RUH, CİN VE ŞEYTAN

 

Ruh

 

Ruh, Kur’ân-ı Kerîm'de tanımlanmamış ve hakkında hemen hiçbir bilgi verilmemiş, ancak varlığından çok kısa söz edilmiş metafizik bir var­lıktır.

 

İnsanlar ruhun ne olduğunu daima merak etmişlerdir. Onun için ta­rih boyunca ruh hakkında çok şeyler söylenmiştir. Çünkü insanoğlu beş duyu­sundan herhangi biriyle algılayamadığı bir şeyin var olduğuna iliş­kin bir haber aldığında (gerçek olduğuna inanmasa bile)  o şeyi me­rak eder. Kaldı ki ruh gerçektir. Çünkü her şeyden önce ruh sözcüğü Kur’ân-ı Kerîm'de 21 kez geçmektedir.[1] 

 

Bunlardan bazıları, örneğin Bakara Sûresi'nin 87'inci Âyet-i kerîmesi'nde olduğu gibi ruh, belli bir kalıp içinde, «Ruhu’l-Kudüs» ola­rak geçmektedir. Bu, Hz. Cebrâil (as)'in başka bir adıdır.

 

Ayrıca ruh, Hz. İsa (as)'nın, babasız yaratılmasında, (açıklaması bi­lim­sel olarak yapılamayan) ilâhî bir sistemle Hz. Meryem (as)'e verilen, madde ötesi bir akım anlamına gelmektedir. Nisa Sûresi'nin 171'inci Âyet-i kerîmesi'nde olduğu gibi.

 

Konumuz olan soyut anlamdaki «Ruh» ise, yalnızca İsrâ Sûresi'nin 85'inci  Âyet-i kerîmesi'nde söz konusu edilmiştir. Âyet, meâlen şöyle­dir:

 

«Ve sana ruhu sorarlar. De ki: “Ruh, Rabb'imin sistemlerindendir.“ Size ancak pek az bilgi verilmiştir.»

 

İşte  Kur’ân-ı Kerîm'de ruhla ilgili olarak ancak bu sözleri bulabili­yo­ruz. Bu açıklama ise son derece kısa ve özdür. Aynı zamanda ruhun iç yüzünü anlayamayacağımıza da bir çeşit işaret edilmiştir.  «De ki: Ruh Rabb'imin emrindendir.» (Yani, O'nun ilâhî sistemlerinden biridir.) meâlindeki söz­ler, âdetâ bir uyarı anlamını taşımakta ve sanki "Siz onu anlayamaz­sınız." demekte­dir. Nitekim âyetin, «Size ancak pek az bilgi verilmiştir.» diye son bulması bunu doğrular gibidir.

 

 Kur’ân-ı Kerîm'de «Nefis» sözcüğü de ruh anlamında kullanıl­mış­tır.[2]

 

Yalnız ruha ilişkin değil, madde ötesi gerçeklerin tümü hakkında da in­sanın bilgisi pek sınırlıdır. (çünkü vahyin dışında) insanın bilgi edinme imkânları duyularına dayanmaktadır. Duyuları ise, madde öte­sini keşfet­mek için asla yeterli değildir. Vahiy, metafizik gerçekleri in­sanın akıl, zekâ ve duygularının tatmin olabileceği düzeylere indirgeye­rek açıklamış­tır.

 

Ruhun madde olup olmadığını, bölünüp bölünemeyeceğini tartışan­lar olmuş, hatta bütün canlıların bir tek ruha bağlı olduklarını, (Yani ruh için çokluğun söz konusu olmadığını)  ileri sürenler de bulunmuş­tur. Ancak bu şahıslar, her şeye rağmen ruhu, insanın aklına yaklaştı­ramamış, onu, anla­şı­labilir bir açıklık ve berraklıkla ortaya koymayı ba­şaramamış­lardır. Çünkü bu mümkün değildir.

 

Dolayısıyla ruhun bazı çağdaş filozof­lar tarafından «Evrensel Şuur», «Kozmik Bilinç», «Halogramık Mikrodalga beden», «Biyolojik Enerji» ya da «Perispri» [3] gibi bilimsel terminoloji ile tanım­lanması, anlatım üslûbu açısından konuya daha çok cazibe kazandırmak için olsa gerektir. Özellikle bu te­rimlerden «Evrensel Şuur» ve «Kozmik Bilinç», Vahdet-i Vücûd gibi batıl bir felsefeyi çağrış­tırmaktadır. Öte yandan psikanalitik araştırmalarla ve hipnotik deneylerle elde edilen birtakım ilginç sonuçlar, bazı yazar­ları bu tür bilgiçlik gösteri­lerine itmiş olabilir! Onun için bu kabil yak­laşımlar, ruh gibi tamamen madde ötesi bir varlığın maddi açıklama­lara konu edinilmiş olması ba­kımından tatmin edici değildir. Bu ilgiyle «psikoloji» terimine ruhbilim  anlamını yüklemekten çok, ona ka­rak­terbilim ya da kişilikbilim demek belki daha yerinde olur.

 

Reenkarnasyon, yani ruhun başka bir bedene geçerek dünyadaki var­lı­ğını kesintisiz olarak sürdürmesi  inancına gelince bu, eski Hint dinle­rinde vardı. Yeni dilde «Ruh göçü» diye ifade edilen bu inanış, İslâm Literatüründe «Tenhasüh»  olarak geçer.[4] İslâm bu inanışa ka­palıdır. Bu kanaat, insanın ölümle birlikte yok olup gitmekten duy­duğu korkuyu ve te­dirginliği ortadan kaldırma hayalinden, ya da başka bir deyimle insanın sonsuza dek yaşama özleminden kaynaklanmaktadır. Reenkarnasyona akılcı bir yaklaşım kazandırabilmek için iyi kimselere ait ruhların yüce şah­siyetlere, kötü kimselere ait ruhların ise hayvan­lara intikal edeceği şeklinde tamamlayıcı bir yakıştırmaya yer verilmiş­tir.

 

Esasen başta vahiy olmak üzere, varlığın evrensel akışı da insanın son­suza dek yaşama özlemini karşılamak bakımından İslâm'daki ahi­ret haya­tını bir gerçek olarak ortaya koymaktadır. Dolayısıyla insan, re­enkar­nasyon gibi batıl bir inanışa iltifat etmeden, aynı zamanda eşya ve olayla­rın görü­nüşteki aldatıcı karışıklığına bakmadan bu kozmik cüm­büşün temelinde bulunan ve ince düşünülecek olursa sezinlenebilecek olan güçlü disiplin ve şaşmaz hesaba tutunursa bu çarpıcı hakikatı kav­ramakta gecikmez ve bu sa­yede ikna da olur.  

 

Ruh çağırma konusuna gelince, bu gizemli varlığın kesinlik derece­sin­deki anlaşılmazlığına bakılacak olursa olayın spekülatif amaçlara yö­nelik olduğu açıktır.

 

Cin

 

Bütün metafizik, metapsişik, ve spiritüel değerler ve ger­çek­ler konu­sunda olduğu gibi cin ve şeytan konusunda da tek kay­nağı­mız  Kur’ân-ı Kerîm'dir.

 

Bilindiği üzere ruh, melek, cin ve şeytan gibi bazılarını beş duyu­muzla asla algılayamadığımız, bazılarını ise çok nadir olarak duyum­sar gibi oldu­ğumuz varlıklara ilişkin bilgiler, ancak vahiy sayesinde in­sana ulaşmıştır.

 

 Kur’ân-ı Kerîm'de «Cin» kelimesi 22 kez, «Cinler» demek olan (cinin çoğulu) «Cann» kelimesi 7 kez; Yine cinin çoğulu olan «Cinneh» kelimesi de 10 kez geçmektedir. Bu âyetlerde cinler hak­kında verilen bil­giler, onları bize yeteri kadar tanıtmaktadır ve bir kısmı ilginçtir. Bu bil­gileri şu şekilde özetleyebiliriz:

 

1- Cinler, insanlardan önce ve (deri gözeneklerinden içeriye işleyebi­le­cek özellikte kavurucu ve zehirleyici özel bir)  ateşten yaratılmışlardır.[5] Âyette «Nari’s-Semûm» olarak adlandırılan bu ateşin radyoaktif bir madde olabile­ceği akla gelmektedir. Ancak her radyoaktif maddenin cin olduğunu kabul etmek güçtür. Örneğin insan topraktan yaratılmıştır. Ancak insan vü­cudu, (biyolojik özellikleri içinde) toprak cinsinden olmadığı gibi, toprak da insan be­denini oluşturan et, kan ve kemik gibi unsurların hiçbirinin cinsinden değil­dir. Öyle ise, denebilir ki ilâhî bir sistemle mey­dana gelmiş olan bu dö­nü­şümün geriye doğru uzayan halkalarından ilki topraktır. Bir karşılaş­tırma ile cinler için de aynı şeyi söyleyebili­riz.Yani cinler de büyük olasılıkla mev­cut özellikleri içinde radyoaktif madde de­ğildirler. Ancak yaratılmış ol­duk­ları temel madde «Nari’s-Semûm» dur. Çünkü cinlerle haşır neşir olan in­sanlar vardır ki arala­rında süren sıkı ilişkilere rağmen bu kimseler ne kav­rulmakta, ne de zehirlenmektedir­ler. Ayrıca kötülük yapmış ve suç iş­lemiş cinlerin de cehenneme girecek­leri, yani ateşle cezalandırılacakları Kur’ân-ı Kerîm'de ifade edilmiştir.[6] Bu da onların mevcut bedenleriyle ateş olma­dıklarını kanıtlamaktadır.

 

2- Allah Teâlâ’nın gönderdiği elçilere karşı düşmanlık eden insan ve cin­ler­den şeytanların bulunduğu, Kur’ân-ı Kerîm'de haber verilmek­tedir.[7] Unutulmamalıdır ki «Şeytan» adı, din terminolojisinde: Vesvese veren, yoldan çıkaran, ayak kaydırmaya çalışan ve daima suç işlemeye özendiren bir kişiliği sembolize eder. Bütün bu nitelikler an­cak akıl ve bilinçle bir­likte söz konusu olabilir. Âyetten çıkarılan bu so­nuç ise cinlerin de aynen insan­lar gibi akıllı ve bilinçli olduklarını ka­nıtlamaktadır. Ayrıca, «Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk et­sinler diye yarattım.»[8] meâlin­deki Âyet-i kerîme de bu gerçeği teyid etmektedir. Çünkü akıl ve bilince sahip olmayan varlıkların kullukla mükellef tutulması düşünülemez. Kur’ân-ı Kerîm'de cinlerin akıl ve bilinç sahibi olduklarına ilişkin daha  başka kanıt­lar da var­dır.

 

3- Cinlerden bir grubun Kur'ân dinledikleri, hatta o sırada birbirle­rine: «Susun, dinleyin!» diye uyarıda bulundukları, okuma sona erince de kendi topluluklarına dönerek bu olayı anlatıp onları Hz. Peygamber (sav)'in dave­tine uymaya çağırdıkları yine Kur’ân-ı Kerîm'de anlatılmak­tadır.[9] Bundan anlaşılıyor ki cinlerin de mü’min­leri ve kâfirleri vardır. Elbett ki buna bağlı olarak iyileri ve kötüleri de vardır. Nitekim Cin Sûresi'nin 11-15 Âyetlerinde bu konu gâyet açık bir şekilde anlatılmıştır. Bu bilgiler saye­sinde cinlerin de aynen insanlar gibi mükellef olduklarını, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına uyanlarının ödüllendirileceğini, suçlu­larının ise cezaya çarptırılacağını anlıyoruz. 

 

4- Kur’ân-ı Kerîm'de cinlerden peygamber gönderildiğine ilişkin her­hangi bir bilgiye rastlamıyoruz. Bilakis mü’min cinlerin, insan cin­sinden gönderilen Allah Elçileri'ne bağlandıkları, Kur'ân'ın verdiği ha­berler ara­sındadır. Nitekim Sebe' Sûresi'nin 12 inci âyet-i kerîmesi'nde Allah Teâlâ bu konuda bizi şöyle aydınlatmaktadır:

 

«Sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü de bir aylık yol alan rüzgarı da Süleyman'ın buyruğuna verdik ve O'na katran kaynağını akıttık. Rabb'inin izniyle cinlerden kimseler O'nun huzurunda çalışırdı. Onlardan, kim em­rimizden sapsa ona harlı işkenceden tattırırdık.»

 

5- Cinler insanları görür, Fakat insanlar cinleri göremezler.[10] Yapıları bakımından sahip bulundukları ayrıcalıklar sayesinde insanla­rın yapa­maya­cağı olağanüstü işleri başarırlar. Örneğin, çok uzak mesa­felere anında ulaşır­lar.[11] 

 

Cinlerin gizliyi bildiklerine ilişkin inanış ve tahminler doğru değildir. Gizliyi, Allah'dan ve O'nun haberdar ettiği kimselerden başkası bilemez.[12]. Bazı kimselerin, ilişki kurdukları cinler aracılığıyla gizli şeyleri keşfettikleri hakkındaki kanaatin iç yüzü ise şöyledir:

 

Gizlilik, göreceli bir meseledir. Örneğin, birinin zihnindeki tasavvurlar, hayaller, dü­şünce ve inançlar, Allah'dan başka ne insan, ne de cin tarafından asla biline­mez. Herhangi bir yerde gizli ya da saklı bir şeyi keşfetmeye ge­lince bu, imkânlara ve şartlara bağlıdır. Araştırmak ve araç kullan­makla gizli bir maddeyi, bir rezervi, ya da bir bilgiyi elde etmek, yerine göre mümkün olabilir. Örneğin bir defineyi ortaya çıkarmak için insan hangi yollara baş vuruyor ise, cin de aşağı yukarı aynı yolları izlemek durumundadır. Şu varki cin, yapısı itiba­riyle daha seri ve daha esnek­tir. Bu sayede insanın giremediği dehlizlere, karanlık, dar, sarp ve çetin mevkilere cin rahatlıkla girebilir; Yüksek, kuytu, derin, uzak ve elve­rişsiz arazilere ulaşabilir. Fakat insanın, cinleri öyle her istediği konuda kullanabileceğine, diledi­ğini onlara yaptırabileceğine ya da cinlerin, her istedikleri şeyi yapabile­ceklerine ihtimal vermemek gerekir. Aksi halde onlarla ilişki kuranlar, başta askerî ve stratejik merkezler, devlet arşivleri, hazi­neler, borsalar ve bankalar olmak üzere dünyadaki zenginlik ve sır kaynakları üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabilecek ve insanlı­ğın nizam ve düzenini altüst ede­cek, dünyayı ve yaşamı oyuncak haline getirecek­lerdi. Cinler gerçekten aramızda do­laşıyor olsalar bile onların da mut­lak surette uymak zorunda oldukları kesin kayıtlar ve kurallar, ya da asla aşamayacak­ları doğal engeller vardır.

 

6- Cinlerde üreme vardır, onlar da çoğalırlar.[13] Ancak nasıl yaşadık­la­rını ve nasıl çoğaldıklarını bilemiyoruz. Cinlerle evlilik kurduklarını ileri sürenlere inanmak güçtür. Fakat bazı insanlarla sıkı ilişki içinde olduk­ları bir gerçektir. Özellikle Allah'ın emir ve yasaklarına uymayan in­san­ların he­men hepsi de şeytanların etkisi altındadırlar ki şeytanlar cinlerin, ahlâksız, suçlu ve günahkârlarıdır. Bunu, Kur’ân-ı Kerîm de doğrulamk­tadır. Ezcümle Enam Sûresi'nin 128'inci Âyet-i kerîmesi'nde: Allah Teâlâ'nın, bütün cinleri ve insanları bir araya top­layacağı kıyamet gü­nünde cinlere; birçok insanları elde ettiklerini ve onları kullandıklarını açık­layacağı ifade edilmek­tedir. Yine aynı âyette onlarla dostluk kuran in­sanların da «Ey Rabb'imiz! -gerçekten- karşı­lıklı olarak birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin de sonuna ulaşmış bulunuyoruz.»  diye itirafta bulunacakları, o sırada Allah Teâlâ'nın da: «(öyle ise) Durağınız ateştir!» diyeceği anlatılmaktadır.

 

Bu âyetin ışığında diyebiliriz ki birçok kimsenin insanlık kaydından sıy­rılmasında, çeşitli suç ve günahların işlenmesinde, vahşetlerin, te­ca­vüz ve katliamların arka planında cinlerin rol oynadıkları ihtimali var­dır.

 

Şeytan

 

Şeytanlara gelince bunlar, cinlerin anarşistleri ve bozguncularıdır. İnsanları yoldan çıkaranlar işte bunlardır. En büyükleri olan İblis, vak­tiyle Allah Teâlâ'ya karşı küstahlık etmiş, O'nun meleklere: «Ademe secde edin!» diye verdiği emre karşı gelmiş,[14] bu suretle de kâfir (nankör) [15] ve âsi[16] olmuştur.

 

Şeytan, insanın ezeli düşmanıdır. Çünkü insanoğlunun ilk atasına ve anasına karşı korkunç bir komplo kurmuş, onların cennetten ko­vulma­sına neden olmuştur. Allah Teâlâ, şeytanın düşman olduğunu Kur’ân-ı Kerîm'de tekrar eden uyarılarla insana bildirmiştir.[17] 

 

Şeytan, özellikle şirk suçunun işlenmesinde faal bir aracılık yapar. O ka­dar ki, okumuş, kültürlü, yüksek mevki sahibi, hatta devlet yöne­ten insan­ları bile çocuksu davranışların içine iterek, bir heykel karşısında «Saygı duruşu» denen gülünç ta­pınma şekilleriyle onları oyuncak haline getirir. Bu nedenle şey­tanın var­lığı, inkâr edilemeyecek bir gerçek olarak bu canlı tablolar içinde âdetâ gün­lük hayatta yaşanmaktadır.

 

«Şeytan» adı, Kur’ân-ı Kerîm'de 70 defa; Çoğulu olan «Şeyâtıyn» ke­li­mesi 18 defa; «İblis» adı ise 11 defa geçmektedir. Cin ve Şaytan da Kur’ân-ı Kerîm'in bize bildirdiği öbür varlıklar gibi birer gerçektirler. Kökenleri ve özellikleri nedeniyle insanlar tarafından gözle görülememeleri, bazı kimselerde kuşku uyandırmış, bir çok kimselerde de bu yaratıklar daima merak ko­nusu olmuştur. Esasen bu merak normaldir. Çünkü insan, gözleriyle bizzat göre­mediği herhangi bir şey hakkında haber aldığı zaman kesin olarak inansa bile ge­nelde onu doğrudan duyularıyla algılamak ister. Onun gerçek olup olmadı­ğını ancak bu şekilde anlayabileceğini sanır. Halbuki bir şeyin ger­çekte mev­cut bulunması, onun mutlaka gözle görülmesine ya da öbür duyularla algı­lanabilir olmasına bağlı de­ğildir. Nitekim normal insan gözü, 400 ila 700 mi­limikron arasındaki ışık dalgalarını ancak farkedebil­mekte, bu limitlerin dı­şında kalan dal­gaları ise değerlendirememektedir. Keza normal insan ku­lağı 16 ila 20 000 titreşimi duyabilmekte, bu limitle­rin dışındaki frekansları ise du­yamamaktadır. Bununla birlikte sözko­nusu ölçülerin dışında kalan gerçeklerin birçoğuna inanabilmektedir.

 

İnanabilmek, doğal ve şâibesiz akla dayalı bir yeti olsa gerektir. Bu ye­tiye sahip bulunmayan insanlar, ne kadar zeki ve okumuş olurlarsa ol­sun­lar, vahyin haber verdiği gerçeklere inanmakta sıkıntı çekerler. Çünkü bu insanlar, çevre fatörlerinin etkileri altında doğal düşünme yeteneklerini kaybederler. Bu neden­ledir ki bazı kimseler melek, cin ve şeytan gibi gizemli varlıklara bir türlü inanmak istemezler. Ancak hemen kaydetmek gerekir ki bunlar, Yüce Kur'ân'ın ha­ber verdiği gerçek varlıklardır. Dolayısıyla imânın bir koşulu olan melek­lere inanmak ne kadar önemli ise, cinlerin ve şeytan­ların var­lığına inanmak da o kadar önemlidir. Cin ve şeytana inanmak, «Kitaplara İnanmak» şartının ayrıntılarındandır. Onun için cinlerin ve şeytanların varlığını inkâr eden kimse İslâm Dini'nden çıkmak gibi imânî bir tehli­kenin içinde bu­lunduğunu bilmelidir! [18].

 

 



[1].  Kur’ân-ı Kerîm 2/87, 2/253, 4/171, 5/110, 16/2, 16/102, 17/85-85, 26/193, 40/15, 58/22, 70/4, 78/38, 97/4, 42/52, 19/17, 21/91, 66/12, 32/9, 15/29, 38/73

 

[2].  Kur’ân-ı Kerîm 9/55, 9/85

 

[3]. «Périsprit : Gışâ'un mâyi'un [Yukâl'u inneh'u yasıl'u beyn'el-Cism'i ve'r-Rûn'i.]» Dr. Cabbur Abdunnur-Dr. Süheyl İdris, el-Menhel (Fr-Ar. Sözlük) S.759 Dâr'ül-Âdâb Beyrut-1983

 

«Perespri : Sıvı bir perdedir. [Bedenle ruh arasında olduğu söylenir.]» Terc. Ferit Aydın.

 

[4].  Bk. Muhammed Ali et-Tehânevi, Keşşaf'u Istılâhâti’l-Fünûn : 2/1380 Kahraman Yayınları İstanbul-1984 

 

[5].  Kur’ân-ı Kerîm  15/27

 

[6].  Kur’ân-ı Kerîm  32/13,

 

[7]. Kur’ân-ı Kerîm 6/112

 

[8]. K. ur'ân-ı Kerim 51/56

 

[9]. Kur’ân-ı Kerîm 46/29, 30, 31

               

[10]. Kur’ân-ı Kerîm : «...Sizin onları görmediğiniz yerlerden o (şeytan) ve yandaşları sizi görürler. 7/27.»

               

[11]. Kur’ân-ı Kerîm  27/39

               

[12].  Kur’ân-ı Kerîm 3/179, 6/50, 6/59, 7/188, 10/20, 11/31, 11/123, 16/77, 18/26, 27/65, 34/14, 52/41, 53/35, 68/47, 72/26

 

[13]. Kur’ân-ı Kerîm 18/50

 

[14].  Kur’ân-ı Kerîm 2/34, 7/11, 15/31, 17/61, 18/50, 20/116, 38/74, 38/75

 

[15]. Kur’ân-ı Kerîm 17/27

 

[16].  Kur’ân-ı Kerîm 19/44

 

[17]. Kur’ân-ı Kerîm  2/168, 2/208, 5/91, 6/142, 7/22, 7/27, 7/200, 12/5, 16/98, 17/53, 24/21, 35/6, 36/60, 41/36, 43/62, 23/97

 

[18]. Cin hakkında fazla bilgi için Bk. :

*M.Ali Tehânivi, Keşşaf'u Istılâhâti’l-Fünûn : 1/261 Kahraman Yayınları, İst. -1984

*Alaüddin Abidin, el-Hidâye'tül-Alaiyye : S.365 Kahraman Yayınları, İst. -1992

*Fahrüddin er-Razi, Tefsiru’l-kebir (Cin-En'âm-A'râf Sureleri'nin Tefsir'i)