Râfizî
şöyle diyor:
“Ömer
sonra kararında çelişkiye düştü. Hilafetin tayinini dört, sonra üç sonra bir
kişiye havale etti. Zayıflıkla nitelendirmesine rağmen seçim işini Abdurrahman
b. Avf'a bıraktı.”
Ey
Râfizî!
Naklî
delil getiren kimse her şeyden önce onu isbatlaması gerekir. Buhari'de de sabit
olan ve buna benzer hiç bir naklin bulunmamasıdır. Aksine iddianın tam zıddı
olan nakiller vardır. Halifeyi seçme işini üç kişiye havale eden Ömer (r.a.) değil
aksine Ömer'in (r.a.) seçtiği altı kişi olmuştur. Bu üç kişiye havale eden Ömer
(r.a.) değil aksine Ömer'in (r.a.) seçtiği altı kişi olmuştur. Bu üç kişi de,
yetkiyi onlardan biri olan Abdurrahman b. Avf'a vermişlerdir.
Evet
Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
“Sa'd
halife seçilirse seçilir. Seçilmezse seçilecek zat onun yardımını taleb etsin.
Kesinlikle ben Sa'd'ı acizliğinden veya hıyanetinden azletmiş değilim. Ömer
(r.a.)
sözlerine devam ediyor:
“Benden sonra seçilecek olan halifeye AIlah'tan korkmasını,
memleketlerinden çıkarılıp malları alınan ilk muhacirlerin hukukuna riâyet
edip, onlara hürmet etmesini... tavsiye ediyorum.”
Ömer
(r.a.), hayatında hiç kimseden korkmuyordu. Râfizîler ise O'na bu ümmetin
firavunu diyorlar.
Allah
onları gebertsin! Hayatında hiç kimseden korkmayan
Ömer, Osman'ı (r.a.) halifeliğe takdim etmekten nasıl korkacaktı?
Vefat etmeden önce O'nun halifeliğini ilan etseydi,
bütün ashab mutlaka O'na itaat edeceklerdi. O, Ali'yi (r.a.) değil de Osman
(r.a.)'ı
tercih etseydi bunda hiçbir menfaati da olmazdı. Hatta halife seçimi işinden
kendi oğlunu çıkarmış ve cennetle müjdelenen on kişiden olan Sa'd b. Zeyd'i de
Şûra heyetine sokmamıştır. İftira ettiğiniz gibi O nasıl olur da iltimas yapar?
Üstelik
ömrünün son dakikalarında, ki; onlar, Fâcirin korktuğu ve kafirin iman etmek
istediği anlardır. Ömer (r.a.), Ali'nin nass veya öncelikle hilafeti hak ettiğini
gerektiren bir durumun mevcudiyetini bilseydi, Allah (c.c.)'a istiğfar kabilinden veya
O'nun rızasını kazanmak için mutlaka Onu hilafete takdim edecekti. Çünkü
kişinin vefatından önceki anlarda dinine ve dünyasına fayda vermiyecek aksine
onun cezalandırılmasını gerektirecek bir harekette bulunması normal değildir.
Ömer (r.a.) Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl düşman olabilir ki nail olduğu bütün nimetler Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sayesinde kendisine ulaşmıştır.
Ayrıca
Ömer (r.a.) Allah (c.c.)'ın en zekî kullarından idi. Peygamberliğin delilleri de en açık
şekilde ortadaydı. Halifeliği nassla hakkettiği halde onu Ali'ye (r.a.) vermeyip,
düşmanlığına devam ettiği takdirde ahirette cezalandırılacağını bilmesine ve
buna ilâveten de vefatı anında Osman (r.a.)'dan bir fayda beklememesine rağmen
nasıl olur da Ömer (r.a.), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) amcası oğlu ve ehl-i beyti olan
Ali'ye (r.a.) düşmanlık eder? Böyle bir şey mümkün olamaz. O Ömer ki, sâde bir hayat
yaşamış, sâde giymiş ve adaleti tatbik için sabretmesini bilmiştir.
(Râfizî'ler Ömer'e (r.a.) (Hâşâ!) “Tâğut” dedikleri gibi Ebu Bekir'e (r.a.) de “Cibt” diyorlar. Bu şekildeki isimlendirme râfizilerin Cerh ve ta'dil kitaplarından biri ve El-Meekanî'nin eseri olan
“Tenkihul Mekâl” adlı kitapta mevcutur. Halbuki Allahın Ebubekir'i medheden ve
Tevbe sûresinde bulunan ayetini Ali (r.a.) Ona tebliğ etmiştir. O zaman Ebubekir (r.a.) Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emri ile hacıların başında Mekke'ye doğru gidiyordu. Allah
cümlesinden razı olsun. )
|