Rafizi
müellif şöyle diyor:
“İmamiyye mezhebi Allah (c.c.)'ın âdil, İşlerinde hikmetli
olduğuna, kötü bir şey yapmadığına, zulmetmediğine, insanlara karşı merhametli
olup, onlara faydalı olanı yarattığına inanır...
Sonra Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in vefatıyla peygamberliği imametle devam ettirdi.
Böylece hata ve unutkanlıklarından emin olmaları için insanlara ma'sum imamlar
tayin etti. Tâ ki, Allah (c.c.) âlemi lütuf ve
merhametinden paysız bırakmasın.
Rasulullah'ı risaletle görevlendirince
Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) da
o ağır vazifeyi yerine getirdi. Kendisinden sonra halifenin Ali (r.a.), sonra
sırasıyla oğlu Hasan, Hüseyin, Hasanın oğlu Ali, Muhammed, Ca'fer, Musa b.
Ca'fer, Ali b. Musa, Muhammed b. Ali el-Cevad, Ali b. Muhamed el-Hâdi, Hasan b. Ali el-Askeri ve Muhammed b. el-Askeri
olduğuna hükmetti. Aynı zamanda Rasulullah vefat etmeden önce imamet için
vasiyyet etti.
Ehl-i Sünnet ise bütün bunların aksini iddia ederek şöyle diyorlar:
Allah (c.c.)'ın fiillerinde adalet ve hikmet aranmaz. O'nun kötülüğü
işlemesinin caiz olduğunu, işlerinin bir hikmete mebni olmadığını, zulüm
edebileceğini, kularına yararlı olanı değil de hakikatte bozuk olanı -âsîlik ve küfür gibi- yaratmasının caiz olduğunu söylediler.
Ehl-i Sünnet devamla; Âlemde meydana gelen bütün
bozuklukların kaynağı (haşa!) Odur. İtaatkâr sevaba
müstahak olmadığı gibi, isyankâr da mutlak olarak cezaya müstahak değildir.
Peygamberi ta'zib eder, firavunu mükafatlandırır.
Peygamberler ma'sum değildir. Onlardan hata, isyan ve yalan sâdır olabilir.
Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) imam tayin etmeden vefat etmiştir. Ondan sonra
Ömer'in (r.a.) biatıyla ve Ebu Ubeyde, Salim mevla Ebi Huzeyfe, Useyd b. Hudayr
ve Bişr b. Sa'd'ın rızasıyla halife Ebu Bekir'dir. Ondan sonra Ebu Bekir'in (r.a.)
hükmüyle Ömer'dir. Sonra Ömer'in (r.a.) emriyle seçilen ve aralarında Osman'ın
da bulunduğu altı kişinin -bazılarının muhalefetine rağmen- hükmüyle Osman (r.a.),
sonra halkın biatıyla Ali (r.a.)'dir.
(Yani Ali'nin (r.a.) hilafeti
nass ile sabit değildir. Çünkü bu hususta nass yoktur. Ali (r.a.), Osman'ın (r.a.)
şehid edilmesinin altıncı günü olan Cuma gününde, halka karşı irad ettiği bir
hutbede şöyle demiştir:
Ey insanlar! Dikkatle dinleyiniz. Halife
tayin etme işi sizin işinizdir. Siz tayin etmediğiniz müddetçe bunda hiç
kimsenin hakkı yoktur. Her ne kadar önceleri Osman'ı (r.a.) tayin etmede
ihtilafa düşmüş isek de, şu anda dilerseniz bu işi uhdeme alacağım. Aksi halde
hiç kimseyi zorlamam...” Bu husustaki uzun bilgiyi Taberi 5/156-157
sahifelerinden almak mümkündür. Emirülmü'minin “Halife tayin etme işi sizin
işinizdir, onda kimsenin hakkı yoktur. Ancak tayin ettiğiniz müstesna” sözü
şiiler'in on üç asırdan beri bu hususta uydurdukları iddiaları tamamen yok
ediyor. Bu iddialarım “El-Avâsım Minel Kavasım” adlı eserin 142-143.
sahifelerinde açıkça görmek mümkündür.)
Sonra ihtilafa düşerek bazıları imamın Hasan , bazıları da Muaviye olduğunu sözlerine ekledikten
sonra, imameti ümeyye oğullarına tevdi ettiler ki, böylece kan dökülmeye
başladı.”
Ey Râfizî!
Ehl-i Sünnet ve râfizîlere nisbet ettiğin bu nakiller yalan ve tahrifle
doludur.
Adalet ve kader konusunu bu mevzulara sokmak, hem ehl-i sünnet hem de
râfizîler açısından da doğru değildir. Çünkü bu mevzuda her iki gurubun bazı
kimseleri ileri geri konuşmuşlardır. Şiilerden bazısı kadere inanır fakat
adalet ve kudretini inkar ederler. Ebu Bekir (r.a.),
Ömer (r.a.) ve Osmanın (r.a.) halifeliklerini kabul eden şiilerden bazısı
Allah (c.c.)'ın adalet ve kudretini de kabul ediyorlar. Bu ihtilafın kaynağı Mu'teziledir.
Rafizilerin Mufid, Musevî, Tûsî, Karacikî gibi üstadları bu fikirleri
mu'tezileden almışlardır. Halbuki ilk Şiilerin bu
hususta fikirleri yoktur. Bundan dolayı müellifin kader konusunu imametle
beraber zikretmesi doğru değildir. İmamiyyeden naklettiklerini de
açıklamamıştır. Halbuki imâmiler şöyle diyor:
“Allah
(c.c.)
canlıların hiçbir fiilini yaratmamıştır. Onların fiilleri Allah (c.c.)'ın kudreti ve
yaratması dışındadır. Allah (c.c.) bir sapığı hidayete erdiremez. Hidayete ermiş
birisini de zorla saptırmaz. İnsanlardan hiçbirisi Allah (c.c.)'ın hidayetine muhtaç
değildir. Belki Allah (c.c.) -onlara iyiliği ve kötülüğü göstermekle- insanlara
rehberlik etmiştir. İnsan Allah (c.c.)'ın yardımıyla değil kendi arzusuyla hidayeti
bulur...
Allah (c.c.)'ın hidayeti mümin ve kafirlere karşı
eşittir. Dini açıdan müminlerin kafirlere karşı daha
fazla bir nimetleri yoktur. Ebu Cehl'e verdiği hidayetle Ali'yi (r.a.) hidayete
erdirmiştir. Bir babanın iki çocuğuna para verip bunlardan birinin payını
hayra, diğerinin de şerre harcaması gibi... Allah (c.c.)'ın dilediği halde olmayan,
dilemediği halde olan şeyler vardır.”
Böylece Allah
(c.c.) için mutlak irade ve kudreti, her şeyi
içine alan yaratmayı kabul etmezler. Bunlar da mutezile görüşlerinin temelidir.
Bundan dolayı şiiler bu hususta iki ayrı görüş ileri sürerek ihtilafa
düşmüşlerdir.
|