Râfizî
şöyle diyor:
“Muaviye,
Ali'ye karşı savaştı. Halbuki Onlara (Ehl-i sünnet) göre Ali dördüncü halife,
gerçek imam ve kim ki gerçek imama karşı savaşırsa âsî ve zâlimdir.”
Ey
Râfizî!
Senin
bu dediğin doğrudur. Fakat bazan bâğî kendisinin hak yolda olduğuna inanır.
Bazan da bilerek ve nefsî hevasına uyarak âsi olur. Çoğu zaman da böyle olur.
Bu ikinci takdire göre böyle bir şey vuku bulmamıştır. Buna rağmen ne Muaviye'yi
(r.a.) ve ne de Ondan efdal olan Ali'yi (r.a.) hatâdan tenzih edemeyiz.
Misver
b. Mahreme'den
rivayet edilen meşhur bir hikâye vardır. Şöyleki:
“Misver
(r.a.), bir ara Muaviye (r.a.) ile başbaşa kalırlar. Muaviye (r.a.) kedisini
neden yadırgadığını Misver (r.a.)'e sorunca, O da O'na birçok sebepleri
sayıverir. Muâviye (r.a.):
Ey
Misver! Senin günâhların yok mudur? Diye sorar. Misver (r.a.) : vardır, der.
Muâviye:
Günahlarının
Allah (c.c.) tarafından bağışlanmasını istemez misin? Deyince, Misver:
İsterim,
cevabını verir. Bunun üzerine Muâviye (r.a.) şöyle buyurur:
“Ey
Misver! Senin Allah (c.c.)'ın rahrahmetine iten ve beni de o rahmetten
uzaklaştıran şey nedir? Vallahi -Senin beni yadırgadığın sebepler de dahil-
Allah ile gayrisi arasında muhayyer bırakılmışsam mutlaka ben Allah-ü Tealâ'yı
ondan gayrısına tercih etmişimdir. Vallâhî cihad, cezaların tatbiki, emr-i bilma'ruf
ve nehy-i aniimünker'in dışında yaptığım ameller, senin amelinden efdaldir. Ben
öyle bir din'e inanıyorum ki, Allah (c.c.) O dinin mensuplarının iyiliklerini
kabul etmesine karşılık onların günahlarını affediyor.”
Ey
Râfizîler!
Haricîler ve Nâsibîler
(Nasîbî: Ehl-i beyt'e düşmanlık
eden kimse. )
size:
Ali'nin
(r.a.) adalet ve imanına olan deliliniz nedir? diye soracak olurlarsa, onlara
mütevatir olan İslâmından ve ibadetinden başka söyleyeceğiniz bir şey yoktur.
Mezkûr guruplar:
Aynı
şeyler Ebubekir, Ömer ve Onlardan başka kendilerini zemmettiğiniz ashab-ı kiram
hakkında da mütevatirdir. O halde aramızdaki fark nedir? Kur'ân'ın delilleri
ile karşımıza çıkarsanız, bu deliller aynı zamanda her iki gurubu da kapsarlar.
Şu kadarı var ki, siz büyük bir cemaatı İslâmdan çıkarırken biz yalnız birisini
çıkardık, dediklerinde, siz tekrar:
Ali'nin
(r.a.) adalet ve yüce imanına delalet eden faziletleri vardır, diyecek
olursanız; Onlar da:
Diğerleri
hakkında da aynı faziletler vârid olmuştur. Ya hepsinin adaletini ve yüce
imanlarını kabul edeceksiniz veya hepsini de zemmedeceksiniz, diyeceklerdir.
Ey
râfizîler! Ali'nin
(r.a.) adalet ve yüce imanını savunurken, müslümanların ona yaptıkları bîatı
delil olarak ileriye sürüyorsanız, size şöyle deriz:
Bilindiği
gibi ilk üç halifeye bîat eden müslümanlar daha çoktur. Nitekim Şam
mıntıkasının tümü ile Mısır'ın ekser halkı Ali'ye (r.a.) bîât etmemişlerdir.
Bütün
bunlardan başka nâsibîler:
Ali (r.a.)
(hâşâ!) bâğîdir. Güven içerisinde iken savaşa ilk olarak kendisi başlamış,
müslümanların kanını akıtmıştır. Onun zamanında müslümalara kılıç çekilmiş,
müşriklerden vazgeçirilmişti, şeklinde asılsız iddiaları vardır.
Haricîlere
gelince:
Onlar
her iki gurubu da zemmediyorlar. Amr b. Ubeyd ve mu'tezileden bir gurup, (Cemel
Vak'ası için) herhangi birisini belirtmeden, ikisinden birinin haktan çıktığını
iddia ediyorlar. Sıffîn muharebesinden dolayı da Amr b. Ubeyd, Vâsıl b. Ata
ve Ebü'l Huzeyl (r.a.) ; Ali'nin (r.a.), Muâviye (r.a.)
ile yaptığı savaştan- dolayı isabet ettiğini söylüyorlar. Bu sözü İbn-i
Hazm nakletmiştir. Haricîlerden bir gurup da:
Ali (r.a.)
başta haklı idi. Fakat hakem olayından sonraki hükmü kabul edince (hâşâ!) kâfir
olmuştur, diyorlar.
“Muâviye
taraftarları azgındırlar. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
Ammar'a:
“Seni
azgın bir topluluk öldürecektir, demiştir.” denilecek olursa, şöyle deriz:
Evet
bu haber sahihtir. Ancak ilim adamlarından bazıları bu hadisi zayıf telakki
etmişlerdir. Seleften Ebu Hanife, Mâlik, Ahmed ve diğerleri:
Ali (r.a.)ile
Muâviye (r.a.) arasındaki savaşta bağilik (azgınlık-haksızlık) şartı mevcut
değildir; Ondan sonra Allah (c.c.) bâğî olan toplulukla hemen savaşmayı
emretmiştir. Aksine mü'minlerden iki topluluk savaştığında aralarını bulmayı
emretmiştir, diyorlar. Bu sebepledir ki Ali (r.a.) ile Müaviye (r.a.) arasında
vuku bulan savaş, İmam-ı Ahmed ve İmam-ı Mâlik'e göre “Fitne
savaşıdır.” Ebu Hanife de:
“Âsiler,
imama karşı savaşmaya başlamadıkları müddetçe onlarla savaşmak caiz değildir.”
diyor.
Muâviye
(r.a.) taraftarları da savaşa ilk başlayanlar değildir.
Ondan sonra ehl-i
sünnet; gerçek İmam (halife)'ın ma'sum olmasının gerekmediğini, Ona itaat
etmeyene karşı her ferdin savaşmasının lâzım geldiğini, ve ma'siyet olarak
bildiği bir hususta Ona itaat'ın vacip olmadığını söylüyorlar.
Hatta böyle bir
şeyin vukuu halinde müslümanın kenarda kalmasını evlâ görüyorlar.
Ashab'ın bir
bölümü de bu noktadan hareket ederek Ali (r.a.) ile birlikte Şam halkına karşı
savaşmayı terketmişlerdir. Buna rağmen Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlar, ya âsî,
ya hata etmiş müctehid veya isabet etmiş müctehiddirler. Hangi durum takdir
edilirse edilsin, onların hali imanlarına zarar vermediği gibi, onların cennete
girmelerine de mâni değildir.
Çünkü
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor :
“Eğer
mü'minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz, eğer
biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine
kadar savaşınız; eğer dönerse aralarını adaletle bulunuz, âdil davranınız,
şüphesiz Allah âdil davrananları sever. Şüphesiz mü'minler birbiri ile
kardeştirler;
(öyle ise dargın olan) kardeşlerinizin arasını düzeltin...” (Hucürât: 49/9-10)
Görülüyor
ki Allah (c.c), birbirleriyle savaşan iki topluluğu da “kardeş” olarak
tesmiye etmiştir.
Râfizînin: “Muâviye, Rasulullah için vahîyden
bir tek kelime bile yazmamıştır.” şeklindeki iddiası da diğer iddiaları gibi
yalandır.
(Çünkü bizzat Râfizînin kendisi, Muaviye'nin (r.a.)
Rasûlullah'a mektup yazdığını daha önce itiraf etmişti. Rasulullahda (sallallahu
aleyhi ve sellem) mektuplarında ve diğer yazılarında vahiyden başka birşey
yazdırmaz. )
Nitekim Allah (c.c):
“O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak,
bildirilen bir vahiy iledir.” (Necm:
3-4) buyururlar.
|