بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Tefsircilerin hatası

 

Yusuf (a.s.) peygamberle ilgili olayların anlatıldığı sûrede şöyle bir âyet zikredilmektedir:

"Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefis, daima kötülüğü emreder. Rabb'imin rahmet ettiği nefis hariç" (Yusuf, 12/5)

Bu söz azizin karısına ait bir sözdür. Bunun böyle olduğuna bizatihi Kur'ân'ın açıklamaları işaret eder; bu hususta Kur'ân'ı derinlemesine düşünen kimse kuşku duymaz.

Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır bu konuyla alâkalı olarak:

"(Elçi bu yorumu getirince) kral: "Onu bana getirin!" dedi. Elçi, Yusuf un yanına gelince'(Yusuf): "Efendine dön de ona sor, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? (Bunu ortaya çıkarsın). Şüphesiz Rabbim, onların tuzaklarını biliyor." dedi.

"(Kral, kadınlara): "Yusuf un nefsinden murad almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?" dedi. Dediler ki:"Hâşâ, Allah için söylemek lâzım, biz ondan hiçbir kötülük görmedik!" Azizin karısı da: "İşte şimdi hak yerini buldu,ben onun nefsinden murad almak istemiştim. O tamamen doğrulardandır!" dedi.

"(Gerçeği söyledim ki Yusuf) benim, kendisine arkadan hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmayacağını bilsin."

"Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, daima kötülüğü emredicidir. Rabb'imin rahmet ettiği nefis hariç Rabb'im gafur ve rahimdir." (Yusuf, 12/50-53)

Bu sözlerin tamamı, azizin karısına ait sözlerdir. Çünkü Yusuf (a.s.) o sırada hapisteydi ve henüz kralın huzuruna çıkarılmış değildi. Daha önce kralı ne görmüş ne de konuşmasını dinlemişti. Fakat suçsuzluğu, kendisinin gıyabında ortaya çıkmıştı. Aziz'in karısının dediği gibi:

"Benim kendisine arkasından hainlik etmediğimi bilsin."

Yani o benim yanımda değilken ona ihanet etmeyeyim. Oysa ben onun yanında bulunduğum sırada onu arzulamıştım. Aziz'in karısının bu itirafı üzerine:

"Kral: "Onu bana getirin dedi, onu kendime özel dost edineyim" Kendisiyle konuşup ondaki tutarlılığı görünce Yusuf a: "Sen, dedi, artık bugün yanımızda mevki sahibi güvenilir bir kimsesin." (Yusuf', 12/54) dedi.

Ayetler böylesine açık olmasına rağmen, tefsircilerin çoğu yukarıda 53. âyette sözü edilen ifadelerin Hz. Yusuf a ait sözler olduğunu söylemişler. Bazısı sadece bu görüşü benimsemiş ki bu son derece tutarsız bir görüştür; kesinlikle bir delile dayanmıyor. Aksine görüşün yanlışlığına işaret eden deliller vardır. Bu konuda, başka yerlerde genişçe söz edilmiştir.

Buraya kadar tüm anlattıklarımızla şu neticeye varmayı amaçlamıştık:

Hz. Yunus kıssası, onun kınanmasına ve ayıplanmasına neden olan bütün suçların bağışlandığı, bu vesile ile Allah'ın onları iyiliklerle değiştirdiği ve onun derecesini yükselttiğini de içermektedir. Yunus (a.s.) balığın karnından çıktıktan sonra, onun yaptığı tevbe, derece bakımından, o hataya düşmezden önce bulunduğu noktadan daha yüksek bir noktaya erişmiştir.

Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususu şöyle açıklamaktadır:

"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak Allah'a seslenmişti."

"Eğer Rabb 'inden ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak çıplak bir yere atılırdı."

"Fakat Rabb'i onun duasını kabul etti de sâlih kullardan eyledi." (Kalem, 68/48-50)

Bu son durum, balığın yutma durumunun tersidir. O dönemle ilgili olarak Kur'ân şu bilgiyi vermektedir:

"(Yunus, Rabb 'inden izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için) kendi kendisini kınarken denize attılar ve balık onu yuttu." (Saffât, 37/142)

Bu âyet Yunus peygamberin kınanma durumunda bulunduğu dönem hakkında bilgi vermektedir. "Kınanmış", kınanacak bir eylemde bulunmuş kimse demektir. Bu kınanmış durumda bulunan Yunus, yerilmiş olarak çıplak yere atılacağı durumda ve dönemde değildir. Bu son dönem onun şu duayı söylediği dönemdir:

"Senden başka ibadete layık ilâh yoktur; Senin şanın yücedir, ben zalimlerden oldum."

Bu durum Hz. Yunus'un daha önce bulunduğundan daha yüksek konumda olduğu bir durumdur. Zira itibar (dikkate alınması gereken nokta) başlangıç noktasındaki geçirilen evrelere değil, son olgunluk (kemâl) noktasınadır; ameller sonuçlarına göre değerlendirilir.

Allahu Teâlâ insanı yaratıp onu annesinin karnından hiçbir şey bilmeyen bir varlık olarak çıkardı; sonra ona bazı bilgiler öğreterek eksik bir durumdan peyderpey kemâl noktasına ulaştırdı. Öyle ise, insanoğlunun olgunluk dönemi öncesinde geçirdiği evreyi dikkate almak doğru değildir. İtibar, insanın olgunluk döneminedir. Onun için Yunus peygamber  ve onun dışındaki tüm peygamberler ömürlerinin son dönemlerinde kişiliklerinin en yetkin noktalarına ulaşmışlardır.

Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz:

Melekleri peyamberler ve diğer sâlih kullardan üstün kabul eden kimseler, bu tercihlerinde yanılgıya düşmüşlerdir. Çünkü onlar melekleri, sâlih kimselerin yaşamlarının başlangıçtaki eksik , dönemlerini dikkate alarak, meleklerin daha kâmil olduklarına itibar etmişler, ama yanlışa düşmüşler; oysa peygamber ve sâlih kimselerin kendilerindeki eksikliklerin tamamını giderip Rahman'ın rızasını kazanarak cennete girdikleri, orada her türlü rahmete ve esenliğe ulaşıp orada yerleştikleri dönemden sonrasına itibar etselerdi bu yanlışa düşmezlerdi. Ki onların cennetteki durumunu Kur'ân şöyle anlatmaktadır:

"Melekler de her kapıdan yanlarına vararak: "Sabretmenize karşılık selâm size; yurdun sonu ne güzel derler." (R'âd, 13/23-24)

Söz konusu kimselerin bu âyette anlatılan dönemi dikkate alındığında, onların diğer tüm yaratıklardan daha üstün oldukları ortaya çıkar. Böyle yapılmazsa akıllı bir kimsenin, sözü edilen kimselerden her birisinin övülme, üstün kılınma, her türlü eksikliklerden ve ayıplardan uzaklaşarak, övülecek en yetkin noktaya ulaştıkları dönemden öncesini dikkate alıp ona göre değerlendirmede bulunması ve yargıya varması doğru olur mu?

Şayet bu dönem dikkate alınıyorsa, onlardan her birisinin önce meni, sonra embriyo (alâka) sonra bir tutamlık şekilsiz et parçası, sonra kendisine ruh üflendiği, ardından bebek olarak doğduğu, emzirildiği, çocuk olduğu bütün dönemler sonuna dek dikkate alınmalıdır.

Bütün bu dönemleri dikkate alan herkes, söz konusu dönemlerin olgunluk ve faziletlilik hususunda en kâmil noktaya ulaşıp bu iltifatlara liyakat kazandığı olgunluk noktasına ulaşmadığını bilir; söz konusu evrelerden geçen insan, kemâle erme olgusu meydana geldiğinde ancak son dönüşüm noktası dikkate alınarak faziletli olduğuna karar verilir.

 

İÇİNDEKİLER

İKİNCİ BÖLÜM