بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Tevbekâr olana gereken

 

Yaptığı eylemin, amelin günah olduğunu bilip ardından tevbe eden kimseye gereken, yaptığı amelden ötürü kınanmayı mûcib niteliğini övgüye değer bir niteliğe değiştirmektir.

"Hakka" öfkelendiği zaman onu sevmesi,

"Bâtılı" sevdiği zaman ona da hiç zaman yitirmeden öfkelenmesi gerekir.

 Nitekim tevbekâr olan kimsenin:

Hakkı hak olarak bilip onu yapması, bâtılı da bâtıl olarak bilip ona öfkelenip ondan kaçması, yüce Allah'ın sevdiği ve razı olduğu amellerdendir.

Zira Allah'ın sevgisi, kulun O'nun sevdiği amelleri yapmasına göredir. Her kim Hakk'ın sevdiği  fiillerden en büyüğünü yaparsa Hakk'ın da O'na olan sevgisi o derece büyük olur.

Kişi, Hakk'ın çirkin gördüğü bir kimse konumundan, üzerinde bulunduğu bâtıldan nefret etmesinin gücüne göre, O'nun sevdiği bir konuma geçer.

Sevgisinin gücüne göre, Hakkın sevgisi de ona intikal eder. Hakk'ında ona, o nisbete bir sevgi duyması gerekir. Belki Allah kötülüklerini bile iyiliklere değiştirir. Çünkü o kimse kınanmayı gerektiren durumunu övülmeye lâyık bir duruma çevirmişti. Bu yüzden Allah da onun kötülüklerini iyiliklere çevirir. Çünkü ceza (karşılık), eylemin cinsindendir. Bu takdirde tevbe eden kimsenin Hakk'a sevimli olarak yaptığı eylem, amel başkalarının yaptığından daha büyük olursa, Hakk'ın ona olan sevgisi de o nisbette büyük olur.

Bunun gibi Allah, kendisinden yapmasını istediği için bir amelde bulunduğu zaman bu amel, eylem tevbe etmeden önce Allah adına yaptığı amellerden daha yüce olursa, Allah'ın tevbe ettikten sonra ona olan sevgisi ve dostluğu da, tevbe etmeden önce olan sevgi ve dostluğundan daha yüce olur. Böyle iken sevgi ve dostlukla geriye dönüş yoktur, denilebilir.

Bu açıklamalarla şöyle diyen kimsenin şüphesine açıkça cevap verilmiş oldu:

"Allah, peygamberlik kendisine verilmeden önce masum olmayan hiçbir peygamber göndermemiştir."

Bu görüş bazı râfızî ve diğer grupların savunduğu bir görüştür. Şöyle diyenlerin görüşü de aynı nitelikte bir görüştür.

"Allah, nübüvvetten önce mü'min olmayan hiçbir peygamber göndermemiştir."

Bu görüşü savunan kimseler, işleyen kişi tevbe etse de günah işlemenin bir eksiklik olduğunu vehmediyorlar. Bu nokta onların yanlışa düştüğü noktadır. Kim günah işleyen kişinin bir daha geriye dönmemek üzere tevbe etmesine rağmen,eksik olduğunu sanırsa, o kimse büyük bir yanlışa düşmüştür. Çünkü kınama ve ceza, günahkâr olan kimseye lâyıktır. Tevbe eden kimsenin bu tür karşılıklar görmesi doğru değildir. Fakat tevbeyi önceye alırsa, ona bu gibi karşılıklar reva görülmez; ama tevbeyi ertelerse tevbe ile günahın işlenmesi arasında geçen süre içerisinde durumuyla örtüşen bir kınama ve cezaya çarptırılabilir.

 

İÇİNDEKİLER

İKİNCİ BÖLÜM