Râfizî
şöyle diyor:
“Akıllı olan düşünsün
de baksın bu iki guruptan hangisi daha haklıdır? Allah (c.c.)'ı, meleklerini,
peygamberlerini, imamlarını noksan sıfatlardan, şeriatını da kötü ve kıymetsiz
şeylerden tenzîh eden mi?
Yoksa namazda
imamlarına salat ve selam getirmeyip başka imamları zikretmekle namazı bâtıl
olan mı daha haklıdır?”
Ey
Râfizî!
Senin
tenzîh diye bahsettiğin şey aslında Allah (c.c.)'ın sıfatlarını hükümsüz kılmak
ve Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) noksanlık izafe etmektir. Senin
tenzihin, sıfatları kabul etmeyenlerin görüşüdür. Bu görüş de Allah (c.c.)'ın
kemâl sıfatlarını selbetmeyi tazammun eder.
Sıfatları
inkâr edenler; Allah (c.c.)'da hayat, ilim, kudret, kelam, irade, sevgi, buğz,
rızâ sıfatları yoktur deyip, Allah (c.c.)'ın görmediğini, bizzat bir şey
yapmadığını veya bizzat tasarrufta bulunmağa gücü yetmediğini söylediklerinde,
O'nu noksanlıklarla muttasıf olan cemâdâta benzetmiş olurlar ki, bu durum,
Allah (c.c.)'a noksanlık izafe edip sıfatlarını hükümsüz kılmaktır.
Doğru
olan tenzîh, Allah (c.c.)'ı, kemâl sıfatlarına münâfî olan noksan sıfatlardan
tenzîh etmektir. Allah (c.c), ölüm, uyku, uyuklama, acizlik, cehalet ve
ihtiyaçtan tenzih edilir. O'nun kendisini Kur'an-ı Kerimde tenzih ettiği gibi.
Allah (c.c.) sıfatlarında da benzeri olmaktan da münezzehtir.
Peygamberlerle
ilgili duruma gelince, siz peygamberlerin tevbe ve istiğfar ile bir halden
daha yüce bir hale yükselmekle kazandıkları kemâl ve derecelerini kendilerinden
alıyorsunuz. Allah-u Taâla'nın bu husustaki ihbarlarını da inkar ediyorsunuz.
Âyetleri tahrif ederek insanoğlunun cehaletten ilme, delâletten hidâyete ve
batıldan hakka geçişini noksanlık olarak addediyorsunuz.
Hayrı ve şerri
tattıktan sonra bir kimsenin, hayra daha çok iştiyak, şerre de
daha fazla buğzedeceğini idrak edemiyorsunuz.
Nitekim
Ömer (r.a.) şöyle buyururlar:
“Cahiliyyenin kötülüğünü bilmeyen müslümanlar çoğalırsa, İslâmın
halkaları teker teker çözülür.”
Masum
imamları tenzih etmek ise, zikrediImelerinden utanılan açık kötülüklerdendir.
Bilhassa ne din ve ne de dünya için kendisinden fayda umulmayan ve haddi
zatında ma'um (yok) olan bir imamı tenzih etmek...
Şeriatı
tenzih etme meselesine gelince, daha önce de geçtiği gibi,
Ehl-i Sünnet, hiçbir zaman
kötü ve çirkin bir meselede ittifak etmemişlerdir. Ama râfizîlerin durumu hiç
de öyle değildir.
Yine
zarureten biliniyor ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), namazın içinde
veya dışında ne Ali (r.a.) ve ne de oniki imama salât ve selâm getirmeyi
emretmemiştir. Ashab ve Tabiîn namazda asla böyle bir-şey yapmamışlardır.
Kim
namazında oniki imama salât getirmeyi farz veya onlara salât getirmeyi ihmâl
edenin namazını bâtıl görürse dini değiştirmiştir.
“Salâttan murad Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in âline getirilen salâttır” denilecek olursa, şöyle
denilir:
Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in âline Hâşim oğulları ve mü'minlerin anneleri
(Rasulullah'ın hanımları) de girer. Halbuki İmâmîler, Abbâsîleri zemmediyorlar.
Râfizîlerin
öyle şaşılacak halleri vardır ki, bir yandan Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in âlini ta'zim ettiklerini iddia ederken, öte yandan Tatarların
Bağdad'a gelmesine çalışanlar yine kendileri olmuştur.
Öyle
ki, Tatarlar Bağdad'a girdiklerinde Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in
âlinden olan Ali (r.a.) ve Abbas'ın (r.a.) soyundan yüzlerce kişi öldürerek
kadınlarını ve çocuklarını esir almışlardır. Ayrıca halktan da bir milyon sekizyüzbin kişi öldürmüşlerdir.
Buhârî'de
rivayet edilen ve müttefekun aleyh olan bir hadiste belirtildiği gibi:
“Yâ
Rasulullah! Sana nasıl salât-ü selam getirip dua edelim?” diye sormuşlardı da
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
“Şu
(mealdeki) duayı okuyunuz” buyurmuştur :
“Yâ Rab! Muhammed'e
(dünyada şerîatini, âhirette şefaatini)
Mübarek kıl; ailesine ve bütün ümmetine de rahmet eyle! Nasıl İbrahim'e mübarek
kıldın, rahmet ettinse!..
Yâ Rab! Muhammed üzeride
(O'na verdiğin) şeref ve saadeti dâim
kıl!.. Kadınlarının ve bütün ümmetinin üzerinde de sabit kıl!.. Nasıl
İbrahim'in üzerinde sabit ve mübarek kıldınsa!.. Yâ Râb, Sen Hamîd'sin, Sen
Mecîd'sin”. (Buhari, Enbiya: 10, Müslim Salat 65-66, İbn Mace İkamet: 25,
Muvatta Sefer: 67)
Bütün
müslümanlar, Abbasîlerin ve El-Hâris b. Abdülmuttalib'in Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) akrabalarından ve O'nun ailesinden olduklarını ve zekâtın da
onlara haram olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir.
Bazı
Mâlikî ve Hanbelîlere göre Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)'in âli, O'nun bütün ümmetidir.
Ehl-i
tasavvufun bir kısmına göre ise muttekiler O'nun âli sayılırlar.
Sonra
fukahânın cumhuru, namazda Rasulullah'a ve âline salât-ü selamı farz
kılmamışlardır. Farz kılanlar da umum âline kılmıştır. Bir kısmıyla iktifa
etmemiştir.
Râfizînin;
muayyen bir halifeye getirilecek salât, namazı bozar, şeklindeki iddiası da
geçersiz bir görüştür. Ulemânın cumhuruna göre bir kimse, muayyen birisinin
fayda veya zararına dua ederse, namazı bozulmaz.
Nitekim
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kunutta isim zikrederek bazı kavimlere
dua bazılarınada beddua etmişlerdir.
|