Gerçek olan şu ki:
Diri olan bir varlığın
eğilim duyduğu bir, varlığa karşı sevgi, nefret ettiğine ise kin beslememesi
düşünülemez.
Buna rağmen: "canlı olan bir varlığın yanında bütün ölçüler
eşittir", derse bu kimse şöyle düşünen iki çeşit insandan birisidir:
- Bu kişi ya
ne söylediğini düşünemeyecek kadar cahil bir kimsedir.
- Ya da kendisini büyük
gören inatçı bir kimsedir.
Farzedilse ki insanın başına öyle bir hal geldi ki
aklını yitirdi -böyle bir duruma ister mahv, ister fena, ister ğaşıy isterse
da'f denilsin farketmez- bu durum insan benliğindeki duyuları tamamen yok etmez.
Bilâkis o kimse sevdiği varlığa
karşı eğilim duyma, nefret ettiğine ise kin duyma hislerine sahiptir.
Bazı şeylere karşı beslediği
insanî duygularda bir düşüş söz konusu olsa bile, bu, söz konusu insanın bütün
insanî duyularını yitirdiği anlamına gelmez.
Kim, "rubûbiyetin tevhidini (birliğini)
müşahede eden kimse cem ve fena makamına girer de artık bir şeyi diğerinden
ayıramama makamı olarak bilinen "fark" makamını müşahede eder", diye inanırsa bu kimse
yanılmıştır.
Durum ne olursa olsun, aksine bir şeyi diğerinden ayırt etme durumu
mutlaka gereklidir; çünkü bu zorunlu olan bir husustur. Ne var ki, bir kimse şerî bir hususta farketme sınırlarını aşarsa bile, tabiî olarak farketme
sınırlarında kalır.
Bu durumda Mevlâ'sına itaat eden birisi değil de hevâsına
uyan bir kimse olur.
Bu "fark" meselesi Cüneyd (Bağdadî) ile dostları
arasında gündeme gelince Cüneyd onlara "İkinci fark" makamını anlattı.
İkinci fark makamı: emredilenle sakıncalı olan, Allah'ın sevdiği ile hoş görmediği
şeylerin arasını ayırdetme makamıdır.
Bu makamda olan kimsenin kapsayıcı kaderi (kader-i
câmî) müşahede etmesiyle olur.
Bu makamda olan kimse kapsayıcı kader
hususunda bir şeyi diğer bir şeyden ayırdetme yasasını müşahede eder.
Aksi
takdirde emredilenle sakıncalı olan arasını ayırd edemeyen kimse İslâm dininden
çıkar.
Bu "cem" konusunda konuşan kimseler (Cüneyd ve
çevresi) şer'î fark sınırlarının dışına tamamen çıkamazlar.
Şayet şer'î farkın
(şeriat ölçülerine göre bir şeyi diğerinden ayırdedebilme melekesi) dışına
çıkarlarsa en şerli kâfirlerden olurlar.
Çünkü bu kimseler artık Resul ile
diğerlerinin arasının aynı düzeyde olduğuna kanaat edecek, vahdet-i vücûd
düşüncesini benimseyecek duruma gelmiş kimselerdir. Bu noktada yaratanla
yaratılan arasını ayırd edememektedirler.
Ancak bu görüşte olan kimselerin tamamı
işi "ilhad" noktasına vardırmamışlar, bilâkis bir durumdan diğerini
ayırdetmişlerdir.
Böylelikle zaman zaman kıble ehli olan diğer normal müslümanların yaptığı gibi bazan Allah'a ve elçisine itaat ederken bazan
da Allah'a ve elçisine âsî olmuşlardır.
Bu hususlar, başka konularda genişçe anlatılmıştır.
|