Râfizî
şöyle diyor:
“Osman, ehil olmayanları iş başına getirmiştir. Hatta onlardan bazıları fâsık ve hâin
idi. Memurluğu akrabaları arasında paylaştırmıştır. Said b. As'ı Küfe
valiliğine tayin etmiş, ama ondan öyle haller sâdır olmuştur ki, onun Kûfe'den
sınır dışı edilmesine sebep olmuştur. Mısır'a Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i
tayin etmiş O da zulmetmiştir. Halk Ondan şikayet etmelerine rağmen, görevine
devam etmesi ve Muhammed b. Ebibekr'i öldürmesi için kendisine gizlice yazı
yazmıştır. Muaviye'yi Şam'a tayin etti. O da nice fitneler çıkardı. Abdullah b.
Âmir b. Kureyz'i Basra'ya tayin etti, bir çok haramlar işledi. Mervan'ı
görevlendirerek mührünü Ona teslim etti. Fakat bu tayin Onun (Osman )
ölümüne sebep oldu. Osman akrabalarına bol bol mal veriyordu. Hatta kızlarıyla
evlendirdiği dört kişiye dörtyüzbin dinar vermiştir. İbn-i Mesud Onu tekfir
ederdi. İbn-i Mes'ud yargılanınca Osman ölünceye kadar onu dövmüştür. Fıtık
oluncaya kadar Ammar'ı dövmüştür. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
“Ammar iki gözümün arasındaki deridir. İsyankâr bir gurup onu öldürecektir.
Allah onları şefaatıma erdirmiyecek” demiştir. Ammar da Osman'ı kötülüyordu.
Rasulullah, Osman'ın amcası olan Hakem'i kovmasına rağmen, Osman Onu Medine'de
oturtmuştur. Ebu Zerr'i “Rabeze” denilen yere sürmüş ve Onu dövmüştür. Osman,
cezaları tatbik etmemiştir. Ali'nin (r.a.) kölesi Hürmüzan'ı öldürmesine karşılık
Ubeydullah b. Ömer'i kısasla öldürmemiştir. Şarap içtiği için Velid'e ceza
tatbik etmemiştir. Bilahare Ali (r.a.), Velid'e hadd cezası tatbik ederek:
“Ben
varken Allah (c.c.)'ın hududu iptal edilmez,” demiştir. Osman, Cuma günü ikinci ezanı
ilave ederek bidat çıkarmıştır. Böylece öldürülünceye kadar müslümanlara
muhalefet etmiştir. Müslümanlar işlerini ayıplayarak, ona:
“Bedir'de
kayboldun, Uhud'dan kaçtın, Rıdvan biatına da gelmedin” diyorlardı. Bu
husustaki haberler sayılamayacak kadar çoktur.”
Ey
Râfizî!
Ali'nin (r.a.)
valileri Osman'ın (r.a.) valilerinden daha fazla kendisine hiyanet ve isyan
etmişlerdir. Hatta bazıları Muaviye'nin tarafına geçtiler. Ali (r.a.), Ziyad b.
Ebi Süfyan'ı tayin etmiş O da Hüseyin'e (r.a.) karşı savaşmıştır. Esteri ve
Muhammed b. Ebibekir'i tayin etmiştir ki, Muaviye (r.a.) bütün bunlardan
hayırlıdır. Ali (r.a.) de anne ve baba tarafından olan akrabalarını tayin
etmiştir. Amcası Abbas'ın oğulları olan Abdullah, Ubeydullah, Kuşem ve
Sümame'yi tayin ettiği gibi Mısır'a da üvey oğlu Muhammed b. Ebi Bekr'i tayin
etmiştir. İmamiyye mensupları, Ali (r.a.), çocuklarının halife yapılması için emir
vermiştir, diyorlar. Halbuki, akrabaları bazı küçük işlere görevlendirmek doğru
değilse, hilafet gibi büyük bir işle görevlendirmek nasıl doğru olur?
Osman
(r.a.), akrabalarını tayin etmesi hususunda Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) misâl almıştır. Çünkü
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Attab b. Useyd el-Emevî'yi Mekke'ye,
Ebu Süfyan'ı Mecran'a, Halid b. Saîd b. As'ı bir başka yere vali olarak tayin
etmiştir. Hatta Velid b. Utbe'yi de “Bir fâsık size haber getirince”
âyeti ininceye kadar vali tayin etmiştir.
Osman
(r.a.):
“Ben
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) tayin ettiklerinden veya onların kabilelerinden olanlardan
başkasını vali olarak tayini etmedim.” demiştir. Ebubekir ve Ömer (r.a.) de Rasulullah'dan sonra aynı şeyi yapmışlardır. Ebu Bekir (r.a.) Şam fethi için
Yezid b. Ebi Sufyan b. Harb'ı tayin etmiş, Ömer de Onu uygun görmüştür.
Bilahare Ömer (r.a.), Muaviye'yi tayin etmiştir. Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ümeyye
oğullarını vali olarak tayini hususundaki rivayetler de sahihtir. Bütün
bunlardan anlaşılıyor ki, sabit nasla vârid olduğu gibi Umeyye oğullarından
vali tayin etmek, hilafetin Hâşim oğullarından muayyen birisine mahsustur
şeklindeki iddiadan daha isabetlidir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Haşim
oğullarından yalnız Ali'yi (r.a.) Yemen'e vali, azadlı kölesi Zeyd ve İbn-i Ravha
ile birlikte de Ca'feri Mu'te harbine komutan olarak görevlendirmiştir. Kaldı ki
biz Osman'ın (r.a.), masum olduğunu da idaia etmiyoruz. Aksine Onun da hataları
olabileceğine inanıyoruz. Fakat Allah (c.c.) onları atfetmiştir. Rasulullah da
Onu cennetle müjdelemiştir. Ama râfizî o kadar aşırı gidiyor ki, birinin
hatalarını zorla iyiliğe çevirmeye çalışırken, cennetle müjdelenen bir
diğerinin bütün iyiliklerini unutuyor. İşte zulüm budur.
Bütün
ümmet tevbe ile günahların affedileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Hiç
kimse de Osman hatalarından dolayı tevbe etmemiştir, diyemez. Allah (c.c.)'ın, bütün
günahları affedeceğine dair birçok ayet ve hadisler vardır. Namaz v.s.
ibadetler de günahlara keffaret olurlar.
Kılınan
bir namaz, iki namaz vakti arasında cereyan eden günahlara keffaret olduğuna
göre; Cuma namazı, Ramazan, Arefe veya Aşure günü oruçları neye keffaret olurlar?
diye sorulacak olursa; bunlar kişinin derecesini yükseltirler, cevabı verilir.
Herşeyden önce amelin takvaya uygun olması gerekir ki, Allah (c.c.) onunla
hataları silsin.
Allah
(c.c.) şöyle buyurur:
“Allah
ancak muttaki olanların amelini kabul eder”
(Maide:
5/27).
Yukardaki
ayetin tefsirinde üç görüş vardır:
Birincisi
Haricilerin
ve Mutezilenin görüşüdür ki, Onlara göre Allah ancak kebâiri -büyük
günahları- işlemeyenlerin amelini kabul eder ve kebâiri işleyenlerin o
halde iken hiçbir iyilikleri kabul edilmediği istikametindedir.
İkincisi, Murcienin görüşüdür. Onlara göre
kişi Allah (c.c.)'a şirk koşmadıktan sonra kebâiri işleyip, namaz kılmasa da takva
ehlindendir.
Üçüncüsü, Selef ve Müctehid imamların
görüşüdür. Onlara göre:
Kişi
Allah (c.c.)'ın emrettiği işi ihlasla yaptıktan sonra Allah onun amelini kabul eder.
Fudayl
b. İyad;
“...
Hanginizin ameli daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için...” (Hud:
11/7, Mülk: 67/2) ayet-i kerimesini açıklarken:
Güzel
amel ihlaslı ve sevaba uygun (doğru)
olan ameldir.
Çünkü
bir amel ihlasla yapılır, şeriata uygun olmazsa veya şeriata uygun olur,
ihlasla yapılmazsa kabule şayan değildir.
İhlaslı
amel Allah rızası için yapılan ameldir.
Sevablı
(doğru)
amel ise sünnete muvafık (Şer'î ölçülere uygun) olan ameldir.
Sünende
olan ve Ammar (r.a.)'dan nakledilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle buyuruyor:
“Kişi namazını kıldıktan sonra
(İhlasına göre)
Onun yarısı, üçte biri, dörtte biri, onda biri -söyleyinceye kadar devam etti-
kadar sevabı vardır.”
İbn-i
Abbas şöyle
diyor:
“Namazından ancak şuurlu olarak eda ettiğinin sevabı vardır.”
Hac, cihad ve oruç da böyledir.
Hata
ve günahların affı kabul edilen amellerin sayesinde olur.
Saîd
olan, yarısı da olsa namazının, cumasının ve orucunun kabul edilip hata ve
günahlarının bu vesile ile affedildiği kimsedir.
Aflar,
ağırlığı itibariyle bazan küçük bazan da büyük günahlar için gerçekleşir. Bu da
amelin ihlasla yapılıp şeriata uygun oluşuna bağlıdır.
Kelime-i
Tevhid her günahı siliyor ise, bu onu söyleyen kişinin Allah (c.c.)'a karşı olan
sıdkına, ihlasına ubudiyyet ve ihtiramına bağlıdır.
Ayakkabısı
ile susuz bir köpeğe su verdiği için âsi bir kadın affedilmişse o andaki
durumunun iyiliğine ve amelinin ihlasına bağlıdır.
Her
âsi böyle bir durumda iken susuz bir köpeğe su veremez. Öyle kişiler vardır ki,
kıldıkları namaz ile aralarındaki mesafe doğu ve batı arasındaki mesafe
kadardır.
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı hakkında şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak ederse onların bir
müd (iki avuç) veya yarısı kadar yaptıkları infaka -onun
sevabına- erişemez.”
(Buhari
Fedail: 5, Müslim Fedail: 221)
Ebubekir b. İyaş:
Ebubekir
es-Sıddık (r.a.) namaz ve orucunun çokluğuyla ashabı geçmiş değildir. Belki o kalbine
yerleşmiş olan şeyle -çok kuvvetli iman- onları geçmiştir, diyor. Müslim'de
olan ve Ebu Musa'dan rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) başını semaya kaldırarak şöyle buyurdu:
“Yıldızlar semanın emniyetidir. Onlar dökülüp yok olunca sema
için va'dedilen gerçekleşecektir. Ben de ashabımın emniyetiyim. Ben gidersem
ashabıma va'dedilen gelecektir. Ashabım da ümmetimin emniyetidir. Onlar giderse
ümmetime va'dedilen gelecektir.”
(Yani Rasulullah vefat ederse, fitneler, savaşlar ve irtidatlar
başlayacaktır. Ashab vefat eder giderse bidatlar, fitneler v.s. tehlikeler
doğacaktır. Bu izah Müslim'den alınmıştır. Mütercim)
Müslim'de
rivayet edilen bir başka hadiste de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyuruyorlar:
“Bir zaman gelecek ki, insanlar cemaatlar halinde
savaşacaklardır. Onlara:
“İçinizde Rasulullah'ı gören var mı? diye sorulacaktır. Evet
dediklerinde onlara fetihler müyesser kılınacaktır. Tekrar bir zaman gelecek
ki, insanlar cemaatlar halinde savaşacaklardır. Onlara: içinizde Rasulullah'ın (sallallahu
aleyhi ve sellem)
ashabını gören var mı? diye sorulacaktır. Evet, gördük diyeceklerdir. Onlara da
fetihler müyesser kılınacaktır. Yine bir zaman gelecek ki, insanlar cemaatler
halinde savaşacaklardır. Onlara:
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının ashabını gören var mı? diye
sorulacaktır. Evet diyeceklerdir ve onlara fetihler müyesser kılınacaktır.”
( Müslim Fedail: 215)
Yukardaki
hadisten de anlaşıldığı gibi Rasulullah bir çok hadislerinde ilk üç tabakayı
medhetmiştir. Bunda ittifak vardır. Dördüncü tabaka hakkında da bu istikamette
bazı hadisler mevcuttur.
Hülasa
amellerin faziletli ve makbul olmaları yalnız şekillerine bağlı değil, aynı
zamanda onların yapılmasını isteyen kalbteki niyyetin ihlasına bağlıdır.
İnsanlar
da bu hususta çok farklıdırlar. İşte bu hadis ashabın her birini onlardan sonra
gelenlere tercih edenlerin delilidir. Alimler, bütün ashabın cümle tabiinden
üstün olduklarını ittifakla kabul etmişlerdir. Yalnız ashabın her biri tabiinin
her birinden, mesela Muaviye Ömer b. Abdul Azizden üstün kabul edilir mi?
Meselesinde ihtilaf vardır.
Kadı
iyad ve
başkaları bu hususta iki görüş zikrediyorlar. Çoğunluk ashabın her birisini
tabiinden her birisine üstün tutuyorlar. İbnü'l-Mübârek, Ahmed b. Hanbel
ve daha başkaları bu görüştedirler. Bu zatlara göre her ne kadar tabiinin
amelleri fazla, Ömer b. Abdülazizin adaleti acık ve Muaviyeden
daha zâhid ise de, faziletler Allah indinde kalbteki imanın hakikatiyle
bilinir.
Bu
hususta da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak ederse, ashabın iki
avuç veya onun yarısı kadar yaptıkları inkafa -sevabına- erişemez.” buyururlar.
( Buhari Fedail: 5, Müslim Fedail:
221)
Dolayısıyla
Rasulullah, Tabiinin Uhud dağı kadar yaptıkları altın infakının ashabın
yaptıkları iki avuç infakına denk olamıyacağını haber veriyor.
Bunun
içindir ki, Selefden bazıları:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber cihad eden Muaviye (r.a.)'nin burnuna giren toz, Ömer b.
Abdülazizin amelinden daha kıymetlidir, demişlerdir.”
Aslında
bu meseleyi genişçe açmak ve izah etmek lazımdır. Fakat burası onun yeri
değildir. Çünkü bizim konumuz Allah (c.c.)'ın iyilikler sebebiyle kötülükleri af
edeceği, iyiliklerin derecesi de sahibinin kalbindeki iman ve takvaya bağlı
olduğu meselesidir. Hülasa ashabtan daha aşağı olanların iyilikleri
günahlarının affına vesile olduğuna göre, artık ashab-ı kiram için bu durum
elbette tahakkuk etmiştir.
Mü'min'e
dua etmek, cenaze namazını kılmak veya Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) muayyen birisine
istiğfarda bulunması da günahların affına vesile olan sebeplerdendir. Mü'mimin
vefatından sonra ruhuna ithafen yapılan salih ameller verilen sadakalar ve ifâ
edilen haclar da bunlardandır. Hadis-i Şerif ile bu ithafın müteveffaya vardığı
sabittir. Müteveffanın oğlu tarafından yapılan dua müstesnadır. Yani oğlunun
babasına yaptığı dua zaten müteveffanın amelinden sayılır. Nasslar sabit olduğu
üzere mü'minin başına gelen musibetler de günahlarının keffaretine vesile
oluyorlar. Müslimde rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyorlar:
“Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi birini vermedi.
Ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim. İstediğimi kabul etti.
Ümmetimi
kökünden yok edecek bir düşmanı musallat etmemesini istedim, bu isteğimi de
kabul etti.
Ümmetimin arasında düşmanlık olmamasını istedim. Fakat bu isteğimi
kabul etmedi.” (Müslim Fiten: 5)
Müslim'de
rivayet edilen bir başka hadiste de şöyle deniliyor:
“En'am
sûresinin: “De ki. O, üstünüzden size bir azab göndermeğe kadirdir.”
âyeti inince Rasulullah:
“Bu azabdan sana sığınırım”,
“...
Ve ayaklarınızın altından (bir azab göndermeğe kadirdir)”
Kısmında
Rasulullah:
“Bu azabtan sana sığınırım”,
“Sizi
fırka fırka yapıp kiminizi kiminize hıncını tattırmağa
(Kadir olan O'dur)”
kısmında
da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Bu daha basittir” buyurmuşlardır.”
Bu
fitne bütün ümmete takdir edilen bir iştir. Buna rağmen ashab-ı Kiramlardan
sonra gelenlere nisbetle fitnelere daha az maruz kalmışlardır. Asırlar asr-ı
saadetten uzaklaştıkça fitneler de o nisbette çoğalmıştır. Bunun için Osman'ın
(r.a.)' devrine kadar açık bir fitne ortaya çıkmamıştır. Fakat Osman (r.a.) şehîd
edilince ve mü'minler fırkalara ayrılınca karşılıklı iki fitne çıktı.
-
Birisi Ali'yi (r.a.) tekfir eden haricîlerin fitnesi,
- diğeri Ali'nin
(r.a.) imametini, masumluğunu veya peygamberliğini veya ilahlığını
(Bu iddialar râfizîlerin ayrı ayrı olan
fırkaları tarafından yapılıyor. )
iddia eden râfizîlerin fitnesidir.
Ashabın
son devirlerinde yani Abdullah b. Zübeyr ve Abdümelik'in emirlikleri zamanında
da Kaderiyye ve Murcie fitnesi ortaya çıktı.
Onları
takib eden Tabiin'in ilk ve Emevi hilafetinin son zamanlarında Cehmiyye ve
Müşebbihe fitnesi ortaya çıktı.
Halbuki
ashab-ı Kiram zamanında bu fitnelerden hiçbirisi yoktu. Onların zamanında kılıç
fitneleri de -kendi aralarında savaş- yoktu. Mü'minler Muaviye zamanında düşmana
karşı savaş etmek için ittifak halinde olmalarına rağmen vefat edince Hz.
Hüseyin şehid edilmiş, İbn-i Zübeyr Mekke'de muhasara edilmiş sonra Medine'de El-Harra
fitnesi cereyan etmiştir. Yezid de ölünce Şam'da Mervan ile Dahhak arasında
ayrı bir fitne meydana gelmiştir. Sonra El-Muhtar, İbn-i Ziyad'a galip gelerek
onu öldürdü ve bunun üzerine bir fitne daha ortaya çıktı. Bunun üzerine Musab
b. Zübeyr gelip El-Muhtarı öldürdü. Sonra Abdülmelik Mus'ab'ı öldürdü. Haccac
İbn-i Zübeyri bir müddet muhasara ettikten sonra onu öldürdü. Sonra Haccac
Irak'a doğru gidince, Muhammed b. el-Eş'as büyük bir kuvvetle ona karşı gelmiş
ve büyük bir fitne olmuştur.
Bütün
bunlar Muaviye (r.a.)'nin ölümünden sonra cereyan etmişlerdir.
Sonra
Horasan'da İbn-i Mihleb fitnesi ortaya çıktı. Sonra Zeyd bin Ali Kûfe'de
öldürüldü. Sonra Horasan' da anlatılması çok uzun sürecek fitneler oldu.
Binaenaleyh
müslüman hükümdarları arasında Muaviye (r.a.)'den hayırlı bir hükümdar
gelmemiştir. Diğer hükümdarlar zamanında yaşayan insanlar da Muaviye'nin
zamanında yaşayan insanlardan hayırlı değildirler. Tabii ki, bu hüküm
Muaviye'nin devrini ondan sonraki devirlere nisbet ettiğimiz taktirde doğrudur.
Ebubekir ve Ömer'in (r.a.) devirlerine nisbet edersek elbetteki bu iki zatın ve
devirlerinin üstünlüğü tartışmasız kabul edilecektir.
Muaviye (r.a.) - hatalarıyla
(Çünkü O masum
değildir. Ma'sumiyet ancak peygamberler içindir. ) beraber- ondan sonra gelen
hükümdarların en iyisidir.
Katade (r.a.) şöyle diyor:
“Muaviye'nin
icraatını görseydiniz, çoğunuz “Mehdi budur” diyecekti.”
Ahmed
b. Cevvas (Ebu Asım el-Kûfi'dir. İbn'ül Mübarek ve İbn-i
Uyeyne'nin talebelerindendir. Müslim Sahihinde ve Ebu Davud'un Müsned'inde
hadisleri vardır. Güvenilir bir zattır. Muharrem 238 de vefat etmiştir. ) şöyle diyor:
“Ebu
Hureyre el-Mukettib bize şöyle dedi:
A'meşin yanında otururken Ömer b.
Abdülaziz ve adaletinden bahsettiler. A'meş:
“Muaviye'yi
nasıl buluyorsunuz?” dedi.
“Onu
yumuşaklığıyla tanıyoruz,” demeleri üzerine:
“Hayır,
vallahi adaletiyle meşhurdur” cevabını verdi.
Ebu
Usame es-Sekafî şöyle diyor:
Güvenilir
kişiler Ebu İshak es-Sübey'î'nin Muaviye hakkında şöyle dediğini naklediyorlar:
“Muâviye'ye
yetişseydiniz Onun mehdi olduğunu, söyliyecektiniz.”
Ebubekir
b. İyaş, Ebu İshak, “Onun benzerini görmedim” dediğini naklediyor. Beğavî,
Suveyd b. Saîd'den, O da Damam b. İsmail'den, Oda Ebu Kays'ten naklettiğine
göre Ebu Kays şöyle diyor:
“Muâviye
her bir kabileye bir görevli tayin etmişti. Bunlardan Ebu Yahya künyeli bir
görevli her gün sabah kabileyi dolaşarak:
“Bu
gece aranızda bir çocuk doğdu mu? Bu gece herhangi bir olay meydana geldi mi?
Bu gün size misafir geldi mi?” diye soruyordu. Onlar da:
“Evet
bu gün Yemen ehlinden biri çocuklarıyla bize misafir olarak geldi,” dediler.
Ebu Yahya bütün kabileyi dolaştıktan sonra divana -Devlet idare meclisi- gelir
onların isimlerini birer birer kaydederdi.
Muhammed
b. Avf et-Tâî, Ebu Muğire'den O'da İbn-i Ebi Meryem'den, O'da Atiyye b.
Kays'tan rivayet ettiğine göre Atiyye b. Kays şöyle demiştir:
Muâviye
b. Ebi Süfyan'ın bize hutbe irad ederek:
“Size
vereceklerimden başka Beyt'ül-Malda fazladan mal vardır. Onu aranızda
paylaştırmak istiyorum. Size yetecek kadar bir nimet gelince onu da aranızda
paylaştırırım. Aksi halde bana itab etmeyiniz. Beyt'ül Mal benim değildir. O
Allah (c.c.)'ın size bağışladığı kendi malıdır.” dediğini işittim.
Muaviyenin
güzel ahlâka, adalet ve iyilikteki faziletleri oldukça fazladır. Müslim'de
rivayet edildiğine göre adamın biri İbn-i Abbas'a:
“Muâviye
vitiri bir rek'at olarak kıldı. Buna ne dersin?” diye sorunca İbn-i Abbas:
“İsabet
etmiştir. Çünkü O fakihtir.” cevabını verdi.
Ebu
ed-Derdâ:
“Şu imamınızdan başka namazı
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) namazına -kılınışına-
benzeyen bir kişi daha görmedim” diyerek, bununla Muaviye'yi (r.a.) kasdetmiştir.
İşte
İbn-i Abbas ve Ebu'd-Derda gibi iki büyük sahabinin, Muaviye'nin fıkhı ve
namazı güzel kılışı hakkındaki şehâdetleri...
Buna
benzeyen daha bir çok deliller vardır. Üstelik Muâviye ilk müslümanlardan değildir.
O Mekke fethinde müslüman olmuştur. Bazıları Fetihten önce müslüman olduğunu
söylüyorlar. Kendisi de ashabın yücelerinden olmadığını itiraf ediyordu.
Horasan'dan batı Afrika'ya, Kıbrıs'tan Yemen'e kadar olan topraklarda hüküm
sürdüğü esnada Muaviye'nin yaşayışı bu şekilde takdire şâyân idi. Buna rağmen
bütün müslümanlar Muaviye'nin fazilette, Ebubekir ve Ömer (r.a.) şöyle dursun, Osman ve
Ali'nin derecelerine bile yetişmemiş olduğu hususunda müttefiktirler. Böyle
olunca ashabın dışında olan birisini onlara benzetmek mümkün müdür? Ayrıca
herhangi bir hükümdarın hayatı Muaviye'nin (r.a.) hayatına benzetilebilir mi?
Evet
ashabın büyük bir çoğunluğu haiifeleriyle beraber fitnelerden uzak
kalmışlardır. Ebu Eyyub es-Sicistânî, İbn-i Sîrin'in :
“Fitne
şiddetlendiğinde Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı onbin kişi civarındaydı. Bu fitneye yüz
kişi katılmamıştır. Belki de otuz kişiyi bulmamıştır.” dediğini naklediyor.
Bunu yaşadığı bölgede takvasıyla tanınan ve övülen Muhammed b. Sîrin
söylüyor. Mansur b. Abdurrahman, Şa'bî'nin şöyle dediğini naklediyor:
“Rasulullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem)
ashabından Ali, Ammar, Talha ve Zübeyr'den başka hiç kimse Cemel
Vakası'na katılmamıştır. Beşincisini isbat edebilirlerse ben yalancıyım.”
Bunlardan
ilk muhacirleri kasdediyor. Abdurrahman b. Ebi Leyla:
“Bedir'e
katılan yetmiş kişi Sıffin olayına katılmıştır.” Demesi üzerine Şube'de:
“Vallahi
yalan söylüyor” demiştir. Şu'be devamla şöyle diyor:
Ben
ve El-Hakem b. Uteybe el-Kufî bu konuyu araştırdık. Huzeyme b. Sabit'den başka
Bedir ehlinden hiç kimsenin sıffine katılmadığını tesbit ettik.” Bu da Sıffine
katılan ashabın çok az olduklarına delalet ediyor.
Mü'minin
kabirdeki halleri ve orada maruz kalacağı sıkışma, Münker ve Nekirin soruları,
Mahşerdeki kıyam ve onun sıkıntıları da cehennemden azad olunmasına vesile olacaklardır.
Buhari'de rivayet edilen bir hadisten anlaşıldığı gibi, Mü'minler sırat
köprüsünü geçerken cennet ile cehennem arasında olan bir yerde
durdurulacaklardır. Orada hak sahiplerinin hakları alınarak kendilerine
verilir. Böylece müslümanlar arındıktan sonra cennete girmelerine izin verilir.
Günahlara
keffaret olacak bu gibi işler mü'minlerden çoğunun başına gelecektir. Artık siz
bu ümmetin hayırlısı olan Ashabın durumunu düşünün. Ama gerçekten adamın biri
Osman'ın (r.a.) aleyhinde konuşarak İbn-i Ömer'e:
“Osman
Uhud savaşında geri çekilenlerle beraber geri çekilmiştir.” deyince, İbn-i
Ömer'de Ona:
“Allah,
onların hepsini affetmiştir,” demiştir. Aynı adam; Osman'ın Bedir Muharebesinde
de bulunmadığını söyleyince, İbn-i Ömer (r.a.):
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi Osman'ı kızının (Rasulullahın
(sallallahu aleyhi ve sellem)
kızı ve
Osman'ın hanımı Rukiyye hasta olduğu için Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Osman'ın (r.a.)' Medine'de
kızının yanında kalmasını istemiştir. ) başında kalmak üzere Medine'de bırakmış ve
savaştaymış gibi Ona ganimetten bir pay ayırmıştır, dedi. Adam:
“Rıdvan
biatına da katılmamıştır,” deyince bunun üzerine İbn-i Ömer (r.a.):
“Zaten
biat Osman'ın sebebiyle olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir elini diğer bir eliyle
tutarak:
“Bu
Osman için olsun,” demiştir. Şüphesiz ki, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) (sallallahu aleyhi ve sellem) eli bütün ellerden
üstündür.
Hülâsa
ashabın onlarla lekelenmek istendiği bütün iddialar ya bir inat veya bir
yalanın eseridir.
|