EZAN
Ahmed KALKAN
“Ezan”, sözlükte, duyurmak,
bildirmek, ilan etmek, çağrıda bulunmak anlamına gelen bir masdardır.
Kavram olarak ezân; 5 vakit farz namazları ve Cuma
namazının vaktinin geldiğini müslümanlara duyurmak için okunan özel ifadelere
denir. Ezân, müslümanlara ait, sözleri hadislerle
kesinleşmiş, okunması dinî bir emir olan namaz çağrısıdır. Ezân
okuyana müezzin, ezân okunan yere de mi’zene denir. (Bu kelime daha sonraları
Türkçe’de minare şeklinde söylenmeye başlanmıştır.)
Ezân,
yalnızca namaz vaktinin, namaz için toplanma zamanının geldiğini ilan eden
sözler değildir. Bu özel ibâdet, mü’minleri Allah’a
itaat etmeye, şuura, uyanıklığa, takvâya ve İslâmî dirilişe dâvettir.
Mü’minlerin gür bir sesle, yiğitçe Allah’ın adını yükseltmeleri, O’ndan
başka ilâh, O’ndan başka Rab olmadığını, seslerinin ulaşabildiği her yere
duyurmalarıdır. Ezân, Muhammed (s.a.s.)’in son
peygamber ve tek önder olduğunu, mü’minlerin Kıyâmete kadar O’nun izinde
olduklarını, O’nun hayatını örnek aldıklarını bildirmek ve ilân etmektir.
Ezân, baştan başa bir özgürlük
bildirisidir. Müslümanların, Allah’tan başka hiç bir güç tanımadıklarını,
O’ndan başka hiç kimsenin önünde eğilmelerinin sözkonusu olmadığını bütün
dünyaya duyurmalarıdır, ültimatomlarıdır. Mü’minlerin
İslâm’a bağlı olarak yaşama arzu ve isteklerini, ahid ve akitlerini, bu
konudaki kararlılıklarını gösteren simgeleridir. Müslümanlar ezân
şuuruyla; tevhidi, Allah’ın hâkimiyetini tebliğ ederken, insanları sadece
Allah'a kulluk ve ibâdete çağırırken, kendi özgürlük hedeflerini de dile
getirirler. Mü’minler, İslâm’ın hâkimiyeti, ibâdet ve
müslümanca hayat özgürlüğü anlamına kavuşan gerçek ezânı, İslâm’ı hakkıyla
yaşayabildikleri yerlerde ve zamanlarda okuyabilirler. Müslümanların hâkim
olmadığı yerlerde okunan ezânlar yalnızca bir namaz
çağrısı ve sınırlı bir din hürriyetidir. Böyle bir yerlerde İslâm’ın
hedeflediği ezân şuurundan bahsedilemez.
Namaz Peygamberimizin hicretinden önce Mekke’de farz olduğu ve mü’minler Mekke
döneminde de namaz kıldıkları halde, ezan ile birbirlerini namaza
çağıramıyorlar, ezan okuyarak namaz için bir araya gelip cemaat olamıyorlardı.
Ama ne zaman ki hicretten sonra Medine’de bir İslâm toplumu ve İslâm devleti
kuruldu, İslâm egemen bir güç haline geldi; işte o zaman diğer İslâmî hükümler
uygulanmaya başlandığı gibi, ezan okuma yükümlülüğü de başladı. Şüphesiz bu
durum, ezan olayı ile müslümanların hâkimiyeti arasındaki bağlantıyı gösterir.
Müslümanlar tarih boyunca fethettikleri beldelerde öncelikle ezan okumuşlardır.
Günümüzde laik rejimlerin ezana ses çıkarmaması, verdikleri küçük tâviz karşısında aldıkları büyük tâvizlerden dolayıdır.
Müslümanlara sus payı olmak üzere ezan okumalarına lütfen izin verirler, yakın
tarihte ve yaşadığımız coğrafyalarda görüldüğü gibi, canları isteyince de
ezanın aslını okumayı yasaklarlar.
Ezanın Başka Dillerde Okunması: Müslümanların yaşadığı beldeleri
ele geçiren işgalci müşrikler ile yerli bağîler (Hakktan ayrılanlar),
genellikle uğramadıkları camiye, kılmadıkları namaza, kuşanmadıkları tesettüre
ve uyup gereğini yapmadıkları ezana müdâhale etmekten
geri durmamışlardır. Canları istedikçe günümüzde de müdâhale
edebilmektedirler. Ya onun sesini kısmaya, ya da asıl fonksiyonunu icrâ edemeyecek hale sokmaya çalışırlar. Etki alanını
sınırlamak, başka dillerde okunmasını emredip yozlaştırmak isterler.
Ezanın sözleri Arapçadır ve dünyanın her yerinde Kıyâmete
kadar Arapça okunmaya devam edilecektir. Çünkü onun sözleri bizzat
Peygamberimiz tarafından tesbit edilmiş ve ümmete emânet
bırakılmıştır. Ezanın Arapça sözlerinden başka bir şekilde okunabileceğine hiç
bir aklı başında İslâm âlimi fetvâ veremez. Verenler
olmuşsa veya böyleleri çıkacaksa, onlar âlim değil; kendilerine ekmek ve emir
verenlerin sözcüleridir ve bunların değerlendirmeleri müslümanları bağlamaz.
Üstelik hiç bir dildeki ezan çevirileri, aslının etkisini, sözlerindeki derin
anlamı, âhengi, haşmeti ve ürpertiyi ifade edemez.
Hangi dil “Allahü ekber” sözünü canlı, etkileyici, ürpertici, şuurlandırıcı,
uyarıcı, ısındırıcı, kalplerin derinliğine işleyici bir şekilde anlatabilir?
Hangi söz “eşhedü en lâ ilâhe illâllah (şehâdet ederim ki Allah’tan başka tanrı
yoktur!)” bildirisini, iman ilânını, coşkusunu, bağlılığını, yüceliğini,
yalancı tanrıları red edişteki kararlılığı dile getirebilir?
Bir semboller sistemi olan dil, onu konuşanların inançlarını, tercihlerini ve
dünya görüşlerini; hayatı, tabiatı ve yaratıcıyı algılayış biçimlerini
gösterir. Arapça da antropolijik anlamda dillerden bir dildir ve kutsal
değildir. Ancak Allah (c.c.) Kur’an’ı bu dille gönderdi, Peygamberini bu dili
konuşan bir kavimden seçti. İslâm’ın gelişine kadar sıradan bir dil olan
Arapça, Kur’an ile birlikte en zengin dillerden biri oldu. Kur’anî vahiy, bu
dile ait kelimelerin içini kendi değerleriyle, kendi dünya ve evren görüşüyle
doldurdu. Vahyin, içini doldurduğu bu kavramlar artık Arabça değil;
Rab’çadır, İslâm’cadır. Müslümanlar dinlerini bu kavramlarla öğrenirler,
algılarlar ve hayatlarını bu kavramlarla İslâm istikametinde dönüştürürler.
Ezanın başka bir dilde (özellikle Türkiye’de Türkçe olarak) devlet zoruyla
okutulmaya çalışılması, Din’i protestanlaştırma amacından başka bir şey
değildir. Ezanın Arapça dışında bir dille okunmasını savunanlar; dikkat
edilirse, ya tepeden inmeci jakobenler, ya da ulusçu
düşünen yarım okumuşlar, aydın denilen karanlıklardır. Bunların da Din’i daha
iyi anlayıp, daha iyi uygulama diye bir kaygı taşımadıkları bilinen bir
şeydir.
Ezan, bir İslâm şiarıdır (sembolü ve sloganıdır). Bilindiği şibi şiarlar şuurları
uyandırmak içindir. Semboller, dış görünüşlerinden çok daha büyük anlam ve
değer taşırlar. İslâm’ın şiarlarına karşı mücâdele
edenler aslında şuursuz nesiller yetiştirmek istiyorlar. Çünkü şuursuz
nesilleri kullanmak ve gütmek daha kolay olur.
Ezan, yalnızca namaz için toplanma çağrısı değildir. O, bir tevhid duyurusu,
bir iman yenileme dâveti, bir birlik (vahdet)
ilânıdır. Müslümanları tek bir İlâh’a, tek bir öndere çağırmak sûretiyle onlara kurtuluşun (felâhın) yolunu göstermekir.
Şehâdet ilkesine sarılan mü’minler, tek yumruk, tek yürek halinde ve tek gâye uğruna İslâm ümmeti binasını meydana getirirler. Ezan,
aynı zamanda bir tebliğdir. Mü’minleri Allah’a ibâdete
dâvet ederken, gayri müslimleri Allah’a teslim olmaya çağrıdır. Namaz, Allah’a
kulluğun simgesidir. Teslimiyetin, zikrin, boyun eğmenin, Allah’ı büyük
tanımanın, duânın, niyazın, en Yüce Makamı tanımanın
somutlaşmış halidir. Namaz; İslâm’a teslimiyetin, müslüman olmanın
göstergesidir. Ezan, bu teslimiyeti yeniden hatırlatır, bununla mü’minlere şuur
ve canlılık verir.
Ezan, insanlara İslâm gerçeğini, ibâdetin yüceliğini,
Allah yolunun doğruluğunu haber verir. Ezan, mü’min yürekleri sevindirir,
onların esir, aşağı, müstaz’af, sürünen, sünepe olmadıklarını; aziz olduklarını/olmaları
gerektiğini ilân eder ve onları Allah’a ibâdetle en
güzel hürriyetin tadını tatmaya dâvet eder. Unutmamak gerekir ki ezan, yalnızca
dinlenmez, aynı zamanda dinleyen müslümanlar tarafından okunur. Kur’an okur
gibi, tabiatın dilini, denizin bestesini, gülün kokuşunu okur gibi… Her bir
müslüman duyduğu ezan sesinde, kendi benliğini bulur, parçası olduğu bütünü
hatırlar, organı olduğu bedeni aklına getirir. Ezanın sözlerinde imanını,
umutlarını, kimliğini, aşkını ve varlığını hisseder.
İlk Ezan: Rivâyete göre Medine’de ilk defa Abdullah bin Zeyd’in gördüğü rüya
üzerine ezan okunmaya başlanmıştır. Müslümanları namaza dâvet
etmek üzere teklif edilen ‘çan çalma’, ‘ateş yakma’, ‘boru üfleme’ gibi şeyler
Peygamberimiz tarafından kabul edilmedi. Çünkü İslâm bâtıl
dinlere ait ibâdetleri ve onlara ait şiarları kabul etmez. Abdullah bin
Zeyd, o gece gördüğü rüyayı ve rüyada kendisine söylenilen sözleri
Peygamberimiz’e anlattı. Aynı rüyayı Hz. Ömer de görmüştü. Bunun üzerine Peygamberimiz
Abdullah’a, “rüyada öğrendiğini Bilâl’a öğret, okusun.
Çünkü onun sesi daha gürdür.” buyurdu. Böylece bugünkü haliyle ezan, dinî bir
görev olarak meşrulaştı (Müslim, Salât 1, hadis no: 377, 1/285; Ebû Dâvud,
Salât 27-28, hadis no: 499, 505-507, 512, 1/135,
138-139, 141; İbn Mâce, Ezan 1, hadis no: 706-709, 1/232,233; Buhârî, Ezan 1,
1/157; Tirmizî, Salât 139, hadis no: 190, 1/362; Nesâî, Ezan 1, 2/3).
Ezandan sonra “ezan duâsı”nı okumak Peygamberimiz’in
emridir (Müslim, Salât 11, hadis no: 384, 1/288; Ebû Dâvud, Salât 36, hadis no:
523, 1/144; İbn Mâce, Ezan 4, hadsi no: 722, 1/239; Buhârî, Ezan 8, 1/159;
Tirmizî, Salât 157, hadis no: 211, 1/413; Nesâî, Ezan 38,
2/22).
Farz namazlardan önce ayrıca okunan
ezana kaamet (ikaameh) denir. Ezan, farz namazlar ve cuma namazı için okunduğu
gibi; mü’minler, doğan çocuklarının sağ kulağına ezan, sol kulağına kaamet
okurlar. Bu ibâdet çocuğun İslâm fıtratına uygun bir
amel ve ileride bu fıtratı koruması hususunda bir duâdır. Ezan, vâcip derecesinde sünnet-i müekkededir. (12) İnsan
doğar doğmaz ezanla, tekbirle hayata adım atar. Ölürken de ezanla, tekbirle
musalâya konur, namazı kılınır. Önemli olan bu ikisi arasındaki hayatı ezan ve
tekbir mesajı ve gerekleriyle geçirmektir.
Ezan, tekbire, salât ve felâha çağrı
olduğu gibi, aynı zamanda bir tebliğdir. Allah'ın hâkimiyetini bütün dünyaya
ilân eden bir özgürlük mesajıdır; bir devrim çağrısıdır. O yüzden ezanla
dirilen, namazla şeytana karşı zafer kazanan tevhid eri, kulu kula kulluktan
kurtaracak bu mesajı topluma yaymaya, sesini ulaştırabildiği tüm yerlerde Hakkı
hâkim kılma mücâdelesine ve tevhid ve vahiy ekseninde
toplum projesi sunup kişisel, sosyal, siyasal değişim ve dönüşüm için hakkı
haykırmış olur. Bulduğu doğruyu ve güzeli, kurtuluş ve huzuru başkalarıyla
paylaşmak için “buldum, buldum!” demiş ve bulduğunu bulamayanlara da sunmuş
olur.
"Namaz için ezan okunduğu
zaman, şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, ezanı duyamayacağı yere
kadar kaçar. Ezan bitince geri gelir. İkamete başlanınca yine uzaklaşır, ikamet
bitince geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve "şunu hatırla"
, "bunu düşün" diye insanın aklında daha önce hiç olmayan
şeylerle vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek
hale gelir."
(Buhârî, Ezan 4, Amel fi's-Salât 18, Sehv 6; Müslim, Salât 19, Mesâcid 89; Ebû
Dâvud, Salât 31; Nesâî, Ezan 30; Muvattâ, Nidâ 6;
Kütüb-i SitteTercümesi, 8/ 320)
Rasûlüllah, bu hadisinde, insî ve cinnî şeytanların ezandan duyduğu rahatsızlığı beliğ
bir üslupla dile getirmektedir. Ezandan rahatsız olanların tercih edecekleri
alternatif meşguliyet ve sesleri, Rasülüllah'ın yellenme sesine benzetmesi de
dikkat çekicidir.
Akla şöyle bir soru gelebilir (veya
gelmelidir): Kur'an'a başlarken, namaz kılarken, bizden uzaklaşmayan şeytan,
namaz kadar önemi büyük ve terkedilmesi câiz olmayan
bir ibâdet olmadığı halde, ezandan niye kaçar? Cevabı, ezanın mesajında ve
sosyalitesindedir. Namaz, ferdî bir ibâdettir. Namazla
kişi, sadece kendisini ateşten kurtaracaktır. Ezan ise, tebliğdir, dâvettir, başkalarının kurtuluşunu istemektir. Mesaj
sunmaktır, hakkı haykırmaktır ezan. Peki, her tebliğ, her mesaj şeytanı kaçırır
mı? Vâizlere de, vaazlara da şeytan yaklaşamaz mı?
Cevap, ezandaki ifadelerdedir.
Ezanda nelerin tebliği yapılmaktadır? Dinin temel esasları, Allah'ın en büyük
olduğu, O'ndan başka ilâh olmadığı. Başka? Kurtulmak için namaz
kılmanın şart olduğu, Önder ve kılavuzun kim olduğu... Tüm insanların bu
esaslara ve namaza dâvet edilmesidir ezan. Net,
pazarlıksız, kesin bir ifadeyle tabliğdir ezan, çünkü şâhidlik yapılmaktadır.
Ve güzel bir üslûp ve sesle insanlara çağrıdır ezan. Peki, bugünkü ezanlar,
şeytanı gerçekten kaçırıyor mu? Cevap yine ezan ifadesinde. Ezana,
"ezan-ı Muhammedî" denir. Anlamı, Muhammed (s.a.s.)’e ait çağrı,
Muhammedî üslûpla ilân. Demek ki, sünnete uygun bir usûl
ve metodla tevhidî mesajın ister minareden, ister başka yerden insanlara
sunulması, şeytanları bizden uzaklaştıracaktır. İnsan ve cin şeytanlarını,
korkudan yellene yellene kaçırmak isteyenlere duyrulur.
Peygamberimiz döneminde Cuma
namazları için, farzdan hemen önce okunan tek bir ezan vardı. Dışarıda ayrı bir
ezan okunmazdı. Cuma namazı için iki ezan okunmasına Emevîler döneminde
başlandı. Bu bid'at, Türkiye'nin bütün câmilerinde
hâlâ devam ettirilmektedir. Ezanların insan sesiyle okunması da sünnetin
gereklerindendir.
Ezan Yasağı; Allahu Ekber’den Tanrı
Uludur’a: Ezan,
1932 yılında devlet baskısı ve zorlamasıyla sadece Türkçe tercümesiyle okunmuştur.
Türkiye'deki tüm ninâreler, tam 18 sene boyunca "Allahu Ekber!"
sadâlarına hasret kalmıştır. Bu Türkçe ezan (!) şu şekilde okunmaktaydı:
"Tanrı uludur, Tanrı uludur;
Tanrı uludur, Tanrı uludur!
Şüphesiz bilirim, bildiririm:
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.
Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza! Haydin felâha!
Tanrı uludur, Tanrı uludur!
Tanrı'dan başka yoktur
tapacak!"
Arapça aslıyla okuma yasağı 16
Haziran 1950 tarihine kadar sürmüştür. Ezanın tekrar aslî lisanıyla okunmaya
başlamasından ordu rahatsız olmuş, kışlalarda kıpırdanmalar başlamış; bu
uygulamayı tekrar hayata geçirenler on sene sonra bu suçlarının (!) cezasını
idam sehpalarında ödemişlerdi. Bu uygulama, "laik" olduğu iddia
edilen rejimin dine ne kadar müdâhale ettiğini
göstermesi açısından hayli önemlidir. Ezanı Arapça aslıyla okumayı göze alan
bazı müezzinlerin bu büyük suçu(!) işlediklerinden dolayı fecî
zulümlerle cezalandırıldığını biliyoruz.
Artık o devirler bir daha geri
gelmez; ezan düşmanı yöneticiler tarihe karıştı, insanımız şuurlandı mı? Hadi
canım sen de! Şimdi ihtilâller de devrimler de, tahrifler de postmodern tarzda
yapılıyor. Ezanlara da artık sınırlamalar getiriliyor, müezzinler susturuluyor,
minarelerin göstermelik sembol özelliğinden başka fonksiyonu kalmıyor. Kısa bir
zaman sonra bütün Türkiye câmilerinde uygulanacağı
açıklanan ve şimdi bazı şehirlerde tatbik edilen şekilde, bir ilçe veya
şehirdeki tüm câmi minârelerinden canlı okunan ezanların yerine, tek bir yerden
okunup kablo ile diğer minarelere gönderilen sanal ezanlar devreye girmek
üzere.