Râfizî
şöyle diyor:
“Ehl-i
sünnetten bir cemaat Yezid'e lanet etmede tereddüt etti. Halbuki aynı cemaata
göre Yezid zâlimdir. Allah (c.c.) da şöyle buyuruyor:
“Haberiniz
olsun, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.” (Hûd: 11/18)
Mühennâ,
Yezid'i Ahmed b. Hanbel'den sorunca, O yaptığını yapan kimsedir,
cevabını verdi. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Salih, babasına şöyle dedi:
Bir
gurup insan bizi Yezid'in dostu olarak kabul ediyorlar, ne dersiniz?
Ahmed
b. Hanbel:
Oğulcağızım,
Allah (c.c.)'a ve âhiret gününe inanan kimse Yezid'i sever mi? şeklinde cevap
verdi. Tekrar oğlu Salih:
Şu
halde neden O'na lanet etmiyorsun? diye ikinci defa babasına sorunca, O'na
şöyle cevap verdi:
Allah
(c.c.)'ın lanet ettiği kimseye nasıl lanet etmiyeyim? Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“(Ey münafıklar), demek idareyi
ele alırsanız, hemen yer yüzünde fesad çıkaracak ve akrabalık bağlarını
parçalayacaksınız?... Onlar öyle kimselerdir ki, Allah Onları rahmetinden
kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir.” (Muhammed: 47/22-23)
Medine'yi
yağma etmekten, ahâlisini esir tutmaktan, Kureyş ile Ensar'dan yediyüz ve kim
oldukları bilinmeyen hür ve kölelerden onbinlerce kişiyi öldürmekten daha büyük
bir fesad olur mu?
Öyle
ki kanlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın kabr-i şeriflerine
ulaşmış, ravza kanla dolmuştu. Ondan sonra Mekke'ye yürüdü. Kabe'yi
mancınıklarla döverek yıktı ve yaktı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Hüseyn'in
katili ateşten bir tâbuttadır. Cehennem ehlinden yarısı kadarının azabı onun
üzerinedir”,
“Allah
(c.c.)'ın ve Benim gazabım ehl-i beytimin kanını akıtarak bana eziyet verenlere
karşı şiddetlendi” buyuruyorlar.”
Ey
Râfizî!
Yezid'e
lanet okuma ile ilgili görüşler, Onun gibisi olan diğer meliklere lanet okuma
ile ilgili görüşler gibidir. Kaldı ki Yezid başkalarından hayırlıdır. Hüseyn'in
(r.a.) intikamını alan Muhtar gibi. Çünkü Muhtar, Cibril (a.s.)'ın kendisine
vahiy getirdiğini iddia ediyordu. Yezid, Haccac'dan da hayırlıdır. Bununla
birlikte şöyle denilebilir:
Yezid
ve Onun gibilerinin gayesi fasık olmak idi, denilebilir. Buna rağmen muayyen fâsıkı
lanet etmek emredilmiş bir şey değildir. Lanet konusunda sünnette vârid olan
durum fâsıklar güruhunun lanet edilmesidir.
Mesela:
“Allah hırsıza lanet etsin. Bir yumurta çalar onun eli kesilir”,
“Allah faizi yiyene ve yedirene lanet etsin.”,
“Allah şaraba ve onu sıkana... lanet etsin”
gibi.
(İbn
Mace Eşribe: 6, Tirmizi Buyu: 58, Ahmed: 2/71)
Ancak
Fukahadan bazıları muayyenin lanet edilmesini caiz görürken, bir diğer kısmı da
caiz görmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den bilinen de muayyenin lanet
edilmesinin mekruh olmasıdır. Ahmed b. Hanbel, Allah'u Teala'nın:
“Haberiniz
olsun, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir” mealindeki hükme kaildir.
Buhârî'de
belirtildiği gibi;
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın devrinde çokça şarab
içtiği için kendisine şarapçı denilen bir adam vardı. Bu adamı Rasulullah'a
getirdiler ve Ona ceza tatbik ettiler. Adamın biri:
Allah bu şarapçıya lanet etsin. Şarap yüzünden buraya kaçıncı
getirilişin? demesi üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ona lanet etme. Zira O, Allah ve Resulünü seviyor.” buyurdular.
(Ahmed: 4/115)
Görülüyor
ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şarap içenlere mutlak olarak lanet
etmesine rağmen, muayyen olan bu kişiyi lanet etmekten nehyetmiştir.
Her müslümanın Allah ve Rasulünü sevmesinin farz olduğu da açıkça bilinen bir
şeydir. Meğer ki, kişi münafık olup Allah ve Rasulünü sevmezse o zaman
lanetlenebilir.
Fâsık olduğu için muayyen kişinin lanet edilmesini caiz gören
kimse de:
“Hem
ona lanet okur, hem de namazını kılarım. Cezaya müstahak olduğu için lânet
edilir, müslüman olması hasebiyle de sevabı hak ettiği için namazı kılınır”
diyor.
Ashâb-ı
Kiram, Ehl-i Sünnet, Kerrâmiyye, Mürcie ve Fâsık kimsenin ebediyyen cehennemde
kalmaz diyen şîîlerden bir gurubun görüşü de budur.
Haricîler, Mutezile ve bazı
Şîîler, fâsık'ın ebediyyen cehennemde kalacağını söylüyorlar ama, tevbe ettiği
takdirde cehenemde ebedi kalmayacağı hususunda icmâ etmişlerdir.
Yezid'e
ve başkalarına lanet eden kimsenin; Yezid'in fâsık ve zâlim olduğunu, fâsık ve
zâlim olan kimsenin bizzat lanet edilmesinin cevazını ve yaptığı cürümlerden
tevbe etmeden Yezid'in öldüğünü ispatlaması gerekir.
Ondan sonra ayrıca azabın vücubunun, Ona muarız olan bir şeyle kalkması da söz konusudur. İyiliklerin ve
musibetlerin kötülük ve günâhlara keffaret olup, onları sildiği gibi...
Allah
(c.c), şöyle buyuruyor:
“Muhakkak
ki Allah, kendine ortak koşanları bağışlamaz. Bu günâhdan başkasını, dilediği
kimseden mağfiret buyurur.” (Nisa: 4/48-116)
Kaldı
ki, sahîh bir hadis-i şerifle sâbittir ki, Konstantiniyye'yi (İstanbul)
fethetmeğe gidecek olan ilk ordu mağfirete nail olmuştur. Konstantiniyye'yi
fethetmek için Onu kuşatan ilk ordu da Yezid'in komutasındaki ordu olmuştur.
Yine
biliyoruz ki, müslümanların çoğu zulmetmişlerdir. Lanet kapısı açılacak olursa
müslümanların ekser mevtası (ölüsü) lanet edilecektir. Halbuki Allah (c.c.) müslümanların mevtasına (ölüsüne) lanet etmeyi değil, dua etmeyi emretmiştir.
Sonra ölülere lanet etmek, dirileri lanet etmekten daha büyük bir şeydir.
Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ölülere sebbetmeyiniz. Çünkü onlar daha önce -yaptıkları
ameller- gönderdikleriyle başbaşa kalmışlardır”
buyurmuşlardır. (Buhari Cenaiz: 97, Rikaak: 42, Ebu Davud Edeb: 50,
Nesai, Cenaiz: 51,52)
Ahmed
b. Hanbel'den
rivayet ettiğine gelince, oğlu Salih vasıtasıyla kendisinden rivayet edilen
doğru ve sabit olan söz:
“Babanın birisini lanet ettiğini ne zaman gördün?” şeklindedir. Kendisinden rivayet
edilen ve Yezid'e lanet ettiği istikametindeki rivayet ise maktu' olup sabit
değildir.
“Onlar
öyle kimselerdir ki, Allah onları rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve
gözlerini kör etmiştir.” (Muhammed: 47/23)
mealindeki âyete gelince:
Bu
ayet muayyen bir kişinin lanetine delâlet etmez. Eğer günah işleyen her kişi
bizzat lanet edilseydi, insanların cumhuru lanet edilecekti. Âyet-i Kerime
mutlak bir tehdidi ifade eder. Onun muayyen bir şahıs hakkında olmasını
gerektiren bir sebep yoktur. Meğer ki şartlar o şahısta bulunup manîler de
ortadan kalkmış olsun. Lanet meselesi de bu kadar.
Yezid'in
yaptıkları sıla-i rahmi kesen cinsten olduğu takdir edilmesi halinde bu
böyledir. Sonra bu durum Hâşim oğullarının bir çoğu hakkında, da böyledir. Zira
Abbasî ve Tâlibîlerin bir çoğu birbirleriyle çarpışmışlardır. Şu halde bütün
bunlar lanet edilecek mi?
Aynı
şekilde akrabalarına ve hasseten babasıyla babaları arasında uzak mesafe olan
yakınlarına zulmeden de bizzat lanet edilecek mi?
Eğer
bunlar lanet edilecekse zulüm lafzının şâmil olduğu herkese lanet okunacaktır
ki, o zaman cumhur-u müslimîn de lanet edilecektir.
İbnül
Cevzî'nin
Yezid'e lanet etmenin mübahlığı hakkında kitabının var olduğunu ve bu kitabın
da Abdü'l Muğis'e reddiyyede bulunduğunu söylüyorsan, doğrusu Abdü'l
Muğis el-Harbî, Yezid'e lanet etmekten nehyediyordu. Hatta halife Nasır ile
arasında şöyle bir hâdise cereyan etmiştir:
Halife
Nasır, Abdül'Muğis'in Yezid'e lanet etmekten nehyettiğini duyunca, O'na giderek
sebebini sorar. Fakat el-Harbî halifeyi tanımasına rağmen O'nu tanıdığını açığa
vurmaz. Abdü’l Muğis el-Harbî halifeye şöyle cevap verir:
“Benim gayem müslümanların dilini kendi halife ve idarecilerine
lanet etmekten alıkoymaktır. Eğer bu lanet etme kapısını açarsak şu andaki
halifemiz Ona daha müstahak olur. Çünkü mevcud halifemiz
büyük sayılan birçok günahları
işliyor...”
El-Harbî
bir müddet halifenin zulümlerini sayıp durdu. Sonunda Halife:
Ey
Şeyh! Bana duat et diyerek, yanından ayrıldı.
Yezid'in,
el-Harra ahâlisine yaptıklarına gelince, durum şudur:
Harra
ahâlisi Yezid'i tahttan indirerek, temsilcilerini kovup ve akrabalarını
muhassara edince defalarca onlara haber göndererek kendisine itaatta
bulunmalarını istedi. Onlar da bunu reddedince Müslim b. Ukbe El-Merri'yi
bir ordu ile techiz ederek El-Harra' ya doğru gönderip O'na:
“Onları
korkut ve tehdit et. Tekrar itaat etmekten imtina eder, karşı gelirlerse
onlarla savaş” emrini verdi. Müslim b. Ukbe, Harra ehline galip gelince
Medine'yi üç defa yağma etti. Tabiî ki, bu hareket Yezid'in büyük
günahlarındandır. Ahmed b. Hanbel'e:
Yezid'in
yaptıklarını yazalım mı? diye sorduklarında; Hayır yazmayınız. Onun hiç bir
değeri yoktur. Medine ehline bunca işi yapan O değil midir? şeklinde cevap
verdi. Buna rağmen Yezid bütün eşrafı öldürmemiştir. Ölü sayısı onbinlerce
olmamıştır. Kanlar mescid-i Nebevî'ye akmamıştır. Üstelik mescidde öldürme
hâdisesi vuku bulmamıştır. Aksine savaş Medine'nin dışında cereyan etmiştir.
Ama sizin karakteriniz doğru olanı nakletmemek-olduğu gibi, doğru bir şeyi
nakletseniz bile Onu yalanlarla doldurmaktır.
Ka'be
meselesine gelince, onlar Ka'beyi kasdederek hafife almamışlardır. Aksine İbnü'Zübeyr'i
kasdetmişlerdir. Yezid, Kabe'yi ne yıkmış ve ne de yakmıştır. Fakat bir kadının
elinden sıçrayan ateş kıvılcımının Kabe perdelerine gitmesi üzerine Kabe
yanmıştır. Ondan sonra İbnü' Zübeyr Kabe'yi yıkarak Onu daha güzel bir şekilde
yapmıştır.
“Hüseyin
(r.a.)'in katili ateşten bir tabut içindedir” şeklindeki haber de, tutarsızlıktan
utanmayan kişilerin uydurdukları yalanlardandır. Cehennem ehlinden yarısı
kadarının azabı birisine ait olabilir mi?
İblis, Firavun, Peygamber, katilleri
ve Ebu Cehil'e ne kaldı?
Şüphesiz iki, Ömer (r.a.), Osman (r.a.) ve Ali'nin (r.a.)
katillerinin cürmü Hüseyn'in (r.a.) katilinin cürmünden daha büyüktür.
Râfizîlerin bu aşırılığı; Hüseyn'in (r.a.) haricîlerden olduğunu, kuvvet ve
cemaati böldüğünü iddia eden nâsibîlerin aşırılığına benziyor. Nâsibîler daha
ileri giderek Hüseyn'in (r.a.) öldürülmesini caiz görüyorlar. Delil olarak da
şu hadisi getiriyorlar:
“Hepiniz bir tek
kişinin idaresinde toplu bulunduğunuz halde biri gelir de kuvvetinizi ve
cemaatınızı bölmek isterse onu öldürünüz.”
(Müslim
İmaret: 14)
Ehl-i
Sünnet ise şöyle diyor:
Hüseyin
(r.a.) zulmen şehid edilmiştir. O'nun öldürenler zâlim ve tecavüzkâr bir
güruhtur. Nâsibîlerin iddia ettiği gibi halifeye isyan edenin öldürülmesi ile
ilgili hadisler Ona şamil değildir. Çünkü Hüseyin (r.a.), cemaat arasında
tefrika çıkarmamıştır. Hatta şehid edilmek istenirken geri dönmeği arzu ediyor
ve tefrikayı da asla istemiyordu.
Râfizî'nin
rivayet ettiği ve “Hüseyin'in katili ateşten bir tabut içindedir...” şeklindeki
hadîs sahih olmayıp, Onu ancak câhil olan kimse, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi
ve sellem) nisbet edebilir. Hüseyin'in (r.a.) kanını korumak iman ve takvadan
olup, mücerred karabetten daha üstündür. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem):
“Eğer (kızım) Fâtıma hırsızlık etseydi,
O'nun elini keserdim” buyararak, kendisine en aziz olan kızı hakkındaki hükm-ü
ilahiyi beyan etmiştir. (Buhari, Hudud: 11, 12, 14,
Şehadet: 8, Enbiya: 80, Fedail: 18, Megazi: 52, Müslim, Hudud: 9, Ebu Davud,
Hudud: 4, Nesai, Sarık: 5)
O
hükm-ü İlâhî ki Onun karşısında alt ve üst tabakadan olanlar arasında hiçbir
fark yoktur. Alevî de zina ederse recmedilir, adam öldürse de öldürülür.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Müslümanların kanı birbirine eşittir.” buyurmuşlardır.
Rasulullah'ın
ashabına ve ehl-i beytine eziyet etmek de aynı şekilde kendisine eziyet olup
büyük günahlardandır.
|