Reddiyyeyi
kendisine yazdığımız İbnul Mutahhar şöyle diyor :
“İmâmiyye
Mezhebi kendisine uyulması vacip olan mezheptir.
Çünkü o, mezheplerin hak ve
doğruya en yakın olanıdır, İmamîler akaidde bütün fırkalardan ayrılmış ve kesin
olarak kurtuluşa ermişlerdir. Çünkü onlar dinlerini masum imamlarından
almışlardır. Diğer mezhepler ise ihtilafa düştüler, görüşleri çoğaldı. Onlardan
biri hakketmeden halifeliğe talib çıkarken diğerleri dünya menfaati için ona
biat ettiler. Bunlardan birisi Ömer b. Sa'd b. Mâlik'tir ki, emirlik ile
Hüseyin'e (r.a.) karşı çarpışma arasında muhayyer bırakıldığı zaman, Hüseyin'i
(r.a.) öldürecek olanın cehenneme gireceğini bilmesine rağmen şöyle demiştir:
“Vallahi
doğru söylüyorum. Bu işte düşünemiyorum. İki tehlikeli durum arasında şaşırıp
kaldım. Rey mülkünü mü terkedeyim? Hüseyin'i (r.a.) öldürme günahını mı
yükleneyim? Onu öldürsem doğrudan cehenneme gireceğim. Fakat Rey'de de gözüm
vardır. Bazılarına durum karışık geldi, dünyayı tercih ettiler ve ona uydular.
Yanlış düşündüler de hakkı bulamadılar ve Allah onları muaheze etti. Bir
başkaları yanlış anlayışa saplanarak, çoğunluğu orada gördükleri için onlara
biat ettiler. Hakkın çoğunlukta olduğunu zannettiler de, Allah (c.c.)'ın:
“Doğrusu
ortakların çoğu birbirine haksızlık ederler; ancak iman edip de sâlih amel
işleyenler müstesnadır. Bunlar da ne kadar az.”
(Sa'd:
38/24)
Ayetinden
de gafil kaldılar. Bir başkası da, hakkıyla halifeliği istedi. Ancak dünya
zînetine düşkün olmayan ve kurtuluşa eren azınlık ona biat ettiler. O azınlık
kendilerine emredileni yerine getirdiler. O emir de, hilafete öncelikle lâyık
olana itaat etmektir. Durum böyle olunca hakkı aramak ve görüş sahiplerinin
neye dayandıklarını öğrenmek gerekir. Ta ki hak yerini bulsun.
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“Haberiniz olsun, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”
(Hûd:
11/18)”
İbnul
Mutahhar, Rasûlullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra müslümanları dört
guruba ayırıyor.
Bu tamamen yanlıştır. Zira ashab-ı Kiramdan hiçbiri bu saydığı
sınıflara dâhil değildir. İddiasınca haksız olarak hilafeti isteyen
Ebubekir'dir (r.a.). Halifeliği haklı olarak isteyen de Ali'dir (r.a.). Bu
iddiası her ikisine de yaptığı bir iftiradır. Ne Ali (r.a.) ve ne de
Ebubekir (r.a.) halifeliğe talip çıkmıştır.
Râfizî
İbnul Mutahhar, diğer iki gurubu dünyaya ve kendi yanlış fikirlerine körü
körüne bağlı olmakla suçlamıştır.
Gerçekten
insanın hakkı öğrenmesi ve Ona uyması şarttır. Çünkü Yahudîler hakkı
öğrendikten sonra ona uymadıkları için kendilerine gazab inmiştir.
Hıristiyanlar da hakkı öğrenmek istemedikleri için sapıtmışlardır. Bu ümmet ise
bütün ümmetlerin en hayırlısıdır. Allah (c.c.) bu ümmet hakkında:
“(Ey Muhammed Aleyhisselâm ümmeti)
Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” buyuruyor.
(Âl-i İmrân, 3/110)
Bu
ümmetin en hayırlı olanları da Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın
muasırları, Ondan sonra sırasıyla onları takip edenlerdir.
Bu
hususta Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlar,
(İman ederek
Rasûlullah'ı görenlerdir.) Sonra Onları takip edenlerdir.”
(Buhari
Fedail: 1 , Şehadet: 9, Ebu Davud Sünnet: 9, Müslim Fedail: 210-214)
Ama
Râfizîler, bunlar hakkında yukarıda naklettiklerimizi iddia ediyorlar. Onları
ilim bakımından insanların en câhili, hevâ ve hevesine en çok düşkün olanı
kabul ediyorlar. Râfizîlere göre bu ümmetin Rasûlullah'tan sonra sapıtmış
olması gerekiyor.
Ey
Râfizi! Bu
anlattıkların sence Peygamberden sonra vuku bulmuşsa, ileride nakledeceklerin
ve onları delil olarak getirmeye çalışacağın diğer hususlar kim bilir nasıl
olacaktır?!
Ashab-ı
Kiram hakkında söylediğin, “Görüşleri, kötü arzuları adedince teaddüt etmiştir.
(çoğalmıştır)” şeklindeki iddiandan, Onlar çok çok uzaktırlar.
Ey
sapık! Bu
sözle kimleri kasdettiğini biliyor musun? Bu sözünle Allah (c.c.)'ın
haklarında:
“(İslâm'a ve dolayısıyla cennete
girişte) ileri geçerek birinciliği kazanan Muhacirler ve Ensar, bir de güzel
amellerle onların izinde giden mü'minler (var ya), Allah onlardan razı
olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır.” (Tevbe: 9/100),
“Muhammed
(a.s.)
Allah'ın Rasûlüdür. O'nun beraberinde bulunanlar (Ashab-ı Kiram)
kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler.”
(Feth: 48/29),
“Onlardan
(Muhacir ve
Ensardan) sonra gelenler şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile bizden
evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla” (Haşr:
59/10) buyurduğu kimseleri kasdediyorsun.
Ensar
ve Muhacirden sonra gelenler, ashab için kalblerine bir kin bırakmamak için
Allah (c.c.)'tan niyaz ederken, râfizîler O hayırlı ümmete -Ashabı Kiram- af
dilemedikleri gibi onlar için kalblerinde kin besliyorlar.
(Ahmahlıktan ve bunaklıktan kurtulmalarına
vesile olması gereken ilmî eserlerinde, Ebubekir (r.a.) ve Ömer'e (r.a.)
(Haşa!) put diyorlar. Halbuki tarihte açıkça belirtilmiştir ki, Ali
(r.a.) küfede, mimberde defalarca ve binlerce kişinin huzurunda ve tevatür derecesine
varan binlerce kişinin rivayetiyle şöyle demiştir: “Peygamberinden sonra bu
ümmetin en hayırlısı Ebubekir, sonra Ömer'dir.”)
Hasan
b. İmâre, Hakem'den, O'da Muksim'den, O'da İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine
göre İbn-i Abbas şöyle diyor:
“Allah (c.c.) Rasûlullah'ın arkadaşlarına -Ashab-ı Kiram- af
dilemeyi emretmiştir. Bunların savaşacaklarını da biliyordu.”
Urve
(r.a.) Âişe'nin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“(Mü'minler) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabına
af dilemekle emredildiler, Onlar (Şiîler) ise onlara küfrettiler.”
Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Ashabıma sövmeyiniz. Allah (c.c.)'a kasem ederim ki herhangi
biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan
(Ashabımdan)
birinin bir avuç, hatta yarım avuç sadakasına (sevabta) yetişemez”.
(Buhârî
,Fedail Ashabin Nebi: 5, Müslim Fedailu Sahabe: 221)
Câbir'den
(r.a.):
Âişe'ye (r.a.):
“Bazı
insanlar Rasûlullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem )ashabına dil uzatıyorlar. Hatta bu dil uzatmaları
Ebubekir (r.a.) ve Ömer'e (r.a.) varmıştır” denilince:
“Bunda
hayret edilecek bir şey yoktur, diyerek devamla şöyle buyurdu:
Ebubekir (
r.a.) ve Ömer'in (r.a.) amelleri kesilince Allah (c.c.) sevaplarının
kesilmemesini istedi. Diye rivayet edilmiştir.
Sevrî,
Nusayr b. Zu'lûk'tan, O'da İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabına
sebbetmeyiniz (sövmeyiniz). Onlardan birinin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) ile bir saat sohbetleri, sizden birinizin yapacağı kırk yıllık
ibadetinden daha hayırlıdır.”
Allah
(c.c.) bu zatlar hakkında şöyle buyuruyor:
“Hakikaten
Allah, (Hudeybiye'de)
ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, o mü'minlerden razı oldu.
Böylece kalblerinde olan sadâkati bildi de, üzerlerine sekinet (manevî
huzuru) indirdi. Kendilerine de yakın bir zafer (Hayber'in Fethini) verdi.”
(Feth: 48/18)
Allah
(c.c.) bu Ayet-i Kerime ile onlardan razı olduğunu ve kalplerinde olanı
bildiğini beyan ediyor. Bunlar Bindörtyüz kişi olup Ebubekir'e (r.a.) de biat
edenlerdir.
Câbir
b. Abdullah'ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
“Hudeybiyede ağacın altında -Rasûlullah'a- biat edenlerden
hiçbirisi cehenneme girmeyecektir.”
(Müslim)
(Bu hadis Peygamberliğin alâmetlerindendir.
Binüçyüzaltmışsekiz sene geçmesine rağmen müslümanlar Rıdvan ağacı altında
Rasulul'lah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a biat eden Sahabe-i Kiram hakkındaki
şehadetleri Cenab-ı Allah (c.c.)'ın el-Feth sûresinin onsekizinci âyet-i
kerimesinde buyurduğu hüküm doğrultusundadır. Ayet de şudur:
“Hakikaten Allah (Hudeybiyede) ağacın altında
sana biat etmekte oldukları vakit, O müminlerden razı oldu.”
Sonra ortaya câhil, ahmak, kör ve Rasûlullahm
iki arkadaşının - Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)-. imanında şüphe etmekten
utanmayan biri çıkıp şöyle demiştir: “Deseler ki, Ebubekir ve Ömer ağacın
altında biat eden ve Allah (c.c.)'ın kendilerinden hoşnut olduğu rıdvan
ehlindendir. Bu da yukarıdaki âyet ile sabittir. Biz de şöyle deriz: “Allah
ayette: “Ağaç altında sana biat edenlerden Allah hoşnut oldu” veya “sana
biat edenlere” demiş olsaydı o zaman biat eden herkesten razı olduğu
anlaşılmış olurdu. Fakat Allah, “Muhakkak Allah mü'min olup da sana biat
edenlerden razı oldu” buyurmuştur ki, bununla ancak iman ehli olup ve biat
edenlerden razı olduğu anlaşılır.”
Bu kör ne derse desin haddi zatında Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'m Müslim'de rivayet edilen hadis-i şerifi o körün
ağzına basılan bir taşıtır. Hadis şöyledir: “Ağaç altında Rasulullaha biat
edenlerden hiçbirisi ateşe girmeyecektir.” Bu âmâ (Şiî) tarafından, Sevr
dağında nazil olan ayetin de (r.a.) Ebubekir'in medhine değil Eemmine işaret
olduğu iddia edilmektdir. İşte bu âmâ, Şiî'lerin müctehidlerindendir. Artık
onlardan ictihad (!) derecesine varmayanların halini siz düşünün!)
Allah
(c.c.) Ensar ve Muhacir olan ashab hakkında şöyle buyuruyor:
“Andolsun
ki Allah Peygambere ve güçlük saatinde (Tebûk savaşında çekilen sıkıntı ve mahrumiyet
günlerinde) Ona uyan Muhacirlerle Ensara lütfetti. (tevbelerini kabul
etti)” (Tevbe: 9/117),
“Sizin
veliniz ve yardımcınız ancak Allah'la Onun Peygamberidir; bir de iman
edenlerdir.”
(Mâide: 5/55),
“Erkek
ve kadın bütün mü'minler, birbirlerinin velileridirler.
(yardımcıları ve dostlarıdır.) ”
(Tevbe: 9/71)
Böylece
Allah (c.c.) bu zatlara (ashab) tabî olmayı emrederken, râfizîler onlardan
uzaklaşıyorlar. Bazı câhiller Mâide sûresinin ellibeşinci ayetinin devamı olan:
“...
ki, Onlar, Allahın emirlerine boyun eğerek namaza devam ederler ve zekat
verirler” bölümü, Ali'nin (r.a.) namazda iken yüzüğünü tasadduk
etmesi üzerine indiğini iddia ederek, bu hususta mevzu hadis de rivayet
etmişlerdir. Hayır! Bu hiç de böyle değildir.
Birincisi, âyet cemi sığasıyla
kullanılmıştır. Ali ise müfreddir. “Vehum râki'ûn” daki “Vav” hal
bildiren “vav” değildir. Eğer durum bildiren hal vavı olsaydı zekâtın
namazda ve rükû halinde verilmesi gerekecekti.
İkincisi, burda bir medih vardır. Medih ise
vacip veya müstehap olan bir işten dolayı yapılır. Namaz kılarken zekatı vermek
ise ittifak ile namazda bir meşguliyet olduğu için ne vacip ne müstehaptır.
Övgüye de lâyık değildir.
Üçüncüsü,
Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında Ali'nin (r.a.) verecek zekâtı ve yüzüğü
de yoktu. Farzedelim yüzüğü varmış peki yüzük neyin zekâtıdır! Fakihlerin çoğu
da yüzüğün zekata tabi olmadığını söylüyorlar Şiilere göre yüzüğü dilenciye
vermiştir. Medih ise zekatın hemen verilmesi üzerine yapılmıştır.
Dördüncüsü, Ayetin akışından kâfirlerle dost
olmaktan nehiy mü'minlerle de dost olma hususunda emir vardır. Râfizîler ise,
gördüğümüz gibi mü'minlere düşmanlık edip, münafık ve Tatar müşriklerinin
arkasından gidiyorlar. Allah (c.c.):
“O'dur
ki, seni yardımıyla ve mü'minlerle te'yid etti ve kalblerinin arasını sevgi ile
birleştirdi.”
(Enfâl : 8/62-63) buyururken, râfizîler ümmetin
en seçkinlerinin arasını yalan ve iftiralarla bozmak istiyorlar. Allah (c.c.)
şöyle buyurur:
“Artık
o kimseden daha zâlim kim olabilir ki, Allah'a karşı yalan söylemiş;
doğruyu (Kur'anı)
da, kendisine geldiği vakit yalanlamıştır. Kâfirlerin yeri cehennemde değil
midir? Doğruyu / gerçeği (Kur'ânı) getiren (Rasûlullah) ve Onu
tasdik eden (Mü'minler) ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir.
Onlara, Rableri katında, ne dilerlerse var. İşte bu, güzel ve iyi iş görenlerin
mükafatıdır. Çünkü Allah, Onların daha önce işledikleri amelin en kötüsünü bile
örtüp bağışlayacak ve yapmakta oldukları güzel amellerin en güzeli ile
mükâfatlarını kendilerine verecektir.”
(Zumer:
39/33-35)
Binaenaleyh
(bundan dolayı) Ashab, ümmetin en üstünüdür. Allah (c.c.) Onlara, en kötü
amellerini bile bağışlayacağını va'dediyor. Halbuki Ali(r.a.), onlara
-râfizîlere- göre günahsızdır. Şimdi söyleyin bakalım Ali (r.a.) niçin
ayetin şümulüne girmiştir?
Allah
(c.c.):
“Allah, aranızdaki iman edip iyi
ameller işleyenlere, kendilerini tıpkı daha önceki mü'minler gibi yeryüzünde
egemen kılacağım, kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere
oturtacağını ve korkularını güvene dönüştüreceğini vadetti. Çünkü onlar bana
kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bu a,amadan sonra kâfir
olanlara gelince, onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler.” (Nur:
24/55)
Buyurarak
onlara hükümranlığı va'dediyor, onlardan hoşnut olduğunu, onların takva sahibi
olduklarını, onlara yardım gönderdiğini beyan ediyor. Bütün bu sıfatlar
Ebubekir (r.a.) ve Ömer'e (r.a.) biat eden Ashab-ı Kiram içindir. Daha o
zamandan beri hükümran olmuşlar, dini hâkim kılmışlardır. Ondan sonra da Fars
ve Rumlara galebe çalarak Şam, Irak, Mısır, Mağrib, Horasan, Azerbaycan ve
benzeri ülkeleri fethettiler. Ömer (r.a.) şehid edilip, fitneler alevlenince
hiçbir yeri fethedemediler Üstelik Rumlar ve diğer milletler topraklarına göz
dikmeye başladılar. Bid'atlar; haricilerden, rafizilerden ve nâsibilerden
türemeğe, kanlar akmağa başladı. Vefatından: sonraki durum ile önceki durum
nerede?
|