Ateşten acı duyma hususuna gelince, bu kaçınılmaz
bir durumdur. Kim "beni ateşe atsalar ben razı olurum" gibi bir söz söylese, o
kimse rıza göstermeye yemin etmiştir. Halbuki hakikatlerin bulunduğu yerde
yeminler bozulur. Semnûn gibi düşünenlerin sözünde de durum bunun benzeridir.
(Semnûn b. Hamza (Semnûn b. Abdullah da denilir):
Ebul-Hasen El-Havvas; mezkûr olaydan ötürü kendine yalancı Semnûn anlamına
gelen: 'Semnûn-Kezzâb' adını vermişti. Ser-î Sakatî, Ebû Ahmed el-Kalânüsî ile
arkadaşlık etmiş. Sevgiden en güzel söz edenlerden idi. Semnûn, Irak'ta yaşayan
süflilerin en büyüklerinden sayılır. Cüneyd'den sonra ölmüştür. Bkz: Tabakat us-Sûfiye,
195-199; El-Hüye, c. X. s. 209-314; Tarih-i Bağdadî, c. 9, s. 234-237; Er-Risâlet'ül-Kuşeyrîye,
c. 1, s. 133; El-Bidaye ven-Nihâye, c. 11, s. 115)
Semnûn şöyle demişti bir şiirinde:
"Benim senden başka hiçbir nasibim yoktur.
Sen nasıl dilersen beni öyle imtihan et."
Semnûn idrar darlığına yakalandı. Çocuk
mekteplerinin çevresinde dolaşıp çocuklara şöyle dermiş:
"Yalancı amcanıza duâ edin."
Nitekim böyleleriyle ilgili olarak Cenâb-ı Hak şöyle
buyurmaktadır:
"Andolsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu
arzuluyordunuz, işte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz."
(Âl-i İmrân,
3/143)
Tasavvufi makamların nedenselliği hakkında konuşan
bazı sûfiler, kaderi gözlemleme esası üzerine bina ederek sevgi, rıza, havf
(korku) ve recâ (umma)yı avamın makamlarından kıldılar. Onlara göre:
"Kam kadere tanık olursa, hiçbir şey değilmiş gibi
fani, sürekli var olan gibi bakî kalıncaya dek fiillerin birliğine de tanık
olur. Bu durumdaki kimse bütün bu işlerden kurtulur, onların üstüne çıkar."
Halbuki bu hakikat ve şeriat yönünden düzeltilmesi
gereken bir sözdür.
|