Râfizî
şöyle diyor:
“Ehl-i
sünnet, bir kimsenin peygambere inanabilmesi için şu iki şeyin kabul edilmesi
şarttır.
Birincisi, Allah (c.c.) peygamberin
vasıtasıyla mucizeyi yaratması peygamberin tasdiki içindir.
İkincisi, Allah (c.c.) kimin sadık olduğunu
söylemişse sadık olan o kişidir, diyorlar. Halbuki bu iki şart da yine ehl-i
sünnete göre tahakkuk etmez. Çünkü Allah (c.c.)'ın bir şeyi bir sebebe binaen
yapması mustahil ise (Râfizînin iddiasına göre ehl-i sünnet mustahildir diyor)
Mu'cizenin peygamberi tasdik için sebep olarak zuhur etmesi mustahil olur. Yine
Allah (c.c.)'ın kötülüğü, çeşitleriyle birlikte sapıklığı ve yalanı yaratması
caiz ise yalancıya da sâdık demesi caiz olur. Binaenaleyh bir peygamberi veya
resulü tasdik etmek için delil getirmek doğru olmaz.”
Ey
Râfizî!
Daha
önce açıkladığımız gibi, kaderi isbat eden ehl-i sünnetin çoğunluğu ve diğer
bazılarına göre Allah (c.c.) her şeyi bir hikmete mebnî olarak yaratır. Senin
yukarıdaki iddian ile ona benzer iddialar hiçbir surette ehl-i sünnete mal
edilemez.
Yine
biz, peygamberliğin tasdiki yalnız mu'cizelerle olduğu hususundaki hükme teslim
olmayız. Aksine mu'cizeden başka peygamberliğe delâlet eden yolların çok
olduğuna inanıyoruz. Buna rağmen mu'cizenin peygamberin sıdkına delâlet eden
zarurî bir delil olması münakaşa götürmeyen bir konudur. Mu'cizenin
peygamberliğin davası ile bir arada zuhur etmesi de, Allah (c.c.) 'ın bu
mu'cizeyi peygamberini tasdik için yarattığını bilmeyi gerektirir. Bu durum şu
misale benzer:
Bir
kimse herhangi bir hükümdara “Beni onlara elçi olarak gönderirsen, mutad olan
halini değiştirerek üç defa kalk ve otur” dediğinde, o hükümdar üç defa oturur
kalkarsa Onun bu hareketi o kimseyi tasdik için olduğu zarureten bilinmiş olur.
|