermektedir? Bu halimizle Rasûlüllah
(s.a.v.)'in şefaatini beklemeye yüzümüz var mı diye kendimizi yoklamamız
gerekmektedir. Aldığımız cevap olumlu ise ne âlâ, olumsuz ise kendimize çeki
düzen vermeliyiz.) [1576]
1545-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Havzımın mesafesinin miktarı, Eyle ile
Yemen'deki San'a arası kadardır. İçerisindeki ibriklerin sayısı gökyüzündeki
yıldızlar kadardır."buyurmuştur.
(Eyie, Şam
diyarında bir yerleşim birimidir. San'a da Yemen'in başkentidir.) [1577]
1546-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Havzı Kevser'in başına benimle
beraber olmuş bir takım kimseler kesinlikle bana gelecekler. Sonunda ben
onları gördüğümde durdurulup önemden kaldırılacaklar. Ben de: "Ey Rabb'im,
(bunlar bentm) ashabım, (bunlar benim) ashabım" diyeceğim."
diyeceğim. Bana: "Senden sonra bunların neler ortaya çıkardığını sen bilemezsin"denilecek11'buyurmuştur. [1578]
1547-) Sa'd b. Ebî Vakkâs
(r.a.): "Uhud Savaşı'nda Rasûlüilah (s.a.v.)'i gördüm, yanında savaşarak
kendisini savunan ve üzerlerinde bembeyaz elbise bulunan iki kişi vardı ki
buntarı ne önce ne de sonra gördüm." demiştir. [1579]
1548-) Enes b. Malik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), insanların en iyisi en
cömerdi, en cesaretlisi idi. Bir gece Medine halkı korkuya kapılmıştı. Halk
sesin geldiği tarafa yürüdü. Derken Rasûlüllah (s.a.v.), geri dönmüş gelirken
karşılarına çıkmıştı. Sesin gel-diği tarafa onlardan önce varmış. Kendisi Ebû
Talha'nın eğersiz atına binmiş boynunda kılıç vardı: "Korkmayın,
korkmayın. Atı deniz gibiakıp gider bulduk."'diyordu. At, yavaş hareket
ederdi." [1580]
1549-) İbni Abbâs (r.a.):
"Rasûlüilah (s.a.v.) insanların en cömerdi İdi. Ramazan ayında Cebrail
ile buluştuğunda daha da cömert olurdu. Kendisi Ramazan'da her gece Cebrail
ile buluşur, karşılıklı olarak onunla Kur'ân'ı okuyup incelerdi, Şu bir gerçek
ki Rasûlüllah (s.a.v.) hayır konusunda, sürekli esen rüzgardan daha cömert
idi." demiştir. [1581]
1550-) Enes (r.a.) şöyle
demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e on yıl hizmet ettim. Bana ne "öf
dedi, ne de: "Niçin yaptın?" ne de: "Keşke şöyle
yapsaydın!" demişti. [1582]
1551-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebû Talha
elimden tuttu ve beni Rasûlüllah (s.a.v.)'e götürdü ve: "Ey Allah'ın
Rasûlü, Enes akıllı bir çocuktur, senin hizme- v tinde bulunsun" dedi.
Gerek yolculukta gerek şehirde kaldığı sırada kendisinin hizmetinde bulundum.
Allah'a yemin olsun ki, yaptığım hiçbir şey için: "Niye bunu böyle
yaptın" demedi"[1583]
1552-) Câbir (r.a.):
"Hz, Peygamber (s.a.v.) kendisinden istenilen hiçbir şey için asia:
"Hayır" dememiştir." demiştir. [1584]
1553-) Câbir b. Abdullah
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bahreyn'den gelecek olan mal gelse
İdi (iki avucunu göstererek) sana şu kadar şu kadar şu kadar verirdim."
buyurdu. Bahreyn'den gelecek mal gelmeden Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat etti.
Arkasından Bahreyn malı geldiğinde Ebû Bekir emir verip: "Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in borcu veya verdiği bir sözü olan varsa bize gelsin" diye ilan etti.
Ben de kendişine varıp: "Muhakkak ki Hz. Peygamber (s.a.v,) bana şöyle
şöyle buyurmuştur." dedim. Bunun üzerine bana iki avuç mal verdi, saydım
baktım beşyüztane idi, arkasından: "Bunun iki mislini daha al." dedi. [1585]
1554-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte demircilik yapan Ebû
Seyfin yanına girdik. Ebû Seyf (hz. peygamber (s.a.v.)'ın oğlu) İbrahim
(a.s.)'ın süt annesinin kocası idi. Rasûiüllah (s.a.v.) İbrahim'i aldı öpüp,
kokladı. Bundan sonra yine yanına girmiştik, İbrahim can veriyordu. Rasûlüllah
(s.a.v.)'in gözleri yaş dökmeye başladı. Abdurrahman b. Avf (r.a.): "Sende
mi ağlarsın. Ey Allah'ın Rasûlü?" dedi: "Ey Avfoğlu, bu bir
rahmettir."buyurdu, gözyaşını bir diğeri takip etti ve: "Şüphesiz göz
ağlar, kalp üzülür ama sadece Rabb'imizin razı olacağı şeyden başkasını
söylemeyiz. Ey İbrahim biz senin ayrılığına çok üzgünüz." buyurdu. [1586]
1555-) Hz. Aişe (r.a.):
"Bir bedevi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi: "Siz, çocuklan öper
misiniz? Biz, onlan öpmeyiz!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Allah senin kalbinden merhameti söküp çıkardıysa ben sana ne yapabilirim
ki?"buyurdu." demiştir. [1587]
1556-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Akra' b. Habis, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
torunu Hasan'ı öptüğünü gördü ve: "Benim on çocuğum var bunlardan hiç
birini öpmedim." Dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) .): "Bilene
ki, merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurdu." [1588]
1557-) Cerîr b.
Abdullah (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Merhamet etmeyene merhamet edilmez, "buyurmuştur. [1589]
1558-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), perde gerisindeki bekar kızlardan daha
utangaçtı" demiştir. [1590]
1559-) Abdullah b. Amr
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ne çirkinlik sahibi (fahiş) ne de
çirkinliğe sürükienebilen birisi (mütefahhiş) idi. Kendisi: "Şüphesiz
sizin en iyiniz ahlâk bakımından en iyi buyururdu" demiştir. [1591]
1560-) Enes (r.a.):
"Ümmü Süleym (deve üzerindeki) yükler içerisinde bulunuyordu, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in kölesi Enceşe de onların develerini sürüyordu. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Ey Enceşyavaş ol!Sürüp götürdüğün cam şişelerdir,
"buyurdu." demiştir.
(Cam şişelerden
maksat nazik yapılarından dolayı kadınlardır. Enceşe develeri süratli
sürdüğünden deve üzerindeki kadınlar rahatsız olmuş, bunun için yavaş sürmesi
istenilmiştir. Bu hadisin zikredilmesinde^ maksat bir şeye kinayeli lafızlar
kullanılabileceğini belirtmek İçindir.) [1592]
1561-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah {s.a.v.) iki seçenek arasında serbest bırakıldığında günah
olmadığı sürece bunların en kolay olanını alırdı. Eğer günah olacaksa bu işten
insanların en uzağı o olurdu, Rasûlüllah (s.a.v.) kendi nefsi için ceza
vermezdi. Ancak Allah'ın yasakları çiğnendiğinde, Allah için bunlara ceza
verirdi" demiştir. [1593]
1562-) Enes (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'in elinden daha yumuşak ne bir yün ipeğe ne de bir
kumaş ipeğe dokundum. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kokusundan daha güzel bir koku
da asla koklamadım" demiştir. [1594]
1563-) Enes (r.a.)'dan. O
da Ümmü Süleym (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ümmü Süleym (r.a.)'ın evine
gelir ve orada öğle uykusuna yatardı. Ümmü Süleym (r.a.), kendisine bir yaygı
serer üzerinde öğle uykusuna yatardı. Kendisi çok terlerdi. Ümmü Süleym (r.a.)
daterini toplayıp esansın içerisine ve şişeye biriktirirdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Ey Ümmü Süleym, bu ne?"buyurmuş. O da: "Senin terin,
esansıma karıştırıyorum" demişti. [1595]
1564-) Aişe (r.a.)
anlatır: "el-Hâris b. Hişâm (r.a.), Rasûtüliah (s.a.v.)'e: "Ey
Allah'ın Rasûlü, vahiy sana nasıl geliyor?" diye sorduA^ Rasûlüllah
(s.a.v.) de: "Bazen zil sesi gibi gelir ki, bu bana en a-ğır olanıdır.
Söylediğini kendisinden kavrayıp anladığımda Melek benden ayrılır / vahiy durumu
benden kalkar. Bazen de Melek insan şekline girer, benimle konuşur, ben de ne
söylediğini anlayıp ka vrarım." buyu rdu.
Aişe (r.a.):
"Ben de, çok soğuk bir günde kendisine vahiy inerken onu görmüştüm. Melek
kendisinden aynldığında vahiy durumu kalktığında, alnından ter
boşalıyordu." demiştir.
(Bir hadiste Zeyd
b. Sabit (r.a.), vahiy esnasında hissedilen ağırlığı anlatırken şöyle demiştir:
"Allah, Peygamberine vahiy indirdi, bu sırada dizi dizimin üzerinde i-di,
üzerime öyle ağırlık bastı ki dizimin ezilip kırılacağından korktum."
demiştir (Butıâri, Cihâd ve Siyer: 3i) 760. hadiste de vahiy İnerken görülen
haller anlatılır.
Vahiy hadisesi
akılla kavranılamayan, güç bir hadisedir, ağırdır, tahammülü zordur. Bu nedenle
Allah, vahiy hadisesinin başlangıcında: «Biz, sana ağır bîr söz indireceğiz...»
(Müzzemmü: si) buyurarak bunu belirtmiştir.
Beşer sıfatları
içerisinde, Allah Teâlâ'nın hitabını almak güç olsa gerek. Böyle bir irtibat
ancak beşeriyetten sıyrılıp melekût âlemine girmekle mümkün olabilir... İşte
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu beşeri sıfatlardan sıyrılıp vahiy alır duruma
gelmesi onda bazı hallerin meydana gelmesine neden olmuştur. Vahyin toptan
indirilmeyip parça parça indirilmesinin sebeplerinden biri de Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in, vahyin gözle görülmeyen etki ve ağırlığına dayanabilmesi ve buna
alışabilmesi olsa gerek. «Kâfirler: "Kur'ân ona toptan bir defada inmeli
değil miydi?" dediler. Onu kalbine iyice yerleştirmemiz için bu şekilde
yaptık ve onu yavaş vayaş indirdik.» (Furkân: 32) buyurulmuştur.) [1596]
1565-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan rivayet edilmiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.) saçını alnının
üzerine salıverirdi. Müşrikler alınlannı ikiye ayınr, Ehl-i Kitab ise
alınlanndan salarlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) kendisine bir şey hakkında emir
verilmeyen konularda Ehl-i
Kitab'la uyumlu olmayı severdi.
SonraRasûlüllah (S.a.V.) saçini alnından ayirdl (bunda bir sakınca görmedi.)" [1597]
1566-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Hz, Peygamber (s.a.v.) orta boylu ve iki omuzunun arası enli idi.
Kulak yumuşaklığına ulaşan saçları vardı. Kendisini, kırmızı bir elbise
içerisinde gördüm. Kesinlikle ondan daha güzelini asla görmedim" demiştir. [1598]
1567-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.) simaca insanların en güzeli idi. Vücut yapısı
bakımından da onların en güzeli idi. Ne aşırı uzun, ne de kısa idi,"
demiştir. [1599]
1568-) Katade, şöyle
demiştir: "Enes b. Malik'e: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in saçı nasıl
idi?" dedim: "Ne kıvırcık ne de düz hafif dalgalı ve kulakları ile
omuzu arasına kadar uzanan bir saç idi." dedi"[1600]
1569-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.)'in saç omuzlarına kadar uzanırdı, [1601]
1570-) Enes (r.a.)'a:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) saçlarını {kına ve benzerleriyle) boyadı
mı?" diye sorulduğunda: "Hayır, sadece şakaklarında çok az bir
beyazlık vardı" demiştir. (Bu nedenle beyazlan gidermek için boyamaya
gerek duymazdı.) [1602]
1571-) Ebû Cuhayfe
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördüm, alt çenesinin altında sakalında
beyazlıklar da gördüm" demiştir. [1603]
1572-) Ebû Cuhayfe
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i görmüştüm. Torunu Hasan b. Ali
aleyhima's-Setâm kendisine çok benziyor" dedi. (Ravi şöyle devam eder) Ebû
Cuhayfe (r.a.)'a: "Onu bana tarif etsen" dedim: "Beyaz tenli,
siyah saçlarına beyaz karışmış İdi. Bize on üç dişi deve verilmesini emretti
ama biz onları teslim almadan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ruhu[1604]
1573-) Sâib b. Yezid
(r.a.) anlatır: "Teyzem beni Hz. Peygamber (s.a.v.)'e götürdü: "By
Allah'ın Rasûlü kardeşimin oğlunun ayaklarında rahatsızlık vardır" dedi.
Bunun üzerine başımı sıvazladı vebana bereket duasında bulundu sonra abdest
aldı ben de abdest suyundan içtim. Sonra arkasında ayağa kalkıp, iki omuzu arasındaki
keklik yumurtası gibi Peygamberlik mührüne baktım." [1605]
1574-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), kavmin orta boylusu idi, ne uzun ne de
kısaydı. Teni kırmızıya çalan beyazdı, ne sK yah ne de tam beyazdı. Ne kıvırcık
kısa saçlı ne de düz uzun saçlı idi. Kendisine kırk yaşında iken vahiy
indirildi. Kendisine vahiy inerken Mekke'de on yıl, Medine'de de on yıl kaldı.
Başında ve sakalında yirmikadar bile beyaz tel yok iken de ruhu alındı"
demiştir.
(Hz. Peygamber
(s.a.v.) peygamber olduktan sonra Mekke'de on üç yıl kalmıştı. Bu sürenin ilk
yıllan gizli davet dönemi olup vahyin bir süre aralandığı yıllardır. Âlimlerin
çoğunun görüşüne göre bu süre üç yıl sürmüştür. Enes (r.a.), Mekke'de on yıl
kaldı, derken, vahyin tekrar başlayıp agk davetin alanen yapıldığı yıllan
kasdetmiştir.) [1606]
1575-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in altmış üç yaşında vefat ettiği rivayet
edilmiştir[1607]
1576-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), kendisine vahiy
indirilirken Mekke'de on üç yıl kaldı. Medine'de ise on yıl kaldı ve altmış üç
yaşında vefat etti." [1608]
1577-) Cübeyr b. Mufim
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Benim beş ismim vardır: Ben
Muhammed'im, Ahmed'im ben, Allah'ın benimle küfrü sildiği MâhPyim (=Silen) ve
yine ben insanların izim sıra toplandığı Haşirim (=Toplayan) ben Âkib'im
(=Sonuncu)"buyurdu" demiştir. [1609]
1578-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), bir iş yaptı ve bu konuda ruhsat
tanıdı. Bu husus ashabından bazı kimselere ulaştı. Bu kimseler, herhalde bundan
hoşlanmadılar ki, o işten çekindiler. Onların bu tutumu kendisine ulaştı. O da
hutbe vermek için ayağa kalktı ve: "Benim ruhsat verdiğim uygulamam
kendilerine ulaşan bir takım kimselere ne oluyor da hoşlanmıyor ve
ondançekiniyorlar. Allah'a yemin olsun ki ben onların, Allah'ı en iyi bileni ve
Ondan en çok sakınanlarıyım"buyurdu"[1610]
1579-) Abdullah b. Zübeyr
(r.a.)'dan. Ensardan bir kimse Harre bölgesindeki hurmalıkları
suladıkları su kanalı konusunda Zübeyr'i,Rasûlüllah (s.a.V.)'e Şikayet etti.
(Bu su kanalı önce Zübeyr'in bahçesine uğruyordu,
sulama hakkı önce
zübeyrin idi.) Ensardan olan bu kimse: "Suyu sal geçsin" dedi.
Zübeyr, bunu kabul etmedi. Durumu Rasûlüllah (s.a.v.)'e dava ettiler. Rasûlüllah
(s.a.v.), de Zübeyr'e: "Ey Zübeyr, bahçeni sula sonra suyu komşuna
sa/"buyurdu. Bu karar üzerine Ensardan olan bu kimse öfkelendi ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü, halanın oğlu olduğu için böyle karar verdin"
dedi. Allah'ın Peygamberinin yüzünün rengi değişti ve sonra: "Ey Zübeyr,
suyunu sula sonra da (iyice dolup} bahçe duvarından geri dönene kadar suyu
salma " buyurdu.
Zübeyr:
"Allah'a yemin olsun ki şu, «Hayır! Rabb'ine yemin olsun kir aralarındaki
anlaşmazlıklar konusunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü
içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça
iman etmiş olmazlar.» (Nisa: 65) âyetinin bunun üzerine İndiği kanaatindeyim."
demiştir.
(Hadisin diğer
rivayetlerinden öğrendiğimiz bilgilere göre, önce Efendimiz (a.s.), Zübeyr
(r.a.)'a öncelik hakkından fedakarlık yaparak sulamayı kısa tutmasını, karşı
tarafa genişlik tanımasını söylemiştir. O kimse buna da razı olmamıştır.) [1611]
1580-) Sa'd b. Ebî Vakkâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlardan
günahı en büyük olan kimse, haram olmayan bir şeyi sorup da sorusu nedeniyle o
şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir."
(Bu kimsenin
günahının bu denli büyük olmasının nedeni, davranışından dolayı sebep olduğu
yükümlülüğün tüm müslümanlan etkilemesidir. Bir kimsenin olumsuz bir davranışı
sonunda kendisiyle sınırlı kalmayıp başkalannı da etkilemesi en büyük günah
olarak nitelenmektedir. Bu nedenle Müslüman, davranışlannt sürekli kontrol
etmeli, kendisinin öışındakileri olumsuz olarak etkileyecek davranışlardan
kaçınmalıdır.
Hadisimizde oldukça
önemli bir konuya dikkat çekilmektedir. Kapalı bırakılıp ayrıntıları
açıklanmamış bazı hususlar ve hükümler vardır. Bunlar Yüce Allah'ın ayrından
açıklamayı unuttuğundan değil insanlar için alanı geniş bırakmak içindir. Eğer
Du ayrıntılar açıklandığında alan sınırlanacak özelleşecektir. Eğer birileri
böyle konuların üzerine gider gereksiz ve yersiz sorular sorarak irdelemeye
kalkışırsa, sonunda .', bu hususlara verilen cevaplarla aian stnirlanarak
özelleştirilmiş insanları güçlüklere itmiş olacaktır. Bu da halka karşı en
büyük bir suçtur.Bir hadiste Efendimiz (a.s.) şöyie buyurmuştur:
"Allahü Teâlâ bir takımfarzlar koymuştur, bunları zayi etmeyiniz. Bir kısım
sınriar çizmiştir, hu sınırları aşmayınız. Bir takım şeyleri de haram kılmıştır
ki onlara da yaklaşmayınız. Unuttuğundan değil de sırf rahmet olsun diye bazı
şeyler hususunda susmuştur ki onları da araştırıp durmayınız" (Dârakur,
süneninde iv.184 camiu'HJsui, v. 59) hadisin senedinde kopukluk vardır. Ancak
aynı manayı içerendiğer hadislerle bu hadis hasen sayılmıştır.)[1612]
5810-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) asla bir benzerini duymadığım bir hutbe
verdi: "Eğer benim bildiğim şeyleri bilseydiniz az güler, çok
ağlardınız." buyurdu. Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabı yüzlerini örttüler,
hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Bu sırada birisi: "Babam, kimdir?"
dedi: "Falan kimsedir"'buy'urdu. Bunun üzerine: «Ey İman edenler,
açıklandığında hoşunuza gitmeyecek olan şey-., leri sormayınız...» (Mâide: ıoi)
ayeti indi," demiştir. [1613]
1582-) Enes b. Mâlik
(r.a.) anlatır ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) Güneş meylettiği sırada mescide
çıktı ve öğle namazını kıldırdı. Arkasından minbere çıktı kıyameti anlattı,
kıyametteki önemli olayları dile getirdi. Sonra da: "Kim bir şeyden sormak
isterse sorsun, şu makamımda durduğum sürece bana sorduğunuz her şeyi
bildiririm." buyurdu. Halk çokça ağladı. Peygamber (s.a.v.) de devamlı
olarak: "Bana sorun!" öt yordu. Bunun üzerine Abdullah b. Huzâfe
es-Sehmî kalktı ve: "Babam kimdir?" dedi: "Baban
Huzâfe'dir"dedi. Sonra: "Bana sorun"demeyi sürdürdü. Bunun
üzerine Ömer iki dizi üzerine çöktü ve: "Rab olarak Allah'tan, Din olarak
İslâm'dan, Peygamber olarak Muhammed'den razı olduk." dedi, Hz. Peygamber
sustu, sonra: "Bana biraz önce şu duvarın köşesinde cennet ve cehennem
gösterildi. Ben şer ve hayır olarak böylesin! görmedim, "buyurdu." [1614]
1583-) Ebû Mûsâ (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sevmediği şeyler sorulmuştu, bu tür
sorular çoğalınca kızdı ve halka: "Bana, istediğinizi sorun!" Ğeû\.
Bir adam: "Babam kim?" dedi: "Baban, Huzâfe'dir"dedi. Bir
başkası kalktı: "Ey Allah'ın Rasûlü babam kim?" dedi: "Baban/
Şeybe'nin azat/ısı Sâlim'dir" öedl Hz. Ömer yüzündeki öfkeyi görünce;
"Ey Allah'ın Rasûlü biz Allah'a tevbe ediyoruz" dedi. [1615]
1584-) Ebû Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Sizden birinize kesinlikle öyle bir zaman
gelecektir ki bu zamanda beni görmesi, kendisine ailesi ve malının bir misli
daha verilmesinden daha sevimli gelecektin "diye buyurduğunu rivayet
etmiştir. [1616]
1585-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Ben, Meryem oğlu îsâ'ya insanların
en yakınıyım / en layıkıyım. Peygamberler anneleri ayn baba bir kardeşler
gibidir. Benimle onun arasında Peygamber yoktur, "buyurdu." demiştir. [1617]
1586-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Doğan her çocuğa mutlaka Şeytan
dokunur. Onun bu dokunması nedeniyle her çocuk (doğarken) feryat ederek ağlar.
Ancak Meryemoğlu ve annesi bunun dışındadır."buyurmuştur. Ebû Hureyre
(r.a.): "Dilerseniz, «Rabb'im, ben onu ve onun neslini kovulmuş Şeytandan
Sanasığındırıyorum» (Âi-imrân: 35) âyetini okuyabilirsiniz" demiştir.
(Hadis'ten
anlaşılan şeytanın her doğan çocuğa muöaka dokunacağıdır. Ancak, Allah'ın
salih kuilanna bu dokunmanın bir zarar veremeyeceği belirtilerek, salihlerden
olan Meryem ve oğlu bundan müstesna kılınmıştır. Çünkü, şeytan her zamanki gibi
dokunmaya gittiyse de kendisiyle onun arasına engel girdi. (Fethu't-Bârî:
1.426.)
Zemahşeri'ye göre
bu hadisin anlamı şöyledir: "Şeytan, her doğan çocuğu saptırmayı arzu
eder, ancak Meryem ve oğiu hariç. Çünkü bu ikisi korunmuşlardır "Onların
hepsini saptıracağım. Ancak ihlaslı kulların hariç" (Hicr: 39-40) ayetinde
oiduğu gibi bunların sıfatlarını taşıyanlar da korunmuştur. Çocuğun doğarken
şeytanın dokunmasından dolayı feryad etmesi, şeytanın çocuk üzerindeki arzu ve
temahını tasvir içindir. Sanki onun dokunması, "Bu benim saptı raca klan
mdandir." diyerek, eliyle dokunup vurmasıdır. Zemahşer, el-Keşşâf, I.
426.) [1618]
1587-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Meryem oğlu îsâ hırsızlık yapan bir adam gördü ve ona: "Hırsızlık mı
yaptın?" dedi, o da: "Asla, kendisinden başka ilâh olmayan Allah 'a
yemin ederim." dedi. Bunun üzerine îsâ: "Allah 'a inandım, gözümü
yalanladım," dedi." [1619]
1588-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "İbrahim (a.s.) seksen yaşında iken
Kaddûm Köyü'nde sünnet olmuştur." buyurdu" demiştir. [1620]
1589-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir zamanlar İbrahim: "Ey
Rabb'im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediğinde Allah:
"Yoksa inanmadın mı?" buyurdu, oda: "Asla, ancak kalbimin iyice
yatışması için"{Bakara: 260) dediğinde (eğer bunu İbrahim'den bir şüphe
olarak algılarsanız bizler bu konularda) İbrahim'den dahafazla şüpheciyiz.
Allah Lût'a da merhamet etsin, kendisi {kavminineziyetlerine karşı: «Ah keşke
benim size karşı bir kuvvetim ofsaydı yahut sağlam bir kaleye
sığı-nabilseydim..,» (Hûd: 80) derken zaten) sağlam bîr kaleye (Allah'a) Eğer ben de
Yusuf'un kaldığı kadar uzun süre hapiste kalsay-dım hapisten çıkarılacağım
haberini getiren haberciye hemenicabet ederdim, "demiştir.
(Yani suçsuzluğum
kabul edilip, hapisten gkanlmam bir bağış değil de gasbedilen hakkın geri
verilmesine hükmedilmesin! beklemeden gkmam demeyip hemen gkıverir-dim. Ama o
bu kadar uzun süren haksız mahkumiyet karşısında hemen hapisten çıkmamış,
suçunun tahkikatını istemişti. (Bakine, Yusuf: 50) bu denli sabırlıydı.) [1621]
1590-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle dedi: "İbrahim, sadece üç
yalan söyledi. Bunlardan ikisi Allah uğrundadır: (Putlara kulluk edenlere)
«Ben hastayım...» (Saffat: 89) İle «Put-lan kırma işini belki şu büyükleri
yapmıştır,,.» sözüdür. (Enbiya: 63) Bîr diğeri de bir gün Sâre ile birlikte
zorbalardan bir zorba kralın diyarına gelmişti, krala: "Şurada yanında
insanların en güzeli bir kadınla bir kimse vardır." denildi. O da
kendisine haber gönderdi, (ibrahim gelince) kadını sordu ve: "Bu kadın kimdir?"
dedi. İbrahim: "Kız kardeşimdir" dedi, sonra Sâre'nin yanına gidip:
"Ey Sâre, şu yerde senden ve benden başka mü'min yoktur, bu adam bana,
seni sordu, ben de seninkızkardeşîm olduğunu bildirdim, sakın beni yalana
çıkarma" dedi. Arkasından (zorba kral) Sâre'ye haber gönderip çağırttı.
Sâre huzuruna girdiğinde eliyle dokunmaya davrandı ama birden tutuluverdi.
Bunun üzerine: "Allah'a dua et, (çözüiursem) sana zararım dokunmaz."
dedi. O da dua etti, akabinde kral çözülüp tutulması salın t verdi. Sonra
ikinci defa yeltendi, bu sefer yine aynı şekilde veya daha fazla tutuldu. Bunun
üzerine: "Allah'a dua et, (çözüiursem) sana zararım dokunmaz" dedi. O
da dua etti, akabinde kral çözülüp tutulması salınıverdi. Hemen has adamlarından
bir kısmını çağırıp: "Siz bana bir insan getirmemişsiniz. Ancak bir
şeytan getirmişsiniz" dedi ve Hacer'i hizmetine verip Sâre 'yi gönderdi.
İbrahim namaz kılarken Sâre çıkıp geldi. İbrahim eliyle "Durum
nedir?" diye işaret etti. O da: "Allah, kafirin tuzağını boşa çıkardı,
Haceri de hizmetçi verdi" dedi" Ebû Hureyre
(r.a.): "İşte, anneniz
Hacer'in hikayesi budur eygöksuyunun
evlatları" demiştir.
(Yalan söyledi,
diye çeviri yaptığımız 'W" fiili ve türevleri, hakikat dışı anlamlar
i-fade eder: Yalan söylemek, hile yapmak, yanıltmak anlamlarını taşır.
Arapça'da mecazi olarak değişik anlamlarda kullanılır. Karşısındakine bir şeyi
ters anlatmak, şaka yapmak da bu kökten kullanılır. Mesela, nisan bir şakası
için, nisan yalanı anlamına denilir. Devenin sütünün devam edeceği
zannedilirken sütün kesilmesi için de, devenin sütü yalan söyledi anlamına
denilir. Gözün iyi görmemesi ve yanıimasına da, göz yalanı anlamına "^
^ir" denilir. Boş emel İgn, yalana emel anlamında denilir.
İbrahim (a.s.)'m
kullandığı ifadeler, muhataba üstü kapalı söz söyleyerek zihinde başka bir
anlam intibahı uyandıran, bir kaç alama gelen muğlak kapalı ifadelerdir. Bu tür
ifadeler, muhatap sözü başka anlamda anlarken konuşan ise başka şeyi
kastettiğinden dinin yasakladığı yalan sayılmaz.
Hz. İbrahim
(a.s.)'ın yalan söylemesi hakkında "Sahîh-i Buhâri Muhtasan Tecrîd-i
Sarîh" İsimli çalışmamızdaki 1412. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1622]
1591-) Ebû Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.): "İsrail oğulları birbirlerine bakarak çıplak
yıkanır, Mûsâ(a.s.) da yalnız yıkanırdı. Bunun üzerine: "Vallahi Mûsânın
bizimle yıkanmasını, kendisinin kasığında fıtık olması alıkoymaktadır"
demişlerdi. Bir keresinde yine yıkanmaya gitti ve elbisesini bir taşa koydu, taş
da elbisesini alıp kaçırdı, Mûsâ: "Aman taş, elbisemi" diye peşinden
(giderek sudan) çıktı, sonunda İsrailoğulları Mûsâyı seyrettiler ve:
"Vallahi Musa'nın bir şeyi yokmuş" dediler. Mûsâ (a.s.) elbisesini
aldı ve taşı dövmeye başladı" buyurdu" demiştir.
Ebû Hureyre (r.a.)
bu söze ilaveten: "Vallahi taşa vurmasından dolayı taş üzerinde altı veya
yedi tane iz olmuş," demiştir. [1623]
1592-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Ölüm Meleği Mûsâ (a.s.)'a t_ gönderildi, kendisine geldiğinde
bir tokat indirdi, bunun üzerine melek Rabb'ine dönerek: "Ey Rabb'im, Sen
beni ölümü istemeyen bir kula gönderdin?" dedi. Allah meleğin gözünü
tekrar yerine getirdi ve: 'Tekrar git ve ona de ki, elini bir öküzün sırtına
koysun, ona elinin kapattığı yerdeki her tüy için bir yıl ömür vardır."
buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ: "Ey Rabb'im bundan sonra ne olacak?"
dedi. Allah: "Yine ölüm" buyurdu. Mûsâ: "O zaman şimdi
öleyim." dedi ve Allah'tan kendisini (o zamamar iıenüz giremediği
Kudüs'teki) Arz-ı Mukaddes'e bir taş atımı mesafeye getirmesini İstedi."
Rasûlülîah (s.a.v.): "Eğer ben orada olsaydım, Kızı! kum Tepesi'nin
yanında yolun kenarındaki kabrini size
gösterirdim,
"buyurmuştur.
(Hz. Mûsâ (a.s.)'ın
ölüm meleğini tokatlaması hususunda "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i
Sarih" isimli çalışmamadaki 675. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.
Buradaki açıklamamızda görülür ki, Hz. Mûsâ (a.s.)'ın meleği tokatlaması,
meleğin melek şeklinde gelmeyip insan şeklinde gelmesi ve Hz. Mûsâ (a.s.)'a kendisini
savunduracak bir davranışta bulunması veya meleğin insan suretinde gelip evine
izinsiz girmesinden dolayı oiması muhtemeldir.) [1624]
1593-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Müslümanlardan ve Yahudilerden iki kişi atışıp kavga etti.
Müslüman: "Muhammed'i alemlere üstün kılan At-iah'a yemin ederim."
dedi, Yahudi de: "Musa'yı âlemlere üstün kılan Allah'a yemin
ederim." dedi. Bu sırada Müslüman elini kaldırıp Yahudi'nin yüzüne bir
tokat vurdu. Yahudi hemen Hz. Peygamber (s.a.v.)'e giderek kendisi ile
Müslümanın arasındaki geçen olayı bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.v.) Müslümanı çağırtıp meseleyi sordu, o da olanları anlattı, Hz.
Peygamber (s.a.v.): "BeniMusa'dan üstün tutmayınız. Şüphesiz kıyamet günü
tüm insanlar bayılıp düşecekler, ben de onlarla bayılıp düşeceğim, ayıiıp
kendine gelenlerin ilki ben olacağım, bu sırada bir de baksam ki Arşın kenarına
sımsıkı yapışmış Musa'yıÜstüngörürüm. Bayılanların içinde idi de benden önce mi
ayıidı, yoksa Allah'ın baygınlıktan hariç tuttuğu kimselerden midir biiemiyom.
"buyurdu.
(Kıyamette
baygınlıktan hariç tutulanlar için Kur'ân'da: «Sura üflendi, Allah'ın dilediği
dışında göklerde ve yerde olan herkes hemen düşüp bayıldı.»buyrulmuştur. Zümer:
68) [1625]
1594-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.) oturuyorken bir Yahudi
ğgeldi ve: "Ey Ebû Kasım, ashabından birisi yüzüme tokat vurdu."
dedi: "Kim?" buyurdu: "Ensardan birisi" dedi: "Çağırın
onu"buyurdu, sonra: "Ona vurdun mu?"buyurdu: "Çarşıda:
"Musa'yı insanlık üzerine Seçene yemin olsun ki" diye yemin ederken
işittim ve: "Pis herif, Muhammed (s.a.v.)'irı üzerine de mi?"
dedim" ve beni bir öfke tuttu bu yüzden yüzüne vurdum" dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ın peygamberleri arasında ayırım
yapmayınız! Şüphesiz kıyamet günü tüm insanlar bayi' iıp düşecekler de ilk
kabri açılan ben olurum. Derken Musa'yı Arş'm direklerine tutunmuş olarak
görürüm. Bilemiyorum, o da bayılıp düşenler arasında varmtydı yoksa Önceki
bayılma bunun yerine mi sayıldı "buyurdu"
(Önceki bayılmadan
maksat, «Musa tayin ettiğimiz vakitte frûr'a) gelip de Rabb'i onunla konuşunca:
"Rabb'im! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbî):
"Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse
sen de beni göreceksin!11 buyurdu. Rabb'i o dağa tecelli edince onu paramparça
etti, Musa da baygın düştü. Ayıiınca dedi ki: "Seni noksan sıfatlardan
tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim." dedi. » (A'râF:
143) ayetinde geçen bayılmadır.) [1626]
1595-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurdu: "Yüce Allah:
"Hiçbir kulumun: " Yunus b. Afatta (peygamber) 'den daha iyiyim
"demesi uygun düşmez" buyurmuştur"
(Yunus b. Metta
(Peygamber/den daha iyiyimden maksat, Yunus (a.s.)'ın sebat göstermeyip
memleketini terk etmesi açısından onun bu davranışından dolayı her hangi bir
kimsenin: "Ben mücadeleden kaçmıyorum, dolayısıyla ondan daha iyiyim"
gibi veya benzeri şeyler düşünmesidir.) [1627]
1596-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bir kimsenin "Benim Yunus b.
Mettâ (peygamber)'den daha iyi olduğumu" söylemesi doğru olmaz."
buyurdu ve Yunus Peygamberi babasının adıylasöyledi.
(Peygamberler,
Peygamber olmaları açısından birbirleri arasında fark yoktur. «Peygamberleri
arasında birbirini ayırt etmeyiz...» buyru I muştur. (Bakara: 285} Bu durum
tıpkı bir orduda er ile komutanın, temsil ettiği devletin askeri olması arasında
fark olmadığı gibidir. Diğer taraftan er ile komutanın gösterdiği çaba,
ulaştığı netice ve yüklendiği sorumluluk bakımından birbirlerinden farklı
olması gerekir, bu nedenle Peygamberler, her ne kadar Allah'ın Peygamberi olma
yönünden aynı düzeyde olsalar bile verdikleri mücadele, ulaştıklan netice
bakımından mevkileri de farklı olacaktır. «İşte bu Peygamberler ki biz, onları
birbirlerinden üstün kıldık...» buyruimuştur. (Bakara: 253) Bu hadisten
anladığımız, Efendimiz (a.s.)'m bu sözü İle tevazu gösterdiği ve tüm
Peygamberlerin, Allah'ın Peygamberi olması yönünden birbirlerindlük farkının
olmadığıdır.) [1628]
1597-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'e: "İnsanların en değerlisi kimdir?"
denildi: "En takvalı olan kimsedir." buyurdu. Ashab: "Bunu
sormuyoruz." dediler. O da: "Halilullah'ın (Allah'ın dostunun) oğlu
Peygamberin oğlu, Peygamber oğlu Yusuf Peygamber'dir."buyurdu. Ashab:
"Bunu da sormuyoruz." dediler. O da: "Arapların nesebinden
soruyorsunuz. Onların cahiliye dönemindeki iyi kimseleridini iyice
öğrendiklerinde- İslâm'da da iyi kimselerdir, "buyurdu." demiştir. [1629]
1598-) İbni Abbâs (r.a.)
anlatır; "Übey b. Ka'b (r.a.), bize Hz. Peygamber (s.a.v.)'den şöyle hadis
anlattı: "Mûsâ Peygamber İsrailoğulları arasında hutbe vermek için ayağa
kalktı, bu sırada kendisine: "İnsanların en bilgini kimdir?" diye
soruldu o da: "Ben" dedi. Bunun üzerine Allah, bilgiyi kendisine
gön-dermediğinden dolayı onu kınadı ve ona şöyle vah yetti: "İki denizin
birleştiği yerde kullarımızdan bir kul vardır ki, o senden daha
bilgilidir" Mûsâ: "Ey Rabb'im ona nasıl ulaşabilirim?"
ı$&di. Kendisine: "Bir zenbiliçerisine bir balık al ve taşı, balığı
kaybettiğin zamanki yer İşte orasıdır." denildi. Mûsâ yola çıktı,
delikanlısı Yûşa b. Nûn 'u da yanma aldı, zenbil içerisine bir balık alıp
taşıdı. Sonunda bir kayaya varıp başlarını koyarak u-yudular. Balık zenbilden
çıkarak denizde yolunu buluverdi. Mûsâ ve delikanlısı için bu durum şaşılacak
bir şey olmuştu. Her ikisi de (yola çıktıktan) günlerinin gecesinin geri
kalanında yürüdüler. Sabah olunca Mûsâ delikanlısına: "Yemeğimizi getir,
yolculuğumuzda yorulduk." dedi. -Mûsâ kendisine emredilen yeri geçene
kadar yorgunluk duymamıştı.- Delikanlı: "Gördün mü, hani bir kayaya
varmıştık ya işte ben orada balığı unuttum" dedi.
Mûsâ: "İşte
aradığımız da buydu" dedi ve izlerine baka baka geri döndüler, kayaya vardıklarında
baktılar ki elbiseye bürünmüş bir kimse var, veya elbisesine bürünen bir kimse
(sekimde dedi.) Mûsâ hemen selâm verdi. Hızır: "Senin toprağında bu selâm
nasıl olur?" dedi: "Ben Musa'yım"dedi: "İsrailoğul/arıntn
Musa'sı mı?" dedi: "Evet, sana öğretilen rüşdden bana öğretmen üzere
sana tâbi olabilir miyim?" dedi. Hızır: "Sen, benimle asla dayanamazsın.
Ey Mûsâ! Ben, Allah'ın bana öğrettiği senin bilmediğin bir bilgi üzereyim. Sen
de benim bilmediğim sana öğretilen bir bilgi üzeresin " dedi: "İnşallah
beni sabırlı bulacaksın, sana hiçbir şeyde karşı gelmeyeceğim " dedi. Her
ikisi sahilde yürüyerek oradan ayrıldılar, gemileri yoktu, derken bunlara bir
gemi uğradı, hemen kendilerini de taşımaları için konuştular. Hızır tanınmıştı,
bu nedenle ücretsiz olarak gemiye aldılar. Bu sırada bir serçe geldi, geminin
kenarına konup denizden bir iki yudum aldı, Hızır: "Ey Mûsâ, benim bilgim
ve senin bilgin Allah'ın bilgisinden ancak şu serçenin denizden aldığı yudum
kadar eksiltebilir." derken Hızır gidip geminin tahtalarından bir tahtayı
söktü. Mûsâ: "Adamlar bizi gemiye ücretsiz bindirdiler, sen de içindekiler
batsın diye gemiyi deldin?" dedi. Hızır: "Ben sana, benimle
dayanamazsın demedim mi?" dedi. Mûsâ: "Unuttuğumdan ötürü beni
cezalandırma ve bu davranışımdan dolayı bana güçlük yükleme" dedi. -Bu,
Musa'nın ilk unutmasıydı- sonra yola devam ettiler, bu sırada çocuklarla
birlikte oynayan bir çocuk gördüler. Hızır hemen yukandan kafasını tutup eliyle
başını kopanverdi. Bunun üzerine Musa; "Bir kısas o/madan suçsuz bir cana
kıydın?" dedi. Hızır; "Ben sana, benim/e dayanamazsın demedim
mi?" dedi, -Bu, cevap Öncekinden daha sert olmuştu- Yine yola devam
ettiler sonunda bir şehir halkına vardılar ve onlardan yemek istediler, ama
şehir halkı onlan misafir kabul etmedi. Bu sırada yıkılmaya yüz^ tutmuş duvar
gördüler. Hızır onu düzelüvermişU. Eliyle işaret e-dip düzeltSvermişti. Mösâ:
"İsteseydin bundan dolayı ücret alabilirdin" dedi. Hızır: "İşte
bu, benimle senin ayrılmamıza (sebeptir)1 dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Allah Musa'ya merhamet etsin istedik ki keşke
sabretseydi de bize (ilginç) işlerini
anlatsaydı 'buyurmuştur.
(Kur'ân-ı Kerim'de
bu kıssa anlatılırken Hz. Mûsâ (a.s.)'m karşılaştığı kişinin ismi
bildirilmemektedir. Kur'ân-ı Kerimin verdiği bilgiye göre Hızır (a.s.) yaptığı
işlerin gerekçelerini şöyle sıralar:
«Gemi, denizde
çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü ötelerinde her
gemiye el koyan bir hükümdar vardı.
Çocuğa gelince,
onun anne ve babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra
sürüklemesinden korkmuştuk. Rablerinin, daha temiz ve onlara daha çok merhamet
eden birini vermesini istedik.
Duvar ise şehirde
iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardt, babalan da
fyi bir kimseydi. Rabb'in onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabb'İnden bir
rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden
yapmadım. İşte dayanamadığm şeylerin yorumu budur.» (Kehf: 79-82)
Bu bilgilerden
anladığımız, Allah'ın İlmi, insanların kavrayamayacağı kadar geniştir. Bizim
beğenmediğimiz bazı şeylerin gerisinde nice incelikler vardır.
Hz. Mûsâ (a.s.) ile
karşılaşması anlatılan Hızır (a.s.)'ın kim olduğu, hayatı ve Ö-iümü hakkında ne
Kur'ân'da ne de sahih hadislerde ayrıntılı bir bilgi bulabiliyoruz. Bir hadiste
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hızır, bembeyaz çorak toprağa oturur, kalktığında
hemen dalgalanan yeşillikler çıkardı, işte bundan dolayı kendisi Hızır (Yeşil)
diye isimlendirilmiştir." buyurmuştur. (Buhârî, Enbiyâ: 27, Tirmizî,
Tefsir: Kehf) Bu bilginin dışında Hızır (a.s.)'ın nesebi, kim olduğu, adı gibi
benzeri hususlarda malumat veren haberler sıhhat bakımından güvenilir
kaynaklarda geçmemektedir. Bu nedenle konu hakkında verilen bilgiler mesnetsiz
olup bir efsaneden öteye gitmeyen bilgilerdir. Dini bir dayanağı olmayan bu tür
hurafelere dikkat edilmelidir.
Hızır (a.s.)
hakkında daha geniş bilgi için "Sahîh-i Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih"
isimli çalışmamadaki 102. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1630]
1599-) Ebû Bekir (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile mağarada iken başımı kaldırmıştım,
bir de baktım müşriklerin ayaklarını gördüm, hemen: "Ey Allah'ın
Peygamberi, bunlardan birisi başını aşağı indirse bizi görür" dedim. O
da: "Sus! Ey Ebû Bekir (biz) üçüncüleri Allah olan iki kişiyiz,
"buyurdu." [1631]
1600-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûiüüah (s.a.v.), minbere oturdu ve: "Bir kul ki, kendisine
ya dünya nimetlerini vermesi veya Kendi katındaki/eri vermesi hususunda Allah
onu serbest bıraktı. O da Allah'ın yanındakileriseçti."'buyurdu. Bunun
üzerine Ebû Bekir ağladı da ağladı, sonra: "Babalarımız ve annelerimiz
sana feda olsun" dedi. Meğer, bu serbest bırakılan Rasülüllah (s.a.v.)
imiş, Ebû Bekir de bunu içimizden en iyi bilenmiş. Rasülüllah (s.a.v.), şöyle
buyurdu: "İnsanlardan arkadaşlığı ve malı konusunda bana karşı son derece
cömert olan Ebû Bekir'dir. Eğer birisini içten dost edinseydim Ebû Bekir'i
edinirdim. Ancak İslâm kardeşliği ve sevgisi (özei değil geneldir.) Mescidde
Ebû Bekir'in kapısı dışında hiçbir kapı bırakılmasın."
(Hadîste zikri
geçen Mescid-i Nebî'ye açılan kapı ve geçitler gerçek anlamda şahıslara ait
kapı mıdır yoksa mecazi bir anlam İfadesi mi vardır? Bu husus kesin olarak
bilinmemektedir. Ancak bazı hadislerde geçen ifadelere göre mescidde şahıslara
ait kapılar olduğu da anlaşılmaktadır. Tirmizî'nin garib hadis olarak rivayet
ettiği îbni Abbâs hadisinde olduğu gibi (Tirmizî Menâkıb: 93) Mesciddeki tüm
kapılann kapatılıp sadece Ebû Bekir (r.a.)'ın kapısının bırakılması bazı
işaretler ifade eder. Bundan Rasülüllah (s.a.v.)'in her ne kadar sevgide ayırım
yapmasa bile yine de Ebû Bekir (r.a.)'ın sevgisinin üstün geldiğine işaret
çıkarılmıştır.) [1632]
1601-) Amr b. el-Âs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisini (Hicri 7. yıida yapılan) Zâtu
Selâsîle Gazvesi'nde ordunun başında göndermişti. Amr b. el-Âs (r.a.) şöyle
devam eder: "Gazveden sonra kendisinin yanına geld n ve: "Sence
insanların hangisi daha sevimlidir?" dedim: "Aişe" buyurdu:
"Erkeklerden?" dedim: "Babası" buyurdu: "Sonra
kim?" dedim: "Ömer b. Hattab" buyurdu ve (içlerinde ubeyde b.
cerrah (r.a.)'m da bulunduğu) bir kısım kimseieri saydı" demiştir, [1633]
1602-) Cübeyr b. Mutim
(r.a.) anlaür: "Bir kadın Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelmişti. H2. Peygamber
kadına tekrar gelmesini söylemiş, kaçtır^ vefabnı kasdederek: "Gelip de
seni bulamazsam ne dersin?" demiş, o da: "Beni bulamazsan, Ebû
Bekir'e gelirsin"buyurmuştur. [1634]
1603-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz, Peygamber (s.a.v.): "Bir kimse öküze binmişti ki bu sırada
öküz adama dönüp: "Ben bu iş için yaratılmadım, tarla sürmek için
yaratıldım." dedi, ben bu şekilde konuşmanın olduğuna iman ettim, Ebû
Bekir ve Ömer de iman etmiştir. Yine bir keresinde kurt bir koyun kapmıştı.
Çoban da hemen peşine düştü, neticede kurt çobana: "Benden başka çobanın
olmadığı günde, canavarlar gününde bakalım onu kim koruyacak." dedi, ben
bu şek/İde konuşmanın olduğuna iman ettim, Ebû Bekir ve Ömer de iman etmiştir,
"buyurdu.
(Hadisi Ebû Hureyre
(r.a.)'dan rivayet eden ravi) Ebû Seleme: "Bu Sırada topluğun içerisinde
Ebû Bekir ve Ömer hazır değilmiş." demiştir. [1635]
1604-) İbni Abbâs (r.a,):
"Ömer b. Hattab (r.a.) teneşir üzerine konmuş halde iken, kendisi için
Allah'a dua eden bir topluluk içerisinde : ben de bulunuyordum. Bu
sırada arkamdan bir kimse omzuma dirseğini koydu: "Allah sana merhamet
eylesin. Şüphesiz ben, Allah'ın seni iki arkadaşınla beraber kılmasını ümit
ederdim. Zira ben Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "Ebû Bekir ve Ömer'le birlikte
idim.", "Ebû Bekir ve Ömer'le birlikte şöyle yaptım." "Ebû
Bekir ve Ömer'le birlikte şeklinde söylerken çok defa işitmiştim. Bu nedenle
ben, Allah'in seni ikisiyle beraber eylemesini ümit ederdim." diyordu. Geriye
döndüm, bir de baksam ki bu kimse Ali b. Ebi Talib imiş" demiştir. [1636]
1605-) Ebû Said el-Hudri
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Birkeresinde ben uyuyordum İd
insanları gönlüm. Benim karşıma çıkarılıyorlardı, üzerlerinde gömlekler vardı.
Bu gömlekler kimisinin göğüslerine kadar geliyor kimisinin daha altnda idi.
Ömer b. el-Hattab da gösterildi, onun da üzerinde (yerlere kadar) sürüdüğü bir
gömlek buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûiü bunu neye yordun"
dediler. 0 da: "buyurdu" demiştir.
("Dine
yordum"ifadesini, dine bağlılıkları ve samimiyetleri olarak anlamak
mümkündür.) [1637]
1606-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Ben uykuda iken bana bir bardak süt
getirildi, iliklerime kadar kana kana içtim, sonra geri kalanını Ömer b. e
I-Hattab'a verdim"
buyurduğunu
işittim. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûiü rüyayı neye yordun?"
dediler." demiştir. [1638]
1607-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'i, şöyle buyururken işittim, demiştir: "Ben,
Uyurken kendimi bir kuyunun başında gördüm. Kuyunun üzerinde bir kova vardı,
Allah'ın dilediği kadar kuyudan su çektim, Sonra ona Kuhâfe'nin oğlu (Ebû
Bekir) aldı ve bir, iki kova su çekti. Onun su çekişinde -Allah, onu bağışlasın-
zayıflık vardı. Sonra kova daha büyük bir kovaya dönüştü. Arkasından onu
Hattab'in oğlu (ömer) aldı. İnsanlardan, Ömer b. Hattab'ın su çektiği gibi
güzel bir şekilde su çeken maharetli birisini görmedim. Sonunda halk orayı
develerin sulanıp barındığı yer edindi." [1639]
1608-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'in: "İnsanları bir yerde toplanmış olarak
gördüm. Ebû Bekir ayağa kalktı bir veya iki kova su çekti ama onun bu su
çekmesinde yorgunluk vardı. Allah Ebû Bekir'i bağışlasın. Sonra bunu Ömer aldı,
elindeki kova büyük kovaya çevrildi. İnsanlar içerisinde onun gibi güzel iş
yapan zeki birisini görmedim. Sonunda halk orayı develerin sulanıp barındığı
yeredindi."'buyurduğunu söylemiştir. [1640]
1609-) Cabir (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennete girdim, bir de baktım içeride bir konak
veya köşk gördüm: "Bu kumindir?" dedim: "Ömer b. Hattab'm"
dediler. İçine girmek istedim ama bu sırada senin ailene karşı kıskançlığını
hatırla "buyurdu. Bunun üzerine Ömer ağladı ve: "Ey Allah'ın Rasûlü,
hiç sana karşı kıskançlık yapılır mı ki?" dedi. [1641]
1610-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında otururken şöyle dedi: "Ben,
uyurken kendimi cennette gördüm, bir de baksam ki bir köşkün kenarında abdest
alan bir kadın: "Bu köşk kimindir?" dedim. Oradakiler: "Ömerb.
Hattab'ındır" dediler, bu sırada Ömer'in ailesine karşı kıskançlığı aklıma
geldi, bu yüzden geri çekildim." bunun üzerine Ömer ağladı ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü, sana karşı kıskançtık yapar mıyım ki?" dedi. [1642]
1611-) Sa'd b. Ebi Vakkâs
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ömer b. Hattab, Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına
girmek için izin İstedi. Bu sırada Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında Kureyşli
kadınlar vardı ve kendisiyle konuşuyorlardı, konuşurken de seslerini
alabildiğince yükseltiyorlar çok şeyler istiyorlardı. Ömer izin istediğinde
hemen kalkıp perde gerisine koştular. Rasûlüllah (s.a.v.), Ömer'e izin verdi,
Ömer girerken Rasûlüllah (s.a.v.), gülüyordu. Ömer: "Ey Allah'ın Rasûlü,
Allah ömrünü güldürsün (acaba neye gülersin?)" dedi. Rasûlüliah (s.a.v.)
de: "Şu yanımdaki kadınlara hayret ettim. Senin sesini duyunca hemen perde
gerisine koştular" buyurdu. Ömer: "Ey Allah'ın Rasûlü, onların
sakınmalarına sen daha layıksın" dedi ve şöyle devam etti: "Ey
kendilerinin düşmanı kadınlar! Rasûlüllah (s.a.v.)'den sakınmıyorsunuz da
benden mi sakınıyorsunuz?" Onlar da: "Evet, sen Rasûlüllah
(s.a.v.)'den daha sert ve keskinsin" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Ca~ mm elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Şeytan, bir caddede senin/e
karşılaşsa mutlaka senin girdiğin caddeden başka bir caddeye geçer"
buyurdu." [1643]
1612-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "(Münafıkların reisi) Abdullah b. Übey
öldüğünde, oğlu Abdullah b. Abdullah, Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve babasına kefen
yapmak için gömleğini istedi, o da verdi. Arkasında cenaze namazını
kıldırmasını istedi. Rasûiüilah (s.a.v.), cenaze namazını kıldırmak için ayağa
kalktı. Hemen Ömer ayağa kalkarak Rasûlüllah (s.a.v.)'in elbisesini tutu ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Allah onun cenaze namazını kıldırmanı sana
yasaklamışken onun cenaze namazını mı kıldıracaksın?" dedi. Rasûlüllah
(s.a.v.) de: "Allah, «Onlara bağışlama dile, dileme (değişen bir şey
olmaz.) Onlara yetmiş kere bağışlama dilesen bile Allah onları asla bağışla
mayaca ktır.» (Tevbe: 80) buyurarak beni serbest bırakmıştır. Dolayısıyla ben
yetmişten de daha fazla yapabilirim'''buyurdu. Ömer: "Bak, o
münafıktır" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.), onun cenaze namazını kıldırdı.
Bunun üzerine «Onlardan ölen bîr kimse için asla cenaze namazı kıldırma!
Kabirlerinin başında durma!.,.» crevbe: 84) ayeti indi." [1644]
1613-) Ebû Musa
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Medine bahçelerinden bir bahçede Hz.
Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bulunuyordum. Birisi geldi ve kapının
açılmasını istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ona kapıyı aç ve cennetle
müjdele" buyurdu. Kapıyı açtım baksam Ebû Bekir, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
sözleriyle kendisini cennetle müjdeledim, o da Allah'a hamdetti. Sonra bir
kimse daha geldi ve kapının açılmasını istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Ona kapıyı aç ve cennetle müjdele" buyurdu. Kapıyı açtım baksam
Ömer, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söylediğini kendisine bildirdim, o da Allah'a
hamdetti. Sonra bir kimse daha geldi ve kapının açılmasını istedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Ona kapıyı aç ve kendisine ulaşacak musibet üzere
cennetle müjdele" buyurdu. Kapıyı açtım baksam Osman, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in söylediğini kendisine bildirdim, o da Allah'a hamdetti sonra:
"Allahü el-Müsteân=Kendisinden yardım istenilen Allah'tır" dedi"[1645]
1614-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.)'dan. Kendisi evinde abdest alıp rı çıkmış ve: "Bugün Rasûlüllah
(s.a.v.) ile birlikte olup yanındanhiç ayrılmayacağım" demiş, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'i sormuş, onlar da: "Şu tarafa gitti" demişler. Şöyle devam
eder: "Ben de onu bulmak içinpeşinden Çiktim, nihayet (Kubâ
yakınlarındaki) ErîS KuyuSU'nun (bulunduğu bostana) girdi. Ben de kapının
dibine oturdum, bostanın kapısı hurma ağacından yapılmıştı. Rasulüllah defi
hacet yaptı ve abdest aldı, kendisine vardım, baktım ki kuyunun ağzındaki örülü
çemberi ortalamış ve dizle-rini sıvayıp kuyuya sarkitmıştı. Kendisine selâm
verdim arkasından da yanından ayrılıp kapının dibine oturdum. Kendi kendime:
"Bugün Rasulüllah (s.a.v.)'in kapıcısı olacağım" dedim. Derken Ebû
Bekir gelip kapıyı itti: "Kim o?" dedim: "Ebû Bekir" dedi:
"Biraz bekle" dedim ve gidip: Ey Allah'ın Rasûlü, bu gelen Ebû
Bekir'dir, izin istiyor?" dedim: "Kendisine izin ver ve onu cennetle
müjdele" buyurdu ben de hemen gelip Ebû Bekir'e: "Gir, Rasulüllah
(s.a.v.) seni cennetle müjdelemektedir" dedim, Ebû Bekir de girip kuyunun
ağzındaki çemberde Rasulüllah (s.a.v.)'in sağına oturdu ve tıpkı Hz, Peygamber
(s.a.v.)'in yaptığı gibi dizlerini sıvayıp ayaklarını kuyuya sarkıttı. Ben
kendi kendime: "Eğer Allah falan kuluna iyilik dilerse onu buraya
getirir" dedim. -Falan kulundan kastı kardeşidir- Derken bir de baktım ki
kapıyı sallayan bir kişi var: "Kim o?" dedim: "Ömer b. Hattab"
dedi: "Biraz bekle"dedim, Rasulüllah (s.a.v.)'e varıp kendisine selâm
verdim: "Bu gelen , de Ömer b. Hattab'dır, izin istiyor?" dedim:
"Kendisine izin ver ve onu cennet/e müjdele" buyurdu. Ben de hemen
gelip: "Gir, Rasulüllah (s.a.v.) seni cennetle müjdeliyor" dedim. O
da girip kuyunun ağzındaki çemberde Rasulüllah (s.a.v.)'in soluna oturup
ayaklarını kuyuya sarkıttı. Sonra ben dönüp yerime oturdum ve kendi kendime: .,
"Eğer Allah falan kuluna iyilik dilerse onu buraya getirir" dedim. Bu
sırada, kapıyı sallayan bir kimse daha geldi ben: "Kim o?" dedim:
"Osman b. Affân" dedi: "Biraz bekle" dedim ve Rasulüllah
(s.a.v.)'e vanp kendisine haber verdim: "İzin ver ve kendisine bulaşacak
musibetler üzere onu cennetle müjdele11'buyurdu. Ben de hemen gelip kendisine:
"Gir, Rasulüllah (s.a.v.) sana bulaşacak musibetler üzere seni cennetle
müjdeliyor" dedim. O da girdi ama kuyunun ağzındaki çemberi dolu
bulduğundan karşısında diğer bir tarafa oturdu." [1646]
1615-) Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.)'dan. Rasulüllah (s.a.v.) Tebûk Se-feri'ne çıktı ve yerine vekif ofarak
Ali'yi bıraktı, o da: "Çocuk ve kadınların içerisinde geriye beni mi
bırakıyorsun?" dedi. Rasulüllah (s.a.v.): "Senin benim yanımda,
Musa'nın yerine Harun'un mevklsı gibi olmandan razı değil misin? Ancak bir fark
var, o da benden sonra bir peygamberin olamayacağı, "buyurdu. [1647]
1616-) Sehi b. Sa'd
es-Sâidî (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'i Hayber Savaşının olduğu gün:
"Sancağı Allah'ın onun eliyle fetih nasip eyleyeceği bir kimseye
vereceğim" diye buyururken duymuş. Orduda bulunan herkes, sancağın
kendisine verilmesini ümit etmeye başladılar. Arkasından sabahleyin her biri
bayrağın kendisine verilmesini ümit ederek geldiler. Rasulüllah (s.a.v.):
"Ali nerede?" buyurdu, kendisine: "Gözlerinden
rahatsızdır" denildi, emir buyurdu ve Ali çağrıldı, gözlerine tükürdü,
bunun üzerine adeta hiç rahatsız değilmiş gibi hemen iyi oldu. Ali:
"Onlarla bizim gibi Müslüman olana kadar savaşacak mıyız?" dedi.
Rasulüllah (s.a.v.): "Onların meydanlarına inene kadar acele etme,
indikten sonra kendilerini İslâm'a davet et, kendilerine gereken şeyleri
onlara bildin Allah'a yemin olsun ki, senin sebebinle bir kimsenin hidayete
erdirilmesi senin için kızıl develerden daha hayırlıdır, "buyurdu. [1648]
1617-) Seleme b. Ekva1
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ali'nin gözünde rahatsızlık vardı ve Hayber
seferinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'den geride kalmıştı- "Ben, Rasulüllah (s.a.v.)'den
geride kaldım" dedi, hemen yola gk-t ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e yetişti.
Sabahında Allah'ın fetih nasip eylediği gecenin akşamı olduğunda Rasulüllah
(s.a.v.): "Yarın sancağı, Allah'ın ve Rasûlünün sevdiği kimseye vereceğim
veya Allah'ın ve Rasûlünün sevdiği kimse alacaktır yahut Allah'ı ve Rasûfünü seven
bir kimse alacaktır. Allah ona fethi nasip eyleyecektir." bu-yurdu. Biz
bunun Ali olacağını beklemiyorduk, (çünkü gözünde rahatsızlık vardı. Rasûiüiiah
(s.a.v.), onu çağırdığında:) "Ali işte" dediler. Rasulüllah (s.a.v.),
bayrağı jna verdi arkasından Allah, fethi ona nasip eyledi." [1649]
1618-) Sehl b. Sa'd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Fatma'nın evine ; geldi ama Ali'yi evde
bulamadı: "Amcanın oğlu nerede?" buyurdu. Fatıma: "Benimle onun
arasında bir şey oldu. Bana öfkelenip çıktı. Öğle : uykusunu
yanımda uyumadı." dedi. Rasûlülfah (s.a.v.) bir adama: "O nerede bir
bak" buyurdu. Adam baktı geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü. O, mescidde
yatmaktadır" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) yanına gitti, kendisi1-uzanmış
yatıyordu. Yanından ridası düşmüş toprak olmuştu. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ey
Ebû Türab kalk! Ey Ebû Türab kalk!"diyerek toprağı silmeye başladı."
demiştir. [1650]
1619-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) (bir gazadan dönüp) Medine'ye
geldiğinde gece uyuyamadı: "Keşke ashabımdan satıh bir kimse bu gece bana
korumalık yapsa" dedi, bu sırada birden bir silah sesi duyduk, Rasûlüllah
(s.a.v.): "Kim o.?"dedi, o da: "Ben, Sa'd b. Ebî Vakkâs, seni
korumak için geldim" dedi, böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) uyudu."
demiştir. [1651]
1620-) Hz. AH (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Ok at! Annem babam sana feda "diyerek
Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan sonra hiçbir kimseyianne ve babasını feda ederek
onurlandırdığını görmedim." demiştir.
(1624. hadisde
Efendimiz (a.s.), Zübeyr b. Avvâm (r.a.) için de bu sözü kullanmıştır. Hz. Ali
(r.a.)'m Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan sonra hiçbir kimseye bu şekilde söylediğini
görmedim" demesi, kendisinin bilgisine göre görmemesidir. Yoksa Hz. Zübeyr
(r.a.) için de bu ifade Ahzab Savaşı'nda kullanılmıştir. 1624. hadise bakınız.) [1652]
1621-) Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud Savaşı'nda benim hakkımda anne ve
babasını birleştirip onurlandırdı" demiştir (Yani
"Anam babam sana feda olsun" buyurmuştur. Uhud Savaşı'nda
Rasûlüllah (s.a.v.)
kılınanı Ebû Dücâne (r.a.)'a vermiş, ok sadağını da Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'a
vermişti. Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) duası kabul olunan bir kimse idi. 269.
hadiste de ifade edildiği üzere kendisine iftira eden kimse ömrünün son
senelerinde uğradığı musibetler için bana Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bedduası isabet
etti, demiş-ör. İslâm savaşlarında düşmana ilk ok atan Hz. Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.) olmuştur.
1619. hadiste
kendisinin kahramanlığı ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e korumalık yaptığı
belirtilir.) [1653]
1622-) Talha b.
Ubeydullah (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı savaşlarda bazı
zamanlar kendisinin yanında Talha ve Sa'd b. EbiVakkâs'tan başka kalan
olmamıştı" demiştir.
(Hadiste belirtilen
Uhud Savaşı'dır. Savaşın ikinci bölümünde Müslümanlar geriye kaçmış, bu
buhranlı saatlerde birçokları sarsılmışlar, en samimi insanlar bile kendilerini
biçare bir vaziyette görmüşler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.)'in etrafında
ancak on iki kişi kalabilmişti. Bunların içinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Sa'd b.
Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Ebû Dücâne ve Talha da vardı. Ancak Hz. Talha
sadece Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) ile kendisini zikretmektedir. Muhtemel ki Hz.
Talha (r.a.) savaşın o dehşetli saatlerinde diğer ashabı fark edememiş sadece
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'ı gördüğünden dolayı kendisiyle onun ismini
zikretmiştir.) [1654]
1623-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) Hendek Savaşı'nda
(Kurayzaoğuiiarrm kastederek): "Kim bu adamların durumunu öğrenip bana
haber getirebilir?"'buyurdu. Zübeyr (r.a.): "Ben getiririm."
dedi, sonra tekrar: "Kim bu adamların durumunu öğrenip bana haber
getirebilir?"'buyurdu. Yine Zübeyr (r.a.): "Ben getiririm" dedi,
bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz, her Peygamberin havarisi (yardımcısı)
vardır, benim havarim de Zübeyr'dir. "buyurdu. [1655]
1624-) Abdullah b. Zübeyr
(r.a.) anlatır: "Ahzab Savaşı'nda (Yaşım küçük olduğundan) ben ve Ömer b.
Ebi Seleme (r.a,)/ kadınların yanında bırakılmıştım, bu sırada bir de baksam
ki (babam) Zübeyr atına binmiş iki veya üç defa Kureyzaoğulları tarafına gidip
geliyor, (savaş sonrası evimize) döndüğünde kendisine: "Babacığım, senin
gidip geldiğini gördüm" dedim: "Evladım, beni görmüş müydün?"
dedi: "Evet" dedim: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim
Kureyzaoğullan'mn yanma gidip de onların durumlarını bildiren malumat
getirir?"'buyurdu, ben de hemen hareket ettim. Döndüğümde Rasûlüllah
(s.a.v.) benim hakkımda anne ve babasını birleştirerek onurlandırıp: "Anam
babam sana feda olsun"buyurdu" demiştir.
(Araplarda bir
kimseyi onurlandırmak için "Anam babam sana feda olsun"ifadesi
kullanılır. Zübeyr b. Avvam (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in halasının oğlu
o-iup Ebû Bekir (r.a.)'ın kızı Esma (r.a.)'nın da kocasıdır. Hendek Savaşı
sırasında müşriklere karşı savaşta içerdeki Yahudilerin arkadan vurma endişesi
vardı. Bu kritik ortamda Kureyza Yahudilerinin durumlannı Öğrenip istihbarat
bilgilerini toplamak içın Hz. Peygamber (s.a.v.) bir fedai istemiş, bu isteğe
hemen Zübeyr b. Awam (r.a.) atılmıştır. Kendisi cennetle müjdelenen on
kişidendir. Olayı bizlere anlatan oğlu Abdullah b. Zübeyr (r.a.) o dönemlerde
üç yaşlarında idi. Müslim'in rivayetinde olayı anlatan Abdullah b. Zübyer
(r.a.) bu sırada Hassan Kalesi'nde oldukları Ömer b. Ebî Seleme ile nöbetleşe
birbirinin sırtına çıkıp dışarıyı seyrettikleri ve bu sırada, babası Zübeyr
(r.a.)'ı gördüğü bildirilmiştir. Müslim: Fezailussafıâbe: 49) [1656]
1625-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Her ümmetin bir Emîn'i vardın Ey
Muhammed ümmeti bizim Emin'imiz deEbûUbeydeb. el-Cerrâh'dır."buyurmuştur. [1657]
1626-) Huzeyfe (r.a.):
"Necran beldesinin iki iieri geleni, Âkıb (Abdui-Mesih) île Seyytd (Eyhem)
Rasûiüllah (s.a.v.)'e geidiier. Kendisi ile la-netleşmek istiyorlardı.
İkisinden birisi arkadaşına: "Allah'a yemin olsun ki eğer o peygamber ise
ve bizimle lanetleşirse artık ne biz iflah oluruz ne de bizden sonraki
nesillerimiz, sakın yapma!" dedi. Sonunda: "Biz senin istediğin cizye
vergisini vereceğiz bizimle birlikte güvenilir (emin) bir kimse gönder. Bizimle
güvenilir kimseden başkasını gönderme" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.)
de: "Sizinie gerçekten güvenilir bir kimse göndereceğim"buyurdu. Rasûlüllah
(s.a.v.)'in ashabı bu göreve namzet olmak için içlerinden geçirdiler sonunda:
"Ey Ebû Ubeyde b. Cerrah haydi ayağa kaik" buyurdu. Ayağa kalkınca:
"Bu, şu
ümmetin güveniür (emin) kimsesidîr"buyurdu" demiştir. (Necran,
Yemen'de yerleşim birimi olup halkı Hırisüyandır. Rasûlüllah (s.a.v.)
kendilerine mektup göndermiş ya Müslüman olmalan ya da cizye vermeleri
istenmiştir. On dört kişilik bir heyetle görüşüp tartışmak için Medine'ye
geidiier. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendilerine İslam'ı anlattı, îsâ (a.s.)
hakkında uzun tartışmalar yapıidı ise de Müslüman olmadılar, bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v.): «Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa,
deki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı, bizim kendimizi ve sizin kendinizi çağıralım, sonra da içten
bir şekilde lanet bedduası edelim de Allah 'in laneti yalancılara olsun"
diyelim imrân: 6i) şekliyle lanetleşme teklifinde bulundu. Onlar korkup böyle
bir ise girmediler, Müslüman da olmadılar cizye vergisini kabul ettiler. ÂH
İmrân Suresi: 33-63. ayetler bu hadise üzerine indirilmiştir.) [1658]
1627-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v,) günün bir vaktinde dışan çıktı, ne o
benimle konuşuyor ne de ben kendisiyle konuşuyordum, sonunda Kaynukaoğuüarı
çarşısına geldi, (çarşıdan ayrıldiktan sonra) klZl Fatima'nin evinin avlusuna
Oturdu ve (torununu Hasan kastederek): "Ufaklık orada mı? Ufaklık orada
mı?" buyurdu. Annesi Fatıma çocuğu biraz evde alıkoydu -Zannederim annesi
ona koku kolyesi taktı, yahut yıkadı- nihayet koşup geldi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) çocuğu kucaklayıp öptü ve: "Allah'ım bunu sev, bunu seveni de se
v" buyurdu. [1659]
1628-) el-Berâ (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördüm (torunu) Hasan b. Ali omuzunda idi:
"Allah'ım ben onu seviyorum, sen de onu sev. "diyordu" demiştir. [1660]
1629-) Abdullah b. Ömer
(r.a.), şöyle derdi: "Biz, Zeyd b. Hârise'yi/ «Onları babalarının
adlarıyla çağırın. Bu, Allah katında daha doğru bir harekettir» (Ahzâb: 5)
âyeti inene kadar hep Zeyd b. Muhammed diye çağırırdık"[1661]
1630-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir ordu gönderdi ve başına da
Üsame b. Zeyd'i komutan yaptı. Halkın bir kısmı Üsame'nin komutan yapılmasını
eleştirmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Siz onun komutan
yapılmasını eleştirirseniz. (Hatırlatırım ki) daha önce de babasının komutan
yapılmasını da eleştirmiştiniz. Allah'a yemin olsun ki onun komutan o/arak
atanması uygundu ve bana karşı insanların en sevimlisi de o idi. Bu da(üsame
de) ondan sonra bana insanların en sevimlisidir"buyurdu.
(Zeyd b. Harise,
annesi ile birlikte annesinin kabilesini ziyarete giderken yolda uğradığı
saldında esir edilip Ukaz panayırında köle olarak satılmıştır. O zamanlar 8
yaşında olan Zeyd (r.a.)'ı, Hakîm b. Hizam satın alıp Hz. Hatice'ye hediye
etmiş, o da evlendiklerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hediye etmişti. Sonraları
babası ve amcası oğullarının Mekke'de olduğunu duyar ve bedelini verip
oğullarını almak üzere gelirler. Hz. Peygamber (s.a.v.) Zeyd (r.a.)'ı yanında
kalmak veya ailesinin yanına dönmek hususunda serbest bırakır. O da
Rasûlüllah'ın yanını tercih eder, Rasûlüllah onu evlat edindi. Sonraları da süt
annesi Ümmü Eymen (r.a.) ile evlendirdi. Bu evlilikten Üsâme b. Zeyd (r.a.)
dünyaya geldi.
Köle olarak ilk
Müslüman olan Hz. Zeyd (r.a.) Mûte Savaşı'nda ordu komutanı oîa-rak atanmış ve
burada kahramanca savaşarak şehid olmuştur. Rasûllüllah vefaöndan kısa bir süre
önce Hz. Zeyd'in on sekiz yasında bir delikanlı olan oğlu Üsame komutasında
birordu hazırlamış, babasının şehid olduğu Mute yönüne göndereceği sırada vefiat
etmişti. Yerine geçen Ebû Bekir (r.a.) bu orduyu istenilen yere göndermiştir,
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in eskiden köle olan birisinin çocuğunu, hem de yaşı genç birisini
ileri gelen yüzlerce sahabinin başına ordu komutanı tayin etmesi, İslâm'ın
yönetim anlayışında sınıf ve yaş farkının değil liyakatin önemli olduğunun
fiili bir uygulamasıdır. Üsâme ordusu İçerisinde kendisinden daha büyük ve
tecrübeli sahabiler elbette vardı. Ancak Efendimizin bu uygulaması hem sınıf ve
kabile faktörünün hiçbir Öneminin olmadığını ortaya koyması bakımından, hem de
hangi kesimden olursa olsun gençlere imkan tanınması, onların kendilerini
yetiştirmesi ve ispatlaması açısından dikkat çekicidir.
Efendimiz (a.s.)'ın
bu uygulamasını eleştirenlerin kimler ve kaç kişi olduğunu tam olarak
bilemiyoruz. İbni Hacer sadece Ayyaş b. Ebî Rabia'nın isimin! vermektedir.
(Fethu'i-Bâri, vii. 759) Bu eleştiriyi yapanlar, Hz. Peygamberin vahiy dışı
içtihadî olduğunu zannettikleri bu kararıyla, genç ve tecrübesiz bir kimsenin
komutasında girecekleri savaşta belki olumsuz sonuçlar alınabilir diye
eleştiri yapılmış olabilir. Diğer taraftan bu eleştiriler, henüz İslâm
kalplerine iyice yerleşmemiş, cahiliye kültürü ve taassubunu bırakamamış
kesimler tarafından yapılmış da olabilir. Ama Efendimiz on-lann bu haline
aldırmadan bildiği doğruyu uygulamıştır.) [1662]
1631-) Abdullah b. Zübeyr
(r.a.), Abdullah b. Cafer (r.a.)'a: "Hatırlıyor musun, hani ben, sen ve
Abdullah b. Abbâs ile beraber Rasûlüllah (s.a.v.) ile karşılaşmıştık"
dedi. O da: "Evet hatırlıyorum, hatta bizi terkisine aldı da seni
bırakmıştı." dedi. [1663]
1632-) Hz. AH (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "İmran kızı Meryem (zamanının)
kadınlarının en îylsidirf Hatice de (zamanının) kadınlarının en iyisidir.
"diye buyururken işittim" demiştir. [1664]
1633-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Rasülüliah (s.a.v.): "Erkeklerden kemal derecesine ulaşanlar çoktur.
Ancalç Firavun'un hanımı Âsiya ve (Hz. îsâ (a.s.ym annesi) İmran kızı Meryem
dışında kadınlardan kemale eren yoktur. Aişe'nin kadınlara üstünlüğü, Tirit
yemeğinin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir, "buyurdu."
demiştir. [1665]
1634-) EbÛ Hureyre (r.a.)
(Cebrail (a.s.) Haöce (r.a.)'nın Hira Dağı'na yiyecek
getirdiğini şoyie
anlatır): "Cebrail Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü,
şu gelen Hatice'dir, yanında katık vardır veya yiyecek vardır veya içecek
vardır. Kendisi sana geldiğinde ona Rabb'inden vebenden sefam söyle ve cennette
kendisi için, içerisinde ne gürültü patırtı ne de yorgunluk bulunan inciden
bir köşkü müjdele" dedi. [1666]
1635-) İsmail b. Ebû
Halid: "Abdullah b. Ebû Evfâ'ya: "Rasûlüllah (s.a.v.), Hatice b.
Huveylid'e cennette bir köşk müjdesi verdi mi?" dedim: "Evet ona,
içerisinde ne gürültü patırtı ne de yorgunluk bulunan inciden bir köşk müjdesi
verdi." dedi" demiştir. [1667]
1636-) Âişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), Hatice b. Huveylid'e cennette bir köşk müjdesi
verdi." demiştir. [1668]
1637-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hatice'yi kıskandığım kadar Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından
hiçbirini kıskanmadım. Halbuki ben (evlendiğimde) kendisini görmemiştim, ama
Hz. Peygamber (s.a.v.) onu sıkça anardı. Bazen koyun kesip, parçalara ayırıp
Hatice'nin samimi dostu kadınlara gönderirdi. Bazen de ben kendisine:
"Sanki dünyada Hatice'den başka kadın yok?" demişimdir. O da:
"Hatice şöyle idi, şöyle şöyle idi, benim ondan çocuğum var.
"buyururdu." demiştir. [1669]
1638-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hatice'nin kızkardeşi Hâle bintü Hüveylid, Rasûlüllah
(s.a.v.)'in yanına girmek İçin izin istedi. O da (sesinin benzerliğinden
dolayı) Hatice'nin izin istemesini hatırladı, heyecanlandı ve: "Aman
Allah'ım (ama bu Haöce değil) Hâle'dir" ûzû\. Benim de kıskançlık. damarım
tuttu: "Dişleri dökülmüş, mazide kalmış Kureyş'in koca karılarından bir
ihtiyar kadının nesini anarsın ki, halbuki Allah sana ondan daha iyisini
bahşeyiemiştir." dedim." [1670]
1639-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine: "Sen bana, rüyamda iki defa
gösterildin seni ipek kumaş içerisinde görüyordum ve: "Bu senin
hanımındır, yüzünü aç!" deniliyordu. Açıp baksam ki o sensin, bunun
üzerine: "Bu takdir Allah katından iseAllahhükmünüyürürlüğe
kor"'derdim.''demiştir. [1671]
1640-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) bana: "Ben, senin benden memnun
olduğunu ve bana kızgın olduğunu bilirim."dedi. Ben de: "Bunu nereden
bilirsin?" dedim: "Bak, benden memnun olduğun zaman "Lâ, ve
ftabbi Muhammed (=Muhammed'in Rabb'ine yemin olsun) "dersin. Eğer kızgın
isen; "Lâ, ve Rabbi İbrahim (=İbrahim'in Rabb'ine yemin olsun)"
de/sm"buyurdu. Ben de: ' "Evet doğru Ey Allah'ın Rasûlü, ama ben
ancak senin (şahsına değil) ismine küsebilirim" dedim. [1672]
1641-) Âişe (r.a.)'dan.
Kendisi Rasûlüiiah (s.a.v.)'in yanında kız çocuklarıyla oynamış. Şöyle
demiştir: "Arkadaşlarım bana gelirlerdi ama Rasûlüllah (s.a.v.)'den utanıp
çekinirlerdi. Rasûlüllah (s.a.v.), yine de onlan bana gönderirdi." [1673]
1642-) Âİşe (r.a.)'dan.
İnsanlar, hediyelerini Âişe (r.a.)'tn gününe denk getirmeye çalışırlar bununla
Rasûlüllah (s.a.v.)'i memnun etmek isterlermiş. [1674]
1643-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in hanımları iki grup oldular, bir grubun
içerisinde Aişe, Hafsa, Safiyye ve Şevde diğer grupta ise Ümmü Seleme ile
Rasûlüiiah (s.a.v.)'in diğer hanımları vardı. Müslümanlar Rasûlülfah
(s.a.v.)'in Aişe'yİ sevdiğini biliyorlardı. Birisi yanında hediye var da bunu
Rasûlüllah (s.a.v.)'e vermek İstediğinde, Rasûlüllah (s.a.v.) Aişe'nin evinde
olacağı güne değin hediyeyi bekletir, sonra da Rasûlüllah (s.a.v.) Aişe'nin
evinde iken hediye sahibi hediyeyi gönderirdi. Bu yüzden Ümmü Seieme grubu
aralarında bunu konuşup Ümmü Seleme'ye: "Rasûlüllah (s.a.v.) ile konuş,
insanlarla konuşsun: "Kim Rasûlüllah (s.a.v.)'e hediye vermek istiyorsa
hediyesini hanımlarının evlerinden hangisinde bulunuyorsa (ayrım yapmaksızın)
versin." desin." dediler. Ümmü Seleme de hanımlarının kendisine
söylediklerini söyledi, fakat Peygamber bir şey demedi. Hanımları neticeyi sordular,
o da: "Bana bir şey demedi." dedi. Onlar da: "Yine konuş."
dediler, Ümmü Seleme de Peygamber'in nöbeti kendisinde olduğunda yine
konuştu,fakat yine bir şey demedi. Hanımları neticeyi sordular, o da:
"Bana yine bir şey demedi." dedi, onfar da: "Seninle konuşana
değin Onunla bu meseleyi konuş." dediler. O da nöbeti kendisine geldiğinde
konuştu, bunun üzerine Hz. Peygamber: "Aişe konusunda beni üzme, çünkü
Âişe dışında hiçbir kadının örtüsü altında bana vahiy gelmemiştir."
buyurdu, bunun üzerine Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın Rasûlü, senin üzülmenden
dolayı Allah'a tevbe ederim." dedi. Sonra bu grup Rasûlüllah (s.a.v.)'in
kızı Fatıma'yı çağırıp: "Muhakkak ki hanımların Ebû Bekir'in kızı
konusunda, Allah aşkına senden eşitlik istiyorlar." demesi için Rasûlüiiah
(s.a.v.)'e gönderdiler. Fatıma da gelip kendisiyle konuştu, o da: "Ey
kızcağızım, benim sevdiğimi sen de sevmez misin."buyurdu, Fatıma: 'Tabi ki
severim." dedi ve dönüp onlara durumu bildirdi, onlar: 'Tekrar git"
dedilerse de Fatıma tekrar gitmeyi kabul etmedi, bu sefer de (diğer hanımı)
Zeyneb bintü Cahş'ı gönderdiler. Zeyneb geldi ve biraz da kaba davrandı:
"Muhakkak ki hanımların Ebû Kuhâfe'nin oğlunun kızı konusunda, Allah
aşkına senden eşitlik istiyorlar." dedi, sesini yükseltip orada oturmakta
olan Aişe'ye sataştı, sayıp sildi, nihayet Rasûlüllah (s.a.v.) konuşacak mı
diye Aişe'ye baktı, arkasından Aişe konuşup Zeyneb'e cevap verip onu susturdu,
bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Aişe'ye baktı ve (konuşma ve cevabım beğendiğinden):
"O, Ebû Bekir'in kızıdır, "buyurdu. [1675]
1644-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.) vefat ettiği hastalığında, Aişe'nin evinde kalmak
istediği günün çabucak gelivermediğinden yakınır-casına "bugün ben
neredeyim, yann kimin yanında olacağım." şeklinde benim evimde kalacağı
günü soruştururdu. Allah, ruhunu benim yanımda olduğu gün, kucağımda aldı,
benim evime defnedildi." demiştir. [1676]
1645-) Âişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), vefat etmeden önce sırt üstü uzanmış iken kulak
vermiş. Hz. Peygamber (s.a.v.), bu sırada: "Allah'ım, beni bağışla, bana
merhamet eyle ve beni dostlara eriştir, "diye dua ediyormuş[1677]
1646-) Hz. Aişe (r.a.):
"Ben Hz. Peygamber (s.a.v.)'den "Hiçbir Peygamber dünya He âhiret
arasında seçim yapması istenmeden ölmez."sözünü işitirdim. Kendisinin
vefat ettiği hastalığında sesi kısılıp değiştiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.):
«Kendilerine Allah'ın nimeti verilen Peygamberlerle, Sıddîklerle, Şehidlerle,
iyi kimselerle. Onlar ne iyi arkadaştır...» (Nisa: 69) diyordu. Bunun üzerine
kendisinin ikisi arasında (dünya ve âhiret arasında) serbest bırakıldığını anladım."
demiştir.
(Dünya ile âhiret
arasında seçim yapmasının istenmesi, kendisine ölüm meleği geldiğinde dünyada
bir süre daha kalma veya hemen âhirete gitme isteği arasında seçim yapmasıdır.) [1678]
1647-) Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in hanımı Âişe (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.),
hasta değil iken: "Hiçbir peygamberin, cennetteki yeri gösterilip sonra da
yaşama ve ölme arasında tercine serbest bırakılmadan önce ruhu asla
alınmaz" diye buyururdu. Rasûlüllah (s.a.v.), başı kucağımda iken
kendisine sekaret hali geldiğinde bir süre kendinden geçti, sonra kendine geldi
gözünü tavanadikti ve arkasından: "Allah'ım, Vüce Dostuma"dedi Ben,
kendi kendime: "Şu halde bizi tercih etmedi" dedim ve hasta değil
iken söyler olduğu: "Hiçbir peygamberin, cennetteki yeri gösterilip sonra
dayasama ve ölme arasında tercihe serbest bırakılmadan önceruhu asla
alınmaz" sözünün hadisinin ne demek olduğunu anladım.Allah'ım, Yüce
Dostuma" Rasûlüllah (s.a.v.)'in söylemiş olduğuen son söz oldu"[1679]
1648-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) sefere çıkacağında hanımları arasında
kur'a çekerdi. Bir keresinde kur'a Aişe ve Hafsa'ya çıktı. Rasûlüllah (s.a.v.)
gece olduğunda Aişe ile beraber yürür, onunla konuşurdu. Bir seferde Hafsa,
Aişe'ye: "Bu gece sen benim deveme binsen, ben de senin devene binsem, sen
de (değişik manzara) seyretsen, ben de (değişik manzara) seyretsem" dedi.
O da: 'Tamam11 dedi. Hafsa'nın devesine bindi. Derken Hz. Peygamber (s.a.v.)
Aişe'nin devesine geldi, halbuki üzerinde Hafsa vardı. Selâm verdi, sonra
birmüddet yürüdü, nihayet bir yerde indiler. Aişe, (Hz. peygamber (s.a.v.) ıie
birlikte seyahat etme fırsatım) kaçırdı, bu yüzden dinlenmek için indiklerinde
iki ayaklarını (zehirli naşeratm barınağı olan) izhir otlan arasına koydu:
"Ey Rabbrim, bana akrep veya yılan musallat et de beni soksun. Artık
Peygam-ber'e bir şey diyemiyorum" diyordu." [1680]
1649-) Enes b. Malik
(r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.)'i: "Âişe'nin kadınlara üstünlüğü. Tirit
yemeğinin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir"'diye buyururken
işittim" demiştir. [1681]
1650-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine: "Ey Aişe, bu Cebrail'dir,
sana selâm söylüyor" buyurmuş, o da: "Ve ateyhisselâm ve rahmetullahi
ve berakâtühü (=Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun da üzerine
olsun)" diye selâmı almış ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'i kasdederek:
"Sen benim göremediğimi görürsün." demiştir. [1682]
1651-) Âişe (r.a.)'dan.
Ümmü Zer1 hikayesi ki, Zer'in annesi ile birlikte onbir kadın eşleri hakkında
kendi aralarında oturup konuşmuşlardır. Bu kıssayı anlatan uzun rivayette
birinci derecede dini bir fayda görmediğimizden dolayı burada kıssayı getirmedik.
Bu kıssanın sonunda Rasûlüllah (s.a.v.), Âişe (r.a.) için: "Ben desenin
için, Zer'in babasının Ümmü Zer' karşısındaki durumu gibiyim,"
buyurmuştur.
(Dini bir faydası
olmayacağına kanaat ettiğimiz bu uzun rivayete bakmak isteyenler Tecrid-i
Sarih çevirimizin 1856. hadisine bakabilirler)
[1683]
1652-) el-Misver b.
Mahrame (r.a.): "Bir defasında Ali (r.a.) Ebû Cehil'in kızı ile
nişanlanmış ve bunu da Fatıma duymuş, Rasûlüllah (s.a.v.)'e gelip: "Kavmin
senin kızların konusunda hiddetlenmeyeceğini söylüyor. Bak işte Ali de Ebü
Cehil'in kızıyla evlenmektedir." dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.)
ayağa kalktı, şahadet getirdikten sonra kendisini: "Bundan sonra belirtmek
istediğim şu ki: Ebû'l-Âs b. er-Rebi'i kızımla evlendirdim, benimle konuştu ve
bana sadık kaldı. Fatıma da şüphesiz benden bir parçadır. Sevmeyeceği bîr şeyin
kendisine yapılmasından hoşlanmam. Allah'a yeminolsun ki, Allah Rasulü'nün kızı
ile Allah düşmanının kızı bir a-damın nikahı altında beraber kalamaz"diye
buyururken işittim.
Bunun üzerine Ali
(r.a.) hemen nişanı bozdu." demiştir.
(Bu konuda
"Sahîh-i Buharı" Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamızdaki
1538. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1684]
1653-) Yine Misver
(r.a.)'dan gelen başka bir rivayette, ise: "RasûlüJIah (s.a.v.)'i işittim,
Abdi Şemsoğullan'ndan bir damadını dile getirdi, kendisini damatlık hususunda
çok övdü ve: "Benimle konuştu, bana sadık kaldı. Bana söz verdi, bana
verdiği sözü yerinegetirdi, "buyurdu." demiştir. [1685]
1654-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği hastalığında Fatıma (a.s.)'ı çağırdı
ve kulağına bir şeyler söyledi, bunun üzerine Fatıma ağladı. Sonra tekrar çağırdı
ve yine kulağına bir şeyler söyledi, bu sefer Fatıma güldü. Kendisine bunun
sebebini sorduk, o da: "Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiği hastalığında,
ruhunun alınacağını kulağıma söyledi bu sebeple ağladım. Sonra tekrar kulağıma
ev -hanesinin içerisinden kendisinin arkasından ilk gelecek olanın ben olduğumu
bildirdi bu sebeple ben de güldüm." dedi." demiştir. [1686]
1655-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında Ümmü Seleme var iken Cebrail
(a.s.) gelip Hz. Peygamber ile konuşmaya-başladı, sonra kalkıp gitti. Hz.
Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'ye: "Bu kimdi?"dedi. 0 da: "Bu,
Dıhye'dir." dedi. Ümmü Seleme: "Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın
Peygamberi (s.a.v.)'in, Cebrail'in geldiğini haber verdiği hutbesini işitene
kadar o gelenin Dıhye olduğunu sanıyordum" demiştir.(Dıhye (r.a.),
Cebrail (a.s.)'ın şekline girdiği sahabidir.) [1687]
1656-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarından bir kısmı Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e: "Hangimiz sana en çabuk kavuşacak?" dediler, o da:
"Sizin kolu en uzun olanınız." buyurdu. Onlar da bir kamış değnek
alıp kollarını ölçmeye durdular sonundaŞevde eli en uzun olanı çıktı. Ama sonra
öğrendik ki kolu uzun olmaktan maksat çok hayır yapan demekmiş, (zeynes untü
cafış) bizim içimizden Rasûfüllah'a en çabuk kavuşan oldu. Kendisi sadaka
vermeyi çok severdi." [1688]
1657-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) hanımları dışında Medine'de Ümmü Süleym'in
evinden başka hiçbir eve (sürekli) girmezdi, kendisine bunun sebebi soruldu, o
da: "Ben ona acıyorum,
onun erkek kardeşi
benim yanımda öldürüldü, "buyurmuştur.
(Ümmü Süleym
(r.a.), Enes b. Mâlik (r.a.)'ın annesidir. Şehid edilen kardeşi ise 1293.
hadiste zikri geçen Haram b. Milhân (r.a.) Maune Kuyusu hadisesinde şehid
edilmiştir. Efendimiz, bu hadisede orada bulunmuyordu, hadiste "Benim
yanımda
Öldürüldü"
ifadesi, "Benim askerlerimin yanında" anlamına yahutta benim tarafımı
tuttuğu için öldürüldü." antamınadır. Hz. Peygamber'in Ümmü Süleym'in
yanına girmesi kendisinin mahremi olmasındandır. Hz. Peygamber, Ümmü Süleym'in
kız kardeşi Ümmü Haram'ın yanına da girer istirahat ederdi.) [1689]
1658-) Cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bana cennet
gösterildi derken Ebû Talha'nın hanımını gördüm. Sonra Herimde bir hışıltı
duydum bir de ne göreyim karşımda Bilal." [1690]
1659-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), sabah namazında Bilal'e: "Ey Bilal,
İslâm'da yapmış olduğun ve sevap getireceğinden en fazla ümit var olduğun
amelini bana bir anlat Dün gece cennette önümde ayakseslerini
duydum"'buyurdu. O da: "Gece veya gündüz bir vakitte güzel bir
şekilde temizlendim mi bu temizlik ile birlikte, Allah'ın bana takdir eylediği
kadar namaz kılanm" dedi. [1691]
1660-) Ebû Musa (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Ben ve kardeşim Ye-rnen'den Medine'ye geldik. 0 zamanlar,
Hz, Peygamber (s.a.v.)'in yanına sıkça girip çıkması ve yanında sürekli kalması
nedeniyle İbni Mes'ûd ve annesini, Rasûlüllah (s.a.v.)'in ev halkından olduğunu
zannederdik"[1692]
1661-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Vallahi Rasûlüllah (s.a.v.)'den yetmiş küsur sure alıp öğrendim.
Vallahi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabı -kendilerinin en iyileri olmadığım
halde- benim, Allah'ın Kitabını onların en iyi bilenlerinden olduğumu
bilmişlerdir." demiştir. [1693]
1662-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Kendisinden başka ilah ofrna-yan Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın
Kitabında, nasıl indiğini bilmediğim bir sure, hangi konuda indiğini bilmediğim
bir âyet yoktur. Eğer Allah'ın kitabını benden en iyi bilen ve devemin de beni
ona ulaştırabileceği birinin olduğunu bilirsem hemen deveme binerim."
demiştir. [1694]
1663-) Abdullah b. Amr (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Kur'ân'ı dört kişiden okuyunuz: Abdullah b.
Mes'ûd, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim, Übey b. Ka'b ve Muâz b. Cebel"diye
buyururken işittim" demiştir. [1695]
1664-) Enes (r.a.):
"Kur'ân'ı Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde dört kişi ezberlemişti,
bunların hepsi de Ensar'dandı: Übey b. Ka'b, Muâz b. Cebel, Ebû Zeyd ve Zeyd b.
Sabit" demiştir. Enes'e: "Ebû Zeyd kimdir?" denildi. O da:
"Amcalarımdan birisidir." demiştir. [1696]
1665-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Übey b. Ka'b'a: "Allah, bana
"Lem yekuni'llezîne Keferû" suresini sana okumamı emir buyurdu' dedi.
O da: "Benim ismimi söyledi mi?"
dedi:
"Evet" buyurûu, bunun üzerine Übey ağladı." demiştir.
(Übey b. Ka'b
(r.a.), Kur'ân-ı Kerim'i en güzel okuyan sahabilerdendir. Hz. Peygamber
(s.a.v.) de 1663. hadiste "Kur'ân'ı dört kişiden okuyunuz" buyurmuş
ve bunlar arasında Hz. Übey'i de saymıştır.
Dokuz ayetten
oluşan ve Kur'ân'ın özü sayılabilecek: Risalet, ihlas, namaz, zekat, kıyamet
ve cennetlikler ile cehennemliklerin anlatıldığı Beyine suresinin Allah tarafından,
Ümmetin Kur'ân üstadına okunması talim buyurulmuştur. Hz. Übey, bu güzel haber
karşısında sevincinden kulaklarına inanamamış gözleri dolmuştur.) [1697]
1666-) Câbir (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Sa'd b. Muâz'ın vefatı nedeniyle Arş
titredi"'diye buyururken, işittim" demiştir.
(Sa'd b. Muâz
(r.a.) Ensar'ın ileri gelenlerinden büyük bir mücahid idi. Kendisi Hendek
Savaşı'nda yaralanmış, mescidde kurulan çadırda Hz. Peygamber (s.a.v.) tedavisi
ile yakından ilgilenmişse de neticede aldığı yara nedeniyle şehid olmuştur.
1668. hadiste de Sa'd b. Muâz (r.a.)'ın cennetteki mendilinin, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e hediye edilen ipek ciibbeden daha güzel olduğu belirtilmiştir.
Kureyzaoğullan kuşatması neticesi, Yahudiler hakkında Sa'd b. Muâz (r.a.)!ın
kararına başvurulmuştur. 1205. hadise bakınız.) [1698]
1667-) Bera (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e ipekten bir elbise hediye ediidi.
Ashabı elleriyle bu elbiseye dokunup yumuşaklığına hayran kalmaya başladı.
Bunun üzerine kendisi: "Bunun yumuşaklığına hayran mı kalıyorsunuz.
Allah'a yemin olsun ki, Sa'd b. Muâz'ın cennetteki mendili bundan daha iyi ve
daha yumuşaktır" buyurdu." [1699]
1668-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ipekten bir cübbe hediye edildi, kendisi ipek
kullanmayı yasakladığından halk buna şaşırdı. Bunun üzerine: "Muhammed'in
canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki, şüphesiz cennetteki Sa'd b. Muâz'ın
mendili bundandaha güzeldir, "buyurdu." demiştir.
(Bu cübbeyi Tebuk Seferi
sırasında, Tebuk yakınlarında bulunan Dümetu'l-Cendel Emiri Ukeydir b.
Abdilmelik hediye etmiştir. Bu cübbeyi hediye ettiğinde Önce almamış, Ukeydir
çok üzülmüş, bu yüzden almış ve Hz. Ali (r.a.)'a vermiş, o da Dört Fatımaiar
diye bilinen Hz. Ali'nin annesi Fatıma, kendi hanımı Fatıma, Hz. Hamza'nın kızı
Fatıma ile Ümmühani diye bilinen halası Fatıma'ya buluşturmuştur.
Tebuk Sefeıfnden
önce Hendek Muhasarası'nda Sa'd b. Muâz (r.a.) yaralanarak şehid olmuş,
vefatında Arş titremiş, cenazesinde Cebrail de bulunmuştur.) [1700]
1669-) Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Uhud savaşı olduğunda babamın örtülü cesedi
getirildi, Organları kesilerek işkence edilmişti. Örtüyü kaldırıp bakmak
istedim kabilemdekiler beni engellediler. Sonra yine kaldırıp bakmak istedim
kabilemdekiier yine beni engellediler. Rasûlüllah (s.a.v.), örtüyü kaldırdı
veya kaldırılmasını emretti. Örtü kaldırıldı derken ağlayan bir kadın sesi ve
feryadı işitti ve: "Kim bu?" buyurdu: "Amr'ın kızı yahut kız
kardeşidir." dediler. O da: "Niye ağlıyor? Yerden kaldırana değin
melekler kanatlarıyla onu sürekli gölgelendirmektedirler,"buyurdu."
(Amr, Câbir
(r.a.)'m dedesidir. Ağlayan kadın da Câbir (r.a.)'m halas Fâüma b. Amr'dı) [1701]
1670-) İbnî Abbâs (r.a.)
anlafcr: "Ebû Zer (r.a.) şöyle dedi: "Ben Gıfâr kabilesinden bir
kimse idim. Mekke'de kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bir kişinin
çıktığı haberi bana ulaştı, kardeşime: "Git, bu kimse ile konuş ve bana
malumatını getir" dedim. O da gitti ve kendisiyle görüşüp döndü:
"Yanındaki malumat nedir?" dedim. O da: "Vallahi, bir adam
gördüm iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyor." dedi. Ben: "Verdiğin
haberde gönlüme şifa vermedin" dedim ve azık torbamla değneğimi alıp
Mekke'ye geldim. Kendisini tanımıyor, kim olduğunu da sormak istemiyordum,
zemzem suyundan içip Kabe'de kalıyordum. Bana, Ali rastladı ve: "Bu kimse
herhalde yabancıdır" dedi, ben de: "E-vet" dedim: "Haydi
kalk, eve gidelim" dedi. Kendisiyle beraber gittim, bana hiçbir şey
sormuyor, ben de ona bir şey bildirmiyordum. Sabah olduğunda Peygamberi sorayım
diye yine Kabe'ye gittim ama hiçbir kimse bana ondan bir şey anlatmıyordu. Ali
yine bana rastladı ve: "Bu kimsenin evine gitmesini bileceği zaman hâlâ
gelmedi mi?" dedi. Ben de: "Hayır" dedim: "Benimle
gel" dedi ve devamla: "Burada işin ne? Seni bu şehre getiren
nedir?" dedi. Kendisine: "Eğer gizli tutarsan sana anlatırım"
dedim: "Muhakkak ki söylediğini yaparım" dedi, devamla: "Bana,
burada kendisinin Peygamber olduğunu söyleyen bir kimsenin çıktığı haberi
ulaştı, bunun üzerine kendisiyle konuşması için kardeşimigönderdim, sadra şifa
vermeyen bir malumatla döndü geldi, ben de kendim görüşmeyi istedim"
dedim. O da: "Bak sen yolunu buldun, ben ona gidiyorum beni takip et,
girdiğim yere gir, eğer ben senin için endişe edebileceğim birisini görürsem
ayakkabımı düzeitiyormuşum gibi yapar duvara yönelirim, sen durma yürü"
dedi. Yürüdü ben de yürüdüm, sonunda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına girdi
ben de girdim ve kendisine: "Bana İslâm'ı anlat" dedim, o da anlattı,
olduğum yerde hemen Müslüman oldum, bana: "Ey Ebû Zer, bu işi gizli tut ve
memleketine dön, güçlü olduğumuz ortaya çıktığımız sana ulaştığında gel"
buyurdu, ben de: "Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki bunu
kesinlikle karşılarında haykıracağım" dedim. Ebû Zer Kabe'ye gidip Kureyş
orada iken: "Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz ben, Allah'tan başka ilah
olmadığına şahitlik ediyorum ve yine Muhamrned'in de onun kulu ve elçisi olduğuna
şahitlik ediyorum" dedim. Oradakiler: "Şu, dinden dönene kalkın (ve
gereğim yapm)" dediler. Hemen kalktılar ve ölene değin dayak yedim.
Sonunda Abbâs bana yetişip üzerime kapandı, sonra onlara döndü: "Yazıklar
olsun size? Ticaretiniz ve yolunuz Gıfâr kabilesinin üzerinde iken siz,
Gıfar'dan bir'kimseyi öldürüyorsunuz!" dedi. Bunun arkasından üzerimden
kalktılar. Ertesi sabaha çıktığımda dönüp dünkü söylediklerimi yine söyledim,
onlar da: "Şu, dinden dönene kalkın (ve gereğini yapm)" dediler ve
dünkü bana yaptıklarını yaptılar yine Abbâs bana yetişip üzerime kapandı,
dünkü söylediği sözlerini söyledi. İbni Abbâs (r.a.): "İşte Ebû Zer
(r.a.)'ın İslâm'a ilk girişi böyle olmuştur." demiştir. [1702]
1671-) Cerir b. Abdullah
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), Müslüman olduğumdan beri yanına girmekten
beni hiç engellememiştir. Beni gördükçe de hep gülümsemiştir." demiştir.
Diğer bir rivayet
ise "Atın üzerinde duramadığımı kendisine şikayet ettim, eliyle göğsüme
vurdu ve: "Allah'ım, onu sabit kıl, onu doğruyu bulmuş (Mehdi) ve doğruya
götürücü (Hâdî) kıl."buyurdu." şeklindedir.
(Cerir b. Abdullah
(r.a.), hicretin onuncu yılında Müslüman olmuştur. Kendisi Yemenli olup
kabilesinin ileri gelenlerinden idi. Medine'ye gelip Efendimizin eiinde bizzat
biat ederek Müslüman olmuştur. Kabilesinin süvari bölüğü ile gelmişti. Efendimiz
ona ikram ve iltifat etmiş daha sonra Yemen'deki, Yemen Kâbesi de denilen
Zü'l-Halsa, put hanesini yıkmakla görevlendirmiştir.) [1703]
1672-) Cerîr b. Abdullah
el-Bece!î (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v,) bana: "Zü'l-Halsa'dan
benim zihnîmirahatlatmaz mısın?"'buyurdu. - Zu'l-Halsa, Hasam kabilesi
içerisinde Yemenlilerin Kâbesi denilen bir ev idi.- Ahmes kabilelesinden yüz
elli atlı ile hareket ettim. Ahmesliler süvari bir kabile idi, ben ise at
üzerinde duramıyordum, bunun için göğsüme vurdu, öyleki parmak izlerini
göğsümde gördüm: "Allah'ım, onu sabit kıl, onu doğruyu bulmuş (Mehdi) ve
doğruya götürücü (Hâdî) kıt." buyurdu. Arkasından birlik oraya yürüdü ve
puthaneyi kınp, yaktı, sonra da Rasûlüllah (s.a.v.)'e bu durumu bildiren bir
haberci saldı. CerîYin gönderdiği haberci Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Seni
hak üzere gönderen Allah-'a yemin olsun ki içi boş bir deve yahut kapkara
yanmış bir deve gibi olana kadar orayı bırakıp sana gelmedim." dedi. O da
beş defa Ahmes atlan vesüvarilerine bereket duasında bulundu.
(Seriyye komutanı
Cerîr b. Abdullah el-Becelî (r.a.) söz konusu puthanenin sa-; .
hibi iki kabileden birisi olan Berile kabilesinden idi.) [1704]
1673-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) helaya gir-: diğinde kendisi için abdest
suyu koydum: "Bunu kim koydu?" buyurdu. Kendisine kimin koyduğu
bildirilince: "Allah'ım onu dinde derin anlayıştı (fakih) buyurdu. [1705]
1674-) İbni Ömer (r.a,)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde bir rüya görmüştüm: Sanki
elimde ibrişim kumaştan bir parça vardı ve cennette istediğim her yere
(benimle) uçuyordu. Yine bir rüya gördüm ki: Sanki bana iki kişi geldi, beni
cehenneme götürmek istediler. Başka bir melek bu ikisinin karşısına çıktı ve
bana: "Korkma." dedi. Onlara da: "Onu bırakın." dedi.
Sonunda Hafsa rüyalarımın bîrini Hz. Peygamber (s.a.v.)'e anlattı. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Abdullah ne gü-v zel bir kimsedir, keşke bir de gece
namazı kılsa idi." buyurmuştur. (Abdullah b. Ömer (r.a.)'ın oğlu Salim):
"Abdullah b. Ömer (r.a.) gece namazını (devamlı) kılardı." demiştir. [1706]
1675-) İbni Ömer (r.a.)
anlatır: "Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.) sağlığında iken rüya görürse
bunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e anlatırdı. Ben de Rasûlüllah (s.a.v.)'e anlatayım
diye rüya görmeyi istemiştim. Rasûlüllah (s.a.v.) zamanında mescidde uyurdum,
genç bir delikanlı i-dim. Bir keresinde rüyamda sanki iki meleğin beni alıp
cehenneme götürdüklerini gördüm. Bir de baksam ki cehennem kuyunun içi gibi
örülmüştü, iki de dikmesi vardı. Kuyunun İçine baktım bir de ne göreyim
tanıdığım birtakım kimseler. Hemen: "Eûzu billahi mine'n-Nâr (=Cehennemden
Allah'a sığınırım)" demeye başladım. Karşımıza diğer bir melek çıktı,
bana: "Korkma" dedi. Rüyamı Hafsa'ya anlattım. Hafsa da Rasûlüllah (s.a.v.)'e
anlatmış, o da: "Abdullah ne güzel bir kimsedir, keşke bir de gece namazı
kılsa ."buyurmuş. (Abdullah b.ömer (r.a.)'m oğlu Salim): "Abdullah b.
Ömer bundan sonra geceleyin çok az uyurdu." demiştir. [1707]
1676-) Enes (r.a.)'dan.
Annesi Ümmü Süleym: "Ey Allah'ın Rasûlü, hizmetçin Enes için Allah'a dua
etsen" demiş. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım, onun malını ve çocuğunu çoğalt ve kendisine verdiklerini
bereketli kıl"[1708]
1677-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Allah'ın Peygamberi (s.a.v.), bana gizli bir sır söyledi.
Bunu kimseye söylemedim. Bu bilgiyi annem Ümmü Süleym benden sordu ona da
söylemedim"[1709]
1678-) Sa'd b. Ebî Vakkas
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, Abdullah b. Selâm dışında yeryüzünde
yürüyen hiçbir kimseye, kendisinin cennetlik olduğunu buyururken işitmedim. «De
ki: Eğer (bu kitab) Allah katından olup da siz onu inkâr etmiş olduğunuzda,
İsrailoğullanndan bir şahit de bunun böyle olduğuna şahitlik etmiş ise ve siz
de büyüklük taslamış iseniz (haksızlık etmiş olmuyor musunuz?)» (Ahkâf: ıo)
ayeti de onun hakkında inmiştir." demiştir. [1710]
1679-) Abdullah b. Selâm
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde bir rüya görmüş ve
kendisine de anlatmıştım. Şöyle görmüştüm: Bir bahçede idim -Bahçenin
genişliğini ve yeşilliğini anlatmış, sonra şöyle devam etmiştir- ortasında
demirden bir dikme vardı ki altı yerde üstü gökte idi, yukarısında bir kulp
vardı. Bana: "Haydi yukarı çık" denildi: "Yapamam" dedim.
Bunun üzerine bir hizmetçi geldi ve arkamdan elbisemi tutup kaldırdı, direğin
tepesine kadar yükseltti, kulpu tuttum. Bana: "İyi sarıl" denildi.
Kulp elimde iken uyanıverdim. Hz, Peygamber (s.a.v.)'e gidip anlattım. O da:
"Bu gördüğün bahçe İslâm'dır, dikme de İslâm direğidir. O gördüğün kulp
da, Urvetülvüskadır ('-sağlam kulptur). Sen ölene değin İslâm üzere olacaksın
"buyurdu," demiştir. [1711]
1680-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Ömer (r.a.), mescide şiir okurken Hassan b. Sabit (r.a.)'ın
yanından geçti ve dik dik bakmış. O da: "Burada ben, senden daha hayırlısı
varken bile şiir söyledim" demiş. Sonra Ebû Hureyre'ye dönmüş ve: "Allah
aşkına, Hz. Peygamber (s.a.v.)'İ: "Benim adıma (düşmanlarımın şüın
saidınianna karşı sen) cevap ver! Allah'ım onu Cebrail'le destekle."diye
buyururken işitün mi işitmedin mi?" demiştir. Ebû Hureyre (r.a.) da:
"AJlah şahit ki, evet öyle oldu" demiştir. [1712]
1681-) el-Berâ b. Âzib
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.), Hassan b. Sabit (r.a.)'a: "Sen de
onları hicvet -veya- onlara şiirle cevap ver, Cebrailseninledir"buyurdu
demiştir.
(Hiciv, yermek,
3İay yoluyla taşlamak, demektir. Hz, Peygamber (s.a.v.)'!, ashabını ve İslâm
dinini müşriklerin hicivlerine karşı şiiriyle savunduğu için Peygamber şairi
olarak tanınan Hassan b. Sabit (r.a.) Neccâroğullan kolundandır, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in dedesi Abdülmuttalib'in annesinin Neccârogulları'ndan olması nedeniyle
Efendimizin akrabası sayılır. Devrinin önemli şairlerinden A'şâ, Nâbiğa ve
Huta/e gibi şairlerle boy ölçüşebilecek derecede şiir sanatına hakimdi. Ukâz
panayı-nnda düzenlenen şiir yarışmalarına katılır dönemin ünîü şairleriyle şiir
yanşmaları yapardı. Şiirinin öneminden dolayı Gassânî Hükümdan Amr b. Haris ile
Hire'deki Lahmî Hükümdan Nu'mân b, Münzir'in beğenisini kazanmıştı, bu yüzden
orılanrı sa-raylannda ağtHanrfdı. Hassan b. Sâblt (r.a.) ikinci Akabe blatından
sonra altmış yaşında Müslüman olmuştur. Kendisinin İslâm'a girmesiyle
Müslümanlar, şöhreti Hicaz bölgesini aşıp diğer Arap toprakianna yayılmış olan
güçlü bir şair kazandılar. Hassan b. Sabit (r.a.)'ın bundan sonraki hayatı
sürekli Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında geçmiş, en güzel şiirlerini onun için
söylemiş kılıçtan daha etkili olan şiirini Efendimizi ve İslâm'ı savunmada
kullanmıştır.
Hz. Peygamber
(s.a.v.) ve Müslümanlar, ilk dönemlerden bu yana Kureyş ve Kureyş'in
şairlerinden sözlü saldırı ve aşağılamalara maruz kalmaktaydı. Hicretten sonra
olanca hızıyla artan ve kamuoyunu büyük ölçüde etkileyen bu sözlü saldırı
Müslümanları çok üzmekte ve rahatsız etmekte idi. Bu saldınlara aynı yöntemle
karşılık vermenin gerekli olduğu kanaatina varan Efendimiz, bu konuda ashabdan
Sabit b. Kays (r.a.), Ka'b b. Mâlik (r.a.), Abdullah b. Ravâha (r.a.) gibi bazı
şairleri görev-iendirmişse de Hassan b. Sabit (r.a.) kadar etkili olan
çıkmamıştır. Hassan b. Sabit (r.a.): "Seni hak ile gönderene yemin olsun
ki onlan dilimle deri parçaları gibi paramparça edeceğim." demiştir.
Rasûlüllah (s.a.v.) de bu şiirlerin Kureyş'e oktan daha etkili olduğunu
belirtmiştir. (Müslim, Fezâllu's-Sahâbe: 157)
Hassan b. Sabit
(r.a.), söylediği şiirlerle Yahudi şair ve îsîâm düşmanı Ka'b b. Eşrefi yerin
dibine geçirmiş, Medine'den ayrılmasına neden olmuştur.
Hatta kendisinin
şiirlerinden çekindiklerinden dolayı gittiği Mekke'de Ka'b b. Eşrefi kimse
misafir kabul etmeye cesaret edememiştir.
Hz. Peygamber
(s.a.v.) Hassan b. Sabit (r.a.)'ın sanatına çok değer verirdi, hatta
şiirlerini okuması için mescidde kendisine bir yer ayırtmıştır. Şair ve
hatiplerle yetmiş seksen kişilik bir heyetle Medine'ye geten Temimoğuilarıyla
yaptığı şiir atışmasında onları mağlup ederek İslâm'a girmelerine vesile olmuştur.
Hassan b. Sabit (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefatından sonra artık iyice
yaşlanmış şiirle pek uğraşamamıştır. Hz. Ömer döneminde mescidde birkaç defa
şiir okumuş, bir keresinde halife bunu yadırgamıştı. Bunun üzerine Hz. Ö-mer'e
hitaben: "Ben senden daha hayırlı bir kimsenin huzurunda burada şiir
okudum1' diyerek karşılık vermiştir. (Buhârî, Bedu'i-Hatk: 6)
Kendisinin
cahiiiyye döneminde söylediği şiirler genellikle hiciv, methiye, gazel ve nesib
türünden idi. Müslüman olduktan sonra hiciv methiye ve mersiyenin yanı sıra
Müslümanların başarı ve kahramanlıkları i!e ayet ve hadislerden ilham alarak
ortaya koyduğu hikmet ve darbımeseller de şiirinde önemli yer tutmuştur. Bu
nedenle kendisinin şiirleri, İslâmiyetin ve Kur'ân'ın Arap edebiyatına
tesirinin boyutlarını göstermesi bakımından önemli bir örnek teşkil eder.
İslâmi kavramlar onun şiirlerinde çağdaşlarına göre daha fazla yer almıştır. Bu
bilgilerin büyük bir kısmı, DÎA Hassan b. sabit, maddesinden özetlenmiştir.
XVI, 399-401) [1713]
1682-) Urve b.
Zübeyr'den. Hassan b. Sabit, bir zamanlar Âişe a-leyhine çok konuşanlar
arasında idi. Bu nedenle ben de ona ağır söz söyledim. Bunun üzerine Âişe:
"Yeğenim, bırak onu uğraşma. Çünkü o, Rasûiüiîah (s.a.v.)'i
savunurdu" dedi. [1714]
1683-) Mesrûk'tan. Şöyle
demiştir: "Âişe'nin yanına girdim, yanında Hassan b. Sabit vardı, ona
şiir ve ezgilerini okuyordu şöyle diyordu:İffetlidir, akıllıdır, hiçbir kuşkuya
yer bırakmaz
Dedi kodu ve
iftirayla sabahlamaz
Bu şiir üzerine
Âişe: "Ama sen öyle değilsin" dedi. Ben de Âişe'ye: "Niye bu
adamın, senin yanına girmesine izin veriyorsun, Allah: «Onlardan her bir
kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan
(elebaşı yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir
azap vardır.» cnût: ıi) buyurmadı mı?" dedim: "Gözlenin kör
olmasından daha çetin bir azap olur mu. Ama bilesin ki yine de o, Rasûiüiîah
(s.a.v.)'İ savunmuş birisidir" dedi."
(Âişe (r.a.)'a
iftira atıldığında, Hassan b. Sabit (r.a.) da bu güruh arasında görülmüş, bu
nedenfe eleştirilmiştir. Ancak onun, Rasûlüllah (s.a.v.)'i şiirleriyle savunması
kendisinin kusurunu hafifletmiştir.) [1715]
1684-) Hz. Aişe (r.a.):
"Hassan, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den Kureyş müşriklerini hicvetmek için
izin istedi. O da: "Benim nesebimi nasıl yapacaksın?"buyurdu. Hassan:
"Ben seni tereyağından kıl çeker gibi çıkarır ayırırım" dedi."
demiştir. [1716]
1685-) Ebû Hureyre
(r.a,), şöyle demiştir: "Sizler, Ebû Hureyre'nin, Rasûlüllah (s.a.v.)'den
çokça hadis/bilgi anlattığını söylüyorsunuz. Buluşma yerimiz Allah'ın
huzurudur. Ben, fakir bir kimse idim, karın tokluğuna Rasûlüllah (s.a.v.)'e
hizmet ederdim. Muhacirler ise çarşıda ticaretle uğraşır, Ensar da kendi
işlerinin başında çalışırlardı. Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.)f: "Kim
elbisesini açarsa artık duyduğu hiçbir şeyi asla unutmaz" buyurdu. Bende
sözünü bitirmeden hemen elbisemi açtım sonra kendime toparladım. Artık ondan
duyduğum hiçbir şeyi unutmadım."
Diğer bir rivayette
ise: "Allah'ın indirdiği kitabındaki iki âyet olmasaydı asla hiçbir şey
anlatmazdım" demiş ve «İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti, kitapta
inşaatlara açıklandıktan sonra gizleyenler, ki onlara Allah da lanet eder,
lanet ediciler de lanet eder.
Ancak tevbe
edenler, durumlarını isiah edenler ve açıklayanlar bunun dışındadır. İşte ben,
onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri çok kabul eden ve merhameti bo!
olanım.» (Bakara: 159-160} âyetini okumuştur.
(İmam Buhârînin
rivayetin şöyledir: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben senden pek çok söz işitiyorum
ama unutuyorum?" dedim: "Cübbeni aç" buyurdu, ben de hemen
açtım, eüyla avuçladı sonra: "Haydi toparla"buyurdu ben de
toparladım, bundan sonra da hiçbir şeyi unutmadım.") [1717]
1686-) Âişe (r.a.):
"Sizin yaptığınız gibi sözü peş peşe ulayıp (sûrat-ıi) konuşmazdı."
demiştir. [1718]
1687-) Ali b. Ebi Talib
(r.a.) anlatır: "Rasûfüliah (s.a.v.) Zübeyr, Mikdâd ve beni görevli
gönderdi: "Hân bostanına kadar gidin, ora-da hevdeç içerisinde yanında
mektup bulunan bir kadın vardır, o mektubu kadından alın gelin"buyurdu.
Hemen atlanmızı koşturarak gidip bostana vardık. Baksak ki hevdeç içerisinde
bir kadınla karşılaştık: "Mektubu çıkar!" dedik. Kadın: "Yanımda
hiçbir mektup tur." dedi: "Ya mektubu çıkarırsın ya da elbiselerini
soyup atarız." dedik. Bunun üzerine: "Saç örgülerinin içerisinden
mektubu çıkardı. Arkasından mektubu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e getirdik. Bir de
ne görelim, mektup Hâtıb b. Ebi Beltea'dan Mekke'deki müşriklerden birtakım kimselere
yazılmış, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bazı işlerini onlara haber vermektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ey Hâtıb, bu nedir?" buyurdu. O da: "Ey
Allah'ın Rasûlü, bana karşı acele etme. Ben Kureyş kabiiel esinden birisi
değilim ama Kureyşle (dostluk anlaşması) olan bir kimse idim. Senin yanında
bulunan Muhacirlerden bazı kimselerin de onlarla akrabalıkları vardır ki, onlar
bu akrabalık sebebiyle Mekke'deki mallarını ve ailelerini korumaktadırlar.
Onlarla benim soy bakımından akrabalığım olmayınca, kendileriyle akrabalarımı
koruyacak bir el edinmek istedim. Bunu da ne kâfir olduğum için ne de dinimden
döndüğüm için yaptım." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Gerçekten Hâtıp size doğru söyledi"buyurdu. Ömer: "Ey Allah'ın
Rasûlü, beni bırak onun boynunu vurayım." dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
"O, Bedir Savaşı'nda bulunmuştur. Nerden bilirsin? Belki de Allah Azze ve
Cei/e Bedir gazilerinin durumunu bildiğinden: "Dilediğinizi yapınız, ben
sizibağışladım,"buyurmuştur."dedi. Hadisi rivayet eden (Amr b.
Dinar): "Hâtıb hakkında «Ey İman edenler. Benîm de düşmanım, sizin de düşmanınız
olanları dostlar edinmeyiniz! Size gelen gerçeği inkâr etmişken, Rasûlü ve sizi
yurdunuzdan çıkarırken onlara sevgi mi gönderiyorsunuz...» (Mümtehine: i) ayeti
inmiştir" demiştir. [1719]
1688-) Ebû Mûsâ el-Eşari
(r.a.)'dan: "Mekke ile Medine arasındaki Cîrane'ye inerken Hz. Peygamber
(s.a.v.) ile beraberdim. Kendisinin yanında Bilal vardı. Bu sırada Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e Çöl halkından bir kimse geldi ve: "Bana verdiğin sözü
yerine getirmez misin?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sana müjdeler
olsun" buyurdu. Bedevi: "Müjdeler olsunu artık bana çok
söyledin" dedi. Kızmış bir halde Ebû Mûsâ ve Bllal'e döndü ve:
"Müjdeyi geri çevirdi, siz kabul edin"buyurdu. Onlar da: "Kabul
ettik" dediler. Sonra da içi su dolu bir kap istedi, içinde elini, yüzünü
yıkadı ve ağzından su boşalttı. Sonra: "Bundan için, yüzünüze ve bağrınıza
dökün bu müjdeyle sevinin " buyurdu. İkisi hemen kabı alıp söylenileni
yaptılar. Bu arada Ümmü Seleme perde gerisinden: "Annenize de
bırakın" diye seslendi onlar da bir miktar bıraktılar.
(Hz. Peygamber
(s.a.v.) Huneyn Gazvesi'ndeki ganimetleri Taif dönüşü bölüştüreceğini
söylemişti. Bedevi ise sabredemeyip defalarca bu ganimetten hissesini istemiş
beklememiştir. Hadisin son kısmı ile ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) üe
te-berrük konusu hakkında "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih"
isimli çalışmamızda ki 1945 . hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1720]
1689-) Ebû Mûsâ el-Eşari
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Huneyn Savaşı'ni bitirdikten sonra Ebû
Âmir'İ orduya komutan atayıp Evtâs'a gönderdi. (Düşman kuvveüerinin komutam)
Düreyd b. Sime ile karşılaştı sonunda Düreyd öldürüldü, ordusunu da Allah
dağıttı. Ebû Âmir ile birlikte beni de göndermişti, bu sırada Ebû Âmir diz
kapağından vuruldu. Cüşem kabilesinden birisi bir ok atmış diz kapağını
vurmuştu. Hemen kendisine koştum: "Ey Amca! Seni kim vurdu?" dedim.
Ebû Âmir, Ebû Musa'ya kendisini vuranı gösterdi ve: "Bana ok atıp katilim
olan şudur" dedi. Hemen bulup üzerine yürüdüm Beni görünce dönüp kaçtı ben
de peşinden koştum: "Utanmaz mısın dursana!" diyordum. Sonunda geri
döndü kılıçlarla vuruştuk neticede adamı öldürdüm. Sonra Ebû Âmir'e:
"Seninkini Allah öldürdü" dedim: "Şu oku bir çıkar" dedi.
Oku çektim su boşaldı (öleceğini anladı): "Yeğenim Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e selâmımı ilet ve kendisine söyle benim için mağfiret dilesin"
dedi ve ordunun başına beni atadı az sonra da vefat etti. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e döndüm, odasına girdim üzeri şergili hurma lifinden örülmüş divan
üstünde idi. Divanın örgüleri sırtına ve iki yanına iz bırakmıştı. Kendisine
ordunun durumunu ve Ebû Âmir'in şehid oluşunu "benim için mağfiret
dilemesini söyle" dediğini bildirdim. Bunun üzerine su istedi, abdest
aldı sonra da ellerini kaldırdı: "Allah'ım kuicağtz Ebû Âmir'i
bağışla" diye dua etti. Koltuk altının beyazlığını gördüm. Şöyle devam
etti: "Allah'ım onu kıyamet günü insanlardan yarattıklarından
çoğunun üstünde kıl" öed\. Ben de: "Benim için de mağfiret
dile" dedim: "Allah'im Abdullah b. Kays'ın günahını bağışla kendisini
kıyamet günü değerli bir yere Aroy"dedi" demiştir. [1721]
1690-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben, gece evlere girdiklerinde
Eş'ari kardeşlerin Kur'ân okuyan seslerini çok iyi tanırım, gündüz
konakladıkları yerleri görmesem bile Kur'ân okuyan seslerinden konakladıkları
yerieri geceleyin çok iyi tanıtım. Onlardan ince anlayışlı olanı vardır ki,
atlılarla veya düşmanla karşılaştığında onlara; "Arkadaşlarım kendilerini
beklemenizi emrediyor" diyerek (ontan kokutur)' buyurdu" demiştir. [1722]
1691-) Ebû Mûsâ (r.a.):
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eş'arîler toplumu, yolculukta yiyecekleri azalıp
tükendiğinde yahut şehirde ailelerinin yiyecekleri azaldığında yanlarında
bulunan şeyleri bir sergide toplayıp eşit olarak bir kapla aralarında bölüşürler,
onlar benden ben de onlardanım, "buyurdu." demiştir. [1723]
1692-) Ebû Mûsâ (r.a.)
anlatır: "Biz Yemen'de iken Hz. Peygamber (s.a.v.)'in zuhur ettiği haberi
bize ulaştı biz de kabilemden elli iki veya elli üç kişi içerisinde ben ve iki
kardeşimle kendisine hicret etmek için yola çıktık. Ben en küçükleri idim. İki
kardeşimden birisi Ebû Bürde diğeri Ebû Ruhm'du. Neticede bir gemiye bindik,
gemi bizi Habeşistan'da Necâşî'nin yanına götürdü. Burada Cafer b. Ebî Talib
ile karşılaştık, topluca Medine'ye gelene kadar kendisiyle birlikte burada
ikamet ettik. Medine'ye gelişimiz Rasûlüllah (s.a.v.)'in Hayber fethi sırasına
denk gelmişti. Bazı kimseler bizim için yani Habeşistan'dan gelenler için, Hicrette
sizi geçtik diyorlardı. Bizimle birlikte gelenlerden Esma bintü Umeys, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Hafsa'nın yanına ziyaret etmek için geldi. -Hafsa
da Necâşi'ye hicret edenlerin arasında hicret etmiştir.- Derken Ömer Hafsa'nın
yanma geldi. O sırada Esma yanında i-di. Ömer, Esmâ'yı gördüğünde: "Bu
kim?" dedi Hafsa: "Esma bintü Umeys" dedi. Ömer (şaka yaparak):
"Şu Habeşistan'a hicret eden mi? Gemi ile gelen mi?" dedi Esma:
"Evet" dedi Ömer: "Biz, sizi hicrette geçtik dolayısıyla
Rasûlüiiah (s.a.v.)'e sizden daha layıkız" dedi. Esma da sinirlendi ve:
"Hayır asla Allah'a yemin olsun ki siz Rasûlüiiah (s.a.v.) ile birlikte
iken açlarınızı doyurur cahillerinizi öğütleyip eğitirken bizler uzak
diyarlarda öfke ve gazablar içerisinde Allah ve Rasûlü için Habeşistan'da
idik. Vallahi söylediklerini Rasûlüllah (s.a.v.)'e bildirene kadar ne yemek
yiyeceğim ne su ileceğim. Bizlerin eziyet görüp korku içinde iken
yaşadıklarını, tüm bunları Hz. Peygamber (s.a.v.)'e anlatacağım, vallahi ne
yalan söylerim ne haktan yan çizerim ne de bunun üzerine ilave ederim"
dedi. Arkasından Hz. Peygamber (s.a.v.) geldi. Esma: "Ey Allah'ın
Peygamberi, Ömer şöyle şöyle dedi ne buyurursun?" dedi. O da: "Sen
ona ne söyledin?" buyurdu Esma: "Ben de ona şöyle şöyle dedim"
dedi Rasûlüiiah (s.a.v.): "Onun bana sizden daha layık olduğu doğru
değildir. O ve arkadaşlarının bir hicret sevabı vardır, halbuki sizin iki
hicret sevabınız vardır." buyurdu. [1724]
1693-) Cabir b. Abdullah
(r.a.): "«Hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine
yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın...-Allah, hakkiyle işiten ve bilendir.-
O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların
yar-dımcısıdır (velisidir.) Müminler, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.»
(Âı- imrân: 121-122) âyeti bizim hakkımızda, Selemeoğulları ve Hârisoğuliarı
hakkında indirdi. Yüce Allah'ın, «Halbuki Allah onların yardimcısıdir
(velisidir.)» ifadesi vardır. Hiç biz bu âyetin inmemiş olmasını ister
miyiz" demiştir.
(Âyette
anlatılanlar, Uhud Savaşıdır. Bu savaşta iki grup, münafıkların lideri Abdullah
b. Übeyy 300 adamıyla savaştan çekildiğinde tereddüde düşmüştü. Bunlar
Selemeoğuliarı ve Hârisoğuliarı kabileleridir. Âyette bunların gevşeklik
göstermeleri dile getirilmiştir. Bu nedenle âyet onların bir kusurunu dile
getirse de, Yüce Allah'ın onlara «Halbuki Allah onların yardımcısıdir
(velisidir.)» şeklinde hitap etmesi onlar için bir onur vesilesi sayılmış, bu
kabileye mensup olan Cabir b. Abdullah (r.a.), yukarıda bunu belirtmiştir.) [1725]
1694-) Zeyd b. Erkam
(r.a.): "Rasûlüiiah (s.a.v.)'i: "Allah'ım Ensâr'ı bağışla, Ensâr'ın
çocuklarını da bağışla" diye dua ederken" işittim." demiştir.
Hadisi rivayet eden ravi "Ensâr'ın çocuklarının çocuklarını
cte"deyip demediğinde şüpheye düşmüştür. [1726]
1695-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bir düğünden dönen kadınlar ve çocukları gördü,
doğrulup ayağa kalktı ve üç defa: "Allah'ım şahittir ki sizler bana,
insanların en sevimlilerisiniz." buyurdu." demiştir.
(Hadisin
Müslim'deki bölümünün sonunda, Rasûlüiiah (s.a.v.)'İn bunu Ensar i-çin
söylediği bildirilmektedir. (Müslim, Fezâiiü's-Sahâbe: 174) Hadisin bu konu ile
ilgisi de Ensarın faziletine değindiğinden dolayıdır.) [1727]
1696-)Yine Enes
(r.a.)'dan gelen bir diğer rivayette şöyle demiştir: "Yanında kendisine
ait çocukla Ensardan bir kadın Rasûlüiiah (s.a.v.)'e geldi, Rasûlüllah (s.a.v.)
kendisiyle konuştu ve iki defa: "Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki
sizler bana, insanların en sevimlilerisiniz, "buyurdu." [1728]
1697-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ensar benim hem canım hem de bedenimdir.
İnsanlar çoğalacak ama onlar azalacaktır. Dolayısıyla onların iyi kimselerini
kabul edin, kötülük edenlerinin de kusurlarına bakmayın, "buyurmuştur. [1729]
1698-) Ebû Üseyd
el-Ensârî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ensâr hanelerinin en
hayırlısı/en iyisi, Neccâroğullan sonra Abdü Eşhel o-ğulları sonra Haris b.
Hazrecoğulları sonra Sâideoğullarıdır, hasılı bütün Ensar haneleri
hayarlıdır/iyidir, "buyurdu. Bunu duyan (sâideoğuiianndan) Sa'd b. Ubâde:
"Rasûlüllah (s.a.v.)'in bizim üzerimize bazılarını üstün tuttuğu
görüşündeyim" dedi. Bu söz üzerine ona: "Ama sizi de pek çok kimseler
üzerine üstün tutmuş ya" denildi. [1730]
1699-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Cerir b. Abdullah ile bir yolculuğa
çıkmıştım. Kendisi bana hizmet ediyordu. Ben: "Bana böyle hizmet
yapma" dedim. O da: ""Ensarın, Rasûlüllah (s.a.v.)'e böyle
hizmetler yaptığını gördüm, ben de: "Onlardan kiminle birlikte olursam
onun hizmetinde bulunacağım" diye yemin ettim dedi."
(Cerir b. Abdullah
(r.a.), Yemen'dekt becite kabilesinin ileri gelenlerinden idi, yaş olarak da
Enes b. Mâlik (r.a.)'dan büyük olmasına rağmen sırf, Ensarın, Efendimize
yaptığı hizmete imrenerek bir Ensariı olan Enes (r.a.)'a böyle hizmet
etmiştir.) [1731]
1700-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bslem kabilesi ki
Allah onları barış içerisinde daim kıldı. Gıfâr kabilesi ki Allah onlara
mağfiret eyledi. Bunu ben kendim söylemiyorum, Yüce Allah böyle
buyurmuştur." [1732]
1701-) îbni Ömer
(r.a.)'dan Rasûlüllah (s.a.v.)'in minberde: "G/far kabilesi ki Allah
on/ara mağfiret eylesin? Bslem kabilesi ki Allah onları barış içerisinde daim
kılsın, kabilesi ki Allah veRasûlü'ne karşı gelmiştir."'diye buyurduğu
rivayet edilmiştir.
(Gıfâr ve Eşlem
kabileleri zorluk çıkarmadan İslâm'a giren uysal kabilelerdendir. Usay
kabilesi hırgn, dönek ve tehlikeli kimselerden oluşur. Allah'ın lanetine
Rasûlünün bedduasına maruz kaimış bir kabile olup Mâune Kuyusu hadisesinde kalleşçe
yetmiş küsur Kur'ân üstadını öldürmüşler, Hz. Peygamber (s.a.v.) bir ay namazda
kendilerine beddua etmiştir.) [1733]
1702-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Kureyş, Ensar, Cüheyne, Müzeyne, Bslem,
Bşca'f Gifâr kabileleri benim dost ve yardımcıiarımdır. Kendilerinin de Allah
ve Rasûlünden başka dost ve yardımcıları yoktur, "buyurmuştur. [1734]
1703-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eşlem, Gıfâr ve Müzeyne ile Cüheyne
kabilesinden bir kısım Allah katında -veya kıyamet gününde- Esed, Temîm,
Havazin ve Gatafan kabilelerinden daha hayırlıdır, "buyurdu."
demiştir. [1735]
1704-) Ebû Bekre (r.a.)
anlatır: "Akra' b. Habis Hz. Peygamber
(s.a.V. )'e:
"Size ancak ESİem, Glfâr -(hadisi rivayet eden ravi Ebû Yakub şöyle demiştir)
sanıyorum cüheyne ds dedi- kabilelerinden, Hacca gelenleri soyan kimseler biat
etmiştir." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Söyle bakalım, Bslem,
Gifâr, Müzeyne ve Cüheyne kabileleri/ Beni Temîm, BeniÂmîr, Esed ve Gatafan'dan
daha hayırla i&e ne dersin? Onlar(islâm'a geç girmekle) zarar ve
ziyandadırlar"'buyurdu, oda: "Evet haklısın" dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, onlar
bunlardan daha hayırlıdır"buyurdu."
(Akra1 b. Habis
(r.a.) Mekke'nin Fethi sırasında İslâm'a girmiş olup Beni Temîm kabilesinin
ileri gelenlerindendir. Eşlem, Gifâr, Müzeyne ve Cüheyne kabileleri her ne
kadar geçmişte bazı günahları olsa da İslâm'a diğerlerinden onca girmiş ve
bağlılık göstermiş, bu nedenle üstünlük elde etmişlerdir.) [1736]
1705-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Tufeyl b. Amr ed-Devsî ve arfcadaşalan Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, Devs kabilesi isyan edip başkaldırdı.
Onlara beddua et" dediler, bunun üzerine: "Eyvah, Davs kabilesi şimdi
helak oldu!' denildi. Ama Rasûiüllah (s.a.v,): "Allan'im, Devs
kabiiel&sîm doğru yola ilet ve ottian geri getir buyurdu." demiştir.
(Devs kabilesi;
Yemen'de bir kabile olup, meşhur sahabl Ebû Hureyre (r.a.)'ın febilesidir.
Tufeyl b. Amr (r.a.) da Devs kabiielesindendir. Hz. Peygamber, kendisini
kavmine İrşod için göndermişti.) [1737]
1706-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.) Temimoğullan hakkında söylediği üç hasleti
duyduğumdan bu yana onian sevmekteyim, kendisini: "Onlar, Peceâle karşı
ümmetimin en çetin olanlarıdır."diye buyururken işittim, Temimoğulları'nin
zekâtları gelmişti, Rasûlüllah (s.a.v.): "Bu mallar kavmimizin
zekâttandır." buyurdu. Hz. Aişe (r.a.)'m yanında Temlmoğuüan'ndan köle
bir kadın vardı, Pvâsüîüüah: "Onu azat çünkü o
İsmailnesiindendir. "buyurdu." demiştir.
(Hadisimizde
Temimoğullannın Deccâl'e karşı ümmetin en çetin mücadeleyi vereceğnin
bildirilmesi bir belirti olabilir. Onların bu mücadeleyi ne şekilde vereceği
bildirilmemiştir. Elde mevcut güvenilir kitaplarımızda da bilebildiğim
kadarıyla bu konuda sıhhatli bilgi buiamadım.
Ancak, ahhati
konusunda kesin bir şey diyemeyeceğimiz bazı kaynaklarda (örneğin,Nuaym b.
Hammâd ef-Metvezî'nin f iteninde I. 310, Ebû Amr Osman b. Saki et-Mukrî
ed-Dânmin es-Sünenü'l-vâr Fiten'inde v. 108-91) Şuayb b. Salih et-Temimî adında
bir mücahidi'en bahsedilir. 8u kaynakların verdiği bilgiye göre sözü edilen bu
Temimi genç, Süfyan ordusuna karşı savaşır, ancak başanlı olamaz. Arkasında
Kudüs'te faaliyetlere girişir, Mehdi için zemin haarlar ve MehdPnin ortaya
çıkmasıyla ona biat eder.) [1738]
1707-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "İnsanları maden yatakları gibi (cins
cins) bulursunuz. İnsanların cahiliye dönemindeki iyi kimseleri -dini iyice
öğrendiklerinde' İslâm'da da iyi kimselerdir. İnsanların iyilerini şu idare
konusunda en isteksiz görürsünüz, insanların kötülerini de bir kısma bir yüzle,
diğer bir kısma da bir başka yüzle gelen ikiyüzlü görürsünüz,
"buyurmuştur.
(Maden yatakları
cins cinstir. Kimisi kaliteli pahası yüksektir, bunlar işlendikçe ve emek
verildikçe değeri arttıkça artar. Kimi maden yatakları da içerdiği maden açısından
kıymetsizdir. İşlmeye ve emek vermeye değemez, emek verilse bile emeğini
korutmaz. Efendimiz (a.s.) insanları maden yataklanna benzetmiştir. Zira kimi
insan emek verildikçe kıymetlenir en mükemmele doğdu yo! alır, kimisi de ne
kadar emek verilirse verilsin kıymeti artmaz. Özü iyi olan kimse İslâm'a
girdiğinde iyi yönünü daha da artırır, İslâm içerisinde de iyiler içerisinde
görülür.) [1739]
1708-) Ebû Hureyre (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Kureyş kadınları deveye binen kadınların en
iyisîdir. Çocuğa düşkün ve şefkatli, sorumluluğu altındaki kocasının
emanetlerine de çok titizdir, "diye buyururken işittim." demiştir. [1740]
1709-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'a Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "İslâm'da, dostluk anlaşması (hüf)
yoktur."buyurduğu sana ulaştı mı?" denildi. O da: "Hz. Peygamber
(s.a.v.) benim evimde Kureyş ve Ensâr arasında dostluk anlaşması yaptı."
demiştir.
(İslâm'da dostluk
anlaşması yoktur ifadesi cahiliye dönemindeki yaygın olan ve İslâm'ın ruhuna
ters düşen anlaşmalardır. İslâm'ın ruhuna ters düşmeyenler olduğu gibi
kalmıştır. Bu nedenle: "İslâm'da dostluk anlaşması (hılf) yoktur. Herhangi
bir anlaşma cahiliye döneminde olmuş ise İslâm ona ancak sılaca bağlı kalma dışında
ilave yapmamıştır, "büyütülmüştür, (Müslim, Fazâüü's-sahâbe: 205) [1741]
1710-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İnsanlara öyle bir zaman gelir ki,
insanlardan bir topluluk gazaya çıkar, kendilerine: "İçinizde Rasûlüllah
(s.a.v.)'i gören var mı?" denilin "Evet vardır." denilir, bunun
üzerine kendilerine fetih nasip olur, sonra bir zaman gelir; "İçinizde
Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabını gören var mıdır?" denilin "Evet
vardır" denilir, bunun üzerine kendilerine fetih nasip olur. Sonra bir
zaman gelin "İçinizde Rasûlüllah (s.a.v.)'in ashabıyla beraber olan ve
sohbet edeni gören var mıdır?" denilir: "Evet vardır" denilir,
bunun üzerine kendilerine fetih nasip olur"buyurmuştur.
(Burada, sahabe,
tabiîn ve tebeuttâbiîn döneminin faziletine işaret vardır.) [1742]
1711-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İnsanların en iyileri benim çağımdakilerdir,
sonra onları takip eden çağdır, sonra da öyle topluluklar gelecektir ki
bunlardan birinin şahitliği yemini ile, yemini de şahitliği ile
yarışacaktır."buyurmuştur.
(Hadiste yerilmek
istenilen şahitlik ve yeminin o kadar hafife alınacağı bildirilerek adeta
yemin ve şahitlik etmek için yanşacaklanna böylece dini bir temeli olan yemin
ve şahitliğin hafife alınacağına işaret edilmiştir.) [1743]
1712-) İmrân b. Husayn
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Sizin en iyiniz
benim çağımdakilerdir, sonra onlan takip eden çağdır, sonra da onları takip
eden çağdır, ondan sonra da onlan takip eden çağdır. Bunlardan sonra öyle bir
topluluk çıkar ki, kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlik yapariar.
İ-hanet eder, güven vermezler. Adakta bulunurlar ama yerine getirmezler. Onlar
içerisinde şişmanlık ortaya çıkar."
İmrân (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'in kendi çağındakilerden sonra söylediği "sonra
onları takip eden çağdır" sözünü iki defa mı üç defa mı söyledi
bilemiyorum" demiştir. [1744]
1713-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) ömrünün son zamanlarında bize yatsı
namazını kıldırdı. Selâm verince ayağa kalktı ve: "Bakın şu geceniz var
ya, işte bu geceden itibaren yüzyılın başında şu anda yeryüzünde olanlardan
hiçbir kimsekalmayacaktır, "buyurdu, "demiştir.
(Hz. Peygamber, bu
ifadesi ile yüz yıl sonra ashabının kalmayacağını ifade bulurmuştur. Nitekim en
son vefat eden sahabi Ebu't-Tufeyl Amr b. Vasile (r.a.), bu ifadelerden yüz yıl
sonra hicri 110 yılı civannda vefat etmiştir.)
[1745]
1714-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ashabıma sövmeyiniz / kötü söz
söylemeyiniz / dil uzatmayınız. Eger biliniz Uhud Dağı kadar altın sadaka verse
onların verdiği ne bir avuç sadakaya ne de yansına
erişebilir"buyurdu" demiştir. [1746]
1715-) Ebû Hureyre (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında oturuyorduk, bu sırada
kendisine Cuma Suresi indirildi. Suredeki «...Henüz kendilerine katılmamış
diğer insanlara da...» (ayetinde-kilen sordum): "Ey Allah'ın Rasûlü, henüz
İslâm'a katılmamış olanlar kimlerdir?" dedim. Cevap vermedi. Soruyu
üçüncü defa sorduğumda, bu sırada aramızda Selmân ei-Fârisî de bulunuyordu.
Rasûlüllah (s.a.v.) e-lini Selmân'a koydu sonra: "Eğer îman Süreyya
Yıldızının yanında bile olsa şunlardan bir adam veya birtakım adamlar ona
uzanıp
alırlar,
"buyurdu." demiştir.
(Yukarıdaki ayette
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in henüz kendilerine katılmamış o-lanlara da Kitap ve
Hikmeti öğrettiği bildirilmektedir. Kendisine henüz katılmayanlar kendisinden
sonra gelen nesillerdir. Yani bizler. Onun biziere Kitap ve Hikmeti öğretmesi
hadislerini okuyup incelemekle olacağı aşikardır. Buradan hadis okuma ve
incelemenin önemi ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kendisine Kitap
ve Hikmeti öğretmesini İsteyen kimse hadisieri iyi okuyup İncelemeye
çalışmalıdır.) [1747]
1716-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'h "İnsanlar, içerîsinde iyi cins yük ve
binek devesi neredeyse bulunamayanyüz deve gibidir." buyururken
işittim." demiştir.
(Deve cinsi
içerisinde hem binmeye hem de yük taşımaya el verişli deve çok az bulunur.
İnsanlar içerisinde de iyi kimselerin böyle az bulunacağına işaret edilmiştir.
Bazı âlimlere göre bu husus âhir zamanda söz konusudur.) [1748]
1717-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi: "Ey Allah'ın Rasûlü,
güzel davranmama en fazla layık olan kimdir?" dedi: "Annendir"
buyurdu: "Sonra kimdir?" dedi: "Sonra yine annendir"
buyurdu:
"Sonra kimdir?' dedi: "Sonra da babandır. "Buyurdu
(Hadisimizde
babanın sırası anneninkinden sonraya getirilmiştir. Ancak bu, babanın Önemini
anneninkinden aşağıda olduğunu göstermeyebilir. Bir hadiste Efendimiz:
"Hi&İr evlat babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulup
da azat etmesi bunun dışındadır, "buyurmuştur. (Müsüm, itk, 25, Ebû Dâvûd,
Edeb: 120, Tirmizî, Birn s, îtini Mâce, Edeb: i) Bendimizin, Önceliği anneye
vermesinin nedeni hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır. Annenin çocuğu
karnında taşıması, doğurması ve emzirmesi nedeniyle babaya oranla üç kat daha
fazla hak sahibi olduğu söylenmiştir. Gerçi hadisteki hüküm genel olmayabilir.
Sözgelimi babası son derece iyi bir kimse olup bunun yanında annesi son derece
kötü bir kimse olan birisi için durum değişebilir.) [1749]
1718-) Abduliah b. Amr
(r.a.) anlatır: "Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geidi ve cihada
katılmak için izin istedi, o da: "Annen ve baban hayatta mı?"
buyurdu: "Evet" dedi, Hz. Peygamber (s.a.v.): "O halde, sen
onların rızasını elde etmeye çalış, "buyurdu. [1750]
1719-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Beşikte iken sadece üç
çocuk konuşmuştun (Buniann birisi) f-sâ'dır, (iktnc&,) tsrailoğuilanndan
kendisine Cüreyc denilen bir kimse vardı (nafile) namaz kılıyordu, bu sırada
annesi gelip kendisini çağırdı, Cüreyc, anneme mi cevap vereyim, namaza mı
devam edeyim, dedi (sonunda annesine cevap vermedi.) O da: "Allah'ım, ona
fahişe kadınların yüzlerini göstermedikçe onu öldürme"diye beddua etti.
(Suhârînin diğer rivayetinde annesinin üç kez geldiği üçüncüsünde beddua ettiği
bildirilir. Bir gün Cüreyc ibadetgahında iken karşısına bir kadın çıkar ve [im
etmesi için) konuşurama Cüreyc kabul etmez. Kadın hu-mm akabinde bir çobana
giderek kendisini teslim eder, sonunda bir oğlan çocuğu doğurur ve bunun
Cüreyc'den olduğumu söyler.
Bunun üzerine halk
gelir ibadetgahını kinp, parçalar, kendisini de indirip sövüp silerler. Cüreyc
abdest alıp namaz kıldıktan sonra çocuğun yanına vardı ve: "Ey çocuk,
baban kimdir?" dedi:' "Babam çobandır." dedi. Halk (hatasını
anladı) "İbadetgahını altından yapalım." dediler. O da: "Hayır,
sadece çamurdan yapınız." dedi. (üçüncü ise) İsrailoğullanndan bir kadın
oğlunu emziriyordu. Bu sırada, parmakla gösterilen gösterişli birisi kadına
rastladı. Kadın: "Allah 'im oğlumu bunun gibi yap" dedi. Çocuk
annesinin memesini bırakıp süvariye döndü ve: "Allah'ım, beni onun gibi
yapma" dedi, emmek için annesinin memesine döndü. -Ebû Hureyre (r.a.), Hz,
Peygamber (s.a.v.)'in anlatırken parmaklarını emdiği sanki hâlâ gözümün
önündedir, dedi- Sonra köle bir kadına rastladı ve: "Allah'ım, oğlumu
bunun gibi yapma " dedi. Bu sefer de çocuk memesini bıraktı ve:
"Allah'ım, beni onun gibi yap" dedi. Kadın: "Niçin böyle
diyorsun?" dedi. Çocuk: "Süvari, zorbalardan bir zorbadır, kadın köle
ise kendisine yapmadığı halde "zina ettin, hırsızlık yaptın" diye
iftiraya uğrayan bir mazlumdur." dedi." [1751]
1720-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah, mahtukatı yarattı, bu
yaratmayı tamamladıktan sonra akrabalık rahim ayağa kalktı ve Rahman 'm
(azamet) ridasmın eteğine yapıştı. Bunun üzerine Allah: "Tamam,
istediğini söyle" buyurdu. Oda: "Bu, akrabalık bağının koparandan
Sana sığınanın duruşudur." dedi. Allah: "Sana ilgiyi sürdürenle Benim
de ilgiyi sürdürmem, ilgiyi kesenle ilgiyi kesmemden razı olmaz mısın?"
buyurdu. O da: "Evet, razı olurum Ey Rabb'im." dedi. Allah:
"İşte senin durumun budur." buyurdu" demiştir. Ebû Hureyre
(r.a.): "Eğer isterseniz: «Hakimiyeti ele geçirirseniz dönerseniz, hemen
yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık bağlarınızı bile kesip parçalayacaksınız
Öyle mi?» (Muhammedi 22) ayetini okuyunuz." demiştir. [1752]
1721-) Cübeyr b. Mut'im
(r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Akraba ile ilişkiyi kesen cennete
giremez."'diye buyururken işitmiştir.
(Cennete giremez
ifadesi birkaç yönden açıklanmıştır. Akraba ile ilişkiyi kabul etmeyip tümden
inkâr eden, İslâm'ın bir esasını inkâr ettiğinden küfre girer, dolayısıyla
cennete giremez veya akraba ile ilişkiyi kesen en azından günahkâr olduğundan
dolayı doğrudan cennete giremez yahut da akraba ile ilişkiyi kesen sorgusuz
cennete giren kimseler arasında olmaya hak kazanamaz şeklinde açıklanmıştır. Ancak
ilişkiyi kesmeyi gerektirecek bazı durumlar bunun dışındadır.) [1753]
1722-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Kim kendisine rızkının genişlemesini
veya ömrünün uzatılmasını isterse akrabasıyla ilişkiyisürdürsün, "diye
buyururken işittim." demiştir. [1754]
1723-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Birbirinize kızmayınız, birbirinize hasetlik
yapmayınız. Birbirinize arkanızı dönmeyiniz (küsmeyiniz.) Ey Allah'ın kullan
kardeş olunuz. Hiçbir Müslüman'a üç günden fazla kardeşine küsmesi helâl olmaz,
"buyurmuştur. [1755]
1724-) Ebû Eyyûb
el-Ensârî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimsenin kardeşine üç
geceden fazla küs durması helâl olmaz. Bu iki kişi karşılaşır, birisi yüzünü şu
tarafa öbürüsü bu tarafa döndürür ama bunların en iyisi selâma başlayıp
(küslüğe son verendir.)" buyurmuştur. [1756]
1725-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Zandan sakınınız. Çünkü zan sözün en
yalanıdır. Kulak hırsızlığı yapmayınız. Gizli mahrem konulan incelemeyiniz.
Almayacağınız malın fiyatını attırmayınız. Birbirinize hasetlik yapmayınız.
Birbirinize kızmayınız. Ey Allah'ın kullan kardeş olunuz, "buyurmuştur. [1757]
1726-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüliah (s.a.v.)'den daha fazla hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse
görmedim." demiştir. [1758]
1727-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Hastalığı sırasında Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelmiştim, kendisi
çok ızdırap çekiyordu: "Gerçekten çok ızdırap çekiyorsun, şüphesiz bu
senin için iki sevap olsa gerek?" dedim:
"Buet öyle,
hangi Müslümana bir eziyet gelse, ağacm yapraklarının döküldüğü gibi, Allah
onun hata ve günahlarını döker, siler, "buyurdu." demiştir. [1759]
1728-) Esved'den. Şöyle
demiştir: "Âişe, Mina'da iken Kureyş'ten bir takım gençler gülüşerek onun
yanına girdi: "Niye böyle gülersiniz" dedi. Onlar da: "Falanca,
çadır ipinin üzerine düştü, az kalsın gözü veya boynu gidiyordu,"
dediler. Âlşe de: "Gülüşmeyin! Şüphesiz ki ben, Rasûlüllah (s,a.v,)'i:
"H&ngi bir Müsiümana bir diken vsya daha büyüğü batarsa, tunun
sebebiyle ona bir derece yazılır, bir hatası silinir''diye buyururken
işittim" dedi." [1760]
1729-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) ile Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Müslüman bir
kimseye, bir diken batmasına varıncaya kadar zorlulç, hastalık, üzüntü, keder,
eziyet ve tasadan bir şey başına gelirse, bunlardan dolayı Allah onun
günahlarından bir kısmını örtüp siler, "buyurmuştur. [1761]
1730-) Atâ b. Ebî Rebah
anlatır: "İbni Abbâs (r,a.): "Sana cennetliklerden bir kadın
göstereyim mi?" dedi: 'Tabi, göster" dedim: "Şu siyah kadın var
ya kendisi, Hz, Peygamber (s.a.v.)'e geidi ve: "Beni sara nöbeti tutuyor
da örtümden açılıyorum, bu nedenle benim için Allah'a dua etseniz." dedi.
O da: "İstersen sabret, sana cennet nasip olsun, istersen sana şifa
vermesi için Allah'a dua edeyim." buyurdu. Kadın: "Sabrederim, ama
ben açılıyorum, bu nedenle açılmamam için Allah'a öua etseniz." dedi. O
da kadına dua etti." demiştir. [1762]
1731-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s;a.v.): "Zulüm, kıyamet gününde zulümler
olur (Allah'ın rahmetim gölgeleyen) birtakım karanlık gölgeler olur.
"buyurmuştur.
(Bu hadisten,
dünyada işlenen haksızlıkların âhirette katlanarak karşımıza gka-cağını,
Allah'ın rahmetinden mahrum kalmaya neden olacağını öğreniyoruz.) [1763]
1732-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Müslüman Müsİümanın kardeşidir, ona
haksızlık etmez, onu haksızlığa da bırakmaz. Kim kardeşinin bir ihtiyacında
bulunursa Allah da onun ihtiyacında bulunur. Kim Müslumam bir üzüntü ve sıkıntıdan
kurtarırsa Allah da onu kıyamet gününün üzüntü ve sıkıntılarından bir üzüntü
ve sıkıntıdan kurtanr. Kim Müslumam örterse Allah da onu kıyamet günü örter,
"buyurmuştur. [1764]
1733-) Ebû Mûsâ ei-Eş'art
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüphesiz Allah zalime / haksızlık
yapana süre verir, sonunda onu yakaladı mı kaçmasına fırsat vermez."
buyurdu, sonra «...Rabb'in ihaksizhk eden / zalim olan memleketleri yakaladığı
zaman,, işte böyle yapar. Şüphesiz Onun yakalaması çok acı ve çok şiddetlidir.»
(Hûd: 102) ayetini okudu." demiştir. [1765]
1734-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile biriikte gazaya çıkmıştık. Bu
gazaya Muhacirlerden pek çok kimse Peygamber (s.a.v.)'iri yanına koşmuş hatta
çoğunluk oluşturmuşlardı. Bu arada Muhacirlerden şakacı bir kimse vardt,
Ensardan birisinin arkasma ayağıyla vurdu / eiiyle vurdu. Bu nedenle Ensardan
olan çok öfkelendi (aralarında şiddetli tartışmalar geçti;) sonunda
birbirlerine karşi yardım için kabilelerini çağırmışlardı, Ensardan olan:
"Ey Ensar yetişin!" dedi. Muhacirden olan da: "Ey Muhacirler
yetişin!'" dedi. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.v.) yanlarına çıktı ve;
"Cahiliye devri halkının çağrısı ile birbirinizi çağırma da nedir? Size
ne oluyor?" dedi. Muhacirden olan kimsenin Ensardan olana vurduğu
kendisine bildirildi. Bunun üzerine Hz, Peygamber (s.a.v.): "Böyle
vurmaları bırakın, çünkü bu çirkin bir şeydir"buyurdu. (Münafıkların başı)
Abdullah b. Übey b. Selûl: "Demek bize karşı birbirlerini çağırdılar. Medine'ye
dönersek, güçlü olan güçsüz olanı kesinlikle oradan çıkaracaktır." dedi.
Bu nedenle Ömer (r.a.) Abdullah b. Übey hakkında: "Ey Allah'ın Rasûlü, şu
pis herifi oldürsek" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Hayır, insanlar Mu-hammedashabım öldürdü, "buyurdu. [1766]
1735-) Ebû Mûsâ
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) parmaklarını birbirine geçirdi; "Mü'min
mü'mine karşı, birbirini bağlayan bir yapı gibidir." buyurdu.
(Hz. Peygamber
(s.a.v.) parmaklarını birbirine geçirmesi, müminlerin birbirlerine
bağlılıklarının ne şekilde olduğunu göstermek içindir.) [1767]
1736-) Numan b. Beşîr
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.): "Birbirlerine merhamet, şefkat ve sevgi
konusunuda mü'minlen bir vücut gibi görürsün. Vücudun bir organı rahatsız
dursa, diğer organlar uyumadan, hararetle birbirlerini ona çağırırlar."
buyurdu." demiştir. [1768]
1737-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Bir adam, Rasûiüllah (s.a.v.)'in yanma girmek için izin
istedi. 0 da; "Kavmin ne kötü bir evladıdır veya ne kötü adamıdır. Ona
izin verin gelsin" buyurdu. Adam, yanına girdiğinde ise ona karşı yumuşak
sözler kullandı. Ben: "Ey Allah'ın Rasûlü, adam hakkında biraz önce söylediğini
söyledin sonra da ona karşı yumuşak sözler kullandın?" dedim: "Ey
Âişe, v kıyamet günü Allah katında mertebe olarak insanların en kötüsü/ çirkin
davranışından çekindiklerinden dolayı halkın terk ettiğikimsedir,
"buyurdu"
(Kadı îyaz'ın
verdiği bilgiye göre hadisimizde sözü edilen kimse, Uyeyne b. Hısn'dır. Kendisi
Müslüman olduğunu söylemişse de gerçekte Müslüman değilmiş. Nitekim, Hz. Ebû
Bekir döneminde dinden dönenlerle birlikte İslâm'ı terk etmiş daha sonra,
dinden dönenler araanda esir alınarak Hz. Ebû Bekir'e getirilmiştir. (Nevevi, m
360)
Hz. Peygamber
(s.a.v.), bu adamın iyi bir kimse olmadığını belirtmek için durumunu
açıklamıştır. Ancak.belki imana gelir diye de yüzüne karşı yumuşak sözler
kullanmaktan da geri durmamıştır.
Hadisimizden, durumları
bilinmesi için kötü kimselerin kötülüklerinin, gıyabında anlatılmasında bir
sakınca olmayacağını ve bunun gıybet olmadığını çıkarabileceğimiz gibi,
şerrinden emin olmak için kötü kimselerin yüzüne karşı yumuşak ifadeler
kullanılabileceğini de çıkarabiliriz.) [1769]
1738-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Kendisi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Allah 'im, herhangi bir mü
'mine ağır bir söz söylediysem bunu kıyamet günü kendisi için, sana yakınlık
vesilesi kıl. "diye buyururken işitmiştir. [1770]
1739-) Ümmü Gülsüm b.
Ukbe (r.a.), Rasûiüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işitmiştir: "İyilik
kasdıyla bir sözü birisine isnad edip veya iyilik kasdiyle bir söz söyleyip de
insanların arasını düzelten kimse yalancı değildir."
(Bir sözü birisine
isnad etmek, iki kişinin arasını düzeltmek amacıyla belki de söylemediği bir
sözü söyledi diyerek dargın olduğu kimsenin gönfünü kazanıp kalbini ısındırmak
için yalan söylemek veya iyi yönde söylediği küçük bir sözü ilaveler yaparak
iyi yönde büyütüp abartarak söylemek şeklinde yorumlanmıştır.
Yalan en büyük
günahlardandır. Ancak üç konuda yalana izin verilmiştir.
1-) Savaşta düşmana
karşı,
2-) İki kişinin
arasını bulmak için,
3-) Eşlerin birbirlerinin
gönlünü kazanmaları için. Bu konuda Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Yalan ancak üç konuda helâl olur. Savaşta, insanların arasını düzeltmede,
erkeğin (gönlünü almak için) hanımına yaptığı konuşması ile hanımın (beyinin
gönlünüalmak için) yaptiğl konuşmasında"Müslim, Birr: 101, Tirmizî, Birr:
26) [1771]
1740-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v,): "Şüphesiz doğruluk iyiliğe götürür,
iyilik de cennete götürür. Şüphesiz bir kimse doğru hareket eder sonunda sıddîk
(=çok doğru) zümresinde olur. Şüphesiz yalan kötülüğe götürür, kötülük de
cehenneme götürür. Şüphesiz bir kimse yalanla hareket eder, sonunda Allah
katında kezzâb (=çokyalancı) olarak yazılır, "buyurmuştur. [1772]
1741-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.); "Gerçek kuvvetli, rakiplerini yere seren
değildir. Gerçek kuvvetli, öfke sırasında kendisine hakim olandır."
buyurmuştur. [1773]
1742-) Süleyman b, Surad
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında oturuyordum, bu sırada iki
kişi birbirine hakaret edip kötü söz söyledi, Öfkesinden birisinin yüzü kızarıp
damarları kabardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben bir kelime
biliyorum ki şayet bu kimse onu söylerse duymuş olduğu öfke çekip gider. Eğer:
"Eûzübillâhimineşşeytânirracîm" derse duymuş olduğu öfke kendisinden
çekip gider." buyurdu. Oradakiler hemen kendisine: "Hz. Peygamber
(s.a.v.) "Eûzübillâhimineşşeytânirracîm" demeni söyledi"
dediler. O da: "Ne yani, bende delilik mi vardır?" dedi."
demiştir.
(Bu kimsenin cahil
bir bedevî olması veya münafık, olmasından dolayı. Rasûlüllah (s.a.v.)'in
ikazını kabul etmediği söylenmiştir.) [1774]
1743-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz dövüştüğünde yüze
vurmaktan sakınsın? buyurmuştur. [1775]
1744-) Câbir b. Abdullah
(r.a.) anlatır: Bir adam mescide uğramıştı, yanında oklar vardı. Rasûîüîiah
(s.a,v.): "Okların uçlarına sahip ol" buyurdu. [1776]
1745-) Ebû Mûsâ
(r.a.)'dan. Rasûlüflah (s.a.v.): "Biriniz elinde oklarla bir meclise veya
çarşıya uğrarsa okların uçlarına sahip olsun, okların uçlarına sahip olsun,
okların uçlarına sahip olsun "buyurmuştur.
Ebû Mûsâ (r.a.):
"Afİah'a yemin olsun ki bir birimizin yüzüne okları doğrultmadan dünyadan
göçmedik." demiştir.
(Ebû Mûsâ (r.a.) bu
sözüyle, din kardeşlerimize rahatsızlık verir endişesiyle böyle önlemler
almamız emredilirken, değil okları sahip olma bir birimize çevirdik bile
diyerek,. Müslümanların bir bifieriyle çarpıştıkları İslam'ın ilk yıllarındaki
Ceme) ve Sıffin savaşlarına gönderme yapmıştır.) [1777]
1746-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden biriniz kardeşine silahım
doğrultmasın. Çünkü hiç bilemez belki şeytan eline hız verir de (kardeşin-
oldurur) böylece cehennem çukuruna düşer, "buyurmuştur. [1778]
1747-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Rasûlüilah (s.a.v.): "Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir
diken dalı buldu ve bunu alıp yoldan dışan çekti. Allah onun bu davranışını
kabul buyurdu ve günahını bağışladı, "buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
ise "Yol ortasında insanlara eziyet veren bir ağacı kestiğinden dolayı
cennette gezip dolaşan bir kimse gördüm "ifadesi vardır. [1779]
1748-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bir kadın kedi
yüzünden azaba uğramıştır. Kediyi, ölene kadar hapsetmişti bu yüzden cehennem
girdi. Onu hapsettiğinde nedoyurmuş ne de su vermiş ne de yerin haşerelerinden
yemesi için salıverdi." [1780]
1749-) Hz. Aişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cebrail o derece sürekli komşuyu tavsiye etti ki,
komşunun komşuya mirasçı olacağını zannettim, "buyurmuştur. [1781]
1750-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüliah (s.a.v.): "Cebrail o derece sürekli komşuyu tavsiye
etti ki, komşunun komşuya mirasçı olacağını zannettim, "buyurmuştur.
(Komşuyu tavsiye
etmek, komşuluk hukukuna dikkat etmek, demektir.) [1782]
1751-) Ebû Mûsâ (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.), kendisine bir şey isteyen geldiğinde yanında
oturanlara yönelir ve: "Yardımcı oluverin ki ecir ve sevap alasınız. Allah
Peygamberinin dilinde istediğini hükmeder, "buyururdu." demiştir. [1783]
1752-) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Salih bir kimseyle oturmak ile kötü
bir kimseyle oturmak; misk taşıyan ile körük üfleyene benzer. Misk taşıyan ya
sana miskten bir parça verir ya da sen ondan bir parça satın alırsın. Körük üfleyen
ise bu üfürme ile ya senin elbiseni yakar ya da ondan pis kokular duyarsın,
"buyurmuştur. [1784]
1753-) Hz. Aişe (r.a.):
"Yanıma iki kız çocuğu ile bir kadın girmişti, bir şeyler İstiyordu ama
yanımda sadece bir tek hurmadan başka bir şey bulamadı, ben onu kendisine
verdim. O da yemeyip iki kızına bölüştürdü, sonra kalkıp çıktı. Arkasından Hz.
Peygamber (s.a.v.) yanımıza girdi, kendisine durumu anlattım. O da: "Kim
şu kız çocukları yüzünden bir şeyle denenip sıkıntıya uğrarsa o kızlar
kendisiiçin cehenneme karşı perde olur. "buyurdu," demiştir,
(Kız çocuklarının
utanç vesilesi olarak görüldüğü ve kız çocuğu dünyaya geldiğinde utancından
gizlenecek bir yer arandığı bir toplumda İslâm'ın getirdiği bu anlayış son derece
dikkat çekicidir. Buna göre kız çocukları utanç vesilesi değil cehennemden
kurtulma vesilesidir.) [1785]
1754-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Müslüman-fardan bir kimsenin çocuğundan
üç tanesi ölürse, cehennem ateşi bu kimseye sadece yemin yerine gelecek kadar
dokunur, "buyurmuştur.
("Yemini
yerine getirecek kadar" ifadesi hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır.
Kanaatimce bunların en uygunu; eğer bu kimse cehennemlik ise cehenneme sadece
yemin yerine gelsin diye şöyle bir uğratılıp geri çıkarılacağını belirten
yorumdur. Tıpkı bir kimseyi döveceğine yemin eden birinin yeminini yerine
getirirken bu kimseyi adam akıllı dövmeyip yemin yerine gelsin diye şöyle bir
dokunması gibi.) [1786]
1755-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.) anlatır: "Bir keresinde kadınlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Ey
Allah'ın Rasûlü erkekler bize galib geldiler, bize de uygun gördüğün bir gün
tespit etsen" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onfarla buluşabileceği
bir gün belirledi. Öğüt verdi, emretti, "Sizden çocuğunun üç tanesini
kaybede ı her kadın için bunlar, cehennemden kendisine bir perde olur."
sözü de kadınlara söylediği şeyler arasındaydı, bir kadın kalkarak: "Ya
iki tane ?" dedi. O da: "buyurdu. [1787]
1756-) Ebû Hureyre
(r.a.)'nm rivayetinde ise "Buiuğ çağına ermemiş çocuğu" şeklindedir. [1788]
1757-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah bir kulu sevdiğinde
Cebrail'e: "Şüphesiz Allah falan kulu sevmektedir, bu nedenle sen de onu
sev" diye seslenir. Cebrail de onu sever ve sema ehline: "Şüphesiz
Allah falan kulu sevmektedir, bu nedenle siz de onu seviniz." diye
seslenir. Sema ehli de onu sever. Sonra bu kimsenin yeryüzüne sevgi ve kabulü
konulur, "buyurmuştur.
(Bir kimsenin,
Allah'ın sevdiği kul olmasının yolu Kur"ân ve Hadislerde çok çeşitli
şekillerde anlatılmıştır. Allah'ı sevmek, Peygamber'e tâbi olmaktan geçer (âh
İmrân: 3i), Allah iyi kimseleri (muhsinleri) sever (Bakara; 195), Tevbe
edenleri, temizlenenleri sever (Bakara: 222), Doğrulan sever (Mümtehine: 8),
Kendi uğrunda savaşanları sever (Saf: 4), Zalimleri sevmez (âh imrân: 32),
Kâfirleri sevmez (âh imrân: 57), Kibirlileri övünenleri sevmez (Nisa: 36),
Günahkârları sevmez (Nisa: 107) v.b.) [1789]
1758-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kıyameti sordu ve: "Kıyamet
ne zamandır?" dedi: "Kıyamet için ne hazırladın?" buyurdu:
"Allah ve Rasûlü'nü sevmemden başka hiçbir şey" dedi. Bunun üzerine:
"Sen, sevdiklerinle berabersin"buyurdu.
Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Sen, sevdiklerinle bera-ber$in"sÖzü
için sevindiğimiz kadar hiçbir şeye sevinmedik" demiştir.
Enes (r.a.)
devamla: "Ben, Hz. Peygamber (s.a.v.)'l, Ebû Bekir'i ve Ömer'i seviyorum,
her ne kadar onların çalışmaları kadar çalışamasam bile, onlara olan sevgim
nedeniyle onlaria birlikte olmamı ümit ediyorum." demiştir. [1790]
1759-) Diğer bir rivayet
ise şöyledir "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet için ne
hazırladın?" buyurdu. Adam boynu bükük bir eda ile sustu sonra: "Ey
Allah'ın Rasülü, kıyamet İçin öyle çokça ne namaz ne oruç ne de sadaka hazırladım.
Ama Allah ve Rasûlünü seviyorum" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sen,
sevdiklerinle berabersin "buy [1791]
1760-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'cian. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e bir kimse geldi ve:
"Ey Allah'ın Rasûlü, henüz kendilerine katılmadığı/ulaşmadığı bir toplumu
seven bir kimse hakkında ne buyurursun?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de:
"Kişisevdikleriyle beraberdir." buyurdu"[1792]
1761-) Ebû Musa
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: "Henüz
kendilerine katılmadığı/ulaşmadığı bir toplumu seven birkimse vardır?"
denildi. O da: "Kişisevdikleriyle beraberdir, "buyurdu"
(Kişi sevdiği ile
beraberdir, ifadesi iki şekilde anlaşılabilir: Birincisi, kişi dünyada iken
kimi seviyorsa âhirette de onunla beraber olacaktır. Bir önceki hadiste de görüleceği
gibi bu hüküm ayet ve hadisterdeki verüen bilgilerle teyit edilmektedir.
İkincisi ise, sosyopsikolojik bir olguya işaret etmekte ve kişilerin
sevdikleriyle beraber olmak isteyeceği belirtilmektedir. Nitekim bir hadiste
belirtildiği gibi (Müslim, bift ve-Sıia: 159) bir birini seven ruhlar anlaşır
beraber olur, sevmeyenler ayn dururlar. Bu durum insan davranışlarının bir
tespitini göstermektedir.) [1793]
1762-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. şöyle demiştir; "Rasûlüllah (s.a.v.) bize konuşma yaptı,
bilgiler verdi. -Kendisi doğru (sâdık) ve doğrulanmıştır, (mesdûk) - Şöyle
buyurdu: "Şüphesiz sizden bîrinizin anne karnındaki yaratılışı kırk günde
derlenip toplanır. Sonra bir o kadar (süre içerisinde) alaka olar. Sonra bir û
kadar (süre içerisinde) bir et parçası olur. Sonra da Allah bir melek gönderir
ve dört kelimeyi (yazması) emroiunur. Ona: "Amelini, rızkını, ecelini,
şakı (günahkâr kimse) veya saîd (iyi kimse) olacağım " yaz denilir. Sonra
da içerisine ruh üflenir şüphesiz, sizden tir kimse çalışıp amel işler sonunda
kendisi ile cennet arasında bir kulaç kalır, ama yazısı gelip onu geçer, bu
sefer cehennemliklerin amelini işler. Yine sizden bir kimse çalışıp amel işler
sonunda kendisi ile cehennem arasında bir kulaç kalır ama yazı geliponu geçer,
bu sefer cennetliklerin amelini işler."
(Kader ve a!ın
yazısı konusunda "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarih" isimli
çalışmamızdaki 1355. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1794]
1763-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, rahim
için görevli bir melek atar. Melek: "EyRabb'im, nutfe oldu, Ey Rabb'im,
alaka oldu, Ey Rabb'im, bir çiğnem et oldu" der. Aliah onun yaratılmasına
hüküm verdiğinde Melek; "Ey Rabb'im, erkek mi, dişi mî?Şa/dmi, (günahkâr
kimse mi) saîd mi? (iyi kimse mi?) Rızkı ne kadar? Ömrü ne kadar?" der.
Böylece tüm şeyler annesinin karnında iken yazılır"[1795]
1764-) Hz. Ali (r.a.)
anlatır: "Gargad Ağacı arazisindeki (mezarlıkta) bir cenazede
bulunuyorduk. Hz. Peygamber (s.a.v.) bize geldi ve oturdu, biz de etrafına
oturduk, yanında bir değnek vardı başını yere eğdi, değneği ile yere vurmaya
başladı: "Sizin her birinizin, ruh verilmişher kimsenin cennet ve
cehennemdeki yeri kendisine mutlaka yazılmıştır. Şakı (günahkâr kimse) veya
saîd (iyi kimse) olacağı da mutlaka yazılmıştır."'buyurdu. Bu sırada bir
kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü, o zaman çalışmayı bırakıp Allah'ın yazdfği
yazgıya bağian-malt değil miyiz? Çünkü bizden kim saadet ehlinden ise saadet
ehlinin ameline yönelecek, kim de şakı ehlinden ise şakî ehlinin ameline yönelecektir,"
dedi. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ancakl İyilik ehline iyilik ameli
kolaylaştırılacak, günah ehline de günah ameli kolaylaştırılacaktır. * buyurdu
ve: «Fakat kim (itaati) verir de (guhahtan) sakınır, en güzel olanı doğru! arsa
biz de ona kolay olanı, kolaylaştırırız. Kim cimrilik eder (itaati vermez,
itaate) karşı kendini kayıtsız görür, en güzel olanı yalanlarsa biz de ona zor
olanı kolaylaştırırız.» (Leyi:) ayetini okudu," [1796]
1765-) İmrân b. Husayn
(r.a.): "Bir kimse: "Ey Allah'ın Rasûlü (şu anda) cehennemliklerden,
cennetlikler tanınıp ayırt edilir mi?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.);
"Evet tanınıp ayırt edilir." buyurdu. O da: "Öyleyse çalışanlar
niçin çalışıyorlar?" dedi; "Herkes kendisine yaratılan şey için veya
kendisine kolay/aştmlan şey için çalışır." buyurdu." demiştir. [1797]
1766-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir kimse -insanlara göründüğü şekilde-
cennetliklerin amelini işler halbuki o, cehennemliktir. Yine bir kimse
-insan/ara göründüğü şekilde- cehennemliklerin amelini işler halbuki o,
cennetliktir, "buyurmuştur. [1798]
1767-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v,), şöyle demiştir: "Âdem (a.s.) ile Musa
(a.s.)f Rabb'leıinin huzurunda tartıştılar, ama Âdem, Musa'ya galip geldi.
Musa, şöyle demişti: "Sen Âdem ki, Allah, seni eliyle yarattı, sana
ruhundan üfledi, melekleri sana secde ettirdi, seni cennetine yerleştirdi ama
sonra sen hatan nedeniyle insanları yer yüzüne indirdin " Bu söz üzerine
Âdem: "Sen
Musa ki, Allah,
seni mesajıyla, (risaletiyle,) konuşmasıyla seni seçkin kıldı, (Avâf: ı<H)
sana içerisinde her şeyin açıklamaları bulunan yazılı metinleri (levhaları)
verdi, (Arar: 145) seni fısıldaşan kimsenin yaklaşacağı kadar (yanma)
yaklaştırdı/ özel konuşmak için (yanma) yaklaştırdı. (Meryem: 19) Benim
yaratılmamdan kaç yıl önce Allah'ın Tevrat'/ yazdığını buldun?" dedi.
Musa: "Kırk yıl" dedi. Â-dem: "Orada, «Âdem Rabbine karşı geidi
de şaştı kaldı.» (jâhâ: 12i) âyetini de buldun mu?" dedi: "Evet"
dedi. O da: "Allah'ın, beni yaratmadan kırk yıl önce benim hakkımda yazmış
olduğu ameli işlemem nedeniyle şimdi beni mi kınıyorsun?" dedi. İşte böylece
Âdem Musa'ya galip
geldi."
(Rivayet ilminin
kurallarınca sahih yollardan gelmiş olan bu hadis hakkında, içeriğini tam
olarak anlayamadığımız hususlardan dolayı sükût ediyoruz) [1799]
1768-) İbnİ Abbâs (r.a.),
şöyle demiştir: "Büyük günahlara götüren küçük günahlara, Ebû Hureyre
(r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.Yden rivayet ettiği şu hadistekiler kadar en iyi
benzeyen bir şey görmedim. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah,
Âdemoğlunun zinadan olan hissesini yazmıştır. Artık bundan kaçış yoktur. Gözün
zinası bakmak, dilin zinası konuşmaktır. Nefis bunu arzu edip ister, ancak
cinsiyet organı bu arzuyu tamamen tasdik edip gerçek zinayı yapar veya
reddeder."
(Zina büyük
günahlardandır. Büyük günahlann alt kısmı olan küçük günahlar eğer terk
edilmezse büyük günahlara sebep olur. Bu organlar asıl zinaya götürücü öncü
fiillerdir. Küçük günahlann işlenerek büyük günahlara götürmesine en güzel
örnek bakmak, dokunmak, konuşmak gibi davranışlarla başlayıp büyük günah olan zinaya
gidilmenin anlatıldığı bu hadistir.) [1800]
1769-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Her doğan çocuk mutlaka (Allah'ın
kendisine verdiği, temiz) yaratılış (fıtrat) iizeıe do~ ğar, sonunda anne ve
babası onu Yahudi veya Hıristiyan ya da ateşe tapan yapar. Nasıl ki hayvandan
kusursuz ve organları tam bir yavru doğarsa... Hiç bu yavrunun burnu ya da
kulağı kesik, yaratılışı bozuk doğduğunu görür müsünüz?" buyurdu."
dedi. Sonra Ebû Hureyre (r.a.): «Yüzünü Allah'ın insanları yarattığı yaratılış
fıtratına döndür. Allah'ın yaratmasında asla birdeğişiklik bulamazsın. İşte
sağlam din de budur.» (Rûm: 30) ayetini okudu."
(Hadiste insanın
yaratılış fıtratı hayvanların yavrulaması ile anlatılmış ve nasıl ki, bir hayvan
organlan eksiksiz düzgün bir yavru doğurursa insan da öyle doğmuş sonra bu
fıtratı anne ve babası tarafından değiştirilip İslâm dışı bir dine
çevrilmiştir.) [1801]
1770-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'e, müşriklerin çocukları sorulmuş. 0 da:
"Allah, onların ne yapacaklarını en iyi bilendir, "buyurmuştur. [1802]
1771-) İbni Abbâs (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'e müşriklerin çocuk-iarı soruldu 0 da: "Allah
yarattığı zaman, onların ne yapacaklarım en iyibilendir, "buyurdu"
demiştir.
(Bu cevaptan üç
anlam çıkarılabilir:
1-) Allah en iyisini
bilir diyerek işi Allah'a havale ettiği,
2-) Bunları yaşasaydı
ne yapacaklarını Allah bilir ve ona göre hesaba çeker,
3-) Kâlu belâ
dediğimiz (Araf: 172) ilk yaratılışta tüm insanların Allah'ın Rab olduğunu
ikrar etmeleri ve bunların bu ikrarlarını bozmadan vefatları nedeniyle mü'min
çocukları gibi muamele göreceği) [1803]
1772-) Hz. Aîşe (r.a.)
anlatır: "Rasûiüllah (s.a.v.) şu ayeti okudu: «Sana Kitabı indiren Odur.
Onda bir kısım muhkem ayetler vardır ki bunlar Kitabın temelidir. Diğer bir
kısım da müteşabihlerdir (ihtimali manalar ifade eder) İşte kalplerinde eğrilik
o-laniar sırf fitne aramak ve onun yorumuna yeltenmek için Kitabın müteşabih
olanına uyarlar. Halbuki onun yorumunu Allah'tan başkası bilmez. İlimde yüksek
dereceye ulaşanlar ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabb'imizin kalındandır."
derler. Akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez» (âh imrân: 7) sonra da
Rasûiüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kur'ân'm müteşabih olanlarının peşine
düşenleri görürsen işte onlar Allah'ın bu ayetteisimlendirdiği kimselerdir ki
onlardan sakınıp kaçınınız."
(Muhkem: Anlam ve
İfadesi açık o!an, helâl ve haram bildiren ayetlerdir. Müteşabih İse: Birden
çok anlama gelebilen bu nedenle kesin bir anlama ulaşılamayan ayetlerdir. Yüce
Allah, kalplerinde hastalık olanlann böyle ayetlere yöneldiklerini bildirmektedir.
Çünkü onlar böyle ihtimali ayetlere yönelerek kendi menfaatlerine bir yol
ararlar.) [1804]
1773-) Cündüb b. Abdullah
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kur'ân % Kur'ân üzerinde gönülleriniz
birleştiği sürece okuyunuz. Eğer anlaşmazlığa düşerseniz ondan kalkınız."
buyurmuştur. [1805]
1774-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah'ın en sevmediği kimseler
kavgası (husumeti) amansız olanlardır / kaypak olanlardır, "buyurmuştur. [1806]
1775-) Ebû Said
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sizden öncekilerin yolunu karış
karış, kulaç kulaç, mutlaka takip edeceksiniz. Hatta keler deliğine girseler
bile siz de oraya gireceksiniz." buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, Yahudi
ve Hıristiyanlar mı,, diyorsun?" dedik: "Ya kim olacak?...
"buyurdu. [1807]
1776-) Enes b. Malik
(r.a.): "Rasûiüllah (s.a.v.): "İlmin kaldırılıp cehaletin
kökleşmesi, zinanın ortaya çıkması, şarabın içih mesi, kıyametin
belirtilerindendir. "buyurdu." demiştir. [1808]
1777-) Ebû Vâil'den.
Şöyle demiştir: "Abdullah b. Mes'ûd ve Ebû Musa ile birlikte oturuyordum.
Rasûiüllah (s.a.v.)'in: "Kıyametten önce öyle günler var ki, bu zamanda
ilim kaldırılır, cehalet i-ner, öldürmeler çoğalır"buyurduğunu
söylediler." [1809]
1778-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Zaman yaklaşır, ilim alınır, fitneler
ortaya çıkar, cimrilik yerleşir, "Here" çoğalır."buyurdu:
"Ey Allah'ın Rasûlü, Here nedir?" denildi:
"öldür-me"buyurdu. [1810]
1779-) Abdullah b. Amr b.
el-Âs (r.a,): "Rasûlüllah (s.a.v.Yi: "Allah mikullarından biranda
çekip çıkarmakla almaz, âlimlerin ruhunu alarak alır sonunda geriye bir tane
bile âlim bırakmaz, halk da birtakım cahilleri başkan edinir. Bunlara sorular
sorulur onlar da bilgisizce fetva verip hem kendileri saparlar hemde başkalarınısaptırırlar.''diye
buyururken işittim" demiştir,
(Hadiste sözü
edilen ilim, îslârnî ilimlerdir. Nitekim diğer ilimlerde geçmişe göre ilerleme
görüldüğü halde İslâmî ilimlerde gerileme görülmektedir.
Diğer tarttan şu hadiste
iimin alınması, o ilimle amel edenlerin bulunmaması olarak agklanmışür. Ziyâd
b, Lebîd (r.a.) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir takım şeyler
anlattı ve arkasından: "İşte bunlar ilmin gittiği zamanda
olur"buyurdu. Ben de: "Ey Allah'ın Rasûiü, biz Kur"ân'ı
okumaktayız, bunu evlatlanmıza da okutmaktayız evlatlarımız da kendi evlaüanna
okuturlar. Bu halde iken ilim nasıl gidebilir?" dedim: "Ey Ziyâd, Allah
hayrını versin, ben de seni Medine'nin en kavrayışlısı (fakihî) bilirdim. Yahudi
ve Hıristiyanlar içindekilerle amel etmeden Tevrat ve İndi'i okumuyorlar
mı?" buyurdu" (ibni Mâce, r-iten: 26) TirmizFnin rivayetinde
"Sak işte Yahudi ve Hıristiyanların yanında Tevrat ve İndi, onlara ne
fayda sağlıyor?"şeklinde cevap vermiştir. Buna göre ilim ortada olacak
ama onunla amel olmadığından yok sayılacaktır.
Hadisin devamında
Ubâde b. Samit (r.a.), ilimden ilk kaldırılacak olanın huşu olduğunu
bildirdikten sonra şöyle demiştir: "Büyük bir camiye gireceksin de
buradahuşu içinde bir kimse neredeyse göremeyeceksin" (Bu hadis başka
sahabeden de rivayet edllir, Tirmizî, İlim: 5, Dârimî: Mukaddime: 29) [1811]
1780-) Abdullah b. Amr
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim demiştir:
"Allah, ilmi kullarına verdikten sonra, onu bir anda çekip çıkarmakla
almaz ama ilimleriyle birlikte âlimlerin ruhunu alarak onlardan alır. Sonunda
geriye birtakım cahil insanlar kalır, bunlardan fetva istenilir onlar da
kafalarına göre fetva verirler de böylece hem kendileri saparlar hem de
başkalarını saptırırlar." [1812]
1781-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Allah
Teâlâ: "Ben, kulumun bana olan zan-nının yanındayım. Beni andığında
hatırladığında. Ben onun yanındayımdır. Beni içerisinde anarsa
hatırlarsa. Ben de onu içerimde anarım. Eğer Beni bir topluluk içerisinde
anarsa / hatırlarsa, Ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk içerisinde
anarım. Eğer Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir kol yaklaşırım. Eğer Bana
bir kol yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer Bana yürüyerek gelirse,
Ben ona koşarak gelirim." buyurmaktadır."
(Hadisin bu bölümde
getirilmesindeki maksat, Allah Teâlâ'nın durumundan malumat vermesidir. Hadiste
belirtilen "zikir" kelimesi, hem anma ve zikretme anlamına hem de
hatırlama, hatırda tutma, unutmama anlamlarına gelir. Yine hadiste i-fade
edilen "Allah'ın zikretmesi, İçerisinde zikretmesi, yaklaşması,
gelmesi" gbi şeyler mecazi anlamlar ifade eder.) [1813]
1782-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Allah'ın doksan dokuz, yüzden bir eksik
isimleri vardır, kim bunian sayarsa / kavrarsa cennete girer,
"buyurmuştur. [1814]
1783-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Biriniz dua ettiğinde duasını kararlı bir şekilde
istesin ve: "Allah'ım dilersen bana ver" demesin. Şu biline ki,
Allah 'a karşı zorlayıcı hiçbir şey yoktur." buyurmuştur. [1815]
1784-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Biriniz: "Allah'ım dilersen beni
bağışla, Allah'ım dilersen bana merhamet eyle." demesin. İsteğini karartı
bir şekilde istesin. Şu biline ki, Allah'a karşı zorlayıcı hiçbir şey yoktur,
"buyurmuştur." [1816]
1785-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Biriniz başına gelen bir zarar ve
musibetten dolayı sakın ölümü IsUP meşin. Eğer bunu mutlaka yapacaksa,
"Allah'ım, yaşamak benim için hayırlı ise beni yaşat, ölmek benim için
hayırlı ise beni öldür." desin." buyurmuştur. [1817]
1786-) Enes (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Ölümü temenni etmeyiniz" diye
buyururken işitmemiş olsaydım, ölümü temenni e-derdim" demiştir. [1818]
1787-) Kays b. Ebi
Hazım'dan. Şöyle demiştir: "Habbâb (r.a.)'ın yanına girmiştik. Kendisi
rahatsızlığı nedeniyle karnından yedi defa dağlanmıştı ve: "Eğer, Hz.
Peygamber (s.a.v.) ölmek için dua etmeyi ya sakla masaydı ölmemiçin dua
ederdim." demişti"[1819]
1788-) Ubâde b. es-Sâmit
(r.a.)'dan. Allah'ın Peygamberi şöyle buyurmuştur: "Kim, Allah ile
karşılaşmayı isterse, Allah da onunla karşılaşmayı ister. Kim, Allah ile
karşılaşmayı istemez hoş lanmaz, ise Allah da onunla karşılaşmayı istemez,
haşlanmaz. [1820]
1789-) Ubâde b. es-Sâmit
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v,): "Kim, Alîah ile karşılaşmayı isterse,
Allah da onunla karşılaşmayı ister. Kim, Allah ile karşılaşmayı istemez
hoşlanmaz, ise Allah da onunla karşılaşmayı istemez, hoşlanmaz,
"buyurmuştur.
Hz, Aişe veya Hz.
Peygamber (s.a.v,)'in hanımlarından birisi: "Biz ölümü hoş
karşılamıyoruz?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ama durum görüldüğü
gibi değildin Mü'm in bir kimse öleceği sırada Allah'ın rızası ve ikramıyla
müjdelenin Artık kendisine önündeki gördüğü şeyden daha sevimli hiçbir şey
yoktun Allah ile karşılaşmayı ister Allah da onunla karşılaşmayı isten Kâfir
bir kimse ise öleceği sırada, Allah'ın azab ve cezasıyla müjdelenin Artık kendisine
önündeki gördüğü şeyden kötü gelen bir şey yoktun Allah ile karşılaşmayı
istemez hoşlanmaz Allah da onunla karşılaşmayı istemez hoşlanmaz,
"buyurdu. [1821]
1790-) Ebû Musa
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim, Allah ile karşılaşmayı isterse,
Allah da onunla karşılaşmayı ister. Kim, Allah ile karşılaşmayı istemez
hoşlanmaz, ise Allah da onunla karşılaşmayı istemez, hoşlanmaz,
"buyurmuştur. [1822]
1791-) Enes (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Rabb'inden şöyle rivayet etmiştir: "Eğer kulum
Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir koî yaklaşırım. Eğer Bana bir kol
yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer Bana yürüyerek gelirse, Ben ona
koşarak gelirim." [1823]
1792-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz zikir ehlini
araştırmak için yollarda dolaşan, Allah m birtakım Melekleri vardır. Allah'ı
zikreden hatırda tutan bir topluluk bulduklarında birbirlerine:
"Aradığınıza gelin!" diyerek seslenirler. Bunun üzerine gelip
kanatlarıyla yakın semaya kadar onları kuşatırlar. Rableri onlardan daha iyi
bildiği halde onlara: "Kullarım ne söylüyorlar?" buyurarak soran
Onlar: "Seni teşbih ediyorlar, tekbir getiriyorlar, Sana hamdedip Seni
yüceltiyorlar." derler, Allah: "Beni gördüler mi?" buyurur, onlar:
"Hayır, vallahi Seni görmediler." derler. Allah: "Beni görselerdi
nasıl olurlardı?" buyurur. Onlar: "Eğer, Seni görselerdi daha çok
kulluk eder, daha çok yüceltirler, daha çok teşbih ederlerdi." dediler.
Allah: "Benden ne istiyorlar?" buyurur. Melekler: "Senden
cenneti istiyorlar." derler, Allah: "Cennetigördüler
mi?"buyurun Onlar: "Hayır, vallahi cenneti görmediler." derlen
Allah: "Ya cenneti görselerdi nasıl olurlardı?" buyurur. Onlar:
"Eğer cenneti görselerdi daha çok istekli olurlardı, daha çok hevesli olur
rağbetleri daha büyük olurdu." derler. Allah: "Hangi şeyden dolayı
sığınırlar?" buyurur. Onlar: "Cehennemden," derler. Allah:
"Cehennemigördüler mi?" buyurun Onlar: "Hayır, vallahi cehennemi
görmediler." derler. Allah: "Ya cehennemi görselerdi nasıl
oiuriardı?" buyurur. Onlar: "Eğer cehennemi görselerdi cehennemden
daha çok kaçınır, daha çok korkarlardı." derler. Allah: "Benim,
onları bağışladığıma sizi şahit tutuyorum." buyurur. Bu sırada meleklerden
bir melek: "İçlerindeki falan kimse onlardan değildir, sadece bir haceti
için oraya gelmişti," der. Allah: "Onlar öyle bir topluluktur ki kendileriyle
birlikte oturup düşüp kalkan kimse de şaki {isyankar günahkâr) olmaz."
buyurur." demiştir. [1824]
1793-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyie demiştir: "Hz, Peygamber (s.a.v.)'în en çok yaptığı dua "Ey
Allah'ım, Rabh'imiz, bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver, bizi
cehennem azabından koru"
(Bakara: 20i) duası
İdi"[1825]
1794-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Rasûlüllah (s.a.v.): "Kim, bir günde yüz defa: "Lâ ilahe
illailâhü vahdehû Lâ şerike lehü, lehü'l-Mülkü ve lehü'f-Hamdü ve hüve ala
külli şey'in kadir (=Tek olan Allah'tan başka İlah yoktur, Onun ortağı yoktur,
mülk / hakimiyet Onundur, övgü Onadır. Onun her şeye gücü yeter.) derse
kendisine on köle (azat etmeya) eşdeğer sevap verilir, yüz hasene yazılır, yüz
günahı silinir. O gün akşama kadar Şeytana karşı kendisine koruma olur. Hiçbir
kimse bu kişinin yaptığından daha değerli bir şey yapamaz, ancak (bunu) bu
kişiden daha çok yapan dışmda. "buyurmuştur. [1826]
1795-) Ebû Hureyre
(r.a.ydan. Rasûİüllah (s.a.v.): "Kim, bir günde yüz defa
"Sübhanellahi ve bi hamdihî" derse günahları deniz köpüğü kadar olsa
bile silinin "buyurmuştur. [1827]
1796-) Ebû Eyyûb
el-Ensârî (r.a.) ile Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) yukarıdaki hadis hakkında Hz.
Peygamber (s.a.v.)'den naklederek: "Kim on defa söylerse İsmail neslinden
on köle azat eden bir kimse gibi olun "demişlerdir. [1828]
1797-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sübhanellahi ve bi Hamdihi,
Sübhânellâhi'lazîm: Rahman 'a sevimli, dile kolay, mizanda ağır gelen
ikikelimedir, "buyurdu." demiştir. [1829]
1798-) Ebû Mûsâ el-Eşari
(r.a.) anlatr: "Rasülüliah (s.a.v.) Hayber gazvesine çıktığında ordu
vadinin üzerine çıktı "Allahü Ekber, Allahü Ekber, Lâ Üâhe illallah
(=Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Allah'tan başka i-lah yoktur)"
diye seslerini yükselterek tekbir getirdiler. Bunun üzerine Rasûlüüah (s.a.v.):
"Canınıza acıyın! Çünkü siz ne sağır birisine ne de burada olmayana
sesleniyorsunuz. Şüphesiz sız çok iyi işiten, size çok yakın olana
sesleniyorsunuz, O sizinle beraberdir." buyurdu. Ben, Rasûİüllah
(s.a.v.)'in bineğinin arkasında bulunuyordum: "Lâ havle velâ kuvvete illâ
biliah" derken beni duydu ve bana: "EyAbdullah b. Kays"Ğeö;\.
Ben de: "Buyur, emret Ey Allah'ın Rasûlü" dedim: "Sana cennet
hazinelerinden bir hazine olan kelimeyi göstereyim mi?" buyurdu;
"Evet göster Ey Allah'ın Rasûlü, annem babam sana feda olsun" dedim:
"Lâ havle velâ kuvvete illâ biliah (=A!iah'tan başka kuvvet ve engel
yoktur)" buyurdu. [1830]
1799-) Ebû Bekir (r.a.),
Rasûİüllah (s.a.v.)'e: "Bana, namazımda okuyacağım bir dua öğret?"
demiş, o da: "Allahümme inniza/emtü nefsi zulmen kesîran velâ
yağüruz-Zunübe illâ ente. Fağfirli mağfiraten min mdike ver'hamni inneke
ente'l-Ğafûru'r-Rahîm
(=Allah'ım, kendime
çok zulmettim (günah işledim) ama günahtan da Senden başkası bağışlamaz.
Katından mağfiretle beni bağışla, bana acı, şüphesiz Sen çok bağışlayan ve
acıyansın)" buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
"Bana, namazımda ve evimde okuyacağım bir dua öğret" demiştir[1831].
1800-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle dua ederdi: "Allahümme inni
eûzübike mine'l-Keseli ve'l-Herami ve'i-Meşemi ve'l-Mağrami ve min
fitneti'İ-Kabri ve azâbi'i-Kabıf vemin fitneti'n-Nâri ve azâbi'n-Nâıi ve min
şeni fitneti'I-Ğınâ ve eûzübike min fitneti'l-Fakri ve eûzübike min
fitneti'I-Mesîhi'd-Ûeccâü. Aliahûmmeğsii annî hatâyâye bi mâis's-Seld
ve'i-Berdi ve nakkı Kalbî mine'l-Hatâyâ kemâ nakkayte's-Sevbe'l-Ebyazı
mined-Oenesi ve Bâİd beyni ve beyne Hatâyâye kemâ bâadte beyne'l-Meşıiki
ve'l-Mağribi{=Allah'ım, ben; tenbellikten, ihtiyarlıktan, günaha dalmaktan,
borca düşmekten, kabir imtihanından, kabir azabından, cehennem imtihanından,
cehennem azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden Sana sığınının. Fakirlik
fitnesinden Sana sığınınm. Mesih Deccâl fitnesinden Sana sığınınm. Allah'ım,
günahlanmı (hatalanmı) kar ve dolu suyu iie yıka. Beyaz elbiseyi kirden
arındırdığın gibi kalbimi de günahlardan (hatalardan) arındır. Benimle
günahlarımın (haîalanmın) arasını, doğuyla batının arasını uzaklaştırdığın gibi
uzaklaştır.)" [1832]
1801-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle dua e-derdi: "Eûzü bike mine'l-Buhli
ve'hKeseii ve erzeli'l-Umuri ve azâbi'l-Kabri ve fitneti'i-Deccâii ve
fitnetl'hMehyâ ve'l-Memât
(Cimrilikten,
tembellikten, en aşağı Ömürden/ düşkünlükten/ bunaklıktan, kabir azabından,
Deccâl fitnesinden, hayat ve Ölüm fitnesinden Sana sığınırım." [1833]
1802-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), baş edilemeyecek beladan, kahredici
zorlukların başa gelmesinden, kötü bir hüküm verilmesinden, düşmanların
sevinmesinden Allah'a sığınırdı." demiştir. Hadisi rivayet eden Süfyân b.
Uyeyne: "Aslında hadiste üç şeyden sığındığı bildiriliyordu, ben bir tane
daha ilave ettim, ancak bu ilavenin hangisi olduğunu bilemiyorum."
demiştir. [1834]
1803-) Berâ b. Âzib
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yatağına geldiğinde namaz abdesti
al, sonra da sağ yanına yat ve "Allahümme Eslemtü Vechî ileyke/ ve
fevvaztü Emrî ileyke ve Elce'tü Zahri ileyke rağbeten ve rahbeten ileyke lâ
melese ve lâ mencâ minke illâ ileyke. Allahümme Âmentü bi kitâbikellezi
Enzelte ve bi
Nebiyyikeliezî Erselte (=Aliah'ım, Seni İsteyerek ve Senden korkarak yüzümü
Sana teslim ettim, işimi Sana bıraktım, sırtımı Sana sığındırdım, Senin
dışında ne bir sığınak ne de bir kurtuluş vardır. Allah'ım Senin indirdiğin
kitabına ve gönderdiğin peygamberine iman ettim)" de. Eğer bu gece ölürsen
yaratıldığın şey üzerine (islâm üzerine) ölürsün. Bu sözleri en son konuşacağın
şey yap " buyurdu. Ben bu duayı Hz. Peygamber (s.a.v.)'e tekrarladım
"Allahümme Âmentü bi kitabikellezî Enzeite" kısmına gelince "ve
Rasûlike..." dedim:
"Hayır! ve
Nebiyyikellezl Erselte" buyurdu." demiştir.
("Nebiyyike"
yerine bir benzer anlamdaki "Rasûlike" ifadesinin kullanılmasında Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in uyanda bulunmasından, zikir ve dualarda belirtilen
şekillere bağlı kalınması gerektiği anlamı çkanldığı gibi hadis rivayetinde
lafızlara bağlı kalınması gerektiği hükmü de çıkarılmıştır) [1835]
1804-) Ebû Hureyre
(r.a,): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Biriniz yatağına girdiğinde
elbisesinin içiyle yatağını silksin, çünkü (yatağından kalktığında) geriye ne
bıraktığını bilemez. Sonra: "Bismike Rabbi vaza'tü cenbî ve bike erfeu'.
İn emsekte nefsi ferhatnhâ, ve in eıseltehâ fefhazhâ bimâ tehfezu bibi
i'bâdeke's-Sâlihin. (=Ey Rabb'im yan tarafımı Senin adınla kor ve Senin adınla
kaldırırım. Eğer canımı tutup alırsan ona merhamet eyle. Eğer onu bırakırsan
salih kullannı koruduğun gibi onu da koru.)" desin, "buyurdu."
demiştir.
1805-) İbni Abbâs
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle dua ederdi: "Eûzü
biİ'zzetikeileziLâ ilhahe illa EntellezîLâ yemûtü ve'i-Cinnu ve'i-İnsu yemûtûne
(= Allah'ım Senin izzetine, gücüne sığınırım ki, Sen kendisinden başka ilah
olmayansın, hiç ölmeyensin,
halbuki Cinler ve
İnsanlar (yani görünen ve görünmeyen her şey) Ölür)" [1836]
1806-) Ebû Musa el-Eş'arî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle dua ederdi: "Allahümmeğfirii
hatfetf ve cehlî ve isrâfî fi emri vemâ ente a 'lemü bihî minnî Allahümmeğfirli
ciddi ve hezlî ve hatat ve amdî ve küllü zelike indi. Allahümmeğfîrlî mâ kaddemtü
vemâ ehhartü vemâ esrartü vemâ a'lentü vemâ ente a'lemü bihi mini
Ente'l-Mukaddimü ve
Ente'l-Muahhiru ve Ente ata külli şeyin kaflfö(=Allah'ım, işlerimde;
hatalarımı, bilgisizliğimi, israfımı ve benden da'Ha iyi bildiğin tüm
günahlarımı bağışla. Allah'ım, şaka olarak yaptığımı, ciddi olarak yaptığımı,
hatamı, bilerek kasıtlı yapüklanmı bağışla, bunların hepsi bende vardır, itiraf
ediyorum. Allah'ım, önceden yaptıklarımı, sonraya bıraktıklarımı, gizli
yaptıklarım, açıkça yaptıklarımı ve benden daha iyi bildiklerini bağışla. Sen
öne getirensin ve Sen geriye de getirensin. Senin her şeye gücün yeter.)"
diye dua ederdi. [1837]
1807-) Ebû Hureyre (r.a.)
Rasûiüllah (s.a.v.) zaman zaman: "Lâ ilahe illallâhu vahdehü eazze
cündehü, ve nasara abdehü ve galebe 7-Ahzâbe vahdehü felâ şeye badehu (=Tek
olan Allah'tan başka ilah yoktur. Allah ordusunu güçlü kıldı. Kuluna yardım
etti. Tek başına birleşik ordulara galip geldi. Allah'tan öte hiçbir şey
yoktur.)" derdi." demiştir. [1838]
1808-) Hz. Ali (r.a.)
anlatır: "Fatıma (r.a.) el değirmeninin verdiği yorgunluktan dolayı
şikayet etti, bu sırada Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ganimet olarak birtakım savaş
esirleri gelmişti. Fatıma da (bunlardan istemek için) Peygamber (s.a.v.)'e
gitti, ama kendisini bulamadı. Aişe'yi gördü, durumu ona bildirdi. Hz.
Peygamber (s.a.v.) geldiğinde Aişe, Fatıma'nın geldiğini bildirdi. Derken Hz.
Peygamber (s.a.v.) bize geldi, bu sırada biz de yatıyorduk. Ben hemen ayağa
kalkmaya davrandım: "Yerinizden kalkmayın" buyurdu ve ikimizin
arasına oturdu, hatta bu sırada göğsümde ayaklarının serinliğini hissetmiştim,
bize şöyle buyurdu: "Benden istemiş olduğunuz şeyden daha İyi bir şeyi
size bildireyim mi yatacağınız sırada otuz dört defa "Allahü Ekber"
otuz üç defa "Sübhaneflah" otuz üç defa "el-Hamdülillah"
dersiniz ki bu sizin için bir hizmetçiden daha iyidir." [1839]
1809-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Horozların ötmesini işittiğinizde
Allah'ın lütfundan isteyiniz. Çünkü onlar busırada melek görmüştür. Eşek
anırması işittiğinizde ise şeytandan Allah'a sığınınız. Çünkü o, şeytanı
görmüştür." buyurmuştur. [1840]
1810-) İbni Abbâs (r.a.),
şöyle demiştir: "Rasûiüllah (s.a.v.) üzüntü strasında şöyle dua ederdi:
"Lâ ilahe illallâhu'l-Azîmu'l-Hafîmu. Lâ ilahe itlailâhu
Rabbu'l-Arşi'l-Azim. Lâ ilahe illallâhu Rabbu's-Semâvâti ve Rabbu'l-Arzı ve
Rabbu'l-Arşi'l-Keıim (=Azîm, Halîm olan Allah'tan başka ilah yoktur. Yüce Arşın
Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur. Göklerin ve yerin Rabbi, değerli Arşın
Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur.)"
[1841]
1811-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Biriniz acele etmediği: "Dua ettim,
kabul olmadı." demediği sürece duası kabul olur. "buyurmuştur. [1842]
1812-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennet kapısının başında durdum, cennete
girenlerin çoğunluğu fakir fukaralardan idi. Zenginler ise (hesaplan dana
bitmediğinden) alıkonulup hapis olmuşlar, bunların içerisindeki cehennemlik/erin
cehenneme atılmaları hemen emredilmiş (bekietiimemiştı.) Cehennemin kapısının
başında durdum, bir de baksam ki cehenneme girenlerin çoğunluğu kadınlardan
buyurmuştur. [1843]
1813-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Benden sonra geride, erkekler
üzerinde kadınlardan daha zararlıbir fitne bırakmadım " buyurmuştur.
(İlk bakışta
hadisin kadınları fitne ve fesada götüren uğursuz varlıklar olarak nitelediği
sanıiabilir. Ancak Efendimizin buradaki maksadı kanaatımca bu değildir. Bazı
problemli kadınlara İşaret edilmekte, huysuzlukları nedeniyle erkekleri zor durumda
bırakacağı belirtilmektedir.
Bu tür ifadeleri
Kur'ân-ı Kerim'de de bulmak mümkündür. Meselâ «Ey iman edenler, eşlerinizden ve
çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, onlardan sakınınız...» (Tegâbun:
14) Ayetteki bu ifade genel değildir. Yoksa herkesin hanımı ve çocuk-lan
kendisine düşmandır hükmü çıkar. Hadisde de durum bu şekildedir. Erkekleri fitneye
düşürebilecek kadınlara dikkat çekilmiştir.
Diğer taraftan, Kuf
ân-ı Kerim'de (âii İmrânr 14) insan bazı dünya zevklerine ve nimetlerine
düşkün olarak yaratılmıştır Bunlardan birisi de iki cinsin birbirine olan
meyilleridir-i . Bu ilginin ölçülü kullanılmaması, her iki taraf için tehlike
doğurur. Hadisimizde bu tehlike için erkeklerin dikkati çekilmekte, kadınlar
konusunda dikkatli olmalan istenmektedir. Zira genel olarak erkeklerin bu yönü
kadınlara nazaran daha zayıfbr.) [1844]
1814-) Abdullah b. Ömer
(r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim demiştir: "Sizden
Öncekilerden üç kişilik bir topluluk yola çıkmıştı. Nihayet, gecelemek için
bir mağaraya sığınıp içerisine girdiler. Arkasından dağdan bir kaya
yuvarlanarak mağarayı üzerlerine kapattı. Bunun üzerine: "Şu biline ki
sizi bu kayadan amellerinizin salih olanıyla Allah'a dua etmenizden başka bir
şey kuttaramaz." dediler. Onlardan birisi: "Ey Allah'ım, benim yaştan
ilerlemiş iki ihtiyar, anne ve babam vardı ve kendilerinden önce akşam
içecekleri sütü ne aileme ne de hizmetçilerime içirirdim. Bir gün bir şey
aramak için gitmem beni onlardan uzaklaştırdı, bu yüzden onlar uyuyunca dönüp
gelebildim, hemen onların akşam sütünü sağıp geldim ama anne ve babams uyuyor
buldum. Bu arada kendilerinden önce de aileme veya hizmetçilerime akşam sütü içirmeyi
istemedim. Bu yüzden iki elimde süt kabı şafak sökene değin onların
uyanmasını bekleyerek durdum. Allah'ım, eğer bunu Senin rızanı elde etmek için
yapmış isem şu kaya yüzünden içinde bulunduğumuz sıkıntıyı bizden gider."
dedi. Bunun üzerine kaya dışarıya çıkmaya müsait olmayacak kadar biraz açıldı.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle devam etti: Bir diğeri de: "Ey Allah'ım,
benim amca kızı vardı ve onu çok seviyordum, bu yüzden kendisini bana teslim
etmesini istedim fakat kabul etmedi. Sonunda kıtlık yılları geldi, hu yüzden
bana geldi ben de ona, benimle kendisi arasındaki engeli kaldırması şartıyla
yüz yirmi dinar verdim, O da söylenileni yaptı. Nihayet onu elde ettiğimde
(nikahı kastederek) bana: "Hukuku dlŞmda (Allah'ın koyduğu bekarlık)
mührünü silmeni
sana helâl etmem." dedi, bu yüzden ona sahip olmam nedeniyle işleyeceğim
günahtan çekindim ve çok arzu ettiğim kadını bırakıp ayrıldım, verdiğim
altınları da kendişine bıraktım. Allah'ım, eğer bunu Senin rızam elde etmek
için yapmış isem şu kaya yüzünden içinde bulunduğumuz sıkıntıyı bizden
gider." dedi. Bunun üzerine kaya açıldı fakat mağaradan hâlâ dışarı
çıkamıyoriardt. Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle devam etti: Üçüncüsü de: "Ey
Allah'ım, ben birçok işçi çalıştırdım ücretini bırakıp giden bir adam dışında
ücretlerini de kendilerine vermiştim. Ücretini bırakan adamın parasını sermaye
olarak çalıştırdım, neticede bu paradan bir hayli mal çoğaldı. Bir süre sonra
adam bana çıkagefdi ve: "Ey Allah'ın kulu, ücretimi bana öde" dedi,
ben de kendisine: "Şu gördüğün deve, sığır, koyun ve hizmetçi köle
nevinden hepsi senindir." dedim, o da: "Ey Allah 'in kulu, benimle
dalga geçme." dedi, ben de: "Ben seninle dalga geçmiyorum."
dedim. O da malları aldı, sürüp götürdü, hiçbir şey bırakmadı. Allah'ım, eğer
bunu Senin rızanı elde etmek için yapmış isem şu kaya yüzünden içinde
bulunduğumuz sıkıntıyı bizden gider." dedi. Bunun üzerine kaya açıldı,
hemen oradan yürüyüp çıktılar," [1845]
1815-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Allah
Teâlâ: "Ben, kulumun bana olan zan-nının yanındayım, Beni andığında
hatırladığında. Ben onun yanındayımdir. Beni içerisinde anarsa hatırlarsa. Ben
de onu içerimde anarım. Eğer Beni bir topluluk içerisinde anarsa hatırlarsa.
Ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk içerisinde anarım. Eğer Bana bir
karış yaklaşırsa. Ben ona bir kol yaklaşırım. Eğer Bana bir kol yaklaşırsa, Ben
ona bîr kulaç yaklaşırım. Eğer Bana yürüyerek gelirse. Ben ona koşarak gelirim."
buyurmaktadır."
(Hadisin bu bölümde
getirilmesindeki maksat, Allah Teâlâ'nın durumundan malumat vermesidir. Hadiste
belirtilen "zikir" kelimesi, hem anma ve zikretme anlamına hem de
hatırlama, hatırda tutma, unutmama anlamlarına gelir. Yine hadiste i-fade
edilen "Allah'ın zikretmesi, içerisinde zikretmesi, yaklaşması,
gelmesi" gbi şeyler mecazi anlamlar ifade eder.) [1846]
1816-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Allah, bir kulun
tevbesine; yanında devesi, devesinin üzerinde su ve yiyeceği olan, tehlikeli
bir yere inip konaklayıp başını koyarak biraz uyuyan arkasından uyandığında
devesi gitmiş sonunda susuzluk ve açlığı şiddetlenmiş veya Allah'ın takdir
edip dilediği zorluklar başına gelmiş kendi kendine: "Eski yerime olsun
döneyim." diyen, bunun arkasından biraz daha uyuyup uykudan başını
kaldırdığında kaybettiği devesini görüveren bir kimsenin sevincinden daha
çok sevinir." [1847]
1817-) Enes (r.a.)'dan.
Rasûlüllah (s.a,v.), şöyle buyurmuştur: "Allah, bir kulun tevbe etmesine;
çölde devesini kaybeden bir kimsenin devesini bulmasına sevinmesinden daha çok
sevinir." [1848]
1818-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlütlah (s.a.v.): "Allah yaratmaya karar verdiğinde,
Arşın üzerinde bulunan kitabına "Şüphesiz merhametim gazabıma üstün
gelmiştir." diye yazdı" buyurdu." demiştir. [1849]
1819-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah mahlukatı yarattığında, kendisi
için yazdığı ve Arşın üzerinde kendi katında bulunan kitabına "Şüphesiz
rahmetim gazabımaağır basmıştır." diye yazmıştır, "buyurmuştur.
(Allah Teâlâ:
«Şüphesiz, Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır...» buyurmuştur. A'râf: 156) [1850]
1820-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim, demiştir:
"Allah rahmeti yüz parçaya ayırdı, doksandokuz parçasını yanında tuttu,
bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet nedeniyle mahlukat
birbirine merhamet eder, hatta at (bu merhametten dolayı) çiğneme endişesiyle
yavrusundan ayağını kaldırır." [1851]
1821-) Ömer b. Hattab
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e birtakım esirler getirilmişti. Bir de
baktık ki bir kadın göğsünden süt sağıp çocuklara içiriyor, derken esirler
arasında bir çocuk buldu hemen alarak bağrına basıp emzirdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) bize: "Ne dersiniz, bu kadın çocuğunu ateşe atabilir
mi?"'buyurdu: "Hayır elden geldiğince atmamaya çalışır" dedik.
0 da: "Allah, bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha çok
merhametlidir, "buyurdu. [1852]
1822-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Eğer mümin, Allah'ın
yanındaki azabı bilseydi kimse cenneti aklından geçiremezdi. Eğer kâfir de Allah
'm yanındaki merhameti bilseydi hiçbir kimse cennetten ümitsiz olmazdı"[1853]
1823-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Hiçbir iyilik
yapmamış bir adam, ailesine: '{Bedenim) öldüğünde onu yakın, külünün yansını
karaya yarısını da denize savurun. Allah'a yemin olsun ki, eğer Allah, ona azap
ethieyi takdir ettiyse âlemlerde hiçbir kimseye yapmayacağı azabı ona
uygular" dedi. Adam öldüğünde söylediklerini yaptılar. Arkasından Allah,
karaya emir verdi ve içerisindeki/eri topfayı-verdi. Denize emir verdi o da
içerisindekileri toplayıverdi. Sonra: "Niçin böyle yaptın?" buyurdu:
"Senin korkundan, Ey Rabb'im Sen en iyi bilensin" dedi. Allah da onu
bağışladı"[1854]
1824-) Ebû Saicl
(r.a.)'clan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Allah, sizden
önce geçenlerden bir adama çokça mal verdi. Vefat edeceği zaman çocuklarına:
"Ben size nasıl bir babalık yaptım?" dedi: "Çok iyi bir babalık
yaptın" dediler: "Ama ben, asla bir hayır işlemedim, dolayısıyla
öldüğümde beni yakın sonra da rüzgarlı bir günde küllerimi savurun" dedi.
Onlar da söylenileni yaptılar. Arkasından Yüce Allah onu topladı ve:
"Böyle yapmaya senisevkeden nedir?"buyurdu: "Senin
korkun"dedi. Bunun üzerine Allah onu rahmetiyle karşıladı"[1855]
1825-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim:
"Şüphesiz bir kul bir günaha düşer-veya belki degünah 'dedi.
(hadisteki veya ifadesi ravinln hangisinin söylendiğinden şüphe etmesindendir.)
Bunun üzerine: "Ey Rabb'im, günah işledim -veya belki de günaha düştüm,
dedi- beni bağışla." der. Bunun üzerine Rabb'i: "Demek kulum kendisinin
günahtan bağışlayan ve günahlardan hesaba çeken bir Rabb'inin olduğunu bildi,
haydi kulumu bağışladım, "buyurur. Bundan sonra kul, Allah'ın dilediği
kadar bir süre geçirir arkasından yine günaha düşer -veya günah işler.- Bunun
üzerine: "Ey Rabb'im, bir diğer günah işledim-veya günaha düştüm-
günahımı bağışla." der. Rabb'İ: "Demek kulum kendisinin günahları
bağışlayan ve günahlardan hesaba çeken bir Rabb'inin olduğunu bildi, haydi
kulumu bağışladım. " buyurur. Bundan sonra kul, Allah'ın dilediği kadarbir
süre geçirir arkasından yine günah işler -veya günaha düşer, dedi.- Bunun
üzerine: "Ey Rabb'im, bîr diğer günah işledim -veye günaha düştüm- benim
günahımı bağışla." der. Rabb'i: "Demek kulum kendisinin günahları
bağışlayan ve günah/ardan hesaba çeken bir Rabb'inin olduğunu bildi, üç
defahaydi kulumu bağışladım, dilediğini yapsın." buyurur."
(Hadisteki
"dilediğini yapsın" ifadesi, mademki günah işlediğin vakit tevbe
ediyorsun ve Benden başka kapının olmadığını biliyorsun, Beni, günahlan
bağışlayan ve günahlardan hesaba çeken bir Rab olarak tanıyorsun, öyleyse seni
bağışladım demektir.
Yapılan günahlardan
sonra ısrar etmeyip hatayı kabul ederek tevbeye yönelmek, önemli bir iştir.
Zaten şeytanın bu kadar günaha girmesinin sebebi, günahını itiraf etmeyip
mazeret sunmasıdır. Hz. Âdem (a.s.)'ın günaha düştüğündeki tutumu bizlere
örnektir. Kendisi günaha düştükten sonra mazeretler arayıp, bu günahı ben
şundan dolayı işledim gibi benzeri gerekçeler öne sürmeden hatasını itiraf
etmiş Allah'tan bağışlama dilemiştir,
Bu konuda
"Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamadaki 2223.
hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1856]
1826-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Allah'tan
başka en fazla, kıskanan hiçbir kimse yoktur. Bunun için kötülüklerin açığını
da gizlisini de yasaklamıştır. Allah'a övmekten daha fazla sevimli olan hiçbir
şey yoktur, bunun için kendisi, kendisini övmüştür"[1857]
1827-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şüphe yok ki Allah da kıskanır.
Allah'ın kıskanması, mü'min bir kimsenin Allah 'm haram kıldığı şeyleri
işlemesidir." buyurmuştur.
(Kıskanmak,
Türkçe'de dört anlam ifade etmektedir. (Okul Sözlüğü, tdk, kıskanmak md.)
Hadisimizde geçen kıskanma: Bir şeye, en küçük saygısızlık gösterilmesine
dayanamama, anlamınadır. Buna gere Allah'ın kıskanması, mümin bir kimsenin
günah işlemesine karşı gösterdiği hassasiyettir.) [1858]
1828-) Esma (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.): "Yüce Allah'tan daha kıskanç hiçbir şey
yoktur" buyurmuştur. [1859]
1829-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.) anlatır: "Bir adam (yabancı) bir kadını öpmüştü. Ardından Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e gelip yaptığı hatasini bildirdi. Bunun üzerine Allah:
«Gündüzün iki ucunda (sabah-akşam) gecenin de yakın bîr vaktinde namaz kıl.
Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir...» (Hûd: im> ayetini indirdi.
Akabinde bu kimse: Ey Allah'ın Rasûlü, bu benim için midir?" dedi:
"Ümmetimin
tümü, hepsi
içindir, "buyuröu."
(Hadisimizde sözü
edilen kişinin kim olduğu bildirilmektedir. Bu sahabi, büyük bir ihtimalSe Ebû
Yüsr (r.a.) olmalıdır, Tirmizî'nin rivayetinde (Tirmizî, Tefsir, Hîd: 114) Ebû
Yüşr (r.a.) bu olayı kendisi anlatmaktadır. Hadis şöyledir:
Ebû Yüsr
(r.a.)'dan. Hurma satın almak için bana bir kadın geldi. Ona evde daha iyisi
var, dedim. Benimle birlikte eve girdi. Ben de üzerine atılıp onu öptüm.
Arkasından, Ebû Bekir'e gidip durumu anlattım. O da: "İçinde sakla,
kimseye söyleme ve Allah'a tevbe et" dedi. Ama ben duramadım, Ömer'e
gidip durumu anlattım. O da: "İçinde sakla, kimseye söyleme ve Allah'a
tevbe et" dedi. Ama ben yine duramadım, Hz. Peygamber'e varıp durumu ona
da anlattım. O da: "Allah yolunda savaşa çıkmış bir gazinin
gerisindekilere böyle mi yapılır!" buyurdu. -Ebû Yüsr, kendisinin
cehennemlik olduğunu düşünerek o ana kadar Müslüman olmamış olmayı bile temenni
etmiştir.- Bunun üzerine Rasûlüllah bir süre başını öne eğip sessiz kalmış,
arkasından (Hûd; İH) ayeti indirilmiştir.) [1860]
1830-) Enes (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Bir adam, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü, had suçu işledim cezamı bana uygula" dedi. Arkasından
namaz vakti geldi ve Rasûlüilah (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldı. Namazı
bitirdikten sonra: "Ey Allah'ın Rasûlü, had suçu işledim Allah'ın yazdığı
cezayı bana uygula" dedi. Rasûlüllah: "Namazda bulundun mu?"
buyurdu: "Evet" dedi: "Bağışlandın öyleyse" buy urun."
(Sınırlan Allah
tarafından çizilmiş cezalara 'had' denilmiştir, Bu cezalann miktarı ve
uygulanış biçimi Kur'ân-ı Kerim'de belirtilmiştir, zina, hırsızlık, iftira
cezası gibi. Bu suçları işleyenler hiçbir zaman cezadan kurtulamaz. Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in kızı Patıma (r.a.) olsa bile. (ii48. hadise bakına.)
Durum böyleyken yukarıdaki hadisimizde Efendimiz (a.s.)'m, had cezasını
gerektiren bir suç işlediğini söyleyen kimseye cezayı uygulamamıştır. Âlimler
bunun nedenini, bir önceki hadiste geçtiği gibi had cezasını gerektirmeyen bîr
suç işlemiş olmasına bağlamışlardır.) [1861]
1831-) Ebû Said
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İsrai/oğuliarı içerisinde bir kimse
vardı, doksandokuz kişi öldürmüştü. Kalkıp durumunu sormak için yola çıktı ve
bir rahibe varıp sordu: "Tevbe imkanı var mı?" dedi, o da:
"Hayır" dedi, bunun üzerine onu da öldürdü. Arkasından tekrar
soruşturmaya başladı. Sonunda bir kimse ona: "Şu kentte şu yere git."
dedi. Bu sırada yolda ölüm onu yakalayıverdi, o da hemen göğsünü o kente doğru
çevirdi. Sonunda rahmet melekleri ile azap meiekieri bu kimse hakkında
anlaşmazlığa düştü/er. Bunun üzerine Allah bu kente yaklaş, öbürüsüne de
uzak/aş diye vahyetti arkasından: "İkisinin arasını ölçünüz."
buyurdu. Bu kimsenin gitmek istediği kente öbürüsünden bir karış daha yakın
olduğu tespit edildide bunun üzerine bağışlandı."'buyurmuştur. [1862]
1832-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken i-şittim: "Şüphesiz Allah
(âhîrette) Mü'mini yaklaştırıp üzerine korumasını örter gizler ve: "Şu
günahını biliyor musun, şu günahını biliyor musun?" diye sorar. O da:
"Evet biliyorum Ey Rabb'im." der, sonunda günahlarını ikrar ettiğinde
içinden artık işinin bittiğini, helak olduğunu görüp düşündüğü sırada Allah:
"Dünyada senin üzerindeki günahları gizleyip örttüm, bugün de onları
bağışlıyorum," buyurur, arkasından iyiliklerinin yazıldığı kitap verilir.
Kâfir ve münafığa gelince, şahit/er: «Rablerine yalan söyleyenler işte
bunlardır, iyi biliniz ki, Allah'ın laneti zalimleredir.» derler. (Hûd: ıs)
Ka'b b. Mâlik
(r.a.)'ın hâdisesi ve Aziz Celil Allah'ın: «...ve Allah geri bırakılanların da
tevbesini kabul etti...» [1863]
1833-) Ka'b b. Mâlik
(r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in çıktığı gazvelerden Tebuk Gazvesi
dışında hiçbirinde geri kalmamıştım. Bir de Bedir Gazvesi'nde geri kalmıştım
gerçi Rasûlüllah (s.a.v.) Bedir Gazve-si'nde geri kalanları kınamamıştı. O
vakit Rasûlüllah (s.a.v.) Kureyş kervanını takip etmek için sefere çıkmıştı.
Sonunda Allah Müslümanlarla düşmanlarını üzerinde kararlaştırılmış bir vakit
olmadan randevusuz olarak bir yerde buluşturmuştu. Ben Akabe Biati gecesi,
İslâm üzere söz verdiğimizde Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bulunmuştum. Her
ne kadar Bedir, halk arasında daha çok dillerde dolaşsa da benim, Akabe Biatim
yerine Bedir Savaşı'nda bulunmuş olmamı arzu etmem. Savaşa katılmama hikayem
şudur: Bu gazveye katılmadığım zamanki kadar asla ne güçlü idim ne de elim bu
kadar boldu, öyle ki bu gazve sırasında iki devem vardı, vallahi daha önce
benim yanımda bir arada iki deve asla bulunmazdı. Rasûlüllah (s.a.v.) bu
gazveye kadar bütün seferlerini gizli tutar, hedef saptırırdı, ancak bu gazvesi
hariç. Rasûlüllah (s.a.v.) çok sıcak bir mevsimde gazveye çıktı, uzun bir
yolculuk ıssız ve susuz çöl... Bir sürü düşmana karşı yola çıktı. Savaş için
gerekli ihtiyaçlarını temin etsinler dîye Müslümanlara hedefi açık olarak
belirtti, gideceği yönü bildirdi. Rasûîüllah (s.a.v.)'in yanında toplanan
Müslümanların sayısı kütük defterinin alamayacağı kadar çoktu. Bu gazveye
katılmak istemeyen kimse sadece, Allah bu konuda vahiy indirmez ise
Peygam-ber'e durumları gizli kalacağını tahmin eden bir kimseden başkası değildi.
Rasûlüllah (s.a.v.) bu gazveye meyveler olgunlaşıp gölgelerin tadı geldiği
zaman çıkmıştı. Rasûlüllah ve kendisiyle birlikte Müslümanlar sefere
hazırlandılar. Ben de onlarla birlikte hazırlık yapmak için sabahleyin çıkıyor
ama bir şey yapmadan geri dönüyordum, kendi kendime: "Hazırlığı daha
ileride de yapabilirim." diyordum. Bu durum bende böylece devam etti,
sonunda halkın çalışmaları hızlandı, nihayet bir sabah Rasûlüllah ve
beraberindeki Müslümanlar yola çıktılar, ama benim hiçbir hazırlığım yoktu,
yine kendi kendime: "Bir iki gün sonra hazırlığımı yapar onlara
erişirim" dedim. Ordu Medine'den ayrıldıktan sonra hazırlığımı yapmak
için sabahleyin çıktım ama yine bir şey yapamadan geri eve döndüm, sonra yine
sabah çıktım ama bir şey yapamadan geri döndüm. Bu durum bende devam etti,
sonunda ordu süratlenip gitti neticede bu gazve de benim elimden kaçtı. Yola
çıkıp onlara yetişmeye karar verdim. Keşke bu kararımı yerine getirseydirn ama
bu bana nasip olmadı, Rasûlüllah (s.a.v.)'in Medine'den ayrılmasının arkasından
halkın arasına çıkıp içlerinde dolaştığımda sadece üzerlerine münafıklık lekesi
bulaşmışlar ile Allah'ın özürlerini kabul ettiği zayıf kimselerden başkasını
göremememden başka bir şey beni üzmemişti. Rasûlüllah beni hiç anmadı ta ki
Tebuk'a gelinceye kadar, Tebuk'ta ordunun içerisinde otururken: "Ka'b ne
yaptı ki?" buyurdu. Selemeoğullan'ndan birisi: "Ey Allah'ın Rasûlü,
onu elbisesi ve kılık kıyafeti ile ilgilenmesi gazaya katılmaktan alıkoydu"
dedi. Bunun üzerine Muâz b. Cebel: "Söylediğinsöz çirkin oldu" dedi,
devamla: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a yemin olsun kî, bizim onun
hakkındaki bildiğimiz iyi ve hayırdır." dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.) sükût etti. Ka'b b. Mâlik (r.a.) sözüne şöyle devam etti:
"Rasûlüllah (s.a.v.)'in geri döndüğü haberi bana ulaştığında bana bir
üzüntü geldi, yalan söylemeyi düşünmeye, yarın onun öfkesinden ne şekilde
çıkabilirim demeye başladım. Bu konuda ailemden aklı eren herkesten yardım
istedim. "Rasûlüllah (s.a.v.) geldi" denildiğinde içimdeki batıl
geçersiz düşünceler gitti ve içerisinde yalan bulunan hiçbir şey ile asla
kızmasından kurtulamıyacağımı anladım. Bu yüzden kendisine, doğru söylemeye
karar verdim. Rasûlüilah (s.a.v.) sabahleyin geldi. Kendisi yolculuktan
döndüğünde ilk önce mescide girip iki rekat namaz kılar, arkasından halkın
arasına otururdu. Bu şekilde yaptıktan sonra savaşa katılmayanlar kendisine
geldi ve yemin edip savaştan geri kalmalarının mazeretini anlatmaya başladılar.
Bu kimse-ier seksen küsur kadardı. Arkasından Rasûlüllah (s.a.v.) dış görünüşe
göre mazeretlerini kabul etti, tekrar biat alıp kendilerine bağışlama diledi,
gizli durumlarını Allah'a havale etti. Ben de kendisine geldim, selâm verdim,
kızgın bir eda ile gülümsedi, sonra: "Gelbakalım"dedi, yürüyüp
gelerek önüne oturdum. Bana: "Senigazveye katılmaktan alıkoyan şey nedir?
Bineğini satın almamış miydin?" buyurdu. Ben: "Evet, satın aldım.
Allah'a yemin olsun ki Ey Allah'ın Rasûlü, eğer dünya halkından senden başka bir
kimsenin yanında böyle otursaydım bir mazeretle onun kızgınlığından
çıkabileceğim görüşüne varırdım, bana tartışma kabiliyeti verilmiştir. Ancak
Allah'a yemin olsun, şunu bildim ki, senin beni kabul edebileceğin bir yalanı,
sana söylesem çok geçmez Allah, seni bana karşı öfkelendirir. Eğer sana doğru
söylersem bana darılırsın. Allah'ın bu halimi bağışlamasını umanm. Allah'a
yemin olsun ki yok, hiçbir mazeretim yoktu, Allah'a yemin olsun ki, seninle
gelmediğim zamanki halimden daha güçlü ve zengin asla olmamıştım." dedim.
Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): "Bakın hu doğru söyledi, Allah senin
hakkında hüküm verene kadar kalk git" buyurdu. Kalkıp gittim,
Selemeoğullan'ndan birtakım kimseler peşime düştü ve bana: "Allah'a yemin
olsun ki, bildiğimiz kadarıyla sen bundan önce birsuç işlemedin. Sen, savaşa
katılmayan diğerlerinin mazeret sundukları gibi Rasûlüllah (s.a.v.)'e mazeret
sunmamakla aciz bir vaziyete düştün. Halbuki Rasûlüllah (s.a.v.)'in sana
bağışlama duası etmesi işlediğin suçunda sana yeterdi." dediler. Allah'a
yemin olsun ki, sürekli bana ısrar ettiler, öyle ki içimden geri dönüp yalan
söylemek geldi, sonra onlara: "Bu durumla karşılaşan benim gibi başka
birisi var mıdır?" dedim. Onlar: "Evet, iki kişi de senin söylediğin
gibi söyledi, onlara da sana söylenilenler söylendi" dediler: "Kim
bunlar?" dedim, onlar da: "Mürâre b. er-Rübeyyİ1 el-Amrî ile Hilâl b.
Ümeyye el-Vâkıfî" dediler, Bedir Savaşı1-na katılmış, kendilerinde örnek
alınacak güzellikler bulunan iki salih kimseyi söylediler. Bu iki zatı bana
söylediklerinde irimden vazgeçtim) yürüyüp gittim. Rasûlüllah (s.a.v.), savaşa
katılmayanlar arasından üç kişiyle konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine halk
bizden kaçındı, bize karşı davranışları değişti. Öyle ki benim nazarımda
yeryüzü değişmiş, artık tanıdığım yer o yer değildi. Bu şekilde elli gece
kaldık. Bu sürede o iki arkadaşım olanlara boyun eğip evlerinde ağlayarak
oturdular. Ama beı\ onların en genci ve en dayanıklısı idim. Dışarıya çıkıyor,
Müslümanlarla namaza katılıyor, çarşılarda dolaşıyordum. Hiç kimse benimle
konuşmuyordu, namazdan sonra oturduğu yerde iken Rasûlüllah (s.a.v.)'e gelir,
kendisine selâm verir ve içimden "Acaba dudaklarını kıpırdattı mı,
selâmımı aldı mı, almadı mı?" derdim. Sonra ona yakın bir yerde namaz
kılar, sezdirmeden gizlice ona bakardım. Namaza kalktığımda bana döner, onun
tarafına yöneldiğimde benden yüzünü çevirirdi. Neticede insanların benden
ilişkiyi kesmesi uzun süre devam edince gidip Ebû Katâde'nin bahçesinin duvannı
tırmanıp aştım. Ebû Katâde amcamın oğlu olup en çok sevdiğim bir kimse idi.
Kendisine selâm verdim, vallahi benim selâmımı almadı: "Ey Ebû Katâde,
Allah aşkına söyle, benim Allah ve Rasûlünü sevdiğimi bilmiyor musun?"
dedim. Sustu, cevap vermedi. Yanına oturdum, yine Allah aşkına diyerek aynı
şeyleri söyledim, yine sustu. Tekrar Allah aşkına diyerek aynı şeyleri
söyledim: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dedi, gözlerimden yaşlar
bo-şaidı, geri dönüp duvardan aşıp çıktım. Ben bu halde iken bir ara, Medine
Çarşısı'nda yürüyordum, birden Medine'ye yiyecek getirip satanŞamlı
çiftçilerden bir çiftçi ile karşılaştım: "Ka'b b. Mâlik'i bana kim gösterir?"
diyordu. Halk işaret etmeye başladı, sonunda yanıma geldiğinde bana Gassan
Kralı'ndan bir mektup verdi. Baksam ki içerisinde "Bundan sonra şu biline
ki, senin arkadaşının senden ilişkiyi kestiği haberi bize ulaştı. Allah seni ne
hakir olacağın ne de hakkının kaybolacağı bir diyarda yaratmamıştır.
Dolayısıyla bize gel katıl, sana yardım ederiz..." diyordu. Mektubu
okuduğumda: "Bu da başka bir bela" dedim, tandıra gidip mektubu
içerisinde yaktım. Neticede elli gecenin kırkı geçtiğinde bana Rasûlüllah
(s.a.v.)'in elçisi geldi ve; "Rasûlüllah (s.a.v.) hanımından ayrılmanı
emrediyor." dedi. Ben: "Onu boşayayım mı? Yoksa ne yapayım?"
dedim: "Hayır, boşama, fakat ondan ayri dur, ona yaklaşma?" dedi.
İki arkadaşıma da aynı haberi gönderdi. Bunun üzerine hanımıma: "Ailenin
yanına git ve Allah bu konuda hükmünü verene kadar onların yanında kal"
dedim. Hilâl b. Ümeyye'nin hanımı Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü, Hilâl b. Ümeyye gücünü kaybetmiş bir ihtiyardır, kendisinin
hizmetçisi de yoktur. Acaba hizmetini görmemi, kötü karşılar mısın?" dedi.
O da: "Hayır, kötü karşılamam ama, sana yaklaşmasın"buyurdu. Hanım:
"Şu biline ki, vallahi onun hiçbir şeye hareket edecek durumu yoktur.
Vallahi bu iş başına geleliden bugüne kadar devamlı ağlamaktadır." dedi.
Bunun akabinde ailemden birisi bana: "Hizmet etmesi için Hilâl b.
Ümeyye'nin hanımına izin verdiği gibi sen de Rasûlüllah (s.a.v.)'den hanımına
izin istesen?" dedi: "Vallahi bu konuda Rasûlüllah (s.a.v.)'den izin
istemem. Ben genç bir kimse iken hanımım için izin istediğimde Rasûlüllah
(s.a.v.)'in ne buyuracağını ne bilirim?" dedim. Bu hal üzere on gece daha
bekledim, sonunda Rasûlüllah (s.a.v.)'in bizimle konuşmayı yasaklamasından bu
yana elli gece tamam oldu. Elli gecenin sabah namazını kıldığımda ben evlerden
bir evin damında bulunuyordum. Allah'ın (Tevbe: ııs. ayette) belirttiği hal
üzere yeryüzü bütün genişliğine rağmen bana dar gelmiş, ruhum daralmıştı. Tam
bu sırada Sel' dağına çıkmış bir kimsenin olanca sesiyle: "Ey Ka'b b.
Mâlik, sevin müjde!" diye bağırdığı sesini duydum. Hemen secdeye
kapandım. Ferahlamanın geldiğini anladım. Rasûlüllah (s.a.v.) sabah namazını
kıldırdığında, Allah'ın bizimtevbemizi kabu! buyurduğunu bildirmiş, bunun
üzerine halk bizi müjdelemeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdelemek için
koşmuş. Bir adam bana doğru atını koşturmuş, Eşlem kabilelesinden birisi de
koşup, dağa çıkmıştı. Ses attan daha süratli idi. Beni müjdelediği sesini
duyduğum kimse bana geldiğinde iki kat elbisemi çıkarıp müjdesine karşılık ona
giydirdim. Vallahi o gün bu iki elbisemden başka elbisem de yoktu. Ödünç iki
kat elbise atıp giydim ve Rasûlüllah (s.a.v.)'e gittim. Halk: "Allah'ın tevbeni
kabul etmesi sana mübarek olsun" diyerek gruplar halinde benimle görüşüp,
tevbemi tebrik ediyorlardı. Nihayet mescide girdiğimde baksam ki Rasûlüllah
(s.a.v.) oturmaktadır, etrafında insanlar vardı. Hemen Talha b. Ubeydullah
ayağa kalktı, koşup geldi ve elimi sıkarak beni kutladı. Talha'nın bu
davranışını hiç unutmam, Muhacirlerden onun dışında hiçbir kimse bana
kalkmamıştı. Rasûlüllah (s.a.v.)'e selâm verdim. Sevinçten yüzü partldayarak:
"Annenin seni doğurduğundan bu yana sana gelen en hayırlı günden dolayı
sevin."buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Rasûîü, bu senden tarafa mı yoksa
Allah katından mıdır?" dedim: "Hayır, Allah kalındandır"
buyurdu. Rasûlüilah (s.a.v.) sevinçli olduğunda yüzü nurianır, hatta bir Ay parçası
gibi olurdu, biz sevincini bundan tanırdık. Önüne oturduğumda: "Ey
Allah'ın Rasûlü, tevbemin kabulünden dolayı malımı Allah ve Rasûiü'ne sadaka
olarak verdim." dedim. Rasûlüilah (s.a.v.): "Malının bir kısmını
kendine ayır, bu senin için daha iyidir, "buyurdu, ben de: "Öyleyse
Hayber ganimetinden gelen hissemi kendime ayırdım." dedim ve şöyle devam
ettim: "Ey Allah'ın Rasûiü, şüphesiz Allah beni ancak doğruluk sayesinde
kurtarmıştır. Tevbemden dolayı hayatta kaldığım sürece sadece doğru
söyleyeceğim." dedim. Vallahi Rasûlüitah (s.a.v.)'e doğruyu söylememden bu
tarafa doğru sözlü olma konusunda Allah'ın, beni imtihan ettiğinden daha iyi
imtihan ettiği Müslümanlardan birisini bilemiyorum. Rasûlüllah (s.a.v.)'e o
sözleri söylediğim günden bu yana yalana yeltenmedim. Hayatta kaldığım sürece
Allah'ın beni bu hal üzere muhafaza etmesini temenni ederim. Allah, Rasûlüne şu
ayeti indirmişti: «Allah, Peygamberi ve güçtük vaktinde ona uyan Muhacir ve
Ensarı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalpleri kaymaya yüztutmuş iken
yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Şüphesiz Allah kullarına karşı çok
şefkatli ve merhametlidir. Geri bırakılan o üç kişinin de tevbelerîni kabul
etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü kendilerine dar gelmiş ve ruhları
daralmıştı ama bununla beraber Allah'tan, yine Allah'a sığınmaktan başka çare
olmadığını anlamışlardı. Eski hallerine dönsünler diye Allah sonunda onların da
tevbelerini kabul etti. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet
edendir. Ey İman edenler, Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olunuz.»
(Tevbe: 117-119) Vallahi, Allah beni İslâm'a eriştirdikten sonra Rasûlüllah
(s.a.v.)'e karşı doğru sözlü olma nimetinden daha büyük bir nimet bana ihsan
etmemiştir. Kendisine yalan söyleyip de helak olma durumuna düşmeme nimeti en
büyük nimettir. Nitekim Peygamber'e yalan söyleyenler heiâk olmuştur. Çünkü
Allah yaian söyleyenler için vahiy indirdiğinde, bir kimse için
söylenilebilecek en kötü sözü söylemiş ve Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle
buyurmuştur: «Dönüp onlara geldiğinizde kendilerini (hesaba çekmekten)
vazgeçmeniz için, Allah'a yemin edeceklerdir. Bu nedenle onlardan vazgeçin.
Çünkü onlar pisliktirler. Kazandıklarının karşılığı olarak varacakları yer de
cehennemdir. Kendilerinden razı olmanız için size yemin ederler. Sîz onlardan
razı olsanız bile şüphesiz Allah fasık toplumdan razı olmaz.» (Tevbe: 95-96)
Biz üç kişi,
Rasûlüllah (s.a.v.)'e yemin eden ve mazeretlerini kabul edip biat yaparak
haklarında bağışlama dilediği kişilerin konumundan geri bırakılmıştık. Allah
hakkımızda kararını verene kadar Rasûlüilah (s.a.v.) bizim durumumuzu geri
bırakmış, ertelemişti. Bu nedenle Allah: «...Geri bırakılanların da tevbesini
kabul etti...» buyurmuştur, crevbe: 119) Buradaki "geri
bırakılanlar" Allah'ın zikrettiği savaştan geriye kalmamız değildir.
Peygamber (s.a.v.)'in bizim durumumuzu erteleyerek, kendisine yemin edip de
mazeretlerini kabui ettiği kimseierin durumundan geriye bırakılanlardır."
(Ka'b b. Malik
(r.a.), samimi bir Müslüman idi. Tebuk seferine katılmayan münafıklardan ayn
idi. Kendisi Sadece Bedir ve Tebuk seferlerine katılmamıştı. Bunun 'Smdaki
seferlere katılmış Uhud'da yiğitçe savaşmış on dokuz yara almıştır,
(vâksdî,Megâzî, s. 260; İbm Abdilbeu, İstiâb, III. 1282'den naklen M. Asım
Koksal, İslâm Tarihi, X. 229) Buise onun kork olmadığının bir göstergesidir.
Tebuk seferi
hicretin dokuzuncu yılında yapılmıştır. O yıl başta Medine olmak üzere İslâm
topraklarında büyük bir kuraklık hüküm sürüyordu. Bunu haber alan Bizans kralı
HerakÜyiis, Müslümanlara öldürücü darbeyi indirmek için kırk bin kişilik bir
kuvvet hazırladı. Efendimiz (a.s.) bu gelişmeyi tam zamanında haber alarak
oniar-dan önce harekete geçti.
Mevsim sıcak,
gidilecek yer uzak olduğu için Hz. Peygamber her zaman yaptığının aksine bu
defa seferin nereye yapılacağını önceden açıkladı. Müslümanların içlerindeki
münafıklar, moral bozmak için hem aşırı sıcakları hem de gidilecek yerin uzak
oluşunu ileri sürüyorlar, Herakliyüs'ün kalabalık ordusu karşısına çıkmanın bir
intihar olacağını ileri sürüyorlardı. Bu propaganda bazı kimseler üzerinde
etkili olabilmişti. Bu nedenle «Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah
yolunda sefere çıkın denildiği zaman, yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını
ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında
çok azdır.» (Tevbe: 38-41) ayeti indi.
Ayetin devamında
Hz. Peygamber'e yardım etmezlerse ona Allah'ın yardım e-deceği belirtiliyor,
Hicret sırasında nasıl yardım ettiği bildiriliyordu. Müslümanlar hemen
derlenip toparlanarak savaş hazırlığına başladılar.
Hz. Ömer'in Hz. Ebû
Bekir'i hayır yansında geçmeyi düşünerek malının yarısını getirdiği, bunun
yanında Hz. Ebû Bekir'in bütün malını ortaya kayarak fedakârlığını bir kez daha
gösterdiği olay, Tebuk seferi hazırlığında meydana gelmişti. Bu seferin
hazırlığına Hz. Osman 950 deve İle 100 at bağışlamıştı.
Münafıkların çoğu
bahaneler uydurup seferden yan çizmişlerdi. îşin fenası Bedir savaşıdışında
bütün savaşlara katılan, Akabe gecesi Efendimizi canıyla malıyla koruyacağına
söz veren, Uhud savaşında on dokuz yara alan Ka'b b. Mâlik (r.a.) i!e iki
Müslüman nedeniyle tebuk seferinden geri kalmışlardı.
Tebuk seferi
çarpışma olmadan sonuçlanmıştır. Müslümanların büyük bir kalabalıkla geldiğini
duyan Bizans ordusu, Müslümanlann karşısına gkma cesaretini gösteremedi.
Bu sefer bir bakıma
ayakta kalıp kalmama seferi idi. Bu açıdan seferin önemi büyüktü ve herkesin
katılması gerekiyordu. Ka'b b. Mâlik (r.a.) ile İki arkadaşına bu kadar ağır
ders verilmesinin nedeni de belki de bu sebeptendi.
Hadiste geçen,
"Mürâre b. er-Rübeyyî1 el-Amrî ile Hilâl b. Ümeyye el-Vâkıfî"
dediler, Bedir Savaşı'na katılmış, kendilerinde örnek alınacak güzellikler
bulunan iki salih kimseyi söylediler." ifadesi için, Mürâre b. er-Rübeyyi'
el-Amrî ile Hİİâl b. Ümeyye el-Vâkıfî'nin Siyer ve Megâzî kitaplannda, Bedir
savaşına katılanlar içerisin ismi geçmediğinden dolayı bu hadis hakkında
çeşitli itirazlar olmuştur.) [1864]
1834-) Hz. Aişe (r.a.)
anlatır: "Rasülüllah (s.a.v.) sefere gkacağı zaman hanımlan arasında
kur'a çeker hangisine gkarsa onunla birlikte sefereçıkardı. Hicap (Hz.
Peygamber (s.a.v.)'m hanımlarının perde gerisinde durmaları) emri İndirildikten
sonra çıktığı gazalardan birisinde aramızda kur'a çekti, bana çıktı,
kendisiyle birlikte
ben sefere gktım. Ben hevdeç içerisinde taşınıyor ve onun içinde yere
indiriliyordum. Yürümeye koyulduk, sonunda Rasülüllah (s.a.v.) bu gazasını
bitirip geri dönerken Medine'ye yaklaşığında (istirahattan scnra) gece, hareket
etmelerini bildirdi. Hareket bildirildiğinde ben ayağa kalkıp (tuvalet fçm)
ordudan ayrılacak derecede yürüdüm. İşimi bitirdikten sonra kervana geldim,
elimi göğsüme dokundum, baksam ki Yemen boncuğundan olan gerdanlığım kopmuş
hemen dönüp gerdanlığımı aradım, arama işi beni (gedcaıp) alıkoydu. Beni
taşımakla görevli olanlar da gelip bindiğim hevdeci deveye yüklediler. Beni
içerisinde sanıyorlardı, o zaman da kadınlar şişman değil hafif kilolu idiler,
et bürürnezdi, sadece açlığı giderecek kadar yemek yerlerdi. Bu nedenle
görevliler kaldırıp yüklediklerinde hevdecin ağırlığında farklılık
hissetmediler, ben de o zaman yaşı küçük genç bir kadındım, deveyi kaldırıp
yürüdüler. Ordu hareket ettikten sonra gerdanlığımı buldum, konakladığımız yere
geldim, burada kimse yoktu. Ben, oniann beni yokJayıp geri döneceklerini
zannederek yerimde kalarak bekledim, bu şekilde otururken uyku bastı
uyuyuverdim. Safvân b. eh Muattıl es~Sü!emî ordunun arkasını toparladı,
sabahleyin benim konakladığım yere geldi, uyuyan bir insan karaltısı gördü ve
yanıma geldi. Kendisi hicap emrinden önce beni görmüştü, devesini çökertip:
"İnnâ lillâhl ve innâ ileyhi Râciûn" demesiyle uyandım, devenin ön
ayaklarına bastı, ben de deveye bindim o da deveyi çekerek beni götürdü,
sonunda gecelemek için konaklayan orduya öğle sıcağında ulaştık. Bunun üzerine
kendilerini (dedikoduyla) heiâk edenler helak oldu, iftira hadisesini üstlenen
ise Abdullah b. Übey b. Selûl'dü. Medine'ye geldik, bir ay hastaiandım,
iftiracılar dedi-kodulannı yayıp ortalığı kaynatıyorlardı. Hastalığımda beni kuşkulandıran
sadece, benim Rasûlüllah (s.a.v.)'den hastalandığımda (daha önce) gördüğüm
inceliği görememem olmuştur. Sadece eve girip selâm vererek: "Nasılsınız?"
diyordu. Bu konuda hiçbir şeyden haberim yoktu, nihayet iyileşme devresine
girdiğimde Mistah'ın annesiyle helamız olan 'Menâsı' tarafa çıktık. Bu hadise,
helâlan evimizin yakınına almadan önce olduğundan e'aya yalnız geceden geceye
çıkıyorduk adetimiz çöldeki eski Araplann adeti gibiydi. Ben Mistah'ın annesi
bintü Ebî Ruhm ile çıktım, yürüyorduk, 'stah'ın annesinin ayağı dış elbisesine
basü, tökezledi ve hemen: dedi. (Araplann tehlike anında gayri Ihüyarî
ağızlarından çıkan söz düşmanına helak bedduasıdır, bu anda düşmanının adını
söyleyerek beddua ederlerdi) Bu nedenle ben: "Ne
kötü bir söz söyledin,
Bedir Savaşı'na kablan bir kimseye kötü söz söylenir mi?" dedim. O da:
"Hele şuna bak, dedikoduları duymadın mı?" dedi ve iftiracıların
sözlerini bana anlattı, bu sebeple hastalığıma bir hastalık daha |-lave etti,
evime döndüğümde Rasûlüllah (s.a.v.) yanıma girip selâm verdi:
"Nasılsınız?" Ğ&&, hakkımdaki dedikoduların aslını
kendilerinden öğrenmek isteyerek; "Anne ve babamın yanında kalmam için
bana izin ver." dedim, bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) bana izin verdi,
ben de anne ve babamın yanına gittim ve anneme: "Halk benimle ilgili ne
konuşuyor?" dedim, o da: 'Yavrucağızım kendini yorma sakin ol, vallahi
kendisini seven bir kimsenin yanında pek çok ortağı olan ve güze! bir kadının,
aleyhinde dedi-kodulann çoğabimadiği çok azdır." dedi, ben şaşkınlıktan:
"Sübhânellah! demek halk böyle konuşuyor ha!" dedim, o gece sabaha
kadar uykusuz ve ağlayarak geceledim. Sabah olduğunda Rasûlüllah (s.a.v.) Ali
b. Ebî Talib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırdı. Bu konuda vahiy biraz geciktiğinden
ikisi ile hanımından aynlıp-aynlmama hususunu görüştü. Üsâme, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e onlar için gönlündeki sevgi ve güvene işaret etti ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü, senin ailen hakkında iyilik ve hayırdan başka bir şey
bilmiyoruz." dedi. Aİi b. Ebî Talib ise: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah
sana sının daraltmamış-tır, onun dışında da kadın çoktur, fakat Aişe'nin
cariyesine de sor, o sana doğruyu söyler." dedi, bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.) Berîre'yi çağırdı: "Ey Berine, Alşe'de seni şüpheye düşürecek bir
husus gördün mü?" dedi. Berîre de: "Seni hakikat üzere Peygamber
gönderene yemin olsun ki, hayır görmedim. Onda görebileceğim en büyük kusur
yaşının çok genç olmasıdır, hamur yoğururken uyur, bu sırada evin besi koyunu
gelip hamuru yerdi." dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) o gün kalkıp
hutbe verdi, Abdullah b. Übey b. SelüTden dolayı destek istedi: "Ailem
hakkındaki eziyeti bana ulasan kimseden dolayı kim bana destek olur? Vallahi
ben ailem hakkında hayır ve iyilikten başka bir şey bilmedim, bir kimseyi de
dillerine doladılar, onun hakkında da hayır ve iyilikten başka bîr şey
bilmedim, o kimse evime de sadece benimle birlikte girerdi." öed\. Bunun
üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalktı;
Allah'ın Rasûlü,
vallahi ondan dolayı ben sana destek olurum, eğer bu kimse Evs kabilesinden ise
boynunu vururuz, eğer kardeşlerimizden Hazrec kabilesinden ise onun hakkında
sen bize ne emredersen emrini yerine getiririz." dedi. Arkasından Hazrec
kabilesinin Reisi Sa'd b. Ubâde a-yağa kalkü, kendisi bu olaydan önce iyi bir
kimse İdi, ancak bu sefer kabi-leciîik duygusu ağır bastı: "Doğru
söylemedin, Allah'a yemin olsun ki, sen onu Öldüremezsin, buna da gücün
yetmez." dedi, arkasından Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı: "Sen doğru
söylemedin, Allah'a yemin olsun ki onu elbette öldürürüz. Şüphesiz sen münafıksın
ki münafıkları savunuyorsun." dedi, akabinde iki kabile Evs ve Hazrec
ayaklandı, neredeyse kavgaya tu-tuşacaklardı. Rasûlüllah (s.a.v.) minberde idi,
hemen inip 'onlan yatıştırdı, sonunda sustular. Hz. Peygamber (s.a.v.) de
sustu. Ben ise o gün sürekli ağladım, ne gözümün yaşı dindi ne de gözüme uyku
girdi. Anne ve babam yanımda sabahladı bir gün iki gece ağladım, öyleki ağlamak
ciğerimi parçalayacaktı. Onlar benim yanımda ve ben ağlarken birden Ensâr'dan
bir kadın izin istedi, ben de kendisine izin verdim, oturdu ve benimle
ağlıyordu. Biz bu halde iken Rasûlüüah (s.a.v.) girdi ve oturdu, halbuki
hakkımda dedikodu yapıldığı günden bu yana yanımda oturmamıştı. Bir ay bekledi,
kendisine benim hakkımda vahiy gelmiyordu, şahadet getirdi ve: "Ey Aişe,
senin hakkında bana şöyle şöyle şeyler ulaştı. Eğer sen suçsuz isen, Allah seni
temize çıkaracaktır. Eğer bir günaha düştün ise Allah'tan bağışlama dile ve
tevbe et Çünkü kul günahını itiraf eder, sonra tevbe ederse Allah tevbesini
kabul eder." buyurdu. Rasûlüflah (s.a.v.) konuşmasını bitirdiğinde
gözümün yaşı kurudu, öyle ki bir damla bile bulamıyordum. Babama: "Benim
hakkımda Rasûlüllah (s.a.v.)'e sen cevap ver" dedim, o da: "Vallahi
Rasûlüllah (s.a.v.)'e ne diyeceğimi bilemiyorum." dedi. Anneme:
"Benîm hakkımda söylediklerine Rasûlüllah (s.a.v.)'e sen cevap ver"
dedim, o da: "Vallahi, Rasûlüllah (s.a.v.)'e ne diyeceğimi
bilemiyorum," dedi. Ben yaşı çok genç birisi idim, Ku^ân'dan çokça
okuyamadığım halde: "Vallahi sizin halkın konuştuklarını duyduğunuzu ve bunun
içinize işlediğini anladım, şu halde Allah benim suçsuz olduğumu bildiği halde
size suçsuz olduğumu söylesem, beni bu konuda tasdik etmezsiniz. Allah benim
suçsuz olduğumu bildiği halde sizebunu yaptım diye itiraf etsem beni tasdik
edersiniz. Allah'a yemin olsun ki benim hakkımda size verebileceğim bir tek
örnek Yusuf Peygamber'in babasının: «Artık bize düşen güzelce sabretmektir.
Sizin belirttiklerinize karşı yardımcım Allah'tır...» (Yusuf: ıs) şeklindeki
sözüdür." dedim ve yatağıma geçtim. Allah'ın beni temize çıkaracağını
umuyordum, ama hakkımda vahiy indireceğini hiç tahmin etmiyordum. Kendimce ben
hakkında Kur'ân'la konuşulan olmaktan daha aşağıyım bunun için ben Rasûlüllah
(s.a.v.)'in uykuda Allah'ın beni temize çıkardığı bir rüya görmesini umuyordum.
Allah'a yemin olsun ki Rasûlüüah yerinden aynlmamış, evde bulunanlardan
hiçbiri dışan çıkmamıştı ki kendisine vahiy indirildi. Kendisini vahyin
sıkıntı ve şiddeti sardı, öyleki kış günlerinde inci tanesi gibi ter boşaldı.
Vahiy hali Rasûlüllah (s.a.v.)'den geçtiğinde sevincinden gülüyordu. Kendisinin
konuştuğu ilk söz bana: "EyAişe, Allah'a şükret Allah seni temize
çıkarmıştır."'demesi oldu. Hemen annem bana: "Kalk, Rasûlüllah
(s.a.v.)'e teşekkür et." dedi, ben: "Hayır, vallahi ona kalkmam, ben,
Allah'tan başkasına hamdetmem." dedim. Allah: «İftirayı getirenler sizden
bir kısım topluluktur. Onun sizin için kötü olduğunu zannetmeyiniz, bilakis o
sizin için iyi olmuştur. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan
günahın büyüğünü üstlenen kimseye büyük bir azab vardır. Onu duyduğunuzda
erkek ve kadın mü'minler içlerinden iyi zanda bulunsalar da bu apaçık bir
iftiradır deseler olmaz mıydı...» (nûh 11-12) diye başlayıp devam eden ayeti
indirdiğinde bu benim suçsuz olduğumun belgesi oldu. Ebû Bekir Sıddık, akrabası
Mistah b. Üsâse'ye yardım ederdi, bu olaydan sonra: "Vallahi, Aişe
hakkında söylediklerinden sonra Mistah'a asla bir şey vermeyeceğim."
dedi. Bunun üzerine Allah: «Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar
akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermeyeceklerine yemin
etmesinler. Bağışlasınlar, vazgeçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez
misiniz. Allah çok bağışlayan, çok merhamet e-dendir.» (Nûr: 22) ayetini
indirdi. Bunun üzerine Ebû Bekir: "Evet isteriz, vallahi ben, Allah'ın
beni bağışlamasını elbette isterim." dedi ve yardım yaptığı Mistah'a
tekrar yardım yapmaya başladı.
Rasûlüllah (s.a.v.)
Zeyneb bintü Cahş'a da benim hakkımda sorular soruyor idi: "Ey Zeyneb,
sen ne gördün, ne öğrendin?" da: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben gözümü ve
kulağımı korurum, vallahi onun hakkında hayır ve iyilikten başka bir şey
bilmedim." dedi. Hz. Aişe (r.a.): "Aslında Zeyneb, benimle rekabet
eden birisi idi ama Allah onu takvası nedeniyle bir hataya düşmekten korudu."
demiştir. [1865]
1835-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Benim hakkımdaki, o bilmediğim dedi-kodular çıkınca
Rasûlüllah (s.a.v.) hutbe verdi. Şehadet getirdi, Allah'a hamdetti ve gereği
gibi övdü ve sonra şöyle buyurdu: "Bundan sonra şunu belirtirim ki, ailem
hakkında ileri geri konuşanlar hakkında bana görüşünüzü söyleyiniz. Allah'a
yemin olsun ki, ailem hakkında asla bir şey bilmiyorum. Bu kimseler birsi
hakkında da ileri geri konuşuyorlar. Allah'a yemin olsun ki, onun hakkında da
asla bir şey bilmiyorum. Ben evde olmadıkça benim evime de asla girmemiştir.
Sefere çıktığımda o da benimle sefere çıkmıştır."
Âişe (r.a.), geri
kalan bölümü de anlatmıştır. Bu anlattıklarında şu da vardı: "Rasûlüllah
(s.a.v.), evime girdi ve hizmetçime soru sordu, o da: "Allah'a yemin olsun
ki, onun hiçbir kusurunu bilmiyorum. Ancak bir kusuru varsa o da uyurdu ve bu
sırada koyun eve girip ekmek hamurunu yerdi." dedi. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in ashabından birisi hizmetçiyi sıkıştırdı ve: "Rasûlüllah (s.a.v.)'e
doğru söyle" dedi ve ortalıkta dolaşan dedi-koduyu ona söyledi. O da:
"Sübhânellâh! Allah'a yemin olsun ki, onun hakkında, kuyumcunun bildiği
saf altın gibi olmasından başka bir şey bilmiyorum" dedi. Durum, hakında
dedikodu yapılan kimseye ulaştığnda: "Sübhâneliâh! Allah'a yemin olsun ki,
hayatımda asla bir kadının elbisesini açmış değilim" dedi,
Âişe (r.a.),
hakkında dedi-kodu söylenen zat için: "Allah yolunda Şehid olarak vefat
etti" demiştir. [1866]
1836-) Zeyd b, Erkam
(r.a.): "Bir gazvede bulunuyordum, bu sırada (münafıkların başı) Abdullah
b. Übey'i: "Rasûlüllah'ın yanında bulunan kimselere harcama yapmayın ki
böylece yanından dağılıp gitsinler. Medine'ye dönersek kesinlikle güçlü olan,
güçsüz olanı oradan çıkaracaktır." derken işittim. Ben de bunu amcama
veya Ömer'e söyledim, o da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e anlattı. Bunun üzerine beni
çağırdı, kendisine söylediği sözü anlattım. Rasûlüllah (s.a.v.) Abdullah b.
Übey ve arkadaşlarına haber salıp çağırttı. Sonra da onlar böyle bir şey
söylemediklerine yemin ettiler. Bu nedenle Rasûlüllah (s.a.v,) beni yalanlayıp
onu doğru buldu. Bu yüzden bana bir benzeri görülmemiş bir üzüntü geldi, evimde
oturdum. Amcam bana: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in seni yalanlayıp sana
öfkelenmesiyfe ne istedin ki?" dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
«Münafıklar sana geldiğinde...» Suresi'ni indirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bana
hemen haber gönderip bu sureyi okudu ve: "Ey Zeyd, muhakkak kiAllah
senidoğrulamıştır.''buyurdu" demiştir. [1867]
1837-) Câbir (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) Abdullah b. Übey gömüldükten sonra geldi ve
kabrinden çıkartıp ağzına tükrüğünü üfledi, gömleğini giydirdi."
demiştir. [1868]
1838-) İbni Ömer (r.a.)
anlatır: "(Münafıkların reisi) Abdullah b. Übey Öldüğünde oğlu Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, gömleğini versen de içerisine
kefenlesek, cenaze namazını kıldırıp bağışlama dilesen." dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.) de gömleğini verdi ve: "Namaz kıldırmam İçin (işiniz
bittiğinde) bana haber verin" buyurdu. Kendisine haber verildi, namaz
kıldırmak istediğinde Ömer (r.a.) kendisini çekti ve: "Allah sana
münafıklara cenaze namazı kıldırmanı yasaklamadı mı?" dedi. O da:
"Allah: «Onlara bağışlama dile, dileme (değişen bir şey olmaz) Onlara
yetmiş kere bağışlama dilesen bile Allah
onlan asla bağ ısla
m aya çaktır.» buyurmuştur. (Tevbe: sû) Bu nedenle ben İki seçenek arasında
serbestim (bağışlama dileyebilirim de, dilemem de) "buyurdu ve namazını
kıldırdı. Arkasından: «Onlardan ölen bir kimse için asla cenaze namazı
kıldırma!...» (Tevbe: 84) ayeti indi.
(Câbir (r.a.)'ın
rivayet ettiği İbni Ömer (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste münafıkların başı
Abdullah b. Übey'in cenazesine karşı Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tutumu
anlatılmıştır. Aslında Abdullah b. Übey İyi bir kimse değildir, kâfir olduğu
halde Müslüman görünmüş, İslâm ümmeüni parçalamak için çeşitli dolaplar
çevirmekten geri durmamıştır. Bu arada kendisinin Hazrec kabilesinin reisi
olması bu kabilenin İslâm'a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bakışını etkilemekte
idi. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.) her ne kadar bu adamın inançsız olduğunu
manen bilse bile Hazredileri kazanmak için siyaseten Abdullah b. Übey'in
cenazesine ilgi göstermiş, arakasından yukarıda hadiste anlatıldığı gibi uyarı
gelmiştir. (Tevbe: 84) Aynfnirrverdiği bilgiye göre Rasûlüllah (s.a.v.)'in bu
adamın cenazesine gösterdiği tutumdan dolayı Hazrec kabilesinden bin kişi
İslâm'a girmiştir. (Umdetü'i-Kârf, Aynî, v. 415) Bu adamın oğlu olan Abdullah
b. Abdullah (r.a.) iyi bir Müslümandı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında pek
çok savaşlara katılmış hatta yaptığı kötülüklerden dolayı babasının boynunu
vurmak için Hz. Peygamber (s.a.v.)'den izin istemişti. Yukarıdaki hadisten de
anlaşılacağı gibi Rasûlüllah (s.a.v.)'in Abdullah b, Übey'in cenazesine
katılıp katılmaması tartışmalara yol açmış, bu nedenle oğlu Abdullah (r.a.),
Hz. Peygambere sıkıntı olmaması için babasının cenazesini haber vermeden
gömmüştür. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) durumu öğrendiğinde, önceden
cenaze namazını kıldıracağını söylediğinden dolayı Abdullah b. Übey'in kabrini
açtınp söz verdiği gömleği ona giydirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in:
"Benim gömleğim asla onu Allah'tan kurtaramaz ama ben bu sebeple onun
kavminden olanlann İslâm'a gireceklerini ümit etmekteyim" dediği de
söylenmiştir. Yine bu hadisten lüzum görüldüğünde kabrin açılabileceğine işaret
çıkmaktadır. umdetü'i-Kârf, Aynî, v. eıs-eıs) [1869]
1839-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Kabe'nin yanında ikisi Kureyşii biri Sakifli
yahut ikisi Sakifli biri Kureyşli üç kişi bir araya geldi. Bunlar, kalplerinin
anlayışı kıt, kannlannın yağı bol kimselerdi. Bunlardan birisi: "Ne
dersiniz, Allah, bizim konuştuklanmızı duyar mı?" dedi. Diğeri de:
"Sesli konuşursak duyar, sessiz konuşursak duymaz" dedi. Bir diğeri
de: "Sesli konuşsak da duyar, sessiz konuşsak da" dedi. Bunun üzerine
Yüce Allah «Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, a-leyhinize
şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın
bilemeyeceğini mi sanıyordunuz.» (Fussiiet: 22) âyetini indirdi." [1870]
1840-) Zeyd b. Sabit
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Uhud savaşına çıktığında kendisinin
beraberinde bulunanlardan bazı kimseler geri döndüler. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
ashabı bu geri dönenler hakkında ikiye ayrıldı. Bir kısmı onları öldürelim
derken diğer bir kısım öldürmeyelim, dedi. Bunun üzerine «Size ne oluyor da
münafıklar hakkında ikiye ayrılıyorsunuz?» (Nisa: 88} âyeti indi. [1871]
1841-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v,) döneminde münafıklardan birtakım kimseler,
Rasûlüllah (s.a.v.) gazaya çıktığında geri kalıp Rasûlüllah (s.a.v.)'in
gerisinde evlerinde oturmaktan dolayı sevinir, mutlu olurlardı. Rasûlüllah
(s.a.v.) gazadan dönüp geldiğinde kendisine mazeretler ortaya atarak yemin
ederler, yapmadıkları şeylerden dolayı kendilerinin övülmesini isterlerdi.
Bunun üzerine: «Yaptıkları ile sevinen, yapmadıkları ile övülmeyi isteyenlerin
sakın ha sakın azaptan kurtulacaklarını zannetme! Onlar için acıtıcı bir azap
vardır,» (âı-ı imrân: ıss) ayeti indi. [1872]
1842-) İbni Abbâs
(r.a.)'a: "Kendisine verilen şeyden dolayı sevinen, yapmadığı şey
nedeniyle övülmeyi isteyen herkes azaba uğrayacak ise hepimiz azap
olunacağız?" denildi. İbni Abbâs (r.a.): "Bu ayetle sizin ilginiz
yoktur, Hz. Peygamber (s.a.v.) Yahudileri çağırıp onlara bir şeyler sordu,
onlarsa bunu kendisinden saklayıp başka bir şeyi haber verdiler. Sorduğu şeyler
hakkında haber vermeleri nedeniyle övülmeyi hakkettikleri görüntüsü verdiler
(teşekkür beklediler) ve gerçeği gizleme olarak ortaya koyduklan şeyden dolayı
sevindiler." dedi,
(Burada sorulan
sorular, Tevrat'ta zikri geçen Hz. Peygamber (s.a.v.)'tn sıfatlarıdır-.
Yahudiler bilerek bunun tersini söyleyip gerçeği gizlemişler, bu yaptıklarının
yanında bir de sorulanlara haber verdiklerinden dolayı bir teşekkür beklentisi
görüntüsü vermişlerdir.) [1873]
1843-) Enes (r.a.):
"Hıristiyan bir adam vardı. Müslüman oldu. Bakara ve Âl-i İmrân
Sureleri'ni okumuş, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e de vahiy katipliği yapmıştı. Sonra
Hıristiyanlığa tekrar döndü. Bunun arkasından: "Muhammed benim kendisine
yazdıklarımdan başkasını bilmez"diyordu. Sonunda Allah onun canını aldı,
kendisini gömdüler ama bak-salar ki toprak onu dışarı atmış. Hıristiyanlar:
"Bu, kendilerini bırakıp kaçtığı için Muhammed ve ashabının işidir,
arkadaşımızı çıkarıp atmışlar" dediler ve kendisine derin bir mezar
kazdılar ama sabah olduğunda baksalar ki toprak onu tekrar dışarı atmış, yine:
"Bu, kendilerini bırakıp kaçtığı için Muhammed ve ashabının işidir,
arkadaşımızı çıkarıp atmışlar" dediler ve kendisine olabildiğince derin
bir mezar kazdılar, ama sabah olduğunda baksalar ki toprak onu tekrar dışarı
atmış, artık anladılar ki bu iş, insanlardan değildir, artık onu öylece
bıraktılar." demiştir. [1874]
1844-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şu biline ki, kıyamet günü iri yapıtı
şişman bir kimse gelir, ama Allah katında bir sinek kanadı kadar ağırlık
teşkil etmez. Eğer İsterseniz: : «Biz kıyamet gününde onlar için hiçbir ölçü
koymayız. » : 105) ayetini de "buyurmuştur. [1875]
1845-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.): "Yahudi din âlimlerinden bir din âlimi Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi
ve: "Ey Muhammed biz, Allah'ın gökleri bir parmağına, yerleri bir
parmağına, ağaçları bir parmağına su ve toprağı bir parmağına diğer yaratıkları
da bir parmağına aldığı ve: "Hakimiyete sahip olan benim" buyurduğu
bilgileri (kitaplarımızda) buluyoruz." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
Yahudi din âliminin sözlerini tasdik ederek güldü, öyle ki azı dişleri
görünmüştü, sonra: «Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki
kıyamet günü bütün yeryüzü Onun elindedir. Gökler Onun sağ eliyle durulmuş olacaktır.
O, müşriklerin ortak koştuklarından çok yüce ve uzaktır.» (zümer: 67) ayetini
okudu." demiştir. [1876]
1846-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Allah yeryüzünü eline alır, gökleri
de sağ etiyle dürüp büker sonra: "Hakimiyet sahibi Benim! Hani,
yeryüzündeki (sözde) hakim olan/ar nerede!"buyurur."'diye buyururken
işittim, demiştir." [1877]
1847-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, kıyamet
günü gökleri katlayıp dürer sonra sağ eline alır ve: "Hakimiyet sahibi
Benimi Hani, cebbar zorbalar nerede! Büyüklük taslayanlar nerede!"
buyurur. Arkasından sol eliyle yerleri katlayıp dürer ve: "Hakimiyet
sahibi Benim! Hani, cebbar zorbalar nerede! Büyüklük taslayanlar nerede!"
buyurur"[1878]
1848-) Sehl b. Sa'd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kıyametgünü insanlar beyaz, ince
undan yapılmış çörek gibi kırmızıya çalan beyaz bir yerde toplanacaktır."
diye buyururken işittim." demiştir, Seh! b. Sa'd (r.a.) veya ravîlerden
bir başka birisi: "Orası öyle düz ki üzerinde birisine yo! belleği olacak
bir işaret bile olmayacak." demiştir, [1879]
1849-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü yeryüzü bir çörek tanesi
şeklini alır. Cabbâr olan Allah bu çöreği, birinizin yolculukta çöreğini elinde
evirip çevirdiği gibi cennetliklere ikram olarak evirip çevirir." buyurdu.
Arkasından Yahudilerden bir kimse geldi: "Ey Ebû Kasım, Rahman olan Allah
sana bereket versin, bak sana kıyamet günü cennetliklerin ağırlanacağı şeyi
bildireyim mi?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Tabi, bildir"^ buyurdu:
"Yeryüzü bir çörek tanesi şeklini alır." dedi ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in söyfediği şeyleri anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bize baktı sonra
azı dişleri görplene değin güidü, arkasından Yahudi: "Sana onların
katıklarını bildireyim mi? Onların katıkları: Bâlâm ve Nûn'dur." dedi.
Oradakiler: "Bunlar nedir?" dediler. Yahudi: "Öküz ve balıktır.
Bu ikisinin ciğerlerinin uzantısını yetmiş bin kişi yiyecektir."
dedi." demiştir, [1880]
1850-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eğer Yahudilerden on (âlim) bana iman
etmiş olsa idi Yahudiler imanagelirdi, "buyurmuştur.
(Medine'de Yahudiler
çeşitli defa Hz. Peygamber (s.a.v.)'i imtihan etmiş, sorularının cevabını
almaianna rağmen ileri gelenleri inatianndan dolayı iman etmemişlerdir. Yahudi
âlimlerinden sadece Abdullah b, Selâm (r.a.) ile Abdullah b. Surya iman
etmiştir. Aslında çeşitli dönemlerde Yahudi âlimleri de imana gelmiştir, ancak
hadiste mevzubahis olan, Tevrat'ta bildirilen Peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v.)
olduğuna kanaat getiren Abdullah b. Selâm (r.a.)'m iman ettiği gibi hicret
esnasında îman etmeyen ileri gelen din âlimleri kasdedilmiştir.) [1881]
1851-) İbni Mes'ûd (r.a.)
anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Medine'nin terk edilmiş
harabelerinde yürüyordum. Kendisi de hurma çubuğundan bir asaya dayanıyordu.
Yahudilerden bir topluluğa uğradı. Birbirlerine: "Ona ruhu sorun!"
dediler. Bir kısmı da: "Ona soru sormayın, içerisinde sevmeyeceğiniz bir
şey getirmesin" dedi. Bazıları da: "Mutlaka ona soru soracağız"
dedi. Bunun üzerine onlardan birisi kalktı ve: "Ey Ebû Kâsı-m, ruh
nedir" dedi. Bunun üzerine bir müddet sustu ben,' kendisine vahiy iniyor
dedim ve ayağa kalktım. Vahiy durumu kendisinden geçtikten sonra: «Sana ruhtan
soruyorlar: "Ruh, Rabb'ırnin işindendîr, size bilgiden çok azı
verildi" de» buyurdu." [1882]
1852-) Habbâb (r.a.)
anlatır: "Cahiliye döneminde demircilik yapardım, bu sırada Âs b. Vâİl'de
alacağım vardı. Borcunu ödemesi için kendisine geldim: "Muhammed'i inkâr
edene değin sana paranı vermem1 dedi, ben de: "Ben inkâr etmem. Sonunda
Allah seni öldürüp tekrar diriltir." dedim. O da: "Bırak beni,
nihayet ölüp tekrar dirileyim. Bana iterde mal ve çoluk çocuk da verilecek, o
zaman sana borcumu öderim." dedi. Bunun üzerine «Ayetlerimizi inkâr eden
ve bana kesinlikle mal ve çoluk-çocuk verilecektir diyen kimseyi gördün mü?
Bilinmeyeni Öğrendi ya da Rahmandan bu konuda söz mü aldı ki?» (Meryem: 77-80)
ayeti indi." [1883]
1853-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ebû Cehil: "Allah'ım, eğer bu, Senin
katından gelen bir gerçek ise üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıtıa bir
azap gönder" demiş. Bunun üzerine «Sen, onların aralarında iken Allah
onlara azap etmez. Onlar bağışlama dilerken de Allah azap etmez. Ama, onlar
yönetiminde söz sahibi olmadıkları halde Mescidi Hara m'a engel olurlarken,
Allah onları niye azap etmeyecek?...» (En'fâi: 33-34) âyeti inmiştir." [1884]
1854-) Mesrûk, şöyle
demiştir: "Abdullah b. Mes'ûd'un yanında oturuyorduk, derken kendisine
bir kimse geldi ve: "Ey Ebû Abdurrahman, (Kûfe'deki) Kinde kaptlannın
yanında bir hikayece kıssalar anlatıyor ve duman (duhân) mucizesinin (kıyamet
günü) gelip, kâfirlerin canını alacağını, müminleri de nezle gibi etkileyeceğini
iddia ediyor?" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd öfkelenerek oturdu
ve: "Ey insanlar, Allah'tan korkunuz. Sizden kim, bir şey biliyorsa
bildiği şeyi söylesin. Kim, bilmiyorsa "Allah en iyi bilendir."
desin. Çünkü birinizin, bilmediği şey için "Allah en iyi bilendir" demesi
en iyi bilgidir. Çünkü Yüce Allah, Peygamberine «Onlara: "Ben, buna karşı
sizden bir ücret istemiyorum ve (kendi kafamdan) bir yükümlülük getirenlerden
de değilim." de» (sa 86) buyurmuştur. (Duman olayı şudur.) Rasûlüliah
(s.a.v.) İnsanlann (Kureyşiiienn) sırt çevirdiğini görünce: "Allah'ım,
Yusuf Peygamberin yedi kıtlık yılı gibi yedi kıtlık ile onlara karşı bana
yardım et." diye beddua etti. Bunun akabinde onlan öyle bir kıtlık yılı
yakaladı ki, her şeyin kökünü kazıdı hatta açlıktan derileri, ölü hayvanları
yediler. Bunlardan bir kimse göğe baktığında (açlık ve takatsizlikten) göğü
duman gibi görürdü. Sonunda Ebû Süfyan kendisine geldi: "Ey Muhammed,
getirdiğin (şeyler) bize, Allah'a itaat etmeyi ve akraba ile alakayı
sürdürmeyi emretmektedir, bak kavmin yok oldu, Allah'a dua et" dedi. (Hz.
Peygamber (s.a.v.) dua etti, yağmur yağdı, sonunda eski küfürlerine döndüler.
Bunun üzerine
şu ayetler indi)
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Şimdi sen göğün, insanları kaplayacak bir dumanı
getireceği günü bekle, bu elem veren bir azaptır, (bu azabı gördüklerinde)
Rabb'imiz! Bizden azabı kaldır, biz muhakkak Mü'minleriz (derler) nerede
onların ders almaları. Halbuki kendilerine apaçık bir Eiçi gelmişti. Ama onlar
yüz çevirdiler, "Öğretilmiş delidir" demişlerdi. Biz, sizden azabı
birazcık kaldıracağız ama siz yine eski halinize döneceksiniz. Ama biz büyük
bir şiddetle yere çarpacağımız gün kesinlikle intikamımızı alacağız.» (Duhân:
10-16) Abdullah b. Mes'ûd, bu ayeti okudu ve: "Âhiret azabı (Kindeirmn
dediği gibi ayetteki duman olsa idi) hiç kâfirlerden kaldınlıp tekrar
küfürlerine dön-leleri (ânirette) olabilir mi? ayetteki «Büyük bir şiddetle
çarpacağımız
gün» İfadesi, Bedir
Savaşfnda (Müslümanların Kureyşliler'e üstün gelip yere çarpmalan) Yine Bedir
Savaşi'ndakİ Uzam (ileri gelenlerinin esir düşmesi Furkân: 77) ve (Müslümanlann
tuttuğu) Rumların (Kureyşüiertn tuttuğu) İranlılarda galip gelmesi (Rûm: m)
bunla-nn hepsi gelip geçmiştir." dedi." dedi"
Diğer bir rivayette
Abdullah b, Mes'ûd (r.a.): "Beş hadise, olupbitmiştir: Duman, Lizâm, Rûm,
Batsa, Ay" demiştir.
(Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'m sözünü ettiği hadiseler, Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan beş husustur.
Bunlardan, duman (Duhân: ıo-ıe), ileri gelenlerinin esir düşmesi olan üzâm
(Furkân: 77), Müslümanların tuttuğu Rumların, Kureyşliler'in tuttuğu İranlılara
galip gelmesi (Rûm: 1-4), Yere çarpma anlamındaki Batsa Ay'ın ikiye ayrılması
(Kamer: 1) [1885]
1855-) Abdullah b. Mes'ûd
(r,a.): "Rasûlüliah (s.a.v.) döneminde Ay ikiye ayrıldı Hz. Peygamber
(s.a.v.): "BakiniŞahit oiun."buyurdu" demiştir. [1886]
1856-) Enes (r.a.)'dan.
Mekke halkı, Rasûlüliah (s.a.v.)'den bir mucize göstermesini istediler. Bunun
üzerine onlara ayın ikiye ayrılmasını gösterdi. [1887]
1857-) Abdullah b. Abbas
(r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.) zamanında ay ikiye ayrılmıştır."
demiştir.
(Ayın ikiye
ayrılması Kur'ân-ı Kerim'de de anlatılır «Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar
bir mucize görürlerse yüz çevirirler ve: "Öteden beri süre gelen bir
sihirdir." derler, Yalanladılar ve keyfi arzularına uydular. Ama her işin
bir durma yeri vardır. Onları kötülükten alıkoyacak nice haberler geldi. (Bu
haberler) hikmetli ve etkileyicidir, ama uyarılar fayda vermiyor.» (Kamer: ı-5)
Bu konuda "Sahîtvi Buhârî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh" isimli
çalışmamızdaki 1517. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1888]
1858-) Ebû Mûsâ el-Eşa'rî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hiçbir kimse işittiği eziyete karşı
Allah'tan daha sabırlı değildir. Kendisine çocuk iddia ederler buna rağmen
Allah onlara nzıklar, sağlık sıhhat ve afiyet verir, "buyurdu."
demiştir. [1889]
1859-) Enes (r.a.)
Rasûlüliah (s.a.v.)'den şöyle anlatır: "Allah, cehennemliklerden azapça
en düşük olan kimseye: "Yeryüzü dolusu ne varsa hepsi senin olsa bu
azaptan kurtulmak için onu verirmiydin?" buyurur o da: "Evet"
diye cevap verir. Allah: "Sen,Âdem'in sulbünde iken senden bunun daha
kolayını, Bana ortak koşmamanı istemiştim ama karşı gelip ortak koştun "
buyurur," [1890]
1860-) Enes b. Malik
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyururdu, demiştir: "Kıyamet günü
kâfir getirilir ve ona: "Ne dersin, yeryüzü dolusu altının olsa da bunu
azaptan kurtulmak için verir misin?" denilir, o da: "Evet" der.
Kendisine: "Senden, bundan daha kolayı istenmişti" denilir." [1891]
1861-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Bir kimse: "Ey Allah'ın Peygamberi, Kıyamet günü kâfir
yüzüstü nasıl sürülüp toplanır?" dedi. O da: "Dünyada onu İki ayak
üzere yürüten, kıyamet günü yüzüstü yürütmeye kadir değil mî? " buyurdu. [1892]
1862-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Mü'min taze yeşermiş ekin gibidir.
Rüzgar nereden gelirse onu eğip yatırır. Doğruiduğunda bela ve musibet onu yine
eğer. Günahkâr bir kimse de sedir ağacı gibidir. Allah, dilediği bir zamanda
onuyere serene kadar dimdik ayakta kalır, "buyurdu." demiştir.
(Taze ekin rüzgar
estiğinde her ns kadar eğilse de kırılmaz, sedir gibi uzun iri bir ağaç her ne
kadar rüzgardan dolayı eğilip yatmasa da bir gün gelir bir fırtına yere serer.
İşte mü'min sürekli imtihanlarla sarsılır ama devrilmez, sabreder. Kâfir veya
münafik rahat, başı sakindir ama sonunda Alîah ruhunu aldığında günahlanyla bu
dünyadan göçer. Mü'min ise çektiği sıkıntılar nedeniyle günahlarından arınmış
olarak bu dünyadan göçer.) [1893]
1863-) Ka'b. Mâlik
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Mü'min taze yeşermiş
ekin gibidir, rüzgar birinde onu eğip yere vurur diğerinde doğrultur sonunda
kuruyup sararır. Kâfir ise kökleri üzerinde dimdik duran sedir ağacı gibidir,
onu hiçbir şey eğemez ama devrilmesi de biranda olur. "buyurmuştur." [1894]
1864-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) şöyle demiştir: "Rasülüllah (s.a.v.): "Ağaçlardan bir ağaç
vardır ki yaprağı dökülmez, tıpkı Müslüman gibidir. Nedir o? Haydi söyleyin
bakalım" buyurdu. İnsanlar kırlardaki ağaçlara takıldılar, benim içime
hurma demek doğdu, ama utandım (söyleyemedi) sonra: "Ey Allah'ın Rasûlü
sen söyle, nedir bu?" dediler: "Hurmadır"buyurdu"[1895]
1865-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden hiçbir kimseyi ameli kurtaramaz."
buyurdu. Oradakiler: "Seni de mi? Ey Allah'ın Rasûlü" dediler. 0 da:
"Evet, beni de, ancak Allah lütuf ve merhametiyle beni kaplayıp bürürse.
(Amellerinizde) orta yollu olunuz, aşırı gitmeyiniz. Gündüzün ilk saatlerinde
ve son saatlerinde gecenin sonundaki bir miktar vakitte (amel işlemeye devam
ediniz)ama orta yolu takip ediniz ki böylece maksada
erebilesiniz."buyurdu." demiştir. [1896]
1866-) Âişe (r.a.)'cfan.
Kendisi şöyle dermiş: "Rasûlüllah (s.a.v.): %-meiieriniz de) orta yollu
olunuz, aşın gitmeyiniz, müjde ile sevininiz. Biline ki, hiçbir kimseyi yaptığı
ameli cennete koyamaz, "buyurdu. Oradakiler: "Seni de mi? Ey Allah'ın
Rasûlü" dediler. 0 da: "Evet, beni de. Ancak Allah merhametiyle beni
kaplayıp bürürse. Bilin kî, Allah 'a en sevimli gelen amel -az da olsa-
devamlı olanıdır." [1897]
1867-) el-Muğîra b. Şu'be
(r.a.): "Şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.v.) namaza durur ve iki ayağı veya
bacağı şişene değin namaz kılardı. Kendisine "Niçin bu kadar namaz
kılıyorsun senin gelmiş geçmiş günahların bağışlanmıştır) denildiğinde:
"Şükreden birkutolmayayım mı? buyurdu." demiştir. [1898]
1868-) Şakîk b. Ebî
Vâil'den. Şöyle demiştir: "Abdullah b. Mes'ûd, her Perşembe bize öğütler
verirdi. Bir kimse kendisine: "Ey Ebû Abdurrahman, biz senin konuşmanı
seviyor ve özlüyoruz. Senin, bize her gün konuşma yapmanı isteriz" dedi.
Bunun üzerine o da: "Benim size (her gün) konuşma yapmama mani olan sizi
usandırmayı istemememdir. Rasûlüllah (s.a.v.) de, bizi usandırmayı
istemediğinden vaaz vereceğinde bize uygun olan günleri gözetirdi."
dedi"
Cennet ve Cennet
Nimetleri Cennetliklerin Özellikleri Bölümü (Kitâbu'l-Cennet ve Sıfatı Neîmehâ
ve Ehlihâ) [1899]
1869-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Cehennem nefse hoş gelen şeylerle
perdelenmiştir. Cennet ise nefse hoş gelmeyen şeyler/e perdelenmiştir.
"buyurmuştur. [1900]
1870-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah Teâiâ: "Salih kullarım
için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı hiçbir kalbe doğmayan
birtakım nimetler hazırladım." buyurmuştur."dedi. Ebû Hureyre (r.a.)
bunun arkasından «Yapmış olduklarına karşılık, onlar için saklanan nice göz
aydınlatıcı ve sevindirici, hiçbir kimsenin bilmediği nimetler vardır.» ayetini
okumuştur. [1901]
1871-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Şüphesiz cennette bir ağaç vardır
ki binekli bir kimse gölgesi altında yüz yıl yürür, "buyurmuştur. [1902]
1872-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Şüphesiz cennette bir ağaç vardır ki
binek/i bir kimse yüz yıl gölgesi altında yürür de sonuna varamaz."
buyurmuştur. [1903]
1873-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şüphesiz cennette bir ağaç vardır ki
idmanlı süratli bir ata binmiş bir kimse yüz yıl gölgesi altında yürür de
sonuna varamaz," buyurmuştur. [1904]
1874-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.) şöyle buyurdu demiştir: "Şüphesiz Allah
Tebâreke ve Teâlâ cennetliklere: "Ey cennet halkı!" diye seslenir.
Onlar: "Buyur, emret Rabb'imiz" derler. Allah: "Halinizden
memnun oldunuz mu?" buyurur. Onlar: "Bizim memnun olmayacağımız
hiçbir şey yok, yarattıklarındanhiçbir kimseye vermediğini bize verdin"
derler. Aiiah: "Ben, size bunlardan daha üstün olanı vereceğim!"
buyurur. Onlar: "Ey Rabb'imiz, artık bu nimetlerden sonra hangi şey daha
üstün ve değei olabilir?" derler. Allah: "Size, rızamı koyuyorum,
artık bundan sonra size asla kızmam, "buyurur." [1905]
1875-) Sehl b. Sa'd
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Şüphe yok ki, cennetlikler cennetteki
köşkleri sizin semadaki yıldızları seyrettiğiniz gibi seyredecekler"
buyurmuştur. [1906]
1876-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şüphesiz cennetlikler, cennetteki
yüksek köşktekileri kendileri ile aralarındaki yükseklikten dolayı, doğudan
veya batıdan ufukta duran parlak yıldızı seyrettiğiniz gibi seyredeceklerdir"
buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûiü, buralar artık Peygamberlerin
mevkileridir. Onlardan başkası buna erişemez." dediler, o da: "Hayır
öyle değil, canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bunlar Allah'a inanmış
Peygamberleri tasdik edip doğrulamış kimselerdir, "buyurdu. [1907]
1877-) Yine Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.): "Cennetegirecek olan topluluğun ilk
bölüğünün şekilleri mehtaplı gecedeki Ay gibi olacaktır. Onlar cennette tükrük,
balgam çıkarmazlar, sümkürmez, büyük-küçük abdest bozmazlar, onlann cennetteki
kullandıkları eşyaları altındandır. Tarakları ise altın ve gümüştendir.
Buhurdanltklartndaki tütsüleri ödağacı, kokuları misktir. Herbrrinin güzellik
ve letafetten adeta baldırlarının iliği görülebilinen iki hanımı vardır.
Cennettekilerin aralarında anlaşmazlık ve düşmanlık bulunmaz. Kalpleri tek bir
kalp olarak sabah-akşam Allah'ı teşbih ederler." buyurûu" demiştir. [1908]
1878-) Abdullah b. Kays
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Cennette içi oyularak inciden yapılmış
çadır vardır ki, eni altmış mil uzunluğundadır. Her köşesinde bir hanım vardır
ki onu başkalan göremez. Mü'm/n/er böylece hanımlarını dolaşırlar. İki cennet
vardır kî kap ve içerisindeki diğer eşyaları gümüştendir. Yine iki çeşit
cennet daha vardır ki kap ve içerisindeki diğer eşyaları şundandır
(altındandır.) Adn Cenneti'ndeki topluluğun Rablerine bakmalarının arasında,
Allah'ın yüzündeki büyüklük ridasmdan başka bir şey bulunmayacaktır,
"buyurmuştur. [1909]
1879-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): ''Allah, Â-dem'i altmış arşın (yaklaşık 40
metre) boyunda yaratmış ve: "Haydigit, şuradaki meleklere selâm ver,
onların sana verdikleri selâmı, senin selâmınla, zürriyetinin selâmını
dinle" buyurdu. O da: "es-Selâmii A/ey küm ("Sefam üzerinize
olsun)" dedi. Onlar: "es-Selâmü Aleyke ve Rahmetullahî (-Selâm ve
Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun)" diyerek "Ve
Rahmetullahi" ilavesini yaptılar. Cennete giren herkes Âdem suretinde
olacaktır. Mahlukâti^yst^-hşından) şu ana kadar süreklieksilmektedir,
"buyurmuştur.
(Hadisimizde Âdem
(a.s.)'sn yaratıldığında boyunun aitmiş arşın olduğu bildirilmektedir. Aslına
bakılacak oiursa bu bilgiler gayb sının İçerisine girer. Efendimiz (a.s.) böyle
diyorsa öyledir. Bu günkü insanın boyuna bakarak belki bunu yadırgayanlar
olabilir. Bu konuda fazla biigirniz olmadığndan bu hususta sükût etmeyi uygun
görmekteyiz. Ancak altmış arşın akien yadırganırsa belirtelim ki bizim alışık
olmadığımız buna benzer bir bilgi Kur'ân-ı Kerim'de de mevcuttur. Yüce
Rabb'imiz Kur'ân-ı Kerim'de Nûh (a.s.)'ın tufandan önce kavminin arasında dokuz
yüz elli sene kakfeğını bildirmektedir. (Ankebût: 14-15} Nûh (a.s.)'ın, kavmi
helak olduktan sonra da yaşadığını göz önünde bulundurursak kendisinin bin yılı
aşkın bir Ömür sürdüğünü söyleyebiliriz. Bu günkü veya geçmiş tarihteki
insanlann dünyadaki ortalama yaş sürelerini incelediğimizde bin yıldan fazla
bir ömrün imkaniyeti de aklen izah edilmeyebilir. Neticede belirtmek
istediğimiz bunler bizce gayb konulardır. Böyle konularda haberi getirene
itimadımız varsa tasdik edip sükût ederiz.
Bu konuyu bir
araştırmacının şu sözleriyle bitirmek istiyoruz: "...Hz. Âdem'in (a.s.) ne
zaman yaşadığnı bilemiyoruz. Ağaçların 200 metre olduğu, dinazorların yaşadığı
dönemlerde bizim gibi ufak tefek insanların yaşadığını düşünme, hayat mücadelesi
ağsından insana ters gelir Kocaman kertenkelelerin, dev dinazorların yanında
öyle insanların olması gerekir ki hayatla mücadelede mevcudiyetini koruyup
neslini
SÜrdÜrebilSİH..."
(Doç. Dr. Arif Sarsılmaz-Metin Bedir, Hz. Âdem'in Boyu, Semti dergisi, Seyı:
169, s.
34) Yazarlarımız
ekolojik değişmeye dikkat çekerek bu değişme nedeniyle yok oian veya vücudunda
değişmeler olan canlılara değinirler, meselenin biyoloji ve genetik bilimi
açısından izahını yapmaya çalışırlar. Ayrıca bir dinazor ayağının yanında bulunan
ve boyu ayağın yaklaşık dörtte birine ulaşan insan fotoğrafı getirerek mesele
konusunda fikir vermeye çalışırlar. Konuyu uzatmamak için fazla alıntı
yapmadık. Daha fazta bilgi edinmek isteyenler ilgili yazıya bakabilirler) [1910]
1880-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Sizin ateşiniz, cehennem ateşinin
yetmiş parçasından bir parçadır." buyurdu, kendisine: "Ey Allah'ın
Rasûİü, dünya ateşi azab için elbette yeterlidir." denildi: "Dünya
ateşlerine altmış dokuz kat ilave edildi, bunların her biri tıpkı dünya
ateşigibidir, "buyurmuştur. [1911]
1881-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennet ve cehennem atıştılar,
cehennem: "Zorbalar ve büyüklenen kibirlilere ayrıldım," dedi.
Cennet de: "Aceb bana neden sadece insanların zayıflan, düşük,
itibarıolmayanlarıgiriyor?"dedi. Allah cennete: "Sen benim
rahmetimsin, seninle ben, kullarımdan dilediğime rahmet ederim." buyurdu.
Cehenneme de: "Sen de sadece benim azabımsm, seninle ben, kullarımdan
dilediğime a-zap ederim buyurdu. Bunlardan her birisinin dolduracağı kadar
kimseleri vardın Ama cehennem yine de dolmak bilmez, sonunda Allah ayağını
kor, bunun üzerine cehennem: "Yeter, yeter, yeter" der. İşte bu
zaman artık cehennem dolar ve birbirine büzülüp çekilir, Allah Azze ve Celle mahlukatmdan
hiçbinsine haksızlık yapmaz. Cennete gelince Allah Azze ve Celle cennet
i-çlnden yeniden birtakım halk yaratır, "buyurdu." demiştir.
(Allah cehennemi
bastırdığında küçülecektir. Cennet ise olanca genişliğince ka-lacaktir.
Cehennem dolup yeter dediği halde cennette yine birtakım boşluklar, fazlalıklar
kalacak {Müslim, cenne: 37} Allah onun İçin yeni halk yaratacaktır.) [1912]
1882-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz, Peygamber (s.a.v.): "Şu biline ki, cehennemin içerisine
sürekli atılır, oda sürekli: "Daha var mı?" der. Sonunda Yüce Rabb
ayağını cehennemin ağzına kor. Cehennem bir birine büzülüp çekilir ve:
"İzzet ve keremin hakkı için yeter, yeter" der. Cennet de sürekli
fazla yer kalacak, sonunda Allah yeniden bir takım halklar yaratacak ve fazla
kalan yerlere yerleştirecektir." buyurmuştur.
(Hadiste geçen
Allah için, el, ayak vb. tabirler mecazi anlam ifade eder, kelime manası
kasdedilmemiştir. Tıpkı şaşınp hayret eden bir kimseye "parmağını
ısırdı" ifadesinin kullanılması gibi.
Allah'ın cehenneme
ayağını basması, cehennemi tahkir etmesi anlamına da yorumlanmıştır. Allah
cehennemi bastırdığında küçülecektir. Cennet ise olanca genişiğince kalacaktır.
Cehennem dolup yeter dediği halde cennette yine birtakım boşluklar,
fazlalıklar kalacak Allah onun için yeni halk yaratacaktır.) [1913]
1883-) Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü ölüm, alacalı bir koç
şeklinde getirilir, bir nldacı: "Ey cennet halkı!" diye bağırır.
Onlar da başlarını uzatıp bakarlar: "Bunu tanıyor musunuz?" der.
Onların hepsi onu görür: "Bunu tanıyor musunuz?" der. Onların hepsi
onu görür: "Evet bu, ö-lümdür" der/er. Sonra: "Ey cehennem
halkı!" diye bağırır. Onlar da başlarını uzatıp bakarlar: "Bunu
tanıyor musunuz?" der. Onların hepsi onu görür: "Evet bu,
ölümdür" derler. Arkasından koç kesilir bundan sonra da: "Ey cennet
halkı, artık Ölüm yoktur, sonsuzluk üzeresiniz. Ey cehennem halkı, artık ölüm
yoktur, sonsuzluk üzeresiniz" denilir." buyurdu, sonra da: «On-lan,
pişmanlık ve üzüntü gününe karşı uyar! Çünkü onlar gaflet içerisinde ve iman
etmemiş halde İken iş olup bitmiş olur.» (Meryem-. 39) ayetini okudu.
Rasûlüllah (s.a.v.), gaflet içerisinde olanların ehli dünya olduğunu da
belirtti." demiştir. [1914]
1884-) Abdullah b. Ömer
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Cennetlikler cennete, cehennemlikler
de cehenneme girdiklerinde, ötüm getirilip cennet ve cehennemin arasına
konulur, sonra da kesilir. Sonra bir nidacı: "Ey cennet halkı artık Ölüm
yoktur. Ey cehennem halkı artık ölüm yoktur." diye seslenir. Bu haber
üzerine cennetliklerin sevinçleri kat kat artar, cehennemliklerin de
üzüntüleri kat kat artar" buyurdu." demiştir. [1915]
1885-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Âhirette kâfirin iki omzunun
arasındaki uzaklık, süratli giden biratlının üç günde alabileceğimesafe
kadardır."'buyurmuştur.
(Kâfirin vücudunun
büyümesi azap çeken yerin mesafesinin çok olması içindir. Bir santimlik yerin
verdiği ızdırap ile bir metrelik yerin verdiği ızdırap bir olamaz, mesafe ne
kadar büyük olursa duyulan acı da o derece büyük olur.) [1916]
1886-) Harise b. Vehb
el-Huzâî (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Bakın, cennetlikleri
size bildireyim mi? Bütün zayıf ve mütevazı' kimselerdir ki bunlar, Allah'a
yemin etseler Allah yeminlerinde onları doğru çıkarır. Bakın, cehennemlikleri
de size bildireyim mi? Katı, cimri / böbürlenen ve kibirlenen kimselerdir,
"buyururken işittim." demiştir. [1917]
1887-) Abdullah b. Zema'
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'i hutbe verirken, Hz. Salih (a.s.)'ın devesini
kesip öldüreni dile getirdiğini işitmiş. Rasûlüllah (s.a.v.); «En azgın
eşkıyası deveyi kesmeye atıldığında...» yani tıpkı Ebû Zema'gibi kavminin
içerisinde arkası olan güçlü ve zorba bir adam deveye atıldı." buyurdu.
Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbesinde kadınlara da değindi: "Sizden biriniz
köle döver gibi hanımını dövmeye kalkar, arkasından da belki o günün sonunda
hanımıyla yatar, "buyurdu. Bundan sonra onlara yellenmeden dolayı
gülmelerine değindi ve: "Sizden biriniz yapageldiği bu şeye niye güler ki?"buyurdu."
Yine kendisinden
gelen diğer bir rivayette ise: "Zübeyr b. Avvâm'ın
amcası Ebû Zema'gibi" ifadesi vardır.
(Ebû Zema',
Müslümanlara eziyet veren ve onları alaya alan bir kâfirdi. Mekke'de kâfir
olarak ölmüştür.) [1918]
1888-) Yine Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Amrb. Luhay b. Âmir b. Luhay el-Huzâî'yi
cehennemde bağırsaklarını sürürken gördüm. Kendisi adak develerini ilk defa
ortaya koyandır, "buyurmuştur.
(İsmai! (a.s.)
Mekke'de Kabe'yi yapmış ve buranın bakımı İsmail soyundan gelen Müstarebe
Araplarından olan kabileler yüklenmiştir. Bir ara Yemen'den gelen ve Müstarebe
değil de asıl Araplardan olan Huzâa kabilesine mensup Amr b, Luhay Mekke ve
Kabe'nin idaresini ele geçirmiştir. Bir müddet bu idare Huzâa kabilesinin
elinde kaldı. Bu sırada Amr b. Luhay Kabe'de İsmail (a.s.)'ın dininde
değişiklikler yaptı. Putları Kabe'ye yerleştiren ilk kimsedir. Putların dışında
dinin niteliklerini bozucu din adına pek çok yeni şeyler ortaya koydu. Putlar
adına adanan ve Hindistan'daki inekleri andıran adak develerine hiç kimse
dokunamazdı, bunlar başıboş yayılırdı, inançlanna göre putlara adanan bu
hayvanlara kudsiyet verilmiştir. İşte bu ilk sapma ve dinin bozulmasını
başlatan Amr b. Luhay olduğundan dolayı cehennemde bunun cezasını çektiği
bildirilmiştir.) [1919]
1889-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûlüifah (s.a.v.): "Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak
kıyamette toplanacaksınız." buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, o zaman
kadınlar ve erkekler birbirlerine bakarlar?" dedim: "Ancak onların
içinde bulundukları durum, bununla ilgilenmelerinden daha zor olacaktın
"buyurdu." demiştir.
(Mahşerde çıplak
olmak dünyaya nasıl gelmişlerse öyle olacaklarından dolayıdır, öyle ki sünnet
için kesilen parçalan bile tekrar iade edilerek dünyaya nasıl geldilerse o
şekie döndürülecektir. İnsanlann mahşerdeki telâşı birbirlerini göremeyecek
derecede olacaktır. Yüce Rabb'imiz de Kur'ân-ı Kerim'de bunu şöyle
bildirmektedir «...İşte o gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından,
eşinden ve ev tatlarından kaçar. O gün, herkesin kendisine yetecek derecede işi
vardır.» (Abese: 34-37) «O gün herkes kendi canıyla uğraşarak gelir.» (Nahi: m) [1920]
1890-) İbni Abbas (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), a-ramtzda ayağa kalkarak vaaz verdi,
konuşma yaptı. Şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Sizler yalınayak, üstsüz
çıplak ve sünnetsiz o/arak Allah'ın huzunurda haşrolacaksmız. "buyurdu
ve: «O gün, göğü yazı tomarlarını d ürer gibi düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya
başladığımız gibi onu iade ederiz. Üzerimize söz, biz bunu mutlaka yapacağız.»
(Enbiyâ: 104 ayetini) okudu ve devamla şöyle buyurdu: "Bakınız,
mah-lukattan kıyamet günü ilk giydirilecek olan İbrahim'dir. Bakınız, ümmetimden
bir kısım kimseler getirilir ve kitapları sol tarafından verilir. Ben de:
"EyRabb'im, (bumar benim) ashabım" diyeceğim. Bana: "Senden
sonra bunların neler ortaya çıkardığını sen bilemezsin" denilecek Ben de
salih kulunun (îsâ (a.s.ym) söylediği: «Ben onların içinde olduğum sürece
onları görür, gözetlerim. Ancak sen, beni katına aldığında onları gözetleyen
sadece sendin. Sen her şeyi görensin. Eğer onlara azab edersen onlar senin
kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, hikmet sahibisin.»
(Mâide: 117-118) ayetini okurum. Bunun üzerine bana: "Sen onlardan
ayrıldığından bu tarafa onlar geri dönüp inkâr ettiler" denilir" buyu
rmuştur. [1921]
1891-) Ebû Hureyre
(r,a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İnsanlar üç fırka olarak haşrolunur:
İstekliler, korkanlar ki bunlarbir deveye iki, üç, dört hatta on kişi binerek
gelin Geri kalanları da ateş toplayıp getirir. Öğle sıcağında durduklarında onlarla
durur, gecelediklerinde onlarla geceler, sabahladıklarında onlarla sabahlar,
akşamladıklarında onlarla akşamlar
(peşlerini
bırakmaz)" buyurmuştur.
(Hadiste bildirilen
üç fırkadan istekliler, âhireti isteyip arzu edenlerdir. Korkanlar ise âhiret
için hazırlığı tam olmadığından endişe ile dünyadan ayrılanlardır ki bunların
durumu değişiktir. Âhiret hazırlıkları farklı olduğundan kimisi bir deveye iki
kişi kimisi üç batta on kişi biner bu durum onların âhiret için hazırladıkları
şeyleri temsil etmektedir. Âhiret için hiçbir şeyi olmayanları ise ateş sürükleyip
getirir.) [1922]
1892-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "O gün insanlar Âlemlerin Rabb'inin
huzurunda ayağa kalkarlar.» (Mutaffifîn: 6) Öyleki herbiri iki kulağının
yansına kadar ter içerisinde kaybolun "buyurmuştur. [1923]
1893-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü insanlar öyle terlerler ki
sonunda dökülen terleri yerin yetmiş arşın dibine ulaşın Kimisine de terleri
ağzına gem olup kulaklarına kadar ulaşır, "buyurmuştur.
(İmam Müslim'in
rivayetinde: "İnsanlar amellerine göre tere batacaklar' dır. Kimisi
topuklarına kadar, kimisi dizkapağma kadar, kimisi köprücük kemiklerine kadar, kimisi
de öyle batar ki terleri, ağzına gem olur," şeklinde açıklama vardır.
(Müslim, Cennet: 62)
Burada vurgulanmak
istenilen o günün dehşeti ve bu dehşet karşısında insanlann değişik
durumlarıdır. İnsanlardan bazıları, hesabın zorluğu sebebiyle duydukları büyük
sıkıntı ve bunalım içerisinde o derece terlerler ki, âdeta ter deryası içinde
kalırlar. Bu tasvir, bazsian için hesabın ne kadar zor geçeceğini belirtir.
Dünyada iken davranışlanmıza dikkat etmemiz ve Allah'ın huzurunda bizi
utandıracak, zor duruma düşürecek davranışlardan kaçınmamız için bir uyarıdır.) [1924]
1894-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz vefat ettiğinde kendisine
sabah akşam (âhiretteki) yeri gösterilin Cennetliklerden ise cennetlik olarak,
cehennemliklerden ise cehennemlik olarak kendisine: "Burası senin
yerindir, sonunda Allah seni kıyamet günü buraya gönderecektir."
denilir." diye buyurmuştur. [1925]
1895-) Ebû Eyyûb el-Ensârî
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün Güneş battığı sırada dışarı
çıkmıştı, birden bir ses duydu, bunun üzerine: "Yahudiler kabirlerinde
azaba uğruyorlar, "buyurdu." demiştir. [1926]
1896-) Enes b. Mâlik
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kul kabrine konulup, arkadaşları geri dönüp gittiğinde -bu sırada ayak
seslerini bile duyar- kendisine iki melek gelip oturturlar ve: "Bu
Muhammed denilen a-dam hakkında sen ne derdin?" derler. (Mümin);
"Onun Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ederdim." der. Bunun
üzerine: "Cehennemdeki yerine baki Allah bunu senin için cennette bir
yer ile değiştirdi."denilir. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Her iki yeri de
bir anda görür." buyurdu ve şöyle devam etti: "Kâfir veya münafık
ise: "Bilemiyorum, insanların söyler olduğu şeyi söylerdim." diye
cevap verir: "Zaten sen ne onlara ne de onların yoluna uyardın?"
denilir ve demir bir topuzla iki kulağı arasına öyle bir darbe vurulur ki bunun
sonucu bir çığlık atar, bu çığlığı insan ve cin hariç yanında bulunanların
hepsi işitir." [1927]
1897-) ei-Berâ b. Âzib
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mü'min kabrinde oturtulduğunda
(sorular) getirilir. O da Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in
Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet getirir. Bunun böyle olması, Allah'ın:
«Allah, (kalplerinde) yerleşmiş değişmez söz ile iman edenlerin ayaklarını
sabit kılar.» (ibrahim: 27) ayetinden dolayıdır." buyurmuştur. [1928]
1898-) Ebû Talha
(r.a.)'dan. Allah'ın Peygamberi Bedir günü emir buyurdu, Kureyş ileri
gelenlerinden yirmi dört kişinin cesetleri Bedir kuyularından pis ve pislik
yayan bir kuyuya atıldı. Kendisi bir topluluğa galip geldiğinde, üç gece
oranın geniş meydanında kalırdı. Bedir savaşından sonraki üçüncü gün olduğunda
devesinin hazırlanmasını emretti, devenin üzerine yükler yüklenip bağlandı
arkasından biraz yürüdü peşinden de ashabı onu takip etti: "Kendisinin
bir iş İçin gittiğini zannediyorduk," dediler. Sonunda kuyunun ağzına
dikildi ve onlara: "Ey falan oğlu falan! Falan oğlu falan! Sizin, Allah
ve Rasûlüne itaat etmiş olmanız (şimdi) sizi sevindirir miydi! Biz Rabb'imizin
vadettiğinin gerçek olduğunu gördük. Siz de Rabb'inlzln vadettiğinin gerçek
olduğunu gördünüz mü?"diye hem isimleri hem de babalarının isimleriyle
sesleniyordu. Bunun üzerine Ömer (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü cansız
cesetlere ne konuşuyorsun?" dedi. Rasülüllah (s.a.v.) de: "Muhammed'in
canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki siz söylediğimi on/ardan daha
iyiduyamazsınız, "buyurdu. [1929]
1899-) Aişe (r.a.)'dan.
Hz. Peygamber (s.a.v.):' "Kim hesaba çekilirse azaba uğrar" buyurdu,
ben de Allah Taâlâ: «...İşte böylesi kolayca hesaba çekilecektir.» (inşikâk: s)
buyuruyor dedim, o da: "Bu senin dediğin (yaptığı işlerin) ortaya
konulmasıdır, eğer inceden inceye hesaba çekilirse helak olur" buyurdu. [1930]
1900-) Hz. Aişe (r.a.)'dan.
Rasülüllah (s.a.v.): "Hesaba çekilen herkes mutlaka helak o/ur."
buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah beni sana feda eylesin. Allah Azze ve
Celle: «...Kitabı sağ tarafından verilen kimseye gelince o, kolayca bir hesaba
çekilecektir...» buyurmuyor mu?" dedim: "Senin dediğin (yaptığı
işlerin) ortaya konulmasıdır. Ama kimin hesabı inceden inceye görülürse helak
olur. "buyurdu[1931]
1901-) İbni Ömer (r.a.):
"Rasülüllah (s.a.v.): "Allah, bir topluma azap indirdiğinde, azap
toplumun içerisinde bulunan herkese isabet eder. Sonunda yaptıkları işlere
göre tekrar diriltilirler, "buyurdu" demiştir.
(Bir toplumda
kötülük çoğaldığında o toplum içerisinde yaşayan iyi kimselerin güçleri
oranınca bu kötülüğü engellemeleri gerekir. Eğer bunu yapmazlarsa o top-iumla
birlikte helak olurlar. Bu konada "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-İ
Sarih" isimli çalışmamızdaki 2191. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1932]
(Fitne kelimesinin
değişik anlamı vardır. Buradaki anlamı ise kıyametten Önce gelip herkesi
etkileyecek olan olaylardır.
Amr b. Ahtab (r.a.)
anlatır: "Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı,
minbere çıktı ve öğle vakti gelene kadar konuşma yaptı. Arkasından indi, namaz
kıldırdı ve tekrar minbere çıktı ikindi vakti gelene kadar bize konuşma yaptı.
Arkasından indi, namaz kıldırdı ve tekrar minbere çıktı güneş batana kadar bize
konuşma yaptı. (Kıyamete kadar) olmuş ve olacaklan bize bildirdi. Bizim en
bilginimi?(bımlan) en İyi belleyenimizde." (Müslim, Fîten; 25)Rasûlüllah
(s.a.v.) kıyamet kopmadan önce meydana gelecek olaylardan söz etmiştir.
Yukandaki hadisten de anlaşıldığı gibi bir gün sabahtan akşama kadar bu konuyu
anlatmıştır. Onun bildirdiği oîaylann bir kısmı ortaya çıkmış bir kısmı da çıkacağı
zamanı beklemektedir. Hicaz bölgesinden çıkan ve Busra'daki develerin boynunu
aydınlatan ateş gibi geçmişten günümüze kadar bu oîaylann bir kısmının ortaya
çıktığını görmekteyiz. Bu da Efendimiz (a.s.)'ın bir mucizesidir.
İnsanlık tarihi
içerisinde gerçekleşmiş dehşet verici korkunç olaylar vardır, ileride böyle
olaylar yine gerçekleşebilir. Müslümanlar bu bölümdeki hadisleri inceleyerek
böyle olaylara karşı hazırlıklı olurlar, tedbirlerini alırlar.
Yine çok acı ve
dayanılmaz olaylarla karşılaşan Müslümanlar, bu bölümdeki haberleri inceleyerek
buradaki müjdelerle rahatlar, ümitsizliğe düşmez, sabretmesini bilirler. Bu
sıkıntılardan kurtuluş yollarını ararlar. Bu yolların da bu bilgiler içerisinde
olduğunu bilirler. Bu duygu ve inançla Allah'a güvenerek bütün güçlükleri
yenebilirler. Konunun Önemi nedeniyle hadis kitaplarının hemen hemen hepsinde
ayrı bir bölüm olarak bu konuya yer verilir, konuyla ilgili hadisler
getirilir. Konunun öneminden dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman zaman ashabına
uyanlarda bulunmuş, yukandaki hadiste de görüldüğü üzere çok uzun konuşmalar
yapmıştır.
Kıyametin
kopmasından önce ortaya çıkacak olaylardan söz eden hadisler değişik gruplara
ayrılır. Bu hadislerin bazıları, îslâm ümmeti içerisinde ortaya çıkacak olan,
dinden çıkmış sapık fikirler ve fırkalardan söz eder. Bazı hadisler İslâm ümmetinin
başına gelecek zayıflama ve sıkıntı dönemlerinden söz eder. Bazıları İslâm
ümmeti İçerisinde ortaya çıkacak iyi ve kötü şahıslardan söz eder. Bazı
hadisler İslâm ümmetine müjdeler verir gerçekleşecek zaferlerden söz eder.
Müslüman bu müjde ile gerçekleşecek zafere hazırlıklı olur, bunun planlannı
yapar. Kanaatimce bu müjdelerden alınacak en güzel yön de burasıdır. Yani
Müslüman, vadedilen müjdeyi beklemez, bu müjdeyi gerçekleştirmek için
hazıriıkiar yapar. Müjdenin verilmesinin nedeni müjdeyi gerçekleştirmek için
hazırlık hareketini oluşturmaktır. Yoksa oturup müjdeyi beklemek tembellik
olur, bu da İslâm'ın ruhuna ters düşer.
Rasûlüllah
(s.a.v.), Müslümanlann içerisinde bulundukları merhalenin hangi merhale olduğu
konusunda fikir sahibi olmalan için bu olaylardan söz eder. Müslümanlar şu ana
kadar gerçekleşmemiş olaylarla ilgili olarak verilen bilgiler ışığı altında bir
takım planlar yapar, hazırlık içerisinde olur.
Rasûlüllah
(s.a.v.), bu bilgileri kendisine verilen bilgi üzerinden konuşmuş, bilgisi
olmadığı yerlerde bilgisinin olmadığını söylemiştir. Bu haberler gayb
konusudur, gaybı ise yalnız Allah bilir, akıl ve duyularla bilme imkanı yoktur.
Ancak Allah gaybın bir kısmını yanında tutmuş, -kıyametin kesin kopma vakti
gibi- bir kısmını da peygamberlerine bildirmiştir. «Alfah gaybı bilendir.
Dilediği Peygamber dışında gaybmı kimseye açıklamaz...» (cin: 26-27) Bu ayetten
de anlaşılacağı üzere Allah, gaybını dilediği peygambere agklayabiiir. Hz.
Peygamber (s.a.v.) de bu açıklamalardan bize anlatılmasına izin verilenlerini
anlatmıştır. Gayb konulan hakkındaki bilgileri Kur"ân-ı Kerim ve
Hadislerden öğrenebiliriz. Bu tür bilgilerin bir kısmını Kur'ân-ı Kerim'de
bulabilirken diğerlerini ise Hadislerde bulmaktayız.) [1933]
1902-) Zeyneb bintü Cahş
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) korku ve telaşla yanıma geldi ve baş
parmağı ile şahadet parmağını halka yaptı: "Lâ ilahe illallah, yaklaşan
serden vay Arabın haline!... Bugün Ye'cûc ve Me'cûc'ün şeddinden şu kadar
açıldı," buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Rasûlü, içimizde iyi kimseler
varken biz de helak olur muyuz?" dedim: "Evet,
kötülüklerçoğaltışa"buyurdu." demiştir.
(Ye'cûc ve Me'cûc
hakkında "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli
ça-lışmamızdaki 1403. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1934]
1903-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Bugün Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddinden
şukadar bir yer açıldı." buyurmuştur. Hadisin ravisî, 'şu kadar'
ifadesini göstermek için doksan düğümü yapmıştır. [1935]
1904-) Hz. Aişe (r.a.):
"Rasûiüllah (s.a.v.): "Bir ordu Kabe'ye saldırmak için harekete geçer
(Meme ıie Medine arasındaki) el-Beydâ'da iken başından sonuna kadar tümü yerin
dibine geçiri/ir" buyurdu, ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü, içlerinde
çarşı esnafı varken, kendilerinden olmayanlar varken başından sonuna kadar
tümü nasıl yerin dibine geçirilir?" dedim: "Başından sonuna kadar
yerin dibine geçirilir, sonra da kıyamette oradaki bulunuş niyetlerine göre diriltilir,
"buyurdu" demiştir.
(Zalim ve kötü
kimselerin yanında yer almamalıyız. Kötü kimselere azap gönderildiğinde biz de
onların yanında isek azap bizi de bulur. Kıyamette diriltiürken, onların
yanında ne niyetle bulunuyorsak ona göre diriltiliriz. Dolayısıyla kötü
kimselerin yanında bulunuyorsak gerekçelerimizin geçerli olmasına dikkat
ermeliyiz. Örneğin, onlara iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak için
yanlanna gitmiştik, gibi.) [1936]
1905-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'nin yüksek binalarından bir binanın
üzerine çıktı ve: "Benim gördüğümü görüyor musunuz, şüphesiz ben
evlerinizin aralarına, yağmurun
yağdığı
gibifitnelerin yağdığını görmekteyim."buyurâu." demiştir.
(Hadiste geçen
"Utum" kelimesi, yüksek bina, köşk anlamına geldiği gibi, kale
anlamına da gelir. Ayrıca "Eşrafe" fiili "Alâ" harfi ile
kullanıldığında, yukarıdan bir şeye baktı anlamına gelir.
Buna göre hadisi
değişik şekilde çeviri yapmak mümkündür:
Medine'nin
kalelerinden bir kaleye çıktı...
Medine'nin yüksek
binalarından bir binaya yukarıdan baktı... Buna göre Efendimiz yukarıdaki
fitnelerle ilgili sözünü, yüksek bîr binaya bakarak söylemiştir. Böylece
yüksek binalara vurgu yapılmış olur.
Ayrıca
"Mevâkı"' kelimesi mekan ismi olarak kullanıldığında, bir şeyin
düştüğü yer anlamına geldiği gibi, mastar olarak kullanıldığında, bir şeyin
inmesi, düşmesi anlamına da gelir. Buna göre hadisin anlamı:
"Fitnelerin
İndiği yerieri, yağmurun indiği yerler gibi görmekteyim " şek-linde olur.
Bu şekildeki bir anlam ise fitnelerin indiği yerde, yağmurun inip de iz
bıraktığı yer gibi fitne izlerinin kalacağı, dolayısıyla fitnenin etkisinin
vurgulandığını söyleyebiliriz. Yukandaki çeviride ise fitnenin sağnak bir
şekilde indiği vurgulanmış olur.) [1937]
1906-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "İleride öyle bir fitne olacak ki bu
fitne içerisinde, oturan ayakta durandan daha hayırlı olacaktır. Ayakta duran
yürüyenden daha hayırlı olacaktır. Yürüyen de koşandan daha haırlı olacaktır.
Kim merak eder de fitneye bakmak isterse fitne ona da bulaşır. Kim bu fitne
içerisinde iken bir sığınak ve korunma bulursa onunlasığınıp korunsun,
"buyurdu." demiştir.
(Hadiste fitne
döneminde oturan kimsenin ayakta durandan daha hayırlı olacağı söylenirken,
fitne içerisinde en az hareketli oianlann daha hayırlı olacağına, en fazla
hareketti olan kimsenin daha kötü olacağına işaret edilmiştir. Fitneye yaklaşmamaya,
hatta merak edip yüzü bile çevirmemeye dikkat çekilmiştir.) [1938]
1907-) Ebû Bekre
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "İki Müslüman
kılıçlarıyla karşı karşıya gelirse öldüren de, öldürülen de
cehennemdedir." 6 ye buyururken işittim: "Ey Allah'ın Rasûlü, öldüreni
anladık ama öldürülen niye cehennemdedir?" dedim: "O da
karşısındakini öldürmeyi istiyordu da "buyurdu." [1939]
1908-) Hemmâm b.
Münebbih, şöyle demiştir: "Bunlar, Ebû Hureyre (r.a.)'ın, Allah'ın Rasûlü
Muhammed'den bize anlattığı bilgilerdir hadislerdir. Kendisi bize bir kısım
bilgiler hadisler zikretmiştir. Bu bilgilerde hadislerde Rasûlüllah fs.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "İki büyük topluluk vuruşmadıkça kıyamet kopmaz, bu
iki topluluk arasında çok büyük öldürmeler / savaşlar olur. Halbuki bu ikisinin
davaları birdir." [1940]
1909-) Huzeyfe (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hutbe verdi öyle ki bu hutbede kıyamete kadar
anlatmadığı hiçbir şey bırakmadı. Bunları bilen bildi, bilmeyen bilemedi. Eğer
unuttuğum bir şeyi görürsem bunu hemen tanırım, tıpkı bir kimsenin kendisinden
ayrı kaldığı birisini görüp de tanıdığı gibi." demiştir. [1941]
1910-) Huzeyfe (r.a.)
anlatır: "Ömer (r.a.)'ın yanında oturuyorduk: "Hanginiz Rasûlüllah
(s.a.v.)'in fitne konusundaki sözünü ezberinde tutuyor?" dedi: "Ben,
tam söylediği gibi." dedim: "Sen bu konuda çok atılgansın" dedi.
Ben: "Bir kimsenin ailesi, malı, çocuğu ve komşusu konusundaki fitnesi ki
bunu namaz, oruç, sadaka, I-yiliği emretme kötülüğü yasaklama
örter."dedim: "İstediğim bu değil, denizin dalgalandığı gibi
dalgalanan fitne..." dedi. Huzeyfe: "Ey Mü'minlerin Emiri, sana karşı
bu fitneden bir sıkıntı yoktur, seninle o-nun arasında kapalı bir kapı
vardır." dedi. O da: "Kırılıyor mu? açılıyor mu?"
dedi."Kırılıyor" dedi. Hz. Ömer (r.a.): "Öyleyse asla
kapanmaz" dedi. Huzeyfe (r.a.)'a: "Ömer bu kapıyı biliyor
muydu?" denildi. O da: "Evet, tıpkı yarından önce gecenin geleceğini
bildiği gibi. Ben kendisine yalan yanlış olmayan bir hadis anlattım."
dedi. Kendisine: "Kapı kimdir?" diye soruldu."Kapı
Ömer'dir." dedi. [1942]
1911-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Fırat, yeraltında gömülü serveti
hazineyi neredeyse ortaya çıkaracaktır. Kim buna şahit olursa bundan bir şey
almasın, "buyurdu." demiştir. [1943]
1912-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûtüllah (s.a.v.): "Hicaz toprağından bir ateş çıkmadıkça
kıyamet kopmaz. Bu ateş Busra 'dakidevelerin boyunlarını aydınlatır,
"buyurmuştur,
(Tespit edebildiğim
kadar hadislerde üç ateşten söz edilir.
1-) Hicaz toprağından
çıkacak ve Susra'dan görülecek ateş, işlemekte olduğumuz hadistedir.
2-) Hadremevften veya
deniz tarafından çıkacak ve insanları toplayacak ateştir. (Tİrmizî, Fiten: 35)
3-) Yemen'den (Aden
toprağının sonundan) çıkıp insanları haşrolunacakian yere sürecek, olduklan
yerden göçe sevk edecek ateştir. (Müslim, Fiten: 39, Tirmizî, Fiten: 19, Ebû
pâvûd, Melihim: 12, tbni Mâce, Fiten: 28) Hadis metinlerinde anlaşılan, bu ateş
kıyamet alametlerinin sonuncusudur. Bu konuda "Sahîh-i Buhân Muhtasarı
Tecrîd-i Sann" isimli çaiışmamızdaki 2193. hadisin açıklamasına
bakabilirsiniz.) [1944]
1913-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Kendisi Rasûlüllah (s.a.v.)'i doğu tarafına dönmüş bir şekilde
şöyle buyuatrken işitmiştir: "Bakın dikkat edin, fitne işte orada, bakın,
fitne işte orada, şeytanın boynuzunun topluluğunun d&ğduğu yerdedir."
Diğer bir rivayette
ise eliyle doğu tarafını işaret ederek üç defa: V "İşte,
fitne işte orada. İşte, fitne işte orada, "buyurmuştur. [1945]
1914-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan, Rasûlüllah (s.a.v.): "Devs kabilesinin kadınlarının kıçları
Zü'l-Halsa'nm etrafında çalkalanma-dıkça kıyamet kopmaz" buyurmuştur.
Zü'l-Halsa, Devs kabilesinin
cahiliye döneminde
Tebâle'deki bir puttur.
(Zü'l-Halsa, Devs,
Hasam ve Becile kabilelerine ait Yemen'de bir tapınak evdir. Buraya Yemen'in
Kâbesi de denilmekte idi. İçerisinde dikili taşlar vardı, beyaz mermerden
yapılmış üzeri taç gibi nakışlı bir bina İdi. Yemen ile Mekke arasında yedi
ge-çelik uzakta Tebâle'de bulunuyordu. Buraya saygı gösterilir kurbanlar
kesilirdi. Devs kabilesinin kadınları da, buraya arkalarını dönüp ırgalamak
suretiyle taparlardı, (fsiâm Tarihi, m. Asım Koksal, xvıt. 107-108) 1672.
hadiste görüldüğü gibi Zü'l-Haisa, Cerir b. Abdullah (r.a.) komutasındaki seriye
ile yıkılmıştır. Hadisimizde cahiliye dönemindeki bir takım anlamsız
uygulamalann tekrar döneceğine işaret vardır.)
[1946]
1915-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir adam birisinin kabrine uğrar da:
"Keşke bunun yerinde ben olsaydım" diyene kadar kıyamet kopmaz"
buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
"Halbu ki, bu sözü söyleten din değil, belalardır"ifadesi vardır. [1947]
1916-) Ebû
Hureyre (r.a.)'dan Hz. Peygamber (s,a.v.):
"Kabe'yi Habeşliler'den çelimsiz bacaklı birisi yıkıp tahrip «fer.
"buyurmuştur. (Kabe'nin yıkılacağını bildiren bu hadis İçin çok şeyler
söylenmiştir. Zamanı konusunda da birbiriyle çelişen rivayetler vadır. Kesin
olarak bileceğimiz Habeşii denilen siyah tenli bir kavimden çelimsiz bir
kimsenin buna ön ayak olacağıdır. Kıyametin kopacağı sırada meydana gelecek
olan bu hadise bazı rivayetlere göre Deccâi'den önce, bazılanna göre sonra,
bazılanna göre îsâ (a.s.)'dan önce, bazılarına göre sonra olacaktır. Kimi
rivayetlere göre Ye'cûc ve Me'cûc'le de bağlantılıdır. Aslında Allah'ın
hükmünün uygulanmayıp despotlann hüküm sürdüğü zaman Kabe yıkılmış demektir.
Bu despotlar tarihten bu yana süregelmiştir. Cürhümler, Huzaalılar, Haccacı
Zalim gibi. Haccac, zamanının topu olan mancınıkla Kabe'yi topa tutup, alevli
bezler atarak yakıp, yıkmıştır.) [1948]
1917-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Kahtân'dan bir kişi çıkıp da halkı
sopasıyla sevk ve idare edene kadar kıyamet kopmaz, "buyurduğu rivayet
edilmiştir.
(İbrahim (a.s.)
Arap değildi. Kendisinin iki oğlundan îshak'tan Yahudiler İsmail'den de
Müstarebe Arapları (sonradan Araplaşanlar) gelmiştir. İsmail (a.s.) Yemen
tarafından gelen Araplardan Cürhüm kabilesinin kızıyla evlenmiş ve bundan Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in soyu olan Müstarebe Arapları oluşmuştur. Kahtân ise
Müstarebe Araplanndan önceki nesil olan Arapların dayandığı köktür. Hadis-i
Şerif bu Araplardan gelen ve baskıyla halkı idare edecek olan bir yöneticiyi
haber vermektedir. 1456. hadiste Muaviye (r.a.) "Kahtân'dan bir kralın
çıkacağını bildiren" Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.)'a öfkelenmiştir.
Muaviye (r.a.)'ın öfkelenme sebebi, idarenin Kureyş elinde olacağını bildiren
hadise bu haber ters düşmektedir. Ancak insanları baskıyla yönetecek Kahtanlı
idareci Kureyşin hakimiyetinden sonra çıkacak oian ileri-ki bir husustur. Zaten
pek çok âlim nezdinde hilafetin Kureyş'ten olacağını bildiren hadisler Raşid
Halifeler dönemi için geçerli olduğuna yorumlanmıştır. Bu nedenle ile-riki
dönemlerde Kahtân'dan çıkacak yöneticinin hilafetin Kureyş'ten olacağını
bildiren hadise ters düşmediği söylenmiştir.) [1949]
1918-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Gözleri küçük, yüzleri kırmızı, burnu
basık yüzleri sanki deri üstüne deri kaplanmış kalkan gibi kalın etli olan
Türkle savaşmanıza kadar kıyamet kopmaz, ayakkabıları kıldan olan bir
toplulukla savaşmanıza kadar kıyamet kopmaz, "buyurmuştur. [1950]
1919-) Ebû Hureyre (r.a.)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Ayakkabılar/ kıldan olan bir kavimle
savaşmanıza kadar, gözleri küçük, yüzleri kırmızı, burnu basık, yüzleri sanki
deri üstüne deri kaplanmış kalkan gibi kalın etli olan Türkle savaşmanıza kadar
kıyamet kopmaz, "diye buyurduğunu rivayet etmiştir.
(Hadiste belirtilen
Türkle savaş hakkında Merhum Said Havva şöyle demektedir: "Burada Türk
denilirken kastedilen kitle, bilinen Türk halkından daha geniş bir kitledir.
Bunu hadiste anılan özelliklerden anlamaktayız. Anlaşıldığına göre burada
kastedilenler, Türkler, Moğollar ve Tatarlar gibi Türklerin yaşadıkları
bölgelerin arkalarında kalan halklardır. Çünkü hadiste zikredilen özellikler
bunlara da uymaktadır,"
Bir başka yerde ise
şöyle demektedir: "...Bu ilim adamlan o zaman Türk derken Kafkas
dağlarının arkasında oturan bütün halkları kasdetmektedirler. Oysa bu bölgede o
zamanlarda çok değişik halklar yaşamaktaydı. Hadislerde zikredilen özelliklere
uygun olan halklar ise Moğol ve Tatar halklarıdır. Bu halklar, Müslümanlara
yaptıklarını yapmışlardır. Öte yandan kendilerine Türk denilen diğer
toplumların îslâmiyeti kabul ettiklerini ve bu dini geniş alanlara yaydıklarını
görmekteyiz. Müslümanların başlangıçta bu halklarla savaşmış oldukları
doğrudur. Ancak çarpışmalarSürmemiştir. (el-Esâs fİ's-Sünne (İslâm Akaidi),
Said HavVa, IX. 205, 210) [1951]
1920-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kureyş'ten şuoymak insanları helak
eder" buyurdu, kendisine: "Bize ne emredersin?" dediler:
"Keşke insanlar onlardan uzak dursalar?" buyurdu" demiştir.
(Hadisin Buhârfdeki
diğer rivayetinde "Ümmetimin helaki, Kureyş'ten olan yaşları küçük
gençlerden olacaktır." İfadesi vardır. Ebû Hureyre (r.a.) devamla:
"İstersen, falanın oğullan, falanın oğullan, diye isimlerini
verebilirim." demiştir. Hadisi Ebû Hureyre'den rivayet eden Saîd b. Amr'ın
torunu Amr b. Yahya: "Mervânoğullan Şam'da idareye geçtiklerinde dedemle
birlikte onlara gidiyorduk, bir de baksa ki bunların birtakım yaşlan küçük
gençler olduğunu gördü ve bize: "Bunlar herhalde onlardandır."
dedi, biz de: "Sen daha iyi bilirsin" dedik" demiştir. (Buharı,
Menâkıb: 25, Rten: 3) Bu ifadelerden Hz. Peygamber (s.a.v.)'in haber verdiği
kimselerin Mervânoğullan olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu dönemde Emevî
hanedanından olan bir kısım gençler, kendilerinden daha yaşlı ve tecrübeli
kimseler varken Emevî hanedanının güvenliği için çeşitli idari görevlere
atanmışlar, bunların baskı ve zulümleri görülmüştür.) [1952]
1921-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kisrâ ölmüştür, ondan sonra Kisrâ
olmaz. Kayser de elbette ölecektir, ondan sonra Kayser olmaz. Kesinlikle
sizler her ikisinin hazinelerini Allah yolunda paylaşacaksınız."
buyurmuştur.
(Kisrâ, İran
hükümdarlarını verilen genel bir isimdir. Kayser de, Bizans hükümdarlarına
verilen genel bir isimdir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bildirdiği şekilde her iki
kraliyet de sona ermiştir. İmam Şâfi ve diğer âlimlere göre "Ondan sonra
Kisrâ olmaz." "Ondan sonra Kayser olmaz."ifadesinden maksat,
artık Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanındaki gibi Irak'ta bir Kisrâ olamaz, Şâm
bölgesinde de Kayser olmaz,.
demektir. (Nevevi,
Serili! Müslim, Mil. 249, Ayni, Umdetu'l-Kâri, I. 90, XIII. 205) Buna göre
başka yerlerde bu
kraliyetler bulunabilir.
Kisrâ yönetimine
hicri 32 yılında son verilmiştir. Kayser yönetimi ise 1453 yılında Fatih
Sultan Mehmed eliyle son bulmuştur. Neticede hadiste verilen gelecekle Ü-giii
haberler gerçekleşmiştir. Bu iki haberin sonuncusunun gerçekleşmesi Fatih Sultan
Mehmed eliyle olmuştur. İstanbul'un fethi ile Peygamber Övgüsüne elde eden
Sultan Fatih'in bir diğer meziyeti ise yukarıdaki hadiste bildirilen Peygamber
haberini gerçekleştiren bir kimse olmasıdır.) [1953]
1922-) Cabir b. Semure
(r.a.)'dan. Rasûİüüah (s.a.v.): "Kisrâ öldüğünde, ondan sonra Kisrâ
olmaz."buyurmuştur. Hadisin devamı Ebû Hureyre (r.a.)'ın hadisi gibidir.
Diğer bir rivayet
ise "Müslümanlardan bir topluluk/örgüt beyaz saraydaki Kisrâ hanedanının
hazinesini mutlaka fethedecektir"' şekl indedir[1954].
1923-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Yahudilerle savaşırsınız, sonunda
onlardan birisi taşın arkasına gizlenir de taş di/e gelerek: "Ey Allah
'in kulu, işte Yahudi arkam-dadır, onu öldür" der. "buyurmuştur. [1955]
1924-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz,
sonunda arkasında Yahudi gizlenen taş dile gelir ve; "Ey Müslüman, işte
Yahudi arkam-dadır, onu öldür."der"'buyurmuştur.
(Yahudilerle savaş
hakkında "Sahîtvi Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh" isimli
ça-iişmamızdaki 1260. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1956]
1925-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hepsi de kendisinin Allah'ın Rasûlü
olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı deccâ/ierin ortaya çıkmasına kadar
kıyamet kopmaz."buyurmuştur. [1957]
1926-) Muhammed b.
Munkedir: "Câbir b. Abdullah (r.a.)'i/ İbni Sayyâd'tn deccâl olduğu
hakkında Allah'a yemin ederken gördüm, kendisine: "Sen (bu konuda böyle
nasıl) yemin ediyorsun?" dedim, o da: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
yanında Ömer'i bu konuda yemin ederken gördüm, Hz. Peygamber (s.a.v.) karşı
çıkmadı." dedi." demiştir. [1958]
1927-) Abdullah b. Ömer
(r.a.) anlatır: "Ömer (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v,) ile birlikte bir
topluluk içerisinde (kahinlik yaptığı bümen Yahudi çocuk) İbni Sayyâd'ın
bulunduğu tarafa gittiler, nihayet onu Muğaleoğullan'nın taş köşkünün yanında
çocuklarla oynarken buldular. -Bu sırada İbni Sayyâd ergenlik çağına
yaklaşmıştı- Hz. Peygamber (s.a.v.) eliyle dokunana kadar onun geldiğinin
farkına varmamıştı. Sonra İbni Sayyâd'a: "Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma
şahitlik eder misin?" buyurdu. İbni Sayyâd kendisine baktı ve: "Senin
ümmiierin (okuma-yazma bitmeyenlerin) Rasûlü olduğuna şahitlik ederim."
dedi ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hitaben: "Sen benim Allah'ın Rasûlü
olduğuma şahitlik eder misin?" dedi. Rasûlüllah o-nun bu teklifini
reddetti ve: "Ben, Allah'a ve Peygamberlerine iman ettim."öüyurdu
arkasından da ona: "Negörüyorsun?"buyurdu. İbni Sayyâd: "Bana
doğru da geliyor yalana da" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
"Öyleyse durum sana karışık olmuştur." buyurdu. Sonra Hz. Peygamber
(s.a.v.): "Sana içimden bir şey tuttum." buyurdu. İbni Sayyâd:
"O içinde tuttuğun "Duh'tur." dedi: "Hadioradan (kahinlik
yapmaktan ileriye) gücünü asla aşamazsın."buyurdu. Ömer (r.a.): "Ey
Allah'ın Rasûlü, beni bırak da onun boynunu vurayım!" dedi. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Eğer bu, o (DeccâS) ise sen ona asla bir şey yapamazsın, e-ğero
değilse bunu öldürmede sana bir hayır yoktur, "buyurdu. [1959]
1928-) Yine Abdullah b,
Ömer (r.a.) anlatır: "Rasûlüliah (s.a.v.) bundan sonra yine yanında Übey
b. Ka'b ile birlikte İbni Sayyâd'm bulunduğu hurmalığa gitti. İbni Sayyâd
kendisini görmeden önce durumu sezdirmeden bir şeyler dinlemek istemişti. Hz.
Peygamber (s.a.v.) onu kadife sergi , içerisinde yan yatmış birtakım sembol ve
işaretler / birtakım uğultulu sesler içinde gördü. Tam bu sırada İbni
Sayyâd'ın annesi, hurma ağacına gizlenmiş olan Rasûlüllah (s.a.v.)'i gördü ve
İbni Sayyâd'a: "Ey Safi -İbni Sayyâd'm ismidir- bak şurada Muhammed
var." dedi. İbni Sayyâd hemen toparlanıp kalktı, bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Keşke bırak-saydı da işin hakikati ortaya
çıksaydı" buyurmuştur.
(îbni Sayyâd Hz.
Peygamber (s.a.v.) döneminde henüz buluğa ermemiş Yahudi bir çocuktur.
Tutarsız davranışları olmuş bazı şeyleri bildiğini iddia etmiş hatta kendisinin
Allah'ın Peygamberi olduğunu bile söylemiştir. Onun bu garip durumu, as-hab
arasında dikkat çekmiş, bunun üzerine durumunu tetkik için Efendimiz yanına
gidip konuşmuştur. îçinden Duhan (=Durnan) kelimesini tutmuş ve ondan
içindekini bilmesini söylemiş o da bunun bir kısmını bilebilmiş "Duh"
diyebilmiştir. Bu konuda "Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih"
isimli çalışmamızda ki 678. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1960]
1929-) Abdullah b. Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) (veda hutbesinde) halkın arasında ayağa kalktı ve
bir hutbe verdi. Allah'ı İayık olduğu şekliyle övdü, sonra da Deccâl'den söz
etti: "Şüphesiz ben sizi ondan sakındırıp uyarıyorum. Deccâl'e karşı
kavmini uyarmayan hiçbir peygamber yoktur. Ona karsı Nuh da kavmini
u-yarmıştır. Ancak ben, size Deccâl hakkında hiçbir peygamberin kavmine
söylemediği bir söz söyliyeceğim. Onu, gözünün sakat olmasından bilirsiniz.
Halbuki Allah'ın gözü sakat değildir, "buyurdu." demiştir.
(Hadisimizde bütün
peygamberlerin ümmetlerine Deccâl fitnesinden söz ettiğini görmekteyiz. Onun
gözünün sakat oîamasını hiçbir peygamberin kavmine söylememesi, Deccâl
hakKındaki bu bilginin onlara biidirilmemesinden olabilir. Zira gayb konusunda
peygamber kendilerine verilen bilgileri bilebilirler. Kendilerine böyle bir
bilginin verilmemesi nedeniyle onun bu özelliğini bilememelerinden daha doğal
bir şey yoktur. Bu bilginin diğer peygamberlere verilmeyip sadece bizim
Peygamberimize verilmesi, Deccâl'in bu ümmet zamanında çıkacağı nedeninden
olabilir. Hadiste verilen Deccâl hakkındaki bilgileri, bir bakıma Hz.
Peygamber'in ashabıyla vedalaşması demek olan veda hutbesinde dile getirmesi
dikkat çekicidir.
Deccâl konusunda
"Sahîh-i Buhârî Muhtasar Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamadaki 1305.
hadisin agklamasına bakabilirsiniz. Yer yüzünde kötülük elebaşısı olan
Deccâl'in bozgunculuğu Hz. İsa (a.s.)'ın yer yüzüne inmesi ve onu öldürmesiyle
son bulacaktır. Hz. Isa (a.s.)'ın kıyamete yakın yeryüzüne inecek ve kötülük odağı
elebaşısı Deccâl'i öldürecektir. Bu konudaki görüşler ve tartışmalar için
"Sahîh-i Buhârî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamızdaki 1439.
hadisin agklamasına bakabilirsiniz.) [1961]
1930-) İbni Ömer (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün halkın arasında otururken, Mesih DeccâTi
anlattı ve: "Şüphesiz Allah, gözüsakat olan değildir. Bakın, Mesih Deccâl
sağ gözü sakat olandır, gözü sanki diğerlerinden farklı olarak salkımdan
çıkmış üzüm tanesigibidir, "buyurdu" demiştir[1962]
1931-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Yalancı ve sakat gözlü hakkında ümmetini
uyarmayan hiçbir peygamber yoktur. Dikkat ediniz, onun gözü sakattır. Rabb'iniz
ise sakat gözlü değildir. O, sakat gözlünün İki gözünün arasında 'K F R'
yazılıdır." buyurmuştur.
Diğer bir rivayette
ise "Deccâl, gözü siliktir. İki gözü arasında her Müslümanın
okuyabileceği şekilde 'KÂFİR' yazılıdır." buyurmuş ve bunu 'K F R1 diye de
hecelemiştir. [1963]
1932-) Huzeyfe (r.a.):
"Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Deccâl çıktığında yanında ateş ve su
bulunacaktır. Ancak insanların ateş olarak gördükleri serin bir sudur.
İnsanların serin bir su olarak gördükleri de yakıcı bir ateştir. Sizden kim
ona ulaşırsa ateş olarak gördüğü şey içinde bulunsun, çünkü o gerçekte tatlı
ve serindir." 6\ye buyururken işittim." demiştir. [1964]
1933-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Dikkat ediniz, size Deccâl hakkında bir
haber vereceğim ki hiçbir peygamber kavmine bu haberi vermemiştir. O, gözü
sakat olandır. Yanında cennet ve cehenneme benzer şeyler getirir. Onun cennet
dediği cehennemin ta kendisidir. Ben sizi, Nûh 'un kavmini ona karşı uyardığı
gibi uyardım"buyurmuştur. [1965]
1934-) Ebû Said el-Hudrî
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) Deccâl hakkında bize uzun uzun sözler etti.
Bize söylediği sözler içerisinde şöyle de def niştir: "Medine
geçitlerinden girmesi kendisine yasaklandığı halde Deccâl çıkıp gelir ve
Medine'de bulunan bir kısım verimsiz çorak araziye konaklar, bu zamanda
insanların en veya insanların en iyilerinden olan bir kimse onun karşısına
çıkar ve: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in bildirdiğiDeccâl'in sen olduğuna
şahitlik ederim." der. Bunun üzerine Deccâl: "Ne dersiniz, şimdi ben
bunu öidürsem sonra da diriltsem bu davamda benim hakkımda şüphe eder
misiniz?" der. Onlar: "Hayır şüphe etmeyiz," derler. Deccâl
hemen bu zatı öldürür, sonra da tekrar diriltir. Dirilttiğinde bu zat:
"Allah'a yemin olsun ki bugünkü kadar benim (senin Deccâl olduğun
hakkındaki) görüşüm asla böyle kuvvetli olmamıştır." der. Sonunda Deccâl:
"Onu öldürüyorum ama hakimiyetim altına alamıyorum, "der.
"demiştir.
(Hadisi Müslim'den
rivayet eden ravi Ebû İshak İbrahim b. Süfyân: "Bu kimsenin Hızır (a.s.)
olduğu söylenir." demiştir. Müslim, nten: 112) [1966]
1935-) Muğira b. Şu'be
(r.a.): "Deccâl hakkında, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e benden daha çok soru
soran hiçbir kimse yoktur. Kendisi, bana: "Soracağın sorun
nedir?"buyurdu: "Onun yanında ekmek ve etten dağlar ile sudan nehir
olduğunu söylüyorlar?" dedim: "O, Allah nazarında bundan daha
kolaydır, "buyurdu." demiştir. [1967]
1936-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mekke ve Medine dışında Deccâl'in
ayak basmadığı hiçbir belde kalmayacaktır. Deccâl'in girmek istediği her
geçitte Medine 'yi koruyan saf tutmuş Melek/er bulunacaktır. Sonra Medine,
halkıyla üç defa sallanacak ve Allah tüm kâfir ve münafıkları çıkaracaktır,
"buyurmuştur. [1968]
1937-) İbni Mes'ûd
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kendileri hayatta iken üzerlerine
kıyametin koptuğu kimseler, halkın en kötü/eridir, "diye buyururken
işittim." demiştir.
(İmam Müslim'in
rivayet ettiği bir hadiste, Allah ipekten daha yumuşak bir rüzgâr gönderir,
sonunda kalbinde zerre miktarı iman olan herkesin ruhunu aiır. (Müslim, imân:
185) buna göre geriye kalanlann üzerine kıyamet kopacaktır ki bunlar
kalplerinde zerre miktarı iman olmayan en kötü kimselerdir.) [1969]
1938-) Sehl b. Sa'd
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.) şahadet parmağı ile orta parmağını
göstererek: "Kıyamet günü ile ben şu ikisi gibi ,? kın) iken peygamber
gönderildim."'buyurdu." demiştir. [1970]
1939-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ktyamet günü ile ben şu ikisi gibi iken
peygamber gönderildim, "buyurmuştur.
(Bu ifadeden iki
anlam çıkarmak mümkündür. Birincisi anlam Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonraki
geri katan kıyametin kopacağı vaktin süresi, kâinatın yaratılışından Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e kadar olan sürenin miktarına oranla, iki parmağın
birbirine yakınlığı kadar yakındır. İkinci anlam İse nasıl iki parmak arasında
hiçbir şey yok ise son peygamber ile kıyamet arasında başka bir peygamber
yoktur, kendisi peygamberlerin sonuncusudur, bundan sonra artık kıyamet
vardır. Bu bakımdan kıyamete en yakın peygamber kendisidir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in kıyamete yakınlığı hakkında "Sahîh-i Buhârî Muhtasan Tecrîd-i
Sarih" isimli çalışmamadaki 1353. ve 1793. hadislerin agklamasına
bakabilirsiniz.) [1971]
1940-) Hz. Aişe (r.a.):
"Bedevilerden kâba ve cahil birtakım kimseler vardı. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e gelir: "Kıyamet ne zaman kopacak?" derlerdi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) en küçüklerine bakar: "Şu yaşarsa, kendisine ihtiyarlık gelmeden
başınıza kıyametiniz gelir." buyururdu." demiştir. Hadisin ravisi
Hişâm b. Urve: "Yani onların ölmeleriyle kıyametleri kopar" demiştir.
(Bir kimse
öldüğünde onun için kıyamet kopmuş demektir. Artık geride katan dünyadakilere
kıyametin kopup kopmaması ölen bir kimse için bir anlam ifade etmez. Onun
kıyameti kopmuş hesap vermesi başlamıştır.) [1972]
1941-) Ebû Hureyre
(r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet ederek: "İki üfleme arası
kırktır." dedi. Oradakiler: "Ey Ebû Hureyre: "Kırk gün mü?"
elediler: "Bir şey diyemem" dedi. Onlar: "Kırk yıl mı?"
dediler: "Bir şey diyemem" dedi. Onlar: "Kırk ay mıdır?"
dediler: "Bir şey diyemem" dedi ve Hadise şöyle devam etti:
"İnsanın, kuyruk sokumu kemiği dışında her yeri çürür. İşte bu kuyruk
sokumu kemiğinde yaratılış derlenip toparlanır." demiştir.
(Ebû Hureyre
(r.a.)'ın Cevap vermemesi bu konuda bilgisi olmadığından dolayıdır. Onun bu
davranışı, sahabenin hadis rivayetinde kendi kafasından hareket etmediğini
göstermektedir. Nitekim Ebû Hureyre (r.a.) da burada bilmediği bir ayrıntıda
sükut etmiştir.) [1973]
1942-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Cenazeyi üç şey takip
eder: Ailesi arkadaşları, malı, ameli. Bunlardan ikisi geri döner
birisiyle baş başa kalır. Ailesi / arkadaşları ve malı geri döner ameli ile baş
başa kalın "[1974]
1943-) Amr b. Avf
el-Ensârî (r.a.)'dan. Kendisinin Âmir b. Luayoğulları ile arasında dostiuk
anlaşması vardır. Bedir Savaşı'nda bulunmuştur. Kendisi anlatır ki Rasûlüllah
(s.a.v.), Ebû Ubeyde b. Cerrâh't cizye vergilerini getirmesi için Bahreyn'e
göndermişti. Rasûlüllah (s.a.v.), bizzat kendisi Bahreyn I ilerle sözleşme
yapmış ve Ala' b. Hadramryi başlarına emir tayin etmişti. Neticede Ebû Ubeyde,
Bahreyn'den cizye vergisi olan mallan getirdi, Ebû Ubeyde'nin gelişini Ensar
duymuştu. Sabah namazını Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kılmak için geldiler.
Rasûlüllah (s.a.v.) sabah namazını kıldırıp yerinden aynldığında huzuruna
vardılar. Rasûlüllah (s.a.v.), onlan huzurunda görünce tebüssüm etti ve:
"Herhalde Ebû Ubeyde'nin birtakım şeylergetirdiğiniduydunuz''buyurdu.
Onlar da: "Evet, öyle ey Allah'ın Rasûlü" dediler. O da: "Sizi
sevindirecek böyle şeyleri ümit ededereksevinin. Allah'a yemin olsun ki, sizin
hakkınızda endişe ettiğim şey, fakirlik değildir. Ancak, dünyanın, sizden
öncekilere yayılıp genişletildiği gibi size de yayılıp genişletilmesinden, endişe
ediyorum. Onlann dünyaya koşup yarıştıkları gibi sizlerin de yarışıp dünyanın
onlan helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum, "buyurdu.
(Sabah namazını
Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kılmak için geldiler. İfadesinde anlatılmak
istenen şudur: O dönemde Selimeoğlulları gibi ensar hanelerinin bir kısmı
Medine'nin kenar bölgesinde oturuyorlardı. Gece kılınan sabah ve yatsı
namazlarını Hz. Peygamberden aldıkları izinle kendi mahalle mescidlerinde
kılıyorlardı. Bahreyn'den gelen maldan hisse istemek için sabah namazını bu
sefer Mescidi Nebi'de kılmışlar ve Efendimizle görüşmüşlerdir.) [1975]
1944-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Biriniz, mal ve yaratılış bakımından
kendisinden üstün olana baktığında,bir de kendisinden daha aşağıdakine
baksın." buyurmuştur.
(Hiçbir zaman
bulunduğumuz durumdan şikayetçi olmamalıyız, bizden daha aşağıda olanlar
vardır. Beterin beteri vardır. İnsan kendisinden aşağıda bulunanlara bakarak
haline razı olmalıdır.
Allah, insanlan
denemek için farklı farklı yaratmıştır. Kimi maddi yönden üstün, kimi fiziki
yönden üstün, kimisi de akıl yönünden üstündür. Herkes kendisinden bir
alttakine bakarak kanaat etmelidir. Bu şekildeki bir davranış onu psikolojik
akıntı ve davranış bozukluklarından kurtarır, rahatlatır.) [1976]
1945-) Ebû Hureyre
(r.a.), Rasûlüilah (s.a.v.)'i şöyle buyururken Işit-mişrjr: "İsrailoğullanndan
üç kimse vardı: Alacalı, kel ve kör. Allah bunları denemek istedi ve
kendilerine bir melek gönderdi alacalıya geldi ve: "Sana hangi şey daha
sevimlidir?" dedi: "Güzel bir renk, güzel bir cilt İnsanlar benden
tiksinmişlerdir." dedi. Melek eliyle sıvazladı, kendisinden hastalık
gitti, güzel bir renk ve güzel bir cilt verildi: "Sana hangi mal daha
sevimlidir?" dedi. O da: "Deve veya inek" dedi. -Alacalının mı
yoksa kelin mi deve deyip öbürüsünün inek dediğini ravi karıştırmıştır'
Kendisine doğurgan bir dişi deve verildi ve: "Bu deve sana bereketli
kılına " dedi. Kele geldi ve: "Sana hangi şey daha sevimlidir?"
dedi: "Güzel bir saç, bu görüntünün benden gitmesi, insanlar benden
tiksinmişlerdir." dedi. Melek eiiyle sıvazladı ve kendisinden hastalık
gitti, güzel bir saç verildi: "Sana hangi mal daha sevimlidir?" dedi.
Oda: "Sığır" dedi. Kendisine buzağılayacak bir inek verildi ve:
"Bu inek sana bereketli kılına" dedi. Köre geldi ve: "Sana hangi
şey daha sevimlidir?" dedi: "Allah'ın gözümü geri vermesidir,
böylece insanlan görürüm." dedi. Melek eliyle sıvazladı, Allah hemen
gözünü kendisine geri verdi: "Sana hangi mal daha sevimlidir?" dedi.
O da: "Davar" dedi. Kendisine doğurgan bir koyun verdi. Deve yavruladı,
inek buzağıladı, koyun kuzuladı. Sonunda birisinin bir vadi devesi, diğerinin
bir vadi sığın, öbürünün de bir vadi davan oldu. Sonra melek alacalıya kendi
şekli ve görüntüsüyle geldi ve: "Fakir bir adamım, yolculukta imkânianm
kesildi bugün, artık önce
Allah'tan sonra
senden başka memleketime ulaşma imkanım yoktur. Sana güzel rengi, güzel cildi
ve malı veren hakkı için, senden yolculuğumda üzerine binip memleketime
ulaşabileceğim bir deve istiyorum." dedi. Alacalı: "Haklar çoktur
(benim üzerimde
bakmam gereken
hakkı olanlar çoktur.) " dedi. O da: "Ben Seni tanir gibiyim,
sen halkın
tiksindiği alaca hastalığı olan, fakir bir kimse idin, sonunda Allah sana mal
vermedi mi?" dedi. Alacalı: "Ben bu mallan uludan uluya gelen mirasla
elde ettim." dedi. Melek: "Eğer yalana isen, Allah seni önceki
haline çevirsin." dedi. Sonra kele kendi görüntü ve şekliyle geldi ve ona
da öbürüsüne dediği şeyleri söyledi, o da öbürsü gibi cevap verdi. Bunun
üzerine: "Eğer yalancı isen, Allah seni önceki haline çevirsin."
dedi. Köre de kendi şeklinde geldi ve: "Fakir bir adamım, yolcuyum,
yolculukta imkanlarım kesildi bugün, artık önce Allah'tan sonra senden başka
memleketime ulaşma imkanım yoktur. Sana gözünü geri veren hakkı için, senden
yolculuğumda kendisiyle memleketime ulaşabileceğim bir koyun istiyorum." dedi.
Kör: "Ben gözleri görmez birisiydim, Allah gözümü geri verdi, fakirdim
beni zengin yaptı. Dilediğini al. Allah'a yemin olsun ki Allah için aldığın
hiçbir şeyde bugün sana güçlük çıkarmayacağım." dedi. Melek: "Malın
sende kalsın. Aslında sen imtihan olundun. Allah senden razı oldu, iki
arkadaşına gazap etti." dedi." [1977]
1946-) Sa'd b. Ebi Vakkâs
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Allah'a yemin olsun ki, Araplardan, Allah
yolunda ok atan ilk kimse ben idim. Rasûlüilah (s.a.v.), ile birlikte gazaya
çıkardık. Şu samur ağacının yap-rakiarında başka da yiyeceğimiz yoktu. Hatta
birilerimiz koyunun döktüğü gibi büyük abdest bozardı. Hal böyle iken şimdi
Esedoğuflar dinkonusunda beni eleştirmeye kalkmış"
(269. hadiste
geçtiği gibi Sa'd b. Ebi Vakkâs (r.a.), Hz. Ömer zamanında Küfe valisi i-ken
bazı fitneciler tarafından Halifeye şikayet edilmişti. Şikayeti edenler de
Esedoğulianndan bazı kendini bilmezlerdi. Halbuki bir zamanlar Esedoğullar,
peygamberlik iddiasjnda bulunan Tuleyha'ya tabi o!up dinden dönmüşlerdi. Sa'd
b. Ebi Vakkâs (r.a.), onlann bu iftirası konusunda serzenişte bulunurken
yukandaki sözleri söylemiştir.) [1978]
1947-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'ım, Mu-hammed hanesini geçinecek
rızıkla nzıklandır." diye dua etmişti." demiştir. [1979]
1948-) Âişe (r.a.):
"Muhammed hanesinin Medine'ye geldiğinden bu tarafa vefat edene kadar arka
arkaya üç gece buğday yemeği iie karnı doymamıştır." demiştir. [1980]
1949-) Âişe (r.a.):
"Muhammed hanesi iki gün yalnız buğday ekmeği ile karnını doyurmamıştır.
Bu iki günün biri mutlaka hurma olmuştur," demiştir. [1981]
1950-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan. Kendisi Urve'ye: "Yeğenim biz hilali görürdük, sonra yine
görürdük, iki ayda üç hilal görürdük ama bu süre içerisinde Rasûlüllah
(s.a.v.)'in evlerinde (ocaktaki) ateş yanmazdı" dedi, ben de: "Ey teyzeciğim,
pekiyi sizi ne ayakta tutuyordu?" dedim: "İki siyah, hurma ve su idi,
ancak bir de Rasûlüllah (s.a.v.)'in Ensâr'dan komşuları vardı ki kendilerinin
ikramda bulunmak için besledikleri hayvanları vardı, İşte bunların sütlerinden
Rasûlüllah (s.a.v.)'e ikramda bulunurlar, böylece Rasûlüllah bize süt
içirirdi." dedi. [1982]
1951-) Âişe (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v,), rafımda bir miktar arpa dışında bir
canlının yiyebileceği hiçbir yiyecek yok iken vefat etmişti. Ondan uzun süre
yedim derken onu ölçtüm tükeniverdi." [1983]
1952-) Hz. Aişe
(r.a.)'dan: "Hz. Peygamber (s.a.v.) iki siyaha, hurma ve suya doyup
kandığımızda vefat etti." [1984]
1953-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Rasûlüllah (s.a.v.), üç
gün üst üste ailesine buğday ekmeği yedire-meden şu dünyadan göçtü."
demiştir. [1985]
1954-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), Ashabı Hıcr hakkında: "Şu azaba uğramış
olan topluluğun diyarına girmeyiniz.
Ancak ağlamak için
girme dışında. Eğer ağiayamıyorsanız oniann başına gelenin sizin de başınıza
gelmemesi için oraya girmeyiniz" buyurmuştur. [1986]
1955-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "İnsanlar Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte,
Semödkavminin diyarı olan Hıcr'a indiler ve kuyularından su çekip hamur
kardılar. Bunun üzerine Rasûlüllah {s.a.v.), çektikleri suyu dökmelerini hamuru
da develere yem yapmalarını emretti. Onlara sadece Salih Peygamberin devesinin
su içtiği kuyudan su çekmelerini emretti." [1987]
1956-) Ebû Hureyre (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Dulkadınlara ve yoksullara nafaka temin
etmek için çalışan bir kimse, Allah yolunda cihadeden mücahidgibidirveyahut
gece namazlı gündüz oruçlu bir kimse gibidir, "buyurdu." demiştir. [1988]
1957-) Osman b. Affan
(r.a.) Peygamber (s.a.v.)'in mescidini genişletirken halkın kendisi hakkında
konuştuğunda: "Siz biraz bu işi büyüttünüz. Ben Peygamber (s.a.v.)'i:
"Kim Allah'ın rızasını isteyerek bir mescid yaparsa Allah da kendisi için
cennette bir benzerini yapar."diye buyururken işittim." demiştir. [1989]
1958-) Cündeb (r.a.):
"Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim (yaptığı işi gösteriş olsun dîye)
duyurursa Allah da (kryamet günü) onu duyurur. Kim gösteriş yaparsa, Allah da
onu herkese gösterir, "buyurdu." demiştir. [1990]
1959-) Ebû Hureyre,
Rasûlüllah (s.a.v.)'i, şöyle buyururken işitmiştir: "Bir kul (nereye
varacağım düşünmeden) bir söz söyler ve bu söz nedeniyle, cehennemde doğu ile
batı arasından daha uzak bir yere iner"[1991]
1960-) Üsâme b. Zeyd
(r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim, demiştir: "Kıyamet
günü bir kimse getirilip cehenneme atılır, cehennemde iç organları dışarı
fırlar, eşeğin girmen taşını dönderdiği gibi dolanır. Cehennemlikler başına
toplanıp: "Ey falanca kimse, senin bu durumun nedir? Bize iyiliği emredip
kötülüğü yasaklamaz miydin?" derler, o da: "Ben size iyiliği
emrederdim ama kendim yapmazdım, size kötülüğü yasaklardım ama kendim
yapardım." der." [1992]
1961-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i şöyle buyururken işittim, demiştir:
"Günahlarını açığa vuranlar dışında ümmetimin hepsi bağışlanabilir. Günahı
açığa vurmanın birisi de şudur: Bir kimse gece bir günah işler sonra sabaha
çıkar, Allah onu gizlediği halde: "Ey falan ben dün gece şöyle şöyle işler
yaptım." der. Halbuki o, Rabb'igünahını örtmüş olarakgecelemiş-ti, ama
Allah'ın örttüğünü açığa vurarak sabaha çıkar." [1993]
1962-) Enes b. Mâlik
(r.a.): "İki kişi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında aksırdt, Bunlardan
birisine: "Yerhamükellah (-Allah sana merhamet etsin)" dedi,
diğerine demedi. Kendisine bunun sebebi soruldu: "Bu kimse
"el-Hamdülillah" dedi, ama şu "el-Hamdülillah"
demedi."buyurdu" demiştir. [1994]
1963-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Esnemek şeytandandır. Birinizi
esneme tutarsa gücü yettiğince geri çevirsin. Çünkü biriniz esnerken "Ha
ââ" dediğinde şeytangüler, "buyurmuştur.
(Esnemek gevşeme ve
tembellik İşareti olarak algılanmış, esneme sırasında şeytanın gülmesi ise
tembellik işareti olan esnemeyi başardığından dolayı sevinmesidir denilmiştir.
Esnemenin şeytan ile ilişkisi hakkında değişik yaklaşımlar da vardır.) [1995]
1964-) Ebû Hureyre
(r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "İsrailo ğuHan'ndan ne yaptığı
bilinmeyen bir millet yok olmuştur. Ben, bu milletin fare cinsinden başkası
olmadığı kanaatindeyim. Çünkü, fareye deve sütü konulsa bunu içmez, koyun sütü
konulduğunda içer" buyurmuştur. Ben bu hadisi Ka'b'a anlattım: "Sen,
Hz. Peygamber
(s.a.v.)'i
bunu söylerken duydun mu?" dedi: "Evet" dedim. Ka'b, defalarca
böyle söyledi, ben de: "Yani ben Tevrat mı okuyorum?" dedim."
demiştir.
(Deve sütü
İsrailoğullan'na haram kılınmıştır. Bu hadiste Rasûlüliah (s.a.v.), yok olan bu
milletin fare cinsine çevrildiğini zannetmekte idi. Daha sonra bunların maymun
ve domuzlara çevrildiği bildirilmiştir. (Bakara: 65, Mâide: 6, AVaf: 166)
Rasûlüllah (s.a.v.) bu milletin zürriyetinin artık kalmadığını bildirmiştir.
(Müslim, Kader: 32) dolayısıyla günümüzdeki maymun ve domuzlar, bu milletin
soyu olduğu sanılmamalıdır.) [1996]
1965-) Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mü'min bir delikten iki defa
ısırılmaz. "buyurmuştur. [1997]
1966-) Ebû Bekre (r.a.):
"Bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında diğer bir kimseyi övmüştü,
bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) defalarca: "Yazık ettin, arkadaşının
boynunu vurdun, ar' kadaşının boynunu vurdun." buyurdu, arkasından:
"Sizden biri' niz mutlaka kardeşini övecekse ve bu kimseyi öyle biliyorsa:
"Falan kimseyi şöyle sanmaktayım ama onun hesabını görecek olan
Allah'tır. Ben, Allah'a karşı kimseyi temize çıkara'
mam."desin."buyurdu." demiştir.
[1998]
1967-) Ebû Bekre
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında bir kimse konuşuldu. Bir kimse
de onu övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) birkaç defa: "Yazık
ettin, arkadaşının boynunu vurdun." buyurdu, sonra da: "Sizden
biriniz mutlaka övecekse ve bu kimse de ona öyle gözüküyorsa, Allah'a karşı
kimseyi temize çıkarmadan: "Onun şöyle şöyle olduğunu sanıyorum ama onun
hesabını görecek olan Allah'tır, "desin, "buyurdu. [1999]
1968-) Ebû Mûsâ (r.a.),
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), bir kimsenin diğer bir kimseyi
övdüğünü ve övgüsünde aşırı gittiğini duydu. Bunun üzerine: "Adamı
helak ettiniz veya adamın belinikırdınız" buyurdu."
(Hadisimizde
vurgulanmak istenilen bir kimsenin olur-olmaz övülmemesi Özellikle Allah
katındaki durumunu bilmediği halde onu tezkiye edip temize çıkanlmamasi
istenilmiştir. Ama bildiği bir şey varsa onu belirtir, övülecek yönü varsa
usulüne uygun övebilir. Hadisteki "Boynunu vurdun." ifadesi, övülmeyi
haketmeyen bir kimseyi şişirip heiâkına sebep oldun." demektir.
Burada şunu
belirtelim ki yüzüne karşı övülmesi yasaklanan kimseler olduğu gibi övülmesinde
sakınca olmayan kimseler de vardır. Övülmeyi hak eden kimselerin övüldüğünü
gösteren pek çok hadis görebiliriz. Hz. Peygamber'in bizzat kendisinin
sahabilerden pek çoğunu öğüp methettiğini, onlann güzel hasletlerini öne
çıkardığını ve topluma örnek kişiler olduğunu belitöğini görmekteyiz. Hadis
kitaplanmızın Fezâil bölümleri bu konudaki hadislerle doludur. Takva sahibi,
aklı başında, gurur ve kibire kapılıp şımarmayacak kimselerin -övgüyü hak
ettiklerinde- övülmesinde bir sakınca yoktur. Bu hareket iyileri ve İyi Ükleri
teşvik ve iyi kimselerin onure edilmesi olarak değerlendirilir.
Şayet methetmek
kendini beğenmesine, gururlanıp kibire kapılmasına ve şımarmasına sebep
olacaksa bir kimseyi yüzüne karşı övmek yasaktır. Böyle bir övgü onun ayağının
daha çabuk kaymasına neden olabilir. Övgüye layık olmayan kimseyi övmek veya
bir kimseyi haddinden fazla övmek, o kimsenin kendisini gerçekten Öyle
zannetmesine ve nefsini muhasebeye çekmemesine neden olacağı gibi
davranışjanndan sorgulanamaz görerek kendisini hak ve hukuktan kayıtsız
saymaya da sürükleyebilir.) [2000]
1969-) İbni Ömer
(r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Rüyamda misvaklarınken gördüm. Bu
sırada iki adam geldi biri diğerinden büyüktü. Ben misvağı küçük olana verdim.
"Büyüğe ver" denildi. Ben de büyüğe buyurmuştur. [2001]
1970-) Urve b. Zübeyr,
şöyle demiştir: "Ebû Hureyre, hadis rivayet ediyordu/konuşuyordu ve bu
arada: "Ey hanenin hanımı sen de duy, ey hanenin hanımı sen de duy"
diyordu. Bu sırada Âişe namaz kılıyordu, namazını bitirdiğinde Urve'ye:
"Şu adamı ve biraz önce konuştuklannı duydun mu? Halbu ki Hz. Peygamber
(s.a.v.) bir söz hadis söylerdi de birisi onun konuştuğunu saymak istese
sayabilirdi (böyle süratli konuşmazdı)" dedi"[2002]
1971-) Berâ b. Âzib
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ebû Bekir Sıddîk, babama geldi, babam evde
idi ondan bir semer satın aldı ve babama: "Oğlunu benimle gönder de şunu
evime kadar beraber taşıyalım" dedi. Babam da: "Haydi götür"
dedi, ben de onu yüklendim. Babam da parasını alarak onunla birlikte çıktı, bu
arada babam Ebû Bekir'e: "Ey Ebû Bekir, Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte
gece yürüdüğünüzde ne yaptınız bana anlatsana" dedi, o da şöyle dedi:
"Anlatayım, bütün gece yürüdük sonra öğle ortasında sokaklar boşalıp ortalıkta
kimse dolaşmadığı zamana kadar yürümeyi sürdürdük nihayet üzerine henüz güneş
gelmemişuzun bir gölgesi olan kayaya vardık ve orada konakladık. Kayanın yanına
vardım, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in gölgesinde uyuyacağı yeri elimle düzenledim
ve üzerine bir kürk serip: "Ey Allah'ın Rasûlü, sen uyu ben etrafa göz
kulak olurum" dedim, o da uyudu. Etrafa göz kulak olmak için dışan çıktım.
Baktım ki bir koyun çobanı koyunlarıyla birlikte kayaya doğru geliyor, o da
bizim kayadan beklediğimizi beklemekte. Hemen karşısına çıktım ve: "Evlat
sen kimin çobanısın?" dedim: "Şehrin halkından falan adamın"
dedi: "Koyunlarında süt var mı?" dedim: "Evet var" dedi:
"Bana süt sağar mısın?" dedim: 'Tabi" dedi ve bir koyun tuttu:
"Koyunun memesini kıldan topraktan ve kirden iyice temizle" dedim.
Çoban yanındaki çanağa bir miktar süt sağdı, su içmesi ve abdest almsı için Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e su verdiğim yanımda bir su tulumu vardı. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in yanına geldim, uykusundan uyandırmak istemedim. Derken kendisinin
uyandığını gördüm, altı soğuyana kadar sütün üzerine su döktüm ve: "Ey
Allah'ın Rasûlü, şu sütü iç" dedim. Gönlüm razı olana kadar içti,
arkasından: "Hareket etme vakti gelmedi mi?" buyurdu: "Evet
geldi" dedim. Güneş meylettikten sonra yola çıktık. Biz, sert bir toprak
üzerinde iken Sürâka b. Malik peşimizden geldi. Ben: "Ey Allah'ın Rasûlü,
yakalandık!" dedim: "Üzülme, Allah bizimledir" buyurdu ona
beddua etti bunun üzerine atı tökezleyip karnına kadar yere battı. Zannederim
şöyie demişti: "Sizin bana beddua ettiğinizi anladım. Siz benim için,
Allah'a dua edin, peşinizdeki sizi arayanları geri çevirmem için Allah size
yardım etti." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), dua etti o da kurtuldu. Hemen
geri döndü ve karşılaştığı herkim var ise ona: "Ben, sizin namınıza yeteri
kadar baktım, hiç kimse görmedim, diyerek geri çevirdi. Bize verdiği sözünü
yerine getirdi"[2003]
«Hani: "Şu
ş:hre girin, orada dilediğiniz yerde bol bol yeyün, boyun eğerek kapıdan girin
ve "Hitta (=bizi affet) deyin kî biz t-e hatalarınızı başlayalım, biz
güzel davrananlara daha fazlası t da veririz." demiştik de o zalimler, bu
sözü kendilerine söylenenden bpşka bir sözle değiştirdiler» (Bakara: 58-59)
ayetinin tefsiri. [2004]
1972-)
Ebû Hureyre
(r.a.)'dan. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "İsrailoğullan'na: "Kapıdan
boyun eğerek girin ve "Hitta (bizi affet)" deyin" denildi. Onlar
da kıçtan üzerinde sürünerek girdiler, kendilerinden istenilen sözü
de "Hıttatun, Habbetün fi şaaratin (=: Hitta, saçtaki
tane) diye değiştirdiler, "buyurmuştur." [2005]
1973-) Enes b. Mâlik
(r.a.)'dan: "Allah Teâlâ, elçisine vefatından önce vahyi peş peşe indirdi.
Nihayet vahiy yanında en çok olduğu bir halde ruhunu aldı. Vahyin çok olduğu
halden sonra kendisi vefat etmiştir." [2006]
1974-) Ömer b. el-Hattab
(r.a.)'dan. Yahudilerden bir kimse kendisine: "Ey Müminlerin Emiri,
kitabınızda okuduğunuz bir ayet var ki, eğer bu ayet biz Yahudi topluluğuna
indirilseydi bugünü bayram ederdik" dedi. 0 da: "Hangi ayet"
dedi. Yahudi: «Bugün size dininizi kemale erdirdim ve üzerinize nimetimi
tamamladım. Sizin için Din olarak da, İslâm'ı uygun gördüm» (Maide: 3)
ayetidir." dedi. Hz. Ömer (r.a.): "Biz bugünü de, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e indiği yeri de biliyoruz: Cuma günü Arafatta vakfe yaparken
inmişti." demiştir.
(Yani bu ayetin
indiği yer Müslümanların bayram yeri, indiği gün de Müslümanların bayram günü
olan cuma günüdür. Biz zaten bugünde bayram yapıyoruz, demek istemiştir.)
«Eğer yetim
(kızlar) konusunda adaleti yerine getirmekten korkarsanız hoşunuza giden başka
kadınlarla iki, üç veya dörde kadar evlenebilirsiniz...» (nişi: 3) ayetinin
tefsiri. [2007]
1975-) Urve b. Zübeyr,
Hz. Aişe (r.a.)'a «Eğer yetim (kızlar) konusunda adaleti yerine getirmekten
korkarsanız...» ayetini sormuş o da: "Ey yeğenim, bu ayetteki söz konusu
yetim, bakımını üstlenen kimsenin (velinin) yanında bulunur ve bu kişinin
malına ortak olur da bakımını üstlenene, yetimin malı ve güzelliği hoşuna
gider. Bu sebeple bakımını üstlenen kişi (velisi) onunla evlenmek ister,
Ancak, benzerlerine verileni vermesi gereken mehir konusunda yetime adaletli
davranmaz. Adaleti gözetmek ve onlara verilen mehirin en yüksek miktanna
yükseltenler dışındakilere böyle evlilik yasaklandı ve kendilerine yetimlerin
dışındaki diledikleri hoşlarına giden herhangi bir kadınla evlenmeleri
emrolundu.
Bu ayet indikten
sonra halk Rasûlüllah (s.a.v.)'den (kadınlar hakkında na-sıi davranacaklarına
dair) soru sordular, bunun üzerine Allah: «Senden kadınlar hakkında fetva
istiyorlar. De ki: "Onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kendilerine
tahakkuk etmiş olanı (mirası) vermeyip evlenmek istediğiniz yetim kadınlar
hakkında, kimsesiz çocuklar ve işlerini yürüttüğünüz yetimler hakkında adaleti
yerine getirmeniz için işte size Kitap'ta ki okunan ayetler...» (Nisa: 127)
ayetini İndirdi. (Böyle zenginlerle evlenmek istersiniz.) Ama mal Ve güzelliği
az Olduğun
da yetimle evlenmek
istemezsiniz. İşte mal ve güzelliği az olanlarla evlenmek istemediklerinden
dolayı adaleti gözetmeksizin sadece mal ve güzelliğini isteyerek evlenmeleri
yasaklanmıştır." dedi. [2008]
1976-) Aişe (r.a.),
«...Kim, fakir ise usulüne uygun bir şekilde yesin...» (nişi: 6) ayeti
hakkında: "Bu ayet, yetimin malı ile ilgilenen velisinin -eğer muhtaç ise-
bu maldan yiyebileceği hakkında indirilmiştir" demiştir[2009]
1977) Âişe (r.a.), «Eğer
bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden
endişe ederse, aralannda bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur....» (Nisa:
128) ayeti hakkında: "Bir kimsenin nikahında bulunan bir kadın hakkında indirilmiştir.
Bu kadın, o adamla uzun süre beraber yaşarken kocası onu boşamak ister, hanımı
da: "Beni boşama, beni yanında tut, benim senin üzerindeki kadınlık
haklarım sana helai olsun" der. Bunun üzerine bu ayet indirildi."
demiştir[2010]
1978-) Said b.
Cübeyr'den. Şöyle demiştir: "Kûfe'liler «Kim bir mümini bilerek öldürürse
cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gaza bet m iş,
lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.» (Nisa: 93) ayeti hakkında ihtilaf
ettiler. Ben de gidip bunu İbni Abbas'a sordum: "Bu ayet en son indi ve
bunu hiçbir şey neshetmedi" dedi." [2011]
1979-) Said b.
Cübeyr'den. Şöyle demiştir: "İbni Abbas'a: "Bir mümini bilerek
Öldürenin tevbesi olur mu?" dedim: "Hayır" dedi. Ben de
«...Onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar,
Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları
yapan, cezasını bulur. Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta)
alçaltılmış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe eden ve imana gelen, iyi
davranışta bulunanlar bunun dışındadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere
çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.» (Fufkân: 68-70)
ayetini okudum: "Bu ayet Mekke'de indi, bunu Medine'de inen «Kim bir
mümini bilerek öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona
gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.» (Nisa: 93) ayeti
neshetti" dedi." [2012]
1980-) Said b.
Cübeyr'den, o da İbni Abbas (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Şu: «...Onlar ki,
Allah île beraber (tuttukları) başka bîr tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram
kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, cezasını
bulur. Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış
olarak devamlı
kalır.» (Fu^ân: 68-9) ayeti Mekke'de İndi. Bunun üzerine müşrikler:
"Müslüman olmamız bize fayda vermez. Allah'a ortak tanıdık, Allah'ın
haram kıldığı cana kıydık, fuhuş yaptık" dediler" Bunun üzerine
«Ancak tevbe eden ve îmana gelen, iyi davranışta bulunanlar bunun dışındadır.
Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin
merhamet sahibidir.» (Fur-kân: 70) ayeti indi. Ancak şu var ki, kim İslâm'a
girer ve İslâm'ı kavrar sonra da cana kıyarsa onun kurtulacağı bir tevbe
yoktur"
1981-) İbni Abbas
(r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Müslümanlardan bir kısım kimseler, küçük bir
koyun sürüsünün başında bir kimseye rastladılar, o kimse: "es~Se!ârnü
aleyküm" dediyse de onlar bu kimseyi tutup öldürdüler, koyunlarını aldılar.
Bunun üzerine «Ey iman edenleri Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi
anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz
dikerek: "Sen mümin değilsin" demeyin...» <Nisâ: 94) ayeti
indi."
İbni Abbas (r.a.),
ayetteki "es-Selem", kelimesini "es-Selâm" şeklinde
okumuştur. [2013]
1982-) Berâ (r.a.)'dan.
Şöyle demiştir: "Ensar, hacca gidip memleketlerine döndüklerinde evlerine
arka taraftan girerlerdi. Bir kimse yine böyle hacdan döndü ama evine
kapısından girdi, bunun üzerine o kimse hakkında dedi kodu yapıldı. Bu yüzden
«İyi davranış, evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış,
korunan (muttaki) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan
korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.» (Bakara: 189) ayeti indi." [2014]
1983-) Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.), «Onların valvarıp dua ettikleri Rabb'lerine vesile aramaktadır...»
(isri. 57) ayeti hakkında şöyle demiştir: "İnsanlardan bir takım
kimseler, bir takım cinlere kulluk e-diyorlardı. O cinler, Müslüman olduğunda
insanlar kulluklarına devam ettiler bunun üzerine «Onların yalvarıp dua
ettikleri Rabb'lerine vesile aramaktadır...» (isrâ: 57) ayeti indi"[2015]
1984-) Said b.
Cübeyr'den. Şöyle demiştir: "İbni Abbâs'a Tevbe Suresi hakkında sordum:
'Tevbe Suresi mi? O sure, kirli çamaşırların ortaya çıktığı bir suredir. Öyle
ki, "Onlardan öyleleri var ki.." , "Onlardan öyleleri var
ki.." şeklinde sürekli indi sonunda içerisinde dile getirilmeyen bizden
kimse kalmayacak zannettik." dedi: "En'fâl Suresi?" dedim:
"O sure, Bedir Savaşının süresidir." dedi: "Haşr Suresi?"
dedim: "Nadiroğullan hakkında inmiştir" dedi"[2016]
1985-) Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan. Şöyie demiştir: "Ömer, Rasûlüllah (s.a.v.)'in minberinde hutbe
verdi. Allah'ı hamdetti ve övdü sonra şöyle dedi: "Bundan sonra şunu
belirtirim. Biline ki, şarabın ha-ramiığı (hakkında ayetin) indiği gün olmuştur.
Bu şarap beş şeyden olur: Buğdaydan, arpadan, hurmadan, üzümden, baldan. Şarap
(hamr) aklı örtendir. Ey cemaat, üç husus var ki, Rasûlüllah (s.a.v.)'in bunlar
hakkında etraflı bilgi vermiş olmasını isterdim: Dedenin miras durumu,kelâle
ve faiz konularıdır."
(Kelâle, Nisa:
12/176 ayetlerinde sözü geçen ve öldüğünde mirasını paylaşacak, babası ve
çocuğu olmayan kimsedir.) [2017]
1986-) Kays b. Ubâd'dan.
Şöyle demiştir: "Ebû Zer'i, «Bu iki takım, Rabbleri uğruna çatışan iki
hasımdır...» (Hacc 19)ayeti, Bedir Savaşında meydana çıkan; Ali, Hamza ve
Ubeyde b. Haris ile Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe ile Utbe'nin oğlu Velid
hakkından indiğine yemin ederken işittim"[2018]
İki büyük hadis
imamı, imam Buhârî ve imam Müslim'in kitaplarında ortak olan hadisleri tanıtma
amacıyla hazıriadığimız çalışmamız burada son bulmaktadır. Her biri inci tanesi
mesabesinde olan bu hadisleri okuyan değerli okuyuculanmızın, hadisler arasında
rahat bir seyahat yapmış olmalanni saglayabildiysek kendimizi bahtiyar sayarız.
Yüce Rabb'imden bu
çalışmamı kabul buyurmasını, bunlarla amel etmemi, Müslüman kardeşlerimin de
okuyup faydalanarak ame! etmelerini, mahşer gününde amel defterimde salih amef
olarak kaydedilmiş bulmamı niyaz ederim.
Bizi yaratan
Rabb'imize sonsuz hamdü senalar olsun, Efendimiz Muhamrned Mustafa'ya onun
temiz hanesine, ashabına sonsuz salât ve selâm olsun.
«Rabb'imiz, Seni
bütün noksanlıklardan tenzih ederiz, Senin bize öğrettiklerinden başka bizim
ilmimiz yoktur.» (Bakara: 32)
«Lütfedip bizi
hidayetiyle bu makamlara eriştiren Allah'a hamd olsun. Allah bizi doğru yola
iietmeseydi biz doğruya ulaşamazdık.» (A'râf: 43)
«Benim başarmam
ancak Allah sayesindedir, ben Ona güverfdim ve Ona dönerim.» (Hûd: 88)
«Rabb'im, bana
hikmet ver ve beni salihlerin içerisine kat. Sonra gelecekler i-çerisinde benim
için doğruluk dili kıl. Beni nimet cennetlerine sahip olanlardan kıl. Herkesin
diriltüeceği günde beni mahcup eyleme. O gün ki, sadece Allah'a sağlam bir
kalple gelenin dışında ne mal ne de evlat fayda verir.» (şuarâ: 83-87)
«Rabb'imiz, hesap
görüleceği günde beni, annemi, babamı ve müminleri bağışla.» (İbrahim: 41)
Yüce Rabb'imiz:
«...Hatırlat, şüphesiz ki hatırlatmak, mü'minlere fayda verir...» (zâriyât: si)
buyurmaktadır. Hatırlamak veya hatırlatmak bir bakıma, bilinen bir şeyin
tekrarıdır. Dolayısıyla her tekrarda, mü'min olanlar fayda elde edeceklerdir.
Değerli okuyucularımıza
tavsiyemiz, bu kitaptaki hadisleri hayat düsturu edinmek için belirli zaman
dilimlerinde tekrar tekrar okumalarıdır. Her okuyuşta Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in, tavsiyelerde bulunmak için size misafir geldiğini kalbinizde
hissetmeniz temennisiyle...
Allah Teâlâ cennete
girenlere ikram ettiği içeceği anlatırken, bu içeceğin içenlerin ağzında misk
tadı bıraktığını bildirirken «...onun sonu misktir...» buyurur. (Mutaffıfm: 26)
Bu çalışmanın da okuma sonunda okuyanlarda misk tadı bırakması temennisiyle...
«Onların dualarının
sonu da, hamd âlemlerin Rabb'inedir.» (Yûnus: ıo) [2019]
Abdüibâkî, M. Fuâd,
el-Lû'lü ve'l-Mercân fîmâ ittefeka aleyhi'ş-Şeyhân. Dâru'l-Hadts, Kahire,
tarihsiz
Ahmed Naim, SahîrH
Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet Yayınlan, Ankara,
İ978, V, Baskı I.-III. (IV.-XII. Kâmii Miras'a ait)
Afzalurrahmân,
Siret Ansiklopedisi, tere. Komisyon, İnkılâb Yayınevi, İst. II. baskı 1996
Aynî, Bedruddin Ebû
Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetu'l-Kârî fî Şerhi sahîhi'l-Buhârî, Mektebetu
Mustafa Bâbî Halebi, Mısır, 1972,1-XX
Azimâbâd),
ŞemsusuVHak, AvnuVMa'bûd, Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, Dâm'l-Kutubfl-İlmtyye,
Beyrut, 1990,1
Buhâri, Ebû
Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahihu'j-Buhârî, tah. Muhammed Nizâr Temîm Heysem
Nizâr Temîm. Şeriketu Dâri'l-Erkam bin Ebi'l-Erkam, Beyrut, 1995
Davudoğlu Ahmed,
Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1977-1980, I-XI.
Ebû Dâvûd, Süleyman
b. Eş'as es-Scistânî, es-Sünen, Çağn Yayınevi, İst 1981,1.-V
Esed, Muhammed,
Kur'ân Mesajı, İşaret Yayınlan, İst. 1996, I.-III
Sahîh-i Buhârî
İslâm'ın İlk Yıllan, çev. Mustafa Armağan, İşaret Yayınlan, İst2000,1. Baskı
Çakan, Prof. Dr.
İsmali Lüfi, Hadîs Edebiyatı, MÜİF yayınlan, İst 1997, IV. Basta
Dihievî, Şâh
Velryyullâh, Hüccetutiâhi'l-Bâliğa, Tere Mehmet Erdoğan, İz Yayınaiık, İst
2001, II. Baskı I.-II.
İbn Hacer, Ahmed b.
Ali b. Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bâri fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî,
Dâru'l-FIkr, Beyrut I.-XIH.
Hamidullah,
Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İst. 1990, I.-II.
Havva, Saîd,
el-Esâs Fi's-Sünne, tere. Komisyon, Aksa Yayınlan, İst 1992,1.-IX.
Heysemî, Nuriddin
Alt b. Ebû Bekir, MecmuaÜ-Zevâid ve Menbeu'l- Fevâid, Beyrut, 1982,1.-X
İbn Mâce, Ebû
Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen tah. Muhammed Fuâd Abdüibâkî, Dâru
İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, 1980 I.-II.
İbn Salâh, Ebû Ömer
Umsân b. Abdurrahman eş-Şehrzörî, Ulûmi'l-Hadis, Tah. Nuriddin Itr,
Dâru'İ-Fikr, 1984, III, Baskı
Kastallânî, Ahmed
b. Muhammed, İrşâdu's-Sâri !i Şerhi Sahîhi't-Buhâri, Dâru'l-Fıkr, Beyrut,
1990,1-XV.
Kâsımî,
Muhammed Cemâlüddîn, Kavâidut-Tehdîs min Funûni
Mustalahi'l-Hadîs, Tah. Muhammed Behçet e!-Baytar,, Diru'n-Nefâis, Beyrut,
19871. BaskıKayapınar, Hüseyin, Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, Şamil
Yayınevi, İst. 1987-2003,1.-XVI.Kettânî, Muhammed b.
Ca'fer, Hadis Literatürü (er-Risâİetü'i-Müstatrafe Beyânı Meşhûri
Kütübi's-Sünneti'l-Müşerrafe) Tere. Yusuf Özbek, İz Yayıncılık, İst. 1994
Kutub, Seyyid, Fi
Zılâli'I-Kur'an, Çev. Komisyon, İst. 1991, Dünya Yayıncılık, I.-X Mâlik b.
Enes, el-Muvatta, Çağrı Yayınevi, İst. 1981Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid
Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı,terc Ahmed Asrar, İstanbul, 1985 II.
Baskı, I. -III.Tefhîmu'l-Kur'an, tere komisyon İstanbul, 1986 I.-VII.
Miras, Kâmil,
Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet
Yayınlan, Ankara, 1978, V. Baskı IV.-XII. (I.-III. Ahmed Naim'e ait)
Mübârekpûri,
Muhammed b. Abdurrahmîn, Tuhfetu'l-Ahvezî, Şerhu
Câmi't-Tirm&î, Dâru'l-Kutubn-İlmiyye, Beyrut, 1990,1-VII.
Muhammed Tâhir b.
Âşûr, İslâm Hukuk Felsefesi, tere Vecdi Akyiiz-Mehmet Erdoğan, I. baskı İst
1988
Müslim, Ebûl-Hüseyn
Müslim b. Haccâc, Sahîhu Müslim, tah. Muhammed Nizâr Temîm -Heysem Nizâr Temîm.
Şeriketu Dâril-Eritam bin Ebi'l-Erkam, Beyrut, 1999
Neseî, Ebû
Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, Çağn Yayınevi, İst 1981
Nevevî, Ebû
Zekeriyyâ Muhyiddin en-Nevevî, Sahîhu Müslim, bi Şerhl'n-Nevevi, el-Minhâc,
tah. eş-Şeyh Halîl Me'mûn Şîhâ, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, 1997,1-XVIII.
Riyâzu's-Sâîhîn,
Tercüme ve Şerh, komisyon, Erkam Yayınevi, İst 1997/I.-VHI.
Nuruddin Itr,
Menhecü'n-Nakd fi Ulûmi'l-Hadis, Dâru'i-Rkr, Dımaşk, 1985 IH. Baskı Sandıkçı S.
Kemal, Sahîh-i Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar, DİB. Ankara, 1991
Sehârenpûrî, Haiil
Ahmed Bezlü'l-Mechûd Fi Halil Ebî Dâvûd, Dâru'i-Kutubi'l-İlmiyye,
Beyrut.
Suyûtî,
Celâlüddin Abdurrahman, Tedrîbu'r-Ravî
fî Şerhi Takribi'n-Nevevî, Tah..
Abdülvahhâb Abdüllatif, Dâru'l-FIkr, Beyrut, 1988Târîhu'l-Hulefâ, 1969, 4.
baskı, Kahire
Sofuoğlu, Kdvned,
Sahîh-i Buhâri ve Tercemesi, Ötüken Yayınevi, İst 1987,1. XVI.
Tırmizî, Ebû İsa
Muhammed b. İsa, es-Sünen, (el-Câmi's-Sahih) Çağrı Yayınevi, İst. 1981, I.-V
Uğur, Pof. Dr.
Mücteba, Hadis İlimleri Edebiyatı, TDV yayınlan, Ank. 1996 Vehbe Zuhaylî, el-
Fıkhu'l-İslâmî, Dâru'İ-Fikr, Dımaşk, III. baskı, 1989
Wensinck A. J.
Başkanlığında komisyon Concordace, (el-Mu'cemu'!-Mufehras lî Elf;ı.-
I-Hadîsi'n-Nebevi) İstanbul, 1986 I.VII.
Yardım, Ali,
Peygamberimizin Şemaili, Damla Yayınevi, İst. 1998, III. Baskı
Yazır, Elmalılı
Hamdi, Hak Dini Kur'an DIÜ, Eser Kitabevi, İst. Yeniel, Necaö,
Sünen-l Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi, İst. 1987-2003,1
XVI.Zebîdi, Zeynuddin Ebû'l-Abbâs Ahmed b. Ahmed, et-Tecrîdu's-Sarih, Kahire,
1335, Beynıt, 1985, Tah. İbrahim Berake, Dim3şk, 1988, III. Baskı, tah Dr.
Mustafa [2020]
el-Mektebetü'l-Elfiyye
li's-Sünned'n-Nebevlyye, Sürüm 1,5 Merkezöt-Törâs, 1999
Mevsûatü'l-Hadîsi'ş-Şerîf,
(KüffibH Tls'a) Birinci sürüm 1,2 Şeriketu Sahr, 1991-1996
Mevsûatü'l-Hadîsi'ş-Şerif,
(Kütüb-i Tis'a) İkinci sürüm 2,00 Şeriketü'l-Berâmici'l-İslamiyye, 1991-1997
Bu bölümti bulunan
ana başlı klan/bölümler (kitaplar) verilmiştir. Ana baslıklann altındaki alt
konubalıklan, teker okunup incelenip her hadisin içerdiği konular tesbit
edilerek hazırlanmıştır. Bu çalışmayı gerçekleştiren değerli dostumuz Ahmet
Çelik'e şükranlarımızı sunarız. Bu bölümde verilen rakamlar hadis numaralandır. [2021]
[1] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 3.
[2] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 4.
[3] İmân, I. 158
[4] Câmiu'l-Usûl fî
Ehâdîsi'r-Râsûl î. 41-42
[5] Tedrîbu'r-Râvî, I.
101
[6] Kamil Çakın, Buhârînin
otoritesini kazanma süreci isimli makale, İslâmî Araştırmalar Dergisi, cilt:
10, sayı 1-2-3-4/ SünetÖzel sayısı, s. 106-107
[7] Kitâbu'l-Mevzûât,
I. 32-35
[8] Câmiu'l-Usûl fî
Ehâdîsi'r-Râsû! I. 160
[9] Ulûmü'l-Hadis, s.
28
[10] Şerhu Sahihi MüsÜm,
I. 128; Tedrîbu'r-Râvî, I. 91
[11] Tedrîbu'r-Râvî, I.
122; Kasimî, Kavâidü't-Tadîs, s. 84
[12] Kavâidü't-Tadîs, s.
84
[13]
Hüccetullâhi'l-Bâliğa, I. 408-411
[14] Bakınız, Kavâidu't-Tahdîs,
s. 247-251; Mukaddime, Tuhfetü'l-Ahvezî, s. 46
[15] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 8-11.
[16] Hüccetullâhi'l-Bâliğa,
I. 410
[17] Kavâidü't-Tadîs, s.
83-84
[18] M. Uğur,
Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 81
[19] İbni Salah'a göre
müttefekun aleyh hadisler (efe tutulup g&e görülen) yakın bilgi olup
sıhhati kesindir. (UiûmuT-Hadis, s. 28) Onun bu yaklaşımı değişik tenkitlere
uğrarraşür. Bu konuda daha ileri bir görüş rivayet edilmiştir. İbni Salah'ın
verdiği bilgiye göre, Ebû'n-Nasr Abdullah es-Siaî el-Vâilî (v. 469):
"Fukahadah ilim ehli, "Buhârînin kitabındaki, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'den rivayet edilenlerin tümü sahihtir ve Hz. Peygamber (s.a.v.) onu
söylemiştir, bunda şüphe yoktur" diye hanımının boş olması üzerine yemin
eden bir kimsenin, yeminin boşa gitmeyeceği, hanımının boş düşmeyeceği üzerinde
ittifak etmişlerdir." demiştir, (uiûmüi+iadis, s. 26) Bunun bir benzerini
Suyûtf, İmamü'l-Harameyn Abdü'l-Melik d-Cüveynîden (v. 478) nakleder,
İmamü'l-Harameyn, şöyle demiştir: "Bir kimse, iki sahihte (Sahîh-i Buhârî
ve Sahîh-i Müslim'de) müelliflerin sahih hükmü verdikleri, Hz, Peygamber
(s.a.v.)'in sözüdür diye hanımının boş olmas üzerine yemin etse -Müslümanlann
âlimlerinin bunun sıhhati üzerine İcma etmeleri nedeniyle- boşanma gerçekleşmez"
rredrhj'rfiâvî, 1.131-132)
[20] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 11-14.
[21] Bu konudaki yazılan
eserlerin isimleri, Müctaba Uğur, Hadis İlimleri Edebiyatı, 218; Kemal
Sandıkçı, Sahîh-i Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar, 100-108'den alınmıştır.
[22] Her ne kadar
Diyanet İslâm Ansiklopedisi "el-Cern1 Beyne's-Sahihayn" maddesinin
yazarı "Bilindiği kadanyla bu sahanın ilk eseri, Ebû'l-Mecd İsmail b.
Hibetullah b. Bâtiş el-Mevsıtî (Ö. 655/1257) tarafından telif edilen el-Beyân
amme'ttefeka aleyh i'ş-Seyhan'dır." demiş olsa da, kaynaklarda, Ebû'l-Mecd
el-Mevsıl?den çok önce bu konuda kitap yazanlann olduğu belirtilmektedir.
(Mesaia, Müctaba Uğur, Hadis İlimleri Edebiyatından, bu kitabı üçüncü sırada
zikreder; Kemal Sandıkçı da Sahih-i Buhâri Üzerine Yapılan Çalışmalarda bu
kitaptan önce yaslan kitaplardan söz eder.)
[23] el-Lü'lü
ve'l-Mercân, ön sözü.
[24]
ei-Lü'lü ve'l-Mercân, hakkında
bilgi veren çeşitli kaynaklar,
Muhammed Fuâd Abdüibâkî'nin ön sözdeki ifadesine takılmış ve 2006
hadis olduğunu bildirmişlerdir. Halbuki kitapta 1906 hadis vardır. Kemal
Sandıkçı, el-Lü'lü ve'l-Mercân, hakkında bilgi verirken 2006 hadis bulunduğunu
belirtir. Bakınız, Sahîh-i Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar, s. 108; Mehmed
Sofuoğiu da el-Lü'iü ve'l-Mercân hakkında bilgi verirken 2006 hadis bulunduğunu
belirtir. Bakınız, Sahîh-i Müslim, veTercemesi, Cilt: 1, s. LXVI.
Ancak bu konuda dikkatli olanlar da
vardır. Müctaba Uğur, el-Lü'lü ve'l-Mercân'ı tanıtırken bu hususa dikkat çeker.
Bakınız, Hadis İlimleri Edebiyatın, s. 218
[25] Kitâbu'l-Mevzûât,
I. 11
[26] Kitâbu'l-Mevzûât,
I. 11
[27] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 14-16.
[28] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 17-18.
[29] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 19.
[30] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 19.
[31] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 19.
[32] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 19.
[33] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 20.
[34] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 21.
[35] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 21-22.
[36] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 22.
[37] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 22.
[38] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 23.
[39] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 23.
[40] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 23-24.
[41] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 24.
[42] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 24.
[43] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 25.
[44] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 25.
[45] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 25-26.
[46] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 26.
[47] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 26.
[48] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 26-27.
[49] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 27.
[50] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 27-28.
[51] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 28.
[52] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 28.
[53] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 28.
[54] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 28.
[55] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 29.
[56] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 29.
[57] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 29.
[58] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 29.
[59] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 29.
[60] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 29.
[61] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 30.
[62] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 30.
[63] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 30.
[64] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 31.
[65] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 31.
[66] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 31.
[67] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 31.
[68] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 31-32.
[69] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 32.
[70] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 32.
[71] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 32.
[72] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 33.
[73] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 33.
[74] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 33.
[75] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 33.
[76] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 34.
[77] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 34.
[78] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 34.
[79] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 34.
[80] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 34.
[81] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 34-36.
[82] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 36.
[83] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 36.
[84] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 36-37.
[85] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 37.
[86] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 37.
[87] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 37.
[88] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 37-38.
[89] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 38.
[90] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 38.
[91] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 38.
[92] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 38-39.
[93] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
39.
[94] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 39-40.
[95] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 40.
[96] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 40.
[97] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 40.
[98] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 40.
[99] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 40.
[100] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 40-41.
[101] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 41.
[102] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 41.
[103] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 41-42.
[104] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 42.
[105] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 42.
[106] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 43.
[107] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 43.
[108] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 43-44.
[109] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 44.
[110] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 44.
[111] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 44-45.
[112] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 45.
[113] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 45.
[114] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 45.
[115] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 45.
[116] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 45-46.
[117] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 46.
[118] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 46-47.
[119] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 47.
[120] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 47.
[121] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 47.
[122] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 47-48.
[123] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 48-49.
[124] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 49.
[125] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 49.
[126] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 49-50.
[127] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 50.
[128] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
50.
[129] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 50-51.
[130] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 51.
[131] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 51.
[132] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 51.
[133] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 51-52.
[134] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 52-53.
[135] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 53-54.
[136] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 54.
[137] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 54.
[138] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 55-56.
[139] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 56-60.
[140] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 60.
[141] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 61.
[142] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 61.
[143] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
61.
[144] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 61.
[145] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 62.
[146] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 62.
[147] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 62-63.
[148] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 63.
[149] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 63-66.
[150] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 66-69.
[151] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 69-70.
[152] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 70.
[153] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 70.
[154] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 70-72.
[155] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 72-74.
[156] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 74.
[157] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 74.
[158] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 74-75.
[159] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 75.
[160] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 75.
[161] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 75.
[162] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 75.
[163] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 76.
[164] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 76.
[165] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 76.
[166] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 76-77.
[167] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 77.
[168] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 77-78.
[169] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 79.
[170] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 79.
[171] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 79.
[172] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 79-80.
[173] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
80.
[174] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 80.
[175] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 80.
[176] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 80.
[177] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 80-81.
[178] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[179] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[180] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[181] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[182] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[183] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[184] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 81.
[185] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 82.
[186] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 82.
[187] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 82.
[188] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 82.
[189] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 82.
[190] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 82-83.
[191] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 83.
[192] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 83.
[193] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 83.
[194] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 83.
[195] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 84.
[196] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 84.
[197] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 84.
[198] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 84.
[199] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 84.
[200] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 85.
[201] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 85.
[202] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 85.
[203] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 85.
[204] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 85-86.
[205] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 86.
[206] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 86.
[207] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 86.
[208] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 86.
[209] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[210] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[211] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[212] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[213] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[214] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[215] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[216] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87.
[217] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 87-88.
[218] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 88.
[219] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 88.
[220] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 88.
[221] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89
[222] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89.
[223] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89.
[224] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89.
[225] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89.
[226] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89.
[227] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 89-90.
[228] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 90.
[229] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 90.
[230] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 90.
[231] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 90.
[232] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 91.
[233] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 91.
[234] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 91.
[235] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 91.
[236] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 91-92.
[237] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 92.
[238] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 92.
[239] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 92.
[240] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 92.
[241] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 93.
[242] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 93.
[243] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 93.
[244] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 93.
[245] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları:94.
[246] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 94.
[247] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 94-95.
[248] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 95.
[249] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 95.
[250] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 95.
[251] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 95.
[252] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 96.
[253] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 96.
[254] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 96.
[255] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 96-97.
[256] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
97.
[257] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 97.
[258] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 97-98.
[259] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 98.
[260] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 98.
[261] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 98-99.
[262] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 99.
[263] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 99.
[264] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 99.
[265] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 99-100.
[266] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 100.
[267] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 101.
[268] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 101.
[269] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 101.
[270] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 101.
[271] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 101-102.
[272] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 102.
[273] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 102-103.
[274] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 103.
[275] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 103-104.
[276] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 104.
[277] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 104.
[278] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 105.
[279] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 105.
[280] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 105.
[281] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 105.
[282] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 106.
[283] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
106.
[284] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 106.
[285] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 106.
[286] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 107.
[287] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 107.
[288] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 107
[289] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 107.
[290] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 107.
[291] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 108.
[292] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 108.
[293] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 108.
[294] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 108.
[295] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 180.
[296] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 109.
[297] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 109-110.
[298] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 110.
[299] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 110.
[300] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 110-111.
[301] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 111.
[302] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 111.
[303] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 111-112.
[304] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 112.
[305] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 112.
[306] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 112.
[307] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 112.
[308] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 112.
[309] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113.
[310] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113
[311] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113.
[312] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113.
[313] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113.
[314] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113.
[315] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 113.
[316] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 114.
[317] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 114.
[318] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 114.
[319] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 114.
[320] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 114.
[321] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 114.
[322] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 115.
[323] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 115.
[324] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 115.
[325] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 115.
[326] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 115.
[327] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 116.
[328] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 116.
[329] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 116.
[330] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 116.
[331] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 116.
[332] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 116.
[333] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 117.
[334] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 117.
[335] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 117.
[336] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 117.
[337] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 118.
[338] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 118.
[339] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 118.
[340] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 118-119.
[341] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 119.
[342] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 119.
[343] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 120.
[344] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 120.
[345] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 120
[346] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 120-121.
[347] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 121.
[348] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 121.
[349] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 121.
[350] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 122.
[351] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 122.
[352] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 122.
[353] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 122.
[354] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 122-123.
[355] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 123.
[356] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 123.
[357] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 123.
[358] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 124.
[359] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 124.
[360] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 124.
[361] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 124.
[362] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 124.
[363] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 124.
[364] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 125.
[365] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 125.
[366] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 125.
[367] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 126.
[368] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 126.
[369] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 126.
[370] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 126.
[371] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
126.
[372] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 126.
[373] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 126-127.
[374] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 127.
[375] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 127.
[376] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 127-128.
[377] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 128.
[378] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 129.
[379] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 129.
[380] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 129.
[381] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 129.
[382] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 129.
[383] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 129.
[384] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları:129-130.
[385] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 130.
[386] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 130.
[387] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 130.
[388] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 131.
[389] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 131-132.
[390] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 132.
[391] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 132.
[392] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 132.
[393] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 132.
[394] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 133
[395] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 133.
[396] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 133.
[397] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 133.
[398] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 133.
[399] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 134.
[400] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 134.
[401] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 134.
[402] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 134.
[403] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 134.
[404] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 134.
[405] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 135.
[406] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 135.
[407] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 135.
[408] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 135.
[409] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 135.
[410] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 135-136.
[411] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 136.
[412] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 136.
[413] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 136.
[414] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 136.
[415] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 136.
[416] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
136-137.
[417] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 137.
[418] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 137.
[419] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 138.
[420] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 138.
[421] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
138.
[422] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 138.
[423] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 138-139.
[424] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 139.
[425] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 139.
[426] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 139.
[427] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 139-140.
[428] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 140.
[429] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 140-141.
[430] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 141.
[431] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 141.
[432] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 141.
[433] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 141-142.
[434] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 142.
[435] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 142.
[436] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 142.
[437] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 142.
[438] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 143.
[439] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 143.
[440] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 143.
[441] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 143.
[442] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 143-145.
[443] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 145.
[444] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 146.
[445] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 146.
[446] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 146.
[447] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 146.
[448] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 146.
[449] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 147.
[450] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 147.
[451] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 147.
[452] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 147-148.
[453] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 148.
[454] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 148.
[455] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 148.
[456] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 149.
[457] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 149.
[458] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 149.
[459] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 149.
[460] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 149-150.
[461] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 150.
[462] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 150.
[463] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 150.
[464] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 150-151.
[465] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 151.
[466] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 151.
[467] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 151.
[468] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 151.
[469] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 151.
[470] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 151.
[471] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 152.
[472] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 152.
[473] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 152.
[474] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 152.
[475] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 152.
[476] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 152.
[477] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 153.
[478] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 153.
[479] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 153.
[480] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 153.
[481] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
153.
[482] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 153.
[483] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 153.
[484] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 154.
[485] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 154.
[486] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 154-155.
[487] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 155.
[488] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 155.
[489] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 155-156.
[490] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 156.
[491] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 156-157.
[492] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 157.
[493] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 157.
[494] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 157.
[495] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 157-158.
[496] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 158.
[497] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 158.
[498] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 158.
[499] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 158.
[500] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 158-159.
[501] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 159.
[502] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 159.
[503] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 159.
[504] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 159.
[505] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 159-160.
[506] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 160.
[507] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 160.
[508] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 160.
[509] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 160.
[510] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 161.
[511] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 161.
[512] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 161.
[513] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 162.
[514] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 162.
[515] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 162.
[516] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 162.
[517] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 163.
[518] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 163.
[519] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 163.
[520] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 163-164.
[521] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 164.
[522] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 164.
[523] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 164.
[524] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 165.
[525] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 165.
[526] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 165.
[527] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 166.
[528] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 166.
[529] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 166.
[530] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 167.
[531] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 167.
[532] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 167.
[533] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 167.
[534] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 167.
[535] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 168.
[536] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 168.
[537] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 169.
[538] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 169.
[539] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 169.
[540] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 169.
[541] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
169.
[542] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 170.
[543] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 170.
[544] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 170.
[545] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 170-171.
[546] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 171.
[547] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 171.
[548] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 171.
[549] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 171.
[550] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 171.
[551] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 172.
[552] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 172.
[553] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 172.
[554] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 172.
[555] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 172.
[556] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 172-173.
[557] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 173.
[558] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 173
[559] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 174.
[560] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 174.
[561] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 174.
[562] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 174.
[563] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 174-175.
[564] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 175.
[565] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 175.
[566] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 175-176.
[567] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 176.
[568] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 176.
[569] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 176.
[570] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 177.
[571] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 177.
[572] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 177-178.
[573] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 178.
[574] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 178.
[575] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 178-179.
[576] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 179-180.
[577] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 180.
[578] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 180-181.
[579] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 181.
[580] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 181-182.
[581] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 182-183.
[582] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 183.
[583] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 183.
[584] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 183.
[585] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 184.
[586] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 184.
[587] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 185.
[588] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 185.
[589] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 186.
[590] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 186.
[591] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 186.
[592] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 186-187.
[593] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 188.
[594] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 188.
[595] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 188.
[596] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 188.
[597] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 188.
[598] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 189.
[599] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 189.
[600] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 189.
[601] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 189.
[602] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 189.
[603] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 189-190.
[604] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 190.
[605] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 190.
[606] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 190.
[607] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 190.
[608] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 190-191.
[609] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 191.
[610] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 191.
[611] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 191.
[612] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 191.
[613] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 191.
[614] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 192.
[615] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 192.
[616] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 192.
[617] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 192.
[618] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 192.
[619] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 192.
[620] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 193.
[621] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
193.
[622] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 193.
[623] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 194.
[624] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 194.
[625] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 194-195.
[626] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 195.
[627] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 195.
[628] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 195.
[629] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 195.
[630] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 195.
[631] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
195-197.
[632] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 197.
[633] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 197-198.
[634] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 198.
[635] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 199.
[636] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
199.
[637] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 199.
[638] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 199-200.
[639] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 200.
[640] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 200-201.
[641] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 201.
[642] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 201.
[643] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 201.
[644] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 201.
[645] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 201-202.
[646] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 202.
[647] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 202.
[648] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 202.
[649] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 203.
[650] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 203.
[651] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 203.
[652] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 203.
[653] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 203.
[654] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 204.
[655] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 204.
[656] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 204.
[657] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 204.
[658] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 205.
[659] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 205.
[660] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 205.
[661] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
206.
[662] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 206.
[663] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 206.
[664] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 206.
[665] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 206.
[666] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 207.
[667] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 207.
[668] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 207.
[669] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 207.
[670] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 207-208.
[671] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 208.
[672] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 208.
[673] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 208-209.
[674] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 209.
[675] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 209.
[676] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 209.
[677] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 210.
[678] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 210.
[679] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 210.
[680] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 210.
[681] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
210.
[682] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 210.
[683] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 210-211.
[684] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 211.
[685] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 212.
[686] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 212.
[687] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 212.
[688] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 212.
[689] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 212-213.
[690] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 213-214.
[691] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 214-215.
[692] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 215.
[693] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 215-216.
[694] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 216.
[695] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 216.
[696] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 216-217.
[697] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 217-218.
[698] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 218.
[699] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 218.
[700] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 218.
[701] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 218.
[702] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 219.
[703] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 219.
[704] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 219.
[705] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 219.
[706] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 219.
[707] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 220.
[708] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 220.
[709] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 220.
[710] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 220.
[711] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 220.
[712] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 220.
[713] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 221.
[714] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 221.
[715] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 221.
[716] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 221.
[717] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 221.
[718] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 221-222.
[719] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 222.
[720] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 222.
[721] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 222.
[722] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 222.
[723] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 222-223.
[724] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 223.
[725] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 223.
[726] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 223.
[727] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 223.
[728] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 223.
[729] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 224.
[730] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 224.
[731] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 224.
[732] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 224.
[733] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 225.
[734] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 225.
[735] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 225.
[736] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 225.
[737] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 226.
[738] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 226.
[739] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
226.
[740] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 226.
[741] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 226.
[742] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 226.
[743] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 226-227.
[744] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 227.
[745] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 227.
[746] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 227.
[747] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 227.
[748] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 227.
[749] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 228.
[750] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 228.
[751] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 228.
[752] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 228.
[753] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 228.
[754] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
228-229.
[755] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 229.
[756] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 229.
[757] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 229.
[758] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 229.
[759] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 229.
[760] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 229-230.
[761] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 230.
[762] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 230.
[763] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 230.
[764] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 230.
[765] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 231.
[766] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 231.
[767] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 231.
[768] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 231.
[769] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
231.
[770] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 232.
[771] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 232.
[772] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 232.
[773] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 232-233.
[774] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 233.
[775] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 233.
[776] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 233.
[777] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 233-234.
[778] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 234.
[779] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 234.
[780] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 234.
[781] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 235.
[782] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 235.
[783] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 235.
[784] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 235-236.
[785] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 236-237.
[786] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 237-238.
[787] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 238.
[788] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 238.
[789] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 238.
[790] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 238.
[791] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 239.
[792] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 239.
[793] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 239.
[794] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 239-240.
[795] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 240.
[796] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 240.
[797] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 240.
[798] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 240.
[799] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 240-241.
[800] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 241.
[801] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 241.
[802] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 241.
[803] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 241.
[804] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 241.
[805] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 241-242
[806] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 242.
[807] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 242-243.
[808] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 243.
[809] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 243.
[810] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 243.
[811] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 243-244.
[812] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 244.
[813] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 244.
[814] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 244.
[815] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 244-245.
[816] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 245.
[817] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 245.
[818] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 245.
[819] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 246.
[820] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 246.
[821] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 246-247.
[822] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 247.
[823] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 247.
[824] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 247-248.
[825] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 248.
[826] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 248.
[827] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 248.
[828] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 249.
[829] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 249-250.
[830] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 250.
[831] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 250.
[832] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 251.
[833] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 251.
[834] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 251.
[835] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 251-252.
[836] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 252.
[837] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 252.
[838] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 253-254.
[839] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 254.
[840] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 254-255.
[841] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 255.
[842] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 255.
[843] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 255.
[844] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 256.
[845] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 256.
[846] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 256.
[847] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 256.
[848] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 256.
[849] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 256-257.
[850] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 257.
[851] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 257.
[852] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 257.
[853] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 258.
[854] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 258.
[855] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 258.
[856] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 258.
[857] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 258.
[858] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 258.
[859] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 259.
[860] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 259.
[861] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 259.
[862] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 259.
[863] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
259.
[864] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 260.
[865] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 260.
[866] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 260.
[867] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 260-261.
[868] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 261.
[869] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 261.
[870] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 261.
[871] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 262.
[872] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 262.
[873] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 262.
[874] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 262.
[875] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 262.
[876] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 262.
[877] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 263.
[878] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 263.
[879] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 263.
[880] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 263.
[881] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 264.
[882] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 264.
[883] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 264.
[884] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 264.
[885] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 264-265.
[886] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 265.
[887] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 265.
[888] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 265.
[889] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 265.
[890] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 265-266.
[891] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 266.
[892] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 266.
[893] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 266.
[894] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 267.
[895] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 267.
[896] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 267.
[897] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 267.
[898] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 267.
[899] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 268.
[900] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 268.
[901] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 268.
[902] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 268.
[903] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 269.
[904] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 269.
[905] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 269.
[906] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 269.
[907] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 270.
[908] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 270.
[909] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 270.
[910] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 270-271.
[911] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 271.
[912] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 271.
[913] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 271.
[914] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 271.
[915] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 272.
[916] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 272.
[917] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 272.
[918] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 272-273.
[919] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 273.
[920] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 273.
[921] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 273.
[922] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 273-274.
[923] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 274.
[924] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 274.
[925] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 274-275.
[926] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 275.
[927] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 275-276.
[928] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 276.
[929] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 276.
[930] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 276.
[931] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 277.
[932] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 277.
[933] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 277.
[934] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 277.
[935] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 277-278.
[936] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 278.
[937] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 278.
[938] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 278.
[939] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 278.
[940] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 278.
[941] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 279.
[942] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 279.
[943] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 279.
[944] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 279.
[945] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 279.
[946] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 279-280.
[947] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 280.
[948] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 280.
[949] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 280.
[950] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 281.
[951] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 281.
[952] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 281..
[953] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 282.
[954] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 282.
[955] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[956] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[957] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[958] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[959] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[960] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[961] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283.
[962] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 283-284.
[963] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 284.
[964] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 284.
[965] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 284.
[966] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 284-285.
[967] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 286.
[968] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 286.
[969] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 286.
[970] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 287.
[971] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 287.
[972] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 287.
[973] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 287-288.
[974] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 288.
[975] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 288.
[976] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 288.
[977] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 288-289.
[978] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 289.
[979] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 289.
[980] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 289.
[981] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 289-290.
[982] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 290.
[983] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 290.
[984] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 290.
[985] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 290-291.
[986] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 291.
[987] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 291.
[988] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 292.
[989] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 292.
[990] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 292.
[991] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 292.
[992] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 292-293.
[993] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 293.
[994] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 293.
[995] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 293.
[996] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 293.
[997] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 294.
[998] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 294.
[999] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 294-295.
[1000] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 295.
[1001] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 295.
[1002] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 295-296.
[1003] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 296.
[1004] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 296.
[1005] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 297.
[1006] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 297-298.
[1007] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
298.
[1008] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 298.
[1009] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 298-300.
[1010] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 300-303.
[1011] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 303.
[1012] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 303.
[1013] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 303-304.
[1014] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 304.
[1015] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 304.
[1016] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 304-305.
[1017] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 305.
[1018] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 305.
[1019] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 305.
[1020] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 306.
[1021] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 306-307.
[1022] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 307.
[1023] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 307.
[1024] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 307.
[1025] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 307-308.
[1026] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 308-309.
[1027] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 309.
[1028] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 309-310.
[1029] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 310.
[1030] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 310.
[1031] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 310-311.
[1032] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 311.
[1033] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 311.
[1034] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 311.
[1035] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 312.
[1036] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 312.
[1037] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 312.
[1038] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 313.
[1039] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 313.
[1040] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 313-314.
[1041] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 314.
[1042] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 314.
[1043] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 314.
[1044] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 314.
[1045] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 314.
[1046] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315.
[1047] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315.
[1048] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315.
[1049] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315.
[1050] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315.
[1051] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315.
[1052] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 315-316.
[1053] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 316.
[1054] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 316.
[1055] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 316.
[1056] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 316.
[1057] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 316-317.
[1058] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 317.
[1059] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 317.
[1060] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 317.
[1061] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 317.
[1062] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 317-318.
[1063] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 318.
[1064] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 318.
[1065] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 318.
[1066] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 318.
[1067] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 318-319.
[1068] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 319.
[1069] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 319.
[1070] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 319.
[1071] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 319.
[1072] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 319-320.
[1073] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 320.
[1074] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 321.
[1075] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 321.
[1076] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 321.
[1077] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 321-322.
[1078] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 322.
[1079] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 322.
[1080] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 322.
[1081] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 322.
[1082] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 323.
[1083] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 323.
[1084] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 323.
[1085] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 323.
[1086] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 323.
[1087] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 323.
[1088] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 324.
[1089] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 324.
[1090] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 324.
[1091] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 324.
[1092] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 325.
[1093] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 325.
[1094] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 325.
[1095] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 325.
[1096] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 326.
[1097] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 326.
[1098] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 326.
[1099] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 326.
[1100] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 326.
[1101] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 327.
[1102] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 327.
[1103] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 327.
[1104] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 327.
[1105] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 328-329.
[1106] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 329.
[1107] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 329-330.
[1108] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 330.
[1109] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 330.
[1110] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 330.
[1111] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 330.
[1112] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 331.
[1113] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 331.
[1114] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 331.
[1115] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 331.
[1116] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 331.
[1117] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 331.
[1118] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 332.
[1119] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 332.
[1120] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 332.
[1121] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 332-333.
[1122] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 334.
[1123] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 334.
[1124] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 334.
[1125] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 334.
[1126] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 334.
[1127] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 335.
[1128] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 335.
[1129] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
335.
[1130] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 335-336.
[1131] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 336.
[1132] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 336.
[1133] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 336.
[1134] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 337.
[1135] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 337.
[1136] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 337.
[1137] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 337-338.
[1138] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 338.
[1139] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 338.
[1140] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 338.
[1141] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 339.
[1142] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 339.
[1143] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 339.
[1144] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 339.
[1145] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 339.
[1146] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 339-340.
[1147] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 340-341.
[1148] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 341.
[1149] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 341.
[1150] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
341-343.
[1151] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 343.
[1152] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 343.
[1153] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 343.
[1154] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 344.
[1155] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 344.
[1156] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 344.
[1157] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 344.
[1158] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 344.
[1159] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 344-345.
[1160] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 345.
[1161] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 345.
[1162] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 345.
[1163] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 345-346.
[1164] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 346.
[1165] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 346-347.
[1166] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 347.
[1167] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 347.
[1168] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
347-348.
[1169] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 348.
[1170] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 348.
[1171] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 348.
[1172] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 348.
[1173] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 348-349.
[1174] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 349.
[1175] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 350.
[1176] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 351.
[1177] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 351.
[1178] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 351.
[1179] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 351.
[1180] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 352.
[1181] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 352-353.
[1182] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 353.
[1183] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 353-354.
[1184] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 354.
[1185] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 354.
[1186] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 354.
[1187] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 354-355.
[1188] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 355.
[1189] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 355.
[1190] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 355.
[1191] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 356.
[1192] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 356.
[1193] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 357.
[1194] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 357.
[1195] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 358.
[1196] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 358.
[1197] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 358.
[1198] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 358.
[1199] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 359.
[1200] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 359.
[1201] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 359.
[1202] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 360.
[1203] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 360.
[1204] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 361.
[1205] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 361.
[1206] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 361.
[1207] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 361.
[1208] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 362-363.
[1209] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 363.
[1210] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 363.
[1211] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 363.
[1212] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
363.
[1213] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 363.
[1214] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 363
[1215] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 363.
[1216] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 364.
[1217] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
364.
[1218] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 364.
[1219] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 364.
[1220] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 364.
[1221] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 365.
[1222] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 365.
[1223] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 365-366.
[1224] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 366.
[1225] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 366.
[1226] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 366-367.
[1227] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 367-368.
[1228] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 368.
[1229] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 368.
[1230] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 368.
[1231] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 368-370.
[1232] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 370.
[1233] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 370.
[1234] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 370-371.
[1235] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 371.
[1236] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 371-372.
[1237] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 372.
[1238] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 372.
[1239] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 373.
[1240] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 373.
[1241] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 373-374.
[1242] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 374.
[1243] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 374-377.
[1244] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 377.
[1245] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 377-378.
[1246] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 378.
[1247] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 378
[1248] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 378-379.
[1249] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 379.
[1250] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 379-380.
[1251] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 380.
[1252] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 380.
[1253] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 380.
[1254] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 380-381.
[1255] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 381-382.
[1256] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 382.
[1257] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
382.
[1258] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 382-383.
[1259] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 383.
[1260] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 383-384.
[1261] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 384-385.
[1262] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 386.
[1263] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 386-387.
[1264] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 387.
[1265] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 387-388.
[1266] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 388.
[1267] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 388.
[1268] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 388-389.
[1269] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 389.
[1270] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 389.
[1271] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 389.
[1272] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 389.
[1273] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 390.
[1274] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 390.
[1275] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 391.
[1276] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 391.
[1277] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 391.
[1278] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 391.
[1279] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 391.
[1280] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 392.
[1281] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 392.
[1282] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 392.
[1283] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 392.
[1284] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 392-393.
[1285] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 393-394.
[1286] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 394.
[1287] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 394.
[1288] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 394.
[1289] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 394-395.
[1290] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 395.
[1291] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 395.
[1292] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 395.
[1293] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 395-396.
[1294] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 396.
[1295] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 396-397.
[1296] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 397.
[1297] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 397
[1298] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 397.
[1299] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 397-398.
[1300] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 398.
[1301] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 398.
[1302] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 398.
[1303] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 399.
[1304] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 399.
[1305] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 399.
[1306] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 400.
[1307] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 400.
[1308] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 400.
[1309] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 400.
[1310] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 400
[1311] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 400.
[1312] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 401.
[1313] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 401.
[1314] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 401.
[1315] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 401.
[1316] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 401-402.
[1317] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 402.
[1318] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 402.
[1319] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 402.
[1320] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 402.
[1321] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 402-403.
[1322] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 403.
[1323] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 403.
[1324] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 403.
[1325] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 403
[1326] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 404-405.
[1327] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 405.
[1328] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 405.
[1329] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 405-406.
[1330] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 406.
[1331] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 406.
[1332] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 407.
[1333] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 407.
[1334] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 407.
[1335] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 407.
[1336] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 407.
[1337] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 408.
[1338] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 408.
[1339] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 408.
[1340] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 408-409.
[1341] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 409.
[1342] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 409.
[1343] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 409-410.
[1344] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 410.
[1345] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 410.
[1346] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 410.
[1347] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 410.
[1348] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 410.
[1349] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 411.
[1350] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
411.
[1351] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 411.
[1352] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 411.
[1353] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 411-412.
[1354] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 412.
[1355] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 412.
[1356] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 412.
[1357] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 413.
[1358] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 413.
[1359] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 413.
[1360] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 413.
[1361] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah
Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 413-414
[1362] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 414.
[1363] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 415.
[1364] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 415.
[1365] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 415.
[1366] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 415-416.
[1367] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 416.
[1368] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 416.
[1369] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 417.
[1370] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 417.
[1371] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 417.
[1372] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 417.
[1373] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
418.
[1374] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 418.
[1375] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 419.
[1376] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 419.
[1377] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 420.
[1378] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
420.
[1379] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 420.
[1380] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 420.
[1381] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 420.
[1382] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 420-421.
[1383] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 421.
[1384] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 421.
[1385] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 421.
[1386] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 421.
[1387] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 421.
[1388] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 421-422.
[1389] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 422.
[1390] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 422.
[1391] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 422.
[1392] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 422.
[1393] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 422-423.
[1394] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 423.
[1395] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 423.
[1396] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 423.
[1397] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424.
[1398] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424.
[1399] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424.
[1400] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424.
[1401] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424.
[1402] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424.
[1403] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 424-425.
[1404] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 425.
[1405] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 425.
[1406] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 425-426.
[1407] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 426-427.
[1408] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 427.
[1409] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 427.
[1410] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 427.
[1411] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 427-428.
[1412] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 428.
[1413] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 428.
[1414] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 428-429.
[1415] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 429.
[1416] Muhammed Fuâd Abdülbâki,
(Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
429-430.
[1417] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 430.
[1418] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 431.
[1419] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 431.
[1420] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 431.
[1421] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 432.
[1422] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 432.
[1423] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 432.
[1424] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 433.
[1425] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 433.
[1426] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 433.
[1427] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 433.
[1428] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 433.
[1429] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 433.
[1430] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 434.
[1431] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 434.
[1432] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 434.
[1433] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 434.
[1434] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 434.
[1435] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 434.
[1436] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 435.
[1437] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 435.
[1438] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 435.
[1439] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 435-436.
[1440] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 436.
[1441] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 436.
[1442] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 436.
[1443] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 436.
[1444] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 436.
[1445] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 437.
[1446] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 437.
[1447] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 437-438.
[1448] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 438.
[1449] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 438.
[1450] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 438.
[1451] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 439.
[1452] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 439.
[1453] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 439.
[1454] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 439.
[1455] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 439-440.
[1456] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 440.
[1457] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 440.
[1458] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 440.
[1459] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 440-441.
[1460] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 441.
[1461] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 441.
[1462] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 441-442.
[1463] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 442.
[1464] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 442-443.
[1465] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 443.
[1466] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 444.
[1467] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 444.
[1468] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 444.
[1469] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 444.
[1470] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 444.
[1471] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 445.
[1472] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 445.
[1473] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 445.
[1474] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 445.
[1475] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 445-446.
[1476] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 446.
[1477] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 446.
[1478] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 446-447.
[1479] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 447.
[1480] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 447.
[1481] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 447.
[1482] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 447.
[1483] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 448.
[1484] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 448.
[1485] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 448.
[1486] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 448.
[1487] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 448.
[1488] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 449.
[1489] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 449.
[1490] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 449.
[1491] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 449-450.
[1492] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 450.
[1493] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 450.
[1494] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 450.
[1495] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 451.
[1496] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 451.
[1497] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 451.
[1498] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 452.
[1499] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 452.
[1500] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 452.
[1501] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 453.
[1502] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 453.
[1503] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 453.
[1504] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 453-454.
[1505] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 454.
[1506] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 454.
[1507] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 454-455.
[1508] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 455.
[1509] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 455.
[1510] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 455.
[1511] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 455.
[1512] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 455.
[1513] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 456.
[1514] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 456.
[1515] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 456.
[1516] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 456.
[1517] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 456.
[1518] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 456.
[1519] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 457.
[1520] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 457.
[1521] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 457.
[1522] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 457-458.
[1523] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
458-459.
[1524] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 459.
[1525] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 459.
[1526] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 459-460.
[1527] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 460.
[1528] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 460-461.
[1529] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 461-462.
[1530] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 462.
[1531] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 462.
[1532] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 462-463.
[1533] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 463.
[1534] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 463.
[1535] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 463.
[1536] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 463-464.
[1537] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 464.
[1538] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 465.
[1539] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 465.
[1540] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 465.
[1541] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 465.
[1542] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 465.
[1543] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 466.
[1544] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 466.
[1545] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 467.
[1546] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 467.
[1547] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 467.
[1548] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 468.
[1549] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 468.
[1550] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 468.
[1551] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 468.
[1552] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 468-469.
[1553] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 469.
[1554] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
469-470.
[1555] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 470.
[1556] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 470.
[1557] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 471-472.
[1558] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 473.
[1559] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 473-474.
[1560] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 474.
[1561] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 474.
[1562] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
474-475.
[1563] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 475.
[1564] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 475.
[1565] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 475.
[1566] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 475.
[1567] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 476.
[1568] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 476.
[1569] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 476.
[1570] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 476.
[1571] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 476-477.
[1572] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 477.
[1573] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 477.
[1574] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 477.
[1575] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 478.
[1576] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 478.
[1577] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 478.
[1578] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 478.
[1579] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 479.
[1580] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 479.
[1581] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 479.
[1582] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 479.
[1583] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 479.
[1584] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 479.
[1585] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 480.
[1586] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 480.
[1587] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 480.
[1588] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 480.
[1589] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 481.
[1590] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 481.
[1591] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 481.
[1592] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 481.
[1593] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
481.
[1594] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 481.
[1595] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 481-482.
[1596] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 482.
[1597] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 482.
[1598] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1599] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1600] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1601] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1602] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1603] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1604] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483.
[1605] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 483-484.
[1606] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 484.
[1607] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 484.
[1608] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 484.
[1609] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 484.
[1610] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 484-485.
[1611] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 485.
[1612] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 485-486
[1613] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 486.
[1614] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 486.
[1615] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 486-487.
[1616] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 487.
[1617] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 487.
[1618] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 487.
[1619] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 487-488.
[1620] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 488.
[1621] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 488.
[1622] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 488-489.
[1623] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 489-490.
[1624] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 490.
[1625] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 490-491.
[1626] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 491.
[1627] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 491.
[1628] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 492.
[1629] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 492.
[1630] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 492-494.
[1631] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 495.
[1632] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 495.
[1633] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 495-496.
[1634] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 496.
[1635] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 496.
[1636] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 496.
[1637] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 497.
[1638] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 497.
[1639] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 497.
[1640] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 497.
[1641] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 498.
[1642] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 498.
[1643] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 498.
[1644] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 499.
[1645] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 499.
[1646] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 499-500.
[1647] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 501.
[1648] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 501.
[1649] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 501.
[1650] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
502.
[1651] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 502.
[1652] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 502.
[1653] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 502.
[1654] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 503.
[1655] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 503.
[1656] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 503-504.
[1657] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 504.
[1658] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 504.
[1659] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 504-505.
[1660] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 505.
[1661] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 505.
[1662] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 505-506.
[1663] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 506.
[1664] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 506.
[1665] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 506.
[1666] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 506-507.
[1667] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 507.
[1668] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 507.
[1669] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 507.
[1670] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 507.
[1671] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 507.
[1672] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 508.
[1673] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 508.
[1674] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 508.
[1675] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 508-509.
[1676] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 509.
[1677] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 509.
[1678] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
510.
[1679] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 510.
[1680] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 510-511.
[1681] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 511.
[1682] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 511.
[1683] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 511.
[1684] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 511-512.
[1685] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 512.
[1686] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 512.
[1687] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 512.
[1688] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 512-513.
[1689] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
513.
[1690] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 513.
[1691] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 513.
[1692] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 513.
[1693] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 514.
[1694] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 514.
[1695] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 514.
[1696] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 514.
[1697] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 514.
[1698] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 514-515.
[1699] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 515.
[1700] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 515.
[1701] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 515.
[1702] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
516-517.
[1703] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 517.
[1704] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 517-518.
[1705] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 518.
[1706] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 518.
[1707] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 518-519.
[1708] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 519.
[1709] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 519.
[1710] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 519.
[1711] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 519.
[1712] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 520.
[1713] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 520-521.
[1714] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 521.
[1715] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 521.
[1716] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 522.
[1717] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 522.
[1718] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 522.
[1719] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 522-523.
[1720] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 523-524.
[1721] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 524-525.
[1722] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 525.
[1723] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 525.
[1724] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 525-526.
[1725] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 526.
[1726] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 526-527.
[1727] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 527.
[1728] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 527.
[1729] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 527.
[1730] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 527.
[1731] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 527-528.
[1732] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 528.
[1733] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 528.
[1734] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 528.
[1735] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 528.
[1736] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 528-529.
[1737] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 529.
[1738] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 529.
[1739] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 530.
[1740] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 530
[1741] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 530.
[1742] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 530-531.
[1743] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 531.
[1744] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 531.
[1745] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 531.
[1746] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 531-532.
[1747] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 532.
[1748] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 532.
[1749] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 533.
[1750] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 533.
[1751] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 533-534.
[1752] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 534.
[1753] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 534-535.
[1754] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 535.
[1755] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 535.
[1756] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 535.
[1757] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 535.
[1758] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 535.
[1759] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 535-536.
[1760] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 536.
[1761] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 536.
[1762] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 536.
[1763] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 536.
[1764] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 537.
[1765] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 537.
[1766] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 537.
[1767] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 538.
[1768] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 538.
[1769] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 538.
[1770] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 538.
[1771] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 539.
[1772] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
539.
[1773] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 539.
[1774] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 539.
[1775] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 540.
[1776] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 540.
[1777] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 540.
[1778] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 540.
[1779] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 540.
[1780] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 540-541.
[1781] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 541.
[1782] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 541.
[1783] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 541.
[1784] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 541.
[1785] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 541.
[1786] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 542.
[1787] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 542.
[1788] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 542.
[1789] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 542.
[1790] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 543
[1791] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 543.
[1792] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 543
[1793] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 543.
[1794] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 544.
[1795] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 544.
[1796] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 544-545.
[1797] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 545.
[1798] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 545.
[1799] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 545-546.
[1800] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 546.
[1801] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 546-547.
[1802] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 547.
[1803] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 547.
[1804] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 548.
[1805] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 548.
[1806] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 548
[1807] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 548-549.
[1808] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 549.
[1809] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 549.
[1810] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 549.
[1811] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 549-550.
[1812] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 550.
[1813] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
551.
[1814] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 551
[1815] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 551.
[1816] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 551.
[1817] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 552.
[1818] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 552.
[1819] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 552.
[1820] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 552.
[1821] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 552.
[1822] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 553.
[1823] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 553.
[1824] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 553-554.
[1825] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 554.
[1826] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 554.
[1827] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 554.
[1828] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 554.
[1829] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 555.
[1830] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 555.
[1831] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 555.
[1832] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 555-556.
[1833] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 556.
[1834] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 556.
[1835] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 556-557.
[1836] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 557.
[1837] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 557.
[1838] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 557-558.
[1839] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
558.
[1840] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 558.
[1841] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 558-559.
[1842] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 559.
[1843] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 559.
[1844] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 559-560.
[1845] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 560-561.
[1846] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 562.
[1847] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 562.
[1848] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 562.
[1849] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 563.
[1850] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 563.
[1851] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 563.
[1852] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 563.
[1853] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 563.
[1854] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 563-564.
[1855] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 564.
[1856] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 564-565.
[1857] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 565.
[1858] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 565.
[1859] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 565.
[1860] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 565-566.
[1861] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 566.
[1862] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 566-567.
[1863] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 567.
[1864] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 567-574.
[1865] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 574-579.
[1866] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 579.
[1867] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 580.
[1868] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 580.
[1869] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 580-581.
[1870] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 581.
[1871] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 582.
[1872] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 582.
[1873] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
582.
[1874] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 582-583.
[1875] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 583.
[1876] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 583.
[1877] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 583.
[1878] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 584.
[1879] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 584.
[1880] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 584.
[1881] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 584-585.
[1882] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 585.
[1883] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 585.
[1884] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 585.
[1885] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 586-587.
[1886] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 587.
[1887] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 587.
[1888] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 587.
[1889] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 587
[1890] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 587-588.
[1891] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 588.
[1892] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 588.
[1893] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 588.
[1894] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 588.
[1895] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 588-589.
[1896] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 589.
[1897] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 589.
[1898] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 589.
[1899] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 589.
[1900] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 590.
[1901] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 590.
[1902] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
590.
[1903] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 590.
[1904] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 590.
[1905] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 590-591.
[1906] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 591.
[1907] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 591.
[1908] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 591.
[1909] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 591-592.
[1910] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 592.
[1911] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 593.
[1912] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 593.
[1913] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 593-594.
[1914] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 594.
[1915] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 594.
[1916] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 594.
[1917] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 595.
[1918] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 595.
[1919] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 595.
[1920] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 596.
[1921] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 596.
[1922] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 596-597.
[1923] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
597.
[1924] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 597.
[1925] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 597.
[1926] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 598.
[1927] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 598.
[1928] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 598.
[1929] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 598-599.
[1930] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 599.
[1931] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 599.
[1932] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 599.
[1933] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 600-601.
[1934] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 601.
[1935] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 601.
[1936] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 601.
[1937] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 602.
[1938] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 602.
[1939] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 602.
[1940] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 603.
[1941] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 603.
[1942] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 603.
[1943] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 603.
[1944] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 604.
[1945] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 604.
[1946] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 604.
[1947] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 604-605.
[1948] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 605.
[1949] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 605.
[1950] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 605.
[1951] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 606.
[1952] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
606.
[1953] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 606-607.
[1954] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 607.
[1955] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 607.
[1956] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 607.
[1957] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 607.
[1958] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 608.
[1959] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 608.
[1960] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 608-609.
[1961] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 609.
[1962] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 609-610.
[1963] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 610.
[1964] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 610.
[1965] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 610.
[1966] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 610-611.
[1967] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 611.
[1968] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 611.
[1969] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 611.
[1970] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 612.
[1971] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 612.
[1972] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 612.
[1973] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 612.
[1974] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 613.
[1975] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 613.
[1976] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 614.
[1977] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 614-615.
[1978] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 615.
[1979] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616.
[1980] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616.
[1981] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
616.
[1982] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616.
[1983] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616.
[1984] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616.
[1985] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616
[1986] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 616-617.
[1987] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 617.
[1988] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 617.
[1989] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 617.
[1990] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 617.
[1991] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 617.
[1992] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 617-618.
[1993] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 618.
[1994] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 618.
[1995] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 618.
[1996] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 618-619.
[1997] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 620.
[1998] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 619.
[1999] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 619.
[2000] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 619-620.
[2001] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 620.
[2002] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 620.
[2003] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 620-621.
[2004] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 622.
[2005] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 622.
[2006] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 622.
[2007] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 622.
[2008] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 623.
[2009] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 623.
[2010] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları:
623-624.
[2011] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 624.
[2012] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 624.
[2013] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 624-625.
[2014] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 625.
[2015] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 625.
[2016] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 625.
[2017] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 626.
[2018] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 626.
[2019] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 627.
[2020] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 628-629.
[2021] Muhammed Fuâd
Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner
Yayınları: 629.