بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Tevbe, mağfiret ve sevgiye vesiledir

 

Biliyoruz ki, mü'minler arasındaki sevgi ve dostluk, tamamen onların Allah için sevme esasına göre olur. Çünkü:

İmanın en güvenilir bağı Allah için sevmek, Allah için öfkelenip nefret etmektir.

- Zira Allah için sevmek "tevhidin" olgunluğundan kaynaklanır;

- Buna karşın Allah ile beraber başka bir varlığı sevmek ise "şirktir".

Yüce Allah bu hususu şöyle açıklıyor:

"İnsanlardan kimi vardır ki Allah'tan başka ortaklar edinirler; Allah 'ı sevdikleri gibi onları severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler." (Bakara, 2/165)

Peygamber ve mü'minler ile düşman olan müşrikler arasında meydana gelen bu sevgi, Allah için oluşan bir sevgi ve dostluk idi. Zira kim Allah'ı severse Allah da onu sever, kim Allah'ı dost edinirse Allah da onu dost edinir.

Biz biliyoruz ki: Allah, o kimseler tevbe ettikten sonra, onlar O'nu sevip dost edindikleri gibi, O da onları sevmiş ve dost edinmiştir.

Hal böyle iken nasıl şöyle denilebilir:

"Tevbekâr olan kimse Allah'ın sevgisini ve dostluğunu değil, yalnızca onun mağfiretini elde edebilir?!"

Şimdi biri çıkıp şöyle sorabilir:

Sözü edilen bu kimseler kâfir idiler yaptıklarının haram olduğunu bilmiyorlar, belki cahil idiler. Oysa yaptığının haram olduğunu bilip de yapan kimsenin durumu bunun tersinedir?

Buna iki biçimde cevap verilebilir?

1 - İş söylendiği gibi değildir. Bilâkis kâfirlerin birçoğu Muhammed'in Allah Resulü olduğunu biliyorlar fakat kıskançlıkları ve kibirleri yüzünden O'na düşmanlık ediyorlardı.

 Nitekim Ebû Süfyân, daha henüz Ümeyye b. Ebis-Salt ve Rûm Kralı Hirakl gibi isimler duymazdan önce Hz. Peygamber'in peygamberliği haberini duymuştu. (Bkz. Buhari, K. İman, c. 1 s. 5-7)

Ebû Süfyân'ın anlattığına göre, Rasûlullah'ın peygamberliği konusunda henüz kesin bir kanıya varmamıştı. Rasûlullah'ın emri yakında aşikâr olacak, böylelikle o peygamberi hoş karşılamadığı halde Allah onu İslâm'a sokacaktı.

 Nitekim Yermûk savaşının yapıldığı yıl bu büyük düşmanlıktan sonra ondan ve başkalarından, İslâm'ın güzelliğine, Allah ve Resulü için sevdiğine işaret eden ifadeler duyuldu. (Bkz. El-İsâbe, c. II, s. 173)

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor, böyleleri hakkında:

"Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha duâ ve ibâdet etmezler. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezasını bulur."

"Kıyamet günü O'nun için azab kat kat yapılır ve o azabın içinde hor ve hakir olarak kalır."

"Ancak tevbe edip inanan ve sâlih amel işleyenler işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Furkân, 25/67-70)

Allah onların kötülüklerini iyiliğe değiştirdiği zaman iyilikler, Allah'ın onları sevmesini gerektirir. Öte yandan kötülüklerin iyiliklere değiştirilmesi sadece kâfir olup sonradan müslüman olanlara özgü bir muamele değildir.

Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Allah'a göre şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler, işte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nisa, 4/17)

Ebû'l-Âliye şöyle diyor:

"Rasûlullah'ın sahabesine bu âyetin gerekçesi ve içeriği ile ilgili soru sorduğumda bana şu karşılığı verdiler:

"Cahil olarak Allah 'a isyan eden, ölümden önce, günahının hemen ardından tevbe eden herkes bu âyetin içerdiği anlamın kapsamına dahildir." (Taberî, Tefsir, c. IV, s. 298)

2 - Tevbe edenle, Allah'ın tevbe edenlere duyduğu sevgi ile tevbe eden arasındaki bir farktan söz edilmektedir ki bunun hiçbir temeli yoktur. Aksine kitab ve sünnet Allah'ın tevbe edenleri sevdiği, tevbe edenlerin tevbesi nedeniyle sevinç duyduğuna işaret eder. Bu kişilerin yaptıklarının günah olduğunu bilerek yapmaları ile bilmeyerek yapmaları arasında tevbe açısından hiçbir fark yoktur.

 

İÇİNDEKİLER

İKİNCİ BÖLÜM