Râfizî
şöyle diyor:
“Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem), sizin en iyi hüküm vereniniz Ali'dir,
buyurmuşlardır. Doğru hüküm vermek de dini iyi bilmeyi gerektirir.”
Ey
Râfizî!
Hadis
diye iddia ettiğin bu sözün sahih isnadı yoktur ki, onu hüccet olarak
gösteresin. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem):
“Helâl
ve haramı
en
iyi bileniniz Muaz'dır”
(İbn Mace Mukaddime: 11)
mealindeki
hadisleri de ondan daha sahihtir.
Helal ve
haramı bilmek daha önemlidir. Üstelik senin rivayet ettiğin hadis ne meşhur
sünen kitaplarında, ne bilinen müsnedlerde, ne sahih ve ne de zaif bir isnadla
rivayet edilmiştir. Ancak hadis rivayetinde töhmete uğramış kimseler yoluyla
gelmiştir. Ömer'in (r.a.):
“Ali,
bizim en iyi hüküm verenimizdir,” sözü doğrudur.
Ancak hüküm vermek, zahirdeki
davaları halletmektir. Verilen hüküm görünüşte doğru olsa da meselenin bâtinî
yönüne aykırı olması muhtemeldir.
Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurmuşlardır:
“Muhakkak siz, davalarınızı bana murafaada bulunursunuz. Sizden
biriniz delil getirme hususunda diğerinizden daha kabiliyetli olabilir. Ben de
işittiğim delillere göre hakkı ona veririm. Kime kardeşinin hakkından
(hakkı olmadığı
halde, ancak getirdiği zahiri delillere göre) bir şey verirsem, onu almasın.
Çünkü Ona cehennemden bir parça vermişimdir.”
(Buhari Şehadet: 27, Ahkam: 30, Hilye: 10,
Müslim Akdiyye: 4, Ebu Davud Akdiyye: 7, Tirmizi, Ahkam:11, Nesai, Kudat:13, 33,
İbn Mace Ahkam: 5)
İşte
hâkimlerin efendisi dahi, verdiği hükmün haramı helâl, helâli haram
kılamayacağını açıkça beyan etmektedir.
“Ben
ilim şehriyim, Ali ise O şehrin kapısıdır” hadisi ise yukardaki naklettiğim
hadisten daha zaittir. Tirmizi rivayet etmiş olsa da mevzu hadislerden
addedilir.
İbnü'l
Cevzî, bu
hadisi zikrederek onun bütün rivayetlerinin mevzu olduğunu söylemiştir.
Lafzından bile yalan olduğu açıkca anlaşılmaktadır.
Çünkü Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), ilmin şehri olup ve o şehrin birden fazla kapısı
olmadığı kabul edilirse, birden fazlasının Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'den İslâmı alıp tebliğ etmesi mümkün olamayacaktır.
Buna göre; İslâm'ı
tebliğ işi tamamen sakatlanmış olması gerekir.
Bunun içindir ki; bütün müslümanlar Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'den alarak İslâm
esaslarını tebliğ edenin yalnız bir kişi olmasının caiz olmadığı hususunda
ittifak etmişlerdir.
Müslümanlar,
İslamî esasları tebliğ edenlerin tevatür ehlinden olmalarını vacip kılmaları,
onların rivayet edecekleri haberlerin hazır olmayanlara ilmi gerçeği ifade
edebilecek derecede katî olmalarını gerekli kılmalarındandır.
Haber-i vâhid hiç
bir zaman Kur'anın ve mütevatir sünnetin rivayeti için kâfi değildir.
Ama
Şiîler, Ali (r.a.) ma'sum olduğu için onun başlı başına rivayet ettiği haber
mütevatir haber gibi ilmi hakikat ifade eder, diyecek olurlarsa, Onlara şöyle
deriz:
Önce
onun ma'sum olup olmadığını bilmek şarttır. Râfizî, Ali'nin (r.a.) kendisinin
ma'sum olduğunu söylediğini iddia etmesi, hiç bir zaman ma'sumiyetini ispat
edemez. Kaldı ki, Ali (r.a.) böyle bir şey söylemez. Çünkü böyle bir iddia
felakettir. Ma'sumiyeti icma ile sabittir, iddiası da doğru değildir. Çünkü
böyle bir icmâ söz konusu değildir.
Sonra Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in kitap ve sünnetten meydana gelen ilmi yeryüzünü doldurmuştur. Ali'nin
(r.a.) bu ilimden yalnız tek başına rivayet ettiği payın o ilme nisbeten az
olduğu bir gerçektir.
Medine'de bulunan tabiînin ileri gelenleri Ömer
(r.a.) ve Osman (r.a.) devrinde ilim tahsil etmişlerdir.
Muâz b. Cebel'in,
tabiîn ve Yemen ehline olan talimi Ali'nin (r.a.) ta'liminden fazladır.
Ali (r.a.), Kûfe'ye gittiğinde orada
Şüreyh, Ubeyde, Alkame, Mesrûk ve emsali tabiîn âlimleri bulunuyordu.
Ebu
Muhammed b. Hazm şöyle diyor:
Râfizîler, Ali'nin
(r.a.) diğer halifelerden daha âlim olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddia
yalandır.
Çünkü bir sahabenin çok âlim olması, ondan alınan rivayetlerin,
verdiği fetvaların çokluğuna ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
Onu yerine defalarca tevkil
etmesine bağlıdır.
Bu durumu araştırdığımızda; Rasulullah'ın hastalığı esnasında
ve Ömer, Ali, İbn-i Mes'ud, Übeyy (r.a.) ve
sahabilerin ileri gelenleri huzurunda Ebubekir'i
(r.a.) namaz için yerine vekil olarak tayin ettiğini görüyoruz.
Bu istihlâf
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) gazaya giderken Ali'yi (r.a.) istihlâf etmesine benzemez. Çünkü
Rasulullah gazaya giderken Ali'yi (r.a.) istihlâf ettiğinde, Onu kadın, çocuk ve
özür sahipleri üzerine istihlâf etmişti.
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) Ebubekir'i (r.a.) namaz için istihlâf etmesi de, Onun dînin direği olan namazı daha iyi kıldığına işarettir.
Bundan başka Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i
(r.a.) zekat ve hac
işlerine de Emîr olarak tayin etmiştir.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Ebubekir
(r.a.), bu işleri diğer ashabtan daha iyi biliyordu ki bu işler de dinin esaslarındandır.
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i
(r.a.) cihada giden seriyyelere Emîr olarak tayin ettiğini de
biliyoruz. Bu da Onun cihad'la ilgili hükümleri iyi bildiğine delâlet eder.
Ancak başkalarını da çeşitli seriyyelere tayin ettiği bir hakikattir. Fakat bu
durum hiçbir zaman Ebubekir'in cihad ahkâmıyla ilgili olan ilminim diğerlerinin
ilmimden az olduğuna delalet etmez. Ebubekir'in, ilim, namaz, zekat ve hacc
hususunda Ali (r.a.). ve başkalarına tercih edilmesi, cihadda da onlarla eşit
tutulması doğru olduğuna göre bu da Onun ilimde güvenilir olduğuna delâlet
eder.
(Hafız ez-Zehebî, İbn-i Hazm'ın sözlerini
kısaltarak burada sona erdirmiştir. )
Ebubekir'den (r.a.) gelen rivayet ve fetvaların az olması, Onun Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'dan ikibuçuk sene sonra vefat etmesinden ve o zaman berhayat
olan ashabın Onun gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in meclisine
müdavim oldukları için Ebubekir'in kendi fetvalarını hüccet olarak ileri
sürmemesinden kaynaklanıyor.
Binaenaleyh
Ebubekir'den (r.a.) ancak yüzkırk hadis ve bir miktar fetva rivayet edilmiştir. Ali
(r.a.)'den rivayet edilen hadisler ise beşyüzseksen altı hadis civarındadır. Çünkü
O, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dan sonra otuz sene yaşamıştır.
Ashabın cumhuru vefat ettikleri için müslümanlar onun fetvalarıyla amel etme
ihtiyacını hissetmişlerdir. Bunun içindir ki diğer halifelere nazaran daha âlim
olduğu ileri sürülmüş olabilir. Medine, Basra ve Sıffîn'de Ali'ye (r.a.) birçok
soru sormaları da buradan kaynaklanıyor.
Ama
biz, Ebubekir'in hayatını, Medine'den ayrılamayışını ve zamanında bir çok ashabın
berhayat olup ondan rivayet etme ihtiyacında bulunmayışları ile Ali'nin (r.a.) belde belde gezip dolaşmasını, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'den sonra otuz sene yaşamış olmasını ve zamanında ashabın çoğunluğunun
vefat etmiş olmalarını kıyas edecek olursak, Ebubekir'in ilimdeki otoritesinin
önemini dana güzel anlamış oluruz. Bunun delili kısa ömürlü olan ashabtan
yapılan rivayetlerin az, uzun ömürlü olan ashabtan yapılan rivayetlerin çok
oluşudur.
Ömer
(r.a.) Medine'de kalmayıp Şam'a geldiği için kendisinden beşyüzotuz yedi hadis
rivayet edilmiştir. Bu sayı Ali (r.a.)'den rivayet edilen hadislerin sayısına
yakındır. Fakat Ömer (r.a.), Ali (r.a.)'den onyedi sene önce vefat etmiş, vefatı
sırasında da henüz hayatta olan bir çok âlim sahabi de vardı. Buna rağmen Ali
(r.a.)'den rivayet edilen sahih hadisler Ömer'in (r.a.) hadislerinden birkaç tane
fazladır. Fıkıh babında da
Ömer'in (r.a.) fetvaları Ali'nin (r.a.) fetvaları kadardır.
Aişe'nin
(r.a.) ilimdeki hizmetine bakacak olursak; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'den sonra uzun müddet yaşadığı için iki binden fazla hadis rivayet
ettiğini göreceğiz.
İbn-i Ömer ve
Enes (r.a.) için de aynı durum söz konusudur.
Ebu Hureyre (r.a.) sekizbin civarında,
İbn-i Mes'ud'da sekizyüz küsur hadis
rivayet etmişlerdir.
İbn-i Mes'ud, Aişe ve İbn-i Ömer (Allah cümlesinden razı
olsun Ali (r.a.)'den daha fazla yaşadıkları için fetvaları da onunkinden daha
çoktur.
İbn-i Abbas (r.a.) da binbeşyüzden fazla hadis rivayet etmiştir. Fetvaları ve
tefsir ile ilgili görüşleri ise oldukça çoktur.
Bütün bu anlatılanlara göre râfizîlerin iddiaları hükümsüz kaldı.
Hülasa
olarak deriz ki:
Evet
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yide Emir olarak tayin
etmiştir. Âlim olanlardan başkasını da tayin etmemiştir. Muâz ve Ebu Musa'yı
ayrı ayrı Yemen'e vali olarak tayin etmesi gibi.
|