İnsan bir günahı işler ve ondan tevbe eder. Bazan insan, işlediği günahı belirtmeden kayıtsız şartsız, mutlak anlamda tevbe eder. Ne var ki insanın amacı genel anlamda bir tevbe etmekse bu, günah olarak görülen bütün eylemleri kapsar. Çünkü;
"genel tevbe",
emredilen fiili yapmak, sakıncalı fiili terketmekle genel bir kararlılığı
içerir.
Bunun gibi genel anlamda bir pişmanlık da bütün
sakıncalı eylemleri içerir.
" Pişmanlık" kavramı ile ilgili olarak şöyle denilmektedir:
- Pişmanlık, itikâdî ya da iradî (istem) konulardadır. Ya da:
- İnsana zarar veren eylem / amel olması nedeniyle, insanın canını yakan eylemler konusunda olur.
Çünkü kalp, yapılan işin zararlı olduğu bilincine vardığı zaman, yapılan bu işin kötü eylemlerden olduğu bilgisi meydana gelir. Bu durum, itikâdî konularda söz konusudur.
Bu tür eylemin, yapan kimse tarafından çirkin görülmesi ise iradî (istem) konulardandır.
Bu koşullar altında böylesi eylemi yapan kimsede bir sıkıntı ve eziyet meydana gelir. Bu da gam, keder gibi psikolojik acı veren eylemlerdendir.
Buna karşın insana tad ve ruhî sevinç veren eylemler de vardır ki, bunlar da insana ruhî hazlar kazandıran eylemler kapsamındandır itikad ve iradî eylemlerden değildir.
Oysa "felsefeciler" ve onların yolundan giden bazıları şöyle diyorlar:
"Tad, güzel ve uygun olanın algılanmasıdır, acı ise insana nefret veren şeyin algılanmasından doğan bir duygudur."
Bu görüş yanlıştır; çünkü tad ve acı, insan
ruhuna uygun ve aykırı düşen eylemlerin algılanması ardından meydana gelen iki
farklı durumdur.
Meselâ sevgi, insan ruhuna hoş gelen bir duygudur.
İstekle yenilen yemek gibi.
Burada üç farklı durum söz konusudur:
1 - Sevgi; örnek yemeğe istek duymak.
2 - Bu yemekten meydana gelen tad. Oysa tad isteğe ve yemeğe istek duyan kimsenin zevkine terstir. Belki tad, yemeğe istek duyan kimsenin tatmasının meydana gelmesidir; iştiha duyanın bizatihi tatması değil.
Mekruh (hoş görülmeyen) şeylerde de durum aynıdır. Sözgelişi bir şeyi çirkin görmek bir şeydir, onun meydana gelmesi ise başka bir şeydir.
3 - Bu çirkin olan
eylemden ruhsal acının meydana gelmesi ise üçüncü bir durumdur.
Allah sevgisine ehliyet kazanmış arif kimselerin elde ettikleri nimet ve sevinçler de aynı kapsama dahildir.
Meselâ onların Allah için sevmeleri bir durum, sevgilinin anılmasından meydana gelen sevab başka bîr durum; bu zikir ile ruhsal bir lezzetin meydana gelmesi ise üçüncü bir durumdur.
Kuşkusuz sevgiliyi duyumsamak için sevginin bulunması şarttır. İştihayı duyumsamak için şehvetin şart olması gibi.
Ne var ki tad almada şart koşulan duyumsama, sevgide şart koşulan duyumsama biçiminden farklıdır.
Bu ikinci duruma algılama, zevk alma, vecd ve visal hali denilir, bâtınî olsun zahirî olsun sevgilinin algılanabilmesi durumu bu kavramlarla anlatılır. Daha sonra bu algılama zevki, tad almayı gerektirir. Lezzet ise açıktan ya da gizli olarak canlı kimsenin duyumsadığı bir durumdur.
Nitekim Resûlullah bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Allah'ın Rablığına, İslâm'ın din olduğuna ve Muhammed'in Nebîliğine razı olan ve bunları kabul eden kimse imanın lezzetini tadar."
(Müslim, Kitâb-ül-İman, c. 1, s. 62; Beyhâkî, Şu'ab'ül-İman,
H. 195)
Öte yandan Buhârî ve Müslim'in kaydettiği bir hadiste ise Resûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) aynı konuda şöyle buyurmuştur:
"Şu üç özelliğe sahip olan kimse imanın lezzetini duyar."
1 - Allah ve Rasûlü, kendisine her şeyden daha sevgili olan kimse,
2 - Bir kimseyi yalnız Allah için seven kimse,
3 - Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmaktan daha tehlikeli bulan kimse."
(Buhârî, Kitab-ül-İkrâh, c. VIII, s. 56; Müslim, K. İman c.
1, H. No 67-68; Beyhâki, Şu'ab'ül-İman, H. No 401)
Bu hadislerinde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem):
"Allah'ın Rablığına İslâm'ın din olduğuna ve Muhammed'in nübüvvetine rıza göstererek onları kabul eden kimsenin imanın tadını tadacağını; Allah'ı ve Resûlü'nü her şeyden daha çok sevmeyi başaran, bir kişiyi başka bir amaçla değil yalnızca Allah için seven; imanın karşıtı olan küfre düşmeyi ateşe düşmek kadar çirkin ve tehlikeli bulan kimsenin yüreğinde imanın tadını bulacağını", açıklamaktadır.
İşte bu imanı sevmek, küfrü çirkin ve tehlikeli görmek, rıza ve kabulün imanın lezzetini tatmayı gerekli kıldığı gibi imanın lezzetini gerekli kılar. İşte asıl lezzet budur.
Burada kastedilen lezzet kalpte meydana gelen tasdik ve marifetin bizzat kendisi değildir; bunun gibi kalbde husule gelen sevginin kendisi de değildir. Bilâkis bu tasdik ve marifetin sonucu, onun semeresi ve gerekçesidir.
Bu kavramlar birbirini gerekli kılan olgulardır.
Ruhsal lezzet ancak sevgi ve zevkin bulunması durumunda meydana gelir. Şayet böyle olmazsa, kim bir şeyi sever lâkin ondan bir zevk duyamazsa bu sevgiden hiçbir tad
alamaz. Tıpkı istekle yemek yediği halde ondan bir zevk alamadığı gibi.
Ya da bunun tersi durum olursa, yani bir kimse
sevmediği bir şeyi tatsa, istemediği bir duyguyu tattığı zaman olduğu gibi,
bundan da bir tat alamaz. Ancak insan bir şeyin sevgisi ve zevkini bir araya
getirebildiği zaman, bundan sonra bir lezzet meydana gelir ve o kimse de o
lezzeti tadabilir.
Şayet insan birisine buğz etse ve bu buğzun zevkini tatsa, bundan acı meydana gelir. Sözgelişi günaha buğzeden
(kızan) kimse onu yapmazsa pişman olmaz.
Günaha kızmayan kimse onu işlediğinden dolayı
pişmanlık duymaz.
İnsan günahı işlediği ve onun, kızdığı eylemlerden/amellerden olduğunu ve kendisine dünyada ve âhirette zarar vereceğini anladığı zaman, bu günahı işlediğinden dolayı büyük bir pişmanlık duyar.
Nitekim Müsnedde İbn Mes'ûd, Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
" Pişmanlık bir çeşit tevbedir."
(Ahmed, el-Müsned, c. I, s. 376, 223-433; El-Hâkim, c. IV, s. 242; El-Beyhâkî, Şu'ab'ül-İman, Tevbe
babı, 47. Şube)
|