Bazı insanlar "el-Ğafr" derler bu
"es-Setr" (örtmek) demektir.
Mağfirete "mağfiret" ve "ğıfar" denilmesi bu kelimenin içeriğinde örtme mânâsı olmasından ötürüdür.
Nitekim Allah'ın
"el-Ğaffar" adı, "Settar" (çokça örten) kelimesi ile tefsir edilir. Ancak bu
el-ğâfir kavramının anlamını eksiltmek demektir. Çünkü mağfiretin anlamı
günahtan ötürü ceza verilmemesi, dolayısıyla günahın kötülüğünden korumadır.
Kimin günahı bağışlanırsa bu günah karşılığında cezaya çarptırılmaz. Fakat
günahın yalnızca örtülmesi halinde günah karşılığında bâtında (görünmeyen yerde)
günahı işleyen kişi cezalandırılır.
Bir kimse açıktan veya gizliden günah nedeniyle
cezaya çarptırılıyorsa, o kimse mağfiret edilmemiş demektir. Günahın mağfiret
edilmesi demek, o günah nedeniyle hak edilmiş cezanın verilmemesidir.
Bununla beraber günah işleyen kimse mağfiret edilmesinin yanı sıra bazı dünyevî belâlara uğruyorsa eğer, bu belâ onun Allah katındaki ecrinin artmasına vesile olur. Bu durum mağfirete aykırı değildir.
Bunun gibi tevbeyi tamamlayan faktörler, tevbenin ardından güzelliklerin iyiliklerin yapılmasıdır. Tevbe için şart koşulan öğeler, tevbe eylemini tamamlayan öğelerdir.
Bazı kimseler kendisini tevbekâr sanır, oysa o tevbekâr değil, günah işlemeyi terkeden kimsedir.
Günahı terkeden kimse tevbekâr olandan farklı bir kimsedir.
Çünkü günahı terkeden kimse;
- bazan günah işlemek hatırına gelmediği,
- bazan da günah işlemekten âciz olduğu için,
- ya da dinî olmayan bir nedenden ötürü iradesini günah işleme yönünde kullanmaması nedeniyle günahtan yüz çevirir.
Bütün bu eylemler tevbe etme anlamını içermez.
Aksine bir kimsenin tevbekâr olabilmesi için;
- yaptığı eylemin, amelin kötülük olduğuna inanacak ve onu hoş görmeyecek.
- Allah o ameli yapmaktan onu nehyettiği için onu yaparak ve yalnızca Allah adına o
ameli yapmayı terkedecektir. Yoksa yaratıklara rağbet edip onların beğenisini kazanmak ya da insanlardan korktuğu için değil.
Zira tevbe, iyiliklerin en yücesidir.
İyiliklerin tamamında ise onların;
- İhlâsla Allah için
yapılması ve
- O'nun emrine uygun olması
şart koşulmuştur.
Nitekim Fudayl b. Iyâd (doğum h. 187) Allah'ın:
"Hanginizin daha güzel amel edeceği hususunda sizi denemek için yüce Allah hayatı ve ölümü yarattı."
(Mülk, 67/2)
âyeti hakkında şu yorumu yapmaktadır:
En ihlâslı ve en doğru amel, demektir. Bu açıklaması üzerine kendisine şöyle sordular:
" Ey Ebû Ali en ihlâslı
ve en doğru amel nedir?
Şu cevabı verdi:
" Bir amel ihlâslı olduğu zaman şayet
doğru olmazsa kabul edilmez. Bunun gibi doğru olup, ihlâslı
olmazsa yine kabul edilmez. Amel ancak aynı anda hem ihlâslı hem de
doğru olduğu zaman kabul olur.
- Amelin hâlis (ihlaslı) olması, onun yalnızca Allah için olması,
- doğru olması ise, sünnet üzere
(şeriate uygun) olması demektir."
(Fudayl b. Iyad b. Mes'ûd, b. Bişr et-Temîmi, (doğ h. 187) zâhid ve sûfilerdendir. Daha geniş bilgi için bkz. Tabakât'üs-Sûfiye, c. IV s. 11; El-Hilye, c. VIII, s. 84-140; Es-Siyer, c. VIII, s. 421-442; El-Hilye, c. VIII
s. 95)
Nitekim Ömer b. Hattâb (Allah ondan razı olsun) duasında şöyle derdi:
"Allah'ım amellerimin hepsini sâlih kıl, onu ihlâs ile rızana uygun kıl. Onda senin dışında hiçbir kimse için bir amaç kılma."
Tevbe konusunda bu konunun dışında başka yerde daha genişçe malumat vardır.
|