Râfizî
şöyle diyor:
“Ali, fesahat ilminin kaynağıdır. Hatta onun hakkında: konuşmasındaki fesahat,
Halk'ın kelâmı hariç her konuşmanın üstündedir, denilmiştir.”
Evet;
şüphesiz ki Ali (r.a.) ashab-ı Kiramın en iyi hatibi idi. Ama Ebu Bekir ve Ömer
(r.a.)'de
hatîp idiler.
Sabit b. Kays oldukça belağatlı bir hatip idi.
Ebubekir (r.a.),
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda ve gıyabında çeşitli hitablarda bulunuyordu.
Allah
(c.c.)'ın Rasulü de hitaplarının dinler ve ikrarda bulunurdu. Ebubekir (r.a.), Sakife günü çok
belağatlı bir hitapta bulunmuştur. Bu hususta Ömer (r.a.) şöyle diyor:
“Ben,
beğendiğim bir hitabet metnini hazırlamıştım. Onu dile getirmek istediğimde,
Ebubekir:
Acele
etme! dedi. Ben de Onu üzmek istemedim. Kızgın olduğu bazı hallerde onunla
idare ederdim. Daha sonra hitabetine başladı. Hitabetinde benden daha çok
akıllı ve vakarlı davrandı. Allah (c.c.)'a yemin ederim ki, çalışıp çabalıyarak
hazırladığım hiçbir söz ve fikir kalmadı ki, Ebubekir ondan daha iyisini veya
mislini söylemiş olmasın.”
Enes
b. Mâlik
şöyle diyor:
“(Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat edince
korkudan) hepimiz tilki gibi iken, Ebubekir, yaptığı bir konuşma ile bizi öyle
cesaretlendirdi ki, arslanlar gibi kesildik.”
Sabit
b. Kays'a
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hatibi denildiği gibi, Hasan b. Sabit de
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
şâiri diye çağırılıyordu. Ziyad b. Ebih, arapların en hatibi ve
telaffuzunda en beliği idi. Hatta Şa'bî Onun hakkında şöyle demiştir:
Hitabette
bulunan hiç kimse yoktur ki, hata eder korkusuyla onun susmasını temenni etmiş
olmayayım. Ancak Ziyad bundan müstesnadır. O, hitabetini uzattıkça güzel
konuşuyordu.
Şa'bi Aişe (r.a.) hakkında da:
Aişe
insanların en iyi hatiplerinden ve fasih konuşanlarından idi. Öyle ki, Ahef
b. Kays, Onun belagatından hayrete düşerdi, diyor.
İbn-i Abbas da en iyi hatiblerden idi.
Hülâsa; İslâmdan evvel ve sonra arap milletindeki hatipler oldukça çoktu. Bütün
bunların Ali (r.a.)'den hitabetle ilgili olarak birşeyler aldığı sabit değildir.
Hadd-i zâtında fesahat, yani açık ve düzgün konuşmak, Allah vergisidir. Ne Ali
(r.a.) ve ne de adı geçen hatipler hiçbir zaman ilm-i bedî'den olan kafiyeli ve
cinaslı (kelime harflerinin birbirine benzemesi) konuşmak için kendilerini
zorlamamışlardır. Aksine onlar normal hitabette bulunmuşlar ve kafiyeli
konuşmayı kasdetmemişlerdir.
Bedî'
(güzel konuşma ilmi) ilmi, müteahhir alimler zamanında kaideleşmiş ve dana
sonra bu kaideler doğrultusunda konuşularak tatbikata konmuştur.
Binaenaleyh
“Ali (r.a.), fesahatin kaynağıdır” şeklindeki sözün mücerred bir iddiadır.
Hakikatte insanların en fasîh ve belîğ konuşanı Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)'dir.
Fesahat
ve belagat, derinden ve ağzını doldura doldura konuşmak değildir. Aksine
fesahat ve belagat, meramı tam bir şekilde ifade etmektir. Konuşmacı kasdettiği
mânâ ile ifade ettiği lafızları böylece bir araya getirmeğe çalışır.
Şunu da iyi bil
ki; “Nehcü'l Belâğa” sahibi, Ali'ye (r.a.) nisbet ederek
naklettiği hutbelerin çoğu Ali'ye (r.a.) yapılan iftiralardır.
Ali (r.a.) (r.a.),
nakledilen hutbeleri dile getirmekten çok daha yücedir. Fakat bu râfizîler, onu
öveceğiz diye nice yalanlar uydurdular. Bu uydurmalar doğru olmadığı gibi, Ali
(r.a.) için medih de değildirler.
|