Râfizî
diyor ki:
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)’tan gelen bir rivayette Muâviye, Ona
Ali'yi (r.a.) sebbetmesi (sövmesi) için emrettiği halde Sa'd Onu sebbetmemiştir. Bunun
üzerine Muaviye:
Ona
sebbetmekten seni alıkoyan şey nedir? diye sordu. Sa'd şöyle cevap verdi:
“Beni
Ali'ye sövmekten alıkoyan üç şey vardır ki onları Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) söylemiştir. Onlardan bir tanesi bende olması benim için kırmızı
develerden daha iyidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gazveye
çıkarken Ali'yi (r.a.) Medine'de yerine tayin etti. Ali (r.a.) Ona “Ya Rasulullah!
beni kadın ve çocuklara mı emir tayin ediyorsun?” demesi üzerine Rasulullah Ona
şöyle buyurdu:
“Harun'un Musa'ya olan yakınlığı gibi sen de bana o nisbette
olmak istemez misin? Yalnız benden sonra peygamber yoktur.”
(Buhari Fedail: 9, Tirmizi
Menakıb: 20).
Sa'd
devamla:
Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu işittim:
“Bu bayrağı Allah ve Resulünü seven, Allah ve Resulünün de onu
sevdiği birisine vereceğim.”
Bunun üzerine oradakiler ellerini bayrağa
doğru uzatmaya başladılar. O esnada Rasulullah şöyle buyurdu:
“Bana Ali'yi çağırınız.”
Ali
gözleri ağrıdığı halde Ona geldi. Rasulullah gözlerine - şifa için - tükürdü ve
bayrağı ona verdi.
“Allah Ali'ye bir çok yerleri fethe müyesser kıldı”, dedikten sonra şu ayeti kerime indi.
(Buhari Fedail: 9, Müslim
Fedail: 35-36).
“Gelin,
oğullarımız ve oğullarınızı çağıralım”
(Âli İmran: 61).
Ve
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hemen Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin'i (R. Anhum) çağırarak:
“Bunlar benim ehlimdir”, dedi.”
Evet
yukarda rivayet ettiğin hadis sahih olup onu müslim rivayet etmiştir.
Cahilliğinden dolayı
hadisi bu mevzulara karıştırdın. Bu durum incilerin arasına koyun kığısını dizen
birinin haline benzer.
Kaldı ki, bu özellik yalnız
Ali'ye (r.a.)
mahsus değildir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine'ye ondan başkalarını da tayin
etmiştir.
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
Ali'yi (r.a.) Harun'a benzetmesi (a.s.), Ebubekir'i (r.a.) İbrahim (a.s.) ve
İsa'ya (a.s.), Ömer'i (r.a.) de Nuh (a.s.) ve Musa'ya (a.s.) benzetmesinden
büyük değildir.
(Bu benzetme şöyle olmuştur:
Bedir gününde esirler getirildiği zaman, Peygamberimiz,
sahâbîlerine:
“Bu esirler hakkında ne dersiniz?” dedi.
Ebu Bekir (r.a.):
“Ya Rasulullah! Bunlar, senin kavminden ve ailendendir. Onları,
sağ bırak. Onlar hakkında teenni ile hareket et. Allah'ın, onlara tevbe nasib
etmesi umulur!” dedi
Ömer (r.a.):
“Ya Rasulullah! Onlar, seni yalanladılar. Seni memleketinden
çıkardılar. Vur gitsin onların boyunlarını!” dedi.
Abdullah b. Revaha:
“Yâ Rasulallah! Bak, ağacı çok olan bir vadi bul. Onları, oraya
götürdükten sonra ağaçları tutuştur. Onları, ateşe ver!” dedi.
Abbas: Abdullah'a:
“Sen merhameti ve akrabalık münasebetlerini kesip attın!” dedi.
Peygamberimiz sustu. Hiçbirine cevap veremedi. Sonra kalkıp çadırına girdi. Bir
müddet orda durdu.
Müslümanlardan bir kısmı:
“Söz Ebubekir'in söylemiş olduğu sözdür!” Bir kısmı:
“Söz, Ömer'in söylemiş olduğu sözdür!” diyorlar, bir kısmı da
Abdullah b. Revâha'nın sözünü uygun görüyorlardı.
Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına çıktı ve şöyle
buyurdu:
“Allah, bazı kişilerin kalplerine son derecede yumuşaklık ve
incelik vermiştir ki, onlar sütten daha yumuşak ve incedirler. Allah bazı
kişilerin de kalplerine katılık vermiştir ki, onlar taştan daha kardırlar.
Ey Ebubekir (r.a.)! Senin hâlin, Hz. İbrahim'in haline benzer. O
Allah (c.c.)'a:
“Kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphe
yok ki, sen, çok yargılayıcı ve esirgeyicisin.” (İbrahim: 36) demişti.
Ey Ebubekir (r.a.)! Senin halin Hz. İsa'nın haline de benzer. O,
Allah (c.c.)'a:
“Eğer onları azaba uğratırsan onlar, senin kullarındır. Eğer onları yarlığarsan,
şüphe yok ki kudretiyle her şeye üstün gelen, hikmetiyle her yaptığını yerli
yerinde yapan sensin!” (Maide: 118) demişti.
Ey Ömer, senin halinde Hz. Nuh'un haline benzer. O:
“Ey Rabbim yer yüzünde kafirlerden yurt tutan hiçbir kimse
bırakma” (Nuh: 26) demişti.
Senin halin Hz. Musa'nın haline de benzer. O, Allaha:
“Sen
onların mallarını mahvet. Rabbimiz! Yüreklerini şiddetle sık ki onlar, inletici
azabı görünceye kadar iman etmiyeceklerdir!” (Yunus: 88) demişti” dedi..
(Ahmed b. Hanbel Müsned'i Hadis: 3632-3634, Müstedrek 3/2172, Tirmizi 3/37,
4/113, İbn-i kesir 4/94-95).
Bu
dört peygamber de Harun'dan üstündürler. Üstelik Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)
bunlardan birine değil ikisine benzetilmiştir.
Bu benzetme de
Ali'nin (r.a.) benzetmesinden daha büyük ve beliğ olmuştur. Kaldı ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başkalarını da istihlaf etmiştir.
Binaenaleyh istihlaf ve bir peygamberin bazı hallerine benzetme yalnız Ali'nin
(r.a.) yüceliğine mahsus bir durum değildir. Ayrıca hadiste Ali'nin (r.a.) hilafetini
kabul etmeyip. Onu sevmeyen Nâsibilere ve Onu tekfir eden haricilere red
vardır.
Fakat
Sahabe-i Kiram hakkında vârid olan ve faziletleriyle ilgili olan nassları
(hâşâ!) irtibatlarından önce söylenmiş olduğunu iddia eden râfizîler, bu reddi
yeterli görmemişlerdir. Râfizîlerin ashab hakkında söyledikleri şeylerin
aynısını hâriciler de Ali (r.a.) hakkından söylüyorlar ki her ikisinin de
iddiaları tamamen bâtıldır. Çünkü Allah (c.c.), kâfir olarak öleceğimi bildiği
bir kimseden hoşnut olmaz. Ali'ye (r.a.) (haşa!) lanet okuyanlar bununla kalmayıp
iki oğlunu da beraber zikrediyorlar.
Sa'd
b. Ebi Vakkas
(r.a.) neden onlardan bir tanesini temenni etti? diye sorulacak olursa
verilecek cevap şudur:
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Ali (r.a.) için açık-gizli her zaman iman ile
şahitlikte bulunmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)ın belli bir
kimse hakkında müsbet yönden şahitlik etmesi o insan için en büyük fazilettir.
Bir
gün Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir cenazenin namazını kıldıktan
sonra:
“Allah'ım onu affet, rahmetine kavuştur...” dediğinde Avf b. Mâlik:
Keşke
o cenaze ben olsaydım, temennisinde bulunmuştur. Bu dua da yalnız o meyyite
mahsus bir şey değildi.
|