Râfizî
şöyle diyor:
“Ebubekir,
Fâtıma'nın mirasını vermemiştir. Bu hususta yalnız kendisinin rivayet ettiği
bir hadise dayanmış ve Fâtımanın mirasını yemiştir. Çünkü ona sadaka helâldir.
Ebu bekir, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın:
“Peygamberler, miras olarak dirhem veya dînar bırakmazlar.
Onların bıraktıkları miras ancak ilimdir.”
(Buhari İlim: 10, Ebu
Davud İlim İbn Mace Mukaddime: 17) mealindeki hadisine dayanarak bu işi yapmıştır.
Kur'ân'ın hükmü ise bu hadise muhaliftir.
Çünkü
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor :
“Allah
çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder.”
(Nisa: 4/11)
Bu
hüküm umumî olup rivayet ettikleri hadisi de tekzib etmiştir. Başka âyetlerde
şöyle buyurulur:
“Süleyman
Davud'a vâris oldu..”
(Neml: 27/16),
“Katından
bana bir oğul bağışla ki, bana ve Ya'kub oğullarına mirasçı olsun.”
(Meryem:
19/5-6),
Ey
Râfizî!
“Hadisi
Ebubekir tek başına rivayet etmiştir” şeklindeki iddian yalandır.
Hadisi
Ebubekir, Ömer, Osman, Ali,Talha, Zübeyr, Saîd, Abdurrahman b. Avf, Abbas,
Rasulullah'ın zevceleri ve Ebu Hureyre (Allah cümlesinden razı olsun)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dan rivayet etmişlerdir.
“Ebubekir
Fâtıma'nın mirasını yemiştir.” şeklindeki iddian da yalandır.
Ebubekir
mirası kendi şahsı için iddia etmemiştir. Çünkü Rasulullah'ın bıraktığı tereke
ona hak edenlerindir. Ebubekir ise sadakaya müstahak olanlardan değildir. Başta
Ali (r.a.) olmak üzere bütün ashab da Rasulullah'ın gerisinde bıraktığı malın
miras olmadığına inanmışlardır.
Nitekim
Ali (r.a.) halife olunca Rasulullah'ın terekesini paylaştırmadığı gibi,
arazinin (Fedek arazisi) ilk üç halife zamanındaki seyrini değiştirmemiştir.
(Arazîlerin geliri Rasulullah'ın emrettiği gibi fakirlere tasadduk ediliyordu).
Onun için mirasla ilgili olan âyetin umum ifade eden hükmünden Fedek arazisi
yukarıda rivayet ettiğimiz hadisle tahsis edilerek müstesna kılınmıştır.
Kâfirin, kasden adam öldürenin ve kölenin de âyetin hükmü dışında kalarak
mirasçı olamıyacakları hususu da böyledir.
Kaldı ki Ebubekir (r.a.) ve Ömer
(r.a.), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in geri bıraktığı malın birkaç mislini Ali (r.a.) ve
çocuklarına vermişlerdir. Bütün bunlardan başka Ömer (r.a.), Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) o mal
ile nasıl tasarruf etmişse onların da aynısını yapmaları için, Rasulullah'ın
terekesini Ali ve Abbas'a teslim etmesi, Şiilerin Ebubekir ve Ömer'e (r.a.)
yaptıkları töhmeti reddeder.
Sonra
“İrs” kelimesi ilim, Peygamberlik, mâl, hülâsa intikal edebilecek her şeyi
ifade eder.
“Sonra
Kitabı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bıraktık.”
(Fatır: 35/32),
“İşlediklerinize
karşılık, size miras verilen işte bu cennettir.” (Zuhruf:
43/72),
“Arz, Allah'ındır ve onu kullarından dilediğine miras olarak verir.” (A'raf:
7/128) mealindeki âyetler buna delâlet ederler.
Ebu
Davud'un rivayet ettiği bir hadiste de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyuruyor:
“Peygamberler, miras olarak Dirhem veya Dinar bırakmazlar.
Onların bıraktıkları miras ancak ilimdir”.
Süleyman
(a.s.)'a da babasından kalan miras, ilim ve peygamberlik mirası idi. Bu
mirasdan maksad, mal olsaydı Davud'un yalnız bir oğlundan bahsedilmezdi. Böyle
bir miras, Davud'un diğer oğullarına da şâmil olurdu.
Süleyman'ın,
Davud'un malına vâris olmasından da medih ifade eden bir sıfat yoktur. Çünkü
iyi olsun kötü olsun kişi babasına varis olur. Süleyman (a.s.)'ın Davud
(a.s.)'a vâris olduğu hakkındaki âyet-i kerime Süleyman (a.s.) ve nübüvvet gibi
kendisine has olan meziyetlerini medih içindir. Halbuki mala mirasçı olmak halk
arasında müşterek olan adî bir şeydir. Binaenaleyh faydası olmadığı için bu
gibi şeyler bize anlatılmamalıdır.
“Katından
bana bir oğul bağışla ki, bana ve Ya'kub oğullarına mirasçı olsun.” (Meryem:
19/6) âyet-i kerimesi de böyledir.
Yani
Zekeriyya'nın (a.s.) bir vâris için duası aynı mânâdadır. Nitekim Zekeriyya
(a.s.) da Peygamberliğine vâris olacak bir evlad için dua ediyordu. Yoksa bir
marangoz olan Zekeriyya'nın (a.s.) tevarüs edilecek bir malı olmadığı gibi
Yahya (a.s.) da insanların en zahidi idi.
|