"İmân" kelimesi tek olduğunda zâhîrî (görünen) ve bâtınî ameller, onun anlam örgüsüne girer.
İman şöyle tanımlanmıştır.
"İman söz ve amelden
ibarettir." Yani:
1 - Kalbin ve
2 - Dilin sözü,
3 - Kalp ve
4 - Organların amelidir.
Nitekim Buhârî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir hadiste şöyle buyurmuş
Rasûlullah (s.a.v.):
"İman, yetmiş parçadan
müteşekkil bir dizgedir.
En yücesi, "Lâ ilâhe İllallah -Allah'tan
başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur-" sözüdür.
En düşük
değerde olanı ise yol üzerinde, insanlara zarar veren nesneleri yok etmektir.
Haya imandan bir parçadır."
(Hadisin aslı da tam tamına
böyledir. Müslim, hadisi iman bölümünde nakletmiş)
Aynı konuyu âyet-i kerîme şöyle açıklamıştır:
"Gerçekten iman eden o kimselerdir ki, Allah'a ve
elçisine iman ettiler, sonra şüphe etmediler; Allah yolunda mallarıyla ve
canlarıyla cihad ettiler. İşte sâdık olanlar yalnızca onlardır."
(Hucurât,
49/15)
Diğer bir âyet aynı konuyu şöyle işlemekte:
"Gerçekte iman edenler yalnızca şu kimselerdir ki:
Allah anıldığında kalpleri titrer; O'nun âyetleri, kendilerine okunduğunda
imanlarını artırırlar ve yalnızca Rab'lerine güvenirler."
"Ayrıca onlar namazı dosdoğru kılarlar; kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler."
"İşte gerçek inananlar onlardır."
(Enfâl, 8/2-4)
Başka bir âyette ise:
"Mü'minler o kimselerdir ki Allah'a ve
peygamberlerine inanmışlardır. Rasûlullah ile beraber bulundukları zaman ondan
izin almadan gitmezler." (Nûr, 24/62)
Allah Resûlü'nün Abdulkays'ın elçilerine söylediği
gibi, "Mutlak iman" kavramına, "İslâm" kavramı da dahildir. Sözgelişi Rasûlullah
şöyle buyurmaktadır:
"Size Allah'a iman etmeyi emrediyorum; Allah'a iman
etmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz?
-"Lâ ilâhe İllallah Muhammedun Rasûlullah'a"
-Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın
rasulü olduğuna-" şehâdet etmek,
- Namazı kılmak,
- Zekâtı vermek,
- Ganimet olarak aldıklarınızdan beşte birini
vermenizdir."
(Buhârî, Kitab-ül-İman, c. 1, s. 19; Kitab-ül-İlim,
c. I, s. 30; el-Âhâd, c. VIII, 136 Müslim, Kitab-ül-İman, c. 1, s. 47; Beyhâkî
Şu'ab'ül-İman, H. No 18)
Buradan hareketle Selef:
"Her mü'min, müslümandır, ancak her Müslim mü'min değildir." demiştir.
Fakat "iman" kavramı "amel"
veya "İslâm" kavramlarıyla birlikte kullanıldığında şu âyette buyurulduğu gibi araları ayrılır:
"Onlar ki iman etti ve sâlih amel ettiler."
Bu tür ifadeler Kur'ân'ın birçok yerinde
kullanılmıştır.
Öte yandan, Cebrail'in kendisine sorması üzerine
Rasûlullah "İslâm", "iman" ve "ihsan" kavramlarını şu şekilde açıklamıştır:
"İslâm:
-
Allah'tan başka kulluk
(ibadet) yapılacak bir
mabud ,
merci bulunmadığına, Muhammed'in
O'nun kulu ve Rasulu olduğuna şehâdet etmek,
-
Namazı dosdoğru kılmak,
-
Zekâtı vermek,
-
Ramazan orucunu tutmak ve
-
Gücün
varsa Hac yapmaktır (Kabe'yi
ziyaret etmektir.)"
(Buhari, c.1, s. 18; Müslim, c. 1, s. 39; Ebû
Hüreyre'den. Ancak Müslim aynı hadisi tek olarak Ömer b. Hattâb'dan, aynı
koşullar ile rivayet etmiştir. Geniş açıklama için bkn. Şu'ab-ül-İman, s. 19)
Rasûlullah'ın bu açıklaması üzerine Cebrail (a.s.)
yine soruyor:
"O zaman iman nedir?"
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevaplıyor bu soruyu
da:
"Allah'a
iman etmek,
- Meleklerine,
- Kitaplarına,
- Peygamberlerine,
-
Ahiret
gününe
(Öldükten sonra yeniden dirilmeye),
-
Kadere
(O'nun hayrına ve şerrine),
hayrın da şerrin de yaratıcısının Allah olduğuna
iman etmektir.
"
Son olarak:
"İhsan nedir?" sorusunu soruyor Cebrail
(a.s.).
Rasûlullah bu soruyu şöyle bir tanımla cevaplıyor:
"İhsan",
Sanki Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na itaatla kulluk /
ibâdet
etmendir. Zira sen onu görmüyorsan da, O'nun seni gördüğünü
bilmelisin"
Bu hadiste "İslâm", "iman" kavramlarının arası,
ikisi de birbirine yakın anlamlar içerdiği için ayrılmıştır. Ve burada "İslâm"
kavramı, tek başına kullanıldığı için "İman" kavramına dahil edilmiştir:
"Amel" kavramı da bunun gibidir. Çünkü yukarıdaki
hadiste söz konusu edilen "İslâm" kavramı "amel"
den kaynaklanır. Ayrıca
görünürde yapılan eylem / amel, kalbin imanın ve onun gerekli kıldığının bir
göstergesidir.
Kalpte iman vücut bulduğu zaman buna bağlı olarak organlarda da
imanın alametlerinin tezahür etmesi zaruridir.
Kalbin imanı denildiğinde, bunun
kalbin tasdiki ve boyun eğmesinden kaynaklanması demektir. Şayet böyle değil de,
bir kimse, kalbi ile Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu tasdik ettiği halde,Ona buğzediyor, Onu kıskanıyor ve O'na uymayı
kendisine yediremiyorsa, o kimsenin kalbi gerçek anlamda iman etmiş değildir.
"İman" kelimesi "tasdik" anlamını içeriyorsa da,
onunla eş anlamlı değildir. Sözgelişi bir olguyu tasdik eden herkese, o kişi,
tasdik ettiği olguya iman etmiştir, denilemez. Öte yandan eğer bir kimse:
"Ben
"bir" in, "iki" nin yarısı olduğunu; göğün üstümüzde, yerin altımızda olduğunu vb.
insanların gözlemlediği ve bildiği şeyleri tasdik ederim." derse, o kimse tasdik
ettiği şeye iman etmiştir, denilmez. Aksine "iman" kavramı, sadece gaybî olgular
hakkında verilen haberlerin tasdik edilmesi halinde, muhtevasına uygun anlamım
ifade etmiş olur. Hz. Yusuf un kardeşlerinin sözlerinde olduğu gibi.
"Sen bize iman etmezsin biz doğru olsak bile"
(Yusuf, 12/17)
Zira, onlar, Hz. Yakub'a, kendisinin görmediği
birşeyi haber vererek, O'na iman edenle, Onunla iman eden arasını ayırt
ediyorlar. Bunlardan birincisi, haber veren için söylenir, ikincisi ise, kendisi
ile haber verilen için kullanılır. Yusuf un kardeşlerinin söylediği gibi:
"Sen bize inanmıyorsun."
Başka bir âyette bu meseleye şöyle değiniliyor:
"Kavminden genç bir nesil hariç Musa'ya inanmadılar."
(Yunus,
11/83)
"İçlerinden bir kısmı da peygambere sıkıntı
verirler: O her söyleneni dinleyen bir kulaktır," derler. De ki: "O sizin için
bir hayır kulağıdır. Allah 'a inanır, mü'minlere inanır."
(Tevbe, 9/61)
Görüldüğü gibi âyette Allah'a iman etmekle,
mü'minlere inanma kavramları ayırdedilmiştir. Anlatılmak istenen, mü'minler, birşeyi
haber verdikleri zaman doğrulamasıdır.
Allah'a inanmasına gelince; bu O'nu "ikrar"
etmesi babındandır.
Cenâb-ı Hakkın Fir'avn ve ileri gelenleri hakkındaki
sözü de bu bağlamdadır:
"Bizim gibi iki beşer olana mı inanacağız."
(Mümin'ûn, 23/47)
Yani onların ikisinin doğruluğunu mu ikrar edip,
tasdik edeceğiz, demektir.
Bu muhtevada olan bir diğer âyet ise şudur:
"Şimdi ey mü'minler, bunların size inanmalarını mı
umuyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grub vardır ki, Allah'ın kelâmını duyarlar
da, düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi." (Bakara,
2/75)
Diğer bir örnek:
"Bunun üzerine Lût ona inandı ve kavmine dedi ki:
"Ben Rabb'imin buyurduğu yere göçeceğim." (Ankebût, 29/26)
"İman" kavramının başka bir kullanım biçimi de şu
âyettir:
"Onlar ki gayba (görüp gözlemleyemediklerine)
inanırlar." (Bakara, 2/3)
Şu âyet de bu kavramın kullanılmasına diğer bir
örnektir:
"Resul, Rabb'inden kendisine indirilene iman etti,
mü'minler de hepsi birlikte Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Resullerine
inandılar. Resullerden hiçbirisini diğerinden ayırmayız."
(Bakara, 2/285)
Aynı paralelde diğer bir misâl:
"Birr (ergenlikte son noktayı bulmak) Ancak o
kimsenin birre ulaşmasıdır ki: "Allah'a âhiret gününe, meleklere, kitaba ve
Peygamberlere inandı." (Bakara, 2/177)
Yani bu ilkeleri ikrar ettiler. Buna benzer
ifadeler, Kur'ân'ın birçok yerinde yer almıştır.
|