Ey
Râfizî!
“Osman müslümanlar tarafından tasvip edilmeyen işler yapmıştır” diyecek
olursan;
“Ali
(r.a.) de öyle işler yapmış ki bazı müslümanların kendisine bîat etmemelerine
sebep olmuştur.” denilecektir. Fakat her şeye rağmen Allah (c.c.) her ikisinden
de razı olmuştur.
Ali (r.a.)
hilafete geçtikten sonra Muaviye'nin (r.a.) azline acele etti. Halbuki Muaviye'nin
(r.a.) valiliğinde bir beis olmadığı gibi maiyetindekiler de onu seviyorlardı.
Üstelik Ali (r.a.), Muaviye'den dûn olanları görevlendirmiştir.
Şüphesiz ki
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'den (r.a.) üstün idi. Buna rağmen
Ebu Süfyan'ı Necran'a emîr olarak tayin etmiş, Rasulullah'ın vefatı sırasında
da Necran emirliğine devam ediyordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'ın tayin ettiği bir çok kimseler Ümeyye oğullarından idi. Nitekim
Huneyn gazvesine giderken Attab b. Useyd b. Ebi'l Âs b. Umeyye'yi Mekke'ye,
Hâlid b. Saîd b. El-Âs ve Ebân b. Saîd b. El-Âs'ı çeşitli yerlere
tayin etmiştir.
Muaviye'yi
(r.a.) Şam'a vali olarak görevlendiren de Ömer (r.a.)'dir. Muaviye (r.a.) ne
diyanetinde ve ne de siyasetinde itham edilemeyen bir zâttır.
Nitekim
Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“İdare adamlarınızın hayırlısı, sizi seven ve sizin tarafınızdan
sevilenlerdir. Siz onlara dua edersiniz, onlar da size dua ederler. İdare
adamlarınızın kötüsü, sizi sevmeyen ve sizin tarafınızdan sevilmeyen, size
lâ'net eden, sizin de kendilerine la'net ettiğiniz kimselerdir”
buyurmuşlardır. ( Müslim İmaret: 17)
Âlimler; “Muaviye
(r.a.) maiyetindekilerini sevdiği gibi, onlar da kendisini seviyorlardı. Onlar
Ona dua ettikleri gibi, kendisi de onlara dua ediyordu” demişlerdir.
Buharî'nin
rivayet ettiği bir hadiste de Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ümmetimden daima hak üzere gâlib bulunan, muhaliflerinden
kendilerine zarar ulaşamayan bir taife hiç eksik olmayacaktır.” buyurmuşlardır.
( Buhari İtisam: 10, Müslim İman: 247)
Mâlik
b. Yuhâmir, Muaz (r.a.)'ın:
Onlar
Şam'dadır, dediğini işittim diyor. Bazıları; bunların (r.a.) Muaviye'nin
askerleri olduklarını söylemişlerdir. Bazı âlimler de:
Muaviye
(r.a.), Ali (r.a.) tarafından görevlendirilen birçok validen iyi idi.
Binaenaleyh azledilmeye müstahak değildi. Siyasette ondan geri olanları tayin
etmesine de luzum yoktu. Keşke Ali (r.a.) Muaviye (r.a.) ile ülfet edip Onu
Şam'da bıraksaydı da kan akıtılmasaydı, demişlerdir.
“Ali
(r.a.) bu meselede ictihad etmişti” denilecek olursa, “Osman (r.a.) da
yaptıkları işlerde ictihad etmiştir.” denilecektir.
Müslümanlardan bazılarını
velayet, emaret veya maaş bağlama hususundaki içtihad ile müslümanların kan
akıtmasına sebebiyet veren ictihad bir midir?
Ali'nin
(r.a.) Muaviye'yi (r.a.) azli ile ilgili içtihadından sonra müslümanlar;
birbirine girmişler, bunun neticesi olarak da kâfirlere karşı gelmekten âciz
kalmışlar, öyle ki kâfirler müslümanların topraklarına göz dikmişlerdir.
Şüphesiz ki Ali (r.a.) ile Muaviye (r.a.)
arasında savaş olmasaydı veya her ikisi de maiyetindekilere kendi siyasetini
uygulasaydı, savaşmakla meydana gelen zarardan daha az bir zarar meydana
gelecekti.
Nitekim fitne savaşla devam etti ve bir imam üzerine de ittifak
edemediler. Aksine kanlar aktı, kin ve nefretler şiddetlendi, hakka daha yakın
olan Ali (r.a.) taraftarları zayıfladı ve karşı taraftan barış istemeye
başladılar ki, karşı tarafta olanlar, aynı şeyi daha önce istiyorlardı.
Bilindiği gibi iyiliği kötülüğünden fazla olan bir şeyi işlemek onun zıddını
işlemekten hayırlıdır. Burada da durum böyledir. Yani savaşla her hangi bir
maslahat meydana gelmiş değildir. Aksine savaştan önceki durum savaştan sonraki
durumdan daha iyi ve daha maslahatlı idi. Böyle bir içtihadı -Ali'nin (r.a.) savaş
kararı- yapan zat affa mazhar olacağına- göre Osman'ın (r.a.) yaptığı -Ve hata
diye nitelenen ictihadları- ictihadlardan dolayı affa mazhar olması elbette
daha evlâdır. Muaviye (r.a.) ve taraftarlarına gelince onlar da:
Canlarımızı
ve memleketimizi müdafaa etmek için (r.a.) Ali'ye karşı savaştık. Nitekim
(r.a.) Ali savaşa başladıktan sonra kendimizi müdafaa etmeye başladık. Bizler
savaşa başlamadığımız gibi hakkına da tecavüz etmedik, diyorlar. Râfizîler
Onlara:
“İmam
Ali (r.a.) idi. Ona bîat edip itaat etmeniz ve müslümanların gücünü bölmemeniz
farzdır” diyecek olursa:
Biz
kendisine itaatin vacip olduğu bir imam olduğunu bilmiyorduk. Çünkü bu durum
şiîlere göre nass ile bilinir. Halbuki Ali'nin (r.a.) imametine ve Ona itaat
etmenin vücûbuna dair Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bize bir nass gelmiş değildir, diyecekler. Şüphesiz ki bunların bu noktadaki - açık nass
- itirazları yerindedir.
İmâmîlerin iddia ettikleri açık nass'ın hak olduğu
kabul edilecek olursa; mezkûr nass'ın Ebubekir, Ömer ve Osman'ın (r.a.) devirlerinde gizlenmiş
olması lâzımdır.
Binaenaleyh Muaviye (r.a.) ve taraftarlarının kendilerine
gizli kalmış bir nassla amel etmeleri vacip değildir. Ne yazık ki böyle bir
nass'ın varlığı kesinlikle yalandır.
|