Hz,Yunus (a.s.)'un bu duasında:
- hem "tehlil" "Lâ
ilahe illallah"
- hem de "tesbih" "Sübhânellah" kelimeleri vardır.
Sözgelişi:
"
لاَ
إِلَهَ إِلاَّ
أَنتَ سُبْحَانَكَ
lâ
ilahe illâ ente sübhâneke = senden başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur senin şanın yücedir" sözü ise tesbihtir.
Nitekim bu kelimelerle
ilgili olarak Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir.
" Kur'ân'dan sonra en faziletli kelâm dört tanedir;
bunların hepsi gene Kur'ân'da yer almıştır. Bunlar:
"Sübhânellah",
"Elhamdülillah",
"Lâ ilahe illallah" ve
"Allahü Ekber", kelimeleridir."
(Müslim, Sahih, Âdâb babı, c. 2, s. 1685, Semure
b. Cündeb'den; ayrıca, Beyhûkî, Şu'ab-ül-İman, H. No 585)
Buradaki kelimelerden:
Tahmîd
("elhamdülillah") Tesbîhe
("Sübhânellah'a") yakın ve ona bağlıdır;
Tekbir
("Allahü Ekber") ise Tehlile ("Lâ
ilahe illallah'a") yakın ve ona bağlıdır.
Rasûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) soruldu:
"en faziletli kelâm hangisidir?" O şöyle buyurdu:
"Cenâb-ı Hakk'ın melekler için seçtiği en faziletli
kelâm:
Sübhânellah-i ve bî hamdihî" (Allah'ın şanı yücedir ve hamd O'na aittir)
kelâmıdır."
(Müslim, e. 3, s. 2093, H. No 3731; Şu'ab'ul-İman,
H. No 586)
Aynı konuda Buhârî ve Müslim Rasûlullah'tan
(sallallahu aleyhi ve sellem)
şu hadisi rivayet etmişler:
"İki kelime vardır ki bunlar dile kolay, mizanda
ağır ve Rahman'a sevimlidirler. Birisi:
"Allah'ın şanı yücedir ve hamd O'nadır"
kelimesi, diğeri de:
"Âzim
olan Allah'ın şanı yücedir" kelimesidir."
(Buhâri, Dualar babı, c.7, s. 168, Yeminler ve
Akidler babı, c. 7, s. 229; Tevhîd, c. 8, s. 219; Müslim, Zikir babı, c. 3, s.
2072, H. No 2694; Beyhâkî, "Şu'ab'ul-İmân H. No: 585)
Yüce Allah da bu hadisi teyid eder mahiyette şöyle
buyurmaktadır.
"Rabb'ini hamd ederek tesbih et:"
(Nasr, 110/3)
Melekler de şöyle demişti:
"Biz seni hamd ile tesbih ediyoruz."
(Bakara: 2/30)
Bu iki kelimeden birisi "Tahmid", diğeri ise
"Ta'zîm"
kelimesine yakın kılınmıştır.
Hani biz önceki sayfalarda demiştik ki:
"Tesbîh"
kavramında Allah'ın güzelliklerini ve mükemmelliyetini içeren, kötülüğü ve
eksikliği O'ndan uzaklaştıran anlam vardır.
"Elhamdülillah" kavramı ise sadece
ilâhî güzellikleri övgü için kullanılır.
Bu nedenle celâl ve ikram sıfatları
birbirlerine yaklaştırıldıkları gibi "Hamd" ile "Tazim" kavramları
da birbirine yaklaştırılmıştır. Çünkü:
"Her yüce olan varlık övgüye
lâyık değil, her sevilen varlık da övgüye ve tazim edilmeye lâyık değildir."
Yukarıda:
"İbâdet" kavramının:
- "Hamd" anlamını içeren "en yetkin sevgiyi" ve
- "Tazim" mânâsını içeren "en mükemmel acziyeti" (zül) kapsadığı hususunun sözü edilmişti.
Zira ibâdette;
- "O'nu sevmek ve O'nun güzelliklerini övmek
(hamd) " anlamı saklı olduğu gibi
- "O'nun kibriyası ve azametinin karşısında zelil
ve hakirliğini idrak etme, O'nun celâl ve ikram sahibi olduğunu itiraf etme
(tazim)" anlamı da mündemiçtir.
Nitekim o celâl ve ikram sıfatlarına lâyık, şanı
yüce olan yegâne varlıktır.
Bazı âlimler "Celâl" sıfatının
Selbî (olumsuz)
sıfatlardan, "İkram" sıfatlarından olduğunu sanmışlar. Sözgelişi
Râzî ve benzeri
ilim adamları bu kanıda olanlardandır.
Doğrusu her iki sıfat da Sübûtî (olumlu)
sıfatlardandır. Çünkü mükemmeliyeti kanıtlama, eksikliği olumsuzlamayı
gerektirir. Ancak sübûtun çeşidi zikredilir ki bu da O'nun sevilmeye ve saygı
(tazim) duyulmaya lâyık yegâne varlık olmasıdır. Çünkü o şöyle buyurmaktadır:
"Kuşkusuz Allah zengin ve övülendir."
(Lokman,
31/26)
Hz. Süleyman (a.s.)'ın şu sözü de bu kabildendir:
"Kuşkusuz Rabbim zengin ve çok cömerttir."
(Neml, 27/40)
Şu âyet de bu niteliktedir: •
"Mülk O'nundur, hamd O'nadır."
(Tegâbun, 64/1)
- Haddi zâtında zenginlik ve mülk sahibi çok kimseler
vardır ki; bunlar övülen değil aksine kınanan kimselerdir. Çünkü;
"Hamd": sevilen
kimsenin güzelliklerinin övülmesinden söz etmeyi içerir, bu aynı zamanda O'na
duyulan sevgiden dolayı, sevilen kimsenin güzellikleri hakkında bilgi vermeyi de
kapsar.
- Öte yandan övülme ve sevilmeden pay alan birçok
kimse de vardır ki; bunlarda da azameti, zenginliği ve mülkü olumsuz kılan acziyet,
zayıflık ve hakirlik gibi eksiklikler vardır.
- İlk olarak sayılan
niteliklere sahip kimseden korkulur, çekinilir, ancak sevilmez.
- Son olarak
özellikleri anlatılan kimse ise sevilir ve övülür, lâkin kendisinden çekinilmez
ve korkulmaz.
Oysa "kemâl" (tam yetkinlik) iki vasfın bir araya gelmesi ile
gerçekleşir. Şu hadiste buyurulduğu gibi:
" Mü'min tatlılık (sevimlilik) ve görkemlilikle rızıklandırılan kimsedir." (hadisi tahriç eden tespit edilememiştir.)
Rasûlullah'ın niteliklerini anlatan bir hadiste ise
şöyle denilmekte:
"Rasûlullah'ı ilk gören kimse görkemi karşısında
korkuya kapılırdı; ancak onunla biraz beraber olup tanıyınca severdi."
(Hz. Ali'nin Peygamberin özellikleri hakkında
anlattığı bu hadisi şu kaynaklar kaydetmişler: Beyhâkî, "Delail-ün-Nübuvve" c.
1, s. 270, Tirmizî, c. 5, s. 599, H. No 3638; Hadis "hasen" garib bir hadistir.
İsnad zinciri ile kaynağa bitişik değildir)
Ezânın kelimelerinde olduğu gibi "tesbih" "tahmîde",
"tehlil" de "tekbire" yaklaştırılmıştır. Çünkü bunlardan her birisi tek başına
kaldığında diğerinin anlamını da içerir. Zira "tesbih" ve "tahmîd" birlikte
"tazîm" kavramını içerirler, bu
aynı zamanda kendisine hamdedilenin ispatını da kapsar. Bu durum ise "ulûhiyeti"
gerekli kılar. Çünkü:
Ulûhiyyet; sevimli olmayı, O'ndan başka hiçbir varlığın en
mükemmel sevgiye lâyık olmamasını ihtiva eder.
"Hamd", sevilmeye lâyık övülen sıfatlardan söz
etmektir.
Bu nedenle "Ulûhiyyet" "hamdın" da en mükemmel olanına şamildir.
Bundan
dolayı "Elhamdülillah" söze başlamanın anahtarı kılınmıştır.
Nitekim bir hadiste
şöyle buyurulmuştur:
" Elhamdülillah ile başlanılmayan her iş güçlüktür."
(Ebû Dâvud, Sünen, c. 5, s. 172, H. No 4840;
Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman, s.33)
"Sübhânallah" kavramı, daha önce de değindiğimiz
gibi Allah'ın azametini ispatlama anlamı da taşır. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak:
"Azîm olan Rabb'inin adını tesbih et."
(Vakıa,
56/74-96) buyurmuştur.
Bununla alâkalı olarak Rasûlullah da şöyle
buyurmuştur:
"Bu âyeti rükunuzda okuyun."
(Ebû Dâvud, Sünen, c. 1, s. 542, H. No 869; İbn
Mâce, c. 1, s. 287 H. No 887; Ahmed, El-Müsned c. IV, s. 155; Hâkim, c. II, s.
477; Beyhâkî, Sünen, c. II, s. 86)
Secde ile ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
"Ama rüku'a gelince orada Rabbinizi yüceltin;
secdede ise orada duâ edin. Çünkü secdede ettiğiniz dua kabul edilir."
(Müslim, Namaz babı, s. 348; H. No 479; İbn
Abbas'tan. Ebû Davud, c. I, s. 545, H. No 876, Nesâî, c. II, s. 189-190; 217-218;
Ahmed, el-Müsned, c. I, s. 219, Dârimî, s. 304; El-Humeydî, Müsned, c. I, s.
228, H. No 489; Abdurrezzak, Musannef, c. II, s. 145, H. No 2839, İbn Huzeyme,
Sahih, c. I, s. 276, H. No 548 Ebû Yala, Müsned, c. IV s. 275; H. No 2387)
Rasûlullah rükudaki tazim meselesini secdedekinden
daha özel kılmıştır, zira "Tesbîh" (sübhâne demek) aynı zamanda "tazimi"
de kapsar.
Hadiste anlatılan:
"Sübhânallah ve bi hamdihî"
(Allah'ın şanı yücedir ve hamd yalnız O'na aittir) sözü Allah'ı eksikliklerden
uzak kılmayı (tenzih) O'na "tazim" etmeyi, O'nun "ulûhiyetini"
ve O'na "hamd" etmeyi
ispatlayan bir ifadedir.
"Lâ ilahe illallahü vellahü ekber" (Allah'tan başka
ibadete layık ilâh yoktur, Allah en büyüktür) sözüne gelince:
Buradaki: "Lâ ilahe illallah
-Allah'tan başka ibadete layık ilâh yoktur-"
kelimesi Allah'ın övülmesi gereken sıfatlarını kanıtlar. Buradaki kavramların
tamamı, Allah'ın "ulûhiyet" sıfatını kanıtlar mahiyettedir.
"Allahü Ekber" bölümü ise Allah'ın
"azametini" ispat
eder. Çünkü "kibriya" "azameti" içerir; ne var ki "kibriya" kavramı
"azamet"
kavramından daha mükemmel bir anlam ağırlığı taşır.
Bundan dolayı namazda ve
ezanda söylenmesi meşru kılman sözlerin hepsi "Allahü ekber" ifadesi ile
gelmiştir. Çünkü bu ifade "Allahü â'zam" ifadesinden daha tam mânâ ihtiva eder.
Nitekim Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'tan tesbit edilen bir hadiste konuya ilişkin olarak
şöyle buyurulmuştur:
"Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Kibriya benim ridâm (belden yukarı giyilen elbise, bir anlamda gömlek), azamet ise benim ızârım (belden aşağı giyilen elbise) dir. Bunlardan biri konusunda bana ters düşen
kimseye azab ederim."
(Müslim, Sahih, el-Bir babı, c. III, s. 2023, H.
No 2620; Ebû Dâvud, Libas babı, c. IV, s. 350, H. No 4090; İbn Mâce, Ez-Zühd, c.
II, s. 1397 H. No 4174; Ahmed, El-Müsned, c. II, s. 376, 414,427-442)
Hadiste "azamet" izara, "kibriya" ise ridaya
benzetilmiştir. Ridanın izardan daha önemli olduğu bilinir.
"Tekbir", "tazimden" daha yetkin bir kavram olduğu için
bu hakikat bizzat Allah'ın sözleri ile açıklanmıştır. Çünkü "tekbir" aynı zamanda
tazim kavramını da içerir.
"Sübhânallah" sözünün ise "tazimi"
içeren Allah'ı bütün kötülüklerden uzaklaştırma anlamı içerdiği açıklanmıştır.
Bu durumda iki kelimeden her biri, tek başına
kaldığı zaman, diğerinin anlamını da içerir. Bir arada bulunmaları halinde her
kelimeye kendi özgün anlamı verilir.
Bu durum, Allah'a değin tüm isimlerde vâkîdir. Çünkü
bu isimlerden birisi diğerinin anlamını gerekli kılar. Zira isim zâta işaret
eder. Zât ise diğer ismin mânâsını gerekli kılar. Ancak bu lüzumlu olması
halinde olur.
Her ismin kendine özgü anlamına, zâta birlikte
delâlet etmesi uzlaşma (Mutabakat), bunlardan birisine işareti ise kapsama
(Tazammun) yoluyladır.
Duâ edenin:
"
لاَ
إِلَهَ إِلاَّ
أَنتَ سُبْحَانَكَ
Lâ ilahe illâ ente sübhâneke" kelimesi,
sözü edilen ve Kur'ân'dan sonra en faziletli kelâm olarak tanımlanan dört
kelimeyide
("Sübhânellah",
"Elhamdülillah",
"Allahü Ekber" ve "Lâ ilahe illallah" ) kapsar.
Bu kelimeler aynı zamanda Allah'ın en güzel
isimlerinin ve en yüce sıfatlarının mânâsını içerir. Bu kelimelerde övgünün de
en mükemmeli vardır.
"
إِنِّي
كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
İnni küntü minezzâlimin -ben zalimlerden oldum-"
sözüne gelince:
Bu ifade de duâ eden kimsenin (Hz. Yunusun)' yaşadığı durumun
hakikatini itiraftır. Kullardan hiçbirisi nefsini bu nitelikten tamamen
soyutlayamaz, kurtaramaz.
Özellikle Rabb'ine münacaat (yakarma) makamında
konuyla alakalı bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Bir kulun, ben Metta oğlu Yunus'tan
(Hz. Yunus) daha hayırlıyım demesi yakışık almaz."
(Buhari, Peygamberler babı, c. IV, s. 132-133;
Müslim, Fezâil, c. II, s. 1846, -İbn Abbas ve Ebû Hüreyre'den; Ebû Dâvud, c. 5,
s. 51, s. 4669- İbn Abbas'tan; Buhari, c. 4, s. 132; Nesâî, el-Kübra, c. 7, s.
45; İbn Mes'ûd'dan)
Başka bir yerde de şöyle buyurmuştur:
"Ben Yunus İbn Metta'dan daha hayırlıyım diyen kimse
yalan söylemiştir."
(Ahmed, c. 2, 451; Hâkim, el-Müstedrek, c. II, s.
485 Ebû Hüreyre'den)
Kim, kendi nefsine zulmettiğini itiraf etmediğinden
dolayı kendisinin Hz. Yunus'tan hayırlı olduğunu sanırsa o kimse yalancıdır. Bu
yüzden yaratıkların efendisi bile bu noktada kendilerini Hz. Yunus (a.s.)'tan
üstün tutmamışlar, aksine şöyle demişlerdir:
"Bütün peygamberlerin babası Âdem (a.s.) sonuncusu
ise Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir."
|