Râfizî
şöyle diyor:
“Ali'nin imam olduğuna delalet eden bir diğer âyet-i kerime şudur:
“Ey
Peygamber! Rabbin tarafından sana indirileni tamamen tebliğ et.”
(Maide:
5/67)
Ashab,
bu ayetin Ali (r.a.) hakkında nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ebu
Nu'aym'ın Atiyye'den rivayet ettiğine göre âyet yine Ali hakkında nazil
olmuştur. Sa'lebi'nin tefsirinde “Sana indirileni tebliğ et” mealindeki
ayet, Ali'nin fazileti hakkında olduğu kaydedilmiştir. Bu ayet-i Kerime
inince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'nin elini tutarak:
“Ben
kimin efendisi isem, Ali de O'nun efendisidir” buyurmuştur. Rasulullah;
Ebubekir, Ömer ve bütün ashab'ın efendisi olduğuna göre Ali'de Onların
efendisi sayılır. Dolayısiyle İmam Ali'dir. Sa'lebi tefsirinde şöyle diyor:
Ğadîr
Hum'da bulunulduğu bir günde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ashab-ı
Kiramı çağırdı. Onlar da toplandılar. Rasulullah Ali'nin elini tutarak:
“Ben,
kimin efendisi isem, Ali’de O'nun efendisidir” buyurdu. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in bu sözü her taraftan duyuldu. Haris b. Nu'man el-Fihrî'de
bu sözü işitmesi üzerıne Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)geldi. Devesini Ebtah denilen yerde
çöktürdükten sonra, ashab arasında bulunan Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) huzuruna çıkarak O'na
şöyle dedi:
“Ey
Muhammed! Şehadeti, namazı, zekatı, orucu ve haccı emrettin. Sana, evet, dedik.
Sonra bunu da kâfi görmedin. Amcan oğlunun omuzunu tutup Onun bizden üstün
olduğunu ilân ederek:
“Ben
kimin efendisi isem Ali de, O'nun efendisidir.” dedin. Eğer senin bu sözlerin
Allah'tan bir vahiy ise bize bildir. Rasulullah “Evet vallahî Allah (c.c.)'ın emridir.”
buyurması üzerine, Haris geri dönerek:
“Allahımız!
Eğer bu, gerçekten senin tarafından gelmiş bir hak ise, hemen üzerimize gökten
taş yağdır veya bize daha acıklı bir azap ver”. (Enfal:
8/32) âyet-i kerimesini okudu.
Döner dönmez Allah (c.c.), O'na bir taş
yağdırdı. Boynu üzerine düştü. Taş dübüründen çıktı ve Onu öldürdü. Ondan sonra
da:
“İnecek
olan bir azabı, istedi bir isteyen” (Meâric: 70/71) âyeti
indi. Nakkaş da bu rivayeti tefsirinde kaydetmiştir.”
Ey
Râfizî!
“Âyet Ali
(r.a.) hakkında nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir” şeklindeki iddian
yalandır.
Böyle bir sözü kimse söylememiştir. Ebu Nuaym, Se'leb ve Nakkaş'ın
tefsirleri bu gibi yalanlarla doludur.
Bu hususta müracaat edilecek kimse Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emin muhaddisleridir. Nahiv ilminde Nahivcilere, kıraatte kurra'ya, lügatte lügat imamlarına, Tıbda tabiblere müracaat edilmesi gerekli
olduğu gibi. Çünkü her ilmin ayrı ayrı mutahassısları vardır.
Hadis
âlimleri doğruluğu araştırma bakımından en güçlü şahsiyetlerdir. Bunu bilen
takdir eder. Muhaddislerin sıhhatinde ittifak ettikleri haber mutlaka haktır.
Yine onların ittifak ile hatalı ve önemsiz kabul ettikleri rivayet de
hükümsüzdür. Fakat ihtilaf ettikleri rivayet varsa ona da insaf ve adaletle
bakılır. Hadis kritiğinde esas olan budur.
Mâlik, Şu'be, Evza'î, Leys, iki
Süfyan, iki Hammad, İbn-i Mübarek, Yahya el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdi, Vekî,
Şafiî, Ebubekir (r.a.), Ebu Şeyde, Buharî, Ebu Zur'â, Ebu Hatim, Ebu Davud, Müslim,
Neseî, İbn-i Hibban ve benzeri âlimlerle, cerh ve ta'dil mutahassısları bu
görüştedirler.
Râvilerin
bilinmesi ile ilgili bir çok kitaplar da tasnif edilmiştir. İbn-i Sa'dın
Tabakatı, Buhari'nin Tarihi, Ali b. el-Medâyinî'nin kitabı gibi.
Müsnedlenden de, Ahmed b. Hanbel'in müsnedi, hadis kitaplarından İshak,
Ebu Davud, İbn-i ebi Şeybe, Tabarânî gibi eserler vardır.
Hülâsa bu hususta
oldukça eserler te'lif edilmiştir. Ama esefle (üzülerek) belirtelim ki; hadis
ilminde, râvi ve hadislerin sıhhat derecelerini tasnifte râfizîlerden daha
câhil, bâtılı kabul etmede ve sahihi reddetmede yine onlardan daha kötü insan
yoktur.
Haricîler ve Mutezile sahih hadisleri tam olarak kabul etmemelerine
rağmen, kendi prensiplerine göre doğruyu araştırır ve yalan haberi delil olarak
hiç getirmezler. Bu râfizîlerin ise ne
akılları ne de nakilleri vardır.
Hadisleri sıhhat
ve senedleriyle bilmek ehl-i sünnet vel Cemaatin hususiyetlerindendir.
Râfizîlerin indinde hadisin sıhhatli olabilmesi için arzu ve anlayışlarına
uyması gerekir. Abdurrahman b. Mehdi şöyle diyor:
“İlim
ve erbabı leh ve aleyhlerinde olanları yazıyor. Nefsin arzusuna uyanlar ise
yalnız lehlerinde olanları yazarlar.”
Ey
Râfizîler!
Nakkaş,
Sa'lebî, Ebu Nuaym ve benzerlerinin sözlerini kabul ediyor musunuz, etmiyor
musunuz? Veya arzunuza uygun olanı alıyor, uygun olmayanı red mi ediyorsunuz? Eğer
mezkûr müelliflerin bütün sözlerini kabul ediyorsanız, eserlerinde sahih ve
zaîf bir çok rivayetler vardır ki Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer'in (r.a.) faziletleriyle
ilgilidir. Mezkûr müelliflerin sözlerini mutlak olarak reddediyorsanız onlardan
naklettiklerinizi delil olarak göstermeniz geçersiz olur. Eğer yalnız
mezhebinize uygun olanı kabul ediyorsanız, muhalifiniz de kabul ettiklerini
reddedecektir.
Ey
Râfizî!
Sa'lebi'nin
tefsirinden naklettiğin yakardaki hadis, hadis mutahassıslarmın ittifakı ile uydurmadır.
Onun için bu hadis kendilerine müracaat edilebilecek eserlerin hiçbirinde
rivayet edilmiş değildir.
Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in Gadîr Hum'da söylediği sözü Veda Haccının dönüşünde
söylemiştir. Onun için Şiîler Zilhicce ayının Onikinci gününü Kurban bayramı
olarak kutlarlar. Rasulullah Odan sonra da Mekke'ye dönmemiştir. Halbuki bu
yalan ve uydurma hadiste “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebtah'da
iken Haris O'na gelmiştir” deniliyor.
Bilindiği gibi Ebtah, Mekke'de bir
yerdir. Halbuki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), o sırada ne Ebtah'da
ve ne de Mekke'de bulunmuştur. Sa'lebi'nin “İnecek olan bir azabı, istedi
bir isteyen” (Meâric: 70/71) mealindeki
ayet-i kerime indi demesi de doğru değildir. Çünkü mezkûr âyet hicretten önce
Mekke'de inmiştir.
“Allahım!
Eğer bu, senin tarafından gelmiş bir hak ise, hemen üzerimize gökten taş
yağdır..” (Enfal: 8/32) mealindeki âyet-i
kerime ise ittifakla Bedir muharebesinden sonra inmiştir.
Yine bütün
müfessirler bu âyetin Ebu Cehl ve arkadaşlarının Mekke'de iken Rasulullah'a (sallallahu
aleyhi ve sellem)
söyledikleri bazı sözleri üzerine indiğini ittifakla kabul etmişlerdir.
Ondan
sonra üzerlerine taş da inmemiştir. Eğer bu mechûl adamın boynuna taş düşüp dübüründen
çıkmışsa bu, ashab'ül-fil'in cezasına benzer fevkalâde bir cezadır. Böyle bir
adamın başına bu durum gelseydi, mu'cize kabul ederek bir çok kimseler onu
nakledeceklerdi.
|