Râfizî
şöyle diyor:
“Âişe,
her zaman Osman'ın öldürülmesini istiyordu. O her zaman: Ahmak'ı öldürünüz,
Allah (c.c.) ahmakı öldürsün, diyordu. Osman'ın öldürüldüğü haberi kendisine
ulaşınca da sevinmiştir.”
Ey
Râfizî!
Evvela,
Âişe'ye (r.a.) nisbet ettiğin yukardaki sözleri nereden aldın?
Saniyen, Aişe'den
(r.a.) sahih olarak rivayet edilen haberlerden anlaşıldığı gibi, senin iddia
ettiğinin tam aksine O, Osman'ın (r.a.) şehid edilmesini şiddetle kınamış. Onu
şehid edenleri zemmetmiş, hatta bu hâdiseye iştirak ettikleri için kardeşi olan
Muhammed b. Ebi Bekir ve diğerlerine beddua etmiştir.
Sâlisen,
farzedelim ki ashabtan biri - Âişe veya başkası - gazaba geldiği bir sırada Osman'dan
(r.a.) sâdır olan ve hoşuna gitmeyen bir hareketten dolayı Onun aleyhine bir
söz sarfetmiş olsa bile bir tek kişinin sözü asla hüccet değildir. Böyle bir
söz ne Onu harcayanın ve ne de kendisine tevcih edilen zatın imanına zarar
vermez. Aksine her ikisi de Allah (c.c.)'ın dost kulları ve cennet ehlindendirler.
Hatta ashabtan biri, diğerinin katlini veya küfrünü kendi zannına binaen caiz
görmüş olabilir.
Nitekim
Buharî'de bulunan ve Ali'den (r.a.) naklen gelen Hâtib b. Ebi Beltea'nın
kıssası da bu kabildendir. Üstelik Hâtib Bedir ve Hudeybiye ehlinden idi. Ali'nin
(r.a.) rivayet ettiği hadisten de anlaşıldığı gibi;
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethetmek
isterken yapılan hazırlığın gizli kalmasını emretmişti. Buna rağmen Hâtib,
Mekke müşriklerine bir mektup yazarak Rasulullah'ın bazı hazırlıklarını onlara
bildirdi. Allah (c.c.) da bir vahiy ile durumu Rasulullah'a haber verdi. Bunun
üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali ve Zübeyr'i çağırarak
Onlara:
“Şimdi gidiniz, Hâh bostanına kadar ilerleyiniz. Oraya
vardığınızda yolcu bir kadın bulacaksınız, yanında da bir mektup vardır. Onu
alıp getiriniz!” emrini verdi. Ali ve Zübeyr, Rasulullah'ın haber verdiği
şekilde hareket ederek mektubu getirdiler. Rasulullah:
“Ey Hâtib, bu ne iştir?” diye sordu. Hâtib şöyle cevap verdi:
“Yâ Rasulullah, acele etme, kerem buyur!...
Ben Kureyş'le andlaşarak bağlılık kurmuş bir kişiyim. Fakat
hiçbir zaman ben, Kureyş'in mahremi ve samîmi bir ferdi olmadım. Yâ Rasulullah!
Maiyetinizde muhacirlerden bu kadar kimseler vardır ki, bunların Mekke'de
ailelerini, mallarını koruyacak akrabası vardır. (Benim ise himaye edecek
kimsem yoktur.) Neseb cihetiyle olan bu boşluğu, Mekkeliler arasında
minnettarlar kazanarak doldurmak ve bu suretle akrabamı himaye etmek istedim.
Yoksa bu işi dinimden dönmek fenalığıyle işlemedim. Ve ben, müslüman olduktan
sonra asla küfre razı olmadım.”
Hâtib b. Ebî Beltea'nın bu müdafaası üzerine Rasulullah orada
bulunanlara:
“Hâtib size karşı kendisini amma doğru müdafaa etti,” buyurdu. (Fakat bir
türlü kızgınlığı geçmeyen) Ömer:
“Yâ Rasulullah, beni bırak da şu münâfık'ın boynunu vurayım!”
dedi. Rasulullah:
“Ya Ömer! Hâtib, Bedir gazasında hazır bulundu. Ne bilirsin? Ola
ki, Allahu Teâlâ Bedir'de bulunanların yüce cihadlarına muttali' olmuştu da:
Ey Bedir yârânı bundan böyle ne dilerseniz işleyiniz, ben sizi
affetmişimdir! diye taltif buyurmuştur,” dedi.
(Buhârî Meğazi: 9, Cihad: 141, 195
İstizan: 23, İstitabe: 9, Müslim Fedail: 161, Ebu Davud Cihad: 108)
Bunun
üzerine Allah (c.c.), şu ayeti kerimeyi indirdi:
“Ey
inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan onları dost edinmeyin.
Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz;
oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü
sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler Benim yolumda savaşmak
ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben,
sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi
gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” (Mümtehine:
60/1)
İlim
ehli bu hadisenin sıhhati üzerinde ittifak etmişlerdir. Hâdise mütevâtir olup,
tefsir, hadis, fıkıh, siyer ve tarih âlimlerince ma'lumdur. Ali (r.a.), halife
iken zamanında vuku bulan fitneden sonra da bu hâdiseyi anlatıyordu. Onun bu
hâdiseyi fitneden sonra anlattığını kâtibi olan Abdullah b. Ebi Râfi
nakletmiştir.
Ali'nin
(r.a.) bu hâdiseyi anlatmaktaki gayesi de Ensar ve Muhacirin'in bütün
yaptıklarına rağmen affedildiklerini beyan etmek için idi. Kaldı ki, Talha ve
Zübeyr bütün müslümanların ittifakı ile Hâtib b. Ebî Beltea'dan
üstündürler. Hâtib'in müşriklere mektup yazmakla Rasulullah'a ve ashabına karşı
onlara yardımcı olmasından dolayı işlediği suç, Talha ve Zübeyr'e isnad edilen
suçlardan çok daha büyük idi. Buna rağmen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem), öldürülmesini yasaklamıştır. Hâtib'in cehenneme gireceğini söyleyen de
yalan söylemiştir. Çünkü Hâtib, Bedir ve Hudeybiye ehlindendir. Allah (c.c.) onları affettiğini haber
vermiştir. Yine buna rağmen Ömer (r.a.):
Yâ
Rasulullah, beni bırak da şu münâfık'ın boynunu vurayım! diyerek Hâtib'i
münafıklıkla ittiham etmiş ve katlini mubah görmüştür. Buna rağmen bu durum her
ikisinin imanına zarar vermemiştir. Çünkü her ikisi de cennet ehlindedirler.
Buhari,
Müslim ve diğer hadis kitaplarında rivayet edilen ve İfk hadisesi ile ilgili
durum da böyledir. Şöyle ki:
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), o gün Mescid-i Saadette bir hutbe irad ederek ve
bu iftirayı ilk önce ortaya atan Abdullah b. Übey b. Selûl'den nâşî söz
söylemekte ma'zur tutulmasını isteyerek:
“Ehlim hakkında bana ezâ eden bir şahıs hakkında bana kim yardım
eder de benim için ondan intikam alır? Vallahi ben, ehlim hakkında hayırdan
başka bir şey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini ortaya
koydular ki, bu zat hakkında da ben iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu
fazitetli kimse şimdiye kadar ehlimin yanına girmemiştir, ancak benimle beraber
girmiştir”
buyurmuşlardır. (Buhârî Şehadet: 15, 30 Hibe: 15 Cihad: 64, Meğazi: 11,
34 Tefsir: 3, Eyman: 18, İtizam: 28, Tevhid: 35, 52, Müslim Tevbe: 56, Nesai,
Taharet: 194)
Bunun
üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak:
Yâ
Rasulullah! Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer bu (iftiracı) Evs'den ise
biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec kardeşlerimizdense ne yapmak lazımsa siz
emredersiniz, biz emrinizi yerine getiririz, demiş. Bu defa da Sa'd b. Ubâde
ayağa kalkmış. Bu da Hazrec kabilesinin büyüğü idi. Sa'd b. Muaz'a karşı:
“Vallahi
sen yalan söylüyorsun. Sen Onu, (Abdullah b. Ubeyy'i) öldüremezsin ve öldürmeğe
muktedir değilsin” demiş. Bu defa da (Eşhelî ve Evsî) Üseyd b' Hudayr ayağa
kalkarak Sa'd b. Ubâde'ye karşı:
“Allah
(c.c.)'ın beka ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi
biz, elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına
bizimle mücadele ediyorsun” diye mukabele etmiş.
Hatta
birbirleriyle mukateleye girişecek kadar birbirlerine girmişlerdir. Nihayet
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mimberden inerek onları
yatıştırmıştır.
Mevzubahis
olan bu üç zat da ilk müslümanlardan idi. Buna rağmen Üseyd b. Hudayr, Sa'd
b. Ubade'ye:
“Sen
münafıksın, münanfıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun”, demiştir.
Halbuki
her ikisi de Allah (c.c.)'ın dostlarından ve cennet ehlindendirler.
Bu
hadiseden de anlaşılıyor ki kişi te'vil ederek kardeşini tekfir ederse, her
ikisi de kâfir olmazlar.
Müslim'de
rivayet edilen bir başka hadiste Ashab'tan bazıları, Mâlik b. Duhşum (r.a.)'ın
(hâşa!) münafıklığını iddia ederek Rasulullah'dan kendisine beddua etmesini isteyince,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem). Mâlik b. Duhşum'un evinde
kıldığı namazı bitirdikten sonra:
“O (Malik b. Duhşum)
Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına
ve Benim Allah'ın resulü olduğuma şehadet etmiyor mu?” buyurarak, ashabın isteğini
reddetmiştir. (Mâlik b. Duhşum: Ensardan ve Evs
kabilesindendir. Avf b. Ömer' in oğullarından olan Mâlik, Bedir savaşına
katılmıştır. Rasululah (sallallahu aleyhi ve sellem) Dırâr Mescidini yakmak
üzere gönderdiği iki kişidendir. )
Bütün
bu anlattıklarımızdan anlaşılıyor ki, ictihad ettikten sonra hata etmemek yüce
kişi olma şartlarından değildir. Kaldı ki biz, Osman'ın (r.a.) ma'sum olduğunu
da iddia etmedik. Başkası hakkında konuşulacağı zaman bilerek ve adaletle
konuşulması lazımdır. Cehalet ve zulümle yapılan konuşmalar ehl-i bid'atın
işidir.
Râfizîler
de fezâilde birbirine yakın olan zatlardan bazılarının hatasız ve ma'sum
olduklarını iddia ederken diğer bir kısmını da fâsıklık ve küfürle itham
ediyorlar. Böylece cehaletlerini ve iddialarındaki tenakuzlarını ortaya
koyuyorlar.
Musa
ve İsa'nın peygamberliklerini ispatlamaya çalışan yahudî ve hıristiyanın
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Peygamberliğini zemmetmesi gibi.
Bazı
mürid ve talebeler de tabî oldukları şeyh ve üstadlarını medhetmeğe çalışırken
diğerlerinin şeyh ve üstadlarını zemmetmeleri gibi.
|