Râfizî
şöyle diyor:
“Kaderin
varlığı kabul edildiği takdirde, isteğimiz doğrultusunda vuku bulan fiillerimiz
de - sağa sola dönmemiz gibi -mecburi fiillerimiz gibi olur. Nabız hareketleri,
şiddetli ses karşısındaki irkilmemiz gibi. Bu iki çeşit hareket arasındaki
farklılığın mevcudiyeti zaruridir.”
Ey
Râfizî!
Bu
iddian “kulun, ihtiyari fiillerine, karşı kudreti yoktur” diyenleri
ilgilendirir. Bu sözler hiçbir zaman ehli sünnetten kaderi kabul edenlerin malı
olamaz. Bu olsa olsa Cehm b. Safvan'ın iddialarındandır. Ancak kaderi
kabul edipde insandaki kudretin sınırlı olduğunu ileri süren Eş'arî bu
fikirlere yakın bir yol izlemektedir. Buna rağmen Eş'arî, insan için sonradan
olan, yani fiili esnasında vuku bulan bir kudreti kabul etmektedir.
Cehm
b. Safvan
ve insanın kudretini tamamen inkâr edenler, insanı rüzgar önünde bulunan bir
yaprağa benzetirlerken, İmam-ı Eş'arî, kulun fiili onun kesbi olduğunu,
fakat kuldaki kudretin o işin meydana gelmesinde tesiri olmadığını söylüyor.
Tabii
ki biz, bir kısım ehl-i sünnetin hata ettiklerini inkâr etmeyiz. Ancak hiçbir
zaman ehl-i sünnetin hata üzerinde ittifak ettiklerini kabullenemeyiz.
İmamîler
ise hata
üzerinde ittifak etmişlerdir. Hem de imamîlerin ehl-i sünnete muhalefet
ettikleri her meselede doğru olan hüküm, ehli- sünnetin hükmüdür.
Ehl-i
sünnetin cumhuru kulun hakiki bir kudrete sahip olduğunu, hakikatte kendi işini kendi
yaptığını fakat Allah (c.c.)'ın o işi yarattığını söylerler.
Allah
(c.c), şöyle buyurur:
“Her
şeyi yaratan O'dur.”
(En'âm: 6/102, Ra'd:
13/16, Gafir: 40/62, Zümer: 39/62)
Allah
(c.c),(r.a.) İbrahim'den bahs ile şöyle buyurur:
“Ey
Rabbimiz, bizi sana teslim ve ihlas sahibi olmakta sabit kıl. Soyumuzdan bir
topluluğu da, sana boyun eğen bir ümmet yap.”
(Bakara:
2/128)
Bir
başka âyette de şöyle buyurur:
“Fakat
âlemlerin Rabbi olan Allah, dilemeyince, siz dileyemezsiniz”
(Tekvir:
81/29)
Allah
(c.c.) bu ayet ile kulun dilemesi olduğunu, bu dilemenin de ancak Allah
(c.c.)'ın dilemesi ile gerçekleşebileceğini haber veriyor.
Yine
Allah (c.c.) kullarına çeşitli fiiller yaptıklarını, iman veya küfrettiklerini,
tasdik veya tekzibte bulunduklarını ve bu hususta kudret sahibi olduklarını bir
çok ayetlerde haber vermektedir. Onun için çirkinlik, Allah (c.c.)'ın fiili ile
mefulunun arasını ayırd edemeyen rafiziden, kulun fiillerini Allah (c.c.)'ın fiili
olarak kabul edenlerden ve mahlûkatta güç olmadığını söyleyenlerden
kaynaklanıyor. Mahlûkatta güç ve karakter olduğuna dair bir çok ayetler vardır.
Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
“...
Böylece o bulutla, o yere su indiririz de, o su ile her çeşit meyveleri
çıkarırız.” (A'raf: 7/57),
“Allah
O'dur ki, sizi zaîf bir nutfeden yarattı; sonra bu za'fiyetin arkasından bir
kuvvet (güçlü
bir İnsan) yaptı...” (Rum: 30/54)
Rasûlulları
(sallallahu aleyhi ve sellem), Eşeçt Abdi Kays'e şöyle dedi:
“Sende iki huy vardır ki, Allah onları sever. Onlar da hilim
(yumuşaklık) ve
teennîdir.” (Müslim İman: 6)
Şeyhul
İslâm İbn-i Teymiyye devamla şöyle diyor:
İnsanların
fiilleri bilâhare oldukları için hadistir. Binaenaleyh hükümleri diğer
havadisin (sonradan olanlar) hükmü gibidir. Yani münkinattandırlar. Hükümleri
de diğer mümkinata tâbidir. Mümkinâtın hadis olduklarına delalet eden hiç bir
delil yoktur ki, aynı delile göre fiillerimiz Allah (c.c.)'ın mahlûku olmasın.
Böylece
kesinlikle bilinmiş oldu ki, muhdes (sonradan olan) Muhdissiz (yaratıcısız)
olamaz. Cumhura göre bu kâfirdir.
Bunun
gibi, mümkin için de bir tercih edici gereklidir. Kulun fiili hadis olunca bir
muhdis gerekir. Muhdis (yaratıcı) kuldur denilirse, kul o fiilin muhdisi olur.
Fakat
yine de fiiliyle beraber kul hadistir. Tekrar bir muhdis gerekecektir. Çünkü
kul o fiilin muhdisi olsaydı, bu hadis fiilin devamı gerekecekti. Yok eğer
kulun o fiili yapması hadis bir şey ise, yine de bir muhdis gerekir.
Muhdis
kulun iradesidir denilirse o zaman kulun iradesi de hadistir denilir. İradeye
de bir muhdis gerekir.
İrade
yine kulun iradesiyle meydana geliyor, denilirse, o irade de bir muhdise
muhtaçtır, denilir.
Nihayet
kulda olan ve muhdis kabul edilen herşeyin hükmü kuldaki ilk muhdisin hükmü
gibidir. (Yani kulda yapıcı bir kuvvet vardır.) Ama bu kuvveti kadîm ve ezeli
kılarsan bu mumteni'dir. Çünkü kulda olan birşey kadim olamaz.
Şeyhul İslâm bu
hususta uzun uzun konuşmuştur.
|