EVRENSEL DEĞERLERİ AŞINDIRMAKTAN VAZGEÇİLMELİ
Birkaç yıl önce «Konuşan Türkiye»
şeklinde bir söylem yayıldı. Birçok kimseye bu söylem, samimi bir isteği ve
içten gelen bir özlemi ifade ediyor gibi geldi.
Gerçekten de yasaklı iki üç mesele
dışında, herkes hemen her şeyi konuşup tartışmaya başladı. Aslına bakılırsa
kurallara uymak koşuluyla konuşmak ve tartışmak çok güzel ve çok hayırlıdır.
Çünkü sorunlara, ancak konuşarak ve tartışarak çözüm bulmak mümkündür. Ne var
ki çok geçmeden amacın, Türkiye'yi konuşturmak olmadığı ortaya çıktı. Çünkü
Türkiye, aniden bir söz dalaşı ortamına sürüklendi. Bu olay nasıl hazırlandı,
hangi odaklar ülkeyi bu ortamın içine itti? Kimse bunu aramadı. Üstelik hiç
kimse tartışma kurallarına, eleştiri sınırlarına, konuşmada düzeyli olmaya ve
kimin hangi konuda yetkili olduğuna da pek önem vermedi. Herkes her şeyi
istediği gibi yorumladı. Bu durum ise her insana o kadar çok ileri gitme
fırsatını verdi ki deyim yerinde ise «toplum mühendisliği» diye gittikçe
yaygınlaşan bir meslek (!) ortaya çıktı.
Bu ülkenin insanları, elbette ki
istedikleri gibi davranabilir, istedikleri her şeyi konuşabilirler. Hatta bu
konuda hiçbir sınır da tanımayabilirler; ya da yasaların ve geleneklerin
sınırladığı çerçevede bu hakkı kendilerinde görebilirler. Ancak yasalar ve
gelenekler izin verse bile eğer evrensel değerleri -ya da başka millet ve
ümmetlere ait olan değerleri- çiğnemeye kalkışırlarsa bu ülkenin başını derde
sokabilirler. Hatta bu tür aşırılıklar daha sonra ülkenin dışına taşan siyasal
sorunlara da dönüşebilir. Nitekim Türkiye'de olup biten de budur.
Evet, hem vatandaşlar, hem de
kurum ve kuruluşlar, sırf bu ülkeye özgü olan değerlere değil, başkalarıyla
paylaştıkları değerlere de büyük bir ilgi göstermektedirler. Bu ilgi, son
yıllarda hız ve iletişim faktörlerine bağlı olarak gittikçe artmaktadır. Ancak
bu ilginin her zaman olumlu ve yapıcı biçimde geliştiğini söylemek mümkün
değildir. Çünkü bu ilginin çoğu zaman konuları, her şeyden önce bilgi,
uzmanlık, sorumluluk ve dikkat isteyen nazik dini meselelerdir.
Bu münasebetle önemli bir
hatırlatmada bulunmak gerekir; Türkiye'de İslâm'a ait dokunulmaz evrensel
değerlere karşı olası bir tecavüzü önleyecek ya da cezalandıracak hiçbir
otorite ve yasanın bulunmaması iki büyük sorunun doğmasına neden olmuştur.
Birincisi; bütün dünyaya ve tarihe mal olmuş bulanan İslâm gibi evrensel bir
kurum Türkiye'de tamamen savunmasız kalmıştır. İkincisi de İslâm'ın bütünlüğüne
(yani Kur'ân'ın tanımladığı İslâm'a) inanan Türkiyeli azınlığın kişilik hakları
bu suretle çok sık biçimde hem vatandaşlar tarafından, hem devlet tarafından
çiğnenmektedir.
Bu kadar net ve düzeyli bir
açıklama ile şimdiye kadar dile getirilmek istenmemiş olan bu iki sorun -işin
içyüzüne bakılırsa- ülkeyi, Cumhuriyetin başından beri oldukça meşgul etmiştir.
Bu yüzden, Kur'ân'ın tanımladığı İslâm, Türkiye'ye yabancı bir kurum
olmasına rağmen yüzyıla yakındır bu ülkede devlet ile vatandaş arasındaki uzlaşmazlıkların
temel konusu haline getirilmiştir. Oysa bunun hiçbir mantıklı nedeni yoktur.
Çünkü meselenin aslına bakılırsa, Kur'ân'ın tanımladığı İslâm başka,
Türklerin bin yıldır üretip biçimden biçime soktukları «Müslümanlık» ise
başka bir dindir.
Türkiye'de Müslümanlık hemen her
kişiye göre değişebilen karakterlere sahiptir. Örneğin her tarikat
Müslümanlığın farklı bir biçimidir. Aynı zamanda her tarikat bağımsız bir din
kisvesine bürünmüştür. Alevîlik, Nakşibendîlik, Nurculuk, Kadirîlik,
Mevlevîlik, Rufaîlik ve öbür bütün tarikatlar Türk Müslümanlığı ortak
paydasında ayrı ayrı birer dindirler. Bu dinlerin, İslâm'dan vaktiyle bir
şeyler almış olması, onların İslâm'a ait olduklarını ifade etmez. Tam tersine
İslâm'ı dejenere ettiklerini kanıtlar.
Öyle ise Türkiye, «İslâm»
ile «Müslümanlık» adındaki iki farklı dini öncelikle birbirinden ayırt
edebilmeli, bu suretle de hem bir kâinat düzeni olan İslâm'a karşı tecavüzleri
durdurmalı, hem de böylece toplumun ürettiği «Müslümanlık» kendi
mensupları arasında tartışılırken evrensel değerler çiğnenmemelidir. Bu konuda
kesin bir disiplin sağlanmadığı taktirde İslâm'a karşı bu güne kadar hem toplum
hem devlet tarafından işlenmiş olan ağır suçlar devam edecektir. Bu ise (kendi
içinde yaşadığı) dinsel kavgalar yüzünden değil, fakat bir kâinat sistemi olan
ve bütün insanlığı ilgilendiren İslâm'a karşı izlediği yanlış tutumundan dolayı
Türkiye'nin, dış dünyada ağır tepkilere hedef olmasını sonuçlandıracaktır.
Türkiye, kendi tarikatçısı ve putçusu ile boğuşurken İslâm'ı bu kavgaya
bulaştırmamalıdır! Türkiye devlet olarak, kendi ideolojik düzenini ayakta
tutmak için mutlaka tarikat odaklarını kontrol altına almak ya da onları
cezalandırmak istiyorsa bu odakların ürettiği dinleri «İslâm» diye algılamamalı
ve İslâm olarak değerlendirmemelidir. Özellikle «derin devlet» devreye
sokularak bazı tarikat odakları yardımı ile rejime destek aramak Türkiye'yi
yakın gelecekte büyük bir çıkmazla karşı karşıya bırakacaktır.
Sözde bütün tekke ve zaviyeler,
30 Kasım 1925 tarihinde kapatılmış ve tarikatçılık yasaklanmış olmasına rağmen
bugün devletin tepelerinde bile tarikatçılar bulunmaktadır! Bu ise Türkiye'nin
çok büyük bir çelişkisidir. Bazı tahminlere göre toplumun yüzde altmışbeşinin
tarikatçı olduğu eğer gerçek ise bu büyük bir skandaldır. Bu durumu örtbas
etmeye Türkiye hiç bir zaman imkân bulamayacaktır. Fakat her şeye rağmen
Türkiye ne yapıp yapmalı, putçuluğu ayakta tutabilmek için Tarikatları İslâm'ın
birer kurumu imiş gibi değerlendirmekten en kısa zamanda vazgeçmelidir. Yok eğer
bu yanlış tutumda ısrar edecek olursa bu kez tarikatçıların yanı sıra İslâm'ın
mensuplarını da karşısına alacaktır.
Ayrıca Türkiye'nin İslâm'la alıp
veremediği bir şey yoktur. Çünkü Türkiye halklarının ataları, İslâm'dan ilham
almış olsalar bile, ta bin yıl kadar önce bu dinin mesajını yanlış aldıkları,
ya da erbabından almadıkları için «Müslümanlık» adı altında kendilerine
özgü bir din kurmuşlardır. Bu din ile İslâm arasında şu veya bu şekilde bağ
kurmaya çalışanlar, ister toplum, isterse devlet adına olsun bundan artık
vazgeçmeli, bu suretle de hem İslâm'ı hem de onun bütünlüğüne inanmış olan
mü'min azınlığı rahat bırakmalıdırlar. Bunun tersini yapmakta inat edilirse bu
ülkede evrensel değerler de sürekli olarak saygısızlığa uğrayacaktır. Bundan
doğacak sonuç ise Türkiye'yi her zaman rahatsız edecektir!
Ferit AYDIN