Râfizînin;
“Muaviye
ashab-ı Kiramdan bir cemaatı öldürmüştür” şeklindeki iddiasına karşı şöyle
diyoruz:
Her
iki tarafta da ashab-ı kiram vardı. Bunlar, onlardan; Onlar da bunlardan
öldürmüştür. Her iki taraftan da gerçekten savaşı isteyenlerin çoğu ise ne Ali'yi
(r.a.) ve ne de Muaviye'yi (r.a.) dinliyorlardı. Kaldı ki, Ali (r.a.) ve Muaviye
(r.a.) hepsinden daha fazla savaşı istemiyorlardı. Fakat ve maalesef vuku bulan
fitne karşısında çaresiz kalmışlardı. Çünkü fitne tutuşunca hükemâ onun ateşini
söndürmekten âciz kalırlar. Her iki orduda da Ester en-Nahaî, Haşim b. Utbe,
Abdurrahman b. Hâlid b. Velid, Ebul A'ver ve benzeri zatlar vardı. Savaşa
teşvik eden daha bir kısım insanlar vardı ki, bunların bir kısmı Osman'ı (r.a.)
desteklerken bir kısmı ondan nefret ediyorlardı. Bir kısmı Ali'ye (r.a.) desteklerken
bir kısmı da ondan nefret ediyorlardı. Ondan sonra Muaviye (r.a.) ile beraber
savaşanlar, husûsî onun için değil, aksine başka sebeplerden dolayı
savaşıyorlardı. Bu sebeplerin en önemlisi Osman'ı (r.a.) şehid edenlerin kanını
talep etmelerİdir. Tabiî ki fitne savaşına karışanların istek ve zanlarını
zabtetmek oldukça zordur.
Ali'nin
(r.a.) (hâşâ!) lanetlendiğine dair iddiana gelince şöyle diyoruz:
Lanetleme
meselesi maalesef her iki taraftan da olmuştur. Her iki taraf da yaptıkları
dualarda karşı tarafın reislerini tel'in ediyorlardı. Muaviye (r.a.) ve
taraftarları Ali'yi (r.a.) tekfir etmemişlerdir. Ali'yi (r.a.) ancak dinden
sapan haricîler tekfir etmişlerdir. Halbuki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) ashab-ı kiram hakkında şöyle buyuruyorlar:
“Ashabıma sebbetmeyiniz! Nefsimi elinde tutan
(Allah)'a yemin
ederim ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onların iki avuç
veya yarısı kadar infak ettiklerinin (sevabına) nail olamazlar.” ( Buhari Fedail: 5,
Müslim Fedail: 221,222)
Râfizînin:
“Muaviye, (r.a.) Hasan'ı (r.a.) zehirlemiştir”
şeklindeki iddiası boş bir sözden ibarettir.
Böyle
bir şey asla sabit değildir. Hasan'ı (r.a.) ailesi zehirlemiştir. Zehirleme
sebebini de Allah bilir. Bazıları, Hasan'ı (r.a.) zehirlemesi için kayınpederi Eşa's
b. Kays’ın kızına emir verdiğini
söylüyorlar. Çünkü Eşa's b. Kays, gizliden Ali (r.a.) ve Hasan'dan (r.a.)
ayrılmakla itham ediliyordu. Bu işi Muaviye'nin (r.a.) Eşa's b. Kays'a
öğrettiğini iddia ediyorlarsa da bu iddia zandan başka bir şey değildir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de:
“Zandan kaçınınız! Çünkü zan sözlerin en çok yalan olanıdır” buyuruyorlar. ( Buhari Mezalim: 14, Müslim Birr: 28)
Hülâsa
zan ifade eden haberler hakkında şer'an hüküm verilemiyeceği hususunda bütün
müslumanlar müttefiktirler.
Binaenaleyh böyle bir habere, ne medih ve ne de
zemm terettüp eder. Bazıları Eşa's b. Kays'ın hicrî kırk bazıları da kırkbirde
vefat ettiğini söyleyerek, bu sebeple Muaviye (r.a.) ile Hasan (r.a.) arasında “Cemaat
senesi” denilen yâni hicrî kırkbirde meydana gelen sulhta onun adını
zikretmemiştir.
Eşa's, Hasan'ın (r.a.) kayınpederi idi. Eğer bu sulhta olsaydı
muhakkak ondan bahsedilecekti. Hasan'dan (r.a.) on sene öncesine kadar vefat
etmişse Hasan'ı (r.a.) zehirlemesi için nasıl kızına emir vermiş olabilir.
Nakilcilerin
ittifakına göre: Yezid, Hüseyin'i (r.a.) katli emretmemiştir. Fakat Irak valiliğinden
O'nu vazgeçirmesi için İbn-i Ziyad'a mektup yazmıştır.
Hüseyin (r.a.) ise Irak
ehlinin kendisine yardımcı olacaklarını ve Ona verdikleri sözü yerine
getireceklerini zannediyordu. Irak ehli ve hasseten şiîler halifeliğine biat
ettiklerini kendisine yazmışlardı. Bunun üzerine Hüseyin (r.a.), amcasının oğlu
Müslim b. Akîl'i Kûfe'ye gönderdi. Arkasından da kendisi yola çıktı. Fakat Küfe
valisi Ubeydullah b. Ziyad'ın kuvvetleri Müslim b. Akîl'i öldürüp. Küfe ehli de
İbn-i Ziyad'a biat edince, Hüseyin (r.a.) geriye dönmek istedi. Ne yazık ki
zâlim bir askeri seriyye Ona yetişmişti. Hüseyin (r.a.), onlardan ya Yezid'e
gitmek veya memleketine gitmek için kendisine müsaade etmelerini istedi. Fakat
bu zâlimler, her iki isteğini de reddederek teslim olmasını istediler. Lâkin Hüseyin
(r.a.) kendilerine teslim olup Ubeydullah b. Ziyad'ın hükmüne tevdi edilmesini
reddederek, onlara karşı savaştı. Nihayet mazlum olarak şehid edildi. Allah
ondan razı olsun.
Yezid
bu facianın haberini alınca müteessir olmuş ve evinde oturup ağlamıştır. Yezîd
asla onları esir etmemiştir. Aksine onları techiz ettikten sonra ihtiyaçlarını
karşılamış ve memleketlerine göndermiştir. Çünkü, Muaviye (r.a.), Yezid'e Hüseyin'in
(r.a.), hukukuna riayet etmesi ve yüceliğine hürmet göstermesi için tavsiyede
bulunmuştu.
Râfizî'nin:
“Ebu Süfyân, Rasulullah'ın dişini
kırmıştır” şeklindeki iddiası da uydurmadır.
Çünkü
Utbe b. Ebi Vakkas Rasulullah’ın dişini kırmıştır. Hind de Hamza'nın (r.a.)
ciğerini yememiştir. Aksine onu çiğnedikten sonra dışarıya atmıştır. Bilahare
Allah (c.c.) Ona İslâm nimetini nasib kılmıştır. Rasulullah da Ona hürmet
etmiştir, çünkü Onun kayın validesi idi.
Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“İnkâr
edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar
başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını, söyle.”
(Enfâl:
8/38)
Amr
b. Âs (r.a.)'dan rivayet edilen ve Müslim'de bulunan bir hadiste, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“İslâm, kendinden öncekileri yıkar” buyururlar. (Yani kişi İslama
girdikten sonra girmeden önce işlediği küfür ve isyanlar affedilir.)
Buhari'de
bulunan bir başka rivayette Muaviye'nin (r.a.) annesi Hind müslüman olunca
şöyle demiştir:
“Yâ Rasulullah! Yeryüzünde senin maiyetinde bulunanlardan daha
fazla zillete uğramasını arzuladığım hiçbir topluluk yoktu. Bugün ise
yeryüzünde senin ashabından daha fazla aziz (güçlü ve galip) olmasını
arzuladığım hiçbir topluluk yoktur.”
|