Râfizî'nin
“Muhakkak Peygamberler ömürlerinin evvelinden sonuna kadar hatadan,
unutkanlıktan, küçük günâhlardan ma'sumdurlar.” sözüne gelince:
İmamiyye
bu konuda ihtilaf etmişlerdir. İmam El-Eş'ari “El-Makâlât” adlı
eserinde:
“Peygamberin
günah işlemesi caiz olup olmadığı hususunda Râfizîler ihtilafa düştüler. Bir
kısmı bu caizdir diyerek Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Bedir
muharebesinde esirlerden kurtuluş akçesini aldığını misal gösterdiler.” der.
“Peygamberlerin
Allah (c.c.)'a isyan etmeleri caizdir.” diyen Râfizîler, bağlı bulundukları
imamların günah işlemeleri caiz olmadığım iddia ederler.
(Râfızîlere
göre, imamlarının masumiyeti, peygamberlerin masumiyetinden üstündür. Onlara
göre peygamber hata işler de vahiy ile o hatası düzeltilir. Aslında bu
beyanları işi bulandırmak içindir. Çünkü râfizîlerin ileri gelenlerinden
imamlarına vahiy geldiği çokça iddia edilmiştir. Onlara göre “Buharî”
hükmünde olan “El-Kâfî” adlı eserinde El-Küleyn; imamların gaybı
bildiklerini iddia ediyor. Bugün bütün Şiîler imamlarının kabirlerini vahiy
merkezi olarak kabul ederler. Oysa toprak olmuş bu zâtların iddia edildiği gibi
kabirleri de doğru tesbit edilmemiştir. Çünkü (r.a.) Ali'nin kabri iddia
edildiğine göre Muğîre b. Şube'ye aiddir. Durumları böyle vahim olan Şiilerin
peygamberlerle imamlar arasında vahiy konusunda bir farklılık tesbit etmeleri
mümkün müdür? Sonra başka bir iddialarına göre peygamberler bi'setten sonra
değil ömürlerinin başlangıcından sonuna kadar ma'sumdurlar. Şu halde vahyin
rolü nedir?)
Onlara
göre peygamber günah işlediğinde kendisine vahiy gelir gelmez pişmanlık duyar.
Ama imamlara vahiy gelmediğine göre onlardan kötülük veya yanlışlık meydana
gelmesi caiz değildir. Bu saçmalıkları Hişam bin el-Hakem söylemektedir. Bu
durum karşısında bizim söyleyeceğimiz şudur:
Bütün
müslümanlar peygamberlerin tebliğde kusur etmedikleri hususunda ittifak
halindedirler. Vahiy hususunda onlardan bir unutkanlık meydana gelmesi söz
konusu değildir. Peygamberliğin gayesi ancak bu şekilde tahakkuk eder. “Bir
peygamberin peygamberlikten önce günah veya hata işlemesi caiz değildir.” Hükmü
ise, peygamberlikte bunun böyle olmasını gerektiren bir şey yoktur.
Bir
insan; hiçbir zaman kâfir olmamış, adam öldürmemiş bir kimsenin, küfründen
sonra îman ederek hidâyete nail olan ve günâhlarından tevbe eden bir
başkasından mutlaka daha üstündür, diye inanırsa bu inanış zaruri olarak
bilinen dinî esaslara aykırıdır.
Şu
bilinen bir gerçektir ki, sonradan iman etmiş sahabe-i Kiram İslâm döneminde
doğmuş çocuklarından üstündürler. Hiçbir akıllı, Muhacir ve Ensarı çocuklarına
benzetir mi?!
Küfürden
sonra îmana, kötülükten sonra iyiliğe, aklıyla, düşüncesiyle, sabır ve
tevbesiyle İslâmdan önceki âdet ve arkadaşlarını terkederek İslama girmiş olan
bir kimsenin durumu nerede?
Ebeveynini,
akrabalarını, şehir halkını müslüman olarak görmüş ve İslâm terbiyesiyle
güzelce büyümüş bir başkasının durumu nerede?
Ömer
(r.a.) şöyle der:
“Câhiliyye devrini bilmeyen İslâm
zincirinin halkalarını koparmıştır.”
Kaldı
ki Cenab-ı Allah, insanı helak eden şeylerden vazgeçerek, iman edip sâlih amel
işleyenlere günahlarını sevaba tebdil edeceğini va'detmiştir.
Cumhur-u
Ulemâ peygamberlerin -zelle dediğimiz- küçük günah işleyebileceklerini fakat
onda ısrar etmediklerini söylemektedirler. Böyle günahlardan tevbe etmeleri,
derecelerinin yükselmesine vesile olur. Âyetler, hadisler ve Selefin çoğu,
Cumhurun görüşünü te'yid eder. Bunu inkâr edenler Kur'an'ı da tahrif ediyorlar;
Allah (c.c.)'ın:
“Öyle
ki (bu yüzden)
Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlayacaktır...” (Fetih: 48/2) buyurduğu âyetteki (Senin geçmiş
günâhın) dan murat Adem'in (a.s.), (gelecek günahın) dan da murad
ümmetinin günahı olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki Adem (a.s.) yüce bir
peygamberdir. Böylece kabul etmediklerini yine kendileri iddia ediyorlar.
Peygamberimizden günâhı kaldırıp Adem'e yapıştırıyorlar. Kaldı ki Allah (c.c),
Adem'i (a.s.) yere inmeden atfetmiştir. Hem de Nuh (a.s.) ve İbrahim (a.s.) doğmadan önce.
Allah (c.c), En'âm: 164, İsrâ: 15, Fâtır 18, Zümer:
7, Necm: 38 de şöyle buyuruyor:
“Hiçbir
günahkâr başkasının günahını çekmez.” Şu halde bunun günahı nasıl şuna yüklenir? Sonra,
“Öyle
ki, (bu
yüzden) Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlayacaktır.” (Fetih: 48/2) âyet-i kerimesi inince, Ashab-ı
Kiram:
Yâ
Rasûlallah bu senin içindir. Acaba bize ne olacak? dediler. Bunun üzerine Allah
(c.c.) şu ayet-i kerimeyi indirdi:
“Allah
O'dur ki, îmanları üstüne iman artırsınlar diye, mü'minlerin kalbine manevî
huzuru indirdi.”
(Feth: 48/4)
Böyle
olunca aklı kâmil olan:
“Allah
(c.c.) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bütün ümmetini atfetmiştir.”
diyebilir mi? Halbuki o biliyor ki, ümmetten bazısı günahları sebebiyle
cehenneme gireceklerdir. Affetme nerede kaldı?
Ey
Râfizî!
“Bu
durum -peygamberlerin küçük günâh işlemeleri ve ondan tevbe etmeleri -
peygamberlere güveni sarstığı gibi onlardan nefret etmeyi gerektiriyor.” sözün
ise doğru değildir.
Aksine
büyük bir zâtın yaptığı bir kusuru itiraf ederek tevbe etmesi ve Allah
(c.c.)'ın affına muhtaç olduğunu itiraf etmesi, o zâtın alçak gönüllülüğüne,
kibir ve yalandan uzak olduğuna delâlet eder.
“Benden sudur eden hiçbir şey
beni tevbe ve affa muhtaç kılmaz.” diyen bir kişinin tam aksine. Böyle sözleri
söyleyen kimseyi insanlar kibirli, cahil ve yalancı olarak addederler.
Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Sizden hiçbiriniz ameliyle cennete giremiyecektir.”
Ashab: Sen de mi giremiyeceksin ya Rasûlallah? dediler.
“Ben de. Ancak Allah fazlından beni rahmetiyle kuşatsa.”
(Buhari
Rikak:18,Müslim Kıyame:17,İbn Mace Zühd:20)
Başka
bir hadiste:
“Allahım! Hatamdan, bilmemezlikten, işlerimde düştüğüm
gafletten, senin benden daha iyi bildiğin işlerde yaptığım kusurdan dolayı beni
bağışla. Allahım! Şaka ve ciddiyetimden, bilerek veya bilmiyerek işlediğim
şeylerden ve benden südûr eden her hatalı şeyden dolayı beni affet.”
(Müslim Zikr:70)
buyuruyor. (Müttefekun
Aleyh)
Diğer
bir başka Hadis-i Şerifte şöyle buyururlar:
“Bütün Ademoğulları hata işlerler. Hatâ işleyenlerin en
hayırlısı, -işledikleri hatadan dolayı - tevbe edenlerdir.”
Ey
Râfizî!
Senin
bahsettiğin güvensizlik ve nefret etme, ancak hatada ısrar etmek ve onu
çoğaltmaktan dolayı olabilir. Çok nadir hata eden ve çokça tevbe eden için bu
söylediklerin söz konusu değildir. Peki hiç hata etmiyen kimseyi Allah (c.c.)'a
ve O'na tevbe ve istiğfar etmeye muhtaç kılan sebep nedir?
Aslında biz, İsrailoğulları dahi herhangi bir hatadan dolayı tevbe eden peygamberlerden
birini zemmeden bir kavim bilmiyoruz. (Siz ise onları bile geçmişsiniz.)
Râfizîler
ve bütün Şiîler
“Nübüvvet öncesi ve sonrası peygamberlerden hata ve küçük günah
meydana gelmez.” Şeklindeki fikirleriyle bütün ümmetten ayrı
kalmışlardır.
Davud (a.s.)'un tevbe ettikten sonraki hali tevbe etmeden önceki
halinden daha hayırlı idi. Bazı zâtlar şöyle demişler:
Eğer
tevbe en sevimli şey olmasaydı, Allah (c.c.) Rasûlünü küçük günahlarla imtihan
etmezdi.
Bundan
dolayıdır ki, gerçekten tevbe eden, itaâta bağlılık ve günahlardan sakınma
hususunda günahlara mübtela olmamış kişilerden daha dikkatli olduğunu görürsün.
Binaenaleyh kim, Allah (c.c.)'ın seçtiği ve hidayete erdirdiği tevbekarı eksik
bir kişi kabul ederse o mutlaka câhildir.
Ey
Râfizî!
“İmamlar
peygamberler gibi günahsızdırlar” şeklindeki sözün yalnız râfizîlere ve
imamiyyeye has bir özelliktir.
Bu
sözlerine ancak onlardan daha kötü olanlar katılmışlardır. İsmailîler gibi.
İsmailîler Muhammed b. İsmail'in Cafere mensup olan Beni Ubeydleri masum kabul
ederler. Onlara göre Cafer'den sonra imamet Musa b. Ca'fer'in değil, Muhammed
b. İsmail'indir. Onlar mülhid ve zındıktırlar.
|