Râfizî
şöyle diyor:
“Ehl-i
sünnet, Allah (c.c.), kâfir için iman edecek kudreti yaratmamıştır dediklerine
göre, peygamberler delil getiremediği için kâfire cevap vermekten âciz
kalırlar. Şöyle ki:
Peygamber
kâfire:
İman
et, dediğinde kâfir ona şöyle der:
Rabbine
deki, iman edebilmem için bende müessir bir kudret yaratsın. Aksi takdirde,
yani bende iman edecek bir kudret yaratmadığı, üstelik benim için küfrü
yarattığı halde nasıl benden iman etmemi istersin ki, Allah (c.c.)'ın kahrına
duçar olmayayım? Bunun üzerine peygamber cevap veremez hale gelir.”
Ey
Râfizî!
Senin
bu iddian öyle bir iddiadır ki, bununla ilgili olarak çok konuşmak gerekir.
Bazı tembeller vardır ki, kendisine yapılması gereken bir şey ile emredildiğinde,
onu yapmamak için kaderi mazeret göstererek:
Allah
(c.c.) takdir ederse bu işi yapacağım der. Bu tembel gayr-i meşru bir işi
yapmaktan alıkonduğu zaman da:
Bu
bana takdir edilen bir şeydir. Benim ne günahım var? diye kendisini müdafaa
eder. İşte bu şekilde kaderi ileriye sürmek tamamen boş bir iddiadır. Bunun
içindir ki, Müşrikler:
“Eğer
Allah dileseydi, ne biz müşrik olurduk, ne babalarımız, ne de bir şey haram
yapabilirdik.”
(En'âm: 6/148) demelerine karşı Allah (c.c.)
şu cevabı vermiştir:
“Onlara
de ki: Sizde kitap ve hüccetten birşey (ilim) varsa, onu bize çıkarın getirin. Siz, yalnız
kendi zannınıza tâbi olup yalan söylemektesiniz. De ki: Tam hüccet
(apaçık delil) Allah'ındır. O dileseydi, elbette hepinizi birden hidayete erdirirdi.”
(En'âm: 148 devamı ve 149)
Böylece
bu müşrikler, delillerinin hükümsüz olduğunu idrak etmiş oldular. Çünkü
onlardan biri bir başkasına malını almakla, namusuna saldırmakla veya çocuğunu
öldürmekle zulmettiğinde; bundan dolayı da bir kısım insanlar O zalimi zulmünden
alıkoyacakları zaman, Zâlim:
Allah
(c.c.) isteseydi bu zulmü yapmazdım, diye kendini müdâfaa ederse onlardan hiç
biri zâlimin bu ihticacını (delil diye kabul edip ileriye sürdüğü mazereti)
asla kabul etmiyeceği gibi, kendisi de böyle bir duruma duçar olsaydı aynı
ihticacı başkasından asla kabul etmezdi. Bunun içindir ki, zâlimin yaptığı zulme
karşı tecziye edilmesi farz olmuş oldu.
Eğer yapılan kötülüğe
karşı kaderi delil olarak ileriye sürmek doğru olsaydı, itaat eden ile isyankâr
arasında hiçbir fark kalmazdı. Allah (c.c.) bu gibi kimselere karşı:
“De ki: Tam hüccet
(apaçık delil) Allah'ındır” âyeti ile hücceti aleyhlerine ve:
“O
dileseydi, elbette hepinizi birden hidayete erdirirdi” ayeti ile de kaderi isbat etmiş
oldu. Şüphesiz ki, her ikisi de haktır.
|