Ey
Râfizî!
“Onlardan
birisi haksız olarak hilâfeti istedi. Müslümanların çoğu da dünya menfaati için
ona biat ettiler.” sözünle Ebubekir (r.a.)'i kastediyorsun.
Ebûbekir'in
(r.a.), hilâfeti kendisine istemediği malumdur. Hatta Ebubekir şöyle demiştir:
“Ben
sizin için Ömer'i, Abdurrahman'ı veya Ebû Ubeyde'yi tavsiye ediyorum.”
Bunun
üzerine Ömer (r.a.):
“Vallahi
boynumun vurulması; içinde Ebûbekir'in bulunduğu bir millete emirlik etmekten,
benim için daha sevimlidir” dedi.
Gerçekten
Ebubekir'i (r.a.), Ömer, Ebû Ubeyde ve diğer müslümanlar seçerek ona biat
ettiler. Şüphesiz ki, Onlar Ebubekir'i kendilerinden hayırlı biliyorlardı.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onun hakkında :
“Allah ve mü'minler, Ebûbekir'den başkasını reddeder” buyurmuştur.
(Müslim Fedail: 11)
Farzet
ki Ebubekir hilafeti istemiş, onlar da biat etmişlerdir.
“Hilafet
istemiş, onlar da ona dünya menfaati için biat etmişlerdir” sözün açık bir
iftiradır.
Ebubekir
(r.a.), onlara dünyalık bir şey vermemiştir. O, Rasûlullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)'ın zamanında elinde kalan az bir maldan başka bütün malını infak
etmiştir. Ona biat edenler ise dünyadaki insanların en zahidleridir. Yakın,
uzak herkes Ömer, Ebu Ubeyde, Usayd b. Hudayr ve emsallerinin zühdünü çok iyi
bilir.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra onlara
verilecek beytülmal de yoktu. Ebubekir'in (r.a.) yolu ve karakteri gelirleri
taksim etmede eşitlik prensibine uymak idi. Ali'nin (r.a.) karakteri de
böyleydi. Eğer Ali'ye (r.a.) biat etselerdi, O da Ebubekir'in verdiğini
verecekti. Çünkü Onun kabilesi Teym kabilesinden daha üstün, akraba ve
amcazadeleri nesebce Ashabın en yüceleri - Abbas (r.a.), Ebu Süfyan, Zübeyr ve
Osman (halasının oğlu) gibi- idi. Hatta Ebu Süfyan halifelik konusunda
üstünlüğünü ileri sürerek Ali (r.a.) ile konuşunca, Ali (r.a.) Ebubekir'in ilim
ve takvasından dolayı ona cevap vermemiştir. Ümmetin cumhuru Ebubekir'e (r.a.)
biat etmekle hangi dünyevî menfaati elde etmişlerdir?
Bilhassa Ebubekir (r.a.)
büyük sahabilerle diğer müslümanlar arasında gelirleri taksim etmede eşitlik
ilkesine dikkat ederek şöyle buyururdu:
“Allah
için müslüman oldular, mükâfaatları da Allah'a aittir. Bu mükafaat da
yeterlidir.”
Sünni'nin
râfizîlere karşı durumu, müslümanların hıristiyanlara karşı olan durumuna
benzer.
Şöyle ki:
Müslümanlar İsa'nın (a.s.) peygamberliğine inanırlar.
O'nda aşırılığa gitmedikleri gibi Yahudilerin O'na hakaret ettikleri gibi
kesinlikle hakaret etmezler. Hıristiyanlar ise İsa (a.s.)'da o kadar aşırı
gidiyorlar ki, O'nu peygamberimizden üstün kılıyor, hatta ilâhlaştırıyorlar.
Aynı zamanda hıristiyanlar havarileri de bütün peygamberlere üstün tutuyorlar.
Bunun gibi râfizîler de Ali (r.a.) ile aynı safta çarpışanları -Ester ve
Muhammed b. Ebubekir gibi- Ebubekir (r.a.), Ömer (r.a.)ve diğer
sahabîlerden üstün tutuyorlar. Müslüman, hıristiyanlarla münakaşaya tutuşacak
olursa, Onun İsa (a.s.) hakkında hak olandan başkasını söylemesi mümkün
değildir. Ama hıristiyanlar öyle değildir. Hele yahudinin hıristiyanla olan
münakaşasını bir kenara bırak. Çünkü hıristiyan, şüpheciliğinden dolayı yahudiye
müslümanın Ona verdiği cevabtan başkasını veremez, kesilir. Hıristiyan,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e iman etmekle emrolunduğunda, O da bir
sebeple peygamberliğini zemmederse, hıristiyanın Rasûlullah hakkında
söyliyeceği bir şey yoktur ki, yahudi İsa (a.s.) hakkında onun büyüğünü ve
beterini söylemesin. Kaldı ki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın
peygamberliğini ispat eden deliller, İsa'nın (a.s.) peygamberliğine işaret eden
delillerden daha büyüktür.
İşte
Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) hususunda râfizînin Sünni'ye karşı olan
tutumu da böyledir. Râfizî, Ebubekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) imanlarına,
adaletlerine ve cenete gireceklerine inanmıyorsa, aynı durum Ali (r.a.)
hakkında da vakîdir.
Bunların yalnız Ali'ye (r.a.) ait olduklarını isbatlamaya
kalkışırsa deliller onu yardımcısız bırakır. Peygamberliğin yalnız İsa'ya
(a.s.) ait olduğunu iddia eden hıristiyana delillerin yardım etmedikleri gibi.
Ali'yi
(r.a.) tekfir eden Haricilerle, onu fasık kabul eden Nâsibiler, Râfizîye:
“(Hâşâ!)
Ali (r.a.) zâlim idi, dünya menfaatini ve hilafeti istiyordu, onun için de
kılıca sarıldı, binlerce müslümanı öldürdü, hatta tek başına halifeliği de
beceremedi, üstelik taraftarları ondan ayrılarak onu tekfir ettiler,
Nehrevan'da ona karşı çarpıştılar” demişlerse, aslında bu sözler râfizîlerin
Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) hakkında söyledikleri sözler gibi tamamen
fâsiddir. Ebubekir (r.a.)ve Ömer (r.a.)hakkında söylenen sözler gerçekten
onlara yönelik ise Ali (r.a.) hakkında söylenen yukarıdaki sözler de bunun
gibidir.
Şurada
bir hâdiseyi zikretmekte fayda vardır. O da şudur:
Müslümanlar
bir mevzu için Ebubekir el-Bakıllanî'yi Kostantiniyye'deki (İstanbul)
hıristiyan imparatorluğuna gönderdiklerinde hıristiyanlar onu çok iyi
karşıladılar. Fakat imparatora secde etmiyeceğinden korktukları için eğilerek
imparatorun huzuruna girsin diye onu küçük bir kapıdan içeriye aldılar.
El-Bakıllânî bunu anladı ve zorla da olsa gerisin geriye imparatorun huzuruna
çıktı. İmparator müslümanlara hakaret olsun diye Ona:
“Peygamberinizin
hanımı hakkında ne deniliyor?” -bununla ifk hâdisesini kastediyor-
sorusunu sordu. Ebubekir el-Bakıllânî şu cevabı verdi:
“Evet
yalan ve iftira ile zina ettikleri iddia edilen iki kadın vardır, bunlar Meryem
(r.a.) ve Aişe (r.a.)'dir. Meryem bekâr olduğu halde doğum yapmıştır.
Aişe (r.a.) evli olduğu halde çocuk getirmemiştir.”
Bunun
üzerine hıristiyan imparator şaşakaldı. Böylece Âişe (r.a.)'nin beraeti
-suçsuzluğu- Meryem'in (r.a.) beraetinden daha açık ortaya konulmuş oldu.
(Tabii ki bu sözden Meryem'in (r.a.) suçlu olduğuna dair hiçbir mâna
çıkarılmamalıdır. (Mütercim)
(Kafasız bir hıristiyan imparatoru
Kostantiniyye'de Aişe'yi (r.a.) tezyif etmek (küçük düşürmek) için
Ebubekir el-Bakıllânî'ye bir soru tevcih edip ve neticede bunun da
hıristiyanların aleyhine çıktığı gibi, bu ahmak Şiilerin iddiaları da neticede
kâmil müslüman ve dördüncü halife olan Ali'nin (r.a.) aleyhine çıkmasına
sebep olacaktır. Bu sapıklar yüceltme ve karşılaştırma hususunda da çok aşırı
gidiyorlar. Hatta bu kötülüklerini öğrenmek isteyenleri ortadan kaldırmağa
çalışıyorlar. Aslında Ali (r.a.)ve ahfadı ehl-i sünnet indinde çok
yücedir. Bu hususta, mecûsîlerin çabasına ihtiyaç yoktur. Biz, peygamberler
hakkında Allah (c.c.)'ın, söylediğinin aynısını söyleriz ki o da şudur: “Resulleri
arasında hiçbir ayrıcalık yapmayız.” (Bakara: 2/285)
|