Râfizî
şöyle diyor:
“Ehl-i
Sünnet: Allah (c.c.) kâfirde iman edecek kudreti yaratmamıştır, diyorlar.”
Ey
Râfizî!
Evet
bu sözü ehl-i sünnetten “Kudret fiille beraber tahakkuk eder. Bir şeyi yapmayan
kimse ona kadir değildir. Fakat onu yapmaktan da âciz değildir.” diyenlerin
sözüdür. Tabiî ki, bu söz ehl-i sünnetin cumhuruna ait değildir.
Aksine
ehl-i sünnetin cumhuru; kulun yaptığı fiiliyle beraber tahakkuk eden
kudretinden başka, emir ve nehyin tahakkuku için sebep olan bir kudretin daha
bulunduğunu kabul ediyorlar. Bu kudret de, fiilin tahakkuku esnasında mevcut
olan kudretten önce gelir.
Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
“...
oraya yol bulabilen insanlara, Allah için Ka'beyi haccetmesi gereklidir.”
(Âl-i
İmran: 3/97)
Görülüyor
ki, Allah (c.c.) Haca gücü yetene farz kılmıştır. Eğer haccedenden başka hiç
kimsenin gücü olmasaydı, hac yalnız onu ifa edenlere farz olurdu. O zaman gücü
yettiği halde haccetmiyenler cezalandırılmazdı.
Bir başka âyette
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Gücünüz
yettiği kadar, Allah'tan korkun”
(Teğâbun: 64/16)
Allah
(c.c.) bu ayet ile de gücün yettiği kadar takvayı farz kılmıştır. Eğer Allah
(c.c.)'tan korkmayan kimsenin, korkmak için gücü olmadığı kabul edilseydi,
takva (Allah (c.c.)'tan korkmak, emirlerini yerine getirip ve yasaklarından
kaçınmak.) Yalnız Allah' tan korkanlar için farz olacaktı.
Ehl-i
Sünnet; Allah (c.c.)'ın kendisine itaat eden kuluna, kâfire vermediği ve yalnız
mü'min kuluna has kıldığı dini bir nimet verdiğinde ittifak etmişlerdir. Bu
nimetle beraber Allah, Mü'min kuluna da itaat etmesi için yardım etmektedir.
Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“...ama
Allah size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkarcılığı,
yoldan çıkmayı ve baş kaldırmayı size iğrenç göstermiştir.” (Hucurât: 49/7)
Kaderiyyecilere
göre bu sevdirme ve tezyin bütün insanlara mahsustur. Halbuki âyet-i kerime
onun yalnız mü'minlere has bir nimet olduğunu gerekli kılıyor.
Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“Allah
kimi doğru yola koymak isterse Onun kalbini İslâmiyet'e açar..” (En'
am: 125),
“Ölü
iken kalbini diriltip, insanlar arasında yürürken önünü aydınlatacak bir nur
verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp çıkamayan kimsenin durumu gibi
midir?” (En'am: 122),
”...sizi
imana eriştirmekle Allah sizi minnet altında bırakır.” (Hucurat: 17)
Bütün
bunlardan başka Allah (c.c.):
“(Allahım!) Bizi doğru yola
eriştir” (Fatiha: 1/5) dememizi
emretmiştir. Halbuki dua istikbalde
(gelecekte) olacak şeyler
için yapılır. Fakat buradaki hidayet kalbî hidayettir. Yani imana
muvaffakiyettir.
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“... Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyyen
temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır...”
(Nur:
24/21),
“Onları,
buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık...”
(Enbiya:
21/73),
“Onları,
ateşe çağıran önderler kıldık...” (Kasas: 28/41).
Buna
benzer âyetler cidden çoktur. İstitâat (yapabilme) ile ilgili olarak da bir çok
âyetler vardır. Bazıları şunlardır:
“Sizden,
hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mü'min
cariyelerinden alsın.”
(Nîsa: 24/5),
“Gücümüz
yetseydi sizinle beraber çıkardık diye Allah'a yemin edeceklerdir.” (Tevbe: 9/42)
“...
Buna gücü yetmeyen, altmış düşkünü doyurur.”
(Mücadele:
4).
Rasûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) da, İmran b. Husayn'e şöyle diyor:
“Ayakta durarak namaz kıl. Gücün yetmezse oturarak,
(buna da) gücün
yetmezse yan yatarak (namaz kıl)”
Görülüyor
ki, Şâri' beraberinde fiil olmayan istitâatı (yapabilme gücü) nefyetmiştir.
Şeriatta şart koşulan istitâat da, akılla bilinen istitâattan daha fazla
hususîlik arzeder ki, Şâri kullarına kolaylık yapmak ister ve kolaylığı onlara
diler.
Hasta,
iyileşmesinin gecikmesi ile birlikte ayağa kalkabilir. Fakat böyle birisi ayağa
kalktığı takdirde zarar göreceği için şer'an ayağa kalkmaya gücü yetmez, hükmündedir.
Zira Şâri' mücerred imkanla beraber zararın defini de istemesine rağmen, âciz
olan birisine emirde bulunması mümkün müdür?
Lâkin
fiilin meydana gelmesine kadar bu istitâatın varlığı kesin olmasına rağmen, o
fiilin mevcudiyeti için kâfi değildir. İstitâatin var olması fiilin
mevcudiyetine delalet etseydi, fiili terkeden onu yapmış kimse gibi kabul
edilmesi gerekirdi. Onun için bu istitâatla beraber olacak, o fiilin meydana
gelmesi için ona yardım edecek bir başka şeyin bulunması şarttır. O da fiilin
tahakkuku için iradedir.
Çünkü
fiil ancak irade ve kudret ile tahakkuk edebilir. Fiille beraber gerçekleşen
istitaat'a bir şey yapmayı kesin olarak azmettiren irade de girer. Ama
emirlerde şartlı olan istitâat böyle değildir. Oradaki istitâatta irade şart
koşulmaz. Çünkü Allah (c.c.) bir fiili onu yapmak istemeyene emrediyor. Fakat
hiçbir zaman kula gücünün yetmiyeceği bir fiili teklif etmez. - Efendinin
kölesine gücünün yettiğini emretmesi ve gücünün üstündekini teklif etmemesi
gibi-
Bir
şeyi kesin olarak yapmak isteyen irade ile tam kuvvetin (istitâat) bir araya
gelmesi fiilin vücuda gelmesini gerektirir.
“Kudret
ancak fiille beraber tahakkuk eder” diyenlere göre kâfir ve fâsıkların
mâlâyutak (gücünün üstünde olan) ile teklif edildiklerini iddia ediyorlar.
Böyle bir iddia da ehl-i sünnetin cumhuruna ait değildir.
Bilâkis
Ehl-i Sünnetin cumhuru: Allah (c.c.), hac etsin veya etmesin hac etmeyi gücü
yetene; tutsun veya tutmasın keffaret için iki ay oruç tutmayı onu tutabilene;
etsin veya etmesin ibadeti âciz olana değil güçlü olana farz kılmıştır.
Mâlâyutak'a
(gücün üstünde olan bir şey ile teklifte bulunmak) gelince, bu da ikiye
ayrılır:
Birincisi, yapılması asla mümkün olmayandır.
Böyle bir şeyle hiç kimse emredilmemiştir.
İkincisi, teklif edilen bir şeyin zıddı ile
meşgul iken yapılması mümkün olmayan şeydir. İşte bu ikincisinde gücün üstünde
teklif vardır. Hiçbir zaman efendi maiyetinde bulunan köre Kur'anı
harekelendirmek için emir vermez. Ama oturana kalkması için emir verebilir. Bu
iki misal arasındaki farkın bilinmesi elbette zarurîdir.
|