Râfizî
şöyle diyor:
“Ali, bütün insanların en cesuru idi. İslâmın temelleri yalnız onun kılıcıyla
oturmuş, imanın dayanakları yine onun kılıcıyla sağlamlaştırılmıştır.
Üzüntüleri Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) defetmiş, başkasının kaçtığı gibi savaş
meydanlarından kaçmamıştır.”
Ey
Râfizî!
Ali'nin (r.a.) cesaretinde ve İslâmın zaferi için bir çok kâfirleri öldürdüğünde
kesinlikle şüphe yoktur. Yalnız bu durum yalnız Ali'ye (r.a.) has bir özellik
değildir. Aksine ashab-ı kiramın bir çoğu bu hususta onunla ortaktırlar.
İnsanların en cesuru da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dır. Bu
hususta Enes (r.a.) şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların en güzeli,
en cömerdi ve en cesaretlisi idi.
Bir gece Medine halkı paniğe kapılmıştı. Halk ses gelen tarafa
doğru yürüdü. Yolda, kendilerinden önce o tarafa, altında Ebu Talha'nın atı,
boynunda kılıçla gidip dönen Rasulullah'la karşılaştılar. Rasululah, onlara:
“Korkmayın!” diyordu.
Müsned'te
rivayet edildiğine göre Ali (r.a.):
Savaşlarda
tehlike arttığı zaman Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'a sığınır ve
onunla korunurduk. O, içimizde düşmana en yakın olanımız idi, buyururlar. Cesaret,
korku anında, düşmanın hücumu karşısında ve harp sanatının tatbiki esnasında
kalbin güçlü olması ve sebat etmesi demektir. Bütün bunlara rağme Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), übey b. Haleften başkasını öldürmemiştir.
Hüneynde ashab-ı kiram biraz geri çekilince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)in, düşmana doğru ilerleyerek etrafındakilere:
“Ben Peygamber'im, bunda yalan yok. Ben Abdülmuttalib
oğullarındanım” deyip haykırması, Onun çok üstün cesaret ve şecaatine delâlet ediyor.
Eğer,
devlet reisinden beklenen cesaret, kalbi şecaat ise şüphesiz ki ashabın en
şecaati isi Ebubekir (r.a.) idi. Ebubekir (r.a.), İslâmın bidayetinden beri
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) karşılaştığı bütün musibetlere katlanmıştı. Hiçbir zaman bu
tehlike ve musibetlerden korkmamış ve onlara karşı sabırsızlık da
göstermemiştir. Bilakis O, tehlikelerin üzerine yürüyor ve Rasulullah'ı
(sallallahu aleyhi ve sellem) kendi canıyla koruyordu. Diliyle,eliyle ve
malıyla durmadan cihad ediyordu. Ebubekir (r.a.), Bedir'de Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ile çadırda iken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
ayağa kalktı. Allah (c.c.)'a dua edip Ondan yardım dileyerek:
“Ya Rabbi! Bana
va'dettiğin yardımı bugün lütfet! Ya Rab! Bu bir avuç muvahhid bugün telif
olursa yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacak!” diye niyazda bulununken, Ebubekir
(r.a.):
Yâ
Resulullah, duan arşı titretti. Allah va'dini elbette yerine getirecek,
diyordu. Bu da Ebubekir'in (r.a.) kâmil imanına ve kuvvetli sebatına delâlet ediyor. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in Allah (c.c.)'a olan bu niyazdan
dolayı da hiçbirşeyi eksilmemiştir. Aksine bu niyazı Onun için bir yüceliktir.
Her şeyi sebeplere bağlamak Tevhid'te noksanlıktır.
Sebeplerin arzu edilene
vesile olduklarını kabul etmemek akla halel getirir.
Onları tamamen ortadan
kaldırıp ve onlardan yüz çevirmek de şer'î ahkâma halel getirmektir.
Onun için Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in, bütün imkânlara başvurarak
canıyla, malıyla, duasıyla cihad edip, müslümanları da cihada teşvik etmesi
elbette Onun için gereklidir.
Allah (c.c.)'a sığınmak ve Ondan yardım dilemek en büyük cihad ve zafer sebebidir. Rasulullah da bununla emrolunmuştur.
Kalb, korku ve
yalvarış ile kaplandığında müşahede ettiklerine karşı dalar. Ebubekir'in makamı
ise bunun da üstündedir. O doğrudan doğruya Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve
sellem) yardım ediyor ve
etrafında pervane kesiliyordu. O, zafere ulaşacaklarına dair olan inancını
Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)haber veriyor ve durmadan düşmanla çarpışan ashabı gözetiyordu.
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), vefat edince büyük musibet meydana geldi. Ashab
derin bir kedere büründü. Akıllara durgunluk geldi. Sanki kıyamet kopmuştu.
Büyük kıyametten kopmuş küçük bir kıyamet...
Göçebe
araplar irtidat etti. Emniyet sarsıldı. O sırada Ebubekir (r.a.), iman, yakîn
ve sabırla dolu bir kalble kalktı ve Allah Taala'nın, Resulünü indinde dilediği
şeye -yüce makama- kavuşturduğunu ashab-ı kirama haber vererek şöyle buyurdu:
“Kim ki Muhammed'e tapıyorsa bilmiş olsun ki, Muhammed vefat
etmiştir. Kim ki Allah'a tapıyorsa, bilmiş olsun ki, Allah dâim ve Bakîdir.”
Daha
sonra:
“Muhammed
ancak bir Peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O
ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse,
elbette Allah'a hiçbir şeyle zarar verecek değil, fakat şükredip sabredenlere
Allah muhakkak mükâfaat verecektir.” (Al-i İmran: 3/144)
mealindeki ayeti okudu.
Ashab
sanki bu ayeti daha önce işitmemişlerdi. Ebubekir (r.a.), bilahare onlara bir
nutukta bulundu. Nutkunda tekrar ashaba sabır ve sebatı tavsiye etti. Üsame'nin
komutanı olduğu ordunun techiz edilerek bir an önce yola çıkması için onları
cesaretlendirdi. Biraz sabretmesi için kendisine fikir vermelerine rağmen
mürtedlerle hemen savaşmağa başladı. Hatta Ömer (r.a.) çok cesur olmasına rağmen
Ona:
Ey
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) halifesi! İnsanları kendine sevdir, diyordu. Bu konu oldukça
geniştir.
Şüphesiz
ki Ali (r.a.)'den başka diğer ashab-ı kiram da birçok kâfir öldürmüşlerdir. Ondan
fazla öldürenler de vardır. Siyer ve mağazî kitaplarını dikkatle araştıran bu
hakikati açıkça görecektir.
Bera'
b. Mâlik
-Enes'in kardeşidir-, bizzat ve herkesin önünde yüz kâfir öldürmüştür.
Başkalarıyla beraber öldürdükleri bunlardan müstesnadır.
Halid
b. Velid'in
öldürdüğü kâfirler sayısızdır. Mu'te muharebesinde elinde dokuz kılıç
kırılmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Her peygamberin bir havârîsi vardır. Benim havarim
(yardımcı) ise
Zübeyr'dir.”
buyurmuşlardır.
Ebu
Talha
hakkında da:
“Ebu Talha'nın ordudaki sesi, bir cemaattan
(orduda
bulunmasından) daha hayırlıdır.” buyurmuşlardır.
İbn-i
Hazm şöyle
diyor:
Şiîler,
Ali (r.a.)' nin diğer bütün ashaba nisbeten daha çok cihad ettiğini ve daha çok
kâfir öldürdüğünü ileri sürerek hilafetin yalnız Onun hakkı olduğunu iddia
ediyorlar.
Halbuki
cihad üç çeşittir:
Birincisi
ve en
yücesi dille insanları Allah (c.c.)'ın dinine davet etmektir.
İkincisi, ümitsizlik anında düşünerek bazı
tedbirler almaktır.
Üçüncüsü, elle yapılan cihâddır.
Birinci
cihad çeşidine bakınca Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra
Ebubekir (r.a.)'den başka hiç kimsenin bu dereceye varmadığını görüyoruz. Çünkü büyük sahabîler hep Ebubekir'in vasıtasıyla İslama girmişlerdir. Ömer (r.a.) de İslama
girince. Onu kuvvetlendirdi. Hatta İbn-i Mesud:
“Ömer
İslama girdiğinden beri güçlüyüz,” buyurmuştur. Ebubekir ve Ömer
(r.a.) benzeri görülmemiş
bir cihadla tanınmışlardır. Ali'nin (r.a.) bu çeşit cihadda payı yoktur.
İkinci
cihad çeşidi ise, meşveretir ki, bu da Ebubekir ve
Ömer'e (r.a.) mahsustur.
Üçüncü
kısmı olan elle cihad'a baktığımızda bu çeşit cihadın Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) (sallallahu aleyhi ve sellem)
en az amellerinden olduğunu görüyoruz.
Ama bunu hiçbir zaman korkaklığına te'vil edemeyiz. Bu cihad kısmını da nazar-i dikkate alırsak Ali'nin (r.a.) bunda
da Rasulullah'dan önce geldiğini söyleyemeyiz. Aksine diğer ashab da elle
yapılan cihadda Ali'ye (r.a.) ortak olmuşlardır. Talha, Zübeyr, Sa'd, Hamza,
Übeyde b. Haris, Mus'ab b. Ümeyr, Sa'd b. Muaz, Ebu Dücâne ve emsalleri
gibi (Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun)
Ebubekir ve Ömer
(r.a.)'de elle yapılan cihadda Ali (r.a.) ile birlikte hareket etmişlerdir. Ama Ali (r.a.) ve diğerlerinin
aldıkları pay kadar Ebubekir ve Ömer (r.a.) alamamışlardır. Çünkü onlar devlet
idaresiyle çok meşgul olmuşlardır.
Onlar Rasululah (sallallahu aleyhi ve
selem)'e refakat ederek işlerinde vezirlik görevini ifa etmişlerdir. Buna
rağmen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir ve Ömer'i, Ali (r.a.)'den daha fazla seriyyelerle birlikte göndermiştir.
Ali'yi (r.a.) ise yalnız Hayber kalelerine göndermiş O da orayı fethetmiştir. (Allah cümlesinden razı
olsun.)
|