Râfizî
şöyle diyor:
“Müslümanlar
arasındaki ihtilaflardan biri de Ali zamanında olmuştur. O da Ali'nin
hilafeti üzerine ittifak edildikten sonra; Talha ve Zübeyr'in Ona karşı
gelmeleriyle meydana gelen ihtilaftır. Ondan sonra Ali ile Muaviye arasında
vuku bulan ihtilaflardan dolayı Sıffin savaşı meydana gelmiştir. Hülasa haklı
olan Ali idi. Hak da Onunla beraber idi. Hilafeti zamanında haricilerden Eş'as b. Kays, Mis'er b. Fedekî ve Zeyd b. Husn gibi kimseler Ona karşı
gelmişlerdir. Yine Onun hilafetinde aşırı giden Abdullah b. Sebe çıkmıştır.
Haricîler ve Abdullah b. Sebe'in mensupları bir çok bid'at ve sapıklıklar
uydurmuşlardır.”
(Abdullah b. Sebe Şiîler için yeni bir inanç uyduran bir hâindir.
Ona göre Yuşa' (a.s.), Musa'yı vâsi kıldığı gibi, Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)
de, Ali'yi (r.a.) vâsi kılmıştır. Abdullah'tan sonra Şiilerin şeytanı
olan Muhammed b Cafer er-Râfizî gelerek, imametin muayyen şahısların
hakkı olduğunu söylemiştir.)
Ey
Râfizî!
Sözü
uzatmadan her üç halifenin hakka uygun hareket ettiklerini ve hakkın onlarla
olduğunu söylemekle iktifa ediyoruz. Bu zatları red edip, yalnız Ali'yi (r.a.)
hilafetle tahsis etmek delilsiz bir iddiadır.
“Ali'nin (r.a.) hilafeti üzerine ittifak edildikten sonra ihtilaf doğmuştur” diyorsun.
Halbuki
bilinen şu ki, müslümanların bir çoğu, mesela Umum olarak Şam'lılar, Medine
ehlinin bir kısmı, bir çok Mısır'lı ve Mağrib ehli Ona biat etmemişlerdi. Sonra
kusuru Talha ve taraftarlarında bularak onlardan hiç bir mazeret kabul
etmemiştir. Bütün âlimler, Talha ve Zübeyr'in Ali'ye (r.a.) karşı, Ali'nin
(r.a.) de
onlara karşı savaş istemediğini bilmektedirler. Ne yazık ki, savaş ansızın
tutuşuverdi. Talha ve Zübeyr Ali (r.a.) ile birbirlerine karşı çıkışmalarına
rağmen maslahatta ittifak ederek Osman'ın (r.a.) katillerine ceza tatbik etme
hususunda karar verdiler. Fakat o zaman Osman'ın (r.a.) katilleri daha önce
yaptıkları gibi, fitne çıkarmak üzere birbirleriyle anlaştılar. Fitneci
katiller; Talha, Zübeyr ve askerlerine hücum ettiler. Onlar da kendilerini
müdafaa kabilinden onlara karşılık verdiler. Bunun üzerine fitneciler; Talha ve
Zübeyr'in kendilerine hücum ettiklerini Ali'ye (r.a.) bildirdiler. Ali'de (r.a.)
nefsi müdafada bulundu.
Hülâsa
her iki tarafın da gayesi savaşa başlamak değil, nefsi müdafaa etmek idi.
Lakin râfizîler inatçı oldukları için ne nakle inanırlar ve ne de doğruyu kabul
ederler. Her yaygaracının emrindedirler. Onlar ashabın ileri gelenlerine
düşmanlık ederek, İslâm düşmanlarıyla dost oluyorlar.
Hatta
Bağdad muharebesinde müslümanları perişan eden Tatarlarla işbirliği yaparak
ehl-i sünnete eziyet ediyorlardı. İbn'ül
Alkami'nin
yaptığı gibi.
Bu hâin, Hülâgü ile yazışarak İslâm beldelerini yakıp kavurmuş,
müslümanları da yok etmiştir. Yine Hülâgü müslümanların kanını sel gibi
akıtmış, hem Abbasileri hem de Ali (r.a.) taraftarlarının kadınlarını esir etmiş, müslüman çocuklarını şirk ve küfür üzerine yetiştirerek müslümanların başına
belâ etmiştir.
Öyle
ki bu çocuklar da Mülhidleri ve sapık râfizîleri büyüterek bunun yanında da
Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına buğz etmişlerdir.
Râfizîler
tam şu
âyetin şümulüne girerler. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Kendilerine
kitab verilmiş olanların, Cibt ve tağuta kanıp, inkâr
edenlere: “Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar” dediklerini görmedin
mi?”
(Nisa: 4/51)
Durum
böyle olunca açıkça yalan söyleyen ve ancak nefsî hevasına uyan nakilleri kabul
eden râfizîleri, bizlerin hadislerin isnadını ve diğer durumlarını
bilmediğimizi nasıl iddia edebilirler?
Onlar,
taraftarlarından, birinin yalan veya doğru bir söz söylediğinde kendisinden ne
kitab ve ne de hadisten delil isterler. Onun yan çizmesine asla iltifat
etmezler. Ama onlara muhalif olan herhangi birisi, hem de delille karşılarına
çıksa ya inad ederek veya tahrif ettikleri ayetlerle onu tekzib ederler.
Muarızlarının güçlü olduğunu görür de az da olsa ondan çekinirlerse ona:
Doğru
söylüyorsun, hak olan senin dediğindir, bundan böyle senin dediğin şekilde
Allah (c.c.)'a kulluk edeceğiz, diyerek hemen râfizîiiklerinden vazgeçerler. Hal böyle
olunca münazaralarda kim onlardan insaf bekler?
Bunlar
kendilerine üç fikir, kabul etmişlerdir.
Birincisi, imamlarının masum olduklarına
inanırlar.
İkincisi, İmamlarının naklettikleri her şeyi
Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve
sellem) aldıklarını iddia ederler.
Üçüncüsü, Ehl-i beytin icma'ı hüccettir
derler.
Kendilerini
ehl-i beytten kabul eden bu gurubun, fıkıhtan mahrum olup, tahkik ve ilmi de
idam ettiklerini görüyorsun. Onlara göre bir mesele bu üç temel görüş ve esasa
uymadığı müddetçe kabul etmezler ki, onların temel ve esasları kitap, sünnet,
akıl ve onlardan başka herkesin icmaı ile reddedilmişlerdir.
|