Râfizî
şöyle diyor:
“İmâmîler
kendilerinin ve imamlarının kurtuluşa erdiklerine kesin olarak inanmalarına
rağmen ehl-i sünnet, gerek kendileri ve gerekse imamları hakkında böyle bir
şeye inanmazlar.”
Râfizî
buna darb-ı mesel getirdikten sonra “Bunlara (yani Ona göre kurtuluşa erenlere)
ittiba etmek evlâdır,” diyor.
Ey
Râfizî!
Kendilerine
mutlak itaati şart koştuğun imamlarına ittiba etmenin doğru olduğunu söylüyor
ve bu ittiba da onların kurtulmalarının vacip olduğunu iddia ediyorsan; Ümeyye
oğulları'nın halifelerine ittiba edenlerin de isabet etmiş olduklarını kabul
etmen gerekir. Çünkü Ümeyye oğulları da mutlak olarak halifelerine itaat
edilmesini şart koşarak:
“Bu
itaat kurtuluşu vacip kılar” diyorlardı. Yine onlar her hususta halifeye itaat
edilmesinin vacip olduğuna, Allah'u Teâlâ'nın hiçbir günahtan dolayı halifeyi
sorguya çekmeyeceğine ve kendilerinin de halifeye itaat ettikleri konularda
günâha dûçâr olmayacaklarına inanıyorlardı. Hem de Ümeyye oğulları'nın delili
şiîlerin delilinden daha kuvvetlidir. Çünkü Ümeyye oğulları Allah-u Taâlânın
hâkim kıldığı ve te'yid ettiği halifelere itaat ediyorlardı. Çünkü
kaderiyyecilere (kaderi inkâr edenler) ve şiîlere göre Allah (c.c), kullarına
maslahatlarına en uygun olanından başkasını yaratmaz.
Ayrıca
Ümeyye oğullarının halifeleriyle meydana gelen maslahat ma'dûm ve âciz olan bir
imamla (Şiilere muntazar olan imam kasdediliyor. ) meydana gelecek maslahattan daha büyük
olmuştur. Bundan dolayıdır ki, Ümeyye oğullarına tabî olanların elde ettikleri
din ve dünyaları ile ilgili olan maslahatlar, muntazar imamı
bekleyen şiîlerin elde ettikleri maslahatlardan daha büyüktür. Çünkü bu
şiîlerin imamı olmamıştır ki, onlara iyiliği emredip kötülükten sakındırarak
dinî ve dünyevî maslahat hususunda onlara yardım etsin. Ama Ümeyye oğulları'nın
durumu hiç de öyle değildir. Onlar gerek din ve gerekse dünya işlerinde
imamlarından fayda görmüşlerdir. Bütün bunlardan anlaşıldı ki, şiîlerin Ali'nin
(r.a.) taraftarlığını iddia ederek kendilerinin haklı olduğu hususundaki
delilleri sahîh ise, Osman'ın (r.a.) taraftarlığını iddia edenlerin delilleri
de daha sahihtir.
Rafızî'nin
“İmamîler kurtuluşa ereceklerine
kesinlikle inanırlar; Ehl-i Sünnet ise böyle bir şeye inanamazlar” şeklindeki
iddiasına gelince şöyle deriz:
Eğer
Râfizî bu sözüyle “Bir kimse farzları terkedip, haramları işlese de cennete
girecektir” diye iddia ediyor ve “Bu inanç o kimsemi cennete girmesine vesile
olacaktır” diye birşey kasdediyorsa yanılıyor. Çünkü böyle bir itikad,
imâmîlerin olmadığı gibi, aklı olan hiçbir kimsenin de böyle birşey söylemesi
beklenemez.
Eğer Râfizî yukardaki sözüyle Ali'yi (r.a.) sevdikten sonra namaz kılmamak, kötülük
işlemek ve adam öldürmek gibi şeylerin zarar vermeyeceklerini kasdediyorsa
elbette bu da doğru değildir.
Ama
Râfizî yukarıdaki sözleriyle sahih ve sağlam bir akideye sahip olup, farzları
işleyip ve haramları terkedenin cennete gireceğini kastediyorsa bu doğrudur.
Ehl-i sünnetin itikadı da budur.
Ehl-i
sünnet,
Kur'an'da buyrulduğu gibi Allah (c.c.)'tan korkan ve Onun emrettiklerini yapıp
yasaklarından kaçınanların cennete gireceklerine inanırlar.
Fakat
kesin bir malûmat olmadığı takdirde muayyen bir şahsın takva ehlinden olup olmadığı
hususunda susarlar. Ancak kişinin takva üzere vefat ettiğini bilirlerse Onun
cennet ehlinden olduğuna inanırlar.
Nitekim sahih bir hadis ehl-i sünnetin bu
inancını te'yid eder. Şöyle ki:
Günün birinde Rasulullah'ın yanından cenaze ile geçtiler. Ashab
da Onu hayır ile yadettiler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem):
“Vâcib oldu” dedi. Sonra diğer bir cenaze geçti.
Onun fenalığını söylediler. Yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Vâcib oldu” dedi. Ömer (r.a.):
“Yâ Rasulullah ne vâcib
oldu?” diye sordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Ötekini hayırla yadettiniz, cenneti hak etti. Bunu ise şer ile
yadettiniz o da, cehennemi hak etti. Zira siz yeryüzünde Allah'ın
şahidlerisiniz” buyurdular.
(Buhari Cenaiz: 86, Şehadet: 6, Tirmizi
Cenaiz: 60)
Ehl-i
Sünnet,
râfizîlerin, kendi imamları için inandıkları kurtuluşun daha iyisini, kendi
imamları için inanırlar.
Çünkü
ehl-i sünnetin imamları Rasulullah'tan sonra gelen ve İslâmı ilk kabul
eden muhacir ve ensardandırlar.
Ehl-i
sünnet
mezkûr imamlarının aşere-i mübeşşere'den (cennetle müjdelenen on zat) oldukları
için cennetlik olduklarına inanırlar.
Yine
ehl-i sünnet Allah-ü Teâlâ'ın Bedir
ehlini aftettiğini ve
ağaç altında da bindörtüzden fazla olduklarını kabul ederek inanırlar. Bu
şehadet de kitap ve sünnetten kaynaklanır.
Ehl-i
sünnetin şahitliği ilme dayalı bir şahitliktir. Ama râfizîlerin şahitliği hem
körükörüne, hem de zorbalığa dayanan bir şahitliktir.
İmam-ı
Şafiî:
“Râfizîler kadar yalan şahitlikte bulunan bir kavim görmedim” diyor.
|