Râfizînin:
“Ehl-i
sünnet, zekâtı Ebubekir'e vermedikleri için Hanîfe oğullarına mürted ismini
verdiler” şeklindeki iddiası en açık yalanlardandır.
Çünkü Ebubekir (r.a.),
Müseylime'nin Peygamberliğine inandıkları için Hanifeoğullarına karşı
savaşmıştır. Zekâtı vermek istemeyenler onlardan başka idiler. Zekâtı
vermeyenlere karşı savaşın câiz olup olmaması hususunda ashab-ı kiramdan
bazıları konuşmuşlardır. Fakat Hanifeoğullarına karşı savaşın vücûbu hususunda
ashabdan hiç kimse tereddüt etmemiştir.
Râfizînin:
“Müslümanların
kanını mubah görerek, Emirülmü'minin Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlara mürted
demediler. Halbuki Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ey
Ali! Savaşın (sana karşı savaş) benim savaşımdır (bana karşı savaştır), barışın
da benim barışımdır” buyurduğunu duymuşlardır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'a karşı savaşan da icmâ He kâfirdir” şeklindeki iddiasına karşı da
şöyle deriz:
Mezkûr
hadisi kim rivayet etmiştir? Ehl-i Sünnet bu hadisi duymuşlarda. Onun
Rasulullah'a isnad edilmiş bir iftira oiduğunu duymuşlardır. Çünkü mezkûr hadis
ne bilinen hadis kitaplarında mevcut ve ne de senedi maruftur. Aksine bütün
hadîs âlimleri bu hadisin uydurma olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ondan
sonra Ali (r.a.)'in Cemel ve Sıffin'de yaptığı savaşlar Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'ın emri ile değil, kendi içtihadı ile olmuştur. Yunus,
Hasan Basri'den, O da Kays b. Ubâd'den rivayet ettiğine göre (Kays
b. Ubâd, (r.a.) Ali'nin taraftarlarından olup Ondan, (r.a.) Ömer ve
Ammar'dan hadis nakletmiştir. Hadisleri Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî ve
İbn-i Mâce'dedirler. Hicrî Seksenden sonra vefat etmiştir. Hasan Basri'nin
üstadlarındandır. Yunus ise Ubeydi El-Basri'nin oğludur. Güvenilir zatlardandır.
İmam Ahmed ve diğer hadis imamları Yunusu güvenilir kabul etmişlerdir. )
Kays şöyle dedi:
Ali'ye
(r.a.) dedim ki, söyle bakalım senin bu seferin (Cemel ve Sıffîn muharebelerine
gidişin) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın sana verdiği bir emirle
mi? Yoksa kendi içtihadınla mıdır? Ali (r.a.):
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) bana (bu hususta) birşey emretmiş değildir. Fakat
içtihadımla bunu uygun gördüm, dedi. Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlar,
Rasulullah'a karşı savaşmış kabul edilseydi ve böylece mürted olsalardı; Ali, (r.a.) Onlara mürtedlerin hükmünü uygulardı.
Halbuki tevatüren sabittir ki, Ali (r.a.), Cemel Vak'asında Ona karşı savaşıp
kaçanları takip etmemiş, yaralılarını öldürmemiş, mallarını ganimet olarak
tutmamış ve kadınlarını esir etmemiştir. Bu sebepledir ki,
Haricîler:
Bunlar
mü'min iseler neden onlarla savaştın? Kâfir iseler neden kadın ve mallarını
haram kıldın? diye Ali'ye (r.a.) itiraz ederek Ona karşı isyan etmişlerdir.
Bunun üzerine Ali (r.a.), konuyu onlarla münakaşa etmek için amcasının oğlu
İbn-i Abbas'ı kendilerine göndermiş ve İbn-i Abbas da haricîlere şöyle
demiştir:
Aişe
(r.a.), Ali'ye (r.a.) karşı savaşanların arasındaydı. Âişe'nin (r.a.) mü'minlerin
validesi olmadığını söylüyorsanız Kur'an-ı Kerimi tekzib etmiş olursunuz. Onu
validemiz olarak kabul ettikten sonra câriye olarak tutup helâl kılıyorsanız
kâfir olursunuz.
Ali (r.a.), Cemel vakasına iştirak edenler hakkında:
Onlar
kardeşimizdir. Fakat bize İsyan ettiler. Yalnız kılıç onları arındırdı,
buyuruyordu. Ali'nin (r.a.) her iki taraftan şehid düşenlerin cenaze
namazlarını kıldırdığı da rivayet edilmiştir.
Sıffînde
Ali'ye (r.a.) karşı savaşanlar mürted ise, sizce masum olan imamın -Hasan
(r.a.) - hilafetten vazgeçip onu mürted birisine teslim etmesi nasıl caiz olur?
Kaldı ki Allah (c.c.) her iki tarafı “Mü'minler” diye isimlendirmiştir.
Nitekim
âyet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Eğer
mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzelterek barıştırın” (Hucurât:
49/9)
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) da bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
“Benim bu oğlum (Torunu (r.a.) Hasan) Seyyid (efendi)dir.
Allah ilerde Onun vasıtasıyla Müslüman iki büyük gurubu “ıslâh edecektir.”
(
Buhari Sulh: 9, Fedail: 2 , Menakıb: 25, Tirmizi Menakıb: 30, Ebu Davud Sünnet:
12)
Nâsibîler - Allah Onları rahmetinden
kovsun!- Kalkıp da râfizîlere:
Ali
(hâşâ!) kanları helal kıldı. Kendi görüşüyle ve başkanlığı uğrunda çarpıştı.
Halbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Müslümanı sebbetmek fasıklık, Onu öldürmek de küfürdür.”
(Buhari Eyman: 7,
Müslim İman Kaseme: 29)
“Benden sonra biriniz diğerinin boynunu vurmakla küfre dönmeyiniz” (Buhari
Hacc: 132, Fiten: 8, Müslim Kaseme: 29) buyurmuştur, diyecek olurlarsa,
onlara ne cevap vereceksiniz?
Şunu
da iyi bil ki, Hanefi, Şafiî ve Hanbelî mezhebinden bir gurup fakih,
zekatı vermek istemeyenler ile haricîlere karşı savaşı, bâğîlere karşı açılan
savaş gibi addetmişlerdir. Cemel ve Sıffîn vakıalarını da aynı cinsten kabul
etmişlerdir. Halbuki bu iddia yanlıştır. Ebu Hanîfe, Mâlik, Ahmed b. Hanbel
ve diğer bazı fakihlerin ictihadlarına aykırı olduğu gibi, Sünnete de
muhaliftir. Çünkü haricîlerle savaş hususunda ashabın ittifakı vardır. Halbuki
Cemel ve Sıffîn hadiseleri bir fitne hadisesidir. Bu hususta asla ashabın icmâı
yoktur.
(Ashab-i Kiram üç guruba ayrılmıştı. İkisi
ordularda idi. Diğeri de bu hâdiseleri fitne kabul ediyor ve kenarda duruyordu.
Bunların başında da Abdullah b. Ömer b. Hattab bulunuyordu. Hatta hakem
olayında Abdullah b. Ömer'in halife olması istenmişti de, İbn-i Ömer bunu kabul
etmemişti. )
Sıffîn
hâdisesinde Ali'ye (r.a.) karşı olanlar, önce kendileri savaşa başlamamışlardı.
Ondan sonra Ebu Hanife ve başkaları, önce bâğîler imama karşı savaşa
başlamadıkları müddetçe bâğîlerle savaşa cevaz vermemişlerdir. Yine Ebu
Hanife, Ahmed ve Mâlik, zekâtı verip te fakat onu imama vermek
istemeyen kimselere karşı imamın savaş açmasını caiz görmemişlerdir.
Binaenaleyh
tamamen dinden çıkanlarla, dinin bir vecîbesini yerine getirmek istemeyenlerle
savaşmayı birbirinden ayırmaık gerekir.
Ama
zekâtı tamamen inkâr ediyorlarsa haricîlerden önce onlarla savaşmak lâzımdır.
Kur'an-ı Kerimde zikredilen bâğîler ise her ikisinin dışındadır. Nitekim Allah
(c.c.), önce onlarla savaşmayı bize emretmemiştir. Aksine onları islah etmeyi
bize emretmiştir. Bu hüküm ise ne mürtedler ve ne de haricîler hakkındaki hükme
benzer.
Cemel
ve Sıffîn savaşları, bâğîlere karşı yapılan savaşlardan mıdır? Yoksa bir fitne
savaşı mıdır? O fitne ki Ona iştirak etmeyenler, iştirak edenlerden daha
hayırlıdır.
Bu
savaşa karışmayan Ashab-ı Kiram ve hadis ehlinin cumhuru Cemel ve Sıffîn
hadiselerini fitne savaşı olarak kabul ediyorlar. (Ebu
Musa El-Eş'arî de, Cemel olayını fitne olarak kabul eder. Ebu Musa, Ali'nin
(r.a.) Küfe'deki valisi idi. O ,aşırı giden bazı kimseler sebebiyle
müslümanların kanlarının akmasından çekiniyordu. Birgün Kûfe'de mimbere
çıkarak, fitneden bahsetmiş ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in “Ona
karışmayan karışandan hayırlıdır...” mealindeki sözünü müslümanlara
hatırlatmıştır. Orada bulunan Ester, camiyi terkederek beraberindeki birkaç
kişi ile valilik binasını basmıştır. Ebu Musa, valilik binasına dönünce Ester
ve beraberindekiler Onu içeriye almamışlar ve valilikten istifa etmesini
istemişlerdir. Bunun üzerine Ebu Musa istifa edip ve fitnelerden uzak olan Urd
adındaki köyde ikamet etmiştir. Fitneler baş gösterip kanlar aktıktan sonra
müslümanlar Ebu Musa'nın kendilerine bir nasihatçı olduğuna kanaat
getirmişlerdir. Bunun içindir ki, müslümanlar Ebu Musa'nın, hakem olayında
Irak'ın mümessili olmasını istemişlerdir. Ondan sonra Ebu Musa'yı inzivaya
çekildiği köyden alıp getirmişlerdir. Tabiî ki bu olayda da Ebu Musa
müslümanlara nasihat etmiştir, ilerde bu olaydan bahsedilecektir. )
“Eğer
onlardan biri tecavüz ediyorsa...” mealindeki âyetinden de, çarpışan iki
guruptan biri kasdediliyorsa, yani çarpışmayan mü'min bir gurup
kasdedilmiyorsa, ayette böyle bir gurupla çarpışmayı emreden bir mânâ yoktur.
Muaviyenin
(r.a.) taraftarları, Ali'ye (r.a.) biat etmedikleri için bâğî iseler, ayette
onlarla çarpışmayı emreden bir mânâ yoktur. Savaştan sonra yine tecâvüze devam
ettiklerini kabul etsek dahi, her iki gurubun arasını islah edecek kimse çıkmamıştır.
Diyorum
ki: (Hafız Zehebî) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem). Ammar'a:
“Seni tecavüzkâr bir gurup öldürecektir” (Müslim
Fiten: 70) diyerek Muaviye (r.a.) taraftarlarına bâğî demiştir. Fakat bu
durum onları tekfir etmez.
Râfizî'nin “Ey Ali! Senin savaşın benim
savaşım, barışın da barışımdır” diye naklettiği hadisin doğru olmadığı şu
şekilde isbat edilebilir:
Ali'ye (r.a.) açılan savaş Rasulullah'a
(sallallahu aleyhi ve sellem) açılan
savaş ise, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş açanların mağlub
olması gerekirdi. Çünkü Allah (c.c.) buna tekeffül etmiştir.
Nitekim Allah (c.c.)
şöyle buyuruyor:
“Muhakkak
ki biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de
meleklerin şâhid duracağı gün muzaffer kılacağız”
(Ğafir: 40/51),
“Gerçekten
elçilikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: Muhakkak onlar,
bizzat onlar muzaffer olacaklardır”
(Saffat: 172-172)
Ama
haricîler (dinden çıkanlar) öyle değildir. Onlar Allah ve Resulüne karşı
muhariptirler. Onların durumu belli olduğu için kısa kesiyorum.
Bir
başka âyette Allah (c.c):
“Allah'a
ve Peygamberine karşı savaşa kalkışanlarla yer yüzünde fesada çalışanların
cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının
çaprazvârî kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir.” (Mâide:
5/33) buyuruyorlar.
Bununla
da yol kesicileri kasdediyor. Buna rağmen onları tekfir etmiyoruz. Onları bu
sebepten dolayı tekfir edecek olursak, mutlaka onları öldürmemiz gerekecekti.
|