Râfizîler,
“Münafıklar da
görünüşte müslüman idiler” deyip itirazlarına devam ederlerse, onlara şu cevabı
veririz:
O bahsettiğiniz
münafıklar hayırla nitelendirilmiş olmadıkları gibi, Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ve mü'minlerle beraber değildirler.
Allah (c.c.) şöyle
buyurur:
“Muhakkak ki,
Rabbinden (Mü'minlere)
bir zafer gelirse, onlar (o münafıklar, mü'minlere) şöyle diyecekler:
“- Doğrusu biz de sizinle beraberdik.” “Allah, alemlerin kalblerinde olanı
(İman ve nifakı) en iyi bilen değil midir?”
(Ankebut: 29/10-11),
“(Münafıklar)
sizden olduklarına dair kesin olarak Allah'a yemin de ederler. Halbuki onlar,
sizden değildirler. Fakat onlar, kâfirlere yapılan muamelenin kendilerine de
yapılmasından korkarlar, sırf görünüşte müslüman olan bir kavimdirler”
(Tevbe: 59/6),
“Muhakkak ki
münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar.”
(Nisa: 4/145).
Allah (c.c.)
münafıkların mü'minlerden olmadıklarını, ne bunlardan ne şunlardan olmayıp
ortada kaldıklarını beyan ediyor. Gördüğün gibi râfiziler de aynı
karakterdedirler.
Allah (c.c.)
buyuruyor ki:
“Andolsunki, eğer
münafıklarla kalblerinde şehvet hastalığı bulunanlar ve şehirde
(mü'minlerin ayıblarını arayıp) kötü haber yayanlar,
(fenalıklarından) vazgeçmezlerse, muhakkak seni onlara musallat ederiz. Sonra
seninle o şehirde (Medine'de) az bir zamandan fazla kalamazlar (komşu
olamazlar.)” (Ahzab: 33/60)
Allah (c.c.) Rasûlünü
onlara karşı hiddete getirmeyip, onlarla çarpıştırmayınca, münafıklar,
müslümanların bu işten vazgeçtiklerini zannettiler. Zaten ağaç altındaki biatta
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber münafıklardan yalnız El-Ced
b. Kays vardı. O da devesinin arkasında saklanmıştı. Hülâsa olarak münafıklar
sahabe arasında gizli ve âciz idiler. Özellikle bu durum Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)ın son günlerinde ve Tebuk seferinden sonra kendini açıkça
gösteriyordu. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“(Münafıklar)
diyorlar ki, (eğer bu savaştan) Medine'ye bir dönersek kuvvet ve şerefi
çok olan (bizler), zayıf ve düşük olanı (Mü'minler topluluğunu)
oradan çıkaracaktır. Halbuki kuvvet ve üstünlük Allah'ın, Rasûlünün ve
mü'minlerindir; fakat münafıklar bilmezler.”
(Münafıkın: 63/8)
Artık üstünlüğün
yalnız Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabına ait olduğu,
münafıkların da onların arasında zilletle yaşadıkları anlaşılmıştır.
Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“(Ey
mü'minler, münafıklar) size (gelip) rızanızı kazanmak için; (“Biz
münafık değiliz” diye) Allah'a yemin ederler”
(Tevbe: 9/62)
“Kendilerinden
razı olasınız diye, size yemin edecekler, fakat siz, onlardan razı olsanız da
asla Allah o fâsıklar topluluğundan razı olmaz”
(Tevbe: 9/96),
“Sizden
olduklarına dair kesin olarak Allah'a yemin de ederler. Halbuki onlar, sizden
değildirler. Fakat onlar, kâfirlere yapılan muamelenin kendilerine de
yapılmasından korkmakla, sırf görünüşte müslüman olan bir kavimdirler.”
(Tevbe: 9/56)
İşte münafıkların
sıfatları bu zelil sıfatlardır. Ama Muhacir ve Ensâr peygamberlerinin vefatından
önce üstün ve şerefli oldukları gibi vefatından sonra da aynı şerefe sahip
olmuşlardır. Nesiller de onları böyle anacaklardır. Rasûlullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'ın aziz sahabilerinin münafık veya zelil olmaları kesinlikle
mümkün değildir. Aksine münafıklık, râfizî'lerin sıfatıdır. Onların nişanesi
zillettir. Kaftanları nifak ve takiyye -gerçek durumu gizlemek-, sermayeleri
yalan ve yalan yemindir. Daha da aşırı giderek, zındıklığa sapıyor ve kalben
inanmadıklarını dille söylüyorlar. Hatta Cafer Sadık'a iftira ederek,onun:
“Takıyye benim ve
ecdadımın dinidir” dediğini iddia ediyorlar. Allah (c.c.) ehli beyti bu
iddialarından tenzih etmiş, onları takiyyeye muhtaç etmemiştir. Ehli beyt,
insanların en sâdıklarından, iman yönünden en büyüklerinden idiler. Onların
dini, takiyye değil takvadır.
Mü'minler mü'minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle
yaparsa Allah'la arasında bir bağlantısı kalmamıştır. Ancak onlara
(karşı) takiyye uygulamanız
müstesnadır. Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş
Allah'adır.”
(Âl-i İmran: 3/28)
Ayet-i Kerimesine
gelince, bu kâfirlerden korunmayı gerektiren bir emirdir. İddia ettikleri gibi
yalan ve takiyyeyi emretmemiştir. Evet Allah (c.c.) küfre zorlayan kimseye, onu
hissettirecek bir kelimeyi telaffuz etmesine ruhsat vermiştir ama, Ehli beyti,
hiç kimse hiçbir şeye icbar etmemiştir. Hatta Ebubekir (r.a.) onlardan hiçbirini
kendisine biat etmeleri için zorlamamıştır. Aksine isteyerek ona biat
etmişlerdir. Ne Ali (r.a.) ve ne de başka biri diğerinden korktuğu için sahabeyi
övmüş değildir. Onları buna da zorlayan bir kimsenin olmadığı ittifakla
sabittir. Emevî ve Abbasîler devrinde iman ve takva bakımından Ali'den (r.a.)
çok daha aşağı insanlar vardı ki, bunlar halifelerde olan bazı şeyleri kerih
gördükleri için onları medhetmiyor ve sevmiyorlardı. O halifeler de onları,
kınamıyorlardı. Kaldı ki Râşid halifeler insanları zulüm ve itaata icbar
hususunda Emevî ve Abbasî halifelerine hiç de benzemiyorlardı. Hıristiyanların
elinde esir ve azınlık hükmünde olan müslümanlar dinlerini açıkça yaşadıkları
halde, Ali (r.a.) ve torunlarının esirlerden ve zâlim idarecilerin maiyetinde
olanlardan daha güçsüz olduklarını kim iddia edebilir?
Tevâtüren biliyoruz
ki, Ali (r.a.) ve torunlarını diğer üç halifenin faziletlerinden bahsetmeye hiç
kimse zorlamamıştır. Buna rağmen, onlar, o büyük halifelerin faziletini
anlatıyor ve onlara karşı insaflı davranıyorlardı.
|